‘AVRUPA GÜN’ İLE NEREYE?

9
KULTUR ‘AVRUPA GÜN’ İLE NEREYE? “TÜRKÇE DÜÞÜNMEZ VE KULLANMAZSAK, KENDİMİZİ BİTİRİRİZ” YARATICI SAYFALAR VE SORGULAYAN OKURLAR İÇİN

description

‘AVRUPA GÜN’ İLE NEREYE? “TÜRKÇE DÜÞÜNMEZ VE KULLANMAZSAK, KENDİMİZİ BİTİRİRİZ” YARATICI SAYFALAR VE SORGULAYAN OKURLAR İÇİN

Transcript of ‘AVRUPA GÜN’ İLE NEREYE?

l tl UUUUUUUrK U L T U Rtll UU

‘AVRUPA GÜN’ İLE NEREYE?

“TÜRKÇE DÜÞÜNMEZ VE KULLANMAZSAK,KENDİMİZİ BİTİRİRİZ”

YARATICI SAYFALAR VE SORGULAYANOKURLAR İÇİN

AvrupaGüN | 2

Batı Avrupa ülkelerinde 5 milyonun üze-rinde “Türkçeli insan” yaşıyor. Kökleri Türki-ye’de olan insanlar bunlar ve büyük bölümüde yaşadıkları ülkenin yurttaşlığına geçmişdurumda. Böyle yoğun bir nüfusun, yaşadık-larını ortak dil Türkçe üzerinden paylaştığınıve bu zemin üzerinde bir entelektüel canlılıkgösterdiğini söylemek zor. Birçok Avrupa Bir-liği üyesi ülkeden daha kalabalık bir nüfusunve ortak zemin Türkçenin oluşturduğu buyeni toplumsal varlığı, yaşlı kıtadaki yerleşik-lerin ciddiye almadığını biliyoruz, fakat aynıacımasızlığı Türkiye’nin gösterdiğine de tanıkoluyoruz. İşin en trajik yanı ise insanlarımı-zın yeterince ciddiye alınmamayı artık kanık-samalarıdır. Ankara için Avrupa’da yerleşik veTürkçeli bu insanlar, Türkiye’nin ilkokulla-rında on yıllarca öğretilen bir şarkıdaki “uzak

köyün” sakinleridir. Demek ki, emek verme-den sahiplenmeyi simgeleyen “gitmesek dekalmasak da, o köy bizim köyümüzdür” an-layışı, hâlâ yürürlüktedir.

Bir iletişimsizlik var.Bir büyük boşluk var.Makbul medyanın dolduramadığı, belki

farkında bile olmadığı, bünyesinde yer alıp datek tük farkında olanların ise “düşük getiri”gerekçesiyle ilgi göstermediği bir boşluk.

Oysa 21’inci yüzyılda eski iletişimsizlikle-rin sürmesi mümkün değil, bunu herkes bili-yor. Eski “kısıtlar” etkisizleşiyor. Yeni iletişimteknolojileri, özellikle de bilgisayar tekniklerive internet, bilinen ve aşılmaz sanılan sınır-ları epeydir geçersiz kılmış bulunuyor. Dola-yısıyla kökleri Türkiye’de ve ortak paydasıTürkçe olan milyonlarca insanın kendi ara-

BİR YOL HARİTASI İÇİN BAŞLAMA NOTLARI

‘Avrupa GÜN’ ile nereye?

AvrupaGüN | 3

ağı oluşturması amaçlanıyor. Atılan bu adım,aslında gecikmiş bir adımdır. Kuşkusuz öyle-dir. Bir yerleşik Avrupa dilinde de mutlakasoluk alıp veren Türkçeli bu toplumun, ortakdili üzerinden, çağdaş bir haber ve düşünceağı oluşturmak üzere yıllar önce hareketegeçmesi gerekirdi. Olmadı. Zaman acımasızbir hızla ilerledi. Toplum değişti, galiba sanıl-dığının tersine büyük ölçüde de geriledi.Artık Türkçe dışındaki bir dilde çaresiz in-sanlarla karşı karşıya değiliz. Türkçe bilen,fakat yer yer ondan daha iyi bilinen bir Av-rupa dilinde, özellikle de Almanca ve Fran-sızcada çok rahat hareket edebilen 5 milyonuaşkın Avrupalı bir genç topluluktan söz edi-yoruz.

Bu topluluğa geçmiştekinden çok dahafarklı biçimlerde ve çok daha farklı bir içe-rikle, çift dilli olduklarını da bilerek, bir yayınhazırlamak zorundayız. 1961 sonrasında Ana-dolu’dan koparılıp Almanya ve diğer sanayi-leşmiş merkezlere gönderilen, çocuklarıyetişinceye kadar çoğunluk toplumununkenar ve köşelerinde yaşamaya çalışan, “di-lini yutmuş” bir işgücü topluluğu yok sah-nede. Türkçe dışında bir dili iyi bilmesinerağmen bu ortak Türkçe zeminde de bir şey-ler yapmak, kendini tanımlamak isteyen gençbir topluluk karşısındayız. Bu insanlar, inter-net çağında, birbirlerine de Türkiye’ye de çokyakınlar...

