islamiyar 7 (2004), sayı 4, s. 33-45
Me demitenin ve Modernleşmemizin Teolojik Kritiğine Giriş
.İLHAMİ GÜLER PROF.DR., ANKARA Ü. İI.AHİYAT FAKÜLTESi
özet Bu makalede, özellikle 20. yüzyılda yaşamış Batılı ve Doğulu bazı medeniyet tarihçisi veya tarih felsefeellerinin 16. yüzyıldan sonra Kıta Avrupası'nda ortaya çıkan 'modemite' olgusuna yönelttikleri eleştiriler serdedlldikten sonra bu eleştirilerin ortak paydasının birçok yönden Kur'an'ın 'k!}für' kavramıyla ortaya koyduğu içerikle örtüştüğü belirtilmiştir. Daha sonra, TOrkiye'nin giriştiği 'Batılılaşma' macerasının bazı yörıleriyle Kur'an'ın yasakladığı gayr-i mOslimlerle 'dostluk' etme tarzında tecelli elliği iddia edilmiştir. Burılara mukabil, modemitenin bazı yörıleriyle 'olurrılu' olduğu gibi, TOrkiye'nin Batı'yla ilişkiye girmesinin de zaruri olduğu vurgulanmıştır.
anahtar kelimeler Modemite, Batılıl~ma, Küfür, Dostluk, İttifak.
"Nereye Gidiyorsunuz?" (82. İnfıtar, 26)
1. Giriş
Başlık da yapabileceğimiz serlevhadaki bu soru, ahlaki-di.nl anlamda doğru yolu kaybetmiş, yoldan çıkmış Mekkeli müşriklere Allah'ın Kur'an'da sordu
ğu bir sorudur. İlerlemeci bir tarih, pozitivist bir bilim anlayışına sahip seküler bir insan için ortaçağın başlarında sorulmuş bu sorunun bugün için hiçbir anlamı yoktur. Kur'an'ı mutlak bir Allah inancı üzerinden mutlak bir söylem (hitap) olarak tarih dışı, zaman üstü okuyan selefi, dogmatik, anakronik, özcü ve kültürcü biri de, sorunun muhataplaruun dini kimliklerini ve sorunun o günkü ide-
34 islamiyat 7 (2004), sayı 4
olojik-dini iç~riğini olduğu gibi bugüne taşıyarak (o günkü şirk) içine insan deldunnaya çalışır. Oysa, tarihsel içerik değişmekle birlikte insanın ahlaki tabiatı · değişınediği için, Kur'an'da gerek tarihsel aniatılarda (kıssalar), gerekse Araplarla girişilen 23 yıllık polemiklerin özündeki ahlaki sorunlar üç aşağı-beş yukan aynı olduğundan, fenomenolojik bir yaklaşımla, Kur'an'ın sorduğu sorular ve verdiği cevaplar haia değerlidir. Firavun'un "Ben sizin en yüce Rabbinizim" (79. Nazi'at, 24) demesiyle, ABD'nin siyasal aklı, Karun'un: "Bu serveti kendi tecrübelerimin ve akıllılığımın sonucu elde ettim," (28. Kasas, 24) diyen mutlak mülkiyet anlayışıyla uluslararası kapitalizmin mantığı arasında herhangi bir ayrun yoktur. Dolayısıyla, bu soruyu ahlaki-dini bağlamda Batı'nın 16. yüzyıldan sonra girdiği yeni yolu sorgulamak için ve Osmanlı'nın çökmesiyle bazı aydınların zorla Türkiye'yi 'Batılılaştınnaya' ve son olarak da AB'ye tam üyeliğe karar vermelerini sorgulamak için yeniden sorabiliriz: "N~reye gidiyorsunuz?"
Soruyu biraz daha açmak için, yine Kur'an'da Hz. Muhammed'e sorulan bir soruya Allah'ın verdiği cevaptan kalkarak hareket edebiliriz: "Sana sarhoşluk ve
. ren şeyler ve şans oyunlarını soruyorlar. De ki: 'Qnlann her ikisinde de hem büyük bir kötülük, hem de insanlar için bazı yararlar vardır. Ancak, yol açtıklan kö
. tülükler sağladıklan menfaatlerden daha büyüktür'" (2. Bakara, 219). Ayetteki · nesnelliğe dikkat edilsin. Biz de aynı yolu takip ederek modernite veya Batı'yı kategorik olarak iyi-kötü olarak değerlendirmeyeceğiz. Son yüzYıldan beri yoğun olarak tartıştığımız 'Batılılaşma' ve son elli yıldır da bu süreci hızlandırmak için doğru dürüst tartışınadığımız 'AB'ye kaulma' sorunumuzu ayetteki iki soruna benzeterek cevabı aynen tekrarlıyorum: "Onlann her ikisinde de hem büyük bir kötülük, hem de insanlar için bazı yararlar vardır. Ancak, yol açtıklan kötülük, sağladıklan yarardan daha büyüktür." ithamın ve iddianın kimilerine göre ağırlığının farkındayırn. Ancak, teşbihte hata olinaz. Yararianna ileride değinmek üzere Batılılaşma ilitirası 'ser-boşluk'; bir yönüyle cebirnizi doldurma ümidimizi ve ihtirasırnızı ifade eden AB'ye katılma kararlılığırnız da 'şans-oyunu'. O haide nedir bu Batılılaşmanın ve AB'ye katılmanın zararlan ve yaradan? Önce, yöneldiğimiz kıbleyi oranın onlara göre 'pesimist' bize göre de dürüst düşünürlerinin _eleştirileri ile hatırlayalım. Hepsi de 20. yüzyılda yaşaauş. Ortak kaygılan ise: S.O.S.
