2012 Ağustos-Eylül-Ekim
Transcript of 2012 Ağustos-Eylül-Ekim
1
AĞUSTOS - EKİM 2012 SAYI: 2012 - 2
Kurthan Fişek HocamızıSonsuzluğa Uğurladık...
İÇİNDEKİLER
Sunuş…………………………………………………………………………….... 3
Kurthan Fişek Hocamızı Sonsuzluğa uğurladık …………………………………. 4
Açıklamalar ………………………………………………………………………. 10
Etkinlikler ………………………………………………………………………… 16
Mülkiye Kitaplığı …………………………………………………………………. 33
Mülkiyelilerden ………………………………………………………………….... 44
Yitirdiklerimiz …………………………………………………………………….. 53
Duyurular ………………………………………………………………………… 55
Kapak Fotoğrafı: Tempo Dergisi Ekim 2012
3
Sevgili Mülkiyeliler, Değerli Okurlarımız,
Bültenimizin ikinci sayısını sizlere ulaştırdığımız için
sevinçliyiz. Kısa yazılar, kitap ya da film eleştirileri,
gezi notları ile yapacağınız katkılara da açık olan
bültenimizin, düzenli olarak yayını sürmekte olan
hakemli akademik dergimiz Mülkiye Dergisi’nin
yanında başka türlü bir ihtiyaca cevap veren,
Mülkiye topluluğunun beraberliğini pekiştiren
bir yayın olacağını, ilginiz ve desteğinizle daha da
zenginleşeceğini umuyoruz.
Bunun yanında artık bir facebook sayfamız
ve twitter hesabımız da var. Birliğimizi ve
etkinliklerimizi sosyal medyada görünür kılmak
için arkadaşlarımız özveriyle çalışıyor. Facebook
ve twitter’dan sadece etkinliklerimizi duyurmakla
kalmıyor, üyelerimizin, mezunlarımızın ve
fakültemizin değerli öğretim elemanlarının
çalışmalarını da tanıtıyoruz. Bu gönüllü çabaya
emeği geçenlere şükran borçluyuz. Çok güzel
olduğunu düşündüğüm ve takipçisi hızla artan
SUNUŞ
facebook sayfamızı ve twitter hesabımızı lütfen siz
de takip edin. Sayfalarımıza aşağıdaki linklerden
ulaşabilirsiniz:
http://www.facebook.com/pages/
M%C3%BClkiyeliler-Birli%C4%9Fi-Genel-
Merkezi/151856924953652
https://twitter.com/mulkiyeliler
Bültenimizin kapağını maalesef hepimizi derinden
üzen bir habere ayırdık bu sayıda. Kurthan Fişek
Hocamızı sonsuzluğa uğurladığımız haberine.
Kurthan Hoca gerçekten de hayatın birçok
alanından “fişek” gibi geçti; üniversitede, siyasette,
medyada, spor dünyasında ve bulunduğu her
ortamda renkli ve tutkulu kişiliği ile iz bıraktı.
Söylendiği gibi, birçok Mülkiyeli’den daha
Mülkiyeli’ydi. Sevilen bir hoca, sevilen bir
gazeteciydi. Huzur içinde uyusun…
Bayram tatilinin son günü 29 Ekim Cumhuriyet
Bayramı ile çakışıyor. Bu nedenle, Cumhuriyet
Bayramı için düzenlediğimiz etkinliği, katılımı
artıracağını düşünerek iki gün erteledik ve 31
Ekim 2012 Çarşamba gününe aldık. Bu tarihte
değerli hocamız İşaya Üşür’le birlikte olduk ve
“Cumhuriyet” üzerine konuştuk.
Yönetim kurulumuz adına bayramlarınızı kutluyor,
barış talebini yükselten toplum kesimlerinin sesinin
daha güçlü biçimde duyulacağı, barış zemininin
güçleneceği günlere erişmemizi diliyorum.
Sevgi ve saygı ile…
Sevilay Çelenk
4
Hocamız, Ağabeyimiz, Ustamız Prof. Dr. Kurthan Fişek’i 17 Eylül’de kaybettik. Okulumuzun her köşesinde
parmak izleri olan ve her öğrencinin Kurthan Hocası bizi anılarımızla baş başa bırakıp gitti. Hayatımıza
bıraktığı boşluğu doldurmanın ve anılarla yetinmenin olanaksız olduğunu biliyoruz. Tek tesellimiz,
Kurthan Hocanın hayatımıza dahil olmasıdır.
İstanbul'daki evinde nefes darlığı sonucu hayatını kaybeden Hocamızı, 19 Eylül Çarşamba günü 10.30'da
AÜ SBF'de düzenlenen anlamlı törenin, Kocatepe Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından Cebeci
Asri Mezarlığı’nda toprağa verdik.
Anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.
http://www.mulkiye.org.tr/?x=4&id=448
Kurthan Fişek Hocamızı Sonsuzluğa Uğurladık…
5
Prof. Dr. Kurthan Fişek, 1942 yılında Ankara’da doğdu. İlk ve orta
öğrenimini Boston Martin Milmore, Ankara Mimar
Kemal ve Ankara Maarif Koleji’nde tamamladı. 1960
yılında ODTÜ’ye girdi ve aynı tarihte gazeteciliğe
başladı. 1960-66 döneminde muhabir olarak Yeni
Gün ve Öncü gazetelerinde çalıştı. Turkish Daily
News gazetesinin Yazı İşleri Müdürlüğü’nü dört yıl
sürdürdükten sonra, ODTÜ İdari İlimler Fakültesi’ni
bitirdi ve Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi
Kürsüsü’ne asistan oldu.
1969 yılında “Devlete Karşı Grevlerin Kritik Tahlili”
teziyle doktor, 1975 yılında “Yönetime Katılma”
çalışmasıyla doçent, 1980 yılında “Spor Yönetimi”
kitabıyla profesör oldu.
1970 öncesi Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi olan
Kurthan Fişek, aynı dönemde TİP Bilim Kurulu
üyeliği ve Emek dergisi Yazı Kurulu üyeliği de yaptı.
1978-1979 döneminde, Ankara Spor Akademisi ve
Atletizm Federasyonu Başkanlıklarını yürüten Prof.
Dr. Kurthan Fişek, 1980-1983 döneminde de Siyasal
Bilgiler Fakültesi Dekan Yardımcılığı görevinde
bulundu. 1983 yılında, 1402 sayılı Sıkıyönetim
Yasası’nın amir hükümleri gereğince, üniversitedeki
görevine son verildi. 1990’da, yedi yıllık yargı süreci
sonunda, meslektaşlarıyla beraber ve bütün özlük
hakları geri yürümek üzere, görevine iade edildi.
12 Eylül 1990’da istifa ederek gazeteciliğe döndü.
Nokta, Tempo, Aktüel, Ekonomist dergilerinde
Yayın-Yönetim Danışmanlığı yaparken, Sabah ve
Hürriyet gazetelerinde köşe yazarı olarak çalıştı.
1999’da YÖK Yasası’nın 60/b maddesi ile Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yeniden
göreve başladı. 2002 yılından, emekli olduğu 6
Mart 2009 tarihine kadar SBF Yönetim Bilimleri
Anabilim Dalı Başkanlığı görevini yürüttü. Aynı
dönemde, “Personel Yönetimi” ve “Yönetim Bilimi”
derslerini lisans; “Devlet-Medya İlişkisi” dersini ise
yüksek lisans düzeyinde verdi. İngilizce, Fransızca
ve Almanca biliyordu.
Yerli ve yabancı dilde yayınlanmış çok sayıda
kitap ve makalesi vardır. Akademisyenlerin, yakın
dostları olan siyasetçi ve gazeteci-yazarların
katkılarıyla, Yrd. Doç. Dr. İpek Özkal Sayan’ın yayına
hazırladığı Prof. Dr. Kurthan Fişek İçin: Yönetim
Üzerine armağan kitabı (KAYAUM Yayını) ise
2010’da okuyucuyla buluştu. Türkiye’de “Yönetim
Bilimi” yazınının klasiklerinden olan Yönetim kitabı,
gözden geçirilerek, Prof. Dr. Birgül Ayman Güler’in
geniş sunuş yazısıyla birlikte 2011’de yeniden
yayınlandı (Kilit Yayınları). Kurthan Fişek’in “Burası
Ankara” kitabının gözden geçirilmiş yeni baskısı
Can Dündar’ın “sunuş” yazısıyla okurla buluştu, kısa
sürede “çokokunanlar” arasına girdi.
Kurthan Fişek’in Başlıca Kitapları:
• Yönetim (SBF Yayınları, 1975; Paragraf Yayınevi,
2005; Kilit Yayınları, 2011).
• Türk-ABD Silah Ticaretinin İlk Yüzyılı, Oral
Sander’le birlikte, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara,
2007. (Çağdaş Yayınları, 1977)
• Burası Ankara (ATO Yayınları, 2003; Phoenix
Yayınları, 2012).
• Sporun Anatomisi, YGS Yayınları, 2003.
6
• Devlet Politikası ve Toplumsal Yapıyla İlişkileri
Açısından Spor Yönetimi: Dünyada ve Türkiye’de,
YGS Yayınları, 2003 (SBF Yayınları, 1980)
• 100 Soruda Türkiye Spor Tarihi, Gerçek Yayınevi,
1985.
• Yönetime Katılma, TODAİE Yayınları, 1977.
• 100 Soruda Sosyalist Devlet, Gerçek Yayınevi,
1970.
• Devlete Karşı Grevlerin Kritik Tahlili, SBF Yayınları,
1969.
• Türkiye’de Kapitalizmin Gelişmesi ve İşçi Sınıfı,
Doğan Yayınevi, 1969.
Başlıca Makaleleri:
• “Sporun Şanı, Ülkelerin Gururu İçin”, Mülkiyeliler
Birliği Dergisi, Eylül 1988.
• “Yönetimin Yeniden Düzenlenmesinden Yönteme
İlişkin Bazı Sorunlar”, Mülkiyeliler Birliği Dergisi
(Kamu Yönetimi Özel Sayısı), c. 8-9, S. 70-71, 1983.
• “Sports Administration in Turkey”, Current Turkish
Thought, S. 46, 1981.
• “Yönetime Katılma ve Özyenitim”, Milli
Prodüktivite Merkezi Yayınları, S. 23, 1979.
• “Administration in Turkey”, Current Turkish
Thought, S. 28, 1976.
• “Çok Uluslu Şirketler ve Yönetsel Örgütlenme”,
Yönetim Sosyolojisi Kolokyumu, 1976.
• “Türk Parlamentoculuğunun İlk Yüzyılı”, Siyasi
İlimler Türk Derneği, 1976.
• “Türkiye’de Mülki İdare Amirliği’, İdarecinin Sesi,
1976.
• Yönetimde Özendirme ve Liberman Tartışması”,
Amme İdaresi Dergisi, c. 9, S. 1, 1976.
• “On the Social Heritage of Administrative
Ideology”, Turkish Public Administration Annual,
1975.
• “The Esence of Administration: The Division of
Labour, Authority and Hierarchy”, SBF Dergisi, c. 29,
S. 1-2, 1975.
• “Yeniden Yönetim ve Mizah”, Amme İdaresi
Dergisi, c. 8, S. 2, 1975.
• “Yönetim ve Mizah”, Amme İdaresi Dergisi, c. 5, S.
3, 1972.
• “On the Centennial of the Commune of Paris”, SBF
Dergisi, c. 26, S. 1, 1971.
• “The Genesis of Bureaucracy in England and the
U.S. of America”, SBF Dergisi, c. 26, S. 1, 1971.
• “On Bureaucracy”, SBF Dergisi, c. 25, S. 2, 1970.
• “Devlete Karşı Grevlerin Kritik Tahlili”, SBF Dergisi,
c. 24, S. 2, 1969.
• “Osmanlı Dış Borçları Üstüne”, SBF Dergisi, c. 22, S.
3, 1968.
