T. C.
İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı
Türk Halk Edebiyatı Bilim Dalı
Yüksek Lisans Tezi
Sadi Yaver Ataman’ın Eserlerinde İstanbul Folkloru
Gamze Ilıcak
2501070782
Tez Danışmanı
Yard. Doç. Dr. Abdulkadir Emeksiz
İstanbul 2009
iii
ÖZ
Yüzyıllar boyunca farklı medeniyetlere başkentlik yapan, kendine has bir
kültür dokusu oluşturan, İstanbul halkının kültürü incelenmeye değer bir konudur.
Bu çalışmada hayatını Türk Halk Edebiyatı’na adamış Sadi Yaver Ataman’ın (1906-
1994) eserlerinden yola çıkılarak onun yapıtlarındaki İstanbul folkloru unsurları
tespit edilmiştir. Çalışmamızda küreselleşme sonucunda her geçen gün öz değerlerini
ve kimliğini yitirmeyle yüz yüze gelen İstanbul’un hayat damarlarını, köklerini
oluşturan folkloru, Sadi Yaver Ataman eserleri üzerinden kayıt altına alınmış ve
incelenmiştir. Böylece Türk folkloru açısından iki önemli öğe olan İstanbul ve Sadi
Yaver Ataman arasındaki ilişki irdelenmiştir.
ABSTRACT
Istanbul has been the capital of different civilizations throughout the centuries
and it creates the culture of its own. Therefore, the culture of the people who lives in
Istanbul is an issue of worth examining. In this study, the elements of the folklore of
Istanbul have been established using the works of Sadi Yaver Ataman (1906-1994)
who devoted his life to the Turkish Folk Literature. The life veins of Istanbul and the
roots of the folk life are recorded and examined throughout the works of Sadi Yaver
since these elements come face to face to disappear because of globalization day by
day. Thus, two important elements of Turkish folklore, Istanbul and Sadi Yaver
Ataman, have been analyzed.
iv
ÖN SÖZ Asaletin simgesi mor renkli erguvan ağaçlarla bezenmiş, boğazın
ışıltısıyla her yeni gün daha da parlayan, kendine ait bir ruha sahip İstanbul
şehri, üç büyük medeniyete ev sahipliği yapmıştır. İki kıtayı birbirine bağlayan
bu eşsiz şehir için pek çok kitap yazılmış, efsaneler, türküler dile getirilmiştir.
Farklı etnik gruplarından oluşan halkıyla kendine özgü bir kültür
yumağı oluşturan bu şehrin folklorunu daha iyi anlayabilmek ve tanıtabilmek
için folklorun etkili isimlerinden biri olan Sadi Yaver Ataman’ın
çalışmalarından bu tez oluşturulmuştur. İstanbul’un zengin folkloru Ataman’ın
çalışmalarıyla, onun metinlerinden kaynak alınarak değerlendirilmiştir.
Sadi Yaver Atamanla ilgili Hasan Or’un yapmış olduğu Sadi Yaver
Ataman ve Müzik Yaşamı (Halk Müziğine Katkıları) adlı tez çalışmasından
başka Ataman’la ilgili bir tez çalışması bulunmamaktadır. Bu çalışmanın amacı
önemli bir folklorist ve müzikolog olan Sadi Yaver Ataman’ın eserlerinden
yola çıkarak, gün geçtikçe folklorik unsurlarını yitiren İstanbul şehrinin,
Ataman’ın eserlerinde yer alan folklor unsurlarını tespit ederek bu değerli
ürünleri kayıt altına alarak hem tanıtmak hem de sahip çıkmaktır.
Çalışmada İstanbul folkloru ve genel olarak folklor kavramıyla ilgili
çeşitli kitaplardan, bu konuya yönelik ansiklopedi maddelerinden,
makalelerden vb. faydalanılmıştır. Ayrıca bu çalışmada, konuyla ilgili
doğrudan ve dolaylı kaynaklar araştırılarak literatür taranması yöntemi
kullanılmış ve 1., 2. ve 3. bölümler metin merkezli olarak incelenmiştir.
Çalışmada bölümler ve alt başlılar meydana getirilirken Özkul
Çobanoğlu’nun belirlediği folklor kadrolarından yararlanılmıştır. Tezde Sadi
Yaver Ataman’ın eserlerinde yer alan folklor ürünleri incelendiği için
çalışmanın bölümleri Ataman’ın eserlerinden çıkan folklor malzemesi
v
doğrultusunda Çobanoğlu’nun kadrolarından yola çıkılarak bölümlenmiştir.
Araştırma sonucunda çıkan malzemelere göre Çobanoğlu’nun folklor
kadrolarına bölümler eklenip çıkarılarak bir tasnif yapılmıştır. Ayrıca
bölümlerin alt başlıkları hazırlanırken Ataman’ın kendisinin yaptığı
tasniflerinden de faydalanılmıştır.
Çalışmamız giriş bölümü dışında üç bölümden oluşmaktadır. Giriş
bölümünde Sadi Yaver Ataman’ın hayatı ve eserlerinin tanıtımı yer almaktadır.
Birinci bölümde halk edebiyatı ürünleri ve halk tiyatrosu, ikinci bölümde
eğlence hayatını oluşturan unsurlar ve son bölümde ise diğer folklor unsurları
incelenmiştir.
Çalışmanın sonunda elde edilen bilgiler değerlendirilerek sonuç
bölümünde verilmiş, yararlanılan kitaplardan oluşan kaynakça da bu kısımdan
sonra çalışmanın sonuna eklenmiştir.
“Sadi Yaver Ataman’ın Eserlerinde İstanbul Folkloru” adlı tez
çalışmamda her zaman kapısını çaldığım Arş. Gör. Ferhat Aslan’a, bilgileri ve
öngörüleriyle bana yol gösteren danışman hocam Yard. Doç. Dr. Abdülkadir
Emeksiz’e ve tezime verdiği desteğiyle değerli hocam Prof. Dr. Şeyma
Güngör’e, sonsuz teşekkür ederim.
Ayrıca bana her konuda destek veren, ilgilerini, sevgilerini hiçbir
zaman, hiçbir koşulda esirgemeyen biricik anneme, babama, ablam Güzin ve
abim Mehmet’e teşekkür ederim.
Nezire Gamze Ilıcak
Osmanbey 2009
vi
İÇİNDEKİLER
ÖZ/ABSTRACT ...................................................................................................... iii
ÖN SÖZ …..……………………………………………………………………….. iv
İÇİNDEKİLER .………………………………………....………………......…..…vi
KISALTMALAR ..…………………………………………………..........……...... x
GİRİŞ ………………………………………………………………………………. 1
1. SADİ YAVER ATAMAN’IN HAYATI .............................................................. 1
2. SADİ YAVER ATAMAN’IN ESERLERİ …………………………………….. 5
1. HALK EDEBİYATI VE HALK TİYATROSU ……………………………... 20
1.1. Halk Edebiyatı ...……………….................................................................... 20
1.1.1. Destanlar ………………………….......................................................... 20
1.1.2. Efsaneler ................................................................................................. 28
1.1.2.1. İstanbul’un Kuruluşuyla İlgili Efsaneler ............................................ 28
1.1.2.2. Osmanlı Sultanıyla İlgili Efsaneler .................................................... 30
1.1.3. Halk Hikâyeleri ………………………………………............................ 31
1.1.4. Türküler …………………………………................................................ 33
1.1.4.1. İstanbul Türküleri ………………………………………................... 35
1.1.4.2. İstanbul’a Gelerek Yerleşmiş Türküler ………………….................. 42
1.1.4.3. İstanbul’un Meşhur Semt ve Yerlerinin Geçtiği İstanbul Türküleri .. 43
1.1.4.4. İstanbul ile İlgili Gurbet ve Sıla Türküleri ………………................. 45
1.1.4.5. Muayyen Bir Zümre ve İş Hayatına Ait Türküler ……………........ 47
1.1.4.6. İstanbul Şehrinin İsminin Geçtiği Türküler …………………........... 50
1.1.4.7. İstanbul Hasreti ve Tahassüsü ile Yakılmış Türküler ……................ 53
1.1.5. Atasözleri ………………………………………………......................... 54
1.1.6. Deyimler …………………………………………………...................... 59
1.1.7. Tekerlemeler …………………………………………............................ 61
1.1.7.1. Şaşırmacalı (Yanıltmalı) Tekerlemeler ………….............................. 62
1.1.7.2. Oyun Tekerlemeleri .……………………………………………….. 63
1.1.7.3. Masal Tekerlemeleri ……………………………………………….. 64
1.1.8. Bilmeceler ……………………………………....................................... 65
1.1.8.1. Din Unsuruyla Düzenlenmiş Bilmeceler …………………………... 66
vii
1.1.8.2. Tabiat Varlıklarının Çeşitli Görünüşlerini İçine Alan Bilmeceler ..... 67
1.1.8.3. Özel Adlar Taşıyan Bilmeceler .........………………………………. 67
1.1.8.4. Eğlencelik Bilmeceler ……………………………………………… 68
1.1.9.Mâniler ………………………………………………………………….. 70
1.1.9.1. Düz Mâniler ………………………………………………………... 72
1.1.9.2. Mâni Fasılları ………………………………………………………. 73
1.1.9.3. Ayaklı Mâniler ……………………………………………………... 74
1.1.10. Argo …………………………………………………………………... 76
1.2. Halk Tiyatrosu ……………………………………………………………... 80
1.2.1. Meddahlık ……………………………………………………………… 81
1.2.2. Karagöz ………………………………………………………………… 83
1.2.3. Orta Oyunu ……………………………………………………………... 86
1.2.4. Tulûat …………………………………………………………………... 90
2. EĞLENCE HAYATINI OLUŞTURAN UNSURLAR………………………. 93
2.1. Eğlence Mekânları ……………………………………………………….. 93
2.1.1. Açık Mekân …………………………………………………………... 93
2.1.1.1. Mesire Yerleri ……………………………………………………. 94
2.1.2. Kapalı Mekânlar ……………………………………………………… 96
2.1.2.1. Meyhaneler ………………………………………………………. 96
2.2. Müzikli Eğlenceler ………………………………………………………. 99
2.2.1. Kanto …………………………………………………………………. 99
2.2.2. Sulukule Eşrafı ……………………………………………………… 101
2.2.3. Kahvehaneler ……………………………………………………….. 102
2.2.3.1. Çalgılı (Semai) Kahvehaneler …………………………………... 103
2.2.3.2. Âşık Kahvehaneleri …………………………………………….. 107
2.3. Halk Müziği ve Müzik Araçları ………………………………………… 109
3. DİĞER FOLKLOR UNSURLARI…………………………………………... 111
3.1. Geçiş Dönemleri …................................................................................... 111
3.1.1. Evlilik Çağı -Evlilik Yaşı- Evlenme İsteğini Belli Etme ..…………. 112
3.1.2. Düğün ……………………………………………………………….. 114
3.1.2.1. Düğün Öncesindeki Uygulamalar ………………………………. 115
3.1.2.1.1. Düğün Harcamaları …………………………………………. 115
viii
3.1.2.1.2. Gelin Hamamı ………………………………………………. 116
3.1.2.1.3. Kına Gecesi …………………………………………………. 116
3.1.2.2. Düğün Esnasındaki Uygulamalar ………………………………. 118
3.1.2.2.1. Gelinin Kutlanması …………………………………………. 118
3.1.2.2.2. Yüz Yazısı …………………………………………………... 119
3.1.2.2.3. Silah Atmak ve Davul Dövmek …………………………….. 120
3.1.2.3. Düğün Sonrasındaki Uygulamalar ……………………………… 120
3.2. Yasak İlişkiler …………………………………………………………... 121
3.3. Halk Mimarisi …………………………………………………………... 123
3.4. Ulaşım …………………………………………………………………... 128
3.4.1. Karayolu Ulaşım Araçları …………………………………………... 128
3.4.2. Denizyolu Ulaşım Araçları …………………………………………. 132
3.5. Sağlık Folkloru …………………………………………………………. 135
3.6. Yemek Folkloru ………………………………………………………… 142
3.7. Giyim-Kuşam …………………………………………………………… 144
3.7.1. Erkek Giyimi ………………………………………………………... 145
3.7.2. Kadın Giyimi ……………………………………………………….. 146
3.7.3. Törensel Giyim ……………………………………………………... 148
3.7.4. Mesleki Giyim ……………………………………………………… 149
3.8. İstanbul’da Meslekler ve Meslek Kolları ………………………………. 154
3.8.1. Basmahâne …………………………………………………………. 156
3.8.2. Ciltçilik …………………………………………………………….. 156
3.8.3. Çedik-Papuççuluk ………………………………………………….. 157
3.8.4. Çinicilik …………………………………………………………….. 157
3.8.5. Gözlemeciler ………………………………………………………... 158
3.9. İnançlar …………………………………………………………………. 160
3.9.1. Dinsel İçerikli İnançlar ……………………………………………... 160
3.9.2. Büyüsel İçerikli İnançlar ……………………………………………. 163
3.10. İstanbul Kültüründe Tipler ve Şahıslar ………………………………... 164
3.10.1. Azınlıklar ………………………………………………………….. 164
3.10.2. İstanbulcular ……………………………………………………….. 165
3.10.3. Meşhur Kişiler …………………………………………………….. 166
ix
3.10.4. Tipler ………………………………………………………………. 168
SONUÇ .........……………………….…………………………………………… 172
KAYNAKÇA ……………………………………………………………………. 175
x
Kısaltmalar
A.e.: aynı eser
bkz.: bakınız
bs. : baskı, basım
C.: cilt
çev.: çeviren
DBİA: Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi
Dr.: doktor
haz.: hazırlayan, hazırlayanlar
Hz.: Hazreti
İA: İstanbul Ansiklopedisi
mec.: mecaz
nr.: numara
Prof.: profesör
s.: sayfa
TFAD: Türk Folklor Araştırmaları Dergisi
t.y.: basım tarihi yok
vb.: ve benzeri
v.s. : vesaire
y.y.: basım yeri yok
1
GİRİŞ
1. SADİ YAVER ATAMAN’IN HAYATI
Sadi Yaver Ataman, 23 Nisan 1906’da babasının görevli bulunduğu
Yanya’da doğmuştur.1 Edebiyat tarihinin önemli isimlerinden biri olan Sadi Yaver
Ataman, “folklor uzmanı”, “müzikolog”, “saha araştırmacı”lığının yanı sıra
“eğitimci” kişiliği ile Türk edebiyatına yön vermiş bir bilim adamıdır.
Ataman’ın “Babası Kafkasyalı mücâhit Şeyh Şâmil’in baba soyundan Dr. Ali Yaver
Ataman; annesi, Safranbolu Cılız soyundan Habîbe Yektâ Ataman’dır.”2 Sadi Yaver
Ataman, Safranbolu İptidaî Mektebi, Safranbolu İdâdisi ve İstanbul Lisesi’nde
okumuştur.3
Lise eğitiminin ardından, İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği kısmına
kaydolduysa da; bu eğitimini yarıda bırakmıştır. Müziğe olan düşkünlüğü nedeniyle,
eski adı Dâru'l-Elhân olan İstanbul Konservatuarı’na girmiş ve buradan 1930 yılında
mezun olmuştur.4
Konservatuardan mezun olduktan sonra (1930) müzik öğretmenliği yapan
Ataman (1931-1940), radyocu olmak için öğretmenlik görevinden ayrılmıştır.5 Sadi
Yaver Ataman, Ankara Radyosu’nun Halk Müziği yayınları yöneticiliğini yapmıştır.
Büyük başarılar kazandığı yayınlarda halk müziğini insanlara tanıtmıştır. 6
1 Süleyman Şenel, Sadi Yaver Ataman, İstanbul, Form Reklam Hizmetleri, 1995, s. 1. 2 A.e., s. 1. 3 Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi Devirler/İsimler/Eserler/Terimler, “ATAMAN, Sadi Yaver”, C.I, İstanbul, Dergah Yayınlar, Ocak 1977, s. 213. 4 Şenel, Sadi Yaver Ataman, s. 1. 5 İhsan Işık, “ATAMAN, Sadi Yaver”, Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi, C.I, 1. bs., Ankara, Elvan Yayınları, 2006, s. 416. 6 Şenel, Sadi Yaver Ataman, s. 2.
2
Ayrıca bir süre Ankara Polis Koleji’nde öğretmenlik yapan (1939) Ataman,
1940 yılında bağımsız olarak, Karabük Belediye Başkanlığı’na seçilerek siyasete
atılmıştır. Ataman, İstanbul’da Beyazıt ve Kumkapı Belediye Başkanlıkları da
yapmıştır.7
Bu dönemde aynı zamanda Karabük Halkevi Başkanlığını da yürüten
Ataman, belediye başkanlığı görevini sürdürürken ikinci kez, teğmen rütbesi ile
askere alınmış (1940) ve daha sonra üsteğmen rütbesi ile terhis edilerek belediye
başkanlığı görevine dönmüştür. (1942)8
1946 yılında üçüncü kez askere alınan Ataman, 1947 yılında yeniden terhis
edilmiştir. 1948 yılında İstanbul Beyazıt Bucak Müdürlüğü ve 1950 yılında, İstanbul
Radyosu’nda; Memleket Havaları Ses ve Saz Birliği’ni kurarak, bu topluluğun
yöneticiliğini yapmıştır. 1952 yılında Bucak’taki görevinden ayrılarak, İstanbul
Belediye Konservatuarı içinde Folklor İnceleme ve Derleme Kurulu başına
geçirilmiştir.9
1952 yılında, Bucak Müdürlüğü’nden kendi isteği ile ayrılıp aynı yıl içinde,
İstanbul Belediye Konservatuarı bünyesinde, kurulmasına öncülük ettiği Folklor
İnceleme ve Derleme Kurulu’na (1952) atanmış ve bu kurula bağlı olan Folklor
Tatbîkat Topluluğu’nun şefliğine getirilmiştir. (1953) Ataman, bir süre de, “Aksaray
Lisesi Müzik öğretmenliği” yapmıştır.10
7 İlhan Işık, “ATAMAN, Sadi Yaver”, Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi, C.I, Genişletilmiş 3. bs., Ankara, 2004, s. 224. 8 Sadi Yaver Ataman, Eski Safranbolu Hayatı, (Genişleterek Yayına haz.: Süleyman Şenel), 1. bs., İstanbul, Canyiğit Grafik, Eylül 1994, s. 22. 9 Reşad Ekrem Koçu, “İstanbul” Konuşmaları, (haz.: Süleyman Şenel, Raportör: Sadi Yaver Ataman,), İstanbul, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Yayınları, Aralık 2005, s. 23-24. 10 Şenel, Sadi Yaver Ataman, s. 2.
3
İstanbul Radyosu’nda raportörlük ve müzik danışmanlığı yapan Ataman,
1963 tarihinde İstanbul Belediye Konservatuarı Folklor İnceleme ve Derleme Kurulu
üyeliği’ne getirilmiştir. Daha sonra bu görevden emekli olmuştur. (1972) Özel bir
kuruluşun başarıyla kültür ve sanat danışmanlığını yapan Ataman, Türkiye’nin en
zengin folklor arşivlerinden birini kurmuştur. Ayrıca Ataman, Paris Müzikoloji
Enstitüsü’nün de fahri üyesidir.11
Ataman Karadeniz Ereğlisi İdman Yurdu Musiki Şubesi, Türk Halk
Oyunlarını Yaşatma ve Yayma Tesisi [Vakfı], Fatih Halkevi Müzik Kolu, Türk
Folklor Derneği, Halk Oyunları Derneği [HOYDER], Türk Sanat ve Halk
Musikilerini Yaşatma ve Yayma Kurumu, Türk Folklor Kurumu gibi kurum ve
derneklerde kurucu üyelik, fahri başkanlık ya da yönetim kurulu üyeliği gibi
görevlerde de bulunmuştur.12
Ataman Bozkurt, Çağımız, Doğu Büyük Ülkü Gazetesi, Dokuz Eylül Dergisi,
Folklor, Folklor (Halk Bilimi), Folklora Doğru, Folklor Postası, Genç Öğretmen,
Halk Bilgisi Haberleri, Halk Eğitimi, Hamsi, Işık Yolu, İstanbul Belediye, Karabük,
Karaelmas, Kemal Yolu, Kıyı, Maya, Musiki, Musiki Ansiklopedisi, Musiki
Mecmuası, Müzik ve Sanat, Müzik ve Sanat Hareketleri, Orkestra, Orkun, Özleyiş,
Pirelli, Sanat-Bilim ve Kültürde Orkun, Sır, Sigorta Dünyası, Sivas Folkloru, Şua,
Tarla, Türk Folkloru, Türk Basın Birliği, Türk Folklor Araştırmaları, Türk Musikisi
Dergisi, Ülkü, Ülkücü Öğretmen, Varlık, Yelken, Yeni Fırat, Yeni Musiki
Mecmuası, Yeni Öğretmen gibi dergilerde, ayrıca; Adalet, Bizim Anadolu, Son
Havadis ve Tan gibi gazetelerde, 1000 civarında makale ve tefrikaya imza atmıştır.
Görsel Türkiye Ansiklopedisi ve Renkli Büyük Türkiye Ansiklopedisi gibi
ansiklopedilerin, Folklor ve Halk Müziği maddelerini de yazan Ataman Unesco ve
çeşitli kültür-sanat kongrelerine davet edilmiştir.13
11 Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, “ATAMAN, (Sadi Yaver)”, C.II, y.y., Interpress Basın ve Yayıncılık A.Ş., 1986, s. 947. 12 Şenel, Sadi Yaver Ataman, s. 3. 13 A.e., s. 6-7.
4
Ataman özellikle yaptığı saha araştırmalarıyla çok sayıda folklorik materyal
toplamış ve derinlemesine yaptığı incelemeleriyle Türk kültür hayatına binlerce
değerli malzeme kazandırmıştır. ‘Türkiye radyolarında bağlama çalarak türkü
söyleyen ilk sanatçı olan Sadi Yaver Ataman, 10 Aralık 1994 yılında İstanbul’da
ölmüştür.’14
14 İlhan Işık, “Ataman, Sadi Yaver”, Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi, s. 224-225.
5
2. SADİ YAVER ATAMAN’IN ESERLERİ
Eğitimci, folklorcu, müzikolog Sadi Yaver Ataman, kırka yakın kitap yazmış,
yirmiye yakınını da yayımlayabilmiştir. Bu yayımlanan kitapları:
1. Safranbolu Düğünleri Oyunlar-Türküler, Bartın, 1936, Memleket Basımevi, 94
s., [Notalı].
Anadolu’nun çeşitli yörelerinde farklı konularda çalışmalar yapan Ataman,
Safranbolu düğünleri konusunda derinlemesine bir çalışmayı bu kitabında
gerçekleştirmiştir. 1936 yılında yayımlanan Safranbolu Düğünleri Oyunlar-
Türküler kitabında köy ve kasaba düğünleri konusunda bilgiler aktarılmıştır. Düğün
ritüeli, bu ritüelin yapılış biçimi ve halk tarafından çalınan ve de oynanan çeşitli
havalar da kitapta derlenmiştir.
Ataman’ın derlediği türkü notaları arasında: “Amani Oyun Havası, Aç Kapı
Oyun Havası, Çıtırdağ Oyun Havası, Kızılbelden Gelir Pekmez /Helosa Helosa, Kabem
Sana Varsam Konuk, Yük Dibine Yerin Ettim Nenni /Geline Kına Yakma Türküsü, Zurnanın
Köçek Başlangıç Havası, Seymen havalarının verdiği ilhamla 6 telli saz üzerinde yapılmış
bir kalem denemesi, Geyme Dedim Geydin Sen Bu Alleri / Kadın Oyun Havası, Seymen
Havalarının Başlangıç Havası” yer almaktadır.15
Ataman, kitabı kasaba düğünleri, köy düğünleri, Safranbolu düğünleri diye
bölümlere ayırıp, incelemiştir. Hayatının önemli bir bölümünü Safranbolu’da geçiren
Ataman, bu şehri çok iyi tanımakta, bu yüzden de bölge ile ilgili derlemeleri daha
kolay toparlamaktadır. Bölgeye ait kelime ve ağız yapısını eserlerinde işlemeye özen
gösteren Ataman, bu konuda başarılı da olmuştur. Yöreyle ilgili bilgi de veren
Ataman kitabında Safranbolu köylerinin kaç adet olduğunu en yakın, en uzak
köylerin isimlerinin neler olduğunu da yazmıştır. Çeşitli resim görsellerini de
eklediği kitabında, manilere de yer vermiştir.
15 Şenel, Sadi Yaver Ataman, s. 7.
6
2. Aşık Naili, Zonguldak, 1937, Karaelmas Basımevi, 24 s., [Notasız].
Sadi Yaver Ataman’ın 1937 yılında yayımladığı Âşık Dertli kolundan Geredeli
Âşık Figani ve Gedayi’nin çırağı Ilgazlı Âşık Naili’nin hayatı ve şiirlerini içerdiği
Aşık Naili kitabı önemli bir yapıttır. Bu kitapta şairlerin biyografileri verilirken bir
yandan da şiirleri ve bu şiirleri yazarken geçirdikleri süreçleri de kavramış
olunmaktadır. Ataman kitabı için Âşık Naili ile Safranbolu’da görüşmüş ve bu
görüşmeden elde ettiği bilgileri kitabında yayımlamıştır.16
3. Anadolu Halk Sazları, Yerli Musikiciler ve Halk Müzik Karakterleri,
İstanbul, 1938, Bürhaneddin Matbaası, 72 s., [Notalı].
Sadi Yaver Ataman’ın 1938 yılında Anadolu Halk Sazları, Yerli Musikiciler
ve Halk Müzik Karakterleri, kitabı yayımlanmıştır. Kitabında Anadolu’daki halk
sazlarını; telli sazlar, tempolu sazlar ve nefes sazları diye bölümlemiştir. Burada bu
sazların özellikleri ve kullanış biçimleri de okuyucuya aktarılmıştır. Yerli musikiciler
ve bu musikicilerin çalışmalarından da kitapta bahsedilmiş ayrıca çeşitli türküler ve
bu türkülerin nota örnekleri de okuyucuyla paylaşılmıştır. Osman Pehlivan, Bolulu
Azmi Ağa, Âşık Naili gibi yerli musikiciler ve bu musikicilerin çalışmalarından da
örnekler verilmiştir. Ataman halk müziğinde kullanılan sazların biçimlerini anlatmış
ve bozuk sazını verirken bir şemadan faydalanmıştır. Sonuçta Ataman’ın bu
çalışmasında Anadolu halk sazlarının tipleri, bağlamaların savart ölçüleri, bazı
mahalli saz sanatçılarının tanıtımı, Anadolu halk müziğinin tonal özellikleri ve bazı
karakteristik yönleri ile türkü derleme yöntemleri hakkında bilgiler yer almaktadır.
16 A.e., s. 7.
7
4. Toprak Kokan-Memleket Havaları, İstanbul, 1951, Şaka Matbaası, 160 s.,
[Notasız].
Memleket Havaları Ses ve Saz Birliği’nin 1950 yılında, İstanbul Radyosunda
yaptığı programları içeren, Toprak Kokan-Memleket Havaları kitabı 1951 yılında
yayımlanmıştır. Sadi Yaver Ataman bu kaynak kitapta, 195 türkü, uzun hava ve oyun
havası hakkında çeşitli açıklamalı bilgiler vermiştir. Kitabın ilk sayfasında, “8 parça
nota ihtiva ettiği” yazılı olmasına rağmen kitapta bu notalara rastlanmamaktadır.
Ataman, çalışmasında İstanbul radyosunda yaptığı programlardaki türkülere
yer verirken bazı türkülerin kim tarafından, hangi tarihte, türkünün hangi varyantının
kitaba alındığı bilgilerini okuyucuyla paylaşmıştır. Fakat bazı türkülerde bu çeşit
bilgilere yer verilmemiş, türküler hakkında bilgiler eksik bırakılmıştır. Türküleri
Anadolu fonetiğine uygun olarak, yani halkın kullandığı ağızla vermeye çalışan
Ataman, kitabına gelin ağlatma havasıyla başlamıştır.
5. Memleket Havaları/I: Esnaf Türküleri, İstanbul, 1954, V. Meti matbaası, 32 s.,
[Notalı].
Ataman’ın 1954 yılında yayımladığı Memleket Havaları/I: Esnaf Türküleri
kitabı İstanbul radyosunda memleket havaları programında söylenen bazı türkülerin
derlendiği bir çalışmadır.
Memleket Havaları/I: Esnaf Türküleri kitabında: “Terzi, Değirmenci, Berber,
Hamamcı, Keçeci, Arabacı, Balıkçı, Oduncu, Kahveci, Demirci-Kalaycı-Sobacı, Boyacı,
Leblebici, Bostancı ve Helvacı esnafına ait 16 parçanın notası yer almaktadır.”17
17 A.e., s. 8.
8
6. Okullar İçin Halk Müziği ve Müsamere Türküleri, İstanbul, 1965, Anten
Yayınevi, 112 s., [Notalı].
Çocukların halk müziği dünyasını daha iyi kavramasını sağlayan kitaplardan
biri de Ataman’ın 1965 yılında yayımladığı Okullar İçin Halk Müziği ve Müsamere
Türküleri adlı kitaptır. Bu başucu kitabında temel müzik bilgileri okuyucuya
sunulmaktadır. Ayrıca çocuklar için tekerlemeler, rondlar, şarkılar, marşlar ve de
çeşitli türküler de yer almaktadır.
Okullar İçin Halk Müziği ve Müsamere Türküleri adlı kitabın önsözünde
Ataman, öğretmenlere ve öğrencilere yararlı olmak için halk müziği ürünlerini
kitaplaştırdığını ifade etmektedir, buradan da kitabın yazılış amacı anlaşılmaktadır.
Kitabında müzik, nota, ritim, ölçü, usul gibi konular hakkında bilgiler veren Ataman,
konuları anlatmak için notalardan ve şemalardan da faydalanmıştır. Kitapta çeşitli
resimlere de yer verilmiştir.
9
“Notalar: Tren Gelir Hoş Gelir, Ebe Çıkarma-Güdek Tutma Tekerlemesi, Eveleme
Geveleme, Ebe Ebe Ebeci, Ali Ali Ali, Bir Elinde Deynek, Yumurtalı Tavuk, İki Şaşkın Yan
Yana, Alaylı Bulaylı, Aç Kapıyı Bezirgan Başı, Yağ Satarım Bal Satarım, Yağmur Yağıyor,
Üşüdüm Üşüdüm, El El Epenek, Çarşıya Gitme, Üşüdüm Üşüdüm, Gide Gide Uz Gide, Pire
Pire Tabur Tabur, Ay Doğuyor Tepeden/Manili Deyişme, Hom Hom Böceği, Ayağında
Köstek, Azadı Buzadı, Fini Fini Fincan, Bir Ağacı Oyarlar, Küçücük Kuşlar, Gün Gel Gün
Gel, Ay Dede, Ot Getirdim, Ak Baba Leylek, Karga Seni Tutarım, Dağlarda Keklik Dalaşır,
Ördek Ördek Yeşil Ördek, Pisi Pisi Mav Dedi, İbik Guguk İbik Guguk, Çil Horozum
Küllüklerde Eşinir, Sarı Mendil Eldedir, Çıktım Yola Çıktım Top Oynamaya, Yaylalar İçinde
Yaylayamadım, Kara Kuşum Havada, Arabanın Tekeri, Tuna Nehri Akmam Diyor, Kız Belin
İncedir İnce, Çimenli Bahçede Bulgur Eliyor, Yuvarlandı Yumak Oldu, Bico Nerden Geliyon,
Leylekler İçinde Adın Bir Leylek, Çoban Çoban Lay Lay Lay, Evleri Var Çukur, Kalede
Kavun Yerler, Ceddin Deden Rıeslin Baban/Mehter Marşı, Biz Gidelim Sazlara, Oynama
Yorulursun, Al Mendili Mendili, Birini de Yavrum Birini/Ziller, Zeynep Nerden Gelirsin, Şu
Çerkeş’in ne de boldur suları, Ey Sisdağı Sisdağı, Menevşe buldum derede, Başında pırlanta
Süpürgeçdağı, Ey Güzeller Güzeller, Hanım Kız Nere Gidersin, Kız Fadime Duydun Mu,
Gemiciler Kalkalım, İn Dereye Dereye, Gökderenin Çamları, Salina Salına da Gelinim
Girmiş Bahçaya, Dalda da Kuşlar Ötüşür, Arabacı Arabacı, Dondurmam Buz Kaymaklı,
Dımıdan, Sallama.”18
7. Okullar İçin Yeni Şarkılar ve Kahramanlık Türküleri, İstanbul, 1966, Tan
Gazetesi ve Matbaası, 48 s., [Notalı].
Sadi Yaver Ataman’ın çocuklar için derlediği bir diğer kitapta Okullar İçin
Yeni Şarkılar ve Kahramanlık Türküleri adlı kitabıdır. Ataman bu kitabı özellikle
ortaöğrenim öğrencileri için hazırlamıştır. Ataman’ın bestelediği eserler ve derlediği
çeşitli yörelere ait türküler de bu kitapla okuyucuyla buluşmaktadır.
18 A.e., s. 8-9.
10
“Notalar: S. Y. Ataman’ın Besteleri: Benim şanlı bayrağım [Söz: 1. Alaaddin
Gövsa], Vur kılıcı asker Mehmet [Söz: Mehmet Gökalp], Kılıçların gölgesinde [Söz: Mehmet
Gökalp], Deli eser dağımızda [Söz: F. Edip Baksı], Hürriyet ve Cumhuriyet (Söz: H. H.
Saygılı], Koçaklama [Söz: Mehmet Gökalp], İman [Söz: Hamdi Akalın], Atatürk’e [Söz: ?],
Atatürk’e Ağıt [Söz: ?], Akdeniz [Söz: Lütfü Erçin], Karadeniz [Söz: Lütfü Erçin], 23 Nisan
[Söz: İ. Sami Bilici], Bozkurt ,[Söz: Aşık Ali İzzet Özkan], Ünleme [Söz ve Müziği
Uygulayan: S. Y. Ataman], Çağrı [Söz: Orhan Şaik Gökyay], Köroğlu Cengi [Söz: Behçet
KemalÇağlar] Türküler: Mert dayanır namert kaçar/Köroğlu Koçaklaması [Kars/Aşık
Dursun Cevlani’den], Benden selam olsun Bolu Beyine/Köroğlu Yiğitlemesi [Aşık
Mehmet’den], Haykırdı çıktı meşeden/Köroğlu Güzelleme-Yiğitleme [Artvin varyantı/Cevri
Altuntaş’dan], Çamlıbel’e süreyidim yolunu/Köroğlu-Kırat Güzellemesi, Bir gemimiz vardır
aman telli varaklı, İptida Bağdad’a sefer olanda/Genç Osman [Safranbolu varyantı / S. Y.
Ataman’dan], Anama söyleyin damda yatmasın / Şahine Ağıt [Gaziantepli Hasan
Hüseyin’den]”19
8. Başını Vermeyen Şehit Gencosman, İstanbul, 1972, Şua Mecmuası Kültür
Yayınları, 80 s., [Notasız].
Ataman’ın 1972 yılında yayımladığı Başını Vermeyen Şehit Gencosman’da
bir diğer önemli kitabıdır. Bu kitapta Ataman, Genç Osman’ın hayatını, menkıbevi
anlatımlarla ve halk şiiri örnekleri ile işlemektedir.20
9. İki Resimli Roman Birarada Başını Vermeyen Şehit Genç Osman [Yazan:
Sadi Yaver Ataman - Çizen: Hamit Yüksek] Han Buyruğu [Yazan: Mehmet
Taşdiken - Çizen: Hasan Karal], İstanbul, (tarih yok), Otağ Yayınları Resimli
Romanlar Serisi, 108 s., [Notasız].
Edebi metinleri Sadi Yaver Ataman tarafından yazılan Genç Osman’ın hayatı,
Hamit Yüksel’in çizgisi ile resimli roman olarak işlenmiştir.21 Bu kitapta Genç
Osman’ın başından geçen olayları Ataman yazmıştır. Resimli roman, çizgi roman
olarak hazırlanan kitap özellikle çocuk okuyucuların dikkatini çekmiştir.
19 A.e., s. 9-10. 20 A.e., s. 10. 21 A.e., s. 10.
11
10. 100 Türk Halk Oyunu, İstanbul, 1975, Yapı Kredi Bankası Yayınları, Tifdruk
Matbaacılık A. Ş., 160 s., [Notalı].
Sadi Yaver Ataman’ın 100 Türk Halk Oyunu adlı kitabı İstanbul’da basılmış
ve de 1975 yılında yayımlanmıştır. Kitapta, Türk halk oyunlarının bölgelere göre
dağılımı ve tasnifi yapılmış, bölgeler haritası ve oyun türleri hakkında da okuyucuya
açıklamalar yapılmıştır.
12
“100 Türk Halk Oyunu adlı kitapta ayrıca; 100 Türk Halk Oyununun notası yer
almaktadır. Notalar: Baş Bar [Erzurum], İkinci Bar [Erzurum], Hançer Barı [Erzurum],
Köroğlu [Erzurum], Sekme [Erzurum], Sallama [Erzurum], Çift Beyaz Güvercin [Erzurum],
Çimen Çiçek [Erzurum], Kayak [Erzurum], Atın Üstünde Eğer [Erzurum], Deli Kız
[Erzurum], Iğdır Barı [Erzurum], Düz Halay [Sivas], Abdurrahman Halayı [Sivas], Köylü
Halayı [Sivas], Madımak Halayı [Sivas], Çorum Halayı [Çorum], İğdeli Gelin [Çorum],
Dillala [Çorum], Kızık Halayı [Tokat], Ellik Oyunu [Tokat], Alaçam [Tokat], Maro Halayı
[Tokat], Kırat Halayı [Tokat], Gönüller Semahı [Tokat], Kartal Oyunu [Tokat], Çekirge
[Tokat], Burçak Tarlası [Yozgat], Küştahlı [Yozgat], Şirin Nar [Gaziantep], Leylim
[Gaziantep], Mendilli [Gaziantep], Çepikli [Gaziantep], Ağırlama [Kayseri /Pazarören],
Kıyılı [Kayseri], Serçe [Kayseri], Çoban [Kayseri], Çayda Çıra [Elazığ], Halay [Elazığ],
Delilo/Derilo [Elazığ], Güvercin [Elazığ], Tamzara [Elazığ], Meryemi Harkuşta [Bitlis],
Mutki Harkuştası [Bitlis], Ağır Govent [Muş], Aşoki [Muş], Papore [Van], Toycular [Van],
Havasor [Van], Sinanlı [Kemaliye/Eğin], Tırnana [Kemaliye/Eğin], Üç Ayak
[Kemaliye/Eğin], Karaçor [Kemaliye/Eğin], Hayrıye [Kemaliye/Eğin], Çeçen Kızı
[Kemaliye/Eğin], Tamzara [Kemaliye/Eğin], Trabzon Sıksarası [Trabzon], Rize Horonu
[Trabzon], Maçka Horonu [Trabzon], Atabar [Artvin], Düz Horon [Artvin], Dirvana
[Artvin], Uzundere [Artvin], Deli Horon [Artvin], Sarı Çiçek [Artvin], Ankara Zeybeği,
Misket [Ankara], Pamukçu Köyü Bengisi [Balıkesir], Edremit Güvendesi [Balıkesir], İkili
Zeybek [Dursunbey], Dörtlü Zeybek [Dursunbey], Karşılama [Dursunbey], Ağır Tavas
Zeybeği [Denizli], Eski Tavas Zeybeği [Denizli], Satı Zeybeği [Bodrum], Gün Görünmez
Melengicin Dalından [Bodrum], Ayva Dibi [Bodrum], Şah Boylum [Bodrum], Bilal’ım
[Bodrum], Afşar Zeybeği [Burdur/Aziziye Köyü], Kaba Ardıç [Burdur/Aziziye Köyü], Teke
Zortlatması [Burdur/Aziziye Köyü], Kaşıklı Zeybek [Eskişehir], Kaşık Oyunu [Eskişehir],
Sektirme [Konya/Bozkır], Genç Osman [Konya/Bozkır], Sallama [Silifke], Silifke’nin
Yoğurdu [Silifke], Yayla Yolları [Silifke], Keklik [Silifke], Silifke Zeybeği [Silifke], Horo
[Kırklareli], Çevik [Kırklareli], Peşrah [Bolu], Ceng-i Harbî [Bolu], Karşılama [Bolu],
Köroğlu [Bolu], Heyamol/Çardak Oyunu [İnebolu], Eski Mengi [Silifke/Kırtıl Köyü], Keklik
Mengisi [Silifke/Kırtıl Köyü].” 22
22 A.e., s.10-11.
13
Ataman’ın bu kitabında Türkiye haritası üzerinde bölgelerde bulunan, halk
oyunları belirtilmiştir. Yani Ataman, hangi Türk halk oyunu varsa o bölgede onların
isimlerini saymıştır. Oyunları kitabında genel görünüş olarak tek oynanan oyunlar,
ikili (çift) oynanan oyunlar ve toplu oynanan oyunlar olmak üzere üçe ayırmıştır.
Ayrıca kitapta bu oyunların özellikleri hakkında bilgiler de vermiştir. Oyunları
oynayanların resimlerini de konuyu daha da zenginleştirmek için kitabında yer veren
Ataman, halk oyunlarının tanıtımı açısından bir başyapıt hazırlamıştır.
11. Dümbüllü İsmail Efendi, İstanbul, (tarih yok), Türkiye Yapı ve Kredi Bankası
Yayınları, 256+96 s., [Notalı].
Geleneksel tiyatronun önemli temsilcilerinden biri olan Dümbüllü İsmail
Efendi, Ataman’ın yapıtında daha da derinlemesine anlaşılma imkânı bulmuştur.
Dümbüllü İsmail Efendi’nin hayatının anlatıldığı Ataman’ın yayımladığı Dümbüllü
İsmail Efendi adlı kitapta, Tulûat ve Tulûatçılık hakkında bilgiler verilmektedir.
Ayrıca kitapta Usta Orta Oyuncuları, Anılar, Orta Oyunu prototiplerine örnekler
ayrılmakta ve de Orta Oyunu müziklerinin notaları okuyucuyla buluşturulmaktadır.