Bu, müthiş bir olanak.Geçmişte takılıp kalmayalım. Geçmişin

yöntemleri hiçbir işimize yaramaz. Bugünartık Avrupa’da ve Avrupalı bir “yeni”yi bul-mamız, haberleştirmemiz ve anında da pay-laşmamız kolay. İş, içeriğe gelip dayanmışbulunuyor.

Avrupa GÜN ile işte biz buna talibiz. Ha-berciliği, elbette aydınlanmanın tarihsel ka-zanımlarını mantıki uçlarına çekerekyapmaya çalışacağız: Yeni ortaçağı, bilimeuzak dinci-kabileci bayağılıkları ve eşitsizlik-leri reddederek sahneye çıkmamız gerekiyor.

Avrupa GÜN, Türkçe konuşan Avrupalıla-rın, dağılımlarına göre, Almanya-Fransa ek-seninden başlayarak, aydınlanmacı, eşitlikçibir entelektüel toparlanma ihtiyacını gider-meyi hedefliyor. Ama bunu habercilik üze-rinden yapmayı amaçlıyor.

sında ve Türkiye’deki toplumla, sorunlar veçözüm yolları açısından yaşadığı bu temas ek-sikliğine bahane bulmak zor: Gereksiz bir ke-sinti ve geçmiş zamana takılı kalmak bu.

Ama aşmak mümkün.Yayıncılıkta yeni olanaklar, baskı ve dağı-

tım engellerini “sıfırlayan” bu teknolojik sıç-rama, yeni bir habercilik ve düşünce üretimiçağını da tetikliyor.

Biz, kendimize bakalım: Avrupa’nın enbüyük dillerinden biri olan Türkçe için, tümtopluma kolayca seslenen bir ortak iletişimzemini oluşturmak, bunu modern zamanla-rın mutlak eşitliğe açılan aydınlanmacı ru-huyla gerçekleştirmek, teknik açıdan artıkolanaksız değil.

Üretim ve erişim maliyetleri açısındanböyle. Sorun çözülmüş görünüyor. Kabul.

Peki, ya içerik?Türkçeli toplumun ilgisi?Sorun, orada...“Ne yapacağız” sorusuyla başlayabiliriz:

“Avrupa GÜN”, aydınlanmanın tarihsel kaza-nımları ışığında, eşitlikçi ve her anlamda ye-nilikçi bir içeriğe sahip, Türkçeninulaşabildiği her yerde tartışmaları tetikleyenAvrupalı bir gazetecilik zemini olarak düşü-nülüyor. Bir habercilik ve araştırmacılık atağıgerçekleştirmek mümkün.

Yaşlı kıtanın merkez ülkelerinde ve özel-likle Almanca ile Fransızca gibi iki merkezidilinde yaşamayı seçmiş Türkçeli milyonla-rın, Avrupa’nın ortasında olduğu kadar Avru-pa’nın kıyısındaki “dildaşlarına” da yönelikçağdaş bir haber ve bilgilenme-bilgilendirme

AvrupaGüN | 4

Yeniden sorabiliriz o halde: Ne yapabiliriz,ne yapacağız?

Avrupa GÜN, haftalık bir haber dergisiolarak başlıyor. Güz aylarından itibaren herpazartesi, Avrupa’da, Türkiye’de veya dünya-nın herhangi bir yerinde Türkçeli insanlar,eşitlikçi ve aydınlanmacı bir anlayışla hazır-lanmış bu derginin sayfalarını her tür bilgisa-yarda çevirebilecekler. Bir süre sonra haftaortasında bir ek sayının hazırlanması da dü-şünülüyor. Ancak önce tabii derginin otur-ması gerekiyor.

Değindik: Yeni bilgisayar programları sa-yesinde böyle bir derginin artık herhangi birerişim sorunu yaşaması mümkün değil. Far-kını kabul ettirirse eğer, ilgileri üzerinde top-layacak ve internet bağlantısı olan her nok-tada talebi karşılayabilecek. İsteyenler iste-dikleri sayfaları basabilecekler. Arşiv ve ta-şıma ise bir yük olmaktan çıkacak.

Her şey bu kadar kolaylaşmışsa, örneğinhabercilikte ve düşünce üretiminde, baskı vedağıtım gibi maliyetin yüzde 80’ini oluşturansorunlar-sınırlar ortadan kalkmışsa, bu sek-törde yer edinmek, kalan yüzde 20’lik alanda,yani içerikte, çok iyi olmaktan geçiyor de-mektir: Gerçekten de Avrupa GÜN’ün kendi-sini çağdaşlığı, doğruculuğu, haber sektir-mezliği, hızı ve sevimli biçimiyle kabul ettir-mesi gerekecek.