• “Anadolu Toplumlarının Evrimi Üstüne
Düşünceler”, SBF Dergisi, c. 22, S. 1, 1967.
http://www.facebook.com/photo.php?fbid=15584
7474554597&set=a.154743174665027.33291.1518
56924953652&type=1&theater
7
Sevgili Hocamız Prof. Dr. Kurthan Fişek için Siyasal Bilgiler Fakültesi Prof. Dr. Aziz Köklü
Salonu’nda yapılan uğurlama törenine dostları, arkadaşları ve öğrencileri katıldı
SBF Dekanı Prof. Dr. Yalçın Karatepe törende bir konuşma yaptı
8
Türkiye'de Devlet-İşçi İlişkileri Açısından Devlete Karşı Grevlerin Kritik Tahlili (AÜ SBF Yayınları, 1969)
Türkiye’de Kapitalizmin Gelişmesi ve İşçi Sınıfı (Doğan Yayınevi, 1969).
100 Soruda Sosyalist Devlet (Gerçek Yayınevi, 1970).
Yönetim (SBF Yayınları, 1975; Paragraf Yayınevi, 2005; Kilit Yayınları, 2011)
Türk-ABD Silah Ticaretinin İlk Yüzyılı
(1829-1929), Oral Sander’le birlikte
(Çağdaş Yayınları, 1977; İmge Kitabevi Yayınları, 2007).
Doçentlik Tezi:Yönetime Katılma (TODAİE Yayınları, 1977)
Profesörlük Tezi: Devlet Politikası ve Toplumsal Yapıyla İlişkileri Açısından Spor Yönetimi: Dündaya - Türkiye'de (SBF Yayınları, 1980; YGS Yayınları, 2003) .
Devlet Politikası ve Toplumsal Yapıyla İlişkileri Açısından Spor Yönetimi: Dündaya ve Türkiye'de (SBF Yayınları, 1980; YGS Yayınları, 2003).
100 Soruda Türkiye Spor Tarihi (Gerçek Yayınevi, 1985).
9
Doçentlik Tezi:Yönetime Katılma (TODAİE Yayınları, 1977)
Sporun Anatomisi (YGS Yayınları, 2003). Burası Ankara (Ankara Ticaret Odası Yayınları, 2003; Phoenix Kitap, 2012).
Prof. Dr. Kurthan Fişek için: YÖNETİM ÜZERİNEYay.Haz. İpek ÖZKAL SAYAN (AÜ Basımevi, 2010).
10
11
Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü
tarafından 1992 yılında İrtifak Hakkı Sözleşmesi
ile 49 yıllığına Birliğimize tahsis edilmiş bulunan
İstanbul İli, Üsküdar ilçesi, Abdullahağa Mahallesi,
128 pafta, 1334 ada, 35 parselde bulunan
gayrimenkul üzerinde yap-işlet-devret modeliyle
gerçekleştirilecek olan ‘Mülkiyeliler Birliği
Nakkaştepe Kültür ve Sosyal Tesisleri’ projesiyle
ilgili olarak Liber Gastronomi Turizm Eğitim İnşaat
Sanayi ve Ticaret A.Ş. ile yapılan görüşmeler
sonucunda anlaşma sağlanmış ve anılan şirketle 1
Ağustos 2012 tarihinde protokol imzalanmıştır.
Tüm Mülkiye camiasına hayırlı olmasını dileriz.
Nakkaştepe Projesine İlişkin Protokol İmzalandı
... açıklamalar... açıklamalar.... açıklamalar... açıklamalar...
12
Hukuk Mücadelelerinde Öğrencilerimizle Yan Yana Yürüyoruz
Ankara Üniversitesi Ön Lisans ve Lisans Eğitim-Öğretim Yönetmeliği’nde yapılan değişiklik
sonucunda hak kaybına uğrayan öğrencilerimizin, yargıya başvurmalarına yardımcı olduk.
Öğrencilerimize Hukuki Destek
Ankara Üniversitesi Ön Lisans ve Lisans Eğitim-Öğretim Yönetmeliği’nin derslerden başarılı olma du-
rumunu düzenleyen 16. Maddesinde, 27/08/2011 tarihinde gerçekleştirilen değişiklik, mezuniyet
durumuna gelen ve fakültemiz öğrencilerinin de aralarında bulunduğu çok sayıda öğrenciyi mağdur
etmiştir. Öğrencilerimiz, “kazanılmış hak” ve “idari istikrar” ilkeleri gereği, kendilerine üniversiteye kayıt
yaptırdıkları dönemde yürürlükte bulunan ve lehte olan yönetmelik hükümlerinin uygulanması talebiyle
hak arayışı içine girmiş ve hukuki destek talebiyle birliğimize başvurmuştur.
Derneğimiz, bu süreçte öğrencileri destekleme kararı almış ve avukatımız iki öğrenci için söz konusu
yönetmeliğe karşı iptal davası açmıştır. Öğrencilerimizden birinin davası sonuçlanmış olup, Ankara
17. İdare Mahkemesi başarı notunun hesaplanmasına ilişkin yönetmelik değişikliğinin hukuka aykırı
olduğuna ve yürütmesinin durdurulmasına hükmetmiştir.
Yönetmelik değişikliğinden etkilenen mezuniyet durumundaki çok sayıda öğrencimizin uğradığı
haksızlığı giderecek bu gelişmeyi duyurmaktan mutluluk duyarız.
... açıklamalar... açıklamalar.... açıklamalar... açıklamalar...
13
“Atatürk Orman Çiftliği Yok Edilemez! Bir İmza Da Siz Verin”
Mülkiyeliler Birliği Yönetimi olarak, AOÇ’nin tahrip edilmesine karşı çıkıyor ve Mimarlar Odası bünyesinde sürdürülen aşağıdaki imza
kampanyasına katılmanızı diliyoruz.
BAŞKENT DAYANIŞMASI BİLEŞENLERİNE
Bildiğiniz üzere, 1925 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün “Orman Çiftliği” adıyla kurduğu ve 1937
yılında Türkiye Cumhuriyetine vasiyet mektubuyla emanet ettiği çiftlik arazisi, yıllardır tahribat
altındadır. Ankara’nın temiz hava koridoru olan AOÇ üzerinde şimdi de Başbakanlık binası yapılması
planlanmaktadır.
Halen doğal ve tarihi sit özelliklerini içinde barındıran, hem ülke açısından hem de kentsel tarım
konusundaki dünyadaki ender örneklerden olmasından kaynaklı Atatürk Orman Çiftliğinde Başbakanlık
binasının yapılması planlama kriterleri açısından onarılmaz hasarlar açacaktır. Böylesi bir durumda
güvenlik gerekçesi ile Atatürk Orman Çiftliği halka kapatılmış olacaktır.
Atatürk Orman Çiftliği taşıdığı tarihsel, fiziksel ve kültürel değerleri ile hepimizindir. Halka emanet edilmiş
bu denli önem taşıyan Atatürk Orman Çiftliği “kültürel peyzaj” alanı olarak sadece Ankara için değil ülke
ve dünya mirası açısından önemlidir. Atatürk Orman Çiftliği alanının korunması, Ankara, Türkiye ve
Dünya için bir değerdir.
Emekle büyütülmüş bir değer olan, ormanla temiz hava koridoru oluşturan, nefes almamıza olanak
sağlayan Atatürk Orman Çiftliğine sahip çıkmak için Şubemiz tarafından Cumhurbaşkanı’na iletilmek
üzere imza kampanyası başlatılmıştır.
Atatürk Orman Çiftliği Yok Edilemez!
İmza kampanyasına katılmak için:
http://www.mimarlarodasiankara.org/index.php?Did=4681
... açıklamalar... açıklamalar.... açıklamalar... açıklamalar...
14
Kültürler Başkenti Ankara için,
Atatürk Orman Çiftliğine Sahip Çıkmak İçin,
Ankara İyi yönetilmeyi hak ettiği için,
Yeşil Alanlarımıza Sahip Çıkmak için
Yaşanılası Ankara İçin,
Kültür ve Sanatın Başkenti için
Bisiklet Yolları için,
Ankara’nın Çok Kültürlü Kimliği İçin
Meydanlar İçin,
Geceleri Sokaklarında Özgür Dolaşmak İçin
İnsan Odaklı Kentsel Planlama İçin,
Belediye hizmetlerinin herkese eşit sunulması için,
Sağlıklı Konutlarda Barınmak için, AVM değil, Kültür
Merkezleri için
Çocuk Dostu, Kadın Dostu, Engelli Dostu, Yaşlı Dostu,
İşçi Dostu, İnsan Dostu,
Başkent İçin 13 EKİMDE YÜRÜYORUZ
Herkes Ankara’da Hakları İçin Yürüdü
“BEN ANKARA” ANKARA İÇİN YÜRÜYOR.
ANKARA İÇİN YÜRÜYÜŞE KATIL.
Başkent Bileşenleri 10 Ekim 2012 Mülkiyeliler Birliği bahçesinde bir basın açıklaması
yaptı. “Ben Ankara” adına açıklamayı Başkanımız Sevilay Çelenk yaptı ve 13 Ekim’deki
yürüyüş için çağrı ı yaptı.
Renklerin Eylemi Devam Ediyor Ankara İçin KIRMIZI ÇAĞRI
... açıklamalar... açıklamalar.... açıklamalar... açıklamalar...
15
Basına ve Kamuoyuna
Açlık grevi, kişinin canını ve bedenini ortaya koyarak duyarlılık, diyalog, destek talep ettiği bir sesleniştir.
Bedenlerin ve hayatların göz göre göre tükenip gitmesine vicdanların razı gelmeyeceğine güven duyan
bir çözüm arayışıdır. Bugün Türkiye genelindeki 60’a yakın cezaevinde yüzlerce tutuklu ve hükümlü açlık
grevi yaparak çözüm ve hak arıyor; vicdanlara sesleniyor.
Açlık grevi yapanlarda ciddi sağlık sorunlarının baş göstermesi ve konuya ilişkin nihayet hükümet
düzeyinde bir açıklama yapılmasını takiben, merkez medya günlerdir görmediği açlık grevlerini,
cezaevlerine düşen yangını görmeye başladı. Ancak hükümet açıklamaları ve merkez medyanın “icazetli
haberciliği” üzerinden bu tabloyu etraflıca görmenin ve anlamanın imkânı yok. Sadece ve sadece insan
olmanın gereği olarak, ölümler başlamadan, açlık grevinin sona ermesi isteğini güçlü bir biçimde dile
getirmemiz, bunu ortak ve yaygın bir sese dönüştürmemiz gerekiyor.
Bizler bu ülkede açlık grevleriyle kuşatılmış olarak yaşamanın ve nefes almanın ağırlığını biliyoruz; kitlesel
açlık grevleri ve ölüm oruçlarının acı ve utanç verici sonuçlarını yaşadık.
21. yüzyılda, bu acı ve utançla ilerlemek istemiyoruz
Ölümün yanında zalim gibi sessiz durmayı reddediyoruz…
Özgürce bayramlaşmak ve barışmak istiyoruz.
Mülkiyeliler Birliği Yönetim Kurulu
... açıklamalar... açıklamalar.... açıklamalar... açıklamalar...
Ölümün Yanında Zalim Gibi Sessiz Durmayı Reddediyoruz.
16
17
1 Eylül Dünya Barış Günü’nü KutladıkMülkiyeliler Birliği ‘’1 Eylül Dünya Barış Günü’’nü bu yıl TOBAV ve Opera Solistleri Derneği ile birlikte
kutladı. 1 Eylül Cumartesi günü saat 17.30-19.00 arasında yapılan kutlamada, Mülkiyeliler Birliği Vakfı
Başkan Yardımcısı Süleyman COŞGUN ve TOBAV adına TOBAV Yönetim Kurulu üyesi Nazik ALANBAY
konuştu. Ankara Devlet Opera ve Balesi sanatçıları Soprano Esin TALINLI ile Tenor Şenol TALINLI, piyanist
Fügen YİĞİTGİL eşliğinde bir konser verdi.
Dünyamız, bölgemiz ve ülkemizde her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olan barış en büyük idealimiz.
