ANALİZİ TÜRKİYE AKARSULARINDA TREND · 2008-01-16 · Hidrolojik Kuraklık Analizi, EİE,...

52
TMH TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6 8 Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi 1. GİRİŞ Son yıllarda akarsulardaki akışlarda, giderek azalma ya da artma şeklinde, bir eğilim (trend) olup olmadığı çok tartışılan bir konudur. Yerküresinin ikliminde atmosferdeki karbondioksit miktarının artışından kaynaklanan bir ısınma olduğu gözlenmektedir. Sera etkisiyle yerküresinin yansıttığı ışınların yeniden yerküresine dönmesiyle oluştuğu ileriye sürülen bu etkinin yağışları ve dolayısıyla akışları ne şekilde etkileyeceği tartışılmaktadır. Dünyanın çeşitli yerlerinde yapılan araştırmalar son yıllarda yağışlarda ve akarsuların akımlarında önemli değişmeler olduğunu göstermiştir. Kuzey Amerika’da yağışlarda ve akımlarda artış olduğu sonucuna varılmıştır (Douglas v.d., 2000). Gerek ortalama akımlarda, gerekse taşkın debilerinde ve düşük akımlarda anlamlı artışlar görülmüştür. Ancak, yerküresinin iklimindeki değişmenin çeşitli bölgelere düşen yağışı ne şekilde etkileyeceği konusunda güvenilir bilgi bulunmamaktadır. Türkiye’de yağışlarda ve akışlarda anlamlı bir trend olup olmadığının ve varsa bunun azalan yönde mi, artan yönde mi olduğunun araştırılması gerekmektedir. Akımlardaki trendin bilinmesi su kaynaklarının planlama ve işletmesinde büyük önem taşır. Ortalama ve düşük akımlarla ilgili hidrolojik bilgiler baraj haznelerinin kapasitesinin hesabında ve baraj işletmesinde, taşkınlarla ilgili bilgiler taşkın yapılarının projelendirilmesi ve işletmesinde, düşük akımlarla ilgili bilgiler su kalitesinin kontrolu ile ilgili problemlerde ve su temini projelerinde gereklidir. Akımlarda trend bulunması gelecek için verilecek kararları önemli oranda etkileyecektir. Elektrik İşleri Etüd İdaresi (EİE) tarafından yapılan bir araştırmada (Yıldız ve Malkoç, 2000) Türkiye’de EİE’nin işlettiği akım gözlem istasyonlarının uzun dönem yıllık ve mevsimlik ortalama akış kayıtlarında artma veya azalma eğilimi olup olmadığı incelenmiştir. Doğu Akdeniz havzasındaki Ege, Akdeniz, İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin akarsu havzalarında akarsuların taşıdığı su miktarlarında azalma trendi olduğu sonucuna varılmıştır. Buna karşılık Marmara ve Batı Karadeniz kıyılarında, Orta ve Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinde akarsuların su miktarlarında artış trendi görülmüştür. Bu araştırmada trend analizi basit grafik yöntem yanında en küçük kareler ve hareketli ortalamalar yöntemleriyle yapılmış, istatistik trend testleri uygulanmamıştır. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Hidrolik Anabilim Dalında EİE ile birlikte “Türkiye Nehirleri Taşkın, Ortalama ve Düşük Akımlarındaki Trendler” konulu bir İTÜ Araştırma Fonu projesi yürütülmüştür. Bu yazıda projenin içeriği ve elde edilen sonuçlar özetlenecektir. Çalışmanın amacı Türkiye akarsularındaki ortalama akımlar, taşkınlar ve düşük akımlarda trend (eğilim) bileşeni bulunup bulunmadığının araştırılmasıdır. EİE tarafından sağlanan akım kayıtları istatistik trend testleriyle analiz edilerek gözlenen akımlarda anlamlı trendler bulunup bulunmadığı belirlenmiştir. 2. VERİLER Araştırmada kullanılan akım verileri EİE tarafından işletilen akım ölçme istasyonlarında yapılan gözlemlerde elde edilmiştir. 26 akarsu havzasında toplanan veriler incelenerek ölçüm süresi boyunca müdahale yapılmamış olan istasyonlardaki doğal akışlar belirlenmiştir. Sonuç olarak 24 havzadaki 107 istasyonun verileri çalışmaya katılmıştır. Trend analizinde kullanılan kayıtlar en az 25 yıl uzunluğunda olup istasyonun işletilmeye başladığı yıldan 2001 yılına kadar olan (2001 dahil) gözlemleri kapsamaktadır. En uzun kayıt süresi 66 yıldır. Verilerle ilgili özel bilgiler Tablo 1’de verilmiştir. Trend analizi yıllık ortalama akımlar, yıllık maksimum anlık akımlar (taşkınlar) ve yıllık düşük akımlar (1 günlük ve 7 günlük minimumlar) üzerinde yapılmıştır. TÜRKİYE AKARSULARINDA TREND ANALİZİ Mehmetçik BAYAZIT (*), H. Kerem CIĞIZOĞLU (**), Bihrat ÖNÖZ (**) (*) Prof. Dr., (**) Doç. Dr., İTÜ İnşaat Fakültesi, İstanbul

Transcript of ANALİZİ TÜRKİYE AKARSULARINDA TREND · 2008-01-16 · Hidrolojik Kuraklık Analizi, EİE,...

TMH

TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-68

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

1. GİRİŞ

Son yıllarda akarsulardaki akışlarda, giderek azalma ya da artma şeklinde, bir eğilim (trend) olup olmadığı çok tartışılan bir konudur. Yerküresinin ikliminde atmosferdeki karbondioksit miktarının artışından kaynaklanan bir ısınma olduğu gözlenmektedir. Sera etkisiyle yerküresinin yansıttığı ışınların yeniden yerküresine dönmesiyle oluştuğu ileriye sürülen bu etkinin yağışları ve dolayısıyla akışları ne şekilde etkileyeceği tartışılmaktadır. Dünyanın çeşitli yerlerinde yapılan araştırmalar son yıllarda yağışlarda ve akarsuların akımlarında önemli değişmeler olduğunu göstermiştir. Kuzey Amerika’da yağışlarda ve akımlarda artış olduğu sonucuna varılmıştır (Douglas v.d., 2000). Gerek ortalama akımlarda, gerekse taşkın debilerinde ve düşük akımlarda anlamlı artışlar görülmüştür. Ancak, yerküresinin iklimindeki değişmenin çeşitli bölgelere düşen yağışı ne şekilde etkileyeceği konusunda güvenilir bilgi bulunmamaktadır. Türkiye’de yağışlarda ve akışlarda anlamlı bir trend olup olmadığının ve varsa bunun azalan yönde mi, artan yönde mi olduğunun araştırılması gerekmektedir.

Akımlardaki trendin bilinmesi su kaynaklarının planlama ve işletmesinde büyük önem taşır. Ortalama ve düşük akımlarla ilgili hidrolojik bilgiler baraj haznelerinin kapasitesinin hesabında ve baraj işletmesinde, taşkınlarla ilgili bilgiler taşkın yapılarının projelendirilmesi ve işletmesinde, düşük akımlarla ilgili bilgiler su kalitesinin kontrolu ile ilgili problemlerde ve su temini projelerinde gereklidir. Akımlarda trend bulunması gelecek için verilecek kararları önemli oranda etkileyecektir.

Elektrik İşleri Etüd İdaresi (EİE) tarafından yapılan bir araştırmada (Yıldız ve Malkoç, 2000) Türkiye’de EİE’nin işlettiği akım gözlem istasyonlarının uzun dönem yıllık ve mevsimlik ortalama akış kayıtlarında artma veya azalma eğilimi olup olmadığı incelenmiştir.

Doğu Akdeniz havzasındaki Ege, Akdeniz, İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin akarsu havzalarında akarsuların taşıdığı su miktarlarında azalma trendi olduğu sonucuna varılmıştır. Buna karşılık Marmara ve Batı Karadeniz kıyılarında, Orta ve Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinde akarsuların su miktarlarında artış trendi görülmüştür. Bu araştırmada trend analizi basit grafik yöntem yanında en küçük kareler ve hareketli ortalamalar yöntemleriyle yapılmış, istatistik trend testleri uygulanmamıştır.

İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Hidrolik Anabilim Dalında EİE ile birlikte “Türkiye Nehirleri Taşkın, Ortalama ve Düşük Akımlarındaki Trendler” konulu bir İTÜ Araştırma Fonu projesi yürütülmüştür. Bu yazıda projenin içeriği ve elde edilen sonuçlar özetlenecektir.

Çalışmanın amacı Türkiye akarsularındaki ortalama akımlar, taşkınlar ve düşük akımlarda trend (eğilim) bileşeni bulunup bulunmadığının araştırılmasıdır. EİE tarafından sağlanan akım kayıtları istatistik trend testleriyle analiz edilerek gözlenen akımlarda anlamlı trendler bulunup bulunmadığı belirlenmiştir.

2. VERİLER

Araştırmada kullanılan akım verileri EİE tarafından işletilen akım ölçme istasyonlarında yapılan gözlemlerde elde edilmiştir. 26 akarsu havzasında toplanan veriler incelenerek ölçüm süresi boyunca müdahale yapılmamış olan istasyonlardaki doğal akışlar belirlenmiştir. Sonuç olarak 24 havzadaki 107 istasyonun verileri çalışmaya katılmıştır. Trend analizinde kullanılan kayıtlar en az 25 yıl uzunluğunda olup istasyonun işletilmeye başladığı yıldan 2001 yılına kadar olan (2001 dahil) gözlemleri kapsamaktadır. En uzun kayıt süresi 66 yıldır. Verilerle ilgili özel bilgiler Tablo 1’de verilmiştir.

Trend analizi yıllık ortalama akımlar, yıllık maksimum anlık akımlar (taşkınlar) ve yıllık düşük akımlar (1 günlük ve 7 günlük minimumlar) üzerinde yapılmıştır.

TÜRKİYE AKARSULARINDA TREND ANALİZİ

Mehmetçik BAYAZIT (*), H. Kerem CIĞIZOĞLU (**), Bihrat ÖNÖZ (**)

(*) Prof. Dr., (**) Doç. Dr.,İTÜ İnşaat Fakültesi, İstanbul

TMH

TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6 9

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

3. YÖNTEM

Bir büyüklüğün zaman boyunca ölçülen değerlerinde anlamlı bir azalma ya da artma (trend) bulunup bulunmadığı istatistik testlerle araştırılabilir. Hidrolojik büyüklükler (yağış, akış) zaman içinde rastgele değişen karakterde olduğundan sürekli bir azalma veya artma eğiliminin araştırılması özel yöntemler kullanmayı gerektirir (Helsel ve Hirsch, 1992).

İstatistik trend testleri ile “gözlenen değerlerde bir trend olmadığı” hipotezi kontrol edilerek “kabul” veya “red” kararı verilir. Karar hipotezde seçilen anlamlılık düzeyine bağlıdır. Anlamlılık düzeyi, gerçekte trend bulunmadığı halde testin trend bulunduğu sonucunu vermesi olasılığına eşittir. Çalışmada anlamlılık düzeyi

0.05 olarak seçilmiştir. Buna göre test sonunda trend bulunduğu şeklinde verilen kararların %5’inin yanlış olması beklenebilir.

Kullanılan testler parametrik t testi ve nonparametrik Mann-Kendall testidir. Bunlardan Mann-Kendall testinin daha güçlü bir test olduğu bilinmektedir. Yani bu test ile trendin varlığının görülmesi olasılığı daha yüksektir. Bu çalışmada iki testin verdiği sonuçlar arasında önemli bir fark gözlenmemiştir.

4. BULGULAR

Tablo 2’de herbir akarsu havzasında ortalama akımlarda, taşkınlarda ve minimum akımlarda trend olduğu sonucuna varılan istasyonların sayıları verilmiştir.

107 istasyondaki akımlar için yapılan trend analizinde 14 istasyonun taşkınlarında, 24 istasyonun yıllık ortalama akımlarında, 43 istasyonun 1 günlük minimum akımlarında ve 41 istasyonun 7 günlük minimum akımlarında trend bulunmuştur.

Bu sonuçlara göre trend analizi yapılan istasyonların yaklaşık %40’ının düşük akımlarında, %22’sinin ortalama akımlarında ve %13’ünün taşkınlarında anlamlı bir trend bulunmaktadır.

Gözlenen trendlerin büyük bir çoğunluğu azalma yönündedir. Ortalama akımlardaki trendlerin hepsi azalma şeklinde olurken 3 istasyonun

(1222, 1331, 1418) taşkınlarında ve 4 istasyonun minimum akımlarında (106, 515, 1331, 2620) artma yönünde trend bulunmuştur.

Bulgular havzalara göre incelendiğinde Meriç, Susurluk, Ege Suları, Gediz, K.Menderes, B.Menderes, B.Akdeniz, Burdur Gölü, Afyon, Sakarya, O.Anadolu, D.Akdeniz havzalarının akarsularının çoğunluğunda trend bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu havzalar Trakya, Marmara, Ege, İç Anadolu ve Akdeniz bölgelerindedir. Ayrıca Yeşilırmak havzasında taşkınlarda, Seyhan, Çoruh, Aras ve Dicle havzalarında düşük akımlarda trend bulunduğu söylenebilir. Diğer havzalardaki akarsuların çoğunluğunda anlamlı bir trend görülmemektedir.

İstasyon Havza Adı Sayısı İstasyon Numaraları

Meriç 2 105, 106

Susurluk 4 301, 311, 314, 328

Ege Suları 2 407, 408

Gediz 3 509, 515, 523

K. Menderes 1 601

B. Menderes 2 701, 725

B. Akdeniz 3 809, 812, 815

O. Akdeniz 3 902, 912, 917

Burdur Gölü 1 1003

Afyon 1 1102

Sakarya 8 1203, 1222, 1223, 1224, 1233, 1237, 1239, 1244

B. Karadeniz 7 1314, 1319, 1327, 1331, 1333, 1334, 1335

Yeşilırmak 5 1401, 1412, 1418, 1422, 1424

Kızılırmak 5 1501, 1517, 1524 (1545), 1532(1546), 1535

O. Anadolu 3 1611, 1612, 1622

D. Akdeniz 5 1714, 1717, 1719, 1720, 1721

Seyhan 5 1801, 1805, 1818, 1820, 1822

Ceyhan 4 2004, 2006, 2008, 2015 (2025)

Fırat 16 2102, 2122, 2123, 2124, 2131, 2133, 2135, 2145, 2147, 2149, 2154, 2156, 2157, 2158, 2164, 2166

D. Karadeniz 11 2202, 2213, 2215, 2218, 2228, 2232, 2233, 2238, 2239 (2252), 2245, 2247

Çoruh 5 2304, 2305, 2315, 2316, 2323

Aras 4 2402, 2409, 2415, 2418

Van Gölü 2 2505, 2509

Dicle 5 2603, 2610, 2612, 2618, 2620

TOPLAM 107

Tablo 1- Çalışmada kullanılan veriler

TMH

TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-610

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

5. SONUÇLAR

Akarsularımızda son 25-65 yıllık dönemde gözlenen akımların analizi bazı bölgelerde yıllık ortalama akımlar, taşkınlar ve düşük akımlarda anlamlı bir azalma eğilimi bulunduğunu göstermiştir. Bu bölgeler Türkiye’nin Trakya, Batı, Güney ve Orta bölgeleridir. EİE tarafından yapılan çalışmada bu bölgelere ek olarak Güneydoğu Anadolu’daki ortalama akımlarda bulunan azalma trendi bu çalışmada görülmemiştir. Ayrıca, EİE’nin çalışmasında Kuzey ve Doğu Anadolu bölgelerinde görülen artış trendine de bu çalışmada rastlanmamıştır.

Sonuç olarak, Türkiye akarsularının özellikle düşük akımlarında Trakya, Batı, Güney ve Orta bölgelerde anlamlı bir azalma izlenmektedir. Bu azalma yıllık ortalama akımlar ve taşkınlarda da, daha küçük

oranlarda olsa da, mevcuttur. Akımların zaman içinde değişme eğilimi ile ilgili olarak elde edilen bu sonuçların su yapılarının planlama ve işletme çalışmalarında gözönünde tutulması gerekmektedir.

KAYNAKLAR

Douglas, E.M., Vogel, R.M., Kroll, C.N.: Trends in Floods and Low Flows in the United States: Impact of Spatial Correlation, J.Hydrology, 240, 90-105, 2000.

Helsel, D.R., Hirsch, R.M.: Statistical Methods in Water Resources, Elsevier, 1992.

Yıldız, M., Malkoç, Y.: Türkiye Akarsu Havzaları ve Hidrolojik Kuraklık Analizi, EİE, Ankara, 2000.

Toplam Ortalama Taşkında Minimum akımlarda trendHavza İstasyon Sayısı Akımda Trend Trend 1-günlük 7-günlük

Meriç 2 1 - 1 1

Susurluk 4 2 1 4 4

Ege Suları 2 1 1 1 1

Gediz 3 2 1 3 3

K. Menderes 1 1 - 1 1

B. Menderes 2 1 1 1 1

B. Akdeniz 3 3 - 3 3

O. Akdeniz 3 - - 1 1

Burdur Gölü 1 1 - 1 1

Afyon 1 1 1 1 1

Sakarya 8 6 3 5 5

B. Karadeniz 7 - 1 1 -

Yeşilırmak 5 - 3 1 -

O. Anadolu 3 1 - 1 2

D. Akdeniz 5 3 - 3 3

Seyhan 5 1 - 2 2

Fırat 16 - - 4 4

D. Karadeniz 11 - 2 1 1

Çoruh 5 - - 2 3

Aras 4 - - 2 1

Dicle 5 - - 4 3

TOPLAM 24 14 43 41

Tablo 2- Akımlarında trend bulunan istasyon sayısı

TMH

11TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

1. GİRİŞTürkiye’de çevre konusu oldukça yeni bir konudur. “Çevre” terimi ilk olarak 1982 Anayasası’nın 56. mad-desinde yer almış ve 1983 yılında Çevre Kanunu hazırlanarak yürürlüğe girmiştir. Bunu müteakip, Çevre Kanunu’nun 31. maddesi uyarınca pek çok yönetmelik hazırlanarak yürürlüğe sokulmuştur. Bu yönetmelikler içinde DSİ görev ve sorumlulukları açısından en önem-lileri Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği ve Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’dir.Bu yönetmelikleri müteakiben, “sürdürülebilir kalkınma” nın sağlanması amacıyla doğal kaynakların çevreyle uyumlu şekilde yönetiminin gerekliliği anlaşılmış ve Devlet Planlama Teşkilatı’nın koordinasyonu, Çevre Bakanlığı’nın teknik desteği ve Dünya Bankası finans-manı ile “Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı” (UÇEP) hazırlanmış ve 1998’de yürürlüğe sokulmuştur.UÇEP’in “Su Kaynakları Yönetimi” bölümünde; “Bu amaca ulaşmak için, Çevre Bakanlığı’nın politika oluştur- ma ve koordinasyonu sağlama rolü göz önünde bulun-durularak, ilgili tüm kurumlar kanunlarla verilmiş görev ve yetkilerin tamamıyla yerine getirebilmeleri için, bu kurumlar teknik, ekonomik ve finansal yapılabilirliğin yanısıra çevresel etki değerlendirmesini de göz önünde bulundurmak zorundadırlar. Bu görev DSİ Genel Müdürlüğü’ne de verilmiştir” denilmektedir. Yine UÇEP’te; “çevresel konulardaki performansı değerlendir-mek ve önerilerde bulunmak üzere, her kamu kurumun- da bir çevre birimi ve çevre programı oluşturulmalıdır” denilmektedir.Yukarıda belirtilen hususlardan anlaşılacağı üzere, çevresel her türlü sorumluluğu Çevre Kanunu ve UÇEP’ le uyumlu bir şekilde yerine getirebilmek için her kurumda bir çevre birminin kurulması gerekmektedir. Bu gereklilikten hareketle, 1996 yılında DSİ Genel Müdür- lüğü’nde Etüd ve Plan Dairesi Başkanlığı’na bağlı olarak bir Çevre Şube Müdürlüğü, UÇEP’in uygulamaya geçmesinden çok önce, kurulmuştur. DSİ Genel Müdürlüğü bünyesinde bir Çevre Dairesi Başkanlığı kurulması yolundaki çalışmalar sürdürül- mektedir. 2. DSİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ'NÜN KÜLTÜREL

MİRASIN KORUNMASINA YÖNELİK OLARAK YÜRÜTTÜĞÜ ÇALIŞMALAR

DSİ Genel Müdürlüğü geliştirdiği projelerden etkilenmesi söz konusu olabilecek tarihsel ve arkeolojik kültürel

mirasın gün ışığına çıkarılması, kurtarılması ve belge- lenerek gelecek nesillere aktarılması hususunda büyük hassasiyet göstermekte olup bu konuda gerekli çalışma- ların yapılabilmesi için ilgili tüm kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapmakta ve bu tür çalışmalara teknik ve maddi destek sağlamaktadır. Bu tür çalışmaların ilk örneği 1963’te Diyarbakır ilinde başlatılıp daha sonra Atatürk ve Keban baraj göllerinde devam ettirilen çalışmalardır. Bunu takip eden yıllarda da benzer projeler yürütülmüş olup bunların başlıcalarına yönelik detaylı bilgi aşağıda verilmektedir.

2.1 Ilısu Barajı Göl Alanında Kalacak Arkeolojik Kültür Varlıklarının Kurtarılması ve Belgelenmesi Projesi

Güneydoğu Anadolu’nun uygarlık tarihinde çok önemli bir yeri vardır. Ancak, Güneydoğu Anadolu, özellikle Ilısu Baraj gölü alanı arkeolojik açıdan en az araştırılmış olan yerlerden biri durumundadır. Bu bölgede arkeolojik çalışmalar, diğer bölgelere göre çok geç bir tarihte, ilk olarak Diyarbakır ilinde 1963 yılında İstanbul ve Chicago Üniversitelerinin ortak çalışması ile başlamış, daha sonra Keban ve Atatürk baraj göl alanlarında, çeşitli bilim kuruluşları tarafından devam ettirilmiştir. Bununla birlikte Güneydoğu Anadolu’daki arkeolojik çalışmaların yok denecek kadar az olduğu söylenebilir. DSİ Genel Müdürlüğü tarafından Şırnak ilinde yapımı planlanan Ilısu Barajı ile Gaziantep ilinde yapımı süren Karkamış Barajı göl alanı ve çevresindeki her türlü taşınmaz arkeolojik kültür varlıklarının belgelenmesi ve kurtarılması amacına yönelik olarak Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) bünyesinde bulunan Tarihsel Çevre Değerlerini Araştırma Merkezi (TAÇDAM) ile DSİ Genel Müdürlüğü arasında 3 ayrı protokol imzalanmıştır.22 Temmuz 1998 tarihinde protokollerin imzalanması ile birlikte Kültür Bakanlığı’nın denetiminde, DSİ Genel Müdürlüğü’ nün desteği ve ODTÜ’nün eşgüdümünde başlatılan çalışmalar kapsamında;1. Türk ve yabancı bilim kuruluşlarına kurtarma çalış-

malarına katılmaları için çağrı yapılmış,2. Kurtarma çalışmalarına katılmak isteyen ekiplerin

çalışacakları yerleri seçebilmeleri için Haziran ve Ekim 1998 tarihlerinde bölgeye çalışma gezileri düzenlenmiş,

3. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün kurtarma ça- lışmaları ile ilgili giderlerin bir kısmını sağlaması için anlaşma yapılmıştır.

(*) DSİ, Etüd ve Plan Dairesi Başkanlığı, Ankara

SU KAYNAKLARININ GELİŞTİRİLMESİNDE DEVLET SU İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ’NÜN

ÇEVRESEL UYGULAMALARICansen AKKAYA (*)

TMH

12 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

Ilısu Barajı Projesi kapsamındaki arkeolojik kültür varlıklarının kurtarılmasına yönelik olarak proje bütçesinden sağlanan kaynaklar ile Ilısu Baraj Gölü ve etki alanında arkeolojik araştırmaların yapılması planlanmış ve DSİ Genel Müdürlüğü tarafından 1998 yılı içerisinde 39.500.000 000 TL ve 1999 yılı içerisinde de 200.000.000.000 TL aktarılmıştır. 2000 yılı içinde 385.000.000.000 TL, 2001 yılında ise 500.000.000.000 TL ödenek aktarılmıştır. Böylece, etkilenme bölgesinde arkeolojik kültür varlıklarının yüzey araştırmaları ve kazılar ile belgelenmesi ve kurtarılması çalışmaları başlatılmış bulunmaktadır. Dolayısıyla, 1992 yılında Malta’da aralarında Türkiye’nin de bulunduğu üye ülkelerce imzalanan “Avrupa Arkeolojik Kültür Mirasını Koruma Sözleşmesi” hükümlerinde yer alan bütünleşik koruma yaklaşımına göre, kamu yararı bulunan büyük projelerin uygulanmasında belgeleyerek koruma ilkesi göz önüne alınmıştır. Proje kapsamındaki çalışmalar sonucu bulunacak eserlerden yerlerinde muhafaza edilmesi mümkün olanlar yerlerinde muhafaza edilecek, taşınabilecek durumda olanlar uygun yerlere taşınacak, taşınamayanlar ise belgelenip arşivlenerek gelecek nesillere aktarılacaktır.Söz konusu projede İstanbul, Ankara, Hacettepe, Bilkent ve Eskişehir üniversiteleri gibi ülkemizin seçkin bilim kuruluşlarının yanısıra, Amerika Birleşik Devletleri’nden Amerikan Bilimsel Araştırmalar Merkezi, Bryn Mawr, Virginia, Delaware, Utah ve Akron üniversiteleri, İtalya’dan Roma la Spienza Üniversitesi, Alman Arkeoloji Enstitüsü, yine Almanya’dan Münster ve Münih üniversiteleri, Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü gibi ülkemizde çalışan yabancı bilim heyetlerinden de katılım sağlanmıştır. Ilısu Baraj gölü altında kalacak olan ve tarih, arkeolojik ve mimari açıdan önemi haiz Hasankeyf’de Ankara Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Oluş Arık tarafından kurtarma kazısı çalışmaları sürdürülmektedir.Bu proje kapsamında gerçekleştirilen çalışmalar ile ilgili olarak ODTÜ-TAÇDAM tarafından her yıl DSİ’ye verilen raporların yanısıra, o yıl içinde gerçekleştirilen çalışmaların anlatıldığı kitaplar (İngilizce ve Türkçe olarak) yayınlanmaktadır. Ayrıca arkeolojik kurtarma ve belgeleme projesine yönelik bilgiler Internet üzerinden http://www.metu.edu.tr/home/wwwmuze/ilisu.html adresinde de yayınlanmaktadır.

2.2. Tahtalı Barajı Kurtarma Kazısı Projesi1994 yılında DSİ Genel Müdürlüğü ve Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü arasında imzalanan protokol ve bu protokol kapsamında DSİ Genel Müdürlüğü’nce Kültür Bakanlığı’na aktarılan ödeneklerle, varlığı İzmir Müze Müdürlüğü’nce 1980'li yıllardan bu yana bilinen Tahtalı Barajı göl alanındaki kültür varlıklarına ilişkin kurtarma kazıları başlatılmıştır.Bu kazılar kapsamında yedi merkezde çalışılmış, bu çalışmalar sonucunda 1500’ün üzerinde eski eser çıkarılarak İzmir Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmeye başlanmıştır. Ayrıca kazı yapılan alanlarda tespit edilen taşınamaz kültür varlıklarının gelecek nesillere aktarılabilmesi amacıyla bu buluntular fotoğraflanmış, planları çıkarılarak arşivlenmiştir.

Bu projede de DSİ Genel Müdürlüğü, sağladığı önemli maddi katkının yanısıra gerektiğinde araç, gereç, teknik eleman (topoğraf, haritacı vb.) gibi teknik destek de sağlamıştır. DSİ’nin bu yaklaşımı kazı ekiplerini de teşvik etmiştir. DSİ tarafından her yıl artan oranlar ödenek ayrılmış olup bu miktar 2001 yılında önemli boyutlara ulaşmıştır. Baraj alanında yapılan kazılar sonucunda elde edilen pek çok eski eserin yanısıra, arkeolojik açıdan pek çok yeni kriterler bulunmuş ve böylece arkeoloji biliminin gelişmesine önemli bir katkı sağlanmıştır. Proje kapsamında yürütülen kazılarda Ankara, Hacettepe, Ege ve Anadolu Üniversitesi gibi ülkemizin seçkin üniversitelerinden pekçok öğretim üyesinin yanısıra öğrenciler de görev almış ve bu konuda master ve doktora tezleri hazılamışlar ve halen hazırlamak- tadırlar. Tahtalı Barajı alanında yürütülen bu proje örnek bir proje olma niteliği taşımakta olup proje sonunda elde edilen bulgular Tahtalı Barajı’nın yapımının engellenmesini gerektirecek bir husus olmadığını ortaya koymuştur.Tahtalı Barajı Kurtarma Kazıları kapsamında 2001 yılı içerisinde Baklatepe höyüğü, Şaşal nekropolü ve Zeytintepe yerleşim alanı olmak üzere üç merkezde çalışmalar yürütülmüştür. 2001 döneminde yürütülen çalışmalar sonucu 164 eserin envantere geçirilmiş ve Batı Anadolu Arkeolojisi için önemli sayılan birçok sonuca da ulaşılmıştır.

2.3. Bergama Yortanlı Barajı Allianoi Antik Kenti Kurtarma Kazısı Projesi

Kuzey Ege havzasının en önemli akarsuyu olan Bakırçay üzerinde yapımı planlanan ve 1993 yılında inşaatına başlanan Yortanlı Barajı, Kınık ovasının (18304 ha) %43’üne sulama suyu sağlayacak olması, hem Kınık sağ sahiline ve hem de gerektiğinde Kınık sol sahiline yılda ortalama 37 milyon m³ sulama suyu verecek olması nedeniyle Bakırçay-Kınık projesinin anahtar tesisi durumundadır.Yortanlı Barajı’nın aks yerinde ve göl alanında varlığı bilinen ve bulunması olası eski eserlerin kurtarma kazıları yapılarak belgelenmeleri ve kurtarılmalarını sağlamak üzere, baraj inşaatına başlanmasıyla birlikte DSİ, Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile bir protokol imzalamıştır. 4 Mayıs 1994 tarihinde imzalanan protokole göre kurtarma kazıları için ilk ödenek derhal sağlanmış ve kazılara 17 Ekim 1994 tarihinde Bergama Müze Müdürlüğü’nce başlanılmıştır.Yortanlı Barajı inşaatının ülkemiz yatırım programların- daki parasal kısıtlamalar nedeniyle ihtiyaç duyulan ödenek miktarını alamamasına karşın, DSİ, Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nce istenen kurtarma kazısı ödenekelerini öncelikle ve hiçbir eksiltmeye gitmeksizin tümüyle karşılamıştır. Tarihi eserlere büyük değer veren ve kurtarılmalarını daima ön planda tutan Genel Müdürlüğümüz yaklaşımının bir sonucu olarak, Yortanlı Barajı kurtarma kazılarına verilen ödenek bazı yıllarda baraj inşaatı yatırım ödeneğinin %25’ine karşılık gelen çok yüksek oranlara ulaşmıştır. 1994-2000 yılları arasındaki yedi yıllık dönemde kurtarma kazıları için Bergama Müze Müdürlüğü’ne aktarılan ödenek 2000 yılı

TMH

13TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

fiyatlarıyla toplam 325 milyar TL’dır. Bu miktar Yortanlı Barajı için devletçe verilen ödeneğin %6.3’üdür. Bu maddi katkının yanısıra, kazı çalışmaları sırasında ihtiyaç duyulan araç, gereç, makine, su pompası gibi çok çeşitli donanım DSİ tarafından sağlanmıştır. Allianoi arkeolojik kazı alanının kış aylarında olası taşkınlara karşı korunması amacıyla da kazı alanına komşu İlyasdere’de ıslah çalışmaları DSİ’ce sürdürülmektedir. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nce Allianoi kurtarma kazılarına sağlanan nakdi ödenek, araç, gereç ve makine olanakları ile Bergama Müze Müdürlüğü’nün bugüne kadar geçen sürede gösterdiği gayretli çalışma, kurtarma kazılarının bundan sonraki süre içinde başarı ile sonuçlanacağı hakkındaki en büyük güvencemizdir. Yortanlı Barajı ve Sulaması ulusal ekonomiye sağlayacağı yıllık 4.5 trilyon TL’lık dikkate değer katkı ile birlikte kültürel mirasımızın da gün ışığına çıkarılarak gelecek kuşaklara aktarıldığı örnek bir proje olarak hayata geçecektir.

3. DSİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ'NÜN SULAK ALANLARININ KORUNMASINA YÖNELİK YÜRÜTTÜĞÜ ÇALIŞMALAR

DSİ Genel Müdürlüğü’nün de yeni kurulmuş olduğu yıllarda, gerek ülkemizde ve gerekse dünya genelinde sulak alanlar, sazlık, bataklık ve hastalık kaynağı alanlar olarak kabul ediliyor ve bu alanlardan kaynaklanan hastalıklardan büyük zarar gören halkın talepleri üzerine sulak alanlar kurutulmak suretiyle rehabilite ediliyordu. Bununla birlikte ilerleyen zaman içinde sulak alanlar, özellikleri ve içerdikleri canlı toplulukları yönü ile yeni bir bakış açısıyla ve doğa ve insanlar için önemleri göz önünde bulundurularak değerlendirilmeye başlanmıştır. 1971 yılında İran’ın Ramsar kentinde imzalanan sözleşme ile de sulak alanların uluslararası kabul görecek tanımı yapılarak bu alanlara yönelik koruma esasları getirilmiştir. Bu tanıma göre sulak alanlar, doğal veya yapay, devamlı veya geçici, suları durgun veya akıntılı, tatlı, acı veya tuzlu, bataklık, sazlık, turbiyerli, veya suyla kaplı alanlar ile gel-git hareketlerinin çekilme devresinde su derinliği altı metreyi geçmeyen deniz alanlarıdır. Bu tanıma göre, yapay olarak oluşturulan her türlü baraj, gölet ve regülatörlerin depolama alanları ve seddeli depolamaların gölleri ile sulama projeleri kapsamındaki kaplamasız boşaltım kanalları da sulak alan olarak düşünülmektedir. Yapay koşullarla oluşmuş ve zengin doğal yaşam ortamları içeren önemli sulak alanlara örnek olarak Ergili regülatörü ile bağlantılı Manyas Gölü, Gediz havzasındaki Marmara Gölü, Büyük Menderes havzasındaki Işıklı Gölü, Tersakan Irmağı üzerinde inşa edilen Yedikır Baraj Gölü ve bu baraj gölünün ortasındaki Kuluçka Adası verilebilir. Bu yapay göller orijinal halleriyle zamanın koşulları içerisinde çevredeki sosyo-ekonomik yaşama ve insan sağlığına büyük zararlar veren ortamlar iken, ülkemizde 20. yüzyılın başlarından itibaren önem kazanan su kaynakları developmanı faaliyetleri çerçevesinde, uzun bir zaman sürecinde doğal hayatın daha elverişli şartlara kavuşmasını ve gelişmesini sağlayan sulak alanlar haline dönüşmüşlerdir. Fiilen yaşanmış bu gelişmelerden

hareketle ve "Ramsar Sözleşmesi" tanımına da uygun olarak, konuya uzun vadeli bir perspektif içerisinde bakıldığında, su kaynakları developmanı çerçevesinde yapımı gerçekleştirilen birçok tesisin de içinde bulunduğu su doğal çevresinin sürekliliğinin sağlanmasına ve gelişmesine imkan sağlayacağı bir gerçektir. Diğer bir ifadeyle, yukarıda değinilen ve benzeri sulak alanlardaki ortamlarla bağlantılı, insan eliyle gerçekleştirilmiş birçok su yapısının mevcut bulunmadığı varsayıldığında bugün sürdürülmesine çalışılan sulak alanların daha elverişsiz koşullara gerileyeceği ve hali hazırda oluşmuş ekosistemin çevrede yaşayan insanlar da dahil olmak üzere son derece olumsuz etkileneceği rahatlıkla tahmin edilebilmektedir. Bu görüşten hareketle bugünkü yapısına kavuşturul- duğu 1954 yılından itibaren ülkemizin ekonomik ve sosyal kalkınma atılımlarında önemli roller üstlenen DSİ Genel Müdürlüğü, 6200 sayılı Kuruluş Kanunu, yeraltı sularına ilişkin 167 sayılı Kanun ve nüfusu 100.000’den yüksek olan şehirlere içme, kullanma ve endüstri suyu temini hakkındaki 1053 sayılı kanunun verdiği yetki ve sorumluluklar çerçevesinde, su ve toprak kaynaklarımızın “sürdürülebilir” geliştirilmesi ve yönetilmesi amacıyla faaliyet göstermektedir. Genel kalkınma hedeflerimiz doğrultusunda yürütülen bu faaliyetler, veri toplama, etüd, planlama, proje, uygulama ve işletme aşamaların- dan oluşan değişik meslek gruplarının istihdamını gerektiren, uzun ve meşakkatli bir çalışma sürecini kapsamaktadır. Bu çalışmalar sonucunda geliştirilen projeler, sulama, hidroelektrik enerji üretimi, sanayi suyu temini gibi ekonomik kalkınmamız bakımından büyük önem taşıyan konulara yönelik olabilmekte, içme-kullanma suyu temini, rekreasyon alanları tesisi gibi sosyal hizmet niteliği taşıyabilmekte veya doğal rejim koşullarında zaman zaman can ve mal güvenliğini tehdit edici tehlikeler yaratan taşkın sularından kaynakla- nan zararları bertaraf edecek koruma tedbirlerini içerebilmektedir.Bu çerçevede, su ve toprak kaynaklarının geliştirilmesinde “sürdürülebilir kalkınma”, diğer bir ifade ile “sürekli ve dengeli kalkınma” doğrultusunda suyun rasyonel kullanımı için uyumlu bir politikaya duyulan ihtiyaç açıkça ortaya çıkmış ve bu politika dünya genelinde olduğu gibi ülkemizde de kabul görmüştür. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü doğal hayatın korunmasına büyük önem vermekte ve bu doğrultuda gerek tek başına gerekse ilgili kurum, kuruluş ve sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği içinde çalışmalar yapmaktadır. Bu kapsamda geliştirilen projelerden bazıları Mucur-Seyfe Havzası Ekoloji Koruma Projesi, Manyas Projesi, Sultansazlığı-Develi Projesi’dir ve bu sulak alanlarda ekolojik dengeyi bozan ve çevreyi olumsuz etkileyen hususların giderilmesi için yapılan çalışmalara gereken ödenek ayrılmaktadır. 1996 yılında kurulan Çevre Şubesi ile de DSİ’nin geleneksel olarak faaliyet gösterdiği tarım, enerji ve hizmet sektörlerine, çevre sektörü de eklenmiş olup sulak alanlar başta olmak üzere doğal kaynaklarımıza zarar verebileceği düşünülen her türlü projeden kaçınılmaktadır.Su ve toprak kaynaklarının “sürdürülebilir kalkınma” ilkeleri çerçevesinde, ülkemizin koşul ve olanakları göz önünde bulundurularak geliştirilmesi ve akılcı yönetilmesi

TMH

14 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

yolunda DSİ Genel Müdürlüğü olarak büyük bir çaba göstermekte, gerek çevresinde yaşayan insanlar ve gerekse içerdiği canlı topluluklar açısından büyük önem taşıyan sulak alanların korunup geliştirilmesine özel önem vermekteyiz. Ayrıca, değişik amaçlar için geliştirdiğimiz projeler kapsamında yer alan depolama tesislerinin de uzun vadede oluşacak sulak alanlara başlangıç oluşturduğuna inanarak iç sularımızdaki doğal hayatın gelişmesine çok önemli katkılarda bulunmaktayız.Yukarıda bahsi geçen Manyas Gölü, çok eski tarihlerde yapılan “Aşağı Susurluk Havzası Fizibilite Raporu” kapsamında Almanlar tarafından susurluk sol sahil sulaması için suya daha istikrarlı bir ayna kazandırmak amacıyla önerilen regülatörün devreye girmesiyle oluşmuş yapay bir göldür. Manyas Gölü’nün bakir ekosisteminin bozulması DSİ Genel Müdürlüğü kurulmadan çok önce, taşkın sahalarında taşkınlar geçtikten sonra ekim yapılabilmesi için yöreye göç eden ve toprağı olmayan halka tapu verilmesi ile başlamıştır. DSİ tarafından bozulmuş olan ekosistemin tamiri, tarımsal ilaçların göle ulaşmasının engellenmesi amacıyla “Manyas Projesi” geliştirilmiştir. 36 576 ha alanın sulanması, 7.300 ha alanın taşkından korunması, 20 MW kurulu güçlü bir hidroelektrik santral ile yılda 64 GWh enerji üretilmesini sağlayacak şekilde formülasyonu belirlenen çok amaçlı projenin bir diğer amacı da uluslararası düzeyde önem arz eden ornitolojik değerlerin ihtiyaçlarına cevap vermek üzere göl rejiminin istikrara kavuşturulmasıdır. İlk etüdlerin 1960'lı yıllara kadar uzanan Manyas Projesi’nin daha önceki formülasyonu, Kuş Cenneti’ndeki doğal hayatın taşıdığı önem önem göz önünde tutularak 1980'li yılların başında yeniden belirlenmiştir. Susurluk Çayı sol sahilindeki Karacabey ovasında 16.517 ha alanın sulanmasına matuf projenin I. Merhalesinin uygulamasına 1984 yılında geçilmiştir. Bu kapsamda Manyas Gölü güneyindeki seddeler, Ergili ve Karadere regülatörleri, Karadere ıslahı ve iki adet pompa istasyonu yer almaktadır. Manyas Gölü güneyindeki seddeler ile Ergili regülatörü Kuruluşumuz ile Milli Parklar Av ve Yaban Hayatı Genel Müdürlüğü arasında sağlanan mutabakata uygun olarak inşa edilmiştir. Bu merhaledeki Karadere ıslahı tamamlandığında, Manyas Gölü su seviyelerinin doğal koşullardaki ritmik salınımları Orman Bakanlığı Milli Parklar Av ve Yaban Hayatı Genel Müdürlüğü’nün Kuş Cenneti Mill Parkı için aylara göre belirlediği kotlar, uygun işletme teknikleri kullanılarak büyük ölçüde sağlanacaktır.Aslında eğer Manyas Gölü’ndeki kuş varlığının idame ettirilmesi içi Orman bakanlığı Milli Parklar Av ve Yaban Hayatı Genel Müdürlüğü’nün istediği aylık maksimum ve minimum göl seviyelerine uyulması gibi bir kısıt söz konusu olmasaydı, Manyas Barajı’nda ve gölde depolanacak sulardan yararlanarak toplam 58 750 ha alanın sulanması hidrolojik yönden mümkün olacaktı. Ancak, söz konusu göl kotları DSİ Genel Müdürlüğü’nce dikkate alındığı için, Kuş Cenneti yakınlarından geçen Sığırcıatik Deresi mücavirindeki araziler de dahil olmak üzere, 22 183 ha arazinin sulanmasından sarfınazar edilmiş ve proje yalnızca 36 567 ha alanı sulayacak şekilde boyutlandırılmıştır.

