KANAYANYARAMIZ
Müslüman Coğrafyası
Halk arasında Haşr diye şöhret bulmuş surenin Halk arasında Haşr diye şöhret bulmuş surenin 13-14 ayeti celilesi13-14 ayeti celilesi
?“Onların içlerinde size karşı duydukları korku, Allah’a olan “Onların içlerinde size karşı duydukları korku, Allah’a olan
korkularından daha şiddetlidir. korkularından daha şiddetlidir.
Böyledir, çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.Böyledir, çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.
Onlar müstahkem şehirlerde veya siperler arkasında bulunmaksızın Onlar müstahkem şehirlerde veya siperler arkasında bulunmaksızın
sizinle toplu halde savaşamazlar. sizinle toplu halde savaşamazlar.
Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir. Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir.
Sen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır. Sen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır.
Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur. “Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur. “
Sayı 1Şubat 2013
Biz
biri
zd
e r
g i
s i
d e
r g
i s
i
ISSN:2147-642
Zafer Sanayi Yeni Dergi Sokak No:58Selçuklu/KONYA/TR
CNC Torna-CNC İşleme Merkezi
Süleyman BEZİRCİ0 536 425 82 15
Emre BEZİRCİ0 506 903 83 47
E-mail: [email protected]:+90.332.249.79.97
BEZİRCİLERCNC
Makina Otomotiv SanayiM
BEZİRCİLERCNCİ İİ İ
b i s m i l l a h i r r a h m a n i r r a h i m
Esselamu Aleyküm
Kıymetli okurlar,
Allah-u Teâlâ’ya yarattığı mahlûkatın zerreleri adedince şükürler olsun ki, birbirinden kıymetli kardeşlerimizin de katkılarıyla dergimizin ilk sayısıyla karşınızdayız. Evvela dergimizin yayın hayatına başlamasında bize yol gösteren, bizi cesaretlendiren, bizlere her türlü desteği sağlayan varisün-nebi Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) hocamıza ben ve arkadaşlarım adına teşekkürü bir borç bilirim. Rabbim Hocamızın himmetlerine nail olmayı cümlemize nasip eylesin.
Kıymetli kardeşlerim, dergimizin ilk sayısında birbirinden kıymetli yazılarla karşınızdayız. Sahab-i Kiramın sadakat timsali hazreti Ebu Bekir (radyallahu anh), adalet timsali halife Ömer bin Abdülaziz (radyallahu anh), günlük hayatımızın vazgeçilmez parçası otomobiller gibi okurken hem hoşça vakit geçireceğiniz hem de kıymetli bilgiler öğreneceğiniz konulara değinmeye çalıştık ve dergimizin en kıymetli köşesinde hocamızın ebedi saadete ulaştıran, değerini bildiğim kelimelerle ifadeye imkanım olmayan yazısıyla sizleri baş başa bırakıyoruz. Mübarek hocamızın duası ve işaretiyle çıktığımız bu yolda Allah-u Telala’ nın izniyle hayr bulacağımızdan şüphemiz yoktur. Bu ilkeyle hareket edip yılmadan dergimizin ilk sayısının kısa zamanda çıkmasında emeği geçen iman erlerine de teşekkür eder birlikte nice yollar yürümeyi Cenab-ı Hakk’ tan niyaz ederim.
Kıymetli okurlar, unutmayalım ki BİZ BİRİZ ve biz bir olduğumuz sürece kuvvetliyiz, kıymetliyiz. Sizlerden bu yolda muvaff ak olmamız için dualarınızı bekleriz. Okurken faydalı ve hoş vakitler geçirebilmeniz ve bir sonraki sayımızda tekrar birada olabilmemiz duası ile...
Allah’ a emanet olun.