Kitapta yer alan notalar: “Pencereden gördüm ayı/Kanto, Seni budala şaşkın, (Ah)
Unuttun derd-i hicrânın çeken bîçâreyi/Hicrân Kantosu, Benim sevdiğim bahçenin gülü,
Kayserinin pastırması/Kanto Köylü, Yangın var ah yanıyorum, Başımı saldı ateşe/Çoban
düeti, Ocağıma incir dikti/Kanto, Ey şûh-u cihan/Mahmur bakar, Balatı kapusundan girdim
içeri/Yahudi Kantosu, Balat kapusundan girdim içeri/Yahudi Kantosu, Köse Hacı, Zabahtan
oturdum yaprak sarmaya/Dolma Türküsü, Vardım Haleb’e/Hayal Şarkısı, (Ah) Açtım âşıklar
Defterin/Karagöz Türküsü, (Ah) Sabah oldu tan yerleri atıyor/Hayal Şarkısı, On kere
demedim mi sana sevme dokuz yar/Yalova Safası, On kerre demedim mi sana sevme dokuz
yar/Harput Varyantı, Haydiyin hep köylüler/Arif’in Hilesi.”23
Dümbüllü İsmail Efendi adlı kitabın önsözünde Dümbüllü’nün ölümünden
bir ay önce kendi ağzından anlattıkları bilgilerin elde edildiği, Ataman’ın bu bilgileri
ses kaydına aldığı ve Dümbüllü İsmail Efendi’nin kendi kontrolünden geçirilerek
tespit edildiği Ataman tarafından ifade edilmiştir.
23 A.e., s. 11-12.
14
Kitapta Ataman’ın soruları ve de Dümbüllü’nün cevapları yer almaktadır.
Dümbüllü kendi tecrübelerinden faydalanarak o dönemin tanınmış orta oyuncularını,
tulûatçılarını, kantocularını saymış bu önemli bilgiler de okuyucuyla paylaşılmıştır.
Kitapta özellikle çeşitli resimler kullanılarak, anlatılan konular
desteklenmiştir. Orta oyunu prototiplerinden ve tulûata ait oyun repertuarından
örnekler verilmiş, böylece halk tiyatrosuna yönelik bir kaynak kitap oluşturulmuştur.
Ayrıca Dümbüllü’nün hayatı anlatılırken yakınlarından onunla ilgili çeşitli görüşler
de alınmıştır. Dümbüllü İsmail Efendi kitabında karısı Feriha Dümbüllü, amca oğlu
Burhan Tanık, kırk yıllık sanat arkadaşı Tevfik İnce, son oyun arkadaşı İskender
Gülonar gibi isimler Dümbüllü hakkındaki izlenimlerini paylaşmışlardır.
12. Türk Halk Oyunları: 1/BARLAR, İstanbul, 1977, Sarıaltın Yayınları, 111 s.,
[Notalı].
“Türk Halk Oyunları” serisinin birinci kitabı olarak 1977 yılında bu eser
yayımlanmıştır. Ataman’ın Türk Halk Oyunları: 1/BARLAR adlı bu eseri, Barlar
ve Bar Bölgeleri hakkında geniş bilgiler vermektedir. Konuları anlatırken Ataman,
çeşitli resimlerden de faydalanmış, çizimler ve notaları da kitabına eklemiştir.
“Notalar: Başbar/Sarhoş Barı [Erzurum], Köroğlu Barı [Erzurum], Hançer Barı
[Erzurum], Nari Barı [Erzurum], Çift Beyaz Güvercin [Erzurum], Atın Üstünde Eğer
[Erzurum], Çimene Gel Gül Oğlan [Erzurum], Kavak [Erzurum], Aşşahtan Gelirem
[Erzurum], Deli Kız [Erzurum], Sekme Bar [Bayburt], Veysel Bar [Bayburt], Türkülü Oyun
[Bayburt], Ağır Bar [Ağrı], Ağır Bar [Kars/Iğdır], Oyun Havası [Kars], Oyun Havası
[Kars], Zarinci Ayağı [Kars], Yar Güzel [Kars], Baycan [Kars], Kars, Ay Maralım [Kars],
Ay Gülbeden [Kars], Şeyh Şaâmil [Kars]”24
24 A.e., s. 12.
15
13. Mehmet Sadi Bey, Ankara, 1987, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Kültür
Eserleri Dizisi, 223 s., [Notasız].
“19. asır divan şairi Mehmet Sadi Bey’in hayatı ve güftekarlığı anlatılmakta; şairin
çağdaşı sanatçılardan Ali Bey, Tanburi Cemil Bey, Şevki Bey, Hacı Arif Bey ve Tanburacı
Osman Pehlivan’ın hayatları ve bazı hatıraları da yer almaktadır. Eserde ayrıca; Mehmet
Sadi Bey’in divanı “Gülşen-i Âsâr”ın tam metni de bulunmaktadır.”25
Ataman, 1987 yılında yayımladığı Mehmet Sadi Bey adlı yapıtında
güftekarların tam olarak hakkının verilmediğine işaret etmektedir. Kitapta Sadi
Yaver Ataman’ın akrabası olan ve adını almış olduğu Mehmet Sadi Bey’in hakkında
bilgiler yer almaktadır.
Mehmet Sadi Bey’in biyografisini anlatırken Ataman, aslında kendi ailesi
hakkında da okuyucuya bilgiler vermektedir. Anlatılan kişilerin bazılarının
resimleriyle eser desteklenmiş ve zenginleştirilmiştir. Mehmet Sadi Bey’in yanı sıra
araştırmalar ve tanıdıkların bilgilerinden yararlanılarak Tanburi Cemil Bey, Şevki
Bey gibi isimler hakkında da bilgiler eserde verilmiştir.
14. Atatürk ve Türk Musikisi, Ankara, 1991, Kültür Bakanlığı, Atatürk Dizisi, 144
s., [Notalı].
Türkiye Cumhuriyeti kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk
Musikisi ile ilgili görüşlerinin ve düşüncelerinin değerlendirildiği Atatürk ve Türk
Musikisi adlı eser 1991 yılında Ataman tarafından yayımlanmıştır. Ataman bu eserde
Atatürk’ün “müzik” ve genel olarak “Türk Müziği” hakkındaki görüşlerine yer
vermiştir. Ayrıca Atatürk’ün yakınında bulunmuş müzik adamlarının hatıraları da bu
kitapta yazılmıştır.
25 A.e., s. 12.
16
Sadi Yaver Ataman, Atatürk’ün huzuruna kabul edilişi ve Atatürk ile yaptığı
konuşmaları da eserde aktarmıştır. Kitapta ayrıca, Atatürk’ün ölümünde sonra geçen
zamanda, Türk Müziğinin geçirdiği dönemlerin bir kritiği de yapılmaktadır.
Atatürk’ün sevdiği şarkı ve türkülerden bazılarının notaları da verilmektedir.
“Notalar: Havada bulut yok bu ne dumandır, Şahane gözler şahane/ Rumeli, Ey
benim mestane gözlüm/Rumeli, Misket/Ankara, Mızıka çalındı düğün mü sandın, Kahpe felek
kinin mi var alacak/Rumeli, Keten gömlek giyer evlat aman teninden nazik/ Rumeli, Şu
dalmadan geçtin mi/Aydın, Çanakkale içinde aynalı çarşı/Kastamonu, İki dilber söyleşirler
/Rumeli, Zeybek Havası, Harmandalı Zeybeği, Ah ne semtden canım bu geliş/Kemani Rıza
Efendi, Pek revadır sevdiğim ettiklerin/Ahmet Rasim Bey, Bade-i vuslat içilsin kase-i
fağfurdan/Tanburi Faize Hanım, (Ah) Kerem eyle mestane kıl bir nigah/Medeni Aziz Efendi,
ana rakibi handan edersin/Giriftzen Asım Bey, Gönlüm üzgün naz-ü istigna ile ey şivekar.”26
Ayrıca Atatürk’ün huzurunda saz çalma şerefine eren Ataman, bu deneyimini
de kitabında okuyucuya aktarmıştır. Atatürk’le ve Atatürk’ün diğer insanlarla
diyaloglarını ve o dönemin müzik şartlarını da anlatan Ataman, bu kitapla aslında
Türk musikisinin nerden nereye geldiğine de ışık tutmuştur.
15. Eski Türk Düğünleri ve Evlenme Rit’leri, Ankara, 1992, Kültür Bakanlığı,
Kültür Eserleri Dizisi, 151 s., [Notalı].
Sadi Yaver Ataman’ın Eski Türk Düğünleri adlı kitabı 1992 yılında
yayımlanmıştır. Eski Türk düğünlerinin anlatıldığı bu kitap dönem özelliklerini de
yansıtmaktadır. Ataman’ın memleketi olan Safranbolu ve civar yörelerin düğünler
ve bu düğünlerin özellikleri işlenmiştir.
26 A.e., s. 12-13.
17
“Notalar: Yıkın şunların evini /Dünürcüler Havası, Mavili mavili eleni/Kız Satma
Havası [Bartın], Goc’adam Türküsü [Safranbolu], Gınası yoğrulur tasta [Afyonkarahisar],
Salına salına girmiş bahçaya, Kabem [Safranbolu], Helosa [Safranbolu], Kızardı kayalar al
geydi dağlar/Gelin Ağlatma Havası [Eğin], Uzağa kız verme anam kaybolur gider/Gelin
Ağlatma Havası [Ünye], Abuca hayın [Safranbolu], Aras dağına gelinim [Sarız], Arayı
arayı geldük/Gelin Alma Havası [Uşak], Gelin Alma (Göçürme) Havası [Safranbolu], Eşimi
dostumu/Gelin Ağzından Veda Türküsü [Safranbolu], İçeri girsem de evim değil/Gelin Yası
[Safranbolu], Beni kınamayın eller/İki Evlilik Türküsü [Kayseri], Güveyinin atı nallı/Güveyi
Koltuk Türküsü [Safranbolu], Seymen Irgalama ve Yürüyüşle Geçiş Havası [Safranbolu],
Açkapı Oyun Havası [Safranbolu], Züriyemin güğümleri kalaylı/”Mızmız” Kadın Oyun
Havası [Safranbolu], Gidiyom elinizden/Kadın Oyun Havası [Safranbolu], Seymen Havası
[Safranbolu].” 27
Eski Türk Düğünleri kitabında Ataman eski düğünlerde bulunan âdetler ve
bu âdetlerin nasıl uygulandıklarını da anlatmaktadır. Kitapta seymenlik ve seymen
oyunlarıyla ilgili bilgiler de yer almaktadır.
16. Türk Halk Musikisi ve Bağlama Metodu, İstanbul, (tarih yok), Akın Erkul-
Ataman Elektroteknik Yayınevi, 42 s., [Notalı].
Sadi Yaver Ataman, Türk Halk Musikisi ve Bağlama Metodu adlı eserinde
bağlama, bağlamacılık ve bağlama düzenleri hakkında teknik bilgiler vermiştir.
Ayrıca bağlama düzenleriyle ilgili çizimler de bu kitapta yer almaktadır.
27 A.e., s. 13.
18
Notalar: “Bir ağacı oyarlar/Bilmece, Küçücük kuşlar/Bilmece, Demirciler demiri
neyle döğerler, Cövüzün etekleri/Keçeci, Güvercin uçuverdi, Çimenli bahçede bulgur eliyor,
Kız belin incedir ince, Evlerinin önü ayaş üzüm asması, Derede öten nedir/Bilmece,
İstanbul’da Uzun çarşı/Heyamol, Menevşe buldum derede, Ey Sisdağı Sisdağı, Sarıkız’ın
ayağında yemeni, Kediyi vurdum taşınan, Yükü yükledim kediye, Benim tavuğum ağıdı
balam, Kız Fadime duydun mi, Arabamın atları, Al mendili eline, Devem gelir daşlıkdan, İn
dereye dereye, Çaya indim çağlarım, Bu yoldur pınarın yolu, Haydi de gidelim Zeynep,
Goc’öküzün dizindedir dermanı, Zeybek Havası, Hürünü yavrum hürünü.” 28
17. Türk İstanbul, (haz.: Süleyman Şenel), İstanbul, 1997, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, s. 512., [Notalı].
Yahya Kemal’in “Türk İstanbul” konferansıyla (1942) aynı adı taşıyan eser,
İstanbul halkının folklor unsurlarının anlatıldığı bir başyapıttır. Sadi Yaver
Ataman’ın bu kitabı ‘Türk kültür hayatına hizmet eden Evliya Çelebi, İgnacz Kunoş,
Ahmet Vefik Paşa, Şinasi… gibi önemli folklor babalarının eserlerinin devamı
olarak’ nitelenmiştir.29
Sadi Yaver Ataman, Türk İstanbul kitabını anlattığı konulara uygun
resimlerle süslemiştir. Ayrıca İstanbul ve çevresiyle ilgili Ataman’ın verdiği folklor
bilgileri, İstanbul dışındaki folklor bilgileriyle birlikte verilmiş böylece okuyucuya
karşılaştırma imkânı sunulmuştur.
Ataman’ın yıllar boyu süren tecrübeleri, bilgi birikimi sonucunda meydana
getirilen, okuyucuyla konuşuyormuşçasına yazılan bu kitap, İstanbul ve genel olarak
folklor için önemli bir eserdir.
Notalar: Arabacı Arabacı, Bir Elinde Bağlama (Doktor Civanım), Daracık
Sokakları, Evlerinin Önü Nane De Maydonoz, Fındıklı Bizim Yolumuz, Oğlan Adın
Abdurahman, Oturmuş Nâzile De Yengem, Kara Kaşlı Penbe Geldi Kerize,
Külhanbeyi Kantosu, Ocağıma İncir Dikti, Seni Candan Severim.
28 A.e., s. 14. 29 Sadi Yaver Ataman, Türk İstanbul, (haz.: Süleyman Şenel), İstanbul, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, 1997, s. 13.
19
18. Eski Safranbolu Hayatı, (Genişleterek Yayına Haz.: Süleyman Şenel), 1. bs.,
İstanbul, 1994, Canyiğit Grafik, s. 390., [Notalı].
Safranbolulu olan Sadi Yaver Ataman, Eski Safranbolu Hayatı eseriyle hem
kendi memleketini tanıtmış hem de bu şehre ait folklor unsurlarını kayıt altına almış
olmuştur.
“Genel olarak, Safranbolu’nun 20. yüzyıl kasaba ve köy yaşantısına ait çok çeşitli
bilgileri; 19. yüzyıldan 20. yüzyıla taşınmış kimi anlatım ve hâtıraları; bizzat bölge
insanlarından derlenmiş çok sayıda folklorik, etnografik ve sosyolojik ürünleri; yazarın
kendi hayatına ait hâtıra ve gözlemleri ve ayrıca yazılı ya da matbû belgelerle ve yoruma
dayalı karşılaştırmalı bilgilerle desteklenmiş olan çok çeşitli konuları içeren bu eser; eski
Safranbolu hayatının yeterince açığa çıkmamış çok farklı bir yüzünü birinci elden anlatıyor
olması bakımından büyük önem taşımaktadır.” 30
Birbirinden çeşitli resimlerle süslenmiş, Ataman’ın samimi ve yalın diliyle
yazılan eser Safranbolu için değerli bir üründür.
Notalı: Ceng-i Harbi, Karakucak ve Yörük Seymenlerinin Irgalanma Havası,
Ceng-i Harbi Seymen Yörüyüş Havalarından, Seymen Irgalama Havası, Ceng-i
Harbi, Albayrak, Ağırca, Ağırca.
30 Ataman, Eski Safranbolu Hayatı, s. 17.
20
1. Halk Edebiyatı ve Halk Tiyatrosu
1. 1. Halk Edebiyatı
1. 1. 1. Destanlar
Destanlar, toplumların tarihini aydınlatan aynı zamanda tarihlerine yön veren,
ulusları derinden etkileyen olayların ve konuların işlendiği, fikri açıdan büyük değer
taşıyan ürünlerdir. Destan kelimesinin anlamı şu şekilde açıklanmaktadır:
“Destanlar, milletlerin din, fazîlet ve millî kahramanlık mâcerâlarının manzum
hikâyeleridir.”31 Bu tür ürünler epik destanlardır. Bu yaratımlarda milletlerin
bağımsızlık mücadeleleri, savaşları gibi epik konular işlenmektedir.
Başka bir tanıma göre de “Cemiyet hayatında meydana gelen büyük olaylar
üzerine hece vezniyle ve koşma tarzında düzülen, belli bir ezgiyle çalınıp söylenen uzun
manzumelere destan denir.” 32
İslamiyet sonrası destan kelimesi çeşitli edebi verilere isim olmuştur. Epik
destanlar ile sosyal konuları işleyen hece vezniyle, halk şiirine ait özellikleri içinde
barındıran âşık tarzı destanlar birbirlerinden farklı ürünlerdir. Ataman’ın eserlerinde
bulunan destan örnekleri bu ikinci tanıma uygun olan yaratımlardır.
Erguvan kokularıyla bezenmiş, Osmanlı İmparatorluğu’nun göz bebeği olan
nadide kent İstanbul, tarihe mal olmuş diğer şehirler gibi büyük olaylar atlatmıştır.
İstanbul’u İstanbul yapan, değiştiren öğelerin başında şiddetli kışlar, büyük
yangınlar, depremler ve fırtınalar gelir. Bu büyük felaketler çeşitli destanlara konu
olmuştur.
31 Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 2001, s. 1. 32 Süleyman Şenel, “Aşık Edebiyatı ve Musikide Destan”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.IX, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı, 2003, s. 209.
21
İstanbul’un kaderinde yer alan önemli olaylardan biri olan depremler
esnasında önemli hasarlar meydana gelmiştir. Ayasofya’nın kubbesi çökmüş,
İmparatoriçe Teodora’nın heykeli yıkılmış, Süleymaniye ve Nur-u Osmaniye... gibi
camiler zarar görmüştür.33
1894’te meydana gelen depremde binlerce insan hayatın kaybetmiş, İstanbul
halkı can korkusundan kırlarda, meydanlarda yatmıştır. İnsanları derinden etkileyen
bu olay üzerine bazı eserler verilmiştir. Buna örnek olarak Ataman Türk İstanbul
kitabında, Mehmet Halit Bayrı’nın İstanbul Folkloru eserinden aldığı Kanlıcalı
Hüseyin Poyraz adında bir tulumbacı reisine ait olduğunu belirttiği 1894 depremini
anlatan destan verilebilir.
Dinleyin vasfidem halim sizlere
Bakın neler geldi başıma ihvan
Vukuunu göstermesin bizlere
Bu cümle alemi yoktan yaradan
...
Bir salı sabahı borular urdu
Cümle talebeler sıraya durdu
Zulmet indi her tarafi bürüdü
Kaza vukuunda delil asuman
...
Elimde kitabım okur iken ah
Hareket oluyor dediler eyvah
İhvan bağrışarak derlerdi Allah
Bize imdad itsün ol Ulu Sübhan
33 Ataman, Türk İstanbul, s. 106.
22
Aman Allah dedim nedir bu halet
Çıkarken kapıdan çünkü selamet
Yıkıldı başıma baca nihayet
Etti beni o dem Hak ile yeksan
...
Yirmi sekiz haziranda ihvanım
Kara toprak oldu işte mekanım
Okuyanlar benim garip destanım
Etsinler ruhuma fatiha ihsan 34
İstanbul’un peşini bırakmayan deprem felaketinin yanında büyük yangılar da
bu nadide kentin semtlerinin harap olmasına neden olmuştur. 1591’den
Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar İstanbul’da 500’den fazla yangın meydana geldiği
kaydedilmiştir.35
Nerdeyse bütün İstanbul’u etkileyen bu yangınlar esnasında meydana gelen
maddi zararlar çok fazladır. Ayrıca yangınlar yüzünden pek çok insan da hayatını
yitirmiştir. İstanbul’u yakan bu ateşlerin gönüllere de aksi olmuştur. Bu ürünlerden
biri olan, Ataman’ın Türk İstanbul eserinde yer verdiği Mehmet Halit Bayrı’nın
İstanbul Folkloru kitabından aldığı destan örneği de şöyledir:
Feleğin zulmünden kılam şikayet
Dinlesün ehl-i dil cümle ehibba
Büyük felaketi idem hikayet
Od ocak söndürdü bi aman kaza
34 Mehmet Halit Bayrı, İstanbul Folkloru, 2. bs., İstanbul, A. Eser Yayınları, 1972, s. 31. 35 Ataman, Türk İstanbul, s. 108.
23
Semt-i viranımız idi Beşiktaş
Anam doğuraydı bizi kaşki taş
Görüp işitenler döktü kanlı yaş
Olmamıştı böyle afet evvela
...
Bir yangın afeti sardı her yanı
Her yeri bürüdü siyah dumanı
Etrafa savrulan ateş tufanı
Bir demde eyledi her şeyi ifna
...
Göklere dikildi alevden direk
Kopan feryatlardan yandı her yürek
Aman Allahım sen yetiş diyerek
Dağları inletti acıklı seda
Alevler içinde kaldık onüç can
Kalpleri sızlattı feryad ü figan
Yarab ne saatti bu saat bu an
Kar etmeyüp oldu emekler heba
...
Yandı gülşen uçtu bülbülüm benim
Küle döndü gülüm sümbülüm benim
Eyvah kim hallolmaz müşkülüm benim
Lokmanlar derdime bulamaz deva
24
Kesilmiş dünyadan dane-i kısmet
Bin üçyüz on beşte eyledik rıhlet
Herkes ahvalimiz guş etti elbet
Böyle dilden dile destana düştük36
Çilekeş bir ana edasıyla İstanbul, başına gelen her türlü doğa olayını
atlatmayı, yitirdiklerine rağmen ayakta kalmayı başarmıştır. İstanbul’u âdeta anka
kuşu gibi bitiren, daha sonra küllerinden yeniden doğmasına sebep olan bu felaketler
zinciri sadece can ve mal kaybına neden olmamıştır. İstanbul’un toplum hayatı, sanat
ve kültür hayatı da bu doğa olaylarından etkilenmiştir.
İstanbul’da yaygın olarak görülen yangınlar sonucunda tulumbacılar zümresi
ortaya çıkmıştır. Tulumbacılar birbirleriyle rekabet halinde olduklarından bazı
semtlerdeki tulumbacılar şöhret kazanmıştır. Sabri mahlaslı bir ozana ait olan
destanda, İstanbul’un bazı semt adları geçmekte, özellikle tulumbası bulunan yerler
gösterilmektedir. Ataman’ın Türk İstanbul kitabında yer verdiği, Mehmet Halit
Bayrı’nın İstanbul Folkloru eserinden alınan bu destan şöyledir:
Nev-icad bir destan eyledim tahrir
Okuyup mealin anlayın rana
Her semtin sandığı olundu tasvir
Makbule geçerse bu da ne ala
Galatasaray dilde destandır
Beyoğlu Zaptiye adıyla şandır
Bunu tasdik eden halk-ı cihandır
Şan verdi cihana bu ism-i bala
36 A.e., s. 108-109.
25
Hendek’le Cihangir bir de Topçular
Bunlar da en iyi tulumbacılar
Firüzağalılar oldu namidar
Uçan kuşa eder hüküm Voyvoda
Mabeyn kılavuzu Çeşme meydanı
Düşürür hayrete gören insanı
Bebek’in sandığı kazandı şanı
Hürmetle yadolur dilde Tatavla
Edirnekapılılar takdire layık
Çırçırlılara da oldu pek yazık
Evvelce olmuştu hepsine faik
Şimendifer diye atardı nara
Altıncı daire oldu pek meşhur
Beyoğlu’dur semt-i civarı mamur
Korkmadan dünyaya hep meydan okur
Cihana velvele salmakta hala
Zindanarkalılar şanlıdır şanlı
Hepsi de aslandır koç delikanlı
Bahriye prangalı garip zindanlı
Diyip de narayı atar biperva
Şan verdi cihane yaman Sünbüllü
Aksaray semtinin odur bülbülü
Meydan-ı hünerin işte bir gülü
Sultan Selim diye oldu hüveyda
26
Keçeciler bir de Şehremini
Sarstılar çok zaman bunlar zemini
Gösterip aleme tarz-ı nevini
Badehu tuttular küşe-i hafa
Sultanhamamlılar ne idi evvel
Koğar geçitlerde sanursun ki yel
Hulasa herşeyi güzeldi güzel
Yazık ki mahvoldu o nam-ı ala
Vefameydanlılar aldılar meydan
Küçükpazarlılar olundu i’lan
Cibalikapılılar sanki küheylan
Üçüncü daireye bulunmaz baha
Heves ile yazdım etmeden tahkik
Elbette erbabı ederler tetkik
Yazdığım aslına olunmaz tatbik
Çünkü tulumbacı değil Sabriya37
Ataman’ın Eski Safranbolu Hayatı adlı eserinde Yazıköylü Âşık
Pekmez’den alınan, Âşık Hüseyin’e ait bir yemek destanı bulunmaktadır. Destanda
İstanbul şehrinin adı geçmektedir. İstanbul adının yer aldığı dörtlük kısmı şöyledir:
Bir zaman cihanda sağ olur isem
İstanbul içinde mukim olur isem
Bu yemekleri her gün bulur isem
İsterse altı ay Ramazan olsun38
37 Bayrı, İstanbul Folkloru, s. 36-37. 38 Ataman, Eski Safranbolu Hayatı, s. 110-111.
27
Ataman, eserlerinde destan türünü derinlemesine incelemek yerine
destanların ortaya çıkışında rol oynayan önemli olayları ve bu olaylar sonucunda
vücuda getirilen destanları vermeyi tercih etmiştir. Bu ürünlerle de İstanbul arasında
çeşitli ilişkiler kurmuştur.
28
1. 1. 2. Efsaneler
Mânilerin, efsanelerin, masalların baş şehri olan yedi tepeli İstanbul, Bizans
İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu gibi tarihe iz bırakan önemli
imparatorlukların da başkenti olmuştur. Şiirlere, şarkılara, kitaplara ilham kaynağı
olan bu erguvani şehir, uğruna kan dökecek kadar çok sevilmiştir. İnsanların hayal
güçlerinin limitlerini zorlayan, yeni şeyler keşfetmelerini sağlayan bu şehrin
kuruluşuyla ilgili çeşitli efsaneler bulunmaktadır.
Efsane kelimesi pek çok yazılı kaynakta açıklanmıştır. Prof. Dr. Saim
Sakaoğlu çeşitli tanımlardan yola çıkarak efsanelerin özelliklerinin belirtmiştir.
Sakaoğlu efsanelerin şahıs, yer ve hadiseler hakkında anlatıldıklarını, inandırıcılık
vasfı taşıdıklarını, genelde kişilerin ve olayların olağanüstü olduklarını, bu türün kısa
ve anlaşılır bir dile sahip olduğunu söylemiştir.39
Ataman, Türk İstanbul adlı eserinde İstanbul ile ilgili efsanelere yer
vermiştir. Bu efsaneler şu iki başlıkta incelenebilmektedir:
1. İstanbul’un Kuruluşuyla İlgili Efsaneler
2. Osmanlı Sultanıyla İlgili Efsaneler
1.1. 2. 1. İstanbul’un Kuruluşuyla İlgili Efsaneler
Ataman’ın eserinde Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nden aldığını belirttiği
İstanbul’un kuruluşuna dair efsaneler bulunmaktadır.
Bunlardan birine göre: Hz. Süleyman ele geçirdiği Terendüz Adası’nın
hükümdarının kızı Alina’ya âşık olur. Onu mutlu etmek için elinden gelen her şeyi
yapmasına rağmen kızın gözyaşları bir türlü kurumaz. Kız gözyaşlarının dinebilmesi
için Hz. Süleyman’dan dünyada eşi benzeri olmayan bir yerde saray yaptırmasını
ister. 39 Prof. Dr. Saim Sakaoğlu, Efsane Araştırmaları, Konya, Selçuk Üniversitesi Yayınları, 1992, s. 10.
29
O da bunun üzerine yedi tepeden birinin üzerine dünyanın en güzel sarayını
yaptırır. İşte bu saray İstanbul şehrinin bugün Sarayburnu olarak anılan yerinde
yapılmıştır.40
Asya ve Avrupa kıtalarını birbirine bağlayan, hem doğulu hem batılı olan
İstanbul şehrinin kuruluşuyla ilgili efsaneler yaratılmış olması çok doğaldır. Çünkü
İstanbul can alıcı güzelliği, baştan çıkarıcı özellikleriyle insanlarda ‘doğaüstülüğü’
çağrıştırmış bir kenttir. Olağanüstülüklerle bezeli bu yerin kuruluşu da kendisine
yakışır ilginç efsaneleri içinde barındırmıştır.
Ataman’ın kitabında yer alan İstanbul’un kuruluşuyla ilgili efsanelerden
diğeri ise şöyledir:
“Akdeniz’de, Ege ve Yunanistan kıyılarında yaşayan Megaralılar, yeni kentler
kurmak için yer seçmek sevdasına düşmüşler, kahinlerinin, denizler ötesinde Körler Ülkesi
diye adlandırdıkları yeri bulmak için Korent denilen kentlerinden denize açılmışlar, günlerce
yol aldıktan sonra, bugün Marmara dediğimiz küçük denize girmişler, şimdiki Topkapı
Sarayı’nın kıyısına demir atmışlardı. Megaralılar, gördükleri manzaranın güzelliği
karşısında büyülenmişlerdi. Karşı kıyıda [bugünkü Kadıköy] küçük bir kentin bulunduğunu
gördüler. Bunca güzellik içinde, böyle kenar bir yeri seçen insanlar gerçekten kör
olmalıydılar, diye düşündüler ve kendi kentlerini küçük tepelerden birinin üzerine kurdular.
Adına da krallarının adı olan Vizgos dediler” 41
Efsaneler halkın düşüncelerinin akisleridir. Ataman’ın Türk İstanbul adlı
eserinde yer alan efsanelerden de anlaşıldığına göre, yedi tepeye bir gelin gibi
narince yayılmış olan İstanbul, efsanelere konu olacak kadar değerli bir şehirdir.
40 Ataman, Türk İstanbul, s. 23. 41 A.e., s. 23-24
30
1. 1. 2. 2. Osmanlı Sultanıyla İlgili Efsaneler
İnsanlar kendilerinden dini açıdan üstün tuttukları, kerametlerine inandıkları
kişilerle ilgili efsaneler yaratmışlardır.
Ataman kitabında II. Beyazıt’a ait efsanelere yer vermiştir. Bunlardan biri
şöyledir: Beyazıt Cami yapılırken mimarı Hayreddin II. Beyazıt’a (1447-1506)
mihrabı nasıl koyması gerektiğini sorar, padişah bunun üzerine ayağını gösterir,
mimar padişahın ayağına baktığı yerde Kâbe’yi görünce ayaklarına kapanır ve
Kâbe’ye göre caminin mihrabını yerleştirir.42
Ataman, II. Beyazıt’ın vefatından yedi sene önceye kadar et yemediği, canı
çok paça istediği bir gün nefsinin ağzından iki gözü kör acayip bir yaratık olarak
çıkıp paça yediği, II. Beyazıt’ın emriyle adamlarının bu yaratığı öldürdüğü ve
yaratığın cenaze namazının kılındığıyla ilgili efsaneye de kitabında yer vermiştir.43
42 A.e., s. 103. 43 A.e., s. 103-104.
31
1. 1. 3. Halk Hikâyeleri
Saz ezgi eşliğinde söylenen, genelde nazım nesir karışık meydana getirilen
halk hikâyeleri, toplumun düşüncelerinin ve duygularının yansımasıdır. Ataman’ın
Türk İstanbul eserinde Beyböyrek hikâyesinin İstanbul varyantı yer almaktadır.
Ataman, Dede Korkut’un âşıkların piri sayıldığını, Oğuz Türkleri açısından
önemli bir kişi olduğunu belirtmiştir. Hatta Ataman, Dede Korkut’un Oğuzların
düşmanlarıyla savaşlarını anlattığından da bahsetmiştir.44 Dede Korkut’ta sadece
savaşlar değil, evlenilecek kadının özellikleri, aile ilişkileri, büyüğe, kadına ve
çocuğa duyulan saygı gibi konular da işlenmiştir.
Beyböyrek hikâyesinin İstanbul versiyonunu eserinde veren Ataman,
buradaki kahramanların isimlerinin Oğuz İli hükümdarı Şah oğlu şehzade, Bengiboz,
Akkavak, Şems-i Banu… olarak saymıştır.45
Ataman’ın eserinde yer alan Beyböyrek hikayesinde çocuğu olmayan bir
padişahın pir elinden elma almasıyla erkek çocuğa kavuşması, Beyböyrek adı verilen
çocuğun büyüdüğünde yaşlı bir kadının bedduası yüzünden Akkavak kızına âşık
olması, başından türlü maceralar geçen Beyböyrek’in zindana düşmesi, tekfur kızının
aşkı sayesinde zindandan kurtulması, Oğuz İli’ne dönmesi anlatılmaktadır.46
Nesilden nesile sözlü yolla aktarılan halk hikâyelerinin varyantlarında
farklılıkların görülmesi, oluşturulduğu bölgenin özelliklerini taşıması doğaldır.
44 Ae., s. 33. 45 Ae., s. 34. 46 Ae., s. 34-40.
32
Halk ağzında ve Ankara çeşitlemesinde Bengiboz diye geçen Beyböyrek’in
atının adının, İstanbul çeşitlemesinde Benliboz diye geçtiğini Ataman özellikle
vurgulamıştır.47
47 Ae., s. 40.
33
1. 1. 4. Türküler
Türkü, bir milletin ruhunu, duygularını, isteklerini en iyi şekilde yansıtan halk
edebiyatı türlerinden biridir. Anadolu ezgilerinde, yaşanmışlıklar türkü ile hayat
bulur. Geçmiş ve geleceğin köprüsü olan türküler, kelime anlamı olarak bakıldığında
şu biçimde tanımlanmaktadır.
“Türkü, Anadolu’nun sözlü geleneğinde bir ezgi ile söylenen halk şiirlerine verilen
ad.”48 Bu tanımdan da anlaşıldığı gibi ezgi ile söylenmesi ve halk şiirine ait
özelliklerin olması türkünün vazgeçilmez öğeleridir. Tarihsel gelişim sürecine
bakıldığında ise türkülerin ilk nerede ve ne zaman doğduğunu söylemek zordur.
“Bir türkünün içinde bir memleket veya o memlekete ait bir yerin isminin bulunması,
o türkünün oradan çıktığını doğrulamaz. Çünkü türkülerin içindeki isimler, teşbihler,
gezdikleri, uğradıkları yerlere göre de değişmektedir.”49
Bu da türkülerin nerede ve nasıl bir süreçte ortaya çıktığı ile ilgili kesin
bilgilere erişilmesini engellemektedir.
Türkü zamanla yayıldıkları yerlerin duygularını bünyelerine alır. Böylece
türkü, dolaştığı diyarlar sayesinde değişir, gelişir ve halkın malı haline gelir. Millî
kültürün izlerini yoğun şekilde taşıyan türküler, bir kişinin değil bir toplumun
yüreğinin yansımasıdır. Bunlardan ötürü türkülerin yaratıcılarını tespit etmek çok
zordur. Türkülerde insanlığa ait konular, acılar, sevinçler, aşklar vb. işlenir.
48 Türk Ansiklopedisi, “Türkü”, C.XXXII, Ankara, Milli Eğitim Basımevi, 1983, s. 461. 49 Dr. Ali Yakıcı, Halk Şiirinde Türkü Tanım Tasnif İnceleme Metin, 1. bs., Ankara, Akçağ Yayınları, 2007, s. 52.
34
“Türküler genel olarak bir olay üzerine doğarlar. Bu olay hakiki bir vaka
olabileceği gibi sılaya kavuşma isteği gibi basit bir arzu da olabilir.”50
Bundan da anlaşıldığı gibi insana ait, insanı yansıtan her türlü olay türkünün
konusu olabilir.
Türkülerin yaratımında yaşanılan, özlenilen şehirlerin de etkisi
yadsınamayacak kadar çoktur. İşte bu şehirlerden biri de İstanbul’dur. İstanbul
coğrafi güzellikleriyle, tarihi dokusuyla insanları etkilemiş ve uğruna türküler
yakılmasına sebep olmuştur. İstanbul’da İstanbul türkülerinin yanı sıra Anadolu
türküleri de çok benimsenmiştir.
“İstanbula her yerden gelen aşıklar (saz şairi ve yerli musikiciler) getirdikleri
türküleri ve diğer folklor mahsullerini, hatta kendi deyişlerini, faaliyetlerine sahne olan han,
kervansaray, semai kahveleri, mesire yerleri ve asker ocaklarından yaymışlardır.”51
Saz şairlerinin, göçlerin, ticaretin etkisiyle zamanla İstanbul’a ait türküler
Rumeli’de ve Anadolu’da, Anadolu ve Rumeli türküleri ise İstanbul’da yayılma
imkânı bulmuştur. Kültürlerin mozaiği olan İstanbul kentiyle ilgili türküler, Sadi
Yaver Ataman eserlerinde geniş yer tutmaktadır. Ataman, iyi bir Türkolog olmanın
yanı sıra aynı zamanda iyi bir müzikologdur. Ataman’ın yapıtlarında geçen
bilgilerden faydalanarak İstanbul türkülerini şu bölümler altında toplamak
mümkündür:
50 Cahit Öztelli (haz.), Halk Türküleri, İstanbul, Varlık Yayınevi, Şubat 1953, s. 4-5. 51 Sadi Yaver Ataman, “İstanbul Halk Türküleri”, TFAD, nr.: 46, Mayıs 1953, s. 730.
35
1. İstanbul türküleri
2. İstanbul’a gelerek yerleşmiş türküler
3. İstanbul’un meşhur semt ve yerlerinin geçtiği İstanbul türküleri
4. İstanbul ile ilgili gurbet ve sıla türküleri
5. Muayyen bir zümre ve iş hayatına ait türküler
6. İstanbul şehrinin isminin geçtiği türküler
7. İstanbul hasreti ve tahassüsü ile yakılmış türküler
1. 1. 4. 1. İstanbul Türküleri
İstanbul Türküleri deyince Türkolog Ataman özellikle ‘Kâtip, Telgrafın
Telleri, Oğlan Kolunu da Sallama, Oğlan Oğlan Kalk Gidelim, Akşam Oldu
Yakamadım Gazımı’ gibi halk diline yerleşmiş ve de sevilmiş türküleri ‘İstanbul
Halk Türküleri’ makalesinde tasnif etmiştir. Ataman, diğer eserlerinde ise türkülerin
hikâyelerini ve halkta uyandırdıkları çağrışımları da açıklayarak ifade etmeye
çalışmıştır.
Dillere yerleşen ve herkes tarafından sevilen Kâtip türküsünün hikâyesi ise
çarpıcıdır. Ataman eserlerinde bu hikâyeden de bahsetmeyi ihmal etmemiştir.
Anlatılana göre, bu türkü Kırım Savaşı sıralarında ortaya çıkmıştır. Abdülmecit,
Kırım Savaşı başladığında İstanbul’da bütün sivil memurlara setre pantolonu zorunlu
tutmuş; şalvarı, cübbeyi yeni atan memurların dar pantolon giymeleri halk tarafından
alay konusu olmuştur. İşte bu türkü aslında genç bir kâtibi övmek amacıyla değil,
pantolon giyen kâtiplerin durumlarını inceden inceye alaya almak için yazılmıştır.
Hatta türkünün müziği de İstanbul’a gelen İskoç alayına ait bir marştır.52
52 Koçu, “İstanbul” Konuşmaları, s. 29-31.
36
Kâtip
(İstanbul) Samiye Güler ve Safiye Anlıdan alınmıştır, 1950.
Üsküdara gideriken aldı da bir yağmur
Katibimin setresi uzun eteği çamur
Katip uykudan uyanmış gözleri mahmur
Katip benim ben katibin el ne karışır
Katibime kolalı da gömlek ne güzel yakışır
Üsküdara gideriken bir mendil buldum
Mendilin içine lokum doldurdum
Katibimi arariken yanımda buldum
Katip benim ben katibin el ne karışır aman aman
Katibime setre de pantol ne güzel yakışır53
Ataman’ın Toprak Kokan Memleket Havaları eserinde ‘İstanbul Türküleri’
olarak dâhil ettiği Kâtip türküsü, gerçektende nesilden nesile geçerek günümüze
kadar gelen ve hâlâ popülerliğini koruyan ve insanlar tarafından sevilen bir türkü
özelliğini de sürdürmüştür. Ataman’ın İstanbul türküsü olarak tasnif ettiği bir diğer
türkü de Telgrafın Tellerine’dir.
53 Sadi Yaver Ataman, Toprak Kokan-Memleket Havaları, İstanbul, Şaka Matbaası, 1951, s. 86.
37
Telgrafın Tellerine
(İstanbul). Samiye Gülerden alınmıştır, 1950.
Telgrafın tellerine kuşlar mı konar
Herkes sevdiğine de yavrum böyle mi yanar
Gel yanıma yanıma da yanı yanı başıma
Şu gençlikde neler geldi garip başıma
Telgrafın tellerini arşınlamalı
Yar üstüne yar seveni kurşunlamalı
Gel yanıma yanıma da yanı yanı başıma
Şu gençlikte... (Nakarat)
Telgrafın direkleri semaya bakar
Senin o ahu bakışın çok canlar yakar.
Gel yanıma yanıma da yanı yanı başıma
Şu gençlikte... (Nakarat)54
Nakarat kullanılarak pekiştirilen ve anlaşılır kelimeleriyle dillere kolayca
yerleşen Telgrafın Tellerine, İstanbul türküsü olmasına rağmen Anadolu varyantları
meydana getirilecek kadar halk tarafından benimsenmiştir. ‘Yar üstüne yar seveni
kurşunlamalı’ dizesiyle o dönemin soysal hayatının hala günümüzde de devam ettiği
anlaşılmaktadır.
Telgrafın Tellerine türküsü kadar çok bilinmemesine rağmen Ataman
tarafından Toprak Kokan-Memleket Havaları eserinde İstanbul Türküsü olarak
adlandırılan bir başka türkü de ‘Oğlan Türküsü’ dür.
54 A.e., s. 87.
38
Oğlan Türküsü
(İstanbul) (Safranbolu varyantı) Mehmet Tezer’den alınmıştır, 1939.
Oğlan da golunu da sallama (Tekrar)
Nafile benim için ağleme of aman aman aman
Beybubam beni sana vermiyor (Tekrar)
Nafile mektüp yollama of aman aman aman
Hanımım da gollarımı sallarım (Tekrar)
Her gece senin içün ağlarım aman aman aman
Beybuban seni bana vermezse (Tekrar)
Yeminettim yollarını gollarım aman aman aman
Bu bir ince sözdür inceden ince (Tekrar)
Bülbül feryadeder gülü görünce aman aman aman
Can bedenden ayırsalar kar etmez (Tekrar)
İki gönül bir araya gelince aman aman aman55
Yerel ağızlara ait kelimelerle oluşturulmuş bir türküdür. Oğlan Türküsü’nde
kadınla erkeğin birbirleriyle atışmaları en saf şekliyle yer almıştır. Ayrıca divan
şiirinde de sıklıkla kullanılan gül bülbül mefhumu da bu folklor ürününde karşımıza
çıkmaktadır.
Ataman tarafından tasnif edilmiş olan diğer önemli bir İstanbul Türküsü ise
‘Oğlan Oğlan’ türküsüdür.