Bilindiği üzere ülkemizin önemli sulakalanlarından biri Eşmekaya Sazlıkları’dır. Kurumumuz tarafından uygulama projesi 1991 yılında, kesin projesi 1993 yılında hazırlanan, çevresel etkileri henüz ÇED Yönetmeliği’nin yürürlükte olmaması nedeniyle 1991 yılında DSİ Projeleri formatına göre çevresel etki değerlendirmesi yapılan Eşmekaya Projesi’ne, Eşmekaya Kasabası ve Büget Köyünün yöredeki kaynaklardan faydalanılarak arazilerin sulanmasına yönelik 1960 yılından beri süregelen istekleri üzerine başlanılmıştır. 1993 yılında başlanılan Eşmekaya Barajı inşaatı, baraj alanı içinde kalan Eşmekaya Bataklığının Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 1. derece doğal sit alanı ilan edilmesiyle durmuş olmakla birlikte projeden büyük fayda sağlayacak olan Eskil ve Eşmekaya Belediye Başkanlıkları ile Büget ve Yeşiltömek muhtarlıklarının ortaklaşa olarak Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu aleyhine açtıkları dava sonucu alınan yürütmeyi durdurma kararı ile tekrar başlatılmıştır. Bununla birlikte, Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nca 1. Derece doğal sit alanı ilan edilen ve 3030 ha alanı kapsayan Eşmekaya sazlıklarının 2110 ha’lık kısmının proje alanında kalması nedeniyle projenin revize edilmesi düşünülmektedir. Bu revizyon kapsamında sit alanı içinde kalan 1330 ha’lık sulama sahası proje kapsamından çıkarılırken, saha içerisinde bulunan ve mevcut durumda sulu tarım yapılan 450 ha’lık tapulu şahıs arazilerinin sulama şebekesi tesis edilmeksizin A1 ve A2 ana sulama kanallarından sıfır priz vasıtasıyla su ihtiyaçlarının karşılanması düşünülmüştür. Bu durumda Eşmekaya pompaj sulaması, 1630 ha’ı şebekeli 450 ha’ı şebekesiz sulama olmak üzere 2080 ha’a düşürülecektir. Yine bu revize çalışmaları sırasında, önceki durumda baraj gölü sahasına aktarılmakta olan Eşmekaya pompaj sulamasından dönen drenaj suları, sit alanından geçen B1 ve B2 ana boşaltım kanalları iptal edilerek baraj gölü dışında Sultanhanı Sazlığına deşarj yöneltilmiştir. Bu belirtilen hususlar bağlamında Eşmekaya projesi revize edilerek ilk durumda 6700 ha olan sulama sahası (1930 ha Büget-Yeşiltömek cazibe sulaması, 1810 ha Yeşiltömek pompaj sulaması, 2960 ha Eşmekaya pompaj sulaması) 5820 ha’a düşürülecektir. Ülkemizdeki diğer bir önemli sulakalan ise Kayseri ilimizde bulunan Sultansazlığı’dır. Sultansazlığı insan varlığı ile kuş varlığı menfaatlerinin çatıştığı bir yerdir; bir tarafta 60.000 ha alanda sulama yapılması için baskı yapan insan varlığı, diğer tarafta varlığını Sultansazlığı’na bağlamış kuşlar ve sadece kuşların yanında oldukları intibaını verenler. Bu durumda çatışma kaçınılmazdır ve bu arada DSİ bu çatışmanın arabulucusudur ve her iki varlığı da korumak durumundadır. Sultansazlığı’ndaki bu iki taraf arasındaki dengeyi kurabilmek amacıyla DSİ Genel Müdürlüğünce bir proje geliştirilerek 11 km uzunluğundaki bir tünelle Seyhan Nehri’nin kolu olan Zamantı Irmağı’ndan sulama için yeterli miktarda su Sultansazlığı kapalı havzasına çevrilmektedir. Drenaj kanallarının Sultansazlığı’na ulaşmaması için DSİ tarafından çevre koruma amaçlı bir drenaj kanalı açılmış ve büyük yatırımlara girilerek Sultansazlığı’nın korunması amaçlanmıştır. İç Anadolu bölgesindeki diğer bir önemli sulakalan olan Seyfe Gölü’nde de DSİ tarafından hem insan varlığını

TMH

15TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

hen de kuş populasyonunu koruyacak şekilde ekolojiyi yeniden düzenlemek amacıyla “Mucur-Seyfe Gölü Ekoloji Koruma Projesi” geliştirilmiştir. DSİ tarafından geliştirilen proje fleksible olup optimum dengeyi zaman içinde şartlara göre ayarlayabilecek niteliktedir. Bu proje geliştirilirken DSİ’nin yanısıra Çevre bakanlığı ve Doğal Hayatı Koruma Derneği’nin de görüşleri alınmış, alternatifler birlikte incelenmiş, doğaya en az zarar vererek dengeyi bulacak çözüme ulaşılmaya çalışılmıştır. DSİ tarafından geliştirilen bu proje ile;- Gölün kirlenmesi önlenecek,- Gölün yağışlı yıllarda yayılması dolayısıyla göl ayna-

sının tuzluluğunun azalması önlenecek,- Batak kısmı her zaman nemli tutularak çok kurak

yıllarda vukua gelebilecek susuzluk önlenmiş olacak,- 15.972 ha arazi yeniden tarıma kavuşturularak yöredeki

insan varlığının refaha kavuşması sağlanacaktır.

4. DSİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ'NÜN SU HAVZALARINDA ENTEGRE HAVZA KORUMA PLANI HAZIRLANMASINA YÖNELİK OLARAK YÜRÜTTÜĞÜ ÇALIŞMALAR

Bilindiği üzere ülkemiz 26 hidrolojik havzaya bölünmüştür. DSİ Genel Müdürlüğü’nce de bu havzalar bazında örgütlenmiş 26 bölge müdürlüğü vasıtasıyla bu havzalardaki su kaynaklarının entegre bir şekilde geliştirilmesi ve yönetilmesi çalışmaları yürütülmektedir. Kurulduğu 1954 yılından bu yana bu amaç doğrultusunda çalışmalarını yürüten Genel Müdürlüğü- müz tarafından su havzalarında giderek artan su kirliliği ve su sıkıntısı problemlerinin aşılması amacıyla son dönemde “Havza Koruma Planları”nın hazırlanması çalışmalarına başlanmıştır.Bu kapsamda gerçekleştirilen ilk çalışma sanayileşme ve artan nüfusun baskısı altında gün geçtikçe önemli ölçüde kirlilikle karşı karşıya kalan Porsuk Nehrine yönelik olarak gerçekleştirilen “Porsuk Havzası Su Yönetim Planı”dır. Bu yönetim planı kapsamında havzadaki su ihtiyaçlarının yanısıra giderek artan kirliliğe karşı çözüm yolları araştırılmış ve önerilerde bulunulmuştur. Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nin de hazırlanmasına katkıda bulunduğu bu planın hayata geçirilmesi ile Porsuk havzasındaki sorunların da çözümlenmesine başlanacaktır.Benzer şekilde Ankara’ya içme ve kullanma suyu sağlayan Kayaş-Bayındır Barajı havzasında bir “Havza Koruma Planı” hazırlanması çalışmaları 2002 yılı yatırım programına alınarak çalışmalarına başlanacaktır. Bu plan ile de başkentimizin önemli bir su kaynağı olan Bayındır Barajı’nın artan şehirleşme sonucu karşı karşıya bulunduğu sorunlara çözüm yolları araştırılacaktır.Genel Müdürlüğümüz tarafından ayrıca Gediz havzasında da benzer çalışmaların yapılması planlanmaktadır.

5. DSİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ'NÜN ÇÖLLEŞME İLE MÜCADELE KONUSUNDA YÜRÜTTÜĞÜ ÇALIŞMALAR

DSİ Genel Müdürlüğü’nün erozyonla mücadele konusundaki çalışmaları 6200 sayılı Kuruluş Kanunu’nun

2. Maddesi uyarınca kendisine verilen yetkilerle sınırlıdır. Bu yetkiler:- Taşkın sular ve sellere karşı koruyucu tesisler mey-

dana getirmek,- Akarsularda ıslahat yapmak ve icabedenleri seyrü-

sefere elverişli hale getirmek,- Yukarıdaki fıkralarda yazılı tesislerin (çalıştırma, bakım

ve onarım dahil) işletmelerini sağlamaktır.Bunlardan anlaşılacağı üzere erozyonla mücadele konusunda DSİ Genel Müdürlüğü’ne Kuruluş Kanu-nu’nda doğrudan görev verilmemiş olmakla birlikte zaman içinde inşa edilen depolama tesislerimizde ortaya çıkan sedimentasyon problemleri nedeniyle akarsu yukarı havzalarında erozyon kontrolü önlemlerinin alın-ması gerekliliği ortaya çıkmış ve gerekli teşkilatlanma çalışmalarının tamamlanmasını müteakip 1958 yılından itibaren de DSİ Genel Müdürlüğü’nce etüd ve uygulama çalışmalarına başlanmıştır. Bu kapsamda gerçekleştirilen çalışmalar ile yerleşim yerlerinin, DSİ ve kamu tesislerinin ve tarım alanlarının korunması amaçlanmıştır. Ayrıca gerektiği hallerde, erozyon kontrolü konusunda kapsamlı çalışmalar yapmakta olan Orman Bakanlığı ve Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü ile işbirliğine gidilmektedir. Bunlara ek olarak 26.07.1995 tarihinde yürürlüğe giren “Milli Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Seferberlik Kanunu” ile 27.09.1996 tarihinde bu Kanuna yönelik olarak yürürlüğe giren yönetmelikle devlet ormanlarında, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki arazilerde, göl ve akarsu kenarlarında, tüzel kişilerin hüküm ve tasarrufun-daki arazilerde, orman sahasını ve ağaç servetini çoğaltmak, toprak, su ve bitki arasında bozulan dengeyi kurmak, geliştirmek ve çevre değerlerini korumak mak-sadıyla, kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişiler tarafından yapılacak ağaçlandırma ve erozyon kontrolü çalışmalarına ait esas ve usuller düzenlenmiştir. Bu Kanun ve ilgili yönetmelik ile DSİ Genel Müdürlüğü’ne barajların su toplama havzalarında, mülkiyeti kendisine ait, tahsis edilen, izin verilen veya irtifak hakkı tesis edilen sahalarda yeşillendirme, ağaçlandırma ve erozyon kontrolü çalışmaları yapmak veya yaptırmak görevi verilmektedir. Bu bağlamda, yukarıda belirtilen Kanun ve ilgili Yönetmelik uyarınca baraj bütçelerinden %2 pay ayrılarak erozyon kontrolü çalışmaları yürütülmektedir.1998 yılı sonu itibariyle, erozyon ve sediment kontrolü amacıyla DSİ Genel Müdürlüğü tarafından yaklaşık 50.000 km² erozyona uğramış alan etüd edilmiştir. Bu alanlarda 181 proje tamamlanmış olup 206 proje halen devam etmektedir.Bilindiği üzere ülkemiz 1998 yılında Birleşmiş Milletler Çölleşme/Kuraklıkla ve Fakirlikle Mücadele Sözleşme- si’ne taraf olmuştur. O tarihten itibaren de Çevre Bakanlığı’nın koordinasyonunda erozyon, kuraklık ve fakirlikle mücadele konusunda çalışmalar yürüten ve aralarında DSİ Genel Müdürlüğü’nün de yer aldığı kurum ve kuruluşların katılımıyla sözleşmenin ülkemizde yürütülmesi amacıyla çalışmalar yapılmak- tadır. Son zamanlarda ise bu kapsamda yapılacak çalışmaların belirleneceği bir "Ulusal Eylem Planı" hazırlama çalışmaları sürdürülmektedir.

TMH

16 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

Türkiye’de yıllık ortalama yağış 643 mm olup, bu yağış yılda ortalama 501 milyar m³ suya tekabül etmektedir. Bu miktarın 186 milyar m³’ü ise çeşitli büyüklükteki akarsular ile denizlere ve kapalı havzalardaki göllere boşalmaktadır. Ayrıca, komşu ülkelerden ülkemize gelen 7 milyar m³ su bulunmaktadır. Böylece, ülkemizin yenilenebilir yerüstü tatlı su potansiyeli brüt 193 milyar m³ olmaktadır. 501 milyar m³ olan yılık toplam akışın 274 milyar m³’lük miktarının buharlaşmasından geriye kalan 227 milyar m³’ünün akışa geçen 186 milyar m³’lük kısmından geriye kalan 41 milyar m³’lük miktarı ise yeraltısuyu brüt potansiyeli olarak gerçekleşmektedir. Bu durumda yıllık brüt su potansiyelimiz 234 milyar m³ olmaktadır.

Ancak, yapılan etüdler sonucunda günümüz teknik ve ekonomik şartları çerçevesinde çeşitli amaçlara yönelik olarak tüketilebilecek su potansiyelinin; 98 milyar m³’ü yerüstü ve 12 milyar m³’ü yeraltı suyu olmak üzere yıllık ortalama 110 milyar m³ olduğu belirlenmiştir.

"Türkiye Su Havzaları ve Su Potansiyeli" tabloda verilmiştir.

Türkiye’nin 77,95 milyon ha olan yüzölçümünün yaklaşık olarak üçte birini teşkil eden 28,05 milyon hektarlık kısmını ekilebilir araziler teşkil etmekte ve bunun da 25,85 milyon hektarlık kısmı sulanabilir arazilerden oluşmaktadır. Ancak, yapılan etüdler sonucunda bugünkü koşullarda ekonomik olarak sulanabilir arazi miktarı 8,5 milyon hektar olarak belirlenmiştir.

Türkiye yüzey alanına düşen ve yukarıda belirtilen yıllık su potansiyeli dikkate alındığında ülkemiz nufusunun 70 milyon olduğu kabulü ile, kişi başına düşen yerüstü suyu potansiyeli yaklaşık 3.300 m³/yıl, kişi başına kullanılabilir su miktarı ise 1.550 m³/yıl olmaktadır. Uluslararası standardlar çerçevesinde bir ülkenin su potansiyeli yönünden zengin bir ülke olarak değerlendirilebilmesi için kişi başına su potansiyelinin 10.000 m³/yıl civarında olması gerekmektedir. Buradan da görüleceği gibi, su potansiyeli bakımından zengin

bir ülke olmayan Türkiye’nin, hızlı nufus artışı dikkate alındığında ileriki yıllarda su kısıtı bulunan ülkeler arasında yer alması muhtemel görülmektedir.

Hidrolojik olarak 26 havzaya ayrılmış olan ülkemizde, bu havzalarımızdan 6 tanesi sınıraşan sular kapsamında yer almaktadır.

- Meriç-Ergene havzası

- Asi havzası

- Çoruh havzası

- Aras havzası

- Dicle havzası

- Fırat havzası(*) DSİ Etüd ve Plan Dairesi Başkanlığı, Ankara

TÜRKİYE’NİN SU VE TOPRAK KAYNAKLARI POTANSİYELİ VE

GELİŞİMİFayik TURAN (*)

Ortalama yıllık akışHavza adı (milyar m³) Fırat Havzası 31,61Dicle Havzası 21,33Doğu Karadeniz Havzası 14,90Doğu Akdeniz Havzası 11,07Antalya Havzası 11,06Batı Karadeniz Havzası 9,93Batı Akdeniz Havzası 8,93Marmara Havzası 8,33Seyhan Havzası 8,01Ceyhan Havzası 7,18Kızılırmak Havzası 6,48Sakarya Havzası 6,40Çoruh Havzası 6,30Yeşilırmak Havzası 5,80Susurluk Havzası 5,43Aras Havzası 4,63Konya Kapalı Havzası 4,52Büyük Menderes Havzası 3,03Van Gölü Havzası 2,39Kuzey Ege Havzası 2,09Gediz Havzası 1,95Meriç-Ergene Havzası 1,33Küçük Menderes Havzası 1,19Asi Havzası 1,17Burdur Göller Havzası 0,50Akarçay Havzası 0,40TOPLAM 186,05 milyar m³

TMH

17TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

Bu havzaların Türkiye topraklarından kaynaklanan yıllık ortalama su potansiyelleri; Meriç-Ergene havzası 1,33 milyar m³, Asi havzası 1,17 milyar m³, Çoruh havzası 6,30 milyar m³, Aras havzası 4,63 milyar m³, Dicle havzası 21,33 milyar m³, Fırat havzası 31,61 milyar m³ olmak üzere toplam 66,37 milyar m³ olmaktadır. Bu miktar Türkiye’nin toplam brüt su potansiyeli olan 186 milyar m³’ün yaklaşık % 36 sına karşılık gelmektedir.

Buradan da görüldüğü gibi sınıraşan sular ülkemizin yer aldığı coğrafi bölgenin jeo-politik durumu da göz önünde bulundurulduğunda büyük bir önem arzetmektedir.

Türkiye, Dicle ve Fırat nehirleri ile Çoruh ve Aras nehirlerinde yukarı kıyıdaş ülke, Meriç nehrinde aşağı kıyıdaş ülke konumunda, Asi Nehrinde ise yukarı kıyıdaş ve büyük oranda aşağı kıyıdaş ülke konumundadır. Memba-mansap ilişkileri ve su potansiyeli dikkate alındığında Türkiye’nin genelde bir yukarı kıyıdaş ülke olduğu görülmektedir.

Ülkemizde, su kaynaklarının sulama, içme-kullanma ve endüstri suyu temini, hidroelektrik enerji üretilmesi ve taşkın koruma amacıyla DSİ tarafından 730 adet baraj ve çok sayıda gölet yapılması planlanmıştır. 2002 yılı başı itibarıyle 203 adet baraj ve 368 adet gölet inşa edilerek işletmeye açılmıştır. 96 adet barajın ve 139 adet göletin inşaatı ise halen devam etmektedir.

Bu durumda, barajların %28’sine karşılık gelen 203 adedi inşa edilerek işletmeye açıldığından ve %13’üne karşılık gelen 96 adedinin de inşaatı devam ettiğinden bugünkü şartlar itibariyle geriye %59 oranına karşılık gelen 431 adet baraj kalmaktadır.

Ülkemizde, başta DSİ olmak üzere su kaynakları developmanından sorumlu olan kamu kurum ve kuruluşlarının 2002 yılı başı itibarıyle geliştirdikleri projeler sonucu çeşitli amaçlara yönelik su tüketimi 6,0 km³’ü yeraltı suyundan, 33,3 km³’ü ise yüzey suyundan olmak üzere 39,3 milyar m³’e ulaşmıştır. Bu suyun 29,3 milyar m³’ü (%75) sulama; 5,8 milyar m³’ü (%15) içme-kullanma suyu, 4,2 milyar m³’ü (%10) ise endüstri suyu ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanılmaktadır. Kullanılmakta olan bu suyun içinde yeraltı suyundan temin edilen imkanlarla 2,1 km³ su sulamada, 1,9 km³ içme-kullanma suyunda ve 2,0 km³ su da endüstri amaçlı kullanımlarda tüketilmektedir.

Türkiye’de 2002 yılı başı itibarıyle DSİ, KHGM ve halkın kendi imkanlarıyla inşa ederek sulamaya açtıkları araziler toplamı brüt 4.874.047 hektara ulaşmış olup, bu alan ekonomik olarak sulanabilir araziler toplamı olan 8,5 milyon ha’ın %58’ine tekabül etmektedir.

Sulanmakta olan alanın brüt 2.657.812 hektarı (2.296.350 ha net) DSİ tarafından inşa edilerek işletmeye açılmış bulunmaktadır. 2002 yılı başı itibariyle DSİ tarafından inşaatı sürdürülmekte olan sulama alanlarının toplamı ise 700.000 hektardır. DSİ

tarafından inşa edilerek işletmeye açılan 2.657.812 ha alanın 2.156.818 ha’ı yüzey suyundan, 500.994 ha’ı ise yeraltı suyundan sulanmaktadır. Yüzey suyundan sulanan 2.156.818 ha alanın 1.867.780 ha’ı sulama birliklerine, yeraltısuyundan sulanan 500.994 ha alanın ise 494.281 ha’ı sulama kooperatifleri ve diğer kuruluşlara işletilmek üzere devredilmiştir. Böylece, yüzey ve yeraltı suyundan sulanan toplam 2.657.812 ha alanın 2.362.061 ha’ı sulama birlikleri, sulama kooperatifleri ve diğer kuruluşlarca; 295.751 ha’ı ise DSİ tarafından işletilmektedir.

Ülkemizdeki akarsuların hidroelektrik potansiyelinin geliştirilmesi amacı ile 551 adet hidroelekterik santral (HES) projesinin geliştirilmesi planlanmış bulunmaktadır. Bu çalışmalar sonucunda ülkemizin akarsularının toplam kurulu gücü 35.483 MW, hidroelektrik enerji potansiyeli ise 125.828 GWh olarak hesaplanmıştır. 2002 yılı başı itibarıyle geliştirilerek işletmeye açılan 129 adet HES projesinin toplam kurulu gücü 12.177 MW olup, enerji üretim kapasitesi yılda ortalama 44.034 GWh’tir. Bu ise toplam hidroelektrik potansiyelin ancak %35’inin geliştirildiğini göstermektedir. Halen inşaatı devam etmekte olan 34 adet HES projesinin toplam kurulu gücü 3.384 MW, üreteceği enerji miktarı ise 11.119 GWh’ dır.

DSİ Genel Müdürlüğü’nce 1053 sayılı yasa kapsamında nüfusu 100.000’i aşan 15 adet kentin uzun dönemli içme-kullanma ve endüstri suyu ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik projeler inşa edilerek yılda toplam 2,026 milyar m³ su sağlanmıştır. Halen 27 kentin içme-kullanma suyu projesinin inşaatı devam etmektedir. Bu projeler tamamlandığında yılda toplam 759 milyon m³ su sağlanmış olacaktır. Böylece işletmede olanlar ile birlikte temin edilen içme- kullanma suyu miktarı 2,79 milyar m³’e ulaşacaktır.

Dünyada olduğu gibi ülkemizde de nüfusun sürekli artmasına karşılık diğer doğal kaynaklar gibi su potansiyelinin sabit kalması, bu konuda ekonomik bir değer olan suyun temini ve kullanılması ile ilgili çalışmalarda deneyimli ve kalifiye personel, yeterli finansman kaynağı ile yeni teknoloji ve yöntemlerin geliştirilmesi ve kullanılmasına özen gösterilmesini zorunlu kılmaktadır

Ülkemizde yıl içinde mevsimlere göre değişen yağış-akış ilişkileri yıllar arasında da büyük farklılıklar göstermektedir. Bunun sonucu olarak suyun zamana ve miktara bağlı olarak değişen ihtiyaçların karşılanması amacıyla yönetimi hayati önem arzetmektedir.

Bu süreç içerisinde yaz aylarında ihtiyaçlar pik seviyede iken, doğal su arzı minimum seviyeye düşmektedir. Ayrıca, bugün olduğu gibi yaklaşık 15 yılda bir, periyodik olarak görülen kuraklık önemli darboğazlarla karşılaşılmasına neden olmakta ve bu periyotlardaki ihtiyaçların karşılanması için dünyada

TMH

18 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

olduğu gibi ülkemizde de kurak dönemler için su rezervine yönelik projeler geliştirilerek depolama tesisleri inşa edilmektedir.

Hidrolojik olarak kuraklık, doğadaki suyun yer ve zamana bağlı olarak şiddetli bir şekilde eksikliğinin hissedilmesi olarak tariflenmektedir. Buradaki şiddet kelimesi su eksikliğinin derin, sürekli ve geniş bir alana yayılması olarak ifade edilmektedir.

Bu konuda çalışan deneyimli uzmanlar kuraklığı suyun en çok kullanıldığı alan olarak tarımı da dikkate alarak; hidrolojik, meteorolojik ve tarımsal olarak ayrı ayrı değerlendirmeye tabi tutmaktadırlar. Kuraklık, biri diğerine bağlı olan pek çok hidrolojik olayda kendini göstermektedir. Bunların önemlileri olarak; nehir akımları, kar erimeleri, rezervuar seviyeleri ve yeraltı suyu seviyelerindeki değişimlerdir.

Kuraklıkla mücadele ve etkisinin azaltılması amacıyla yürütülen çalışmalarda, kuraklık periyodu uzun tutuldukça risk azalmasına karşılık depolama kapasitesi artmakta ve buna bağlı olarak da büyük ve ekonomik olmayan boyutlarda yapılara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu iki unsur birlikte ve rasyonel olarak analiz edilerek ülkemiz yararına uygun çözümler geliştirilmiştir. Bu çalışmalarda bir diğer etken kurak dönemlerde su arzının belli miktarlarda kısıntı yapılarak ihtiyaçlara yönlendirilmesidir.

Kurak periyodlarda belli oranlarda kısıntıya gidilmesi ekonomik bir çözüm olarak değerlendirilmektedir. Stratejik öneme sahip ihtiyaçlar dışında, uzun vadeli ve sadece kurak periyodlardaki ihtiyaçların karşılanmasında kullanılmaya yönelik depolama tesislerinin inşaası teknik yönden mümkün olmakla birlikte, ekonomik yönden rasyonel bir çözüm olarak bulunmamakta, dolayısıyla kaynak israfı olarak değerlendirilmektedir.

Kurak periyodlarda sulama suyunda kısıtlamaya gidilmesi elde edilecek faydalarda bir miktar azalma meydana getirmektedir. Burada kurak periyod yıllarında kuraklığın şiddeti belli olasılıklarla önceden tahmin edilerek belli miktarlarda kısıntıya gidilmesi, süreç içerisindeki en kurak yılda bitki yaşamı da dikkate alınmak suretiyle asgari üretimi sağlayan su ihtiyacının belirlenerek bitkiye verilmesi uygun bir çözüm olarak değerlendirilmektedir. Bu amaçla, kurak periyod süresince yeraltı suyu rezervuarlarından yeterli su çekimini sağlayan işletme faaliyetlerine önem verilmeli ve bu periyodta mümkün olduğunca su ihtiyacı az olan bitkilerin üretimi teşvik edilmelidir. Çiftçiler bu konuda eğitilmeli ve bilgilendirilmelidir.

Su kaynakları projelerinde ve kuraklık yönetiminde maliyetin en önemli bileşenini genellikle baraj diye isimlendirdiğimiz depolama tesisleri teşkil etmekte olup, proje ekonomisinin belirlenmesinde bu tesisler birinci derecede etken olmaktadır. Ancak, bu etken ekonomik kriterleri sağlamalıdır. Rezervuarların işletme çalışmalarında, barajın üzerinde inşa edildiği

akarsuyun ortalama akımı, bu akımın değişkenliği, rezervuardan su çekim paterninin bir fonksiyonu olarak değerlendirilmeli ve barajlar ile tesislerinin boyutu bu kriterlere göre belirlenmelidir. Rezervuar işletme çalışmalarının ana girdisini nehir akımları oluşturduğundan bu akımların titizlikle ve mümkün olduğunca uzun süreli olması güvenilir sonuçlar elde edilmesi açısından önem taşımaktadır.

Ülkemizde kurak periyod süresi olarak beş yıl alınması depolama tesislerinin boyutlandırılmasında ekonomik yöntem olarak makul çözümler getirmektedir. İşletme çalışmaları yapılırken, akım serilerinin bir kurak periyod baz alınarak bu periyodta ard arda gelen beş yıllık en kurak süreçte herbir yıl belli esaslarda kısıntı yapılarak ihtiyaçların karşılanması hedeflenmektedir.

Söz konusu beş yıllık süreç içerisinde;

- en kurak yılda su ihtiyaçlarının %65’ inin karşılan-ması;

- işletme periyodunun tamamında su ihtiyaçlarının %95’inin karşılanması;

- ard arda gelen 5 yıl süreyle kısıntı yapılabilmesi;

- en kritik sürekli 5 yılda sulama suyu ihtiyaçlarının %75’ inin karşılanması;

- İşletme periyodunun en az %50’ sinde tam sulama yapılması kriterlerinin

uygulanması depolama tesislerinin boyutlandırılmasın- da ve işletme aşaması için rasyonel bir özellik olarak değerlendirilmektedir.

DSİ Genel Müdürlüğü’nce çevre sektörü kapsamında enerji, sulama ve drenaj projelerine ait çevresel etki değerlendirme çalışmaları yapılması; Çevre Bakanlığı ve diğer kuruluşlarla birlikte kirlilik araştırma projeleri ve havza bazında su kirlenmesi atlaslarının hazırlanması; çevre ile ilgili ulusal ve uluslararası kuruluşlarca yapılan çalışmaların izlenmesi; talep edilen bilgi, veri ve raporların hazırlanması; ülke çapında yerüstü ve yeraltı su kaynaklarının kalitelerinin sürekli izlenmesine yönelik faaliyetler büyük bir titizlikle sürdürülmektedir.

İşletmeye açılmış depolama tesislerimizde depolanan 140 milyar m³ mertebesindeki suyun aktif durumdaki miktarı, ülkemizin coğrafi ve iklim şartları nedeniyle mevcut yağış ve buna bağlı olarak da akış şartlarının yetersiz olduğu mevsim, yıl ve kurak periyodlarda, başta sulama suyu ihtiyaçlarında olmak üzere, içme-kullanma, endüstri ve hidroelektrik amaçlı enerji üretiminin karşılanmasında kullanılmaktadır.

Ülkemizin, su ve toprak kaynaklarının geliştirilmesine yönelik faaliyetler çerçevesinde, en büyük projesi olan GAP kapsamında Gaziantep, Adıyaman, Şanlıurfa, Diyarbakır, Mardin, Siirt, Batman, Şırnak ve Kilis illerinin tamamı veya bir kısmı yer almaktadır. Cumhuriyet döneminin en büyük yatırımlarından ve entegre bir hüviyete sahip, dünyada benzeri az bulunan suya dayalı bir kalkınma projesi olan GAP, 13 adet proje

TMH

19TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

demetinden oluşmaktadır. GAP kapsamında yer alan projelerden 7’si Fırat ve 6’sı Dicle havzasında yer almaktadır. Bu projeler kapsamında tesis edilecek; 22 baraj ve toplam kurulu güçleri 7.476 MW olan 19 hidroelektrik santralda yılda 27 milyar kWh hidroelektrik enerji üretimi ve 1,7 milyon hektar arazinin sulanması sağlanacaktır. Ayrıca, geliştirilen içme-kullanma ve endüstri suyu temini projeleri ile Gaziantep, Şanlıurfa ve Diyarbakır kentleri su ihtiyaçları karşılanacaktır.

Bugüne kadar geliştirilmiş olan su kaynakları projeleriyle 2002 yılı başı itibariyle 6,287 milyar ABD Doları sulamadan, 3,194 milyar ABD Doları içme-kullanma suyundan, 2,835 milyar ABD Doları endüstri suyu, 2, 378 milyar ABD Doları hidroelektrik enerji ve 0,493 milyar ABD Doları soğutma ve benzeri su temin projelerinden olmak üzere toplam 15,187 milyar ABD Doları katma değer sağlanmış olmaktadır

Hidroelektrik enerjinin istenildiği anda kullanılabilir olması ve pik ihtiyaçları karşılama özelliği göz önünde bulundurularak gelişmiş ülkelerdeki kriterler baz alındığında, hidroelektrik enerjinin katma değeri 5,220 milyar ABD Doları olmakta ve bu durumda su kaynakları projeleri toplam katma değeri 18,029 milyon ABD Dolarına yükselmektedir.

Bugünkü şartlar itibariyle 32,5 milyon olarak ifade edilen ülkemiz aktif nüfusunun 10 milyonunun tarım sektöründe çalıştığı dikkate alındığında su kaynakları projeleri ile bu alanda önemli miktarda bir istihdam kapasitesinin yaratıldığı ortaya çıkmaktadır.

Suya dayalı kalkınma projelerinde yatırımların gecikmesi sosyal ve demografik sorunları da beraberinde getirmektedir. Kalkınma sürecine giren her ülkede tarımsal nüfusun, toplam nüfus içindeki nispi önemi öteki sektörler lehine azalmaktadır. Genellikle gelişmiş ülkelerde görüldüğü gibi kırsal kesim nüfusu, kentteki istihdam olanaklarına bağlı olarak yer ve sektör değiştirirse dengeli kentleşme ortaya çıkmaktadır. Ancak, Türkiye’de olduğu gibi, kırsal kesimde nüfus artış hızının çok yüksek olması uygulanan geri teknoloji ve düşük verim yanında sulama altyapısının eksikliği sonucunda, kırsal kesimde toplanan gizli işsizler sektör dışına itilmektedir. Böylece, henüz sanayileşme ve yeterli istihdam olanakları sağlanmadan, nüfusun sektör değiştirmesi olgusu yaşanmaktadır. Kırsal kesimin itici gücünün kentin çekici gücünden daha büyük olduğu bu göç başta İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde görülen dengesiz şehirleşme olgusunu ortaya çıkarmaktadır. Bu durum, nüfusun yoğunlaştığı şehirlere daha fazla içme ve kullanma suyu, daha fazla enerji gerektirmekte dolayısı ile şehirlere yapılacak altyapı yatırım maliyetlerini arttırmaktadır.

DSİ Genel Müdürlüğü 47 yıllık bir zamandan beri su kaynakaları potansiyelinin geliştirilmesi çalışmaları kapsamında tarım, enerji, hizmetler ve çevre

sektörlerinde ülke ekonomisine çok önemli katkı sağlayan ve günümüzde değeri milyar dolarlarla ifade edilebilecek tesisler inşa etmiştir. Ülkemizin mali imkanları ve ekonomik gelişmenin stratejik önemi göz önünde bulundurulduğunda, suya dayalı projelerin makul bir periyodta ve öngörülen verimlilikte geliştirilebilmesi, ancak kamu kaynakları yanında alternatif finans kaynaklarının geliştirilmesi sayesinde mümkün görülmektedir. Bu doğrultuda, yapılan çalışmalarda Yap-İşlet-Devret (YİD), Yap-İşlet (Yİ) ve Anahtar Teslimi Kredili gibi sistemlerin geliştirilmesine özel önem verilmekte ve bu modellerin uygulanmasına çalışılmaktadır. Yatırımlara yeni kaynak yaratılması ve rasyonel işletmenin temini amacıyla, işletmeye açılmış sulama projelerinin % 85’inin kurulan çiftci birliklerine çok kısa bir sürede devredilmiş olması bu alanda Dünya uluslar arası kuruluşlarınca örnek olarak gösterilmektedir.

Günümüze kadar inşa edilerek işletmeye açılan projeler kapsamında enerji sektöründe 14,5 milyar ABD Doları, sulama sektöründe 13 milyar ABD Doları ve içmesuyu sektöründe 3,5 milyar ABD Doları olmak üzere toplam 31 milyar ABD Doları yatırım yapılmıştır.

DSİ Genel Müdürlüğü faaliyetleri kapsamında 2030 yılı hedef alınarak yapılan çalışmalarda enerji, sulama ve içmesuyu sektörlerindeki potansiyelin tamamının geliştirilebilmesi için sulama sektöründe 27, enerji sektöründe 30, içmesuyu sektöründe 25 ve çevre sektöründe 3 olmak üzere toplam 85 milyar ABD Doları yatırıma ihtiyaç bulunmaktadır.

Böylece, halen DSİ tarafından işletmeye açılmış olan 2,7 milyon ha alana ilave olarak 3,8 milyon ha alanın sulu tarıma açılması ve 23.000 MW kurulu gücündeki hidroelektrik enerjinin işletmeye açılması ve yılda 10 milyar m³ içme-kullanma ve endüstri suyu temini mümkün olabilecektir.