2. Modemite veya Aydınlanma Sonrası Batı Nedir?
Burada görüşlerine başvuracağırruz düşünürler moderniteyi total olarak eleştiren düşünürlerden birkaçıdır. Frankfurt Okulu'nun kapitalizm ve pozitivizm eleştirisine, liberalizmin Marksizm eleştirisine, post-modem düşünürlerin rnodernite eleştirisine girrneyeceğiz. O. Spengler'den başlayalım: " ... Paris, Londra, Berlin ve özellikle New York ... Bu şehirler 'tümüyle zeka'dır. Ruhsuzluğun sembolü olan satranç tahtası biçimini erek edinirler. 'Yuva' değildirler. Bu şehirlerin doğumu, büyümeleriyle, zenginlik ve yoksulluk karşıtlıklanyla, yapay uyanrnlanyla, yaşam sıkıntılanyla ve nihayet Megalopolis irısarurun artan kısırlıklanyla ölümlerini gerektirir. Dünya şehri, ölüme doğru metafızik bir dönüş gösterir. ( ... ) Bugü-
Modemicenin ve Modemleşmemizin Teolojik Kriciğine Giriş 35
nün onca makine tekniği olan Batılı dünya şehirlerinde bizler büyük bir k-ültürün tragedyasının son perdesini hem seyrediyor, hem de oynuyoruz. Dünyanın efendisi Nordik insan makinenin kölesi oluyor. Dünyanın makineleşmesi yüksek derecede tehlikeli bir aşın-gerilim aşamasına girmiştir. Bütün organik şeyler bu megatopolis makine örgürünün pençesinde can vennektedir ... Demokraside 'gerçek' nedir? Basının irade ettiği şeydir. Basının buyruklan istediği gerçekleri ortaya koyar, dönüştürür ve değiştirir. Üç haftalık bir basın çalışması yapılmaya görsün. Herkes 'gerçeği' kabul eder. Küde eğitimi kütleleri gazetenin erk alanına sürme eğilimindedir. (. .. ) Para zekayı yıktıktan sonra yine para yoluyla demokrasi kendi kendisinin yıkıcısı olur ... Bu surede, Sezarizm, toplumsal, ekonomik ve siyasal örgütlenme alanında (Batı) uygarlığının son perdesi olmaktadır."1
Alman tarih felsefeasi Walter Schubar'a kulak verelim: "1450 ile 1550 arasında 'Gotik-uyurnlu' kültür prototipinden -'Kahraman-Prometheuscu' prototipe bir geçiş meydana geldi. Bu prometheuscu-Batılı insan Tanrı'ya ve kendi ruhunun kurtuluşuna pek aldırrnamış ve bütün dikkati dünyanın fethi üzerinde toplamıştır. Yeryüzünün efendisi olmak istemiştir. Tutkusu öylesine güçlüydü ki herhangi bir Tanrı'ya ya da kendisinin üstündeki herhangi bir erke kafa tutmaya hazırdı. Beş yüzyıl boyunca Prometheuscu insan fazlasıyla yoğun etkinlikler göstererek yerin yüzünü gerçekten değiştirmeyi ve tutkulu planlannı uzaklara ve yükseklere ulaştırmayı başarmıştır. Kendi imgesine göre gerçekten yeni bir toplumsal-kültürel dünya yaratmıştır."2 Rus fılozofu Nikolay Bordyaev'in değerlendirmesi ise şöyledir: "Ondan (Ortaçağ-Hıristiyan) sonra Batı kültürünün g~niş ölçüde Hıristiyan-olmayan hatta gittikçe daha çok Hıristiyan-düşmanı olan 'laik-hümanizm' aşaması gelir. Hümanizm insanı evrenin merkezine yerleştirir, onu her şeyin ölçüsü ve en yüksek değer yapar. Hümanizmin başlıca işlevi insanın özgür, yaratıcı güçlerini serbest bırakmak ve geliştinnek. olmuştur: İnsanın kendi duygu, akıl ve benlik deneriminden başka bir şeyle engellenmeksizin özgürlük içinde denenınesi ve sınanması. Onun içindir ki bu dönem, insanın bütün. 'insan-üstü' denetimlerden kurtulduğu ve toplaşmış iş güçlerinin yeniden dağıldığı dönemdi. Ortaçağda birikmiş yaratıcı güçleri harcadığı ve ortaçağların dinsel merkez değerini terk ettiği dönemdi. La.ikleşme ve dış özgürlük dönemiydi. Bu ödevler altı yüZyıl kadar süren bir zaman boyunca gerçekleşti. (. .. ) Hümanist aşamanın bunalımı ve sonu daha on dokuzuncu yüzyılda açıkça belli olmuştu. İnsanın tarihsel varoluşuna makinenin ve teknolojinin girmesi hümanizme öldürüçü bir darbe indirmiştir. İnsan ırkının makine yapısı evreni üstünde insanın deneti.riıinin gitgide kaybolması, insandaki aşağı hayvan niteliklerin üstünde egemenliğin ve benlik-deneriminin azalması, gerçek bir hümanist insan imgesinin hümanist insandan öylesine farklı bir morali çökük insan mekanizması ve insan hayvanı
1 P. Aleksandrovic Sorokin, Bir Bunalun Ç3ğınd3 Toplum Felsefe/eri, çev. M. Tuncay, Ankara 1972, s. 100 vd.
ı Sorokin, age., s. 119.
36 isl5miyat 7 (2004), sayı 4
yönünde gittikçe bozulması ... bütün bunlar, hümanist aşamanın sonunun geldiğini gösteren bazı işarerlerdit. "3 Ahlak fılozofu Albert Schweitzer'in eleştirisi ise ahlaki bağlamdadır: "Bu sallantılı yapıya yeni bir [ahlaki] temel kazandırmak yolunda Kant'ın, Geethe'nin Schiller'in, Fichte'nin, Hegel'in ve başkalannın yaptıklan girişimler, onların da dünya-görüşleri açık verdiği için başansız olmuşlardır. Sonuç .~larak, 'uygarlığın dayandığı ahlak fıkirleri, yeryüzünde yoksulluğa uğramış ve yurtsuz kalmış olarak gezip dolaşmaktadır. Bunlara sağlam .bir temel verecek hiçbir evren kuramı öne sürülmemiştir .... Onun içindir ki, derin ve güçlü bir dünya ve yaşamı onaylama ruhundan esinlenrnek yerine', bölük pörçük ve yüzeyde kalan ideolojiler ve verimsiz uygulamalarla oraya buraya sürükleniyoruz. 'Bir karanlık çağda bir karanlık yolculuğa çıkmış durumdayız.'