Ancak, bu teknolojik altüst oluşlara ve es-kiden yanına bile yaklaşılamayan şeylerinşimdi kolayca elde edilmesine rağmen, ortadabüyük bir boşluk olduğu herkesin malumu.Bilmeyen kalmadı, sadece sözü geçen gerek-leri yerine getirip bir büyük sıçrama yapabi-len yok. Henüz yok.

Türkçe dünya ve medyası, Avrupa’nın yer-leşik bir dili olduğu halde, 5 milyonu aşkınTürkiye kökenli insanın yaşadığı bu kıtayla il-gili ve onun hak ettiği düzeyde bir haber üre-tim-dağıtım sistemi kurabilmiş değildir. Bunudüşünmüyor da. Henüz böyle bir çabayı ge-rektirecek düzeyde talep oluşmadığı görü-şünde. Türk medyasını oluşturan şirketlerin,sektörde hızla düşen kâr oranları karşısındakiçaresiz görünümü, biraz da bu bakış açısınınbir sonucudur.

Aslında Türkiye’deki medya her açıdankötü bir örnektir. Tüm dokuları Avrupa tara-fından belirlenen ve milyonlarca yurttaşı bukıtanın merkezinde yaşayan Türkiye’de,basın, Avrupa konusunda toplumu tam anla-mıyla cehalete mahkum bırakmış bulunuyor.Örnek: Ciddiye alınabilecek Türk gazetele-rinde Avrupa haberlerinin toplam haberleriçindeki payı, yüzde 1 ile 5 arasında değişi-yor. O da eğer önemli sıçramalar gündeme ge-

lirse ve sadece ajanslardan çevrilerek... Ajans-lardan karşılanan magazin ve spor haberleridüşülürse, durum daha da vahimdir. Avru-pa’nın parçası Türkiye bir Avrupa cahilidir vetersi, Avrupa da bir Türkiye cahilidir... Birbir-lerini tanımıyorlar. Hele medyaları hiç...

Belki de birbirlerini tamamlıyorlar.Avrupa GÜN, böyle bir ortamın ürünüdür.

Bu ortamın değiştirilebileceği, mevcut boşlu-ğun doldurulabileceği inancıyla doğmuş bu-lunuyor.

Sonuçta, haber üretmek, entelektüel birçabadır. Var olanı olduğu gibi vermenin öte-sinde bağlar kurmak ve göze çarpmayan veya“gözden uzak tutulan” ayrıntıları, çarpıtma-dan ışığın önüne çekmek de diyebiliriz. Av-rupa GÜN, Avrupalı bir haber anlayışıyla,bizzat Avrupa’yı her Türkçeli için ulaşılabilirbir haber kaynağı haline getirmeyi hedefliyor.

Peki nasıl biçimlendireceğiz?Çok kısa olarak şöyle: Bu haftalık haber

dergisi, başlangıçta 6 ana bölüm halinde kur-gulanacak. Haftanın dosyası veya “Kapak Ko-nusu”nun yanı sıra “Siyaset”, “Ekonomi”,“Kültür/Sanat”, “Toplum/İnsan” ve “Spor”,ana bölümleri oluşturacak. İlerleyen zamaniçinde bu ana bölümler de alt bölümlere ayrı-lacak.

Sorun, yukarıdaki saptama ve hedefleriher hafta bu bölümler çerçevesinde, mutlakayaratıcı bir dil ve tasarım içinde, Türkçeli mil-yonların günlük hayatına dahil edebilmekte.Sonuçta bu, sadece pratiğe dökülebilirseanlam kazanabilecek bir niyet.

Yapılınca ve yapıldıkça anlatılabilen biröykü.

Çıkış noktamız şimdilik böyle görünüyor.

OSMAN ÇUTSAY

AvrupaGüN | 5

sorununu hâlâ çözebilmiş değiller:“Bizim sorunumuz içerikle, haberler ve o

haberlerin işlenmişliğiyle ilgili. Hele görsel veişitsel medyada durum daha bir kötü. Enönemlisi: Biz burada kendi etkinliklerimiz-den Avrupa medyasına yakışır bir biçimde ha-berdar olamıyoruz. Kendi etkinliklerimiz yada bizi yakında ilgilendiren, ilgilendirmesi ge-reken etkinlikler hakkında belki Almancaüzerinden haber alıyoruz, ama Türkçe med-yada bunların layıkıyla yer aldığını, bizleri ay-dınlatacak biçimde işlendiğini göremiyoruz.Elbette bunlara başlıklar, haberler halindeTürk gazetelerinde falan rastlıyoruz, ama ohaberlerin de ağır bir içerik sorunu var. As-lında yerel Türkçe gazeteler veya yerel Türkçeradyolar bize daha çok ulaşıyor. Yani en genişanlamında bir erişim sorunu yaşanıyor. Ozaman da ben ‘Biz yokuz bu kıtada’ duygu-suna kapılıyorum.”