Bugüne kadar geliştirilen projelerle ekonomiye tarım sektöründe 23 milyar, enerji sektöründe 30 milyar ve içme-kullanma ve endüstri suyu sektöründe 8 milyar olmak üzere toplam 61 milyar ABD Doları katkı sağlanmıştır.

TMH

20 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

ÖZET Ülkemiz hidrolojik açıdan yirmialtı akarsu havzasına bölünmüş olup su ve toprak kaynaklarımızın geliştirilmesi konusunda faaliyet gösteren birçok kurum ve kuruluş bulunmaktadır. Benzer konularda birden fazla kurumun çalışma yapması bazı durumlarda duplikasyonlara veya kısmi çakışmalara sebep olmakta, uygulamalarda zorluklara yol açmaktadır. Bu sorunların aşılması için en etkin çözüm iyi tasarlanmış bir “Havza Yönetim Modeli”nin uygulanmasıdır. Bu yönetim modeli çerçevesinde su ve toprak kaynaklarının geliştirilmesinden sorumlu kurum ve kuruluşların çalışmaları gözden geçirilerek bunların uyumlaştırıl- masının yanısıra, nehir havzası sınırları dikkate alınarak havza içindeki tüm su ve arazi kaynakları, bunların kullanımları ve kirlilik durumları gözden geçirilmeli, problemler ve uzun vadeli ihtiyaçlar belirlenerek öncelik sırasına konulmalıdır. Bu makalede su kaynakları yönetiminde Türkiye’nin içinde bulunduğu durum, mevcut kurumsal yapı ve yasal mevzuata değinilerek, uygulamada karşılaşılan sorunların aşılması için en etkin çözüm yolu olacağı düşünülen “Havza Yönetim Modeli” hakkında bilgi verilecektir.Anahtar Kelimeler: Havza, Su Yönetimi, Havza Yönetim Modeli.

1. GİRİŞBir taraftan hızla gelişen dünyanın değişen koşullarına paralel olarak su kaynaklarının çeşitli amaçlar için kullanımına yönelik talepler giderek artarken, diğer taraftan dünya kamuoyu doğal çevrenin temel unsurlarından biri olan su ile ilgili sorunlarla daha duyarlı davranmaya başlamıştır. Bu duyarlılık, su kaynakları developmanı ile doğrudan ve dolaylı olarak ilişkili tüm faaliyetlerin sistematik bir şekilde yeniden gözden geçirilmesi ve iyileştirilmesine yönelik çabalar ve yaklaşımların son yıllarda büyük önem kazanmasına yol açmıştır. Bu konuda ilgili uluslararası kuruluşlar tarafından yapılan çalışmalar sonucunda oluşturulan genel esaslar, ilkeler ve yöntemler, bir çoğuna ülkemizin de taraf olduğu uluslararası anlaşmalar çerçevesinde, katılımcı ülkelerin değişik derece ve kapsamdaki siyasal taahhütleri altında dünya genelinde hayata geçirilmeye çalışılmaktadır.Herhangi bir olay veya faaliyetin daha iyi algılanabilmesi veya daha verimli kılınabilmesi için, onun hangi bütünün

kapsamında bulunduğu veya hangi hiyerarşik sistem içinde yer aldığının bilinmesi büyük önem taşır. Bu bağlamda, su kaynakları developmanı faaliyetlerinin içinde yer aldığı sistemin temel unsurlarının, bunlar arasındaki dinamik karakterli etkileşimlerin ana hatlarıyla belirginleştirilmesi, söz konusu faaliyetlerin başarılı sonuçlara ulaştırılmasına yapacağı katkı yönünden yararlı görülmektedir. Ülkemizde su ve toprak kaynakları potansiyelinin nicelik ve nitelik olarak belirlenmesine yönelik ilk çalışmalara 1930'lu yıllarda zamanın sınırlı teknik ve ekonomik imkanlarıyla bazı yörelerde başlanmıştır. Ancak, konunun bilimsel düzeyde ele alınması, havza bazında yerüstü ve yeraltı suyu potansiyeli ile toprak kaynağı potansiyelinin belirlenmesi, yağış, sıcaklık ve diğer bazı meteorolojik verilerin düzenli bir şekilde toplanması, değerlendirilmesi ve yayınlanması çalışmaları 1950'li yıllarda başlayarak günümüze kadar devam etmiştir. Bu tarihten itibaren kurulan bazı kamu kurum ve kuruluşları sürekli gelişen ihtiyaç ve talepleri göz önünde bulundurarak su ve toprak kaynaklarının geliştirilmesi, ülke ekonomisinin istifadesine sunulması ve yönetiminde değişik görevler üstlenmişlerdir.Mevcut durumda, ülkemizde su ve toprak kaynaklarının geliştirilmesi ve yönetiminde, kaynakların rasyonel kullanımına ve sürdürülebilir kalkınmaya yönelik politikaların etkin bir şekilde uygulandığını söylemek mümkün değildir. Bunun temel nedeni olarak, kurumsal yapıda ve yasal mevzuattaki yetersizlikler ve boşluklar gösterilebilir. Ayrıca havza bazında kaynak yönetim modeli çok iyi tanımlanmamış olduğundan, bazı yörelerde sektörler arasında çok büyük dengesizlikler oluşmaya başlamıştır. Bugün ülkemizde toplam yıllık su tüketiminin %73’ünün sulamada kullanıldığı ve gelecekte yeni sulama projelerinin işletmeye açılması ile bu oranın %80’lere yükselmesinin muhtemel olduğu görülmektedir. Diğer taraftan, tarım arazilerinin tarım dışı amaçlarla kullanımının önlenmesinde ve su kaynaklarının çevresel etkilere karşı korunmasında bugün karşılaşılan güçlüklerin ileride giderek daha büyük sorunlara dönüşmesi ihtimal dahilinde gözükmektedir.Bugün için ülkemizde su ve toprak kaynaklarının sürdürülebilir kalkınmanın genel ilkelerine uygun düşecek şekilde geliştirilmesi ve yönetiminden sorumlu kamu kurum ve kuruluşları arasında gerekli koordinasyon yeterince sağlanamamaktadır. Bu durum kuruluşların kendi faaliyet alanları dahilinde birbirinden bağımsız (*) DSİ, Etüd ve Plan Dairesi Başkanlığı, Ankara

SU VE TOPRAK KAYNAKLARI YÖNETİMİNDE HAVZA YÖNETİM

MODELİNİN ÖNEMİCansen AKKAYA (*)

TMH

21TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

projeler geliştirmelerine yol açmaktadır.Diğer taraftan, entegre bir biçimde yönetilen su ve toprak kaynakları ile ekonomik kalkınma ve sosyal refah arasındaki kuvvetli ilişkilerin varlığı bilinmesine rağmen, ülkemizde bu kaynakların sürdürülebilir anlamda kullanımına yönelik politikaların realize edilmesi genellikle başarılamamıştır. Bunun bir sonucu olarak yerüstü ve yeraltı suları ile toprak kaynaklarının çeşitli amaçlara yönelik olarak kullanımlarında ihtiyaç-kaynak dengesinin bozulmasının beraberinde getirdiği çevresel etkiler, bu kaynakların doğal dengesini nicelik ve nitelik olarak zorlamaktadır (Kulga ve Çakmak, 1993).Su kaynakları yönetiminde yukarıda belirtilen sorunların aşılması için en etkin çözüm iyi tasarlanmış bir “Havza Yönetim Modeli”nin uygulanması olacaktır.

2. SU KAYNAKLARI YÖNETİMİNİN GENEL TANIMI VE ÖNEMİ

Yeryüzündeki toplam su miktarının bilinen tarih boyunca aşağı yukarı sabit bir değere sahip olduğu kabul edilmekte ise de, yaşanan taşkın ve kuraklık periyotları insanların yararlanacakları su kaynaklarını kontrol etmedeki yeteneklerini tam olarak belirleyebilmelerine engel yaratmıştır. İnsanlığın bugün ulaştığı gelişme çizgisinde, hızlı nüfus artışı, sulu tarımın yaygınlaşması ve endüstriyel kalkınma, doğal sistemi nicelik ve nitelik yönünden zorlamaktadır. Giderek artan sorunlar nedeniyle, su kaynakları veya herhangi bir doğal kaynak için, insanoğlu artık “kullan ve gerisini düşünme” yaklaşımını terk etmesi gerektiğini anlamaya başlamış bulunmaktadır. Sonuç olarak, su kaynaklarının rasyonel yönetimi için uyumlu bir politikaya duyulan ihtiyaç açıkça ortaya çıkmış ve Dünya genelinde kabul görmüştür.Su Kaynakları Yönetimi (SKY), su kaynakları ve ilgili ihtiyaçların belirlenmesi ve planlanması, rasyonel su kullanımı, kapsamlı gözlem, etkin kollama ve koruma için gerekli koşulların ve yöntemlerin tamamını bünyesinde toplayan bir bütündür. Bu bütün içinde, mevcut ve planlanmış su kaynakları projelerinin uzun vadeli olarak yönlendirilmesi ve değerlendirilmesi; mevcut su kaynakları sistemlerinin verimli işletilmesi ve rehabilitasyonu; ve suyun meydana getireceği zararlardan korunulması konularındaki faaliyetler yer alır. Bu faaliyetlerin hepsine, toplum ve onun sürdürülebilir anlamda kalkınması ilgi alanına temel teşkil ederken, yerel, bölgesel ve küresel boyutlu çevresel ve biyofizik proseslerin oluşumunda ve yönlendirilmesinde suyun rolü göz önünde tutulur (Falkenmark ve Lundquvist, 1992).Suyun yeterli miktar ve kalitede, istenen yer ve zamanda teminini güvence altına almak, insan yaşamı ve faaliyetlerini suyun zararlı etkilerinden korumak için çok değişik içerik ve kapsamda su kaynakları projeleri geliştirilebilmektedir. Bir su kaynağı projesi veya sistemi, mevcut su kaynaklarının insanın kullanımına sunulmak üzere geliştirilmesi veya iyileştirilmesi amacına yönelen, yapısal unsurlar içeren veya içermeyen bir önlemler ve faaliyetler grubunu temsil eder. Su kaynağı sistemin temel eleman durumunda olduğu SKY’nin ana hedefleri, aşağıdaki şekilde tanımlanabilmektedir:- Yerüstü ve yeraltı sularının mevcut ve gelecekteki

durumlarının miktar ve kalite olarak belirlenmesi, temin

edilme imkanlarının değerlendirilmesi,- Toplumun su talebinin belirlenmesi, planlanması ve

düzenlenmesi,- Su bilançolarının oluşturulması, dengelerdeki devam-

lılığı sağlayacak unsurların derlenmesi ve su kaynak-larının rasyonel kullanımına yönelik uzun vadeli bir stratejinin geliştirilmesi,

- Tükenme ve kirlenmeden korunmaları için su kay-naklarının durumunun takibi,

- Su kaynağı sistemlerinin planlanması,- Yönetimin modellenmesi,- Su kaynağı sistemlerindeki proseslerin ve işletme

koşullarının önceden tayini, - Miktar ve kalite olarak suyun temin edilebilirliğinin

arttırılması,- Çok amaçlı su kullanımının mümkün kılınması, amaç

önceliklerinin saptanması ve tahsislerin yeniden değerlendirilmesi,

- Rasyonel su kullanımının geliştirilmesi,- Suların doğal potansiyelinin sürdürülmesi ve korun-

ması,- Toplumun suyun zararlarından etkilenmemesi için teknik

unsurların (örneğin rezervuarların, arıtma tesislerinin) verimli kullanımı,

- Yönetimsel unsurlardan, ekonomik araçlardan (örneğin, fiyatlandırmadan, cezalardan), yasalar ve yönetmeliklerden yararlanılması (Kulga, 1992).

3. TÜRKİYE’NİN SU VE TOPRAK KAYNAKLARI POTANSİYELİ

Kıtasal iklim karakteri gösteren ülkemizde, yıllık ortalama yağış 643 mm olup, bölgelere ve mevsimlere göre çok büyük farklılık göstererek 250 mm ile 3000 mm arasında değişmektedir. Bu yağış yılda ortalama 501 milyar m³ suya tekabül etmektedir. Bu miktarın 274 milyar m³’ünün toprak ve su yüzeyleri ile bitkilerden oluşan buharlaşmalar yoluyla atmosfere geri döndüğü; 41 milyar m³’ünün yüzeyden sızmalar suretiyle yeraltı suyu rezervlerini beslediği; 186 milyar m³’ünün ise çeşitli büyüklükteki akarsular ile denizlere ve kapalı havzalardaki göllere boşalmak üzere akışa geçtiği kabul edilmektedir. Ayrıca komşu ülkelerden doğan akarsular ile yılda 6,9 milyar m³ suyun ülkemiz su potansiyeline dahil olduğu, akım gözlemlerine dayanılarak belirlenmiş bulunmaktadır. Bu durumda, meteorolojik koşullara bağlı olarak her yıl önemli ölçüde değişim gösterme niteliğine sahip olduğu ve ortalama bir değeri ifade ettiği vurgulanmak kaydıyla, Türkiye’nin yenilenebilir tatlı su potansiyeli brüt 234 milyar m³ olarak hesaplanmaktadır.Ancak yapılan etüdler sonucunda, günümüz koşul ve olanaklarına göre çeşitli amaçlara yönelik kullanımlarda teknik ve ekonomik anlamda tüketilebilecek yüzey ve yeraltı suyu miktarının toplam 110 milyar m³ olduğu belirlenmiştir. Bu miktarın 95 milyar m³’ünün yurt içinden doğan akarsulardan, 3 milyar m³’ünün yurt dışından giriş yapan akarsulardan, 12 milyar m³’ünün ise yeraltı suyundan sağlanabileceği kabul edilmektedir. Buna göre ekonomik olarak geliştirilebilir potansiyel olan 110 milyar m³ tatlı su potansiyelinin başta DSİ olmak üzere diğer kamu kurum ve kuruluşları ile özel sektör tarafından

TMH

22 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

geliştirilecek projeler sonucunda 2030 yılında develope edilerek tüketime sunulabileceği tahmin edilmektedir. Sektörel bazda su tüketiminin 1990-2030 yılları periyodundaki gelişimi Tablo 1’de verilmiştir (Kulga ve Adanalı, 1990; Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, 2001).

4. SU KAYNAKLARI YÖNETİMİNDE MEVCUT DURUMTürkiye’deki "Su Kaynakları Yönetimi"nin kurumsal yapısı birçok ülkede olduğu gibi geçmişte saptanan kalkınma hedeflerine uyumlu olmaya ve büyük ölçüde talep faktörüne cevap verilmeye çalışılarak tedricen oluşturulmuştur. Pekçok kurum ve kuruluşun yer aldığı bu yapı içerisinde en önemli rol, DSİ Genel Müdürlüğü’ne düşmektedir. SKY kapsamına giren birçok konuda faaliyet gösteren DSİ, esas itibariyle su kaynakları developmanı çerçevesindeki proje geliştirme, yatırım ve işletme uygulamalarına yönelik olarak teşkil edilmiştir. Bununla birlikte, SKY kapsamında değerlendirilebilecek nitelikte olup kurumsal yapı içinde henüz yer verilmemiş bulunan bir çok fonksiyon, tamamen sistematik olmamakla birlikte DSİ tarafından kısmen yerine getirilmeye çalışılmaktadır. Yasal mevzuat ve kurumsal yapılaşma yönünden dünyadaki gelişmelere paralel olarak yakın geçmişte Türkiye’de gerçekleştirilen en önemli değişiklik, çevre unsuruna SKY içinde yer verilmesi olmuştur. Yasal mevzuattaki eksiklik, 2872 sayılı Çevre Kanunu’na dayalı olarak çıkarılan “Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği” ve “Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Yönetmeliği” yürürlüğe sokularak giderilmeye çalışılmıştır. Diğer taraftan mevzuattaki yeniliğe uyumlu bir şekilde, ilgili faaliyetleri yönlendirmek ve denetlemek üzere 1991 yılında kurulan Çevre Bakanlığı ile bağlı kuruluşlara yürütme erkinde yer verilmiştir. SKY alanındaki faaliyetler üzerindeki etkisinin ne olduğu hususunda değerlendirme yapabilmesi için henüz erken olan söz konusu uygulamalar, genellikle görev ve yetkilerin tanımlanması, kural koyma ve yaptırımlar belirleme üzerinde yoğunlaşmaktadır. Diğer taraftan, çevreyle ilgili kararların başarıyla uygulanabilmesi için gerekli entegrasyon sağlanmasında henüz yeterli bir ilerleme görülmemektedir. Su kaynakları developmanı konusunda birden fazla kurumun faaliyette bulunması, yukarıda adı geçen Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği ve ÇED Yönetmeliğinin yanısıra, su kaynakları developmanı konusunda birbiriyle çelişebilen yasal mevzuatın varlığı (örneğin, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği ile 2560 sayılı İSKİ Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’a istinaden çıkarılan İçmesuyu Havzaları Koruma Yönetmeliği), bazı durumlarda duplikasyonlara veya kısmi çakışmalara ve uygulamalarda zorluklara yol açmaktadır.

SKY kapsamında yer alması gereken konulardan birçoğu DSİ faaliyetlerini yakından ilgilendirmekte olduğundan, entegrasyon işlevi bu kuruluş bünyesinde bir ölçüde kendiliğinden yerine gelebilmektedir. Bununla birlikte, gerekliliği giderek artan bir şekilde kabul gören sürdürülebilir kalkınmanın sağlanabilmesi için, Türkiye için önem arz eden entegrasyon elemanlarının somut bir şekilde tanımlanması ihtiyacının doğduğu ifade edilebilir. Bu doğrultuda, başta DSİ olmak üzere, SKY kurumsal yapısında yer alan kuruluşların kendi bünyelerinde ve ilgili kuruluşlar arasında entegrasyon yaklaşımına yer verilmesi sürecinin başlatılmasında yarar görülmektedir. Halen Türkiye’de aralarında yeterince entegrasyon sağlanamayan SKY elemanları şu şekilde sıralanabilir:- Su kaynakları ve bu kaynaklar ile yakından ilgili

diğer doğal kaynakların (toprak, orman, doğal turistik değerler) gelişme planları,

- Yeraltı suları rezerv ve dinamiğinin yüzey suları ile olan etkileşimi dikkate alınarak, kaynak koordinasyonu yapılması,

- Yüzey ve yeraltı sularının deniz kıyısı sularına etkisini dikkate alacak şekilde kıyı suları yönetimi esaslarının belirlenmesi,

- Su kullanımı ve atık su uygulamalarının su kalitesi üzerindeki etkileri ile kirlenmelerin değişik amaçlı su teminleri üzerindeki etkilerini değerlendiren kalite yönetimi,

- Çeşitli amaçlara yönelik su teminlerine baz olmak üzere, yenilenebilir yerüstü ve yeraltı tatlı su potansiyelinin sağlıklı ve sistematik bir şekilde belirlenebilmesi için uygun hidrolojik yöntemlerin geliştirilmesi,

- Her bir kullanım konusu bazında, kümülatif olarak giderek büyüyen küçük su işi ve gölet depolaması kullanımları da dahil edilerek, mevcut kullanımlar ile uzun vadeli kullanımlar için ayrıntılı ve sağlıklı projeksiyonlar yapılması,

- Bağımsız akarsu havzaları bazında, mevcut ve gele- cekteki ihtiyaçlara göre su bilançolarının oluşturul-ması, tahsis ve yeniden esaslarını belirleyen havza yönetim birimlerinin teknik ve kurumsal anlamda oluşturulması (Kulga ve Çakmak, 1993).

5. HAVZA YÖNETİM MODELİSu Kaynakları Yönetimi içinde yukarıda bahsedilen hususlardaki entegrasyonun sağlanması ve uygulamalarda karşılaşılan sorunların aşılması için en etkin çözüm iyi tasarlanmış bir “Havza Yönetim Modeli”nin uygulanmasıdır. Bu yönetim modeli çerçevesinde nehir havzası sınırları dikkate alınarak:1. Ülkemizde su ve toprak kaynakları yönetiminden

sorumlu kurum ve kuruluşların çalışmaları gözden geçirilerek bunların uyumlaştırılması için gerekli işlemler yapılmalı,

2. Membadan başlayarak en ağırlıklı bölgede koordi-natörlük tesis edilmeli,

3. Yukarı havza problemleri (taşkın, erozyon vb.) de- taylı olarak ele alınmalı,

4. Havzadaki içme, kullanma, endüstriyel, tarımsal ve enerji amaçlı mevcut su kullanımları ve uzun vadeli

Tablo 1 - Su Tüketiminin Gelişimi

İçme Sulama Kullanma Sanayi Tüketim Tüketim Tüketim Toplam milyon milyon milyon milyonYıl m³ % m³ % m³ % m³1990 22.016 72 5.141 17 3.443 11 30.6001997 26. 415 74 5.520 15 3.71 0 11 35.6452000 31.500 75 6.400 15 4.100 10 42.0002030 71.500 65 25.300 23 13.200 12 110.000

TMH

23TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

ihtiyaçlar belirlenmeli,5. Uzun vadeli toprak üretkenliği ve planlaması bağ-

lamında Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan Türkiye Toprak Envanteri çalışması bu modele entegre edilmeli,

6. Havza sınırları içerisinde mevcut yerleşim yerleri, sanayi bölgeleri, maden işletme alanları, sit alanları ve özel koruma bölgeleri, sulakalan, milli parklar vb. ve bunların su ihtiyaçları belirlenmeli,

7. Kaynakların mevcut kirlilik durumları ve kirlilik ne- denleri belirlenmeli (evsel, endüstriyel ve tarımsal),

8. Mevcut YAS ve yüzeysel su potansiyeli belirlen-meli,9. Mevcut orman sınıfları belirlenmeli,10. Sulama talebi olan ve aynı zamanda ekonomik olarak

sulanabilecek araziler tespit edilmeli,11. Havza bazında hidroelektrik potansiyel belirlen-meli,12. Mevcut taşkın sorunu belirlenmeli,13. Çevre ve turizm açısından (rafting, yeni sulakalan

oluşturulması vb.) potansiyele sahip yerler belirlenmeli,

ve bunlar öncelik sırasına konulmalıdır.Yukarıda bahsedilen yönetim modeli elemanlarının incelenmesinden de anlaşılacağı üzere bu konuda pekçok kurum, kuruluş ve yerel yönetime görev düşmektedir. Bununla birlikte en önemli görev DSİ Genel Müdürlüğü’ne düşmektedir. Çünkü, 6200 sayılı “Kuruluş Kanunu”, 167 sayılı “Yeraltı Suları Hakkında Kanun”, 1053 sayılı “Ankara, İstanbul ve Nüfusu 100.000’den Yukarı Olan Şehirlerde İçme, Kullanma ve Endüstri Suyu Temini Hakkında Kanun”lar ile ülkenin su ve toprak kaynaklarının yönetiminden sorumlu kılınan DSİ Genel Müdürlüğü’ne ayrıca, Kuruluş Kanunu’nun 2(h) maddesi, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği’nin 2(ğ) ve 5. maddeleri ile “Havza Planları”nı hazırlama görevi verilmiştir. Bu bağlamda, bazı yörelerde kaynak kullanımında sektörler arasında oluşan dengesizlikleri düzeltmek, mevcut taleplerin karşılanmasının öncelikli olduğu SKY’nin revize edilmesi ve su kaynaklarının kirlenmesi engellemek için gerekli önlemlerin alınmasını sağlamak amacıyla DSİ Genel Müdürlüğü tarafından “Havza Planları” hazırlama çalışmaları başlatılmıştır. Bu kapsamda ilk olarak pilot çalışma bölgesi olarak Kayaş-Bayındır Barajı havzası seçilmiş olup çalışmalara başlanmıştır.

6. SONUÇGelişen dünya koşullarına paralel olarak SKY konusunda meydana gelen gelişmeler, ülkemizdeki mevcut uygulamalardan oldukça farklılık göstermektedir. Türkiye’nin idari, sosyal ve ekonomik yapısı çerçevesinde ilgili kurumsal yapılaşma ve faaliyetlere bakıldığında, SKY’nin mevcut görüntüsü itibariyle büyük ölçüde su kullanımlarına yönelik taleplere uyarlanmış olduğu görülmektedir. SKY’deki yeni yaklaşımların ülkemiz koşullarında uygulana-bilirliğinin ne olduğu ve bu alanda ne ölçüde ihtiyaç doğduğu hususunda sağlıklı bir karar oluşturulabilmesi için, çok yönlü ve kapsamlı çalışma, değerlendirme ve irdelemeler yapılması gerekmektedir. Çünkü, mevcut sistemin değiştirilmesi veya modifiye edilmesi nedeniyle, geçmişte büyük ve özverili çabalarla gerçekleştirilmiş olan ve sosyo-ekonomik kalkınmamızda

önemli bir rol oynayan su kaynakları developmanı hızının yavaşlatılması veya kesintiye uğratılması hususunda fevkalade hassas davranılması gereği açıktır. Bu bağlamda, nüfus ve ekonomik ihtiyaçlarımızla orantılı olarak su kaynakları potansiyelimizin dünya ülkelerine kıyasla ancak yeterlik limitleri civarında bulunduğu ve su kaynakları developmanında halen hangi düzeye ulaşıldığı gözden uzak tutulmamalıdır.Yapılan projeksiyonlara göre, Türkiye’nin su kaynakları developmanı konusunda ileride çok daha fazla çaba sarfetmesi gerektiği görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında, yapıcı koordinasyon ve entegrasyona açık gelişmiş bir toplumsal yapı ihtiyacı gerektiren yeni SKY yaklaşımlarına geçiş için mevcut yapı ve uygulama biçimlerinde değişikliğe gidilmesi gelecekteki su kaynakları developmanı yönünden risk unsuru içermektedir. Özellikle, kalkınmanın ön koşullarını, yetersiz su kaynaklarının tahsisi halinde çevre üzerindeki etkilerin yanında sosyo-ekonomik sonuçları yeterince dikkate almayan dar görüş açılı çevresel kararlar, sürdürülebilir kalkınmaya yönelik çabalarda en büyük engeli teşkil edebilecektir. Ancak, toplum olarak dünya sahnesinde var olabilmenin temel koşulu olan ve bir anlamda sürdürülebilir kalkınma kavramında ifadesini bulan “gelecek için bugünden özveride bulunma” yaklaşımı doğrultusunda, bu riskin göze alınması zorunlu görülmektedir. Aksi takdirde, su kaynağı tahsislerinde potansiyel limitlerine yaklaşan bazı havzalarımızdaki talep çatışmalarından kaynaklanan sosyal, ekonomik ve teknik sorunların ülke genelinde giderek daha büyüyen ve yaygınlaşan sorunlara dönüşmesi kaçınılmaz olacaktır.Yirmibirinci yüzyıla girdiğimiz şu dönemde, kamu ve özel ilgili kadrolarımızın yeni gelişmeler ışığında ülkemiz koşul ve imkanlarına en uygun olan özgün bir SKY modelini geliştirme yeterliliğine sahip olduklarına inanılmakta ve gerekli iradenin oluşmasını müteakip bu çok yönlü sürecin geciktirilmeden başlatılmasında büyük yarar görülmektedir.Bu bağlamda yukarıda ana hatları belirtilen “Havza Yönetim Modeli”nin, DSİ Genel Müdürlüğü koordinas-yonunda ve ilgili tüm kurum ve kuruluşların katılımıyla, öncelikle en çok sorunla karşılaşılan bölgelerde, uygulamaya geçirilmesi büyük önem arz etmektedir.

KAYNAKLARKulga, D., “Su Kaynakları Yönetiminde Yeni Gelişmeler,

Su ve Toprak Kaynakları Planlama Semineri, Adana, 1992.

OECD Secreteriat, Environmental Policies in Turkey Selected Topics, Review, Paris, OECD, 1992.

Kulga, D., Çakmak, C., “DSİ’nin Su ve Sürdürülebilir Tarımsal Kalkınmadaki Rolü: Strateji ve Politikalar”, Ankara, 1993.

Kulga, D., Adanalı, K., “OECD Country Report on Water Resources Development in Turkey”, Ankara, 1990.

Falkenmark, M., Lundqvist, J., “Coping with Multi-cause Environmental Challenges-A Water Perspective on Development, International Conference on Water and the Environment, Dublin, 1992.

Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Su ve Toprak Kaynakları Komisyonu Raporu, Ankara, 2001.

TMH

24 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

GENELHer türlü ekonomik faaliyetin temel girdisi olan elektrik enerjisinin kullanım alanının, günümüzde sürekli olarak gelişen teknolojiye bağlı olarak hızlı bir şekilde artması sonucu enerji ve buna bağlı olarak elektrik enerjisi, sosyal hayatın kaçınılmaz bir unsuru haline gelmiştir. Ayrıca ülke geneline yayılan enterkonnekte sistemin sağladığı güvenilirlik ve süreklilik yanında en küçük yerleşim birimine kadar uzanan dağıtım şebekesinin tüketiciye sağladığı kullanım kolaylığı, elektrik enerjisi tüketiminin toplam enerji tüketimi içindeki payının hızlı bir şekilde artmasına neden olmaktadır.Elektrik enerjisi tüketimi ekonomik gelişmenin ve sosyal refahın en önemli göstergelerinden birisidir. Bir ülkede kişi başına düşen elektrik enerjisi üretimi ve/veya tüketimi o ülkedeki hayat standardını yansıtması bakımından büyük önem arz etmektedir.Cumhuriyetin kuruluşunun ilk yıllarında kişi başına 7 kWh olan elektrik enerjisi tüketimi, 2000 yılı itibarıyla kişi başına 1805 kWh’a ulaşmış olmasına rağmen, Avrupa’da kişi başına düşen elektrik tüketimi 5000 kWh ve dünya ortalaması 2500 kWh ile karşılaştırıldığında planlanan hedeflerin çok gerisinde olduğumuz görülmektedir. Bu anlamda ileriki yıllarda ciddi bir enerji krizi ile karşılaşılmaması için bu alanda çok büyük yatırımlar yapmamız gerektiği açıkça görülmektedir.Ülkemizdeki doğal enerji kaynakları sınırlı olup, ulusal enerji kaynaklarımız; 126 milyar kWh hidroelektrik, 105 milyar kWh linyit, 16 milyar kWh taş kömürü olmak üzere yılda ortalama toplam 247 milyar kWh civarında bulunmaktadır.İşletmeye açılan 129 adet hidroelektrik santralın kurulu güç kapasitesi 12.177 MW, yıllık ortalama enerji üretim potansiyeli ise 44 milyar kWh’dır. Bu durum, ülkemizde teknik ve ekonomik olarak değerlendirilebilir hidroelektrik potansiyelin ancak %35’inin geliştirildiğini göstermektedir.TÜRKİYE’NİN HİDROELEKTRİK ENERJİ POTANSİYELİÜlkemizdeki 26 adet hidroelektrik havzada bulunan irili ufaklı çok sayıdaki nehrin yıllık ortalama su potansiyeli olan 193 (186+7) milyar m³ yüzey suyunun hidroelektrik enerji potansiyelinin belirlenmesinde “Teorik Potansiyel”,

“Teknik Yapılabilir Potansiyel” ve “Ekonomik Yapılabilir Potansiyel“ olmak üzere üç farklı şekilde değerlendiril- mesi gerekmektedir. Bir akarsu havzasının hidroelektrik enerji üretiminin kuramsal üst sınırını gösteren brüt teorik hidroelektrik potansiyeli, deniz seviyesine kadar olan (sınıraşan sularda sınıra kadar) mevcut düşü ve ortalama debinin oluşturduğu potansiyelin %100 verimle türbinlenerek elde edileceği varsayılan yıllık ortalama enerji potansiyelini ifade etmektedir. Topoğrafya ve hidrolojinin bir fonksiyonu olan brüt hidroelektrik enerji potansiyeli, ülkemiz için 433 milyar kWh/yıl mertebesindedir.Teknik yönden değerlendirilebilir hidroelektrik potansiyel, bir akarsu havzasının hidroelektrik enerji üretiminin mevcut koşullardaki teknolojik üst sınırını göstermektedir. Uygulanan teknolojiye bağlı olarak düşü, akım ve dönüşümde oluşabilecek kaçınılmaz kayıplar hariç tutulduğunda, teknik açıdan uygulanabilmesi mümkün hidroelektrik projelerin ekonomik veya diğer şartlar gözetilmeden havzanın tümünde gerçekleştirilmesiyle elde edilecek hidroelektrik üretimin sınırlarını temsil etmektedir. Teorik potansiyelin yarısının teknik olarak geliştirile- bileceği kabul edilerek ülkemizin teknik yönden değerlendirilebilir hidroelektrik enerji potansiyeli 216 milyar kWh/yıl olarak tahmin edilmektedir.Ekonomik olarak yapılabilir hidroelektrik potansiyel, bir akarsu havzasının hidroelektrik enerji üretiminin ekonomik olarak optimizasyonunun sınır değerini gösterir, Ekonomik olarak yararlanılabilir hidroelektrik potansiyel, beklenen faydaları (gelirleri), masrafların- dan (giderlerinden) fazla olan hidroelektrik projelerin enerji üretimini göstermektedir.

(*) DSİ Etüd ve Plan Dairesi Başkanlığı, Ankara

TÜRKİYE’DE ENERJİ SEKTÖRÜNDE HİDROELEKTRİK ENERJİNİN ÖNEMİ

Fatma ADIGÜZEL (*)

TMH

25TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

Hidroelektrik santralların ekonomik olarak yapılabilir- liğinin hesaplanabilmesi için, enterkonnekte sistemde aynı enerjiyi üretecek kaynaklar gözden geçirilmekte ve en ucuz enerji kaynağı belirlenerek hidroelektrik santral (HES) projesi bu kaynakla mukayese edilmekte ve ancak daha ekonomik bulunursa önerilmektedir. Ekonomik HES potansiyeli içindeki tüm projeler termik santrallara göre rantabiliteleri daha yüksek projelerden oluşmaktadır. Ülkemizin 2001 yılı itibariyle tespit edilen teknik ve ekonomik yönden değerlendirilebilir hidroelektrik enerji potansiyeli 126 milyar kWh’ dır. Bu durum teorik potansiyelin ancak %29’unun veya teknik potansiyelin %58’ inin ekonomik yönden değerlendirilebileceğini göstermektedir. Bu potansiyel, en az ön inceleme (istikşaf) seviyesinde etüd edilmiş hidroelektrik projelerle, master plan, fizibilite (planlama), kesin proje, inşa ve işletme aşamalarından oluşan toplam 551 adet hidroelektrik projenin 35.438 MW kurulu güç ile enerji üretim kapasitesini ifade etmektedir.

HİDROELEKTRİK ENERJİNİN GELİŞİMİTürkiye’nin enerji alanındaki ulusal politikasının temel hedefi, 1983 yılından itibaren uygulanmaya başlayan serbest piyasa ekonomisi doğrultusunda ülkemizin yenilenebilir doğal enerji kaynağı olan hidroelektrik enerji yatırımlarındaki finansman sorununun aşılabilmesi amacıyla yerli ve yabancı özel sektör sermayesinin bu alanda teşvik edilmesidir. Böylece kamu bütçesindeki mali yükün hafifletilmesi yanında teknoloji transferinin sağlanması ve yatırımların programlanan zamanda bitirilmesi hedeflenmiştir. Bu doğrultuda 1984 yılında yürürlüğe giren 3096 sayılı kanun ile Yap-İşlet-Devret (YİD) modeli ile 1992 yılında başlatılan ve DSİ tarafından yürütülmekte olan “%100 Dış Kredili Anahtar Teslimi” model çerçevesinde hidroelektrik projelerin finansma-nında yerli ve yabancı özel sektörden faydalanılması amaçlanmıştır.Türkiye’nin 2002 yılı itibariyle kurulu gücü toplamı 28.660 MW olup, bu gücün 12.177 MW’ı hidroelektrik santrallar oluşturmaktadır. 1988 yılında ülkemizdeki toplam elektrik üretiminde hidroelektrik santralların payı yaklaşık olarak % 60 seviyesinde iken bu oran 2001 yılında % 18 seviyesine düşmüş bulunmaktadır. Bu durumun en büyük nedeni Türkiye’de 1986 yılından itibaren doğalgazın elektrik enerjisi üretiminde önemli bir yakıt olarak kullanılmaya başlanmış olmasıdır.Türkiye’de hidroelektrik potansiyelin geliştirilerek ülke ekonomisinin istifadesine sunulmasında görevli bulunan

DSİ ve EİE tarafından ön inceleme, master plan, planlama ve kesin proje inşaat ve işletme seviyesinde geliştirilen 551 adet proje sonucu teknik ve ekonomik yönden değerlendirilebilir hidroelektrik potansiyel 35.438 MW kurulu güç ile yılda ortalama 125.828 GWh olarak belirlenmiştir.

2002 yılı itibariyle inşa edilerek işletmeye açılan 129 adet HES in kurulu gücü 12.177 MW yıllık ortalama enerji üretim kapasitesi ise 44.034 GWh dır. Bu durum ülkemizde mevcut hidroelektrik potansiyelin ancak % 35’ inin geliştirilmiş olduğunu göstermektedir. Halen inşaatı devam etmekte olan 33 adet HES’ in kurulu güç kapasitesi 3.075 MW, yıllık ortalama üretim potansiyeli ise 9.932 GWh dır. Bu santralların inşaatının tamamlanarak işletmeye alınması ile ekonomik olarak geliştirilebilecek potansiyel kurulu güç olarak 15.252 MW’a ve yıllık ortalama üretimi 53.966 GWh’a ulaşarak, toplam potansiyelin % 43’ü değerlendirilmiş olacaktır.Henüz inşaatına başlanmamış bulunan 389 adet HES projesinin kurulu güçleri toplamı 20.230 MW, yıllık ortalama üretim potansiyeli ise 71.862 GWh dır.

HİDROELEKTRİK SANTRALLARIN MEVCUT DURUMU

POTANSİYEL : 35.438 MW (551 HES)İŞLETME : 12.177 MW (129 HES)DSİ : 9.942 MW (48 HES)DİĞER : 2.265 MW (81 HES)Uzun Dönem Enerji Üretim Planlaması’na göre, 2020 yılında ekonomik hidroelektrik potansiyelimizin kurulu

Hidroelektrik Toplam Ort. Ort.Santral Kurulu Yıllık Yüzde Ardışık YükProjelerinin HES Güç Üretim Oranı Oran Fak.Durumu Adet MW GWh/Yıl % % %2002 yılı başıitibari ile 129 12177(*) 44034 35 35 42işletmedeolanİnşaatıdevam eden 33 3075 9932 8 43 36İnşaatınageçilmeyen 389 20230 71862 57 100 40TOPLAMPOTANSİYEL 551 35483(*) 125828 100 40

Tablo - Türkiye'de Hidroelektrik Enerji Potansiyeli ve 2002 Yılı Başında Gelişme Durumu

TMH

26 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

güç olarak %93 ve ortalama üretim olarak %92,8’i değerlendirilmiş olacaktır. Hidroelektrik santralların ulusal ve yenilenebilir kaynak oluşu, ekonomiye diğer faydaları ve yerli yapım oranının termik ve nükleer santrallarla mukayese edilemeyecek kadar yüksek oluşu vb. nedenler dikkate alınarak, dönem sonunda hidroelektrik potansiyelinin değerlendirme oranının bu hedefe getirilmesi ekonomi yanında ülke menfaatlerine de uygun düşmektedir. Diğer taraftan 1 Ocak 1996 tarihi itibariyle yürürlüğe giren Türkiye-Avrupa Birliği arasındaki Gümrük Birliği Anlaşması uyarınca, Topluluk enerji politikalarına uyum gösterilmesi Türkiye tarafından kabul edilmiş bulunmaktadır. Söz konusu milletlerarası anlaşma, TBMM tarafından onaylanmıştır. Bu durumda, Türkiye’de yürürlükte bulunan enerji politikaları ve ilgili yasal mevzuat ile, Avrupa Birliği mevzuatı arasındaki farkların giderilmesi zarureti doğmuştur.Avrupa Birliği’nin Yeşil Enerji’yi (Hidroelektrik, Rüzgar, Güneş, Biomass) destekleme politikaları belirlenmiş ve ilgili taraflara bildirilmiş bulunmaktadır. Bu politikaların başlıcaları şunlardır.- CO2 emisyonu yaratan yakıtlara ek vergiler getirilmek-

tedir.- Yenilenebilir kaynaklardan üretilen enerji (Yeşil enerji)

için KDV indirimi öngörülmektedir.- Yenilenebilir kaynaklardan üretilen enerji (Yeşil Enerji)

için Ekolojik Vergi geri ödemesi (sübvansiyonu) önerilmektedir.

