Abbas el-Hac Ahmed b. Muhammed et
Tilimsanl, eş-Şagrü '1-cümani fi'btisami'ş-şagri '1-Vehrani'nin İbn Sahnfın di
ye tanınan müellifi Ahmed b. Muhammed b . Ali b. Sahnfın er-Raşidl. tarihçi. hadis ve fıkıh alimi Ebu Re's el-Muaskerl. Osmanlı döneminde Muasker'de yetişen önemli alimlerdendir.
BİBLİYOGRAFYA :
Bekrl. el-Mugrib, s. 160; İdrisi, Şıfatü'l-Magrib, s. 83; Hasan el-Vezzan. Vaşfü ifrii!:ıyye, ll, 26-27; Aziz Samih İlter. Şimali Afrikada Türkler, İstanbul 1936-37, 1, 109-110; ll, 58, 68; Ebü'l-Kasım Sa'dullah, Tarll)u 'l-Ceza'iri'ş-şei!:afi,
Cezayir 1981 , s. 269-271, 293-294, 463; Nası
rüddin SaidCıni. Dirasat ve ebf:ı[ış fi tarli)i'l-Ceza'ir: el-'Ahdü'l-'Oşmanl, Cezayir 1984, s. 247-253; A. Berque. Ecrits sur l 'A lgerie, Paris 1986, s. 216; Jamil M. Abun- Nasr. A History of the Maghrib in the Islami c Period, Cambridge 1987, s. 164, 167; Ahmed Kassab v.dğr .. "L'economie coıoniaıe : ı· Afrique du nord", Histoire generale de l 'Afrique(ed. A. A. Boahen). Paris 1987, VII, 457; J. Ganiage. Histoire contemporaine du Maghreb, Paris 1994, s. 23, 41-42, 104-105, lll, 127, 179, 236; G. Yver. "aı-Mu'askar", EJ2 (Fr.). VII, 264-265. Iii AHMET KAVAS
L
MU ASKERi ( .s_;:.......rı )
EbCı Re' sen-Nasır Muhammed b. Ahmed b. Abdilkadir er-Raşidi
el-Muaskerl el-Cezairl (ö. 1238/1823)
Cezayirli tarihçi. _j
1150'de ( ı737) Cezayir'in Muasker şehri yakınlarındaki Kal'atü Beni Raşid'de fakir bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Kafasının büyüklüğünden dolayı "Ebu Re's" la
kabıyla anılır. Çocuklukyılları Kal'atü Beni Raşid, Mettke, 1\.ınus. Mağrib-i Aksa ve Mecace'de geçti. Kur'an'ı ezberledikten sonra Muasker'e döndü ve dönemin alimlerinden dini ilimler okudu. Hocaları arasında Abdülkadir el-Müşrifi ve İbn Ammar el-Cezairl'nin adları anılmaktadır.
1 204'te (ı 790) hacca giden Mu askeri Cezayir şehrine. Kostantlne, 'lUn us, Kahire ve Dımaşk'a uğrayarak ulema ile görüştü ve onların düşüncelerinden faydalandı. Murtaza ez-Zebldl. el-Emlrü'l-Keb'ir ve diğer bazı alimlerden icazet aldı. Hac dönüşünde İspanyollar'ın Vehran'ı işgal ettiğini ve bu sebeple cihad başlatıldığını duyunca doğrudan savaşa katıldı. 'Aca'ibü'1-esfar adlı kitabını bu savaşın etkisiyle yazdı . Savaşın ardından Muasker'e dönüp bir süre kadılık görevinde bulunduysa da daha sonra ayrılıp zamanını
ders vermek ve kitap yazmakla geçirdi. 1801 'de Mağrib'e giderek Sultan Mevlay Süleyman'ı ziyaret etti. Sultanın Fas'a
yerleşmesi yolundaki teklifini kabul etmedi. O sırada Derkaviyye tarikatının Osmanlı yönetimine karşı başlattığı ayaklanmanın bastırılmasının ardından Muasker'e döndü. Bu ayaklanmanın Cezayir'de sebebiyet verdiği yokluk ve fakirlik esasen fakir olan Muaskerl'yi de etkiledi ve sağlığı bozuldu; bu durum onun ders vermesini engelledi. Ancak ilmi çalışmalarına devam etti ve 1226' da ( ısı ı) tekrar hacca giderken uğradığı yerlerdeki birçok alimle görüştü. Bu arada Vehhabl alimleriyie karşılaşması ve onlarla ilmi tartışmalara girmesi haklarında önceden sahip olduğu olumlu düşünceyi değiştirdi; kendilerini sert bir şekilde eleştirerek Hari d zihniyeti taşıdıklarını ileri sürdü. Hac dönüşünde Muasker'e yerleşti. 15 Şaban 1238'de (27 Nisan ı823) vefat etti.
