1-20 Kasım 2011

24
Halkın Günlüğü Halkın Günlüğü 10-20 KASIM 2011 Yıl: 1 Sayı: 21 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net e-posta: [email protected] Halkın Günlüğü ‘KCK operasyonları’nda tutuklama fur- yası sürüyor. BDP’li ne kadar siyasetçi ve akademisyen, yazar, sanatçı varsa bu saldırılardan nasibini alıyor. Devletin “açılım” sosuyla cilaladığı bu saldırılarda, binlerce BDP’li tutuklandı. Son olarak da aralarında insan hakları savucusu Ragıp Zarakolu ve Prof. Dr. Büşra Er- sanlı’nın da bulunduğu 44 kişi, çıka- rıldıkları mahkemede tutuklandı. Da- vaya ilişkin avukatlar adına açıklama yapan Av. Ercan Kanar; "12 Mart ve 12 Eylül'de muhalifleri cezaevlerine top- layan sistem bugün aynı görevi Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri'ne bı- rakmış durumda" dedi. Nepal devriminin sorunları-V Çeviri Sayfa 20-21 Devlet ‘ileri demokrasi’ dersi veriyor f GÜNCEL 04-05 TKMP hapishaneler raporunu açıkladı Kolombiya’da 1964’ten bu yana silahlı mücadele yürüten FARC’ın yönetici- lerinden Alfonso Cano (Guillermo León Sáenz) Kolombiya devlet güç- leri tarafından katledildi SF.18 FARC komutanı Alfonso Cano katledildi Bugün itibarıyla uluslar- arası dengeleri göz önüne aldığımızda, bölgenin Batı ve ABD’nin lehine kabuk değişikliği içinde olduğu- nu söyleyebiliriz SAVAŞ PAZARINDA DEMOKRASİ Arap Baharı ekse- ninde Ortadoğu ve Afrika’ daki gelişme- ler Yeni Ortadoğu Projesinin atılan adımlarıdır ANALİZ A. CAN ATAŞIN YAZISI SF 16-17 Kadına yönelik şiddet istisnai bir durum ya da bölgesel bir sorun değil, mevcut sistemin var- lığında vücut bulan ve her gün yeniden üretilen bir meseledir. Ülkemiz özgülünde ise yasalarla desteklenen bir olgu halinde yaşanıyor. Taciz, tecavüz, katliam, psikolojik ve ekonomik saldırılarla kuşatılan kadınlar, sistemin yarattığı cinsiyetçi baskılanmanın altında 25 Kasım Ka- dına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’ne hazırlanıyor Tecrite Karşı Mücadele Platformu (TKMP) hapishanelerdeki hak gasplarıyla ilgili Ekim ayı raporunu kamuoyuna sundu. Raporda, devrimci, komünist tutsakların esir edildikleri hapishanelerde en ağır tecride maruz kaldığı ifade ediliyor. Tutsakların sohbet hakla- rının dahi engellendiği dile getirilen raporda bazı tutsakların mek- tuplarına el konulduğu, bazı tutsakların hak ihlalleriyle ilgili itiraz dilekçelerinin kaybedildiği, bazı mektupların üzerinin çizilerek “ör- gütsel haberleşme” iddialarının ileri sürülerek tutsaklara verilme- diği, tedavi hakkının engellendiği, çocuk mahkumlara işkence yapıldığı vb gibi bir dizi saldırının olduğuna dikkat çekildi. sf 02-03 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü'nü var eden dev- rim ve demokrasi şehitlerimize, onların mücadelelerini bugüne taşıyan- ları mücadelemizde ölümsüzleştirerek anacağız. Gücümüzü, emeğimizi kendi kurtuluşumuza akıtarak örgütleyeceğiz. Sf 11 DKHden 25 Kasım Çağrısı KURTULUŞ DEVRiMDE kapak 29-yeni_Layout 2 11/10/11 4:51 PM Page 1

description

2011’den bu yana yayınlanan Halkın Günlüğü gazetesi.

Transcript of 1-20 Kasım 2011

Page 1: 1-20 Kasım 2011

Halkın GünlüğüHalkın Günlüğü10-20 KASIM 2011 Yıl: 1 Sayı: 21 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net e-posta: [email protected] Halkın Günlüğü

‘KCK operasyonları’nda tutuklama fur-yası sürüyor. BDP’li ne kadar siyasetçive akademisyen, yazar, sanatçı varsabu saldırılardan nasibini alıyor. Devletin“açılım” sosuyla cilaladığı bu saldırılarda,binlerce BDP’li tutuklandı. Son olarakda aralarında insan hakları savucusuRagıp Zarakolu ve Prof. Dr. Büşra Er-sanlı’nın da bulunduğu 44 kişi, çıka-rıldıkları mahkemede tutuklandı. Da-vaya ilişkin avukatlar adına açıklamayapan Av. Ercan Kanar; "12 Mart ve 12Eylül'de muhalifleri cezaevlerine top-layan sistem bugün aynı görevi ÖzelYetkili Ağır Ceza Mahkemeleri'ne bı-rakmış durumda" dedi.

Nepal devrimininsorunları-V

Çeviri Sayfa 20-21

Devlet ‘ileridemokrasi’dersi veriyor fGÜNCEL 04-05

TKMP hapishaneler raporunu açıkladı

Kolombiya’da 1964’ten bu yana silahlımücadele yürüten FARC’ın yönetici-lerinden Alfonso Cano (GuillermoLeón Sáenz) Kolombiya devlet güç-leri tarafından katledildi SF.18

FARC komutanı Alfonso Cano katledildi

Bugün itibarıyla uluslar-arası dengeleri göz önünealdığımızda, bölgenin Batıve ABD’nin lehine kabukdeğişikliği içinde olduğu-nu söyleyebiliriz

SAVAŞ PAZARINDA DEMOKRASİ Arap Baharı ekse-ninde Ortadoğu ve

Afrika’ daki gelişme-ler Yeni Ortadoğu

Projesinin atılanadımlarıdır

ANALİZ A. CAN ATAŞ’IN YAZISI SF 16-17

Kadına yönelik şiddet istisnai bir durum ya dabölgesel bir sorun değil, mevcut sistemin var-lığında vücut bulan ve her gün yeniden üretilenbir meseledir. Ülkemiz özgülünde ise yasalarladesteklenen bir olgu halinde yaşanıyor.Taciz, tecavüz, katliam, psikolojik ve ekonomiksaldırılarla kuşatılan kadınlar, sistemin yarattığıcinsiyetçi baskılanmanın altında 25 Kasım Ka-dına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü’nehazırlanıyor

Tecrite Karşı Mücadele Platformu (TKMP) hapishanelerdeki hakgasplarıyla ilgili Ekim ayı raporunu kamuoyuna sundu. Raporda,devrimci, komünist tutsakların esir edildikleri hapishanelerde enağır tecride maruz kaldığı ifade ediliyor. Tutsakların sohbet hakla-rının dahi engellendiği dile getirilen raporda bazı tutsakların mek-

tuplarına el konulduğu, bazı tutsakların hak ihlalleriyle ilgili itirazdilekçelerinin kaybedildiği, bazı mektupların üzerinin çizilerek “ör-gütsel haberleşme” iddialarının ileri sürülerek tutsaklara verilme-diği, tedavi hakkının engellendiği, çocuk mahkumlara işkenceyapıldığı vb gibi bir dizi saldırının olduğuna dikkat çekildi. sf 02-03

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü'nü var eden dev-rim ve demokrasi şehitlerimize, onların mücadelelerini bugüne taşıyan-ları mücadelemizde ölümsüzleştirerek anacağız. Gücümüzü, emeğimizikendi kurtuluşumuza akıtarak örgütleyeceğiz. Sf 11

DKH’den 25 Kasım Çağrısı

KURTULUŞDEVRiMDE

kapak 29-yeni_Layout 2 11/10/11 4:51 PM Page 1

Page 2: 1-20 Kasım 2011

Halkın Günlüğü 10-20 KASIM 2011güncel haber02

Tecrite Karşı Mücadele Platfor-mu 29 Ekim’de Taksim Galata-saray Lisesi önünde yaptığıbasın açıklamasıyla hapisha-nelerde yaşanan tecride dikkatçekerek ekim ayında yaşananhak ihlallerini raporunu ka-muoyuyla paylaştı

Ekim ayı hak ihlalleri raporunda, Edirne FTipi Hapishanesi, Tekirdağ 1 ve 2 No’lu FTipi hapishaneleriyle Kocaeli 2 No’lu FTipi Hapishanesi’nde yaşanan hak ihlal-lerine devrimci tutsakların gönderdiğimektuplar üzerinden değiniliyor. Yayın-lanan hak ihlalleri raporunda öne çıkanuygulamalar şunlar;Edirne F Tipi Hapishanesi’nde tutsaklarakeyfi arama dayatmaları yapılarak budayatmaları kabul etmeyen tutsaklarasaldırılar yapıldığı, tutsakların kafasınatekmeler atılarak işkence edildiği, direni-şe geçen tutsaklara hücre cezaları veril-diği anlatılıyor. Raporda, gardiyanların vehapishanede bulunan görevlilerin yap-tıkları saldırılar sonucu bazı tutsaklarınyaralandığı, bazılarının tedavi haklarınınengellenerek kelepçeli muayenenin da-yatıldığı açıklanıyor. Tutsakların sohbethaklarının engellendiği, hastaneye götü-rülen tutsakların kendi aralarında yap-tıkları konuşmaların engellenmeye çalı-şıldığı, bu dayatmayı kabul etmeyen tut-saklara saldırılar yapılıp tartaklanarakaskerlerin saldırılarına maruz kaldıklarıve tedavi haklarının engellendiği ifadeleriyer alıyor.

Tekirdağ Hapishanesi Nazikampı gibiRapordaTekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapisha-nesi’nde tutsakların sohbet hakkının en-gellendiği, keyfi aramaları kabul etme-yen tutsaklara hücre cezaları verildiği,tutsaklardan Sinan Gülüm ve CoşkunAkdeniz adlı tutsakların havalandırmayaayrı ayrı kısa süreli çıkarıldıkları, tutsak-

ların havalandırma sürelerinin arttırıl-ması talebinin görmezden gelinerek tec-ritin dayatıldığı açıklandı. “Kapı dövmekve slogan atmak” gerekçesiyle Ali Gül-mez ve Muzaffer Öztürk’e 2 ay iletişim veziyaretten men yasakları verildiği belirti-lirken, ağırlaştırılmış müebbetlik tutsak-lara çok ağır koşullarda yaşamın dayatıl-dığı, sohbet haklarının engellendiği, tut-sakların yer değişikliği taleplerinin kar-

Hapishanelerde her

“Bir rektör, fikirlerin yazıylaifade edilme biçimine karşıböylesi bir tavır takınıyorsa,vay memleketimizin haline”

Dersim halkının, kültürüne sahip çıkmabilinciyle inanç ibadet ve yaşam şekliniasimile etmeye yönelik saldırı politikala-rına karşı kurumsal bazda yapmış olduğuçalışmalardan birisi de TÜÖD, DKD veDDHD’nin bileşeni olduğu “İzleme Komis-yonu” oluşturularak bundan sonrası içincemaatleşerek kadrolaşan zihniyetin vebu zihniyetin maşası olarak kullanılmakistenen Tunceli Üniversitesi’nin amaç veniteliğine uygun varlık göstermesi içinuğraş vermek. Konuyla ilgili olarak DE-DEF’in yayın organı “Wenge Dersim” de“Tunceli Üniversitesi, Dersim’i asimile et-meye dönük yeni bir seferin sıçrama tah-tası mıdır? yoksa dersim halkının yaşamtarzına saygılı, demokratik, bilimsel bireğitimin yuvası mıdır?” başlığında bir yazıkaleme alınarak komisyonun varlık ge-rekçeleri teşhiriyle birlikte izah edilerektüm demokratik kurumlara komisyona

dahil olma çağrısı yapılmıştı. Ne var ki ya-yınlanan yazının ardından Tunceli Üni-versitesi Rektörü Tunceli Savcılığı’na"tehdit edildiğini, hakarete uğradığını vebaşına bir şey gelirse yazıyı yazanlarınsorumlu alacağını" iddia ederek geçtiği-miz haftalarda “suç” duyurusunda bulun-muş ve devamında soruşturma başlatanTunceli Savcılığı, adı geçen yazıyı kalemealan kurumlardan biri olan Dersim KültürDerneği yöneticilerinin ifadelerine baş-vurmuştu.

‘Rektör yeni ‘ileri demokrasi’ teknikleri’Dersim Kültür Derneği, Dersim Demokra-tik Haklar Derneği, Tunceli ÜniversitesiÖğrenci Derneği bir araya gelerek başlatı-lan soruşturma kapsamında 05.11.2011tarihinde konuyla ilgili açıklama yaptılar.“Tunceli Üniversitesi rektöründen yeni‘ileri demokrasi’ teknikleri “başlığıyla ka-leme alınan yazıda süreç değerlendirile-rek yazıya imzacı olan kurumlardan TÜ-ÖD’e henüz bir bildirimin ulaşmadığınadikkat çekilip “ Yazıya imzacı olan diğeriki kurum yöneticilerinin ifadeye çağrıldı-ğını düşündüğümüzde, öğrenci derneği

yöneticilerinin de aynı akıbeti paylaşaca-ğını söyleyebiliriz. Eğer TÜÖD yöneticileriifadeye çağırılırsa, Tunceli Üniversitesirektörü sayın Boztuğ tarihe geçecek. Zirakendi öğrencileri hakkında suç duyuru-sunda bulunan rektör sayısı zannederizki çok değildir.”denildi.

Soruşturmaya konu olan yazının geçtiği-miz ocak ayında cemaat ve kadrolaşma-ya karşı yapılan mitingle de hali hazırdapratik içeriğini doldurduğu ifade edilerek“Dersim halkının inanç ve kültür değerle-rine karşı olan duyarlılığını, demokratikbir tepki olarak ortaya koyan kişi ve ku-rumlara karşı düşmanca yaklaşımın ifa-desi olan bu suç duyurusu, bilimin, de-mokrasinin, özgürlüğün mabedi olmasıgereken üniversiteden ve onun başındakikişiden beklenebilecek en son davranışolsa gerek.”denildi.

Açıklamada suç duyurusu sonucu ifade-sine başvurulan Dersim Kültür Derneğibaşkanı Ali Mükan ve avukatı Uğur Yeşil-tepe’nin görüşlerine de yer verildi.

Konuyla ilgili olarak süreci aktaran DKDbaşkanı, Dersim halkının hassasiyetlerinive haklı kaygılarını gündeme taşımak

MKP dava tutsakları Van dep-remi dolayısıyla yaptıklarıaçıklamada halkın yaşadığıacıları yüreklerinde hissettik-lerini belirterek, imkanları da-hilinde bağışta bulunduklarınıifade ettiler

MKP dava tutsakları 28 Ekim 2011 tari-hinde yaptıkları bir açıklamayla Vandepreminde halkın yaşadığı acıyı pay-laştıklarını ve sembolik olarak BDP’ninaçtığı hesaba bağışta bulunduklarınıaçıkladılar. Gazetemize faks gönderenMKP dava tutsakları, bölgede gelişen enufak hak alma eylemine binlerce askerve polisiyle saldıran devletin, depremsonrasındaysa kuracak çadır bulama-masının, devletin halka nasıl bir yakla-şım içerisinde olduğunu gösterdiğininaltını çizdilir. Tutsaklar yazılarında şuifadelere yer verdiler: ‘Bütün Kürt coğ-rafyasını askeri garnizonlarla kuşatanve Türk Askeri’nin ne kadar ileri tekno-lojiye ve muazzam olanaklara sahip ol-duğunu, en son Cumhurbaşkanı’nın sınırbirliklerini teftişiyle reklam eden devlet,Van’daki mağdur halkın feryadına ‘rek-lam kokan harekat’ dışında hiçbir çareüretmiyor. Bütün bu tabloda hatırı sayı-lır payı ve rolü olan Türk medyası utan-mazca ve hayâsızca ‘TEK YÜREK’ sloga-nıyla Van’daki deprem mağdurlarınayardım kampanyaları düzenliyor. Kanı-mızı emerek sülük gibi zenginleşen ko-damanlar, halkın sırtından kazandıklarıparaları bağışladıklarını açıklayarakSHOW yapıyorlar. Bir medya reklamı mı-dır bilinmez ama muazzam miktardabağış toplandı, tek kelimeyle bir yardımseferberliği başlatıldı.” Tutsaklar yaptık-ları açıklamada yardım seferberliğininhiçbir kıymeti harbiyesinin olmadığını,çünkü Kürt ulusunun varlığının ve bü-tün haklarının tanınması noktasında varolan şovenist, faşist anlayışın hükümsürmeye devam ettiğini vurguladılar.

“F tipi hapishanesindeki devrimci tut-saklar olarak bizler; Kürt ulusunun vedemokratik taleplerinin kayıtsız şartsızkarşılanmasını savunduk ve savunuyo-ruz. Deprem felaketini yaşayan Van hal-kının çektiği acıları bütün benliğimizleyaşıyoruz ve hissediyoruz. Van halkınabu acıları yaşatanların nasıl bir nitelikteolduğunu çok iyi biliyor ve onları lanetli-yoruz. Van depreminden etkilenen hal-kımızın ihtiyaçlarının karşılanması içinBDP’nin açmış olduğu hesaba tutsaklarolarak sembolik miktarda bir bağıştabulunduğumuzu, Türk-Kürt çeşitli milli-yetlerden halkımızla paylaşmak istiyo-ruz.” diyen MKP dava tutsakları bütünhalka her bir olayda niteliği daha da netbir şekilde ispatlanan faşist devlet aygı-tına karşı mücadele ve Van halkıyla da-yanışma çağrısı yaptı.

MKP dava tutsakları:

Halkın acılarınınortağıyız!

Cemaatin ‘ileri demokrasi’

2-3_Layout 2 11/10/11 11:08 AM Page 1

Page 3: 1-20 Kasım 2011

03güncel10-20 KASIM 2011 Halkın Günlüğü

şılanmadığı anlatılıyor. Bazı tutsakların mektupla-rına el konulduğu, bazı tutsakların hak ihlalleriyleilgili itiraz dilekçelerinin kaybedildiği, bazı mek-tupların üzerinin çizilerek “örgütsel haberleşme”iddialarının ileri sürülerek tutsaklara verilmediğiya da gönderilmediği belirtildi.

Tutsaklar süngerli odalara konuluyorRaporun Kocaeli 2 No’lu F Tipi Hapishanesi’ne aituygulamaların yer aldığı bölümünde, tutsakların el-

leri ve ayakları kelepçelenerek işkenceler yapıldığı,bu dayatmalara karşı koyan tutsaklara hücre ceza-larının verildiği, sara hastası olan Kemal Avcı’nınkriz geçirmesine rağmen hücrede tek başına tutul-duğu, yanına bir tutsağın verileceği yönünde sözlerverilmesine rağmen bunu gerçekleştirilmediği be-lirtildi. Avcı’nın idareyi kapıları döverek protesto et-tiği, hücresinin basılarak işkenceye maruz kalantutsağın talebini haykırmasıyla aynı işkenceleredevam edildiği ve süngerli hücreye atılarak işken-cenin boyutlandırıldığı anlatıldı. Kemal Avcı’nınkendisine yapılan işkenceler dolayısıyla cumhuri-yet başsavcılığına verdiği dilekçeyle hapishane ida-resinden şikâyetçi olduğu belirtildi.

TKMP, yayınladığı rapordan da anlaşılacağı üzere ha-pishanelerde hak ihlallerinin had safhaya çıktığı, dev-rimci tutsakların çeşitli baskı ve sindirme yöntemle-riyle teslim alınmaya çalışıldığına vurgu yaparak, tec-ride karşı mücadeleyi yükseltme çağrısı yaptı.

Çocuk tutsaklara işkence yapıldıTKMP tarafından yayınlanan hak ihlalleri raporusonrası hapishanelerden yeni bir saldırı haberidaha geldi. Bergama M Tipi Hapishanesi’ne getiri-len çocuk tutsaklardan 14 yaşındaki S.E. , 15 ya-şındaki E.K. , ve 14 yaşındaki A.B.‘nin gardiyanlartarafından hapishane avlusunda üstleri soyula-rak dövüldüğü, onur kırıcı davranışlara maruzkalan çocuk tutsakların gardiyanların baskılarıy-la yüz yüze kaldığı öğrenildi.

Bütün bu yaşananlara rağmen hapishanede hiç-bir inceleme yapılmadığı, ayrıca tutsaklara işken-ce yapan hapishane yönetimi ve gardiyanlarhakkında herhangi bir cezai işlem uygulanmadığıöğrenildi. Ayrıca hapishane idaresinden sorumluaskeri birliklere de herhangi bir soruşturma açıl-madığı öğrenilirken bütün bu yaşananlara dairBDP, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e soru önerge-si vererek konuyu meclis gündemine taşıdı.

türlü işkence var

amacıyla kaleme aldıkları yazıyı ve ardından açılansoruşturmayla duydukları şaşkınlığı ifade ederekifademizi alan savcı, yazıdan pasajlar alarak tehditunsurlarını sıraladıkça eleştiriye, fikir özgürlüğüne,demokrasiye dair rektör beyin söyledikleri geldiaklımıza, gülümsedik. Ne yazdıysak arkasındayızdedik. Rektör bey müsterih olsun dedik. Kendisine,misyonunu aşarak yaptığı işleri eleştirmek dışındasöylediğimiz de, yapacağımız da bir şey söz konusudeğil, olamaz dedik. Ki yazdıklarımız Dersim halkı-nın ortak kaygılarıydı ve bizzat rektör beyin kendi-sine de bunları aktarmıştık.”dedi. Rektörün söyle-miş olduğu “demokrasi” söylemleriyle bir hayli çe-liştiğini vurgulayan Mükan son olarak, “Eğer sayınrektör yazdıklarımız hakkında farklı düşünüyor,yazdıklarımıza katılmıyor ve yazdıklarımızı yanlışbuluyorsa çıkar açıklama yapar ve bizi eleştirir.Kendisi özgürlüğün, bilimin, demokrasinin, insanhaklarının mabedi olması gereken bir kurumunbaşındadır. Kendisinden beklenecek en son tavırbu olsa gerek. Bir rektör, fikirlerin yazıyla ifadeedilme biçimine karşı böylesi bir tavır takınıyorsa,vay memleketimizin haline. Bu tavır ‘ileri demokra-siyse’, bize edecek başka laf kalmıyor. Yakından ta-nıyoruz kendilerini”diyerek görüşlerini sonlandırdı.

Görüşlerine yer verilen bir diğer isim avukat UğurYeşiltepe ise yaşanan bu olay gibi hukuk adına bir-

çok traji komik uygulama olduğunu ve söylenecekher sözün pek de hükmünün olmayacağının vur-gusunu yaparak, “Müvekkillerimin ifadeye çağrıl-ma nedeni kaleme aldıkları bir yazı. Suç duyuru-sunda bulunan bir rektör. İddiası ‘tehdit ve hakaret’.Dahası, sayın rektör ‘başına bir şey gelirse, gelecekşey her neyse bundan müvekkillerimin sorumluolacağını’ buyurmuş. Dilim döndüğünce bir şeylersöyledim, ama söylediklerimin yasalarla açıklana-bilir bir tarafı yoktu. Savcı bey haklı olarak uyardı,bunlar kişisel fikirler diye. Peki, ne söyleyebilirdim.Bu iddiayı hangi yasanın bilmem hangi maddesinebinaen çürütebilirdim, hiçbir şey bulamadım. Söy-lediklerimi aynen yazın dedim. Eğer bunların her-hangi bir yasayla anlaşılabilir, temellendirilebilir birtarafı varsa, zaten yasal anlamda yapacak bir şeykalmamış demektir.”ifadelerini kullundı. Suç duyu-rusunda bahsedildiği gibi “tehdit ve hakaret” içer-mediği ifade eden Yeşiltepe, “..Sonuç olarak, hakla-rında suç duyusunda bulunulan Dersim KültürDerneği ve Demokratik Haklar Derneği yöneticile-rinin avukatı olarak, söylediklerimin ‘hukuki’ ol-madığının farkındayım. Ama ortada hukuki olarakdeğerlendirilebilinecek bir konudan ziyade, garabetbir durumun olduğunu düşünüyorum. Ne diyelim,‘ileri demokrasi’de fikir özgürlüğü de bu olsa gerek”dedi.

urjuvazinin en önemli araçlarından biri olan medya,teknik ve teknolojinin yaşamımızda oldukça fazyer kapladığı günümüz koşullarında daha fazlaönem arz etmektedir. Gazeteler, televizyonlar, rad-yolar, internet, cep telefonları vb. araçların birbütün olarak burjuvazi tarafından en etkin şekilde

kullanıldığını not düşüp, devrimci alternatiflerin varlık-yokluğununda önemini vurgulamak lazım. Hakim sınıflar en ufak bir politikayıdahi hayata geçirirken ya zor ve baskı araçlarını devreye sokarakpratik adım atarlar ya da halkı çeşitli araçlarla ‘ikna’ ederek böylesibir adım atarlar. İşte ikinci seçenek olarak önümüze koyulan durumda medyanın yadsınamaz muazzam bir rolü vardır. Sistem kendiideolojisini, siyasetini, kültürünü her an bu araçlar üzerinden beyinlereşırınga eder ve kendi gerici iktidarının sürekliliği için azami derecedeyararlanmaya çalışır. Çok geniş bir perspektiften tartışılması gerekenbu konuya dair son günlerde KCK operasyonları vesilesiyle burjuva-feodal medyada baş gösteren ‘muhafazakar-liberal demokrat’ tar-tışmasına yönelik birkaç söz söylemek gerekiyor. Meseleye ilişkinkendi cephemizden bazı vurgular yapmadan önce kısaca yaşanantartışmanın nasıl ve hangi zemin üzerinden yükseldiğine değinmektefayda var.ABD emperyalizminin 21.yüzyıla girerken planladığı politikaları hayatageçirmek için önemli misyonlar yüklediği devletlerden birisi de TC‘ydi.Çok öncesine dayanmakla beraber özellikle 90’lı yıllarda hazırlanmayabaşlanan bir ekip 2000’li yıllarla beraber TC’nin adına re-organizasyondiyebileceğimiz sürecinde AKP olarak siyasi arenada baş gösterdi.Mağduriyet üzerinden şekillenen temel siyaset anlayışı ve ülkemizhalkının özlemini çektiği demokrasi ve özgürlük argümanlarınıkendisine payende yapan AKP, özellikle AB yasalarına uyum sürecindehem kendisine liberal demokrat diyen kesimden hem de Kürt ulusalhareketinden destek görmüştü. Kürt ulusal sorunundan ‘tabu’ kabuledilen birçok konuya temas eden ve bizzat Başbakanın ağzından‘Kürt sorunu benim sorunumdur’ cümlesiyle vücut bulan ve açılımlardizisiyle devam eden yeni saldırı dalgası zihinlerde büyük bir yanıl-samaya yol açmış ve Erdoğan-Gül ikilisi tarihi şahsiyetler olarakövgülere mazhar olmuştu. Kürt ulusal hareketi açısından devletinfaşist karakterinin ve ‘açılım’ denilen ucubenin esasında sisteminkendi Kürtünü yaratarak Kürt ulusunun bütün devrimci-ilerici kaza-nımlarını ortadan kaldırmak olduğu acı tecrübelerle görülmüş durumda.İdeolojik körlüğün yol açtığı bu tablo özellikle son iki yılda Kürtulusuna yutturulmaya çalışılan barış sosuyla kerelerce çürütülmüşve her defasında devletin daha azgın saldırılarıyla muhatap olunmuştur.Sınıf hareketinin açılım adı altında dayatılan teslimiyet ve tasfiyedirbelirlemelerine ‘provokasyon, süreci sabote etmek’ vb. yaklaşımlarsergileyenlerin bugün ve dün söylediklerine bakmalarını da ayrıcatavsiye ederiz.Kürt ulusal hareketi dışında AKP’ye geçen 9 yıllık süreçte en büyükdesteği sağlayan kesim ise liberaller oldu. Geçmişin ‘komünist,sosyalist, devrimci aydınları’ mücadele tarihleri içerisinde kazandıklarıengin tecrübeleri ve müthiş zekalarını günümüz ‘antika devrimcilerine’ders vermek için seferber ederek tam bir AKP yalakalığına soyundular.Halil Berktay, Murat Belge, Ahmet Altan, Oral Çalışlar, Cengiz Çandar,Roni Margulies’in önderlik ettiği bu ‘aydınlarımız’ sadece koyu AKPtaraftarcılığıyla yetinmeyerek dünya ve ülkemizde emperyalist-kapitalist sisteme karşı koyan, devrimci mücadele yürüten her kişi vekuruma da saldırmaktan geri durmadılar-durmuyorlar. Özellikle Kürtulusal sorunu ve Kemalizm konularında AKP’yi alkışlamaktan ellerikızaran liberallerimiz işlerin pratikte ilerleyememesinin yegane suç-lularını da bulmuşlardı; PKK ve Stalinist sol. Her söylem ve yazıları‘eşitlik, özgürlük, demokrasi’ üzerine şekillenen bu liberal bay ve ba-yanlarımız baltayı taşa çarptıklarının ayırdına ise yeni yeni varmışdurumdalar. AKP’ye toz kondurmayan bu cenah gelinen süreçte fa-şizmin saldırılarını bütün toplum nezdinde ayan bir şekilde hayatageçirmesi ve en ufak hak talebinin zorbaca bastırması sonucu oldukçaşaşkın bir halde durum analizi yapmaya çalışmaktalar. Bir de AKP’yidestekleme konusunda son yıllarda kol kola yürüdükleri ve kendilerini‘muhafazakar demokrat’ olarak ifade eden cemaat kalemşorlarınınkendilerine sırt çevirip yalnız bırakmaları sonucu işler iyice karışmışdurumda.Son iki yılda ‘KCK operasyonları’ adı altında Kürt ulusuna yönelikbaşlatılan tutuklama furyasının kamuoyu tarafından tanınmış bazıaydın-yazarlara dek uzaması neticesinde cılız bir şekilde sesleriniyükseltmeye başlayan liberal demokratlarımıza aynı anda hem Baş-bakan Erdoğan hem de ‘muhafazakar demokrat’larca eleştiri vetehditler gelmeye başladı.Bu tartışmaların startını ise Fetullah Gülen’in ülkemizdeki en önemlisözcülerinden olan Zaman Gazetesi yazarlarından Hüseyin Gülercebaşlattı. ‘KCK, liberaller ve yol ayrımı’ başlıklı yazısıyla Gülerce liberaldemokratlara çağrı yapıyordu, saflarınızı belirleyin, taraf olmayanbertaraf olacaktı.