Bu, Almanya’da kalıcı olduğunu ilan etmişbir toplumun insanları için kabulü zor birdurum. Zeki Genç, kalıcılığın simgelerini ay-dınlanmacı bir bakışla ele almak isteyenlerden:

“Türkçe kullanıyoruz ve burada kaldığı-mızı da ilan etmişiz. Artık burada bir yerimizolsun. Bizim burada bir medyamız olsun. Birarşivimiz olsun, kütüphanelerimiz, okulları-mız olsun. Ama en önemlisi, bizi anlayan,

Almanya’ya 11 yaşında gelen ve Almanmedyasıyla görüşmelerinde kendisini hep“Türk kökenli bir Bavyeralı” olarak tanımla-yan Zeki Genç, Münih’te arkadaşlarıyla bir-likte kurduğu BIM’in (Bayerisches Institut fürMigration e.V.) yöneticisi. BIM, Avrupa GÜNprojesinin yayıncılığını da üstlenen kamu ya-rarına bir dernek. Bu derneğin başkanlığınıyaparken, hayatını da profesyonel yayıncı ola-rak kazanan Genç, ülkenin en büyük yayı-nevlerinden birinin bünyesinde, ünlü birhaftalık derginin sayfa düzeni bölümünü yö-netiyor. Almanya’nın bir parçası, ama “Türk-çeli bir parçası” olduğunu söylüyor ve bufarklılığın hem vurgulanması hem de yaşan-ması gerektiğine inanıyor. Avrupa GÜN tipioluşumların desteklenmesinin çok önemli ol-duğunun altı çizen BIM Başkanı Zeki Genç’egöre, yaşlı kıtadaki Türkçe medyanın, döne-min koşullarına uygun bir biçimde yenidenve daha etkili bir biçimde kurgulanma zamanıçoktan gelmiş bulunuyor:

“Aslında yaşantımızda Türkçe medyanınpek bir yeri yok. Türk medyası bizden bah-setmiyor. Örneğin bizler, Türkler veya Türk-çeliler için çok önemli etkinlikler var, ama bizbunlardan haberdar olamıyoruz. MevcutTürkçe medya, bizim için bir medya değil as-lında. Biz kendimizi burada bulamıyoruz.Ömrüm böyle bir eksiklik içinde geçti. Bunu,var olan medyayı, gazeteleri görmezliktenfalan gelerek söylemiyorum. Onlara bakaraksöylüyorum. Türkçe kullanan, ama Avrupalıve Avrupa’da yerleşik bizi gelişmelerden ge-reğince haberdar edebilen bir medya oluşu-muna ihtiyacımız var.”

1974’ten bu yana Almanya’da yaşayan ZekiGenç, 50 yıllık Türk göçüne Almanya merkezliolarak Avrupa’da bir gazete yayıncılığının eşlikettiğine dikkat çekiyor. Bugün bunlar eski et-kilerini yitirmiş de olsalar, varlıklarını sürdü-rüyorlar. Ama Genç’e sorulursa, içerik

BIM BAfiKANI ZEK‹ GENÇ VE YEN‹ MEDYA OLANAKLARI

“Türkçe düþünmez vekullanmazsak, kendimizibitiririz”

ZEKI GENÇ

AvrupaGüN | 6

bizi anlatan, aydınlatan, mevcutların ötesindebir medyamız olsun. Ben Almanya’dan, Av-rupa’dan haberdar olmak istiyorum ve bununda Türkçe olmasını istiyorum. Bunu Türkçedışında bir dili rahatça kullanabildiğim içinistiyorum. Maalesef, mevcut Türk medyası,güncel ve bizi ilgilendiren konuları Avrupa’dayerleşik bir medya mantığıyla işleyemiyor.Hollanda’da, Fransa’da, Belçika’da neler olu-yor? Bunları bilemiyoruz. Yapılanlar var; ruh-suz çeviriler ve yasak savma kabilindenhaberler, başlıklar belki görüyoruz, ama işinçağdaş ve derinlemesine anlamında, sevimli,merak ve yakınlık uyandıracak biçimde birhabercilik, yayıncılık değil bu. Üstelik çokönemli bir erişim sorunu da yaşıyorlar. İn-sanlar Türkçe medyadan hızla uzaklaşıyor.Gazetelerin satış rakamlarına bir bakın. Oysainternet çağında bu sınırları aşmak çok kolay.Demek başka sorunlar var.”