- Bu yeni kriterlerin hidrolelektrik enerji için, termik santrallerde üretilen enerjiye kıyasla, kWh bazında 3 cent fiyat desteklemesi meydana getireceği değerlendirilmektedir.

Yukarıda özetlenen bu kriterlerin, ülkemizde de en kısa zamanda hayata geçirilmesi halinde, bugünkü kriterlere göre 126 milyar kWh olan ekonomik hidroelektrik enerji potansiyelimizin önemli bir sıçrama yapacağı ve halihazırda ekonomik olarak yapılabilir görülmeyen pek çok HES projesinin süratle yapımına başlanması mümkün olabilecektir.

SONUÇ VE ÖNERİLERÜlkemizin başlıca ulusal ve yenilenebilir enerji kaynağını değerlendiren hidroelektrik santraller; ilk yatırım maliyetleri yüksek gibi görülmekle birlikte, ekonomik ömürleri yüzlerce yıl olan ve uzun projeksiyonlu bir ekonomik irdeleme yapıldığında en ucuz üretim maliyetli, dışa bağımlılığı olmayan projelerdir. Barajlar, temiz bir enerji kaynağı olan hidroelektrik enerjiyi üreterek hava kirliliğinin azalmasında önemli bir katkı sağlamakta ve buna bağlı olarak hidroelektrik enerji dünyadaki en zengin ve en verimli yenilenebilir enerji kaynağı olarak yerini almış bulunmaktadır. USCOLD tarafında Amerika’da yapılan bir çalışma sonucunda, hidroelektrik santral tesislerinin veriminin %90’dan fazla olduğu ve bu değerin termal tesislerin verimlerinin 2 katından daha büyük olduğunu ortaya koymuştur. Hidroelektrik enerjinin sosyo-ekonomik ve çevresel yönlerden alternatif enerji kaynaklarına göre bazı üstünlükleri aşağıda verilmiştir;

- Hidroelektrik Santral (HES) projeleri günlük yük talep-lerine kolaylıkla uyum göstererek sisteme güvenilir ve sürekli elektrik enerjisi temin ederler.

- HES projeleri, %90’ın üzerinde verime sahip olmaları nedeniyle enerji üretimindeki kayıpların minimum düzeyde tutarak işletmede büyük bir ekonomi sağlamaktadırlar.

- Yakıt gideri olmaması nedeniyle dünya genelinde zaman zaman meydana gelen ekonomik ve diğer krizlerden etkilenmezler ve böylece istikrarlı bir enerji fiyatı oluşturulmasında sigorta görevi üstlenerek ülkelerin sosyo-ekonomik kalkınmasında güvenilirlik ve süreklilik sağlarlar.

- Barajlı HES projeleri, büyük depolama rezervuarları sayesinde membadan gelen kirlilik yükünün konsantrasyonu düşürerek mansapta kirliliğin etkisini önemli ölçüde azaltırlar.

- Ekonomik ömürleri ortalama 200 yıl olan HES pro-jeleri, 10 yıl gibi kısa bir sürede yatırımını geri ödedikten sonra 0,20 cent/kWh olan çok küçük bir işletme bakım gideri karşılandığında ekonomiye yüzlerce yıl çok ucuz elektrik enerjisi sağlarlar.

- Dünya atmosferindeki CO2 emisyonunun çok kritik olması nedeniyle yenilenebilir ve CO2 üretmeyen en önemli doğal bir enerji kaynağı olan su gücünden enerji üreten HES’ler bu yönüyle çevreye en uyumlu eneji üreten tesislerdir.

- Barajlı HES’ler, rezervuarlarındaki depolama imkanı nedeniyle taşkınları önleyerek mansapta taşkın riskini önemli ölçüde azaltırlar.

- Baraj rezervuarları, balıkçılık yapılabilmesine ve diğer su ürünleri yetiştirilmesine imkan yaratmaları yanında çeşitli su sporlarının yapılmasına imkan sağlaması ve rekreasyon amacıyla kullanılabilmesi yörenin sosyo-kültürel kalkınmasına dolaylı olarak önemli katkıda bulunur.

- Baraj rezervuarları yörenin coğrafik yapısı ile bir bü- tünlük arzederek suyun minimum seviyelere indiği yaz dönemlerinde sulak alan özelliği taşıyan doğal bir çevre oluştururlar.

Hidroelektrik santrallerin çevresel etkileri alternatif enerji kaynaklarına göre en az düzeydedir. Yenilenebilir ve “yeşil” enerji kaynağımızdan yararlanan HES’lerde doğayı kirletici yakıt kullanılmadığından herhangi bir sera gazı emisyonu bulunmamakta ve kirlilik yaratılmamaktadır. Yukarıda belirtilen nedenlerle hidroelektrik projelerin öncelikle inşa edilerek işletmeye alınmaları, ülkemizin ekonomik ve stratejik menfaatleri açısından zorunlu görülmektedir. Başta OECD ülkeleri olmak üzere, dünyada gelişmiş ekonomiye sahip olan tüm ülkelerin hidroelektrik potansiyellerinin tamamı veya tamamına yakınını günümüzden yaklaşık 40 yıl önce petrolün varil fiyatının 3 ABD dolardan daha küçük olduğu yıllarda geliştirmiş olmaları, bu hususu doğrulamaktadır. Bu bağlamda, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü kuruluş yılı olan 2023 yılı itibariyle, halihazırda %35’ler seviyesinde geliştirilmiş olan ekonomik değerlendirilebilir hidroelektrik potansiyelin tamamının geliştirilmesine yönelik planlama ve uygulamaların yapılmasında büyük yarar görülmektedir.

TMH

27TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

1. GİRİŞ

Sınır-aşan akarsu sistemi niteliğindeki Fırat-Dicle havzasının [Dışişleri 1996; Bilen 1996, 1997, 2000; Yanık 1997; Avcı ve Yanık 1997; Kibaroğlu 1997; Öziş 1997 a, b; Yılmaz ve Kadılar 1997] doğal akışları konusunda, Türkiye’den kaynaklanan sular için oldukça kapsamlı gözlemler bulunmakla birlikte, Suriye’den, İran’dan ve Irak’tan kaynaklanan sular için az sayıda bilgi bulunmakta ve akım gözlemlerinin sonuçları genellikle resmen açıklanmamaktadır.

Fırat havzasının su potansiyeli hakkında, çoğunlukla 30 milyar m³/yıl değerinin biraz altında veya birkaç milyar m³/yıl üstünde değişen değerlere rastlanılmaktadır: 29,0 [Shahin 1989], 29,5 [Kolars ve Mitchell 1991], 31,8 [Starr ve Stoll 1987; Beaumont 1992], 32 [Kutan 1996], 35 [Bilen 1996, 1997, 2000], 35,6 [Akmandor v.d. 1994; Dışişleri 1996], 29,5-35,4 [Öziş 1994 a, b, c] milyar m³/yıl.

Bu çalışmalarda, Türkiye dışından kaynaklanan akışların 2 ila 5 milyar m³/yıl mertebesinde olduğu ifade edilmektedir: 2,0 [Kolars ve Mitchell 1991], 3, 2 [Kutan 1996], 3, 4 [Bilen 1996, 1997, 2000], 4,0 [Akmandor v.d. 1994; Dışişleri 1996], 2-5 milyar m³/yıl [Öziş 1994 a, b, c]. Bu değerlerden yalnız en sonuncusunda Irak’tan 0-1 milyar m³/yıl akış geldiği belirtilmiş olup, diğer bütün değerler Suriye’den katılan sular niteliğindedir.

Dicle havzasının toplam su potansiyeli hakkında, çoğunlukla 50 milyar m³/yıl değerinin birkaç milyar m³/yıl altında veya üstünde değişen değerlere rastlanılmaktadır: 42,2 [Starr ve Stoll 1987; Kutan 1996], 48,7 [Shahin 1989; Akmandor v.d. 1994; Dışişleri 1996], 52,7 [Beaumont 1992; Bilen 1996, 1997, 2000], 47-56 [Öziş 1994a,b,c], 60 [Özdemir 1995; Öziş v.d. 1997b] milyar m³/yıl.

Bu çalışmaların bazılarında, Suriye ve Suudi Arabistan’dan kayda değer akış gelmediği, İran’dan kaynaklanan akışların da Irak’tan gelenlerin içinde

olduğu düşünülerek, Türkiye dışından kaynaklanan akışlar olarak: 23,2 [Kutan 1996], 23,5 [Akmandor v.d. 1994; Dışişleri 1996], 31,4 [Bilen 1996, 1997, 2000], 26-35 [Öziş 1994a,b,c], 37 [Özdemir 1995] milyar m³/yıl gibi değerlere rastlanmaktadır.

Türkiye’nin Fırat-Dicle sularının tahsisi konusunda 1980’li yıllardan beri Suriye ve/veya Irak ile yapılan görüşmelerde sunduğu, yekdiğerine açık ortak çalışmalarla, ilk aşamada üç ülkede belli kesimlerdeki su kaynaklarının nicelik ve niteliğinin belirlenmesi, ikinci aşamada sulama ve drenaj açısından toprak kaynaklarının nicelik ve niteliğinin belirlenmesi, üçüncü aşamada elverişli bulunan toprakların eldeki su ile sulanabilmesini sağlayacak tesislerin projelendirilmesi esasına dayanan, “üç aşamalı planlama” [Tekeli 1990; Turan 1993; Bilen 1996, 1997, 2000; Dışişleri 1996], hakça ve makul kullanımın temel felsefesine uygun olduğu gibi, havza bütününde en iyi yararlanma yaklaşımının da en iyi örneklerinden biri niteliğindedir.

Yıllardır süregelen Türkiye, Suriye ve Irak arasındaki ikili ve üçlü görüşmeler, sonuca ulaşamamış; bu arada yalnızca Temmuz 1987’de Suriye ile Türkiye arasında, dönemin Türkiye Başbakanının ülkenin siyasal istikrarına ve sınır güvenliğine de katkısı olacağı düşüncesiyle yaptığı anlaşmada (Ekonomik İşbirliği Protokolu, Madde 6), Atatürk Barajı haznesinin dol- ması sırasında ve ilgili üç ülke arasında Fırat sularının nihai tahsisine kadar, Türkiye-Suriye sınırında aylık en az 500 m³/s ortalama su bırakılacağı, herhangi bir ayın ortalamasının 500 m³/s’nin altına düşmesi halinde, aradaki farkın ertesi ay telafi edileceği kararlaştırılmıştır [Bilen 1996,1997, 2000; Öziş 1997a,b].

Bu anlaşmayı öne sürerek, Türkiye’nin nasıl olsa en az 500 m³/s suyu bırakacağı, hatta bunun 700 m³/s olmasının gerektiği gibi istek ve iddialar karşısında, 500 m³/s değerinin “geçici” olduğu, nihai bir tahsis anlaşmasında uzun süre ortalamasının ancak 400-450 m³/s civarında bulunabileceği, olasılık koşullarına bağlı olarak zamanın önemli bir kısmında bunun da altında olabileceği gözden uzak tutulmamalıdır.

Fırat-Dicle havzasının toplam akışları farklı kaynaklara göre 70-90 milyar m³/yıl mertebesinde iken,

FIRAT-DİCLE HAVZASININTÜRKİYE, SURİYE, IRAK, İRAN’DAKİ

SU POTANSİYELİYalçın ÖZDEMİR (1), Ünal ÖZİŞ (2), Türkay BARAN (3), Nurhan DEMİRCİ (1)

Okan FISTIKOĞLU (4), Ramazan ÇANGA (5)

(1) İnş. Yük. Müh., (2) Em. Prof. Dr., (3) Doç. Dr.,(4) Dr. Müh., (5) İnş. Müh.,Dokuz Eylül Üniversitesi İnşaat Müh. Bölümü, İzmir

TMH

28 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

Şatt-al-arab’ın 35 milyar m³/yıl [Shahin 1989] gibi, bunun yarısı civarında kaldığı dikkate alındığında, Türkiye’nin G.A.P. projelerini gerçekleştirmesi sonucunda körfeze gelen tatlı suyun ciddi biçimde eksileceği ve çevreye önemli zarar vereceği savlarından önce, makul sulama suyu ihtiyacının ötesinde, Irak’ın sulak alanlarında “buharlaşan” on’larca milyar m³/yıl suyla ilgilenilmesi gerekir.

Fırat-Dicle’nin, Türkiye'deki akım gözlem istasyon- larının kontrol etmediği kesimlerdeki su potansiyelinin, Suriye, İran ve Irak’taki gözlem sonuçları güvenilir biçimde elde edilemediği, çeşitli yayınlarda çok farklı potansiyel değerlerinden sözedildiği dikkate alınarak, Türkiye'deki akım gözlem istasyonlarındaki birim akış değerlerinden (l/s/km²) hareketle, bu değerler Fırat ve Dicle’nin çeşitli althavzalarına iklim ve topografya koşullarına göre uyarlanarak, Mezopotamya su potansiyelinin mertebesi kestirilmeğe çalışılmıştır [Öziş Özdemir v.d. 1998; Öziş, Baran, Demirci 1999a,b; Özdemir ve Öziş 2000a,b; Öziş, Fıstıkoğlu, Çanga 2000a,b; Öziş, Baran v.d. 2001; Öziş 2001].

2. TÜRKİYE’DE FIRAT-DİCLE ANA YATAKLARINDAKİ AKIŞLAR

Aşağı Fırat’ta, ana yatak üzerinde çeşitli kesimlerde uzun süreli aylık akış dizilerinin oluşturulmasına yönelik bir çalışma dizisinde [Fıstıkoğlu ve Saf 1994; Çanga 1996], 1973’ten sonraki yıllarda Keban Barajı yerine gelen akışlar Palu/Murat + Logmar/Peri + Melekbahçe/Munzur + Bağıştaş/Karasu + Dazlak/Çaltı akışları toplamıyla; Karakaya ve Kömürhan akışları Keban + Hisarcık/Tohma akışları toplamıyla regresyona dayanarak; Atatürk baraj yerini temsil eden Dutluca akışları da aynı yaklaşımla kestirilmiştir.

Bu çalışmada, Fırat’ın Türkiye'den kaynaklanan akışlarının altıda beşine karşı gelen, 1937-1980 süresinde 850 m³/s ortalaması olan Dutluca akışlarının, Temmuz-Şubat süresindeki 8 ay boyunca ortalamanın oldukça altında, 300 ila 540 m³/s civarında olduğu; Ağustos ve Eylül gibi aylarda çok kez bunun da altına, 170 m³/s mertebelerine kadar dahi indiği belirlenmiştir.

Bütünleştirilmiş Keban-Karakaya-Atatürk hazneleri için yapılan bir çalışmada [Çanga 1996], yaklaşık nitelikteki işletme hesapları sonrasında, 1937-1980 süresinde hiç eksiksiz güvenilir enerji üretimi esas alındığında, düzenlenmiş akışların 690 m³/s’nin altına düşmeyeceği; ay sayısının % 5’inde eksik üretime olanak tanıyan güvenilir enerji üretimi esas alındığında, söz konusu aylar dışında düzenlenmiş akışların 760 m³/s’nin altına düşmeyeceği görülmüştür.

Fırat havzasının Türkiye'den kaynaklanan toplam su potansiyeli 31,5 [Öziş v.d. 1997a,d] - 31,6 [D.S.İ. 1995; Teker 1997] km³/yıl mertebesindedir.

Dicle’nin Türkiye’den kaynaklanan ortalama su

potansiyeli, başlıca akım gözlem istasyonları üzerinde regresyon analizlerine dayalı olarak yapılan bir çalışmada [Baran, Demirci, Öziş 1995; Demirci 1996], ana yatak üzerindeki Cizre’de 535 m³/s, Hezil üzerindeki Girikhan’da 17 m³/s, Büyük Zap üzerindeki Narlı’da 109 m³/s olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla, akım gözlem istasyonlarının kontrolünde olmayan kesimler dışında, Dicle havzasının bu üç istasyonu toplamı 661 m³/s değerine ulaşmaktadır.

Daha önceki, uzun süreyi temsil için oranlama yöntemiyle yapılmış bir çalışmada [Baran 1987] ise, söz konusu üç istasyondaki ortalama akış değerleri 512, 18, 107 m³/s olarak belirlenmiş; istasyonların kontrolünde olmayan alanlardan da 15 m³/s akış gelebileceği dikkate alınarak, Dicle havzasında Türkiye'den kaynaklanan toplam su potansiyelinin 676 m³/s veya 21,3 milyar m³/yıl mertebesinde olduğu ifade edilmiştir [Öziş v.d. 1997a,b]. D.S.İ.’nin çalışmalarında da [D.S.İ. 1995; Teker 1997], Dicle havzası toplam potansiyeli 21,3 milyar m³/yıl olarak verilmektedir.

Fırat ve Dicle üzerinde Türkiye’de yapılan barajlar, Türkiye için enerji üretimi, sulama ve dolaylı taşkın kontrolü; Suriye için dolaylı enerji üretimi artışı, dolaylı sulama suyu artışı, dolaylı taşkın kontrolü ve rüsubat tutulması; Irak için dolaylı taşkın kontrolü ve rüsubat tutulması amaçlarına hizmet etmektedir. Çanga’nın bulgularından da yararlanılarak yapılan bir çalışmada [Acer 1997], yalnızca Keban barajının düzenleyici etkisi sayesinde, Suriye’de Al-Thawra (Tabqa) barajı eteğindeki santralda yirmi yılı aşkın süredir, 600 milyon kWh/yıl güvenilir enerji artışı olduğu hesaplanmıştır.

3. GÖZLEMLERİ OLMAYAN VEYA ELDE EDİLEMEYEN ALTHAVZALARDAKİ AKIŞLARIN KESTİRİM YÖNTEMİ

Fırat-Dicle havzasının Türkiye’den doğan ana yatak ve bazı kollarındaki akım gözlemlerinden hareketle, bu istasyonların regresyon analizi ve oranlama yaklaşımıyla elde edilecek uzun süreli ortalama ve birim akışlarının, gerek Türkiye’de akım gözlem istasyonlarının mansabında kalan althavzalara, gerekse Suriye, İran ve Irak’taki althavzalara bazı değişimlerle uyarlanarak, Fırat ve Dicle havzasının belli kesimlerdeki su potansiyelini kestirmek yöntemin esasını oluşturmaktadır [Özdemir 1998].

Bu amaçla:

a) Türkiye'de Fırat-Dicle ana yatakları ve başlıca kol-ları üzerindeki kilit akım gözlem istasyonlarında, regresyon analizleri ve kısmen oranlama yaklaşımlarıyla, uzun süreyi temsil edecek ortalama akışların ve fark yağış alanlara ait birim akışların belirlenmesi;

b) Türkiye'de Fırat-Dicle’nin güneydeki küçük kolları üzerinde yeralan tüm akım gözlem istasyonların uzun süreyi temsil edecek ortalama akışların ve birim akışların belirlenmesi;

TMH

29TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

c) Türkiye'de, üzerinde istasyon bulunmayan veya son istasyon ile Suriye veya Irak sınırı arasında kalan althavzaların yağış alanlarının belirlenmesi;

d) Fırat’ın Suriye, Suudi Arabistan, Irak’ta; Dicle’nin Suriye, İran, Irak’ta yeralan althavzalarının yağış alanlarının belirlenmesi;

e) Yukarıda “a” ve “b” maddelerinde sözedilen birim akış değerleri, topografya ve iklim koşullarına göre uyarlanarak, “c” ve “d” maddelerinde sözedilen yağış alanlarıyla çarpılmak suretiyle, gözlemi olmayan veya Türkiyede elde edilemeyen Fırat ve Dicle su potansiyelinin çeşitli kesimlerde ve genel toplamda kestirim yapılmıştır.

4. VERİLER

4.1. Akış gözlemleri

Türkiye’de Fırat (n.21) ve Dicle (n.26) havzalarındaki istasyonların akış gözlemleri, E.İ.E. ve D.S.İ.’nin yıllıklarında yayınlanmış aylık değerler olarak akış veri tabanını oluşturmuştur [E.İ.E. 1955-1992; D.S.İ. 1960-1996].

Fırat havzasında yararlanılan kilit istasyonlar 2156 Bağıştaş/Karasu, 2167 Dazlak/Çaltı, 2166 Logmar/Peri, 2133 Melekbahçe/Munzur, 2102 Palu/Murat, 2103 Keban/Fırat, 2145 Hisarcık/Tohma, 2110 Kömürhan /Fırat, 2105 Karakaya/Fırat, 2140 Dutluca/Fırat, 2114 Birecik/Fırat olmuştur [Fıstıkoğlu ve Saf 1994; Çanga 1996; Özdemir 1998; Öziş, Fıstıkoğlu, Çanga 2000 a, b].

Aşağı Fırat havzasında yararlanılan ikincil istasyonlar ise, batıda sağ sahilde 21-67 Kapdeğirmeni/Şendaş, 21-81 Yağızköy/Balık, 21-111 Ekinci/Sacır, 21-69 & 2160 Danaoğlu/Nizip, 21-65 Aldeğirmen/Merzümen, 19-06 Kilis/Afrin; doğuda sol sahilde 2132 İncirli/Culap, 21-95 Dumluca/Cırcıp, 2165 Hocaköy/Zerkan, 2123 & 2123/A Çınarköy/Çağçağ olmuştur [Özdemir 1998; Özdemir, Öziş 2000a,b].

Dicle havzasında yararlanılan kilit istasyonlar 2605 Diyarbakır/Dicle, 2612 Malabadi/Batman, 2603 Beşiri/Garzan, 2610 Baykan/Bitlis, 2624 Pınarca/Kezer, 2604 & 2626 Billoris/Botan, 2611 Rezuk/Dicle, 2606 Cizre/Dicle, 2625 Girikhan/Hezil, 2620 Üzümcü/Zap, 2627 Narlı/Zap olmuştur [Demirci ve Tarıyan 1994; Demirci 1996; Özdemir 1998; Öziş, Baran, Demirci 1999a,b].

Dicle’nin yan kolları üzerindeki, yararlanılan ikincil istasyonlar ise, güneyde sağ sahilde 26-16 Selimi/Dankıran, 26-08 Dilaver/Pamukluk, 26-04 & 2619 Çınarköprü/Göksu, 26-10 Kuşi/Kuşi, 26-19 Ahmedi/ Savur; doğuda sol sahilde 26-54 Kasrik/Kızılsu, 26-45 Şahköyü/Nerdüş, 26-13 Zarova/Hezil; Büyük Zap havzasında 26-30 Çaldıran/B.Zap, 2621 Musahan/B:Zap, 26-56 Dilimli/Büyükçay, 26-43 Konaklı/Nehil, 2630 Teknisyenler/B:Zap, 26-36

Üzümcüköprüsü/B.Zap, 2628 Kamışlı/Cemilkatlı, 2629 Yeşilöz/Şemdinli olmuştur [Özdemir 1995, 1998; Özdemir, Öziş 2000a,b].

Türkiye dışındaki akım gözlem istasyonlarından yalnızca Irak’ta Fırat üzerindeki Hit’in aylık [Hadithi 1978] ve yıllık [Kolars ve Mitchell 1991] akışları açıklanmıştır. Dicle üzerinde ise, Bağdad istasyonunun ortalama akışının, bir yayında [Kolars ve Mitchell 1991] 1236 m³/s (dolayısıyla 39 milyar m³/yıl), başka bir yayında ise [Kutan 1996] 42,2 milyar m³/yıl olduğu ifade edilmektedir (Dicle’nin en önemli doğu kollarından, 400 m³/s mertebesinde ortalama su potansiyeli olan Diyala ırmağı Bağdad’ın mansabında Dicle’ye katılmaktadır).

4.2. Haritalar

Türkiye’deki istasyonların yağış alanları ilgili yıllıklardan alınmıştır. Son istasyonla sınır arasındaki fark yağış alanlarının, üzerinde istasyon bulunmayan ikincil ırmakların tüm yağış alanlarının belirlenmesinde, daha büyük ölçekli haritaların incelenmesini gerektiren istisnai durumlar dışında, 1 : 1.000.000 ve 1 : 800.000 ölçekli haritalardan yararlanılmıştır.

Türkiye dışındaki althavza yağış alanlarının belirlenmesinde 1 : 2.500.000 ve 1 : 1.000.000 ölçekli haritalardan yararlanılmış; althavza sınırları genel topografya, kolların birleşimi, önemli tesis yerleri, ülke sınırları gözetilerek belirlenmiştir.

Suriye’de Fırat üzerinde mevcut ve inşa edilmesi öngörülmüş başlıca tesisler ana yatak üzerinde Teşrin, Al-Thawra, Al-Baas; Irak’ta Hadisa barajları; Irak’ta Ramadi, Habbaniye, Hindiya bağlamalarıdır [Yussif 1983; Karadamur ve Hadid 1992; Bilen 1996, 1997, 2000].

Geçmişte Türkiye’nin, alçak Teşrin barajı ve Türkiye'deki alçak Karkamış barajı yerine, ortak yararlanılacak, her iki ülke için de avantaj sağlayacak tek bir yüksek Teşrin (Yusufpaşa) barajı inşa edilmesi önerisi, Suriye tarafından olumlu karşılanmamıştır.

Irak’ta Dicle üzerinde mevcut ve inşa edilmesi öngörülmüş başlıca tesisler ana yatak üzerinde Saddam (Musul), Al-Fatah, Samara barajları, Al-Kut bağlaması; Büyük Zap üzerinde Bekme, Küçük Zap üzerinde Dokan, Diyala üzerinde Derbendikan ve Hamreen barajlarıdır [Yussif 1983; Bilen 1996, 1997, 2000].

Geçmişte Türkiye’nin, Cizre barajı yerine, daha mansapta Suriye ile ortak bir baraj yapımı önerisi kabul edilmemiştir. Bu tür bir barajla, muhtemelen Habur üzerinden, Dicle’den Fırat’a su aktarılması da söz konusu olabilirdi. Dicle’nin doğu kollarının yukarı kesimlerinde, İran’ın öngörebileceği, muhtemelen yüksek düşülü çevirme santrali niteliğini taşıyabilecek herhangi bir tesis hakkında bilgi bulunmamaktadır.

TMH

30 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

5. FIRAT HAVZASININ TÜRKİYE’DEKİ SU POTANSİYELİ

5.1. Türkiye’de Fırat havzasındaki son akım gözlem istasyonlarında akışlar

1937 ila 1973 su yılları süresince akış gözlemlerine sahip Keban’ın 1974-1980 süresi akışları, Palu + Melekbahçe + Logmar + Bağıştaş + Dazlak aylık akışları toplamıyla regresyon yapılarak kestirilmiş; Hisarcık’ın da yardımıyla Kömürhan, Karakaya, Dutluca akışlarının eksikleri kestirilmiş; Dutluca için Kömürhan üzerinden de kontrol edilmiş [Çanga 1996; Öziş, Fıstıkoğlu, Çanga 2000a,b]; Birecik akışlarının Ekim 1937 - Aralık 1958 ve 1974-1980 süresindeki eksikleri Keban ile regresyon yapılarak kestirilmiş [Fıstıkoğlu ve Saf 1994]; Dutluca ile kıyaslaması uygun bulunup, 1981-1989 süresinin etkisi Cizre ile oranlama suretiyle dikkate alınarak, Birecik’te uzun süreli ortalama akış 960 m³/s, birim akış 9,5 l/s/km² olarak belirlenmiştir.

İkincil istasyonların aylık akışları arasındaki çeşitli regresyon bağıntılarından en uygunları yardımıyla, 1964-1989 süresindeki eksiklikleri kestirilip, 1937-1963 süresinin etkisi Birecik - Dutluca fark akışları ile oranlama suretiyle dikkate alınarak, uzun süreli ortalama akışlar belirlenmiş; yağış alanlarına da bölünerek, birim akışlar Akdeğirmen’de 3,1, Danaoğlu’nda 2,0, Kapdeğirmen’inde 3,4, Yağızköy’de 2,6, Ekinci’de 2,1, Kilis’te 6,3, İncirli’de 1,5, Dumluca’da 17,9, Hocaköy’de 2,7, Çınarköy’de 11,2 l/s/km² olarak belirlenmiştir [Özdemir 1998; Özdemir, Öziş 2000a,b]. Dumluca, Çınarköy be kısmen de Kilis’te pınar katkıları ağırlığını hissettirmektedir.

5.2. Türkiye’de Fırat havzasında Suriye sınırında akışlar

Fırat ana yatağında doğal koşullarda Suriye’ye geçen ortalama akış, Birecik’ten 961, Danaoğlu’ndan 2,0, Nizip ara havzasından 0,2, Karkamış ara havzasından 1,2, dolayısıyla toplam 964 m³/s olmaktadır.

D.S.İ. havza bölünmesinde 21.Fırat havzasında görünmekle birlikte, Şendaş kolu üzerinde Kapdeğirmeni, ana kolda Yağızköy istasyonları bulunan Balık suyu, Halep yakınında çölde son bulan kapalı Qweik havzasına ait olduğundan, hesaba dahil edilmemiştir.

Sacır suyu Ekinci’den 0,8, yan ve ara havzasından 2,3; Fırat ile Culap arasındaki althavzadan 8,5; Culap suyu İncirli’den 0,8, ara havzasından 6,1; Cırcıp suyu Dumluca’dan 1,1, yan ve ara havzasından 9,9; Zerkan suyu Hocaköy’den 1,3, ara havzasından 1,0; Çağçağ suyu Çınarköy’den 9,7, yan ve ara havzasından 5,5; dolayısıyla ikincil kollardan toplam 46 m³/s su Suriye’ye geçmektedir.

Buna göre Fırat’ın Türkiye'den kaynaklanan ortalama su potansiyeli: 964 (ana yatak) + 46 (yan kollar) = 1010 m³/s (32 km³/yıl) mertebesinde bulunmaktadır [Özdemir 1998; Öziş, Özdemir 1998].

6. FIRAT HAVZASININ SURİYE'DEKİ SU POTANSİYELİ

Fırat ve kollarının Suriye'deki althavzalarına 0 ila 2 l/s/km² birim akış uygulanmıştır. Ayrıca, Balikh ve Khabur’da çeşitli pınarların katkısı da [Kolars ve Mitchell 1991; Çongar 1994] özel olarak dikkate alınmıştır. Al-Thawra barajına kadar batıda sağ sahildeki ara havzadan 6,2, doğuda sol sahildeki ara havzadan 6,6, dolayısıyla toplam 13 m³/s su geldiği tahmin edilmiş; Türkiyeden ana yatakta gelen 968 m³/s eklendiğinde, Al-Thawra baraj yerinde su potansiyelinin 980 m³/s olacağı hesaplanmıştır.

Culap suyunun devamı olan Balikh havzasında, Türkiye’den 15, arahavzadan 14, pınarlardan 13; Faid althavzasından 2,9, Beida althavzasından 5,2, Bichri althavzasından 3,5 m³/s su geldiği tahmin edilmiş; Al-Thawra’daki 981 m³/s’ye eklendiğinde, Deir az-Zawr’da Fırat su potansiyelinin, 983’ü Türkiye'den ve 52’si Suriye’den kaynaklanan, 1035 m³/s olacağı hesaplanmıştır.

Cırcıp ve Zerkan sularının devamı olan Yukarı Batı Khabur havzasında, Türkiye’den 13,3, arahavzadan 10, Res-ül-ayn dahil pınarlardan 37; Çağçağ suyunun devamı olan Yukarı Doğu Khabur havzasında, Türkiye’den 15,2, Irak’tan 2,6, arahavzadan 14, pınarlardan 5; Aşağı Khabur havzasında Irak’tan 0,7, arahavzadan 10,5 m³/s su geldiği tahmin edilmiş; Khabur kolu su potansiyelinin, 28’i Türkiyeden, 3’ü Irak’tan, 77’si Suriye’den kaynaklanan, 108 m³/s olacağı hesaplanmıştır.

Faydat althavzasının katkısı ihmal edilerek, Boghars althavzasında Irak’tan 9,0, Suriye’den 6,2 m³/s su geldiği tahmin edilmiş; Suriye-Irak sınırına yakın Abu-Kemal’de Fırat’ın su potansiyelinin, 1011’i Türkiye’den, 12’si Irak’tan, 135’i Suriye’den kaynaklanan, 1158 m³/s (36,5 km³/yıl; bunun yalnızca 4,3 km³/yıl kadarı Suriye’den kaynaklanan) olacağı hesaplanmıştır [Özdemir 1998; Öziş, Özdemir 1998].

7. FIRAT HAVZASININ IRAK'TAKİ SU POTANSİYELİ

Fırat ve kollarının Irak’taki althavzalarına 0 ila 2 l/s/km² birim akış uygulanmıştır. Yukarı Doğu Khabur’a 2,6, Aşağı Khabur’a 0,7, Boghars’a 9,0, Hit arahavzasının bir bölümünden 14,0 m³/s su geldiği tahmin edilmiş; Faydat ve Hit arahavzasının bir bölümünün katkısı ihmal edilmiş; Hit istasyonunda Fırat’ın su potansiyelinin, 1013’ü Türkiye’den, 135’i Suriye'den, 26’sı Irak’tan kaynaklanan, 1174 m³/s (37 km³/yıl; bunun yalnızca 0,8 km³/yıl kadarı Irak’tan kaynaklanmaktadır) olacağı hesaplanmıştır [Özdemir 1998; Öziş, Özdemir 1998].

Suudi Arabistan’daki Nasıriye ve Abu Ghar, Irak’taki Hindiya, Nasıriye, Abu Ghar althavzalarının Fırat’a anlamlı bir katkısı olmadığı kabul edilerek, Hit’teki su potansiyelinin Dicle ile Al Qurna’daki birleşme kesiminde de aynı olduğu yargısına varılmıştır.

TMH

31TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

8. DİCLE HAVZASININ TÜRKİYE'DEKİ SU POTANSİYELİ

8.1. Türkiye’de Dicle havzasındaki son akım gözlem istasyonlarında akışlar

1947’den sonraki yıllarda, Billoris hariç, çeşitli eksikleri bulunan Diyarbakır, Malabadi, Garzan, Baykan istasyonlarının eksiklikleri, aralarındaki aylık akış regresyon bağıntılarıyla kestirilmiş; Cizre’nin 1947-1968 süresindeki akışları Diyarbakır + Malabadi + Garzan + Baykan + Billoris aylık akışları toplamıyla regresyon yapılarak kestirilmiş [Demirci 1996; Öziş, Baran, Demirci, 1999a,b]; 1981-1989 süresi akışları eklenerek, 1937-1946 süresinin etkisi Dutluca ile oranlama suretiyle dikkate alınarak, Cizre’de uzun süreli ortalama akış 543 m³/s, birim akış 14,2 l/s/km² olarak belirlenmiştir.

Benzeri işlemler Rezuk için de yapılmış, ancak fark yağış alanlarının analizi sonucunda, Rezuk değerlerinin diğerleriyle uyumlu olmadığı görülerek dikkate alınmamış; Cizre ile beş memba istasyonu arasındaki fark alanın birim akışı 6,6 l/s/km² olarak hesaplanmıştır.

Dicle’nin güneyindeki ikincil istasyonların, Hocaköy, İncirli, Girikhan dahil, aylık akışları arasındaki çeşitli regresyon bağıntılarından en uygunları yardımıyla, 1964-1989 süresindeki eksiklikleri kestirilip, 1937-1963 süresinin etkisi Cizre ile oranlama suretiyle dikkate alınarak, uzun süreli ortalama akışlar belirlenmiş; yağış alanlarına da bölünerek, birim akışlar Selimi’de 4,0, Dilaver’de 3,5, Çınarköprü’de 3,6, Kuşi’de 1,7, Ahmedi’de 4,0 l/s/km² olarak belirlenmiştir.

Dicle’nin doğusundaki istasyonlar için de, Dilaver, Girikhan, Billoris’le regresyonlar ve benzeri işlemler yapılarak, birim akışlar Kasrik’te 14,1, Şahköyü’nde 13,7, Girikhan’da 16,7, Zarova’da 17,4 l/s/km² olarak hesaplanmıştır.

Büyük Zap havzasındaki istasyonlar için de, Billoris, Musahan, Üzümcü, Üzümcü - Musahan fark akışları ile regresyonlar ve benzeri işlemler yapılarak, birim akışlar Çaldıran’da 3,6, Musahan’da 5,0, Dilimli’de 15,0, Konaklı’da 14,2, Teknisyenler’de 9,9, Üzümcü’de 11,5, Kamışlı’da 28,1, Narlı’da 16,7, Yeşilöz’de 31,2 l/s/km² olarak hesaplanmıştır [Özdemir 1998; Özdemir, Öziş 2000a,b]. Büyük Zap istasyonlarının birçoğunda önemli pınar katkıları bulunmaktadır.

8.2. Türkiye’de Dicle havzasında Irak sınırında akışlar

Dicle ana yatağında doğal koşullarda Suriye ile sınır oluşturduktan sonra Irak’a geçen ortalama akış, Cizre’den 543, Yukarı ve Aşağı İdil ara havzasından 1,6, Şahköyü’nden 4,9, Aşağı Silopi ara havzasından 3,1; dolayısıyla toplam 553 m³/s olmaktadır.

Girikhan’dan 18,9’u gelen Zarova’daki 37,8’in 3,6’sı

Irak’daki ara havzadan geldiği, Türkiyedeki Aşağı Hezil’den ise 1,2 eklendiği dikkate alınarak, Hezil kolunun Türkiyeden kaynaklanan su potansiyeli 35; Beytüşşebap althavzasının katkısı da 23;

dolayısıyla Hezil-Habur kolundan toplam 58 m³/s su Irak’a geçmektedir.

Büyük Zap havzasında, Narlı’dan 113, Çukurca ara havzasından 4, Cilo althavzasından 13, Yeşilöz’den 8,8, Aşağı Şemdinli ara havzasından 9, Karadağ althavzasından 4; dolayısıyla Büyük Zap kolundan toplam 152 m³/s su Irak’a geçmektedir.

D.S.İ. havza bölünmesinde Dicle havzasında görünmekle birlikte, Urumiye gölüne akan Baradost suyu hesaba dahil edilmemiştir.

Buna göre Dicle’nin Türkiye'den kaynaklanan ortalama su potansiyeli: 553 (ana yatak) + 58 (Hezil-Habur) + 152 (Büyük Zap) = 763 m³/s (24 km³/yıl) mertebesinde bulunmaktadır [Özdemir 1998].