BBERABER YÜRÜDÜK BİZ BU YOLLARDA

SINIF TAVRI ≫ ismail uçar

yuvaları; üniversiteler

2-3_Layout 2 11/10/11 11:08 AM Page 2

Page 4: 1-20 Kasım 2011

Halkın Günlüğü 10-20 KASIM 2011güncel04

Olağan bir hale gelen bu tutuk-lama furyasından sadece Kürtsiyasetçiler değil, devrimci-de-mokrat-ilerici kişi ve kurumlarda nasibini almaktadır

Devletin ‘açılım’ adı altında Kürt ulusunayönelik başlatmış olduğu ‘ya teslimiyet yaölüm’ saldırıları gerilla alanlarından, de-mokratik haklar mücadelesine değin çokyönlü olarak devam ediyor. Askeri alandaPKK karşısında aldığı ağır kayıpları ‘sınıriçi-sınır ötesi’ operasyonlarla gidermeyeçalışan TC, diğer yandan ise ‘KCK operas-yonları’ adı altında Kürt ulusal hareketininlegal-demokratik güçlerini tutuklayaraksindirmeye çalışmaktadır. An itibarıylabaşta BDP yönetici ve üyeleri, BDP’li bele-diye başkanları ve çalışanları olmak üzerebinlerce Kürt siyasetçi keyfi bir şekilde‘KCK üyesi’ iddialarıyla tutuklanmış du-rumda. Olağan bir hale gelen bu tutuklamafuryasından sadece Kürt siyasetçiler değil,devrimci-demokrat-ilerici kişi ve kurum-lar da nasibini almaktadır. Özellikle demo-krat aydın ve yazarlar cephesinde sistemive politikalarını eleştiren, muhalefet edenbirçok kişi çeşitli vesilelerle tehdit edile-rek, sindirilmeye çalışılmaktadır. HrantDink olayında olduğu gibi açık infazlar ya-pıldığı gibi, Ragıp Zarakolu ve Büşra Ersanlıolayında olduğu gibi gözaltı ve tutuklama-larla da sindirme operasyonları yapılmayaçalışılmaktadır.

Tutuklama furyası sürüyorSon tutuklamalarla beraber 4 binin üzeri-ne çıkan ‘KCK operasyonlarına’ son halkaolarak içlerinde Prof. Dr. Büşra Ersanlı veyazar Ragıp Zarakolu’nun da bulunduğu 44kişi eklendi. İstanbul başta olmak üzerebirçok ilde 28-29 Ekim tarihlerinde yapılaneş zamanlı baskınlarda ‘KCK operasyonu’adı altında gözaltına alındı. BDP üye ve yö-neticileri, yayıncı ve insan hakları savucu-su Ragıp Zarakolu ve Prof. Dr. Büşra Er-sanlı’nın da aralarında bulunduğu 44 kişiçıkarıldıkları mahkemede tutuklandı.

Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'ne getirilen50 kişi'den 3'ü savcılık sorgusu, 3'ü demahkeme ifadesinin alınmasının ardındanserbest bırakılırken 44 kişi ise tutuklana-rak hapishaneye gönderildi. Tutuklamala-ra ilk oturumda alkışlarla ve ıslıklarla tep-ki gösteren savunma avukatları ikincioturumda ise cübbelerini kürsüye ataraktutuklamaları protesto ettiler.

12 Eylül döneminden farksızAdliye çıkışında tutuklamalara ilişkin,

avukatlar adına basın açıklaması yapanAv. Ercan Kanar; "12 Mart ve 12 Eylül'demuhalifleri cezaevlerine toplayan sistembugün aynı görevi Özel Yetkili Ağır CezaMahkemeleri'ne bırakmış durumda. Gö-rüntü sivil olmasına rağmen uygulama 12Mart ve 12 Eylül'ün faşist yöntemlerindefarksızdır." dedi.Yayıncı ve insan hakları savucusu RagıpZarakolu'nun, BDP'nin Siyaset Akademi-si'nin açılışına ve sertifika törenine katıl-mış olduğu gerekçesiyle tutuklanmasınınmeşru ve yasal siyaset yapma hakkını ya-saklamayı ve gözdağı vermeyi amaçladı-ğını ifade eden Kanar, konuşmasının deva-mında, "Başta düşünce, ifade ve örgütlen-me özgürlüğü olmak üzere temel hak veözgürlüklerin ülkemizde hiçbir güvencesikalmamıştır" dedi.

Tutuklamalara tepkiUluslararası Yayıncılar Birliği'nden yapılanaçıklamada Zarakolu'nun "cezaevini değilNobel ödülünü hak eden bir yayıncı" oldu-ğu belirtildi. Birlik adına konuşan BjornSmith-Simonsen, Zarakolu'nun Türki-ye'deki özgür yayıncılığının yüz akı oldu-ğunu ve bir an önce serbest bırakılmasınıtalep ettiklerini söyledi.Rapıg Zarakolu'nun hâkim karşısına çık-masının en az bir yılı bulacağını, ancakkendisinin sağlık durumunun hapishanekoşullarını kaldıramayacağını belirtenSmith-Simonsen, ‘örgüt olarak Türki-

ye'nin Cenevre'deki Birleşmiş Milletlerdaimi temsilcisiyle temasa geçeceklerini’ifade etti.Zarakolu'nun tutuklanma kararına tepkigösterenler arasında bulunan AmerikanYazarlar Derneği PEN'den yapılan açıkla-mada, "Zarakolu yazma ve yayınlama öz-gürlüğü mücadelesinde uluslararası olaraksaygı duyulan bir isimdir" denildi. ÖrgüttenLarry Siems, yaptığı açıklamada "Zarakolugibi Türkiye'de sansürü önlemeye çalışan-larla siyasi gündemlerini baskı yoluyla da-yatanların çabaları karıştırılmamalıdır"dedi.

Zarakolu’ndan mektupRagıp Zarakolu, hapishaneden gönderdiğimektubunda, “Gözaltına alınmam ve 'yasadışı örgüt üyeliği'yle suçlanmam, Türki-ye'de yaşayan tüm aydın ve demokratlarailişkin bir korkutma ve özellikle Kürtleriyalnızlaştırma kampanyasının bir parçası-dır” dedi. Toplumsal linç kampanyası hali-ne getirilen bu gözaltı furyasına herkesinortaklaşa tepki göstermesi çağrısında bu-lunan Zarakolu'nun tutukluk kararına ise,avukatı tarafından itiraz edildi.Zarakolu, polis tarafından “suç delili” ola-rak kayıt altına alınan dokümanları iseşöyle sıraladı: “Bunlar içinde basılmış vepiyasada serbestçe satılan Ender Öndeş'in'Habiba' adlı kitabı, Doğan Özgüden'in 'Va-tansız Gazeteciler' kitabının 2. cildi, YükselGenç'in 'Barış Süreci' ismini taşıyan kitabı,

İki yıldır tutuklu bulunanDHF’lilerin son duruşmasındada yargı tiyatrosu sahnelendi

2009 yılında yapılan IMF protestoları son-rası gözaltına alınarak tutuklanan DHF

üye ve taraftarlarının yargılandıkları da-vanın 5. duruşması görüldü.

İki yıla aşkın süredir “yasa dışı örgüt üyesi”olma iddiasıyla tutuklu bulunan Ali HaydarBen, Sebeki Özün ve Erdem Taş’ın yargı-landıkları davanın 5. duruşması 1 Kasım2011tarihinde Beşiktaş’ta bulunan İstanbul

9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

Tutuklu kalmalarına delil olarak, bir po-şette üzerinde bulunun parmak izi her-keste bulunabilecek bir bileklik, 8 Mart, 12Eylül mitingleriyle ve IMF protestolardaçekilmiş portre fotoğraflar gösterildi. AliHaydar Ben, Sebeki Özün ve Erdem Taş’ın

‘İleri demokrasinin’ yargı tiyatrosu

“Yıkılan ne beton duvarlar, ne dedemir yığınlarıydı aslında. Yıkı-lan insan canına kast eden karhırsı ve mevcut sistemin çürü-müş yüzüydü.”

Van’da yaşanan depremin ardından hâkimsınıf temsilcilerinin yaptığı açıklamalar veburjuva feodal medya üzerinden yaygınlaş-tırılan milliyetçi saldırılara karşı başta Kürthalkı olmak üzere devrimci-demokrat ku-rum ve kuruluşlar bölge halkıyla devrimcidayanışmayı büyüterek saldırılara karşıdurdu. Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) Vanhalkıyla dayanışma çağrısı yaparken DHF’liMazgirt ve Hozat belediyeleri de ilçelerde top-ladıkları yardımları Van’a gönderdi. DHF, ko-nuya ilişkin yaptığı açıklamada şu ifadelereyer verdi: “24 Ekim 2011 tarihinden itibaren, AKP hükü-metinin ve muhalefet(!) partilerinin tüm sah-te gözyaşlarına ve yardım acizliklerine kar-şın; ilerici, demokrat ve devrimci tüm kurum-lar ve kuruluşlar seferberlik düzeyinde Vanhalkıyla dayanışmak için harekete geçmiş-lerdir. DHF, tüm il örgütlülükleriyle merkezidüzeydeki komisyonlarına bağlı birimlerinbulunduğu çeşitli faaliyet alanlarında; çeşitlikitle örgütleri ve ortak düzenlenen yardımkampanyalarına müdahil olarak yardım ça-lışmalarını başlatmıştır.Türkiye-Kuzey Kürdistan emekçilerinin veezilenlerinin gönüllü, bilinçli birlikteliği vetüm milliyetçi-gerici provokasyonlara karşıverdiği kardeşleşme mücadelesi; faşist dikta-törlüğün sömürü, zulüm cenderesini kıracakve yaşanan tüm acılara merhem olacaktır!”

DHF’li belediyelerden dayanışmaDHF’nin yapmış olduğu çağrılarla beraberMazgirt ve Hozat belediyeleri de ilçelerdeyaptıkları çağrılarla yardım kampanyasınakatkıda bulundu. Hozat Belediyesi, Hozathalkıyla beraber topladıkları yiyecek, giye-cek, yatak ve battaniyeleri araçlarla Van’agönderdi.Mazgirt Belediye Başkanı Tekin Türkel deyaptığı yazılı açıklamada şu noktalara değin-di; “Yıkılan ne beton duvarlar, ne de demir yı-ğınlarıydı aslında. yıkılan insan canına kasteden kar hırsı ve mevcut sistemin çürümüşyüzüydü. Ve yalnızca Van halkının üzerine yı-kılmadı zülüm, aynı acıyı biz de yaşıyoruz.Depremin olduğu ilk saatten itibaren propa-gandaya başlayan ileri demokrasi medyası,Van’da hiçbir aksaklığın yaşanmadığını, dev-letin kudretli elinin her şeye kadir olduğunuvaaz edip durdu. Çok geçmeden bir bir açığaçıktı gerçekler. Demokrasi timsali medyanınve aslında mevcut sistemin gerçek yüzü-bi-linçaltı ekranlarda boy boy belirmeye başladı.Bizler, tüm olanaksızlıklara ve sistemin yıkı-lan binalar gibi çürümüş özüne rağmen, Vanhalkının ortaya koyduğu yaşam savaşındakardeşçe bir dayanışmayla çıkacağına inanı-yoruz.” ifadelerine yer verdi. Yapılan açıkla-mayla beraber Mazgirt Belediyesi öncülü-ğünde toplanan gıda ve giyecek malzemeleriVan’a gönderildi.

Van halkıyladayanışmaçağrısı

Devletten demokrasi

4-5_Layout 2 11/10/11 11:12 AM Page 1

Page 5: 1-20 Kasım 2011

nternasyonalizm algısıya da yorumunda bellihataların olduğu görül-mektedir. Belki hatalıalgıya sahip olan sınırlı

bir kesimdir. Hatalı algı sınırlı da olsa bu-nun düzeltilmesi önemlidir. Dahası bura-dan yola çıkarak enternasyonalizm algısıveya anlayışı üzerine birkaç noktaya de-ğinmek genel olarak faydalı olacaktır. Zira,enternasyonalizmin hatalı yorumlanmasıbazen belli sapmalara kalkan edilmekte,bazen de konuya dair haksız eleştiri veabartılı yaklaşımlar ortaya konmaktadır.Enternasyonalizm somut devrimi gör-mezden gelerek, kimilerinin yaptığı gibibura görevlerini ertelemek ve teorik tar-tışmaları geçmeyen düzlemde dünya dev-rimini toptan örgütleme eğilimini benim-seme ve böyle hareket etme anlamınagelmez. Tersine somut devrimimizi ger-çekleştirme tavrı enternasyonalizmin so-mut biçimidir. Yazık ki, enternasyonalizmadına, Uluslararası Komünist Hareket’inveya dünya proletaryasının herhangi bircoğrafyasındaki parçasının, bulunduğucoğrafya devrimini geliştirme pratiği ki-milerince küçümsenerek zayıflatılmaktaya da buradaki devrimci uğraşlar anlamsızgörülerek dünyayla uğraşılması salık edil-mektedir vb. Bu kimselerin özünde dev-rimin politik pratik görevleri adına somutbir şey, bir araç veya tutarlı bir zeminortaya koymadıklarını söyleyebiliriz. Dahası,ne eşitsiz gelişme yasasını, ne de em-peryalist gericiliğin zayıf halkalarındankoparma gibi bir bilinci yoktur bunların.“Globalleşmiş” dünyada tek tek ülke dev-rimlerine uğraş vermenin son derece an-lamsız bir budalalık olduğunu düşünmek-tedirler. Bundandır ki, tek tek ülkeler-par-çalarda devrimi geliştirme pratiğindenuzak olup, tüm enerji ve eforlarını “dünyasorunlarına” adamaktadırlar. Ne ki, buenerji ve eforları teorik düzeyden pratikdüzeye çıkmamaktadır. Evet, entelektüeltartışmalar tam bir tatmin aracı durumunagetirilmiştir. Devrimin salt teorik çizgi-ideoloji düzenlemesi işi olarak ele almak-tadırlar bunlar. Oysa doğru çizgi tayinedildikten sonra, bunu yaşama geçirenkadrolar belirleyiciydi. Ve oysa, işçi sınıfınınburjuvaziye karşı mücadelesinde örgüttenbaşka kullanacağı bir araç yoktu… Devri-min pratik görevleri ancak böyle-bunlarlagerçekleştirilebilirler. Gerçekleştirme-de-ğiştirme pratiğine girmeyen kimse, örgütaracına da sahip olsa, kadroya da sahipolsa, bu görevleri yerine getiremez. Mü-cadeleyi ideolojinin geliştirilmesi için hum-malı tartışmalar yürütmekle, çizgiler mah-kum edip çizgiler üretmek üzere tartış-makla yürütemez-geliştirip büyütemeyiz.Öyle ki, bu kesimlerce, devrimcilik gibi, en-ternasyonalizm de UKH’nin ideolojik-teoriksorunlarını tartışmaya indirgenmiş. Bupratik algı kökünden hatalıdır. Ne dev-rimcilik, ne de enternasyonalizm böyleicra edilemez. Kuşkusuz ki enternasyonalist görevle so-mut parça devrimi görevi karşı karşıyakonamazlar. Ancak somut ülke devrimigeliştirilmeden, buradaki görevler yapıl-madan enternasyonalist görevler de icraedilemez. Evet ikisi karşı karşıya konamazfakat parça devriminde yoğunlaşmadannasıl bir devrimde yoğunlaşılacaktır? İştebu sorunun yanıtı dünya devrimine çıkarki, bu da somut ve gerçekçi olmayıp dolaylıolarak devrimci pratikten kaçmak demektir.Hangi devrim-nere devrimiyle uğraşıl-

maktadır? Bunun açık bir yanıtı yok. Yanikoyu bir belirsizlik var. İşte enternasyo-nalizmin bu hatalı algısı, bu belirsizliktenmuzdariptir. Daha önemsiz düzeylerde de hatalı algılarvar. Bunlar daha çok kavrayışsızlık sorunuolarak belirmektedir. Örneğin, enternas-yonalist olduğumuz için her eylem-etkinlikve faaliyetimizde dışımızdaki komünistveya devrimci yapıları tamamen dahil et-memiz istenmekte-beklenmektedir. Yada bu kapsamdaki kitlelerin sorunlarınasahip çıkıp çözmemiz beklenmektedir.Açıkçası, bu enternasyonalizm olmadığıgibi, genellikle olanaklı bir istem de değildir.Yani, eğer kendi ülkesinden kitlelerin so-runlarını çözememişsek-çözemiyorsak,bu kitleleri birleştirip eylem ve etkinliğimizekatamamışsak, buna karşı enternasyo-nalistliğimizde zaaf görülerek eleştiri yü-rütülmektedir. Buradaki algı, enternas-yonalist olmak tüm ülkelerden kitleleribir yerde birleştirme, hepsinin sorunlarınıçözme veya bunlarla sorunları temelindebirleşme kriterine bağlanıyor adeta. Oysa,dediğimiz gibi, bizlerin öncelikle kendi so-mut devrim görevimiz, merkezi planlamave çalışmalarımız vardır ve devrimimiziörgütleyip gerçekleştirmek birincil görevi-mizdir. Ve bütün ülkelerden kitleleri buaşamada birleştirip örgütleme ve onlarlabirleşme imkanı zayıftır. Bu esas olarakdevrimimizi gerçekleştirdikten sonra vehatta ora devrimlerinin gelişmesiyle ba-şarılabilecek bir iştir. Kendi kitlemizi ör-gütlemeden, kendi devrimimizi geliştir-meden, farklı coğrafyalardan kitleleri ör-gütlememiz veya onların sorunlarına sahipçıkıp çözüm gücü olmamız gerçeğe aykı-rıdır. Enternasyonalist olan bir harekether durumda uluslararası bir güçtür de-nemez. Her durumda buralarda kitlelerinikucaklayan bir hareket olduğu anlamınagelmez. Yine böyle bir hareket, genelliklekendi somut devriminin görevlerini gev-şeterek ya da bu görevlerini yapmayıpenternasyonalistlik adına bunları arkaplana atamaz. Elbette enternasyonalist görevlerden biriuluslararası işçi sınıfıyla dayanışma, dünyacoğrafyasındaki devrimlere destek verme,bu anlamda uluslararası ölçekte ortak ör-gütlenme veya örgütlenerek uluslararasıörgütte buluşmayı vb. kapsar. Ki, dünyaölçeğindeki sorunları somut olarak omuz-layan somut örgüt Uluslararası KomünistHareket’in mevcut ortak örgütü, bugünkühaliyle Devrimci Enternasyonalist Hareket(DEH)’tir . Bir taraftan üstlendiğimiz somut parçadevrimimizi geliştirirken, öte yandan en-ternasyonalist çerçevede DEH bünyesin-deki görevlerimizi yürütmeli-yerine getir-meliyiz. Ancak uluslararası proletaryanınparçadaki kolu olarak üstlendiğimiz parçadevrimi zorunlu birincil görev olmak du-rumundadır. Zira, parçadaki devrimi ger-çekleştirmek somut enternasyonalist gö-revken, parçadaki devrim görevini sahip-lenmemek enternasyonalist görevi üst-lenmenin de engelidir. Birincisi yapılmadanikincisi yapılamaz. Bulunduğumuz coğrafyaveya devrimini üstlendiğimiz parçada dev-rimi geliştiremezsek, burada çaba gös-termezsek, enternasyonal devrimci ol-mamız veya enternasyonalist görevleryüklenmemiz düşünülemez. Bu tamamennesnel koşulların ve tarihsel şartların em-rettiği bir zorunluluktur, tercih sorunu de-ğil...

EENTERNASYONALİZM ALGISINDA ÇARPIK ANLAYIŞ

UFUK ÇİZGİSİ ≫ bakış can

'Alman Belgelerinde Ermeni Soykırımı' adlıkitabın basıma hazırlanan taslakları, CHPeski Milletvekili Sırrı Özbek'in yeni kitabınayazdığı arka kapak yazısı ve 'Ermeni SözlüTarih Çalışması' isimli kitap taslağı.”Zarakolu, önümüzdeki hafta Berlin'de ve on-dan sonraki tarihlerde de sırasıyla AmerikaColgate Üniversitesi, Los Angeles ve Michi-gan'da katılacağı konferanslardan önce böylebir tutuklamaya maruz bırakılması karşısın-da hükümetin vereceği cevapların olmasıgerektiğinin altını çizdi. Emniyette tüm ban-ka kartlarına ve kredi kartlarına el konulup,adli emanete alındığını belirten Zarakolu, ka-muoyunun dikkatini yargılanma hakkınıhangi tarihte kullanabileceğinin belirsizliğineçekti. Zarakolu, mektubunu şu çağrıyla nok-taladı: “Bana üyesi olmakla suçlandığım ör-gütle ilgili hiçbir soru sorulmamış ve yalnızcayazdığım, yayına hazırladığım eserler veyaptığım konuşma ya da katıldığım, herkeseaçık toplantılarla ilgili yorumlar yapılarak bil-gime başvurulmuştur. Toplumsal linç kam-panyası haline getirilen bu gözaltı furyasınaherkesin ortaklaşa tepki göstermesi ve yasadışı uygulamalara bir son verilmesi gerekti-ğini düşünüyorum. Selam ve sevgiler”

BDP’den tutsaklara ziyaretBarış ve Demokrasi Partisi (BDP) Eş Başkan-ları Selahattin Demirtaş ile Gültan Kışanak veberaberindeki milletvekilleri ‘KCK operas-yonları’nda tutuklananları ziyaret etti.TC Başbakanı Recep Tayip Erdoğan’ın ‘KCK

operasyonları’na yöne-lik sözlerine atıfta bulu-nan Demirtaş, “Bir baş-bakan bu şekilde açık-lamalar yapamaz. Söz-lerini geri almak zorun-dadır." dedi.Bakırköy Kadın KapalıHapishanesi’ne gelenBDP heyetini burada tu-tuklu yakınları karşıladı.Ailelerle birlikte hapis-haneye giren heyet içer-de yaklaşık 1 saat kaldı.Ziyaret sonrası açıkla-malarda bulunan Sela-hattin Demirtaş, “Arka-daşlarımızın moral vesağlıklarının gayet iyi”diyerek kendilerine gös-terilen ve alakadan do-layı memnun kaldıkları-nı aktardı. Demirtaş “Bizarkadaşlarımızın arka-sındayız. Arkadaşları-mız hangi suçu işlemiş-se gece gündüz deme-den aynı suçu işleyece-

ğime bin defa yemin ediyorum. Yaptığımızsuç değil, gayri ahlaki değil.” ifadelerini kul-landı.Recep Tayip Erdoğan’ın ‘KCK operasyonla-rı’na dair sözlerine atıfta bulunan Demirtaş,bu şekilde açıklamaların yapılamayacağınıve özür dilenmesi gerektiğini söyledi. Demir-taş, “Bir başbakan çıkıp partimiz ve yönetici-lerimizle ilgili olarak daha avukatı bile dosya-yı görmemişken bu şekilde açıklamalar ya-pamaz. Sözlerini geri almak zorundadır. Büş-ra Ersanlı, partimiz ve yöneticilerimizle ilgiliBaşbakan da, İçişleri Bakanı da özür dilemekzorundadır. Yargıç değiller, hâkim değillerhadlerini bilecekler. Kellemizi götürebilirlerama onurumuzu çiğnetmeyiz.” ifadelerinikullandı. Büşra Ersanlı’nın, Ahmet Davutoğluve Burhan Kuzu’ya bir çağrısı olduğunu kay-deden Demirtaş şöyle konuştu: “Kendisi on-larla birlikte çalışmış, mesai arkadaşlığı yap-mışlar. Özellikle ikisinin bu konuda ne dü-şündüğünü merak ediyor ve açıklama yap-malarını bekliyor. Kendisinin bu şekilde tu-tuklanmasıyla ilgili ne düşündüklerini merakediyor.”BDP Eş Başkanı Gültan Kışanak ise siyasi ira-denin talimatıyla yürütüldüğünü ifade ettiğiKCK soruşturmasının demokrasiyi askıyaalma hevesi olduğunu söyledi. Herkesin buoperasyona ve tutuklamalara karşı sesiniyükseltmesi gerektiğini belirten Kışanak,“Aksi takdirde hep beraber bu ülkede de-mokrasinin tümden rafa kaldırıldığı günleryaşayabiliriz.” dedi.

05güncel10-20 KASIM 2011 Halkın Günlüğü

devam ediyor

dersleri

mahkemesine destek olmak için, aileleriyleDHF üye ve taraftarlarıda katıldı.Tutsakların mahkemeye giriş ve çıkışların-da “Devrimci tutsaklar onurumuzdur”, “Ya-şasın halkların kardeşliği” sloganları atıldı.Avukatlar yaptıkları savunmalarda uzun tu-tukluluk süreleri, suça delil teşkil edecekherhangi bir şeyin olmaması ve delil olarak

gösterilen katıldıkları eylemlerin tamamenmeşru ve demokratik hak alma eylemleriolduğunu belirtilerek tahliye ve beraat tale-binde bulundular.Avukatların savunmalarından sonra mah-keme ‘tutukluluk hallerinin devamına’ kararvererek bir sonraki duruşma tarihi olarak 28Şubat 2012’yi belirledi.

4-5_Layout 2 11/10/11 11:12 AM Page 2

Page 6: 1-20 Kasım 2011

Halkın Günlüğü 10-20 KASIM 2011güncel06

Ortada olan ve beslenen bu kap-samlı şiddetin karşısında atılmasıgereken somut adımlardan bah-setmeyen bu devlet erkanı, soru-nun çözümünü de “vicdanlara” ha-vale ederek çözümsüzlüğü dayata-biliyor

Adını iki harf şeklinde duyduğumuz ve bu dev-letin, sistemin kadına, çocuğa yaklaşımını, şid-detini gözlerimize sokan N.Ç. davası sekiz kü-sür yılı buldu. 2002 yılında N.Ç. 13 yaşında birçocukken başlayan ve o genç bir kadın olanakadar süren dava, her mahkemede açmazla-rıyla sürüncemeye sokuldu. Tecavüzcülerindevletin memuru, askeri, muhtarı olmasıN.Ç’nin davasını tam bir erkek egemen savun-ma alanına, devletin erkeklerinin kendini ak-lama salonuna dönüştü. N.Ç. ise her davadansuçlanarak ayrıldı. Yargılanan, suçlu sandalye-sine oturtulan çocuk N.Ç oldu sürekli. Mahke-me bu anlamda oldukça yanılsamalı bir süreçizledi. Görünürde tecavüzcüler yargılanıyor-muş gibi bir izlenim yaratılmak istendi ancakalttan alta N.Ç ve onun şahsında tüm çocuklarve genç yaşlı, evli bekar kadınlar yargılandı. Vegelinen aşamada N.Ç suçlu bulundu. Mardin 1.Ağır Ceza Mahkemesi hakimleri N.Ç’nin “rıza-sıyla birlikte” olduğu kararına vararak teca-vüzcülere eski Türk Ceza Kanunu’nun (TCK)414. maddesinin 1. fıkrasından ceza verdi. Özcetecavüzcüler “iyi hal”, “rızasıyla birlikte oldu”gibi ifadelerle aklanarak, 20 ayla 6 yıl arasındadeğişen hapis cezalarıyla “paçayı kurtardılar”.

“Rızasıyla olmuş” ifadesinin tek başına ne ka-dar çok şey ifade ettiğini anlamaya çalışalım.13 yaşında bir çocuktan bahsettiğini “unutan”hakimler bu karara varırken ya “ço-cuk” keli-mesinin anlamını bilmiyorlardı, ya da hiç çocukolmamışlardı! Öncelikle herhangi bir yetişkininsanın dahi tecavüzü “istemesi” gibi bir şey-den söz etmek bile mümkün değilken bir ço-

cuğun bunu “istediğini” söyleyebilmek… Arka-daşlarıyla sokakta sek sek, top oynamak, tel-evizyon izlemek, tatlı şeyler yemek, boyalarlaoynamak gibi şeyler ister çocuklar… Çocuğuçoçuk olmaktan da çıkarmak, ona büyük “va-sıflar” yüklemek bu devletin karakterindendiraslında. Hâkimlerin de bu rahat tarifi oradangeliyor elbette. Bu ülke değil mi merdiven altıatölyelerini, sokaklarını, hapishanelerini ço-cuklarla dolduran?Davada verilen karar büyük tepkilere neden

Ülkemizde resmi rakamlara göre150 bin, sendikaların verdiği ra-kamlara göre ise 350 bin öğret-men açığı bulunuyor

AYÖP üyeleri ülkenin çeşitli illerinde eylemlergerçekleştirerek seslerini duyurmaya ve dev-letin atama(ma) yalanlarını deşifre etmeyedevam ediyor. Birçok ilde basın açıklaması,yürüyüş ve stant çalışması yapan öğretmen-ler 19 Kasım’da Ankara’da bir miting gerçek-leştirecek.

Yoğun emeklerle üniversite sınavından geçipeğitim fakültelerinde okuyan, okurken üni-versitenin zor koşullarına maruz kalan;har(a)ç, barınma, yol ücretleri vd. nedenlerleparası olanın okula gidebildiği bir ülke koşul-larında okuyan ve en sonunda işsiz ya da dü-şük ücretlerle, sendikasız, sigortasız, sözleş-meli, dershanelerde en zor koşullarda köle

gibi çalışmaya mahkûm bırakılan öğretmen-ler ülkemizin gerçekliği. Sendikaların verileri-ne göre ülkemizde 320 bin işsiz öğretmen bu-lunuyor. Ataması yapılmayan öğretmenlerinçoğu, eğitim gördüğü alanda istihdam edilmi-yor ve bu nedenle farklı işlere yöneliyor.

Kamusal bir hizmet olan eğitimin, kapitalist-emperyalist politikalar doğrultusunda piya-salaştırılmasının getirdiği esnek çalışma bi-çimleri (ücretli, sözleşmeli vb. artık burjuva-feodal sistemin vazgeçilmezi haline getirildi.