DÜNYA BARIŞ GÜNÜ’NDE DE SANATA EVET
TOBAV Sanata Evet kampanyasını, ortadoğu da savaşın ilk başladığı yıllarda, barışın kültürü ile
sanatın kültürünün birbirinden ayrılamıyacağını ifade etmek için başlatmıştı. Sonra ülkemizde sanat
çok maceralar geçirdi. Kayıtsız şartsız hükmetmenin yolunun toplumu cahilleştirerek elde edeceğini
zanneden anlayışlar, aydınlanma ile elde edilmiş bütün teknolojik olanakları kullanarak aydınlanmaya
karşı siyasetler uygulama arayışlarına girdiler. Bu derinden gelen dalga, bu gün köpürme aşamasına ulaştı.
Oysa, paranın ve savaşın tek nesnel güç olduğunu zannedenler aklı, bilimi, sanatı ve insanın barışa olan
özlemini unutuyorlar.
Sanat herhangi bir zanaatin kod adı ya da takma ismi değildir. Sanat, başlıbaşına bir felsefedir ve bu
felsefe bütün zanaatlar için geçerlidir. Bir işi iyi, güzel, doğru yani etik, estetik ve adalet kavramlarını bir
bütün olarak ölçü alarak, bir işi, bir zanaati gerçekleştirme felsefesidir sanat !
... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...
Soprano Esin TALINLI Tenor Şenol TALINLI
18
Bizler, tiyatro, opera ve bale zanaatkarları olarak
mesleğimizi sanat düzeyinde gerçekleştirmek
için büyük titizlik gösteriyoruz. Bu titizlikten en
ufak taviz vermek istemiyoruz. Çünkü, bu felsefe
ile gerçekleştireceğimiz icralarımızla sizlere örnek
olmak, yaşam sahnesinin aktörleri olarak sizlerin
de bu felsefeden etkilenerek onu yaşam biçimi
haline getirmenizi hayal ediyoruz. Bu bir karşılıklı
etkileşim.
Bu etkileşimin kompleksiz bir şekilde kültürleşmesi
heyecanıyla yıllardır mesleklerimizi, sanat
felsefesi ile gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Böylece
insanımızın yaşam kalitesinin yükselerek kendi
estetiğini kuracağını, yaşamını sanatsallaştıracağını,
farkındalığının artacağının heyecanını duyuyoruz !
Yaşamın estetikleşmesi, sadece ekonomik olanaklar
ile elde edilmez.Yaşamın estetikleşmesi, insanın
bunun önemini anlayıp onu talep etmesiyle
oluşur.Yaşamın estetikleşmesi toplumların yaşam
kalitelerindeki beklentileri de arttırır. O zaman
eğitim, sanat, iletişim, bilim, teknoloji, ekonomi,
siyaset bu kaliteye göre ölçülmeye başlar !
Zaten barış da bu kalitenin bir arayışıdır.
Barış yaşamını bu kaliteye yükseltebilmiş
toplumların talebidir. Sanat kavramının tanımını
yapamamış toplumlar, barış kavramının
tanımını da yapamazlar. Tıpkı mutluluğun
resmi gibi tanımlanamaz kavramlarmış gibi
kalırlar. Oysa bunların hepsi tanımlanır. Bu gün
1 Eylül 2012 Dünya Barış Günü’nde, Mülkiyeliler
Birliği ve Opera Solistleri Derneği ile birlikte
gerçekleştireceğimiz bu gecede, tiyatro,opera
ve baleyi bizler nasıl, büyük titizliklerle
gerçekleştiriyorsak, dünyamızın insanlarının
da "barışı" sanat titizliği ile gerçekleştirmeleri
gerektiğini sizlere ifade etmek istiyoruz.
Bu kültür, demokrasinin de kültürüdür.
Çünkü içinde estetik, adalet ve etik olmayan
demokrasi, demokrasi değildir. Bu örnekleri
size Opera Solistleri Şenol Talınlı ve Esin Talınlı
aracılığı ile sunacağız. Piyanoda da onlara, bu
mesleğin demirbaşlarından Fügen Yiğitgil eşlik
edecek !
Umarız, konser bittiğinde sizlerde, yaşayarak,
SANATA EVET ile ne demek istediğimizi çok
daha anlaşılır bulur, hatta belki heyecanlanarak,
yüksek sesle ve hep birlikte, SANATA EVET
diyerek duygu ve düşüncelerinizi ifade etmek
istersiniz ! Saygılarımızla,
Nazik ALANBAY
TOBAV Yönetim Kurulu Üyesi
... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...
TOBAV
Yönetim Kurulu Üyesi
Nazik ALANBAY
19
Bugün 1 Eylül Dünya Barış günü, bütün dünyadaki
barışseverler bugünü umut coşku ve kararlılık
içinde kutluyor.
1 Eylülün barış günü olarak seçilmesinin bir
anlamı var. bildiğiniz gibi 1 eylül 1939’da nazi
almanya’sı polonya’ya saldırarak ikinci dünya
savaşını başlattı. 5 yıl süren ve milyonlarca
insanın ölümüne neden olan faşizm heyülası 8
Mayıs1945’de saldırganların silahlarını teslim
etmeleriyle sonuçlandı.
Barışseverler silahların kazandığı zafer gününü
kutlamak yerine faşist tırmanışın doruğa ulaştığı 1
Eylül tarihini barış günü olarak seçtiler.
Birleşmiş Milletlerin oturumlarının başladığı tarih
olan 21 Eylülü barış günü ilan etmesi de önemli bir
gelişmedir.
Tüm insanlık için barış kavramını romantik bir
Mülkiyeliler Birliği Vakfı Başkan Yardımcısı Süleyman COŞGUN
ütopya olmaktan çıkarmak zorunda olduğumuzu
düşünüyoruz. bunun için silahlanma yarışına karşı
sesimizi yükseltmemiz gerekiyor.
Dünya barışının önündeki tek engel değildir.
sömürü düzenini sürdürme çabasında olan
güçlerin elinde ne yazık ki günümüzde tanık
olduğumuz gibi başka seçenekleri de bulunmakta.
Onları etkisiz hale getirmek ve dünya barışına
giden yolu ayıklamak için, sömürgeciliğin her
çeşidine ve ırk ayrımına karşı çıkmak, halkların
egemenlik ve bağımsızlığını devletlerin toprak
bütünlüğünü savunmak , ülkelerin içi işlerine
karışılmasını önlemek insanlığın barış içerisinde
yaşayabileceğine inanmak gerekiyor.
Barış günlerinde sadece yaşanmakta olan
savaşlara karşı çıkmak değil, savaş kavramının
tümüyle ortadan kalkması için tüm insanlığın el
ele vermesi için sesimizi yükseltmemiz gerekiyor.
Umarım bu çabalar dünya tarihini yazanların
tüm dünya sözlüklerinden savaş sözcüğünün
silinmesine tanık olacaktır.
Barış için verilecek mücadelenin kuşkusuz içini de
doldurmamız gerekiyor. Bunun en evrensel dili
kuşkusuz sanattır. Biz bu yıl sanat örgütlerinin en
önemlilerinden olan TOBAV’la ve Opera Solistleri
Derneği ile birlikte kutluyoruz.
Mülkiyeliler Birliği adına kutlamamıza katıldığınız
için teşekkür ediyorum.
... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...
20
Sivas Şehitlerimizi Andık
“Sivas ve Gazi’de bir taşla iki kuş vuruldu”
Ercüment Özkaya
Teorik ve daha önemlisi ideolojik olarak hepimizin öyle çelişkisiz, çatışmasız, barışçıl, çok güzel bir ülkede çok
mutlu hayatlar sürüyor olması gerek. Çünkü biz bir kurtuluş savaşı verdik. Ulusal bağımsızlığımızı kazandık.
Ulus devletimizi kurduk. Dahası bu mutlu vatan üzerinde homojenliğimizi de sağladık. Elhamdülillah
%99’umuz Müslümandır bu ülkede. Hepimiz de Türküz. Ama gel gelelim bugün bir katliamı anmak için
buradayız. Şimdi madem hepimiz Türküz, hepimiz homojen bir kitleyiz, niye sık sık katliamlarla, sık sık
anmalarla vakit geçiriyoruz?
Bu ülkede bazıları daha imtiyazlıdır kuruluşundan beri. Bazıları daha eşittir. Bazıları daha hâkimdir. Bazıları
da azınlıktır. Sivas’ta iki azınlık birden ele alındı. Bu iki azınlığın birbirine mahkûm kalması, bir tarihsel sürecin
sonucuydu. Sivas da bizi bugüne getiren o talihsizliğin, en belirgin, sembolik anı oldu. Oradaki insanlar Alevi
oldukları için ve solcu oldukları için katledildiler. Aleviliğe baktığımızda, olağan şüpheliler gibi, Osmanlıdan
beri cumhuriyette de devam eden, devletin her zaman her şeyden dolayı olağan şüpheliler kapsamında
gördüğü bir azınlıktır.
Böyle bir azınlığın olması, devletin iktidarını yeniden üretmek için, bir yandan istenmeyen bir şeydir, bir
yandan da çok kullanışlı, çok lazım bir şeydir. Çünkü bir azınlığınız varsa bir günah keçiniz vardır. Bir günah
keçiniz varsa memnun edemediğiniz çoğunluğu, o günah keçisine karşı kendi saflarınıza çekmek için çok
kullanışlı bir aracınız var demektir.
Şimdi, biliyorsunuz büyük bir propaganda ile yaşıyoruz 10 yıldır. Geçmişin hesapları görülüyor. Ergenekon
davaları devam ettiriliyor. Askeri vesayet denen şey ortadan kaldırılıyor. Ama bir takım şeyler değişmiyor
bu ülkede. Ne ilginçtir ki güya böylece kendisini temizleyen siyasi irade 19 yıl geçtikten sonra hala Sivas’ı
aydınlatmış değil. Gazi katliamı oldu Sivas’tan iki yıl sonra, 95’te. Gene Alevilere yönelik bir operasyondu bu.
Ve dikkat ederseniz Ergenekon davalarında bunlarla ilgili en ufak bir soruşturma yok.
Sivas Katliamının 19. yılında düzenlediğimiz Çarşamba Söyleşisi’ne konuşmacı
olarak fakültemizden Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya ve mezunlarımızdan yayıncı,
çevirmen Ercüment Özkaya katıldı
... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...
21
Sivas ve Gazi olayları bence Türkiye'nin 80 yıldır ve hiç bırakmadan sürdürdüğü ve kadrolar değişse de asla
bırakmadan sürdüreceği solu kuşatmanın, solu lokalize, marjinalize etmenin bir aracı olarak kullanıldı. Sivas
ve Gazi ile bir taşla iki kuş vuruldu. Apolitik ya da kurulu düzeni sorgulamayan kitlelerin gözünde iki azınlık
birbirine talihsiz bir şekilde bağlandı. Sol, sosyalist sol ve Aleviler birbiri içine hapsedildi. Solu, sosyolojik bir
azınlığın içine kilitlerseniz, bir taşla iki kuş vurmuş olursunuz. Kontaminasyonu, bulaşmayı önlersiniz. Ve solun
ne yazık ki gerçekten o aldığı darbelerden sonra kendini toparlama gücünü bir türlü hala bulamaması da bu
olayın devam etmesine yol açıyor.
Türkiye’de gerçekten devletin içinde yuvalanmış bir takım odakların temizlenmesi söz konusuysa, ortaya
çıkarılması gereken üç şey vardır: 1 Mayıs 1977, 2 Temmuz Sivas ve 1995 Gazi olayları. Bunların üzerine
gitmeyen hiçbir temizlik operasyonu hiçbir şeyi temizleyemez. Ve bunu yapan odakları ortaya çıkaracak bir
irade olmadığı sürece Türkiye'de demokratikleşme, Türkiye’de adı ne olursa olsun, normalleşme, Türkiye'de
devletin milletiyle barışması diye şeyler beklemeyelim. Olmayacaktır.
... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...
Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya ise, Sivas Katliamı’nda özgün olanın anlamının, onu bugün dahi yakıcı
kılan durumunun tartışılması gerektiğini savundu. İdeolojik gerekçeler ve hassasiyetler sonucunda Sivas’ı
Cumhuriyet tarihinin farklı mağduriyetleriyle bitiştirerek değerlendirmenin eksikliğine, her katliam ya da
acının kendi özgünlüğünü anlamaya çalışmadan, onu hiç sorgulamadan diğer acılarla ortak mağduriyet
altında yorumlamanın yanlışlığına vurgu yaptı. Yalçınkaya, Sivas’ı Sivas yapan ve bugün hâlâ tartıştıran
etkenlere eğilirken, Sivas’ın üzerini örtmek için mücadele verenleri bir kenara koydu, temelde Sivas’ı eksik
tartışan sosyalist kesimi eleştirdi.
Konuşmaların tam metni için bakınız;
http://www.mulkiye.org.tr/?x=1&id=491
22
... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...
“Adalet, özgürlük, hesaplaşma ve vicdan etkinlikleri” kapsamında, 25 Eylül 2012 tarihinde "12 Eylül
ve Mülkiye" konulu bir panel gerçekleştirdik. Devrimci 78’liler Federasyonu ile birlikte Çankaya
Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde düzenlediğimiz panele katılan, görüş ve anılarını paylaşan
üyelerimize teşekkür ederiz. http://www.mulkiye.org.tr/?x=4&id=446
12 Eylül’ün Mülkiye’ye Etkilerini Tartıştık
Prof. Dr. Taner Timur, Prof. Dr. Korkut Boratav, Handan Koç, Hüseyin Özkan
Prof. Dr. Cevat Geray, Füsun Çiçekoğlu (Eski Mülkiyeliler Birliği Başkanı), Prof. Dr. Rona Aybay
23
Prof. Dr. Taner Timur, Prof. Dr. Korkut Boratav, Handan Koç, Hüseyin Özkan
HAZIRLIK SINIFI ÖĞRENCİLERİYLE TANIŞMA TOPLANTISI
Ankara Üniversitesi Gölbaşı yerleşkesinde hazırlık okuyan SBF hazırlık öğrencileri Mülkiyeliler
Birliği yöneticileri ile biraraya geldi. Toplantı SBF, eğitim, gelecek ve Mülkiyeliler Birliği konularının
ele alındığı canlı ve samimi bir buluşma oldu. Toplantıya Mülkiyeliler Birliği Vakfı Başkan Yardımcısı
Süleyman Coşgun ile Mülkiyeliler Birliği Yönetim Kurulu üyeleri Özgür Kabayel ve Azmi Ekmen
katıldı.
... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...
24
Güngör Aydın, Mülkiyelilerle İmza Gününde Buluştu
... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...
Mülkiyeliler Birliği eski Başkanlarından, Emekli Vali Güngör
Aydın’ın anıları, bazı konuşmaları ve makalelerinden oluşan
“Vali” adlı kitabının imza günü, 22 Eylül Cumartesi, saat
16.00’da Mülkiyeliler Birliği Genel Merkezi bahçesinde yapıldı.
Kalabalık imza gününde sevenleri Sayın Güngör Aydın’la
sohbet etme ve kitap üzerine konuşma olanağı buldu.
25
... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...
"Ben Ankara Fotoğraf ve Şiir Sergisi"nin Açılışı
Mülkiyeliler Birliği'nde Yapıldı
26
Üyelerimizden Mehmet Özer’in “Gemisiz Çapa Ankara” çalışması Mülkiyeliler Birliği bahçesinde
sergilendi
... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...
27
BEN ANKARA YÜRÜYÜŞÜ
“Ankara İçin Yürüyoruz” kampanyası için 13 Ekim 2012 Cumartesi günü saat 17.00’de Ulus Heykel’de buluşan Ankara Platformu bileşenleri, Kızılay’a yürüdü. Üyelerimizin de katıldığı yürüyüş, Yüksel Caddesi’nde Ahu Sağlam’ın verdiği konserle sona erdi.
... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...
28
Çarşamba Söyleşileri’inde Suriye’yi Konuştuk
“Mülkiyeliler Birliği Çarşamba Söyleşileri” kapsamında, 19 Eylül’de, “Suriye Olayları Aleviler ve
Türkiye” başlığıyla Genel Merkez binamızda toplandık. Konuşmacılarımız; Bereket Kar ve Hakan
Mertcan’dı…
Konuşmaların tam metnini aşağıdaki linkte bulabilirsiniz
http://www.mulkiye.org.tr/?x=1&id=492
... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...
Araştırmacı-Gazeteci Bereket Kar, konuşmasında,
“Arap Baharı” sürecinin, bölge genelindeki
rejimlerin dahi öngörebildikleri bir halk hareketi
olarak doğmadığını, küresel güçlerin de bu
hareketi sonradan kavramaya ve yönetmeye
çalıştığını belirtti. Kar’a göre, yıllardır Filistin-İsrail
çatışması üzerinden şekillenen Ortadoğu’daki
kamplaşmalarda artık yeni bir döneme girildi ve
“Arap Baharı”, yeni bir paylaşımın adı olarak ortaya
çıktı.
Bereket Kar, bölge halklarının mevcut rejimlerine
başkaldırırken “aslında ne istedikleri ve neye
karşı durdukları”nı anlamadan, “Arap Baharı”
sürecindeki yeni paylaşımın ilk nüvelerini
görmemizin zorlaşacağını, eski argümanlara
sığınarak “halk hareketlerinin doğrudan ya da
dolaylı biçimde egemen devletler tarafından
kışkırtıldığı, bu sürecin bir kurmaca olduğu”
hatasına düşebileceğimizi sözlerine ekledi. Süreci
daha net tarif edebilmek için, başta Suriye olmak
üzere, Ortadoğu’daki halk hareketlerinin geçmişten
bugüne geçirdiği değişimlere odaklanmak, ittifak
ve ayrışma noktalarına yereli temel alarak, etnik
ve mezhepsel faktörleri ihmal etmeden, küresel
dengeler bağlamında eğilmek gerektiğini savundu.
29
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Asistanı, “Türk Modernleşmesi ve Arap Alevileri” konulu tez
çalışmasını sürdüren Hakan Mertcan ise, Suriye’deki gelişmelerin Türkiye Alevilerine etkisi üzerine
konuştu. Bereket Kar’ın genel Ortadoğu gözlemini, Hakan Mertcan Türkiye Alevileri üzerinden
derinleştirdi. Mertcan, Suriye’deki Nusayrilerin kökenine dair kısa tarihsel analiziyle, Nusayrilerin bugün
nasıl adlandırılmaya, hatta yaftalanmaya çalışıldığını, etimolojik ve politik gelişim çizgisiyle birlikte
yorumladı.
Hakan Mertcan, Suriye ve özelde Baas Partisi üzerine Türkiye’de yürütülen güncel tartışmalarda,
entelektüel kesim tarafından Nusayriliğin nasıl yorumlandığını, Esed rejiminin diktatoryal yapısı ile
Aleviliğin nasıl bitişik okunmaya çalışıldığını, Türkiye’de Alevilere bu yolla nasıl gözdağı verilmek
istendiğini basından örneklerle ortaya koydu.
Bereket Kar, Dinçer Demirkent, Hakan Mertcan
... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...
30
Fakültemizin değerli öğretim üyelerinin yazılarıyla katkıda bulunduğu "Cumhuriyet'in Ütopyası:
Ankara" kitabı yayınlandı. "Çarşamba Söyleşileri" kapsamında, bu önemli derlemeyi yazarlarıyla
birlikte 10 Ekim’de Mülkiyeliler Birliği Genel Merkezi’nde tartıştık.
Cumhuriyetin Ütopyası Ankara
... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...
31
... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...
Doç. Dr. Funda Şenol Cantek, Yrd. Doç. Dr. Murat Sevinç, Doç. Dr. Elif Ekin Akşit, Selda Tuncer
Söyleşinin açılış konuşmasını Mülkiyeliler Birliği Başkanı Sevilay Çelenk yaptı
32
... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...
Prof. Dr. İşaya Üşür, “Cumhuriyet ve Türkiye
Cumhuriyeti” konulu Çarşamba Söyleşisi için 31
Ekim Çarşamba akşamı Mülkiyeliler Birliğinde
dinleyicileriyle buluştu.
Prof. Dr. Üşür’ün konuşmanın tam metnini en
kısa zamanda sizlere ulaştıracağız.
33
34
... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı...
Mülkiyeliler, Mülkiyelilerin eserlerini E-Bülten'de değerlendiriyor, üretim zincirimize her
gün yeni bir halka ekleniyor. Hocalarımızın ve mezunlarımızın ilginizi çeken çalışmalarını
Mülkiyeliler Birliği'nin hazırladığı, 2 ayda bir yayınlanan E-Bülten'e yazmak, görüşlerinizi
paylaşmak isterseniz, 2 sayfayı geçmeyecek yazılarınızı [email protected] adresine
bekliyoruz.
Bir eserin yayınlandıktan, sergilendikten sonra, büyük ölçüde artık o yazarın "mülk"ü
olmaktan çıktığına, kamusal dolaşıma girdiğine inanıyoruz. Bu dolaşımın nitelikli bir
boyut kazanmasında en önemli özne ise okur... İlgi gösterilmeyen bir eser, zamanla
çoraklaşabiliyor. Mezunlarımız, yazılarını bize iletmeye başladılar. İlk çalışmaları aşağıda
ilginize sunuyoruz.
İlerleyen e-Bülten'lerde değerli yazılarınızı yayınlamayı sürdüreceğiz.
Üretim sürecine siz de katılın...
Mülkiyeliler, Mülkiyelilerin Çalışmalarını Değerlendiriyor…
35
Barış Ünlü, “Osmanlı: Bir Dünya-İmparatorluğunun
Soykütüğü”
Dipnot Yayınları
“İmparatorluk” Tartışmalarında Osmanlı’nın Yeri ve Özgünlüğü
Okay Bensoy
"Osmanlı: Bir Dünya-İmparatorluğunun Soykütüğü",
son dönemde yayınlanmış tezler içinde okuduğum
en nitelikli işlerden biri. Osmanlı'nın kuruluşunu
"dünya-imparatorluk" kavramı üzerinden
tartışırken, Braudelci uzun-dönem analizini
imparatorlukların karakteristik-tarihsel özellikleriyle
birlikte yorumluyor. Braudel ile İbn Haldun
literatürünün birbirini tamamladığı iddiasını Ümit
Hassancı çizgiyle somutlaştırıyor.
İslam etkisi ile Bizans/Roma etkisi arasında salınan
Osmanlı'nın kuruluşu tartışması, sırasıyla millliyetçi-
İslamcı bakışı ve oryantalist görüşü karşı karşıya
getiriyordu. Barış Ünlü'nün kitabı ise, bu ikiliklerin
her ikisinin de kuruluşa dönemsel olarak katkıda
bulunmuş olabileceği üzerine kurulu. Elbette bir
"ortayolculuk" değil, dünya-imparatorluk bakışının
getirdiği bir ara yol, yöntem denemesi bu kitap.
Dünyada Akad İmparatorluğu'nun Yakındoğu'ya
etkisini (Amelie Kuhrt'un çalışmalarını ihmal
etmeden) "uzun erimli" ve "spiral" çevrimlerini
izledikten sonra İran/Pers egemenliğinin İslam
devlet ve medeniyetine emperyal katkılarına
yoğunlaşıyor, oradan Bizans/Roma emperyal
yayılımının ve artı-ürünü bölüşme biçimlerinin Batı
coğrafyasına, Osmanlı'nın kuruluşuna ve evrensel
anlamda imparatorluk kültüne yansımalarına
eğiliyor.
Yazarın Marksizm eleştirisi tam da burada
düğümleniyor: Devlet biçimlerine çoğunlukla
üretim tarzları temelinde yaklaşıp imparatorluk
karakteristiklerini, bunların etkilerini bir tür
üstyapı unsuruna indirger, "küçümserseniz",
... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı...