BIM Başkanı’na göre, Batı Avrupa’daki 5milyonu aşkın Türkçeli insan birbirlerindenhabersiz. Asıl önemlisi bir “network”ün, biriletişim ağının eksikliği içindeler. Oysa onlarıbirbirine bağlayan somut bir gerçeklik var:

“Farkımız şu: Biz iki dilde, iki kültürde ya-şıyoruz. Ben bazen aynı kitabı hem Almancahem de Türkçe okuyorum. O zaman aynı ki-tabı, aynı metni, iki ayrı dünyada, iki ayrıışıkta görmüş, algılamış oluyorum. Bir fark vebir zenginlik saptıyorum. Yani aynı kitap, ikiayrı dilde, iki ayrı kitaba dönüşüyor. Bunu tekdillilerin anlaması mümkün değil.”

Bu, gerçekten de nitel bir dönüşüme kar-şılık geliyor. Avrupa’daki Türkler, Türkçeliler,şu ya da bu şekilde bir Avrupa diline hakim.Bu ise 50 yıl öncesiyle karşılaştırılamayacakbir durum. Zeki Genç, ilk kuşağın, yani kendianne ve babasının Türkçe dışında hareketedemediğini belirterek o koşullarda oluştu-rulmuş Türkçe medyanın bugün artık kö-künden değişmesi, zamana uygun bir biçimve içerik dönüşümü yaşaması gerektiğini ha-tırlatıyor. Bunu bir Alman medya çalışanı ola-rak yapıyor:

“Şunu, kendi deneyimlerimden biliyorum:Aynı metni iki ayrı dilde okumak, birinde ol-mayan bilgiyi, en azından rengi, diğerindebulgulama, hatta üretme şansı veriyor. So-nuçta kitap tek, ama dillerle ve onların arkaplanıyla gelen bir zenginleştirme şansı var.Onun için böyle çifte okumalar yapıyorum.Bu durumda da tek dilli yaşayan bir Almanokurun çok ötesinde bir kapasite yaratabili-yorsunuz. Tabii aynısı Türkçeden Almancayageçerken de mümkün. Benim sorum şu as-lında: Ben neden olaylara, gelişmelere bir Al-

“AnAokullArı çok önemli. Aslında üniversitelerdenbile daha önemli. Çünkü biz dili orada öğreniyoruzDilin de anası yani o okullar. Biz iki dilliyiz. Bu iki dil-liliğe anaokullarında başlamamız lazım. Biz, eğer di-limizi çocukken öğrenemiyorsak, üniversitedekesinlikle öğrenemeyiz. 3 yaşına kadar anadilimiziöğrenmez, 6 yaşına kadar da kendimizi yaşama ikidilli olarak dahil edemezsek, bu özelliği kaybederiz.Tek dilli oluruz. Bu dil de burada Almanca olur veTürkçe kaybolur. Ama Türkçe kaybolduğu anda, var-lığımız da kaybolur. Zaten Almanca öğreniyoruz, ha-yatımız Almanca içinde geçiyor. Örneğin Almanya’daAlmanca bilmeyen Türk var mı? İstisnalar ve çok yenigelenler bir yana, bir eğilim olarak insanlarımız buülkenin çoğunluk dilinde yaşam sürdürebiliyor, yaniAlmanca bilmeyen yok.”

“BıM’de AslındA benzer bir tutarlılıktan hareketediyoruz. BIM, arşiv yapıyor. Türklerin, göçmenlerintarihini saklıyor. Bu arşiv, bu tarih olmazsa, göç-menler de Türkler de olmaz. Biz olan biteni, tarihselsüreci kendi gözümüzle dilimizle incelemezsek gö-zümüzü, dilimizi, varlığımızı yok etmiş oluruz. BIM,hem bizim göçmen tarihimizi hem de bakışımızı ser-giliyor. Tarihimiz var, bir bakışımız var. Bu nasıl birşey?

AvrupaGüN | 7

mümkün değil. Dille, kültür arka planıylailintili bir fark bu. Almanya’yı Türkçe nasılgörüyoruz? Aynı konuyu, bir Alman gazetesiyazıyor bir de ben yazıyorum, yalnız benTürkçe ve kendi gözümle yazıyorum... BenAlmanya’yı nasıl görüyorum, Avrupa’yı nasılgörüyorum, buraya nasıl bir ışık tutuyorum?Bu ışıkta olaylar nasıl bir görünüm alıyor?Nasıl aydınlanıyor? Sorun bu. Kendi gözümlegörmem ve kendi dilimle yazmam demek, birfark, bir artı değer ya da katma değer yarat-mam demek. Bu farkı da Türkçe yapmak isti-yorum. Bu, Almanca veya Avrupa’nın yerleşikdilleri açısından bir zenginleşmeye karşılıkgelir. Bir Türk, bir azınlık olarak ben buralarınasıl görüyorum? Belki de biz, sıradan bir Al-man’dan çok daha fazla buralardan haberda-rızdır, olamaz mı?”