Oğlan Oğlan
(İstanbul) Samiye Gülerden alınmıştır, 1950.
Oğlan oğlan kalk gidelim
sigarayı feneri yak gidelim
Ne güzel oğlan yanasın çoban
55 A.e., s. 73.
39
Oğlanın elinde lüver belinde
Oğlan çıkmış pencereye fesi elinde
Ne güzel oğlan...
Oğlan oğlan boynuma dolan
Kolum sana yastık saçlarını yorgan
Ne güzel oğlan...56
‘Oğlan Oğlan’ türküsü sözlerinden de anlaşıldığı gibi bir kadının bir erkeğe
karşı duyduğu hislerin sonucunda yakılmıştır. Bu türküde sosyal yapının alıştığı
geleneklere karşın beğendiği erkeğe iltifatlar eden, onunla birlikte olma isteğini
açıkça dile getiren bir kadın tipi görülmektedir. Oğlan Oğlan türküsü ile Oğlan
Türküsü’nün ortak özellikleri ise sevgiliye duyulan aşkın derin boyutudur.
Ataman’ın İstanbul türküleri içinde göstermiş olduğu başka bir türkü de
‘Akşam Oldu Yakamadım Gazımı’ olarak da bilinen bir ağıttır.
Ölen kişilerin ardından duyulan acılar sonucu meydana gelen, bu acıları
anlatan halk edebiyatı türü diye tanımlanabilecek olan ağıt, Anadolu ezgilerinde
yaşam bulmuştur. Mutsuzluğu, umutsuzluğu, acıyı ve kederi içine alan vurucu
kelimelerin yer aldığı ağıtlar yaşanmışlıkların en kalıcı tanıklarıdır.
“Bir ölünün ardından onun iyiliklerini, meziyetlerini, ölümünden duyulan acıyı dile
getiren ve makamla okunan şiir, mersiye”57 olarak ağıt tanımlanmaktadır.
56 A.e., s. 89. 57 İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı Lugatı A-G, C.I, İstanbul, Kubbealtı Neşriyat, 2005, s. 43.
40
Cahit Öztelli ise ağıtları şöyle yorumlamaktadır:
“Ağıtlar genellikle ölüm olayları üzerine söylenir. Bu ölüm olayları doğal ölümler
dışında olanlardır. Ya genç bir gelinin vakitsiz ölümü, ya bir delikanlının vurulması olayı
gibi toplumu içinden yaralayan acıklı olaylardır.”58
‘Akşam Oldu Yakamadım Gazımı’ adlı ağıtın sözleri ise şöyledir:
Ağıt
(İstanbul) Hatice Sınavdan alınmıştır, 1936.
Akşam oldu yakamadın gazımı (tekrar
Yazan böyle yazmış alın yazımı
Kadir mevlam böyle yazmış yazımı
Alamadım kucağıma kuzumu (tekrar)
Yazan ellerine kurban olayım
Sen uyu ben sana hayran olayım
İstanbulun karşısında Beşiktaş (tekrar)
Ne anam var ne babam var ne kardeş
Uçan kuşlar olsun bana can yoldaş (tekrar)
Yazan ellerine (Nakarat)
Anasının adı yavrum Münevver (tekrar)
Ben ölürsem yavrum seni döverler (tekrar)
Hem döverler kara yere gömerler (tekrar)
Yazan ellerine…… (Nakarat)59
58 Cahit Öztelli, Evlerinin Önü Halk Türküleri, İstanbul, Hürriyet Yayınları, 1972, s. 423. 59 Ataman, Toprak Kokan-Memleket Havaları, s. 148.
41
Bu içli İstanbul Türküsü, çocuğunu doğurduktan kısa bir süre sonra ölen genç
annenin hazin durumunu yaşadığı kederi, anlatmak için söylenmiştir. İnsanı derinden
etkileyen bu türkü, ‘Münevver’ adıyla da anılmaktadır. Halk tarafından sevilip,
benimsendiği için bu türkünün Anadolu çeşitlemeleri de meydana gelmiştir.
Ataman, ‘Kadifeden Kesesi’ türküsünü ‘İstanbul Halk Türküleri’ makalesinde
İstanbul Türküsü olarak belirtmemiştir. Fakat Toprak Kokan-Memleket Havaları
eserinde bu türküyü İstanbul türküsü olarak almıştır. Bu türkünün sözleri şöyledir:
Kadifeden kesesi
Kışladan gelir sesi
Oturmuş kumar oynar
Ciğerimin köşesi
Haydi yallah Üsküdara yolla
Yolla yolla yar yolla
Kadife yastığım yok
Odana bastığım yok
Kitaba el basarım
Senden başka dostum yok
Aman yallah.. (NAKARAT)60
Halk tarafından bilinen, dillerde hala canlılığını koruyan bu türkünün
sözlerinden bir erkek için yakıldığı anlaşılmaktadır. Kadın sevdiği erkekten başkasını
gözünün görmediğini ‘Kitaba el basarım senden başka dostum yok’ sözleriyle
anlatmaya çalışmaktadır. Ayrıca türküde İstanbul’a ait semt adları da geçmektedir.
60 A.e., s. 89-90.
42
1. 1. 4. 2. İstanbul’a Gelerek Yerleşmiş Türküler
Ataman, ‘İstanbul Halk Türküleri’ makalesinde İstanbul’da söylenen türküleri
bölümlere ayırırken İstanbul’a gelerek yerleşmiş türkülerden de bahsetmiştir.
Bunlardan biri de ‘Oğlan Adın Abdurrahman’ türküsüdür.
Ataman, bu türküyü İstanbul/Kartal, Soğanlı Köy’den 55 yaşındaki Ayşe
Karaser’den tespit etmiştir.
Oğlan adı Abdurrahman
Ben bu evi yaptıramam
Küçücekten yar sevdim
Ellere kaptıramam
Aman aman oğlan
Boynuma dolan
Altına karyola
Üstüne yorgan61
Halk tarafından sevilen bu türküde Abdurrahman adlı bir erkekten
bahsedilmektedir. Abdurrahman adlı kişiyi seven âşık, onunla olma arzusunu,
isteğini ‘Aman aman oğlan boynuma dolan altına karyola üstüne yorgan’ sözleriyle
belirtmiştir.
61 Ataman, Türk İstanbul, s. 366.
43
1. 1. 4. 3. İstanbul’un Meşhur Semt ve Yerlerinin Geçtiği İstanbul
Türküleri
Ataman, ‘İstanbul Halk Türküleri’ makalesinde İstanbul’un popüler semt ve
yerlerinin geçtiği türküleri şunlar olarak belirtmiştir: ‘İskender Boğazı, Saray Burnu,
Fındıklı…’ dır.
İskender Boğazı türküsü, İstanbul’un bir semtinin adının geçmiş olduğu
sevilen bir türküdür. Bu türkünün Anadolu varyantları da bulunmaktadır. Türküde
halka ait dil, sade bir üslup kullanılmıştır. Türkünün sözleri şöyledir:
İskender Boğazı
(İstanbul) Kamil Erdemden alınmıştır, 1939.
İskender boğazı şangır da şangır şungur dardır geçilmez
Acıdır suları şangır da şangır şungur oh bir tas içilmez
Oooof sıva mıva kollarını
Topla da şalvarını
Tara siyah saçlarını
Dolan da boynuma bidanem
Çaydan gecelim geçeliim
Doldur içelim
İskender boğazı şangır daşangur şungur dardır geçilmez
Anadan geçilir şangır daşangur şungur oh yardan geçilmez
Oooof sıva mıva kollarını
Kaldır beyaz fistanını
Tara siyah saçlarını
Sulayalım bostanını
Çaydan geçelim geçeliim
Doldur içelim62
62 Ataman, Toprak Kokan-Memleket Havaları, s. 86-87.
44
İskender Boğazı türküsü halk tarafından çok sevilmiş bir türküdür. Türkünün
sözlerinden müziğinin ritmik havası anlaşılabilmektedir. Türküde sevgiliyi
kandırmaya çalışan bir aşığın çabaları görülmektedir.
Farklı etnik kültürleri, farklı yaşamları içinde barındıran Bizans’ın,
Osmanlı’nın ünlü başkenti İstanbul’un önemli semtlerinden biri de Sarayburnu’dur.
Bu eşsiz semt, İstanbul’un güzelliğini yansıtan İstanbul’u İstanbul yapan en çarpıcı
mekânlardan birisidir. Doğasının güzelliği, sakinliği, büyüleyici atmosferiyle halkın
gönlünde yer etmiş bu semtin türkülerde yer alması sevindiricidir.
Ataman’ın İstanbul Türküsü diye adlandırdığı türkülerden biri de işte bu eşsiz
semtin adını alan türkü olan ‘Sarayburnu’dur. Sarayburnu yine duygusal yönleri ağır
basan bir türküdür.
Sarayburnu
(İstanbul) Karakterine en uygun şekliyle Kamil Erdemden alınmıştır, 1950.
Sarayburnunun imanım ufak tefek taşları
Vak yak ötüyor şak şak ötüyor martı kuşları
Aman kalem olmuş bidanem o yarimin kaşları
Çil çil liralar mecidiye paralar
O beyaz gerdana taksak olmaz mı
Acanım dizsek olmaz mı
Sarayburnundan imanım gelip geçerken
Sırmalı burmalı burmalı sırmalı yelken açarken
O yar doldurup cıvanım ben içerken
Şişeler bir yana kızlar meydana
Sazlar divana doldur içelim bidanem
Doldur içelim63
63 A.e., s. 88.
45
Bu türküde ‘Çil çil liralar mecidiye paralar’ sözleriyle dönemin ekonomik
hayatında kullanılan para birimiyle ilgili bilgiye sahip olunmaktadır. Ayrıca türkünün
genelindeki sözlerden anlaşıldığı kadarıyla eğlence, zevk, sefa unsurlarının ön planda
olduğu görülmektedir.
Ataman’ın ‘İstanbul Halk Türküleri’ makalesinde İstanbul’un meşhur
semtlerinin geçtiği türkülerde tasnif ettiği bir diğer türküde ‘Fındıklı’dır.
Fındıklı
(İstanbul) Safiye Anlıdan alan Masume Ufuk, 1950.
Fındıklı bizim de yolumuz eşim aman amman
Hovarda hovarda çıkdı soyumuz
Bu bizim eskide huyumuz eşim aman amman
Ben hancı sen yolcu yol bana dolaşır
O güzel endama allar ne de yaraşır
Fındıklıdan geçersin eşim aman amman
Savura aman savura sigara da içersin
Ne alır ne de vaz geçersin beyim aman amman
Ben hancı.. (Nakarat)64
Türküde ailesini de kendisi gibi hovarda olarak nitelendiren birinin, beğendiği
kişiyi kandırmak amacıyla söylediği sözleri, dil dökmeleri görülmektedir.
1. 1. 4. 4. İstanbul ile İlgili Gurbet ve Sıla Türküleri
İstanbul ile ilgili gurbet ve sıla türkülerini de Ataman, tasnif etmeye
çalışmıştır. Vatandan ayrılma, memlekete, yuvaya duyulan özlem, hasret, bu tarzda
türkülerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ataman, bu türküleri eserlerinde kısım
kısım olarak vermiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:
64 A.e., s. 88.
46
İstanbul dedikleri bir kara bağdır
Mektubun gelmedi üç buçuk aydır
Ya sen gel ya beni yanına aldır
Hasret kıyamete kalmasın böyle65
Sözlerden de anlaşılacağı gibi İstanbul’a gurbete giden sevgilisinin ardından
ona seslenen, geri dönmesini ya da kendisini yanına aldırtmasını isteyen kalbi kırık
bir âşık anlatılmaktadır.
“Gurbet deyince eskiden Anadolu’yu iki hasretin ateşi yakardı. İstanbul ve Yemen.
İstanbul’a gidenin orada evlenip kalması, Yemen’e ise gidip gelmemek vardı. İşte
Anadolu’yu yakan hasretin ateşi halk efkarında derin izler taşıyan gurbet türkülerinin
yakılmasına amil olmuştur.”66
Bunlardan birisi de sözleri aşağıda yer alan türküdür.
Gurbet Türküsü
Burdurlu Ali Körsten alınmıştır, Edremit 1940
Tezgel ağam tezgel eğlenmeyesin
Elde güzel çoktur ağam evlenmiyesin67
Bu türküde sevgilisini İstanbul’a yolcu eden nişanlının iyi temennileri
görülmektedir. Nişanlı kız sevgilisinin kendini unutmamasını, onunla evlenmek için
en kısa sürede memleketine geri dönmesini de istemektedir.
65 Ataman, Türk İstanbul s. 365. 66 Ataman, Toprak Kokan-Memleket Havaları, s. 34. 67 A.e., s 34.
47
1. 1. 4. 5. Muayyen Bir Zümre ve İş Hayatına Ait Türküler
Ataman, ‘İstanbul Halk Türküleri’ makalesinde belirli bir zümreye ait, o
zümreyi yansıtan İstanbul Türküleri diye de bir tasnif yapmıştır. İstanbul’da çok
fazla sanat kolu, farklı iş dalları olmasına rağmen Ataman’ın eserlerinde aldığı
türküler ‘Berber Türküsü, Külhanbey Türküsü, Lonca Türküsü…’ gibi türkülerdir.
‘İstanbul Halk Türküleri’ makalesinde yer alan ‘Berber Türküsü’nün sözleri
şöyledir:
Berber Türküsü
(Ali Serdar’dan alınmıştır)
Ocak başında kaldım
İnce fikire daldım
Her kapı açılışda
Berber geliyor sandım
Ah ah a berber oğlan oğlan
Boynuma dolan
Ocak başı mermeri
Ben severim berberi
Traş eder beyleri
Mis kokuyor elleri
Ah……..68
Bu türkü büyük olasılıkla bir kadın tarafından söylenmiştir. Türküde,
beğendiği berberle beraber olmak isteyen, onun meziyetlerini öven, iltifatlar yağdıran
bir kadın profili görülmektedir.
68 Ataman, “İstanbul Halk Türküleri”, TFAD, s. 731.
48
Ataman’ın esnaf türküleri içine dâhil ettiği diğer bir türküde ‘Külhanbey
Türküsü’dür. Bunun sözleri ise:
Külhanbey Türküsü
(Veli Kanık’tan alınmıştır.)
Hovardayım hovarda
Savul karşımdan varda
Mantar yemem ben asla
Tosunum tosunum hayda
Anam babam kardaşım
Şöyle gel be yoldaşım. (“omuzdaşım” Tulumbacılarda)
Yedik içtik kime dedik
Hay hay dedik varda dedik69
Külhanbey Türküsü’nde umursamaz bir hayat tarzının, eğlence içinde geçen
bir yaşamın etkisini görmek mümkündür. Bu yaşayış biçimi türküde ‘Yedik içtik
kime dedik hay hay dedik varda dedik’ mısralarında fark edilmektedir. Osmanlı’da
önemli bir zümre olan Külhanbeylere ait olan bu türküden, topluluğun yaşam tarzı,
hayata bakış açısı anlaşılmaktadır.
‘Lonca Türküsü’ ise Ataman tarafından ‘Esnaf Türküsü’ olarak kabul edilmiş
bir eserdir. Zaten adından da toplumda olan bir zümreye ait olduğu açıkça
anlaşılmaktadır.
Lonca kelimesi Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nde
“Teşkilatlanmış esnafın birliğiyle ilgili çeşitli fonksiyonların icra edildiği özel yerin adı...” 70
olarak açıklanmıştır.
69 A.e., s. 732. 70 Ahmet Kal’a, “Lonca”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.XXVII, Ankara, 2003, s. 211.
49
Bu türkünün sözleri:
Lonca Türküsü
(Sulukule’den Zurnacı Sami Kokca’dan alınmıştır.)
Daracık sokakları duman bürümüş
Külhanda beyler gacoları almış yörümüş
Benim yarim küçücekten böyümüş
Sürü mürüden ayrılan sürmeli koyun
Döşekler yaptırdım gel yarim soyun
Yüksek minareden attım kendimi
Türlü de çiçeklerden aldım rengimi
Arayı arayı da buldum dengimi
Sürü mürüden…….71
Lonca Türküsü’nde hem külhanbeylerin hovardalıkları hem de kendisi de
çapkınlık peşinde olan bir kişi anlatılmaktadır. Bu durum ‘Külhanda beyler gacoları
almış yörümüş’, ‘Döşekler yaptırdım gel yarim soyun’ gibi sözlerden
çıkarılabilmektedir.
Ataman’ın Türk İstanbul eserinde ‘Esnaf Türküleri’ adlı bir bölüm
bulunmaktadır. Bu kısımda çeşitli meslek gruplarına ait esnaf türküleri yer
almaktadır. Fakat Ataman, bu türküleri verirken İstanbul ile ilişkilerini
belirtmemiştir. Bu türkülerden bazıları:
Demirciler demiri neyle döğerler
Şöyle döğerler böyle döğerler
Şöyle mi şöyle
Böyle mi böyle
Var yare söyle72
71 Ataman, “İstanbul Halk Türküleri”, TFAD, s. 732.
50
Demir döverek hayatını kazanan bir sevgili için yakılan, âdeta demir
dövülürken yapılan ritmik hareketleri yansıtan bir türküdür.
“-Ey Hamamcı bu hamam’a güzellerden kim gelir
-Ne bileyim ay efendim günde yüzbin can gelir
Hadi leyli leyli leyli Leylam da gelir
Gel yavaş yavaş köprüyü dolaş
Küçücük sarac yanıma yanaş
İnsafsız yar, hayırsız yar, ar’sız yar
Allan da gel gel sallan da gel
Al hançeri sok kalbime gör içerde neler var”73
Bu türküde ise hamamda çalışan kişiye sevdiği kızın o hamama gelip
gelmediğini sorup, onunla ilgili bilgi almaya çalışan biri anlatılmaktadır.
1. 1. 4. 6. İstanbul Şehrinin İsminin Geçtiği Türküler
Ataman’ın İstanbul Türküleri ile ilgili tasnifte bulunduğu ‘İstanbul Halk
Türküleri’ makalesinde yer almamalarına rağmen İstanbul şehrinin adının geçtiği
türküler, başka eserlerinde bulunmaktadır.
Ataman’ın Toprak Kokan-Memleket Havaları adlı çalışmasında yer alan
‘Ayağına geyer üç güllü çorap’ mısrasıyla başlayan oturak havasında, ‘Kızıl belden
gelür pekmez helosa helosa’ ve ‘Yokuşdur çıkamadım arkama bakamadım’
sözleriyle başlayan türkülerde İstanbul şehrinin adı geçmektedir. ‘Ayağına geyer üç
güllü çorap’ mısrasıyla başlayan türkünün sözleri ise:
72 Ataman, Türk İstanbul, s.223. 73 A.e., s. 224.
51
Oturak Havası
(Ürgüp varyantı) Ürgüplü Fadime’den alınmıştır, 1946.
Ayağına geyer üç güllü çorap (Tekrar)
Ben senin uğruna olurum turab (Tekrar)
İçmedim elinden üç gadeh şarap (Tekrar)
Yandım ataşına doyunman gayri
Geyindim garayı soyunmam gayri
İstanbul yolunda bir küfe üzüm (Tekrar )
Aklıma geldükce gan ağlar gözüm (Tekrar)
Benim yare diyecek çoğaldı sözüm (Tekrar)
Zalım düşmanlarım çekinmediler
Derdimi yarime anlatmadılar
Punar senden akan şeker bal gibi (Tekrar)
Yar yüzünü yıkar gonca gül gibi (Tekrar)
Ellere yidirdin olmuş nar gibi (Tekrar)
Olmuş nar yiyirdin garardı özüm
Sen nire gidersen sendedür gözüm74
Yedi tepenin üstüne kurulan erguvan kokulu İstanbul, bu türküde de
geçmektedir. İstanbul şiirleri, İstanbul filmleri ve İstanbul resimleri gibi birçok yerde
karşımıza çıkan bu eşsiz dünya kenti, bu türkülerde de hayat bulmuştur.
Bir diğer İstanbul şehrinin isminin geçtiği türkü ise ‘Kızıl belden gelür
pekmez helosa helosa’ dizesiyle başlayan türküdür. Bu türkü;
74 Ataman, Toprak Kokan-Memleket Havaları, s. 23.
52
İstanbuldan gelür hekim helosa helosa
Hele mele yusa yusa hey
Cevahirdür benim yüküm helosa helosa
Hele mele yusa yusa hey
Kızıl belden gelir pekmez helosa helosa
Hele mele yusa yusa hey
Peştemala koysam akmaz helosa helosa
Hele mele yusa yusa hey75
sözlerini içermektedir.
Toprak Kokan-Memleket Havaları adlı yapıtta, İstanbul kentinin isminin
geçtiği diğer bir türkünün sözleri de şöyledir:
(Amasya varyantı) Alaaddin Palandökenden alınmıştır, 1950.
Yokuşdur çıkamadım
Arkama bakamadım
Şu İstanbul kızların
Kandırıp kaçamadım hey heeey
Ayvalar çiçeklendi
Muşmula pürçeklendi
Şaka maka derken
Aşkımız tazelendi hey heeey
Dağolur meşelerde
Gülsuyu şişelerde
Eller yarini almış
Ben kaldım köşelerde hey heeey76
75 Sadi Yaver Ataman, Safranbolu Düğünleri Oyunlar-Türküler, Bartın, Memleket Basımevi, 1936, s. 24-25. 76 Ataman, Toprak Kokan-Memleket Havaları, s. 90-91.
53
1. 1. 4. 7. İstanbul Hasreti ve Tahassüsü ile Yakılmış Türküler
Ataman’a ait ‘İstanbul Halk Türküleri’ makalesinde yapılan diğer bir tasnifte
de İstanbul hasreti ve tahassüsü ile yazılmış türkülerden bahsedilmektedir. Bu
türküler ‘İstanbul’dan ayva gelir nar gelir, İstanbul’un hamamları köşeli, İstanbul’un
minaresi mercandan…’ gibi türkülerdir.
İki kıtayı birleştiren, yüzyıllar boyunca medeniyetlerin beşiği olan İstanbul
şehri destansı güzelliği, içinde barındırdığı derin kültürüyle türkülere konu olmuştur.
Denizi, güzelleri, semtleri… insanları o kadar etkilemiştir ki bunları yaktıkları
türkülerde dile getirmişlerdir. İstanbul şehri bazı türkülerde sevgilileri ayıran insafsız
bir kent, bazı türkülerde ise güzelliğiyle baş döndüren nazenin bir sevgili gibi
görülmüştür.
İnsan ruhunu anlatan âdeta ruhsal bir ihtiyaç olan türküler İstanbul kenti ile
hayat bulmuş, anlamlı hale gelmiştir.
54
1. 1. 5. Atasözleri
Atasözleri, daha iyi bir toplum yaratmak için; ataların deneyimleri, gözlemleri
sonucunda oluşan, ulusların değer yargılarını yansıtan, kısa ve özlü sözlerdir.
İnsanların zenginleştirdiği, içine yaşanmışlıklarını katarak edebileştirdiği bir halk
edebiyatı ürünüdür. Atasözleri şu şekilde tanımlanmaktadır:
“Geniş halk yığınlarının yüzyıllar boyunca geçirdikleri denemelerden ve bunlara
dayanan düşüncelerden doğmuş, ulusun ortak düşünce, kanış ve tutumunu belirten, o ulusun
bireylerine yol gösteren sözlere denir.”77
İstanbul, Anadolu’nun farklı köşelerinden gelen folklor ürünleriyle beslenmiş,
gelişmiş bir kenttir. Ataman, Türk İstanbul eserinde İstanbul’da yaygın olarak
kullanılmış atasözlerini alfabetik olarak sıralamıştır. Bunlar:
1. Allah yağ mumu yakana yağ mumu, bal mumu yakana bal mumu verir.
2. Amelsiz ilim, yemişsiz ağaca benzer.
3. Ar gözden, kar yüzden [anlaşılır]
4. Arlının kızı, mallının kızdan üstündür.
5. Asma dibinde izin olsun, üzüm yemeğe yüzün olsun.
6. Aşikar düşman gizli dostdan yeğdir.
7. Atılan ok geri dönmez.
8. At murad, katır devlet, eşek kısmet, deve gurbettir.
9. Baba mirası yanan mum gibidir.
10. Bal bal demekle ağız tatlanmaz.
11. Baş başa vermeyince taş yerinden kalkmaz.
12. Başın çektiği dil belasıdır.
13. Bir ağızdan çıkan bin ağıza yayılır.
77 Ömer Asım Aksoy, Atasözleri Sözlüğü, 1971’den aktaran Atilla Özkırımlı, “Atasözleri”, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, C.I, 3. bs., İstanbul, Cem Yayınevi, 1984, s. 151.
55
14. Cahil kendinin düşmanıdır başkasına dost olmaz.
15. Can cömertliği lakırdı ile olmaz.
16. Çabuk parlayan çabuk söner.
17. Çamura aldırmayan batağa saplanır.
18. Delikli boncuk yerde kalmaz.
19. Deveci dostu olan kapısını büyük açar.
20. Dil uzatılan yere el uzatılmaz.
21. Dil yarası onulmaz.
22. Doğru yolda düşen çabuk kalkar.
23. Dostun attığı taş baş yarmaz.
24. Edep en hayırlı mirasdır.
25. El atına binen tez iner.
26. El kazanıyla aş kaynamaz.
27. Ele dile bele ihanet olmaz.
28. Enine bakma sonuna bak.
29. Erkek getirmeyi kadın yetirmeyi [bilmeli]
30. Eskiyi beğenmeyen yenisini bulamaz.
31. Etli etini götüresiye kurular yükünü götürür.
32. Evvela hesap sonra kasap.
33. Fakirlik ayıp değil tenbellik ayıptır.
34. Fazla aş ya karın ağrıtır ya baş.
35. Garib’e bir selam bin altın yerine geçer.
36. Gezen tilki yatan aslandan yeğdir.
37. Gök ağlamayınca yer gülmez.
38. Güvenme varlığa düşersin darlığa.
39. Haddini bilmeyene haddini bildirmek öksüze kaftan giydirmek gibidir.
40. Hakkı tanıyan halka baş eğmez.
41. Harmandan gelen harmana gider.
42. Hatıra çok bakan sonra yere bakar.
43. İçme namerd elinden koaparsın su seni.
44. İçme üzüm suyunu döktün yüzün suyunu.
45. İğneyi önce kendine sok sonra çuvaldızı ele.
56
46. İhmalcinin iki yakası biraraya gelmez.
47. İlim sahibine dost, mal sahibine düşman kazandırır.
48. İki bülbül bir dalda ötmez.
49. İnsan ne bulursa dilinden bulur.
50. İnsan yanıla yanıla öğrenir.
51. İnsanın söylemezinden suyun şarlamazından [korkulur]
52. İşe hor bakan boynuna torba takar.
53. Kalkacağın yere oturma.
54. Kazanmayınca kazan kaynamaz.
55. Kesene danışmadan pazarlığa girme.
56. Kişi mürekkep yalamakla alim olmaz.
57. Lakırdı ile iş bitmez.
58. Lezzetsiz çorbaya tuz kar etmez.
59. Mal adama hem dost hem düşmandır.
60. Marifet kılıçtan keskindir.
61. Meclisde dilini sofrada elini kısa tut.
62. Meramın elinden kurtuluş olmaz.
63. Minnetsize minder serilmez.
64. Mürüvvetsiz adam bendi yıkılmış değirmene benzer.
65. Namus insanın kanı bahasıdır.
66. Nasihat tutmayanı müsibet tutar.
67. Ne verirsen elinle o gider seninle.
68. Ortak malda hayır yoktur.
69. Önce düşün sonra söyle.
70. Örtük yüzün dostu olmaz.
71. Öz ağlamayınca göz ağlamaz.
72. Para adama akıl öğretir.
73. Pırlanta kara taştan çıkar.
74. Rüzgar eken fırtına biçer.
75. Rüzgar esmedikçe yaprak kımıldamaz.
76. Sabreyle işine hayır gelsin başına.
77. Silah sahibine bile düşmandır.
57
78. Söz ne kadar ucuzsa iş o kadar bahalıdır.
79. Şahin küçük ama turnayı gökten indirir.
80. Şarap fıçıda durduğu gibi durmaz.
81. Şeytanın dostluğu dar ağacına kadardır.
82. Tabak sevdiği gönü yerden yere çarpar.
83. Tarlada izi olmayanın harmanda gözü olmaz.
84. Tartılırsan dengin ile tartıl.
85. Tuz ekmek hakkı bilmeyen akibet gözden çıkar.
86. Ucuz etin yahnısı yavan olur.
87. Uçkuruna sağlam olmayan hiç bir şeye sahip olmaz.
88. Ülfet ile külfet birarada olmaz.
89. Üren köpek ısırmaz.
90. Vakitsiz açılan gül tez elden solar.
91. Ver elindekini ellere sonra vur başını yerlere.
92. Yapmak güç yıkmak kolaydır.
93. Yara sıcak iken sarılır.
94. Yarını sen düşünmezsen yarın da seni düşünmez.
95. Yaz günü gölgede yatanın kış günü ekmeği esmer olur.
96. Yaz günü terlemeyen kış günü donar.
97. Yazın başı pişenin kışın aşı pişer.
98. Yel gibi gelen sel gibi gider.
99. Yiğidi kılıç kesmez bir acı söz öldürür.
100. Yoldaşın iyi ise Bağdat yakın olur.
101. Yörük at yemini artırır.
102. Zahmet çeken rahmet bulur.78
78 Ataman, Türk İstanbul, s. 387-390.
58
Ataman, Türk İstanbul yapıtında âşıkların meydana getirdiği, insanları
derinden etkileyen sözleri de ‘Âşıklardan İnciler Edebiyatımızdaki Atasözleri’
başlığı altında vermiştir. Ataman Mesti, Havai, Güfrani, Bedri, Figani, Rahmi,
Menguşi, İhraki, Şikari, Dervişi, Yunus, Levni, Emrah, Karacaoğlan, Yesari, Seyrani
gibi isimlerin ürünlerine bu kısımda yer vermiştir.79 Fakat bunlar, atasözü özelliği
taşımadıklarından bu kısma alınmamıştır.
79 A.e., s. 390-392.
59
1. 1. 6. Deyimler
Deyişler, insanların ruh dünyasının aksi olan halk edebiyatına ait türdür.
Deyiş kelimesinin çeşitli tanımları vardır. Türk Edebiyatı Ansiklopedisi’ndeki
tanıma göre: deyiş; “halk edebiyatında türkü, koşma, nefes, destan, tekerleme gibi
türlerdeki şiirlerin genel adıdır.”80
Ataman ise deyişi, halk deyimleri, halka ait buluşlar, yakıştırmalar, ağız
özellikleri olarak almıştır. Türk İstanbul kitabında, Ataman İstanbul’da sıklıkla
kullanılan deyiş örneklerini verdiğini belirtmiştir. Ataman’ın deyiş olarak almış
olduğu unsurlar, deyiş özelliği taşımadığından burada deyimler başlığı altında
verilmiştir. Çünkü Ataman’ın anlamlarıyla birlikte verdiği örnekler deyiş değil
deyimdir.
Deyimler, yol gösterme niteliği olmayan, hüküm bildirmeyen, bir kavramı
belirtmek için bulunmuş özel anlatım kalıplarıdır.81 Ataman’ın Türk İstanbul
eserinde verdiği deyim örnekleri şunlardır:
1. Dilin altında bakla saklamak: Bir olayı ya da bir haberi saklamak, açığa
vurmamak.
2. Eti ne budu ne: Çelimsiz, bir işe yaramaz.
3. Macuncu fırıldağı: Bir dalda durmayan, döneklik eden.
4. Maymun gözünü açtı: Akıllandı. Bir kez daha hataya düşmez, aldanmaz...
5. Mekik dokumak: Bir yerden bir yere sürekli gidip gelmek.
6. Mercimeği fırına vermek: Gizlice sevişmek.
7. Meydan okumak: Tehdit yollu kavgaya ya da tartışmaya çağırmak.
8. Mimlemek: İşaret koymak, bellemek.
9. Mum etmek: Uslandırmak, yumuşatmak, doğru yola getirmek.
80 Atilla Özkırımlı, “Deyiş”, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, C.II, 3. bs., İstanbul, Cem Yayınevi, 1984, s. 373. 81 Erman Artun, Türk Halk Edebiyatına Giriş, 3. bs., İstanbul, Kitabevi, Ağustos 2004, s. 228.
60
10. Nabza göre şerbet vermek: Karşısındakinin hoşlanacağı ve işine gelen biçimde
konuşmak.
11. Nalları dikmek: Ölmek.
12. Nane molla: Beceriksiz, güç işlere gelmeyen.
13. Ne oldum delisi: Sonradan görme.
14. Nuh nebiden kalma: Çok eski zamandan kalma, modası geçmiş eşya.
15. Numara yapmak: Yapamayacağı ya da bilmediği bir şeyi bilir gibi görünerek
gösteriş yapmak.
16. Ocağına düşmek: Bir iş için ya da yardım için muhtaç duruma düşmek.
17. Ocak söndürmek: Mahvetmek, evsiz barksız bırakmak.
18. Sepetlemek: koğmak, başından savmak.
19. Sızdırmak: Para koparmak
20. Sofrası meydanda: Cömert insan.
21. Tekne kazıntısı: İhtiyar babadan olma çocuklar.
22. Veriştirmek: Azarlamak, söz yağmuruna tutmak.
23. Vız gelmek: Hiç önem vermemek, kulak şapırdatmak.
24. Vurdum duymaz: Laf anlamaz, ne desen aldırmaz.
25. Yağlı kuyruk: Büyük menfaat sağlıyan kimse, enayi.
26. Yaka sıyırmak: Kurtulmak, kaçmak.
27. Yakası açılmadık söz: Duyulmamış lakırdı, müstehcen söz.
28. Yakayı ele vermek: Tutulmak, yakalanmak.
29. Yan çizmek: İşten kaçmak, kaytarmak, vazgeçmek.
30. Yan gelip oturmak: İşsiz güçsüz yayılıp oturmak, tembelleşmek.
31. Yaş tahtaya basmak: Aldanmak, bilerek bilmeyerek yanlış iş yapmak.82
82 Ataman, Türk İstanbul, s. 406-407.
61
1. 1. 7. Tekerlemeler
Medeniyetlerin beşiği olmuş İstanbul, folklor ürünleri açısından zengin bir
kenttir. Göçler, savaşlar ve ticaret gibi etkenler İstanbul’a Anadolu’nun dört bir
yanından gelen insanların kendi ürünlerini getirmelerini ve İstanbul’daki halk
edebiyatı verilerini etkilemelerini sağlamıştır. Bu halk edebiyatı ürünlerinden biri de
tekerlemelerdir.
Boratav’ın Tekerleme Türk Halk Masalının Tipolojik ve Stilistik
İncelemesine Katkı kitabında tekerlemelerin özellikleri şöyle verilmiştir: ritmik
etkileri barındıran, sözcük oyunlarının olduğu, masalın ortasında ya da sonunda
bulunan, uydurma veya gerçekçi temaların işlendiği, genellikle uyumsuz bir söz
dizisinin zincirlenmesiyle meydana gelen, halk anlatı türünde farklı biçimlere en iyi
uyarlanan biçimsel süstür.83
Tekerlemelerin bir başka özellikleri ise insanların duygu dünyalarını yansıtan
halk edebiyatının çoğu ürünleriyle ilişkisi bulunmasıdır. Tekerlemelerin halk
edebiyatı ürünlerinden; türküyle, âşık şiiriyle, Karagöz ve orta oyunu gibi seyirlik
oyunlarla yakın ilgisi vardır.84
Tekerlemeler neden söylendiği pek anlaşılamayan, kalıplaşmış kelime
gruplarıdır. Halk edebiyatına ait bu türle ilgili olarak Ataman eserlerinde bazı
örnekler vermiştir fakat bu türü tam olarak incelememiştir.
Tekerlemelerin şekillerine, bulundukları metne göre çeşitli tasnifleri
yapılabilmektedir. Ataman’ın eserlerinde bulunan tekerleme örnekleri şaşırmacalı
tekerlemeler, çocukların oyun tekerlemeleri ve masal tekerlemelerdir.
83 Pertev Naili Boratav, Tekerleme Türk Halk Masalının Tipolojik ve Stilistik İncelemesine Katkı, çev. İsmail Yerguz, Eklerle Yayıma haz.: M. Sabri Koz, İstanbul, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, Mayıs 2000, s. 9-10. 84 Artun, Türk Halk Edebiyatına Giriş, s. 211.
62
1. 1. 7. 1. Şaşırmacalı (Yanıltmalı) Tekerlemeler
Ataman’ın Türk İstanbul adlı eserinde yer alan ve İstanbul’da yaygın olarak
kullanılan şaşırmacalı (yanıltmalı) tekerleme örneklerinden birkaçı şunlardır:
1. Şu köşe yaz köşesi
Şu köşe kış köşesi [Dört kez ardarda]
2. Şu horozun kıl kuyruğu kıvrım kıvrım kıvıtlaşlanmış
Çevrim çevrim çevirtleşlenmiş
3. Şu yoğurdu sarımsaklamak mı iyi sarımsaklamamak mı iyi
Yoksa sarımsaklayıp da dolaba saklamak mı iyi
4. Şu karşıda beş boz eşek
Beşi de boz eşek
Biri yüklü dişi boz eşek
Biri yüksüz erkek boz eşek
Tepiştiler pepiştiler
Pepiştiler tepiştiler
5. Keşkekçinin keşkek kepçesi keşkeklenmiş mi
Keşkeklenmemiş mi
6. Kırk kırık küp
Kırkının da kulpu kırık küp
63
7. Kırk kartal
Kırk kara kartal
Kırkının da kanadı kırık kara kartal
Kırk kanadı kırık kara kartal kalkar
Kırk kanadı kırık kara kartal konar
8. Şu tarlada iki kirpi biri kel kör
Kürkü bitli erkek kirpi kel kör
Kürkü bitli dişi kirpi biri kel kör
Kürkü bitli erkek kirpi kel kör
Kürkü bitli dişi kirpinin kürkünü silker
Kel kör kürklü bitli dişi kirpi
Erkek kel kör kürkü bitli kirpinin kürkünü silker
9. Değirmene girdi köpek
Değirmenci vurdu kötek
Hem kepek yedi köpek
Hem kötek yedi köpek85
1. 1. 7. 2. Oyun Tekerlemeleri
Ataman’ın Okullar için Halk Müziği ve Müsamere Türküleri kitabında
çocukların oyun tekerlemeleri kısmında verdiği bir tekerlemede İstanbul’a ait semt
ismi geçmektedir. Ayrıca Ataman, bu tekerlemenin ezgili tekerleme olduğunu da
belirtmiştir. Bu tekerleme şudur:
85 Ataman, Türk İstanbul, s. 404-405.
64
Üşüdüm üşüdüm daldan elma düşüdüm
Elmamı yediler bana cüce dediler
Cücelikten çıktım Beyoğluna gittim
Beyoğlu hasta çorbası tasta
Püsküllü mavi inadına kavi
Gel çık bal çık ben çıktım86
1. 1. 7. 3. Masal Tekerlemeleri
Ataman’ın Türk İstanbul yapıtında masal tekerlemeleri örnekleri de
bulunmaktadır. Ataman, bu eserinde Beyböyrek hikâyesinin İstanbul varyantına ait
bir kısmını almıştır. Burada hikâyenin genellikle “Bir varmış bir yokmuş, eski zaman
içinde, ülkelerden birinde bir Padişah varmış…”87 masal tekerlemesiyle başladığı
belirtilmiştir. Bu tekerleme, Boratav’ın Tekerleme Türk Halk Masalının Tipolojik
ve Stilistik İncelemesine Katkı kitabında tekerlemelerin sınıflandırılması ve
çözümlenmesi kısmında kısa giriş kalıp sözlerinde Tip 2’de yer almaktadır.
Beyböyrek hikâyesinin İstanbul varyantı “Onlar erdi muradına, biz çıkalım
kerevetine. Gökten bir elma düştü, yarısı hikayeyi anlatana, yarısı çocuğu olmayanlara.”88
masal tekerlemesiyle bitmektedir. Bu tekerleme Boratav’ın Tekerleme Türk Halk
Masalının Tipolojik ve Stilistik İncelemesine Katkı kitabında tekerlemelerin
sınıflandırılması ve çözümlenmesi kısmında ara ve bitiş kalıp sözlerinde Tip 72’de
yer almaktadır.
86 Sadi Yaver Ataman, Okullar için Halk Müziği ve Müsamere Türküleri, İstanbul, Anten Yayınevi, 1965, s. 31. 87 Ataman, Türk İstanbul, s. 34. 88 A.e., s. 35.
65
1. 1. 8. Bilmeceler
Bilmeceler insanların beğenilerini, düşünce yapılarını yansıtan; bir çeşit zekâ
oyunu özelliğinde olan halk edebiyatına ait türdür. Erman Artun bilmecenin tanımını
şöyle yapmıştır.
Bütün uluslarda görülen, hoşça vakit geçirmek amacıyla söylenen, zekâ ve
söz oyunlarına dayanan, kalıplaşmış sözlerden oluşan, en eski halk edebiyatı
ürünlerindendir.89
Bu tanımda özellikle bilmecenin zekâ ve söz oyunlarına dayanması ve de
kalıplaşmış sözlerden oluşması önemli bir özelliği olarak yansıtılmaktadır.
Ataman, İstanbul’da yaygın olarak kullanılmış bilmece örneklerine de
eserlerinde yer vermiştir. Bilmeceler biçimlerine veya içeriklerine göre
sınıflandırılabilmektedir. Ataman, Türk İstanbul adlı eserinde bilmeceleri
şekillerine ve oluşumlarına göre tasnif etmiştir. Ataman’ın bilmecelerin şekline göre
yaptığı tasnif şu biçimdedir.
1. Cümle halinde deyişler.
2. Eski deyimle seci’ denilen kelime ayağı ile oluşturulan deyişler.
3. Nazım şekli gösteren ayaklı (kafiyeli), bazen bir mısra, bir beyit, çoğunlukla
mani şeklinde dörtlükler.
4. Ayrı ve birkaç çözümü olan bilmeceler [bir dörtlük içinde çeşitli anlam
gösterenler].
5. Çözümü aynı, fakat kelime düzeni ve malzemesi değişik olanlar.
6. Tekerlemeli ve küçük fıkralar halinde oluşmuş bilmeceler.
7. Cinaslı bilmeceler.90
89 Artun, Türk Halk Edebiyatına Giriş, s. 191. 90 Ataman, Türk İstanbul, s. 392-393.
66
Ataman’ın bilmecelerin oluşumlarına göre yaptığı tasnif ise:
1. Din unsurlarıyla düzenlenmiş, ritüel mahiyet gösteren bilmeceler.
2. Tabiat varlığının çeşitli görünüşlerini içine alan bilmeceler.
3. Özel adlar taşıyan bilmeceler [memleket adları, çeşitli meslekler, zenaatler,
renkler, insan organları, çeşitli araçlar] v.s. gibi maddeleşmiş konuları içine
alan bilmeceler.