Tarihçiliğinin yanında muhaddis ve fakih olarak da tanınan Mu askeri'nin halka açık derslerine zaman zaman sayısı yüzleri bulan öğrenci gruplarının katıldığı belirtilir. Yetiştirdiği çok sayıdaki talebe arasında Muhammed b. Ali es-Senfıslve Emir Abdülkadir ei-Cezairl en önde gelenlerdir. Birçok ilim dalında kitap ve risale yazmakla beraber daha çok tarih ve ensaba dair telifleri vardır. Gezip dolaştığı yerlerle ve görüştüğü alimlerle ilgili hatıra, müşa
hede ve intibalarını da kitap haline getirmiştir. 130'dan fazla eseri olduğu söylenirse de bunların çoğu kayıptır.
Eserleri. Yahya BO Aziz. Muaskerl'nin ölümünden üç hafta önce çalışmalarının listesini yaptığı Şemsü ma'arifi't-teka-1if ii esma'i ma en'amellahu bihi'a1eyna mine't-te'lif adıyla bir risale yayımlamıştır. Listedeki eserlerin ancak bir kısmının günümüze ulaştığı bilinmektedir. 1. e1-.lju1e1ü's-sündüsiyye ii şe'ni Vehran ve'1-cezireti'1-Ende1üsiyye (el-'İlelü's-sündüsiyye fi macera bi-Vehran ve 'l'udveti'l-Endelüsiyye). G. Faure Bigvet tarafından Fransızca'ya çevrilerek Arapça aslıyla birlikte yayımlanmıştır ( Les vetemen ts de soie fıne, Alger ı903). Z. 'Aca'ibü'1-esiar ve 1eta'ifü'1-al].bar. Eserin bir kısmı 1 Ocak 1881 tarihinden itibaren e1-Mübeşşir gazetesinde neşredilmiştir.
3. Mü'nisü'1-a]Jibbe ii al].bari Cerbe . 1884'te Fransızca'ya tercüme edilmiş ve daha sonra Muhammed el-Merzfıki tarafından yayımlanmıştır (Tunus ı960). Sadece ismi bilinen eserleri arasında e1-İşabe fi men gaze'1-Magribe mine'ş-
MUATAT
şa]Jabe, Mecma'u'1-ba]Jreyn ve mat-1a'u '1-bedreyn bi't-tefrid, e1-Ayatü '1-beyyinat, en-Nurü's-sari, es-Sey1ü'1-iaşi]J.u '1-cari, en-Neb~etü'1-müni]fa, Zey-1ü '1-Medarik. e1-Cevherü'n-netis, e1-Kav1ü'1-ekme1, Zehretü 'ş -şemaril]. ii 'i1mi't-tevaril]., Zey1ü '1-Kırtas fi müWki Beni Vattas, e1-Mes1ekü'1-merum fi al].bdri't-Türk ve'r-Rum, e1-Cevher ve'1-'araz ii vaşfi's-sema'i ve'1-arz, en-Nüzhetü'1-emiriyye fi şer]Ji'l-Ma]famati'1-.ljaririyye yer alır ( eserlerinin tam listesi için bk. Yahya Bu Aziz. A'lamü'l-fıkr ve 'ş
şei!:afe, lll. 2 36-244)
BİBLİYOGRAFYA :
Brockelmann, GAL, ll , 654; Suppl., ll, 880; Abdüsselam b. Abdülkadir İbn SCıde. Delilü mü'erril:ıi'l-Magribi'l-akşa, Darülbeyza 1960-65, ı, 106, 114, 117, 151, 154, 155, 179; ll, 299, 349, 383, 439, 441, 455; Adil Nüveyhiz. Mu'cemü a'lami'l-Ceza'ir, Beyrut 1400/1980, s. 306-307; Abdurrahman b. Muhammed el-Cilali. Tarll)u'lCeza'iri'l-'am, Beyrut 1400/1980, lll, 569-576; Hifnavi, Ta'rlfü '1-i)alef bi-ricali's-selef, Beyrut 1402/1982, n, 341-342; Abdülhay el -Kettani, Fihrisü '1-fehtıris, 1, 150-152; Ebü'l-Kasım Muhammed Kirru, Müstedrekü'l-fehresi't-tarll) li'lmü'ellefati't-Tanisiyye, Beyrut 1988, s. 78-80; Ebü'l-Kasım Sa'dullah. Ebf:ı[ış ve ara' fi tariJ:ıi 'l