İşsiz öğretmenlerin, öğretmen açığının gide-rilmesi isteğine “yeterli kaynak yok!” diyen-ler, sistemlerinin devamı ve sömürü için kay-nak bulmakta sıkıntı çekmemektedir. Öğren-cilerin sırtından kazanç elde etme çabasıyla‘plansız, programsız’ biçimde sürekli olarakfakülteler açan, eğitim fakültelerine öğretmenalımlarını da buna göre yapan (yapmayan)devlet, “ne haliniz varsa görün” anlayışıylasistemini yürütürken, dağınık, örgütsüz, apo-

N.Ç. yargılandı

Ataması yapılmayan

hon makalelerdesürekli Said Nursitemasını işledim.Belki kimi okuyucu-lar sıkılmış olabilir.Ama son günlerde,

yazılı ve görsel medyada, FetullahGülen’den, Murat Karayılan’a, İs-tanbul Müftüsü’nden, kimi siyasetbilimcisine kadar herkesin, SaidNursi’yi referans vererek konuşuyorolması, bu “ortak referans” hakkındadaha fazla şey söylenmesini gereklikılmaktadır. Dünya ekonomisine entegre olmuş;kendilerine “Anadolu Kaplanları” de-nilen İslami kapitalistler, hem yapısaldönüşümün motor gücünü hem deAdalet ve Kalkınma Partisi’nin sosyaltabanını oluşturmaktadırlar. Sayılarıazımsanmayacak oranda (29.000)artan bu “Versace kravatlı, WallStreet Müslümanları”ndan 100 ta-nesi bugün, Türkiye’nin önde gelenen büyük 500 şirketi içinde sayıl-maktadır.Bir çelişki gibi gözüken bu “WallStreet ve Müslümanlık” fenomenini,Recep Tayyip Erdoğan, “paranın,dini imanı olmaz” diye açıklamıştı.Her fırsatta Müslümanlığını vur-gulayan, Türkiye’nin İmam Hatipmezunu Başbakanının bu sınırsızpragmatizminin kökleri tabii ki, genelolarak dine, çok özel olarak da SaidNursi’ye dayanmaktadır. Uluslar-arası alanda siyaseten ve iktisadenhem bugün, hem de yakın gelecekte,Said Nursi’nin fikirlerinin ilham kay-nağı olmasının nedeni burada aran-malıdır. Bugün Türkiye, Kuzey Af-rika’dan Ortadoğu’ya, Balkanlar’danKafkasya’ya kadar bölgesinde, glo-balizmin taşıyıcı sütunu olma id-diasındadır. Said Nursi fenomeniise bu iddiayla çelişmemekte bilakis,dönemin “Zeit Geist”ına uygun düş-mektedir.Bunun örneklerinden biri, 4 Ekim2011’de, Johannesburg’daki, Tür-kiye-Güney Afrika İş Forumu'nda,Tayyip Erdoğan’ın yaptığı konuş-madır: “Bir tarafta gözlerinin önün-de çocuğunun eriyip gitmesini iz-lemekten başka çaresi olmayan,hatta hangi çocuğunun öleceğinekarar vermek zorunda kalan ka-dınlar. Diğer tarafta Batı dünyasınınlüks alışveriş merkezlerinde pırlantasipariş eden bir kadın. Allah aşkına,böyle bir dünya adil bir dünya olabilirmi? Böyle bir dünya yaşanılabilirbir dünya olabilir mi? Böyle bir dünyadüzeni insanlık adına sürdürülebilirbir dünya düzeni olabilir mi? İşte oyüzden bu düzene artık 'dur' de-menin vakti gelmiştir. Bu düzene'dur' denecek yer de işte üzerindebulunduğumuz bu coğrafyadır, Af-rika kıtasıdır. Biz, Türkiye olarakKuzey Afrika ziyaretimizde de Tunus,Mısır, Libya ziyaretimizde de BMGenel Kurulu’nda da Makedonyaziyaretimizde de bu mesajı verdik.Bundan sonra da nefesimiz yettiğikadar dünyanın bütün platformla-rında insanlığın aklına ve vicdanına

seslenmeye devam edeceğiz...“...Türkiye istikrar ve güven zemi-

ninde kaydettiği gelişmelerle hemdış politikada hem de küresel eko-nomide öne çıkan bir ülke oldu. 26.sıradayken, şu anda dünyadnın enbüyük 17. ekonomisi oldu. Türkiyebu yılın ilk çeyreğinde yüzde 11 bü-yümeyle dünya birincisi oldu. İkinciçeyreğinde 8,8 ile ikinci oldu ilk 6 ayitibariyle 10,2 ile şu anda dünyaikincisi konumunda ekonomik bü-yüme itibarıyla. Bu çerçevede, Tür-kiye ve Güney Afrika Cumhuriyeti'ningerek ikili düzeyde, gerek Afrikadüzleminde ve gerekse uluslararasıplanda birçok başarıya birlikte imzaatabileceğine samimiyetle inanıyo-rum. Şimdi dostluğumuz için o meş-hur vuvuzelaları çalmanın tam vak-tidir...” (4 Ekim 2011, Johannesburg)Aynı anda, hem Afrika insanınımahveden kapitalizme “beddua”okuyup, hem de o kapitalizmle içiçe geçmiş olan Türkiye kapitaliz-minin nasıl ilerlediğiyle övünmek -her ne kadar klasik bir Erdoğan çe-lişkisi olsa da- aslında, tipik bir SaidNursi retoriğidir. Nedir bu Said Nursiretoriği?Burada Episkopal bir rahip ve Hı-ristiyan bir ilahiyat fakültesinin de-kanı ve başkanı olan Ian S. Mark-ham’a dikkat çekmek isterim. ‘SaidNursi’den Neler Öğrendim? ‘ başlıklıkitabında, Markham, Angelikanlıkla,Nur hareketi arasındaki ortak ben-zerlikleri sıraladıktan sonra kitabının,“Globalizmle Başa Çıkma” başlıklı7. bölümünde, Said Nursi’nin fikir-lerinden hareketle, onun, “küresel-leşme hususundaki düşüncesiyleişbirliği yapma egzersizi”ne girişir.Nursi’nin eserlerinde tabii ki “küre-selleşme” diye bir kavrama rast-lanmayacağını belirten Markham,gene de Nursi’de konuyla alakasıiçinde dört noktanın bulunduğunubelirtir:1. Batılı, bilimsel kültürle İslam dün-yası arasında köprüler inşa etmeninuygun olduğudur.2. Toplumun zenginlerle fakirlerarasındaki servet eşitsizliklerini adilbir şekilde dengelemesi ihtiyacıdır.3. Bütün servet ve mülkün bütü-nüyle Allah’ın emaneti olduğunubilmektir.4. Batının bütün başarılarının birilerleme yürüyüşünün parçası olarakgörülmesine ikna olmayıştır. Günümüzdeki globalizmle Said Nur-si’nin fikirleri arasında bu dört noktaüzerinden paralellikler kurduktansonra Markham şu sonuca varır:“Kapitalizmi, mümkün olduğuncadaha çok servetin kontrolünü eldetutmak yolunda güçlülerin bir aracıolarak okumak realitenin çarpıtıl-masıdır. Kapitalist ruhun belirli bazıdini oluşumlarda kökleri vardır. Ka-pitalizm muazzam bir servet vücudagetirmiştir. Birçok tehlikeleri olma-sına rağmen, kabul edelim ki, yinebirçok imkânı da vardır.

S

HERKESİN ORTAK REFERANSI:SAİD NURSİ -1-

ELEŞTİRİ SİLAHI ≫ emrah cilasun

6-7_Layout 2 11/10/11 11:16 AM Page 1

Page 7: 1-20 Kasım 2011

07güncel10-20 KASIM 2011 Halkın Günlüğü

oldu. N.Ç. davasını takip eden durumun cid-diyetinin farkında olan kadınlar, kitle ör-gütleri haklı tepkilerini bir kez daha alan-larda dile getirirken, devlet erkanı yine tim-sah postunu giydi ve salyalı gözyaşlarıakıttı. Kararın “vicdanları rahatsız” ettiğiifadeleri havada uçuştu. Yargıtay 14. Ceza Dairesi Başkanı HakimFevzi Elmas ve N.Ç. davasında kararı verenhakimlerden olan Nadir Özsoy başta olmaküzere kararı savunanların ister istemez

dikkat çektiği önemli bir şey var aslında,kararın “yasalara göre verildiği”… Evet, N.Ç. davasında karar “yasalara göre”verildi. Hani şu halkın neredeyse hiçbir sözhakkına sahip olmadığı, “özel mülkün te-melini koruyan”, küçücük çocukların taşlaoynadıkları için “terör örgütü suçu”ndanyargılandığı, baklava çalan çocukların onyılları bulan hapis cezası aldığı, Deniz Feneriolanların ise bir güzel aklandığı, kadınlarıntecavüzcülerine teslim edildiği, katledilmek

için koca evine geri gönderildiği ve dahamarifetlerini saymakla bitiremeyeceğimizşu malum yasalar… Peki, yasa yapanlar, değiştirdiğini iddiaedenlerin vicdanlarının sızlaması da neyinnesi? Cumhurbaşkanı Gül’den tutalım daTarım Bakanı’na, CHP’ye kadar devlet erka-nı N.Ç. davasının sonucunda verilen kararı ,“Toplumsal vicdanı rahatsız eden bir karar.”,“Bu kararı veren hakimler, N.Ç. kendi kızlarıolsaydı, böyle bir karar çıksaydı, ne derler-di?”, "Karar beni de derinden rahatsız etti.”gibi değerlendirmelerle karşıladı.Yasalar yapan, istediğini değiştiren, duru-ma göre yasa çıkartan meclis üyeleri yineaynı yasaların söylediği şeylerden “vicdaniolarak” rahatsızlık duyabiliyor! Ortada olanve beslenen bu kapsamlı şiddetin karşısın-da atılması gereken somut adımlardanbahsetmeyen bu devlet erkânı, sorununçözümünü de “vicdanlara” havale ederekçözümsüzlüğü dayatabiliyor. O yasaları ya-pan, kadınlara bunca şeyi dayatan devleterkanının bahsettiği aynı “vicdan” değilmi? Her gün sokak ortasında katledilen kadın-ların, baba evinde, koca evinde, sokaktaşiddetin bin bir türlüsüyle karşı karşıya ka-lan kadınların bu şiddetle akrabalığı doğardoğmaz başlıyor. Cinsinin tarifinin “sorum-lulukları” ile büyütülen kadın ölünceye-öl-dürülünceye kadar bu “sorumluluğu” taşı-yor. Bunu yeniden yeniden üreten oldukçaönemli bir kaynaktan bahsediyoruz. Enbaştan en son halkaya kadar her kesimin,her bireyin sorumlu olduğu bir zincirdenbahsediyoruz. N.Ç. davasının hakimlerinden Nadir Öz-soy’un ifadelerinden bir diğeri de şu, "İdamvermemiz gerekirmiş! Ben de adımı gizle-mek zorunda kalıyorum. Ben N.Ö.'yüm".davaya yükseltilen tepkileri kastederek“idam mı verecektik” diyen ve kendini demağdur ilan eden Özsoy’un bu cesareti vekendini mağdur ilan edecek kadar ileri git-

mesini bir tarafa bırakarak “idam, ceza”meselesine ilişkin bir iki şey söylemek ge-rek. Evet, tecavüzcüler idam da edilemezdi.Peki, ısrarla dikkat çekilen ‘5 yıl değil de as-lında 10 yıl hapis yatacaklardı’ söylemi neanlatıyor. 10 yıl yatsalardı “vicdanlar” dahabir rahatlamış mı olacaktı?

Suçları yaratan ve sonrasında da onlar için“cezalar” uygulayanların aynı yerden bes-lenmesi bir tesadüf mü? Bu dava özgülün-den tarife devam edecek olursak dava so-nucunda verilen büyük tepkinin hakimincüzi bir hapis cezası vermiş olmasına yö-neltilmiş olması, yukarıda belirtildiği gibidevlet erkanı da bunu yaptı, meselenin as-lını kaçırmak. Daha büyük cezayla “vicdan-lar” mı rahatlatılacak? Bir çocuğa tecavüzedebilen bireyler yaratmak, bu bireyleri sa-vunabilecek kadar faşist yasalar yapmak,bu yasaları savunacak hakimler yetiştir-mek ve bunların da “çocuk” algısından dahiuzaklaşacak “erk-ek” olması… Cumhur-başkanı’nın da tepki gösterdiği N.Ç’nin da-vasında belki de son karar değişebilir, so-nuçta genel bir tepki oluştu. Karar değişir-se, daha yüksek cezalar alırlarsa bu N.Ç’yeyapılanın başka bir çocuğa yapılmayacağı-yapılmadığı anlamına gelecek mi? Bu “cay-dırıcı mı” olacak?

“Çocuktan katil yaratanların” N.Ç. davası-nın sonucunu “vicdanları”yla açıklaması nede kolay. Bu mekanizmayı bu kadar kusur-suz işleten onların o “muhteşem vicdanları”değil mi? Devletin önce var edip sonra ce-zalandırdığı “suçlular”la oyalanmak yerinesorunun özüne saldırmak artık elzem birdurum. Daha ne kadar katledileceği, teca-vüze uğrayacağı belli olmayan muğlak birhayatla yaşamak zorunda bırakılan kadın-ların bir yerlere yöneltmesi gereken olduk-ça can alıcı sorular var bizce. Erkek egemenanlayışın beslediği, sistemin koruduğu ocan damarları kesilmediği sürece çocukla-rımız çocuk dahi olamaz, kadın olanlarımızinsandan sayılmaz…

litik bıraktığı genç öğretmenleri psikolojiksorunlarla boğuşmasına ve hatta ölümle-rine neden oluyor.

Birçok öğretmen adayı psikolojik sorunlaryaşamakta, birçoğu inşaatlarda, temizlikşirketlerinde, tarlalarda, dershanelerde,özel okullarda iş güvencesi olmadan (si-gortasız, sendikasız, düşükücretle) köle gibi çalıştırılıyor.

Anayasasının 49. maddesinde “Çalışmaherkesin hakkı ve ödevidir. Devlet çalı-şanların hayat seviyesini yükseltmek, ça-lışma hayatını geliştirmek için çalışanlarıve işsizleri korumak, çalışmayı destekle-mek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomikortam yaratmak ve çalışma barışını sağla-mak için gerekli tedbirleri alır.” ibaresi yeralmaktadır. Fakat Ataması YapılmayanÖğretmenler gerçeği bu maddenin pratikkarşılığının nasıl işlediğinin de en bariz ör-neklerindendir.

“55 bin öğretmen ataması yolda” yalanıİstanbul’da AYÖP üyesi öğretmen aday-ları, Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’i“Uyduruk bakan istemiyoruz” diyerekprotesto etti.

Taksim Tramvay Durağı’nda bir araya ge-len öğretmen adayları, İstiklal Cadde-si’nden Galatasaray Meydanına yürüdü.Yürüyüşün ardından eski ve yeni MEBbakanları Nimet Çubukçu ve Ömer Din-çer’in “55 bin öğretmen ataması yolda”vaatlerinde bulunduğu görüntülerin yeraldığı bir sinevizyon gösterimi yapıldı.Sinevizyon gösteriminin ardından yapı-lan açıklamada, ataması yapılmayan 300bin öğretmenin sesini duyurmak içinalanlarda oldukları belirtildi. Bakan Din-çer’in Van depremi sonrası, “Aslında öğ-retmen ihtiyacı olmadığını, çalıştırılan

öğretmenlerin ihtiyaç fazlası ücretli öğ-retmenler olduğunu” söylemesine tepkigösteren öğretmenler, ataması yapılma-yan öğretmenlerin sorunlarına dikkatçekmek için Savaş İka ve Mehtap Tekde-mir isimli iki öğretmenin Samsun’danAnkara’ya doğru yürüyüşe geçtiği bilgiside verildi. 19 Kasım’da Ankara’da olacak-larını, kendilerinin de onları karşılayıpBakan Dinçer’e seslerini bu kez Anka-ra’dan duyuracakları ifade edildi. Açıkla-manın ardından kurulan stantta, “Kadro-lu, güvenceli atama istiyoruz” adlı imzakampanyası başlatıldı.

‘Cehalete karşıbir ışıkta sen yak’

Antalya’da ise AYÖP üyeleri “Cehaletekarşı bir ışıkta sen yak” şiarıyla meşalelieylem yaptı. “Cehalete karşı bir ışıkta senyak” şiarıyla organize edilen eylem, Mu-

ratpaşa Camii önünde başladı. Ellerindemeşalelerle Attalos Heykeli’ne kadar yü-rüyen öğretmenler, ıslıklar ve alkışlarlatepkilerini dile getirdi. Attalos Heykeliönünde kitle adına yapılan açıklamayıAYÖP Başkanı Bilge Dalkılıç okudu. Ülke-mizde resmi rakamlara göre 150 bin, sen-dikaların verdiği rakamlara göre ise 350bin öğretmen açığı bulunduğunu belirtenDalkılıç, “Bunca öğretmen açığı varken,son atamalarda 10 bin öğretmen atandı.Geriye kalan açığı ücretleri 400 ile 700 TLarasında değişen ücretli öğretmenlerlekapatılmaya çalışılmaktadır. Sayıları 77bini bulan ücretli öğretmenlerin birçoğu 2yıllık bölümlerden mezun öğretmenlikdiplomasına dahi sahip olmayan kişiler”dedi. Milli Eğitim eski bakanı’nın 55 binöğretmen atanacağına dair söz verdiğinihatırlatan Dalkılıç, “44 bin atama hemenyapılmalıdır.” dedi.

ve ‘SUÇLU’ bulundu!

n öğretmenler hakları için eylemde

6-7_Layout 2 11/10/11 11:16 AM Page 2

Page 8: 1-20 Kasım 2011

Halkın Günlüğü 10-20 KASIM 2011emek haber08

Hükümet 2012 yılı programınıaçıkladı. Buna göre brüt asgariücrette yüzde 3’lük bir artışöngörülüyor. Asgari ücret 2012yılı ocak ve temmuz aylarındatoplam 51 TL artışla brüt 837TL’den 888 TL’ye çıkarılacak

2012 yılı için asgari ücrette öngörülenartış oranları Resmi Gazete’de yayınla-nırken Türkiye Devrimci İşçi SendikalarıKonfederasyonu Araştırma Enstitüsü(DİSK-AR) yaptığı araştırma sonuçlarınıkamuoyuyla paylaştı. DİSK-AR’ın yaptı-ğı araştırma sonuçlarına göre; hükümettarafından asgari ücret oranının yuzde 3seviyelerinde gerçekleşeceğinin öngö-rülmesi ülkemizde çalışan nüfusun bü-yük bir bölümünü oluşturan asgari üc-retlilerin yaşam koşullarının giderek ge-rileyeceğini gösteren iyi bir örnek oluş-turuyor. Yaşam koşulları giderek zorla-şan asgari ücretlilere verilen artış oran-larının sendikaların görüşü alınmadanpatronların talepleri doğrultusunda ha-zırlanması da ayrıca dikkate değer birgerçeklik olarak kendini gösteriyor.

Emekçiler için yaşam daha da zorlaşacakHükümetin öngördüğü asgari ücret artışoranlarına göre emekçinin alacağı aylıkücret 19.77 TL artarken, bu oran günlük66 kuruş olarak gerçekleşecek. Hazırla-nan raporun sonuç kısmında kullanılanifadelere göre asgari ücret artış oranla-rının patronların görüşleri doğrultusun-

da hazırlandığı, enflasyon oranlarındakiartışla asgari ücret oranındaki çelişki-nin yapılan zammı giderek problemli birhale getirdiği belirtilerek şu ifadeler kul-lanıldı:

“Asgari ücretliler, işçi statüsünde çalı-şan nüfusun neredeyse yarısını oluştur-maktadır. Bu anlamda asgari ücret dü-zeyi, halkın refah düzeyini de belirle-mektedir. Halkın refahını yükseltmenin

Yeni bütçeyle halka Ülkemizde çalışma koşulların-daki zorluklar ve güvencesizçalışma sebebiyle işçi ölümleriyaşanmaya devam ediyor

Urfa’da fabrika duvarının yıkılması so-nucu, duvarın altında kalan 3 işçi öldü.Urfa, Uğurlu Belediyesi’nde bir çırçır fab-rikasında yağmur yağması nedeniyle yı-kılan duvarın altında kalan 4 işçiden 3’ühayatını kaybetti. Patronlar; yağan aşırıyağmur sonucu duvar yıkılmıştır, diye-rek meydana gelen olaya doğayı gerekçegösterdi. Olağan mevsimsel hava koşul-larına dahi dayanamayan binalar altındaişçiler çalıştırılıyor ve bunlara pürüzsüzkılıflar uyduruluyor.

Sadece geçtiğimiz ekim ayı içinde 53 işçihayatını kaybetmiş, 145 emekçi de gü-vencesiz çalışma ortamlarında yaralan-mıştı. Ayrıca bu sayı basına yansıyansayı. Özellikle belediyeler ve büyük fir-malar tarafından gizlenen birçok iş ka-zası ve cinayet bu rakamlara dahil değil.

'Olmaz iş kazası diyemeyiz'"Olmaz iş kazası diyemeyiz" bu sözlerTuzla’da 18 Ekim’de meydana gelen bir işkazası sonrasında işçiyi hastaneye götü-recek olan bekçi tarafından sarf ediliyor.Bunun nedeni patronun bekçiye “İş ka-zası dedirtmeyeceksin” demesi ve bunusıkı sıkı tembihlemesi. Patron kısmenhaklı, bunlar iş kazası değil. Kazanın ola-cağı öngörülüyor ve önlemler alınmı-yorsa bu kaza olmaz, olsa olsa planlıcinayet olur.

Aynı şekilde, Bursa Karacabey İlçesi’ndeçöp kamyonunun arkasında, konteynerikaldırıp boşaltan mekanizmaya kafasısıkışan 39 yaşındaki belediye temizlikişçisi Mehmet Şahinin, feci şekilde canhayatını kaybetmesi de gizlenmeye çalı-şıldı. Fakat yaşanan olay iş arkadaşlarıve sendikalar aracılığıyla kamuoyunataşınarak teşhir edildi.

Hak gaspları sınır tanımıyor!Patronlar, emekçileri çalışma saatleri dı-şında da fazla mesailerle sömürmeyedevam ederken hayatlarını kaybetmele-rine de vesile oluyor. Yine ekim ayı içindeİzmit’te, Kent Ormanı civarına fidandikim sahası açmak isteyen bir operatör,devrilen iş makinesinin altında kalarakyaşamını yitirdi. Orman İşletme Müdür-lüğü’ne bağlı Kent Ormanı civarında gecesaat 01.00 sularında fidan dikim sahasıaçmak isteyen iş makinesi, henüz belir-lenemeyen bir nedenle devrildi. Makine-nin altında kalan 5 çocuk babasıoperatör Necmi Kaval (54), olay yerinegelen itfaiye ekibi tarafından güçlüklebulunduğu yerden çıkartıldı. Ancak, mü-dahalelere rağmen Kaval kurtarılamadı.

İşçiler suçlu ilan ediliyor!Birçok iş cinayetinde patronlar, kendile-rini aklamak için işçileri suçluyor.Düzce’de, çalıştığı taş ocağında taş kırmamakinesine düşen 36 yaşındaki işçi ErdalBadıç’ın parçalanarak yaşamını yitirdiğiolayda; işveren işçinin dikkatsiz çalıştı-ğını söyleyerek kendini aklamaya çalıştı.

Ortak kader;güvencesiz iş

Kanun Hükmünde Kararna-me’de yapılan değişiklikle sağ-lığı piyasanın hizmetine sunanAKP, ustalık döneminde birmevzi daha yarattı

AKP ustalık dönemini ustaca hayata ge-çirmeye davam ediyor. Kanun HükmündeKararname (KHK) çıkartma yetki yasası-nın süresinin dolmasına bir gün kalmış-ken, AKP, yangından mal kaçırır gibi ya-yınladığı KHK’yle sağlık alanını düzenle-me kıvraklığını(!) gösterdi.

AKP, Sağlık Bakanlığı’nın teşkilat yapısınıbütünüyle değiştiren Kanun HükmündeKararname (KHK)’yi mükerrer Resmi Ga-zete’de yayınladı. Buna göre İlaç ve TıbbiCihaz Kurumu kuruluyor, Kamu HastaneBirlikleri oluşturuluyor, meslek birlikleri-nin yetkilerini kullanacak olan SağlıkMeslekleri Kurulu kuruluyor. Kurulun gö-revleri arasında “mesleki müeyyide uygu-lamak” yer alıyor.

AKP’nin, KHK’larla yaptığı düzenlemenin

Sağlığa

8-9_Layout 2 11/10/11 11:19 AM Page 1

Page 9: 1-20 Kasım 2011

09nayasa “toplumsal sözleşme belgesi”olarak tanımlanır. Aslında bu, egemenolan sınıfların, egemenlik şeklini düzen-leyen bir belgedir. Osmanlı döneminisaymazsak, şimdiye kadar üç kez (24,61, 82), “yeni” anayasa yapıldı, her biri,

yapıldığı andan itibaren eskidi ve durmadan değiştirildi.Yetmeyince, bu kez “yeni” baştan yazıldı. Bu anayasaserüvenleri incelendiğinde, her birinin toplumun ihti-yaçlarına göre değil, iktidarın ihtiyaçlarına göre yapılageldiği ve aslında yeni falan da olmayıp, her birininötekinin devamı olduğu görülür. 1924’teki ilk anayasa,askerler, bürokratlar, toprak ağaları, din adamları vekomprador burjuvalar tarafından yapıldı ve tamamenonlara benzedi. Sonraki iki tanesini de darbeci askerleryaptı, onlar da ilkini esas alarak aşağı yukarı aynısınıfların yeni iktidar biçimine uyduruldu ve onu yapanlarabenzediler. Askeri bürokrasi, ekonomik bir sınıf olmamaklabirlikte, silahlı bir güç olarak sömürüden her zamanönemli pay alır. Darbe dönemlerinde bu payları katlanarakbüyür. Öte yanda darbeciler, egemen sınıfın siyasal ih-tiyaçlarına ve toplumsal koşullara göre farklılıklar gösterirve bu farklılığı da yaptıkları anayasaya yansıtırlar. Bufarklılığı 1961 ve 1982 anayasa belgelerinde görebiliriz.Epey zamandır egemenler cephesinde önemli değişiklikleroluyor. MÜSİAD’ıyla, İmam Hatip Liseleri’yle ve başkabenzer organizasyonlarıyla dinsel ağırlıklı yeni bir siyasaldevlet yapılanmasına ihtiyaç duydukları görülüyor.Dünya ve Ortadoğu’daki gelişmeler de bu eğilimi güç-lendirdi. Unutmamak gerekir ki, 12 Eylül darbesinin akılhocalarından olan Turgut Özal da bu hareketin bir un-suruydu. Nitekim onun kadrosunun çoğu şu anda buiktidarın da kadrosudur. Belirli bir gerilim dönemindensonra parlamentoda kararlı bir ağırlık kuran bu hareket,bütün devlet kurumlarını birer birer ele geçirdi. Şimdibuna uygun “yeni” bir anayasa yapmak istiyorlar. Arka-sından, “yeni anayasa”ya uygun kanunlar ve kurumlaroluşturmaya sıra gelecektir. Kısa sürede yapılmasımümkün olmayan bu işler, nasıl sonuçlanacağı kestiri-lemeyen belirli bir toplumsal gerilimin eşlik edeceği deşimdiden bellidir. Öte yanda, gerici bir devlet aygıtı gerçeği karşısındayazılı belgelerin çok fazla bir anlam taşımadığı da bilinir.Şimdiye değin, sözde halkın lehinde düzenlenen mad-delerin hiçbir zaman uygulanmadığını pratikten biliyoruz,bunun için sayısız örnek mevcuttur. Tamamen siyasi olan İstiklal Mahkemeleri ve DevletGüvenlik Mahkemeleri’nin devamından başka bir şeyolmayan “Özel Yetkili Mahkemeler”le muhaliflere karşı,ancak askeri darbe dönemlerinde görülebilen bitmeztükenmez operasyonlar ve kitlesel tutuklamalarla ülkeninzindanlarını tıka basa dolduran, Kürtlere, Alevilere, azın-lıklara, gençlere, çalışanlara ve aydınlara göz açtırmayanbu iktidardan toplumsal çelişkilere çözüm getirebilecekbir anayasa beklemek hayalden başka bir şey olmayacak.Bunların yapacağı yeni anayasa, bir süre önce fiyaskoylabiten ve yerini kabadayılık ve şiddet fırtınasına bırakan“açılım”larından farklı olmayacak. Toplumu oyalayarak,aldatıcı hayaller yayarak iktidarını pekiştirmede yenibir hamledir “yeni” olan. “Yeni anayasa”, şu anda ezilentopluluklara ve halka yapılmakta olan şiddet politikasınıdaha çok olanak sağlayacak, özgürlük ve demokrasihareketlerini daha çok zora sokacak bir şey olacaktır.Demokratik “yeni” bir anayasa, ancak halkın gerçektemsilcilerinden oluşan kurucu bir meclis tarafındanyapılabilir, sömürücü, baskıcı, gerici bir meclis çoğunlu-ğundan olsa olsa onların amaçlarına uygun gerici biranayasa beklenebilir.Elbette faşistlerin yaptığı 12 Eylül anayasasının tepedentırnağa değiştirilmesi, toplumun büyük çoğunluğu gibibizim de isteğimizdir. Fakat onu, ondan yararlanarakiktidara gelenler yaparsa, ancak onun daha kötüsünüyapabilir. Aman, iyisi mi yapmasınlar daha iyi. Gericilerden iyişeyler beklemiyoruz!..

A

MANZARA-İ UMUMİ İÇİNDE‘YENİ ANAYASA’ AÇILIMLARI

MAYA ≫ arif bilginemek

yolu asgari ücrette gerçekleştirilecek artışlara bağ-lıdır. Buna karşın asgari ücrette yapılan artışlar ko-mik düzeylerde seyretmektedir. Asgari ücretin be-lirlenme kriteri hedeflenen enflasyon değil yoksul-luk sınırı olmalıdır.”

Asgari ücretin yüzde 3 olarak öngörülmesi kabul edilemezDİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası da öngörü-len asgari ücret artış rakamları üzerine bir açıklamayaparak son dönemlerde elektrik, doğalgaz, sigara,alkol, cep telefonu ve araba vergilerinin arttırıldığı-na değindi. Yüzde 5 ile yüzde 40 oranında değişenzamlarla milyonlarca insanın emeğine biçilen değerarasında büyük bir çelişki olduğunu, yapılan19.77’lik zamla 1 kilo et bile alınamayacağını belirte-rek şu açıklamaları yaptı:

“Ancak 19 liralık artışın ne kadar komik ve sadakamahiyetinde olduğu çok net ortadadır. Zekat olarakbile verilemeyecek bir miktarın bu ülkede emeğiylegeçinen milyonlarca insan için uygun görülmesikarşısında söylenecek en doğru söz, ‘Sözün bittiğiyer olacaktır’. Gerçekten de artık bu şartlar altındaasgari ücrete, daha doğrusu asgari ücretliye layıkgörülen bu zammın eleştirilecek bir tarafı kalma-mıştır.”

Birleşik Metal-İş asgari ücret tespit komisyonundayer alan ve emekçilerin haklarını görmezden gelensendikaları da eleştirerek bu sürecin karşısında ol-duklarını ve öngörülen asgari ücret rakamlarınınyüzde 3 olarak belirlenmesinin emekçiler için yaşa-mı daha da zorlaştıracağını ifade etti.

Birleşik Metal-İş’in açıklamanın sonunda: “Depremvergisini bile nereye harcadığının hesabını vermegereğini hissetmeyen ve seçimlerde elde ettiği za-ferin sarhoşluğu içindeki bu hükümetin insafınıbeklemek, bunca emekçi adına büyük bir zamankaybından başka bir şey değildir.