4. Sırf eğlence ve tuhaflık olsun diye, genellikle tekerlemeli ve anlamsız gibi
görünen bilmeceler.91
Ataman’ın tasnifinden yola çıkarak eserlerinde yer alan bilmeceleri,
oluşumlarına göre bölümlere ayırmak daha mantıklıdır. Bölümlerdeki bilmece
örnekleri çözümlerinin baş harflerine göre alfabetik olarak sıralanarak verilmiştir.
1. 1. 8. 1. Din Unsurlarıyla Düzenlenmiş Bilmeceler
Dinle ilgili kelimelerin geçtiği, kavramların yer aldığı veya cevabı dinsel olan
bilmecelerdir.
Dağına bakar dağ verir
Bağına bakar bar verir
Çözümü: Allah
Yere vurur yumruğu
Bu Allah’ın buyruğu
Otuz okka kendisi
Otuz okka kuyruğu
Çözümü: Ramazan ayı92
91 A.e., s. 393. 92 A.e., s. 394.
67
1. 1. 8. 2. Tabiat Varlıklarının Çeşitli Görünüşlerini İçine Alan
Bilmeceler
Tabiatta olan varlıklarla ilgili meydana getirilmiş bilmecelerdir.
Allah’dan almış izini
Göğe doğru uzanı
Yazın yeşil giyer
Kışın soyunu
Çözümü: Ağaç
Gökde açık pencere
Kalaylı bir tencere
Çözümü: Ay
Biz biz idik biz idik
Yüz bin tane kız idik
Gece oldu dizildik
Sabah oldu silindik
Çözümü: Yıldız93
1. 1. 8. 3. Özel Adlar Taşıyan Bilmeceler
Bilmece çözmek zekâ gerektirir. Bazen bilmeceleri çözmek için bazı anahtar
kelimeler kullanılır veya ‘memleket bağışlama’ yoluna gidilir. Bilmecenin çabuk
çözülmesi açısından kullanılan anahtar kelimeler ‘yenir mi yenmez mi?’, ‘canlı mı
cansız m?’ gibi şeylerdir.
Bilmeceler çözülemeyince, bilmecenin çözümünün sağlamak için memleket
bağışlanır, bu şekilde bilmece satan taraf pek çok memleket bağışlatarak doğru
çözümü söyler. Memleket bağışlama örneklerinden biri:
93 A.e., s. 395.
68
“-Bartın’ı veedim
-Az gelü
-Zonguldağı veedim
-Yine az gelü
-Hadi, İstanbul’u vereyin
-Eyi hoş emme, onu bize veemezlee
-Öyleyise Zafranbolu’yu vereyin
-Gabul ettük.
Böylece matalı satan taraf çözümü bildirir.”94
Ataman, organ adlarıyla ilgili bilmeceleri de bu kısma dâhil etmiştir. Bunlar:
Bir küçük mil taşı
Dolanır dağı taşı
Çözümü: Göz 95
Kıvrımlı kaşık
Duvara yapışık
Çözümü: Kulak96
1. 1. 8. 4. Eğlencelik Bilmeceler
Eğlence olsun diye meydana getirilen, genellikle tekerlemeli olan, anlamsız
gibi görünen bilmecelerdir. Hiç bir anlamı yok gibi görünen bir bilmece örneği:
Lamba söndü “is” dedi
Tava düştü “tan” dedi
Anam geldi “bul” dedi
Çözümü: İstanbul 97
94 Ataman, Eski Safranbolu Hayatı, s. 151. 95 Ataman, Türk İstanbul, s. 393. 96 A.e., s. 392. 97 Ataman, Eski Safranbolu Hayatı, s. 153.
69
Atdım atana
Değdi bostana
Suda balığa
Düzde alığa
Çözümü: Yıldırım98
98 Ataman, Türk İstanbul, s. 404.
70
1. 1. 9. Mâniler
Mâni, yaratıldığı halkın isteklerini, arzularını, bilinçaltını yansıtan halk
edebiyatına ait türdür. Millet kimliğini oluşturmada mâniler önemli bir yere sahiptir.
Bu değerli sözlü edebiyat ürünü şöyle tanımlanmaktadır:
“Mani, Türkçe’nin konuşulduğu her coğrafyada farklı adlarla da olsa
yaygınlaşmış, kimi zaman söyleyicisinin bilindiği, çoğu kere anonim olarak
değerlendirilebilecek belli bir makam ya da ezgi ile söylenen genellikle sözlü olarak doğup
bireysel olarak icra edilen, Türk edebiyatına özgü nazım şekli ve türünün adıdır.”99
Halkın ortak duygu dünyasına seslenen mâniler, geniş coğrafyalarda hayat
bulmuştur. Mâniler, yaratıldıkları ve yayıldıkları bölgelerin gelenek ve göreneklerini
içlerinde barındırır. İşte bu özelliklerinden ötürü mâniler, âdeta halkın ruhunun
yansımasıdır. Ayrıca çok benimsendiği için insanlar, fırsat buldukça mâni söylemeyi
alışkanlık edinmişlerdir.
“Manilerin konuları her türlü hayat hadiseleridir. Köy, kasaba veya
şehirlerimizde okumamış, okumuş kimselerin ve hususiyle kadınların irticalen yarattıkları
eserlerdir.” 100
Mânilerde hasret, kıskançlık, aşk, vefasızlık… gibi insana özgü duygulara,
insanı anlatan davranışlara yer verilmiştir. Renkli toplum mozaiğini yansıtan mâniler,
halk yaşamının yadsınamaz bir parçasıdır.
99 Abdülkadir Emeksiz, İstanbul Manileri, İstanbul, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 2007, s. 154. 100 Prof. Dr. Şükrü Elçin, Türkiye Türkçesinde Maniler, Ankara, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 1990, s. 7.
71
“Halk Edebiyatı türleri içinde, en yaygın olan, genellikle irticalen söylenen
maniler, hemen hemen her yerde, her vesileyle [Hıdırellez, Ramazan, Bayram, Düğün,
İmece, Saya Şenlikleri, Dübekbaşı Oyunları, Sıra Sohbetleri, Deyişme, Niyet, Kısmet
açmaları] halkın hayatına girmiştir, denilebilir.” 101
Özellikle Ramazan ayı mâni söylemenin paraya dönüştürüldüğü bir
dönemdir. İslamiyet dini için önemli olan Ramazan ayı, on bir ayın sultanı olarak
halk arasında bilinmektedir. İslam âlemi için mübarek olan bu ayda insanlar, sahura
davulcuların birbirinden güzel mânileriyle kalkar. Ramazan mânileri sahur
kültürünün vazgeçilmez bir parçası olarak hayatımızda yer almaktadır. Ramazan
mânisi söylemek zekâ, yaratıcılık işidir. Davulcular gittikleri evin sahibinin
karakterine, işine göre doğaçlama olarak mânilerini yaratmaktadır. Mizah açısından
kuvvetli olan bu parçalar sayesinde davulcular geçimlerini sağlar.
Ataman eserlerinde mâniye yönelik herhangi bir tasnifte bulunmamıştır.
Mânilerde pek çok konu işlediğinden dolayı bu türün konu açısından tasnifi mümkün
gözükmemektedir. Bu yüzden mâniyi yapı bakımından incelemek daha mantıklıdır.
Yapılarına göre mânileri Erman Artun Türk Halk Edebiyatına Giriş adlı
kitabında düz mâni, kesik mâni, artık mâni ve deyiş olarak dörde ayırırken, Şükrü
Elçin ise Türkiye Türkçesinde Maniler adlı eserinde mânileri düz ve cinaslı olmak
üzere ikiye ayırmıştır.
Ataman’ın eserlerindeki mânileri yapı bakımından düz mâniler, mâni
fasılları ve ayaklı mâniler olmak üzere üçe ayırmak mümkündür. Ataman’ın
eserlerinden alınan mâni örnekleri ilk mısralarının baş harflerine göre alfabetik
olarak dizilerek verilmiştir.
101 Ataman, Türk İstanbul, s. 379.
72
1. 1. 9. 1. Düz Mâniler
Düz mâni: “dört dizeden oluşan, 7 heceli, kafiye düzeni aaxa olan ve kafiyeleri
genellikle cinassız olan manilerdir.”102 Ataman’ın, eserlerinde düz mâni örnekleri yer
almaktadır. Bunlardan birkaçı:
Aynam düştü yerlere
Karıştı gazellere
Çapkın gözüm alışmış
Hep bakar güzellere103
Dut ağacı boyunca
Dut yemedim doyunca
El kızının yüzünden
Oğul demedim doyunca104
Leblebi koydum tasa
Doldurdum basa basa
Yarim bana darılmış
Oda mı bana tasa105
biçimindedir.
102 Artun, Türk Halk Edebiyatına Giriş, s. 113. 103 Ataman, Türk İstanbul, s. 381. 104 A.e., s. 380. 105 A.e., s. 379.
73
1. 1. 9. 2. Mâni Fasılları
Mâni fasılları ise dörtlüklerden oluşur. Bu dörtlüklere yazma ve taş basması
metinlerde, yani kendi geleneği içinde ‘fasıl’ adı verilmiştir.106 Fasıllarda konu
bütünlüğü bulunmaktadır. Ataman’ın Toprak Kokan-Memleket Havaları eserinde
İstanbul ve civarına ait mânilerden biri olan mâni faslı örneği yer almıştır.
Ramazan geldi dayandı
Camiler nura boyandı
A devletli cömert beyim
Top atıldı kandil yandı
Buna Ramazan ayı derler
Bal ile kaymağı yerler
Eskiden adet kurulmuş
Bekçiye bahşiş verirler
Davulu astım boynuma
Sarığı soktum koynuma
Bu evde baklava pişmiş
Kokusu geldi burnuma
Tavlada atın kişnesin
Daim nüfuzun işlesin
İki gözüm Ahmet Beyim
Allah evlatların bağışlasın
106 M. Sabri Koz (haz.), Bekçi Baba Ramazan Fasılları, İstanbul, Kitabevi, 1998, s. 16.
74
Bahçelerde taze bakla
Gövercinler döner takla
İki gözüm hanım abla
Keseni dibini yokla
Ocak başında minder
Minderi tersine dönder
İki gözüm Ahmet Beyim
Bahşişimizi tez gönder
Bahşişimi aldım bergüzar
Alışım eylemem inkar
Veren eller dert görmesin
Hak bin berekat versin Settar107
1. 1. 9. 3. Ayaklı Mâniler
Yapısına göre mâni çeşitlerinden biri olan ayaklı mâniler, çoğu tasnifte kesik
mâni olarak adlandırılmaktadır. Bu tip mâniler cinaslı mânilerdir. Ataman’ın Türk
İstanbul eserinde İstanbul’un meşhur çalgılı kahvehanelerinden birinin sahibi olan
Zil İzzet’e ait ayaklı mâni örnekleri verilmiştir. Bunlar:
Dedim bizim terziye
Hemen şu keseyi dik
Dedi çoktan biterdi
Biz onu keseyidik
107 Ataman, Toprak Kokan-Memleket Havaları, s. 103.
75
Terziye kumaş geldi
Düşünür ki ne kese
Ölçtü biçti kumaşı
Ne cep olur ne kese108
108 Ataman, Türk İstanbul, s. 58.
76
1. 1. 10. Argo
Ana dil, kullanıldığı yere, bölgeye göre ağız olarak değişmekte ve bunun
sonucunda şive, lehçe gibi özellikler kazanmaktadır. Ana dilden ayrı fakat onunla
ilişkili olarak gelişen bir başka ‘ağız’ da vardır, buna ‘argo’ denmektedir.
“Argonun gramerinde ve sintaksında bazı hususiyetler bulunmakla beraber, ayrı
denebilecek kadar farklı bir grameri yoktur. Bu bakımdan argo, bir ana dil olarak değil,
sonradan türemiş bir yardımcı dil olarak konuşulur ve bu dili konuşanlar kendi ana dillerini
de bilirler.” 109
Argo kelimesi şu şekilde tanımlanabilmektedir:
“1. Kullanılan ortak dilden ayrı olarak aynı meslek veya topluluktaki insanların
kullandığı özel dil veya söz dağarcığı. 2. mec. Serserilerin külhan beyilerin kullandığı söz
veya deyim.” 110
Ataman’ın eserlerinde argo konusu bulunmaktadır. Ataman, Türk İstanbul
adlı kitabında argo konusuna kısaca değinmiştir. Argoyu anlatırken Ataman, İstanbul
ile argo arasındaki ilişkiye yer vermemiş, argonun bilimsel tarifini yapmıştır.
Bu tanıma göre argo: “Toplum dışında yaşayan zümrelerin, sadece maddi ve
toplumsal kazançlar peşinde işledikleri suçları gizlemek ya da yapacakları gizli işlerin,
başkaları tarafından anlaşılmamasını sağlamak için kullandıkları özel bir dil’dir.”111
109 Ferit Devellioğlu, Türk Argosu, 4. bs., Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları, 1959, s. 15. 110 Türkçe Sözlük, C.I, Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları, 1998, s. 83. 111 Ataman, Türk İstanbul, s. 409.
77
Ataman, bu tarifin günümüzde geçerliliğini yetirdiğini ve artık argonun
toplumun tüm katmanlarına hatta okullara dahi ulaştığını belirtmiştir. Argo, zamanla
günlük dilde rahatlıkla konuşulan bir ağız haline dönüşmüştür.
Argo olan kelimelere, deyimlere Kaşgarlı Mahmut, Sabit, Süruri, Şeyh Galip,
Hızır Ağa Zade Sait Bey, Enderuni Vasıf, Şinasi, Ahmet Rasim, Şair Eşref… gibi
edebiyatımızın önemli isimleri eserlerinde yer vermişlerdir.112
Ataman, Türk İstanbul adlı eserinde bazı argo deyimlerin karşılıklarını
belirtmiştir. Bunlar şunlardır:
Adadiyoz: Külhanbey, çapkın, bitirim.
Afil: Gösteriş (fiyaka).
Afilli: Fiyakalı.
Aftoz: Dost, metres, kapama.
Ançizlemek: Kaçmak, uzaklaşmak.
Antin: Kötü, uygunsuz sokak kadını.
Aval: Budala, ahmak.
Cart kaba kağıt: Palavracılar için söylenir.
Cızlam=cızdam: Kaçmak, savuşmak.
Çakmak: Anlamak, bilmek, sezmek.
Dalga: Derin düşünce, esrar.
Dayı Polis: Çekinilen kimse.
Değirmen: Saat.
Dikiz: Gözetmek, gözlemek.
Dümen: Hile.
Dümen çevirmek: Hileye baş vurmak.
Evlek: 10 liralık kağıt para.
Fit: Anlaşmak, razı olmak.
Fiyaka: Gösteriş, alım.
112 A.e., s. 410-412.
78
Fiyakalı: Gösterişli, alımlı.
Gaco: Dost, metres.
Hırbo: Ahmak, hantal, budala.
Kafeslemek: Pundunu getirip elindeki parayı ya da kadını almak.
Kamanço: Elden gelme, elden ele aktarma.
Keşlemek: Bir şeye ya da kimseye ehemmiyet vermemek, aldırış etmemek.
Kırmak: Savuşmak, kaçmak.
Kitaksi: Seyretmek, bakmak, gözetlemek.
Kur’a: Bu deyim Arapça sıradan ayırmak, numara çekmek anlamına. Burada, “kaçın
kurasıyız”: tecrübeden geçmişiz, demektir.
Matiz: Sarhoş.
Omuz vermek: Aldırış etmemek, dinlememek.
Otlakçı: Beleşçi, bedava geçinen.
Paçoz: Sokak kadını, uygunsuz kadın.
Papel: Para.
Pinpon: İhtiyar, moruk.
Piyz: Rakı.
Piyzlemek: Rakı içmek.
Resto: Yeter, dur, orada kal, anlamına.
Sipsi: Sigara.
Söğüşlemek: Para koparmak.
Taahhütlü: Tabanca.
Tayıncı: Cinsi sapık, götlek.
Toka etmek: Vermek, ödemek, kadeh tokuşturmak.
Tonel geçmek: Dalgınlık, ehemmiyet vermemek.
Tongaya bastırmak: Hile ve dalavere ile kandırmak.
Toslamak: Geri vermek.
Yan kırmak: Görünmeden sıvışmak.
Zilleri kırmak. Karın doyurmak, yemek yemek.
Zula etmek: Aşırmak, çalmak.113
113 A.e., s. 412-414.
79
Ataman, argo konusunu anlatmış olması rağmen İstanbul’da kullanılan
argoya değinmemiştir. İstanbul’da kullanılan argo kelimeler, bu argoların kullanış
biçimleri veya bu argoyu kullanan kişiler ve bu kişilerin temel özellikleri gibi
konular Ataman’ın yapıtlarında yer almamıştır. Fakat Ataman’ın İstanbul halk
kültürünü işlediği Türk İstanbul kitabında argo konusu verildiği için bu bölümde
işlenmiştir.
80
1. 2. Halk Tiyatrosu
Halk tiyatrosu, yüzyıllar boyunca farklı medeniyetler için önemli bir şehir
olmuş İstanbul’un kendine ait kültürünü, İstanbul halkının duygularını, dünyaya
bakış açısını yansıtmaktadır.
Halk tiyatrosuna ait türler, Osmanlı Devleti’nde yer alan kent kültürü
anlayışından doğmuştur.114 İstanbul gibi her dönem kozmopolit bir kent olma
özelliği taşımış bir şehrin halkına ait, halkını yansıtan, halk tiyatrosunun ortaya
çıkması olağan bir durumdur.
Ataman, eserlerinde İstanbul halkı tarafından benimsenmiş olan halk tiyatrosu
çeşitlerine yer vermiştir. İstanbul’daki geleneksel tiyatroyu anlatırken Ataman,
değişik kaynaklardan da bilgiler aktarmıştır.
Halk tiyatrosu birçok farklı mekânda karşımıza çıkmaktadır. Örneğin İstanbul
halkının çoğunun Müslüman olmasına rağmen ve İslam dininde müzik, eğlence,
raksın hoş görülmediği düşüncesi varken Ramazan gecelerinde dahi halk tiyatrosu
ürünleri oynanmıştır.
Halk tiyatrosu, zamanla İstanbul’un kenar mahallelerinden saraya kadar
ulaşmıştır. Ataman, genellikle aktüel olayları işleyen seyirlik oyunların taklitleriyle,
müzikleriyle halkın ilgisini kazanmanın yanında yüksek tabakayı hatta sarayı ve
padişahı da etkilediğini; bunun yansıması olarak konaklarda, sarayda oyun
takımlarının kurulduğunu belirtmiştir.115
114 Yavuz Pekman, Çağdaş Tiyatromuzda Geleneksellik, 1. bs., İstanbul, Mitos & Boyut Yayınları, Mayıs 2002, s. 21-22. 115 Ataman, Türk İstanbul, s. 250.
81
Ayrıca Ataman, eserlerinde İstanbul’un geleneksel yaşamını yansıtan halk
tiyatrosu çeşitlerini ön plana çıkarırken, batılı anlamda tiyatronun gelişmediği
dönemde İstanbul halkının eğlence hayatında yer alan geleneksel tiyatrodaki işlenen
konuların ve tiplerin ortak tarafları bulunduğu görüşünü benimsemiştir.116
Ataman eserlerinde halk tiyatrosunu bölümler halinde işlememiştir. Fakat
Ataman’ın eserlerinde yer alan İstanbul’da sergilenen geleneksel tiyatro çeşitleri şu
başlıklar altında incelenebilmektedir.
1. Meddahlık
2. Karagöz
3. Orta oyunu
4. Tulûat
1. 2. 1. Meddahlık
Özdemir Nutku, Meddah kelimesinin Arapça “methetmek” kelimesinden
geldiğini methedici ve övücü anlamında kullanıldığını belirtmiştir.117 İlk başta
meddahlar peygamberi, Allah’ı öven sanatçılarken sonraki çağlarda yaptıkları iş
değişime uğramıştır.
Hikâye hazineleri geniş olan, sadece güldürme işlevi üstlenmeyen meddahlar
zamanla yoğunluk olarak güldürüye yönelmişlerdir.118 Meddahların anlatıcı
misyonları baskınken yaptıkları jest ve mimik hareketleri ile oyuncu, taklitçi yönleri
ağırlık kazanmaya başlamıştır.
116 A.e., s. 249. 117 Özdemir Nutku, Meddahlık ve Meddah Hikayeleri, 2. bs., Ankara, Türk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, 1997, s. 11. 118 Metin And, Geleneksel Türk Tiyatrosu (Kukla-Karagöz-Ortaoyunu), Ankara, Bilgi Yayınevi, 1969, s. 68-69.
82
Meddahlar anlattıkları konuları yüz hareketleriyle süsleyen, pek çok hayvanın
sesini çıkarabilen, masalları, hikâyeleri aktarırken dinleyenleri hem eğlendiren hem
düşündüren kişilerdir.119
Musahipzade Celal’in Eski İstanbul Yaşayışı adlı eserinde, Meddah Şükrü
Efendi’nin bir hikâyesinde İstanbul’da yaşayan, yetişen meddahların taklitli
hikâyeler ve menkıbeler söyledikleri iddia edilmiştir.120
Ataman, meddahlık hakkında eserlerinde bilgi verirken özellikle geleneksek
tiyatronun önemli temsilcilerinden biri olan Dümbüllü İsmail Efendi’nin görüşlerine,
hatıralarına değinmiştir.
Ataman, Dümbüllü İsmail Efendi’ye göre meddahlığın taklitli fıkra ve hikâye
anlatmak olduğuna dikkat çekmiştir.121
Dümbüllü İsmail Efendi’den topladığı bilgileri Türk İstanbul eserinde
aktarırken Ataman, Dümbüllü’nün devrin ünlü meddahları olarak Abdi Efendi, Kadir
Efendi, İsmet Efendi’nin isimlerini verdiğini söylemiştir.122
Meddahlar, İstanbul folkloruna ait konuları, İstanbul hayatında yer alan
sahneleri ilgi çekici bir biçimde anlatarak geçimlerini sağlamaktadır. Meddahlar
aslında bir bakıma, nesnelerin ve canlıların taklitlerini yapan kişilerdir.
Ataman, Dümbüllü İsmail Efendi’nin anlattığı Meddah İsmet Efendi’ye ait
bir hikâyede İsmet Efendi’nin özellikle çok iyi Arnavut taklidi yaptığını
vurgulamıştır.123
119 Necdet Sakaoğlu, Nuri Akbayar, Binbir Gün Binbir Gece Osmanlı’dan Günümüze İstanbul’da Eğlence Yaşamı, y.y., Creative Yayıncılık, 1999, s. 34. 120 Musahipzade Celal, Eski İstanbul Yaşayışı, İstanbul, Türkiye Yayınevi, 1946, s. 67. 121 Ataman, Türk İstanbul, s. 264. 122 A.e., s. 262. 123 A.e., s. 262-263.
83
Ataman, meddahlığın ne kadar önemli ve eskilere dayanan bir meslek
olduğunu belirtmek için eski kitaplarda meddahların yer aldığından söz etmiştir.
Hatta Evliya Çelebi’nin Hasanzade Ahmet Çelebi’nin IV. Murat’ın huzuruna
çıktığında herkesin ne kadar eğlendiğine dair verdiği bilgiye Türk İstanbul
kitabında yer vermiştir.124
Ayrıca Ataman, Çöğürcü Sarı Çelebi, Boncuk Kaptan, Mustafa Forsa, Tiryaki
Ağazade gibi usta meddahların adlarını da kitaplarında yer vererek, onların da bu
mesleğe olan katkılarını hatırlatmıştır.125
Ataman, Meddah Süruri’nin hikâyelerinde insan tabiatını ve toplum hayatını
anlattığını, olayları müstehcene kaçmayan zarif nüktelerle aktardığını, taklit
unsurlarına da başvurarak diğer meddahlardan farklı bir üslupla meddahlık sanatının
şaheser örnekleri arasında sayılabilecek ürünler verdiğini belirtmiştir.126
Türk İstanbul kitabının ‘diğer seyyar [gezici] esnaf’ bölümü altında
İstanbul’da hayatını kazanmaya çalışan gezici satıcıların birçoğunun mallarını
pazarlamaya çalışırken, meddah ve tiyatro oyuncularının etkisiyle çeşitli hareketlerde
bulunduklarını da söyleyen Ataman, bu konuda da derinlemesine analiz yapmıştır.127
1. 2. 2. Karagöz
Karagöz bir gölge oyunudur. Tam olarak ne zamandan beri Türkler tarafından
bilindiği ve oynandığına dair kesin bilgi bulunmamaktadır. Gölge oyununun
Türkiye’ye XVI. asırda Mısır’dan geldiği düşünülmektedir.128
124 A.e., s. 265. 125 A.e., s. 266. 126 A.e., s. 267. 127 A.e., s. 206. 128 And, Geleneksel Türk Tiyatrosu (Kukla-Karagöz-Ortaoyunu), s. 111.
84
Genellikle gece oynanan, eski İstanbul eğlencelerinin önemli bir parçası
haline gelmiş Karagöz oyunu hakkında Ataman, Türk İstanbul adlı kitabında Evliya
Çelebi’den almış olduğu şu bilgiyi vermiştir:
“Mübalağayı çok seven Evliya Çelebi’ye göre; Karagöz’ün üç yüz pare taklidi
vardır. Hayal perdesinde görünen tipler, başta Karagöz-Hacivat (iki kafadar) olmak üzere
Karagöz’ün karısı, Çocuğu, Çelebi, Zenne, Tiryaki, Beberuhi, Tuzsuz Deli Bekir,
Külhanbeyi, Bezirgan, Mirasyedi, Aşık, Tuzakçı, Kadın tipleri [Kanlı Nigar, Küçük Hanım,
Arap Bacı...], Yahudi, Ermeni, Rum, Arnavut, Laz, Anadolulu… gibi taklitçi, gedikli
figüranların hepsi de İstanbul’un belli semtlerinden ve mahallelerinden kopmuş tiplerdir.
Orta Oyunu’nda, hatta Meddahlıkta da aşağı yukarı aynı tipler vardır.” 129
Karagöz’deki birbirinden farklı tipler, İstanbul’daki kültür mozaiğini,
çeşitliliği yansıtır. Karagöz genelde çocuk oyunu olarak düşünülse de içindeki tipler,
izleyen seyirciler, anlatılan konular aslında büyüklere de yönelik olduğunu
göstermektedir.
Ataman, İstanbul sanat hayatında Karagöz ve diğer seyirlik oyunların
genellikle ibret verici hikâyeleri işlediklerini belirtmiştir.130 Bundan da hareket
edilerek Karagöz’ün çocukları eğlendirmenin yanında öğüt veren, yol gösteren bir
misyonun da olduğu söylenebilir.
Türk İstanbul kitabında Ataman, eski İstanbul eğlencelerinden bahsederken
Direklerarası’nın özellikle Ramazanlarda yoğunluk kazandığını, insanların kadınlı
erkekli Meddah, Karagöz, Cambazlık… gibi seyirlik oyunları seyretmeye
geldiklerini, bu insan kalabalığı sayesinde ortamın canlılık kazandığının altını
çizmiştir.131
129 Ataman, Türk İstanbul, s. 32. 130 A.e., s. 43. 131 A.e., s. 347.
85
Müziğin, raksın günah olarak kabul edildiği bir toplumda bu öğeleri hayal
sahnesinde olsa da gösteren bir oyun olan Karagöz’e özellikle Ramazanlarda ilginin
artması ise oldukça düşündürücüdür. “Din adamları bile fetvalarında Karagöz’ün İslam
ilkelerine değilse bile uygulamalarına aykırı düştüğünü bile bile, onu hoş görecek gerekçeler
bulmuşlar, ona açıktan açığa bir dokunulmazlık alanı tanımışlardır.” 132
Ataman, Karagöz’e ait özelliklerden bahsederken Karagöz oyununun
içeriğinde bulunan unsurları irdelemiştir. Ataman, Karagöz’de beyaz bir perde,
arkasında ona ışık sağlayacak mum veya kandil, oyunu oynatacak Karagözcü ve
Karagözcünün elinde tef bulunması gerektiğini açıklamıştır. Ayrıca Karagöz’de yer
alan oyun kişilerini de saymıştır. Bunlar: Karagöz, Hacivat, Karagöz’ün karısı,
Zenneler, Çelebi, Tiryaki, Arap, Anadolulu, Beberuhi, Mahalle kabadayısı (Sarhoş,
Tuzsuz Bekir), Tüccar, Âşık, Sevgili…dir.133
Ayrıca Ataman, Karagöz’de malzeme olarak merdiven, kafesli ev penceresi,
çeşme oyunun akışına göre iskemle, küp, satıcı tezgâhı… kullanıldığına yer
vermiştir.134
Seyirlik oyunlarda genelde aynı oyun isimlerinin geçtiğine dikkat çeken
Ataman, bu isimleri Karagöz’ün Evlenmesi, Karagöz’ün Esrar İçip Delirmesi,
Hamam Çıkması, Kanlı Nigar vb… olarak sıralamıştır.135
Ataman, Dümbüllü İsmail Efendi kitabında Dümbüllü’ye göre devrinin usta
Karagözcülerinden bahsetmiştir. Bunlar: Kâtip Salih Efendi, Kasımpaşalı Serçe
Mehmet, Üsküdarlı Arap Ömer’dir. Dümbüllü İsmail Efendi, anlattığı bir hatırayla
Arap Ömer’in taklitte diğer Karagözcülerden usta olduğunu, Sultan Abdülhamit’in
karşısında Hacivat’ın ve Karagöz’ün seslerini, şivelerini ayırt ederken diğerlerinden
başarılı olduğunu söylemiştir.136
132 Metin And, Cep Üniversitesi Türk Tiyatro Tarihi, 2. bs., İstanbul, İletişim Yayınları, 1994, s. 33. 133 Ataman, Türk İstanbul, s. 249. 134 A.e., s. 250. 135 A.e., s. 258. 136 Sadi Yaver Ataman, Dümbüllü İsmail Efendi, İstanbul, Yapı ve Kredi Bankası, t.y., s. 53.
86
Hatta Ataman, Sultan Abdülhamit’in, Arap Ömer’e “Binbaşılık” rütbesi
vererek onun son zamanlarına kadar maaş almasını sağladığı bilgisini de kitaplarında
işlemiştir.137 Bu durum aslında Karagöz’ün sarayda bir dönem ne kadar
önemsendiğinin, usta Karagözcülere saygı duyulduğunun da kanıtıdır.
1. 2. 3. Orta Oyunu
Orta Oyunu Kitabı adlı eserde Nihal Türkmen’in ‘Orta Oyunun Eskiliği’ ile
ilgili bilgi verdiği kısımda, Orta Oyunu’nun geçmişine ilişkin yeterli kaynak, vesika
bulunmadığı açıklaması vardır.138
Necdet Sakaoğlu ve Nuri Akbayar’a ait olan Binbir Gün Binbir Gece
Osmanlı’dan Günümüze İstanbul’da Eğlence Yaşamı kitabında ise Orta
Oyunu’nun tarihiyle ilgili şu bilgi verilmiştir:
“Tanzimat öncesinde Kol oyunu, Meydan-ı Sühan (Söz Meydanı), Meydan Oyunu
gibi adlarla anılan Orta Oyununun en parlak dönemi 19. yüzyılda yaşanmıştır. Oyun kişileri
ve oyun dağarcığıyla İstanbul’a özgü bir gösteri türüdür.”139
İstanbul’u, İstanbul’da yaşayan farklı etnik gruplarla, kültür mozaiğinde var
olan çeşitli renklerle yansıtan Orta Oyunu’na dair Ataman, değişik eserlerinde farklı
bilgilere değinmiştir.
137 Ataman, Türk İstanbul, s. 262. 138 Abdülkadir Emeksiz (haz.), Orta Oyunu Kitabı, İstanbul, Kitabevi, Kasım 2001, s. 3. 139 Sakaoğlu, Akbayar, Binbir Gün Binbir Gece Osmanlı’dan Günümüze İstanbul’da Eğlence Yaşamı, s.177.
87
Ataman, Türk İstanbul kitabında Orta Oyunu’nun yapısında bulunan
unsurlar arasında, baş oyuncuların Pişekâr ve Kavuklu olduğunu, Kavuklu arkası
denilen cücenin (mahalle yetimi), Deyno adı verilen aptal tipin bulunduğunu
aktarmış, Zenneler, Kıyarto denilen Zenne yancısı (dadı, kalfa, bacı), Çapkın
(Hovarda, Zampara), Tiryaki, Enayi, Mirasyedi, Matiz denilen sarhoş (belalı),
Çelebi, Rumelili, Anadolulu (Hırbo), Balama denilen tatlı su frengi (Genellikle
Rum), Cud denilen efendi, Külhani (Külhanbeyi), Hırpani Arnavut, Karadenizli
(Laz), Efe gibi birbirinden farklı tiplerin ve bunların yanında Saz takımı ve
Çengilerin bulunduğunu vurgulamıştır.140
Ataman’a göre Orta Oyunu’nda var olan tipler, kıyafetler, hareketler hatta
şiveler kalıplaşmış olarak gözükse de oyunun başarısı Kavuklu ve Pişekâr’ın
ustalıklarına bağlıdır.141
Ataman, Kavuklu’nun esprileri ve tuhaflıklarıyla Orta Oyunu’nun temelini
oluşturduğunu, Dümbüllü’nün yorumlarından da faydalanarak Kavuklu’nun hazır
cevaplılığı, tekerlemeleriyle insanları güldürdüğünü söylemiştir.142
Pişekâr ise oyunu açan, Kavuklu’yu konuşturan, elindeki şak şak adı verilen
sopayla, arada Kavuklu’ya hafifçe vurarak söz ebeliği yapan, fasıl açıp kapayan,
sorularıyla Kavuklu’yu coşturan tiptir.143
Ataman, Türk İstanbul kitabında zennelerle ilgili bilgiye yer vermiştir. Orta
Oyunu’nda yer alan tiplerden biri olan zenne, kadın kılığına giren erkeklerdir.
Dümbüllü İsmail Efendi’nin verdiği bilgiye göre zenne olmak için sadece yakışıklı
olma yeterli değildir. Zenne olacak gencin kadınımsı sesi, hareketleri de olmalıdır.144
140 Ataman, Türk İstanbul, s. 250. 141 A.e., s. 258. 142 A.e., s. 251-252. 143 A.e., s. 251. 144 A.e., s. 260.
88
Ataman dönemin ünlü zennelerinin isimlerini de sıralamıştır. Bunlar: Zenne
Zihni, Zenne Cevdet, Zenne Hafız Cemal, Zenne Necdet, Zenne Sait… dir.145
Türk İstanbul eserinde Ataman, Orta Oyunu’nda müziğin çok önemli bir
yeri bulunduğunu, neredeyse oyundaki her tipin konuşma biçimlerine ve
hareketlerine göre kişiliklerini yansıtan takdim müziklerinin olduğunu söylerken
bunların Pişekâr havası, Kavuklu havası, Çelebi havası, Karadeniz havası… gibi
isimlerini de saymıştır.146
Ataman, Dümbüllü İsmail Efendi kitabında Dümbüllü’ye ait görüşleri
verirken Dümbüllü de Orta Oyunu ve Karagöz’de musikinin temel unsurlardan biri
olduğunu, Orta Oyunu’nda girişte mutlaka müziğin yer aldığını, zurna, tef, çiftenağra
ve davuldan meydana gelen bir çalgı takımının varlığından bahsetmiştir. Her tipin
kendilerini yansıtan bir müzikle sahneye çıktığını belirten Dümbüllü, semai, peşrev,
curcuna ve paşa havaları gibi birbirinden farklı müziklerin olduğunu
vurgulamıştır.147
Orta Oyunu’nun meydanlarda oynandığını söyleyen Ataman, Orta Oyunu’nda
yeni dünya adı verilen bir paravanın, iki iskemlenin, dükkân denilen tezgâh ve pusat
odasının yani oyuncuların kıyafetlerini değiştirdiği yerden ibaret dekorunun
bulunduğunu belirtmiştir.148
Ataman, Orta Oyunu’nda yer alan başlıca oyunların ise Bahçe, Büyücü,
Çeşme, Çivi Baskını, Eskici Abdi, Ferhat ile Şirin, Fotografçı ve Gözlemeci
olduğundan bahsetmiştir.149
145 A.e., s. 260. 146 A.e., s. 258. 147 Ataman, Dümbüllü İsmail Efendi, s. 75. 148 Ataman, Türk İstanbul, s. 258. 149 A.e., s. 258.
89
Ataman, Orta Oyunu’nun en parlak devrini yaşatan sanatçıların Kavuklu
Hamdi Efendi (1841-1911) ve Pişekâr Küçük İsmail Efendi (1854-1931) olduğunu,
daha sonra onların temsilcileri olan Naşit Bey ve Dümbüllü İsmail Efendi ile bu
sanatın son bulduğunu düşünmektedir.150
Orta Oyunu’nda yer alan birbirinden farklı tipler oyuna renk katarken, Orta
Oyunu’na gönül vermiş çeşitli meslek grupları da bulunmaktadır.
Ataman, Orta Oyunu’na gönül vermiş din adamları, memurlar ve esnaflar gibi
farklı meslek gruplarındaki kişileri açıklamıştır. Bunlardan Hafız Cemal Efendi,
Hafız Mehmet Ali Efendi, İbrahim Hoca, Kör İmam, İmam Hakkı Efendi gibileri din
adamları; Kâtip Mehmet Efendi, Kâtip Salih Efendi, Telgrafçı Halil Efendi, Şair
Ömer Bey, İsmet Fahri Bey gibi memurlar; Attar Şükrü Efendi, Demirci İbrahim,
Deveci Ali, Divitçi Mehmet, Döşemeci İsmail Hacı Bekçi, Hamamcı Süleyman,
Kâğıtçı Ahmet, Külahçı Mehmet, Misk yağcı (Lavantacı) İzzet gibi oyuncular ise
esnaftan kişilerdir.151
Farklı meslek gruplarındaki pek çok kişinin bu oyuna ilgi duymaları, Orta
Oyunu’nda yer almak istemeleri o dönemde Orta Oyunu’nun ne kadar
benimsendiğinin ve beğenildiğinin bir göstergesi olarak kabul edilebilmektedir.
Hatta Ataman, Orta Oyunu’nda yer alan Armanakyan, Cüce Vasilaki,
Çeşmemeydanlı Minas, Dalgıç Takfor gibi Ermeni, Yahudi ve Rumların olduğunu da
hatırlatmıştır.152
150 A.e., s. 258. 151 A.e., s. 258-259. 152 A.e., s. 259.
90
Ayrıca Ataman, bazı Orta Oyuncuları hakkında eserlerinde daha fazla bilgiye
değinmiştir. Ataman, Kel Hasan olarak da bilinen Hasan Efendi, Hassalar Ağası
Ahmet Efendi’nin oğlu olduğunu geçimini sağlamak için yoğurt sattığını Hasan
Efendi’nin daha sonra bir takım tesadüfler sonucunda Amerikan Tiyatrosu’na,
“Perdeci” olarak işe girdiğini Abdürrezzak Efendi’nin hastalanması sonucunda onun
yerine geçip, oyunculuk hayatına başladığını yazmıştır.153
Kavuklu Hamdi Efendi’nin Eyüplü olduğunu belirten Ataman, Kavuklu
Hamdi’nin tellallık yaptığını, okuma-yazması olmadığını çoğu şeyden korkan,
evhamlı bir adam olduğunu söylemiştir.154
Dümbüllü İsmail Efendi ile ilgili bir kitabı da bulunan Ataman, onunla
yaptığı söyleşiden yola çıkarak ise onun doğma büyüme Üsküdarlı olduğunu,
Üsküdar Süleymanağa mahallesinde dünyaya geldiğini, babasının Sultan
Abdülhamit’in silahşörlerinden Zeynelabidin Efendi, annesinin ise Fatma Azize
hanım olduğunu, annesi ve babasının Dümbüllü çok küçükken ayrıldığını, babasının
da annesinin de daha sonra tekrar evlendiğini açıklamıştır.155
1. 2. 4. Tulûat
Batı etkisindeki tiyatro yanında zamanla güncelliğini yitiren Orta Oyunu
varlığını sürdürmek için değişime uğramıştır. Batı tiyatrosuna ait perde ve dekor gibi
araçlar alınarak bilinen tekerlemelerin kullanımının genişletilmesiyle, Laz, Kürt,
Çerkez… gibi taklitlerden yararlanılmaya devam edilerek Tulûat adında yeni bir
tiyatro ortaya çıkmıştır.156
153 A.e., s. 255. 154 A.e., s. 259. 155 Ataman, Dümbüllü İsmail Efendi, s. 9. 156 Refik Halid Sevengil, İstanbul Nasıl Eğleniyordu (1453’ten 1927’ye kadar), 4. bs., y.y., İletişim Yayınları, Ekim 1993, s. 141-142.
91
Tanzimat, Osmanlı İmparatorluğu’nda değişime neden olmuş ve ortaya yeni
bir insan modeli çıkmıştır. Geleneksel tiyatro türlerinden olan Karagöz, Orta Oyunu
ve Meddah’a olan ilgi azalmaya başladığı için bunların yerine “perdeli, suflörlü
Tulûat Tiyatrosu” ilgi çekmeye başlamıştır.157
Ataman eserlerinde, halk tiyatrosundan Tulûat’a da yer vermiştir. Meddah,
Karagöz ve Orta Oyunu’nu daha derinlemesine inceleyen Ataman, Tulûat’ı yüzeysel
incelemiş ve çok kısa olarak Tulûat’ın yapısında yer alan unsurların baş komik
(genellikle evin uşağı), evin beyi, evin kızı, Mahdum Bey (evin oğlu) ya da akraba
delikanlı (Sirar), kâhya (kötü adam), hizmetçi kız, kâtip... gibi tipler olduğuna dikkat
çekmiştir.158
Ataman, Tulûatla ilgili Dümbüllü’nün fikirlerini almış ve onun görüşlerini
eserlerinde desteklemiştir. Dümbüllü’ye göre Orta Oyunu ve Tulûat taklitler,
tuhaflıklar yaparak, cinaslı sözler söyleyerek izleyenleri eğlendirme sanatıdır.159
Ayrıca Ataman’ın Türk İstanbul eserinde Tulûat’ın başka bir tanımı da
bulunmaktadır. Buna göre Tulûat: yazılı metni olmayan, oyuncuların başarısına,
doğaçlama yeteneklerine göre şekillenen, güldürü öğelerinin çoğunlukta olduğu
oyunlardır.160
Ataman, Dümbüllü İsmail Efendi kitabında Dümbüllü’nün saymış olduğu
Tulûatçıların isimlerine yer ayırmıştır. Bunlar: “Tevfik İnce, Eyüp Sabri Bey, Kemal
Sahir, Genç Nuri, Ata Bey, Kunduracı Hüseyin.”161 dir. Tulûat, Orta Oyunun değişime
uğraması sonucunda meydana gelen bir tür olduğu için Tulûat oyuncuları eski Orta
Oyunculardır.