9. DİCLE HAVZASININ İRAN'DAKİ SU POTANSİYELİ

Dicle’nin İran’daki doğu kollarının althavzalarına 6 ila 10 l/s/km² birim akış uyugulanmıştır. Bu yaklaşımla, Yukarı Küçük Zap’tan 53, Yukarı Diyala’dan 135, Yukarı Hamreen’den 50, Yukarı Al-Kut’tan 37, Yukarı Al-Tayyip’ten 56 m³/s su geleceği tahmin edilmiş olup; İran’dan kaynaklanan toplam su potansiyeli 331 m³/s (10,4 km³/yıl) olarak belirlenmiştir [Özdemir 1998].

Büyük ölçüde İran’da aktıktan sonra Dicle’ye Al-Qurna yakınında çok alçak bir seviyede katılan Kerkeh kolu bu potansiyel hesabına dahil edilmemiş; bütünüyle İran’da aktıktan sonra Şatt-al-arap deltasına dökülerek körfeze ulaşan Karun ırmağı ise Dicle’nin bir kolu olarak düşünülmemiştir.

10. DİCLE HAVZASININ IRAK'TAKİ SU POTANSİYELİ

Dicle’nin Suriye ve Irak’taki ana yatak ve kollarının althavzalarına 0 ila 15 l/s/km² birim akış uygulanmıştır. Suriye’deki küçük drenaj alanından 2,6 m³/s; Irak’ta orta Hezil’den 3,6, Habur’dan 39, Musul althavzasından 18 m³/s su geleceği tahmin edilmiştir. Türkiye’den ana yatakta 553, Hezil-Habur’da 58 m³/s geldiği dikkate alındığında, Musul’daki su potansiyeli 675 m³/s olarak belirlenmektedir.

Orta Büyük Zap’tan 113, Aşağı Büyük Zap’tan 60, Türkiye’den gelen 152 olmak üzere, Büyük Zap’ın toplam su potansiyeli 325 m³/s olmaktadır. Orta Küçük Zap’tan 100, Aşağı Küçük Zap’tan 51, İran’dan gelen 53 olmak üzere, Küçük Zap’ın toplam su potansiyeli 204 m³/s olmaktadır.

Al-Fatah althavzasından 20, Samarra althavzasından 4 m³/s ile Büyük ve Küçük Zap potansiyelleri Musul’daki

TMH

32 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

675 m³/s’ye eklendiğinde, Samarra’daki su potansiyeli 1228 m³/s değerine ulaşmaktadır. At-Uzaym’dan 66, Bağdad althavzasından 7 m³/s, Samarra değerine eklendiğinde, Dicle’nin Bağdattaki su potansiyeli 1301 m³/s olarak belirlenmektedir.

Irak’ta Yukarı Diayala’dan 52, Orta Hamreen’den 150, Orta Diyala’dan 7, Aşağı Diyala’dan 4 m³/s’ye İran’dan kaynaklanan Diyala’da 135, Hamreen’de 50 m³/s eklendiğinde, Diyala’nın toplam su potansiyeli 398 m³/s olmaktadır. Irak’ta Al-Kut althavzasından kaynaklanan 18, İran’dan gelen 37, Diyala’dan 398 m³/s, Bağdat’taki 1301 m³/s’ye eklendiğinde, Dicle’nin Al-Kut’taki su potansiyeli 1754 m³/s değerine ulaşmaktadır.

Gharraf althavzasının katkısı ihmal edilir, Irak’taki Al-Tayyib althavzasından gelen 23, İran’dan gelen 56 m³/s, Al-Kut’taki 1754 m³/s’ye eklendiğinde, Dicle’nin Basra’nın kuzeyinde Al-Qurna yakınında Fırat ile birleştiği kesimdeki su potansiyeli, 763’ü Türkiye’den, 3’ü Suriye’den, 331’i İran’dan, 736’sı Irak’tan kaynaklanan, 1833 m³/s (58 km³/yıl; bunun 23,2 km³/yıl’ı Irak’tan kaynaklanmaktadır) olmaktadır [Özdemir 1998; Öziş, Özdemir 1998].

11. SONUÇ

11.1. Fırat’ın su potansiyeli

Fırat’ın Mezopotamya’daki toplam su potansiyeli:

a) Türkiye’deki 121.560 km² yağış alanından 1013 m³/s (31,9 km³/yıl);

b) Suriye’deki 87.300 km² yağış alanından 135 m³/s (4,3 km³/yıl);

c) Irak’taki 182.300 km² yağış alanından 26 m³/s (0,8 km³/yıl) akış geldiği;

d) Suudi Arabistan’daki 58.000 km² yağış alanından kayda değer akış gelmediği;

hesaplanarak, toplam 1174 m³/s (37 km³/yıl) olarak belirlenmiştir.

Bu potansiyel 1. bölümde sözedilen çeşitli yayınlarda yeralan değerlerin üst sınırında bulunmaktadır.

11.2. Dicle’nin su potansiyeli

Dicle’nin Mezopotamya’daki su potansiyeli:

a) Türkiye’deki 57,615 km² yağış alanından 763 m³/s (24,1 km³/yıl);

b) Suriye’deki 850 km² yağış alanından 3 m³/s (0,1 km³/yıl);

c) İran’daki 39.400 km² yağış alanından 331 m³/s (10,4 km³/yıl) (Kerkeh ve Karun hariçtir);

d) Irak’taki 146.150 km² yağış alanından 736 m³/s (23,2 km³/yıl);

akış geldiği hesaplanarak, toplam 1833 m³/s (58 km³/yıl) olarak belirlenmiştir.

Bu potansiyel de 1. bölümde sözedilen çeşitli yayınlarda yeralan değerlerin üst sınırında bulunmaktadır. Bu yayınların çoğunda, Suriye ihmal edilmekte, İran’dan hiç sözedilmemekte, katkısı Irak akışlarının içinde gösterilmektedir.

11.3. Öneriler

Yapılan çalışma Türkiye için 1 : 1.000.000 ila 800.000, yabancı ülkeler için 1 : 2.500.000 ila 1.000.000 ölçekli haritalara dayandığından, althavza yağış alanlarına ait değerler çok duyarlı sayılmamalıdır; ilerideki çalışmalarda daha büyük ölçekli haritalarla kontrol edilmelidir.

Türkiye'deki birim akış değerlerinin aynen veya değiştirilip, Suriye, İran ve Irak’taki althavzalara uygulanmasında yağışların değişimi, karst pınar katkıların varlığı gibi hususlarda da daha ayrıntılı verilere sahip olunabilmesi duyarlığı arttıracaktır.

Çeşitli yayınlarda çok az ve ayrıntıya inmeyen bilgiler bulunmakla birlikte, belli kesimlere ait gözlem sonuçları elde edilebildiği takdirde, yaklaşım bulgularının ne ölçüde tutarlı olduğu hakkında daha sağlıklı yargıya varmak mümkün olacaktır.

TEŞEKKÜR

Yazarlar Türkiye’nin sınır-aşan akarsu havzaları, özellikle Güneydoğu Anadolu Projesi konusundaki çalışmalarda destek ve yardımlarını gördükleri, Dokuz Eylül ve Ege Üniversiteleri, Devlet Su İşleri, Elektrik İşleri Etüd İdaresi, Türkiye Elektrik Kurumu, Türkiye Elektrik A.Ş., GAP Bölge Kalkınma İdaresi, Birleşmiş Milletler Çevre Programı, Ata İnşaat A.Ş. ilgililerine; isimleri ve bu konudaki katkıları yazarlarının ilgili yayınlar listesinde de yer alan diğer çalışma arkadaşlarına ve eski öğrencilerine teşekkürlerini sunarlar.

KAYNAKÇA

ACER, A. (1997) : “Keban barajı haznesinde Fırat sularının düzenlenmesinin mansap kesimlere yararları”. İzmir, D.E.Ü. Mühendislik Fakültesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü, Hidroloji ve Su Yapıları Bitirme Projesi, n.153 (Yön.: Ü. Öziş & Y. Özdemir).

AKMANDOR, N.; PAZARCI, H.; KÖNİ, H. (1994): “Orta Doğu ülkelerinde su sorunu”. Ankara, TESAV Toplumsal, Ekonomik, Siyasal Araştırmalar Vakfı, 100 s. + 4 hrt.

TMH

33TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

AVCI, İ.; YANIK, B. (1997): Sınıraşan ve sınır oluşturan su kaynaklarımız: potansiyel, su talepleri ve sorunları. İstanbul, Makina Mühendisleri Odası ve 15 Diğer Meslek Odası, İstanbul Şubeleri, “Su Kongresi ve Sergisi ‘97, İstanbul”, s.7-15.

BARAN, T. (1987): “Türkiye’nin Güneyindeki akarsu havzalarının brüt su kuvveti potansiyeli”. Izmir, Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İnşaat Mühendisliği Bölümü, Hidroloji ve Su Yapıları Yüksek Lisans tezi, n. 15 (yön.: Ü. Öziş), 255 s.

BARAN, T.; DEMİRCİ, N.; ÖZİŞ, Ü. (1995): Dicle havzasının Cizre akım gözlem istasyonunda su potansiyeli. İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi, “İnşaat Mühendisliğinde Gelişmeler, II. Teknik Kongre Bildiriler Kitabı”, s.233-242.

BEAUMONT, P. (1992): Water - A resource under pressure. London, EC Commision Federal Trust for Education and Research. “The Middle East & Europe: An integrated commission approach” (ed.: NONNEMAN, G.).

BİLEN, Ö. (1996): “Ortadoğu su sorunları ve Türkiye”. Ankara, TESAV Toplumsal, Ekonomik, Siyasal Araştırmalar Vakfı, 180 s.

BİLEN, Ö. (1997): “Turkey and water issues in the Middle East”. Ankara, Southeastern Anatolia Project Regional Development Administration, 223 s.

BİLEN, Ö. (2000): “Ortadoğu su sorunları ve Türkiye”. Ankara, TESAV Toplumsal, Ekonomik, Siyasal Araştırmalar Vakfı, 2.b., 322 s.

ÇANGA, R. (1996): “Aşağı Fırat havzası akışlarının Keban-Karakaya-Atatürk barajlarıyla düzenlenmesi”. İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü, Hidroloji ve Su Yapıları Bitirme Projesi, n.139 (Yön.: Ü. Öziş & O. Fıstıkoğlu).

ÇONGAR, B. (1994): Harran-Ceylanpınar ovalarında yıllık yeraltısuyu bilançolarının GAP projesi uygulanması ile değişimi. İstanbul, İstanbul Teknik Üniversitesi, “2. Erguvanlı Mühendislik Jeolojisi Kollokyumu”, Bildiri, 7 s.

DEMİRCİ, N. (1996) : “Water potential and probability distributions of annual and monthly discharges in Tigris basin in Turkey”. İzmir, Dokuz Eylül University, Graduate School of Natural and Applied Sciences, Civil Engineering Department, M.S.-Thesis in hydrology and water resources engineering, 129 s. (sup.: Ü. Öziş; T. Baran).

DEMİRCİ, N.; TARIYAN, Ş. (1994): “Water potential of the Tigris basin in Turkey”. İzmir, Dokuz Eylül University, Graduate School of Natural and Applied

Sciences, Civil Engineering Department, Course workshop report on transboundary river systems in ‘Water Resources Economics’ (Lect.: Ü. Öziş & F. Türkman).

DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI (1996): “Orta-Doğu’da su sorunu”. Ankara, T.C. Dışişleri Bakanlığı, Bölgesel ve Sınıraşan Sular Dairesi, 99 s.

D.S.İ. (1995): “Haritalı istatistik bülteni”. Ankara, DSI Genel Müdürlüğü, n.991-VIII-177, 513 s.

D.S.İ. (1960 ila 1996): “Rasat yıllıkları” (1959 to 1989). Ankara, Devlet Su İşleri, Etüt ve Plan Dairesi.

E.İ.E. (1955 ila 1992): “Akım neticeleri” (1936 to 1989). Ankara, Elektrik İşleri Etüd İdaresi.

FISTIKOĞLU, O.; SAF, B. (1994): “Water potential of Euphrates basin in Turkey”. İzmir, Dokuz Eylül University, Graduate School of Natural and Applied Sciences, Civil Engineering Department, Course workshop report on transboundary river systems in ‘Water Resources Economics’ (Lect.: Ü. Öziş & F. Türkman).

KARADAMUR, S.E.; HADID, B. (1992): Hydraulic structures on Euphrates river. Cairo, Nile Research Institute, “International Conference on Protection and Development of the Nile and Other Major Rivers”, Proceedings, v.2/2, s.8-1-1 ila 14.

KUTAN, R. (1996): Water disputes in middle-eastern countries. Ankara, Aydınlar Ocağı, Panel series 17, “Water conflict in the Middle East”, s.33-49.

KİBAROĞLU, A. (1997): Fırat-Dicle havzasında su sorununa kapsamlı bir bakış. Manisa, Celal Bayar Üniversitesi Yüksek Öğrenim Vakfı, n.1, “Sınır aşan sularımız”, s.3-23.

KOLARS, J.E.; MITCHELL, W.A. (1991): “The Euphrates river and the Southeast Anatolia Development Project”. Carbondale, Southern Illinois University, Water - The Middle East Imperative Series, 325 s.

ÖZDEMİR, Y. (1995): “Dicle havzasının Irak’taki su potansiyelinin belirlenmesine bir yaklaşım”. İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü, Hidroloji ve Su Yapıları Bitirme Projesi, n.133 (Yön.: Ü. Öziş & T. Baran).

ÖZDEMİR, Y. (1998): “Water potential of the Euphrates-Tigris basin in the Middle-East”. İzmir, Dokuz Eylül University, Graduate School of Natural and Applied Sciences, Civil Engineering Department, Master thesis in hydrology and hydraulic works (Adv.: Ü. Öziş).

ÖZİŞ, Ü. (1994a): Uluslararası açıdan Güneydoğu Anadolu Projesi. Salihli, Celal Bayar Üniversitesi,

TMH

34 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

“I. Ulusal İnşaat ve Çevre Sempozyumu”, s.370 379.

ÖZİŞ, Ü. (1994b): Uluslararası ilişkiler açısından Fırat ve Dicle sularının G.A.P. çerçevesinde kullanımı. İzmir, Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi, “Türkiye 6. Enerji Kongresi”, C.5, s.17 31.

ÖZİŞ, Ü. (1994c): La gestion des besoins et d’approvisionnements en eau dans le bassin Euphrate Tigre. Cairo, International Water Resources Association, “IWRA VIII. World Congress on Water Resources”, V.2, s.(T5 S2)1.1 1.13.

ÖZİŞ, Ü. (1997a): Sınır-aşan sular ve Türkiye. İstanbul, Makina Mühendisleri Odası ve 15 Diğer Meslek Odası, İstanbul Şubeleri, “Su Kongresi ve Sergisi ‘97, İstanbul”, s.17-30. ÖZİŞ, Ü. (1997b): Sınır-aşan sular ve Türkiye. Manisa, Celal Bayar Üniversitesi Yüksek Öğrenim Vakfı, n.1, “Sınır aşan sularımız”, s.69-97.

ÖZİŞ, Ü. (2001): Sınır-aşan sulardan yararlanmada hidrolojinin önemi. İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi, “III. Ulusal Hidroloji Kongresi”, s.49-64.

ÖZDEMİR, Y.; ÖZİŞ, Ü. (2000a): Türkiye’de Aşağı Fırat’ın ve Dicle’nin güney kollarının uzun süreli akışları. “İnşaat Mühendisleri Odası, Teknik Dergi”, C.11, n.1, s.2075-2100.

ÖZDEMİR, Y.; ÖZİŞ, Ü. (2000b): Long-term discharges of Lower Euphrates’ and Tigris’ southern tributaries in Turkey. “Chamber of Civil Engineers, Digest 2000”, p.621-625.

ÖZİŞ, Ü.; BARAN, T.; DURNABAŞ, İ.; ÖZDEMİR, Y. (1997a): Türkiye’nin su kaynakları potansiyeli. Ankara, “Meteoroloji Mühendisliği”, Y.1997, n.2, s.40-45.

ÖZİŞ, Ü.; ÖZDEMİR, Y.; BARAN, T. (1997b): Dicle ve kollarının İran ve Irak’taki su potansiyelinin belirlenmesi. İzmir, İnşaat Mühendisleri Odası, “Türkiye İnşaat Mühendisliği 14. Teknik Kongresi”, s.565-580.

ÖZİŞ, Ü.; BARAN, T.; DURNABAŞ, İ.; ŞEKER, Ş.; ÖZDEMİR, Ö. (1997c): Türkiye akarsularının su ve su kuvveti poyansiyeli. Ankara, “Türkiye Mühendislik Haberleri”, Y.42, n.391, s.17-26.

ÖZİŞ, Ü.; BARAN, T.; DEMİRCİ, N. (1999a): Türkiye’de Dicle havzasındaki başlıca akış gözlem istasyonlarının aylık akışları. “İnşaat Mühendisleri Odası, Teknik Dergi”, C.10, n.4, s.2029-2045.

ÖZİŞ, Ü.; BARAN, T.; DEMİRCİ, N. (1999b): Monthly discharges at principal streamgaging stations of Tigris basin in Turkey. Ankara, Chamber of Civil

Engineers, “Digest ‘99”, p.613-616.

ÖZİŞ, Ü.; FISTIKOĞLU, O.; ÇANGA, R. (2000a): Keban, Karakaya, Atatürk baraj yerlerinde aylık akışlar. “İnşaat Mühendisleri Odası, Teknik Dergi”, C.11, n.1, s.2101-2119.

ÖZİŞ, Ü.; FISTIKOĞLU, O.; ÇANGA, R. (2000b): Monthly discharges at Keban, Karakaya, Atatürk dam sites. “Chamber of Civil Engineers, Digest 2000”, p.627-630.

ÖZİŞ, Ü.; BARAN, T.; ÖZDEMİR, Y.; FISTIKOĞLU, O. (2001): Türkiye açısından sınır-aşan sular. Ankara, “Meteoroloji Mühendisliği”, Y.2001, n.1, s.34-39.

ÖZİŞ, Ü.; ÖZDEMİR, Y.; BARAN, T.; DEMİRCİ, N.; FISTIKOĞLU, O.; ÇANGA, R.; ÖZEN (SAF), B.; TARIYAN, Ş. (1998): Mezopotamya su potansiyelinin kestirimine bir yaklaşım. İstanbul, İ.T.Ü., “II. Ulusal Hidroloji Kongresi”, s.9-20.

SHAHIN, M. (1989): Review and assessment of water resources in the Arab region. “Water International”, v.14, n.4, s.206-219.

STARR, J.R.; STOLL, D.C. (1987): “U.S. Foreign policy on water resources in the Middle East”. Washington D.C., The Center for Strategic & International Studies, 49 s.

STARR, J.R.; STOLL, D.C. (eds.) (1988): “The politics of scarcity: Water in the Middle East”. Boulder, Westview, 198 s.

TEKELİ, S. (1990): Turkey seeks reconciliation for the water issue induced by the Southeastern Anatolia project (GAP). “Water International”, v.15, n.4, s.206-216.

TEKER, A. (1997): Türkiye su ve toprak kaynaklarının geliştirilmesinde Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün yeri. Ankara, “Meteoroloji Mühendisliği”, Y.1997, n.2, s.12-15.

TURAN, İ. (1993): Turkey and the Middle East : Problems and Solutions. “Water International”, v.18, n.1, s.23-29.

YANIK, B. (1997): “Türkiye’deki sınıraşan ve sınır oluşturan su kaynakları”. İstanbul, İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi (Yön.: İ. Avcı), 177 s.

YILMAZ, Ş.; KADILAR, R. (1997): Sınırı aşan sularımız. Manisa, Celal Bayar Üniversitesi Yüksek Öğrenim Vakfı, n.1, “Sınır aşan sularımız”, s.27-66.

YUSSIF, F.EL- (1983): Condensed history of water resources developments in Mesopotamia. “Water International”, v.8, n.1, s.19-22.

TMH

35TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

1. SINIR-AŞAN VE SINIR-OLUŞTURAN AKARSULAR

Yeryüzünde pek çok akarsu, bir ülkede doğduktan sonra başka bir ülkeye/ülkelere geçmekte ve “sınır-aşan su” niteliğini taşımakta, bazıları yer yer iki ülke arasındaki sınır boyunca da akarak “sınır-oluşturan su” işlevini görmektedir. Yeryüzünde sınır-aşan ve/veya sınır oluşturan, çokuluslu akarsu havzalarının sayısı 200’ün üzerinde olup, kıta alanlarının yarıya yakın kısmını kaplamakta; bu sulardan yararlanma ilgili ülkeler arasında ciddi sorunlara yol açabilmektedir.

Dünya akarsularının her yıl yenilenen toplam su potansiyeli 20. yüzyıl sonlarında kişi başına 7.000 m³/N/yıl gibi bir değere karşı gelmektedir. Ancak, gerek ülkelere göre çok değişken dağılımı, gerekse elverişli iklim ve toprak koşullarına sahip yörelerdeki büyük sulama suyu ihtiyaçları dikkate alındığında, dünyanın özellikle belli bölgelerinde suyun 21. yüzyılda en stratejik maddelerden biri haline geldiği görülmektedir.

Dünya ülkeleri arasında, 10.000 m³/N/yıl’ın üzerinde potansiyele sahip devletler bulunduğu gibi, daha bugünden 1.000 m³/N/yıl değerinin altına düşmüş pek çok devlet bulunmaktadır. Ancak bu tür istatistikler çoğu kez memba/yukarı-kıyıdaş ülkelerden gelen suların da hesaba katılması sebebiyle, yanıltıcı olabilmektedir [Öziş 1997a,b; Öziş, Türkman, v.d. 1999, 2000].

Türkiye, Suriye ve Irak örneğinde, Türkiye’nin kendi topraklarından kaynaklanan su potansiyeli 180 milyar m³/yıl veya 2.900 m³/N/yıl mertebesindedir [D.S.İ. 1995; Öziş, Baran, v.d. 1997; Bayazıt, Avcı 1997]. Suriye’nin kendi topraklarından kaynaklanan su potansiyeli 7 milyar m³/yıl veya 500 m³/N/yıl civarında olmasına karşılık, Türkiye’den Fırat ve Afrin, Lübnan’dan Asi havzalarından gelen 30 milyar m³/yıl da eklendiği takdirde, 3.000 m³/N/yıl mertebesini bulmaktadır. Irak’ın kendi topraklarından kaynaklanan su potansiyeli 25 milyar m³/yıl veya 1.400 m³/N/yıl civarında olmasına

karşılık, Türkiye’den ve Suriye’den Fırat, Türkiye’den ve İran’dan Dicle havzalarından gelen 70 milyar m³/yıl da eklendiği takdirde, 5.200 m³/N/yıl mertebesini bulmaktadır [Öziş 1997a,b; Öziş, Özdemir, Baran 1997; Öziş, Özdemir, v.d. 1998; Öziş, Türkman, v.d. 1999, 2000; Öziş, Baran, v.d. 2001].

Bu değerlerden hareketle, üç ülkenin kişi başına su potansiyelinin aynı mertebede bulunduğunu, hatta Irak’ta daha büyük olduğunu iddia etmek, memba/yukarı-kıyıdaş ülkenin kendi topraklarından kaynaklanan suyu mansap/aşağı-kıyıdaş ülkenin kullanımına bıraktığı anlamına da gelebileceğinden, hatalı ve sakıncalıdır.

Ayrıca, kişi başına su potansiyeli dünya ortalamasının yarısının altında kalan Türkiye’nin, bazı komşu ülkelere kıyasla su varlığı büyük görünse de, bu potansiyelin gerek ülke içinde alansal, gerekse zamansal dağılımındaki büyük dengesizlikler, Türkiye’nin su kaynaklarının geliştirilmesinde belirli güçlükler ve sınırlamalar da getirmekte; bu potansiyelin ancak üçte ikisi kadarının ekonomik olarak değerlendirilmesi söz konusu olmaktadır.

2. ULUSLARARASI SU HUKUKU AÇISINDAN ÇOKULUSLU SU HAVZALARI

2.1. Su Hukuku Açısından Yaklaşımlar

Çokuluslu havzaların birçoğundan yararlanma amacıyla, çeşitli ülkeler arasında yapılmış 300 civarında andlaşma bulunmaktadır [Biswas 1994].

Sınır-aşan akarsuların geliştirilmesi hususunda, uluslararası hukuk açısından dört yaklaşım söz konusu olmuştur: (a) bir ülkenin kendi topraklarından kaynaklanan suları dilediği gibi kullanabileceği esasına dayanan “mutlak egemenlik” görüşü; (b) bir ülkede akan suların, o ülke toprağının ayrılmaz bir parçası olduğu ve membadaki ülkelerin bu suyun doğal nicelik ve niteliğini değiştirme hakkı olmadığı esasına dayanan “alansal bütünlük” görüşü; (c) mansap ülkelere belirgin zarar vermemek üzere, akarsuyun her bir ülkedeki yağış alanı, sağladığı debi, geçmiş ve mevcut kullanımı, gelişme ihtiyacı, sosyal ve ekonomik

GÜNEYDOĞU ANADOLU PROJESİVE SU SİYASETİ

Ünal ÖZİŞ (1), Ferhat TÜRKMAN (2), Türkay BARAN (3)

Yalçın ÖZDEMİR (4), Yıldırım DALKILIÇ (4)

(1) Em.Prof.Dr., (2) Prof.Dr., (3) Doç.Dr., (4) İnş.Y.Müh.,Dokuz Eylül Üniversitesi İnşaat Müh. Bölümü, İzmir

TMH

36 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

koşullar, su tasarrufu, diğer seçenekler, dengeleme olanakları gibi bir dizi etkenin dikkate alınarak su tahsisini öngören, diğer ülkelere önemli zarar vermeden “hakça ve makul yararlanma” görüşü; (d) ülkeler arasındaki sınırları gözetmeden, bir akarsudan “havza bütününde en iyi yararlanma” görüşü [Öziş 1997a,b; Öziş, Türkman, v.d. 1999, 2000].

Uzun yıllar iki zıt görüş, “mutlak egemenlik” ve “alansal bütünlük” çatışmıştır. Uzlaştırıcı öneri olarak Uluslararası Hukuk Derneği’nin (ILA) 1966 Helsinki kurallarıyla “hakça ve makul kullanım” ve “başkalarına önemli zarar vermeme” esasları tavsiye edilmiş; Birleşmiş Milletler Uluslarası Hukuk Komisyonu’nun (UN-ILC) 1970’lerde başlattığı yıllar süren çalışmalar sonucunda, bu ilkelere dayanan bir taslak [Dışişleri 1996] hazırlanabilmiştir.

Bu arada, 1992’de Rio de Janeiro’da toplanan UNCED - Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansının “Gündem 21” deklarasyonuyla uluslararası önemi vurgulanan “sürdürülebilir kalkınma” esasının yaygınlaşması, 1996’da Marsilya’da kuruluşu açıklanan “World Water Council - Dünya Su Konseyi”, aynı yıl Stockholm Su Sempozyumunda kurulan “Global Water Partnership - Küresel Su Ortaklığı” gibi kuruluşların da etkisiyle, sınır-aşan veya sınır-oluşturan suları, kıyıdaş ülkelerin de ötesinde, uluslararası tartışma konusu yapma eğilimi belirginleşmiştir.

Sonuçta, Birleşmiş Milletler Uluslarası Hukuk Komisyonuna bağlı alt komisyonun olgunlaştırdığı, “başkasına önemli zarar vermeden, hakça ve makul yararlanma” esasına dayanan bir karar, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda 1997’de genel kurulda oylanarak kabul edilmiştir [U.N. 1997; Öziş, Türkman, v.d. 1999, 2000; Wouters 2000].

Özellikle teknik çevrelerce önemli bir yaklaşım olarak görülmekte olan, devletler arasındaki sınırları gözetmeden “havza bütününde en iyi yararlanma” görüşü ise bu durumda arka planda kalmıştır.

Söz konusu karar tasarısının Birleşmiş Milletlerdeki oylamasında, Türkiye iki ülkeyle (Çin, Burundi) birlikte red, birçok ülke çekimser oy kullanmış, birçok ülke oy kullanmamış, bazı maddeler de üye devletlerin ancak üçte bir kadarının olumlu oyuyla kabul edilmiştir.

Bu tür kararların bağlayıcılığı tartışılsa ve kendisi red oyu kullanmış olsa da, Türkiye’nin sınır-aşan akarsu havzalarındaki su ve toprak kaynaklarını geliştirme ve yönetme çalışmalarında etkisi olacaktır. Birleşmiş Milletlerin bu kararının, kıyıdaş olmayan ülkelerin de işe karışmalarına, çeşitli gecikmelere ve kısıtlamalara yol açabilecek bir baskı unsuru olarak kullanılabileceği, bu çalışmalarının hakça ve makul kullanım ile önemli zarar vermeme esasını benimseyen söz konusu karara olabildiğince uygun olduğunu Türkiye’nin savunmak durumunda kalacağını gözönünde tutulmalıdır.

2.2. Birleşmiş Milletler’in Uluslararası Suyolları'nın Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanımları Kanunu Hakkındaki Sözleşmesi

Birleşmiş Milletler’in 21 Mayıs 1997’de kabul ettiği, “Uluslararası Suyollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanımları Kanunu Hakkındaki Sözleşmesi” başlığını taşıyan kararı, sınır-aşan veya sınır-oluşturan suların yeraldığı havzaları “uluslararası suyolları” olarak tanımlamakta, kıyıdaş ülkelerin ötesinde, bu tür ülkelerle ekonomik anlaşmaları olan ülkelere de görüşmelere katılma kapısını aralamakta, bu suların “hakça” (equitable) ve “makul” (reasonable) biçimde kullanılması ve “önemli zarara sebebiyet verilmemesi” (not to cause significant harm) esasını benimsemektedir [U.N. 1997].

Bu bağlamda, hakça ve makul kullanım için yapılacak tahsislerin belirlenmesinde dikkate alınacak kriterler: (a) coğrafi, hidrografik, hidrolojik, iklimsel, ekolojik ve diğer doğal etkenler; (b) kıyıdaş ülkelerin sosyal ve ekonomik ihtiyaçları; (c) kıyıdaş ülkelerin her birinde bu akarsuya bağımlı nüfus; (d) bir ülkedeki kullanımların diğer ülkelere etkileri; (e) suyun mevcut ve tasarlanmış kullanımları; (f) su kaynağının korunması, geliştirilmesi ve kullanımının ekonomisi ile bu doğrultuda yapılacak masraflar; (g) mevcut veya tasarlanmış belli bir kullanım için, aynı değerdeki seçeneklerin varlığı, olarak belirtilmiş; belli süre önceden haber verme ve izin alma gibi kısıtlayıcı bazı hükümler de getirmiştir [U.N. 1997].

2.3. Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu’nun Sınır-aşan Akarsuların ve Uluslararası Göllerin Korunması ve Kullanımı Sözleşmesi

Birleşmiş Milletler’in Avrupa Ekonomik Komisyonu (UN/ECE), su niteliğini ön planda ele alan ve özellikle bu alanda 2000’li belli yıllarda sağlanması gereken koşulları hedefleyen, Avrupa ülkelerinin büyül bölümü ile Avrupa Birliği tarafından da kabul edilmiş olan anlaşmalar gerçekleştirmiştir [UN/ECE 1997; Bosnjakovic 2000].

Bu bağlamda, 1992’de Helsinki’de imzalanan ve 1997’de yürürülüğe giren, “Sınır-aşan akarsuların ve uluslararası göllerin korunması ve kullanımı sözleşmesi” anlaşma temelini oluşturmaktadır. 1999’da buna ek olarak “Su ve sağlık protokolü” imzalanmıştır. 1991’de Espoo’da imzalanmış olan “Sınır-aşan çerçevede çevresel etki değerlendirmesi sözleşmesi” de 1997’de yürürlüğe girmiştir.

Bu sözleşmeler doğrultusunda, Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu, özellikle su niteliği konusunda yoğunlaşan, bir dizi tavsiye ve yol gösterici talimat da hazırlamıştır.

Avrupa Birliğine üye olma yolunda, Türkiye’nin de bu esaslara göre yasal önlemler alması ve erişilmesi

TMH

37TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

istenen koşulların sağlanmasını hedefleyen uygulama yapması gündemdedir.

Ayrıca, 1998’de Aarhus’ta imzalanan “Çevre konula- rında bilgi alma, karar vermede toplumun katılımı ve hak arama sözleşmesi” de, sulardan yararlanma ve korunma konularında yapılacak uygulamaların çevresel etkisinin değerlendirilmesinde sivil toplum örgütlerinin katılımı açısından ilginç boyutlar getirmektedir.

3. TÜRKİYE’NİN “SINIR-AŞAN” VE “SINIR-OLUŞTURAN” AKARSULARI

3.1. Türkiye Genelinde Durum

Türkiye’nin kuzeybatı, kuzeydoğu ve güneydoğu kesimlerinde: (a) Meriç ve kolları; (b) küçük tekil akarsular; (c) Çoruh ırmağı; (d) Aras havzası; Van havzasında Özalp yakınında Kotur kolu; (e) Asi ırmağı ve Afrin kolu; (f) Fırat-Dicle ve doğrudan sınırı aşan kolları; olmak üzere birçok “sınır-aşan” akarsu yeralmaktadır [Avcı, Yanık 1997; Öziş 1997a,b, 2001; Öziş, Baran v.d. 2001].

Altı grupta ele alınabilecek bu havzalardan Fırat-Dicle, Aras, Çoruh, küçük tekil akarsularda Türkiye esas itibarıyla yukarı-kıyıdaş ülke konumunda, Asi ve Meriç’te aşağı-kıyıdaş ülke konumundadır.

Bu havzaların Türkiye’deki yağış alanları toplam 256.000 km² mertebesine ulaşmakta, dolayısıyla ülke yüzölçümünün yaklaşık üçte birini kaplamakta; Türkiye’deki ortalama su potansiyelleri ise toplam 70 milyar m³/yıl mertebesinde bulunmakta, dolayısıyla ülke ortalama su potansiyelinin üçte birinden biraz fazlasına karşı gelmektedir [Öziş 1997a,b; Öziş, Baran, v.d. 1997, 2001].

3.2. Fırat-Dicle Havzası

Sınır-aşan akarsu sistemi niteliğindeki Fırat-Dicle’nin [Dışişleri 1996; Bilen 1996, 1997, 2000; Avcı ve Yanık 1997; Kibaroğlu 1997; Yılmaz ve Kadılar 1997; Öziş 1997a,b, 2001; Öziş, Türkman, v.d. 1999, 2001] doğal akışları konusunda, Türkiye’den kaynaklanan sular için oldukça kapsamlı gözlemler bulunmakla birlikte, Suriye’den ve Irak’tan kaynaklanan sular için az sayıda bilgi bulunmakta [Öziş, Özdemir, Baran 1997; Öziş, Özdemir, v.d. 1998] ve akım gözlemlerinin sonuçları genellikle resmen açıklanmamaktadır.

Fırat havzasının su potansiyeli hakkında, çoğunlukla 30 milyar m³/yıl değerinin biraz altında veya birkaç milyar m³/yıl üstünde değişen değerlere rastlanılmaktadır: 29,0 [Shahin 1989], 29,5 [Kolars & Mitchell 1991], 31,8 [Starr & Stoll 1987; Beaumont 1992], 32 [Kutan 1996], 35 [Bilen 1996, 1997, 2000], 35,6 [Akmandor, Pazarcı, Köni 1994; Dışişleri 1996], 29,5-35,4 [Öziş 1994; Öziş, Özdemir, Baran 1997; Öziş, Özdemir, v.d. 1998; Öziş, Fıstıkoğlu, Çanga 2000; Özdemir & Öziş 2000] milyar m³/yıl.

Bu çalışmalarda, Türkiye dışından kaynaklanan akışların 2 ila 5 milyar m³/yıl mertebesinde olduğu ifade edilmektedir: 2,0 [Kolars & Mitchell 1991], 3,2 [Kutan 1996], 3,4 [Bilen 1996, 1997, 2000], 4,0 [Akmandor, Pazarcı, Köni 1994; Dışişleri 1996], 2-5 milyar m³/yıl [Öziş 1994; Öziş, Özdemir, Baran 1997; Öziş, Özdemir, v.d. 1998]. Bu değerlerden yalnız en sonuncusu için Irak’tan 0-1 milyar m³/yıl geldiği belirtilmiş olup, diğer bütün değerler Suriye’den katılan sular niteliğindedir.

Dicle havzasının toplam su potansiyeli hakkında, çoğunlukla 50 milyar m³/yıl değerinin birkaç milyar m³/yıl altında veya üstünde değişen değerlere rastlanılmaktadır: 42,2 [Starr & Stoll 1987; Kutan 1996], 48,7 [Shahin 1989; Akmandor, Pazarcı, Köni 1994; Dışişleri 1996], 52,7 [Beaumont 1992; Bilen 1996, 1997, 2000], 47-56 [Öziş 1994], 58-60 [Öziş, Özdemir, Baran 1997; Öziş, Özdemir, v.d. 1998; Öziş, Baran, Demirci 1999; Özdemir & Öziş 2000] milyar m³/yıl.

Bu çalışmaların bazılarında, Suriye ve Suudi Arabistan’dan kayda değer akış gelmediği, İran’dan kaynaklanan akışların da Irak’tan gelenlerin içinde olduğu düşünülerek, Türkiye dışından kaynaklanan akışlar olarak: 23,2 [Kutan 1996], 23,5 [Akmandor, Pazarcı, Köni 1994; Dışişleri 1996], 31,4 [Bilen 1996, 1997, 2000], 26-37 [Öziş 1994; Öziş, Özdemir, Baran 1997; Öziş, Özdemir, v.d. 1998] milyar m³/yıl gibi değerlere rastlanmaktadır.

Fırat ile Dicle’nin, Türkiye'deki akım gözlem istasyonlarının kontrol etmediği kesimlerde belli bir su potansiyelinin varlığı, Suriye ve Irak’taki gözlem sonuçları güvenilir biçimde elde edilemediği, çeşitli yayınlarda çok farklı potansiyel değerlerinden sözedildiği gibi hususlar dikkate alınarak, Türkiye'de bulunan akım gözlem istasyonlarındaki birim akış değerlerinden (l/s/km²) hareketle, bu değerler Fırat ile Dicle’nin çeşitli althavzalarına iklim ve topografya koşullarına göre uyarlanarak, Mezopotamya su potansiyelinin mertebesi kestirilmeğe çalışılmıştır.

Bu çalışmalar [Öziş, Özdemir, Baran 1997; Öziş, Özdemir, v.d. 1998] sonucunda kestirilen Fırat-Dicle havzasının su potansiyeli değerlerinin, yukarıda sözedilen çeşitli yayınlarda yeralan değerlerin üst sınırında bulunduğu görülmektedir.

3.3. Asi havzası

Asi havzasının toplam 2,8 milyar m³/yıl civarındaki su potansiyelinin 0,3 milyar m³/yıl kadarı Lübnan’dan, 1,2 milyar m³/yıl kadarı Suriye’den gelmekte; Türkiye’den ise, 0,2 milyar m³/yıl Afrin’den Suriye geçen sular dahil olmak üzere, 7.796 km² alandan 1,3 milyar m³/yıl kadarı kaynaklanmaktadır [Baran, Sayar, Öziş 1997; Öziş, Baran, v.d. 1997, 2001; Öziş 1997a,b, 2001].