36
imparatorlukların kuruluş tartışmalarını
coğrafileştirmek ya da özcü bir "despotik
yönetim" tartışmasına sıkıştırmak durumunda
kalabilirsiniz, amacınız bu olmasa bile... Althusser'in
Montesquieu'sine karşı Ümit Hassan'ın İbn
Haldun'unu okumakta fayda olabilir.
Barış Ünlü'nün Eric Wulff'tan alıntıyla işlediği
"vergisel üretim tarzı", imparatorluk anlayışının
bir sonucu. Kitapta özellikle bu kavrama dikkat
ederek "uzun dönemli" analize odaklanmada
fayda var, çünkü artığa el koyma ve onu yeniden
dağıtma süreçlerinde, vergisel üretim, merkez-
taşra ikiliğini çözümlemede önemli bir anahtar.
Doğu-Batı ayrımını eleştiren, onu yatay kesen, her
coğrafyanın kendine özgü üretim biçimi olduğu
klişesini kemiren bir özelliği var "vergisel üretim"in.
"Vergisel üretim tarzı", ATÜT-feodalizm tartışmasına
giriş için de değerli. İki kavramın aslında birbirini
dışlamadığını, toprağa dayalı aynı üretim ilişkisinin
birbirini dışlamayan biçimleri olduğunu anlatıyor.
Merkezin mi, taşra/yerelin mi üretim ve bölüşüm
süreçlerinde daha etkin olduğunu kavramak için,
ATÜT ve feodalizm üzerinden gelişen yazına özcü
coğrafi ayrımları aşma çağrısı yapıyor. Dolayısıyla,
Osmanlı'nın kuruluşunda "tipik" üretim tarzlarını
coğrafya ve despotizmle ilişkilendirme gayretlerine
karşı çıkıyor, imparatorluk "tip"leri öneriyor.
Ünlü, Osmanlı'nın "başarısı"nı uzun bir "dünya-
imparatorluk tarihi"nden çıkarsıyor. Osmanlı'nın
başarısı tek başına bir dinin, devletin, fetih fikrinin,
kültürün, uygarlığın, göçebelik/barbarlık ya da
yerleşikliğin başarısı değildir; bunların tarihsel
süreçteki birikimleriyle beliren, önceki imparatorluk
kültlerinin katkısıyla şekillenen bir öyküdür.
Önsözünde belirttiği, kitabın ilerleyen
bölümlerinde bize hatırlattığı üzere, "büyük
kuramsal" iddiaları olmayan ve kuruluş
tartışmalarına yeni bir yöntem önermeyi
amaçlayan bu çalışma, sadece Osmanlı'ya bakışımı
gözden geçirmemi sağlamakla kalmadı, nitelikli
bir tezin bölümlendirmesinin, sınırlamalarının
nasıl yapılabileceği, tez dili-kitap dili ayrımının
önemi hakkında da değerli şeyler öğretti. Kitap,
Osmanlı’ya dair yöntem tartışmalarının ötesinde,
bilimsel yöntemin başarılı bir uygulaması olarak
örnek kaynak kitaplar listesine girebilir.
... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı...
37
... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı...
Selçuk Baymaz
Kelimeler var. Uzaklardan dumanını tüttüre
tüttüre koca dağ ve ovaları aşarak gelen bir
trenin vagonlarında. Tek tek ve içli içli gelen
kelimeler… Her biri yük, her biri mesaj, her biri
dilek ve haberlerle dolu… Tarihin en doğusundan
yola çıkarak, güneşin insan gözüyle görünmeye
başladığı andan, İsa’nın doğumu diye bilinen
günden tam 2000 yıl sonrasına kadar uzanan bir
yolun üzerinde ilerleyen kelimeler…
Kahraman Çayırlı’nın “Maya Takvimi ve İzmir” isimli
kitabını elinize alıp, şiirleri okumaya başladığınız
andan itibaren, sayfalar arasında yukarıda
anlatmaya çalıştığım hislere kapılıyorsunuz.
Kelimeler gözünüze çarpıyor. Savruk, yalnız, içli
kelimeler… Ve anlatıyorlar. Nanoteknolojiyle
küçücük birimlere sığdırılan büyük dünyalar
gibi. Mısraları oluşturan kelimelerin, bütünün
bir parçasıyken, aynı zamanda toplum içinde
yaşayan insanın bireyliğini anımsatacak bir duruşa
sahip olduklarını görüyorsunuz. Bir kelimenin
şiir içerisinde bu kadar sorumluluk yüklendiğini
görmek belki tuhaf gelebilir ama okurken bunun
ne kadar olabilir bir gerçek olduğunu ve aslında
kelimelerin yaşayan bir organizma gibi orada
varlığını sürdürdüğünü hissediyorsunuz. Her
kelime, okuyucunun onu izlediğinin ve yaşadığının
farkında. Siz onu okurken, o da sizi izliyor göz
ucuyla. Tepkilerinizi ölçüyor. Mimiklerinize
bakıyor. “Tanıdı mı beni daha önce gördüğü bir
yerden acaba…” diyor. Aralarında konuşuyorlar
hatta… “Acaba beni daha az mı sevdi? Daha az mı
anladı?” diye kıskançlıklar bile yaşadıklarını hayal
edebilirsiniz.
Farklı zaman ve ortamlardan bir araya gelen kelime
sürüleri görüyorsunuz mısralarda. Her biri bir
ağızdan konuşuyor. Siyahı, beyazı, kızılı… İnsan
yığınları gibi… Her biri bir dert anlatıyor ve bunu
gruptan ayrılmadan, grubun ortak mesajına aykırı
düşmeden... Ki bazen de düşerek… Ansızın, şiirin
içinde anarşi yarata yarata, diğerlerine kafa tuta
tuta okuyucunun ilgisini bir noktadan apayrı bir
noktaya çekip şiirin olağan his ve konusundan
uzaklaştıran bir kelime ortaya çıkıverebiliyor. Yeni
bir odanın kapısını aralıyor. Ve siz kendinizi oda
Maya Takvimi ve İzmir
Kahraman Çayırlı
“Maya Takvimi ve İzmir”
Yasak Meyve Yayınları
38
... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı...
içinde odalar arasında buluyorsunuz. Seçim yapıp
girmek ya da girmemek sizin elinizde.
Kelimelerin anlatmak istediği bir dert var. Sanki
yıllardır içlerinde tutmuş, saklamış, biriktirdiği onca
şeyi içine atmış ve hazır sizi bulmuşken bunları
anlatmak, hatta haykırmak için fırsat bulmuş
gibi bir halleri var. Yalnız, bireyselliklerinden
bahsederken, her kafadan bir ses gelen kalabalık
insan güruhlarının çıkardığı gürültü kirliği
yok. Bir ahenk var. Okuduğunuz her bir şiirde
bunu fark edebiliyorsunuz. Ve bir sonraki şiire
geçerken, -yukarıda bahsettiğim- aynı trenin
bir sonraki vagonundaki kelimelerin yanına
geçip yolculuğunuza pencere kenarında onların
gözlerinin içine baka baka, alınlarından akan
teri gözlerinizle görerek, “çok sıcak oldu, bıktım
bu yolculuklardan artık...” diye sitem edenlerin
veyahut yolculuğun keyfini çıkaran haylaz
“kanındaki nazar miktarını”1 dinleyerek devam
ediyorsunuz.
Kitapta her bir şiir, kitabın başından sonuna
kadar anlatılan bir hikâyenin parçası gibi bir his
veriyor. İnsan medeniyetlerinin tüm çağlarda
ortak bir potada eritilip, bunun üzerine birde post
modern çağlarla karıştırılarak dizelere döküldüğü
bir kurguyu yaşatıyor okuyucuya. Şair, dünü ve
bugünü, kendi çocukluğunu, tarih öncesini, köleyi,
soyluyu, sokak kadınını, “kalbin yükdoksansekize
bölünmesi”ni2 “şiir kabuklarıyla uyumayı”3, tanrıyı,
transseksüeli, heteroseksüeli, Mardin’i, Gaziantep’i,
büyüklerinden dinlediklerini ya da okuduklarını,
gözüne çarpanları, maya takviminden İzmir’e kadar
her şeyi aynı tencerede pişirerek okuyucuya bir
lezzet sunmaya çalışıyor. Tüm bunlarla beraber,
kitap tüm bu “zamanlar yolculukları”nı sunsa da
size; zaman zaman sanki bu kurgudan bağımsız
yazılıp ama yine de kitapta yer alsın diye dahil
edilen şiirlere de denk geliyorsunuz. Bu da
ister istemez, bu keyifli yolculuğun arasında
aniden takılıp hızınızın kesen irili ufaklı taşlar
gibi bir etki yapıyor. Tabi kitabı okurken, bu
kurguya bağlı kalmak zorunda değilsiniz. Her bir
kelimenin bireyselliğinden ve bağımsızlığından
bahsetmişken, şüphesiz bu bağımsız kelimelerin
oluşturduğu şiirin de kitaptaki diğer şiirlere
nazaran özgün olacağını göz önünde tutarak
kitabın her hangi bir sayfasındaki bir şiiri açıp, şairin
keyifli içsel anlatısını, size sunmaya çalıştığı dünyayı
izlemeye koyulabilirsiniz.
“Maya Takvimi ve İzmir”, şiirlerde yer alan tüm
bu ahenkli karmaşanın, aslında bize vermek
istediği mesaj ya da anlatmak istediği hikaye;
medeniyetin geldiği son noktada geçmiş ve
bugünün birleşmesiyle, modernitenin yarattığı
ikilikler, zıtlıklar ve karmaşanın içerisinde
yaşadığımız dünyanın, kendi hayatlarımızın,
kendi kargaşalarımızın şair tarafından kelimelerle
gözlerimizin önüne sunulmasıdır.
*1 “Nazara Mardin” şiiri
*2 “Köpek” şiiri
*3 “Sonu Yok Işığın” şiiri
39
Sayı Editöründen…
Reuter ve Mülkiye
Türkiye’deki Ernst Reuter: Birkaç Kişisel Anı
Edzard Reuter
rnst Reuter’in İkinci Vatanı Türkiye’de Çağdaş
Kentbilimin Gelişmesine
Yaptığı Katkılar (Yayınları Üzerinden Bir
Değerlendirme)
Ruşen Keleş, Ayşegül Mengi, Can Giray Özgül
Ernst Reuter: Bilgi Transferi ve Kültürler Arası
Pragmatizm Arasında
Türkiye’de Kentsel Reformlar
Heinz Reif, Barış Ülker
Ernst Reuter’in Türk Yerel Maliye Sistemine İlişkin
Çalışmaları Hakkında
Bir Değerlendirme
Menaf Turan
Türkiye’de Ernst Reuter ve Bayındırlık Üzerine
Araştırmalar
Burcu Doğramacı
Sürgündeki Ernst Reuter: 1935-1946
David E. Barclay
Ay Yıldız Altında Sürgün, Nazi Yönetiminde
Türkiye’ye Kaçan
Alman Bilim Adamları ve Ernst Reuter’in Konumu
Faruk Şen
Ernst Reuter ve Türkiye’de Sosyal Konut
Esra Akcan
Mülkiyeliler Birliği Çarşamba Söyleşileri
Sınırın Ekonomi Politiği
Havva Neşe Özgen
Mülkiye Dergisi’nin yeni sayısının dosya bölümü, Türkiye ve dünyada çevre-
cilik alanında değerli çalışmalara imza atmış, Mülkiye’nin eski hocalarından
Ernst Reuter’e ayrıldı.
http://www.mulkiye.org.tr/?x=4&id=438
Mülkiye Dergisi’nin Yeni Sayısı Çıktı
... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı...
40
Pulat Tacar’ın “AİHM’de Doğu Perinçek-İsviçre Davası” kitabı çıktı.
Mezunumuz Pulat Tacar, Türkiye’nin deneyimli ve seçkin
diplomatlarından...
Mesleki kariyerinin büyük bir bölümünü, Türkiye’nin Avrupa ülkeler-
indeki Konsolosluk ve Büyükelçilik düzeyindeki temsilcilik görevleri
oluşturdu.