Duran TOKLUCU
Bizbiriz Dergisiİmtiyaz SahibiBizbiriz Derneği adına Yön.Krl.Bşk. M. Emin DoğanGenel Yayın KoordinatörüKadir AydınEditörDuran ToklucuGrafik – Tasarım Faruk ErhanFotoğraf Bahadır AktaşReklam KoordinatörüAhmet NavruzSamet DünsözYayın KuruluFaruk KulEbubekir Onhan Selman BaharSafa AkAyşe TunçÜmmü HaramBaskı Erman Ofset Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti.Yeni Matbaacılar Sit. Yayın Cad. 6. Blok No:14KonyaTel : 0 332 342 01 55 Fax : 0332 342 21 63www.ermanofset.comBizbiriz Dergisinde yayınlanan yazı, şiir, söyleşi, fotoğraf, illüstrayon, infografik ve makalelerin elektronik ve basılı ortamlarda çoğaltılma hakkı Bizbiriz Derneği’ne aittir.
Abonelik İşlemleriBizbiriz Derneği Şeyh Sadrettin Mahallesi Turgutoğlu Sokak No:9 Meram / KONYATel : 0 332 353 27 00 0 541 248 65 28 - 0 507 577 22 25
EDİTÖRDENŞubat 2013
i ç indeki ler
4 • Bizbiriz Dergisi
AKIL SUYUHocamızın Sohbetinden:
12 İSLAM KORKUSU10 BİZBİRİZ
SEVDASI46
27
36
H Z . E B U B E K İ R
33 MADDİ VE MANEVİ DİNÇ BİR HAYAT ÜZERİNE
15 ÖMER BİN ABDULAZİZ
SAADETLİ HAYAT
SIDDIK-I EKBER
40
H AY D A RHİKAYE
6
MÜSLÜMAN COĞRAFYASI
KANAYAN YARAMIZ
42OSMANLI’DA BİLİMİN “ALAMET”İ
25VADE FARKI
FIKIH
41 İLGİNÇ BİLGİLER
43 ŞUBAT OLAYLARITARİHTE
26
V E C İ Z E L E RHOCAMIZDAN
OTOMOBİLERDE YAKIT TASARRUFU
Bizbiriz Dergisi • 5
Bizbiriz dergisidergisi
6 • Bizbiriz Dergisi
Kafir her zaman tek millettir. Farklı ırk, devlet de olsa devlet de olsa Müslümana ana karşı birleşmebirleşme konusunda birdir.
Bizbiriz Dergisi • 7
slam dünyasında asırlar-dır süregelen zulüm acıma-sız yüzünü bugün Suriye’de gösterdi. Dokuz yıl önce aynı senaryo Irak’ta oynan-
mıştı. Senaryoyu yazanlar aynı, başrol oyuncuları zalimler aynı, üzerinde oyun oynanan maz-lumların isimleri değişse de dinleri, Rasulleri, kitapları, kıb-leleri aynı. Müslümanlar.
Irak’ta ileri sürülen se-bep, Suriye’de de ileri sürülü-yor; Kimyasal silahlanma. Dün Irak’ta bulamadıkları kimyasal silahları, bugün Suriye’de ara-yacaklar. Ve tabii ki bulamaya-caklar. Bulmaları da mümkün değil zaten. Olmadığını onlar da biliyor.
Kafir her zaman tek millettir. Farklı ırk, devlet de olsa Müs-lümana karşı birleşme konu-sunda birdir. Müslümana kar-şı bir olurlar, birlikler oluşturur-lar, İslam’a karşı yardımlaşırlar.
Allah-u Teala Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur Saffat diye meş-hur surenin 25- 26- 27 ayetle-rinde;
Size ne oldu ki birbirinize yardım etmiyorsunuz?
Evet, onlar o gün zilletle bo-yun eğeceklerdir.
(İşte bu duruma düştükle-ri vakit) onlardan bir kısmı, di-ğerlerine yönelir, birbirlerini sorumlu tutmaya çalışırlar.
Ey kafirler!Ey Müslümana karşı bir
olanlar!Niye yardımlaş mıyorsunuz?
İHani dün dünyada
idiniz, esfel-i safilinde idiniz.
Dünya, yani aşağıların aşağısı manasına
gelen yerdeydiniz ve birbirinize destek
oluyordunuz.Haçlı ordularının adını değiştirip, ‘Barış Gücü’
koyuyordunuz ya...
Varisü-n Nebi
Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)
KANAYAN YARAMIZ
MÜSLÜMAN COĞRAFYASI
8 • Bizbiriz Dergisi
Ne oldu size? Bugün cehenne-me karşı, onun yakıcı azabına karşı yardımlaşsanız ya!