TMH

38 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

Lübnan’da suyun pek az bir bölümünün kullanıldığı; Suriye’nin Asi üzerindeki Ghab sulama projesi ile kurak aylarda Türkiye’ye hemen hiç su bırakmadığı; Afrin kolu üzerinde de benzer projeler geliştirmekte olduğu ifade edilmektedir. Suriye, Hatay ilini haritalarında kendi toprağı gibi göstermekte, Asi’yi de kendi akarsuyu gibi kabul etmekte, sularının kullanımını görüşmeye yanaşmamaktadır.

Su potansiyeli açısından Fırat’tan çok küçük olmakla birlikte, Türkiye’nin aşağı-kıyıdaş konumda olduğu Asi havzasının durumu ilkeler açısından özel önem

taşımakta ve Suriye ile su görüşmelerinde tartışılacak birçok yönü bulunmaktadır. Kaldı ki Türkiye Asi havzasında 165.000 hektar arazinin sulanmasını öngörmektedir [DSİ 1995] ve bunun tamamının Türkiye’den kaynaklanan sularla sulanması pek mümkün değildir.

Türkiye’den Ortadoğu’ya hangi kaynaktan hangi nicelikte suyun hangi koşullarla verilebileceği, Türkiye’ye ek külfet yüklenmeden, nesnel biçimde ele alınırken, Asi havzasının durumu da kesinliğe kavuşturulmalıdır.

Şekil 1 - Fırat - Dicle, Balık (Kuveyk) ve Asi Havzaları

TMH

39TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

4. ORTADOĞU SU BUNALIMI

Türkiye’nin su kaynaklarını geliştirmesinde, gerek ulusal, gerek uluslarası ortamda, teknik, ekonomik, sosyal, hukuksal ve politik açılardan en ilgi çekici örnek Fırat-Dicle havzasıdır.

Komşu mansap ülkelerde, Güneydoğu Anadolu Projesi çerçevesinde su kullanımında: (a) yıllara ve mevsimlere göre önemli değişim gösteren Fırat-Dicle sularından yararlanabilmek ve taşkın zararlarından korunabilmek için düzenleme amacıyla yapılan baraj haznelerinden buharlaşmalar; (b) bölgedeki büyük kentlere içme ve kullanma suyu sağlanması; (c) özellikle bölgedeki büyük sulama sistemlerinin beslenmesi gibi hususlar nedeniyle, bu ülkelere akacak olan ortalama su miktarındaki azalışlar ile sulamadan dönecek suların niteliği endişe yaratır görülmekte ve uluslararası bazı çevrelerde de tartışılagelmektedir.

Kıyıdaş ülkelerin ilgilerinin ötesinde [Hadithi 1978; Yussif 1983; Karadamur & Hadid 1992], Ortadoğu’da gerçekten önemli su sıkıntısı sorunlarıyla karşılaşılan Şeria havzasının ivmesiyle, genellikle Fırat, Dicle, Nil havzalarını da kapsayan, “su savaşları”na yol açabilecek “kriz” senaryoları ile barış için alınacak önlemler konusunda çalışmalar ve yayınlar 1980’li ve 1990’lı yıllarda yaygınlaşmağa başlamış, GAP projeleri siyasal açıdan da uluslararası ön plana gelmiştir [Naff & Matson 1984; Starr & Stoll 1987, 1988; Shahin 1989; Kolars & Mitchell 1991; Gruen 1991; University of Waterloo 1992; University of Illinois 1993; Şen 1993; Bulloch & Darwish 1993; Kliot 1994; Biswas 1994; Akmandor, Pazarcı, Köni 1994; Solakoğlu 1994; Bağış 1994, 1997; Ünver 1994, 1997a,b; Öziş 1994, 1997a,b; Bilen 1996, 1997, 2000; Aydınlar Ocağı 1996; Avcı & Yanık 1997; Altınbilek 1997; Öziş, Özdemir, Baran 1997; Öziş, Özdemir, v.d. 1998; Öziş, Türkman, v.d. 1999,2000, 2001; Alpaslan & Harmancıoğlu 2001; Bastian 2001].

5. TÜRKİYE’DE FIRAT-DİCLE SU KAYNAKLARININ GELİŞTİRİLMESİ

Fırat-Dicle su kaynaklarının Türkiye’deki geliştirilme-sinin belkemiği niteliğindeki Güneydoğu Anadolu Projesi (G.A.P.), sulama ve hidroelektrik enerji üretimi amaçlarına yönelik olarak dünyanın en önemli su kaynaklarını geliştirme planlarından biridir [D.S.İ. 1980, 1991; Öziş 1982a,b,c, 1983a,b, 1992, 1994; Uşkay 1987; Özbek 1989; Avcı 1991; Ünver 1994, 1997a,b; Kuzum, Boz 1997; Altınbilek 1997; Kulga & Çakmak 1997]. Bu proje kapsadığı yörenin sosyal ve ekonomik gelişmesinin de başlıca itici gücü niteliğindedir. Türkiye’de Aşağı Fırat ile Batı ve Orta Dicle’yi kapsayan G.A.P.’a Doğu Dicle’nin de dahil edilmesi yönünde eğilimler bulunmaktadır [Öziş 1992, 1993].

Bu proje çerçevesinde inşa edilecek, Aşağı Fırat’ta 18, Batı ve Orta Dicle’de 12, dolayısıyla toplam 30, ayrıca Doğu Dicle’de de 30 su kuvveti tesisinde, Aşağı

Fırat’ta 20 TWh/yıl, Batı ve Orta Dicle’de 8 TWh/yıl, dolayısıyla toplam 28 milyar kWh/yıl, ayrıca Doğu Dicle’de 9 TWh/yıl elektrik enerjisi üretilecektir.

Güneydoğu Anadolu Projesi, 2/3’ü Aşağı Fırat, 1/3’ü Batı ve Orta Dicle’de olmak üzere, toplam 1.800.000 hektar tarımsal arazinin sulanmasını da öngörmektedir. Ayrıca, bazı kentlerin ve sanayi merkezlerinin su ihtiyacı da karşılanacaktır.

Aşağı Fırat’ta 53, Batı ve Orta Dicle’de 15, dolayısıyla toplam 60, ayrıca Doğu Dicle’de 22 baraj sulama ve/veya enerji üretimi için gerekli düzenleme haznelerini oluşturacaktır.

Güneydoğu Anadolu Projesi: (a) gövde dolgu hacmi 84 milyon m³, hazne hacmi 48 milyar m³, santral kurulu gücü 2400 MW, ortalama enerji üretimi 9 milyar kWh/yıl, sulayacağı alan 0,9 milyon hektar olan Atatürk kaya dolgu barajı [Öziş, Basmacı, Harmancıoğlu 1990, 1992]; (b) herbirinin uzunluğu 26,4 km, iç çapı 7,6 m, toplam iletim debisi 330 m³/s olan Şanlıurfa ikiz tünelleri [Tanrıverdi 1992]; (c) yüksekliği 173 m, beton hacmi 2,6 milyon m³, santral kurulu gücü 1800 MW, ortalama enerji üretimi 8 milyar kWh/yıl olan Karakaya planda kemerli ağırlık barajı [Öziş, Özel 1989]; gibi teknik açıdan uluslararası önem taşıyan boyutları olan tesislere sahip bulunmaktadır.

Karakaya barajının akışyukarısında, Yukarı Fırat havzasının son kademesi olarak yeralan, 207 m yüksekliğindeki Keban barajı, eteğindeki 1360 MW gücündeki santralda 6 milyar kWh/yıl enerji ürettiği gibi, yaklaşık üçte ikisi kullanılan, 25 milyar m³’e varan faydalı hazne hacmiyle düzenleme açısından kilit tesis niteliğini taşımaktadır.

6. TÜRKİYE’DEKİ TESİSLERİN MANSAP ÜLKELERE ETKİSİ

Fırat-Dicle havzasında G.A.P.’ın ve Yukarı Fırat’ın bütün tesislerinin gerçekleştirilmesinden sonra, Türkiye’den kaynaklanan suların ortalama koşullarda Fırat’ta % 40’ı, Dicle’de % 65’i komşu mansap ülkelere akmağa devam edecektir. Ancak, herhangi bir su tahsisi anlaşması yapıldığında, akışların stokastik değişimleri dikkate alınarak, tahsis edilecek suyun niceliği olasılık koşullarına bağlı biçimde kademelendirilmelidir.

Türkiye’deki baraj haznelerinin toplam faydalı hacmi Fırat’ta 60-70 milyar m³, dolayısıyla Türkiye'deki yıllık akışların iki katı; Dicle’de 20 milyar m³, dolayısıyla Türkiyedeki yıllık akışlar mertebesindedir.

Mansap ülkelerde, özellikle Fırat’ta, bu çapta düzenleme hacmi yaratmak mümkün olmadığı gibi, birim buharlaşma değerleri de Türkiye’den çok yüksektir. Bu ülkelerdeki haznelerin toplam faydalı düzenleme hacimleri, büyük kısmı Suriye’de olmak üzere Fırat’ta 15 milyar m³, hemen tamamı Irak’ta olmak üzere Dicle’de 20 milyar m³ civarındadır.

TMH

40 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

Türkiye’deki baraj haznelerinden yıllık ortalama buharlaşma kayıpları Fırat’ta 4,5 milyar m³/yıl, Dicle’de 1,5 milyar m³/yıl; mansap ülkelerde Fırat’ta 2,5 milyar m³/yıl, Dicle’de 4,5 milyar m³/yıl civarında olacaktır [Öziş 1994; Öziş 1997a,b; Öziş, Türkman, v.d. 1999, 2000, 2001].

Bu durumda, Türkiye’deki baraj hazneleri mansap ülkelere de, rüsubat tutulması, taşkınların etkin kontrolü, kurak dönem akışlarının arttırılması açılarından önemli yararlar sağlamaktadır. Dolayısıyla, Türkiye’deki baraj haznelerinden buharlaşmayla eksilen suların tümüyle Türkiye’nin hesabına kaydedilmemesi gerektiği gibi, yersiz bir su kaybı olarak da görülmemelidir.

1973’ten sonraki yıllarda Keban baraj yerine gelen akışlar Palu/Murat + Logmar/Peri + Melekbahçe/Munzur + Bağıştaş/Karasu + Dazlak/Çaltı akışları toplamıyla; Karakaya ve Kömürhan akışları Keban + Hisarcık/Tohma akışları toplamıyla regresyona dayanarak; Atatürk baraj yerini temsil eden Dutluca akışları da aynı yaklaşımla kestirilmiştir [Öziş, Fıstıkoğlu, Çanga 2000].

Bu çalışmada, Fırat’ın Türkiye'den kaynaklanan akışlarının altıda beşine karşı gelen, 1937-1980 süresinde 870 m³/s ortalaması olan Dutluca akışlarının, Temmuz-Şubat süresindeki 8 ay boyunca ortalamanın oldukça altında, 300 ila 550 m³/s civarında olduğu; Ağustos ve Eylül gibi aylarda çok kez bunun da altına, 170 m³/s mertebelerine kadar dahi indiği belirlenmiştir.

Aynı çalışmada, bütünleştirilmiş Keban-Karakaya- Atatürk hazneleri için yapılan, yaklaşık nitelikteki işletme hesapları sonrasında, 1937-1980 süresinde hiç eksiksiz güvenilir enerji üretimi esas alındığında, düzenlenmiş akışların 690 m³/s’nin altına düşmeyeceği; ay sayısının % 5’inde eksik üretime olanak tanıyan güvenilir enerji üretimi esas alındığında, söz konusu aylar dışında düzenlenmiş akışların 760 m³/s’nin altına düşmeyeceği görülmüştür.

Keban barajının düzenleyici etkisiyle 1974’ten beri Suriye’deki Tabka barajı eteğindeki santralde güvenilir üretim önemli ölçüde, 600 milyon kWh/yıl mertebesinde artmıştır [Öziş 1997a,b; Öziş, Türkman, v.d. 1999, 2000, 2001].

Fırat’ın 37 km³/yıl mertebesindeki su potansiyeli karşısında, enerji üretimi ve bazı kentlerle sanayi

Tablo 1 - Ortalama sulaklıkta bir yıl için Fırat havzasının genel su bilançosu.

Su hacmi (km³/yıl)

Karkamış’ta doğal akış 30.5

Suriye’ye geçen yan kolların doğal akışı 1.5

Türkiye’den kaynaklanan akış +32.0

Yukarı Fırat hazne buharlaşmaları -1.0

Yukarı Fırat sulamaları ( 450.000 ha ) -4.0

Yukarı Fırat sulamadan dönen +1.0

Keban haznesinden buharlaşma -1.0

Aşağı Fırat hazne buharlaşmaları -3.0

Aşağı Fırat sulamaları ( 1.100.000 ha ) -12.5

Aşağı Fırat sulamadan dönen ( Fırat’a ) +0.5

Aşağı Fırat sulamadan dönen (yan kollara ) +1.0

İçme ve kullanma suyu kayıp farkı -0.5

Fırat havzasında Türkiye’den Suriye’ye akış +12.5

Suriye’den eklenen +4.0

Suriye’deki hazne buharlaşmaları -2.0

Suriye’deki sulamalar (<800.000 ha ) -11.0

Suriye’de sulamadan dönen +2.0

İçme ve kullanma suyu kayıp farkı -0.5

Fırat havzasında Suriye’den Irak’a akış +5.0

Fırat havzasında Suudi Arabistan’dan eklenen 0.0

Irak’dan eklenen +1.0

Irak’da buharlaşma -0.5

Irak’da küçük sulamalar -1.5

Fırat’tan Şatt-el-Arab ve körfeze akış +4.0

Su hacmi (km³/yıl)

Cizre’de doğal akış 17.5

Irak sınırında Zapsuyu'nun doğal akışı 4.5

Suriye ve Irak’a geçen diğer yan kolların doğal akışı 2.0

Türkiye’den kaynaklanan akış +24.0

Batı ve Orta Dicle hazne buharlaşmaları -1.0

Batı ve Orta Dicle sulamaları (650.000 ha ) -6.5

Batı ve Orta Dicle sulamalardan dönen (Dicle’ye ) +0.5

Batı ve Orta Dicle sulamalardan dönen(yan kollara) +0.5

Doğu Dicle hazne buharlaşmaları -0.5

İçme ve kullanma suyu kayıp farkı -0.5

Dicle havzasında Türkiye’den Suriye’ye-Irak’a akış +16.5

Suriye’den eklenen 0.0

Suriye sulamaları -0.5

Irak’a kalan +16.0

İran’dan eklenen +11.0

Irak’tan eklenen +23.0

Irak’taki hazne buharlaşmaları -6.0

Irak’taki sulamalar (Fırat dahil) (3.500.000 ha) -45.0

Irak’ta sulamadan dönen +7.0

İçme ve kullanma suyu kayıp farkı -1.0

Dicle’den Şatt-el-Arab ve Körfeze akış +5.0

Tablo 2 - Ortalama sulaklıkta bir yıl için Dicle havzasının genel su bilançosu.

TMH

41TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

merkezlerinin su ihtiyacının karşılanmasının ötesinde, Fırat sularının Türkiye’nin hakça, makul, ekonomik açıdan tutarlı nitelikteki sulamaları [Ünver 1994, 1997a,b; D.S.İ. 1995; Altınbilek 1997] (300.000 ha Yukarı Fırat'ta, 1.100.000 ha Aşağı Fıratta) ile Suriyenin iddia ettiği azami sulamaları (800.000 ha; ancak özellikle toprak kalitesi açısından bunun 300-400.000 ha civarında kalması sözkonusudur) yapması halinde, Irak’a Fırat’ta pek su kalmayacaktır [Öziş 1994; Öziş, Türkman, v.d. 1999, 2000, 2001].

Dicle’nin 58 km³/yıl mertebesindeki su potansiyeli ile de, Türkiye’de 650.000 hektar, Irak’ta 3.500.000 hektar (bir bölümü Fırat boyunca olmak üzere) tarımsal arazi sulanabilecektir. İlke olarak, su potansiyelinin sınırlı oluşu dikkate alınarak, sulama işlerinin etkili yönetimi, özellikle su tasarruf eden modern yöntemlere ağırlık verilmesi [Ünver 1994, 1997a,b; Çongar 1994] gerekmektedir.

Tablo 1’de Fırat’ın, Tablo 2’de Dicle’nin Türkiye, Suriye, Irak açısından nihai su bilançosu verilmiştir [Öziş 1994; Öziş, Türkman, v.d. 1999, 2000, 2001].

7. FIRAT-DİCLE HAVZASININ HİDROPOLİTİK YÖNLERİ

7.1. İşbirliği Olanakları

Fırat-Dicle havzası örneğinde Türkiye, konumu gereği mutlak egemenlik görüşünü esas almakla birlikte, D.S.İ.’nce hazırlatılan su kaynaklarını geliştirme projelerinin ekonomik tutarlılığı, G.A.P. Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığınca yapılan çalışmalarla konunun dev bir bölgesel kalkınma projesi niteliği kazanması, özellikle su tasarrufu sağlayacak yöntemlere verilen önem gibi hususlar dikkate alındığında, G.A.P. çerçevesinde yeralan tesislerin su ihtiyacının, hakça ve makul kullanım görüşü ile yaklaşıldığında da, Türkiye’ye tahsis edilecek mertebede bulunduğu görülecektir [Ünver 1994, 1997a,b; Öziş 1994, 1997a,b; Bilen 1996, 1997, 2000; Öziş, Türkman, v.d. 1999, 2000, 2001].

Fırat ile Dicle’nin Basra yakınlarında birleşerek, Şatt-el-arab olarak Körfeze aktığı, dolayısıyla aynı akarsu havzasının iki ana kolu olduğu da dikkate alındığında, Irak’ta su fazlası olan Dicle’den, Suriye’nin öne sürdüğü tüm sulamaları gerçekleştirmesi halinde Irak’ta su eksiği olacak Fırat’a, mevcut Tartar gölü bağlantıları veya başka biçimde su aktarılması kaçınılmaz olacaktır [Kolars ve Michell 1991; Beaumont 1992; Öziş 1994, 1997a,b; Bilen 1996, 1997, 2000; Öziş, Türkman, v.d. 1999, 2000, 2001].

Bu aktarmaların gerektireceği ek masrafların tartışılmasına girilmesi halinde, Türkiye barajlarının sağladığı ek faydaların da hesaba mutlaka katılması gereklidir [Öziş, Şamiloğlu, v.d. 1997]. Türkiye’deki baraj hazneleri aşağı-kıyıdaş ülkelere taşkın kontrolü, rüsubat tutulması, düşük akışların arttırılması gibi konularda büyük yararlar sağlayacak konumda olduklarından, Türkiye mansap ülkelerden belli bir

bedel dahi talep edebileceği gibi; aşırı kurak yıllarda, Türkiye bazı sulamalarından vazgeçip, ek bedel karşılığında aşağı-kıyıdaş ülkelere su bırakabilir; aşırı sulak yıllarda, G.A.P. santrallarından mansap ülkelere oldukça ucuz elektrik enerjisi iletebilir [Öziş 1994, 1997a,b; Öziş, Türkman, v.d. 1999, 2000, 2001].

7.2. Su Tahsisi Anlaşmaları

Türkiye ile Irak arasında 29.3.1946’da imzalanan anlaşmanın 6. maddesinde belirtilen 1 numaralı ek protokol uyarınca, düzgün su alınması ve taşkınların önlenmesi amacıyla, Türkiye’de Dicle ve Fırat üstünde akış gözlem istasyonları kurulması ve işletilmesi masraflarına Irak’ın yarı yarıya katılması, gözlem sonuçlarının Irak’a bildirilmasi, Türkiye’de yapılacak tesisler konusunda Irak’a haber verilmesi gibi hususlar kararlaştırılmıştır. Ancak, süresiz nitelikteki ve her beş yılda bir gözden geçirilmesi öngörülmüş olan bu anlaşmanın söz konusu hükümleri uygulana-mamıştır.

Türkiye’nin Fırat-Dicle sularının tahsisi konusunda 1980’li yıllardan beri Suriye ve/veya Irak ile yapılan görüşmelerde sunduğu, yekdiğerine açık ortak çalışmalarla, ilk aşamada üç ülkede belli kesimlerdeki su kaynaklarının nicelik ve niteliğinin belirlenmesi, ikinci aşamada sulama ve drenaj açısından toprak kaynaklarının nicelik ve niteliğinin belirlenmesi, üçüncü aşamada elverişli bulunan toprakların eldeki su ile sulanabilmesini sağlayacak tesislerin projelendirilmesi esasına dayanan, “üç aşamalı planlama” [Tekeli 1990; Turan 1993; Bilen 1996, 1997, 2000; Dışişleri Bakanlığı 1996; Bağış 1997], hakça ve makul kullanımın temel felsefesine uygun olduğu gibi, havza bütününde en iyi yararlanma görüşünün de en iyi örneklerinden biri niteliğindedir. Ancak Türkiye, Suriye ve Irak arasında yıllardır süregelen ikili ve üçlü görüşmeler, Türkiye’nin bütün iyi niyetli yaklaşımlarına rağmen sonuca ulaşmamıştır.

Bu arada yalnızca Temmuz 1987’de Suriye ile Türkiye arasında, dönemin Türkiye Başbakanının ülkenin siyasal istikrarına ve sınır güvenliğine de katkısı olacağı düşüncesiyle yaptığı anlaşmanın (Ekonomik İşbirliği Protokolu) 6. maddesinde, Atatürk barajı haznesinin dolması sırasında ve ilgili üç ülke arasında Fırat sularının nihai tahsisine kadar, Türkiye-Suriye sınırında aylık en az 500 m³/s ortalama su bırakılacağı, herhangi bir ayın ortalamasının 500 m³/s’nin altına düşmesi halinde, aradaki farkın ertesi ay telafi edileceği kararlaştırılmıştır. Aynı yıl Suriye ile Irak arasında da, Türkiye’den bırakılan suların % 42’sinin Suriye, % 58’inin Irak tarafından kullanılacağını öngören bir anlaşma yapılmıştır [Bilen 1996, 1997, 2000].

Bu anlaşmayı öne sürerek, Türkiye’nin nasıl olsa en az 500 m³/s suyu bırakacağı, hatta bunun 700 m³/s olmasının gerektiği gibi istek ve iddialar karşısında, 500 m³/s değerinin “geçici” olduğu, nihai bir tahsis

TMH

42 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

anlaşmasında uzun süre ortalamasının ancak 400-450 m³/s civarında bulunabileceği, olasılık koşullarına bağlı olarak zamanın önemli bir kısmında bunun da altında olabileceği gözden uzak tutulmamalıdır.

İlke olarak, herhangi bir su tahsisi anlaşması yapıldığında, akışların stokastik özelliği, yıllara ve mevsimlere göre değişimleri dikkate alınarak, tahsis edilecek suyun niceliği olasılık koşullarına bağlı biçimde kademelendirilmelidir. Hangi olasılıkla hangi nicelikte su verilebileceğinin matematik modellerle veri üretimi ve olasılık hesaplarına dayanan sistem yaklaşımlarıyla belirlenmesi yerinde olacaktır.

Nitelik açısından da, Fırat’ta Türkiye’den Suriye’ye geçen suların toplam tuzluluğunun, sulamadan dönen sular karıştıktan sonra bile 700 ppm gibi sakınca yaratmayacak seviyede kalacağı beklenmektedir [Bilen 1996, 1997, 2000].

Atatürk barajında su tutulmağa başlandığında, teknik nedenlerden ötürü dip savağın bir ay kadar kapalı kalması gerektiği hususu, komşu ülkelere önceden bildirilmiş, eksikliği peşinen telafi amacıyla 23 Kasım 1989’dan sonra 830 m³/s mertebesinde su bırakılmağa başlanmış; 13 Ocak 1990’da dip savak kapatılıp, su tutulmağa başlanmıştır. 14 Ocak 1990 ve sonraki günlerde Arap dünyasının ve diğer ülkelerin pek çok yayın organında, “Türkler Fırat’ın suyunu kesti” tarzında, hasmane yaklaşım ve yorumlar yeralmıştır. Teknik sakınca kalmayıp, 12 Şubat 1990’da Türkiye yeniden 500 m³/s bırakmağa devam ettikten sonra da, “su savaşları” senaryolarını öne çıkaran yayınların arkası tam kesilmemiştir.

7.3. Çözüm Yaklaşımları

Türkiye’den Ortadoğu ülkelerine su aktarılması konusunda, çok uzun boru hatlarından başlayıp [Duna 1988] denizyoluyla [Yavuz 1997; Aydın 1998] su iletimine, Atatürk barajı haznesinden havza dışına su aktarılmasına [University of Illinois 1993; Bağış 1994] kadar giden çeşitli öneriler de bulunmaktadır.

Ortadoğu su sorunu bağlamında, suyu ve su haklarını, şişelemeden de önce alım-satımı yapılabilen bir meta olarak ele alan yaklaşımlardan, Islam hukukuna göre suyun ticari bir meta olamayacağı ve ihtiyacı olana verilmesinin icabettiği hususuna dikkat çekil-mesine kadar değişik görüşler, Türkiye’nin yapacağı masrafların karşılığını istemesinin ötesinde, doğal kaynak olarak suyun kendisi için de bir bedel istemesi konusunu tartışmaya açık tutmaktadır [University of Waterloo 1992; University of Illinois 1993].

Ayrıca, su kaynakları ve drenaj olanakları kısıtlı bölgelerde, su tasarrufu sağlayacak yöntemler uygu-lanmasının, geniş ölçüde tarımsal sulama yapma çabaları yerine, bu ürünlerin ithal edilmesinin daha akılcı ve ekonomik olacağı hususu da giderek ön plana çıkmaktadır. Irak’ta sulama alanlarının aşırı geniş-letilmesi yerine, petrol karşılığında G.A.P.’taki tarımsal

üretim artışı sonucu Türkiye’den ithal edilmesinin daha uygun olacağı buna bir örnek olarak düşünülebilir.

Ortadoğu su sorunu açısından, aşağı-kıyıdaş ülkeler Suriye ve Irak’ın ötesinde, Ortadoğu’da özellikle Şeria havzasındaki su kısıtlılığının etkisiyle, bölge dışı ülke ve çevrelerin de tırmandırmakta olduğu Fırat-Dicle sularının tahsisi konusunda, Türkiye’nin Fırat’ta geçici olarak bıraktığı 500 m³/s değerini daha da arttırmasına yönelik baskılar karşısında, Fırat-Dicle akışlarının birlikte ele alınması zorunluluğu vardır.

Fırat’ın Mezopotamya’daki uzun süreli ortalama su potansiyeli: (a) Türkiye’deki 121.560 km² yağış alanından 1013 m³/s (31,9 km³/yıl); (b) Suriye’deki 87.300 km² yağış alanından 135 m³/s (4,3 km³/yıl); (c) Irak’taki 182.300 km² yağış alanından 26 m³/s (0,8 km³/yıl) akış geldiği; (d) Suudi Arabistan’daki 58.000 km² yağış alanından kayda değer akış gelmediği; hesaplanarak, toplam 1174 m³/s (37 km³/yıl) olarak belirlenmiştir [Öziş, Özdemir, Baran 1997; Öziş, Özdemir, v.d. 1998, 2001].

Dicle’nin Mezopotamya’daki uzun süreli ortalama su potansiyeli: (a) Türkiye’deki 57.615 km² yağış alanından 763 m³/s (24,1 km³/yıl); (b) Suriye’deki 850 km² yağış alanından 3 m³/s (0,1 km³/yıl); (c) İran’daki 39.400 km² yağış alanından 331 m³/s (10,4 km³/yıl) (yağış alanının hemen tamamı İran’da olan ve Amara yakınında Irak’a geçen Karkeh ile tümüyle İran’da akan ve deltanın ucunda Körfeze dökülen Karun ırmağı dahil edilmemiştir); (d) Irak’taki 146.150 km² yağış alanından 736 m³/s (23,2 km³/yıl); akış geldiği hesaplanarak, toplam 1833 m³/s (58 km³/yıl) olarak belirlenmiştir [Öziş, Özdemir, Baran 1997; Öziş, Özdemir, v.d. 1998, 2001; Özdemir & Öziş 2000].

Bu çerçevede, Şeria (Jordan) nehri havzasında, İsrail, Filistin, Suriye ve Ürdün’ün su ihtiyacının karşılanmasında, bu akarsuyun 1,5-2 milyar m³/yıl potansiyeline ek olarak, havza dışından 2 milyar m³/yıl daha su sağlanmasının olanakları araştırılır, “su savaşları” senaryolarından sözedilirken, Fırat-Dicle su potansiyeli konusunda, Fırat’ta 37-29=8, Dicle’de 58-42=16, dolayısıyla toplam 24 milyar m³/yıl farkı giderecek çalışmaların bir an önce yapılması, yabancı ülkelerde saklı tutulan akış bilgilerinin maskelenmeden açıklanması, Ortadoğu’da “hakça ve makul” nitelikte kalıcı barış koşullarının oluşturulmasında en önemli katkılardan biri olacaktır [Öziş, Özdemir, v.d. 1998, 2001].

Bütün bu çerçevede, Türkiye’de Fırat-Dicle su kaynaklarının geliştirilmesi hususu, esasında yararlı işbirliği yönleri bunalım yaratabilecek endişelerden çok daha ağır basan özelliklere sahip bulunmakta; “su savaşları” senaryolarına yol açacağı öne sürülen “Ortadoğu su bunalımı”nın Mezopotamya ile ilgili kısmının, bölgedeki diğer anlaşmazlıklara kıyasla talihsiz biçimde abartılmış bir sorun niteliğine sokulduğu gözlenmektedir [Öziş 1994, 1997a,b; Öziş, Türkman, v.d. 1999, 2000, 2001].

TMH

43TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

8. SONUÇ

Türkiye’nin sınır-aşan suları, gerek bulundukları bölgede taşıdıkları önem, gerekse gösterdikleri çeşitlilik açısından, fevkalade ilgi çekici, üzerlerinde kamu kuruluşları, bilim ve siyaset mensuplarınca, başka ülkelerdeki durumlarla da kıyaslamalar dahil, daha kapsamlı inceleme ve araştırma yapılması gereken akarsu havzalarıdır.

Bu akarsu havzaları arasında, Güneydoğu Anadolu Projesiyle uluslararası ilgi odağı olan Fırat-Dicle havzası, gerek aşağı-kıyıdaş ülkelere su tahsisi, gerekse Şeria havzasının su kısıtlılığı ile doruğa çıkan Ortadoğu su sorunu açısından özel önem taşımakta; bu havzada aynı akarsuyun iki büyük kolu olan Fırat ve Dicle sularının birlikte ele alınması gerekmektedir.

TEŞEKKÜR

Yazarlar Türkiye’nin sınır-aşan akarsu havzaları, özellikle Güneydoğu Anadolu Projesi konusundaki çalışmalarda destek ve yardımlarını gördükleri, Dokuz Eylül ve Ege Üniversiteleri, Devlet Su İşleri, Elektrik İşleri Etüd İdaresi, Türkiye Elektrik Kurumu, Türkiye Elektrik A.Ş., GAP Bölge Kalkınma İdaresi, Birleşmiş Milletler Çevre Programı, Ata İnşaat A.Ş. ilgililerine; isimleri ve bu konudaki katkıları yazarların çeşitli yazılarının ilgili yayınlar litesinde de yer alan diğer çalışma arkadaşlarına ve eski öğrencilerine teşekkürlerini sunarlar.

İLGİLİ YAYINLARAKMANDOR, N.; PAZARCI, H.; KÖNİ, H. (1994):

“Orta Doğu ülkelerinde su sorunu”. Ankara, TESAV Toplumsal, Ekonomik, Siyasal Araştırmalar Vakfì, 100 s. + 4 hrt.

ALPASLAN, A.; HARMANCIOĞLU, N. (2001): Türkiye’de ve dünya’da su politikaları. İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi, “III. Ulusal Hidroloji Kongresi”, s.111-118.

ALTINBİLEK, D. (1997): Water and land resources development in Southeastern Turkey. “Water Resources Development”, V.13, N.3, s.311-332.

AVCI, İ. (1991): Güneydoğu Anadolu Projesinin tarihsel gelişimi. İstanbul, İnşaat Mühendisleri Odası, “Türkiye İnşaat Mühendisliği XI. Teknik Kongresi”, C.II, s.790-806.

AVCI, İ.; YANIK, B. (1997): Sınıraşan ve sınır oluşturan su kaynaklarımız: potansiyel, su talepleri ve sorunları. İstanbul, Makina Mühendisleri Odası ve 15 Diğer Meslek Odası, İstanbul Şubeleri, “Su Kongresi ve Sergisi ‘97, İstanbul”, s.7-15.

AYDIN, A. (1998): Manavgat su temin projesi. Ankara, “Yapı Dünyası”, N.30, s.13-17.

AYDINLAR OCAĞI (1996): “Water conflict in the Middle East”. Ankara, Aydınlar Ocağı, Panel series 17, 72 s.

BAĞIŞ, A.İ. (ed.) (1994): “Water as an element of cooperation and development in the Middle East”. Ankara, Ayna, Hacettepe University & Friedrich-Naumann-Foundation, 446 s.

BAĞIŞ, A.İ. (1997): Turkey’s hydropolitics of the Euphrates-Tigris basin. “Water Resources Development”, V.13,N.4,s.567-581.

BARAN, T.; ÇAKMAKOĞLU, O. (2001): Aras havzası su potansiyeli. İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi. “III. Ulusal Hidroloji Kongresi Bildiriler Kitabı”, s 629-632.

BARAN, T.; SAYAR, E.; ÖZİŞ, Ü. (1997): Asi havzası su potansiyeli. Ankara, O.D.T.Ü.-D.A.Ü.-Ş.T.Ü.-B.Ü., “İMG’97 - İnşaat Mühendisliğinde Gelişmeler III. Teknik Kongresi”, C.3, s.667-678.

BASTIAN, T. (2001): “Su Savaşları”. İstanbul, Güneşli, 333 s.

BAYAZIT, M.; AVCI, İ. (1997): Water resources of Turkey: potential, planning, development and management. “Water Resources Development”, V.13, N.4, s.443-452.

BEAUMONT, P. (1992): Water - A resource under pressure. London, EC Commission Federal Trust for Education and Research. “The Middle East & Europe: An Integrated commission approach” (ed.: Nonneman, G.).

BİLEN, Ö. (1996): “Ortadoğu su sorunları ve Türkiye”. Ankara, TESAV Toplumsal, Ekonomik, Siyasal Araştırmalar Vakfı, 180 s.

BİLEN, Ö. (1997): “Turkey and water issues in the Middle East”. Ankara, Southeastern Anatolia Project Regional Development Administration, 223 s.

BİLEN, Ö. (2000): “Ortadoğu su sorunları ve Türkiye”. Ankara, TESAV Toplumsal, Ekonomik, Siyasal Araştırmalar Vakfı, 2.b., 322 s.

BISWAS, A.K. (ed.) (1994): “International waters of the Middle East from Euphrates-Tigris to Nile”. Oxford, University Press, 221 s.

BOSNJAKOVIC, B. (2000): Regulation of international watercourses under the UN/ECE regional agreements. “Water International”, V.25, N.4, s.544-553.

BULLOCH, J.; DARWISH, A. (1993): “Water wars - coming conflicts in the Middle-East”. London, Gollancz, 224 s. & (çev.: M. HARMANCI) (1994): “Su savaşları - Ortadoğuda beklenen çatışma”. İstanbul, Altın Kitaplar, 176 s.

ÇONGAR, B. (1994): Harran-Ceylanpınar ovalarında yıllık yeraltısuyu bilançolarının GAP projesi uygulanması ile değişimi. İstanbul, İstanbul Teknik Üniversitesi, “2. Erguvanlı Mühendislik Jeolojisi Kollokyumu”, Bildiri, 7 s.

DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI (1996): “Orta-Doğu’da su sorunu”. Ankara, T.C. Dışişleri Bakanlığı, Bölgesel ve Sınıraşan Sular Dairesi, 99 s.

D.S.İ. (S. UŞKAY; E. TAŞKAPILIOĞLU; N. GÜRKAN;

TMH

44 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

Y. PALALI; H. TOPRAKOĞLU; A. ABİDOĞLU; B. KÖKNEL) (1980): “Güneydoğu Anadolu Projesi”. Ankara, DSI Etüd ve Plan Dairesi.

D.S.İ. (1991): “Güneydoğu Anadolu Projesi”. Ankara, Devlet Su İşleri, Tanıtma Broşürü.

D.S.İ. (1995): “Haritalı İstatistik bülteni”. Ankara, DSI Genel Müdürlüğü, N.991-VIII-177, 513 s.

DUNA, C. (1988): Turkey’s peace pipeline. Boulder, Westview, “The politics of scarcity: Water in the Middle East” (eds.: Starr, J.R. & Stoll, D.C.), s.119-124.

GRUEN, G.E. (1991, rev. 1992): “The water crisis : the next Middle East conflict”. Los Angeles, Simon Wiesenthal Center.

HADITHI, A.H. Al- (1978): “Optimal utilization of the water resources of the Euphrates river in Iraq”. Tucson, University of Arizona, Ph.D.-Dissertation.

KARADAMUR, S.E.; HADID, B. (1992): Hydraulic structures on Euphrates river. Cairo, Nile Research Institute, “International Conference on Protection and Development of the Nile and Other Major Rivers”, Proceedings, V.2/2, s.8-1-1 ila 14.

KİBAROĞLU, A. (1997): Fırat-Dicle havzasında su sorununa kapsamlı bir bakış. Manisa, Celal Bayar Üniversitesi Yüksek Öğrenim Vakfı, N.1, “Sınır aşan sularımız”, s.3-23.

KLIOT, N. (1994): “Water resources and conflict in the Middle East”. London, Routledge, 368 s.

KOLARS, J.E.; MITCHELL, W.A. (1991): “The Euphrates river and the Southeast Anatolia Development Project”. Carbondale, Southern Illinois University, Water - The Middle East Imperative Series, 325 s.

KUIPER, E. (1971): “Water resources project economics”. London, Butterworths, 447 s.

KULGA, D.; ÇAKMAK, C. (1997): Toward sustainable water management in the Southeastern Anatolia Project (GAP). “Water Resources Development”, V.13,N.4, s.541-546.

KUTAN, R. (1996): Water disputes in middle-eastern countries. Ankara, Aydınlar Ocağı, Panel series 17, “Water conflict in the Middle East”, s.33-49.

KUZUM, L.; BOZ, B. (1997): GAP’ta DSİ faaliyetleri. İstanbul, Makina Mühendisleri Odası ve 15 Diğer Meslek Odası, İstanbul Şubeleri, “Su Kongresi ve Sergisi ‘97, İstanbul”, s.31-42.

NAFF, T. (1993): International riparian law in the West and Islam. Urbana, University of Illinois & IWRA, “The International Symposium on Water Resources in the Middle East: Policy and Institutional Aspects”, s.113-123.

NAFF, T.; MATSON, R. (eds.) (1984): “Water in the Middle East : conflict or cooperation”. Boulder, Westview. 236 s.

ÖZBEK, T. (1989): Das Südost-Anatolien-Projekt-GAP. Berlin Technische Universität, “V. Internationales

Weiterbildungsprogramm, Berlin ‘89”, H.16, s.307-317.

ÖZDEMİR, Y.; ÖZİŞ, Ü. (2000): Türkiye’de Aşağı Fırat’ın ve Dicle’nin güney kollarının uzun süreli akışları. “İnşaat Mühendisleri Odası, Teknik Dergi”, C.11, N.1, s.2075-2100.