Tacar bu kitapta, “Ermeni soykırımı” iddiasını ve İşçi Partisi Genel
Başkanı Doğu Perinçek’in, bu iddiayı kabul etmemenin suç sayıldığı
İsviçre’deki “yalan çiğneme eylemi” nedeniyle yargılanıp cezaya
çarptırılması davasını inceliyor.
AİHM’de
Doğu Perinçek-İsviçre Davası
Pulat Tacar
Kaynak Yayınları
... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı...
“Tren, yalnızca yolcuları taşımaz kuşkusuz; irili ufaklı ‘belirtiler’ de trenle taşınır. 12
Eylül’ün Kars’a trenle taşındığını görebiliyorduk; vagonlardan askerler iniyor, iner inmez
içtima ediyorlardı. Yol kenarında oynayan çocuklara göz kırpanı bir yana, kimisi görevi
benimsemiş, etrafa öfkeyle bakıyordu.” Faruk Duman
Tren, sadece bir ulaşım aracı değil. En azından meraklısı için öyle değil. Tren, bir seyyar
penceredir, aslında kendisi de bir manzara. Tren, bir hayattır. “Demiryolcu” diye bir
insan türü var: Meslekten demiryolcular ve demiryolu-tren tutkunları. Kendine mahsus
bir romantizmi vardır trenin.
Bu kitap, Türkiye’nin demiryolu politikasından, işte bu tren romantizmine uzanan
bir şebeke hattı kuruyor. Türkiye’de demiryolculuğun tarihi… Ege ve İzmir trenleri…
Ankara Ekspresi… İstasyon “olgusu”… Gar lokantaları… Demiryolcu işçiler ve
sendikacılık… Demiryolcu futbol takımları… Demiryolu aletleri, demiryolu eşyaları…
Tren şarkıları-türküleri… Trenler ve filmler… Tren duygusu…
Yazarlar:
Alper Araz, Tolga Arvas, Mehmet Atlı, Yüsri Atlı, Suavi Aydın, Orhan Berent, Aksu Bora,
Tanıl Bora, Zafer Boyar, Faruk Duman, Yonca Kösebay Erkan, Kıvanç Koçak, Murat Meriç,
Tuğrul Paşaoğlu, Ali Can Sekmeç, Yavuz Yıldırım.
Tren Bir HayattırDerleyen: Tanıl Boraİletişim Yayınları
Mezunumuz İsmet Tanıl Bora’nıderlediği “Tren Bir Hayattır” kitabı çıktı.
41
Eril modernleşmenin önemli bir boyutu, yeni modern kadın temsillerini cinsiyetsizleştirmesidir.
Muhafazakâr modernleşme gözlüğünden bakınca, kadınların cinsel ahlak açısından yargılanamayacakları
bir aseksüel kamunun varlığı gerekliydi. Muhafazakâr modernleşmenin kabul ettiği kamusal kadınlık
-çoğu aristokratik gelenekte olduğu gibi kadınları cinsellik sahibi olarak değil- toplumsal gelişime
adanmış, cinsiyetsiz bedenler olarak konumlandı. Toplumsal amaçlar için seferber edilecek sosyal
kimlikler inşa edebilme (ve erkek odaklı cinsiyet rejimlerinin otoriter siyasal rejimlerle eklemlenme)
stratejisi olarak bu tarzın başarılı bir örneği de Türkiye’de yaşandı. Serpil Sancar, tarihsel olarak kadınların
dışlandığı, cinsiyetçi politikaların belirginleştiği ve cinsel ahlakın sınırlarının çizildiği bir tarih anlatıyor
bize. Feminist bir tarih okuması bu. Yazar, muhafazakâr modernleşmenin paranoyalarını ve orta sınıf Türk
ailesinin nasıl inşa edildiğini tartışıyor. Beklentiler ve hayal kırıklıkları, şikâyet ve serzenişleri resmediyor.
Cumhuriyet’in inşasında kadınlar nasıl bir rol aldılar? Neleri tartıştılar? Nasıl tartışıldılar? Ulus-devlet
sürecinde, kanonik anlatılarda kadının işlevi neydi? Kadınlar milli davalara nasıl dahil oldular? Türk
Modernleşmesinin Cinsiyeti, Türkiye feminizmi ve kadın çalışmalarıyla ilgili en kapsamlı çalışmalardan
birisi.
Türk Modernleşmesinin CinsiyetiSerpil Sancarİletişim
... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı...
Mezunumuz ve Fakültemizin Değerli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serpil
Sancar'ın Beklenen Kitabı "Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti" Çıktı
42
"Çizgimiz muhafazakârlığın genlerine ve tarihi kodlarına
uygun bir şekilde, siyaset yaptığı coğrafyanın toplumsal
ve kültürel geleneklerine yaslanmaktır... Devrimci
dönüşümlere karşı tedrici ve doğal sürecinde işleyen bir
toplumsal dönüşümü savunuyoruz.”
Bu ifade, 2004 yılında Yalçın Akdoğan tarafından kaleme
alınan Ak Parti’nin yeni muhafazakârlık başlıklı politik
manifestosunda yeni bir ideolojiden bahis edildiği iddiası ile
yer almıştı. Geleneklere bağlılık ve doğal süreçlere güven...
Mahşerin bu iki atlısıyla feminist kadınların hesaplaşması
yüzyıllardır sürüyor.
Handan Koç’un “erkek egemenliğine karşı cins mücadelesi
içinde yazıldı(…) “diye tanımladığı kitabı dört ana
bölümden oluşuyor. Kitabın temel iddiası, Türkiyeli
İslamizm ve muhafazakârlığın birleşik bir ideoloji olduğu
ve kadınların karşı çıkışlarının diğer muhaliflerinkinden
temelden farklı olması gerektiğine dayanıyor. İslamizm ve
muhafazakârlık kadın özgürlük ve kurtuluş mücadelesinin
hep karşısında yer alır: Yazar “dostumuzu tanımalıyız ama
düşmanımızı daha iyi tanımalıyız” düşüncesinden hareketle
klasik İslamcılığın kadınlara yönelik yaklaşımlarını aşk,
cinsellik, beden ve emek politikaları açısından eleştiriyor.
Kitap daha sonra Şule Yüksel Şenler’den başlayarak
kadınların sıkıştırıldığı örtünme meselesini ele alıyor. Taha
Parla ve Said Nursi’nin konu ile ilgili yazdıkları feminist
açıdan gözden geçiriliyor. Daha sonraki bölümde dört
makale yer alıyor: Milletin Adamları, Liberaller Ve Kadınlar,
Sızıntı Dergisi Otuz Yaşında, Gülenizmde Kadın, Yaşlanan
Muhafazakârlığa Karşı FeminizmHandan KoçDestek Yayınları
Cumhuriyet, Sosyal Demokratların Kırmızı Çizgileri.
Kitabın son bölümünde ise İran kadın hareketinin en
önemli kampanyasının belgesi olan “Bir milyon imza”
broşürünün Türkçesi ilk defa yayınlanıyor.
Bu kitapta;
“Feministler neden bedenimiz bizimdir diyor?
Aşk’tan anneliğe her konuda İslamcı tezler kadınlara ne
öğütlüyor?
Menderes, Özal ve Erdoğan milletin adamları ise biz milletin
nesiyiz?
Kadın fıtratı tesettürü gerekli mi kılar?” gibi sorulara cevap
aramış yazılar yer alıyor
... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı...
Mülkiyeli, Kadın Hareketinin Önemli İsimlerinden Handan Koç’un
“Muhafazakârlığa Karşı Feminizm” Kitabı Yayınlandı
43
Hakikat kavramı ve insan hakları teması etrafında düzenlenmiş sekiz seminer ve üç forumun yoğun
tartışmalarını yansıtan bu çalışma, geçmişle hesaplaşma gündemimize dair kolektif bir değerlendirme
çabasının sonuçlarını sergiliyor. Bizleri, hakikati beklemeye değil, onu savunmaya; geçmişle
hesaplaşmanın yolları, yordamları, zorlukları üzerine birlikte kafa yormaya; geçmişin sorgulanması işini,
geleceğe dair ne yapmak istediğimiz sorusunun cevaplanması gereken bir ‘şimdi’de yapmak zorunda
olduğumuz gerçeğine hakkını vermeye çağırıyor.
Derlemeye katkıda bulunan yazarlar kent mekânlarını ve oralarda sürdürülen hayatları toplumsal
hafızanın taşıyıcıları olarak okumaya; hakikati bilme hakkının olanaklılığı ve hukuk içerisindeki serüveni
üzerine düşünmeye; geçmişle hesaplaşma bahsinde ceza yargılamasının sağladığı imkânları irdelemeye;
toplumsal yas süreçlerinin anlamı üzerinde dikkatlice durmaya; egemen politik kültürümüze sirayet eden
travmatik hafızanın haritasını çıkarmaya çalışıyor.
Katkıda bulunanlar:
Elif Ekin Akşit, Kerem Altıparmak Ahmet Murat Aytaç, Tanıl Bora, Alev Özkazanç, , Ozan Erözden, Cem
Kaptanoğlu, Murat Paker, Ümit Fırat, Sezgin Tanrıkulu, Selçuk Kozağaçlı, Faruk Alpkaya, Hüseyin Aygün,
Ayhan Yalçınkaya, Yılmaz Ensaroğlu, Funda Tosun, İlhami Algör.
Hakikat ve İnsan Hakları
Hakikat ve İnsan Hakları,
Derleyenler: Özkan Agtaş ve Bişeng Özdinç
Dipnot Yayınları
... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı...
"Hakikat ve İnsan Hakları" adıyla yayınlanan derlemeye katkıda bulunanlar arasında Fakültemizin
değerli akademisyenleri de bulunuyor.
44
45
Mülkiye’nin Anaokulu Açıldı
Fark şu ki bu okul, Tunçbilek Termik Santrali ve
Kömür Ocakları ile ünlü Kütahya Tavşanlı’da.
Öykü biraz buruk ama gelinen nokta gözlerimizin
içini güldürmeye yetiyor: Geçmişi hatırlıyorum
da bir an, Siyasal Yemekhanesi yemeklerinin
çekilmez hale geldiği, Çığır’da ise yemek
yiyecek kadar paramız olmadığında, Hacettepeli
arkadaşlarımızdan gelen duyumlara istinaden
Hacettepe Yemekhanesi’ne hücum ederdik, biz
uyanıklar… Tavuk pilav yanında tatlı inanılmaz
düşük fiyat... Öyle ki, Teşkilat fiyatına! Bu
Doğramacı’dan öğrencilere ‘uslu dursunlar’ diye
Mülkiye’nin Anaokulu Açıldı!
...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden..
2001 yılında fakültemizden mezun olan sevgili Hande Gül, 2009 yılında, genç yaşta bize veda etmişti.
Ailesi Handemizin adını yaşatmak için varını yoğunu bir okul yaptırmak için harcadı. Eylül ayında
açılan Hande Gül Anaokulu, değerli Mülkiyelilerin ziyareti ve desteğiyle yavrularımıza ışık saçacak.
1975 mezunumuz Sayın Sabri Günenç’in içten anlatımıyla bu güzel okulumuzu ve değerli Gül Ailesi’ni
tanıyalım…
çekilmiş bir kıyaktı… İşin püf
noktası ise şuydu: Öğle vakti
kapılar açılmadan, Siyasal ve
Hukuk’tan hızlı adımlarla yol
alınacak, Kurtuluş tren yolu
alt köprüsünden geçilerek
yokuş hızla tırmanılacak ve
yemekhanenin kapısında
hazır olunacaktı. Bizim gibi
uyanıklar, kapılar açılır açılmaz
Hacettepe Tıplıların ardından
‘itmeyin arkadaşlar!’ diye bağırarak, içeri kayardı.