Allah-u Teala, onlarla alay edercesine, soruyor;
“Niye yardımlaşmıyorsu-nuz? “
Hani Suriye’ye İsrail uçakla saldırırsa sesinizi kısıyorsunuz, görmezden gelip, kulakları-nızı tıkıyorsunuz. Lakin eğer bir Müslüman veya bir Türk Suriye’ye misillemede buluna-cağım derse, kıyametleri kopa-rıyorsunuz. Günlerce sansas-yon yapıp, medyadan indirmi-yorsunuz. Şimdi ne oldu size? O gün yardımlaşıyordunuz ya dünyada bugün niçin yardım-laşmıyorsunuz?
Hani dün dünyada idiniz, esfel-i safilinde idiniz. Dünya yani aşağıların aşağısı mana-sına gelen yerdeydiniz ve bir-birinize destek oluyordunuz.
Haçlı ordularının adını değişti-rip, ‘Barış Gücü’ koyuyordunuz ya.
Dün haçı boyunlarından ayakuçlarına kadar indirenler bugün yine üstlerinde taşımı-yorlar mı?
Dün Allah’ın ordusuna kar-şı savaşanlar bugün yine aynı orduya karşı savaşmıyorlar mı? Bir tarafta barış gücü kurul-muş. Bir Hıristiyan ülke veya sömürdükleri bir ülke saldırır-ken insan haklarını hiç arama-yan kuruluşlar, Müslüman bir ülke ayaklandığında, hakkı-nı aradığında onu terörist ilan ediyorlar. Irzını, malını, namu-sunu, memleketini savunmak terörizm oluyor.
O gün yardımlaşıyordu-nuz ya, hani o gün barış gücü-nü kurdunuz, Avrupa Birliği’ni kurdunuz, Birleşmiş Milletler’i kurmuştunuz ya ne oldu bu-gün? Niye yardım yapamıyor-
sunuz? Niye yardımlaşmıyor-sunuz?
Hani dün Müslümanların, dün müminlerin işine karışıp duruyordunuz ya, dün onların aşkını, muhabbetini, sevgisini, İslam’ın sıcaklığını her tarafa götürelim demelerini terörizm diye adlandırıyordunuz ya. Bu-gün tıkılın bir yere, cehenne-me.
Hadi yardımlaşın bugün. Şimdi teslim oldunuz değil mi? Dünyada cezaevlerine, Guantenamo’ya atıyordunuz ya Müslümanları bugün siz gi-rin bakalım ahret cezaevine. Hadi gelin bakalım burada yar-dımlaşabiliyor musunuz?
Rabbim bizi tez zamanda bir olanlardan eylesin. Gön-lümüzü İslam’da, salih amel-de sabit kılsın. Âmin…
Bizbiriz Dergisi • 9
ON HAFTA SOHBETLERİ 3
ON HAFTA SOHBETLERİ 1
ON HAFTA SOHBETLERİ 2
HOCAMIZ Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun Sohbetlerinden derlenen
ON HAFTA SOHBETLERİ 1-2-3-4ON HAFTA SOHBETLERİ 1-2-3-4ve
HOCAMIZ Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun derlediği MMUUHHAAMMMMEEDD ((((SSAA..VV)))) ‘İİNN DDUUAA HHİİZZBBİİ
ON HAFTA SOHBETLERİ 4
MUHAMMED (s.av) DUA HİZBİ
Varis-ün Nebi Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın “On Hafta Sohbetleri” ve Hz.Muhammed (s.a.v)’in Dua Hizbi serisini, Bizbiriz Dergisi ‘nin hediyesi
olarak temin edebilirsiniz
10 • Bizbiriz Dergisi
Cenab-ı Hakk’a hamd-ü senalar olsun ki, BİZBİRİZ Dergimizin ilk sayısı ile sizlerin huzuruna çıkmanın mutluluğunu yaşıyoruz.