Ceza'ir, Beyrut 1990, 1, 83 -103; ll, 337-340; a.mlf., Tarli)u'l-Ceza'iri'ş-şekafi, Beyrut 1998, ll, 376-381; Ahmed Abdüsselam, el-Mü'errif:ıüne'tTünisiyyün (tre. Ahmed Abdüsselam - Abdürrezzakel-Huleyvl). Tunus 1993, s. 32 1-323;Yahya B Cı Aziz, A' lamü '1-fikr ve'ş-şekafe fi'l-Ceza'iri'l-maf:ırüse, Beyrut 1995, ll, 234-244; a.mlf .. "eı-intacü'ı-fıkri ve·ı-edebi li'ş-şeyb Ebi Re's en-Naşır el-Mu'askeri", el-Mecelletü 't-Tarli)iyyetü'l-Magribiyye, XVI/53-54, Zağvan 1989, s. 245-253. ı-.:1
JililliJ RlZA KURTULUŞ
L
MUAŞŞER
()~ )
Divan şiirinde her kıtası onar mısradan oluşan
bendler halinde yazılmış musammat nazım şeklindeki manzume
(bk. MUSAMMIU).
Başta satım olmak üzere bazı sözleşmelerin
_j
fiili mübadele ile gerçekleşmesi veya bozulması anlamında fıkıh terimi.
L _j
Sözlükte "uzanmak, el atmak, almak" anlamındaki atv kökünden türeyen muatat "almak vermek" manasma gelir. Teati ile eş anlamlı olan kelime, fıkıh terimi olarak sözlü veya söz yerine geçtiği ka-
329
MUATAT
bul edilen bir yolla beyanda bulunmaksı
zın mal ve bedelin değiş tokuş edilerek bir satım akdinin kuruluş ve ifasının eş zamanlı gerçekleştirilmesini anlatır. Alıcı
adeten satıma sunulduğu anlaşılan bir nesneyi, mesela fırından ekmeği alıp parasını bırakınca muatatyoluyla bir sözleşme gerçekleşmiş olur. Sözlü alım teklifi üzerine satı cının hiç konuşmadan malı paketleyip teslim etmesi gibi akdin kuruluşunataraflardan birinin sözle, diğerinin fiille katılması durumunun muatat sayılıp sayılmayacağı tartışılmış, Hanefiler karşı çıkınakla beraber Maliki ve Hanbeliler bu durumu da muatat olarak nitelemişlerdir.
Mal mübadelesinin karşılıklı rızaya dayalı olmasını öngören ayet (en-Nisil. 4/29)
ve hadisler (Müsned, II. 536; İbn Mace, "Ticil.rat", I 8) fakihleri rıza kavramını büyük bir titizlikle ele almaya yöneltmiş ,
akidlerin kuruluşunda tarafların iradesinin dışarıya yansıtılması, yansıtılma biçimleri ve iç irade ile beyan arasındaki uyum gibi hususlar ayrıntılı incelemelere konu yapılmıştır. Bu çerçevede muatatın akid kurmaya yeten bir irade beyanı sayılıp sayılmayacağı, bu yolla akid yapmanıncevaz ve sınırları tartışılmıştır (ayrıca
bk. İRADE BEYANI).