"Bir ahlaki-felsefi temelin yokluğundan çıkan ikincil etkenler de Barı uygarlığının çürüyüşünü artırmıştır. Bunlan şöyle sıralayabiliriz: Modem insanın eli ayağı b_ağlı ekonomik durumu; fazla çalışu.rılıyor olması ve kendisini taparlamaktan yeteneksizliği; düşünce üzerinde yoğunlaşma yetisini gitgide daha çok kaybetmesi; yaratıcı düşünüşte bir azalış ( ... ) tinsel bağımsızlığın ve insanlığın yokluğu; ahlakçı nihilizmin ve ahlak-dışı bir uygarlık anlayışının gelişmesi; uygarlığırnızın tinsel bölümünden çok, maddi bölümünün daha büyük bir gelişme göstermesi; ahlakça kayıtsız bilgi ve teknolojide hızlı bir ilerleme. Bütün bunlar ( ... ) uygarlığırnızın intihara sürüklenişine katkıda bulunrnuşlardır. "4
Rus sosyologu ve medeniyet tarihçisi P. Aleksandrovic Sorokin'in, Batı uygarlığının 16. yüzyıldan sonraki aşamasını değerlendirmesi şöyledir:
"On altıncıdan sonra ve yirminci yüzyıla kadar toptan Avrupa kültürü, bize tamamıyla· farklı bir tablo sunmaktadır. O dönemde, yıkılmış Düşünsel üstsistemden [Hıristiyanlık] çok, Duyumsal üstsi~tem Avrupa kültürüne ·egemen· olmuştur. Son dört yüzyıldır, Avrupa kültürünün bütün kesimlerinin büyük bölümleri, 'sonu! gerçeklik ve değer, Duyumcul niteliktedir' diyen sonu! önermeyi işlemişlerdir. Din ve teolojinin etki ve sayınmalan (nüfuz ve itibarlan) azalmıştır. Dinle ilgisjz, hatta bazen dinsiz, duyumsal bilim en üstün, nesnel (objektif) doğru olmuştur. Artık, gerçek doğru ampirik olarak algı.lanan ve sınanan duyumların doğrusudur. Duyumcul felsefe (materyalizm, ampirizm, skeptisizm [kuşkuculuk], pragmatizm vb.), Duyumcul edebiyat, müzik, resim, heykel, mimarlık ve tiyatro (drama), dinsel ortaçağ güzel-sanadannın geniş ölçüde yerlerini almışlardır. Duyumcul, faydacı, hazo; göreli, insan-yapısı hukuk ve ahlak, ortaçağların Düşünsel, koşulsuz (kayıt ve şarta bağlı olmayan), Tarın'run vahiyle açıkladığı hukuk ve ahlakının yerini almıştır. Maddi değer, servet, fızik rahatlık, zevk, erk, ün ve tanınmışlık (popülerlik), modem Duyumcul insanın uğrunda dövüştüğü ve mücadele ettiği esas değerler olmuşlardır. Tarın ve din büsbütün elden çıkmışlardır. ( ... ) Kişilerin, yaşam yollannın ve kurumlarm ağır-basan tipi de egemen bir bi-
3 Sorokin, age., s. 130. ~ Sorokin, age., s. 159.
Modemicenin ve Modernleşmeinizin Teolojik Kritiğine Giriş 37
çimde duyumcul nitelikli olmuştur. Kısacası, modem Batı kültürünün büyük bölümü gerçekten Duyumcul üstsistemin egemenliği aluna girrrtiştir."5
Emest .Gellner, Aydınlaruna ve medemitenin siyasal alandaki yansımasının sonuçlannı şöyle değerlendirir: "Bu yeni din dışı imanı siyasal alanda uygulama girişimleri başansızlığa uğradı. Hem de iki kez. Bu aydınlaruna felsefesini uygulamaya, muazzam bir siyasal pratik mantık yürütme işleminin 'büyük önermesi' gibi kullanmaya yönelik iki büyük girişimin, Fransa ve Rusya devrimleri sonrasının öyküsüdür Oiberal kapitalizm ve komünizm-sosyalizm) ... Aydınlaruna'nın siyasal dile aktanlmasına yönelik ilk denemenin ardından tam iki yüzyıl sonra (1989) bu deneme de felaketi e sonuçlandı... "6
Erich Fromm eleştirilerini ekonominin başatlığı ve sosyal karakter açısından yapmaktadır: Kimilerinin 'Pazar Tektanncılığı' veya 'Refah Papazlığı' dediği yapıyı Fromm 'Endüstriyel Din' ve 'Sibemetik Din' olarak isimlendirmektedir: "Modem toplumlarda da, yüzeydeki Hıristiyanlık dininin arkasında büyüyen ve toplumun karakter yapısında yer eden bir gizli din, 'endüstriyel din' gelişmektedir. Bir din olarak kabul edilmeyen 'endüstriyel din' gerçek Hıristiyanlık ile hiçbir biçimde uzlaşamamaktadır. Çünkü 'bu yeni din, insanlan, kendi elleriyle yaratmış olduklan ekoı:ıorninin ve makinelerin kölesi haline sokmaktadır. Ve bu, gerçek dinin özü ile taban tabana zıttır."7
'"Sibemetik din', pazar karakterinin kişilik yapısına çok uygundur. Hıristiyanlık veya uzlaşmazet bir ön paravananin arkasında kişiler bunu fark etmeseler bile, ilkel ve zorba bir dirı biçimi gizlenrnektedir. Varlığını, dışa yansıyan davranışlar ve tutumlardan hissettiğimiz bu dini, diğer dinle(deki gibi bazı bilinçli düşünce ve dogmalara day~adığı için, tanımlamak oldukça güçtür. İlk -bakışta dikkati çeken bir özelliği, insanın ulaştığı teknik aşama ile, geleneksel dinlerde Tann'nın dünyayı yaratmasına benzer bir biçimde ikinci bir dünya 'yaratması' ve kendini Tarın yerine koymasıdır. Veya "makineye bir Tannsallık veren irısanoğlu, kendisi de bu makineyi idare ettiği için, Tarın kauna yükselmiştir" diyebiliriz. Birinci veya ikinci tanımlamayı seçmemiz önemsizdir. Onemli olan, irısanlığıri en güçsüz ve zayıf arunda, kendini teknik ve bilimsel gelişmelere kaptırip en güçlüymüş gibi sanması yarulgısıı:u fark edebilmektedir. "8
Alasdair Macıntyre, Eski Yunan (Aristoteles), Müslüman, Musevi ve Hıristi~ yanlarca benimsenmiş olan 'teleolojik' ahlak teorisini reddederek 'duygucu' ahlak teorilerini ileri sürmüş Aydınlanmacı fılozoflann liberal-kapitalizmirı arkasırida yatan felsefelerini şiddetle eleştirir: "Felsefi ve tarihi argümanlar bir araya getirildiğinde açığa çıkan şudur: Ya Aydınlanma projesirlin değişik biçimlerinin özlem ve hüsrarunın arkasından gitmeye, ta ki elimizde yalnızca Nietzscheci
s Sorokin, age., s. 175-176. 6 Emesı Gellner, Postmodemizm, İsliim ve Us, çev. B. Peker, Ankara 1994, s. 130. 7 Erich Fromm, Sahip Olmak ya da Olmak, çev. A. Antan, isıanbul 1990, s. 207. 8 Fromm, age., s. 217.