BİZBİRİZ, Bir sevdadır…Allah (c.c)’ın ismi ile, Allah (c.c)’ın rızası için, Allah (c.c)’ın
yardım ve inayetini murad ederek atılmış bir adımdır BİZBİRİZ…Her adımda AŞK’a doğru mesafeler kat eden bir adımdır…Bir dernektir, bir dergidir ama aslında bir gönül ummanıdır…Daha dün atılmış bir adım gibi görülse de, insanlık ve
İslamlık tarihiyle başlayan bir “baş başa düşünüş”, “omuz omuza mücadele” ve “el ele yürüyüş” sevdasıdır.
BİZBİRİZ Derneğimizin kuruluşu 2012 yılının Şubat ayına rastlar. Ancak, 2012 yılının Şubat ayından öte bir adımdır, BİZBİRİZ serüveninin başlangıcı. Sonucu belli ama sonu belli olmayan bir sevda yüklüdür, bu serüvenin her bir sayfasına haz veren her bir satırında…
Yaratana bağlı olmadan, yaratılana faydalı olunamayacağının bilenlerin sevdasıdır bu…
M.Emin DOĞAN Kamu İç Denetçisi
B İ Z B İ R İ Z SEVDASI
..sevmeden sevilmeyeceğini bilenlerin sevdasıdır bu..
Bizbiriz Dergisi • 11
* * *Bir olmuş birden çok
gönlün serüvenidir bu…Bir fakirin, bir yetimin,
bir öksüzün, bir edibin, bir şairin, bir alimin, bir Abidin, bir arifin ama illaki bir kulun gönül çağlayanı olmadan yeşermeyen bir sevdadır bu…
Rabbi bir olan Hz. Adem(a.s) ile Havva Anamızın çocuklarının sevdasıdır bu…
Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)’e ümmet olmuş, O’na ve O’ndan sonra gönderilmiş bütün nebi ve rasullere iman eden Muhammediler’in sevdasıdır bu…
“Allah’ın ipine toptan
sarılarak birlik ve beraberlik içerisinde olma”yı temel düstur edinmiş gönüllerin sevdasıdır bu…
Sen-ben kavgasından bıkmış, tek Rabbe ve aynı Rasule iman etmiş, aynı gemiye binmiş din kardeşlerinin sevdasıdır bu…
M e v l a n a - Ş e m s birlikteliğinde ki gibi; “sen seni bırak ben beni bırakayım biz olalım” düşüncesi ile yola çıkanların sevdasıdır bu…
Nasıl olunması gerekiyorsa öyle olunması gerektiğini bilip Hak yolda bir ve beraber olarak gönül
gönüle seyahat edenlerin sevdasıdır bu…
Yaratana bağlı olmadan, yaratılana faydalı olunamayacağının bilenlerin sevdasıdır bu…
Emrolunduğu gibi dosdoğru olunmadan, zulüm ile adaletin ayrılamayacağına inananların sevdasıdır bu...
S e v m e d e n sevilmeyeceğini bilenlerin sevdasıdır bu…
* * *Derneğimizin açılışında
söylediklerimizi, Dergimizin ilk sayısında bir kez daha teyit etmek isteriz ki;
Gerçek manada
kardeşlikleri tesis edecek temel ilimleri öğrenip hayata tatbik etmek ve ettirmek temel hareket metodumuz olacaktır. Amaç ve hedefimiz, Bireysel ve toplumsal hayatı etkileyen; ahlaki, kültürel, siyasi, sosyolojik, tarihi ve dini ilimlerin, toplumun bütün kesimlerinde öğrenilmesini ve uygulanmasını geliştirmek” olacaktır.
Bu sevdanın neferleri olarak biliyoruz ki; Abdullah Murat Şükrüoğlu (k.s)Hocamızın söyleyişi ile, “ilim amelle birleşince kılıcı gülleştirir, ümmeti birleştirir”. Bunun için, derneğimizin ve dergimizin ağırlıklı ve hatta bütün çalışmalarını, ilim ve amelin artırılmasına yönelik çalışmalar oluşturacaktır. Meselemiz, “ilim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektedir” diyen Yunus Emre misali evvelen kendimizi bilerek rabbimizi bilmektir.