Biz DİSK/Birleşik Metal-İş Sendikası olarak oyna-nan bu oyuna bir an önce son verilerek herkesinüzerine düşeni yapması gerektiğini son kez hatırla-tırken, üzerimize düşen her şeyi sonuna kadar yap-maya hazır olduğumuzu tüm kamuoyuna bildiriyo-ruz.”ifadelerini kullandı.

açlık dayatılıyor 10-20 KASIM 2011 Halkın Günlüğü

son darbesi sağlık alanına oldu. Yaptığı son düzen-lemelerle kendi iktidarını sağlama alan AKP, yap-mış olduğu düzenlemelerle de kadrolaşma alanın-daki ustalık dönemini hayata geçirdi.

Ramazan Bayramı arifesinde çıkardığı 650 sayılıAdalet Bakanlığı’nın Teşkilatlanmasına Dair KHK ileyargı kararlarını hiçe sayarak “Tam Gün” uygula-masını başlatan AKP’nin son adımı 663 sayılı SağlıkBakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat Ve Görev-leri Hakkındaki değişiklik oldu.

Hastaneler hizmet değil, müşteri arayacakIMF-Dünya Bankası-AB’nin dayattığı Sağlıkta Dö-nüşüm Programı’nın son ayağı Kamu HastaneleriBirlikleri’yle artık hiç kimse devletin sağlamak zo-runda olduğu sosyal güvence altında değil artık.Kamu Hastaneleri Birlikleri AKP eliyle ülkenin enbüyük kadrolaşmasının önünü açıyor.

AKP’nin çıkartmış olduğu Kamu Hastaneleri Birlik-leri yasasıyla yaklaşık 7000 sözleşmeli personel alı-nacak. Alınacak olan sözleşmeli personel bilindiğive uygulandığı gibi AKP referanslı personel olacak.

Hastaneleri artık başhekimler değil AKP tarafındanatanan CEO’lar yönetecek. Hastanelerde çalışanla-rın her yıl düzenli olarak CEO’larla yapılacak yeni iş

sözleşmeleri, iktidar tarafından atanan yöneticilerinmerhametine bırakılarak yenilenecek.

Hastanelere beş yıldız uygulaması gelecekHastaneler birer işletmeye-şirkete dönüşecek veürettiği hizmetlerin gelirleri yani ‘kar’larıyla ayaktakalacak. Aksi halde kapatılacak. Hastaneler puan-lanacak kârlı/verimli olanlar birliğe dönüştürüle-cek, verimliliğini kaybeden birlikler kapatılacak.Böylece sağlık hizmetleri halkın sağlığıyla ilgilenenbir kamu hizmeti olmaktan çıkarak piyasanın hiz-metine sunulacak.

Halkın nitelikli ve sağlıklı bir hizmet alması için hiz-mete geldiklerini söyleyen AKP yetkilileri, hastane-lerde yemek, temizlik, ulaşım, otopark, kantin, rad-yoloji, MR gibi bölümleri özelleştirip, sağlıkta özel-leşmenin son adımını atarak Kamu Hastaneleri Bir-likleri’yle hastaneleri birer ticarethaneye dönüştür-me yoluna girmiştir.

Yapılan bu son düzenlemeyle birlikte hastanelerde‘kar’lılık esas alınarak sağlık hizmeti verilecektir.Katkı payıyla paralı olan sağlık hizmetleri yapılanbu son düzenlemeyle birlikte bundan sonra serbestpiyasa koşullarının insafına terk edilmiştir.

KHK darbesi

8-9_Layout 2 11/10/11 11:19 AM Page 2

Page 10: 1-20 Kasım 2011

Halkın Günlüğü 10-20 KASIM 2011kadın10

25 Kasım 1960'’da Dominik Cumhuriyeti dik-tatörü Rafael Trujillo tarafından katledilen 3kadın, Mirabel kardeşlerin öldürülmesindensonra aradan geçen yılların ardından, 1999yılında 25 Kasım "Kadına Yönelik ŞiddetinOrtadan Kaldırılması için Uluslararası Müca-dele Günü" olarak ilan edildi. Gün ilan edil-meden önce de çok sonra da var olan kadınayönelik şiddet katlanarak arttı. Temsili ola-rak her 25 Kasım’da alanlara çıkan kadınlarşiddete hayır diyor. Fakat şiddet bu dar eyle-mi bir köpük bulutuna dönüştürüyor ve yu-tuyor. Kadınların gerçek anlamda kapsamlıbir mücadeleden kopukluğu, şiddeti ve bastı-rılmayı kabullenmişliği, yılın bir günü dar birtoplam ve kısık bir sesle alana çıkma duru-mu, şiddeti katladıkça katlıyor. Sistemle baş-layan erkek cinsiyle devam eden ve kadınınkabullenmişliğiyle ayyuka çıkan kadına yö-nelik şiddeti ve 25 Kasım’ı Demokratik KadınHareketi (DKH) ve Avrupa Demokratik KadınHareketi (ADKH) ile konuştuk...

fYaklaşan bir 25 Kasım gündemi var vekadına yönelik şiddetin son çarpıcı örneği deN.Ç. davası oldu. Öncelikle bu dava ve kararailişkin ne düşünüyorsunuz?

DKH Temsilcisi: Bir defa aslında kişinin adı-nın ve soyadının baş harfiyle ifade edilmesibile bu utancı yaşatan kişinin yaşaması değilyaşayan kişinin damgalanması sonucunudoğuruyor. N.Ç gibi bu tür davalarda “yargı-lanan” birçok kadın var. Evet, kadınların yar-gılandığı davalar bunlar, N.Ç.’nin davası bunaen büyük örnek. Cumhurbaşkanı davanınsonucundan ‘rahatsızlık’ duyduğunu ifadeediyor. Benzer açıklamaları farklı milletve-killerinden de duyduk. Bu da sistemin iki-yüzlülüğünü ortaya koyan bir yaklaşım. Da-vanın bu kadar dillendirilmesinin ardında dayine çıkar yatıyor. Benzer çokça dava var buülkede görülmüş ya da hala görülmekte olan.Örneğin üç yüz küsur askerin tecavüzüneuğrayan bir kadın var fakat o davalar gün-demleştirilmedi. Neden N.Ç. davası gündem-leştiriliyor, bu dava AKP’nin yargıyla olan çe-kişmesi ve hesaplaşmasının bir parçası ola-rak ifade edildi.

fN.Ç. davasında işin yargı boyutu ortayaçıkıyor, daha çok tartışılan kısmı verilecekcezalar. Ceza daha fazla verildiğinde bu me-sele ortadan kalkmış olacak mı?

DKH Temsilcisi: Kadına yönelik şiddete karşıfaaliyet yürüten ya da tepki gösteren kesim-ler arasında da ideolojik anlamda farklılıklarsöz konusu. Bu da durumlarda öne çıkartıl-ması gereken yanlar konusunda değişiklik-lere neden oluyor. Tabii burjuva-feodal ke-simlerce öne çıkartılan taraflar ise çok dahafarklı oluyor. Bu olayda suçlu olan doğrudantek başına erkek midir yoksa onu yönlendi-ren sistem midir? Bu yönüyle sorunu doğrutespit etmek gerekiyor. Her şeyden önce me-selelerin kaynağı sistem. Bu sistemin dahagüçlü uygulayıcıları var. Nasıl ki cellat kişininöldürüleceğine karar vermiyorsa erkek debu yönüyle kendisine kanıksanmış olan biranlayışın uygulayıcısı olarak karşımıza çıkı-yor. On yıl ya da beş yıl yatması bu suçlarıntekrar uygulanmayacağı anlamına gelmiyor.Aslında devlet kendi suçunu kişilere yükle-yerek kendini aklamaya çalışıyor.

fGenel anlamıyla şiddet konusuna döne-cek olursak, ülkemizde tablo nedir? Her günkadın katliamları haberlerini gazetelerinüçüncü sayfalarından görebiliyoruz.

DKH Temsilcisi: Bugün kadınlar birçok ge-rekçe ile katlediliyor. Özellikle namus gerek-çesiyle. Namus kavramı da oldukça ikiyüzlübir tarif aslında. Birçok kadın ailenin izniylebaşlık parası için satılırken, o zaman aileninnamusu olarak görülmüyor, işin içine ritüel-lerde sokulduğu için. Fakat namusu daha“ahlaki” şekilde satılan kadın özgürce kararverdiğinde, örneğin sinemaya gitmek gibi,arkadaşıyla görüşmek gibi oldukça sıradankararlar, namus gerekçesi olabiliyor. Bu iki-yüzlülük aslında devlete-sisteme ait. Bu ya-salara da yansıyor. En basit örneği mahke-mede bir tanıklık durumunda kişi önce na-musu üzerine yemin ettiriliyor. Böylesinekutsanan ve kadınla özleştirilen, devletçekorunan değer biçilen “namus” yüzündenkadınlar katlediliyor. Yasaların kadın katli-amlarında teşvik edici bir yanı var. Örneğintahrik indirimi. Bu noktadan bakıldığındasuçlunun kim olduğu aslında doğrudan ken-dini ortaya koyuyor. Ve kadına yönelik şidde-tin yüzde 1400 arttığı ülkemizde devletin ya-salarında kadın aile başlığı altında, ek biryasa içerisinde tanımlanır. Öz itibariyle ülke-mizde devletçe beslenen, topluma içselleşti-rilen ve bunun yok olmaması içinde özelliklesürdürülen bir çaba var.

Şiddet bölgesel değilDKH Temsilcisi: Bu kapsamlı şiddet durumuelbette ki sadece biz ve bizim gibi ülkelereözgü bir durum değil. Örneğin “medeniyetinkalesi” olarak görülen Avrupa’da da çok yo-ğun bir kadın katliamı var. Orada da kadınlarkapsamlı bir şiddetin uygulananı durumun-dalar. Dünyanın her yerinde kadınlar çeşitliküçük farklılıklarla şiddetin her türlüsü ileyüz yüze bırakılıyor. Ve her ülkenin sistemi-nin bu soruna yaklaşımı da bizimkinden çokfarklı değil. Yani bu mesele kesinlikle bölge-sel, lokal bir sorun değil…

fŞiddetin bölgesel olmadığından bahsedil-di. Siz Avrupa Demokratik Kadın Hareketiolarak, Avrupa’daki şiddet durumuna ilişkinneler söyleyebilirsiniz?

ADKH Temsilcisi: Emperyalist kapitalist ül-kelerde töre cinayeti diye bir kavram yok.Töre cinayeti adı altında olmasa da buralardada kadınlar çeşitli gerekçelerle; eşleri, yakınakrabaları tarafından öldürülüyor. Kadınlarburalarda da büyük bir taciz, tecavüz şiddeti-nin mağdurları durumundalar. Avrupa’da ta-ciz tecavüzün yanı sıra kadının bedenininmetalaştırılması ve pazarlanması durumuvar, oldukça büyük oranda. Yasalar düzeyin-de bunu özgürlük adı altında sunuyorlar. Av-rupa ileri demokrasinin yoğun olduğu bir yergibi gözükmesine karşın aynı zamanda kadı-nın kendi bedenine yabancılaşmasının da ol-dukça yoğun olduğu bir yer. Örneğin fuhuşçok yoğun ve yasalarla da bu bir şekilde ko-runuyor.

Kendi kültürleri deyip umursamıyorlarADKH Temsilcisi: Bu ülkelere göç edenler vebunlar içerisinde kadınlar içinse durum çok

daha zorlaştırılıyor. Örneğin çok yoğun biremek sömürüsü var. Bura ülkeleri bir taraf-tan erkekli kadınlı bu insanların emeğini so-nuna dek sömürürken diğer taraftan da o in-sanları dışlıyor. Yarı sömürge yarı feodal ül-kelerden gelenlerin orada aldıkları kültürüdevam ettirmeleri sonucunda ortaya çıkantöre cinayetlerine karşı yaklaşımları ise“kendi kültürlerini uyguluyorlar” şeklinde.

fÜlkemize dönecek olursak, Türkiye-Ku-zey Kürdistan’da ki savaş gerçekliği nede-niyle burası ayrıca özgün bir bölge. Bu ger-çeklik içerisinde kadının yeri ve misyonu,sistemin buralarda kadın üzerinde ortayakoyduğu politikalara ilişkin ne düşünüyorsu-nuz?DKH Dersim Faaliyetçisi: Savaş, göç vb. du-

Şiddet; bütünlüklü

DKH Temsilcisi: Şiddet aslındaçok kapsamlı bir durum. Bunuöncelikle kadınların kavramasıgerekiyor, bizim en öncelikli gör-

evimiz bu. Şiddet birçok kadın tarafın-dan kadın olduğu için yaşanması gere-ken şeyler olarak görülebiliyor.

DKH Dersim: Sistem işçi kadınlarıda köylü kadınları da bütün olarakkuşatmış durumda. Devletin böl-ge kültürüne yönelik saldırıları da

yine kadın ve gençlik üzerinden yaşambuluyor. Uyuşturucu ve fuhuş yaygın-laştırılıyor. Kadınlar çocuklarını uyuştu-rucudan korumak için çaba gösteriyor.

ADHK Temsilcisi: Avrupa ileri de-mokrasinin yoğun olduğu bir yergibi gözükmesine karşın aynı za-manda kadının kendi bedenine

yabancılaşmasının da oldukça yoğunolduğu bir yer. Örneğin fuhuş çok yo-ğun ve yasalarla da bu bir şekilde koru-nuyor.

‘‘‘

10-11_Layout 2 11/10/11 11:25 AM Page 1

Page 11: 1-20 Kasım 2011

10-20 KASIM 2011 Halkın Günlüğü

rumlar dünyanın her yerinde olduğugibi bölgede de en çok kadını vuruyor.Kirli ve haksız savaşların yaptırımları-nı, politikalarını kadınların tecavüzeuğramasından, katledilmesinden bili-yoruz. Ülkemiz ve K. Kürdistan özgü-lünde ise TC devletinin bura halkınauyguladığı imha ve inkar politikası on

yıllardır süren bir gerçek. Ve bu saldırıiçerisinde kadınların uğradığı, tecavüz,taciz, katliam, yoksulluk, yalnızlaştır-ma ve daha birçok şiddet, bura kadın-larına doğrudan devlet eliyle uygulandıve uygulanmaya devam ediyor.

fDersim’de kadınların durumununasıl tarif ediyorsunuz?DKH Dersim Faaliyetçisi: Dersim devletfaşizmine oldukça uzun zamandanberi maruz kalan bir bölge olmaklabirlikte, özellikle 90’larda yoğunlaştırı-lan zorunlu göç dayatması en çok ka-dınları yaraladı. Sürülen, başka top-raklara adeta atılan kadınlar büyükyaralar aldı. Sistemin savaş araçlarınıen etkin uygulayacağı kesim önceliklekadınlar. Onları kendi kültürlerindenuzaklaştırıp yalnızlaştırıyor ve birer etyığınlarına dönüştürebiliyorlar.

Dersim’de şiddet daha örtülüDKH Dersim Faaliyetçisi: Öncelikle ka-dın mücadelesi cephesinde kadın so-rununa karşı tüm ülke genelinde oldu-ğu gibi bu bölge özgülünde de ciddi birsessizliğin olduğunu görüyoruz. Der-sim’de kadına yönelik şiddeti tanımla-maya kalktığımızda şiddetin çok açık-tan yaşanmadığını görebiliyoruz. Der-sim’de oldukça örtülü yaşanan bir şid-det var. Dersim ülkenin diğer bölgele-rine göre daha ileri bir bölge olarak bili-nir. Dünden bugüne sisteme karşı sür-dürdüğü mücadelesiyle ileri bir yerdedururken, kadınların orada yaşadığıçok bariz sorunlar var. İş sahası zatençok dar olan bir il, kadınlar daha çokmağazalarda ya da restoran mutfakla-rında çalışıyorlar. Buradaki kadınlarlagörüştüğümüzde oldukça zor koşul-larda çalıştıklarını öğreniyoruz. Bu işçikadınlar üzerinden tarif edebileceği-miz en bariz sorun. Kadınların emekle-ri genel olarak sömürülüyor. Kadınlarevdeki “sorumluluklarının” yanı sıra eştarafından başta fiziksel olmak üzereçokça şiddete maruz kalıyor. Fakat buaile sırrıymış gibi saklanıyor. Sistemişçi kadınları da köylü kadınları da bü-tün olarak kuşatmış durumda. Devle-tin bölge kültürüne yönelik saldırılarıda yine kadın ve gençlik üzerinden ya-şam buluyor. Uyuşturucu ve fuhuşyaygınlaştırılıyor. Kadınlar çocuklarınıuyuşturucudan korumak için çabagösteriyor. Kadınlar tüm bu sorunlarçerçevesinde bir araya gelip sistemlibir mücadele alanına çekilemiyorlar.Şiddetle barışık yaşamayı bir arayagelmeye yeğleyebiliyorlar. Kadınlarşiddetle karşı karşıya kaldığında bunukendi sorunuymuş gibi değerlendire-biliyorlar. Burada ortak bir faaliyet ala-nı yaratacak, çalışmalar yürütecek,mücadele araçları oluşturacak bir ka-dın platformuna ihtiyaç var.

fADKH’nin 25 Kasım’da ilan etmeyidüşündüğü bir kampanya var, kam-panyaya dair bilgi verir misiniz?ADKH Temsilcisi: Evet, kadına yönelik

uygulanan şiddete karşı başlatılacakbu kampanyanın startı 25 Kasım’daverilecek. Kampanya altı ayla bir senearasında sürdürülecek ve bir kadınfestivaliyle sonlandırılacak. Kadına uy-gulanan tüm şiddet biçimlerinin bü-tünlüklü bir saldırı olduğunu insanlaraanlatmayı hedefleyen bir çalışma ola-cak kampanyamız.

fDKH de 25 Kasım vesilesiyle İstan-bul’da bir yürüyüş yapmayı düşünü-yor, bu yürüyüş öncesi DKH’nin yaptığıve yapacağı çalışmalar neler?

DKH Temsilcisi: Şiddet aslında çokkapsamlı bir durum. Bunu önceliklekadınların kavraması gerekiyor bizimen öncelikli görevimiz bu. Şiddet birçokkadın tarafından kadın olduğu için ya-şanması gereken şeyler olarak görüle-biliyor. Şiddeti en çok kadın yaşıyor,kadın olmaktan kaynaklı ama bunakarşı bir direnç oluşturmuyor. Kendisi-ne uygulananı şiddet olarak tarif edenve mücadele etmesi gerektiğinin far-kına varabilen kadın çok az. Ve bu yüz-den bize çok iş düşüyor. Bu mücadele-nin çok özgün ve güçlü araçlara ihtiya-cı var. Kadınların çok yönlü mücadeleiçerisinde örgütlenmesi gerekiyor.

Kadınlarla sokaklarda buluşmak istiyoruzDKH Temsilcisi: Bizler de şiddetin birazdaha gündemleştiği özellikle bu dö-nemlerde kadınlara gidiyoruz. Gittiği-miz kadınların şiddet gördüğünü anla-yabilmesini sağlamaya çalışıyoruz. Ka-dınlar evet bunun farkına varabiliyorfakat tıkandığımız nokta bunun dahaileriye taşınamaması. Bunun için debütün kadın kurumlarının müdahalesi,kadınların bir araya geldiği ortamlardaçok yönlü bir mücadele ağının örülme-si gerekiyor. Özellikle yoksulluğun yo-ğun yaşandığı semtlere gidiyor, bura-larda emek gücü de atölye gibi yerlerdesömürülen kadınlarla buluşuyoruz.Oralarda stant açarak, sohbet ederekonların örgütlenme gücünü açığa çı-kartmaya çalışıyoruz. Esas hedefimizbu. Çok öncesinden başlayan çalışma-larımız var. İki haftadır özellikle yo-ğunlaşmış durumda. Bu önümüzdekisüreçte de daha çok üretim alanlarınadoğru faaliyetimizi geliştirme hedefi-miz var. Sonuç itibariyle kadınları 25Kasım vesilesiyle sokağa çıkartmak,bu gündem etrafında kadınlarla so-kakta buluşarak tepkimizi dışa yansı-tabileceğimiz alanlar yaratmak ve on-larla kopmaz bir bağ kurmak gibi birhedefimiz var. Kadınlar olarak yaşadı-ğımız sorunların bir bütün olarak tarifedildiği bir ortamda, kadının gerçektenbir iktidar savaşı vermesi gerektiğinidüşünüyoruz ve kadınları da bu anla-yış çerçevesinde bir araya getirmek is-tiyoruz. Halkın Günlüğü Gazetesi aracı-lığıyla bir kez daha ezilen-sömürülen,her türlü şiddete maruz kalan bütünkadınları 25 Kasım’da alanlara, örgüt-lenmeye çağırıyoruz.

bir saldırı11

Ben bir kadınım. Tarihler boyunca prangamı boynum-da taşıdım. Rengimiz, dilimiz farklı ama gözyaşımızaynı. Gözlerimi milyonlarca yıl önce açtım dünyaya. Belirle-mediğim bir yaşama, söz sahibi olmadığım özgürcekullanmaya hakkım olmayan bir bedene, hoyratçakullanılan ve değersizleştirilen devasa bir emeğemahkum edildim.Öleceğim dünden belli, bugünüm geleceksiz.Ben içinizden bir kadınım. Kefenimle aranızda dolaşı-yorum. Adım Ayşe Paşalı. Kendimi bildim bileli başka-ları için yaşadım, eşimin namusu oldum. Aşağılandım,öldüresiye dövüldüm. Ölümün ürpertisini sırtımdahissettim, yaşama sarıldım bir umutla. Yardım istedimDevlet babadan! Emniyet’ine sığındım. Katilime teslimettiler. Şimdi ölüyüm ve her gün başka kadın beden-lerinde ölmeye devam ediyorum. Soruyorum size, ka-tilim kim?Ben içinizden bir kadınım. Adım N.Ç. Adımın ilk harf-lerine gizlenen bir hayata, bana ait olmayan bir utancamahkum edildim. 13 yaşında korucuların, memurla-rın, hocaların, babam, dedem yaşındaki yirmi altı er-keğin tecavüzüyle “kadınlığımla” tanıştırıldım! Çokacı çektim, bedeli ödenir sandım, yanıldım. "Vicdanlı"devlet büyükleri "adaletli" yasalarıyla suçlu buldubeni. Meğer bilerek ve isteyerek tecavüzü kabul etmi-şim! Soruyorum size, suçlu kim?Ben içinizden bir kadınım. Tarihsel ilk yenilgimi, top-lumsal emeğimden koparılarak yaşadım, yarı insan,yarı işçi oldum. İşsizliğimin perdesi "ev kadınlığının"kahredici yoğunluğunda egemenlerin sömürüsünemaruz kaldım, görünmez kılındı ev içi emeğim. Ücret-siz aile işçisi oldum tarlalarda, yarı işçi oldum fabrika-larda, atölyelerde. Eşit işe yarım ücret alnımın terininkarşılığı, kadın olmamın bedeli. Ömrümün her günübu düzeni var eden emeğimin batağında, çırpındıkçayok oldum. Soruyorum size, emeğimin üzerine varlı-ğını inşa edenlere, bu cüreti kimden, nereden aldınız?Ben bir Kürt kadınıyım. Sınıfsal ve cinsel şiddetin ya-nında ezen ulusun baskısıyla üç kat ezildim, ezildikçebüyüdü çığlığım, kendi savaşımın savaşçısı oldum,güçlendim. Şimdi beni “kendimi temsil ettiğim için”hapsediyorlar, öldürüyorlar. Kendi gücünün farkındaolanları teslim alamayacağınızı görmüyor musunuz?Ben bir kadınım. Aynı zamanda devrimciyim. Tarihtenbugüne taşınan kadının ezilmişliğinin karşısındamağduriyete karşı bilinçli isyanım. Kendimden öncekive kendimden sonraki tüm kadınların sadece acılarınıtaşımıyorum bağrımda, onların yaşamı kökten değiş-tiren gücünü büyüttüm mücadelemde. Evde, işte,okulda, fabrikada, tarlada, köyde, şehirde, sömürüye,baskıya ve şiddet karşı örgütlenmekle özgürleşece-ğiz, biliyorum. Kadının kurtuluş mücadelesini ezilensınıfın kurtuluş mücadelesiyle buluşturdum. Tümdünyada ezilen kadının özgürlük umudu, egemenlerinde en büyük korkusuyum ben. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Gü-nü'nü var eden devrim ve demokrasi şehitlerimize,onların mücadelelerini bugüne taşıyanları mücadele-mizde ölümsüzleştirerek anacağız. Gücümüzü, eme-ğimizi kendi kurtuluşumuza akıtarak örgütleyeceğiz. Umutluyuz, kararlıyız. Yeneceğiz emperyalizmi, feo-dalizmi, komprador bürokrat kapitalizmi, şovenizmive her türden gericiliği. Tüm egemen sistemlerin er-kek egemen düzenini parçalayacağız. Yıkacağız ken-dimizdeki egemen erkekliği, edilgen kadınlığı. Öleceğidünden belli olanların geleceksizliğinden, bugününükazananların mücadele azminin geleceğine evrilengüçten korkun zalimler! Gelecek bizimdir, gelecek bi-ziz!

DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ

Ne vicdan, ne yasa, çözüm zoruzorla yıkmakta!

kadın

10-11_Layout 2 11/10/11 11:25 AM Page 2

Page 12: 1-20 Kasım 2011

10-20 KASIM 2011 Halkın Günlüğü

“Umutsuzluk, kararsızlık ve karamsar-lık bugün düşmandan daha düşmandırbize.”

İçerisinden geçtiğimiz süreci belki deen iyi özetleyen cümledir komünist ön-der Cüneyt Kahraman tarafından 15 yılönce söylenenler. Düşman saldırıyor;teslimiyeti, ihaneti dayatıyor. Devrimciiktidar mücadelesi yerine reformlarlasınırlı kadük bir ‘devrimcilik’ modelinezorlayıp, sistem içi devrimciliği öne çı-kartıyor. Saldırıların boyutu oldukçaderin. İdeolojik, siyasi ve örgütsel tasfi-ye devrimci hareketin bünyesine işle-miş durumda. İktidar bilinci ve bu bilin-ce tekabül eden politik atılımlar, strate-jik konumlanma ve devrimci irade-cü-ret her geçen günle beraber ötelen-mekte. Reform eksenli taleplerin dev-rim iddiası olarak pazarlandığı, sistemkarşıtlığının basın açıklamalarına hap-sedildiği bir tablodur seyrettiğimiz mü-cadele adına... Bu kadar güdükleşendevrimciliğin hedefleri iktidarı devir-meye değil onu kutsamanın alan vearaçlarına hapsolmaya mahkumdur.

Bulunduğu durumu yücelten ancakgerçekliğini görmeyen bu yaklaşım hergeçen gün daha fazla büyümekte vebünyeye hakim hale gelmektedir. İdeo-lojik dokunun kendini kemiren bu bur-juva siyaset ve devleti kutsama hedefi-ne yatkın seyretmesi devrimcilikte ıs-rar iddiasının lafzını taşımanın ötesindepratik bir karşılığı kalmamaktadır.Mağduriyet üzerinden dönen siyasetüretme çabası çoğu zaman karşılıksızkalmakta ve bunda bile bir başarı sağ-

lanamamaktadır.Emperyalist-kapitalist dünya sistemiezilen dünya halklarına tek seçenekolarak kapitalizm ve çeşitli varyasyon-larını sunmaktadır. ‘Tarihin sonu, me-deniyetler çatışması, sınıf savaşımları-nın bittiği’ yönlü propaganda ve bu pro-pagandaya temel teşkil eden bu yozlaş-mış-çürümüş sistem dünya halkaları-na umut olmayı bir kenara bırakalım,insanlığın yaşadığı ölümler, haksız sa-vaşlar, katliamlar, açlık ve yoksulluğunyegane sebebidir. Sorunun özünü doğ-ru-bilimsel temelde tahlil edemeyenle-rin, aynı fasit daire etrafında dönüpdurmaları olağandır. Günümüz koşulla-rında dünya üzerinde ortaya çıkan herolay emperyalizmle bağlantı içindedir.Ya bu sistemin yarattığı vahşete karşımücadele ya da bu sistemin kendi bar-bar politika ve saldırıları mevcuttur.Emperyalist-kapitalist devletler ara-sında ciddi çelişkiler olsa da sistemleri-nin bekası için dünya halklarına karşısaldırılarda ortaktırlar. Bu gerçeklikkavranmadan meselelere lokal yakla-şım sorunu aşma değil, sorunun içindeboğulma eğilimidir. Kapitalizmin tekseçenek olarak dünya halklarına su-nulduğu gerçekliği, hem kendiliğindengelişen kitle hareketlenmeleri ve hemde devrimci-komünist önderlikler al-tında gelişen iktidar mücadeleleriyleçürütülmüş olsa da algıdaki genel haki-miyet umutsuzluk ve karamsarlıktır.Sosyalizmin 20. yüzyılda yaşadığı so-runlar ve fiili olarak sosyalist ülkelerdekapitalizmin restorasyonu milyonlaraumut taşıyan bu sisteme (sosyalizm)

bir güvensizlik haline dönüşmüştür.Oysa bütün ideolojik tartışmaları ötele-yerek dahi tarif etsek, sosyalizmin sı-nırlı da olsa süren fiili iktidarlarıyla, buiktidarların yıkıldığı süreç ve kapitaliz-min yüzyılları bulan tarihini kıyasladı-ğımız vakit, insanlık için neyin iyi neyinkötü olduğunu daha net görmüş olaca-ğız.Küresel olarak ortaya çıkan bu durumülkemiz içinde aynen geçerlidir. Türki-ye-Kuzey Kürdistan halkı 1960-70’liyıllarda kitlesel bir şekilde sosyalizmeyönelmiş ve fakat hem devrimci-ko-münist hareketin yeni oluşu ve eksik-

likleriyle kısa sürede yenilgiye uğra-ması, hem de reformist örgütlenmele-rin yarattığı fiili durum faşizmin baskıve katliamlarıyla sindirilmiştir. Dünyave ülke koşullarında gelişen bu duru-mun sancıları varlığını hala hissettir-mektedir. Türkiye-Kuzey Kürdistandevrimci hareketi özellikle 2000’li yıl-larla beraber ciddi bir marjinalleşme vetasfiye sürecine girmiştir. 19 Aralık ha-pishaneler stratejik saldırısı sonrasıciddi bir gerileme yaşayan devrimci ha-reket, AKP iktidarı döneminde yaratılan‘demokrasi-özgürlük’ manipülasyo-nundan da payına düşeni almıştır. Dev-

Örgütlü bir gücün karşısında devrimcilik iddiasında olanla-rın en büyük silahı yine örgüttür. Örgütsüzlüğün, bireysel-bencil yaşam perspektifinin beyin damarlarına şırınga edil-meye çalışıldığı, en ufak bir örgütlü karşı koyuşun bertarafedilerek imhasına yönelindiği bir tabloda tüm bu saldırılarakarşı örgüt ve örgütçülüğü ön plana çıkartmak, görev vesorumluluklara dört elle sarılarak, planlı-programlı, disiplinve denetimin esnetilmeden uygulandığı bir devrimciliktiryarına taşıyacak olan. Örgütsel mekanizmada ortaya çıkansekter, liberal, oportünist vb tüm anlayışlar ve pratik karşı-lıkları yok edilerek demirden disiplin etrafında birbirine ke-netlenmiş, farklı fikirlerin örgütsel bünye içinde özgürceifade edildiği fakat bu farklılıkların görev ve sorumlulukları

yapmanın önüne geçmediği bir örgüt, başarının temel hal-kalarındandır.