Han efi, Maliki ve tercih edilen görüşlerinde Hanbeliler'e göre tarafların rızasını tam olarak gösterir nitelikte bir teati ile satım akdi meydana gelir. Muvaffakuddin İbn Kudame, bu hükmün meşruiyetini izah ederken dinin ticari muamelelere dair getirdiği sınırlama ve yasaklar dışında alım satım biçimini örfe bıraktığı
nı, teati yoluyla alışverişin de bu kapsama girdiğini ve ResCılullah zamanından beri uygulanagelen bu usule cşimdi buna karşı çıkanlardan önce- kimse itiraz etmediğine göre artık cevazı yönünde icma oluşmuş sayılması gerektiğini belirtir (elMugnf, nı , 561, 562). Hanefi fakihlerinden Kerhl'nin teati yoluyla satırnın sadece değeri düşük mallarda geçerli kabul edileceği yönündeki görüşü mezhep içinde fazla destek bulmamıştır. Bu görüş, muatatı ilke olarak benimseyen diğer mezheplere mensup-Hanbelller'den Kadi Ebu Ya'Ia ve Ebü'I-Ferec İbnü'I-Cevzl gibi- bazı fakihler tarafından da savunulmuştur. İlgili naslarda yer alan karşılıklı rıza kavramını daha dar bir yoruma tabi tutarak icap ve kabulün sözlü beyanla veya bazı durumlarda söz yerine geçebilecek yazı ve işaret gibi bir yolla olmasını şart koşan Şafiiler ise muatat yoluyla satışın ge-
330
çerli sayılmayacağını ileri sürmüşlerdir.
Sosyal olgu karşısında zaman içinde mezhebin bu görüşünde bir yumuşama olmuş, bazı Şafii fakihleri muatata mutlak şekilde cevaz verirken bazıları sadece düşük değerdeki malların veya hakkında ticari örf bulunanların bu yolla mübadelesini caiz saymıştır.
Öncelikle satım akdinde ele alınan teatinin diğer akidlerde de geçerli bir yol sayılıp sayılmadığı tartışılmıştır. Trampa ve sarf birer satım türü olduğu için bunların da teati yoluyla yapılabileceği genellikle kabul edilir. Şafiiler dışında kalan üç mezhep satım gibi icarenin de teati ile gerçekleştirilebileceği kanaatindedir (M uhammed b. Ahmed ed-Desüki, lll, 3) Hanefi müellifleri bu hükmü istihsan deliline dayandırırlar; nitekim ücret konuşmaksızın gemiye binen, kan aldırtan veya parayla satılan sudan içen ve daha sonra ödeme yapan kimselerin hükmü sorulduğunda Ebu Yusuf bunun istihsana göre caiz sayıldığını ve bu durumlarda önceden sözleşme yapmaya gerek bulunmadığını söylemiştir. Klasik fıkıh literatüründe icarenin kira ile sınırlı olmayıp iş, hizmet ve menfaati konu edinen pek çok akdin ortak adı olarak kullanıldığı dikkate alındığında muatatın uygulama alanının oldukça geniş tutulduğu görülür. Özetle, yapısı teatiye elverişli olmayanlar dışında borçlar hukuku akidlerinin teati yoluyla gerçekleştirilebileceği ve bunların aynı yolla bozulabileceği (ikale) ilke olarak kabul edilir. Buna karşılık mahiyeti gereği nikah akdinin muatat yoluyla meydana gelmeyeceği hususunda ittifak vardır (Osman b. Ali ez-Zeyla1', II, 9 I) .