Niyet halis akıbet hayırdır.Aşk’a giden bu sevdanın
nefesinde kaybolmak arzusu ile selam ve dua hayr ehline olsun…
12 • Bizbiriz Dergisi
İslamiyet on dört asır boyun-ca çok geniş bir coğrafya-ya yayılmış bir dindir. Asırlar boyunca birçok kültürü et-kilemiş, sosyal anlamda me-
deniyet binalarının inşası için gereken harç olmuştur. Yaşa-dığımız tarihin bu döneminde Dünya üstünde onlarca İslam devleti ve bir buçuk milyardan fazla Müslüman vardır. Farklı coğrafi, etnik, siyasal, ekonomik şartlara sahip milyonlarca insan aynı kurallara riayet etmeye ça-lışıyor. Tek Allah’a inanıp, yaşa-maları gereken hayatı Allah ka-tından bir müjde olan Kur’an-ı Kerim’den öğrenmeye, son nebi Hz. Muhammed (S.A.V)’in yo-lundan gidip O’nun gibi olmaya çalışıyor. Bu tabloya bakıldığın-da gayeleri bireysel ve toplum-sal olarak erdemli, vicdanlı, ken-dilerine tanınan sınırları bile-rek yaşamak olan bir toplumun, kendisinden olmayanlara zararı ne olabilir ki…
Peki Müslüman olmayan insanlar neden İslam’dan ve Müslümanlardan rahatsız olu-
yor? Dünya üzerindeki terö-rist eylemlerden felaket senar-yolarından neden hep Müslü-manlar sorumlu tutuluyor? Bir Müslüman’ın sahip olması ge-reken görünüm iyiliğe çağıran timsalken, insanları neden Müs-lüman kimliğinin itici bir pro-fil olduğuna inandırmaya çalı-şıyorlar? Medyatik propagan-dalar toplumsal karalamalar, iti-ci senaryolarda oynatılan Müs-lüman tiplemeleri, insanların İslam algılarının negatifleştiril-meye çalışılması kalplerindeki İslam korkusunun tezahürüdür. Aslında korkmalarına gerek ol-madığını, Müslümanların kendi-lerinden olmayanlara karşı zor-layıcı olmayacaklarını bilseler, belki Müslümanlardan olurlar-dı. Korkularını aşanlar kazanan-lardır.
İslamiyet korkusu Batılı dev-letlerin ve Avrupalı halkın bü-yük çoğunluğunda bir hastalık gibi yayılmış durumda ve yayıl-maya devam etmekte. Bu has-talık İslami kimliğe saygı duya-mayan Batılı devletlerde kendi-
ni, zaten kötü durumdaki güç-süz Müslüman devletlerin ya-şam alanlarına saldırma olarak gösteriyor.
Tarih boyunca ne zaman bi-raz güç bulsa Müslüman devlet-lere saldıran gayrimüslim dev-letler bunu korku psikolojisinde ve belli bir mantıkla yapıyorlar. Bu mantık İslam’ın dünya üze-rinde güç kazanmasını engel-lemektir. Batılı devletler İslam toplumunun birleşmesinin ne anlama geldiğini çok iyi biliyor-lar ve güçlerini sırf İslami bir ko-alisyon kurulmaması adına har-cıyorlar. Çünkü biliyorlar ki, bir-leşmiş Müslümanların önünde durulmaz. Müslümanlar eğer birleşirde tek çatı altında irade gösterirse o zaman tarihteki ör-nekler gibi Dünya hâkimi tekrar Müslümanlar olur.
Son yüz yıldır gücünü yitirip birbirinden kopuk yaşayan on-larca İslam devletinin zayıfları-nın eziyet çekmesinin, zulüm içinde olmasının sebebi de bu-dur. Dünyaya hakim tek sözün
Selman Bahar
İSLAM KORKUSU
Bizbiriz Dergisi • 13
“La İlahe illallah Muhammedur-Rasulullah” olmasını istemedik-leri için bizi zayıflarımızla uğra-şarak, kardeşlerimizin kanların-dan sulanarak acıtıyorlar.