Aşırı demokrasicilik anlayışı mevcut ülke gerçekliği de gözönünde tutulduğunda örgütü güçlendiren değil zayıflatanbir yerde durmaktadır. Sorunlara yaklaşımda bilimsel-di-yalektik, devrimci yöntem yegane rehberimizdir. “Birliğin-den ve demir disiplininden güç alan bir Parti olmaksızın,proletarya diktatörlüğünü kurmak ve devam ettirmek im-kânsızdır. Ama irade birliği olmadan, bütün Parti üyelerinintam ve koşulsuz eylem birliği olmadan, Parti'de demir disip-lin düşünülemez. Kuşkusuz ki bu, Parti'de fikir mücadelesineyer olmadığı anlamına gelmez. Tam tersine, demir disiplin,eleştiriye ve fikir mücadelesine engel olmak şöyle dursun,

Kolektif irade öne çıkmalıdır

Örgütsel mekanizmada ortaya çıkan sekter, liberal, oportü-nist vb tüm anlayışlar ve pratik karışılıkları yok edilerek,demirden disiplin etrafında birbirine kenetlenmiş, farklı fi-kirlerin örgütsel bünye içinde özgürce ifade edildiği fakat bufarklılıkların görev ve sorumlulukları yapmanın önüne geç-mediği, demokratik merkeziyetçiliğin işler olduğu bir örgütbaşarının temel halkalarındandır

İLERİ ATILIMLAR İÇİN DAH

Page 13: 1-20 Kasım 2011

perspektif

rimci iktidar mücadelesi verme iddiasıyerini parlamenter-legal mücadeleyebırakmış, kavga kaçkınlığının teorilerigırla ortalığa dökülmüş, devrim iddiasıyerini sistem içi iyileştirmelerle ‘siste-min demokratikleştirilmesine’ bırak-mıştır. Kuşkusuz ki bu yaşananlar Ma-oist Partiyi de belli düzlemde etkilemiş-tir. Özellikle Maoist Partinin yaşadığı17’ler kaybı sonrası bu bataklığa çekil-mesi girişimleri bu durumdan muaf de-ğildir. İdeolojik yön, Halk Savaşı’ndakiısrar ve 1. Kongre çizgisinin rehberliğin-de Maoist Parti gelişmeye, devrimcimücadeleyi ilerletmeye ve iktidar pers-

pektifli yürüyüşünü kesintisiz olaraksürdürmeye muktedir olduğunu böylesibir atmosferde yaptığı ikinci kongresiy-le bir kez daha göstermiştir. Yaşananbelirli sorunlar aşıldığı oranda ilerlemehızı da artacak ve karamsar ruh halininsemalarda dolaştığı şu günlerde halkı-mıza umut olunacaktır.

İdeoloji tayin edicidirMLM bilimine karşı hem burjuvazi tara-fından hem de küçük burjuva-devrimci,reformist-revizyonist güçler tarafındanardı arkası kesilmeyen saldırılar yapılı-yor fakat komünistler bu saldırılara ge-reken önemi vermeyip, bu saldırıları

püskürtüp, MLM’yi hakim kılacak ham-leler yapmakta atıl kalmaktadırlar.İdeolojinin önemine, hayatiyetine dairvurgular sıkça yapılsa da bunun teorikve pratik karşılığı gereğince yerine geti-rilmemektedir. Burjuva-liberal basınöncülüğünde sistematik bir şekildeMLM’ye yönelen saldırılar çoğunluklakarşılıksız bırakılmakta, bu yayınlarıokuyan on binlerin kafasında MLM to-humlar değil, burjuva-feodal tohumlarzemin bulup, filizlenmektedir. En küçükbir saldırı dahi önemle ele alınıp karşı-lanmalı ve çürütülerek varlık zeminikurutulmalıdır. Burjuvazinin, yaşadığıkriz sonrası yeniden Marksizm’e yöne-lerek ondan öğrenip, kendi çıkarı ekse-ninde kullanmaya çalışması ve MLM’yeyönelik saldırılarını yoğunlaştırması iyiokunmalıdır. Marksist klasiklere veMarksizm’e yönelik ilginin tekrardancanlandığı böylesi koşullarda bahsetti-ğimiz ideolojik mücadele daha da fazlaönem kazanmaktadır. Fakat ideolojiyegereken önem atfedilmiyor tespitinintersi akım olarak, teoriye kilitlenip pra-tiği görmeyen, pratiği küçümseyip öte-leyen bir anlayış oluşmamalıdır. Bütün-lüğü içinde ele alınmadıktan sonra teo-rinin de pratiğin de ayakları havada ka-lacaktır. Dogma olarak değil, eylem kı-lavuzu mertebesinde ele alınması gere-ken ideoloji ve MLM bilimi hem dünüy-le-klasiklerle- hem de güncel boyutuy-la ele alınıp işlenmeli ve somut şartlarauyarlanmalıdır. Birikim, Alt-Üst, Teori,Teori ve Politika ekseninde cereyaneden ‘Marksizme ilişkin tartışmalara’uzak kalınmamalı, bilakis komünistlercephesinden duruma müdahale edilipsözde ‘Marksizmi geliştirme’ maskelisaldırılara cevap olunmalıdır. Lenin’in,Kaypakkaya’nın bu tür küçük burjuvadüşüncelerle giriştikleri mücadele reh-berimiz olmalıdır. Öğrenmeliyiz.Faşizmin devrimcilere karşı kesintisizbir şekilde sürdürdüğü saldırılardan biride siyasi arenada cereyan etmektedir.İktidar perspektifli, sistem dışı, illegalörgütlenmelerin yaşam alanları yok

edilmeye, başarılamıyorsa daraltılmayaçalışılarak, marjinalize edilmekte, siste-min kendi çizdiği sınırlar içinde her tür-lü ‘muhalefete’ izin verilerek ‘moderndevrimcilik’ telkin edilmektedir. Reformeksenli mücadele küçümsenmemelidir.Fakat devrim iddiası taşımayan her tür-lü reform hareketi de dönüp dolaşıpburjuvaziyi güçlendirmektedir. Siste-min zor aygıtına yönelik, aynı şekildekarşı konmalı, zor mücadelenin merke-zine oturtularak, illegal mücadele heryönlü geliştirilmelidir. Ülkemizin somutkoşullarında burjuva-feodal devlet ay-gıtının parçalanıp yerine yeni tipte de-mokratik bir devletin inşası ve buradanproletarya diktatörlüğünün tesisi para-lelinde sosyalizme, oradan da komüniz-me yürümek esas ve rotasından şaşıl-maması gereken güzergahtır. Bu min-valde hareket etmeyen her adım batak-lığa saplanmak durumundadır. Fakatesas itibarıyla ülkemiz devrimci hare-ketini dar bir faaliyet algısı ve pratiğiesir almış durumda. Günü kurtarmanınderdiyle memur zihniyetli faaliyet, darsınırlara hapsolmuş, kitlelerden kopuk,aynı çember etrafından dönüp duran veilerleme yerine sürekli gerileyen bir du-rumdadır. Oysa ulusal ve uluslararasıarenada devrimci gelişim için muazzamimkanlar ve şartlar mevcuttur. Küreselekonomik kriz ve etkileriyle Ortadoğuve Afrika’da ortaya çıkan hareketlen-meler kitlelerin bilincini ilerletmekte veönderlik boyutuyla ne kadar eleştirilsede kitlelere öğretmektedir. Deniz olarakatfedilen kitlelerle bağlarımızın oranı,aynı zamanda yaşam şansımızın dayüzdesidir. Kitlelerden koptuğumuz,uzaklaştığımız yerde sudan çıkmış ba-lık misali nefesimizi hızla tüketmeye vekendimizi cansız bir varlık olarak tari-hin karanlık dehlizlerinde bulmayamahkûmuzdur. Öğrenci olmadan öğ-renmeye kalkışmak ve tam da sisteministediği dar sınırlara hapsolmuş, kitle-lerden kopuk dernek faaliyetçiliğine ki-litlenmek, başarısızlığın koynumuzdataşıdığımız anahtarıdır.

Parti'nin bağrında eleştiriyi ve fikirmücadelesini ön şart koşar. Üstelik bu,disiplinin "kör" disiplin olması demekhiç değildir. Tam tersine, demir disiplin,bilinçliliği ve itaat özgürlüğünü dıştala-maz, bilakis bunları ön şart olarak ön-görür; çünkü ancak bilinçli bir disiplin,gerçekten demir disiplin olabilir. Amafikir mücadelesi bitince, eleştiri tüke-nip karara varılınca, bütün Parti üyele-rinin irade birliği ve eylem birliği şart-tır. Bu öyle bir zorunlu şarttır ki, onsuzne birleşmiş Parti, ne de Parti'de demir

disiplin düşünülebilir.” (Stalin, Leniniz-min Temelleri Üzerine Sf. 115)

Umutsuz ruh hali, karamsar şekillenişve kararsızlık bünyelere işleyen bir urolarak vücuda yayılma riskini taşı-maktadır. Bu ur büyüyüp, tüm vücuduetkisi altında almadan müdahale et-mek ve kökünden kurutarak vücudubu dertten kurtarmak anın en önemligörevlerindendir. Devrimci mücadelede kolay bir an ve zamanlama olma-mıştır, olmayacaktır da. En zor koşul-larda kolektif akıl ve iradeyle sorunla-

ra müdahale edilip, örgüt ayakta tu-tulmalı ve iktidar yürüyüşünde eminve sağlam adımlarla yoluna devamedebilecek bir güce kavuşturulmalıdır.Görev ve sorumluluklara itinalı yakla-şım, küçükten büyüğe her görev vesorumluluğa aynı ciddiyetle yaklaşıpçözmeye çabalamak, her anını devrimdavasına fayda ekseninde değerlen-dirmek ve sürekli bir şekilde kendineve örgüte yönelik özeleştirel yaklaşıphatalardan arınmak, doğruları gelişti-rip hakim kılmak temel perspektifi-

miz olmalıdır. Oldukça zorlu bir süreç-ten geçiyoruz. Sürecin ihtiyaçlarınagöre şekillenip devrimcilik iddiamızıete kemiğe büründürmeliyiz. Yarınaerteleyen değil bugünden başlayançabadır fayda sağlayacak olan. Ya kav-ganın alazında sınanıp ateşi körükle-yeceğiz ya da bu ateş bizleri de yakıpküle çevirecektir. İleri atılımlar içindağda, şehirde, fabrikada, tarlada, üni-versitelerde… devrimci cüreti kuşanıp,yarının adı olan altınçağa yürüyelim.

HA FAZLA DEVRİMCİ CÜRET

Page 14: 1-20 Kasım 2011

Halkın Günlüğü 10-20 KASIM 2011gençlik haber 14

YÖK’ün kuruluş yıldönümü olan6 Kasım’da alanlara çıkan üni-versite ve lise öğrencileri ‘eşit,parasız, bilimsel, anadilde eği-tim’ taleplerini haykırdı

Üniversitelerde 30 yıldır piyasalaşan eğiti-min uygulama alanı olan ve devletin baskıaracı olarak kullanılan YÖK, kuruluş yıldö-nümünde ülkenin birçok yerinde protestoedildi. Öğrenciler ‘Eşit, parasız, bilimsel,anadilde eğitim’ talebini haykırarakYÖK'ün kaldırılmasını istedi.

Müşteri değil öğrenciyiz!İSTANBUL- YÖK, İstanbul’da aralarındaDGH üye ve taraftarlarının da bulunduğuüniversite öğrencileri tarafından protestoedildi. Laleli Edebiyat Fakültesi önünde biraraya gelen üniversite öğrencileri "Üniver-siteler bizimdir teslim etmeyelim! Eşit, pa-rasız, bilimsel, anadilde eğitim" yazılı pan-kartla Beyazıt Meydanı'na yürüdü. BeyazıtMeydanı'nda yapılan basın açıklamasındadünden bugüne halka yönelik saldırılaraparalel olarak üniversitelerin de bundannasibini aldığı ve 80'lerde üniversitelerinpiyasanın içeriği ve ihtiyaçları doğrultu-sunda yeniden yapılandırılıp, en sonundaYÖK'e devredildiği ifade edildi. Üniversite-lerin YÖK'ün ticarethanelerine dönüştü-rüldüğü belirtilen açıklamada; "Üniversite-ler, kantinlerinin, otoparklarının, yemek-hanelerinin, yurtlarının özelleştirildiği;halkın değil ‘piyasanın’ mühendisinin, öğ-retmeninin, iktisatçısının, sosyologununve daha nicesinin yetiştirildiği yerler hali-ne gelmiştir" denildi.

YÖK'e hayır!ANKARA- Demokratik Gençlik Hareketi(DGH), Öğrenci Kolektifleri ve Yarınlar Der-gisi’nin çağrısıyla Ankara Üniversitesi Ce-beci Kampüsü’nde bir araya gelen Üniver-site öğrencileri “Eşit, parasız, bilimsel, ana-dilde eğitim için YÖK! e hayır” yazılı pan-kartla Yüksel Caddesi'ne yürüdü.

Cebeci Yerleşkesi’nden çıkıp Ziya GökalpCaddesi trafiği kapatarak yürüyüşe başla-yan üniversite öğrencileri, Yüksel Cadde-

si’ne gelerek burada basın açıklaması yap-tı. Yapılan basın açıklamasında, YÖK’ünson dönemlerde gerçekleştirdiği ve hayalgücünü zorlayan uygulamalarına dikkatçekilerek “Tek çözüm bu hastalıklı yapınıntamamen ortadan kaldırılması, üniversite-lerin asıl sahiplerinin öğrenciler olduğu bi-linciyle, öğrencilerin talepleri doğrultusun-da demokratik, özerk üniversite yapıları-nın inşa edilmesidir.” denildi.

Sermaye dışarı bilim içeri ESKİŞEHİR-Anadolu Üniversitesi YunusEmre Yerleşkesi’nde öğrenciler 30. yılındaYÖK’ü protesto etti. Demokratik GençlikHareketi’nin de bileşeni olduğu eylemde

topluluklar ve demokratik kitle örgütleriyer aldı.

Üniversite'nin Cumhuriyet kapısında top-lanan öğrenciler "YÖK'e hayır! Eşit, parasız,bilimsel, demokratik, anadilde eğitim isti-yoruz" yazılı pankartla yürüdüler. Yürüyüşsırasında sık sık "Parasız, eşit, bilimsel veanadilde eğitim", "Polis defol üniversitelerbizimdir", "Sermaye dışarı bilim içeri" slo-ganlarını atan öğrenciler, Cumhuriyet ka-pısından rektörlüğün önüne yürüdü. Rek-törlük önünde yapılan basın açıklamasın-da, üniversiteleri bilimsel kurumlar ol-maktan uzaklaştıran, sermayenin istekleridoğrultusunda piyasaya öğrenci yetiştiren

ve eğitim sistemini buna uygun dizayneden YÖK sisteminin teşhiri yapıldı.

Postallarla geldi, mücadelemizleyıkılacak!ANTALYA- DGH 'nin de bileşeni olduğu Ak-deniz Üniversiteli Öğrenciler PlatformuYÖK'ü protesto etmek için yürüyüş düzen-ledi. Yürüyüş sırasında sık sık "Polis defolüniversiteler bizimdir", "YÖK, polis, medyabu abluka dağıtılacak" sloganlarını atanöğrenciler ÖGB barikatının önünde oturmaeylemi yaptı. Ardından okunan basın met-ninde; "12 Eylül 1980 darbesinin meyvesiolan YÖK, yükseköğretim kurumlarının

Öğrenci gençlik YÖK’ü

Dicle Üniversitesi’nde kadınöğrencilere cinsiyetçi sorularyöneltildi. Yanıtlamak isteme-yen öğrencilere 500 TL paracezası kesildi

Kredi ve Yurtlar Kurumu (KYK)’na bağlıyurtlarda yaşamak zorunda olan öğrenci-lerin yaşadığı sıkıntılar her geçen gün artı-yor. Çıkartılan yemeklerden yurtidaresinin uygulamalarına kadar birçok sı-

kıntıyla karşı karşıya olan öğrencilerin birde anket derdi var! Yurtlarda öğrencilereisteklerinin dışında para cezaları, yemekvermemek gibi tehditlerle zorla doldurtu-lan anket uygulamasının son örneği DicleÜniversitesi (DÜ)’nde yaşandı. Kadın öğ-rencilere “Doldurmak zorundasınız” dene-rek yaptırılan ankette neden sorulduğubelli olmayan sorulara yanıt istendi. İmza-sız olarak dağıtılan anketlerde öğrencilerinözel yaşamına ilişkin sorular yöneltildi. Ya-pılan ankette, “Daha önce kaç birliktelikyaşadınız”, “Hiç canlı doğum yaptınız mı?(düşük, kürtaj ve ölü doğumlar hariç)” ve

Nereye varmaya

14-15_Layout 2 11/10/11 11:29 AM Page 1

Page 15: 1-20 Kasım 2011

10-20 KASIM 2011 Halkın Günlüğü 15oğanın ve onun parçası olan insanlığın üzerinde yarattığıtahribattaki büyüklüğü tartışılmayacak olan "Yirmi Bü-yükler" -ya da Geant 20-, Fransa’nın Cannes şehrinde biraraya geldi. Şaşalı ve gösterişli bir açılışa sahne olan em-peryalist-kapitalist dünya gericiliğinin ileri gelenlerini 14bin polis korumakla görevlendirildi. Sadece “insani” değerler

olan meta merkezli yaklaşımın devamlılığı için ‘kısa alanda dar paslaşmalarda’bulunan köhnemiş dünyanın o kadar çok “seveni” var ki, ilgiden boğulmamakiçin yine yoğun güvenlik kuşatması altında “insanlığın” –biz bundan sermayeyianlayalım- kaderini belirlemek üzere tartışmalar yürütüldü. 8’i 20’ye katlayan birlik, sözde gelişmiş ülkeleri kendi katarına takan özde isegeri bıraktırılmış yarı-sömürge ülkelere “demokrasi” sopası altında, emperyalisthegomanyanın emir erliğine soyunduran perspektifiyle şu malum ‘örnekmodel’ ülkesi olan TC’yi, kulakları ağza varan uşaklık sevdakarlığıyla mutlukıldılar. Ama bilinen madalyonun diğer yüzünde, Obama-Merkel-Sarkosyzirve öncesi görüşmeleriyle, emperyalist gündemler üzerinde mutabık olunduğuve diğer “büyükleri” bu gündemlere göre “halkçı” ya da “merkezci” muhalefetsınırları çizildiği görülmelidir. Dünya gericiliğinin kale başlarının diğer ülkelereatfettiği önemin yeniden dizayn sürecinde gösterdikleri performansa görevuku bulduğu gün gibi ortadadır.Krizi ve yoksulluğu yaratan üretim ilişkilerinin günümüz temsilcilerinin birlik-teliğinden çark umanlarla, geniş halk kitlelerinin düşün dünyasından dezen-formasyona yol açanlar da mevcut. Neo-liberal hempalar, objektif koşullarabilimin objektif ışığını tutmadıkları için – ki bu dünya görüşüyle ilintilidir- sö-mürenlerin es kaza ‘çok sömürdük, biraz gaz keselim’ demesini beklemekteler.Sözde kriz çözümü için toplanan birliğin, Yunanistan’daki referandum sürecineilişkin, gösterdiği sert tavırda da gözlemleneceği gibi, bu istekler gercekleştireceğinibeklemek boş bir hayalden ibarettir. Sarkosy Yunanistan anlaşma yükümlülükleriniyerine getirmediği sürece Avrupa’dan yardım alamayacak ikazında bulunmuşve kapitalizmin yapısal krizinin derin sancılarını, niyetten bağımsız deşifreetmişti. Bağımlı Yunanistan kapitalizmi, kendi “çözümünü” kendisi aramasıdurumunda, 280 milyar alacaklı Alman ve Fransız bankalarının içine düşecekleribüyük buhran, sözde euro krizinin Avrupa krizine dönüştürebilir. Batı Avrupaemperyalizminin sert “ikazları”, ne işbirlikçi Yunan kapitalizmini koruma ne deYunanistan ezilenlerinin sömürü zincirlerini gevşetme temennileri taşımayabilir.Büyük buhranın derinleşen aktüalitesinde, yeniden dizayndan kaçamak yapmaihtimaline –ki bu ihtimal milyonda birdir- düşenlerin kulağını çekmektir.Tayyip Erdoğan, G-20 zirvesinde “mazlumdan” yana oynamaya devam etti.Büyük ağabeylerini “merhamete” davet eden burjuva-feodal sınıfların temsilcisi,Somali günlüğünden timsah gözyaşları dökerek puan toplamanın yolunututtu. Mademki bir örnek model var ve yine mademki ‘asrın projesine’ AKPgerici kliği layık görülüyor, o halde topuk selamı çakmakta tereddüt etmemekburjuva-feodal sınıfların boyun borcuydu. Zira Somali’deki ‘İnsanların yetersizgıda ve temiz su eksikliğinden’ bahseden güruh, sanki kendi coğrafyası budurumda çok uzakmış gibi tablo çizmekte evvellerini aratmamıştır. Daha düngerçekleşen Van depreminin enkazı altında kalan hakim sınıflar, oradakibinlerce insana yapılan yardım kampanyalarını BDP’li Belediyenin eli güçlenmesindiyerek bir fiil engelleme uğraşındayken, dünya halkları önünde kendini akla-yamaz! N.Ç davasında açığa çıkan, 13 yaşındaki bir çocuğun 26 kişi tarafından–ki bu 26 kişi sistemin önemli organlarında, silahlı kuvvetleri ve bürokratikaygıtlarında bulunan kişilerdir- tecavüz edilmesini ‘kendi rızasıyla’ olarak ad-landıran bir kokuşmuşluk, ezilenlerin yaralarını sarmak için merhem olamaz!Van depreminin yarattığı atmosferi fırsat bilerek, halkın acıları üzerindengerici emelleri inşa etmek üzere “kentsel” dönüşüm pazarını palazlandırmakiçin, 400 milyar dolarlık projelerle ‘incitmeden yıkarız’ diyen timsahlıklarıyla,halk düşmanlığının tescilli adresidir burjuva-feodal sınıflar! KCK davalarınıyaygınlaştırarak, faşizmin hesapçı öfkesinin billurlaştığı, Ragıp Zarakolu gibiaydınları hapishanelere kapatarak toplumun tüm ilerici katmanlarına karşısavrulan tehditlerde de açığa çıkan, Tayip Erdoğan’ın “insan” idesi, emperyalizminve onun gerici uşaklarının hizmet yarışından, seferberlik çağrısından başkabir şey değildir. Sınıf savaşımının derin çelişkilerinin yaşandığı bir süreçten geçmekteyiz.Dünya ezilenleri, önderlik sorunsalına rağmen ayaklanıyor! Sömürü ve baskızincirlerine daha fazla dayanamayan yerküre, dili, milliyeti ve rengi ne olursaolsun, emperyalist-kapitalist köhnemişliğe karşı öfke büyütüyor. Eskisi gibiyönetemeyen egemenler, restorasyon projeleriyle “sadık” uşaklarını elemeyönüne gidiyor. Bu eleme öyle canice gerçekleşiyor ki, Kaddafi örneği üzerinden,ezilen sınıf ve uluslara ‘ayağınızı denk alın’ mesajı verilmek isteniyor. Tüm bugelişmelere rağmen, ezilenler çaresiz ve yalnız değildir! Bilimsel komünizminbayrağı altında, proleter devrimci savaşlar eşliğinde, dünya karşı devrimcicephesine karşı yeni iktidar perspektifiyle yürüyen Maoist komünistler var!Gerici üretim ilişkilerinden radikal ve köklü kopuş için sözde devletsiz siviltoplumcu özerklik üfürmeleriyle değil, Ekim ve Çin devrimi tecrübelerini özüm-seyerek ve aktüel sınıf savaşımının mülahazalarını cevaplayarak, yenidemokratik ve sosyalist devrimlerin yegane kurtuluş yolu olduğunu bir kezdaha beyan eden Maoist partiler var! Ne G-20 ne de başka bir gerici saçmalıkhalkların umudu olamaz! Alternatif, enternasyonal proletaryanın gelecektoplum projesini açığa çıkaran Bilimsel komünizmdir! Görev, kapitalist yıkımı,kapitalizmin yıkımına dönüştürmek için, bu çağrıya cevap olmaktır.

DKAPİTALİZMİN YIKIMI

GENÇ YORUM ≫ sinan çakıroğlugençlik

öğretimini planlamak, yönetmek, düzenlemek vedenetlemek için kuruldu. YÖK üniversitelere ege-menlerin politikalarını daha iyi taşıyabilmek içinakademisyenlerin yetkilerinde sınırlandırmalaryapmış ve öğrenciden bütün söz hakkını almıştır.Bu sürecin daha iyi işleyebilmesi için de disiplin yö-netmelikleriyle kendi tahtını sıkı sıkıya korumakiçin önlemler almıştır. YÖK’le birlikte araştırmayan,sorgulamayan, insanı merkezine almayan bir öğ-renci profili yetiştirirken, sermayenin kar paydasınıyükseltmek için bilimi sermaye için üretme politi-kasını büyütmekle beraber; insanlık için bilim üret-mesi gereken üniversiteyi de ticarethaneye dönüş-türmeyi daha da hızlandırdı. Ve paralı, eşit olmayan,anti-bilimsel, farklı dilleri tanımayan, niteliksiz bireğitim yarattı.” sözlerine yer verildi.

Mücadelemiz sürecekAMED- YÖK’ün kuruluşunun yıl dönümü, Dicle Üni-versitesi Öğrencileri tarafından yapılan yürüyüşleprotesto edildi.Dicle Üniversitesi Özgür Öğrenci Derneği(DÜÖDER),Sosyalist Gençlik Derneği(SGD), Yeni DemokratikGençlik(YDG), Demokratik Gençlik Hareketi(DGH)tarafından düzenlenen yürüyüş Mimarlık Fakültesiönünden başladı.“YÖK kalkacak polis gidecek üniversiteler bizimleözgürleşecek”, “Yaşasın öğrenci dayanışması” slo-ganlarının atıldığı eylemde, “Dicle Üniversitesi yarıaçık cezaevi”, “Em perwerdehiya bêpere, bi zanistî,bi zimanê zikmakî dixwazin (Parasız, bilimsel, ana-dilde eğitim istiyoruz)”, “Xwendevanên girtî bila we-rin berdan (Tutuklu öğrenciler serbest bırakılsın)”dövizleriyle Fen-Edebiyat Fakültesi’ne yüründü.Yapılan basın açıklamasında YÖK'ün kaldırılması is-tendi. Öğrenciler adına okunan açıklamada, YÖKzihniyetinin İlyas Aktaş, Mahsun Karaoğlan, AydınErdem, Şerzan Kurt’u katlettiğini, katillerin halayargılanmadığını belirterek buna karşı çıkan öğren-cilerin de türlü baskılara maruz kaldığına değinildi.

Rektöre verecek har(a)cımız yokEDİRNE - Trakya Üniversitesi Öğrencileri, YÖK'üprotesto etmek için Fen-Edebiyat Fakültesi önündetoplanarak, rektörlük binasına yürüdü.Yürüyüş boyunca sık sık "Eşit, parasız, bilimsel veanadilde eğitim", "Halk için bilim halk için eği-tim","Rektöre verecek har(a)cımız yok" sloganları-nın atıldığı yürüyüşün ardından rektörlük binasınönünde yapılan basın açıklamasında; öğrencilerinYÖK hakkındaki düşünceleri ve taleplerini ifadeedildi. Basın metninde şunlara değinildi: "YÖK' lebirlikte sermayenin eline geçen üniversite, ancakparası olanın okuyabileceği bir kurum haline gel-miştir. Liseden mezun olup üniversiteye girebilmek;bin bir zorluğu aşmak, binlerce lirayı harcamak de-mektir. Liseler işlevsizleştirilmiş, lise eğitimi ancakdershanelere vererek parası olanların satın alabile-ceği bir hizmet olmuştur. Üniversiteler ise artıkharç, barınma, yemek, ulaşım gibi giderleri karşıla-yabilen müşterilerin erişebileceği ticari işletmeler-dir. Emlakçıların, ev sahiplerinin öğrencileri bir sö-mürü kaynağı olarak gördüğünü, YÖK' ün yeni üni-versiteler açarken bölgenin ekonomik kalkınması-nı hesapladığı kadar öğrencilerin barınmasıyla ilgilihiçbir şey yapmadığı da ortadadır. Yemekhanelerinkapasitelerinin yetersizliğiyle öğrenciyi kampusiçerisindeki diğer bir rantın göbeğine atarak kafele-re yönelttiği de göz önündedir."

protesto etti

“1 Ocak 2005 tarihinden sonra şu an canlı olsun yada olmasın canlı doğum yaptınız mı?” gibi sorularsoruldu. Hiçbir açıklama yapılmadan yöneltilen bucinsiyetçi sorulara tepki gösteren öğrenciler ise500 TL para cezasıyla karşı karşıya kaldı.

TÜİK istemişDÜ’deki anket baskısına yükselen tepki nede-niyle bir açıklama yapan Yüksek Öğrenim Kredive Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğü (YURTKUR)anketin TÜİK tarafından yapıldığını açıkladı.YURTKUR’ dan yapılan yazılı açıklamada, anketsoruları ve değerlendirmelerinin tümüyle TÜİK’inkontrolünde olduğu ifade edildi.

Öğrencilerin soru yanıtlamamahakkı yok!Öğrencilere dayatılanlarda oldukça “ilerleyen”devlet kurumları zorla anket yaptırıyor. Bireyinöz iradesinin ötelendiği bu dayatma anlayışınelle tutulur hiçbir yanı yokken bir de cinsiyetçisorular olayın “sosu” haline getiriliyor. Öğrenci-lerin yapılan ankete katılmak istememesiumursanmıyor, para cezası kesilebiliyor. Üni-versiteler işte bu kadar demokratik! Hiçbirhakkı olmayan öğrencilerin üniversitelerdesoru yanıtlamama hakkı da yok!

çalışıyorsunuz?