38 islamiyat 7 (2004), sayı 4
teşhis veya sorunsal kalıncaya kadar devam edilmeli (nihilizm), ya da Aydınlanmacı projenin sadece bir hata değil, ama ilk başta keşke hiç bulaşılmanuş olsaydı denilecek bir proje olduğu kabul edilmeli. Üçüncü bir seçenek yoktur. Ve özellikle de çağdaş ahlak felsefesinin basmakalıp müfredat pr0grarnlannda başköşeye yerleştirilmiş olan Hume, Kant, Mill gibi düşünürlerin bizlere bahsettiği başka bir seçenek yoktur. Dolayısıyla da etik öğreniminin, günümüzde öğrencilerin zihninde bıraktığı yıkıcı ve şüpheci etkilere şaşmamak lazım. "9
Nietzsche'nin "Tanrı öldü" sözünün "Avrupa düşüncesinin son üç yüzyılda yaptığını dile getirdiğini" söyleyen Heidegger, bunun açılımını şöyle yapar: "Öldürmek, burada kendi başına varolan duyuüstü dünyanın insan eliyle yok edilmesidir. Öldürme bir süreci adlandınr: Bu süreçte, varolan, varolan olarak yok olmaz. Varlığında farklılaşır. Oysa, durum varolanın Varlığı bakırnından bütün bütün başkadır. Şu da var, bu süreçte, her şeyden önce, insan da başka türlü olur, dönüşür. İnsan kendinde varolan anlamında olanı kaldınp atan olur. Öznellik içinde bu başkaldırmayla, bütün varolan nesneye dönüştürülmüştür. Aiıcak, bu nesnel olan, göz önüne getirmeyle durdurulandır. Kendinde yarolanın giderilmesi, açıkçası Tann'nın öldürülmesi, insanın servetini güvenli kılmasında yerine getirilmiştir. İnsan, bu eylemle, özdeksel, gövdesel, tinsel, bilişsel kaynaklan kendisi için güvenli kılar. Ne var ki, insan bunu varolanın Varlığıyla, güç istemiyle örtüşmek için -olanak olarak nesnel olan- varolan üzerinde egemen olmak isteyen kendi güvenliği uğruna yapar. Güvenlilik sağlama olarak emin olma, değer koymada temellenir. Değer koyma kendinde varolanla- · nn hepsini devirip öldürmüştür. Dolayısıyla onlan kendi için şey olarak öldürmüştür. Ölen Tann'ya indirilen son darbe metafizikten gelir. Bu darbeyi gi!ç is- . temi metafiziği olarak değer düşüncesi anlamındaki düşünme vurmuştur. nı o
Ünlü Fransız düşünür, Roger Garaudy ise medemitenin ekonorni-politiğini şöyle değerlendirmektedir: "Kapitalizmin teorisi bir uygulamanın haklı çıkarılmasıdır.
"Pazarda rekabete ve ferdin çıkannın mutlak önceliğine dayanan bu uygulama, Hıristiyanlığın bozulması sonucunu doğurdu. Yani, insanin bütün etkinliklerinin -hiç değilse .prensipte- Allah'ın iradesiİle göre düzenlendiği bir sistemi çökertti. Bundan bÖyle (Rönesans hümanizminin örnek olarak yücelttiği) eski putatapar Yunanistan'daki gibi (artık Allah değil de) insan her şeyin merkezi. ve ölçüsüdür. İnsar:un aşkın boyutunun körelmesi, her türlü mutlak değerin inkan ile sonuçlandı.
"İnsanoğlu, Allah'ın mutlak kudretini Firaviınvari ele geçirme iddiası taşır. Bu iddia, Marlaw'un "Faust"unda nefıs bir şekilde ifade edilir. 'İnsanoğlu, güçlü beyninle, bİr Tann, bütün tabiat güçlerinin sahibi ve efendisi ol.' Bir yüzyıl sonra, Descartes insana şu hedefi gösterecektir: 'Tabiatın hakimi ve sahibi olmak.'
9 Alasdair Macınryre, Erdem Peşinde, çev. M. Özcan, istanbul 2000, s. 180 .. ıo Martin Heidegger, Nierzsche'nin "Tann Öldü" Sözü, çev. L. Özsar, s. 56-57.
Modemicenin ve Modernleşmeinizin Teolojik Kritiğine Giriş 39
Machiavelli, menfaati faaliyetimizin bizatihi gayesi yapar, zafere kavuşmaya imkan vermeleri şartıyla bütün çareler mubahur. İngiltere'de-ise Hobbes, 'İnsan insanın kurdudur,' diyerek böyle bir dünyanın en yüce kanununu verecektir.
"Neticede, insani birliğin ve mutlak değerleri kabul etmenin tek manevi dayanağı olan Tek Bir Allah'a iman reddedilmiş olduğu için, geriye artık sadece fertlerin, gruplann ve milletlecin hakimiyet hırslannın, zevk ihtiraslanmn ve büyüme tutkulannın vahşice, gaddarca ve kanunsuzca birbirleriyle çarpışmalan kalıyor. "11
· 3. Modemicenin Menfaaderi
Moderniteyi ortaçağiann mitik-dinsel (Hıristiyan) aklına ve o akla dayanarak kurulan kültürel, sosyal, politik ve iktisadi yapıya başkaldırarak, yeni bir akıl teorisiyle yeni bir sosyal, kültürel, siyasi, ekonomik yapı kurma şeklinde tanımlayabiliriz. Başlangıçta Kıta Avrupa'sının bir hikayesi (ı~acerası) olarak moder-· niteyi metafizik ve ahlaki anlamda doğru yoldan bir sapma olarak niteleyemeyiz. İnsanın en doğal duygularını, ihtiyaçlarını inkar eden, onun irade, akıl ve vicdan gibi kabiliyederini bloke eden dinsel (Kilise-Hıristiyanlık) _bir 'karanlık'tan bir 'aydınlanma'dır. İslam ortaçağına nispetle moderniteyi değerlendirme ise ayn bir bahistir.