157 Metin And, Tanzimat ve İstibdat Dönemi’nde Türk Tiyatrosu, Ankara, İş Bankası Yayınları, 1972’den aktaran Pekman, Çağdaş Tiyatromuzda Geleneksellik, s. 42. 158 Ataman, Türk İstanbul, s. 251. 159 A.e., s. 251. 160 A.e., s. 249. 161 Ataman, Dümbüllü İsmail Efendi, s. 15.
92
Ayrıca Ataman, Tulûat’ta zurna, tef, çiftenağra ve davuldan meydana gelen
çalgı takımına trompet, trombon, klarnet, keman gibi müzik aletlerinin de girmesiyle
çalgı takımının orkestra biçimine geldiğini de belirtmiştir.162
162 A.e., s. 76.
93
2. Eğlence Hayatını Oluşturan Unsurlar
2. 1. Eğlence Mekânları
Eğlence hayatı, İstanbul’un değişime dönmüş yüzünün göstergesidir.
Eğlenceler belirli yerlerde yapılır ve farklı zevklere göre şekillenir. Bu mekânlar
farklı kültürlerin de yansımasıdır. Bu yüzden çeşitli çalışmalarında Ataman, İstanbul
halkının özellikle eğlence mekânlarına yer ayırmıştır.
Padişahın İstanbul’da yaşaması, taşrada olan insanların rüyalarında dahi hayal
edemeyeceği şenliklerin ve kutlamaların İstanbul’da yapılmasına neden olmuştur.1
Bu da İstanbul halkının Anadolu’ya göre daha çeşitli eğlence türlerine, mekânlarına
kavuşmasını sağlamıştır. Böylece İstanbul’da yüksek zümreden, kenar mahallede
yaşayan kişilere kadar her kesimin kendine ait, kendini yansıtan bir eğlence anlayışı
ve gidebileceği bir eğlence yeri oluşmuştur.
Ataman eserlerinde yer alan eğlence mekânlarıyla ilgili herhangi bir tasnifte
bulunmamıştır. Ataman’ın kitaplarında bulunan bu mekânlar şu bölümlerde
incelenebilmektedir:
1. Açık Mekân
2. Kaplı Mekân
2. 1. 1. Açık Mekân
Ataman’ın eserlerinde açık eğlence mekânlarından mesire yerleri
bulunmaktadır.
1 Necdet Sakaoğlu, Nuri Akbayar, Binbir Gün Binbir Gece Osmanlı’dan Günümüze İstanbul’da Eğlence Yaşamı, y.y. , Creative Yayıncılık, 1999, s.12.
94
2. 1. 1. 1. Mesire Yerleri
15 Nisan 1719 tarihinde İbrahim Paşa’nın padişaha Kâğıthane’de büyük bir
ziyafet vermesi, bu olayı vezirlerin ziyafetlerinin takip etmesi, halkta şehrin
çevresindeki mesire yerlerine günü birlik geziler yapma isteği uyandırmış, böylece
birbirinden değişik eğlence türleri mesirelerde, kırlarda uygulanmaya başlamıştır.2
III. Sultan Selim (1789-1807) ve damadı İbrahim Paşa döneminde ise
İstanbul’un çeşitli kıyılarında yer alan mesire yerleri ün kazanmış, İstanbul halkı tatil
günlerini Boğaziçi’nin iki yakasında bulunan mesire yerlerinde geçirir olmuştur.3
İstanbul’un coğrafi açıdan taşıdığı güzellikler, İstanbul’da pek çok suların,
derelerin bulunması… gibi nedenler gezinti yerlerinin halk tarafından ziyaret
edilmesi sonucunu doğurmuştur. Eski İstanbul eğlence hayatında âdeta gezinti yerleri
tutkusu bulunmaktadır.4 Bu yıllarda insanlar işlerini güçlerini bırakıp, zaman zaman
kiralık arabalar tutup mesire yerlerine gitmiş; âdeta mesire yerlerinde bulunma bir
moda halini almıştır.
Ataman, Musahipzade Celal’in Eski İstanbul Yaşayışı kitabından aldığı
kısımda, dönemin en gözde mesire yerlerinden biri olan Kâğıthane’yi anlatmıştır.
Burası canlı bir tablo gibi şu satırlarla verilmiştir: “Hicri 1158 senesi takvimlerinin
gösterdikleri evvel fasl-ı bahar gelmiş, yine Sâ’dâbâd’ın bülbülleri ötmeye, çimenleri
mevcelenmeye başlamıştı, nisan güneşinin ruhnevâz harâreti, her filizde bir çiçek, her
çimende bir renk uyandırıyor, erguvanlar, lâleler, güller, zerrinler açılıyor, derenin iki
sahilindeki ağaçların, taze yeşil yaprakları suları gölgelendiriyordu.”5
2 A.e., s. 94. 3 Refik Ahmet Sevengil, İstanbul Nasıl Eğleniyordu (1453’ten 1927’ye kadar), 4. bs., y.y., İletişim Yayınları, Ekim 1993, s. 99. 4 A.e., s. 133. 5 Sadi Yaver Ataman, Türk İstanbul, (haz.: Süleyman Şenel), İstanbul, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, 1997, s. 45.
95
Kâğıthane’nin güzelliğinden bahsettikten sonra Ataman, Musahipzade
Celal’in tespitlerinden faydalanmaya devam ederek Kâğıthane sefasına İstanbul
halkının pek çok zümresinden insanların katıldığını, “Elvân-ı bahârı andıran mavi,
mor, erguvânî, pembe, gül rengi, tirşe sarı, al, ılgınî, güvez, eflâtun, yeşil libaslarıyle, üskûf,
kallâvî, burma, dolama, kavuk, külah, mücevveze, kavera, ışkırlak, kalpak, keçekülah, şapka
nev’inden eşkâl-i muhtelife, rengârenk serpuşları ile dolaşan halkın, Sâ’dâbâd’ı renk
tufanına boğduğunu” belirtmiştir. 6
İstanbul halkı havaların sıcak olduğu dönemlerde özellikle Kâğıthane
deresinin etrafındaki kıyılara toplanıp zevk ve sefaya dalmayı alışkanlık haline
getirmiştir.7
Gezinti yerlerinin her birinin kendine ait özelliği, âdeti bulunmaktadır. Bazı
mesire yerlerine suları için, bazılarına yeri ve görünüşü için gidilmektedir. Her
gezinti yerinin farklı saati vardır.8 İstanbul halkı da bu saat dilimlerine özen
göstermiştir. Hatta insanlar bu durumdan yararlanarak bir günde birbirine yakın
birden fazla mesire yerine gitmişlerdir.
Ataman, Türk İstanbul kitabında ‘İstanbul’un Meşhur Suları’ başlığı altında
İstanbul’un değişik yerlerinde bulunan İstanbul halkının gittiği mesire yerlerini
belirtmiştir. Bu mesire yerlerini Ataman, Rumeli ve Anadolu Yakası’nda yer
almalarına göre vermiştir.
Rumeli Yakası’ndakiler;
1. Çırçır Suyu
2. Hamîdiye Suyu
3. Hünkâr Suyu (Sarıyer)
4. Kanlı Kavak Suyu (Emirgan)
5. Kestâne Suyu
6. Şifâ Suyu
6 A.e., s. 45. 7 Sevengil, İstanbul Nasıl Eğleniyordu (1453’ten 1927’ye kadar), s. 100. 8 A.e., s. 135.
96
Anadolu Yakası’ndakiler;
1. Ab-ı Hayat Suyu (Yûşâ dağı eteğinde)
2. Büyük Çamlıca Suyu
3. Çubuklu Suyu
4. Elmalı Suyu (Fethi Paşa çiftliğinden kaynayan üzeri kubbeli mermer havuz)
5. İshak Paşa Çeşme Suyu
6. Karakulak Suyu (Beykoz)
7. Kaymak Suyu (Beykoz)
8. Küçük Çamlıca Suyu
9. Libâde ve Kısıklı Suyu
10. Taşdelen Suyu
11. Tomruk ve Kayışdağı Suyu
12. Vaniköy Suyu (İskele Karşısı)
13. Yakacık Suyu (Ayazma)9
2. 1. 2. Kapalı Mekân
Ataman’ın eselerinde İstanbul eğlence hayatında yer alan kapalı mekânlardan
sadece meyhaneler bulunmaktadır.
2. 1. 2. 1. Meyhaneler
Çoğunluğu Müslüman olan İstanbul halkının eğlence hayatında meyhanelerin
önemli yerinin olması şaşırtıcıdır. İlk başta sadece gayrimüslimlerin gittiği az da olsa
kaçamak için Müslümanların uğradığı bu mekânlar, zamanla eski İstanbul
eğlencelerinin vazgeçilmez bir öğesi haline dönüşmüştür.
9 Ataman, Türk İstanbul, s. 147.
97
Eskiden özellikle İstanbul’da gayrimüslimlerin yoğun olarak bulunduğu
bölgelerde meyhaneler vardır. Meyhanecilik Rumların, Ermenilerin işi olarak
görülmektedir.10 Eski meyhaneler, eski meyhane yaşamı hakkındaki bilgiler ancak o
dönemde yaşamış insanların verdiği bilgiler sayesinde bilinmektedir.11
Ataman, eserlerinde eski İstanbul eğlencelerinde önemli mekânlardan biri
olan meyhanelere de değinmiştir fakat İstanbul meyhaneleri ile ilgili verdiği bilgiler
yüzeyseldir.
Ataman’ın Reşad Ekrem Koçu’ya sorduğu sorular ve Koçu’nun
cevaplarından oluşturulan “İstanbul” Konuşmaları adlı eserde meyhaneler konusu
yer almaktadır.
Bu kitapta meyhaneleriyle ün salmış İstanbul’un meyhanelerinin kalmadığı,
eski İstanbul meyhanelerinin “Koltuk Meyhaneleri” ve “Gedikli Meyhane” olarak
sınıflandırıldığı, koltuk meyhanelerinin devlet tarafından ruhsatsız, gedikli
meyhanelerinin ise ruhsatlı meyhaneler olduğu, gedikli meyhanelerinin sonraları
“Selâtin Meyhane” olarak anıldığı belirtilmiştir.12
Bir Zamanların İstanbulu Eski İstanbul Yaşayışı ve Folkloru isimli
kitapta da İstanbul’un fethinden II. Meşrutiyete, İstanbul’da devlet izni ile açılan
sınırlı sayıdaki meyhanelere gedikli meyhane; kaçak olup, gizli çalışanlarına da
koltuk meyhanesi dendiği hatta gedikli meyhanelerin Abdülaziz döneminden (1861-
1876) sonra “Selâtin Meyhane”si olarak adlandırıldığına işaret edilmiştir.13
10 Sakaoğlu, Akbayar, Binbir Gün Binbir Gece Osmanlı’dan Günümüze İstanbul’da Eğlence Yaşamı, s. 229. 11 Selim Nüzhet Gerçek, İstanbul’dan Ben De Geçtim, (haz.: Ali Birinci, İsmail Kara), İstanbul, Kitabevi, Haziran 1997, s. 111. 12 Reşad Ekrem Koçu, “İstanbul” Konuşmaları, (haz.: Süleyman Şenel, Raportör: Sadi Yaver Ataman,), İstanbul, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Yayınları, Aralık 2005, s. 45. 13 Sennur Sezer, Adnan Özyalçıner, Bir Zamanların İstanbulu Eski İstanbul Yaşayışı ve Folkloru, İstanbul, İnkılap, 2005, s. 300-301.
98
Ayrıca yine “İstanbul” Konuşmaları’nda eskiden Galata’da bulunan ünlü
“Lavirentos Meyhanesi”nin Cenevizliler döneminden kaldığı, gemici meyhanesi
olarak da kullanıldığı, İstanbul’un imarıyla ilgili projeler yüzünden yıkılıp yerine
Maliye binasının yapıldığı vurgulanmıştır.14
Ataman, eski İstanbul meyhanelerinde akşamcıların toplandıklarını, buraya
gelen insanların aşka geldiklerinde söyledikleri mısralarla ve nağmelerle renkli,
cümbüşlü bir manzara gösterdiklerini de eserlerinde anlatmıştır.15
Eskiden dükkânlara o iş ile ilgili levhaların asılmasının moda olduğunu
söyleyen Ataman, İstanbul Balıkpazarı meyhanelerinden Barba Apostol’un
meyhanesinin duvarındaki levhasından şu sözleri aldığını söylemiştir:
İçelim âb-ı hayâtı neş’e verir bedene
Mevlâm rahmet eylesin rakıyı icâd edene16
14 Koçu, “İstanbul” Konuşmaları, s. 45 15 Ataman, Türk İstanbul, s. 149. 16 A.e., s. 151.
99
2. 2. Müzikli Eğlence
Bizans İmparatorluğu’na daha sonra üç kıtaya hâkim Osmanlı
İmparatorluğu’na başkentlik yapan İstanbul şehri, yüzyıllar boyunca farklı etnik
kimlikleri, onların yaşamlarını ve onları yansıtan eğlenceleri içinde barındırmış bir
kenttir.
Eğlence denilince akla ilk olarak müzik, raks ve ritim gelmektedir. Ataman’ın
eserlerinde de bu özelliklere sahip İstanbul eğlenceleri konu edilmiştir. Ataman bu
tarz eğlencelerle ilgili herhangi bir tasnifte bulunmamıştır. Ataman’ın eserlerinde yer
alan müzikli İstanbul eğlenceleri şu bölümlemelerle incelenebilmektedir:
1. Kanto
2. Sulukule Eşrafı
3. Kahvehaneler
2. 2. 1. Kanto
Günümüz Türkiye’sinde Nurhan Damcıoğlu ile bütünleşen kanto, uzun
zamandır Türkler arasında müzikli eğlence kültürü içinde var olmaktadır. Zaman
zaman popülaritesini kaybetse de özellikle Ramazan ayı boyunca şarkılı oyunlar
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Refik Ahmet Sevengil kantoyu, tulûat tiyatrolarında halkın ilgisini çekmek
için oyunun dışında yarı çıplak denebilecek kantocu kızların söylediği estetik değeri
olmayan beste, güfte ve dans olarak tanımlamaktadır.17
17 Sevengil, İstanbul Nasıl Eğleniyordu (1453’ten 1927’ye kadar), s. 143.
100
Tarihsel gelişim süreci içinde baktığımızda ise Ataman, Türk İstanbul
eserinde 1870’te İstanbul’a gelen İtalyan tiyatrosunun verdiği temsillerde ilk kez
kantonun oynandığını, bu tarihten sonra tulûat tiyatrolarında oyun başlamadan caz
davulu, keman gibi müzik aletlerinin çaldığı şarkılı oyunlara kanto adı verildiğini
söylemiştir.18
Ataman, ilk kantonun Kadıköy, Yoğurtçu Parkı’ndaki Salaş Tiyatrosu’nda
Aramik Hanım tarafından oynandığına dair rivayetler bulunduğunu da açıklamıştır.19
Ataman, Dümbüllü İsmail Efendi kitabında Dümbüllü’ye göre zamanın en
iyi kantocuları olan Perüz, Şamram, Büyük Verjin, Küçük Verjin, Kamelya, Zarife,
Ağavni Necip, Mari Hasibe… isimlerini saymıştır. 20
Dümbüllü dönemin ünlü ve başarılı kantocularından biri kabul edilen Perüz
Hanım’ın beste yapmanın yanında güfte de yazdığını vurgulamıştır.21 Ataman ise
yaptığı çalışmalara dayanarak Perüz Hanım’ın kantolarını kendisinin yazmadığını
sadece tasarladığını, ona âşık olan Müzika-i Hümâyun’dan çıkan Kenan Bey’in
yazdığını iddia etmiştir.22
Ataman meşhur ‘Benim Sevdiğim Bahçede Gezer’, ‘Seni Budala Şaşkın’,
‘Yangın Var Yanıyorum’… gibi kantoları makamları, sözleri ve notalarıyla
Dümbüllü İsmail Efendi kitabında vermiştir.23
Bu dönemde “Forici” adı verilen bir zümre olduğuna da Ataman değinmiştir.
Foriciler kantocuların birden fazla kere sahneye çıkmaları için tezahüratta bulunan,
kantocuların adamları tarafından tutulan kişilerdir.24
18 Ataman, Türk İstanbul, s. 271. 19 A.e., s. 271. 20 Sadi Yaver Ataman, Dümbüllü İsmail Efendi, İstanbul, Yapı ve Kredi Bankası, t.y., s. 20. 21 A.e., s. 17. 22 Ataman, Türk İstanbul, s. 271. 23 Ataman, Dümbüllü İsmail Efendi, s. 21-32. 24 Ataman, Türk İstanbul, s. 272.
101
Ataman, Reşat Ekrem Koçu’nun “Ahmet Rasim Bey’den Seçme Yazılar”
başlıklı yazılarından birinden aldığını söylediği devrin foricilerinin isimlerini
saymıştır. Bunlar: “Dramalı Sabri, Kakodi Hasan, Topçu Şakir, Tatar Kadir, Pehlivan
Rüstem, Takkeci Abbas, Ayı Hüseyin, Kırık Cemal, Ortaköylü Yasef, Hacamatçı Riza,
Kuyumcu Parsim, Çerkes Tevfik, Bulgar Yorgi, Arap Ahmet, Laz Nuri, Tersaneli Hurşit,
Boğazkesenli Abdi, Çurçur Emin, Tepegöz Mıstık...”25
Dönemlerinde şaşalı hayatlar yaşayan kantocuların sonlarını Ataman,
Dümbüllü’nün anılarından faydalanarak yoksulluk ve sefalet içinde olduğunu
üzülerek belirtmiştir.26
2. 2. 2. Sulukule Eşrafı
Sulukule’de yaşayan insanların kendilerine özgü kültürleri vardır. Sulukule
halkı müzikleriyle, danslarıyla eğlenmeye düşkün renkli bir topluluktur. Tüm
değişimlere direnen bu topluluk, neredeyse her dönem kendi çizgilerinde kalmıştır.
İstanbul eğlence hayatında önemli bir yere sahip olan bu zümreyle ilgili Ataman
eserlerinde çeşitli bilgilere yer vermiştir.
Ataman, Türk İstanbul eserinde çingenelerin bütün dünyaya Hindistan’dan
yayıldıklarını, Hindistan’da hor görüldükleri “Parya” adıyla anıldıklarını, göç etmek
zorunda kaldıklarını belirtmiştir. Ayrıca çingenelerin herhangi bir yeri yurt
edinemedikleri için göçebe bir topluluk olarak varlıklarını sürdürdüklerini de
söyleyen Ataman, İstanbul’da bazı mahallerde kendilerine mahsus âdet ve
gelenekleriyle çingenelerin yaşadıklarını da eserlerinde hatırlatmıştır.27 Bunun
yanında Ataman, İstanbul’da çingenelerin yaşadığı surlar civarındaki mahalle ile
Ayvansaray etrafındaki kısmın Sulukule olarak anıldığını, buranın İstanbul eğlence
yaşamında yer alan hareketli bir semt olduğunu da vurgulamıştır.28
25 A.e., s. 272. 26 A.e., s. 272. 27 A.e., s. 437. 28 A.e., s. 437.
102
Hayatlarını devam ettirmek için çiçekçilik, çalgıcılık, falcılık gibi mesleklerle
uğraşan çingeneler, yaşam tarzlarının sonucu değişik sanatlara yatkın bir topluluk
olmuşlardır. Bundan dolayı bu topluluktan sanat ile uğraşan pek çok isim çıkmıştır.
Ataman, İstanbul’da yaşayan çingene kadınların dansta, çengilikte; çingene
erkeklerin ise müzikte, çalgıda usta olduklarını, çingeneliklerini saklayan insanlar
olmasına rağmen Zurnacı Takuhi, Udi Afet, Hanende Kurban, Kemani Meftun,
Klarnetçi İbrahim, Zurnacı Arap Mehmet, Zurnacı Emin gibi isimlerin
çingeneliklerini saklamayan kişiler olduğunu belirtmiştir.29 Ataman, eskiden İstanbul
çingenelerinin Sulukule’deki ve Ayvansaray’daki mahallelerinde eğlenmeye gelen
insanlara musiki ve oyun fasılları yaptıklarını hatta ilgi çekici sahte kavga sahneleri
düzenlediklerini söylemiştir.30
Ataman’ın tespitlerinden de çingenelerin, İstanbul eğlence yaşamında iz
bırakmış bir topluluk olduğu anlaşılmaktadır. Ataman, İstanbul çingenelerine ait
türkülerden Direklerarası’ndaki kantocuların etkilendiğini Perüz Hanım, Şamram
Hanım gibi dönemin meşhur kantocularının bu türkülere yapılan uygun bestelerle
kanto olarak söylediklerini ve bunlarla büyük ses getirdiklerini dile getirmiştir.31
2. 2. 3. Kahvehaneler
İstanbul eğlence hayatında kahvehanelerin önemli bir yeri bulunmaktadır.
Ataman, eserlerinde İstanbul kahvehaneleri ve kahvehane yaşamını işlerken farklı
kaynaklardaki bilgilerden faydalanmıştır.
İstanbul’da ilk kahvenin Kanuni Sultan Süleyman devrinde (1520-1560),
Habeşistan valisi Özdemir Paşa’nın Afrika’dan getirmesiyle içilmeye başlandığı
iddia edilmektedir.32
29 A.e., s. 438. 30 A.e., s. 437. 31 A.e., s. 437. 32 Sezer, Özyalçıner, Bir Zamanların İstanbulu Eski İstanbul Yaşayışı ve Folkloru, s. 291.
103
Zamanla halk arasında kahve yayılarak bir tutku haline gelmiş ve Türkiye’de
ilk kahvehane İstanbul’da 1554’te açılmıştır.33
Gönül ne kahve ister ne kahvehâne
Gönül ahbap ister kahve bahane
ifadesinin de yansıttığı gibi kahvehaneler eskiden belli bir yaşa gelmiş
erkeklerin arkadaş edinmek, rahatça sohbet etmek için gittikleri yerler olarak
bilinmektedir.34
Ataman’ın sorularıyla şekillenen “İstanbul” Konuşmaları kitabında,
İstanbul’da tulumbacı kahveleri, yeniçeri kahveleri, semtlerde yer yer mahalle
kahvehaneleri ve otel tarzında olan sabahçı kahvehanelerinin bulunduğu
belirtilmiştir.35
Ataman’ın genel olarak eserlerine bakıldığında ise çalgılı kahvehaneler ve
âşık kahvehanelerini incelediği görülmektedir. Bundan dolayı Ataman’ın
kitaplarında yer alan kahvehaneler şu alt başlıklar altında incelenebilir:
1. Çalgılı (Semai) Kahvehaneler
2. Âşık Kahvehaneleri
2. 2. 3. 1. Çalgılı (Semai) Kahvehaneler
Ataman, Türk İstanbul kitabında müzikli eğlencelerin yapıldığı İstanbul’un
çalgılı kahvehanelerinden bahsetmiştir.
33 A.e., s. 291. 34 Gerçek, İstanbul’dan Ben De Geçtim, s. 68. 35 Koçu, “İstanbul” Konuşmaları, s. 44-45.
104
Ataman, İstanbul’un Anadolu’daki âşıkların kendilerini ispat etmeleri için
önemli bir şehir olduğunu, âşıkların İstanbul semai kahvelerindeki başarılarının sanat
hayatları açısından dönüm noktası niteliği taşıdığını, burada başarılı olanların diğer
şehirlerde rahatlıkla boy gösterebilme imkânı bulduklarını ifade etmiştir.36
Ataman, Mehmet Halid Bayrı’nın araştırmalarından faydalandığını
vurgulayarak, İstanbul’da olan çalgılı kahvehaneleri semtleriyle birlikte Türk
İstanbul eserinde belirli bir sınıflama gözetmeksizin sıralamıştır. Burada ise
Ataman’ın adların saydığı İstanbul çalgılı kahveleri alfabetik sıraya uygun olarak
verilmiştir. Bunlar:
1. Aksaray’da: Kadayıfçı Ali Bey’in kahvesidir.
2. Balat’ta: Laz Yakup’un çalgılı kahvesidir.
3. Beşiktaş’ta: Saman iskelesinde Zil İzzet’in çalgılı kahvesidir.
4. Boğazkesen’de: Edepsiz Süreyya’nın işlettiği çalgılı kahvedir.
5. Çeşme meydanında: Tulumbacı reislerinden Galip Reis’in yönettiği çalgılı
kahvedir.
6. Divanyolu’nda: Arnavut Mehmet’in çalgılı kahvesidir.
7. Eyüp’te: Defterdar iskelesinde hamallar kâhyası İsmail’in işlettiği çalgılı kahvedir.
8. Galata’da: Tulumbacı reislerinden Ahmet Reis’in işlettiği çalgılı kahvedir.
9. Halıcıoğlu’nda: Dolmacı Mihran’ın çalgılı kahvesidir.
10. Kasımpaşa’da: Dere boyunda, Midyeci Süleyman’ın işlettiği çalgılı kahvedir.
11. Şehzâdebaşı’nda: Çukurçeşme’deki Kâtip Mahmut’un yönettiği çalgılı kahvedir.
12. Unkapanı’nda: Halid Hoca’nın yönettiği çalgılı kahvedir.
13. Yüksek Kaldırım’da: Arap Hüseyin’in kahvesidir.37
36 Ataman, Türk İstanbul, s. 51. 37 A.e., s. 51-53.
105
Çalgılı kahvehanelerin çoğunlukla Ramazan’da teravih namazı sonrasında
fasıllara başladığını söyleyen Ataman, İstanbul’un pek çok semtinde çalgılı
kahvelerin görüldüğünü, çalgılı kahvehanelerin yetiştiricilik özellikleri bulunduğunu
dile getirmiştir.38 Ayrıca Ataman, semai kahvelerinin Sultan Abdülmecit (1823-
1861) döneminde en parlak devirlerini yaşadığına da işaret etmiştir.39 Buradan da
kahvehanelerin işlevleri arasında yetiştiricilik özelliğinin de öne çıktığı ortaya
çıkmaktadır.
Ataman, İstanbul’un çalgılı kahvehanelerinde bulunan isimleri sayarken
Osman Cemal Kaygılı’nın “Semai Kahveleri ve Meydan Şairleri” yazısından
yararlanmıştır. Burada yer alan isimler ise: Acem İsmail, Kafesçi Arif, Dolmacı
Mihran, Efe Mehmet, Defterdarlı Asaf Bey, Yenimahalleli Çiroz Ali, Teraseneli
Osman Nuri, Üsküdarlı Vasıf Zeytinburnulu…dur.40
Ataman Dertli, Gevheri, Âşık Ömer, Karacaoğlan gibi isimlerin İstanbul’un
çalgılı kahvelerine geldiklerini, bu yerlerden şiirlerinin ve deyişlerinin yayıldığını,
fakat XIX. yüzyılın sonlarında çalgılı kahvehanelerin miadını doldurmaya
başladığını, işlevlerini yitirdiklerini belirtmiştir.41
Ataman, semai kahvelerine gelen devrin önemli simalarını da kitaplarında
işlemiştir. Bunlar: Ali Bey, Zil İzzet, Acem İsmail, Safvet Baba gibi kişilerdir.
Ataman, araştırmalarına ve yakınlarındaki insanlardan edindiği bilgilere göre
Ali Bey’in kel olduğu için fesini başından çıkarmadığını, Bestekâr Kel Ali olarak da
anıldığını, devrin musiki meclislerinde saygı gördüğünü, sesinin güzelliğiyle
tanındığını, saraya bile çağırılan bir zat olduğunu söylemiştir.42
38 A.e., s. 57. 39 A.e., s. 53. 40 A.e., s. 79-80. 41 A.e., s. 70. 42 Sadi Yaver Ataman, Mehmet Sadi Bey, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Kültür Eserleri Dizisi, 1987, s. 24.
106
Ayrıca Ataman, Ali Bey’i ‘semai kahvelerinin bülbülleri’nden biri diye
nitelendirmiş, onun semai ve mâni düzmede başarılı olduğunu, şarkı türünde de
eserler verdiğini vurgulamıştır.43 Ataman, Ali Bey’in zamanın büyük güftecisi
Mehmet Sadi Bey’in (1839-1904) konağında yapılan toplantılara katıldığını da
söylemiştir.44
Ataman, İstanbul’un çalgılı kahvehane hayatında önemli kişilerin olduğundan
da bahsetmiştir. Bu kişiler özellikle mâni düzmedeki yetenekleriyle ün salmış
kişilerdir. Keyifli sohbetleriyle de ortamı neşelendirmişlerdir.
İstanbul’un çalgılı kahvehane hayatında Zil İzzet’tin önemli bir kişi olduğunu
özellikle açıklayan Ataman, Beşiktaş’ta Saman İskelesi’nde bulunan kahvesindeki
musiki hareketlerini bizzat Zil İzzet’in yönettiğini, mâni düzmedeki yeteneğinin
dillerde dolaştığını yapıtlarında işlemiştir.45
Belli bir mesleği olamayan Acem İsmail de İstanbul çalgılı kahvelerinin
önemli şairlerinden biridir. Ataman, Ramazan gecelerinde Acem İsmail’in devrin
önemli şairleriyle karşılaşarak, onların pek çoğunu mat ettiğini dile getirmiştir.46
Bunlardan da İstanbul’da kahvehanelerin âşıklık kültürünü, en güzel yaşatan
meskenlerden biri haline dönüştüğü anlaşılmaktadır. Önemli âşıklar buralarda
kendilerini ifade etme şansını yakalamışlardır.
Safvet Baba da çalgılı kahvelere gelmeyen fakat bu ortamlarda ona ait koşma,
destan, semai gibi ürünlerin okunduğu, devrin ünlü şairlerindendir. İstanbul Balat
civarında doğup büyüyen, Fransızca, Arapça gibi yabancı dilleri bilen, eczacı
okulundan mezun bir zattır.47
43 Ataman, Türk İstanbul, s. 54. 44 A.e., s. 54. 45 A.e., s. 57. 46 A.e., s. 60. 47 A.e., s. 68.
107
Ataman, Safvet Baba’nın dönemine göre iyi eğitimli biri olmasına rağmen, bu
tarz kahvelere gitmemesine karşın, eserlerinin halk tarafından anlaşıldığını ve
sevildiğini özellikle vurgulamak istemiştir.
2. 2. 3. 2. Âşık Kahvehaneleri
İstanbul’un âşık kahveleri, Ataman’ın eserlerinde yer almış başka bir
konudur. Bu kahvelere gelen âşıklar, saz eşliğinde birbirleriyle atıştıkları için bu
konu müzikli eğlence başlığı altında incelenmiştir.
Ataman, Anadolu’dan İstanbul’a kendilerini tanıtmak amacıyla gelen,
hanlarda kalmaya parası olmayan âşıkların, Âşık kahvelerinde misafir edildiklerini
söylemiştir.48 Ayrıca Ataman, İstanbul’a gelen âşıkların Tavuk Pazarı’ndaki Âşıklar
kahvesinde başka âşıklarla karşılaştıktan sonra İstanbul’un çalgılı kahvehanelerine de
varlıklarını kanıtlamak için gittiklerini vurgulamıştır.49
Âşıkların farklı kentlerdeki âşık kahvehanelerine giderek, buralarda diğer
âşıklarla karşılaştıkları ve yeteneklerini göstermeye çalıştıkları anlaşılmaktadır.
Ataman âşıklara ait meclislerin geleneksel bir düzeni de olduğunu
açıklamıştır. “Bu düzen içinde fasıl açma, tapşırma, karşılama, danışma, tokuşma, askı
asma, nasihat, koşma, dudak değmez, güzelleme, koçaklama, deyişme, atışma, yerme, öğme,
âşıklama, rümuz bağlama, neticede bir tarafın hapt (mat) olması gibi bölümleri vardır.”50
Semai ve âşık kahvelerindeki en zorlu karşılaşmanın, aynı zamanda âşıkların
başarı göstergesinin muamma kabul edildiğini ifade eden Ataman, muammanın bir
bilmece tarzı olduğunu, muamma çözen âşıkların bu kahvelerde ödüllendirildiğini
belirtmiştir.51
48 A.e., s. 57. 49 A.e., s. 63. 50 A.e., s. 95. 51 A.e., s. 95.
108
Âşıkların, kahvehanelerdeki performansları onların şanına şan katan,
tanınmalarını sağlayan unsurlardır. Ataman, özellikle muamma çözmenin bir âşığın
sanat hayatındaki en önemli imtihanlardan biri olduğunu Âşık Dertli üstünden
anlatmıştır.
Ataman, Âşık Dertli’nin Tavuk Pazarı’nda bulunan Âşıklar Kahvesi’ndeki bir
muammayı çok kısa bir sürede çözerek âşıklar başı seçildiğini ve böylece ün
kazandığını, gerçek adının İbrahim Lütfü olduğunu, Gerede’nin Şahmalar köyünde
doğduğunu, bir olay yüzünden intihara kalkmasına rağmen ölmediğini hatta bundan
dolayı “Dertli” mahlasına kavuştuğunun anlatıldığını belirtmiştir.52 Ayrıca
Karacaoğlan’ın da İstanbul’daki âşıklar kahvesine gelip başarılı olduğunu ve burada
boy gösterdiğini söylemiştir.53
Âşık kahveleri, birbirinden önemli âşıkların kendilerini göstermek için
geldikleri veya şöhrete kavuştukları yerler olduklarından İstanbul’un müzikli eğlence
yaşantısında vazgeçilmez unsurlar olmuşlardır.
Ayrıca Atman, Türk İstanbul kitabının ‘İstanbul Kahvehâneleri’ kısmında
semai ve âşık kahvehanelerinin dışında İstanbul’un kahvehane yaşantısının da önemli
bir konu olduğunun, eski İstanbul eğlencelerinin önemli bir kısmını oluşturan
kahvehanelerin dostluk muhitleri tarzında görüldüğünün, piri kelam adı verilen hoş
sohbet kişilerin buralarda dinlendiğini ve saygı gördüğünün, İstanbul
kahvehanelerinde özellikle Ramazan’da meddahlarla, hikâyecilerin insanları
eğlendirdiğinin üstünde durmuştur.54
52 A.e., s. 63. 53 A.e., s. 89- 95. 54 A.e., s. 99-100.
109
2. 3. Halk Müziği ve Müzik Araçları
Toplumların duygularını en saf, en içten şekilde o topluma ait ürünler
yansıtır. Halk müziği de yaratıldığı millete ait, o milleti yansıtan müzik türüdür.
Ataman’ın araştırmacı kişiliği yanında müzikolog bir yönü de bulunmaktadır.
Ataman’ın eserlerinde İstanbul’a ait halk müziğiyle ilgili bilgiler yüzeysel olarak
verilmiştir.
Ataman, İstanbul’da Atatürk’ün huzurundayken ona bir uzun hava çeşidi olan
bozlak ayağını tarif ettiğinden bahsetmiştir.55 Ayrıca Ataman, yaylacı Türk
topluluklarında türkü çığırmaya ırlama denildiğini de Atatürk’e açıkladığını
söylemiştir.56
Farklılıkların bütünlüğüyle güzelleşen, kültürlerin mozaiği olan İstanbul
şehrinin içinde barındırdığı halkların da katkısıyla muhakkak ki etkileyici bir halk
müziği kültürü bulunmaktadır. Fakat müzikal yönü kuvvetli olan Ataman, -İstanbul
türküleri hariç57- yazdığı kitaplarda İstanbul’a ait halk müziğiyle, İstanbul’da
kullanılan halk müziğine ait kavramlarla ve İstanbul’daki halk müzik aletleriyle ilgili
çok fazla bilgi vermemiştir.
Ataman, eski İstanbulluların çığırtma denilen sazı, İstanbul’un saraylarında
ve tekke fasıllarında kullanıldığından ötürü bildiğini vurgulamıştır.58
İstanbul sanat hayatında halk müziği ve aletlerine çok rastlanmadığını
söyleyen Ataman, halka ait ürünlerin İstanbul gibi köylerle kültürel bağlantısı kopuk
olan merkezlere ulaşamadığını özellikle belirtmiştir.59
55 Sadi Yaver Ataman, Atatürk ve Türk Musikisi, Ankara, Kültür Bakanlığı, Atatürk Dizisi, 1991, s. 11. 56 A.e., s. 12. 57 Türküler konusu çalışmanın Halk Edebiyatı ve Halk Tiyatrosu adlı 1. bölümünde 1.1.4. başlığı altında verilmiştir. 58 Sadi Yaver Ataman, Anadolu Halk Sazları, Yerli Musikiciler ve Halk Müzik Karakterleri, İstanbul, Bürhaneddin Matbaası, 1938, s. 27. 59 Ataman, Mehmet Sadi Bey, s. 35.
110
Bunlarla birlikte Ataman, Anadolu’da sazcılar tarafından yapılan yerli dillerin
kısa sürede bozulduğu için bunların İstanbul’dan getirtildiğini de kitabında dile
getirmiştir.60
Halk müziğine çok önem verilmediği özellikle söylenen İstanbul’da,
Anadolu’da kullanılan halk aletleri için malzemelerin üretilmesi ve Anadolu’da bu
malzemeler alınırken İstanbul’dakilerin tercih edilmesi durumu aslında
düşündürücüdür.
60 Ataman, Anadolu Halk Sazları, Yerli Musikiciler ve Halk Müzik Karakterleri, s. 23.
111
3. Diğer Folklor Unsurları
3. 1. Geçiş Dönemleri
İnsan hayatı çeşitli evrelerden meydana gelir. Bu insanı yenileyen, değiştiren
evreler geçiş dönemleridir. İnsan hayatında dört geçiş dönemi bulunmaktadır.
Bunlar: doğum, çocuk, evlenme ve ölümdür.
İnsan hayatında eşik görevi üstlenen geçiş dönemlerinde kişi hiç tanımadığı
bir hayatla, aklına gelemeyen yeniliklerle karşılaştığı için ona yardım edecek, yol
gösterecek kişilere ihtiyaç duyar. İnsan hayatını derinden etkileyen bu dönemlerin en
rahat atlatılması, bireyin yeni yaşamına en kolay şekilde alışmasının sağlanması için
çeşitli âdetler ve inanmalar uygulanmaktadır. Bundan ötürü her geçiş döneminin
kendine ait pratikleri bulunmaktadır.
İstanbul halkı için geçiş dönemleri önemlidir. Ataman, eserlerinde İstanbul
halkına ait doğum, çocuk ve ölüm geçiş dönemlerine yer vermezken, evlenme geçiş
dönemini açıklamaya çalışmıştır. Hatta Türk İstanbul kitabında ‘Eski Evlenme
Düğünleri ve Düğünlere İlişkin “Rit”ler’ başlığı altında bu geçiş dönemini işlemiştir.
Ataman’ın eserlerinde verdiği evlenme geçiş dönemiyle ilgili bilgiler, kendisi
bu başlıklarla vermemesine rağmen şu alt başlıklar içinde incelenebilmektedir:
1. Evlilik Çağı –Evlilik Yaşı- Evlenme İsteğini Belli Etme
2. Düğün
2. 1. Düğün Öncesindeki Uygulamalar
2. 2. Düğün Esnasındaki Uygulamalar
2. 3. Düğün Sonrasındaki Uygulamalar
112
3. 1. 1. Evlilik Çağı -Evlilik Yaşı- Evlenme İsteğini Belli Etme
Evlilik çağı ve evlenme isteğini belli etme her bölgede daha farklı bir biçimde
görülmektedir. Kimi bölgelerde 13-14 yaşlarında evlilik çağına gelen gençler, büyük
kentlerde, 18 yaş ve üstünde evlenmektedir.
İstanbul’da ise kız ve erkek, buluğa eren her çocuk, gençlik çağına girmiş
sayılmaktadır. Gençlik çağı, erkeğin kıza, kızın erkeğe alıcı gözüyle bakmaya
başladığı dönemdir. Bunun için gençlik çağına giren çocuk, İstanbul ailesine göre
hayatın en çetin ve tehlikeli devresine girmiş demektir. İstanbul’da gençlik çağına
giren kız ve erkek eskisine göre kendisini daha hür sayar, izzeti nefsine daha düşkün
olur.1 Bundan dolayı aileler en kısa sürede hayırlı bir kısmet bularak çocuklarını baş
göz etmek ister.
Ataman, eserlerinde gençlerin evlenme isteğini gösteren farklı yöntemlerden
bahsetmektedir. Çünkü geleneksel aile yapısından gelen anlayışla gençler yakışıksız
görüldüğü için büyüklerinin yanında evlenmeyle ilgili sözler söyleyememektedir. Bu
yüzden anne-babasına evlenme isteğini açamayan gençler, bu arzularını göstermek
amacıyla çeşitli yollara başvurmaktadır.
Ataman, Türk İstanbul eserinde ‘Evlenme isteğini göstermek için erkekler,
babalarının ayakkabılarını ters çevirir, hatta daha da ileri giderek çiviyle ayakkabıları
merdivenin tabanına çakar.’2 ifadesini kullanarak gençlerin o dönemdeki
uygulamalarını anlatmaktadır.
Aileler tarafından çocuklarının yaşı uygun görüldüğünde ve de çocuklar
evlenme isteklerini çeşitli yollarla belli ettiğinde kısmet aranmaya başlanmaktadır.
Eskiden İstanbul’da ve Anadolu’da evlenme kararlarını ebeveynler vermektedir.
1 Mehmet Halit Bayrı, İstanbul Folkloru, 2. bs., İstanbul, A. Eser Yayınları, 1972, s. 201. 2 Sadi Yaver Ataman, Türk İstanbul, (haz.: Süleyman Şenel), İstanbul, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, 1997, s. 320.
113
Ataman, Türk İstanbul eserinde evlenecek çiftin evlilikle ilgili söz hakkı
olmadığından ve analar, babalar, büyükler ne isterse gençlerin de boyunlarını büküp
kaderlerine razı olduklarından bahsetmektedir.3 Ataman kız tarafının ve erkek
tarafının aradığı özellikleri şu biçimde sıralamaktadır. Bunlar:
Kız tarafınca, oğlanda aranılan vasıflar:
1. Her şeyden önce iyi ahlak sahibi olmalıdır. Baba malına güvenmemeli, belli
bir işi ve kazancı bulunmalıdır.