14-15_Layout 2 11/10/11 11:29 AM Page 2

Page 16: 1-20 Kasım 2011

Halkın Günlüğü 10-20 KASIM 2011dünya analiz16arih boyu, demokrasi ve özgür-lük mücadelesinin öne çıktığı ül-kelerde; halkın temel ve de geneltalepleri yadsınarak, emperya-list ülke çıkarları öncelikli olarakön plana çıkmış ve ABD’nin mü-

dahale gücü belirleyici bir etken olmuştur. ABD’nin geleneksel dış politikası, TrumanDoktorini’nden beri (1947) uluslararası düze-nin sağlanması için, ‘doğrudan müdahale teo-risi’ olarak geliştirilir. Bu bağlamda ABD, ‘öz-gürlüğü’ tehdit altında bulunan başka halkla-ra yardım etmek (1) gerekçesinden hareketle,sınırlarını aşan bölgelerde ‘istikrarı sağlamak’için birçok bölgeye müdahale etmiş ve savaşortamında bulunmayı meşru müdaafa olarakgörmüş ve görmektedir. Bu nedenlerle birçokiç savaş, müdahale veya askeri rejimlerin ikti-darda kalmasını sağlarken, kan ve gözyaşınınyaşandığı ülkelerde ABD’nin varlığı söz konu-su olmuştur. Kuzey Afrika’dan Basra Körfezi’ne kadar uza-nan geniş bir coğrafyada; 10 aydan beri süre-gelen Arap Baharı, bir toplumsal değişiminhalk ayaklanması iddiasıyla ve yutturmaca-sıyla bölge ve de dünya gündemini meşguletişine tanıklık etmekteyiz.(Tunus, 17 Aralık 2010 – 14 Ocak 2011, Mısır, 25Ocak 2011 – 11 Şubat 2011, Libya, 17 Ocak 2011– 20 Ekim 2011, Suriye, 15 Mart 2011 - , Jemen,27 Ocak 2011 -, Bahreyn, 14 Ocak 2011 -, Fas,20 Ocak 2011-,)(2).Bu ülkelerdeki rejimlerin devrilmesi ve “yeni”demokrasi rüzgarının esintisi şeklinde dışdünyaya yansısa da, eski rejimler (devlet yö-netimi) yerini korurken, statükonun da de-vam ettiğini görüyoruz. Bu ayaklamaları belirleyen iki temel unsurvardır: Biri, yıllarca devam eden rejimlerinbaskı ve sömürüsünü sonlandırmakve ‘kendiiktidarlarını’ kurma çabasıdır. Arap Baharı’nıkarakterize eden ikinci neden ise: Batı mütte-fiklerinin bu hareketleri bilfiil desteklemelerive yönlendirme ısrarında olmalarıdır. Batımüdahelesi Arap Baharı’nın olmazsa olmazıolarak daha da belirginlik kazanmıştır. Özün-de bu bir müdahale biçimidir ve geleceğinyeni siyasi-iktisadi oluşumu noktasında kilitrol oynama arzusudur. Bu, o ülkelerde birçokgüçlerce istenmese de, geleceğin ‘yeni Arapharitası; daha şimdiden dış müdahalelerle sa-vaşın en acımasız yerinde, “demokrasi oyu-nunun” oynandığı bir süreçten geçiyor. NATOve diğer Batı müttefiklerinin devam eden yo-ğun müdahale ve desteğine baktığımızda,tersini düşünmek olası değildir. İç savaşın ırk,mezhep ve kabile örgütlülüğü şeklinde gide-rek tetiklendiği; bölgenin bir kan gölüne dön-üştüğü bir sürecin Arap Baharı coğrafyasınıbelirlediğini söyleyebiliriz. Devrimci niteliktenyoksun, nasıl bir gelecek konusunda yaşananbelirsizlikleri fırsat bilen ABD ve Batılı mütte-fikleri, son gazla ‘Yeni Yönetim’, ‘Ulusal GeçişKonseyi’ veya ‘Geçici Yönetim’ gibi tanımla-malarla işbirlikçilerini korumaya alırken, on-ları geleceğin yeni ‘umut bekçileri’ olarakumut tazelemeye devam etmektedirler. Busavaş ortamında, Batılı müttefiklerinin ‘de-mokrasi oyununu’ nasıl provaya aldığını ve buoyunun temelinde de geleceğin Ortadoğu veKuzey Afrika’nın ABD ve Batı ilişkilerinde atı-lan temellerdir. Abartısız diyebiliriz ki, dışgüçlerin müdahale varlıkları özünde Yeni Or-tadoğu Prejesi’nin atılan adımlarıdır. Esas ola-rak dış güçlerin askeri desteği, savaş sonrasıdönemde ülke zenginliklerini paylaşabilmetelaşıdır. Bu bağlamda, bölgenin siyasi ve eko-nomik denetimi geçmişte olduğu gibi, gele-cekte de ABD ve Batı’nın elinde olacaktır. Bugün itibarıyla uluslararası dengeleri gözönünde bulundurduğumuzda, bölgenin adımadım Batı ve ABD’nin lehine bir kabuk deği-şikliği içinde olduğunu söyleyebiliriz. Zira,

geçmişte ABD ve Batı’nın istem ve dayatma-ları doğrultusunda Arap coğrafyasıyla ilişkilerbelirlenirken; bugün bu ilişkilerin çok dahafarklı söylem ve nitelikte olduğunu görüyoruz.Gerek Batı gerekse de ABD, çıkarları gereği(sivil, askeri, siyasi, iktisadi vs.) iç savaş kon-septi, sartlarına bağlı kalarak Arap ülkeleriyleolan işbirliğine islamcıların istemleri parale-linde bir ayar verme taktiğini izlemektedir.Örneğin; ‘yeni demokrasiniz için size her anyardım ederiz’, ‘siz söyleyin biz gerekeni ya-palım’ tarzında bir politika izlenmektedir. Böl-ge ülkelerinde yeni ‘demokrasi’ sesleri yükse-lirken, bu süreçte ABD ve Batı’yla yeni döne-min işbirliği konusunda bir güven tazelemeçabasıyla birlikte somut bir yapılanma vardır.Bu doğrultuda Libya’ya, Mısır’a, Fas’a ve Bah-reyn’e vs. vs. ülkelere yapılan ilk SOS çağrısıda bu doğrultuda olmuştur. ABD ve diğer Ba-tı’lı müttefiklerinin söz konusu bölge ülkele-riyle olan ilişkileri tam bir ‘ince ayar’ ve ‘incehesaplar’ kurallarına uygun yapılmaktadır. Builişki tarzı siyasi ahlaktan uzak olsa da, kapi-talist dünya sisteminde bu uluslararası ilişki-lerin ‘kapalı diplomasi’si olarak izah edilir. Yıl-larca Ortadoğu’yu “böl ve yönet” politikasıylasömüren ABD ve Batı, yeni dönemin yeni ilişkioyununu planlamaktalar. Onlar da biliyorlarki, bölge ülkelerinin tüm askeri sistem vegücü ABD’nin çıkarları doğrultusunda yön-lendirilmiş ve bağımlı ülkeler olmakla birlikte,yeni güvenlik mekanizmasının tekrar Pento-gan’a bağlı, o geleneksel Amerikan ‘askeridoktorinin’ etkisinde kalmış olmasıdır. Arap Baharı ekseninde Ortadoğu’daki bazı ta-rihi olumsuzlukların geriye bıraktığı derin iz-lerini anımsamakta yarar var. Saddam Hüse-yin 2003 yılının 13 Aralık gecesi doğum yeriolan Tikrit’te El Dor Kasabası’nda, sık hurmaağaçlarının bulunduğu düz bir alandaki ElHadra bahçesinde bir sığınakta ele geçirilir.Saddam, ABD ve müttefiklerinin yoğun saldı-rısına karşı 8 ay gizlenebildi.

Kaddafi nasıl öldürüldü?1979-1988 İran ve Irak savaşında iki milyon-dan fazla kişi yaralanırken ve bir milyondanfazla kişi hayatını kaybetti. 1988’de Halepçe’de siyanür gazı kullandı vebeş binden fazla kadın ve çocuk sivilin ölü-müne neden oldu. 1991’deki ‘Körfez Savaşı’ sı-rasında ise, en az on binlerce Kürt öldürüldüve 1 milyona yakını da ülkesini terketmek zo-runda bırakıldı. 1979 savaşında ise; İran İslamDevrimi’ne destek verdikleri iddiasıyla tutuk-lanan 100 binlerce Şii’nin akibetleri halen bi-linmiyor. Bu listeyi daha da uzatmak müm-kün elbette. Saddam 30 Aralık 2006 tarihindeidam edilir.Libya lideri Muammer Kaddafi 42 yıllık yöne-timinin ardından, 20 Ekim 2011 tarihinde do-ğum yeri olan Sirte’de öldürüldü. NATO ve deUlusal Geçiş Konseyi’ne (UGK) bağlı silahlıgüçlerin yoğun baskılarına karşı ele geçme-mek için ancak iki ay direnebildi. (3) Obama,Kaddafi’nin ele geçirilmesini NATO ve UGK’ninbüyük bir başarısı olarak yorumladı. Sekiz yılıaşan Irak savaşının Amerika’ya olan maliyeti1 trilyon doları bulurken, Pentogon’un 2012 yılıiçin tasarladığı askeri harcama bütçesiyse 671milyar dolardır – ABD’nin Libya müdahelesin-deki maliyeti ise 1 milyar dolardır. (4)Post-Kaddafi (Kaddafi sonrası dönem) döne-minde Libya’yı bekleyen yeni sıkıntılar ve çö-zümsüzlükler olacaktır. İslamcılar, Berberiler(etnik grup), UGK’yi oluşturan ve diğer azınlıkgrupları temsil edenleri çok zor günler bekli-yor, çünkü herkes ülke zenginliklerinden vede yönetiminden kendi payını talep edecektir.(5) Londra’da yayımlanan Al-Arabi Gazete-si’nin yazarlarından Abdel Bari Atwan; yeniLibya için çok karamsar olduğunu söyler –UGK içinde yer alan şeriat yanlısı İslamcılarla

demokrasiyi savunan laik liberallerin yeniLibya yönetiminde bir arada olmaları imkan-sız olduğunu, bu iki grubun ülke geleceği içinolabilecek yeni çatışmalar için potansiyel birtehdit oluşturdukları (6) yönünde yorumunuyapar. Kaddafi’nin ölümünden hemen sonra, Lib-ya’nın yeni döneminin iktidar modeli yoğuncatartışmaya açıldı. Bu noktada Batı ve ABD‘ince ayar’ ve ‘ince hesaplar’ politikası gereği,adeta perde arkasında siper almış; ‘bekle-gör’taktiğini izliyor. Tıpkı Kaddafi’nin yakalanmaanını beklemek gibi. UGK Başkanı MahmudCibril’e Kaddafi nasıl öldürüldü? sorusuna,belli değildir, yanıtını verirken, ama bununUGK güçlerince de öldürülmüş olabileceğiaçıklamasıyla yetindi, diğer yorumcu veajanslar ise, bunun NATO güçlerince de öldü-

rülmüş olabileceği yorumunu yaptılar. Bu yo-rumlara paralel olarak, devamla UGK üyesi ol-duğu iddia edilen birini sıkça elindeki silahlabasına gösterilerek ‘kahraman budur’ den-mesi sır perdesini araladı.

17 Ocak 2011 olaylarının hemen başlamasın-dan sonra, Kaddafi’nin Lahey’deki BirleşmişMilletler Savaş Suçları Mahkemesi’nde yargı-lanması için görüşmeler başlarken, ABD veBatı müttefikleri bu öneride hem fikirlerdi. (7)Kaddafi’nin kimlerce öldürülmüş olabileceğisorusunun yarattığı tartışma tam anlamıylabir trajikomedi oldu. Kaddafi’nin elini öpen,boynuna sarılan veya alnından öpmek gibi o‘sevecen’ manzarayı unutmak mümkün değilelbette. Tüm bunlar, Kaddafi’nin ABD ve deBatı ülke liderleriyle olan ciddi ilişkisini yan-sıtmaktadır – işte tam bu nedenle, Kaddafi’nin

SAVAŞPAZARINDA DEMOKRASİ

OYUNUA. CAN ATAŞ

T

16-17 _Layout 2 11/10/11 11:32 AM Page 1

Page 17: 1-20 Kasım 2011

10-20 KASIM 2011 Halkın Günlüğü 17apı stokunun yüzde 67’si-nin çürük ve sadece İstan-bul’da 5 milyon konut üni-tesinin 2 milyonunun yı-kılması bizzat devletçe ka-bul edilen TC gerçekliğinde

deprem sonrası ortaya çıkan sonuç hiç deşaşırtıcı değil. Ülkemizde 18 milyon konutunen az yüzde 45’i çürük; diğer kalanının çoğuda depreme dayanıksız durumdadır. Ko-nutların % 89"nun problemli olduğu da birbaşka olgudur.Fay hatları üzerindeki istatistikler gerçeğide deprem sonrası adeta bir katliam gö-rüntüsü veriyor. Bu tablo şaşırtıcı değildir.Burada son derece doğal bir doğa olayıolan deprem ya da hareketi anlaşılır doğamı suçlanacaktır. Ülkemiz açısından heran beklenmesi gereken deprem mi öldür-mektedir. Bir doğa olayıdır deprem: Onuafete dönüştüren sistemin kendisidir. Vaazedileceği gibi bir takdiri-ilahi ya da afetlerinkaçınılmaz sonu değildir.Güvenli yaşanılır çevreyi tahrip edip yaşa-nılmaz kılan, kapitalist sömürü düzenininkör hırsıdır. New Orleans, Fukuşima, Düzce;insan-çevre, hayvan düşmanı emperyaliz-min, ekosistemi tahrip eden vahşiliğidir.Karadeniz, Munzur gibi nice yerlerde gü-vensiz ve kar eksenli dağ ve dereleri mah-vetme, aslında halkları teslim alma ope-rasyonudur. Su kaynaklarını yağmalayarak,dere-vadi-orman ve canlıları yok edenlerartık itiraf etmek durumundadırlar. Barajla“Irak sınırı”nı koruyacaklarmış. Bunun içininsan ve çevreyi önemseyenlere sömürücüegemenlik sistemlerinin bekası doğrultu-sunda “güvenlik” eksenli devreye sokulanyıkımlara karşı isyan edenlere saldırmak-tadırlar. Sadece insan değil, doğayı da kat-letmektedirler. Sömürücü düzenlerin malve mülk dünyasında, insanın-çevrenin yeriolmaz. Her şey kara tabidir. Yaşanılabilirbarınmanın yeri yoktur. Yaşam kar içindir,kapitalist kalkınmacı uygarlık modernitesininruhu olan kar, insan ve doğayı öldürür. Buuygarlık, doğal toplum-doğal yaşamın, sı-nıflarla reddi, ezen-ezilenler biçiminde bö-lünmesiyle başlamıştır. Dolayısıyla gerçekçözüm, bu durumun alışılmasıyla müm-kündür. İşte burada, devrim anlaşılmak du-rumundadır. Çareyi “hamaset” sürdürüle-mezliği her açıdan açık kapitalizmi “ıslahetme”yi “umar” gösterme, gerçeği tamamıylaters-yüz etmektedir.Bir kırık fay hatları gerçeği olarak ülkeninjeolojisinde öldüren doğa olayları değil,onları katliama dönüştüren sistemdir. Si-yaset, müteahhit, bürokrasi üçgenli sisteminkatliam silahı artık gizlenemez durumdadır.Doğa olaylarında insanlık hiç de çaresizdeğildir.İnsan, hayvan, çevre merkezli bir felsefe vetoplumda böyle doğa olayları afete dönüş-mez. Daha dün denilebilecek bir zamanda:Çaldıran-Muradiye-Erzincan-Elazığ-Düz-ce-Gölcük’le sistemin yarattığı felaketlervardır. Bunlara rağmen bir ders alma vegerçek tedbir yoktur. Zira sistemin ruhu-doğası buna yabancıdır. Yoksa yüz milyar-larca dolarla finanse edilen halklarınıza yö-nelik haksız savaş bütçesinin bir bölümübile konut sorununu çözmeye yetebilir.Ama bina, sistemin özü olarak tanımaz-tanıyamaz. Deprem vergisi diye toplanan30 milyar dolar bile yeşil burjuvaziye peşkeşçekilmiştir. Sömürü düzeni ilaç olmadı, ola-maz, olmayacaktır.İçte ve sınır ötesi kara ve hava harekatlarıyla

halklara karşı topyekun haksız savaş se-ferberliği depremlerde de hız kesmedi.Gülen gibi cemaat liderleri katliam fermanlarıvermeye devam ettiler. Bu güne kadar “eş-kıyanın kökü niye kazınmadı” diye ceberutdevlete daha da hızlı olun talimatı verdiler.Şoven-ırkçı propaganda makinelerini, Türk-İslam sentezli ideolojik hegemonyalarıylatekmil seferber ettiler. Tam da buralardanbeslenenler, bazı TV programcıları, medyakalemşorları ve sosyal medya askerlerinin“Kürtler belasını buldu” misali yayınlar, buaçıdan hiç de “marjinal” ve “münferit” ay-rıntılar değildir. Haksız savaş temelindemedyayı başbakanlık toplantılarıyla askerioperasyonlara göre mevzilendiren, din-vatan argümanlarıyla kitleleri mitingleresevk eden, camileri ayağa kaldıran, Kürtmahallelerini kuşatmaya alıp linçlere zırhsağlayan, KCK operasyonlarıyla sürek avınıderinleştiren sistemin kendisi iken, insanlıkdışı sivri ırkçı söylemler neden münferitolsun ki? Irkçılık, rejimin kendisini üretmedebaşlıca alıkoyma ve aldatma silahıdır. Ege-menlerin zehirleme atmosferidir. Deniz fe-neri gibi yağmalamalarını örtme perdesidir.Katliamlarınız, tekçi-şoven anayasalarınızınhukuki meşrutiyetidir. Burjuva feodal mo-dern neo liberal temsili demokrasili çağdaşfaşist rejimlerinin ruhudur ırkçılık. “Milletve vatan bütünlüğü”yle pazarlanan, kut-sanan-yüceltilen, şoven Türk egemen ulusdevlet olgusunun dayanağıdır ırkçılık. Onundevrimci savaşla parçalanmayı hak edenve yerine emekçilerin doğrudan iktidarınıgeçirmeyi gerektiren görev yerine, düzeniçi sözde “çözüm”leri çağıranların yaptığı,bir tür idare-i maslahatçılıktır ve bu İttihatTerakki-Kemalist cumhuriyetvari, güncelbir Türkçülük projesidir. Ve bir Osmanlıcılıktır. Ezilenleri gerici düzene entegre amaçlı ''TekYürek'' kampanyaları, aldatıcı burjuva hü-manizmiyle pekiştirilmeye çalışılıyor. Be-davadan reklam bir yana, ayrıca ''bağış'' diyevergiden bizzat düşerek, üstelik yenideninşa planlamasının mütahitliğindeki vur-gunlarla genişleyecek sermayeleriyle, feo-dal-burjuvalar, emekçilere hayat öpücüklerinigönderiyorlar. Kimyasal silahlı katliamlarıyla,cesur ilan edilmemiş fiili olağanüstü hal(OHAL) uygulamalarıyla topyekun seferberolmuş ''sivil' 'yeni 12 Eylül rejiminin, Kema-listleri, aratmayan neo İstiklal mahkemeleribir kez daha gerçeği teyit etmiştir. CemaateTaraf gazeteli liberalizme "demokrasiye kat-kıları'' dolayısıyla selamlar sunan yanlış an-layışlar, artık açık değil midir? Mc Carthymisali teyakkuzla, AKP kumandalı özelimam devletinin ''sivil''leri "demokrasi''sinin“demokratik anayasa” sürecinin nasıl yü-rüdüğü belli değil midir? Sömürücü düzeninindinci-Türkçü-cinsiyetçi-ırkçı üretim sahasınada komünizme karşı mücadelede ezeldenbir gayretle öne çıkmış ve şimdi de emper-yalist sistemin yapılandırma stratejisinde,TC devletini dizayn vizyonuyla, okyanusötesinde, Fethullah kurmaylığı savaş ko-mutanlığını devralmıştır. “30 yıldır nedenkökü kazılmadı” diye anti Kürt seferberliğiemriyle, imamlar ordusu da askeri, siyasi-ekonomik-propaganda vb. her alanda iş-başındadır. Depremleri “kentsel dönüşüm”dedikleri talan planlarının meşruiyet içinfırsata dönüştürme, acıları ise sahte göz-yaşları ve ilhakçı “kardeşlik” edebiyatıylayedeklemeye çalışmaktadırlar.

YDOĞA, DEPREM VE ‘İLERİ DEMOKRASİ’

YÖNELİM ≫ kazım cihan

Savaş Suçları Mahkemesi’nde yargılan-maması kendilerinin de arzu ettiği ve deplanlanmış oldukları ciddi bir sonuçtur.En büyük korkunun, ABD ve de Batı’nınKaddafi’yle olan gizli ilişkilerdeki kirliçamaşırlarının açığa çıkma kaygısı, bü-yük bir korkunun yaşandığını gösteri-yor. (8). Bu yorum özünde Kaddafi’ninBatı dünyasının ‘iki yüzlü politika ve kirliilişkilerini’ dünya kamuoyuyla paylaşa-cağı korkusu, doğru bir saptamadır.

“(…)baştakiler öldürülürse, onlarla bir-likte olanların saygınlıkları olmadığı içinartık çekinilecek hiçbir kimse kalmaz (…)”. (10)

Machiavelli’nin bu görüşünün özündeBatı’lı müttefiklerinin Libya’ya ilişkinbaştan beri sergiledikleri anlayışla birebir örtüştüğünü söylemek mümkün.Sürgün Libyalılar adına konuşan birgrup aktivist, “Libya’yı ikinci bir Kataryapmak istiyoruz, petrolümüz var, Avru-pa desteği var, o halde neden olmasın”.(11) Kaddafi rejiminin düşmesinde yar-dımlarını esirgemeyen Katar, baştan beriönemli bir rol oynamıştır. Ulusal GeçişKonseyi’ne bağlı Askeri Konseyi’ninönemli bir üyesi olan Abdel Hakim-Bel-haj 2004 yılında CIA tarafından Tayland’akaçırılır ve gizli bir sorgu merkezinde iş-kence ve baskıya maruz kalır. Bu sorgu-lamada Belhaj’in El Kaide ve Bin Ladenilişkileri sorgulanır daha sonra Libya’yaverilir ve 2010 tarihinde tekrar serbestbırakılır. Katar Ağustos 2011 tarihindeBelhaj ve NATO üst düzey sorumlularınıbir araya getirerek buluşmalarını sağlar.Bu görüşme sonucu Katar Belhaj’a 6 Mi-rages savaş uçağını tahsis eder, NA-TO’yla birlikte Libya’ya karşı yoğun havasaldırısında yer alır. Amerika’da bir dü-şünce kuruluşu olan RUSI’de görevli Da-vid Roberts, şu açıklamalarda bulunur:“Dilerim Belhaj NATO savunma güçle-riyle birlikte çalışması, Batı ile tutucuArap ülkeleriyle olan iyi ilişkilerin önü-

müzdeki döneme taşınarak devam ede-cektir, dolayısıyla Batı karşıtı Arap tutu-munda da bir değişiklik olur”. (12) Tümbu olayları zincirlemesine ele aldığımız-da, Arap Baharı’na ilişkin önümüze çıkansonucu şu şekilde izah etmek mümkün:Tarihsel, kültürel, dini, siyasal ve sosyalyapılanması gereği, bugün itibarıyla birbütün olarak ilerici veya devrimci bir de-ğişimin arzulandığı etkinlikte veya ör-gütlü halk iradesindeki bir talebin bek-lentisi söz konusu değildir.

“Arap dünyasında süregelen iç savaşınamacı, iktidarların değişme talebi değil-dir, esas sorun başarısız kalmış toplu-mun ileriye taşınmasını sağlayacak ileri-ci değerlerin toplumda yer edememe so-runudur”. (13) Görünen o ki, anti-demo-kratik ve dinci-şeriatçı güçlerin tekrarülke yönetimini emperyalist güçlerinyeni sömürge politikasını uygulamakiçin iş başında bulunmuş olmalarıdır.

Yararlanılan ve kullanılan kaynaklar: 1-)Michael H. Hunt, “Crisis in U.S. Foreing Po-licy”, Yale University Press New Haven, Londen1996, sayfa 155-156. 2-)De Volkskrant, 18.06.2011 Nederland. /170611@de Volkskrant-wm/tb./ De Volkskrant,21.10.2011.3-) The Economist, 22.10.2011.4-) The Wall Street Journal, 21.10.2011.5-) Remco Andersen, de Volkskrant, 22 Oktober2011 Nederland.6-) Aljazeera, aktaran de Volkskrant, 22.10.2011Nederland.7-) NOS, 21 Oktober 2011 Nederland.8-) Wereld Draait Door, de VARA, 21 Oktober2011 Nederland.9-) Machiavelli, “Hükümdar”,Sosyal Yayınlar,Mayıs 1984, sayfa 29-30. 10-) Wereld Draait Door, de VARA, 21 Oktober2011 Nederland.11-) De Volkskrant, 13 Ekim 2011.12-) Tarik Osman, “Egypte – Een Geschiedenisvan Nasir tot na Mubarek”, EPO – Uitgeverij,Antwerpen Temmuz 2011, sayfa 13-20.

16-17 _Layout 2 11/10/11 11:32 AM Page 2

Page 18: 1-20 Kasım 2011

Halkın Günlüğü 10-20 KASIM 2011dünya18

Fransa’nın Cannes kentinde or-ganize edilen G-20 zirvesi 3-4Kasım tarihlerinde yapıldı. Gü-venlik önlemlerinin üst seviyedeolduğu zirve toplantısı, devrimci,demokratik kurumlar tarafındanprotesto edildi

G-20 zirvesi Fransa’nın Cannes kentindetoplandı. 3-4 Kasım tarihlerinde yapılan veiki gün süren toplantılarda finans kaynak-larının nasıl talan edileceği konuşuldu. Yenifinans merkezleriyle ilgili görüşlerin payla-şıldığı zirveye, Yunanistan krizi damgasınıvurdu. Zirvenin sonucu ise dünya halklarınısömürecek politikalarda uzlaşı oldu.

Geçtiğimiz aylarda G-8 zirvesinde bir arayagelen, ekonomik kaynakları, pazar mesele-lerini ve siyasal süreçleri konuşan emper-yalist ülkeler (Amerika Birleşik Devletleri,İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, Japonya,Kanada ve Rusya), bu planlarını daha genişbir bileşene açmış oldu.

Birleşmiş Milletler toplantısı kriz masasınınbu toplantı öncesi son ayağını oluşturuyor-du. Dünyanın talan edilmesinde anlaşmız-lıkları gidermenin adresi olan bu toplantılaryaşanılan ekonomik krizle birlikte, yeni fi-nans kaynaklarının, pazarlar ve ucuz enerjikaynakları üzerindeki emperyalist hege-monyanın pekiştirilmesiyle son buldu.

G-20 ülkeleri olarak toplantıya katılan dev-letlerin (ABD, Rusya, Almanya, Fransa, Ka-nada, İngiltere, İtalya, Japonya, Hindistan,Arjantin, Brezilya, Suudi Arabistan, Meksi-ka, Güney Afrika, Güney Kore, Çin, Türkiye,Avustralya, Endonezya ve Avrupa BirliğiDönem Başkanı ve Avrupa Merkez BankasıBaşkanı) devlet ve hükümet başkanları yo-ğun kulis faaliyetleriyle kendi paylarınıazami dereceye çekmeyi hedeflerken, em-peryalist efendilerinin uşaklığına amade ol-duklarını yinelediler. Ayrıca konuşulan bir-

Kapitalist-emperyalist sisteminyoğunlaşan saldırılarına karşıirili ufaklı gelişen işgal eylemlerive genel grevler çeşitli taleplerdoğrultusunda yayılarak devamediyor

Eylül ayında başlayan ve “Wall street’i işgalet” sloganıyla gündemleşen ABD’deki işgaleylemleri devam ederken Californiya’nın li-man kenti olan Oakland şehrinde yaklaşık20 bin kişi, tarihinde uzun bir aradan sonraikinci kez (ilki 1946’da) 2 Kasım 2011 tarihin-de greve gitti.

Kentte bir süredir devam eden meydan iş-gali nedeniyle polisin saldırısı sonucu 100kadar protestocu gözaltına alındı. İşgal ha-

reketini örgütleyen Genel Meclis, polisinkendilerini çıkarttığı meydanı yeniden işgalederek bir toplantı düzenledi. Meclis toplan-tısında halk, “şehrin gerçek sahibinin kimolduğunu göstermek için” greve çağrıldı.

Kenti kapattılarGrev günü okullarda dersler yapılmazken,camlarına genel grev afişi asan küçük dük-kânlar da kepenk kapattı. Sendikanın “söz-leşmeler” gerekçesiyle açıktan bir genelgrev çağrısı yapmamasına rağmen işçilerinbüyük bölümü işe gitmedi ve fiili bir blokajlalimanın tüm faaliyetleri durduruldu. Öğren-ciler ve öğretmenler okullardan ortak yürü-yüşler düzenlediler. Ya siz kapatırsınız ya biz!Genel Meclis’in “Tüm bankalar ve büyükşirketler o gün kapanmalıdır yoksa onla-rın üzerine yürüyeceğiz” açıklamasının

ardından Citibank gibi kimi büyük bankave şirketler de gün boyu kapalı kalırken,eylemciler dediklerini yaptılar ve Bank ofAmerica ve Wells Fargo gibi faaliyetlerinisürdürmekte ısrar eden bankaların ka-panmasını sağladılar.

Liman işgal edildiGrev çağrısının en önemli muhatabı limanişçileriydi çünkü şehir ABD'nin en büyükbeşinci limanını barındırıyor. Limandaçalışan işçilerin kontratları genel grevekatılmalarını engellediği için işçiler, birey-sel mazeretlerle işe gitmeme ve vardiyadeğişimini aksatma gibi yöntemlerle çağ-rıya uymaya çalıştılar.

Liman önünde buluşan yaklaşık 30 bineylemci, giriş-çıkışları bloke ederekkamyonların geçişini engelledi. Eylem

G-20 zirvesi: Talana

‘Dünyanın gerçek

FARC’ınkomutanıkatledildi1964’ten bu yana silahlımücadele yürütenFARC’ın önderlerindenAlfonso Cano (GuillermoLeón Sáenz) Kolombiyadevlet güçleri tarafındankatledildi

Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri-Halk Ordusu (FARC-EP) lideri Al-fonso Cano (Guillermo León Sáenz),Kolombiya ordusunun Cauca eyale-tinde gerçekleştirdiği bombardımanve silahlı saldırı sonucunda hayatınıkaybetti.

Cano’nun ölümünün ardından Ko-lombiya Devlet Başkanı Juan Manu-el Santos bir açıklama yaparakFARC önderinin öldürülmesini “Ulketarihinde örgüte vurulmuş en bü-yük darbe” olarak tanımladı ve ar-dından FARC gerillalarını silah bı-rakmaya davet etti. Santos, “başarı-larından” dolayı Savunma BakanıJuan Carlos Pinzón’a, Kolombiya or-dusuna, polise ve Hava Kuvvetle-ri’ne teşekkür ederken, zafer sar-hoşu olmama uyarısında bulundu.