ÖZİŞ, Ü. (1982a): Aménagement de la basse Euphrate en Turquie. “Travaux”, N.565, s.68 72. & ÖZİŞ, Ü. (1982b): Ausbau des unteren Euphrat-Beckens in der Türkei. “Die Wasserwirtschaft”, J.72, H.5, s.207 210. & ÖZİŞ, Ü. (1982c): The development plan for the Lower Euphrates Basin in Turkey. “Natural Resources and Development”, V.16, s.73 82.

ÖZİŞ, Ü. (1983a): Ausbau des Westlichen Tigris Beckens in der Türkei. “Die Wasserwirtschaft”, J.73, H.4, s.109 112. & ÖZİŞ, Ü. (1983b): Development plan of the Western Tigris Basin in Turkey. “International Journal of Water Resources Development”, V.1, N.4, s.343 352.

ÖZİŞ, Ü. (1992): “G.A.P. I : Güneydoğu Anadolu Projesi gelişme planı Karakaya barajı ve santralı Atatürk barajı ve santralı”. İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi, N.224, 64 s.

ÖZİŞ, Ü. (1993): South east Anatolian Project in Turkey. Urbana, International Water Resources Association & University of Illinois, “International Symposium on Water Resources in the Middle East, Proceedings”, p.279 284.

ÖZİŞ, Ü. (1994): La gestion des besoins et d’approvisionnements en eau dans le bassin Euphrate Tigre. Cairo, International Water Resources Association, “IWRA VIII. World Congress on Water Resources”, V.2, s.(T5 S2)1.1 1.13.

ÖZİŞ, Ü. (1997a): Sınır-aşan sular ve Türkiye. İstanbul, Makina Mühendisleri Odası ve 15 Diğer Meslek Odası, İstanbul Şubeleri, “Su Kongresi ve Sergisi ‘97, İstanbul”, s.17-30. & ÖZİŞ, Ü. (1997b): Sınır-aşan sular ve Türkiye. Manisa, Celal Bayar Üniversitesi Yüksek Öğrenim Vakfı, N.1, “Sınır aşan sularımız”, s.69-97.

ÖZİŞ, Ü. (2001): Sınır-aşan sulardan yararlanmada hidrolojinin önemi. İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi, “III. Ulusal Hidroloji Kongresi”, s.49-64.

ÖZİŞ, Ü.; BARAN, T.; DURNABAŞ, Ş.; ŞEKER, Ş.; ÖZDEMİR, Ö. (1997): Türkiye akarsularının su ve su kuvveti potansiyeli. Ankara, “Türkiye Mühendislik Haberleri”, Y.42, N.391, s.17-26.

ÖZİŞ, Ü.; BARAN, T.; DEMİRCİ, N. (1999): Türkiye’de Dicle havzasındaki başlıca akış gözlem istasyonlarının aylık akışları. “İnşaat Mühendisleri Odası, Teknik Dergi”, C.10, N.4, s.2029-2045.

ÖZİŞ, Ü.; BARAN, T.; ÖZDEMİR, Y; FISTIKOĞLU, O. (2001): Türkiye açısından sınır-aşan sular. Ankara, “Meteoroloji Mühendisliği”, n.1, s.34-39.

ÖZİŞ, Ü.; BASMACI, E.; HARMANCIOĞLU, N. (1990): Atatürk nears completion. London, “Int. Water Power

TMH

45TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

& Dam Construction”, V.42, N.9, s.12 16.

ÖZİŞ, Ü.; BASMACI, E.; HARMANCIOĞLU, N. (1992): Wasserkraftanlage Atatürk am Euphrat. Wien, Technische Universität, “7.Internationales Seminar - Wasserkraftanlagen”, (Red.: A. Königsberger, H. B. Matthias, T. Varga), s.17 31 (english version: s.15-29).

ÖZİŞ, Ü.; FISTIKOĞLU, O.; ÇANGA, R. (2000): Keban, Karakaya, Atatürk baraj yerlerinde aylık akışlar. “İnşaat Mühendisleri Odası, Teknik Dergi”, C.11, N.1, s.2101-2119.

ÖZİŞ, Ü.; ÖZDEMİR, Y.; BARAN, T. (1997): Dicle ve kollarının İran ve Irak’taki su potansiyelinin belirlenmesi. İzmir, İnşaat Mühendisleri Odası, “Türkiye İnşaat Mühendisliği 14. Teknik Kongresi”, s.565-580.

ÖZİŞ, Ü.; ÖZDEMİR, Y.; BARAN, T.; DEMİRCİ, N.; FISTIKOĞLU, O.; ÇANGA, R.; ÖZEN (SAF), B.; TARIYAN, Ş. (1998): Mezopotamya su potansiyelinin kestirimine bir yaklaşım. İstanbul, İ.T.Ü., “II. Ulusal Hidroloji Kongresi”, s.9-20.

ÖZİŞ, Ü.; ÖZEL, Ş. (1989): Karakaya dam and power plant. London, “Int. Water Power and Dam Construction”, V.41, N.7, s.20-24.

ÖZİŞ, Ü.; ŞAMİLOĞLU, C.N.; ÖZDEMİR, Y.; BARAN, T. (1997): Türkiyedeki Fırat barajlarının mansap ülkelerle masraf paylaşımı. İzmir, İnşaat Mühendisleri Odası, “Türkiye İnşaat Mühendisliği 14. Teknik Kongresi”, s.591-596.

ÖZİŞ, Ü.; TÜRKMAN, F.; BARAN, T.; ÖZDEMİR, Y. (1999): Güneydoğu Anadolu Projesi ve hidropolitik yönleri. İzmir, Mühendislik ve Diğer Meslek Odaları İzmir Şubeleri, “İzmir Su Kongresi”, s.443-462. & (2000): “Yapı Dünyası”, N.50 (Mayıs 2000), s.37-47.

ÖZİŞ, Ü.; TÜRKMAN, F.; BARAN, T.; ÖZDEMİR, Y.; DALKILIÇ, Y. (2001): Hidro-politik açıdan Güneydoğu Anadolu Projesi. Ankara, “Meteoroloji Mühendisliği”, n.1, s.43-49.

SHAHIN, M. (1989): Review and assessment of water resources in the Arab region. “Water International”, V.14, N.4, s.206-219.

SOLAKOĞLU, L. (1994): Ulusal ve uluslar arası su hukuku. “GAP Dergisi Sulama Özel Sayısı”, Kasım ‘94, Yıl:2, Sayı:5, s.51-55.

STARR, J.R.; STOLL, D.C. (1987): “U.S. Foreign policy on water resources in the Middle East”. Washington D.C., The Center for Strategic & International Studies, 49 s.

STARR, J.R.; STOLL, D.C. (eds.) (1988): “The politics of scarcity: Water in the Middle East”. Boulder, Westview, 198 s.

ŞEN, S. (ed.) (1993): “Su sorunu, Türkiye ve Ortadoğu”. İstanbul, Bağlam, 534 s.

TANRIVERDİ, Ş. (1992): “Şanlıurfa tünelleri”. Ankara, Devlet Su İşleri, 110 s. + Şekiller.

TEKELİ, S. (1990): Turkey seeks reconciliation for the water issue induced by the Southeastern Anatolia project (GAP). “Water International”, V.15, N.4, s.206-216.

TURAN, İ. (1993): Turkey and the Middle East : Problems and Solutions. “Water International”, V.18, N.1, s.23-29.

U.N. (1997): “Convention on the law of the non-navigational uses of international watercourses”. New-York, United Nations, 25 s.

U.N./E.C.E. (1997): “Meeting of the parties to the Convention on the protection and use of transboundary watercourses and international lakes”. Genève, United Nations, Economic Commission for Europe, Report of the First Meeting ECE/MP.WAT/2.

UNIVERSITY OF ILLINOIS (1993): “The International Symposium on Water Resources in the Middle East: Policy and Institutional Aspects, Proceedings”. Urbana, University of Illinois & IWRA, 285 s. + Additionnal papers.

UNIVERSITY OF WATERLOO (1992): “Conference on The Middle East Water Crisis: Creative Perspectives and Solutions”. Waterloo, University’s Centre on Foreign Policy and Federalism (bildirilerin bir bölümü “Water International”ın Mart 1993 sayısında yayınlanmıştır).

UŞKAY, S. (1987): Güneydoğu Anadolu Projesi DSİ çalışmaları. Ankara, İnşaat Mühendisleri Odası, “IX. Teknik Kongre Bildiriler Kitabı”, C.II, s.7-19.

ÜNVER, O. (1994): Southeastern Anatolia Project (GAP) of Turkey : water resources development within the context of Integrated regional socioeconomic development. Cairo, International Water Resources Association, “IWRA VIII. World Congress on Water Resources”, V.2, s.(T5 S2)5.1 5.13.

ÜNVER, O. (1997a): South-eastern Anatolia integrated development project (GAP), Turkey: an overview of issues of sustainability. “Water Resources Development”, V.13, N.2, s.187-208.

ÜNVER, O. (1997b): Southeastern Anatolia Project (GAP). “Water Resources Development”, V.13, N.4, s.453-483.

WOUTERS, P. (2000): National and international water law - Achieving equitable and sustainable use of water resources. “Water International”, V.25, N.4, s.499-512.

YAVUZ, H. (1997): The Manavgat project of Turkey: water, an economic good. “Water Resources Development”, V.13, N.4, s.561-565.

YILMAZ, Ş.; KADILAR, R. (1997): Sınırı aşan sularımız. Manisa, Celal Bayar Üniversitesi Yüksek Öğrenim Vakfı, N.1, “Sınır aşan sularımız”, s.27-66.

YUSSIF, F.EL- (1983): Condensed history of water resources developments in Mesopotamia. “Water International”, V.8, N.1, s.19-2

TMH

46 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

Su her zaman olduğu gibi, özellikle günümüzde birçok bakımdan (yönüyle ) daha da önem kazanmıştır. Bilindiği gibi tarihsel süreç içerisinde ekonomik ve sosyal gelişmeye su ve barışın birlikte olmasıyla sağlanmıştır. Aslında su insanoğluna birçok fırsat sunduğu gibi tabii felaketlere de neden olabilmektedir. Dolayısıyla söz konusu olumsuzlukları daha önceden görerek felaketler kontrol altına alınmalıdır. Aşırı nüfus artışına bağlı olarak, artan düzensiz kentleşme, sanayileşme ve sulama uygulamalarındaki yanlışlıklar ve aksaklıklar su kalitesi ve miktarının olumsuz etkilemektedir. Mesela temiz içme suyu yokluğu insan sağlığına çok ciddi zararlar vermektedir.

Su sorununun önemi ülkelerin coğrafi konumuna bağlı olarak değişmektedir. Örneğin Kuzey ülkeleri su kıtlığı çekmezken, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Ortadoğu, Güney ve Doğu Akdeniz ülkeleri kuraklık ve su kıtlığı ile karşı karşıyadırlar. Sonuç olarak su birçok ülkenin iç ve dış politikasında etkili olmaktadır. Ortadoğu’da dönüşümü olmayan su kaynakları hoyratça kullanılmaktadır. Bunun başlıca nedenleri yüzeysel suyun yeterli olmaması ve yeraltı su kaynaklarının bilinçsizce tüketilmesidir. Bunun yanında tarımsal sulamada eski ve geri yöntemler kullanılmaktadır. İsrail ve Ürdün’ün bir kısmında sulamada ileri teknolojilerin kullanılması ise istisnai bir durumdur.

Genel durumu kısaca özetledikten sonra Ortadoğu’daki durumu biraz açmakta yarar vardır. Şöyle ki son yıllarda telaffuz edildiğinden hemen savaş ve çatışma senaryoları üretilmektedir. Bu senaryolar genelde batı kaynaklı olduğu gibi maalesef bölge içinden de gelmektedir. Bunun en büyük nedeni de ne yazık ki Ortadoğu düşüncesi rasyonel olmayıp daha ziyade retorik söylemler ile çoğu zaman gerçeği unutturmasıdır.

Türkiye bölgelerarası az gelişmişliği asgariye indirme amacıyla Güneydoğu Anadolu Projesini (GAP) 1980’li yıllarda uygulama yoluna gitmiştir. GAP entegre bir proje olup sosyal ve ekonomik bir kalkınmayı

hedeflemektedir. Barajlar ve hidroelektrik santralleri sayesinde Türkiye, büyük ölçüde enerji açığını da asgariye indirecektir. Sulamayla birlikte önce tarıma dayalı sanayileşme gelişecek ve buna bağlı olarak bölgenin refah düzeyi yükselmiş olacaktır.

İşte elektrik enerjisi ve sulamanın ilk etabının gerçekleştirilmesi amacıyla 1990 yılı Ocak - Şubat aylarında bir aylık devre için Atatürk Barajı’nda su tutulmasına başlanmıştır. Bunun üzerine Suriye başta olmak üzere Irak ve Arap dünyası kıyametler koparmaya başlamış ve Türkiye aleyhinde dünya kamuoyunu yönlendirmeye girişmişlerdir. Esasen Türkiye iyi niyetinin bir ifadesi olarak Atatürk Barajı’nda su tutulmasına başlanmadan önce, bölge ülkelerine özel bir heyet göndererek durum izah etmeye çalışmıştır. Ancak buna rağmen karşı taraftan anlayış görmemiştir. Körfez Savaşı sırasında bazı müttefik ülkeleri Türkiye’ye ve Irak’a zarar vermek amacıyla, Dicle sularının kesilmesini telkin etme yoluna gitmişlerdir. Ama buna rağmen Türkiye iyi niyetinin bir ifadesi olarak, suyu bir silah olarak kullanma yoluna gitmemiştir. Oysa ki Suriye terörist PKK’yı besleyerek ve Türkiye’nin ikazlarına rağmen bu tutumundan vazgeçmeyerek Türkiye’den bu yönde taviz alacağını düşünmüştür. Hatta bununla da kalmayıp Arap ülkelerini ve Arap ligini de sürekli yanlış bilgilerle etkilemeye çalışmıştır.

Türkiye’nin bu iyiniyetli uyarılarına rağmen, tavrını değiştirmeyen Suriye’ye karşı Ekim 1998’deTürkiye - Suriye sınırına askeri bir yığınak yapmak zorunluluğu doğmuştur. Durumun ciddiyetini ve mehametini anlayan Hafız Esad, PKK başı Abdullan Öcalan’ı ülkesinden çıkarmak zorunda kalmıştır.

SINIR AŞAN SULAR SORUNUNUN ÇÖZÜM YOLLARIUluslararası ilişkilerde ihtilaf her zaman ‘hukuksal’ boyutuyla düşünülmemelidir. Uyuşmazlığa taraf olan ülkeler, uyuşmazlığı hukuksal bir ihtilaf kabul ettikleri takdirde bunu yargıç veya hakemlik gibi hukuksal yollardan başvurabilirler. Hiçbir ülke kendi iradesi dışında bir uyuşmazlığı hukuksal veya siyasal yollardan çözümlemeye zorlanamaz. Mesela Türkiye, Suriye ve Irak arasında uyuşmazlıkların zamanla çözümü

(*) Prof. Dr., Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Ankara

ORTADOĞU HİDROPOLİTİĞİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

Ali İhsan BAĞIŞ (*)

TMH

47TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

konusunda iki veya çok taraflı bir anlaşma olma- dığından sözde var olan uyuşmazlığın barışçı yollardan çözümlenebilmesi için ülkeler iyi niyetlerini ortaya koymak zorundadırlar. Uyuşmazlığın barış ve güvenliği tehdit eder bir mahiyet alması halinde Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 33. maddesi gereğince taraflar bu uyuşmazlığı barışçı yollardan çözümleme yoluna gitmektedirler. Taraf ülkeler arasındaki iyiniyet ve işbirliği arzusu her türlü uyuşmazlığın çözümü için esas olan en önemli etkendir.

Sınır aşan sularda yukarı kıyıdaş ülkeler teknik nitelikte danışma ve işbirliği gerçekleştirebilmek için aşağı kıyıdaş ülkelere önceden bilgi vermekle yükümlüdürler. Ancak bu bilgi verme aşağı kıyıdaş ülkeden izin isteme şeklinde düşünülmemelidir. Esasen Türkiye GAP’ın uygulamaya başlamasından önce ve uygulama sırasından uluslararası hukuktan kaynaklanan her türlü vecibelerini yerini getirmekle iyi niyetini komşularına göstermiş bulunmaktadır.

Sınır aşan sular konusunda kıyıdaş devletlerin haklarını ve yükümlülüklerini belirleyen kapsamlı ve tüm uyuşmazlıklara uygulanabilen nitelikte uluslararası kurallar bulunmamaktadır. Ancak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun “Devletlerin Ekonomik Hak ve Yükümlülükleri” hakkındaki 12 Aralık 1974 tarihli kararın 3. maddesini dikkate almakla yükümlüdürler. Uluslararası bir kural haline gelen bu madde hükmüne göre bu kaynakları paylaşan ülkeler diğer kıydaş ülkelere esaslı zararlar vermemek ve kıyıdaş ülkelerin hukuksal menfaatlerini ihlal etmemek diğer bir deyişle nehir sularından hakkaniyet ölçüleri içerisinde faydalanma ve paylaşılmasına dikkat etmek zorundadırlar.

Uluslararası hukuk komisyonu ülkelerin hakkaniyet ve makul ölçüler içerisinde hareket etmesini tavsiye etmektedir.

1. Coğrafi, hidrografik, hidrolojik, iklimsel, ekolojik ve doğal nitelikteki diğer etkenler

2. Kıyıdaş devletlerin sosyal ve ekonomik ihtiyaçları

3. Kullanımın diğer kıyıdaş ülkelere olan etkileri

4. Sınır aşan suların mevcut potansiyel kullanımları

5. Sınır aşan suyun doğal özelliklerinin korunması, ge- liştirilmesi ve su kaynaklarının ekonomik kullanımı, bu amaca yönelik olarak alınan tedbirlerin mahiyeti

Keban Barajının dolumu sırasında Türkiye, tarafların ortak iradeleriyle, Fırat nehrinden önce 350 m³/sn, sonra da 450 m³/sn ve 1987 geçici protokolüne göre 1990 yılında 500 m³/sn su bırakmıştır.

Özetle Türkiye’nin Fırat ve Dicle’den yararlanma konusundaki çabalarının daha fazla sınırlandırılmasın istemek, Türkiye’nin egemenlik haklarının sınırlandırıl- ması olduğu gibi iyi komşuluk ilişkilerinden de daha fayda görmekteyim.

1. Mutlak Egemenlik Görüşü (Harmon Doktrini).Bu görüş ilk kez 1985 yılında ABD ile Meksika arasındaki Rio Grande uyuşmazlığına uygulanmış olup

yukarı kıyıdaş devletin mutlak egemenliğini kabul eden bir görüştür. Bu görüş olumsuz yönleri içerdiğinden artık terkedilmiştir.

2. Doğal Bütünlük Görüşü.Bu görüş, tamamen aşağı kıyıdaş ülkelerin yararına bir görüş olup mutlak egemenlik görüşüne bir tepki olarak doğmuştur.

3. Kullanımda Öncelik.Bu görüş, mutlak egemenlik görüşünün biraz daha esnek şeklidir ve yukarı kıyıdaş devlet tarafından kullanılması aşağı kıyıdaş ülkenin önceliği olduğunu kabul etmektir.

4. Hakkaniyete Uygun Kullanım.Bu görüş, ülkeler tarafından en fazla rağbet gören ve uluslararası komisyon tarafından da benimsenen bir görüştür.

Görüldüğü gibi, sınır aşan sular ihtilafını çözmek şimdilik hukuk açısından mümkün görünmemektedir. Bu nedenle 1980 yılından beri Türkiye, Irak ve Suriye arasından bu uyuşmazlığa bir çare bulmak üzere “Ortak Teknik Komite” oluşturulmuş olup yapılan otuza yakın görüşmelerden bir sonuç alınamamıştır. Görüşmelerin beşi yapıldığında Türkiye üç aşamalı bir plan ileri sürmüştür. Bu plana göre;

1. Su kaynakları envanter çalışmaları yapılmalı,2. Toprak kaynaklarının envanter çalışmalarını kapsa-

malı,3. Su ve toprak kaynaklarının envanter çalışmalarının

sonuçları bu aşamada değerlendirilerek bir sonuca varılmalıdır.

Ancak Irak ve Suriye bu plana karşı gelmekte ve buna karşı da bir alternatif sunmamaktadırlar.

Netice itibariyle, yine de bu uyuşmazlığın çözümlenebilmesi için işbirliğinden başka çare de görünmektedir. Ancak işbirliğinin olabilmesi için duruma göre aktörlerin politika, davranış ve düşüncelerinde değişikliğe gitme zorunluluğu vardır. Uluslararası ilişkilerde bir değişiklik süreci yaşanmakta olup teknolojik gelişme, karşılıklı bağımlılık her geçen gün artmaktadır. Ancak Ortadoğu ülkeleri arasındaki ilişkiler hala güç politikası esasına dayanmaktadır. Karşılıklı bağımlılık Ortadoğu’da bağımsızlık ve egemenliğin yok olacağı şeklinde telakki edilmektedir. Suyun gittikçe azaldığı bölgede bazı ülkeler ısrarla gıdada kendi kendine yeterlilik peşinde koşmaktadır. Bunu en önemli sebeplerinden birisi bu ülkelerin komşularına karşı olan güven eksikliği duygusudur.

Kanımca, bu yönde başarıya ulaşabilmek için Türkiye’nin çok daha fazla aktif bir politika izlemesi gerekmektedir. Zaman zaman Ortadoğu barış görüşmeleri sırasından Fırat sularının başka güçler tarafından gündeme getirilmesi oldukça düşündürücü gözükmektedir. Bu bakımdan bölge içinde ve dışında bu baskı karşısında kalmaması için Türkiye, Irak ve Suriye sınır aşan sular uyuşmazlığını hakkaniyete uygun ve akılcı bir şekilde sonuçlandırabilme şansını kaçırmamalıdırlar.

TMH

48 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

ÖZET

780.000 km² yüzey alanı 63 milyon nüfusu ve önemli sayılabilecek su kaynakları ile Türkiye hiçbir zaman yeterli su kaynağı olmayan bir bölgede bulunmaktadır. Gelecekte suyun barış ve savaşa neden olabilecek kilit bir kaynak olduğu belirgindir. Türkiye’nin yıllık kullanılabilir su hacmi 107 km³ olup kişi başına düşen su potansiyeli 1700 m³/yıl dır. Bu nedenle Türkiye “su zengini” bir ülke olarak kabul edilemez. Komşularının kişi başına su potansiyeli ise Irak’da 2910 m³/yıl ve Suriye’ de 1420 m³/yıl'dır. En önemli su kaynakları Güneydoğu ve Doğu Karadeniz bölgelerinde olup, tüketimin en önemli bölümü ise Türkiye’nin Batı ve Orta Anadolu bölgeleridir. Bu nedenle bölgeler arası su taşını mı gelecekte kaçınılmazdır. Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) ülkemizin en önemli gelişme projesidir. GAP’ın tamamlanması ile 22 baraj ve 19 hidroelektrik santral devreye girecektir. 27350 GW/yıl elektrik enerjisi üretimi (ülkenin hidroelektrik potansiyelinin %22'u) ve 1.7 milyon ha alan sulaması (ekonomik sulanabilir toplam alanın %19'u) sağlanacaktır. Fırat ve Dicle havzalarının su ve toprak kaynaklarının rasyonel ve kapsamlı bir şekilde kullanılması için Türkiye, Irak ve Suriye’nin teknik elemanlarından oluşan bir ekip tarafından yürütülmesi bu üç ülke arasındaki sorunun çözümü için gerekli olduğu belirgindir.

1. GİRİŞ

780.000 km² yüz alanı ve 63 milyon nüfusu ve önemli sayılabilecek su kaynakları ile ülkemiz hiçbir zaman yeterli su kaynağı olmayan bir bölgede bulunmaktadır. Bu neden suyun gelecekte barış ve savaşa neden olabilecek bir kaynak olduğu belirgindir.

Ülkemizdeki yağış yüksekliği ortalama 643 mm olup bu da yıllık 500 km³ suya denk düşmektedir. Ortalama yüzeysel akış miktarı ise 186 km³ (2400 m³/ha) dır. Komşu ülkelerin su hakları, kirlilik kontrolü için gerekli minimum akarsu debisi sağlanması, jeolojik ve topoğrafik koşullardan dolayı, yıllık kullanılabilir

su potansiyeli 95 km³ olarak hesaplanmıştır. Elde edilebilen 12 km³ yer altı suyunu da buna katarsak, yıllık kullanılabilir su potansiyeli 107 km³ olarak bulunur [1].

2. SU VE ENERJİ POTANSİYELİ

Yıllık 107 km³ su potansiyelini nüfusa bölersek, kişi başına 1700 m³/yıl olan su potansiyeli 2020 yılına kadar 1000 m³/ yıl değerine düşmesi beklenmektedir. Bu nedenle Türkiye “su zengini” bir ülke olarak kabul edilemez. Komşularının kişi başına su potansiyeli ise Irak’da 2910 m³/yıl ve Suriye’de 1420 m³/yıl'dır.(Şekil 1).

Yağış yıldan yıla olduğu gibi bölgeden bölgeye de önemli farklar göstermektedir. Doğu Karadeniz Bölgesinde yıllık yağış yüksekliği 250 cm yüksek bir değer olabildiği gibi, Orta Anadolu’da bu değer 30 cm değerine düşmektedir. Ülkemizin su potansiyelinin % 28‘i Güneydoğu bölgesinde ve % 8‘i de Doğu Karadeniz bölgesindedir. Bilindiği gibi ülkemizde 26 su havzası bulunmaktadır (Şekil 2 - Tablo 1). Bu su havzalarının su potansiyelini, planlanan sulama alanlarını ve hidroelektrik potansiyelini göstermektedir. En önemli akarsular Fırat ve Dicle nehirleri olup Türkiye’de doğarak Basra Körfezi’ ne dökülen sınır aşan sulardır. Ayrıca Meriç, Çoruh, Aras, Arpaçay ve Asi nehirleri de sınır aşan sulardandır. Türkiye ile komşuları arasındaki sınırlarının % 22'si uluslararası sular boyuncadır.(*) Prof. Dr., (**) Y. Doç. Dr.,

İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi, İstanbul

GAP PROJESİ TÜRKİYE, IRAK VE SURİYE

ARASINDA SORUN NEDENİ MİDİR?Atıl BULU (*), Şevket ÇOKGÖR (**)

Şekil 1 - 1993 yılında su zengini ülkeler, bazı Orta Doğu ülkeleri ve Türkiye’de kişi başına düşen su miktarı [2].

TMH

49TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

Ülkemizin 28 milyon ha alanı tarıma elverişli, 21.5 milyon ha meralık ve 23 milyon ha alan ise ormanlık olarak kabul edilebilir. Sulanabilen alan ise 26 milyon ha olup, bundan 8.5 milyon ha ekonomik olarak sulanabilir alan olarak alınabilir. Ayrıca 0.6 milyon ha

alan da yer altı suyu ile sulanabilmektedir.

Türkiye’nin hidroelektrik potansiyeli oldukça yüksek olup, Avrupa ülkeleri arasında en yükseklerinden biridir. Kullanılabilir hidroelektrik potansiyeli 125 000 Gwh/yıl olarak hesaplanmıştır [1].

Tablo 1 - Türkiye havzalarının Su potansiyeli ve planlanan hidoelektrik ve sulama potansiyeli [3].

Şekil 2 - Türkiye’deki drenaj havzaları

Ortalama Toplam Planlanan Yıllık Hidrolik yıllık akım potansiyele sulanacak alan Enerji potansiyeli Havza (km³/yıl) göre yüzdesi (106ha) (103GWh)

1. Meriç-Ergene 1.33 0.7 0.15 -

2. Marmara 8.33 4.5 0.08 -

3. Susurluk 5.43 2.9 0.18 1.90

4. Kuzey Ege 2.09 1.1 0.09 0.04

5. Gediz 1.95 1.1 0.19 0.42

6. K. Menderes 1.19 0.6 0.03 0.14

7. B. Menderes 3.03 1.6 0.31 0.85

8. Batı Akdeniz 8.93 4.8 0.13 2.50

9. Antalya 11.06 5.9 0.16 4.41

10. Burdur Gölü 0.50 0.3 0.04 -

11. Akarçay 0.49 0.3 0.03 -

12. Sakarya 6.40 3.4 0.37 2.36

13. Batı Karadeniz 9.93 5.3 0.10 2.11

14. Yeşilırmak 5.80 3.1 0.34 6.47

15. Kızılırmak 6.48 3.5 0.50 6.51

16. Konya (Kapalı) 4.52 2.4 0.43 0.10

17. Doğu Akdeniz 11.07 6.0 0.09 5.18

18. Seyhan 8.01 4.3 0.31 7.12

19. Asi 1.17 0.6 0.10 0.12

20. Ceyhan 7.18 3.9 0.59 4.63

21. Fırat 31.61 17.0 1.74 38.94

22. Doğu Karadeniz 14.90 8.0 - 10.93

23. Çoruh 6.30 3.4 0.03 10.61

24. Aras 4.63 2.5 0.27 2.29

25. Van Gölü (Kapalı) 2.39 1.3 0.09 0.26

26. Dicle 21.33 11.5 0.65 16.88

Toplam 186.51 100 7.00 124.57

TMH

50 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

3. SU TRANSFERİ

Ülkemizin en önemli su kaynakları Güneydoğu Anadolu ve Doğu Karadeniz bölgelerinde olup, ihtiyacın en yüksek olduğu bölgeler ise Batı ve Orta Anadolu bölgeleridir. Bu nedenle havzalar arasında su taşınımı gelecekte beklenmelidir. Fırat, Dicle, Doğu Karadeniz, Doğu Akdeniz ve Antalya bölgelerindeki su havzalarının suları ülkemizin orta ve batı bölgelerindeki eksikleri karşılamak için taşınması düşünülecektir.

4. GÜNEYDOĞU ANADOLU PROJESİ (GAP)

Ülkemizin en önemli gelişme projesi olan GAP aynı zamanda dünyadaki en büyük projelerden biridir. Aşağı Fırat ve Dicle havzalarındaki baraj, hidroelektrik santral ve sulamayı içeren bu proje ile ülke alanının %10'unu ve nüfusun %8'ini kaplayan bu bölgede tarım, ulaşım, endüstri, iletişim, sağlık ve eğitimin gelişimi sağlanacaktır. GAP projesinde 22 baraj ve 19 hidroelektrik santrali bulunmaktadır. 27.350 GWh/yıl elektrik enerjisi (ülkemizin hidroelektrik potansiyelinin %22'si) üretimi ve 1.700.000 ha alanın sulanması beklenmektedir. Aynı zamanda havzanın mansap kısmında akım düzenlenmesi ve taşkın kontrolu da sağlanmış olacaktır.

Projenin tamamlanması için ülkemizin çok önemli teknik ve mali kaynakları bu bölgeye akıtılmaktadır. Projenin oluşumu ile Suriye, Irak ve Türkiye arasında gerilim artmaktadır. Bu üç ülke arasında rasyonel bir çözüm geliştirilmesinin gerekliliği açıktır.

5. SORUN NEDENİ: FIRAT VE DİCLE NEHİRLERİ

Fırat ve Dicle nehirlerinin Basra körfezine ulaşmadan önce birleştikleri noktadaki ortalama yıllık su miktarı 88 milyar m³ olup bunun %60’ı Türkiye, %4’ü Suriye ve %36'sı ise Irak topraklarından gelen suları içermektedir.

a) Fırat Nehri

Fırat havzasının Basra Körfezine ulaşan ortalama su hacmi 36 milyar m³'dür. Her üç ülkenin bu hacme katkıları ile planladığı sulama alanlarının su kullanma miktarları Tablo 2'de verilmiştir.

Fırat havzasının toplam su potansiyelinin %88.7'si Türkiye’den doğmakta, %11.3'ü ise Suriye toprakların- dan gelmekte, Irak topraklarının katkısı ise hiç yoktur. Fırat nehrine bu ülkelerin su potansiyeli katkısı çok az olduğu halde Suriye bu suyun %1.8'ini ve Irak ise %64. 6'sını kullanmak istemektedir. Türkiye ise toplam su potansiyelinin %8.7'sini sağladığı halde %51.8'ini kullanmak istemektedir. Tablo 2 de görüldüğü gibi 3 ülkenin kullanmak istedikleri su potansiyeli Fırat nehri toplam su potansiyelinin 17.3 milyar m³ fazlasıdır. Nehrin su potansiyelini göz önünde tutarsak bu 17.3 milyar m³ fazla suyun sağlanması olanaksızdır.

b) Dicle Nehri

Eğer Tablo 2'nin benzerini Dicle nehri içinde hazırlarsak Tablo 3 elde edilir. Tablodan görüleceği gibi havzanın su potansiyeli Türkiye ve Irak tarafından sağlanmaktadır. Su potansiyelini %51.9'u Türkiye topraklarından ve %48.1'i Irak topraklarından gelmektedir. Fırat havzasında olduğu gibi, Irak ve Suriye’nin kullanmak istedikleri su potansiyeli kendi topraklarından oluşan katkıdan çok fazladır. Türkiye kendi topraklarının katkısı olan su hacminden çok daha azını kullanmak istemektedir. Fırat havzasında olduğu gibi üç ülkenin kullanmak istedikleri toplam su hacmi Dicle havzası su potansiyelinin 5.8 milyar m³ fazlasıdır.

Tanınmış uluslararası su mühendislerinin Suriye ve Irak’ın sulanabilen alanlara ait tahminleri ile bu ülkelerin resmi verileri arasında önemli çelişkiler vardır (Tablo 4). Fırat havzasındaki su eksikliğinin Dicle nehrinden su transferi ile giderilmesi önerilmektedir [4]. Eğer bu su taşınımı sağlanırsa, 3 ülkenin planladığı sulama projelerinin hayata geçebileceği hakkında genel bir görüş egemendir.

Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde planlanan su yapıları Türkiye’nin enerji ve sulama gereksinmelerini karşılayabileceği gibi, komşularına da düzenlenmiş su verecektir. Bu nehirlerdeki debi çok değişkendir. Örneğin yaz aylarında debi 150-200 m³/s değerlerine kadar azalabildiği gibi ilkbahar aylarında da 5000 m³/ s değerlerine ulaşabilmektedir. Yani yazın kuraklık ilkbaharda da taşkınlara neden olmaktadır. Fırat

Tablo 2 - Fırat havzası su potansiyeli ve bölge ülkelerinin kullanım hedefleri [2]

Su Potansiyeli Tüketim HedefiÜlke (109 m³/yıl) (109 m³/yıl)Türkiye 31.58 18.42 (%88.7) (%51.80)

Suriye 4.00 11.30 (%11.3) (%31.80)

Irak 0.00 23.00 (%0.00) (%64.60)

Toplam 35.58 52.92 (%100) (%100)

Su Potansiyeli Tüketim HedefiÜlke (109 m³/yıl) (109 m³/yıl)Türkiye 25.24 6.87 (%51.9) (%14.1)

Suriye 0.00 2.60 (%0.0) (%5.4)

Irak 23.43 45.00 (%48.1) (%92.5)

Toplam 48.67 54.47 (%100)

Tablo 3 - Dicle havzası su potansiyeli ve bölge ülkelerinin kullanım [2]

TMH

51TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

üzerinde yapılan barajlar bu debi değişimlerini düzenlemekte, komşularının düzenlenmiş su almasını sağlamaktadır. Bu amaçla Türkiye ve Suriye 1987 yılında bir protokol imzalayarak minimum 500 m³/s debinin Türkiye sınırlarından Suriye’ye verilmesi konusunda anlaşmışlardır.

6. FIRAT VE DİCLE HAVZALARININ PLANLANMASI İÇİN RASYONEL YAKLAŞIM

Fırat ve Dicle havzalarının su ve toprak kaynaklarının rasyonel ve kapsamlı planlanarak kullanılması için bu havzalar bir sistem olarak düşünülmesi gerekmek-tedir.

Çalışmaya mevcut veriyi toplamak, değerlendirmek ve gözden geçirmekle başlamalıdır. Tanınmış uluslar arası su mühendisleri ile ülkelerin resmi hidrometeorolojik verileri (yağış, evapotranspirasyon, akış) ve sulanabilir toplam alan ile zemin verileri, çok tutarsız olduğu için bu ilk çalışma çok önemlidir (Tablo 4). Üç ülkede veri toplama ve analizinde, verilerin standardize edilmesinde iş birliği yapmalıdır.

Daha sonra, bu iki havzayı bir bütün olarak ele alarak, havzalar arası su taşınımı dikkate alınmalıdır. Dicle nehrinin su potansiyeli Fırat nehrinden fazladır. Fakat sulama gereksinmesi ise Fırat havzasında fazladır (Irak Dicle sularını Fırat’a akıtacak bir proje geliştirmiştir). Bölge bir bütün olarak düşünülerek baraj gölü alanları, sulama alanları ve üretilecek ürünler planlamalıdır. Gelişmiş zirai teknolojiler göz önünde tutularak sulama için gerekli su gereksinmeleri tekrar ele alınmalıdır. Sulamadan oluşan tuzlanma problemi de göz önünde tutulmalıdır. Sulamadan gelen suların kalite ve miktarları dikkatle hesaplanmalıdır. Gelişme projelerinde yer altı su kaynakları da göz önünde tutulmalıdır.

Son aşamada ise mevcut optimizasyon tekniklerini kullanarak optimum çözüm araştırılmalıdır. Bu aşa- mada sulama yöntemleri, hidroelektrik santraların su kullanımları ve havzalar arası su taşınımları dikkate alınmalıdır. Gelişme planlarında Türkiye, Suriye ve Irakta bulunan sulama projeleri tekrar gözden geçiril-meli ve gerekirse bu projelerde değişiklere gidilmeli-dir.

Uluslararası su havzasının planlamasında yabancı su mühendislerinin danışmanlığında üç ülkenin teknik elemanlarından oluşan bir ekip görev almalıdır. Bu amaçla bir enstitü kurulabilir [9].

7. SONUÇLAR

Bu yazıdaki bilgilerden aşağıdaki sonuçlar çıkarılabilir.

a) Komşu ülkelerin diğer ülkelere kabul ettirmek iste-diği gibi Türkiye “su zengini” bir ülke değildir.

b) Suyun alansal dağılımı ile endüstri ve nüfusun dağılımı birbiriyle uyuşmamaktadır. Bu nedenle bölgelerarası su ve enerji taşınımı gereklidir.

c) Türkiye teknik ve mali kaynaklarının çok önemli bir bölümünü GAP projesinin bitirilmesine harcamış ve harcamaya devam etmektedir.

d) Irak ve Suriye’nin Dicle ve Fırat’tan su istekleri tanınmış uluslararası su mühendislerinin ortaya koyduğu gibi çok abartılıdır.

e) Dicle ve Fırat havzalarının rasyonel ve kapsamlı planlanabilmesi için üç ülkenin teknik elemanların-dan oluşan bir ekip oluşturulmalıdır. Yabancı su mühendislerinden bu ekibe tarafsız danışmanlık hizmeti sağlanmalıdır.

8. KAYNAKLAR

[1] Bayazıt,M., and Avcı, İ., 1997. Water Resources of Turkey: Potential, Planning, Development and Management. Int. Jour. of Water Resources Development (accepted for publication).