Önce sömürge yönetimleri vardı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra manda ve himaye yöne-timlerini kurdular. Özellikle So-ğuk Savaş Dönemi’nin bitimiy-le zayıf halkları sömürmenin adını insani/insancıl müdahale koydular. Mantık ve amaç hep aynıydı; ekonomik ve siyasi an-lamda İslami bir birleşmenin önünü kesmek. Bunun adına is-ter sömürge devletler desinler, ister insani kaygılarla devletle-rin iç karışıklarını gidermek…
İnsani kaygılar öne sürülerek Müslüman dev-letlere yapılan as-keri operasyonla-rın sonu hep gay-rimüslim devlet-lerin çıkarlarını kısmen ya da ta-mamen elde et-mesiyle sonuç-lanmıştır. Bu ope-rasyonlardan Kör-fez Savaşı’nı çı-kar sağlamak adı-na yapılmış ope-rasyonlardan biri olarak açıklamak-ta fayda var.
1988 yılında izleri bulunan Irak-Kuveyt arasındaki ekono-mik anlaşmazlıkların 1991’de zirveye tırmandığı ve sıcak ça-tışmaya kadar giden Körfez Savaşı’nda, nedense Ameri-ka ve Avrupalı devletler “ulus-lararası barış ve güven ortamı-nın zarar gördüğünü” dile geti-rerek olaya müdahil olmak iste-diler. ABD “Çöl Fırtınası” adlı Bir-leşmiş Milletler’in askeri operas-yonunun emir-komutasındaki devletti. 42 gün süren ve Irak’ın Kuveyt’ten birliklerini çekme-si sonucu, ABD’nin “amaca ula-şıldığı için ateşkes ilan ederek”
sonlandırdığını belirttiği ope-rasyonun sebebi ise “Kuveyt’e karşı yapılan insan haklarının ihlali sonucu Kuveyt’in mütte-fiklerince meşru müdafaa hak-kının kullanılması” şeklinde be-lirtildi. Aslında tablo bu şekilde oldukça vicdanı gelebilir. Hatta ABD’ye teşekkür bile edesi geli-yor insanın. Ama operasyonun altında yatan menfaat zincirine bakıldığında durum daha iyi an-laşılıyor. Basra Körfezi bölgenin petrolünün Dünya ülkelerine transfer edildiği körfezdir. Ay-rıca ABD ve Asya arasındaki ti-caret yollarından birisidir. Eğer körfez Irak’ın imtiyazına geçsey-di, ABD zaten petrol konusun-da anlaşamadığı Irak’la bir de
körfezde karşı karşıya gelecekti. Asya’dan gelen ucuz hammad-denin seyir yolu değişecek ve ti-cari kaygıları daha da artacaktı. Bu yüzden “Müttefikim.” diyerek Kuveyt’in yanında yer alma ihti-yacı hissetti. İkinci bir durum ise Kuveyt’in kontrolünü elinde bu-lunduran Irak Orta Doğu’da es-kisinden güçlü hale gelecekti. İslam camiasının Dünya politi-kasında bir büyük kozu da Dün-ya petrol ticaretine ortak olan Müslüman bir devletin varlığı olacaktı. Sırf bu kaygılar yüzün-den yapılan operasyon ne ya-zık ki vicdani bir operasyonmuş gibi göründüğü için BM üyesi
Müslüman devletlerinde ona-yıyla yapıldı.
Uluslararası sistemi etkileyen birden fazla aktör ve olayın aynı zaman dilimi içinde yaşanması, çoğu zaman karar verecek or-ganların tabloyu tam anlamıy-la görememesine sebep olu-yor. Zaman, olay, aktör faktörle-rin oldukça fazla iç içe geçmesi de hızlı karar verilmesi gereken durumlarda yanlış kararlar veril-mesine, yanlış safta yer alınma-sına neden oluyor. 1991’de Müs-lüman kimliği ağır basan, halkı-nın çoğu Müslüman olan dev-letlerin Körfez Savaşı’nda düş-tüğü hata belki buydu.
Belirtmekte fayda var ki, biz Irak’ın Kuveyt’e karşı takındığı
tutumu, Kuveyt’e askeri birliklerini göndermesini sa-vunmuyoruz. Fa-kat bizim dile ge-tirmeye çalıştığı-mız düşünce Ku-veyt ile Irak’ın ara-sında dengeyi kurmak için İslami birimlerin olma-yışının ortaya çı-kardığı sorundur. Müslümanlar ın oluşturduğu bir ortak karar alma birimi olsaydı, İs-
lam devletlerinin danışma biri-mi olsaydı bu karışıklığı çözme-ye Avrupalı devletler yeltene-meyecek, zemin bulamayacak-tı. 1991’de hiçbir İslam devle-ti kendi başına ne Irak’la görüş-meler yapmayı, içinde bulun-duğu ekonomik buhran yüzün-den sağduyusu zarar görmüş Irak Hükümeti’ni karşısına alma-yı göze alabilirdi ne de BM üye-si Avrupalı devletlere “Siz ka-rışmayın bu meseleye.” demeyi göze alabilirdi.