Tıplıları görevliler zaten tanır ama biz kimlik
kontrolü engelini ancak bu kargaşa ile aşardık…
Haydar kardeşimiz, Tıp‘ın ağır abilerinden biri
idi. Bir de Zehra kardeşimiz vardı ki, Hemşirelik
Yüksek Okulu’ndan, sohbeti şeker mi şeker… Bu
okulun kızları yabancı dilde hazırlık okur, okurken
staj yapar, uygulamada ‘değme doktorlara’
kök söktürürlerdi. Velhasıl kelam okul bitince
Hacettepeli bu iki arkadaş bir can oldular ve
1977’de nur topu bir kızları oldu. Adını “Hande”
koydular.
İşte öykü şimdi başlıyor: Haydar ile Zehra görev
46
aşkıyla ayrım yapmaksızın Yurdumuzun değişik yörelerinde görev yaptılar. Küçük Hande de onlarla
birlikte... Üzerine titredikleri Hande’nin iyi bir eğitim alması için ellerinden geleni yaptılar. Hande
2000–2001 öğretim yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun olduğunda pek keyiflendiler. Hande,
İktisat bölümünü üssü mizan derecesi ile bitirdi. Sonra yurtdışında yüksek lisans yaptı. Yuva kurma
sırası geldiğinde beyninde bir ur tespit edildi. Tedavi karşılıksız kaldı ve Hande Gül‘ü 2009’un sonunda,
hayatının baharında kaybettik. Henüz 32 yaşındaydı. Aile, tek varlığını kaybedince hayata küsmedi.
Radikal bir karar alarak onun adını yaşatmaya karar verdi. Tüm birikimlerini ortaya koyarak son durakları
Tavşanlı’da adına bir okul açma girişiminde bulundular. Hande, tarif edilemez derecede çocuk sevgisi
ile doluydu. Bu nedenle ailesi bir anaokulu yaptırmaya karar vermişti. Evet, Hande Gül Anaokulu bu
yıl, Hande’nin doğum günü olan 14 Eylül’de Tavşanlı’da resmen açıldı. Çocuklar çiçekler gibi açacak,
serpilecek bu okulda. Okulun baş köşesinde Hande’nin ‘MM’ rozetli resmi yer alacak. Ve o gün ”Başka bir
aşk istemez, aşkınla çarpar kalbimiz” diyecek marş! Ne büyük, ne onurlu bir davranış! Sağ olasın Haydar
kardeşim, Sağ olasın Zehra kardeşim! Yolu düşen Mülkiyelileri bekliyorlar. Elimizden geldiğince tüm
camiaya yayalım bu güzel haberi. Kapıları ve yürekleri sonuna kadar açık…”
İletişim:
Haydar Gül 05052647130
...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden..
47
Zamanda ve Mekanda Yolculuk SBF-DER Diyarbakır’daydı
1980 öncesinin anti-faşist mücadelesindeki beraberliklerini bugüne taşımayı başaran SBF-DER’liler, bu sene uzun süredir planladıkları Diyarbakır buluşmasını gerçekleştirdiler.
40 civarında SBF-DER’linin katıldığı 3-6 Mayıs tarihleri arasındaki gezinin gezinin programının hazırlanması, ev sahipliği ve rehberliğini bizzat, kendisi de bir SBF-DER üyesi olan Diyarbakırlı yazar, şair Şeyhmus Diken’in yapmış olması katılanlar için müthiş bir ayrıcalıktı.
Şeyhmus, bir dantel titizliğiyle ördüğü ve aksatmadan uyguladığı programla yine SBF-DER’li Diyarbakırlı gazeteci-yazar Naci Sapan’ın da desteğiyle o 4 günü büyük ve derin bir yolculuğa dönüştürdü, bizlere ömrümüz oldukça unutamayacağımız bir kültürel, siyasi, edebi, mimari ve duygusal bir ziyafet çekti
Geziye İstanbul, Ankara, İzmir ve Hatay’dan gelen SBF-DER’liler olarak misafiri olduğumuz Sur Belediyesi ile Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ni ziyaret ederek başladık. Başkanlar Abdullah Demirbaş ve Osman Baydemir ile yapılan samimi sohbetler güzel bir açılış oldu. Belediyecilikte katılımcılıktan başlayıp, çok kültürlülük, ayrımcılık ve cinsiyetçilikle mücadeleye, ekonomik sorunlara kadar geldik. Lafın arasında geçiveren “Bugün 4 cenazemiz var”ın dayanılmaz ağırlığını duyduk.
Diyarbakır’ın surlarını, Keçi Burcunu, Hevsel bahçelerini Şeyhmus’un tatlı hikayeleriyle zihnimize kazıyıp, eski Diyarbakır Cezaevini, eski JİTEM sorgu karargahını, hemen arkasında çok sayıda insan kemiğinin çıktığı kazıları gördük, orada yatanları düşünerek sessizce Dicle ovasına karşı oturup çay içerken kendimize geldik.
Diyarbakır’ın sanki yüzlerce yılı telafi etmek istercesine büyük bir restorasyon ile tarihini, mimarisini, kültürel çeşitliliğini canlandırmaya, ona sahip çıkmaya çalıştığına tanık olduk. Keldani Kilisesi Mar Petyun ve Meryem Ana Süryani Kadim Kiliseleri ile Orta Doğu’nun en büyük Ermeni Kilisesi Surp Giragos tamamlanmış, bir zamanlar bütün dinlere ibadet alanı sunduğuna inanılan büyülü mekan Ulu Camii’de restorasyon sürüyordu.
Cuma günü Hasankeyf, Mardin ve Midyat’ı coğrafyanın tarihi, siyasi hikayeleri, fıkraları ve şarkıları eşliğinde gezilip, güzelim Deyruzahfaran Manastırında Süryani Metropoliti ile çay içildi. Akşam Diyarbakır’a dönülüp Erdebil köşkünde Kürt müziğinin en güzel ezgileriyle halaya duruldu.
Cumartesi günü Diyarbakır’da Koşu Yolu Parkı’nda, Cumartesi insanları, kayıp yakınları tarafından yapılan oturma eylemine SBF-DER de katıldı.
SBF-DER’in 1970 ile 1980 arasında öldürülen10 üyesinden biri olan İsmail Gökhan Edge 1976 yılında
...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden..
Kumru Başer
48
Diyarbakır zindanlarında işkence ile katledilmişti. Oturma eylemine bizler de onun resmiyle gittik, onun katillerini sorduğumuzu anlattık. Diyarbakırlılarla otururken, ne kadar çok kişinin, ailesinden üç, dört, beş kaybın fotoğraflarını taşıdığını görmek sarsıcıydı.
O günü Ahmed Arif müzesi haline gelmiş güzelim bir Diyarbakır evinin avlusunda çay içerek yaptığımız sohbet ve sonrasında Kürt sözlü tarih geleneğine yeniden hayat veren dengbej geleneğinin en seçkin örneklerini dinleyerek sürdürdük.
Hepsinin aynı güne sığdığına inanmak güç ama akşam da tarihi Demirciler çarşısının içinden geçerek gidilen Sülüklü Han’ın dolunaylı güzel avlusunda SBF-DER’in sponsorluğundaki Nazım Hikmet söyleşisi vardı. SBF-DER üyeleri Şeyhmus Diken ve Tahir Şilkan’dan ve Nazım’ın Bursa Cezaevi yıllarını araştıran Güney Özkılınç’dan büyük şairle ilgili hiç bilmediğimiz şeyler öğrendik. Döndüğümüzde muhtemelen hepimiz Memleketimden insan Manzaraları’nı bir kez daha açıp kaybolduk sayfaları arasında.
Diyarbakır’dan ya da dışarıdan SBF-DER’liler 4 günlük gezi sona erdiğinde unutulmaz anılar, yepyeni ufuklar, algılamalar, yeni ve yenilenen dostluklar ve en güzeli sıcak, sol bir rüzgârın keyfiyle ve dinamizmiyle dopdoluydu .
...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden..
49
Zeus Altarı’na Yolculuk (1)
Haluk İl
...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden..
Kalkıp gitmek, aynı şeyleri biteviye yapıp
durduğumuz, hiç de özellikli olmayan hayatımızın
yükünü sırtımızdan atıp yola çıkma isteği, var
olduğunu bildiğimiz yeni hayatlara uzanma, yaşama
arzusu. Modern insan bu kaçma hevesini, yeni hayat
özlemini, karmakarışık yaşamının diğer ucunda,
doğal, basit, riski ve yükü az bir hayat olarak kurgular
çoğu zaman. Sakin bir sahil kasabası ya da bir köy
yaşamı, oysa ne yeni bir hayata başlayacak enerjisi, ne
cesareti ne de bu basit hayatı nasıl sürdürebileceğine
dair donanımı vardır. Yapabileceği kısa zamanlara
sığdırdığı yıllık tatil programlarına çocuksu bir
sevinçle hazırlanmak, gelip geçici de olsa, yola
çıkmanın büyüsüne kapılmaktan ibarettir. Haritalar
o zaman düşer akla, kötü hazırlanmış ülke haritaları
üzerinde yolculuk egzersizleri başlar.
Biriken ve artık taşıması, yer bulması dert olan
Atlas’ların birini bile atmaya kıyamadım bu güne
kadar. Harita külliyatı ise -aynı haritaların ısıtılıp farklı
biçimlerde yayınlanmış olsa da- hallice ve kabarık.
Gitme hevesimin malzemesi bu dergiler, hele
haritalar.
Başkalarında da öyle midir? Yoksa hayata Ülke
haritasının bir ucunda hem de doğusunda başlamış
olmak mıdır nedeni, harita benim için doğduğum
yerden başlar. Sanki oradan çizilmeye başlamıştır
ve batıya gitmek zorundadır. Bunda eğitimimizdeki
oryantalizmin katkısı var mıdır, yoksa varoluşsal bir
problem midir, bilemiyorum. Geriye baktığımda
kendimce bu yol problemini bayağı zorlamışım
gibi, çünkü şu anda doğduğum yerin karşı
ucundayım, haritalarda Anadolu coğrafyasının bitim
50
...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden..noktalarından biri hissini uyandıran, Egenin bitimi
Körfez, Edremit Körfezi. Sonrası şimdilik çok merak
konum değil, bilinmez, kalınır mı, batı ya devam mı
edilir, geriye mi dönülür, kim bilir?
Coğrafya mekana ait bir kavram, durağan. Ancak
anlatacağımız coğrafya mekansallıkla kalınabilecek
bir yer değil, biz de zamansallığı katıp, kısa bir
yolculuğa çıkacağız.
Kaz Dağları deniyor, söylencesi de koca tabelalara
yazılıp, uygun yerlere asılmış, yerel ve yeni
sayılabilecek bir hikaye. İsmi gibi söylencenin
de bir derinliği yok. Ne çok oynanmış yerlerle,
isimleriyle, ne çok zorlanmış bu coğrafya, kısa bir
tarih zamanı öncesi, gitmek zorunda kalan bura
yerlileri ne diyorlardı yaşadıkları topraklara ki
yüzyıllarca akıllarına gelmemişti yerlerin adlarını
değiştirmek, bilmiyorum. Memleketten tanışığım
her yerin iki isminin olmasına. Ancak oraların bir
avantajı halk coğrafyasının diline sadıktır, unutmaz,
buralarda unutmayacak kimseler de yok, kalmamış,
kullanacağız, çare yok.
Bir sarı kız söylencesine dayanıyor Kaz Dağları ismi.
“Bir baba ve onun güzel kızı bu dağların eteklerinde
bir yerlerde yaşıyorlar, baba hacca gitmek istiyor ama
kızını yalnız bırakmak istemiyor, kızı babasını ikna
edince baba gidip dönüyor, ancak dönünce kimse
evine uğramıyor. Hacda iken kızı hakkında kötü yola
düştü söylentileridir bunun nedeni. Babası namus
ya kızını öldürmesi gerekecek, kıyamıyor. Dağlara
bırakıyor kızı, daha sonra zorda kalanlara sarı kızın
yardımı söylentisi ile varıp kızını buluyor baba. Kız
kaz otlatmakta, baba namaz kılmak istiyor, sarı kız
su döküyor babasının eline ancak su tuzlu, babası
bunu hatırlatınca dönüyor dağlara ve elindeki su tatlı
bir pınar suyuna dönüşüyor ki baba kızının erenler
katına yükseldiğini anlıyor.” Bu yerel söylence büyük
bir ihtimalle 13. yüzyılda gelip buralara yerleşen alevi
Türkmen nüfusla gelmiş ve yakın bir zamanda da bu
dağlara iliştirilivermiş.