Kilise dogmalanna karşı aklın aktifleşmesi (rasyonalite), toplumun gölgesinde eritilen bireyin düşünce, irade, ifade ve davranış özgürlüğünün temin edilmesi, devlete karşı birey haklarının anayasal olarak garanti altına alınması, yönetime katılması (demokrasi, insan haklan, hukuk devleti) gibi herkesin paylaşaf?ileceği değerler de bu süreç içinde geliştirildL İnsan aklının doğa ile girdiği ilişkide doğanın gizlerini aydınlatma (bilim) ve elde edilen bilgilerle yeni eşyalar üretmede (teknik) çok hızlı bir gelişme oldu. Yalnız, doğa üzerinde üretilen bu teknik, doğal olarak dünya ve insan hakkında bir önyargıya dayandığı için, bu teknik, bu önyar~ (metafıziğin) mücessem hale gelmesidir. Heidegger, bu teknolojinin insanlığın varlığı dinlemesini, köken sorulan sormasını ortadan kaldırarak, ·onun ayağını yerden keserek 'çepe-çevre kuşattığıru' söyler: "Gizinden çıkmış olan şey [teknik) insanı nesne olarak değil de daha çok münhasıran "el altında duran [ale!] olarak ilgilendirif ilgilendirmez ve insan nesnesizliğin ortasında yalruzca el altında duranın (tekniğin, aletlerin) düzenleyicisi olur olmaz, insan düşüşün en uç noktasına iner. Yani insan kendisinin el-altında-duran olarak ele alınacağı (eşya) noktaya iner. Bu arada tam da böyle tehdit edilen biri olarak insan kendisini yeryüzünün efendisi konu- · mu na yükseltir ... "12 Tekniğin işlecimizi 'kolaylaşurma• yanında böylesine 'manevi' bir tehlikesi vardır. Modernite Kilise'yi, Tann'yı gözden çıkardıktan, gözden düşürdükten sonra, felsefe ve bilime dayanarak (pozitivizm) kendisi yeni
11 Roger Garaudy, Islam ve lnsanlığuı Geleceği, çev. Cemal Aydın, İstanbul 1990, s. 108. 12 Heidegger, Tekniğe Yönelik Soru, çev. D. Özlem, Istanbul 1997, s. 86.
40 islamiyat 7 (2004), sayı 4
bir dünya-resmi çizdi. Kilise'nin vadettiği uhrevi hayat ideali inanırlığını yitirdikçe 'cennet' yeryüzünde kurulmaya başlandı. Çünkü hayat biricikti. Dolayısıyla, genel olarak, modemite bir 'dünya hayatı' projesidir.
Bizi asıl ilgilendiren, medemitenin İbrahi.mi monoteist din geleneği açısından değeridir. Şimdi bu geleneğin son halkasınİ oluşturan 'Kur'an' açısından moderniteyi değerlendireceğiz.
4. Kur'an'ın Mihenginde Modemite 4.a. 'Küfr' Kavramının Semantik Anlam İçeriği ve Alam
Küfür kavramı, Kur'an'da insanın Adem'le başlayan tari.hl yolculuğunda Tann'yla ilişkisinde ona karşı ahlaksızlığını, inançsızlığını, nankörlüğünü ifade eden odak bir kavramdır. Kur'an'da anlatılan lossalarda ve Mekke'de müşrik Araplada girişilen polemiklerde, Medine'de söyleme katılan Yahudi ve Hıristi- ·
yanlada (Ehl-i Kitap) yapılan mücadele de ana kavramsal ikili iman ve küfürdür. Nedir o halde küfrün anlam içeriği? Toshihiko Izutsu, Kur'an'da Dinf-AhHikf Kavramlar adlı çalışmasında özet olarak kavramı şöyle tanımlıyor: Kavramın, temel anlamı kendine bahşedilen, lütfedilen, elde edilen menfaatleri örtrnek, onların nereden geldiklerini bilmezlikten gelrnek ve nankörlük etmek;
· bunun sonucu olarak da Allah' ı ve elçilerini inkar etmek, yalanlamak, inanmamak. Allah'a karşı küstahça, hoyratça ve düşüncesizce başkaldırrnak, büyüklenmek ve şişinrnek. Bu bağlarnda küfr kavramının anlam içeriği Kur'an'da, nankörlük, istiğna, istikbar, şirk, isyan, dalalet, yalanlamadan oluşur. Kafırin kalbi ise katı, örtülü, paslı, mühürlü ve hastalıklıdır. Bu arada Yahudilerin napkörlük ve gönderilen yeni elçiyi tekzip; Hıristiyanların da 'Teslis' öğretisulin putperestliğin (şirk) tipik bir misali olması ve elçiyi reddetme dolayısıyla 'kafır' nitelemesirıin altına girdiğini belirtelim.
Küfrün dikey olan imansızlık dolayımıyla yatay olarak da insanlara karşı or-. raya çıkardığı ahlaksızlık bağlaınındaki anlam alanı ise fısk (doğru yoldan sapma), fücur (günah işleme), zulüm (haksızlık) i'tida (saldırganlık); israftır (aşırı gitmek). Sonuç olarak küfür dini-ahlaki anlamda hakikati inkar etme ve ona göre davranmaktır.13
Burada önemle belirtilmesi gereken bir husus şudur: Tarih boyu hiçbir 'kafır' kendirlin akılsız, ahlaksız, nankör, yanlış vs. olduğunu düşünmerniştir. Bütün kafırler doğru yolda olduklarını ve tutarlı olduklarını iddia etmişlerdir. Bazı örnekler verelim:
Onlara: "Ülkede bozgunculuk yapmayın," denildiği zaman, onlar: "Ne mü-·. · nasebet! Biz düzelticileriz" derler (2. Bakara, ll).
Onlar, Allah'ı terk edip şeytanları dost edindikleri halde, yine de kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar (7. A'raf, 30).
llToshihiko ızuısu, Kur'an'da Dini ve Ahlaki K:ıvr.urılar, çev. S. Ayaz, İstanbul t.y., s. 165 vd.
Modemicenin ve Modernleşmemizin Teolojik Kıidğine Giriş 41
Onlar iyi iş yaptıklanru sandıklan halde dünya hayatına yönelik çabalan bo. şa gitmiş olan kimselerdir (18. Kehf, 104)
Kafırlere yaptıklan yanlış, ahlaksız ve kötü davranışlan 'güzel' görünmüştür (6. En'am, 122; 10. Yı1nus,12; 13. Ra'd, 33; 35. Fatır, 8; 40. Mü'min, 37; 48. Fetih, 12). Onlann 'doğru' veya •iyi' diye ileri sürdükleri söylemleri, ifadeleri, sözleri aslında bireysel arzu, heves ve terbiye edilmemiş içgüdülerinin dışa vurumudur (Heva: 18. Kehf, 28; 25. Furkan, 43; 28. Kasas, 50; 45. Casiye, ~8; 30. Rum, 39; 47. Muhammed, 16). Hakikat, onlann hevalanna tabi olacak olsa yer, gökler ve bunlarda bulunanlar bozulup, yok olur giderdi (23. Mü'minGn, 71). Bu münasebetle, özgürlük talebinin nereden itibaren istiğna, istikbar, israf, ruğyan (haddi aşma) ve isyana dönüştüğü; aklı kullanmanın da nereden itibaren 'hevaya uyma' olduğu İbrahimi monoceisc dinin tarih boyu uğraştığı önemli bir sorun olduğunu belirtelim.