Zeki Genç, Almanya ve Avrupa’yı Türkçe-nin merceğinden görüp aktarmakla, amabunu bir Avrupalı olarak yapmakla, sonuçtazamanın ruhuna uygun bir adım atılabilece-ğini düşünüyor:

“Eski dönemle aramızdaki fark burada.Bizim anne ve babalarımız ilk geldiklerindeburanın dilini bilemiyordu, şimdi ise durumtam tersi; biz, örneğin burada çok iyi Al-manca bildiğimiz, ‘çift dilli’ olduğumuz içinbuna gerek duyuyoruz. Yeni teknolojik ola-naklardan yararlanarak erişim sorununu çöz-memiz ve bu hizmet boşluğunu gündemdenkaldırmamız mümkün. O nedenle AvrupaGÜN’ü önemsiyor ve destekliyoruz.”

man’ın ya da Almancanın gözünden baka-yım? Neden sadece o tek dilin, sadece o tekkültürün sınırları içinden bakayım? Benimkendi gözüm de var. İşte o göz bugün yok.Türk medyasında yok. Oysa bu farkı ortayaçıkaracak şekilde, bunu yapmamız gerekir.”

Zeki Genç, Avrupa’daki gelişmeler hak-kında Türkçe aracılığıyla yeterince bilgilene-mediğini düşünüyor. Ama aynı eksikliğiAlmanca üzerinden de yaşıyor ve bunun ra-hatsızlığını açıkça belirtiyor:

“Türkçenin yeri çok önemli. Eğer biz Av-rupa’da Türkçeyi yaşatabileceksek, bu, med-yamızın da en geniş bir biçimde ve Türkçehaberdar etmek amacıyla etkin olmasını ge-rektiriyor. Almancayı zaten yaşıyorum. İşim,dinlemelerim, okumalarım, görmelerim hepAlmanca. Almanya’dan yeterince haberimvar. Ama benim Avrupa’dan diyelim Fran-sa’dan haberim yok. Aynı konu, farklı bölge-lerde, farklı dillerde çok farklı algılanabiliyor.Örneğin bir kitap Almancada bir ilgi odağıolurken, Fransa’da bambaşka bir kitap ilgiodağına dönüşüyor. Ben bu konulardan ha-berdar değilim. Üstelik ben bunu Türkçe oku-mak, görmek, duymak ve tartışmak daistiyorum. Sabahtan akşama kadar zaten Al-manca içinde yaşıyorum. Ama bazı şeyleriTürkçe almak istiyorum. Bir kültürü yaşat-mak, ancak onun dilini kaybetmemeklemümkün. Türkçeyi kullanmamız, karşılaştır-mamız gerekiyor. Belki ileride ortaya bir Al-manya Türkçesi, bir Fransa Türkçesi deçıkacak. Olabilir. Yeni bir dil demiyorumtabii, ama Türkçenin içinden ve Türkçeninyeni bir rengi çıkabilir. O, sonuçta anadilTürkçenin bir rengi olur.”

Türkçe medya üzerinden insanlar ara-sında çağdaş bir ilişkiler ağı kurmamak, ZekiGenç’e göre, iki şeye yol açabilir. Bir: Türkçeliinsanlar artan bir hızla birbirinden kopabilir,birbirlerine saygıları azalır. Kullanılmayan vezenginleştirilmeyen dil, o dili kullanan insan-ları birbirine zaman içinde yabancı kılar; öylede oluyor zaten. İki: Kullanılmayan ve sırtçevrilen Türkçe, içinde yaşadığımız çoğunluktoplumu ve çoğunluk dillerinin de saygısınıyitirir. Genç için, bu ikili bir kayıp anlamınageliyor:

“Türkçeyle baktığımız zaman algıladığı-mız dünya değişiyor, dedik. İhtiyaçlar, so-runlar, yanıtlar, yorumlar, içinden bakılandille birlikte değişiyor. Farklı bir renk kazanı-yor. Almanlar ve Almanca bizi nasıl görüyor,bunu biliyoruz. Peki biz Almanya’yı ve Almantoplumunu nasıl görüyoruz. İşte fark buradaortaya çıkıyor ve bunu tek dille anlamak

kendi BAkışıMızı içeren bir medya oluşturmamızgerekiyor. Kopmak için değil, birlikte iç içe yaşabil-mek için. BIM buna arşiv çalışmalarıyla katkıda bu-lunuyor. Tarihi ve günceli bir göçmen olarak, yanibeyninde bir başka dili de taşıyan ve onu yaşayanbir insan olarak acaba nasıl görüyorum? Yani ‘Baş-kası bu göçü nasıl görüyor?’ değil, ben bu göçü nasılgörüyorum, göçün öznesi olarak yaşanan bu sürecinasıl görüyorum? Buradan hareketle de toplumdakigelişmeleri nasıl değerlendiriyorum?”