2. Babası ölmüşse, mirasından bir çöp bile satmamış olmalı, özellikle babasının
-tüccar ya da esnaf ise- işini yürütmeli, malına mülküne sahip çıkmış
olmalıdır.
3. Kumar oynamamalı, sarhoşluk etmemeli, evinin yolunu bilmelidir. Yani işi
ve evinden başka bir şey düşünmemelidir.
4. Geçici bir iş sahibi olmamalı, başkasının yanında sığıntı iş görmemeli, kendi
işi, kendi toprağı, emeği ya da alın teri olmalıdır.4
Oğlan tarafının da kızla ilgili istekleri bulunmaktadır. Kız tarafında aranan
vasıflar da şunlardır:
1. Nişandan ya da nikâhtan ayrılmış olmamalıdır.
2. Dik kafalı, huysuz olmamalıdır.
3. Her şeye karşılık vermemeli, saygıdan yoksun olmamalıdır.
Özellikle kaynanaya karşı saygılı olmalıdır.
4. Hamarat ve eli işe yatkın olmalıdır.
5. Eli uzun olmamalı, ortalığı karıştırma huyu olmamalıdır.
3 A.e., s. 321. 4 A.e., s. 320.
114
6. Dedikoducu, laf taşıyıcı olmamalıdır.5
Ataman kız tarafından istenenler arasına birkaç özellik daha katmıştır. Kızın
güzel, eli ayağının düzgün olmasının istendiğini vurgulayan Ataman en çok üzerinde
durulan hususun ise kızın ağzının kokmaması olduğunu belirtmiştir. Bunu anlamak
için, kızın yanında kadın bile yatırıldığından Ataman yapıtlarında bahsetmektedir.6
3. 1. 2. Düğün
Geçiş dönemlerinde yer alan önemli seremonilerden birisi düğündür.
Düğünler yuva kurma, soyun sürmesi, toplumun devamı gibi sebeplerden dolayı halk
tarafından kutsal kabul edilmiştir. Eski düğünlerde uygulanan âdetler, bölgeden
bölgeye farklılıklar göstermektedir. Aile birliğinin temelinin atıldığı düğünlerin
şatafatlı olarak yapılmasına dikkat edilmiştir.
Ataman Türk İstanbul eserinde, İstanbul’da yapılan düğünlerdeki âdetleri
belirtmeye çalışmıştır. Ataman’a göre eski düğünler, tarih boyunca, müzikle
hareketin birleştiği bir takım âdet ve törenlerle ilgili bir toplum kaynaşmasıdır. Çalgı
çalıp, türkü söylemek, oyunlar oynamak, görünüşte eğlenme amaçlı gibi gözükse de
aslında kutsal sayılan bir takım âdet ve geleneklerle ilgilidir.7
Toplumun inançlarını yansıtan düğünler, düğün için yapılan âdetler, halkın
kültürünü yansıtma açısından önemli törenlerdir. Ataman’a göre düğünler, her
safhasında gösterişli törenlerin yapıldığı, bir takım âdetlerle kutlanan, pazartesi günü
başlayıp cuma günü sona eren, yemek davetleriyle birkaç gün daha süren
merasimlerdir.8
5 A.e., s. 320. 6 A.e., s. 320. 7 A.e., s. 322. 8 A.e., s. 321.
115
3. 1. 2. 1. Düğün Öncesindeki Uygulamalar
3. 1. 2. 1. 1. Düğün Harcamaları
Ataman Türk İstanbul kitabında ‘Eski Evlenme Düğünleri ve Düğünlere
İlişkin “Rit”ler’ başlığı altında ‘düğün harcamaları’na yer vermiştir. Ataman yeni
evlenen kıza İslami bir gelenek olarak “mehir” denilen ve nikâh bedeli sayılan bir
para verildiğini bunun aslında bir bakıma kıza değer biçmek anlamına geldiğini
belirtmiştir.9
Gençlerin evlenmesinde büyük zorluklara neden olan kız tarafının isteklerine
Ataman, eserlerinde yer vermiş, hatta orta halli bir çeyiz listesi vermiştir. Bu liste
şöyledir:
1. Bir ya da iki beşibirlik, birisi armalı zinet altını.
2. İki adet taban halısı
3. İki adet kilim
4. Bir çift sedir halısı
5. Altı adet halı yastık
6. Bir çift bakır güğüm ve ibrik (el yıkama leğeni)
7. Altı adet ağzı kapaklı bakır sahan ve biri büyük, biri küçük tencere
8. Biri meydan sinisi olmak üzere iki sini (tepsi)10
Bu liste o dönemin toplumsal ihtiyaçlarının ne boyutta olduğuna da ışık
tutmaktadır.
9 A.e., s. 333. 10 A.e., s. 333-334.
116
3. 1. 2. 1. 2. Gelin Hamamı
Düğün öncesinde gelin olacak kız eğlenme amaçlı çeşitli âdetlerin yerine
getirilmesi için hamama götürülerek yıkanmaktadır. Genellikle kına gecesi öncesi
evlenecek kız için gelin hamamı yapılmaktadır. Erman Artun, Türk Halkbilimi adlı
yapıtında gelin hamamında türküler söylendiğine, mâniler atıldığında ve tef eşliğinde
oynandığına dikkat çekmektedir.11
Ataman, gelin yıkanırken söylenen ilahilerin, türkülerin, yeni kurulacak
yuvanın mutluluğu için gerekli olduğuna eserlerinde yer vermiştir.12
Ayrıca Ataman gelin yıkandıktan sonra, göbek taşının çevresinde üç kere
dolanıldığını, ailesinin varlığına göre, altından ya da gümüşten yapılmış taslarla
gelinin başından üç tas su döküldüğünü ve bu törenden sonra, yine altın ya da gümüş,
tercihen bakır tas içinde geline şerbet içirildiğini anlatmaktadır.13 Gelin hamamı ise
ilahiler, türküler, mâniler eşliğinde sona ermektedir.
3. 1. 2. 1. 3. Kına Gecesi
Kına gecesi genellikle yakın akrabaların ve arkadaşların katıldığı düğünün
olacağı hafta, düğünden önce gerçekleştirilen bir merasimdir. Genellikle kadınların
katıldığı kına gecesine, zaman zaman bazı bölgelerde erkeklerin de katıldığı
görülmektedir.
Ataman kına gecesini ve bu gecenin nasıl ortaya çıktığını şu ifadelerle
anlatmaktadır:
11 Erman Artun, Türk Halkbilimi, 2. bs., İstanbul, Kitabevi, Eylül 2005, s. 169. 12 Ataman, Türk İstanbul, s. 142. 13 A.e., s. 142.
117
“Kına’nın Kâbe’den geldiği ve dini bir anlam ve değer taşıdığına inanıldığı için,
geline kına yakılması da bir külte dayanan kutsal bir uygulamadır. Bazı yerlerde güveyiye de
kına yakılır, ancak; bu kına sadece avuç içine da serçe parmağa yakılır. Gelinin sağ eline ve
sağ ayağına, hiç evlenmemiş bir kızın; sol eline ve sol ayağına, başı bozulmamış yeni bir
gelinin kına yakması, uğur sayılır. “Başı bozulmamış” demek, gelin olalı bir yılı geçmemiş
ve kocası sağ olan, demektir. Bu, bekâretle, ana olma çağını idrak etmiş olmanın da
kutsallığını belirten bir işarettir.”14
Kına gecesinde evlenecek kız mumlarla karşılanır. Kafasının üstünde
arkadaşları ve ailesi mumlar gezdirir.
Ataman mumla gelini kutlamak, yurdun hemen her köşesinde uygulanan bir
âdettir diyerek bu uygulamanın kapsamından bahsetmektedir. Ayrıca Ataman bu
törenin “Ateş kültü” ile ilgili bir uygulama olduğunu açıklamaktadır. Eski düğünlerin
kına gecelerinde yapılan bu merasimlerin, tarih kadar eski bir Türk âdeti olan ateşi
kutsal saymak esasına dayandığını söyleyen Ataman, ateş kültü ile ilgili törenlerin
çeşitli uygulama şekilleri olduğuna bunların İstanbul’un eski düğünlerinde de sıklıkla
uygulanan merasimler olduğuna ve kına gecesinde söylenen türkülerle, yapılan
konuşmalarda gelin olacak kızın ağlatılmaya çalışıldığına dikkat çekmektedir. Gelin
olacak kızının ağlatılmasının nedenini ise Ataman, gözyaşı dökmenin, yuvaya uğur
ve bereket getirmesinden kaynaklandığına işaret etmektedir.15
Kına törenin önemli kısımlarından biri de törenin son kısmıdır. Ataman kına
törenin son kısmında, gelin ağzından söylenen bir veda türküsünden sonra,
tepesindeki mumların, oradakilere verildiğini ve bu mumların, bunu uğur sayan genç
kızlar tarafından kısmet bulmak ümidiyle saklandığını anlatmaktadır.16
14 A.e., s. 329. 15 A.e., s. 327.-329. 16 A.e., s. 328.
118
3. 1. 2. 2. Düğün Esnasındaki Uygulamalar
3. 1. 2. 2. 1. Gelinin Kutlanması
Evlenecek kıza düğün günü çeşitli uygulamalar, törenler yapılmaktadır.
Bunların yapılma nedeni halkın bu merasimleri uğurlu olarak görmesinden
kaynaklanmaktadır. İstanbul halkı da bu törenlere inanmış ve uygulamıştır.
Ataman düğüne ilişkin ritler içinde gelinin başından çerez serpme âdetinden
bahsetmektedir. Bu âdet, tohum taşıyan bitkiler ve tahıl ürünüyle, insan yaşamı
arasındaki ilişkinin, belli amaçlara yönelik bir belirtisidir. Genellikle buğday, arpa,
yulaf, çavdar, fıstık, üzüm kurusu, leblebi, tavşut, kızılcık kurusu, kabak çekirdeği
karışımı çerez gelinin başından serpilmektedir. Böylece bolluk, hayırlı rızk
sağlanacağına inanılmaktadır.17
Yapılan uygulamaların sadece geline değil orada bulunan diğer bekâr kızlara
da uğur getireceği düşüncesi yaygındır. Hatta ‘genç kızlar gelinin başından serpilen
çerezden bir avuç toplayıp sandıklarında sakladıklarında mutlu bir kısmete
ulaşacaklarına inanırlar.’18
Düğün esnasında yapılan uygulamalardan bir başkası da gelinin başında
ekmek ufalanması, gelin ve güveyiye tuzlu suya batırılmış ekmek yedirilmesi, gerdek
gecesi mutlaka baklava yenilmesidir.19 İnsanların bu âdetleri yapmalarının nedeni
Allah’ın verdiği nimetlere karşı saygılarını gösterme istekleri ve bolluk, uğur
getirdiklerine inanmalarıdır.
Ayrıca Ataman Türk İstanbul eserinde gelinin koca evine gelişinde
nacakdan atlatılması ya da üstüne bastırılması, aynaya ya da parlak bir çelik levhaya
baktırılması, ayakkabılarına “tongurdak” denilen tunçtan yapılmış ziller takılması,
kötü ruhların şerrinden korunmak için uygulanan ritlerden olduğunu belirtmiştir.20
17 A.e., s. 325. 18 A.e., s. 326. 19 A.e., s. 326. 20 A.e., s. 326.
119
İlk Türk destanlarında dahi yer alan madenler, yapıları gereği sağlamlığın, gücün
sembolü olduklarından yeni kurulan yuvanın dayanıklı olması için madenlerle ilgili
bu tür uygulamalar yapılmaktadır.
3. 1. 2. 2. 2. Yüz Yazısı
Düğün esnasında uygulanan ritlerden biri de yüz yazısıdır. Ataman’ın Türk
İstanbul kitabında belirttiğine göre “Yüz yazısı, gelinin giydiği gelinlik urbasının art
eteğine kadar uzanan al bürümcük üzerine, altın ve gümüş tel geçirilmiş duvağının zülüfleri
hizasından yere kadar iki yanına salıverilmiş tellerinin bir tutamını alnına ve yanaklarına
renkli kağıtlarla tutturulması, düğme büyüklüğünde elmaslar ve pullar yapıştırılmasıdır.”21
Ataman’a göre yüz yazısının yapılma nedeni bir bakıma bu törenin gelinin
kaderiyle ilişkili olarak görülmesinden kaynaklanmaktadır. Gelinin bahtının açık ve
elmas gibi parlak olması, kısmetinin bol olması için bu âdet uygulanmaktadır.22
Ataman’ın Türk İstanbul eserinde ‘Eski Evlenme Düğünleri ve Düğünlere
İlişkin “Rit”ler’ başlığı altında yer alan ‘Yüz Yazısı’ kısmında şu âdetlere de yer
verilmiştir:
Ataman’ın belirttiğine göre düğün günü yapılan törenlerden biri de gayret
kuşağı bağlamadır. Gayret kuşağı olarak adlandırılan uygulamada gelinin koca evine
giderken, merdiven başında, babası tarafından beline bir kuşak sarılır. Bu aslında
gelinin eline, beline ve diline hâkim olmasını simgeleyen bir uygulamadır. Ayrıca
yine geline yönelik bir uygulama olan gelinin düğün yerine veya kocasının evine
götürülürken kılıçtan atlatılarak ata bindirilmesi ya da cibinliğe konulması “Sen de
ataların gibi kahraman evlatlar yetiştir, kılıç kullanmakta yiğit kişiler doğur”
anlamına gelen bir âdettir.23
21 A.e., s. 326. 22 A.e., s. 326. 23 A.e., s. 327.
120
Ataman, “Güveyin, gerdek kapısında, sırtına yumrukla vurulmasının, bazı yerlerde
gelinin yalancıktan dövülmesinin -yanağına hafifçe vurulması- koca evine geldiği sırada,
kapının önünde bir demir baltadan atlatılmasının, kapıdan girerken önce sağ ayağını
atmasının, ocakta yağ yakılmasının, gerdek odasında künlük yakılmasının, gerdekten önce
mutlaka tatlı [genellikle baklava] yedirilmesinin, gelin yatağında bir oğlan çocuğunun
yuvarlanmasının, geline su içirilmesinin ritlere ilişkin uygulamalar…” dan olduğunu
bahsetmiştir.24
3. 1. 2. 2. 3. Silah Atmak ve Davul Dövmek
Türk toplumunun hayatında davulun önemli bir yeri vardır. Davul askerlikte,
halk hekimliğinde, törenlerde… yer alan önemli bir çalgıdır. Bu müzik aletiyle ilgili
Ataman’ın Türk İstanbul eserinde belirttiği düğünlere ilişkin uygulamalar
bulunmaktadır. Ataman eserinde “Eski düğünlerin ritlere ilişkin adetleri arasında silah
atmak ve davul dövmek, kötü ruhların gümbürtülü seslerden ürkerek kaçtıkları inancına
bağlıdır.” ifadesi bu inancın çıkışına da ışık tutmaktadır.25
3. 1. 2. 3. Düğün Sonrasındaki Uygulamalar
Ataman düğün sonrasında yapılan uygulamalardan eserlerinde çok
bahsetmemiştir. Aslında yeni evlenen çiftle ilişkili ritler düğün sonrasında da devam
etmektedir.
Ataman bu âdetlerden sadece gelinin koca evine gelişinden itibaren üç ay
ateşin söndürülmemesine, sönen ateşin kibritle yakılmaması ritine yer vermiştir.26
Ocak, yuva kavramlarının kutsal sayıldığı Türk toplumu için eskiden evdeki
ateşin sönmesi uğursuzluk olarak düşünüldüğünden bu inanç ortaya çıkmış olabilir.
24 A.e., s. 323. 25 A.e., s. 330. 26 A.e., s. 330.
121
3. 2. Yasak İlişkiler
Toplumsal düzenin sağlanması, korunması, insanların güven içinde yaşaması
için halklar belirli yasal kurallar ve ahlak kuralları üzerlerine kurulmaktadır. Aile
birliğinin varlığını sürdürmesini sağlayan, nesillerin genetik açıdan bozulmasını
engelleyen evlilik kurumudur. Kadınla erkeğin toplum tarafın meşru olarak kabul
edilen evlilik durumları dışında halk tarafından uygun bulunmayan, sonuçları çok
büyük felaketlere yol açan yasak ilişkiler de vardır.
Ataman, eserlerinde İstanbul’da yer alan yasak ilişkilere de yer vermiştir.
Ataman’ın sorularıyla şekillenen “İstanbul” Konuşmaları kitabında Reşad Ekrem
Koçu eski İstanbul hayatında hanım oynaşların bulunduğunu, hanım oynaşların
genelde esnaf çırağı genç ve yakışıklı erkekler olduğunu, hanımın evine gelecek
oynaşa bohça içinde çeşitli hediyeler verildiğini belirtmiştir.27
Zengin dul kadınların gözlerine kestirdikleri genç erkekleri oynaşları yapmak
için onlara para verdiklerini, kılık kıyafetin bulunduğu bir bohça yolladıklarını, bu
erkeklerle aralarını yapmaları için bir çöp çatandan yardım aldıklarını Ataman
eserlerinde dile getirmiştir.28
Kafes arkası çağı olarak adlandırılan, kadınların özgürlüklerinin kısıtlı olduğu
bir dönemde, kadınların fikirlerine danışılmadan yaşlı erkeklerle evlendirilmesi,
adamın bir süre sonra ölmesiyle tek başına kalan zengin ve dul kadınların yasak
ilişkilere yönelebilmesi Osmanlı sosyal yaşamı açısından düşündürücü bir durumdur.
Ataman, Türk İstanbul kitabında Reşad Ekrem Koçu’nun “Hanım
Oynaşları” yazısında, hanımlarla esnaf delikanlıların oynaşmalarını anlattığını da
vurgulamıştır.29
27 Reşad Ekrem Koçu, “İstanbul” Konuşmaları, (haz.: Süleyman Şenel, Raportör: Sadi Yaver Ataman,), İstanbul, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Yayınları, Aralık 2005, s. 48. 28 Ataman, Türk İstanbul, s. 192-193. 29 A.e., s. 192.
122
Ayrıca Ataman, bu dönemde hanım oynaşı olacak delikanlıların yakalarına
veya kafalarına çiçek taktıklarını, bu çiçeklerin türlerinin, takılış biçimlerinin ve
renklerinin bile çeşitli anlamlara geldiğini belirtmiştir.30
İstanbul’da sadece zengin dul kadınlarla genç erkekler yasak ilişki
yaşamamaktadır. Bekâr genç kızlarla erkekler de toplum tarafından onaylanmayan
ilişkiler içerisindedirler.
Ataman, İstanbul’da yaşandığı söylenen, halk tarafından anlatılan, oynaşma
olarak nitelenen olaylara da eserlerinde yer vermiştir. Bunlardan biri Üsküdar’da
Benli Pakize adındaki bir bahçıvan kızının Arabacı Mustafa’yla yaşadığı gizli aşktır.
Bir paşa oğlu da Pakize’ye âşık olunca kız sevgilisine kaçmak zorunda kalmıştır.31
Yine Üsküdar’da yaşanan başka bir yasak aşk ise Hafız Hanım ile Altınbaş
Mustafa’nın ilişkileridir. Kızın babası durumu öğrenince onu dövdüğü, kızın hasta
hasta evden kaçtığı ve kedini öldüreceğiyle ilgili bir not bıraktıktan sonra ortadan
kaybolduğu anlatılmaktadır.32
30 A.e., s. 193. 31 A.e., s. 194. 32 A.e., s. 195-196.
123
3. 3. Halk Mimarisi
Halk mimarisi bir toplumun dünyaya bakışını, değer yargılarını, gelenek ve
göreneklerini yansıtan en önemli halk yaratımlarından biridir. Ataman, eserlerinde
İstanbul halk mimarisi örneklerine değinmiştir.
1453’ten itibaren İstanbul şehrinde, Türklüğün izleri mimari ile kazınmaya
başlamıştır. Halk mimarisinin çeşitli eserleri sayesinde zamanla İstanbul, yeniden
kimlik kazanmış ve kültürel açıdan tamamlanmıştır.
Ataman, İstanbul yangılarından kurtulabilen yalıların, konakların, camilerin,
medreselerin çoğunun eski gelenekleri yansıtan yapılar olduğunu, bu mimari tarzının
İstanbul’da artık görülmediğini, yerlerini beton binalar ve evlerin aldığını üzülerek
belirtmiştir.33
Eski Türk mimarisinin insanların ihtiyaçlarına göre, ortak bir zevkle
yapıldığını, bu yalılarda ve köşklerde geniş bahçelerin bulunduğunu söyleyen
Ataman, bu tarz evlerin Anadolu’da ayakta kalmasına rağmen artık İstanbul’da
görülmediğinden bahsetmiştir.34
Ataman, özellikle İstanbul’da bulunan halk mimarisine ait eski yapıların,
bakımsızlıktan ve sahiplerinin maddi imkânsızlıklarından ötürü yıkıldığını, yerlerine
zevksiz beton binaların inşa edildiğini aslında bu mimari ürünlerin İstanbul’a estetik
değer katan unsurlar olduğunu ifade etmiştir.35
Halk mimarisine yeteri kadar sahip çıkılmadığından, değeri tam olarak
bilinmediğinden, İstanbul’daki geleneksel kültürü yansıtan yapıların çoğu
onarılamayacak ölçüde zarar görmüştür.
33 A.e., s. 102. 34 A.e., s. 131. 35 A.e., s. 131-132.
124
Ataman’a göre İstanbul’a asıl güzellik katan mermer merdivenli, cumbalı,
etrafı bin bir çeşit çiçeklerle çevrili, geniş avlulu eski İstanbul evleri ve
konaklarıdır.36
Ataman, eski Türk evlerinin büyük odalarının ve pancurlarının olduğundan,
her evin papuçluğunun bulunduğundan, evlerde aile bireylerine ait ayrı odaların
varlığından bahsetmiştir.37
Özgürlüğe düşkün Türk toplumunu anlatan geniş odalar, rengârenk
bahçeleriyle huzur veren evler âdeta halkın ruh dünyasını dile getirmektedir. Ayrıca
her evde pabuçluk gibi bölümlerin bulunması da Türklerin temizliğe verdiği önemi
göstermektedir.
Konaklarda bulunan haremlik selamlık kısımlarının rahatlık açısından
önemini vurgulan Ataman, bu kısımlar sayesinde eve gelen misafirlerin serbest
hareket ettiklerini söylemiştir.38
Misafirperver Türk toplumunda misafirin rahat etmesi, iyi ağırlanması çok
önemlidir. Eski evlerde bulunan haremlik selamlık kısımları da bu geleneğe hizmet
etmektedir.
Ataman, aile bireylerinin özel yaşamına duyulan saygıdan eski evlerin iç içe
bölümlerden oluştuğunu, evlerde basamaklarla çıkılan büyük bir sundurma ve
yanlarında odaların, ortada ise salonun bulunduğunu belirtmiştir.39
Ayrıca Ataman, eski evlerin odalarında dört yanı şilteli halıların, yastıklı
sedirlerin, ocakların ve yüklük adı verilen dolapların olduğuna da eserlerinde yer
vermiştir.40
36 A.e., s. 102. 37 A.e., s. 134. 38 A.e., s. 134. 39 A.e., s. 134. 40 A.e., s. 134.
125
Eski Türk evlerinde bugünkü beton binalarda bulunmayan birbirinden nadide
süslemeler vardır. Evin karakterine, sahibinin isteklerine veya mimarın öngörülerine
göre yapılan bu süslemeler, eski evlerin ruhları olmasını sağlamıştır. Süslemeler
sayesinde bu evler birer barınak olma özelliğinin yanında âdeta sanat eseri kimliği de
kazanmıştır.
Ataman, eski evlerde ve konaklarda dolapların, rafların ve tavanların ceviz,
abanoz gibi ağaçların tahtalarından yapılan elişleri ve oymalarla süslü olduğunu
vurgulamıştır.41
Köşklerin ve yalıların sahiplerinin çoğunun Osmanlı paşası olduğunu
söyleyen Ataman, bu yapıların sahiplerinin adlarıyla anıldığına, genellikle
Boğaziçi’nin Anadolu ve Rumeli yakasında yer aldıklarına işaret etmiştir.42
Zenginliğin ve gösterişin simgesi olan yalılar, İstanbul kıyılarına güzellik
katan, tarihi dokuyu içlerinde barındıran mimari yapılardır.
Ataman, yalıların da haremlik selamlık kısımlarının bulunduğunu, çoğu
odasının deniz gördüğünü, büyük güneş alan pencerelerinin boğaza nazır
manzaralarla süslendiğini, genelde iki katlı olan bu yapıların her birinde kayıklık
olduğunu söylemiştir.43 “Boğaziçi’nin en meşhur yalılarından bazıları şunlardır: Yılanlı
yalı (Bebek), Şerifler yalısı (Emirgan), Dr. Zagrafez yalısı (Tarabya), Hasip Paşa yalısı
(Rumeli Hisarı), Halil Elden yalısı (Çubuklu), safvet Paşa yalısı (Kanlıca), Vecihi Paşa
yalısı (Kanlıca), asterhen yalıları (Anadolu hisarı), Sadullah Paşa yalısı, Server Kesili yalısı
(Çengelköy), Hasip Paşa Yalısı (Salacak), Ömer Ağa/ Sabancılar yalısı (Emirgan)…”44
41 A.e., s. 135. 42 A.e., s. 135. 43 A.e., s. 135. 44 A.e., s. 135-136.
126
Yusuf Ziya Ortaç’ın ‘Sarı Çizmeli Mehmet Ağa’ eserinde Türk evlerinden
bahsettiğini Ataman kitabında belirtmiştir.45
Halk mimarisinin önemli ürünlerinden olan hanlar, İstanbul’a gelen
yabancıların kaldıkları yerlerdir. Ataman, Evliya Çelebi’nin İstanbul’da doksan bir
hanın bulunduğunu söylediğini eserlerinde anlatmıştır.46
Eskiden hanlar, yalılar ve köşklerle süslü olan İstanbul şehri âdeta Osmanlı
İmparatorluğu’nun zenginliğini, cömertliğinin ve gösterişinin sembolü olmuştur.
Ataman, eski İstanbul’daki mimari yapılar arasında Kapıcılar Kervansarayı,
Koca Mehmet Paşa Kervansarayı, Baklacı Han Kervansarayı, At Pazarı Hanı, Sinan
Paşa Hanı… gibi binaları saymıştır.47
Eski İstanbul’un hayatında önemli yerleri bulunan yapılardan biri de
hamamlardır. Ataman, eserlerinde İstanbul hamamları konusuna da yer vermiştir.
Ataman, mimari açıdan camilerden sonra hamamların kubbe sanatının en
nadide örneklerini verdiğinden, eski hamamlardaki taşların çoğunun mermer
olduğundan, sıcak ve soğuk suyun aktığı çifte lülelerin pirinç veya tunçtan
yapıldığından, bazı konaklarda altın lüleli kurnaların dahi bulunduğundan, ayrıca
bazı hamamlardaki kurna taşlarının taş yontmacılığı açısından değer taşıdığından
bahsetmiştir.48
45 A.e., s. 135. 46 A.e., s. 137. 47 A.e., s. 137-138. 48 A.e., s. 139-140.
127
İstanbul’un meşhur hamamlarını Ataman semtleriyle beraber şöyle
sıralamıştır: Beyazıt hamamı, Şehzâdebaşı’nda: İbrahim Paşa hamamı, Aksaray’da: Murat
Paşa hamamı, Beşiktaş’da: Sinan Paşa hamamı, Fındıklı’da: Müfüt hamamı, Galata’da:
Fatih Sultan Mehmet hamamı, Zeyrek’de Kaptan Paşa hamamı, Samatya’da: Davut Paşa
hamamı, Yatağan’da: Arabacılar hamamı… 49
Hamamın Türk kültüründe önemli bir yeri vardır. Hamamlarda kız beğenilir,
gelin hamamı yapılır, kadınlar eğlenmek amacıyla bile hamama gider. Bu durum eski
Türk evlerinde yıkanma yerleri bulunmadığı sonucunu çıkarmamalıdır.
Ataman, eski evlerde ve konaklarda her odada gasilhane adı verilen yıkanma
yerleri olduğundan da söz etmiştir. 50
Atatürk ve Türk Musikisi kitabında Ataman, Ata’nın bir davet üzerine
Necmettin mollanın Sarıyer’deki yalısına gittiğini ve kendisinin de o ortamda
bulunduğunu söylemiştir.51
49 A.e., s. 144. 50 A.e., s. 134. 51 Sadi Yaver Ataman, Atatürk ve Türk Musikisi, Ankara, Kültür Bakanlığı, Atatürk Dizisi, 1991, s. 62.
128
3. 4. Ulaşım
İnsanoğlu yaratıldığı andan itibaren sonu gelmeyecek bir istekle
keşfedilmemiş kıtalar, yeni yerler, bulunmadık yollara ulaşmaya çalışmıştır. Gelişen
teknolojiyle birlikte amaçlarına erişebilmek için insanlar, karayolu, denizyolu,
demiryolu ve hatta havayolu gibi çeşitli yolları kullanmışlardır. Bu değişik yolların
kullanımı esnasında, farklı yerlere daha hızlı gidebilmek, yükleri daha kolay
taşıyabilmek gibi ihtiyaçlar yüzünden çeşitli icatlar geliştirilmiştir. Bu icatların en
başında ise tekerlekle bağlanan ulaşım araçları yer almaktadır.
Ataman eserlerinde, İstanbul’da karayolu ve denizyolunda kullanılan ulaşım
araçlarına yer vermiştir. Yapıtlarında, bu ulaşım araçlarının şekillerinden veya
işlevlerinden bahsetmemiş sadece çeşitli konuları anlatırken bu araçların adlarını
belirtmiştir. Ataman’ın ürünlerinde geçen, İstanbul’da kullanılan taşıtlar iki ana
başlıkta toplanabilmektedir. Bunlar:
1. Karayolu Ulaşım Araçları
2. Denizyolu Ulaşım Araçları
3. 4. 1. Karayolu Ulaşım Araçları
Ataman, eserlerinde İstanbul’da kullanılan karayolu ulaşım araçlarından
arabalara yer vermiştir. Çünkü arabalar İstanbul hayatının değişimini, Batı’ya yüzünü
dönmüş İstanbul halkını en açık şekilde anlatabilen önemli simgelerden birisidir.
Arabalar, İstanbul halkının hayatına geç girmiş taşıtlardır.
Çünkü İstanbul’da, insanlar bir yerden diğerine giderken araba kullanmak
yerine yürüyerek gitmeyi tercih etmişlerdir.52 Eski İstanbul hayatında, İstanbul’un
coğrafi yapısı, evlerin işlerin birbirine yakın olması gibi durumlardan ötürü araç
kullanımına çok gerek duyulmamıştır.
52 Çelik Gülersoy, “Arabalar”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.I, İstanbul, 1993, s. 289.
129
İstanbul halkı, XVI. yüzyılın sonlarına kadar arabaya binmeye lüzum
görmemiştir. Hatta atı dahi çok nadir kullanmıştır.53 Bu yüzden Avrupa şehirlerine
göre arabayı daha geç fark eden İstanbul halkında zamanla araba kullanımı yaygınlık
kazanmıştır. Özellikle Abdülmecid devrinde araba merakı âdeta bir salgın halini
almıştır.54
İstanbul halkı için zamanla mesire yerlerine birbirinden farklı arabalarla
gitmek bir moda olmuştur. Geçen zaman içinde âdeta arabaların ulaşım aracı olma
özellikleri ikinci plana atılıp, arabalar gösteriş amaçlı kullanılmıştır.
Ataman’ın Türk İstanbul eserinde, Musahipzade Celal’in Eski İstanbul
Yaşayışı kitabından aldığı, eski İstanbul yaşamına ait renkli tabloların anlatıldığı
kısımda İstanbul’da kullanılan ulaşım araçlarından arabaya yer verilmiştir.
Musahipzade’den alınan kısımda koçu şöyle geçmektedir:
“Sarı pembe feraceli iki nazenin, yaldızlı koçularının küçük merdiveninden
Çimenzar’a iniyorlardı.”55 Bu ifadede İstanbul halkı tarafından özellikle mesire
yerlerine giderken sıklıkla kullanılan koçu arabaları belirtilmiştir.
Koçu arabaları, Osmanlı döneminde İstanbul halkının hayatına girmiş, iki
öküzün çektiği bir araba tipidir. Boyunduruktan geriye doğru kırık yay biçiminde iki
askıya püskül ve çıngırakların takıldığı, makassız ve yaysız olan, yüksek tabanlı, dört
büyük tekerleği bulunan, üstü yarım silindir biçiminde kasnakla örtülü bir taşıttır.
Koçu arabalarının saray tiplerinin içlerinde süslü minder ve yastık bulunurken, iki
uzun yan dayanak tahtaları ise dıştan altın varaklanmış motifleri ile boyalı ve desenli
olmuştur.56
53 Reşad Ekrem Koçu, “Araba, Arabacı”, İstanbul Ansiklopedisi, C.II, İstanbul, R. Ekrem Koçu ve Mehmet Ali Akbay İstanbul Ansiklopedisi ve Neşriyatı Kollektif Şirketi, 1959, s. 902. 54 A.e., s. 905. 55 Ataman, Türk İstanbul, s. 46. 56 Gülersoy, DBİA, s. 289.
130
Ataman’ın Musahipzade’nin Eski İstanbul Yaşayışı eserinden aldığı başka
bir kısımda ise talika arabası şöyle yer almıştır:
“Açık mavi çuha üzerine zarif fermana, işlemeli dökme şalvarının beline ibrişim
kuşak sarmış, firuze taşlarla işlenmiş, altın saat kordonunu boynuna takmış, ipek sarığının
kabarıkları altında, burma bıyıklı, mütenasip çehreli esnaftan bir genç, karşıdan gelen sırma
şeritli, nar çiçeği renkli canfes feraceli güzel hanımın yanından geçerken, kulağına bir şeyler
fısıldıyor, kadın tetiğini bozmadan, süratle uzaklaşıyor ve talikada oturan arkadaşlarının
yanına koşuyordu.”57
Meydan Larousse Büyük Lugat ve Ansiklopedi’de ‘talikanın’ tanımı şu
şekilde yer almaktadır. Talika, yük taşımak için kullanılan, üstü kapalı olan, dört
tekerlekli bir at arabası çeşididir.58
Ataman, Türk İstanbul’da İstanbul halkının süslü giyim-kuşamından, eğlence
hayatında yaşanan olaylardan bahsederken, eski İstanbul eğlencelerinde sıklıkla yer
alan talika arabasına yer vermiştir.
Ataman, Dümbüllü İsmail Efendi yapıtında da İstanbul halkı tarafından
kullanılan ‘kupa ve muhacir arabaları’ çeşitlerine yer vermiştir. Dümbüllü İsmail
Efendi’nin konusu İstanbul’da geçen, rüya oyunlarından birini anlatan meslektaşı
İskender Gülonar’dan derlenen kısımda kupa arabası şu sözlerle geçmiştir: “Kapıda
bir kupa arabası, kapısını açtılar, buyurun dediler.”59
Kupalar, XIX. yüzyılın son çeyreğinde sosyal hayata giren, ahşap, üstü
kapalı, yan pencereleri camlı, kutu biçiminde dik, iki kişilik atlı arabalardır.60
57 Ataman, Türk İstanbul, s. 48. 58 Meydan Larousse Büyük Lugat ve Ansiklopedi, “Talika”, C.XI, İstanbul, Meydan Yayınevi, 1973, s. 861. 59 Sadi Yaver Ataman, Dümbüllü İsmail Efendi, İstanbul, Yapı ve Kredi Bankası, t.y., s. 66. 60 Gülersoy, DBİA, s. 289
131
Ataman’ın Dümbüllü’nün bir rüya oyunundan aldığı kısımda, kupa arabasının
geçiyor olması aslında Dümbüllü’nün oyunda canlandırdığı karakterin anca
rüyasında böyle bir arabaya binebileceğiyle ilgili ince ironisini içinde
barındırmaktadır. Çünkü o dönemde İstanbul halkından kalburüstü olarak
nitelendirilen kesim, kupa arabalarına binebilmekteydi. Dümbüllü’nün oynadığı
rolün İstanbul’daki güzel hamamlara gitmesi, iyi arabalara binmesi sadece komiklik
unsuru olarak verilmiştir.
Ataman’ın Dümbüllü İsmail Efendi kitabında muhacir arabası da yer
almaktadır. Muhacir arabası, Kavuklu Hamdi Efendi’nin bir anısında, Üsküdar’a
gittiğinde bindiği bir araba olarak verilmiştir. Ataman, Dümbüllü İsmail’in aşırı
evhamlı meslektaşı Kavuklu Hamdi’nin özellikle muhacir arabalarına bindiğini şu
sözlerle belirtmiştir:
“Bineceği araba ille muhacir arabası olacak, ayağı yere uzanacak, arabaya bir şey
olursa aşağı atlasın, arabada ayağı yere sürünecek şekilde otururdu.”61 Çoğu şeyden
korkan Kavuklu Hamdi’nin muhacir arabasını tercih ediyor olması dönemindeki
diğer arabalara göre daha güvenlikli olduğu sonucunu verebilmektedir.
Muhacir arabası sandık arabaya benzeyen, yaysız, önü ve arkası açık olan,
yan pervazları kalkabilen, darca bir düz araba çeşididir.62
Ataman’ın Türk İstanbul kitabında İstanbul’un meşhur hamamlarından
bahsettiği kısımda, Yatağan Hamamı’nda gördüğünü söylediği resimde, İstanbul’da
kullanılan payton arabası da geçmiştir. Burada Ataman “Bir payton arabası, arabanın
içinde bir sultan, karşısında bir şehzade oturmuş, fesi başında arabacı başı ayağa kalkmış,
yerde bir harem ağası da el pençe divan duruyor…” diyerek etkilendiği resimdeki
gördüklerini özetlemiştir.63
61 Ataman, Dümbüllü İsmail Efendi, s. 33. 62 Koçu, “Araba, Arabacı”, İA, s. 914. 63 Ataman, Türk İstanbul, s. 145.
132
Ataman’ın eserlerinde, İstanbul halkı tarafından kullanılmış bazı araba
çeşitleri çok derinden derine incelenmemekle beraber isimlerine yer verilmiştir.
3. 4. 2. Denizyolu Ulaşım Araçları
Denizyolu sayesinde İstanbul hem şehir içine hem yurt dışına bağlanabilen
bir kenttir. İstanbul’da denizyolu ulaşımında vapur, kayık vb. deniz taşıtları
kullanılmaktadır. Ataman’ın eserlerinde, İstanbul’da kullanılan denizyolu ulaşım
araçları çeşitlerine yer verilmiştir. Ataman, bu araçları incelenmemiş, isimlerini
vermekle yetinmiştir.
Ataman’ın eselerinde geçen deniz yolu taşıtları: alabana kayığı, pereme,
balıkçı kayığı, salapurya, selamet motoru, tenezzüh vapuru gibi araçlardır. Ataman’ın
eserlerinde bu araçlara yer vermesi sayesinde, günümüzde adlarının dahi unutulmuş
olduğu bu deniz yolu taşıtları yeniden hatırlanmaktadır.
Ataman’ın Türk İstanbul eserinde, Musahipzade Celal’in Eski İstanbul
Yaşayışı kitabından aldığı, Kâğıthane eğlencelerine yer verilen kısımda İstanbul’da
kullanılan deniz yolu ulaşım araçlarından alabana kayığı ve pereme geçmektedir.
Alabana kayığı şu ifadeyle yer almıştır:
“Kâhtâne deresinde, söğütlerin altında büyük bir Alabana kayığı dolmuş ayak
takımından bir gürûh çığırtma, zilli maşa, darbuka çalarak mestâne türküler
söylüyorlardı.”64 Bu sözlerle, eski İstanbul’da ayak takımı olarak tabir edilen kısmın
da alabana kayıklarını kullandıklarına dikkat çekilmiştir.
64 A.e., s. 46.
133
Yolcu ve miktarı az yükleri taşımak üzere yapılan küçük deniz teknelerine
verilen ad olan peremeye ise aynı kitapta şöyle yer verilmiştir: “Balat iskelesine
mensup iki çifte bir peremeye, sakallı, sakalsız, cübbesi kavezalı Yahudiler dolmuş,
yanlarına renk renk yazmalardan başlarına kocaman hotoz yapmış, saçlar torbalar içinde
mahfuz, üzerine Selânik havlusu örtmüş Yahudi kadınları, kendilerine mahsus şamatalı
konuşmalarıyla dereden geçiyorlardı.”65
Ataman, İstanbul eğlence hayatına yer verdiği kısımlarda gidilen mesire
yerlerini, giyilen kılık-kıyafeti ve kullanılan ulaşım araçlarını özellikle belirtmiştir.
Böylelikle yanlış batılılaşma sonucunda ortaya çıkan abartılı davranışları göz önüne
sermiştir.
Türk İstanbul eserinde Ataman, Haliç ve Eyüp Sultan’ın anlatıldığı bölümde
Kâğıthane eğlencelerinden bahsederken, İstanbul’da deniz yolu ulaşımında
kullanılan balıkçı kayığına yer vermiştir.
“Nedim’in bu şûh gazelini, nağmelerle süsleyen güzel ses, perde perde uzaklaşırken,
kıyıya sürtünürcesine geçen alabandası renk renk poşularla süslenmiş balıkçı kayığındaki
neş’eli grup, kemençeyle tutturdukları bir horon havasıyla, bu deniz âhengine renk
katıyordu.”66 ifadesinden de anlaşılacağı gibi eski İstanbul hayatında balıkçı kayıkları
sadece ulaşım aracı veya ticari araç olarak kullanılmamış, eğlence hayatına da dahil
olmuş deniz taşıtlarıdır.
Ataman’ın Dümbüllü İsmail Efendi kitabında, Kanbur Nafiz ile ilgili bir anı
anlatılırken İstanbul’da deniz yolunda kullanılan taşıtlardan biri olan salapuryaya yer
verilmiştir.
“Bir gün yine Kandilli akıntısında bir salapurya içinde beş altı kişi, çala kürek
akıntıyı geçmeye çalışıyor.”67 sözüyle salapurya taşıtı geçmiştir.
65 A.e., s. 47. 66 A.e., s. 121. 67 Ataman, Dümbüllü İsmail Efendi, s. 60.
134
Salapurya, İstanbul sularında ve Marmara denizinde ticaret eşyası taşımada
kullanılan, 10-15 tonluk, üçgen şeklinde yelkeni olan, ticaret kayığıdır.68
Yine Ataman’ın Dümbüllü İsmail Efendi kitabında Hüseyin Erişen’in
anlattığı bir anıda İstanbul’da denizyolunda kullanılan selamet motorundan
bahsedilmektedir. Kitabında Ataman,
“Selamet motoru tutuldu. O zamanlar, motorlar Adalara 8 liraya gidip gelirdi.”69
diyerek bu taşıttan eserinde bahsetmiştir. Selamet motoru, 1930’lu yıllarda Büyükada
seferi yapan deniz taşıtının adıdır. Dümbüllü ve arkadaşları Büyükada’da gösterileri
olacağı için bu aracı kullanmak zorunda kalmışlar böylece o dönemdeki denizyolu
taşımacılığının durumunun da anlaşılması sağlanmıştır.