[2] Dışişleri Bakanlığı, 1996, Water Issues Between Turkey, Syria and Iraq. Department of Regional and Transboundary Waters, Ankara, p. 102.

[3] DSİ. Genel Müdürlüğü, Akım Yıllıkları 1996

[4] Kollars, J.F., 1994. Problems of International River Management: The Case of Euphrates, Middle East Water Forum. Cairo, Egypt, p.49.

[5] Bilen. Ö., 1993 Prospects for Technical Cooperation in the Euphrates-Tigris Basin, Water As An Element of Cooperation and Development in the Middle East. Ed. A. İ. Bağış, Hacettepe University and Friedrich Naumann Foundation, Ankara, p. 22.

[6] Kollars, J.F., 1993. Managing the Impact of Development: The Euphrates and Tigris Rivers and the Ecology of the Arabian Gulf. A Link in Forming Tri-riparian Cooperation,t, Ed. A. İ. Bağış, Hacettepe University and Frienrich Naumann Foundation, Ankara, p. 137.

[7] Anderson, E.W., 1986. Water Geopolitics in the Middle East: The Key Countries. Conference on U.S. Foreign Policy on Water Resources in the Middle East: Instrument for Peace and Development, CSIS, Washington D.C., p.191

[8] Beaumont, P., 1978. The Euphrates River. An International Problem of Water Resources Development, Environmental Conservation. Vol. 5, No. 1, The Foundation for Environmental Conservation, p. 42

[9] Bayazıt, M., 1997. Management of the Euphrates and Tigris River Basins: Need for a Rational Approach, XXVII IAHR Congress, San Francisco.

Suriye IrakReferans (106 ha) (106 ha)

Ülkelerin resmi açıklamaları 0.77 1.95

Kollars (1993) [6] 0.37 - 0.39 1.29

USAID Rapor 0.32 -

Anderson (1986) [7] 0.2 - 0.5 -

Beaumont (1978) [8] 0.4 - 0.8 -

Tablo 4 - Irak ve Suriye’nin fırat nehrinden sulanabilir alanları [5]

TMH

52 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

Ülkemizde, yıllık yaklaşık 186x106 m³ yüzeysel su potansiyeli vardır. Bunun kullanılabilir kısmı 130x106 m³ civarında olduğu, araştırmalardan ortaya çıkmıştır.

Kullanılabilir bu hacmin, sadece %34’ü enerji üretiminde kullanılabilmektedir.

Kullanılabilir bu miktarın ise, yaklaşık 10x106 m³'ü Doğu Karadeniz’de bulunuyor. Bölgede, bu değerin sadece %2’si enerjide kullanılıyor. Bu sular, 18 MW gücündeki İkizdere (Rize) HES ve bir iki küçük yer haricinde, Kızılır-mak ve Yeşilırmak üzerindeki baraj santrallerinde kullanıl-maktadır.

Bu ne demektir?

Doğu Karadeniz sularının he- men hemen tamamına yakını, enerjisinden yararlanılama-dan, boşa akıp gitmektedir.

Kalkınmışlığın simgelerinden, belki de en önemlisi, yaşadığı-mız enerji çağında kişi başına düşen elektrik kullanımı, ülke-mizde, Batı ve Kuzey Avrupa ülkelerine göre, 10 kat daha geride iken, bir yandan enerji sorunundan söz ediliyor, diğer yandan, bu sular kontrolsüz akıp, denizlere ulaşıyor. Bu kontrolsüzlük öyle boyutlara ulaşıyor ki, bölgemizde suda boğuluyoruz, onlarca can kaybı ve büyük mal kayıpları oluyor da, bu suyun faydala-rından yararlanamıyoruz.

Ne hazin, değil mi?

Hidroenerji üretimi için bölgemizin koşulları o kadar müsait ki, biriktirme hazneli yapılar (baraj) yapmadan, regülatörlü (kabartma yapısı) düşü santralleri, bu konuda çevreye uyum açısından, en uygun ve ekonomik yaklaşımdır.

Bu santrallerin etüd, planlama ve uygulama aşamalarında, KTÜ olarak, her türlü bilimsel katkıyı vermeye hazırız.

Hidroelektrik Düşü Santralleri (H.D.S.) için, gerekli hidrolik düşünün elde edilmesi esasının ilkel tipleri, çok eski yıllardan buyana, mısır değirmenlerinde halkımızın kullandığı şeklini görmekteyiz.

Çeşitli dere ve akarsu kollarından alınan su, en fazla hidrolik düşüyü elde etmek amacıyla küçük eğimli kanallarla taşınıp, un değirmenlerinde kullanılmıştır. Planlanacak, hidroelektrik düşü santralleri esası da buna

benzer. Diğer bir deyişle, bu hidroelektrik santraller, o eski tradisyonel mısır değirmen-lerinin modern bir uygulaması olacaktır. Burada, sadece değirmen sisteminin, hidrolik ve elektro-mekanik bazı teçhi-zatla donatılmasından ibaret olacaktır.

Dönen her sistem, bir elektrik kaynağı olabileceğinden, hidroelektrik düşü santral-lerinden, suyun potansiyel enerjisi, ilk önce mekanik enerjiye, daha sonra elektrik enerjisine dönüştürülecektir.

Yapılan hesaplarda, hidro-elektrik santrallerin maliyeti, değişik koşullara bağlı olarak, 150 - 400 dolar US/KW olarak ortaya atılmaktadır.

Ancak, Doğu Karadeniz Bölgesi’nin morfolojik özellik-lerine bağlı olarak, böyle santrallerin maliyeti düşük

olacağından, kendisini çok kısa zamanda amorti edecek olup, çevreye de zarar vermeyecektir.

Böyle hidrolik düşü santralleri, bazı kırsal yörelerde uygulanmaya bile geçildi. Fakat, yapım ve işletme esaslarındaki yasal boşlukların varlığından bu uygulama, amatörlükten ileri gidememektedir.

Düşü santrallerinin uygulamaya sokulmasıyla, bir yandan boşa akıp giden sularımız, elektrik üretimine yönlendi-rilirken, öte yandan, hidrolik ve elektro-mekanik teçhizat için, çeşitli küçük üretim sanayi dalları doğacak, bölge ekonomisine büyük ölçüde canlılık getirecektir.(*) Prof. Dr., Karadeniz Teknik Üniversitesi

İnşaat Mühendisliği Bölümü, Trabzon

DOĞU KARADENİZ’DE HİDROELEKTRİK ENERJİ

POTANSİYELİ VE BOŞA AKAN SULARIMIZ

Hızır ÖNSOY (*)

TMH

53TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

ÖZETBu yazıda Trakya’daki akarsularda gözlenen olası eğilimlerin belirlenmesi için yapılan araştırmanın sonuçları verilmiştir. Bu maksatla bölgedeki beş akım gözlem istasyonunun kayıtları dikkate alınmış, incele-mede yıllık ortalama ve taşkın verileri kullanılmıştır. Sonuç olarak bu bölgedeki akarsulardaki akımın azal-dığı gözlenmiştir. Yazıda ayrıca Balkan ülkeleri akarsu akımlarının incelenmesine yönelik UNESCO tarafından desteklenen bir proje kısaca tanıtılmış ve benzer sorunların komşu ülkelerde de var olduğuna dikkat çekilmiştir.GİRİŞHidrometeorolojik verilerin uzun dönem göstergele-rinde bir eğilimin olduğu özellikle son zamanlarda fazlası ile gündeme gelmiştir. Bunun en önemli neden-lerinden biri dünyanın ikliminin değiştiği düşüncesidir. Atmosferdeki karbondioksit miktarının artışına bağlı olarak yerküresinde meydana gelen ısınmanın iklimde değişiklik yarattığı düşünülmektedir. İklimdeki bu deği-şikliğin yağışları ve akışları ne şekilde etkileyeceği günümüzün önemli bir tartışma konusudur. Bu nedenle çok sayıda araştırmacı bu konu ile ilgilenmekte, özellik- le gelişmiş ülkelerde bu konuda yapılan çalışmalara önemli miktarda parasal kaynak aktarılmaktadır.Sadece doğal değişiklikler değil aynı zamanda yapay değişiklikler de akarsu enkesitindeki akışı etkilemektedir. Şehirleşme bunun en basit örneği olarak verilebilir. Bu gibi doğal ve yapay değişikliklerin bir sonucu olarak beklenenden daha şiddetli kuraklık ve taşkın olaylarının gelecekte gözlenmesi olasıdır. Nitekim son yıllarda özellikle Avrupa’da şiddetli ve uzun kurak dönemler gözlenmiş, aynı zamanda taşkınlar da meydana gelmiştir. Daha geçen yaz tüm Avrupa sel suları altında kalmış, çok önemli parasal kaybın yanısıra meydana gelen insan kaybı durumun ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştur. Bu gibi kısa süreli ama şiddetli etkilerin yanında etkisi uzun süre sonra hissedilecek değişiklikler de sözkonusu olabilir. Negatif bir eğilimin olması durumunda yeraltı su seviyesinin giderek alçalması beklenebilir. Bu durum tarım topraklarının kurumasına neden olur. Tersi bir durumda verimli tarım topraklarının gereğinden fazla su içermesi dolayısıyla verimini yitirmesi sonucu ile karşılaşılabilir.

Bu yazıda Trakya bölgesindeki önemli akarsuların akımlarındaki olası eğilimler incelenmiştir. Bu amaçla Elektrik İşleri Etüt (EİE) İdaresi’nin bölgedeki akım gözlemleri kullanılmış, istatistik testler yapılarak var olan akım kayıtlarında pozitif veya negatif eğilimlerin varlığı araştırılmıştır. Yazıda ayrıca Balkan ülkelerinin UNESCO desteği ile başladıkları bir projeden bahsedilmiştir.

ÇALIŞMA ALANI VE KULLANILAN VERİBu yazıda elde edilen bulgular Trakya bölgesindeki Meriç, Tunca ve Ergene nehirleri ile Ergene nehrinin Şeytan deresi ve Hayrabolu deresi adlı kolları üzerinde bulunan EİE İdaresi’ne ait akım gözlem istasyonlarının ölçülmüş verilerine dayanmaktadır. Bu istasyonların yerleşimleri Şekil.1’de, istasyonlar ve kullanılan veriler ile ilgili bilgi de Tablo.1’de verilmiştir. Görüldüğü gibi kullanılan akım verileri çok uzun değildir. Ancak yine de olası eğilimlerin belirlenmesinde kullanılabilecek en iyi verileri oluşturmaktadır. Trakya bölgesindeki akarsuların genellikle kuruyan akarsular olduğu görülebilir. Bu özellikle incelenmesi gereken bir konudur. Nitekim konu ile ilgili İstanbul Teknik Üniversitesi’nde yüksek lisans tezi, doktora tezi ve araştırma projesi düzeyinde yapılmış çok sayıda çalışmadan bahsedilebilir. Bu çalışmalarda bölgedeki akım kayıtları istatistik ve hidrolojik analize tabi tutulmuş, eldeki kayıtlara dayanarak ortalama akım, maksimum ve minimum akımların olasılık dağılımları belirlenmiş, ayrıca matematik modeller geliştirilmiştir (Aksoy, 1998; Bulu ve diğ., 1997).Trakya tarımsal açıdan önemli bir bölgedir. Yaz aylarında doğan sulama gereksinimi nedeniyle suya olan talep artmakta, bununla birlikte bölgedeki birçok akarsuyun kuru olmasından dolayı bu talep yüzeysel su kaynaklarından (akarsulardan) genellikle karşılana- mamaktadır.

İNCELEME YÖNTEMİBu incelemede verilerdeki olası eğilimlerin belirlenmesi için istatistik testler kullanılmıştır. Bu testlerde ortaya atılan hipotez kontrol edilir. Örnek olmak üzere Tablo.1’deki Meriç nehrini ele alalım ve 26 yıl boyunca gözlenen yıllık ortalama akım değerlerinin giderek azaldığı hipotezini ortaya atalım. Bu hipotezin doğruluğunu kontrol etmek için kullanılabilecek en basit yöntem doğrusal regresyon analizidir. Uygulamadaki mühendisler tarafından yaygın olarak (*) Y. Doç. Dr., İTÜ, İnşaat Mühendisliği Bölümü.

(**) Meteoroloji Mühendisi, Elektrik İşleri Etüt İdaresi.

TRAKYA BÖLGESİ KURUYOR MU?Hafzullah AKSOY (*), N. Erdem ÜNAL (*), İsmail KÜÇÜK (**)

TMH

54 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

kullanılan bu yöntemde, yıllık ortalama akım giderek azalıyorsa zamanla arasında değeri bire yaklaşan ancak negatif bir korelasyon katsayısı var demektir. Eğilimin yukarı doğru olması yani akımın zamanla artması durumunda ise korelasyon katsayısının pozitif bire yaklaşması beklenir. Sıfıra yakın bir korelasyon katsayısının bulunması durumunda ise akımın rastgele karakterde olduğu, pozitif veya negatif herhangi bir eğiliminin bulunmadığı söylenir. Bunun yanında daha karmaşık ancak daha güçlü testler de sözkonusudur. Örneğin, Mann-Kendall testi olarak bilinen testte ilişkinin doğrusal olması zorunluluğu yoktur. Yani akımda zamanla doğrusal olmayan bir eğilim gözlenebilir. Bu durumda yukarıda anlatılan ilk testin yanlış sonuç vermesi beklenmelidir. Bu yüzden doğrusal olmayan eğilimleri de ortaya koyabilecek testleri kullanma zorunluluğu doğmaktadır.BULGULARYukarıda tanıtılan akım gözlem istasyonlarının hepsinde yıllık ortalama akım değerinin azalan bir eğilimde olduğu görülmüştür. Yıllık ortalama akım değeri için her iki test sonucunda elde edilen bulgu aynıdır. Yıllık en büyük akım değeri (taşkın) kullanılarak yapılan testlerin sonucunda ise 101 ve 106 numaralı Şeytan deresi ve Hayrabolu deresinin taşkın değerlerinde her-hangi bir eğilim olmadığı görülmüş, buna karşın geri kalan istasyonların taşkın değerlerinin azalan bir eğilime sahip oldukları belirlenmiştir. Ana- lizde Bulgaristan’dan doğup Türki-ye’den Ege denizine dökülen Meriç ve Tunca nehirlerindeki azalma eğili-minin bariz olduğu ortaya çıkmıştır ki bunun

nedeni olarak bu nehirlerin memba tarafında çok sayıdaki akarsu yapısı gösterilebilir. Ancak diğer üç istasyon nisbeten insan eli değme- miş veya az değmiş (doğal kabul edilebilecek) havzaları temsil etmek-tedir. Bu istasyonlardaki azalma eğilimi Meriç ve Tunca’daki kadar bariz değilse de önemsenmesi gereken bir düzeydedir. Bu yazıda verilene benzer bir çalışma Türkiye’deki tüm akarsu havzaları için yapılmış, ülkenin diğer bölgelerinde de azalan eğilimler gözlenmiştir (Bayazıt ve diğ., 2002).BALKAN ÜLKELERİ İKLİM DEĞİŞİMİ PROJESİ (ACCIEHC)Bu çalışma UNESCO tarafından

desteklenen bir proje kapsamında hazırlanmıştır. Kısaca ACCIEHC olarak bilinen proje kapsamında iklim değişiminin hidrolojik çevrim elemanları üzerindeki etkisi incelenecektir. Proje Balkan ülkelerini (Slovenya, Bosna - Hersek, Hırvatistan, Makedonya, Yugoslavya, Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan, Türkiye) ve bazı Tuna boyu ülkelerini (Avusturya, Macaristan, Moldova) kapsamaktadır. 30 Ekim - 3 Kasım 2002 tarihlerinde Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da projenin ilk çalışma toplantısı yapılmıştır. Bu toplantıya Bosna - Hersek, Makedonya ve Moldova dışındaki ülkelerden 20’ye yakın hidroloji, meteoroloji ve coğrafi bilgi sistemleri uzmanı katılmıştır. Proje süresi 30 ay olacaktır. İlk yıl için ülkelerin her birinin aynı yöntemleri kullanarak iklim değişimi senaryoları yapmaları ve hidrometrik verileri incelemeleri istenmiştir. Konu ile ilgili uzmanlar 2003 yılı Temmuz ayında sunacakları ulusal raporlarını Eylül 2003’te Sofya’da bir araya gelerek tartışacak ve projenin ikinci yıl hedeflerini belirleyeceklerdir.SONUÇLARKullanılan veri ve uygulanan yöntemlerden elde edilen bulgulara göre Trakya bölgesindeki akarsuların yıllık ortalama akımlarının giderek azaldığı sonucuna varılmaktadır. Benzer bir sonuç taşkınlar için de söylenebilir. Kullanılan verinin yeteri kadar uzun olmaması bu sonucun geçici mi yoksa kalıcı mı olduğu konusunda karar vermeyi güçleştirmektedir. Sonucun kalıcı olması durumunda Trakya bölgesinin gelecekte önemli su sorunları ile karşılacağı gözden

uzak tutulmamalıdır. KAYNAKLARAksoy, H. (1998). Kuruyan Akarsuların Günlük Akımlarının Modellenmesi, Doktora tezi, İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.Bayazıt, M., Cığızoğlu, H.K., & Önöz, B. (2002). Türkiye Akarsula-rında Trend Analizi, TMH (bu sayı). Bulu, A., Önöz, B., Aksoy, H., Çokgör, S. & Cığızoğlu, H.K. (1997). Trakya Bölgesi Düşük Akımlarının İstatistik ve Hidrolojik Analizi, İTÜ Araştırma Fonu Projesi, İstanbul.

Şekil 1 - Trakya bölgesi ve incelenen akım gözlem istasyonları

Tablo 1 - Akım gözlem istasyonlarının özellikleri

İstasyon Yıllık Akım Kuruma Drenaj Alanı Yükseklik Kayıt Yüksekliği OranıNo İstasyon Adı (km²) (m) Süresi (mm) (%)

101 Şeytan Deresi 478.4 50 1958-1992 160.5 10.56

103 Meriç Nehri 27250.8 35 1969-1994 168.4 0.00

104 Tunca Nehri 7928.0 48 1969-1994 71.72 0.08

105 Ergene Nehri 10194.8 10 1969-1994 71.92 5.00

106 Hayrabolu Deresi 1381.2 45 1969-1994 92.01 5.48

Uzun Dönem Karakteristikleri

TMH

55TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

1. GİRİŞ

Akdeniz binyıllardan beri gelişen uygarlıklar için önemli bir kavşak noktası olmuştur. Bu bölgede tarih ve coğrafya, kıyılardan ve adalardan geçirdiği bir orta hat ile bu denizi kuzey ve güney olarak bölmüş ve birbirinden çok farklı iki dünya yaratmıştır.

Akdeniz tarihinde etkili olan diğer bir ayrım hattı ise Adriyatik girişinden Sicilya ve Tunus kıyılarına uzanan Doğu-Batı ayrım hattı olmuştur. Bu ayrım hatları günümüzde Akdeniz’i hem ekonomik gelişmişlik düzeyi hem de su kaynakları potansiyeli açısından birbirinden çok farklı olan bölgelere ayırmaktadır.

Akdeniz tarihinin başlarında kültürlerin, dinlerin ve medeniyetin batıya doğru ilk çıkış noktasını oluşturan Doğu Akdeniz daha sonra Akdeniz su yolunun okyanuslara açılan iki bağlantı noktasından birisi olan Süveyş Kanalı ile daha stratejik bir önem kazanmıştır. Son dönemde bu öneme bölgenin petrol ve doğal gaz boru hatlarının ticari kavşak noktası olması da eklenmiştir.

Tarihsel süreç bu bölgeyi bugün bir diğer özelliği ile de farklı kılmaktadır. Bu da, bu bölgedeki ülkelerin büyük bir bölümünün halen yaşadığı ve geleceğe artarak kalma olasılığı büyük olan su sorunudur.

Mevcut durum ve gelecek projeksiyonları Akdeniz’in bu stratejik bölgesinde su baskısının artacağını ve suyun önemi giderek artan stratejik bir doğal kaynak olacağını ortaya koymaktadır.Son dönemde Malta ve Kıbrıs’ın AB’ye tam üyelik süreci de dahil olmak üzere Doğu Akdeniz bölgesinin stratejik önemini artıran birçok gelişme de yaşanmaktadır.

2. DOĞU AKDENİZ ÜLKELERİNDE SU KAYNAKLARI VE SU KULLANIMI

Bu incelemede Doğu Akdeniz ülkeleri olarak Türkiye, Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail, Filistin Gazze Şeridi, Batı Yakası, Mısır, Libya, Tunus, Malta,Yunanistan ve

Kıbrıs Adası ele alınmıştır. Bu ülkelerin toplam yıllık yenilenebilir su kaynakları ve su kullanımları Tablo 2.1’de verilmiştir. Bu tablolar incelendiğinde Doğu Akdeniz ülkelerinde Malta hariç (%12) suyun ortalama %80'inin tarımsal sulamada kullanıldığı ortaya çıkmaktadır (Tablo 2.2). Diğer taraftan Doğu Akdeniz’de 1999 yılı itibariyle kişi başına düşen yenilenebilir su kaynakları en düşük olan ülkeler ise Filistin Gazze, Filistin Batı Yakası, Malta (79 m³), Libya (103 m³), Kıbrıs (121 m³), Ürdün (297 m³), İsrail (352 m³), Tunus (410 m³) olarak görülmektedir. Bu değerler bu ülkelerdeki hızlı nüfus artışı ile sürekli olarak azalmaktadır. Kişi başına düşen yıllık yenilenebilir su miktarı 500 m³'ün altında olan ülkeler kesin su kıtlığı yaşayan ülkeler olarak kabul edilmektedir (Gleick 2002).

(1) İsrail’in tahmin edilen 5 milyar m³ fosil suları hariç(2) Ürdün’ün tahmin edilen 12 milyar m³ fosil suları hariç(3) Libya’nın en çok 50 yıl yeteceği tahmin edilen fosil suları hariç(4) KKTC ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi toplamı(5) Kaynak:Bilen Ö.(1996)(6) Türkiye’nin teknik ve ekonomik olarak kullanılabilir yenilenebilir su

potansiyeli(*) Kaynak:Sustaining Water Population and the Future of Renewable

Water Supplies “Population Action İnternational” www.cnie.org/pop/pai/water-31.html

(*) DSİ İçme Suyu ve Kanalizasyon Dairesi, Ankara

DOĞU AKDENİZ ÜLKELERİNİN SU KAYNAKLARI VE SU SORUNLARI

Dursun YILDIZ (*)

Tablo 2.1 - Doğu Akdeniz ülkelerinin yenilenebilir su kaynakları ve kişi başına düşen su miktarları

Toplam yıllık 1999

yenilenebilir su Kişi başına

potansiyeli (*) Nüfus düşen su miktarı

Ülkeler (km³) Milyon (m³/kişi)

Türkiye6 110 70 1571

Mısır 58,10 62,4 930

Yunanistan 58,65 10,5 5585

Kıbrıs4 0,9 0,750 120

İsrail1 2,15 6,1 352

Lübnan 5,58 4,3 1297

Libya3 0,6 5,8 103

Malta 0,03 0,380 79

Suriye5 19.8 14,9 1328

Tunus 3,90 9,5 410

Ürdün2 1,4 4,7 297

TMH

56 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

Kaynak: Gleick,H.P 2002İçme Kullanma : Evsel, ticari, resmi daire ve belediye hizmetleri için kullanılan su.Endüstriyel : Elektrik santrallerinde soğutma suyu ve sanayi mamülleri üretimi için kullanılan su.Tarımsal : Sulu tarım ve hayvancılık için kullanılan

su.

3. DOĞU AKDENİZ ÜLKELERİNDE SU KULLANIM İNDEKSLERİ

Su kullanım indeksi bir ülkede çekilen toplam su miktarının ülkenin ortalama yenilenebilir toplam su potansiyeline oranı olarak tanımlanmaktadır. Çeşitli kaynaklardan elde edilen su kullanım indeksleri değerlendirildiğinde bölge ülkelerinin su kullanım indekslerinin hemen hemen Şekil 3.1 de verildiği gibi olduğu ortaya çıkmaktadır (Yıldız 2000).

Elde edilen tüm veriler incelendiğinde su kullanım indekslerinin 8 Doğu Akdeniz ülkesinde (İsrail, Mısır, Libya, Malta, Tunus, Ürdün, Kıbrıs ve Filistin)

halihazırda %50 oranını aşmış durumda olduğu görülmektedir. Bu durum Benblidia (1997:30) tarafından bu ülkelerde su kaynakları konusunda bölgesel ve ekonomik sıkıntı göstergesi olarak açıklanmaktadır.

Bazı Doğu Akdeniz ülkelerinin Tablo 3.1’de verilen su tüketimleri ve gelecekteki su ihtiyaçları incelendiğinde Tunus ve Kıbrıs Adası hariç Malta, Ürdün, İsrail ve Mısır’ın yenilenebilir yıllık toplam akımlarının hemen hemen tümünü kullandıkları hatta yenilenemeyen su kaynaklarına başvurdukları ortaya çıkmaktadır. Kıbrıs Adası ve Tunus’ta da bu oranın % 60 civarında olduğu görülmektedir. Doğu Akdeniz’de su sıkıntısı tehditini en çok yaşayan İsrail, Malta, Ürdün ve Filistin’in yenilenebilir su kaynakları gözönüne alınarak,mevcut eğilimlerle ılımlı gelişme senaryosuna göre 2010 yılındaki su açıklarının toplam 1.5 milyar m³, 2025 yılında ise 3.3 milyar m³ olacağı tahmin edilmektedir.

Doğu Akdeniz havzasında mevcut eğilimlerin ve gelişme trendinin ılımlı bir şekilde devam edeceği hipotezleri üzerine kurulan bu senaryoda ulusal kalkınma planlarındaki hedeflerden de yararlanılmıştır. Senaryo hipotezlerinde havzada orta hızda bir bir demografik artış, düzensiz ekonomik büyüme, yaygın ve hızlı bir kentleşme olacağı ve sulu tarımın diğer sektörler karşısında öneminin süreceği kabul edilmiştir (Margat 2000:32). Diğer taraftan Kıbrıs ve Tunus’un da 15-20 yıl içerisinde yenilenebilir doğal su kaynaklarının tümünü kullanma durumuna geleceği ve mevcut su sıkıntısının kronik boyutlara ulaşacağı ileri sürülmektedir (Correia 1999).

Tablo.2.2 Doğu Akdeniz Havzası ülkelerinde çekilen suyun sektörel kullanımı

İçme-Kull. Endüstri TarımÜlke Adı % % %Mısır 6 8 86Libya 11 2 87Tunus 9 3 89Kıbrıs 7 2 91İsrail 16 5 79Ürdün 22 3 75Lübnan 28 4 68Suriye 4 2 94Türkiye 15 11 74Yunanistan 8 29 63Malta 87 1 12

Şekil 3.1. Doğu Akdeniz ülkelerinde yenilenebilir toplam yıllık ortalama su potansiyeline göre su kullanım indeksleri

(Margat 2000).

TMH

57TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

Bu tabloya Ürdün’e ve İsrail’e göç eden nüfus ile ileriki yıllarda Filistin’e gelebilecek göç dalgası da eklendiğinde bu ülkelerin su bütçelerindeki açıkların daha da artması beklenmektedir. İsrail’e gelen göçmen sayısının 1 milyon ile sınırlı kalacağını ve Batı Şeria’ya göçmen gelmeyeceğini öngören iyimser senaryoya göre (bügünkü kişi başına su kullanımları baz alınarak hesaplandığında), üç ülkedeki toplam su açığının 2020 yılında 850 milyon m³ ile 1.4 milyar m³ arasında olacağı belirlenmiştir (Pamukçu.2000:151). Bunun yanısıra bu ülkelerdeki su kaynakları kirliliği de su sıkıntısını arttıran nedenler arasında yer almaktadır. Dünya Bankası’nın “Ortadoğu ve Kuzey Afrika Çevre Stratejisi: Sürdürülebilir Kalkınmaya Doğru” adlı planında Mısır, Ürdün, Lübnan, Tunus ve Filistin de “çok ciddi su kirliliği problemi olan” ülkeler arasında sayılmaktadır (Pamukçu 2000:161).

4. ALTERNATİF SU KAYNAKLARININ GELİŞTİRİLMESİ VE SU İTHALİ

Doğu Akdeniz ülkeleri için yapılan çeşitli projeksiyonlar ve geliştirilen senaryolar (Margat 2000) Filistin-Gazze, Malta, İsrail, Tunus ve Libya‘da talebin karşılanabilmesi için kişi başına su kullanımını azaltacak tedbirlerin alınması, fosil yeraltı suyu, arıtılmış atık su ve arıtılmış deniz suyundan yararlanma veya su dışalımı gibi tedbirlere gereksinim duyacağını ortaya koymaktadır. Diğer taraftan Cezayir, Mısır, Kıbrıs gibi ülkelerin ise 2025 yılına kadar olan ihtiyaçlarını ancak yeni kaynaklar geliştirerek veya kişi başına su kullanımını bugünkü düzeyde tutarak ve bölgeler arasında su transferleri yaparak sağlayabilecekleri ortaya çıkmaktadır.

Bölgede deniz suyunu arıtarak kullanma çabalarına daha çok Lübnan, Cezayir, Libya, Malta, İsrail ve Yunanistan adalarında rastlanmaktadır.

Deniz suyu arıtımında üretim maliyeti’nin yaklaşık %30-45'ini enerji maliyetleri oluşturmaktadır (Semiat 2000:62). Bu nedenle deniz suyu arıtma maliyetinin düşürülmesinde en önemli rolü daha ucuz alternatif bir enerji kaynağının geliştirilmesi oynayacaktır. Böyle bir kaynak geliştirilene değin deniz suyu arıtımı ile su sıkıntısının ekonomik olarak çözülmesi ve arıtılmış deniz suyunun yaygın bir şekilde kullanılabilmesi zor görülmektedir. Bu durum bölgenin bazı ülkelerindeki su sıkıntısının ekonomik olarak çözümü için arıtılmış deniz suyu kullanma alternatifini koşula bağlamaktadır. Maliyet ve çevresel kaygılar bu alternatif su kaynağının gelecek projeksiyonları içerisinde şimdilik önemli bir yer tutmasını engellemektedir.

Doğu Akdeniz bölgesinde deniz suyunu ve atık suları arıtarak alternatif tatlı su kaynakları yaratma konusundaki çabalarda 1990 yılından bu yana bir artış göze çarpmaktadır. Ancak bölge ülkelerine genel olarak bakıldığında Malta hariç arıtılmış atık su ve deniz suyu kullanımının yıllık toplam su kullanımı içerisinde halen önemli bir orana ulaşmadığı görülmektedir. Bu oran 1995 yılında Malta’da %60 olup, İsrail’de %16, Libya’da %7, Kıbrıs’ta %6, Lübnan’da %5, Suriye’de %3, Cezayir’de %1.5, Tunus’ta ise %1 civarındadır (Yıldız 2000).

Zaman zaman ülkeler arasındaki ticari anlaşmalar ile dışarıdan çeşitli yollarla sürekli su ithali de su sıkıntısının çözüm alternatiflerinden biri olarak ele alınmaktadır.

Tablo 3.1 - Bazı Doğu Akdeniz ülkelerinin su tüketimleri ve gelecekteki su ihtiyaçları

(1) Ortalama yıllık yenilenebilir akım-Nihai tüketim(2) Toplam yıllık çekilen su/ Yenilenebilir yıllık toplam akım(3) KKTC ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi Toplamı(*) Drenajdan dönen suların kullanımı dahil.(**) Filistindeki bu su potansiyeli, İsrail’in yasaklaması nedeniyle yaklaşık 170 milyon m³ olarak kullanılabilmektedir.(km³) = 1 milyar m³

TMH

58 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

Akdeniz Havzası’nın doğusunda deniz yolu ile su dış ticareti konusundaki en ileri adım Türkiye tarafından atılmıştır. Türkiye Manavgat’tan deniz yolu ile yılda 180 milyon m³ su ihraç edebileceği tesisi tamamlamış durumdadır. Bunun yanısıra Türkiye, deniz içine döşenecek olan borularla KKTC’ye su taşınması projesinin çalışmalarını sürdürmektedir. Bunun yanısıra KKTC’nin acil su ihtiyacını karşılamak için de soğuk su kaynağından plastik torbalarla su taşıma işlemi sürdürülmektedir (Şekil 3.2).

Manavgat Su Temin Projesi ve KKTC‘ye Su Taşıma Projesi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz havzasındaki ülkelere deniz yolu ile su ihracı konusunda attığı ilk adımlar olmuştur. Türkiye, bu projelerle su sıkıntısının yaşandığı bu havzada stratejik adımlar atmakta ve suyu bir işbirliği aracı olarak kullanma çabasındaki bir ülke konumunda bulunmaktadır.

5. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Doğu Akdeniz havzası, farklı kültür ve uygarlıkların, ticari ilişkilerin, petrol ve doğalgaz kaynaklarının ve okyanusa açılan bir su yolunun yer aldığı bir havzadır. Bu nedenlerle de stratejik açıdan dikkatleri üzerinde toplamaktadır.

Bu stratejik havzada su kaynaklarının kısıtlı, eşitsiz dağılmış ve kirlenme tehditi altında bulunduğu ve genelde verimsiz olarak kullanıldığı görülmektedir. Havzada yağışların yıl içi ve yıllar boyunca dağılımının düzensiz oluşu yaşanan su sorununu dönemsel olarak arttırmaktadır. Diğer taraftan havzadaki kısıtlı su kaynakları özellikle hızlı nüfus artışı, kentleşme, turizm, minimum gıda güvenliğini sağlamaya yönelik tarım politikaları ve çevre kirliliğinin baskısı altında bulunmaktadır. Havzanın yenilenebilir su kaynaklarında miktar olarak yaşanan bu sıkıntıya, su kaynaklarının kirlenmesi ile gelen problemler de eklenince problemin çözümünün daha zor hala geleceği görülmektedir.

Bütün bu gelişmeler ve kabul edilmiş kıtlık göstergeleri gözönüne alınarak yapılan değerlendirmeler sonunda Doğu Akdeniz ülkelerinden Malta, KKTC, Güney Kıbrıs, İsrail, Ürdün, Tunus, Libya ve Filistin kesin su kıtlığı tehditi yaşayan ülkeler olarak ortaya çıkmaktadır (Yıldız 2000).

Doğu Akdeniz havzasının bir diğer özelliği de havza ülkelerinin yarısının su potansiyeli açısından memba

ülkelerine bağımlı veya su kaynaklarını membadaki bir ülke ile paylaşmak durumunda olan ülkelerden oluşmasıdır (Correia 1999).

Doğu Akdeniz özel fiziki koşulları nedeniyle uluslararası ilişkiler, kal-kınma ve su arasındaki etkileşimin çok özgün nitelikler taşıdığı bir bölgedir. Bölgede artarak yaşanacak olan su sıkıntısı sosyo-ekonomik gelişmeyi de olumsuz yönde etkileyecektir. Bu durum doğal olarak zaten istikrar ve güvenliğin yıllardır sağlanamadığı bu bölgedeki sorunları daha da arttıra-caktır. Bu koşullar altında,bu bölgenin gelişmesinde ve istikrarında, su kay-naklarının sürdürülebilir bir şekilde kullanımının önemli bir role sahip olacağı ortaya çıkmaktadır.

Azgelişmiş bölge ülkelerinin siyasi, ekonomik, demog- rafik ve kültürel gelişme trendleri ve bölge genelinde başarılabilen işbirliği programları, havzada su kaynak-larının sürdürülebilir kullanımında etkili olacaktır.

Özet olarak su, Doğu Akdeniz havzasındaki en değerli doğal kaynaklardan biri olması nedeniyle aynı zamanda anlaşmazlıkların veya işbirliğinin de potan- siyel kaynağıdır. Kısıtlı olan su kaynakları konusunda yapılacak işbirliği, ulusal ve bölgesel ölçekte ekonomik ve sosyal gelişmenin yaratılmasına ve güçlendirilme-sine olanak sağlayacak yolları açabilir.

Doğu Akdeniz havzasında suyun bölge ülkeleri arasında transferine ve satışına yönelik bazı projelerin uygulamadaki ilk adımı Türkiye tarafından Manavgat’ta kurulan tesisler ve KKTC’ye su transferi projesi ile atılmıştır. Türkiye bu uygulamaları ile özellikle Doğu Akdeniz havzasının Hidropolitiğine ağırlığını koyma açısından önemli bir süreci başlatmıştır. Bu sürecin, bölge barışına ve istikrarına katkıda bulunmasının yanısıra Türkiye’nin avantaj sağlayacağı bir süreç olması, kapsamlı teknik, ekonomik ve stratejik araştırmalar temelinde şekillenmiş hidropolitikalarla da doğrudan bağlantılı olacaktır. Türkiye su satışı sonrasında özellikle mansap ülkelerinden gelebilecek hidropolitik ataklara karşı hazırlıklı olmak ve kendi argümanlarını etkili bir şekilde açıklamak durumundadır. Halen Manavgat suyunun İsrail'e satışı için yapılan görüşmeler Türkiye açısından tam bir hidropolitik uygulaması olup havzanın geleceği için de büyük önem taşımaktadır.

KAYNAKÇABAĞIŞ. A. İhsan (1993) “The Euphrates and Tigris Watercourse

Systems:Conflict or Co-operation” Review of Middle East Studies Annual 1993, No 7, İstanbul, pp. 215-223

(1993) “The Water İssue and its Effect on Arab-Turkish Relations”, paper presented to the Arabs and Turks: A Dialogue on the future,15-18 November 1993, Beirut, Lebanon.

(1994)“Water in the Region:Potential and Prospects-An Overview” Ali İhsan BAĞIŞ (Ed.),Water as an Element of Cooperation and Development in the Middle East,15-26 Hacettepe University and Friedrich-Naumann Foundation. Ankara Turkey

Şekil 3.2 -KKTC’ye su taşınan plastik torbaların doldurulması

TMH

59TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Su Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi

(1997) “Turkey’s Hydropolitics of the Euphrates-Tigris Basin” Asit K.Biswas(Ed.),Water Resources Development, Vol.13, No.4, Oxford,Carfax Publishing Ltd.,567-581

BENBLİDİA, Mohamed ve MARGAT, Jean (1997) Water in the Mediterranean Region Blue Plan for the Mediterranean. Regional Activity Centre (BP/RAC) July. Sophia Antipolis/ France.

CORREIA, N, Francisco (1999) “Water Resources in the Mediterranean Region” IWRA Water International, Volume 24 March, No:1 p.. 22-30

BİLEN, Özden (1996) Ortadoğu Su Sorunları ve Türkiye. TESAV Yayını No:10 Ankara

GLEİCK. H. Peter (2002) Worlds Water 2002-2003:The Biennial Report on Freshwater Resources İsland Press. USA.

MARGAT, J ve D.Vallee (2000) “Mediterranean Vision on Water, Population and the Environment for the 21st Century” Global Water Partnership (GWP/MEDTAC). January. Stockholm, Sweden.

SEMİAT, Raphael (2000) “Desalination:Present and Future” Water İnternational Vol:25. No.1. 54-65 March. İnternational Water Resources Association.USA

PAMUKÇU, Konuralp (2000) Su Politikası, Bağlam Yayınları. İstanbul

YILDIZ, Dursun (2000) “Akdeniz Havzası’nın Su Potansiyeli ve Hidropolitiği” Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Temmuz 2000. Hacettepe Üniversitesi. Sosyal Bilimler Enstitüsü. Ankara