4.b. Modemite ve Küfür
İbrahimi monoceist dinin ve Kur'an'ın öğretisinin en temel üç ilkesini: (1) Aktif ve 99 sıfatıyla dünyayla ilgilenen bir Tann (tevhid); (2) İnsaniann yeryüzünde 'denenme' için yaratıldığı; bundan dolayı da bir öte dünyanın (ahirec) var olduğu ve son olarak; (3) İnsanın hemcinslerine karşı sorumlu olduğunu (salih amel, ahlak, adalet) gö?: önünde tutarak modernicenin Batılı eleştirmenlerinin söylediklerinin ortak paydasını alıp da Kur'an'ın ortaya koyduğu 'küfür' kavraınirun anlam içeriği ve anlam alanı ışığında baktığımızda, nasıl bir değerl~ndirme yapabiliriz? Dürüstçe ifade etmek gerekirse, modernicenin birçok yönüyle bir istiğna, istikbar, nankörlük, inkar, insanı Tann'nın yerine koyarak (hümanizm)ı4
benin ilahlaştınlması (25. Furkan, 43; 45. Casiye, 23-24) anlamında şirk, israf, fesad, zulüm, ruğyan ... vs. olduğunu söylemeliyiz. Modernice Kur'an'ın deyimiyle "te'cil edilmiş hayır (ahiret, cennet) yerine, acil olanı (dünyayı) tercih etmektir" (17. isra', 18; 75. Kıyamet, 20; 76. İnsan, 27). Bu anlamda modemice dünyadan maksimum düzeyde zevk ve haz alma projesi, mal ve zenginlik elde etme projesidir. Mal ve çocuk sahibi olma, Tann katında deneomenin birer vesilesi olmaktan (8. Enfal, 28) çıkmış; kendi başına birer a~aç haline gelmiştir. (34. Sebe', 35; 63. MünafıkGn, 9) Modernite, sadece 'dünya ekinini' (hars) tercih etmektir (42. Şura, 20). Modernite, yeryüzü ekinini de tahrip etmektir: "Onlar, yeryüzünde hakimiyet kurunca fesad çıkarmaya, ekini ve nesli yok etmeye çalışırlar" (2. Bakara, 205) .. Kıta Avrupası'ndan çıkıp Amerika, Afrika, Avustralya, Asya ve Ortadoğu'nun istila edilmesi, iki dünya savaşı, ozon tapakasının delinmesi, çevre kirliliği, ekolojik dengenin bozulması medemitenin yol açtığı olaylardır. Evrensel doğru bir dinin temeli olan "Tanrı, insanın elinin dolu olup-ol-
ı• "Hümaniuna adı, insandan yola çıkarak, bü!Onünde varolan [evreni, dünyayı) insanın durduğu yerden, insana göre açıklayarak, değerlendirerek, insanın felsefi yorumlanışını imler. • Heidegger, Nieızsche'nin ·rann Öldü" Sözü, s. 81.
42 islamiyat 7 (2004), sayı 4
madığına bakmaz; Tann insanın elinin temiz olup-olmadığına bakar" ilkesi açısından baktığunızda, modemite, insanın elini ve -cebini- doldurma projesidir. Helal-hacam demeden sömürerek sürekli mal ve zenginlik biriktirmektir. Mekkeli para babalan ile, uluslararası şirketler arasında zerre kadar fark yoktur: "Mal toplayıp, onu durmadan sayma ve malının kendisini sürekli olacak yaşatacağını sanma" (104. Hümeze, 2-3). Bugünkü Kuzey ve Güney arasındaki uçu~ rum bucadan kaynaklanmaktadır. Ulusal ve uluslararası politikaya Makyavelizmin hakini olması da bunun sonucudur. Sonuç olacak, insanlar. -Tann'ya inansalar da- Tann'yı unutmuşlardır; Taiın da onlan (59. Haşr, 19). Modemite, Hz. Yusuf'un nitelemesiyle "Kötülükler emreden nefsin= Nefs-i Eıılmare" (12. Yusuf, 53) arzularının 'idea~ hayat' olacak sisternleştirilmesidir. ori dört asır önceki Arap müşrikleri ile modem pozitivistleri birleştiren birkaç cümle:
Onlar, bu dünya hayatının yalruz görünen yüZÜnü tanırlar. Ahiretten ise tamamen habersizdirler (30. Rum, 7).
Dediler ki: "Ne varsa dünya hayatımızdır, başka bir şey yoktur. Yaşanz ve ölürüz; bizi zamandan başkası yok etmiyor" (45. Casiye, 14).
Dediler ki: "Biz yerde kaybolduktan sonra, yeniden mi yacaulacağız?" Onlar Rablerine kavuşmayı inkar edenlerdir (32. Secde, 10).
5. Kur'an Mihenginde Batılılaşma
Türkler, Müslüman olduktan sonra bu yeni kimlikleriyle Selçuklu ve Osmanlı imparatorluklannı kurarak İslam dünyasını Haçlılara karşı korumuş, Tann'nın kılıcı olmuş, 'Nizam-ı alem' ve !İ'Ia-i Keltmetullah' misyonlannı üstlenmiştir. Ortaçağlar boyu islam dininin siyasal bir 'beden'e kavuşmasında ve ayn bir medeniyet yaratmasında Türklerin önemli bir katkısı olmuştur. Osmanlı toplumu katı gelenekçi yapısını zamanının gelişmelerine paralel . olarak · değişticemediği için çökmüştür. Medemitenin yükselişiyle Kıta Avrupa'sı halklannın giriştiği işgal ve sömürü hareketlerine engel olamadığı gibi, kendi bedeni de bu işgal ve sömürüye maruz kalmıştır. Medemitenin bir unsuru olan milliyetçilik·ve ulusdevlet kurma fıkrini benimseyen Osmanlı münevverleri, Tanzimat'tan beri Batılılaşmayı savunan aydınlada birlikte (Türkçüler ve Batıcılar) imparatorluktan arta kalan topcak ve nüfus temelinde bir ulus-devlet kurdular (Türkiye).