Ataman’ın Atatürk ve Türk Musikisi kitabında ise, Atatürk’ün İstanbul
Beylerbeyi Sarayı’ndaki bir anısı anlatılırken İstanbul’da denizyolu ulaşımında
kullanılan tenezzüh vapuru şöyle yer almıştır: “Biraralık sarayın önüne bir tenezzüh
vapuru geldi.”70
‘Tenezzüh kelimesi gezinti anlamına gelmektedir.’71 ifadesinden de yola
çıkılarak vapurun bir gezinti vapuru olduğu söylenebilir.
68 Meydan Larousse Büyük Lugat ve Ansiklopedi, “Salapurya”, C.X, İstanbul, Meydan Yayınevi, 1972, s. 875. 69 Ataman, Dümbüllü İsmail Efendi, s. 140. 70 Ataman, Atatürk ve Türk Musikisi, s. 60. 71 Çelik Gülersoy, Kayıklar, y.y., Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu, 1983, s. 198.
135
3. 5. Sağlık Folkloru
Günümüzde her ne kadar bilim ve teknik gelişmiş olsa da, insanlar eski
çağlardan itibaren alternatif tıpla ilgilenerek kendilerinin doktorları olmuşlardır.
Hastalıkların nedenleri bilinmediğinden ilk insanlar hastalıkları geçirebilmek için
bitkilerden, taşlardan, yıldızlardan, güneşten faydalanarak çeşitli tedavi yöntemleri
uygulamaya çalışmışlardır.
Halk hekimliği ile bilgiler asırlarca birikerek, nesilden nesile aktarılarak
gelişmiş ve tıp biliminin temelini oluşturmuştur. Ataman, eserlerinde İstanbul halkı
tarafından kullanılan halk ilaçlarına, ilaçların yapılışlarına da yer vermiştir.
Folklor ürünleriyle ilgilenen Ataman, farklı kitaplarında sağlık folklorunu
içeren çeşitli bilgilere de yer vermiştir. Ataman, Türk İstanbul eserinde özellikle
bitkilerin halk hekimliğindeki önemine de değinmiştir. Ataman bu eserinde
“Tarih öncesine kadar dayanan halk hekimliğine ve tedavi usullerine inanmış ve
bağlanmış olan topluluklar, manevi etkilerden faydalandıkları kadar, maddi imkanlardan da
faydalanmakta büyük başarı göstermişlerdir. Bu imkanlar arasında başvurulan en etkin
vasıta bitkiler olmuştur” 72
diyerek bitkilere dikkat çekmiştir. İnsanlar, bitkilerden farklı türde hastalıklara ilaçlar
hazırlamış bunları sağlıklarına yeniden kavuşabilmek için kullanmışlardır.
72 Ataman, Türk İstanbul, s. 415.
136
Ataman’a göre halk hekimliğinin zararlı yöntem ve uygulamalardan oluşan
koca-karı ilaçlarıyla ilgisi yoktur. Hatta çeşitli bitkilerden oluşan tedavilerin şifa
kaynağı olduğu anlaşılmıştır.73 Bu ifadesiyle karı-koca ilaçlarıyla halk hekimliğinin
arasında fark gördüğünü açıklamıştır.
Ataman’ın Eski Türk Düğünleri ve Evlenme Rit’leri kitabında, Malik
Aksel’den almış olduğu İstanbul’da baş ağrısını geçirmek için kullanılan bir yöntemi
anlattığı görülmektedir. Davul Yakısı adı verilen bu yöntem şöyle yapılmaktadır:
‘Başı ağrıyan kişi peykenin üstüne oturtulur, yanı başına gelen iki davulcu
davula bütün kuvvetleriyle vururlar.’ bu yöntemle başı ağrıyan kişinin baş ağrısının
geçeceğine inanılmaktadır.74
Ataman Türk İstanbul eserinde, esnaf loncalarını anlattığı bölümde ise
İstanbul’daki gezici satıcıların sattığı halk hekimliğine ait olan bir ilaçtan
bahsetmiştir. Ataman’ın ifadesine göre, gezici satıcılar tarafından satılan “Her derde
deva Hacı Baba hapı” diye bilinen içeriğinin ne olduğu bilinmeyen, çeşitli şifa verici
bitki köklerini ya da yapraklarını satmışlardır. Bu bitkilerin ve hapların romatizma,
bel ağrısı, basur, öksürük, diş ağrısı gibi pek çok hastalığa iyi geldiği söylenerek
satılmıştır.75
Ataman’ın Türk İstanbul yapıtında, sağlık folkloru kısmında çeşitli bitkiler,
meyveler ve nelere iyi geldikleri yer almaktadır. Ataman bitkileri ve meyveleri
uygulamalar, halk tedavi usulleri, halk ilaçları gibi başlıklar altında vermiştir. Bu
kısımda ise bitkiler ve meyveler alfabetik sırayla karşılıklarına iyi gelen hastalıklar
belirtilerek verilmiştir.
Acıbadem: Yaş iken ve kurutulduktan sonra aç karnına yenirse, karın ağrılarını
giderir.
73 A.e., s. 415-416. 74 Sadi Yaver Atman, Eski Türk Düğünleri ve Evlenme Rit’leri, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, Kültür Eserleri Dizisi, 1992, s. 48. 75 Ataman, Türk İstanbul, s. 207.
137
Acıelma: Ateşte börtletilerek yenirse mide ağrısına iyi gelir. “Acı elma yağı” denilen
bir çeşit macunsu madde de mide ekşilikleri ve ağrıları için faydalıdır.
Acı Dölek: Suyu kaynatıldıktan sonra ayazda bekletilirse sarılığa iyi gelir.
Adem Ağacı: Kaynatılarak melhem şeklinde sürülürse adale ve bel ağrılarına iyi
gelir.
Aksoğan: Basur memesi (emoroit) için, ateşte hafif börtletilerek, ılık ılık uygulanır.
Alabalık: Kemik eğrilikleri, adale gerginlikleri, ağrı ve sızılarına taze taze
uygulanırsa iyi gelir. Alabalıktan çıkarılan bir çeşit yağ da aynı tedavi için kullanılır.
Ardıç Katranı: Ergenlik, saçkıran, uyuz ve egzamaya iyi gelir.
Ay Işığı Görmüş Su: Ekmekle yoğrulursa bunu yiyen çocuklar akıllı ve zeki olur.
Ayı ve Deve Yağı: Verem hastalıklarına, el ve ayak çatlaklarına iyi gelir.
Bal: Yağmur suyu ile karıştırılarak içilirse her derde devadır.
Bademyağı: Öksürük için faydalıdır. Küçük çocuklara bir kahve kaşığı, büyüklere
bir tatlı kaşığı verilmelidir.
Bağrıkara: Kaynatılıp içilirse, nefes darlığına iyi gelir.
Bergamut Yağı: Diş ağrılarına iyi gelir.
Biberiye: Ada çayı ve ıhlamur ile kaynatılarak içilirse mideye ve hazma yardım
eder.
138
Böğürtlen: Olgun olmayanı kaynatılıp içilirse mesanedeki taşa iyi gelir.
Böğürtlen Şurubu: Midevidir.
Civa Merhemi (Sürur): Kel başa ve bitleri öldürmek için kullanılır.
Çam Filizi: Kaynatılarak içilirse vereme iyi gelir.
Çınar Kabuğu: Kaynatılarak dıştan sürülürse romatizmaya iyi gelir.
Filikin: Kaynatılarak içilirse öksürüğe iyi gelir.
Gelin Feneri: Kurutulup havanda dövülerek, elde edilen toz enfiye gibi buruna
çekilirse baş dönmesini giderir.
Gelincik Suyu ve Macunu: Her derde devadır. İştah açar, hazmettirir. Suyu ele ve
yüze sürülürse sivilceleri giderir, cildi yumuşatır ve güzelleştirir. Toplanan
gelincikler bir kap içinde bol limon sıkılarak, bir kaç gün bekletildikten sonra, hafif
ateşte kaynatılarak, macun kıvamına gelince alınır. Suyunun elde edilmesi için,
gelincik yaprakları ayrılarak bir şişeye konulur. Üstüne su doldurulur ve tercihen
limon tuzu konulur ve öylece, dışarıda sabah güneşini gördüğü yerde bırakılır. Beş
on gün bekletildikten sonra alınır ve kullanılır. Bu iki formüle ait kullanış şekli;
çocuklara macundan bir kahve kaşığı, yemeklerden sonra, büyüklere bir tatlı kaşığı
verilir. Gelincik suyundan da çocuklara yemekler arasında bir çorba kaşığı,
büyüklere ise bir fincan içirilir.
Güzel Avrat Otu: Kaynatılarak içilirse sinir bozukluğuna iyi gelir.
Isırgan Kökü: Asma yaprağı ile kaynatılıp, günde iki defa suyu ile el ve yüz
yıkanırsa, cilt yumuşar ve güzelleşir.
139
Isırgan Lapası: Sütle kaynatılarak meydana getirilir. Kulak ağrılarına ve kadın
hastalıklarına karşı şifa verir. Bir bez içinde dayanılacak kadar sıcak olarak kulak
üstüne ve hasta olan yere uygulanır.
Isırgan Otu: Üzüm suyu ile kaynatılarak içilirse ishale, tuzda dövülerek meydana
gelen toz çıbanlara, arpa ve maydanozla kaynatılarak içilirse kum dökmeye, çörek
otu, pelin yaprağı ve biraz tuz ile kaynatılıp yemeklerden yarım saat önce içilirse
asabi yorgunluk ve sinir bozukluğuna iyi gelir.
Isırgan Yaprağı: Arpa ve hava-cıva denilen bitki köküyle karıştırılarak iyice
kaynatılıp ılık suyu içilirse, göğüs darlığına ve mide ağrılarına iyi gelir.
Kavun Çekirdeği: Kurutularak yenirse, idrar zorluğuna karşı iyi gelir.
Keten Tohumu: Kaynatılarak, lapası, çıbanların deşilmesi ve ufunetin
giderilmesinde kullanılır.
Kırkdan Otu: Dıştan sürülürse çıbanlara iyi gelir.
Kızılcık ve Kızılcık Murabbaı: İshali durdurmakta yararlanılır.
Kuru Isırgan: Dövülerek meydana gelen toz, bir yere çarpmaktan açılan yaralar,
özellikle köpek ısırmasına iyi gelir.
Kuş Burnu: Olgunlaşmamış olanı kaynatılıp içilirse mayasıla iyi gelir.
Malatura ve Ardıç Tohumu: Kaynatılarak içilirse idrar zorluğuna iyi gelir.
Mayasıl Otu: Kaynatılarak, günde bir kaç fincan içilirse mayasıla iyi gelir.
Meyan Kökü: Kaynatılarak içilirse karın ağrısına iyi gelir.
140
Nohut Lapası: Kaynatılan nohut lapa halinde adale ağrılarına, börtülmelere bir bez
içinde, dayanılacak kadar sıcaklıkta uygulanır.
Özerklik Otu: Kaynatılarak melhem şeklinde sürülürse kulunç ve romatizmaya iyi
gelir.
Palamut Pelidi: Kaynatılarak içilirse kanlı basura iyi gelir.
Pelin: Kaynatılarak içilirse sıtmaya iyi gelir.
Selvi Kozalağı: Kaynatılıp içilirse basura, gargara yapılırsa diş ağrısına iyi gelir.
Sinameki Yaprağı: Kaynatılarak içilirse kabızlığa iyi gelir.
Söğüt Ağacı Yaprağı: Kaynatılıp melhem şeklinde sürülürse göz ağrılarına iyi gelir.
Şalgam ve Turp: Gece ayazda bırakılırsa suları böbreklere iyi gelir.
Şeftali Çekirdeği: Bir havanda dövülerek, en çok bir tatlı kaşığı yedirilir ve karın
ağrılarına iyi gelir.
Yabani Kestane: Kaynatılarak içilirse nefes darlığına iyi gelir.
Yılan burçağı: Posası dıştan sürülürse karın ağrısını geçirir.76
Ataman, bitkilerin, meyvelerin özelliklerinden ve hangi dertlere deva
olduklarından bahsederken Türk İstanbul kitabında çeşitli hastalıklara iyi gelen
bitkilerden oluşturulan ilaçlara da değinmiştir. Bu eserinde Ataman, insan sağlığı için
zatürre ve verem hastalıklarına iyi gelen yedi bitkiden oluşan şu formülü vermiştir:
76 A.e., s. 416-420.
141
1. Çam pürü yaprağı: 500 dirhem
2. Ak ağaç yaprağı: 300 dirhem
3. İt ağacı (bir çeşit meşe yaprağı): 350 dirhem
4. Havza (bir çeşit ot): 150 dirhem
5. Deve havzası (bir çeşit ot): 150 dirhem
6. Pınar ağacı yaprağı: 500 dirhem
7. Dağ püreni (pırna ağacı yaprağı): 500 dirhem
Hepsi bir kapta iki saat kadar kaynatılıp, günde iki kaşık bir bardağa katılarak
içilecektir. Dıştan da ağrıyan yerlere günde dört kere sürülecektir.77
Bu bitkiler, tedavi yolları yanı sıra Ataman’ın Türk İstanbul eserinde
sarılığa ve sıtmaya karşı ayazda bırakılmış idrar içirilmesi, iki kaşın arası ya da
dilaltının kör ustura ile kazınması gibi yanlış uygulama tarzları da verilmiştir.
Ataman, bu tedavilerin tesadüf sonucu başarıya ulaşmış olması durumunda dahi
insanlar tarafından uygulanmaması gerektiğini belirtmiştir.
77 A.e., s. 419.
142
3. 6. Yemek Folkloru
Toplumdan topluma farklılık gösteren, halkın ihtiyaçlarına göre şekillenen,
insanların ağız tatlarını yansıtan yemek folkloru, milletlerin alışkanlıkları sonucunda
meydana gelmektedir.
Yemek folkloru denilince akla halk tarafından tercih edilen yiyecekler, bu
yemeklerin yapımında kullanılan araçlar gelmektedir. Pek çok etnik kültürü içinde
barındıran İstanbul şehrinin de yemek kültürü, halkı gibi kendi içinde ahenkli bir
çeşitliliğe sahiptir.
Ataman’ın eserlerin İstanbul yemek folklorunda bulunan yemekler, sofralar
yüzeysel bir biçimde anlatılmış, bunlarla ilgili herhangi bir bölümleme
yapılmamıştır.
“İstanbul” Konuşmaları kitabında Reşad Ekrem Koçu sofra muaşeretinin
olduğunu, İstanbul’da öğle ve akşam yemeklerinde sofra kurulduğunu, bu kurulan
sofraların ve İstanbul sofralarındaki oturuşun dahi Anadolu’dakine benzemediğinden
bahsetmiştir.78
Ataman, insanların Eyüp’ün yoğurtlu kebabını, Alibeyköy’ün kaymağını
yemek için dükkânlarda sıra beklediklerini, İstanbul halkının bazı eğlence yerlerine
giderken yanlarında dolmalar, helvalar götürdüğünü söylemiştir.79
Türkler, hamam kültürüne dahi yeme içme alışkanlıklarını sokmuştur. Sosyal
hayatta çok yeri olmayan Türk kadını hamamları temizlenme yanında sohbet ve
eğlence yeri olarak da görmüştür. Bu durum İstanbul hamamları için de geçerlidir.
78 Koçu, “İstanbul” Konuşmaları, s. 35. 79 Ataman, Türk İstanbul, s. 120.
143
Kadın hamamlarını anlatırken Ataman, kadınların komşularıyla önceden
anlaşarak belli bir günde hamama geldiklerini, hamam günü yanlarında zeytinyağlı
dolma, börek, turşu, şerbet ve ayran gibi gıdalar getirdiklerini ve bunları bir yandan
yiyip bir yandan sohbet ederek eğlendiklerini belirtmiştir.80
Türk toplumunda pek çok vesileyle sofralar kurulup, yemekler verilmektedir.
Düğünlerde, ölümlerde, hamamlarda ve eğlencelerde yani insanların bir araya
toplandığı üzücü veya sevindirici her olaya yemek kültürü dâhil olmuştur.
Ataman Varma-gelme, Aş verme, Hayır aşı, Can aşı, Düğün aşı, Bayram aşı,
Harman aşı, İmece aşı, Danışık aşı, Bostan aşı, Doğum aşı, Asker aşı, Sünnet aşı,
Muharrem aşı gibi isimlerle kurulan sofralarda tatlısından tuzlusuna her çeşit
yemeğin bulunduğunu ve bu sofraların aslında Türk yemek kültürünün zenginliğine
işaret ettiğini düşünmektedir.81
Eski Ramazanlarda en güzel iftar sofralarının kurulmasına özen gösterildiğini
dile getiren Ataman, bir toplumu tanımada yemeklerin, sofra düzeninin ve adabının
da önemli olduğunu vurgulamıştır.82
Elindekini başkalarıyla paylaşmayı, insanlara yardım etmeyi seven İstanbul
halkı, özellikle Ramazanlarda mükellef sofralar kurmaya özen göstermiştir.
Ataman, gençken Atatürk’ün huzuruna çıkmak için beklediği esnada
kendisine ve yanındakine küçük bir sürahide rakı ve küçük tabaklarda çeşit çeşit
mezeler konduğundan da bahsetmiştir.83
80 A.e., s. 142. 81 A.e., s. 335. 82 A.e., s. 358. 83 Ataman, Atatürk ve Türk Musikisi, s. 10.
144
3. 7. Giyim-Kuşam
Giyim kuşam eski İstanbul yaşamında onlarca etnik grubun bulunduğu
İstanbul halkının; kültürünü, değişimlerini yansıtan öğelerin başında gelmektedir.
İstanbul’daki insanlar meslekleri gereği veya değişik din ve uluslardan olmaları
yüzünden birbirinden farklı kıyafetler giymişler ve dönemin modasından
etkilenmişlerdir.
Bir Zamanların İstanbulu Eski İstanbul Yaşayışı ve Folkloru kitabında
giyim kuşamın toplumsal gereklilikler, çıkarılan kanunlar gibi yaptırımlarla
düzenlendiği; Osmanlı’da Müslümanların ve gayrimüslimlerin giyimlerinin belli
olduğu hatta âdeta giyim kuşamın bu dönemde insanları yaftalayan bir unsur niteliği
taşıdığı belirtilmiştir.84
“İstanbul’da giyim kuşamı etkileyen, kimi zaman tümüyle değiştiren atılımlar da
yaşanmıştır. Bunlardan en önemlileri II. Mahmud’un ve Atatürk’ün giyimle ilgili
devrimleridir. Bunlardan ilki, özellikle erkek giyimini etkilemiş, memur sınıfından
başlayarak fes, setre, pantolon zorunluluğunu getirmiştir. Atatürk’ün giyim devrimiyse, hem
kadın, hem erkek giyimini etkilemiş, fesin yerini alan şapka ve kasket, kadınlarda peçenin
kalkmasıyla birlikte çarşafın “sıkma baş” denilen baş örtüsüne geçmesini sağlamıştır.”85
Ataman, eserlerinde İstanbul halkının giyim kuşamıyla ilgili bilgileri pek çok
kaynaktan faydalanarak, herhangi bir başlık altında toplamadan, dağınık olarak
işlemiştir. Ataman’ın eserlerinde yer alan giyim kuşam konusu şu alt başlıklarda
incelenebilmektedir:
84 Sennur Sezer, Adnan Özyalçıner, Bir Zamanların İstanbulu Eski İstanbul Yaşayışı ve Folkloru, İstanbul, İnkılap, 2005, s. 53. 85 A.e., s. 54.
145
1. Erkek Giyimi
2. Kadın Giyimi
3. Törensel Giyim
4. Mesleki Giyim
3. 7. 1. Erkek Giyimi
İstanbul erkeklerinin kendilerini yansıtan bir giyim tarzları vardır. Ataman,
çeşitli kitaplarında İstanbul’daki erkek giyimi konusuna yer vermiştir.
Musahipzade Celal’in Eski İstanbul Yaşayışı eserindeki renkli tablodan
faydalanan Ataman, İstanbul’da yaşayan erkeklerin kıyafetlerini şöyle açıklamıştır:
“... Sünnet köprüsünden, samur kalpaklı siyah çuha şalvar ve saltalı, siyah çizmeli
bir ihtiyar Ermeni, şeker renk sakangor yaşmaklı, kısa yakalı, siyah dibâ ferâceli iki Ermeni
kadını ile geçiyordu. Siyah keçe külâhına yazma yemeni dolamış, üçetek entâri üzerine kısa
salta geymiş Rum delikanlıları, beyaz başörtülerinin ucu ile, şâhâne bir vaziyetde yüzlerini
örtmüş, sırma işlemeli entarili, şalvarlı Rum kadınları, erkekleriyle dolaşıyorlardı”86
Ayrıca Ataman, İstanbul eğlencelerini anlatırken aziziye kalıbı fes ve (Sultan
Aziz’in giydiği fes biçimi) siyah istambolin giymiş bir kişiye insanların teveccühte
bulunduğunu belirtmiştir.87
86 Ataman, Türk İstanbul, s. 46-47. 87 Sadi Yaver Ataman, Mehmet Sadi Bey, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Kültür Eserleri Dizisi, 1987, s. 22.
146
Ataman’ın sorularıyla şekillenen “İstanbul” Konuşmaları kitabında Reşad
Ekrem Koçu, kılık kıyafette kullanılan bazı şekillerin çeşitli anlamlara geldiğini bir
delikanlı gül motifli çorap giyerse ailesine âşık olduğunu ima etmeye çalıştığını dile
getirmiştir.88
Buradan seçilen kıyafetlerin dönemin gelenek ve göreneklerine ışık tutuğu
anlaşılmaktadır.
Ataman, Musahipzade Celal’in canlı anlatımlarından yola çıkarak İstanbul’da
tulum çalıp, oynayarak halktan para toplayan bir Bulgar’ın, geniş kolları olan beyaz
bir gömlek üstüne ise siyah yelek ve aba bir potur giydiğini hatta esnaftan olan genç
bir delikanlının ise açık çuha üstüne zarif fermana, işlemeli şalvar, beline de ibrişim
kuşak sardığını, firuze taşlarla işlenmiş, altın saat kordonunu boynuna taktığını, ipek
sarık giydiğini aktarmıştır.89
3. 7. 2. Kadın Giyimi
Osmanlı toplumsal yaşamında kendine sonradan yer bulabilen kadınlar ise
uzun yıllar boyunca evde oturmak, çocuklarını büyütmekten başka bir şey
yapmamıştır. Osmanlı’nın yüzünü Batı’ya dönmesiyle birlikte Osmanlı toplumsal
yaşamı da değişime uğramış ve kadın mesire yerlerine giderek, eğlencelere katılarak
toplumsal yaşama karışmıştır.
Bu dönemle beraber giyim kuşam kadınlar için önem taşımaya başlamıştır.
Ataman, kitaplarında İstanbul’daki kadınların kılık kıyafetlerine değinmiştir.
Ataman, Türk İstanbul’da Musahipzade Celal’in Eski İstanbul Yaşayışı eserinden
aldığı Kâğıthane deresinin etrafındaki kadınların kıyafetlerini şöyle anlatmıştır:
88 Koçu, “İstanbul” Konuşmaları, s. 51-52. 89 Ataman, Türk İstanbul, s. 47-48.
147
“Sarı pembe ferâceli iki nâzenin, yaldızlı koçularının küçük merdiveninden
Çimenzâr’a iniyorlardı. Billûr gibi şeffaf yaşmaklar, sünbül kâkülleri, gül gül yanakları, sîm
gerdanları, enzâr-ı tahassürden gizleyemiyor, açık yakalı, sırma ipek harçlı ferâceler,
endamlarının tenâsübünü olanca letâfetiyle arzediyordu. Hele mini mini çetik papuçlarla,
paçalı güvercinler gibi, yeşillikler üzerinde nazlı nazlı yürüyüşleri, görenleri meftûn
ediyordu”90
Ataman’ın kadın giyiminde özellikle vurguladığı ferace Türk Giyim Kuşam
Sözlüğü’nde kadınların sokakta giydikleri, saçları örten, yaşmakla tamamlanan bir
üstlük olarak tanımlanmıştır.91
Kâğıthane’deki kadınların giyimlerini Ataman, Eski İstanbul Yaşayışı’nda
yer alan şu bilgilerden yola çıkarak vermeye devam etmiştir: “Balat iskelesine mensup
iki çifte bir peremeye, sakallı, sakalsız, cübbesi kavezalı Yahudiler dolmuş, yanlarına renk
renk yazmalardan başlarına kocaman hotoz yapmış, saçlar torbalar içinde mahfuz, üzerine
Selânik havlusu örtmüş Yahudi kadınları, kendilerine mahsus şamatalı konuşmalarıyla
dereden geçiyorlardı”92
Kadının sosyal yaşamda görülmesiyle kıyafetleri değişmiş ve renklenmiştir.
Musahipzade Celal her rengin bir anlamı olduğunu al’ın aşkı, ateşi; sarı’nın aşk
derdini; mor’un aşk elemini; siyah’ın ayrılığı… ifade ettiğini, bu dönemde kılık
kıyafette seçilen renklerin sevgililerin arasında çeşitli duyguları belli etmek için
kullanıldığını belirtmiştir.93
Böylece kıyafet ve renk arasındaki bütünsel ilişki de artık devreye girmiş ve
kıyafet renklerinden çeşitli göstergeler çıkarılmıştır.
90 A.e., s. 46. 91 Reşad Ekrem Koçu, Türk, Giyim, Kuşam ve Süslenme Sözlüğü, 1. bs., Ankara, Sümerbank Kültür Yayınları, 1967, s. 108. 92 Ataman, Türk İstanbul, s. 47. 93 Musahipzade Celal, Eski İstanbul Yaşayışı, İstanbul, Türkiye Yayınevi, 1946, s. 129.
148
Ataman’ın raportörlüğünü yaptığı “İstanbul” Konuşmaları kitabında, Reşad
Ekrem Koçu bir hatırasından yola çıkarak İstanbul’da gençken gördüğü, giyimi
kuşamı ve tavrından etkilendiği bir kızı anlatmıştır. Koçu’nun bahsettiği kızın basma
entarisi, belinde sıkıca sardığı bir kuşağı, ayağında takunyası ve başında yemenisi
vardır.94
Ataman, Musahipzade Celal’in eserinden eski İstanbul kadının giyimiyle
ilgili bilgilerinin yanı sıra bu devirde yaşayan, giyim kuşama özen gösterenleri
beğenmeyen kişilerin de bakış açılarını yansıtan şu cümleleri almıştır: “Fersûde
cübbeli, kocaman papuç ve kavuklu iki softa, süslü kadınları ve erkekleri tenkit ederek,
erbâb-ı zevk u safayı takbih, her gördüklerinden bir ahkâm çıkararak, bütün âfat-ı
semâviyeyi halkın harekât ve sekenâtına hamlediyor ve birbirine: Allah ıslah eyleye, duasını
tekrar ederek yürüyorlardı”95
3. 7. 3. Törensel Giyim
Törenlerde birbirinden değişik kıyafetler giyinilmektedir. Ataman İstanbul
düğünlerinde kadınların giyim kuşamı konusuyla ilgili bilgiler vermiştir. Düğün
töreni çalışmamızın ‘3.1. Geçiş Dönemleri’ kısmında anlatılmıştır. Düğün
törenleriyle ilgili bilgi edinmek için o kısma bakılabilir.
İstanbul düğünlerinde kadınlar, birbirinden şık görünmek için giyinip kuşanır
özellikle kıyafetlerine dikkat ederler. Ataman, İstanbul’un önemli ailelerinin
kadınlarının düğünlerdeki giyimlerinin saray kadınlarına benzediğini
94 Koçu, “İstanbul” Konuşmaları, s. 49. 95 Ataman, Türk İstanbul, s. 48.
149
“Salma yemeni, alın çatkısı, hotoz; felek tabancası, denilen çatkı, kundak, yemeni,
gümüş tepelik. Avrupa modası bluz etek, yanağı lâden benli ince tül yaşmak, top burma
püsküllü fino fes, omuzları balta çevre, kırma şetarı yelek, dört peşli sırma işlemeli entari,
kadife üstüne altın sırma işlemeli dallı tefebaş, ayakda sırma işlemeli edik (pedik). Sokak
kılığı: ferace. Gümüş telli kemha entari, malakof fistan, tandır baş, şal ince kuşak, gümüş
savatlı ve altın kakmalı kemer, yanaklarda yapıştırma ben.”96
kullandıklarını belirtmiştir.
Çocukluktan erkekliğe geçiş dönemini yansıtan sünnet düğünü ise Türk
toplumunda bir bayram havasında kutlanmaktadır. Aileler için hem dinin vecibelerini
uygulamak hem de çocuklarının ergen olduklarını görmek gibi bir misyonu olan bu
merasimin toplum yaşamında önemli bir yeri bulunmaktadır. Sünnet düğününe
uygun, töreni yansıtan çeşitli kıyafetler vardır.
Ataman’ın Dümbüllü İsmail Efendi kitabında, Dümbüllü’nün sünnet
düğününün babasının mesleği yüzünden Yıldız Sarayı’nda olduğu vurgulanmıştır.
Burada yaşadığı olayı anlatırken Dümbüllü, Sultan Abdülhamit’in ve Harem
Ağasının sünnet törenine birlikte geldiğini, Abdülhamit’in bu tören esnasında
istanbolin ve fes giydiğini gördüğünü söylemiştir.97
3. 7. 4. Mesleki Giyim
Mesleklere ait çeşitli kıyafetler bulunmaktadır. Ataman’ın eserlerinde, değişik
meslekleri yansıtan giyim tarzları vardır. Ataman eserlerinde mesleki kılığı dağınık
olarak işlemiştir.
96 A.e., s. 336-337. 97 Ataman, Dümbüllü İsmail Efendi, s. 33.
150
Ataman, Atatürk’ün İstanbul’a geldiği bir dönemde huzuruna bağlama
çalmaya çağrılmıştır. Bu esnada Anadolu’dan yeni geldiği ve çok genç olduğu için
kendisine hizmet eden garsonun beyaz ceket, papyon ve siyah pantolonlu haline çok
şaşırdığını kendisi dile getirmiştir.98
Ataman’ın sorularıyla şekillenen “İstanbul” Konuşmaları kitabında
kayıkçıya hamlacı denildiği, hamlacıların belli bir kıyafeti olduğu da söylenmiştir.
Bu eserde hamlacı kıyafeti, İtalyan ressam Preziosi’nin Galata’daki kayıkçıları
gösteren tablosundan yola çıkılarak mintanlı, hamlacı şalvarlı ve mavi püsküllü
kırmızı bir fesle anlatılmıştır.99
Safranbolu düğünlerinde yer alan efelerin giyim kuşamlarını Eski
Safranbolu Hayatı eserinde anlatan Ataman, efelerin İstanbul’a askerliğe gittikten
sonra kıyafetlerinin değiştiğini özellikle İstanbul külhanbeylerinin saltalarına ve önü
geniş cepli çapraz düğmeli yeleklerini taklit ettiklerini söylemiştir.100
Dümbüllü’nün bilgisinden yararlanılarak meydana getirilen Dümbüllü
İsmail Efendi eserinde ise Ataman, orta oyununda bulunan tiplerin kıyafetlerini
vermiştir.
Ataman, orta oyunundaki oyuncuların kıyafetlerinin belli olduğunu ve oyuna
çıkanların buna uygun giyindiklerini; Pişekâr’ın başına kavuk dilimine benzeyen
sarı, kırmızı, mavi ve beyaz dört dilimden oluşan bostan sarığı taktığını, kavuğun
üstüne de yazma sardığını, yakası, kolları ve içi kürklü cübbemsi bir Biniş giydiğini,
sarı renge yakın çuha çakşır ve sarı terliğe benzeyen az topuklu bir pabucu olduğunu
ayrıca elinde şak şak bulunduğunu söylemiştir.101
98 Ataman, Atatürk ve Türk Musikisi, s. 10. 99 Koçu, “İstanbul” Konuşmaları, s. 37. 100 Sadi Yaver Ataman, Eski Safranbolu Hayatı, (Genişleterek Yayına haz.: Süleyman Şenel), 1. bs., İstanbul, Canyiğit Grafik, Eylül 1994, s. 54. 101 Atman, Dümbüllü İsmail Efendi, s. 67.
151
Kavuklu’nun ise kırmızı giydiğini ifade eden Ataman, kafasında abani kallavi
bir kavuk olduğunu, üstüne kırmızı beyaz yahut kırmızı mavi yollu Şetari cinsinden
üç etek şeklinde entari bulunduğunu, kırmızı cübbe, şalvar, şal kuşağı ve ayağına
çedik pabuç giydiğini yapıtlarında anlatmıştır.102
Kavuklu ve Pişekâr’ın yanı sıra Orta Oyunu’nda zenne, çelebi gibi tipler de
vardır. Her tipi canlandıran oyuncu o tipe uygun giyinerek oyuna çıkmaktadır.
Ataman, zennelerin kafalarına hotoz, ferace ile birlikte yaşmak taktıklarını,
bazen yakası ve önü dantelli ferace ile manto arası kollu çarşaf giydiklerini, altlarına
dans ettiklerinde görünsün diye ince ipek fistan veya gecelik olduğunu, ayaklarının
da topuklu, parlak rugan olduğunu dile getirmiştir.103
Ahmet Rasim’in zennelerin kıyafetleriyle ilgili görüşlerine de Ataman
eserinde yer vermiştir. Ahmet Rasim zennelerin genellikle püsküllü fes üstüne
kandilli yazması giydiklerini, alınlarına mücevher, başlarına yapma saç taktıklarını,
çuhadan feraceler ve feracelerin altına üç etekli, kalın harçlı entari, canfes şalvar
olduğunu açıklamıştır.104
Zenne rolü için kadın kılığına giren erkekler, rolleri yüzünden kadınların
giyim kuşamlarında kullandıkları kıyafetleri giymektedir. Oyun esnasında,
kılıklarından da aldıkları güçle zenneler bir kadın gibi işveli, cilveli davranmaktadır.
Orta oyunu tiplerinden Çelebi ise bazen gösterişi seven varlıklı bir esnaf gibi
başına abani sarık, üstüne lata ve potur, beline ibrişim kuşak, ayağına ise az ökçeli
kunduramsı yemeni giyerken bazen de kâtip gibi fes, redingot ceket ve siyah
pantolonla sahneye çıkmaktadır.105
102 A.e., s. 67. 103 A.e., s. 67. 104 A.e., s. 70. 105 A.e., s. 68.
152
Ataman, orta oyununda taklide çıkanların rollerine göre giyindiğini Laz
taklidine çıkanın Laz başlığı, Karadeniz cepkeni ve zıpka şalvar; Kürt taklidine
çıkanın keçe külah, koyun postu camedan yelek, kaytanlı potur ve Kürt çarığı
giydiğine işaret etmiştir.106
Geleneksel tiyatroyla uğraşan kişiler rolleri yüzünden bu tarz giyinmek
zorunda kalmışlardır. Gerçek hayattaki kıyafetleri ise sahnedekiyle ilişkili değildir.
Hatta çoğunlukla bu oyuncular İstanbul’un şık, düzgün giyinenlerindendir.
Önemli bir orta oyuncu ve tulûatçı olan Kel Hasan Efendi’nin Ataman,
oyunlarında canlandırdığı tip gereği komik gözükmek için sahneye renkli basmadan
bol gömlek ve orantısız pantolonla; kaşlarını, bıyığını ve yanaklarını boyayarak
çıktığını oysa gerçek hayatta çok şık giyindiğini hatta insanların onu düzgün
giyiminden tanıyamadığının üstünde durmuştur.107
Ayrıca Ataman, bir başka halk tiyatrocusu Kanbur Nafiz’in de döneminde şık
giyinenlerden biri olduğunu, zamanının modası Redingot veya İstanbolin denilen
kuyruklu ceket ve çizgili pantolonu giydiğini belirtmiştir.108
Devrin oyuncuları kıyafet modasını da takip etmişlerdir. Ataman bunu semai
kahvehanelerinin usta oyuncularından biri olan Feshâneli Kel Mehmet’in üzerinden
vermiştir.
Çünkü Feshâneli Kel Mehmet dönemin modasına uyarak oyunlara beyaz
gecelik entari, ince basmadan pembe hırkayla çıkarmış.109
106 A.e., s. 68. 107 A.e., s. 45. 108 A.e., s. 59. 109 Ataman, Türk İstanbul, s. 80.
153
Ataman, çingene kızlarının da para kazanmak için dans ederken kabak çiçeği
rengi şalvar giydiklerini, kafalarına pullu yemeniler taktıklarını, sağ şakaklarının
üstüne ise kırmızı karanfil iliştirdiklerini belirtmiştir.110
110 A.e., s. 437-438.
154
3. 8. İstanbul’da Meslekler ve Meslek Kolları
Toplum hayatında derneklerin, kuruşların önemli yeri bulunmaktadır.
Ekonomik sistemin düzenli bir şekilde devam edebilmesi, üreticinin ve tüketicinin
haklarının korunabilmesi için bu kuruluşlara ihtiyaç vardır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda iş bölümü oluşturulduğundan zamanla kuvvetli
dernekler, teşkilatlar kurulmuştur. Osmanlı’da ilk dönemlerde esnaf kelimesi yerine
iş, güç sahibi anlamında olan herif kelimesi kullanılmıştır. Abartıyı seven Evliya
Çelebi, Türkiye’de bin bir çeşit esnaf bulunduğunu belirtmiştir.111
Ataman, eserlerinde dinsel kuruluşları, komşuluğu, cinse ve yaşa dayalı
örgütleri işlememiştir. Fakat Ataman, lonca teşkilatına, İstanbul’daki esnaflara ve
esnafların pirleri gibi konulara kitaplarında yer ayırmıştır.
Lonca teşkilatının Türk halkına ait bir örgütlenme olduğunu belirten Ataman,
loncayı esnaf arasında hukuk düzeni, meslek ahlakı oluşturan bir sistem olarak
görmüştür.112 Ataman, esnafı ise “Küçük sermaye ile meydana gelen, çeşitli zenaat, el
san’atları ve iş kollarını içine alan, hareketli ve gelenekçi alış-veriş erbâbı” olarak
tanımlamıştır.113
Loncanın, “Ahilik” adında bir töreye bağlılığını vurgulayan Ataman,
Ahilik’in kurucusunun “Ahi Ören” adında biri olduğunu, bu zatın özellikle meslek
sahibi olmanın önemini insanlar arasında yaydığını söylemiştir. Ayrıca Ataman, iş
hayatında düzen sağlamak amacıyla birtakım kurallar tespit etmiş olan Ahi Ören’in,
bu kuralları insanlara benimsetmede ve iş terbiyesini, ahlakını oluşturmada toplum
hayatına hizmet etmiş bir kişi olarak anlatmıştır.114
111 Enver Behnan Şapolyo, “Osmanlı İmparatorluğunda Esnaf Teşkilatı Esnaf Kâhyaları ve Lonca”, Çınaraltı, C.XV, Sayı: 65, 19 Birincikânun 1942, s. 11. 112 Ataman, Türk İstanbul, s. 215. 113 A.e., s. 153. 114 A.e., s. 215-216.
155
Ahilik kurumuyla temelleri atılan, üretici ve tüketici haklarına saygılı, iyi
hizmet verme amacı taşıyan bu sistem, uzun yıllar bozulmadan Osmanlı toplumunda
daha sonra ise sendikalar adıyla Türkiye Cumhuriyeti’nde varlığını sürdürmüştür.
Ahilik’te özellikle Loncada ustanın önemli bir yeri bulunmaktadır. Çünkü
usta, çırağına hem sanatını öğreten, sevdiren hem de ona iş ahlakı ve terbiyesini
veren kişidir. Aslında Loncanın asıl amacı nitelikli elemanlar yetiştirerek esnafların
arasındaki düzenin devamını sağlamaktır.115
Ataman’ın sorularıyla şekillenen “İstanbul” Konuşmaları kitabında Reşad
Ekrem Koçu, usta çırak ilişkisinde olan problemlerin, yanlışların düzeltilmesinde
Lonca teşkilatının yaptırımlar uygulayabilme gücüne sahip kuvveli bir örgüt
olduğunu özellikle vurgulamıştır.116
Lonca teşkilatı halkın ve esnafın ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak her
iki taraf için de adaletli olan kanunlar uygulamış bir kurumdur.
Eski İstanbul Yaşayışı kitabında sanatlara hâkim kişilerin bağlı bulunduğu
Lonca teşkilatı olduğu, bu teşkilatların üretilen malları kontrol ederek malın değerini
düşürecek uygulamaların yapılmasını engellediklerine işaret edilmiştir.117
Hatta düşman askerini güçlü ezgileriyle korkutan, savaş alanında yeri göğü
inleten, Osmanlı ordusunun önemli geleneksel simgelerinden biri olan, mehterin de
loncasının bulunduğuna Ataman eserlerinde yer vermiştir.
Ataman çalışmalarında, XVII. yüzyılda İstanbul’da binlerce profesyonel
musikicinin ve “mehter” dışında, yetmiş bir çalgı loncasının bulunduğunun Evliya
Çelebi tarafından ifade edildiğini söylemiştir.118
115 A.e., s. 218. 116 Koçu, “İstanbul” Konuşmaları, s. 43. 117 Musahipzade Celal, Eski İstanbul Yaşayışı, s. 39. 118 Ataman, Türk İstanbul, s. 30.
156
İstanbul’da bulunan çalgıcı loncalarının sayısının fazlalığı ve mehtere verilen
önem aslında Türk toplumunda müziğe verilen değeri de yansıtmaktadır.119
Ataman, İstanbul’daki eski esnaf çeşitlerinin teknolojik ilerlemeler sonucunda
yok olduğunu özellikle bu durumdan küçük el sanatlarının etkilendiğini dile getirmiş
ayrıca maliyetlerin yüksek olması, arananların rahatlıkla bulunamaması ve esnafın
emeğinin karşılığını alamaması gibi nedenlerden de küçük el sanatlarının sekteye
uğradığını belirtmiştir.120
Türk İstanbul eserinde Ataman, günümüzde çoğu olmayan eski İstanbul’da
yer alan çeşitli iş kollarını işlemiştir. Ataman’ın kitabında açıkladığı İstanbul’daki iş
kollarından bazı örnekler burada alfabetik sırayla verilmektedir. Eski İstanbul’daki
iş kollarıyla ilgili daha fazla bilgi edinmek için Türk İstanbul eserinin 155-188
sayfalarına bakılabilir.