“Ben yerleşik, çoğunluk toplumundan farklı birazınlık mensubuyum ve kafamda hem buranın ço-ğunluk dilini hem de bir başka dili, anadili düzeyindekullanıyorum. Eğer ben burada yeni ifade ve değer-lendirme kanalları açamazsam, biterim. Kimseye biryararım olmaz. Bu toplum beni yok sayar. Dolayı-sıyla ben hiç olmamış olurum, hatta hiç doğmamışolurum.”

AvrupaGüN | 8

Balkan Türklerinden Makedonyalı bir ai-lenin en küçük oğlu, 1955’teki toplu göçle İs-tanbul’a geliyor. Türklerin Kalkandelendediği Tetovo doğumlu. Türkiye Türkçesiyleİstanbul sokaklarında tanışıyor ve hemenuyum sağlıyor. Ailede birçok Balkan dili ko-nuşuluyor, ama küçük Ömer bu ailenin İs-tanbul Türkçesini en çabuk algılayan veçocukluğundaki dilleri de en çabuk unutanferdi oluyor. Annesinin, babasının, abla veağabeylerinin “Balkan Türk-çesi“ hep kendisini koruyor.Ömer ise 6 yaşından itibarentam bir İstanbulludur.

Okula bu şehirde başlayanÖmer Yaprakkıran’ın yolunu,ilkokul yıllarından itibaren ka-leme egemenliği ve çizgi-renkgücü belirliyor. Liseyi Sulta-nahmet Sanat Okulu’nda biti-riyor. Daha sonra varlığındantesadüfen haberdar olduğu İs-

tanbul Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Oku-lu’na giriyor. İllüstrasyon yeteneği ve renklerehakimiyeti artık iyice belirginleşmiştir.1971’de “Tatbiki”yi, bugünkü Marmara Üni-versitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ni, bitirdik-ten sonra 1973 yılında Kültür Bakanlığı’ndanbir burs kazanarak, Kassel Üniversitesi’nde,

o zamanki adıyla Kassel Yüksek Okulu’nda“grafik tasarım” dalında lisans sonrası öğre-nim görmeye başlıyor.

Yaprakkıran, daha önce yine aynı alandabirçok iş yapmasına rağmen, asıl 1980’den iti-baren Almanya’daki Türk gazetelerinde çalış-maya başlıyor. Zaman içinde Alman reklamşirketlerinde de grafiker, çizer ve tasarımcıolarak görevler üstleniyor. 1973’ten bu yana,önce Kassel, ardından bir süre Frankfurt,

daha sonra da bu şehrinuzantısı konumundaki Neu-Isenburg kasabasında yaşı-yor.

Ömer Yaprakkıran için,bilgisayar teknolojilerindekigelişmeler ve erişim sorunu-nun çözülmesi, daha doğ-rusu baskı makineleri vedağı- tımla gelen sınırlarınaşılması, içerikteki arayışlarıda teşvik edici bir yan taşıyor.

Çalışkan illüstratör, artık yoğun bir sabit ser-maye yatırımından çok, yaratıcı insani ser-mayenin önem kazandığına dikkat çekiyor.Dolayısıyla ancak yaratıcılığına güvenenlerinve çok çalışanların medyada yeni kapılar aça-bileceğine inanıyor. Geçen yıllar içinde “Ye-niGÜN”, “KÜLTÜR” gibi girişimlerin de sanatyönetmenliğini üstlenen Ömer Yaprakkıraniçin, bu girişimlerin mantıki sonucu olarakdoğan “Avrupa GÜN” de içinden geçtiğimizyeni duruma bir yanıt aslında:

“Eğer söyleyecek sözü olanlar varsa, yenitekniklerin getirdiği olanakları iyi değerlen-dirmeli, onları iyi öğrenmeli ve yeni çıkış nok-

Panel

“12 Mart 1971’den 12 Mart 2012’ye Türkiye’de yayın ve kültür dünyası”

Konuşmacılar:

Osman Çutsay(Cumhuriyet Gazetesi)

Yöneten:

Yalçın Bürkev - Celil Denktaş

Not: İsteyenler, toplantı öncesi ve sonrasında, Celil Denktaş’ın kısa bir süre önce yayımlanan ve şair Enver Gökçe’nin hayatının, eserlerinin konu edildiği kitabı “Berceste Mısraı Yazan Komünist - Enver Gökçe”yi de edinebilecek.