Osmanlı'nın çökmesiyle imparatorlukta düşünce ve kurum olarak istihdam edilen 'İslam'a güvenlerini kaybeden Osmanlı aydınlan, Batı'yla paralel gittikleri demiryolunda geri kaldıklannı -hatta bittiklerini- görünce ray değiştirerek Batı treninin gittiği raya geçtiler. Bu tasarrufun temelinde yatan ana unsur, ontolojik-güvenlik (yok olmak) kaygısıdır. Bu kaygı, giderek Cumhuriyet elirlerinin dünya görüşü, kültür ve hayat tarzı değiştirmelerinin sürükleyici temel nedenidir. 'Güçlü' olan her şeyiyle 'zayıfı etkilemiştir. Bu kadrolar, medemitenin cazip/çekici unsurlannın (bilim, teknik, cumhuriyet, laiklik vs.) ötesinde -derinindeki metafizik- ahlaki kurucu unsurlan görecek ve tahlil edebilecek kud-
Modemicenin ve Modemleşmemizin Teolojik Kritiğine Giriş 43
retren yoksundu. Osmanlı tarihi boyunca 'gavur' olarak nitelerlikleri ezeli rakiplerini 'Tanzimat' ve 'Meşrutiyet'le birlikte giderek 'muasır medeniyet' olarak pozitif bir imgeye dönüştürdüler.
5.a. Batı ile İlişki Kurmanın Lüzumu
Türklerin Avrupa'da aktüelleşen rasyonaliteye (bilim, teknik) ilgi duymaları normal ve anlaşılır bir husustur. Osmanlı'nın skolastik eğitiminde rasyonalitenin oldukça gerilediği bilinen bir husustur. Monarşik bir saltanat yerine cumhurun reyine başvuran 'cumhuriyet' ve giderek de demokrasiyi tercih etmeleri de anlamlı ve makuldur. İnsan haklan ve hukuk devleti idealleri de yeni ve istenir şeylerdir. Ancak, yeni Cumhuriyet'in yönetici elitleri, Türk halkının Müslüman kimliğini koruyarak ihtiyaç duyduğu şeyleri Batı'dan alacağr yerde, Batı uygarlığını evrensel ve her boyutuyla doğru bir kategori olarak görüp, kendi kimliğini terk edip Batı'da gelişen kültür ve yaşam tarzıriı olduğu gibi taklit etmeye çalışmıştır. Türk aydınları, bürokratları ve siyasetçileri Batı ile 'ortaklık', alış-veriş ve ittifaklar yapma ile 'dostluğu' birbirine kanştırmıştır.
5.b. İttifak, Kültürel-Ticari-Alış-Veriş ve Dosduk
Dostluk, aynı kültürü, inancı (dini), yaşam tarzını benimsemiş, ortak tarihi kaderi paylaşmış veya aynı dili konuşan, kimliklerinin ortak paydaları aynı veya fazla olan insanlar, aileler, milletler arasında yaşanır. Bu ortak paydaları olmayan insanlar, aileler, milletler araJannda karşılıklı saygıya, çıkara, pakkaniyere dayanan kültürel, bilimsel, ekonomik, sosyal, siyasal ilişkilere girebilirler. Anlaşmalara sadakat gösterıneyi sürekli tekrarlayan Kur'an (2. Bakara, 40, 177; 8. Erual, 56; 9. Tevbe, 4; 23. Mü'minOn, 8), ötekilerle ilişkinin barış ve saygıya dayanması gerektiğini şöyle ifade ediyor: "Allah dini gerekçelerie sizinle savaşmayan, sizi yurtlannızdan kovmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara karşı adil davranınanızı yasaklamaz. Allah adil olanlan sever" (60. Mumtehine, 8).
Fakat, dünya görüşü, .ahlak felsefesi ve yaşam tarzı Müslümanlard~ ayn olanlarla samimi-sıcak ilişkiyi (dostluğu) kimlik kaybı ve yabancılaşma kaygısıyla Kur'an mürninlere yasaklamaktadır. Bazı örnekler verelim:
İnananlar inananlan bırakıp da kafırleri dost edinmesinler. Klın böyle hareket ederse, artık o Allah ile bütün bağını kesmiştir. Ancak, kendinizi onlardan gelebilecek tehlikelere karşı korumak üzere onlarla ilişkiye girebilirsiniz (3. Alu imran, 28).
Mürninleri bırakıp bakikati inkar edenleri dost edinenler, şeref ve onuru (izzeti) onların yanında mı anyorlar? Unutmayın ki, asıl şeref ve onur Allah'a aittir (4. Nisa', 139).
Ey iman edenler, bakkın inkan eğer gönüllerinde imandan daha fazla yer tutuyorsa, babalannızı ve kardeşlerinizi dost ve yaRın bilmeyin, çünkü içinizden kim onlarla dostluk ederse onlar kötülüğü seçen ve işleyen kimselerdir (9. Tevbe, 23).
44 islamiyat i (2004), sayı 4
Kur'an'ın bu tutumunu kültürel bir 'entegrizm' olarak yorumlamak yanlışrır. Kur'an, Müslüman veya mümiri kimliğinin temel kurucu unsurlan olan iman . (dünya görüşü) ve ahlak konusunda kendinin hakikati ifade ettiğini vurgulamaktadır. Dünyevi yaşamın kolaylaştınlması, geliştirilmesi ve estetize edilmesi konulannda ötekilerle ilişkiye girilebilir.