3. 8. 1. Basmahâne
Ataman, III. Sultan Ahmet döneminde (1703-1730), Üsküdar’da
Ayazma’daki bir iş yerinde mendil, yemeni, yatak çarşafı gibi basma eşyaların
üretildiğini, Kıbrıs’tan gelen bu tarz basmaların İstanbul’da rağbet gördüğünü ve
“Kıbrıs basması” diye satıldığını, Üsküdar’daki basmahânenin son sahibinin
Basmacızade Ferit Bey olarak anlatıldığını belirtmiştir.121 İşte Türk kadının uzun
yüzyıllar kullandığı hatta hâlâ kullanılmaya devam edilen basma eşyalar, İstanbul’da
bu tür basmahanelerde meydana getirilmiştir.
3. 8. 2. Ciltçilik
İslamiyet’in kutsal kitabına ait ilk vahiynin “Oku!” olduğu Türk toplumunda
kitaba çok değer verilmektedir. Kitapların korunması, içindeki bilgilerin uzun yıllar
kullanılabilmesi için Türkler tarafından kitaplara pek çok işlemler yapılmıştır. 119 Mehterle ilgili daha fazla bilgi edinmek için bkz.: Sadi Yaver Ataman, Türk İstanbul, (haz.: Süleyman Şenel), İstanbul, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, 1997, s. 421-431. 120 A.e., s. 155. 121 A.e., s. 155.
157
Ataman, ciltleme uygulamasının eski bir geçmişe dayandığını, Türklerin
İslamiyet öncesinde de ciltçiliği bildiklerini, yüzyıllar geçtikçe Türklerde ciltçiliğin
bir sanat halini aldığını söylemiştir. Ayrıca Ataman, Türklerin önemli gördükleri
eserleri deri ve maroken kaplarla kapladıklarını, üzerlerine altın yaldız plakalarla
süslediklerini yani bu ürünlerin ciltlenmesine daha bir özen gösterdiklerini
belirtmiştir.122
3. 8. 3. Çedik-Papuççuluk
Ataman, çoğunlukla giyim kuşamı seven kadınlara hitap eden çedikleri;
yumuşak ince deriden yapılan, yanları içten dikişli, kırmızı, pembe ve sarı renklerde
olan, ökçesiz ayakkabılar diye anlatmış, hafif olan bu ayakkabıların özellikle uzun
yollarda ve mesirelerde tercih edildiklerini vurgulanmıştır.123 Ayrıca Ataman,
İstanbul’da artık azalan bu zenaat dalının eskiden İstanbul’un Anadolu’ya açılan
önemli zenaatlerinden biri olduğunun da altını çizmiştir.124
Bugünlerde kullanımı sadece düğünlerde olan bu ayakkabılar, eskiden
İstanbul’da giyim kuşama değer veren, şıklığı önemseyen kadınlar tarafından tercih
edilen ürünlerdir. Giyim kuşam zevkinin değişmesi bu ayakkabıların kullanımının
azalmasına ve bu sanat dalının zarar görmesine neden olmuştur.
3. 8. 4. Çinicilik
Ataman, İstanbul’da Tekfur Sarayı’nda, XVIII. yüzyılda çini imalathanesinin
açıldığını, buranın çiniciliğin bir dönem İstanbul’da hareketlenmesini sağladığını,
fakat bu imalathanenin devam ettirilemediğini söylemiştir.125
122 A.e., s. 155-156. 123 A.e., s. 158. 124 A.e., s. 158. 125 A.e., s. 158.
158
Çinicilikte desenin, boya hamurunun yoğrulmasının ve pişirilmesinin
önemine dikkat çeken Ataman, Türklerin icadı olarak çiniciliğin anıldığını,
İstanbul’da Şehzâde Türbesi, I. Selim Camii ve Türbesi, Kara Ahmet Paşa Camii,
Haseki İmâreti çinilerinin çiniciliğin en nadide örneklerinden olduğunu da
belirtmiştir.126
Osmanlı’nın şaşalı, baş döndüren havasını mavi rengin baskın olduğu ebruli
renkleriyle yansıtan çiniler, imparatorluk gösterişinin ve inceliğinin en güzel
örneklerindendir. Bugün çiniler Türkiye’de Kütahya şehrinin simgesi halini almıştır.
3. 8. 5. Gözlemeciler
Ataman, İstanbul’un çoğu semtinde gözlemeci dükkânlarının bulunduğunu,
en ünlü gözlemeci dükkânlarının İstanbul’da Balıkpazarı’ndakiler olduğunu, hatta
İstanbullular tarafından “çiğ börek” denilen böreği yemek için Zeyrek Yokuşu’ndaki
dükkâna pek çok yerden gelenlerin olduğundan bahsetmiştir.127
İstanbul esnaflarına dâhil olarak alınabilen fakat belli dükkânları bulunmayan
bir de seyyar satıcılar zümresi vardır. İstanbul sokakları ve vapurlarıyla özdeşleşmiş
bu esnaf grubu ellerindeki malları satarak hayatlarını devam ettirmeye çalışmaktadır.
Ataman, kitaplarında İstanbul’un gezici esnaflarına da yer vermiştir.
İstanbul’u dolaşarak para kazanan esnaflar: sahlepçi, simitçi, bozacı, şerbetçi…dir.
Ayrıca Ataman, seyyar satıcıların insanların ilgilerini üstlerine çekip ellerindeki
malları satabilmek için süslü urbalar ve kendi memleketlerinin yöresel kıyafetlerini
de giydiklerini söylemiştir.128
İstanbul’daki turşucu, leblebici, kadayıfçı gibi gezici satıcıların çoğunun
Anadolulu olduğunu Ataman eserlerinde vurgulamıştır.129
126 A.e., s. 158. 127 A.e., s. 160. 128 A.e., s. 189. 129 A.e., s. 191.
159
Ataman, esnafların bağlı bulundukları, uğuruna inandıkları pirler olduğunu,
bunlarla ilgili levhaları dükkânlarına astıklarını belirtmiştir. Ataman’ın eserinde yer
alan, çalışmada alfabetik olarak sıralanan esnaf pirleri şunlardır:
Aşçıların Pîri: Hz. Hasan Basri
Avcıların Pîri: Hz. İsmail
Balıkçıların Pîri: Hz. Yunus
Basmacıların Pîri: Hz. Nakkaş-ı Velî
Berberlerin Pîri: Hz. Selmân-ı Pâk
Çiftçilerin Pîri: Hz. Adem
Debbağların Pîri: Hz. Ahi Ören
Değirmencilerin Pîri: Hz. Hızır
Demircilerin Pîri: Hz. Davut
Dülgerlerin Pîri: Hz. Neccâr
Ekmekçilerin Pîri: Hz. Hızır
Gemicilerin Pîri: Hz. Nuh
Helvacıların Pîri: Hz. Hasan Basri
Kahvecilerin Pîri: Hz. Şehzâdeli
Kalaycı ve Tenekecilerin Pîri: Hz. Ahmet Zemcerî
Keçecilerin Pîri: Hz. Nakkaş-ı Velî
Kuyumcuların Pîri: Hz. Yusuf
Oymacı ve İşlemecilerin Pîri: Hz. Nakkaş-ı Velî
Saatçilerin Pîri: Hz. Yusuf
Saraçların Pîri: Hz. Aktâr-ı Velî
Semercilerin Pîri: Hz. Ak Yusuf Abaziy-ü’l Gaffar
Sobacıların Pîri: Hz. Ahmet Zemcerî
Şekercilerin Pîri: Hz. Hasan Basri
Terzilerin Pîri: Hz. İdris
Yemenicilerin Pîri: Hz. Mehmet Ekber Yamâni130
130 A.e., s. 220-221.
160
3. 9. İnançlar
İnsanlar yüzyıllardır bitmez tükenmez bir arzuyla bir şeylere inanma ihtiyacı
duymuştur. Kimi zaman gökyüzündeki varlıklara kimi zaman yeryüzündeki
nesnelere inanmış, hatta bunlara tapmıştır. Âdeta insan için inanma duygusu
mantığın, aklın, bilimin önünde yer almıştır.
İstanbul halkının da inandığı ve uyguladığı dinsel, büyüsel içerikli inançlar
bulunmaktadır. Ataman eserlerinde bu inanışları tam olarak incelememiş, inançları
üstün körü olarak vermiştir. Ataman’ın, Türk İstanbul kitabında yer alan inançlar ve
inançlarla ilgili uygulamalar şu alt başlıklar altında incelenebilmektedir:
1. Dinsel İçerikli İnançlar
2. Büyüsel İçerikli İnançlar
3. 9. 1. Dinsel İçerikli İnançlar
Ataman, Türk İstanbul eserinde ‘İstanbul’un Yatırları’ bölümünde
İstanbul’un çeşitli semtlerinde bulunan yatırları belirtmiştir.
“…Yatırlar; inananların çeşitli hâcet ve dileklerinin yerine gelmesi için ziyaret
ettikleri kutsal yerlerdir. Bu türbeleri ziyaret edenler, dileklerinin yerine gelmesi için yatırın
başucuna ya da pencere oymasına mum dikerek, bez bağlayarak ya da tel asarak çeşitli
adaklarda bulunur, fâtihâ okuyup dua ederler.”131
131 A.e., s. 237.
161
Kutsiyeti olduğuna inanılan bu mekânlar, İstanbul halkı tarafından ziyaret
edilen, saygı duyulan, adaklar adanılan yerlerdir. “İstanbul’da, inananlarca, en çok
ziyaret edilen kutsal makamlardan en başta geleni, kısaca “Eyüp Sultan” diye anılan ve
burada yatan Eyyub-el Ensârî Hazretleri’nin türbesidir.”132 Ataman’ın Türk İstanbul
eserinde, bazı yatır adları ve bu yatırların semtleri belirtilmiştir. Bunlar:
1. Ahmet Turâni Dede: Dolmabahçe’de
2. Aziz Mahmut Hüdâî: Üsküdar’da
3. Baba Câfer: Zindankapı’da
4. Baba Haydar: Eyüp’de
5. Çifte Gelinler: Eyüp’de
6. Çifte Sultanlar: Koca Mustafa Paşa’da
7. Deryâlı Ali Baba: Kazlıçeşme’de
8. Eyüp Sultan: Eyüp’de
9. Güllü Baba: Tophane’de
10. Helvacı Baba: Şehzâdebaşı’nda
11. İsmail Mâşukî: Çukurçeşme’de
12. Karaca Ahmet: Kısıklı’da
13. Kıral Kızı: Eyüp’de
14. Koyun Baba: Vatan Caddesi’nde
15. Lâleli Baba: Lâleli’de
16. Lohusa Sultan: Şişhâne’de
17. Mahmut Baba: Kadıköy/Kuşdili Çayırı’nda
18. Merkez Efendi: Merkezefendi mezarlığı yanında
19. Nalıncı Dede: Unkapanı’nda
20. Nurettin Cerrâhî: Fâtih’de
21. Selâmi Dede: Kısıklı’da
22. Sofu Baba: Fındıklı’da
23. Sünbül Efendi: Koca Mustafa Paşa’da
132 A.e., s. 238.
162
24. Şeyh Vefâ: Vefâ’da
25. Şeyh Yahya Efendi: Yıldız Parkı yanında
26. Takkeci Baba: Topkapı’da
27. Telli Baba: Boğaziçi/Yeni mahalle’de
28. Tuzcu Baba: Beşiktaş’da
29. Üryâni Dede: Üsküdar’da
30. Yâvedût Sultan: Eyüp’de
31. Yûşâ Hazretleri: Beykoz’da
32. Zembilli Ali Efendi: Zeyrek’de
33. Zuhûrat Baba: Bakırköy’de133
İstanbul halkının umutlarını, isteklerini, inançlarını içlerinde barındıran farklı
mekânlarda olmalarına rağmen insanların aynı duygularla yaklaştıkları bu türbeler,
zamana karşı direnen yapılardır.
İnananların varlıklarından gücünü alan İstanbul’un çeşitli türbeleriyle ilgili
halk arasında var olan inançlar vardır. Bunlardan birine göre, Hz. Halid’in türbesi
ziyaret edildikten sonra, Sünbül Sinan ve Merkez Efendi türbeleri ziyaret
edilmelidir.134
Türbelere hürmet gösteren İstanbul halkı mübarek yatırların bulunduğu
semtlerdeki hamamların sularının da bazı hastalıklara karşı iyi geldiğine
inanmaktadır.135 Eyüp’teki niyet kuyusu ile Merkez Efendi’deki kuyu, İstanbul
halkının büyük bir inançla bağlandığı kutsal yerler arasındadır.136
Folklor ürünleriyle ilgilenen Ataman eserlerinde türbelerde olan inanışları,
uygulamaları derinlemesine vermemiştir.
133 A.e., s. 237-238. 134 A.e., s. 121. 135 A.e., s. 141. 136 A.e., s. 121.
163
Ataman Türk İstanbul yapıtında İstanbul’daki Şehzade Türbesi’nin, I. Selim
Cami ve türbesinin çini sanatının ince örneklerini barındırdığını nakletmiştir.137 Bu
ifadeyle Ataman, İstanbul’da yer alan bazı türbe isimlerine işaret etmiş olmuştur.
3. 9. 2. Büyüsel İçerikli İnançlar
Geleceği bilmek, dileklerine ulaşmak için çeşitli yöntemlere başvuran
insanlar, inanç sistemleri dâhilinde çingenelere fal baktırmak yada büyü yaptırmak
gibi uygulamalara başvurmuştur.
İstanbul’da yaşayan insanlar da diğer şehirlerde yaşayan insanlar gibi
kısmetlerini açmak için kâğıt, bakla bazen de kahve falından faydalanmıştır. Büyüsel
içerikli inanışlardan olan fal konusuna, Ataman eserlerinde fazlaca yer vermemiştir.
Ataman’ın Türk İstanbul kitabında ‘İstanbul Eğlence Hayatında Sulukule’ kısmında
fal konusu şu ifadelerle yer almaktadır:
Çingeneler, özellikle “fala bakmak” gibi insanların bir zaafı olan geleceği
öğrenmek merakını tahrik edecek bahaneler bulmakta usta insanlardır.138
Fal türlerinden biri olan bakla falı Ataman’ın Türk İstanbul eserinde şöyle
geçmektedir: “Genç çingene kadın, adamın kolundan çekerek çökertir, kendisi de önüne
çömelir, koynundan bir çıkın çıkarır, içindeki baklaları bir bezin üstüne yayar, başlar bakla
falına…”139
137 A.e., s. 158. 138 A.e., s. 437. 139 A.e., s. 441.
164
3. 10. İstanbul Kültüründe Tipler ve Şahıslar
İmparatorlukların gözdesi, Avrupa ve Asya kıtasını birbirine bağlayan İstanbul
şehrinin içinde yaşayan farklı etnik gruplarıyla, ünlü kişileriyle, garip tipleriyle
kendine özgü şahısları bulunmaktadır. İstanbul kültüründe yer alan tipler ve kişiler,
Ataman’ın eserlerinde yer almıştır.
Ataman’ın kitaplarında olan bu tipler ve şahıslar, bütün yaşamlarını
İstanbul’da geçirmemiş olmalarına rağmen İstanbul kültüründen etkilenmiş ve bu
kültürle anılmışlardır. Ataman’ın eserinde işlenen bu konular şu alt başlıklarla
incelenebilmektedir:
1. Azınlıklar
2. İstanbulcular
3. Meşhur kişiler
4. Tipler
3. 10. 1. Azınlıklar
Osmanlı Devleti’nin bir imparatorluk olmasından dolayı başkenti İstanbul’da,
pek çok azınlık yaşamaktadır. Osmanlı’da önemli mevkilere azınlıklar getirilmiş,
hatta çeşitli zanaat dallarında usta kişilerin yeteneklerinden ötürü belirli azınlıkların
tekeline geçmiştir. Ataman’ın eserlerinde İstanbul’daki azınlıklar çok yer
almamaktadır.
Ataman eserlerinde azınlık olarak Arnavutlardan özellikle bahsetmiştir.
Patrona Halil olayına (1730) kadar tellakların genelde Arnavutlar olduğunu, bu
isyandan sonra padişahın isteğiyle bu göreve Anadolulu gençlerin getirildiğini
belirtmiştir.140
140 A.e., s. 141.
165
Ayrıca Ataman eserinde, ‘Tahir Paşa’nın Arnavut olduğundan kabadayılarını
da Arnavutlar arasından seçtiğini’ vurgulamıştır.141
Ataman’ın eserlerinde geçen diğer bir azınlık topluluğu ise Rumlardır.
Ataman esnaflar arasında atölyesi bulunan fotoğrafçıların çoğunluğunun Rum
olduğunu da söylemiştir.142
3. 10. 2. İstanbulcular
Ataman, Anadolu’da evlenmeye imkânı olmadığından İstanbul’a para
kazanmak amacıyla gelen, simitçilik, fırıncılık gibi mesleklerde çalışan gençlerin
“İstanbulcu” olarak adlandırıldığını dile getirmiştir.143
İstanbul, Anadolu’daki gençler için rüyaları gerçekleştiren, iş olanaklarının
çok olduğu, bir gurbet şehri olmuştur.
İstanbul’a para biriktirmek amacıyla gelip daha sonra başarı kazanan,
İstanbul’a yerleşen, gençlerin olduğunu da vurgulayan Ataman, Türkiye’nin ilk
milyonerlerinden biri olan Seğmenzade Ali Bey’in, Hacı Bekir’in, Hacı Ömer
Sabancı gibi isimlerin İstanbulcular olduğunu söylemiştir.144
Ataman, İstanbulcuların memleketlerinden uğurlanırken ailelerinin
durumlarına göre bu gençlere birkaç ay yetecek para ve gıda verdiklerini, bu
yolculuklara çoğunlukla gençlerin güz ayının sonlarına doğru çıktığını, İstanbulcu
gençlerin ardından ailelerinin, komşularının birleşerek hocayla dua ettiklerini
anlatmıştır.145
141 A.e., s. 315. 142 A.e., s. 204. 143 A.e., s. 433. 144 A.e., s. 433. 145 A.e., s. 434.
166
Maddi sıkıntılar yüzünden İstanbul’a çalışmaya gelen geçler günümüzde de
varlığını sürdürmektedir. Yanlış sanayileşme ve yatırımlar yüzünden Anadolu’daki
gençler için hâlâ iş imkânları İstanbul’da görülmektedir. Bu yüzden insanlar
İstanbul’a gelmek zorunda kalmaktadır.
Ataman, Kayıkçı Kul Mustafa adındaki âşığın da İstanbulcu olduğunu hatta
İstanbul’da kayıkçılık yaptığından “kayıkçı” lakabını aldığını ifade etmiştir.146
3. 10. 3. Meşhur Kişiler
İstanbul halkı tarafından sevilen giyinişleri ve yaşam tarzlarıyla farklı olan
sanatçılar vardır. Ataman, Türk İstanbul eserinde bu kişilerden bahsetmiştir.
Ataman İstanbul’un renkli simalarından biri olarak nitelendirdiği Borazan
Tevfik’in küçük yaşlarda taklit yapmaya başladığını, kendi yaratımı olan fıkraları ve
hikâyeleriyle insanları eğlendirerek İstanbul’un renkli kişiliklerinden biri haline
geldiğini, borazancılık yaptığı için ona “Borazan Tevfik” denildiğini belirtmiştir.147
İstanbul’un meşhur kişileri genelde eğlenmeye düşkün olan insanlardır. Bu
kişiler, İstanbul halkını davranışlarıyla, yarattıkları ürünleriyle ve komiklikleriyle
eğlendirmişlerdir.
İstanbul’un önemli bir başka ismi ise Pazarola Hasan Bey’dir. Ataman,
Pazarola Hasan Bey’in acayip görünüşlü olduğunu, esnaf tarafından uğur getirdiğine
inanıldığı için saygı gördüğünü, bazı insanlara göre deli bazılarına göre ise ermiş
olarak kabul edildiğini ifade etmiştir.148
146 Ataman, Eski Safranbolu Hayatı, s. 261. 147 Ataman, Türk İstanbul, s. 275. 148 A.e., s. 278-279.
167
Ataman, “Pazarola Hasan Bey” isminde bir mizah gazetesinin çıkarıldığını
hatta 1920’de İstanbul gazetelerindeki bir ilandan yola çıkarak “Pazarola Hasan Bey”
adında bir oyunun dahi oynandığını açıklamıştır.149
Bu olay, İstanbul’un renkli kişilerinin etraflarındakileri etkilemenin yanında
İstanbul sanat hayatını da etkilemiş olduklarını göstermektedir.
Tıflı Hasan da İstanbul’da şakalarıyla tanınmış, gönüllü jandarmaya
yazılmasına rağmen jandarma disipline dayanamamış, köprü üstünde dilenirken
yakalanıp işinden kovulmuş İstanbul’un meşhur simalarından birisidir.150
Tek Telli Saz Şairi Âşık Cemal’le ilgili Ataman, 1922’lerde İstanbul’da
özellikle Fatih’te görüldüğünden, sürekli aynı paltoyu giydiğinden, kara gözlü ve
kırçıl sakallı, saz çalıp söyleyen bir adam olduğundan bahsetmiştir.151
Ataman’ın saydığı İstanbul’un bu meşhur kişileri, İstanbul halkı tarafından
çok sevilmiş ve önemsenmiştir. Halk, bu isimleri o kadar benimsemiştir ki normal
olmayan davranışlarını, yaptıkları garip hareketleri ve bağımlılıklarını dahi hoş
görmüştür.
Bekri Mustafa’yı Ataman, döneminde sarhoşluğuyla tanınmış, hoş sohbet ve
eğlenceli biri diye tanıtmıştır. Hangi tarihte yaşadığı tam bilinmeyen “Bekri Mustafa,
adeta sarhoşluğun sembolü haline gelmiş, halk arasında içkicilerin hatırasına saygı
gösterdikleri bir kişi olmuştur, hatta “Pirimiz Bekri Mustafa’dır’ diyenler de vardır.152
149 A.e., s. 278-279. 150 A.e., s. 280. 151 A.e., s. 280-281. 152 A.e., s. 285-286.
168
Ataman’ın bizzat tanışmış olduğu Neyzen Tevfik, Bodrum’da doğmuş, ilk
önce kaval çalarken sonra neye gönül vermiş, Mısır’da kalırken geçimini neyle
kazanmış, aşırı içki yüzünden gösterdiği dengesiz davranışlar onun tımarhaneye dahi
girmesine neden olmuş, ney ve içkiyi seven bohem yaratılışlı, dünyaya, paraya ve
pula önem vermeyen birisidir.153
Ataman, İstanbul’un renkli karakterleri arasında sesinin güzelliğiyle dillere
destan olmuş Hafız Sami’yi de saymıştır.
Hafız Sami, İstanbul’da tanınan, mesleğini iyi icra eden, paraya itibar
etmeyen, her çağırılan yere gitmeyen, gittiği yerdeki insanları beğenirse yanlarında
kalan biridir.154
İstanbul’un renkli simalarına başka bir örnek olarak Ataman, Şemsi
Yastıman’ı da vermiştir. Şemsi Yastıman, mizah yönü kuvvetli, saz çalmada ve türkü
söylemede başarılı bir kişi olarak bilinmektedir.155
3. 10. 4. Tipler
Ataman’ın eserlerinde İstanbul halkında yer alan külhanbey, tulumbacı ve
kabadayı tipleri bulunmaktadır. Birbirinden değişik bu tipleri Ataman, eserlerinde
derinlemesine işlememiştir.
Ataman’ın raportörlüğünü yaptığı “İstanbul” Konuşmaları’nda Reşad
Ekrem Koçu külhanbeyliğin bir çeşit serserilik, çapkınlık, bıçkınlık olarak yanlış
anlaşıldığını, aslında külhanbeyliğin XVII. yüzyıldan itibaren varlık gösteren bir
“apaşlar tarikatı” olduğunu söylemiştir. Hatta buna “Tarikat-ı Layhariyye”
denildiğini, kendine ait kuralları, törenleri ve teşkilatlarının bulunduğundan
bahsetmiştir.156
153 A.e., s. 289-290. 154 A.e., s. 297. 155 A.e., s. 302. 156 Koçu, “İstanbul” Konuşmaları, s. 39.
169
Reşad Ekrem Koçu, külhanbeylerin sokakların ilk temizlik işçileri olduğunu
yine bu kitapta ifade etmiştir.157
Külhanbeyler, İstanbul kültüründe yer alan kendilerine özgü âdetleri bulunan
önemli tiplerdir. Genelde külhanbeylik ve tulumbacılık birbirine karıştırılmaktadır.
“İstanbul” Konuşmaları eserinde külhanbeyler ve tulumbacıların farklı
oldukları, hatta birbirleriyle ilgilerinin bulunmadığı, külhanbeyliğin külhanilik
kavramından geldiği, külhaniliğin de laubaliliği zariflikle birleştirerek hayat tarzı
edinmiş kişiler olduğu vurgulanmıştır.158 Ayrıca Ataman, tulumbacılığın ve
külhanbeyliğin İstanbul halkının renkli bir topluluk olduğunun göstergesi olarak
kabul etmiştir.159
İstanbul, çok uzun dönem büyük hasara neden olan yangınlarla savaştığı için
âdeta kent yeniden kurulmuştur. İstanbul’da meydana gelen yangınlar yüzünden
Ataman, tulumbacılık teşkilatının kurulduğunu belirtmiştir.160
Ataman, Refi’ Cevad Ulunay’ın Sayılı Fırtınalar kitabında İstanbul
Tulumbacılığından bahsettiğini vurgulamış hatta ondan yararlanarak İstanbul
Tulumbacılığında En iyi Sandıklar: Silivrikapılılar, Odabaşılılar, Koca Mustafa Paşalılar,
Ali Paşalılar, Aksaraylılar, Langalılar, İbrahim Paşalılar, Kadırgalılar, Mengeneliler,
Ahırkapılılar, Kumkapılılar, Edirnekapılılar, Karagümrüklüler, Fatihliler... diye ifade
etmiştir.161
Tulumbacılık teşkilatı ilkel bir kuruluş olduğundan, İstanbul’daki yangınlara
tam zamanında ulaşılamadığından, eldeki teçhizatın yetersizliğinden bir müddet
sonra bu kurum işlevini yitirmeye başlamıştır.
157 A.e., s. 40. 158 A.e., s. 42. 159 Ataman, Türk İstanbul, s 43. 160 A.e., s. 111. 161 A.e., s. 112.
170
Ataman, 1923’te İtfaiye teşkilatının kurulmasıyla tulumbacılığın ortadan
kalktığını dile getirmiştir.162
Ataman, Refi’ Cevad Ulunay’ın kabadayılığı şehir şövalyeliği olarak
gördüğünü, külhanbeylerden farklı bir zümre diye nitelediğini, genelinin cahil
olmasına rağmen güçsüzlere yardımcı olan terbiyeli adamlar olduklarını belirttiğini
söylemiştir.163
Tulumbacılar, külhanbeyler ve kabadayılar ne kadar korkutucu olarak
görülmüşse de muhtaçlara yardımcı olduklarından halk tarafından sevilmiş
insanlardır.
Ataman, işi gücü olmayan, insanlardan aldığı haraçla geçinenlerin kabadayı
değil şehir haydudu olduklarını, kabadayıların olay çıkarmamaya özen gösteren,
haksızlıklara direnen, zora düşmedikçe silah kullanmayan onun yerine attıkları
tokatlarıyla işi bitiren kişiler olduğuna dikkat çekmiştir.164
Ataman devrin kabadayılarıyla ilgili şu isimleri saymıştır: Kara Musallı Tahir
Bey, Emirganlı Rakım Bey, Tonga Fuat, Deli Hasan, Tatar Emin, Tatar Ömer, Yenikapılı
Faik, Kavanoz Mehmet, Arnavut Gani, Haddehaneli Arap Hulusi, Arap Hüsam,
Mevlanakapılı Hilmi, Askeri Kaymakamlardan Nusret Bey, Ali Bey, İzzet Bey, Akif Bey,
Aksaraylı Kadayıfçı Hamdi, Suyolcu Mehmet Pehlivan, Kanbur Cemal, Yenibahçeli Lütfi,
Deli Faik, Acem Şevki, Sarraf Niyazi, Acem İsmail, Kıl Ahmet, Ayvansaraylı Talat, Borucu
Vasıf, Çakır Ramiz, Kadırgalı Kör Emin... 165
Kavgacı karakterlerinin etkisi ve çeşitli anlaşmazlıklar yüzünden devrin
kabadayıları arasında sorunlar oluşmuş, kabadayılar bunları kendilerince çözmeye
çalışmışlardır.
162 A.e., s. 113. 163 A.e., s. 309. 164 A.e., s. 309-310. 165 A.e., s. 315.
171
Ataman, İstanbul’un meşhur kabadayılarının kadın, kumar, haraç alma
yüzünden ya da başka nedenlerden birbirleriyle mücadele ettiklerini, yaralansalar
bile birbirlerinden şikâyetçi olmadıklarını kozlarını kendi aralarında paylaştıklarını
söylemiştir.166
166 A.e., s. 315.
172
SONUÇ
Halka yönelik, halkın kültürünü yansıtan birbirinden farklı pek çok konuyla
ilgili eser vermiş olan Sadi Yaver Ataman, Türk Halk Edebiyatı’nın önemli
isimlerinden biridir. Halk kültürüne büyük bir aşkla bağlı olan Ataman, çalışmalarını
bu konularda oluşturmuştur.
Ataman’ın eserleri incelediğinde müzikolog ve folklorist yapısının baskın
olması nedeniyle özellikle bu konuları daha derinlemesine çalıştığı ve de çeşitli
eserler verdiği görülmektedir.
Halk kültürünü yüzyıllardır içinde barındıran ve yaşatan İstanbul kenti, Sadi
Yaver’in çeşitli eserlerinde incelenmiştir. Bu çalışmada ise Ataman’ın eserleri
İstanbul başlığı altında araştırılarak halk edebiyatı unsurları irdelenmiştir.
Tezde edebiyat tarihinin önemli isimlerinden biri olan Sadi Yaver Ataman’ın
yayımlanan on sekiz kitabında yer alan İstanbul bağlamında folklor unsurları, diğer
folklor materyallerinden de faydalanılarak, zenginleştirilerek değerlendirilmiştir.
Ataman’ın yayımlanmamış olan kitapları bu kapsamın dışında bırakılmıştır.
Çalışma, Sadi Yaver’in eserlerinde bulunan İstanbul şehriyle ilgili ve
İstanbul’da görülen folklor unsurlarını bir araya getirmeyi hedeflemiştir. İstanbul’un
yaşatılmaya çalışılan folklor unsurlarının Ataman’la günümüze ulaşması
amaçlanmıştır.
Giriş bölümünde Ataman’ın hayat hikâyesi verilmiş ve de eserleri
tanıtılmıştır. Böylece yazar ve yapıtlarıyla ilgili bir bağ kurulmaya çalışılmıştır.
173
Eserlerinde Ataman, İstanbul halkının duygularını yansıtan türkülere, İstanbul
şehrinde meydana gelen önemli olaylar sonucunda yaratılan destanlara, İstanbul’un
kuruluşuyla ve Osmanlı sultanıyla ilgili oluşturulan efsanelere, Beyböyrek
hikâyesinin İstanbul varyantına yer vermiştir. Bu çalışmada bunlar işlenmiştir.
Ayrıca Ataman çeşitli eserlerinde İstanbul halkı tarafından sıklıkla kullanılan
deyimlere, atasözlerine ve mânilere, İstanbul’la ilişkili tekerlemelere ve bilmecelere,
İstanbul’da kullanılan argoya örnekler vermiş, bu çalışmada bu örnekleri de
bölümlenmiştir.
İstanbul halkının vazgeçilemez bir unsuru olan halk tiyatrosu ve eğlence
hayatı da Ataman’ın eserlerinde incelenmiştir. Bu çalışmada da Ataman’ın
derlemeleri bir araya getirilmiş ve İstanbul’daki eğlence mekânları, İstanbul’daki
müzikli eğlencelerin yapılış biçimi, İstanbul’daki halk müziği ve müzik araçları
Ataman’ın ifadeleri ile işlenerek, İstanbul’un eğlence hayatı ile ilgili bilgiler
saptanmaya çalışılmıştır. İstanbul’un renkli yaşamı Ataman’ın eserleri yoluyla gözler
önüne serilmiştir.
İstanbul’da geçiş dönemlerine ilişkin âdetler ve uygulamaların, İstanbul
şehrinde yaşanan yasak ilişkilerin, İstanbul halkının zevkini yansıtan mimarinin ve
giyim-kuşamın, İstanbul halkı için bir zorunluluk olan ulaşımın, İstanbul’daki halkın
sağlık ve yemek folklorunun, İstanbul’daki meslek ve meslek kollarının işleyişinin,
İstanbul halkının inançlarının, İstanbul kültürü sonucunda meydana gelen tipler ve
şahısların da Ataman’ın kitaplarında yer bulduğu tespit edilmiştir.
İstanbul’u ve İstanbul halkını derinden anlayan, insanlara da anlatmaya
çalışan Ataman, geniş bir yelpaze içinde İstanbul halkıyla ilgili folklorik bilgileri
eserlerinde sunmuş ve böylece halk kültürünün yitirilmemesi için yoğun çalışmalarda
bulunmuştur. Ataman, özellikle İstanbul halkının kültürüne çok değer vermiş ve bu
kültürü eserlerinde işlemeye ve de tanıtmaya özen göstermiştir.
174
İşte bu çalışmada, zamanın unutturamadığı Sadi Yaver Ataman’ın ürünlerinde
işlediği İstanbul folkloru, onun gözüyle, düşünceleriyle ve yer yer
bölümlendirmeleriyle verilmeye çalışılmıştır.
Küreselleşen dünyada tüm değerler, kavramlar yitirilirken ve de iç içe
geçerken, folklor unsurlarını ve ulusal kültürünü unutmaya yüz tutan İstanbul şehri,
Sadi Yaver Ataman gibi Türk Halk Edebiyatı açısından yeri doldurulamayacak edebi
kişiliklerin eserlerinin incelenmesi ile tekrar hayat bulabilir.
175
Kaynakça
And, Metin: Geleneksel Türk Tiyatrosu (Kukla-Karagöz-
Ortaoyunu), Ankara, Bilgi Yayınevi, 1969.
And, Metin: Cep Üniversitesi Türk Tiyatro Tarihi, 2. bs.,
İstanbul, İletişim Yayınları, 1994.
Artun, Erman: Türk Halk Edebiyatına Giriş, 3. bs., İstanbul,
Kitabevi, Ağustos 2004.
Artun, Erman: Türk Halkbilimi, 2. bs., İstanbul, Kitabevi,
Eylül 2005.
Ataman, Sadi Yaver: Safranbolu Düğünleri Oyunlar-Türküler,
Bartın, Memleket Basımevi, 1936.
Ataman, Sadi Yaver: Anadolu Halk Sazları, Yerli Musikiciler ve
Halk Müzik Karakterleri, İstanbul,
Bürhaneddin Matbaası, 1938.
Ataman, Sadi Yaver: Toprak Kokan-Memleket Havaları, İstanbul,
Şaka Matbaası, 1951.
Ataman, Sadi Yaver: “İstanbul Halk Türküleri”, TFAD, nr.: 46,
Mayıs 1953, s. 730-732.
Ataman, Sadi Yaver: Okullar için Halk Müziği ve Müsamere
Türküleri, İstanbul, Anten Yayınevi, 1965.
Ataman, Sadi Yaver: Mehmet Sadi Bey, Ankara, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yayınları, Kültür Eserleri Dizisi,
1987.
Ataman, Sadi Yaver: Atatürk ve Türk Musikisi, Ankara, Kültür
Bakanlığı, Atatürk Dizisi, 1991.
Atman, Sadi Yaver: Eski Türk Düğünleri ve Evlenme Rit’leri,
Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, Kültür
Eserleri Dizisi, 1992.
176
Ataman, Sadi Yaver: Eski Safranbolu Hayatı, (Genişleterek Yayına
haz.: Süleyman Şenel), 1. bs., İstanbul, Canyiğit
Grafik, Eylül 1994.
Ataman, Sadi Yaver: Türk İstanbul, (haz.: Süleyman Şenel),
İstanbul, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür
İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, 1997.
Ataman, Sadi Yaver: Dümbüllü İsmail Efendi, İstanbul, Yapı ve
Kredi Bankası Yayınları, t.y..
Ayverdi, İlhan: Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı
Lugatı A-G, C.I, İstanbul, Kubbealtı Neşriyat,
2005.
Banarlı, Nihad Sami: Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul,
Milli Eğitim Basımevi, 2001.
Bayrı, Mehmet Halit: İstanbul Folkloru, 2. bs., İstanbul, A. Eser
Yayınları, 1972.
Boratav, Pertev Naili: Tekerleme Türk Halk Masalının Tipolojik ve
Stilistik İncelemesine Katkı, çev. İsmail
Yerguz, Eklerle Yayıma haz.: M. Sabri Koz,
İstanbul, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih
Vakfı, Mayıs 2000.
Büyük Larousse Sözlük
ve Ansiklopedisi: “ATAMAN, (Sadi Yaver)”, C.II, y.y., Interpress
Basın ve Yayıncılık A.Ş., 1986, s. 947.
Celal, Musahipzade: Eski İstanbul Yaşayışı, İstanbul, Türkiye
Yayınevi, 1946.
Devellioğlu, Ferit: Türk Argosu, 4. bs., Ankara, Türk Dil Kurumu
Yayınları, 1959.
Elçin, Prof. Dr. Şükrü: Türkiye Türkçesinde Maniler, Ankara, Türk
Kültürü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 1990.
Emeksiz, Abdülkadir (haz.): Orta Oyunu Kitabı, İstanbul, Kitabevi, Kasım
2001.
177
Emeksiz, Abdülkadir: İstanbul Manileri, İstanbul, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi, 2007.
Gerçek, Selim Nüzhet: İstanbul’dan Ben De Geçtim, (haz.: Ali
Birinci, İsmail Kara), İstanbul, Kitabevi,
Haziran 1997.
Gülersoy, Çelik: Kayıklar, y.y., Türkiye Turing ve Otomobil
Kurumu, 1983.
Gülersoy, Çelik: “Arabalar”, Dünden Bugüne İstanbul
Ansiklopedisi, C.I, İstanbul, 1993, s. 289-290.
Işık, İhsan: “ATAMAN, Sadi Yaver”, Resimli ve Metin
Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür
Adamları Ansiklopedisi, C.I, 1. bs., Ankara,
Elvan Yayınları, 2006, s. 416.
Işık, İlhan: “ATAMAN, Sadi Yaver”, Türkiye Yazarlar
Ansiklopedisi, C.I, Genişletilmiş 3. bs., Ankara,
2004, s. 224-225.
Kal’a, Ahmet: “Lonca”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, C.XXVII, Ankara, 2003, s. 211-
212.
Koçu, Reşad Ekrem: “Araba, Arabacı”, İstanbul Ansiklopedisi,
C.II, İstanbul, R. Ekrem Koçu ve Mehmet Ali
Akbay İstanbul Ansiklopedisi ve Neşriyatı
Kollektif Şirketi, 1959, s. 902-918.
Koçu, Reşad Ekrem: Türk, Giyim, Kuşam ve Süslenme Sözlüğü, 1.
bs., Ankara, Sümerbank Kültür Yayınları, 1967.
Koçu, Reşad Ekrem: “İstanbul” Konuşmaları, (haz.: Süleyman
Şenel, Raportör: Sadi Yaver Ataman,), İstanbul,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş.
Yayınları, Aralık 2005.
Koz, M. Sabri (haz.): Bekçi Baba Ramazan Fasılları, İstanbul,
Kitabevi, 1998.
178
Meydan Larousse Büyük Lugat
ve Ansiklopedi: “Salapurya”, C.X., İstanbul, Meydan Yayınevi,
1972, s. 875.
Meydan Larousse Büyük Lugat
ve Ansiklopedi: “Talika”, C.XI, İstanbul, Meydan Yayınevi,
1973, s. 861.
Nutku, Özdemir: Meddahlık ve Meddah Hikayeleri, 2. bs.,
Ankara, Türk Kültür Merkezi Başkanlığı
Yayınları, 1997.
Özkırımlı, Atilla: “Atasözleri”, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi,
C.I, 3. bs., İstanbul, Cem Yayınevi, 1984.
Özkırımlı, Atilla: “Deyiş”, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, C.II,
3. bs., İstanbul, Cem Yayınevi, 1984.
Öztelli, Cahit (haz.): Halk Türküleri, İstanbul, Varlık Yayınevi,
Şubat 1953.
Öztelli, Cahit: Evlerinin Önü Halk Türküleri, İstanbul,
Hürriyet Yayınları, 1972.
Pekman, Yavuz: Çağdaş Tiyatromuzda Geleneksellik, 1. bs.,
İstanbul, Mitos & Boyut Yayınları, Mayıs 2002.
Sakaoğlu, Necdet, Nuri, Akbayar: Binbir Gün Binbir Gece Osmanlı’dan
Günümüze İstanbul’da Eğlence Yaşamı, y.y. ,
Creative Yayıncılık, 1999.
Sakaoğlu, Prof. Dr. Saim: Efsane Araştırmaları, Konya, Selçuk
Üniversitesi Yayınları, 1992.
Sevengil, Refik Ahmet: İstanbul Nasıl Eğleniyordu (1453’ten 1927’ye
kadar), 4. bs., y.y., İletişim Yayınları, Ekim
1993.
Sezer, Sennur, Adnan Özyalçıner: Bir Zamanların İstanbulu Eski İstanbul
Yaşayışı ve Folkloru, İstanbul, İnkılap, 2005.
Şapolyo, Enver Behnan: “Osmanlı İmparatorluğunda Esnaf Teşkilatı
Esnaf Kâhyaları ve Lonca”, Çınaraltı, C.XV,
Sayı: 65, 19 Birincikânun 1942, s. 11-12.
179
Şenel, Süleyman: Sadi Yaver Ataman, İstanbul, Form Reklam
Hizmetleri, 1995.
Şenel, Süleyman: “Aşık Edebiyatı ve Musikide Destan”, Türkiye
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.IX,
Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı, 2003, s. 209.
Türk Ansiklopedisi: “Türkü”, C.XXXII, Ankara, Milli Eğitim
Basımevi, 1983, s. 461.
Türk Dili ve Edebiyatı
Ansiklopedisi Devirler/İsimler/
Eserler/Terimler: “ATAMAN, Sadi Yaver”, C.I, İstanbul, Dergah
Yayınlar, Ocak 1977, s. 213.
Türkçe Sözlük: C.I, Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları, 1998.
Yakıcı, Dr. Ali: Halk Şiirinde Türkü Tanım Tasnif İnceleme
Metin, 1. bs., Ankara, Akçağ Yayınları, 2007.
Top Related