Tarih: 12 Mart 2012, PazartesiSaat: 19.30 -21.00

Yer: Türk Halkevi FrankfurtWerra Str. 29

60486 Frankfurt WestTel: 069 253208

“12 Mart’tan günümüze Türkiye’de sol yayıncılık”Yalçın Bürkev (Yayıncı - Nota Bene Yayınları, Ankara)

“Enver Gökçe örneğinden hareketle 12 Mart’tan sonra Türkiye’de sol ve şiir”Celil Denktaş (Yazar, Hamburg)

B‹R GRAF‹K, ‹LLÜSTRASYON VE TASARIM USTASI: ÖMER YAPRAKKIRAN

Yaratıcı sayfalar vesorgulayan okurlar için

Sayfa Tasarımı: GiyoTiN

AAndere Meinung

Einer der wenigen Luxusartikel,die wir uns leisten.

F R A N K F U R T � R H E I N - M A I N

Avrupa’daki Türkçe basın‹ç içe, yan yana olmak isteyen Türkiye kökenli 2.7 milyon Almanyal›, kendisine do¤rudanhitap edebilecek bir gazeteye uzak durmayacakt›r.

‹ç içe, yan yana olmak isteyen Türkiye kökenli2.7 milyon Almanyal›...Do¤rudan hitap edebilecek bir gazeteye uzakdurmayacakt›r. Kökenli 2.7 milyon Almanyal›, kendisinedo¤rudan hitap.Hitap edebilecek bir gazeteye uzak durmayacakt›rve öyle kalacaktir

2011NiSANMAYIS

HAZiRANSAYISI

Bayilerde!

ÜLKÜ GÜRKAN-SCHNEIDER İLE YILMAZ KARAHASAN’IN GÖZÜNDEN ALMANYA, TÜRKLER VE KÜLTÜR İLERİYE YÜRÜRKEN GERİYE DÜŞMEK| İMRAN AYATA ÜLKÜ ABLA | ATGB BAŞKANI GÜRSEL KÖKSAL SORUN, KÜLTÜR VE SANATA TALEPSİZLİK | YORULMAYI UNUTMUŞ BİRÇİZGİ VE RENK USTASI FİRUZ AŞKIN | M. ŞEHMUS GÜZEL, İNSANLIK SINAVINDA BİR YÜZ AKIMIZI DAHA KİTAPLAŞTIRDI FAHRİ PETEK:PARİS’TE BİR TÜRKİYE GÜNEŞİ | DOĞAN ÖZGÜDEN “BÜTÜN YOLCULUK BOYUNCA HASRET AYRILMADI BENDEN” | HAYDARİLER VEHAYDAR IŞIK SORUYOR: MİZAH HER YERDE VE ZAMANDA NEDEN HERKES İÇİN GEREKLİDİR? | 50’NCİ YILINDA GÖÇÜN KÜLTÜR TARİ-HİNE GİRİŞ DENEMESİ · ZAFER ŞENOCAK’LA YENİ KİTABI VE ALMANLIK ÜZERİNE “ALMAN OLMAK” |

ABONE (Yıllık, 12 Avro) | [email protected] | Tel: 0162 61 37 166 Bayilerde!

ÜÇ AYLIK KÜLTÜR SANAT DERGİSİ

AvrupaGüN | 9

taları oluşturmalıdır. Artık habercilik veyafikir üretecek insanlar için gerek kaynakbulma gerekse okura ulaşma açısından yeniolanaklar var. Önemli olan, bu olanakları de-ğerlendirebilmek. Toplumun karşısına çık-mak artık eskisi kadar zor değil. Ama birbaşka bakış açısından da, belki çok daha zor:Çünkü yetersizliğiniz hemen göze çarpacak-tır. Yoğun sermaye yatırımları, işletmecilik,eskiden bazı şeylerin üzerini örtebiliyordu.Yani milyonluk şirketleri, medya organlarınıvasat, hatta gelişmemiş insanların eline bı-rakmak mümkün olabiliyordu. Ama şimdi bualanda da ekmek aslanın ağzında. Kendi ala-nınızda gerçekten virtüözlük düzeyinde iyi

değilseniz, yetkinliğinizi her gün kanıtlamakzorunda kalmıyorsanız, her saat yeni şeyleröğrenmiyor ve yaratıcı bir biçimde uygulamı-yorsanız, okurun, izleyicinin size ikinci birşans vereceğini düşünmeyin. Umarım AvrupaGÜN, bu tuzakları bilerek gazetecilik yapmayaçalışanların ürünü olur. Gelişmeyenin şansıyok. Habercilikte ve halka ulaşmada, doğru-dan yana yeni yaratıcı yolların gerçek okurunubulacağına ve gereken ilgiyi toplayacağına ina-nanlardanım.”

KüLT

üR20

11

AFiŞ

GüNLERimizGAzETESi

LEXIKA

CEm KARACA

yENi GüN TEmmuz 2009

SCHRÖDER