Muhammed Esed, yukandaki 4. Nisa', 139. ayete yaptığı açıklamada şöyle diyor: "Ancak, 'dostlar' (evliya, tekili veli) terimi bu bağlamda sadece 'politik' ittifaklan gösterrnez. Her şeyden daha fazla bariz olarak, hakikati inkar eden-· · ler ile 'ahlaki dayanışmaya' işaret eder. Bu da onlar tarafından 'onurlandınlma' veya 'eşit' kabul edilme ümidi ile onlann hayat tarzlannı müminlerin hayat tarzına tercih etmeyi ifade eder. inatçı inkarcılann hayat tarzının taklit edilmesi, sahih inancın talep ettiği ahlaki esaslar ile çatıştığından, bu ilkelerin tedrid olarak terk edilmesine yol açar. "15
6. Sonuç: Tann'nın Değerleriyle Tekrar Kurtuluşu Denemek
Osmanlı'nın yıkılmasıyla Müslüman Türkler 'yok olma' tehlikesiyle karşı karşıya kaldıklan için 'güç' elde etmek için Batı'yla ilişki içine girmeleri 3. Alu imran, 28. ayetin son cümlesinin bağlarnma yerleştirebiliriz. Bundan· sonra . yapmalan gereken şey, kimliklerinin, kültürlerinin kırılan, yaralanan, yıpranan, eskiyen bölürrılerini tamir etmek için kendine bir ufuk çizerek, Nietzsche'nin deyimiyle kendi 'plastik gücü' ile kendi dışındaki kültürlerle ilişkiye girip, seçmeci bir tavırla neyi alıp, neyi almayacağına karar verrn~ktir. Yıkılış dönemi Osmanlı aydınlannın tarihi süreç içinde yağurarak oluşturrnala~ gereken bu ~plastik güç', zayıf olduğu için aşağılık kompleksine kapılıp kendinden, geçmişinden nefret ederek 'Batılı' gibi olmaya çalıştı, toplumu da o tarihten beri Batılılaşrırmaya çalışıyor. AB'ne girme arzusu, birçok Türl.<'ün karnını doyurrna, cebini doldurma isteğinin yanmda birçok Türk aydınının da onlar gibi olma arzusudur. Türkiye'de Batı'yı 'dost' olarak benimsemiş hatın sayılır okumuş-yazmış bir insan kitlesi bulunmaktadır. Dini-teolajik bağlamda bu arzu kanımca bir 'heva'dır, dalalettir.
Cemil Meriç Batı'yla Türk aydınlannın giriştiği aşka varan bu dostluk iliş- .
kisinin gerçek mahiyetini şöyle tarurrılar: "Bütün Kur'an'tan yaksak, bütün camileri yıksak Avrupalının gözünde Os
manlıyız; Osmanlı, yani İslam. Karanlık, tehlikeli, düşman bir yiğm! "Avrupa, maddeciliğine rağmen Hıristiyandır; sağcısıyla, solcusuyla Hıris
. tiyan. Hıristiyan için tek düşman biziz: Haçlı ordulaoru bozgundan bozguna uğratan korkunç ve esrarlı kuvvet. Genç cüce, müselsel zilletler sonunda ihtiyar devin ·zaaflannı keşfeder; ahde vefa, civanmertlik, merhamet... Aşağıdan alır, hulus çakar, yaltaklarur ve ... nihayet alt eder devi. Cenk meydanlannda değil, yatak odalannda kazanılan bir zafer.
ıs Muhammed Esed, Kur'an Mesajı, çev. C. Koyıak-A. Eıtürk, İstanbul 1997, s. 178.
Modemicenin ve Modemieşmemizin Teolojik Kritiğine Giriş 45
"Zavallı Türk aydını.. . Batılı dostlan alınmasınlar diye hazinelerini gizlerneye çalışır. Sorıra unutur hazineleri olduğunu. Düşmanının putlarını takdir eder, hayranlıklarını benimser. Dev, papağanlaşır. "16
Ancak, oradaki iyi şeyleri, örneğin, eleştirel akılcılık, üreticilik, bilim yapma tutkusu, yaratıcılık, bireyin ~ilahlaştınlmadan- önemi, demokrasi, hukuk devleti, insan paklan vs. almak ve bunları 'Müslüman' kimlik değederimizle (Allah'a ve ahirete iman, yardımseverlik, dayanışma, merhamet, müsrif olmama, l)akkaniyet, adalet, sömürmeme... vs.) senteziemek Türklerin yapacağı doğru davranıştır. Oysa, yüz seneden fazla bir süredir devam ettirdiğimiz ve bugünlerde iyice hızlandırdığımız Batı'ya gidiş tarzımız iyi bir gidiş değildir. Onlar gibi biz de yeryüzünde buluİıma ve denenme sorumluluğunu (dini) büyük ölçüde hafıfe aldık, birçoğumuz dünyayı maksimum hazla yaşamaya karar verdi. Milli politikamızın belirleyici motivasyonu giderek 'hakkaniyer.' olmaktan çıkarak (Yurtta sulh, cihanda sulh), salt güçlü olmak haline dönüşüyor. Güç hakkaniyetle, adaletle güzeldir; diğer türlü, son dört yüzyıldır Avrupa'nın yaptığı gibi en vahşi hayvandan da beter saldınlann, istilalann, sömürülerin adı 'politika' oluyor. Türklerin ortaçağlar boyu İslam dünyasını 'koruma' misyonundan vazgeçip kurtlar17 sofrasına (Davos) katılma arzusu ahlaki anlamda onur kıncıdır. Dünya nüfusunun dörtte üçünü temsil eden Porto Allegra'daki 'Dünya Sosyal Konseyi'n'in sesine ve çağrısına kulaklarını tıkayan bu kurtların yanında onur aramak, onur kıncıdır. Türklerin önce kendileri İslam'ın evrensel, insanlığı kurtarıcı değerlerini yeniden keşfetrnesi, hatırlaması, sorıra da onlan Batı'ya göstermesi (hidayet) gerekir. Onlardan öğrendiğimiz şeyler olduğu gibi, onlara örnek olacağımız şeyler de vardır. "iyiliğin karşılığı iyilikten başka riedir ki?" (55. Rahman, 60). Adem'den beri gerçekizzet ve onur ahlakta, hakkaniyette, merhamette ve dayanışmadadır. Onuru salt güçlü olmada aramak ise her zaman birilerinin acı çekmesi, ezilmesi ve yok olmasına mal olan sürece göz yummak ve bunu onaylamak anlamına gelir. Erich Fromm'un deyimiyle birincisi 'olmak'; ikincisi 'sahip olmak'tır. Batı'dan çıkıp modernite yoluyla bütün dünyaya yayılan bu anlayış, gezegenimizi tehlikelere sürüklÜyor. Yaklaşık yüz yıldır bu tehlikeyi haber veren yüzlerce insan çıktı. Ancak, modernitenin yarattığı cafcaf ve gürültüden 9olayı bu sesler pek duyulmuyor. Yine de insanlıktan umudunu kesmeyenierin var gücüyle bağırınası gerekiyor: "Durun kalabalıklar! (Nereye gidiyorsu~uz?) Bu cadde çıkmaz sokak!"
16 Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, İletişim Yayınlan, İstanbul 1996, s. 9. 17 "İnsan insanın kurdudur" (Hobbes).
Top Related