BİBLİYOGRAFYA : Lisanü'l-'Arab, •«ata" md.; Firilzabact!, el-Ka
müsü'l-mu/:ıi(, "cata" md.; Müsned, Il, 302,305, 328,409, 536; V, 5; Buhar!, "Hibe", 7; Müslim. "Zekat", 175; İbn Ma ce, "Ticarat", 18; Nesa!. "Zekat", 98; Serahs!, el-Mebsüt, XII, 139; XIV, 141; XV, 169; XVI, 132; İbn Kudame, el-Mugni (Herras). lll, 561, 562; IV, 137; Osman b. Ali ezZeyla!, Tebyinü'l-/:ıaf!:a'if!:, Bulak 1314, ll, 91; IV, 2-4; Feyyilm!, el-Mişba/:ıu'l-münir, Bulak 1324, ll, 523; Şirb!n!, Mugni'l-mu/:ıtac, ll, 3; Şemseddin er-Reml!, Nihiiyetü'l-mu/:ıtac, Beyrut 1404/ 1984, III, 37.5; Buhilt!, Keşşafü 'l-f!:ına', lll, 148; Muhammed b. Ahmed ed-Desilki, ijaşiye 'ale'şŞer/:ıi'l-kebir, Kahire, ts., lll, 2-3; IV, 24-25; İbn Abid!n, Reddü'l-mu/:ıtar (Kahire). IV, 513-514; Mecelle, md. 175;Ali Haydar, Dürerü'l-hükkam, İstanbul 1330, I, 266-270; AbdürrezzakAhmed es-Senhilr!, Meşadirü '1-/:ıaf!: fi'l-fıf!:hi'l-İslami, Kahire 1954, I, 1 08-125; Vehbe ez-Zühayl!, elFt}f:hü'l-İslami ve edilletüh, Dımaşk 1405/ 1985, IV, 99,161,350, 501; VII , 40; "Tecat[", Mv.F, XII, 198-200. r:;ı
ıı®iı HAMDİ DöNDÜREN
r
L
MU ATTILA ( 4.ıi.....JI )
Allah' ın zatını sıfatianndan tecrit edenlere verilen isim.
_j
Muattıla kelimesi, sözlükte "boş ve hali olmak" anlamındaki ati (utül) kökünün tef'll kahbından türeyen muattıl ın (boş
ve hali kılan) isim şeklidir. İlk dönemlerde Allah'ın zatını sıfatlarından soyutlayanları ifade eden muattıla sonraları Allah'ın varlığını tanımayan , tabiatın yaratıcının tasarrufundan bağ ımsız varlığını
sürdürdüğünü ileri sürenler için de kullanılmıştır (bk. DEHRİYYE) Kaynaklarda muattıla yerine ehl-i ta'til tabiri de geçmektedir.
Ta'tll görüşünün ilk defa II. (VIII.) yüzyılın başlarında Ca'd b. Dirhem tarafından ileri sürüldüğü kabul edilir. Bu sebeple Ahmed b. Hanbel, Buhar( ve Osman b. Said ed-Darimi gibi erken dönem alimleri ta'tll anlayışını reddeden eserler kaleme almışlardır. Zamanla alimler kainatı yaratıcı dan, Allah'ın zatını sıfatlarından veya sadece mana sıfatlarından yahut te'vile giderek Kitap ve Sünnet'in delalet ettiği manalardan soyutlama şeklinde farklı türlerdeki ta'tll görüşlerinden bahsetmişlerdir (Şehristan1', Nihayetü '1-il):dam, s. I 23- ı 30; İbn Kayyim el-Cevziyye, II, 268).
Şehristani. Allah ve ahiret inancına sahip olamamış. duyulur nesnelerden akledilir aleme geçiş yapamamış ve metafiziğe kesin biçimde sırtın ı dönmüş maddeciler diye nitelendirdiği Dehriyye'yi "muattıla
tü'l-Arab" şeklinde adlandırmıştır (el-Milel, ll, 3-5, 235). Bunun yanında tenzih ilkesine fazla yer veren ve bunun sonucunda bazı isimlerle manevi sıfatları kabul etmeyen Mu'tezile'nin yaklaşımı kısmi ta'tll, Berahime'nin nübüweti inkarı da bir tür ta'tll olarak değerlendirilmiştir (Muhammed b. Hallfe b. Ali et-Tem1'm1', S. 16-20).
İslam tarihinde zat-sıfat münasebeti konusunda ilk defa ortaya çıkan fikri hareketler, Allah'a sıfatlar isnat edilmesi ve tevhidin korunması noktalarında belirginIeşiyordu. Bunlardan ilkine göreevreneve içindeki bütün nesne ve olaylara hakim olan yaratıcının bilinmesi, dolayısıyla bazı
sıfatlarla nitelendirilmesi kaçınılmazdır. Bu sıfatlar hem zihinde hem zihnin dışında (hariçte) zat ve mahiyet çerçevesinde gerçek bir varlığa sahiptir (krş. et-Ta'rifat, "Mil.hiyyet" md.). Cenab-ı Hakk'ın sonradan sıfat kazanmış olması mümkün de-