FARC-EP: Savaşı sürdüreceğiz Devlet boyutuyla yapılan açıklama-lar bunlarken bir yandan da hare-kete yakınlığıyla bilinen Anncol Ha-ber Ajansı internet sitesindeki say-fasında FARC-EP Merkez Komutan-lığı’nın 5 Kasım tarihinde yapmış ol-duğu yazılı açıklamaya yer verdi.Açıklamada Cano’nun katli kabuledilirken egemenler tarafından sa-nılanın aksine mücadelenin devamıvurgusu yapılarak: “…Alfonso Canoyoldaşın kavgada can vermesinintemsil ettiği tek gerçeklik, dizlerininüstünde yalvarmaktansa ölmeyitercih edecek olan Kolombiya hal-kının ölümsüz gücüdür. Bu ülkeninmücadeleler tarihi, eşitlik ve adaletarayışında bileği asla bükülmeyenkadın ve erkek şehitlerle doludur.

Bu, Kolombiya’da ezilenlerin ve sö-mürülenlerin en büyük önderlerin-den birinin yasını tuttuğu ilk seferdeğil. Onların yerini, cesaret ve za-fere olan mutlak inançla doldurmasıda ilk değil. Kolombiya’da barış, birgerillanın teslim oluşuyla gerçek-leşmeyecek, ancak ayaklanmayıdoğuran nedenlerin ortaya çıkma-sıyla gerçekleşecek. Bu, devamedecek olan politik bir hattır.” de-nildi.

FARC-EP 1964 yılından bu yana Ko-lomsiya’da silahlı mücadele veriyor.Sık sık ABD’nin Kolombiya hükü-metiyle ortak gerçekleştirdiği ope-rasyonların hedefi olan örgütün,yaklaşık 18 bin gerilladan oluşan birsilahlı gücü bulunduğu tahmin edi-liyor.

18-19_Layout 2 11/10/11 11:35 AM Page 1

Page 19: 1-20 Kasım 2011

10-20 KASIM 2011 Halkın Günlüğü

ok kutupluluğa dönüşünsinyallerini veren ulus-lararası politikada de-ğişen ve çeşitlenen rollerBalkan coğrafyasındada etkisini gösteriyor.

Bölgenin asli aktörleri olan AB, ABD veRusya’nın çekişmelerinden etkilenen Bal-kanlar aynı zamanda ilişkilerin şekillen-mesinde de önemli rol oynuyor. Balkanlar,ABD elebaşılığındaki emperyalizm içinHazar enerji kaynaklarının GüneydoğuAvrupa koridoru üzerinden batıya ulaşı-mında çok önemli bir stratejik bölge ikenRusya cephesinden ise Slavların birliği,Ortodoksluk bağıyla bölgede güçlenmeninatlama taşıdır.SSCB’nin ortadan kalkması ABD-AB iliş-kilerini de AB-Rusya uzlaşmazlığını daetkiledi. Bu da ilişkilerin yeniden masayayatırılmasıyla sonuçlandı. Çıkarların de-ğişmesi “dostlukların” da gözden geçi-rilmesine neden oldu. Sovyet sosyal-emperyalizminin tehdit algısı nedeniyleiki kutuplu dünyada ABD batı Avrupa’nın“korumasını” üstlenmişken yeni dönem-de, Avrupa’yı kontrol altında tutma aracıolarak kullandığı mekanizması öneminiyitirdi. Konjonktürden istifade etmek is-teyen Rusya’da ABD-AB ilişkilerini gev-şetme politikası güderek denklemi kendilehine çevirmeye çalışıyor. Rusya bölgeninen önemli enerji tedarikçisi olma kozunu,ABD’yle koşulsuz işbirliğini Irak’ın işgalive İran’a müdahale konusunda rafa kal-dıran AB’yi yanına çekmek için kullanıyor.Böylece ABD-AB, AB-Rusya ilişkilerindeayrışma alanları kadar yakınlaşma alanlarıda çeşitlilik gösteriyor. Çok kutupluluğungelecekteki etkin güçleri Çin, Hindistanve İran’ı bir kenara bırakırsak üç büyükaktörün Kafkasya ve Orta Asya üzerindende sürdürdüğü paylaşım mücadelesi artıkBalkanlar’da genel hatlarını belli ediyor.Tarihin garip cilvesi olsa gerek, emper-yalizme entegrasyonu AB tarafındanüstlenilen Balkanlar’ın altından Rusya’danuzanan enerji boru hatları, üzerindenseABD askerleri geçiyor.RUSYA’NIN KONUMUSlav kardeşliği ya da Ortodoksluk bağınınyarattığı tarihi ve kültürel bir ortaklığınjeostratejik açılımları kolaylaştırması vegeçiş bölgesi olması nedeniyle Balkanlartarih boyunca Rusya için önemli oldu.Ne var ki SSCB’nin dağılmasıyla birlikteRusya’nın Balkanlar’daki nüfuzunu yitirmesüreci hızlandı. Rusya iç sorunlarını hal-ledip, ekonomik olarak toparlandığındaise “atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmişti”.Çünkü Balkanlar artık ABD’nin etkisin-deydi ve emperyalist kapitalist sistemeentegrasyon süreci başlamıştı. BugünSırbistan dahil tüm Balkan ülkeleri ABgenişleme stratejisinde yer alıyor ve Rus-ya’da süreci geri çevirme niyeti taşımıyor.Aksine değişen jeopolitik eksene uygunyeni bir politika geliştirip Rusya-AB iliş-kilerinde Balkanlar’ı bir geçiş noktası ola-rak tuttuğu söylenebilir. Zaten enerjiyistratejik koz olarak kullanmak üzere kur-guladığı dış politika anlayışı da bunu ge-rektiriyor. Rusya’nın, özellikle enerji ala-nında yaptığı yatırımlar ve temel enerjitedarikçisi konumuyla Balkanlardaki ko-numunu her geçen gün güçlendirdiğinisöylemek doğru saptama olacaktır.ABD’NİN DURUMUABD, Rusya’nın kendisini toparlama sü-

recinde olduğu, AB’nin ise ortak politikageliştirmediği 1990’lı yıllarda Balkanlar’ınen aktif aktörü idi. Clinton’un girişimiyleharekete geçildiğinde Bosna-Hersek içinçok geç kalınsa da Kosova savaşı ve Ma-kedonya’da AB ile birlikte hareket ederekönemli bir mevzi kazandı. Ancak11 Eylülsüreci ile birlikte tüm dikkatini önce Af-ganistan’a ve Orta Asya’ya sonra da Irakve Ortadoğu’ya yoğunlaştırınca bölgeninsistemle entegrasyonu misyonu AB’yedevredildi. Ama ne ABD ne de NATO böl-geyi terk etmedi. Dünyadaki 820 civa-rındaki askeri üsse Bulgaristan, Romanyave Kosova’daki üsleri ekledi. Nasıl kiRusya enerji sektöründeki yatırımları veBalkanları sarmalayan boru hatlarıylaBalkanlar’da kalıcı olduğunun işaretiniveriyorsa, ABD de açtığı her üsle askerikonuşlanmasının ve kalıcılığının süre-ceğini gösteriyor.AVRUPA BİRLİĞİABD’den ayrı bir siyasi vizyonu olanAB’nin Balkanlar konusunda önceliği, Av-rupa’nın kıyılarında seyreden savaşlarınve yayılma eğilimi gösteren istikrarsızlığınbir daha yaşanmaması noktasında beli-riyor. Örgütlü suç, yasa dışı göç, silah veuyuşturucu kaçakçılığının Avrupa’ya ulaş-masında Balkanlar’ın köprü olması dabunu pekiştiriyor. Bu noktada sınır gü-venliği, bölgesel ulaşım ağlarının geliş-tirilmesi ve enerji nakil hatları için güvenlibölge oluşturulması da aynı derecedeönemli. Bunu temin sadedinde söz ko-nusu devletlerin bir an önce sisteme en-tegresi hedefleniyor. Bu sayede AB’ninimajı korunacak, güvenilirliği artacak vedaha da önemlisi bölge sorunlarını çözmekabiliyeti artacaktır.AB ve NATO üyesi Balkan ülkelerinin biryandan AB yapılarına uyum için gereklidüzenlemelere devam ederken diğer yan-dan ABD ile ilişkileri ve NATO üyeliğiyleulusal güvenliklerini sağlama çabası,Rusya ile enerji bağlamında her geçengün artan bağları Balkanlar’daki aktörlerinrollerinin mevcut konjonktürde dengelidağıldığını gösteriyor. “Güvenlikte” ABD,enerji tedariki ve ticarette Rusya, eko-nomik ve siyasi etkinlikte AB’nin bölgenintemel aktörleri olduğu açık.SON YERİNEAB’nin merkezi ülkeleri kendi çıkarlarıgereği çok kültürlü model örneği Yugos-lavya’nın parçalanmasında öncelikli roloynadılar. Önce Hırvatistan, Slovenya’nınYugoslavya’dan kopmasına katkıda bu-lundular. Projeye göre Sırbistan, Slavkardeşliği ve Ortodoksluk bağı nedeniyleRusya ile bağlantılı kalacaktı. Müslümanağırlıklı Bosna ve Kosova’nın kaderleride Rusya ile var olan enerji bağlantısınınyönlendirmesiyle Sırbistan’a terk edile-cekti. AB bu nedenle başlangıçta Sırpırkçılığının katliamlarına seyirci kaldı.Eski Yugoslavya AB’yi zorlayacak çokkültürlü kimliğini yitirdikten sonra 9 dev-letçik olarak arka bahçeye uygun sıradâhilinde sisteme dahil edildi ve ediliyor.Tito Yugoslavyası’ndan çıkmış 9 devlet-çiğin vatandaşları ise emperyalizminoyununa gelerek parçalandıkları için bir-likte paylaştıkları barış içindeki refahtoplumu günlerini arıyorlar. Nasıl oldu-ğunu anlamadan birbirlerini boğazlayarakbugün geldikleri koşullara hayıflanıyor-lar.

ÇBALKANLARDA STRATEJİK KISKAÇ

EKSEN ≫ ahmet hacalişi k.

nedeniyle felç olan limanda faaliyetin ta-mamen durduğu ve işçilerin evlerinegönderildiği bildirildi.Bu arada başta New York ve Los Angelesolmak üzere ABD'nin birçok şehrindegenel greve destek eylemleri yapılırken,Mısır'ın başkenti Kahire'de de ABD elçili-ğine yürüyen göstericiler Oakland iledayanışma eylemi gerçekleştirdi.

Oakland’da bunlar yaşanırken diğer ey-lemler ise şöyle sıralanabilir;

New York'ta 100 kadar savaş gazisi üni-formalarıyla borsa binasının önündetoplandı.

Boston'da üniversite öğrencileri ve sen-dikalılardan oluşan kalabalık bir grup,Merkez Bankası önünde toplanarak öğ-renci borçlarını protesto etti.

Philadelphia'da ise Amerika'nın en bü-yük iletişim şirketlerinden Comcast'inbinasında oturma eylemi yapıldı.

Brezilya’nın başkenti Rio de Janeiro daise 200 kişiden oluşan genç bir grup WallStreet eylemlerinden esinlenerek"Rio'yu işgal et" sloganı ile çadırlar kur-du. Yapılan eylemin amacı "Herkesinmeydanda toplanmak için değişik ne-denleri var. Biz burada yolsuzluğa vesosyal adaletsizliğe karşı toplanıyoruz"denilerek ifade ediliyor.

Paris ve Frankfurt da eylemlerin diğeradresleriydi. Avrupa ve Almanya MerkezBankası önünde eylem yapan binlercekişi eylemlerinin uzun bir süre devamedeceğini söyledi.

19

çok konuya G-8 zirvesinde temas edilmiş,Ortadoğu’dan Afrika ve Latin Amerika’yakadar stratejik yapılanmalar ve ekonomikolgular karar altına alınmıştı.Hatırlanacağı üzere, Afrika ve Ortado-ğu’daki halk isyanlarıyla birlikte bura dev-letleri yeniden yapılandırılmaya başlanmış,Kaddafi’ye iktidarı terketmesi telkin edil-miş, arabulucular görevlendirilmişti. (Son-rasında Libya ve Kaddafi’nin durumu orta-dır) Sonrasında ise İran’a ültümatom çekil-miş ve Suriye’yle ilgili yaptırımlar günde-me gelmişti. Birleşmiş Milletler (BM) top-lantısında da bu durum yinelenmiş, Filistinmeselesi masaya yatırılmıştı. Füze KalkanıProjesi gibi “güvenlik” mesleleri masayayatırılmış ve kararlar alınmıştı. Bugün ya-pılan ise burada alınan kararların tefarrut-larıyla birlikte G-8 dışında kalan ülkelerin-de katılımıyla daha geniş bir yelpazeyi buduruma hazırlamak ve paylaşımın güven-liğini sağlamak oldu. İşin ekonomik boyutubu toplantıyla daha belirgin çizgilerle çizil-miş oldu.Ekonomik sorunlar üzerine yapılan görüş-melerde IMF’ye a etkinliğini artıracağı birtablo da çizildi. Sıkıntı yaşayan Avrupa ül-kelerine yardım için IMF içinde, ancakIMF'nin kaynakları dışında oluşturulacakve vakıf fonu olarak hizmet görecek ayrıbir 'yönetim hesabı'nın açılması; IMF'ninkendi kaynaklarının artırılması; IMF tara-fından yaratılan ve üye ülkeler arasında yada bu ülkelerle fon arasında kullanılan paraartırılarak, bu paranın Euro Bölgesi borçlarıiçin kullanılması gibi konularıda sonucavarildi. Böylece dünya halklarının tepesineçöreklenen bu haydutların ortak sömürüfonları daha aktif olabilecek.Ayrıca kendi finans merkezleri garanti altı-na alan emperyalist devletler belirlenen buotuz civarındaki bankanın kriz yaşamasıhalinde çöküntü olacağını söyleyerek bubankaları finanse etmekte ortaklaştılar. Bufonun besleyeceği otuz civarında banka dabelirlendi. Böylece birinci elden paraların

yeniden tekelleşeceği ve finans kapitalinzirvesi netleşmiş oldu. Dünyanın tüm zen-ginliklerini talan eden haydutlar, krizlerinyarattığı fırsatla uşaklarını da ikna ederekdünya halklarının köleliğini onayladılar.

Yunanistan’dan geri adımAB ülkelerinin sunduğu “kurtarma” planıadı altındaki saldırı paketini emekçilerdenaldığı yoğun tepki ve yapılan eylemler üze-rinden referanduma götüreceğini söyleyenYunanistan Başbakanı Yorgo Papendreuzirve öncesi Fransa Cumhurbaşkanı Nico-las Sarkozy ve Almanya Başbakanı AngeleMerkel’le görüştü. Yapılan görüşmedeFransa ve Almanya’nın "Kurtarma planınıkabul edene kadar size mali yardım yap-mayız" diyerek Papendreu’ya rest çektiğikaydedildi. Görüşmelerin sonrasında Yu-nanistan referandumdan vazgeçtiğini du-yurdu. Son noktada ise Papendreu istifaetmek durumunda kaldı.

Yunanistan’ı ardından, krizin sarstığı vekamu borçlarının tavan yaptığı ülke olanİtalya’nın durumu zirvenin diğer mesele-siydi. Yürütülen kulis faaliyetleri ve yapılanbaskılanmalar İtalya Başbakanı Silvio Ber-lusconi, kamu borçlarının denetlemesi içinIMF ve AB Komisyonu’na olumlu bakarkenIMF’den mali destek talebini reddettiğiniaçıkladı.

Protesto gösterileri yapıldıAylar öncesinden hazırlık çalışmaları ya-pılan G-20 zirvesi devrimci, demokratikkurumlar tarafından protesto edildi. Av-rupa’nın birçok yerinde düzenlenen ey-lemlerde emperyalist sömürü politikalarıteşhir edildi.

Zirvenin yapıldığı Cannes ve civar şehir-lerde yapılan protesto eylemlerinde her-hangi bir olay çıkmazken yapılan yürü-yüşler olaysız bir şekilde dağıldı. Her yılkatılımın yüksek olduğu protestolara bukez katılımın düşük olması dikkat çeker-ken, eylemler sönük ve cansız geçti.

devam

sahibi biziz’

18-19_Layout 2 11/10/11 11:35 AM Page 2

Page 20: 1-20 Kasım 2011

Halkın Günlüğü 10-20 KASIM 2011çeviri Nepal devriminin sorunları20

İç mücadelenin ikinci aşaması partininbenimseyeceği yeni taktiğe dairdi. Ne-pal’in yönetim biçiminin federal demokra-tik bir cumhuriyet olduğunun açıklandığıilk kurucu meclis toplantısıyla birlikte,parti MK’sının Chungwang toplantısındabenimsediği taktik de amacına ulaşmışoldu. O durumda partinin zaman kaybet-meden mücadeleyi daha ileriye taşıyacakyeni bir taktik benimsemesi gerekirdi,ama bu yapılmadı. Nepal’in bir demokrasiolduğunun ilanından sonraki bir yıllıksüre boyunca partinin hiçbir taktiği yok-tu. Eski taktiğin amacına ulaştığı ve yenibir taktiğin benimsenememiş olduğu osüreçte partinin kısır parlamenter dene-yimler dışında ileriye gidememesi son de-rece normaldir. Bu durum, bir sonrakitaktiğin ne olacağı sorunsalını partiningündemine oturtmaya yeterli olmalıydı.2008 kasımında gerçekleştirilen Kharipa-ti Kongresi’nde keskin ve kapsamlı bir ikiçizgi mücadelesi söz konusuydu. Sonun-da, Nepal’in hala yarı-feodal ve yarı-sö-mürge bir ülke, ‘federal demokratik cum-huriyet’ adı verilen yönetim biçimininse

karşı devrimci olduğuna karar kılınmış veparti Federal Halk Cumhuriyeti’ni hedef-leyerek yeni demokratik devrimi sonunakadar sürdürme taktiğinde karar kılmıştı.Bu karar hala geçerlidir ve uygulamayakonmayı beklemektedir. Üçüncü aşama, yukarıda belirtilen takti-ğin uygulanması için planlar geliştirmeyedairdi. Kharipati Kongresi, partinin yenitaktiğinin belirlenmesi hususunda başa-rıya ulaşmıştı, ancak bu taktiğin nasıl uy-gulanacağına dair somut bir plan karar-laştırılamamıştı. Parti, kongreden sonrakidokuz ay boyunca elle tutulabilir bir planortaya koyamadı. Daha sonra, 2009 ağus-tosunda başlayan ve üç ay süren merkezkomite toplantısı, bazı önemli kararlaravardı. Birincisi, Federal Halk Cumhuriyetiiçin halk ayaklanmasının gerekli olduğu,ikincisi ise, halk ayaklanmasının başarıyaulaşması için dört hazırlığın ve dört üssünzaruri olduğuydu. Üç ay gibi uzun bir süreboyunca yürütülen çetin bir ideolojik vesiyasi mücadelenin sonunda alınan bu ka-rarlar parti tarihimiz açısından büyükönem taşımaktadır.

Dördüncü, planın uygulamaya konmasınailişkin tartışmaların söz konusu olduğuaşamadır. Parti, bu planı üç aşamada uy-gulamaya koymaya karar vermişti. Bun-lar 6 Nisan 2010’daki kitlesel yürüyüş, 1Mayıs ve süresiz genel grevdi. 1 Mayıs2010 tarihinde parti Kathmandu’daki Tun-dikhel Stadyumu’nda, genel grevin halkayaklanmasına dönüşerek, emekçi yığın-lar iktidarı zapt edene değin sürdürülece-ğini ilan etmişti. Bu açıklamayla birliktehalkı yığınlarını eşi benzeri görülmemiş birheyecan sarmıştı. Ancak ilginç bir şekilde,söz konusu grev ilan edilişinin üzerindeniki hafta henüz geçmişken durdurulmuştu.Bu durum halk kitlelerinin moralini boz-maktan, karamsarlığın yayılmasındanbaşka bir işe yaramamıştır. Federal HalkCumhuriyeti’nin ilanından önceki sonayaklanma, yani “sonuncu kavga” olacağısöylenen grev yarıda kesilmişti. Parti bukitlesel grevin durdurulmasına sebep olannesnel ve öznel durumun tam bir değer-lendirmesini hala yapmış değildir. Beşinci aşama, Palungtar toplantısında vesonrasında gelişen ideolojik mücadeledir.

İdeolojik bir mücadele mi,Basanta, Nepal Birleşik KomünistPartisi (Maoist) Merkez Komiteüyesi ve aynı zamanda partininönde gelen teorisyenlerinden biri-dir. Partinin sağ kanadının önderiolan Baburam Bhattarai Başbakangörevine getirildikten sonra aşağı-daki açıklamayı yaptı. Basanta,parti-içi iki çizgi mücadelesininyakın tarihinden bahsediyor ve buçizgi mücadelesinin kritik ve tehli-keli bir evreye vardığını söylüyor

Gelinen süreçte partimiz içinde son derececiddi bir ideolojik mücadele verilmektedir. Budediğimden, parti içinde eskiden ideolojikmücadelenin olmadığı çıkarılmamalıdır el-bette. İdeolojik mücadele bir parti içerisindeher zaman vardır, ancak kâh keskinleşir, kâhyumuşar. Ayrıca, bu mücadele asla tek birmesele üzerinden gelişmez, zamana ve duru-ma göre pek çok farklı konuda farklı fikirlerarası ideolojik mücadele söz konusudur. Par-timiz içinde ideolojik, siyasi ve örgütsel hat-lara dair süren tartışmalar aslında partimiziniçindeki iki çizginin mücadelesidir: Marksistçizgiyle reformist çizgi. Ve an itibariyle bumücadele son derece kritik bir aşamaya var-mıştır. İki çizgi mücadelesi komünist bir parti içincan damarı gibidir. Ayrıca bir partiyi ileriyetaşıyan güçtür. Çünkü birliğin temelindemücadele yatar. Mao yeni bir temele yasla-nan yeni bir birliğin gerçekleşebilmesi içindönüşümün önemini vurgulamıştır. Birlikuzlaşıyla gerçekleşmez, daha sağlam bir bir-lik, dönüşüm olmaksızın gerçekleşemez vemücadelenin dışında da dönüşüm gerçekleş-tirmeye vakıf bir güç yoktur. Bu yüzden ikiçizgi mücadelesi bir partiyi ileriye taşıyan birgüçtür. Barış sürecine girdikten sonra partimizingerçekleştirdiği Balaju toplantısında baş gös-teren iki çizgi mücadelesi bugüne dek yoğun-laşarak sürmüştür. Mücadelenin özü ideolo-jik ve siyasi sorunlara dairdir. Ama bu farklıgörüşlerin ifade ediliş biçimleri durumdanduruma farklılık göstermiştir. Balaju toplan-tısından bu yana, partimiz içindeki iki çizgimücadelesi kimi farklı evrelerden geçmiştir.Bu evreler aşağıda özetlenmiştir. Öncelikle, burjuva çalışma tarzına karşı mü-cadele evresi. Partimiz, barış antlaşmasınıimzalayıp şehirlere yerleştikten sonra partiiçin burjuva çalışma tarzı yaygınlık kazan-maya başladı. Liderlerin ve üst kadroların pekçoğu, geçmişteki üsleri olan yoksul kırlık böl-geleri unutarak büyük otellerde günlerini günetmeye başladılar. “Şehirlerde devrimci böl-geler oluşturacağız” bahanesinin arkasına sı-ğınarak hem de! Balaju toplantısında bu du-ruma karşı dillendirilen görüşler, bu çalışmatarzının partiyi devrimci çizgisinden saptıra-cağı ve partiyi reformist bir eksene oturtaca-ğı kaygısını ifade ediyorlardı. Ancak Balaju’dabu çalışma tarzına karşı alınan kararların bu-lunduğu belge hiçbir zaman okuma, tartışmave uygulama amacıyla partililere dağıtılmadı.Bunun yapılmayışı, önümüzdeki günlerde ir-delenmesi gereken ciddi bir meseledir.

İki çizgi mücadelesi ne kadar sağlıklı ve sabırlı bir biçimdesürdürülür, ne kadar iyi idare edilirse, önderliğin ve kadro-ların devrimci dönüşümü ve parti içi ilkeli birlik daha müm-

kün hale gelir. İki çizgi mücadelesini derinleştirmek ve sürdürmekhalkın devrimci sürece katılması görevini başarıyla gerçekleştir-memizi sağlar. Bu, Büyük Proleter Kültür Devriminin bize bıraktığıbir mirastır

Indra Mohan Sigdel ‘Basanta’

Devrimci ve reformcu çizgi çatışıyor

20-21_Layout 2 11/10/11 11:40 AM Page 1

Page 21: 1-20 Kasım 2011

10-20 KASIM 2011 Halkın Günlüğü

Kharipatiyle başlayan ideolojik mücadele, grevinmayıs 2010’da yarıda kesilmesiyle birlikte doruknoktasına ulaşmıştı. Önderlerimiz, kadrolarımızve Nepal halkı 2010 kasımında gerçekleştirilenPalungtar tartışmalarının öneminin ve şiddetininbilincindedir. Ama bu toplantı da taktiğin uygu-lanmasına ilişkin somut, yeni bir planın ortayakonması ve anlaşmazlıkların çözülmesi için dahaetkin bir demokratik merkeziyetçilik anlayışınınuygulamaya konması meselelerinde eksik kal-mıştır. Yapılan şey, dönüşümün, birliğin ve halkayaklanmasının başka alternatifleri olmadığınakarar verilmesiydi. Tartışmaları takip eden top-lantıda, ileride benimsenebilecek farklı yöntemlerdefterden silindi. Ancak toplantıda sonuca bağla-nabilen önemli kararlar parti içi tartışmalarda beşmaddeli uygulamanın geçerli olması, halk ayak-lanması için zorunlu olduğuna karar kılınan dörtüssün ve dört hazırlığın detaylandırılması ve Hal-kın Gönüllüleri Eylem Bürosu’nun oluşturulma-sıydı. Tartışmalar sonunda, grevin yarıda kesil-mesiyle yitirilen coşku bir nebze olsun geri kaza-nılmıştı. Ama ilginçtir ki önder çekirdek kadrolarbu alınan kararların pratikte uygulanmasınınönemine pek vurguda bulunmamıştır. Altıncısı, önderliğin Sukute toplantısında 180 de-recelik keskin dönüşünden sonraki aşamadır.Kharipati’den beri sürdürülmüş olan iki çizgi mü-cadelesi Sukute’de gerçekleştirilen daimi komitetoplantısıyla farklı bir yola girmiştir. Açıkça söy-lemek gerekirse devrimci ve reformcu çizgi ara-sında sürdürülmekte olan şiddetli mücadele Su-kute’ye varıldığında çözülmüştü. Dört gün önce-sine dek gözü halk ayaklanmasından başka birşey görmeyen önderliğimizin, Singapur gezisininsonrasında Sukute’ye geldiğinde her yanda kar-şıdevrim tehlikesi görmesinin sebebi açıklanabi-lir değildir, özellikle de nesnel ve öznel şartlardahiçbir değişikliğin gerçekleşmemiş olduğu gözönünde bulundurulursa. Kuşkusuz derinine ince-lenmesi gereken ciddi bir sorun bu. Yukarıda belirtilen noktalar partimiz içindeki iç

mücadelenin nasıl gelişmiş olduğunu ve nasılilerlemekte olduğunu en genel çizgileriyle anlat-maktadır. Balaju’dan, Sukute’nin hemen öncesinedek süren uzun iki çizgi mücadelesi sürecinebaktığımızda tuhaf bir durumla karşı karşıya ka-lıyoruz. Bu uzun süreç boyunca önderliğimiz: 1)Zorda kalmadıkça toplantı çağrılarında bulunma-mayı tercih etti. 2) Toplantı çağırısında bulunduğudurumlarda da devrimin ana sorunlarını günde-me oturtmaktansa günlük meseleleri tartışarakdurumu savuşturmaya çalıştı. 3) Toplantılardakendisine devrimci sorunlar dayatıldığında ek-lektik bir tutum almayı tercih etti. 4) Devrimcikararlar alındığı zamanlarda da bunların uygu-lanması yönünde bir vurguda ya da ısrarda bu-lunmadı. Bu süreç, reformizmin parti içinde yeredinmesine olanak tanıyacak bir ortam oluşun-caya dek yıllarca sürdü. Ve öyle bir noktaya gelin-di ki bir yandan devrim tezahüratları yapılırken,artık devrim tasfiyeye uğruyor. Önderliğin bunuplanlı bir biçimde, kasten yaptığı söylenemez.Ama gerçek şudur ki, bu olan bitene yol açan ön-derliğimizin sırtını yasladığı problemli ideolojikzemindir. Sukute’nin kanıtladığı şey, felsefedeeklektizmin ve siyasette orta-yolculuğun yol aç-tığı şeyin reformizm olduğudur. Yukarıda belirtilen ideolojik ve siyasi meselelerinyanı sıra, partimizin örgütsel meselelerine dair deciddi bir iki çizgi mücadelesi süregitmektedir. İfa-de özgürlüyle eylem birlinin yan yana sağlanma-sı, işbölümünün sistematik hale getirilmesi, ko-lektif karar almayla bireysel sorumluluğun har-manlanması… Yani özetle, demokratik merkezi-yetçiliğin daha etkili bir hale getirilmesine ilişkinpek çok örgütsel soruna dair de bir çizgi mücade-lesi mevcuttur. Özellikle merkeziyetçiliğin büro-kratizme ve totalitarizme evrilmekte olduğu şunoktada, partimizin gündemindeki tartışmalar-dan biri de önder çekirdeğin yukarıdan aşağı şe-kilde, kolektif kararın merkezi bir ifadesi olan birkomite sistemine, tam anlamıyla nasıl dönüştü-rüleceğine ilişkindir.

21yoksa koltuk kavgası mı?