Başka bir adı daha var, İda. Bizi Mitoloji çağlarına
götüren, o görkemli çocukluk çağına atıveren, gizemli
ad. Mitoloji dedik ya, önce bir duralım derin bir
nefes alalım, nereden başlamalı karar kılalım, sonra
kelamımıza devam edelim. Çünkü çok eski belki de
yeni zamanlara gideceğiz, Yolumuz Mitoloji yolu,
çıkılabilecek en keyifli yolculuk. Eski aynı zamanda
yeni dedik, şimdi sözü Marks’a bırakalım: “ Yetişkin
bir insan bir daha çocuk olamaz, olsa olsa çocuksu
olur. Buna karşılık çocuğun naifliği insana yine de
bir sevinç kaynağı değil midir. Her çağ da kendi öz
karakteri, en tabii karakteri ile çocuklarının tabiatında
yeniden doğmaz mı, insanlığın tarihi çocukluk
dönemi, en güzel tomurcuklanma çağı, hiçbir
zaman geri dönmeyecek bir dönem olarak neden
sonsuz cazibe kaynağı olmasın.” (Grundrisse S.186)
Olsun, sonsuz cazibe kaynağımız olsun ki toplumsal
mühendislerin tarihle, coğrafyayla zorla kurdukları
yapay ilişkinin boğuculuğundan kurtulalım, aklımızın
çocuksu yanı keşfolunsun.
Mitolojiye, daha doğrusu Yunan mitolojisine
yaradılış hikayesi ile başlamasak bir çok şey eksik
kalır. Mesele derin ve uzun, Zeus Altarı’nı anlatmak
51
için çıktık yola, oraya varabilirsek ne ala. Çünkü
mesele çocukluğumuzun meselesi aynı, zamanda
günümüzün.
Behçet Necatigil’in 100 Soruda Mitologya kitabını
alıyorum elime. Yıllar olmuş, kitap dağılmasın
diye kendi çapında orası burası onarılmış, sayfalar
sararmış, ne çok okumuşum, farklı zamanlarda, farklı
duyarlılıklarda; 143 sayfalık bu değerli kitap ne çok
anının izini taşıyor üzerinde, yaşım kadar yıpranmış.
Bu nedenle kitap biriktiriyoruz, yani anılarımızı.
Gene uzaklaşacağız meseleden dönelim yaradılış
efsanesine ve oradan Zeus’a.
“Önce Khaos vardı, bu boş ve sonsuz mekandan
Gaia, yani toprak ve Tartaros, yani yerin altı ve Eros,
yani aşk oldu. Gaia kocasız, kendiliğinden dağları,
denizleri ve URANUS’u yani gökyüzünü doğurdu.
Gaia ile Uranus’un çocukları oldu. Ancak Uranus
bütün çocuklarını Gaia’nın karnında tutuyordu.
Buna kızan Gaia oğlu Kronos’u doğurdu. Kronos
babası Uranus’un üreme organını kesti ve denize
attı. Evrenin sahibi artık Kronos olmuştu. Kronos’un
kızkardeşi Rheia’dan Olimpos tanrıları olacak
çocukları doğdu. Ancak bu çocuklardan birinin
Kronos’un egemenliğine son vereceği rivayet
edildiğinden, Kronos doğan çocuklarını yutuyordu.
İşte Yunan tanrılarının en güçlüsü olacak Zeus bu
şartlarda yutulmak üzere doğdu. Bu kez annesi
Kronos’a, Zeus yerine bir taş yutturdu ve çocuğu Girit
de bir mağaraya sakladı.”
İda Girit Kralı Melisseus’un kızıdır. Bebek Zeus’u
sevmiştir ki onu alır, kendi adıyla aynı olan İda Dağı’na
gelir, onu orada büyütür. Zeus büyüyünce Kronos’u
tahtından indirecek ve yeryüzü egemeni olacaktır.
Artık İda Zeus’un doğup büyüdüğü yerdir. Doğup
büyüdüğü yere her fırsatta dönme arzusu, Zeus’u
da bizi de Mitoloji yoluyla tekrar tekrar buralara
sürükleyecektir. İda’ya her fırsatta uğrayıp, kalmış
olması kuvvetle muhtemeldir.
Zeus İda’ya bir de Troya savaşı vesilesi ile gelir. 9 yıl
süren bu uzun ve trajik savaşın 51 günü, çağların en
görkemli yapıtlarından olan İlyada’da anlatılır.
Zeus Troya Savaşı’na nasıl karışmıştır? İlyada bu
anlatıyla başlar. Troya Savaşı yıllardır devam
etmektedir. Agamemnon’a kızan Akhileus savaşa
artık karışmayacaktır. Ancak annesi deniz tanrıçası
Thetis’den öcünü almasını ister, Thetis Olyimpos’a
gidip Zeus’a yalvarır, Zeus söz verir. Akhalar artık
savaşı kazanamayacaklardır.
Zeus savaşı izlemek için muhteme-len sık sık
uğradığı İda Dağı’na gelir, Dağın en yüksek tepesi
Gargaros’a yerleşir. Savaş alanı tüm muhteşemliği
ile görünmektedir ve savaş da olabildiğince
şiddetlenmiştir. Tanrılar da artık savaşın
ortasındadırlar, ancak Zeus’a karşı gelemezler.
...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden..
52
...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden..Zeus’un korumasıyla da üstünlük Troyalılardadır çünkü henüz Akhileus savaşa girmesi için ikna edilememiştir.
Akhaların yanında yer alan Hera ve diğer tanrılar savaşın içindedirler. Hera savaşa burnunu sokmak için
yerinde duramaz ve fırsat kollar, ancak Zeus’dan korkmaktadır. İlyada’da şöyle anlatır ozan: “Ama o Zeus’u da
görüyordu, çok pınarlı İda Dağı’nın en yüksek doruğunda, görünce de korku kaplıyordu yüreğini.”
Düşünüp taşınmaktadır ve sonunda insanoğlunun olduğu gibi insan tanrıların hele Zeus’un en zayıf noktası
gelir aklına. Ozan anlatır: “Süslenip püslenip İda’ya gidecekti, belki Zeus onu koynuna alıp sevişmek isterdi,
o zaman dökerdi üstüne ılık tatlı uykuyu, gözkapaklarını, düşünen aklını örterdi.” Süslenir püslenir Hera,
uzatmayalım Troyalılardan yana Afrodit’i bin bir yalanla kandırıp onun nakışlı memeliğini alır ki “Alımlı ne varsa
onun içindeydi, sevgi onun içindeydi, istek onun içinde, cilveleşme, şakalaşma onun içinde en akıllı insanı
ayartan aşk onun içinde.” Hera fenadır, hırslıdır, tekmil tanrıların efendisi uykuyu da güzel bir kadın vaadiyle
yardım için yoldan çıkarır. Evet Zeus’la sevişip onu uyutacak, böylece savaşa karışmasını önleyecektir. Yine
Ozana dönelim:
“Vardılar canavarlar tanrısı İda’ya, Lektos burnunda fırladılar denizden, ayak bastılar bereketli toprağa, ayakları
altında ormanlı doruklar titredi, uyku durakaldı orada, görünmeden Zeus’un gözüne çok yüksek bir çamın
üstüne kondu, İda’da büyüyen en yüksek ağaçtı bu, havada yüksele yüksele göğe varıyordu. Hera yürüdü
dosdoğru Gargaros doruğuna, İda’nın en yüksek tepesiydi bu Zeus aldı karısını koynuna, sarıldı, tanrısal toprak
yemyeşil bir çimen saldı, taptaze lotos bir halı serdi toprakla aralarına, safranlardan, sümbüllerden, tatlı bir halı,
uzanıverdi ikisi de halının üstüne, sardı onları güzelim bir altın bulut, buluttan çiğ damlaları akıyordu pırıl pırıl
tanrıların babası yüksek Gargaros tepesinde mışıl mışıl uyuyordu. ”
Hera, İda Dağında savaşı izleyen Zeus’ u sevişerek aldatıp uyutmuştur.
Gene de savaşın kaderi, en yakın arkadaşı öldürülen Akhileus’un savaş kararı ile değişecek, Zeus’da
Olyimpos’da tanrıları toplayacak, artık savaşta tarafsız olduğunu, tanrıların istedikleri tarafı tutabileceklerini
söyleyecektir.
İlyada’nın trajik sonu biliniyor. İda birçok mitolojik hikayenin de geçtiği, uğrak yerlerinden biridir. Paris burada
büyümüştür. Ünlü güzellik yarışmasının mekanıdır.
Biz İda’da bulunduğu varsayılan Zeus Altarına bir yolculuk vesilesi ile başlamıştık. Zamanımız yerimiz olursa bu
Altarı gezip Gargaros tepesi olarak varsaydığımız yerden Troyaya bakacağız. Mitolojiye yolculuk derken, biraz
da kendimize yolculuğa çıktık, henüz yolun başındayız
53
YİTİRDİKLERİMİZ
54
1967 mezunumuz Emekli Mülki İdare Amiri Okan Eşrefoğlu’nu 6 Ekim 2012 tarihinde kaybettik. Cenazesi 8 Ekim Pazartesi günü toprağa verildi.
1947 mezunu üyemiz Sayın Hüseyin Öğütçen vefat etti. 27 Ağustos Pazartesi günü yapılan törenin ardından, naaşı Balçova Aile Mezarlığı’na defnedilmiştir.
1975 İktisat Maliye mezunumuz Sayın Aynur Kocamanoğlu vefat etti. Cenazesi 1 Eylül 2012 Cumartesi günü Kocatepe Camii’nde kılınan namazı müteakip, Ankara Karşıyaka Mezarlığı’na defnedildi.
Mülkiye camiasının başı sağolsun
...yitirdiklerimiz... yitirdiklerimiz... yitirdiklerimiz... yitirdiklerimiz..
55
56
ÜYELERIMİZİN E-MAIL ADRESLERİ VE GSM NUMARALARINI TELEFON VEYA E-MAIL
YOLUYLA GÜNCELLEMELERİNİ RİCA EDERİZ.
MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ YÖNETİM KURULU
Tel : (312) 418 55 72
E-mail : [email protected]
CEP TELEFONUNUZDAN "MULKİYE" YAZIN, 8071’E GÖNDERİN
GELEN MESAJI "EVET" YAZARAK CEVAPLAYIN,
HER AY 5’ER TL OLMAK ÜZERE AİDATINIZ EK BİR İŞLEME GEREK KALMADAN TAHSİL
EDİLSİN...
NOT:
1-SİSTEME AVEA VE TURKCELL ABONELERİ DAHİLDİR.
2-VODAFONE ABONELERİ SİSTEME 2 AY SONRA DAHİL OLACAKLARDIR.
VODAFONE ABONELERİ 2. BİR DUYURUMUZU BEKLEMELİDİR.
3-KURUMSAL CEP NUMARALARI KULLANILMAYACAKTIR.
4-ŞUBELERİMİZDE KAYITLI ÜYELERİMİZ BU DUYURUMUZU DİKKATE ALMAMALIDIR.
ŞUBELERİMİZE KAYITLI ÜYELERİMİZ AİDATLARINI ŞUBELERİNE ÖDEYECEKLERDİR.
5-KONTÖRLÜ HAT KULLANANLARIN KONTÖRLERİNİN MÜSAİT OLMASI ÖNEMLİDİR.
SAYGILARIMIZLA
MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ YÖNETİM KURULU
DUYURU
... duyurular... duyurular... duyurular... duyurular... duyurular...
Bilgilerimizi Yenileyelim
Aidatlarımızı Cep Telefonu Mesajıyla Ödeyelim!