çeviri

Marksizm-Leninizm-Maoizm’inpartimiz içinde bir kez daha doğ-ru şekilde benimsenmesi, doğrubir ideolojik, politik ve örgütselhattın benimsenmesi, disiplinlibir partinin inşası ve mücadele-nin yol açtığı dönüşümün sonra-sında daha etkin bir birliğin sağ-lanması, partimiz içinde sürmek-te olan iki çizgi mücadelesininhedefleridir. İki çizgi mücadelesine kadar sağlıklı ve sabırlı bir bi-çimde sürdürülür, ne kadar iyiidare edilirse, önderliğin ve kad-roların devrimci dönüşümü veparti içi ilkeli birlik daha müm-kün hale gelir. İki çizgi mücadele-sini derinleştirmek ve sürdür-mek halkın devrimci sürece ka-tılması görevini başarıyla ger-çekleştirmemizi sağlar. Bu, Bü-yük Proleter KültürDevrimininbize bıraktığı bir mirastır. İdeolo-jik ve politik meselelerin sadecedar bir önder çekirdeği tarafın-dan tartışılması Marksizm’e uy-gun değildir. Ancak şaşırtıcı şekilde, önderliğeyakın olduğunu iddia eden kimiyoldaşlarımız şu sıralar iki çizgimücadelesinin ideolojik öneminigeri plana atmak ve çizgi müca-delesini önemsiz bir şeymiş gibigöstermek için epey faal biçimdeçalışıyorlar. Dürüst kadrolarımızaiki çizgi mücadelesini çarpıtarakanlatmak suretiyle, kendi sağoportünist emellerini gerçek kıl-maya çalışıyorlar. Devrimci saf-larda sürdürülen ideolojik müca-delenin aslında bir tür koltukkavgası olduğunu düşünen yol-daşlarımız, ideolojik açıdan nedenli geri olduklarını sergilemek-ten başka bir şey yapmamakta-dırlar. Bakanlık görevinden istifaetmeleri halinde o mevkiye akra-balarının ve ahbaplarının otura-cağını garanti altına almak içinçırpınan ‘yoldaşlarınki’ koltukkavgası değil de, kabinenin - araantlaşmada belirtildiği üzere-kapsamlı olmasını ve orantılıtemsil ilkesine göre oluşturulma-sını isteyenlerin çabaları mı kol-tuk kavgası? Nepal’deki yeni demokratik dev-rim sürecinin, karşı devrimin eşi-ğinde olduğu artık gün gibi açık-tır. Bu tehdit, HKO’nun “entegras-yon” bahanesiyle gerçekleştiril-mek istenen lağvı ve-sözde- yenibir anayasanın yazılması için“mutabakat oluşturmak” adınakomprador, bürokrat burjuvazi vefeodal derebeyleriyle imzalan-ması tartışılan uzlaşı belgesindevücut bulmaktadır. Ama bu du-rum ne ordunun entegrasyonunayol açacaktır ne de yeni bir ana-yasanın önünü açacaktır. Ordu-nun entegrasyonu ve yeni ana-yasanın yazılması partimizin po-

litikası dahilinde önümüze kon-muş hedeflerdir. Partimizdeki hiçkimse ordunun, partinin ulusalgüvenlik politikası uyarınca, yaniHKO savaşçılarının ön safta görevalacağı şekilde Nepal Ordusu’naentegrasyonuna ya da anti-em-peryalist, anti-feodal içerikli birhalk anayasasının yazılmasınakarşı çıkmamıştır. Ancak buşartlar karşılanmadan sürecindevam etmesi, yani ordu enteg-rasyonunun HKO’yu tasfiye ede-cek bir biçimde gerçekleştirilme-si ve yeni anayasanın yazılmasıadı altında egemen sınıflarla uz-laşılması süreci doğrudan karşıdevrime sürükler. Balaju toplantısından bu günedeğin sürmüş olan iki çizgi mü-cadelesinin özü şudur: Nepal’dekikarşıdevrimci sınıflar arasındaesas gücü elinde bulundurankomprador burjuvaziye karşımücadeleyi yükseltmek, anti-emperyalist ve anti-feodal birhalk anayasası yazıp ulusal gü-venlik politikası uyarınca orduentegrasyonunu sağlamak mıesastır, yoksa karşı devrimcilerleuzlaşı arayışı içinde, ‘barış’ içinHKO’yu lağvetmek ve “mutaba-kat oluşturmak” adı altında, ege-menlere hizmet eden, düzen-içibir anayasa kaleme almak mı?Açıktır ki ilk yol, Nepal FederalHalk Cumhuriyeti’nin kurulması-nı ve yeni demokratik devrim sü-recinin sürdürülmesini sağlaya-caktır. İkinci yol ise burjuva de-mokratik cumhuriyeti kurum-sallaştırarak yeni demokratikdevrimi geriletecektir. Yani, parti içinde sürmekte olaniki çizgi mücadelesinde bir hatFederal Halk Cumhuriyeti’nin ka-pısını açarak Nepal yeni demo-kratik devrimini sürdürmeyi sa-vunurken, bir hat da burjuva de-mokrasisini kurumlaştırarakyeni demokratik devrimi gerilet-meyi savunuyor. Partinin içindesürmekte olan bu çizgi mücade-lesinin ne denli önemli, ne denlikritik olduğunu belirtmenin lü-zumu var mı, bilmiyorum. Ancakkimileri, devrimi savunmak vesürdürmek adına verilmekte olanbu ideolojik mücadelenin önemi-ni yadsıyarak, bilimsel sosyaliz-min bu temel yapıtaşını “koltukkavgası” gibi lanse etmeye çalışı-yor. Bu tutumun sağ oportüniz-min bir ifade biçimi olduğu vekarşı devrime hizmet ettiği açık-tır. Nepal yeni demokratik devri-minin ilerlemesi ve Federal HalkCumhuriyetinin inşası ancak veancak, partimiz içinde kimi yol-daşların da benimsediği, bu karşıkarşı devrimci yaklaşımın yokedilmesiyle gerçekleşebilir. Bubütün devrimcilerin vazifesidir.

Entegrasyon mu, tasfiye mi?

20-21_Layout 2 11/10/11 11:40 AM Page 2

Page 22: 1-20 Kasım 2011

Halkın Günlüğü 10-20 KASIM 2011röportaj 22

fSevgili Kadir Demir, biliyoruz ki müziğindışında da yaptığınız işler var. Buna rağ-men Kadir Demir isminin bize ilk çağrıştır-dığı şey müzik. Siz yaptığınız müziklerlezaten kendinizi yeterince ifade ediyorsu-nuz ama henüz sizin müziğinizi yeterincetanımayan okurlarımızın da varlığını dü-şünerek bize kendinizi anlatır mısınız?Ben Erzincan’ın Sütpınar Köyü’nde doğ-dum. Kendimi ilk bildiğim anda türküleriniçinde bulduğumu söyleyebilirim. Babammüziğe aşık biriydi. Radyolu pikabımızvardı, Mahsuni, Ali Ekber Çiçek, Aşık Dayi-mi vs’lerin bütün plakları hemen alınırdinlenir ve meşk edilirdi. O çocuk yaşımdaonların türkülerini söyletirlerdi bana. 12Eylül öncesi o politik süreçten biz de etki-lenip devrimci düşüncelerle tanıştık. O dö-nem Ozan Emekçi’nin türküleri, marşlarıbizi derinden etkilemişti. Bağlamayla ta-nışmam bu dönemde başladı. 12 Eylül’denbir süre sonra İstanbul’a geldim.

12 Eylül sürecine tanık olmuş insanlarız. Oplitik sürecin yaşamımıza etkileri çoktur.Müziğin içine tamamen girme kararımburada oldu. Çalışmalarıma, Beşiktaş'taVolkan Konak'ın Cihangir Terzi'nin, ErsinBaykal'ın açtığı Ada Müzik merkezindekurs alarak başladım. Yine orada halk mü-ziğinin temel taşlarından biri olarak kabuledilen Mehmet Erenler hocayla tanıştık.Halk müziğinin farklı yörelerini algıla-mamda ve bağlamanın teknik çalımlarınıöğrenmemde ciddi bir eğitim süreci oldubenim için. Daha sonra ASM ve Yavuz Topmüzik evlerinde de uzun bir süre kurs al-dım. Ruhi Su ile başlayan, Zülfü Livaneli,Ahmet Kaya, Grup Yorum, Ferhat Tunçtoplumsal sindirilmişliğin karşısında, in-sanlara umut veren bir müzikal süreç baş-lattı. Benim müzikal çalışmalarımda pro-fesyonel bir anlayışla üretim yapmamıgüçlendiren süreçte aslında bu sürecedenk geliyor.

Grup Yorum çalışmalarını Ortaköy KültürMerkezi’nde devam ettiriyordu. Oradakiçalışmalar sürecinde Grup Yorum'un koro-suyla belli bir dönem çalıştık. İlk beste ça-lışmalarımda bu dönemde oldu. İlk bestem87-88 yıllarında Tuzla köprüsünde katle-dilen dört devrimcinin üzerine yaptığım birağıttır.

Bu dönem beste yapma açısından oldukçaverimli geçti. Ve bu besteleri insanlaraulaştırma zamanım gelmişti. Yurtdışındabir çok ülkeyi kapsayan turneye katıldım .Bu konserlerde dile getirdiğim eserler, ger-çekten o dönemde devrimci mücadeleninöncüleri olmuş, kanlarıyla bedel ödeyenyiğit insanların mücadalesini anlatanbestelerdi. O besteleri , “isyan ateşi “ adınıverdiğim bir albümde topladım, bu albümyurt dışında yayımlandı hatırı sayılır birilgi topladı. Bu ilgi elbette ki beni mutlu

edip yeni çalışmalarım için için de esinkaynağı oldu.

‘Özlemim kolektif çalışmaydı’93 yılına gelindiğinde hep idealim olangrup çalışması imkanını yakaladık. GrupMunzur’un kuruluş çalışmaları geldi. Sanı-rım o dönemde ciddi anlamda kamuoyun-da Grup Yorum'un dışında ilk defa müzikadına insanları gerçekten derinden sarsan,geniş kitlelere ulaşmayı hedefleyen ve ül-kemizin sosyal ve kültürel gerçekliliğinidoğru analiz edip muhalif müzik yapan biranlayışla, varlığını müjdeliyordu grupMunzur. 1993’de Babanın Türküsü ve On-ların Kavgası albümü çıktı. Bu dönemdeçalışmalarımızı çeşitli demokratik kitle ör-gütlerinde yapıyorduk

Daha sonra YÇKM’nin (Yüz Çiçek AçsınKültür Merkezi) kurulmasıyla birlikte ça-lışmalarımızı YÇKM bünyesinde sürdür-dük. YÇKM’nin oluşmasında yer almambenim için ayrıca bir mutluluk kaynağıdır.Daha sonra grubun çıkardığı “Hep Birlikte”ve “Tutuşturun Geceleri” albümlerinin ha-zırlanmasında katkılarım ve bestelerimoldu. Bir dönem sonra zaten gruptan ayrıdüştüm.

Sonraki süreçte zaten yaşamınız müzikolunca atölye çalışmanız, beste çalışmanızsürekli devam ediyor.

fŞu an içerisinde yer aldığınız bir ça-lışma var mı, Grup Munzur ve YÇKM ileilişkileriniz nedir?YÇKM kurulduğu dönemlerde demokrasimücadelesinde ciddi bir mevzi oldu.Önemli bir misyon yüklendi. Dönemin öz-gül koşullarını düşündüğümüzde bu nor-maldi. Ama bugünkü çalışmalarının dahaçok kültür sanat alanında olması gerekti-ğine inanıyorum. Yani kültür sanat alanın-da muhalif ürünler; müzik, tiyatro, şiir,edebiyat vs üretebilen ve üretecek insan-ları çoğaltan, büyüten bir anlayışa sahipolmalıdır. Dayatılan kapitalist-emperyalistkültürü teşhir edip yerine somut üretimlersunabilen, sosyalist kültür perspektifinidoğru bir zemin üzerine koyan bir anlayışiçinde olmalıdır. Ben YÇKM’nin anlayışınauzak bir insan değilim. Onların bu çalış-malarını canı gönülden destekliyorum. Bil-gim ve birikimim ölçüsünde yapabilecek-lerim olursa onlarında böyle bir talebi olur-sa seve seve katkı yaparım. Zaten çalış-malarını takip ediyorum. Nitelik olarakdoğru temeller üzerine oturan bir anlayışiçindeler. Bu da mutluluk verici.

fGrup Munzur’dan ayrıldıktan sonra“Sen Yoksun” albümünü çıkardınız. Birazanlatır mısınız bu albümü?Evet gruptan ayrıldıktan sonra da besteçalışmalarım devam etti, biriken bu beste-leri dinleyicilerle buluşturma zamanı gel-

mişti. İçinde Aziz Nesin’in “sen yoksun”-“boşuna” şiirinin de olduğu bir albüm Sey-han Müzik etiketiyle 2004’de yayımlandı.Gene bu dönemde de konserler festivallervs hep devam etti. Bu albümde benim mü-ziğimi bilenlerin, grup döneminde ve dahaönceki dönemlerdeki bestelerim gibi birbeklentiler içinde olduklarını gözlemledim.Daha çok müzikal ve sanatsal yanını öneçıkarmak istedim. Önceki çalışmalarımdabunlar biraz eksikti. Ama gördümki dinle-yici için belirleyici olan içerikmiş. Bu albü-mün ilerleyen yıllarda daha çok dinlenipbeğenileceğini düşünüyorum.

‘İnsanlığa umut taşımalıyız’

fİçinden geçtiğimiz süreç itibarıyla ülke-mizdeki müzikal çalışmaları nasıl değer-lendiriyorsunuz?Şu an içinde bulunduğumuz dönemdeTürkiye'deki müziği ana hatlarıyla değer-lendirecek olursak, popüler müziğin bualanı kuşattığını düşünüyorum. Müzikyapanların da ağırlıklı olarak popülermüziğin peşinde koştuklarını söyleyebili-rim. Sistemin de bu alandaki teşfiki gözardı edilemez elbette.

Özellikle devrimci, muhalif müziğin, geç-miş yıllarda yakaladığı ivmenin çok geri-sinde olduğunu düşünüyorum. Elbette kibu alanda karşı duruş sergileyen gruplarve müzisyenler var ama yeterli olmadığıaçık. Hepimizin bu konuda daha çok çabasarfedip, doğru işler yapıp muhalif, özgür,yenilikçi müziği büyütmeliyiz. Aksi haldeboş bırakılan her şeyin yerini mutlakabaşka şeyler doldurur. Yaşamın devinimiseni-beni beklemiyor.

Türkiye’deki muhalif müzisyenler, sanat-çılar biraz daha meseleyi derinden ele al-malı-almalıyız. Çünkü dünyada yaşananolumsuzluklardan payına düşeni alan el-bette ki geniş halk yığınlarıdır, insanlıktır.Bizler de çağımızın tanığı olan müzisyen-ler, sanatçılar, aydınlar, yazarlar yaşa-nanları ve gördüklerimizi daha insani biryaşam adına, sanatın, edebiyatın o muaz-zam gücünü kullanarak tarihsel misyo-numuzu yerine getirmeliyiz. Tarih bununörnekleriyle doludur. Bu bizim mirasımız-dır, bu muazzam mirası doğru algılamalı-yız. Ve bu miras aynı zamanda insanlığamirastır.

Kadir Demir, Nazım Hikmet ve Karacaoğlan şiirlerinin de içeri-sinde yer aldığı albüm repertuarını stüdyoya taşıyarak SeyhanMüzik imzasıyla Mayıs 2011’de “Umut Ol” adıyla dinleyiciyle bu-luşturdu. Sevgili dostumuz Kadir Demir’le son albümü ve müzi-kal yaşamı üzerine kısa bir söyleşi gerçekleştirdik.

KADİR DEMİR’LE GEÇMİŞTEN GELECEĞE...

UMUDUMUZ YARINLARA

22-23_Layout 2 11/10/11 4:54 PM Page 1

Page 23: 1-20 Kasım 2011

23üşra Ersanlı’yı1969’da tanıdım.Robert Kolejindenokuyordu. O za-manlar, çeviri yapıpyapmadığ ından

emin değilim. Edebiyatla arası iyiy-di. Kibar bir kızdı. Hümanistti. Mi-litan değildi. Yerinde ve cazip gü-lümseyişi, zekâsı, dinleme ve sorusorma özelliğiyle dikkati çekiyordu.Ablası Sırma, Doğu Perinçek’le ev-liydi; 12 Mart Darbesi döneminde,sorumlusu bulunduğum Urfa-Di-yarbakır bölgesinde, köylerde, ka-dınlar arasında çalışma yapmasıiçin göndermek istediler Sırma’yı;Kürtçe bilmediğinden ve yakalan-ma ihtimalinden dolayı karşı çık-tım. Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Par-tisi, o zamanlar, bürokrat çocuk-larını yoksul köylüler arasında se-ferber etmek ve onları emekçi ru-huyla biçimlendirmek gibi bir po-litika izliyordu. Büşra Ersanlı da, benim gibi 12Mart döneminde yakalandı, işkencegördü ve cezaevine konuldu. Büş-ra’nın o ilk yakalanışı (1972) ileson tutuklanışı (2011) arasındakidönemini bilmiyorum. Ne yalansöyleyeyim, Kürt sorunundan do-layı tutuklandığını öğrenince se-vindim. “Bravo Büşra” dedim, kendikendime. Tutuklamalara fazla üzü-len bir insan değilim. Haklı bir da-vadan dolayı tutuklanan insanın,özgürlüğe, diğerlerinden daha yakınolduğu kanısındayım. KendisiniKâinat’ın merkezine koyan egomaninsana itimadım yoktur. Ne sufi-lerin enelhakı, ne de Descartes’incogitosu. Buna rağmen, tutukluinsanı severim; yeter ki haklı birdava uğruna tutuklanmış olsun.Soyulmuş kanlı derisini severimNesimi’nin, Mansur’un.Ragıp’ı, 1967’de tanıdım. Fikir Ku-lüpleri Federasyonu’nun Aksa-ray’daki bürosuna gelip gidiyordu.Yakışıklı ve son derece nazik birdelikanlıydı. Okumaya ve tartış-maya meftundu. O zamanlar,FKF’nin bilim ve sanat komitesin-deydim. Güray Tekinöz, OsmanArolat; birkaç kişi daha vardı; ÖmerGüven var mıydı bilmiyorum; ya-nılmıyorsam, Ragıp da bu komi-tenin üyesiydi. Kitabını koltuğununaltında gezdiren, derviş ruhlu birinsandı. ANT dergisiyle arası iyiydi.İbo gibi, edebiyat dergileriyle geli-yordu büroya. Milli DemokratikDevrim ayrışmasından sonra Ra-gıp’ı kaybettim. Türk Solu Dergisi’neuğramaz oldu. Çok şükür, askeridarbe geldi de, Ragıp’la, 1973’de,Selimiye’nin altındaki eski katırahırlarından birinde bir araya gel-dik. İkimizin de ikametgahı üstranzadaydı. Ragıp’a, Kaypakkaya’nın Kema-lizm’e dair yazdığı yazıyı verdim.

Okuyup bitirdikten sonra, “Bu müt-hiş bir tahlil” dedi. Ben o zaman,Ragıp’ın, Cumhuriyet tarihiyle ba-şının dertte olduğunu anladım vesevindim. 74 affıyla Ragıp çıkıpgitti, ben müebbetlik olduğum içinahırda kaldım. Geçenlerde Ragıp’ın tutuklandığınıduyunca sevindim. Aslında Ra-gıp’ın, koğuşlarımızın baş müda-vimi İsmail Beşikçi gibi peş peşetutuklanıp, ömrünün hatırı sayılırbir bölümünü cezaevlerinde ge-çirmesi gerekiyordu. Ben böylesivahim bir hatayı, devletin ihmaline,gaflet ve delaletine yorarım. Ragıp,Ayşenur’la birlikte, Belge Yayınla-rı’nı kurduğundan bu yana ciddi‘suçlar’ işledi. Kürt, Ermeni ve Sür-yani dilini, kültürünü ve kırımınıtüm yönleriyle açığa çıkaran ki-taplar yayınladı. Nerede kaybolmuşbir kültür, gadre ve kıyıma uğramıştozlu bir tablet varsa ya da yoksaRagıp oradadır; bulduğu tableti,bir arkeolog titizliğiyle, üfüre üfüre,tozlarından ve kırıklarından arın-dırıp, ayan edecek, kitaba dönüş-türecektir. Peki, tüm bu tozlar üfü-rülüp, kırıklar birleştirilip, kitaplaryayınlanırken, cendereci neredeydi?Neredeydi, cehennem hiyerarşisi-nin baş cini Abaddon?Ragıp, tıkıldığı damdan mektupgönderiyor; ‘Bana örgütle ilgili hiçbir şey sormadılar,’ diyor. Buyuruncenaze namazına. Niye sorsunlarki. Tutuklanman için senin bir örgütüyesi ya da sempatizanı olmanmı gerekiyor? Sen, tek başına birörgüt değil misin? En tehlikeli örgüt.Örtbas edilmiş tarihsel suçlarıaçığa çıkaran, insanlığın direnmefelsefesini, tarihini ve yaşamınıyayınlayan, eşitlik ve özgürlük ide-allerini üst perdeden vaaz eden,sakallı bir örgüt. Sen bunun, ge-cikmiş bir tutuklanma olayı oldu-ğunu bilmiyor musun, Ragıp?Kim ne derse desin, bizim gibi ül-kelerde, tutuklanma, aydın yaşa-mının vazgeçilmez bir parçasıdır.Zihni açar, yaşamı renklendirir.Tutuklama, susturmanın değil, sus-turamamanın bir göstergesidir.Ne kadar çok insan tutuklanıyorsa,o kadar çok insan susturulamıyordemektir. Kötü olan, dışarıda veyaiçerde susmaktır. Susmak, bağır-mak kadar tehlikelidir. Bunlar, bir-birlerine kolayca dönüşürler. Ko-nuşacaksın. Konuştu ve susturu-lamadı; onun için tutuklandı Ragıp. Akıl ve duygu tutulması. Hiçbirşey, oyun oynarcasına, kendini ol-duğu gibi gösterme dürüstlüğünügöstermiyor. Aydının görevi gös-termek, “görülmesi mümkün ol-mayan derinliklerin çağrısına doğruyürümek ve tutuklanmaktır.”

B

RAGIP VE BÜŞRA

ANTAGONİZMA≫ muzaffer oruçoğlu10-20 KASIM 2011 Halkın Günlüğü

fEvet, gelelim son albümünüze. Bu albü-münüzden bahsedebilir miyiz? Neden“Umut Ol”?Umut Ol abümü gene Seyhan Müzik etike-tiyle Mayıs ayın da yayımlandı. Ağırlıklı ola-rak benim bestelerimden oluşan bir çalışma.Albümde on eser var.

"Umut Ol"u işlemek istedim, sebebi de şu;çocukluk yıllarında Yılmaz Güney’in “Umut”filmini izlemiştim ve çok etkilenmiştim, Gü-ney “Umut”u inanılmaz işlemişti. Bugün in-sanlara baktığımızda, çoğunda umut adına,gelecek adına çok fazla umutlu olmadıkları-nı görüyoruz. Oysaki umut insanın en çıplakbiçimiyle öz gücüne ve kendine dayandığıbir duygudur. Her şeyini kaybedebilir amaumudu varsa çok şeyi yeniden elde edebilir.Bu hangi konuda olursa olsun, ister toplum-sal, ister bireysel. Bugünün gençlerine bak-tığımızda çoğunluğu bundan son dereceuzak bir yerdeler. Kolaycılığı inanılmaz sevi-yorlar. Emek vermeden bir şeye ulaşmayıson derece benimsiyorlar. Emek sadece lafolsun diye söylenen bir kelimeymiş gibi al-gılanıyor. Umutları sanki yok olmuş durum-da. Tabi ki böyle bir gençlik sistemin devam-

lılığı açısından oldukça önemli. Gelecekumutla kazanılabilir, kaybetmememiz gere-ken yegane duygunun umut olduğunu vur-gulamak istedim. “Umut Ol”u bu kadar an-lattıktan sonra daha fazlasını dinleyicilerebırakmak isterim albümü alıp dinleyip dü-şüncelerini paylaşmalarını arzu ederim.

fGüncel ve siyasi gelişmelere ilişkin sonolarak bir şeyler söylemek ister misiniz?Özellikle son günlerde KCK operasyonlarıylabirlikte, hayatlarını bu toplumun güzelleş-mesine adamış yazarların, aydınların, profe-sörlerin tutuklanıp zindanlara atılmasınıçok kaygı verici olarak görüyorum. Bugündünyaya övünç kaynağı olarak sunduğumuzSabahattin Ali'ler, Nazım Hikmet’ler ve dahaismini sayamadığım onlarca değerimiz detarihte bu tarz uygulamalara maruz kaldılar.Geçmişte bu uygulamaların yanlışlığı içineleştiriler yapan bu erk; bugün aynı anlayışıuyguluyorsa burada samimiyetten söz edi-lemez. Umarım insanlığın özgürleşmesininönünde engel olan bu anlayışlar bir an önceson bulur. Beni okuyucularınızla buluştur-duğunuz için, nazik davetinize teşekküredip özgür bir yayın hayatı dilerim.

Öncelikle belirtmek isterim, şimdiye kadarbirçok gazete ve dergilerle röportaj yaptımama Halkın Günlüğü Gazetesiyle röportajyapmak benim için çok anlamlı ve bir o ka-dar da ayrı bir duygu. Çok daha önceleri ol-masını arzu ederdim. Ama bugüne kısmet-miş. Öncelikle bunun benim açımdan önemliolduğunu belirterek bu konudaki mutlulu-ğumu okurlarla paylaşmak isterim.‘

UZANMALI

22-23_Layout 2 11/10/11 4:54 PM Page 2

Page 24: 1-20 Kasım 2011

Di piştî çalakiya HPG’ê ya Çelê dewletaTC’ê dest bi neçîra gerîllayan kir û diGeliyên Qazanê de li hember gerîlayançekên kîmyewî bikaranî. HPG’ê daxu-yaniyê de waha got; “Dewleta TC’ê lihember gerîla bê hêz mayê,ji ber vêyekê jî çekên kîmyewî bikaraniye.”HPG’ê agahiyên ku da bû de li ser vêkirpandin çêkir. Dewletê bikaranînabombeya napalmê û bombeya xeri-qandinê qetil kir.Herwiha ji bo nêrina rewşa cinazeyaheyeta ku hate sazkirin raporek ama-de kir. Ev heyeta ku parlamenterênBDP’ê ‘û DKÖ’yîan sazbûye dawiyalêklînên xwe rapor pêşkêş kirin. Di vêraporê de balkêşandin gêrîlayên kuşehîd bûne bedena wan hatiye parçe-kirin, û hat îfadekirin ku dewletê çe-kên kîmyewî bikaraniye. Cinazeyêngêrîlayên ku anîbûn Saziya BijîşkiyaDadweriya Meletiyê ji ber çekên kîm-yewî ku hatibûn şewitandin cinazenedihatin naskirin.Li ser daxuyaniya Erdogan ku bikara-nîna çekên kîmyewî înkar dike Sero-kê Komîsyona Mafên Mirovan yê Par-lamentoya Herêma Kurdistanêya Fe-dere Salar Mahmud waha got; Dewle-ta TC’ê êrişên hewayê ku li hemberQendîlê pêk anî, di van êrişan de metespît kir ku artêşa tirk çekên kîmye-wî bikaraniye.37 gêrîlayên ku Geliyê Qazanê ku biçekên kîmyewî hatin qetilkirin, cinazêwan bi girseyî hatin bi oxirkirin.

HPG:Dewletêbi çekênkîmyewîqetilkir

irtiyên doza MKP’ê yêngirtîgeha tîpa F’yê di da-xuyaniya dîroka 2011 28’êKewçêrê de daxuya kirinku erdhêja Wan’ê de emêşa gel parve dikin û bisembolîk ve jî me hesabêku BDP’ê vekiriye bexşa

xwe bexşê wir kiriye.Faksa ku bi hêla girtiyên MKP’ê ve hatşandin bi temamî nedihate xwendin. Jiber vê jî em nikarin bi temamî daxuyabikin. Daxuyaniya ku li ser navê girti-yên doza MKP’ê bi vî awayî bû;“Di piştî erdhêjê mexdûrekî erdhêjê jiçapemeniyê got ‘ku îro li vir bûyerek,çalekiyek hebûya wê dewletê bi te-mamê leşker-polêsen xwe ve muda-xale bikira…’ Di binê bina ku li hemberparêzgariyê hilweşyabû de qerînênmirovên ber mirinê dihatin. Di beriyaerhêjê seat 13.00 de di ajansa de nûçe-ya 1’emîn de kirpandin kişandin ser vêû diyar kir ku ‘TSK’yê… di hewayê re û

di erdê re bi 22 tabûr leşker vebê nav-ber operasyonên xwe dimeşîne.’Dewleta ku amedekariya êrişên der-veyî sînor dikir, piştî erdhêjê jî koneknedidît ku gelên erdhêjê re vebike.

Hemû erdnîgariya Kurdistanê bi gar-nîzonên leşkerî ve dorpeç kiriye û leş-kerên tirk xwediyên teknolojiya pê-veçûyî u derfetên mezintirîn e… Dew-leta ku serî lêdana yekitiyên sînor yaSerokwezîr ji xwe re xist reklam, jimexdûrên erdhêja Wabn’ê re bilî ‘rek-lamên wêneguhêzê’ çareseriyê peşvenabe. Ya ku di vê tabloyê de keda wêheye ango çapemeniya tirk jî bê rû-met û bê şerm bi dirûşmeya “YEKDİL” ve mexdûrên erdhêja Wanê rekampanyayê alîkariyê amade dikin.Giregirên ku wek zêlû ye ku xwîna medimijin û pê dewlemen dibin …… bexşapereyê xwe daxuya dikin û pê SHOWdikin. Ev reklemeke çapemeniye yenaye zanîn…. zêdetir bexş a pera ber-hevkirin bi yek peyvekî ve seferberi-

ya alîkariyê destpêkir. Kê çi dibêje bilabibêje: Têkoşîna azadiya neteweyênKurd, qelemşorên bêtêkildar û sersartêkoşînê….. meşindina vê têkoşînê…..

Tu qîmeta wê tine. Kirina van alikarî,pejndarî û bexşa heke hebûna nete-weyê Kurd werê nas kirin, bi rastî sta-tûya wî û mafên wî ji dil werê parastinwê demê ev bexşana bi rastî wê wate-dar bibe…. Em girtiyên şoreşgerên gir-tigeha tipa F’yê; neteweyên Kurd û….Peşwazîkirina daxwazên polîtîk bêşert me parast, emê biparêzin. Êşênku gelê Wanê ku ji ber erdhêjê dikişî-ne em hemû bedena xwe de hest di-kin û dijîn. Yên ku ev êşana gelê Wanêda jiyan… em gelek baş dizanin û emwana şermezar dikin. Me ji bo kêma-siyên gelê erdhêja Wanê hesabê kuBDP’ê vekiriye pere bexşê gel kiriye.Em vê yekê dixwazin hemû gelên ne-tewatiyên Kurt-Tirk û yên din re par-vekin.”

Girtiyên doza MKP’ê yên girtîgehê de ji ber erdhêja Wan’ê daxuyaniyek dan û wahagotin; Em êrşa gel di nava dilê xwe de hest dikin û ji hundirîn derfetên xwe bexş kirin.

ROJANEYA GEL

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ: Yurtiçi 54 TL Yurtdışı 108 EUROHalkın GünlüğüHESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906

KAR DE LEN BA SIM-YA YIM REK LAM GÖS TE Rİ OR GA Nİ ZAS YON Lİ MİTED ŞİRKETİ Sa hi bi ve Ya zı İş le ri Mü dü rü: Hıdır Gürz Ya yın Tü rü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Bölgesel Sü re li- Yönetim Yeri: Şehit Muhtar Mah. Süslü Saksı Sokak NO: 11 Kat: 4 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kar de len YayımcılıkMahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Bas kı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah.Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok YenibosnaBahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18

‘Em hevparê êşên gel in’

G

24_Layout 2 11/10/11 11:45 AM Page 1