Körfez Savaşı’ndan daha ya-kına, bir iki yıl öncesine baka-cak olursak durum küçük de-
14 • Bizbiriz Dergisi
ğişmelerde olsa İslam Âlemi için vahametini korumaktadır. Arap Baharı diye adlandırılan, Mohamed Bouazizi adlı gencin, Tunus/El-Tahrir Meydanı’nda Aralık-2010’da kendini yak-ması ile başlayan süreç Arap Dünyası’nda uzun yıllar rejim-lerini sürdüren devlet adamla-rının bir bir iktidarlarını kaybet-mesine sebep oldu. Tunus’tan Yemen’e, Yemen’den Mısır’a, Mısır’dan Suriye’ye, Suriye’den Bahreyn’e, Bahreyn’den de Libya’ya yayılan bu demokra-si hareketi yayılması esnasın-da Cezayir, Lübnan, Ürdün, Mo-ritanya, Sudan, Umman, Suudi Arabistan, Cibuti, Fas, Irak, İran, Kuveyt, Batı Sahra, Mali gibi bir-çok İslam devletinin içişlerin-de irili ufaklı karışıklıklara, halk ayaklanmalarına sebep oldu. Arap Baharı 21. Yüzyıl’ın en bü-yük sosyolojik olayı olarak ad-landırılıp, tarihi terminolojide yerini aldı. Aslında bize İslam Âlemi’nin içinde bulunduğu du-rumu anlatan, Müslümanların yıllar boyu biriken eksikliklerini, manevi anlamda yitirdikleri de-ğerlerin bedelini gösteren çok güzel bir tablodur.
Bir yandan Müslümanla-rın haklarını aramalarına se-vinecek olurken, diğer yan-dan komplo teorilerini akla ge-tirip düşünmek lazım. Yıllardır az ama yeterli kazanan Libya-lı, Mısırlı, Suriyeli vs. Müslüman-lar neden alabora bir ekonomi-nin içinde buldular kendilerini? Bir iki yıl içinde neden demok-rasi sevdasına düştüler? Neden Avrupa’nın kültürüne uygun olup olmadığı onlara kalmış ama İslam Kültürü’nün ağırlığını kaldıramayacak kadar sığ sayı-labilecek demokrasi anlayışının savunucusu oldular? Acaba biz Müslümanlar devletler bazında birbirimizi çok mu yalnız bırak-tık? Zora düştüğümüzde çare-yi Batıda arayacak kadar mı ya-şamlarımızı batılılaştırdık? Yok-
sa Batılı devletler biz ayrı gayrıy-ken saman altından su yürütüp, kendi isimlerini aramıza mı sok-tular? Ya da bu demokrasi mo-deli yeni isimleri Müslümanla-rın yöneticileri yapmak için Ba-tılı güçlerin işine mi gelir? Bu sorulara lehte ya da aleyhte bir-çok savunma ve cevap verilebi-lir. Ama yıllar bu komplo teorile-rine cevap aramakla geçiyor da çözümler eksik kalıyor.
Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞ-LU (k.s) Hocamız hep ”En kötü Müslüman, en iyi kâfirden ev-ladır.” der. Bizlerinde Müslüman olarak bu sözün altında yatan “Birbirinizi Müslüman olmayan-lara karşı destekleyin, kollayın.” mesajına riayet etmesi gerekir. Arap Baharı denince aklımıza şu ihtimal takılıyor; Ya bu insan-ların siyasi ve ekonomik olarak bu kadar bunalmadan önce yar-dımlarına koşulsaydı… Eğer on-ların önlerinde inandıkları İslam gibi dosdoğru örnekler olsaydı da onlara uysalardı daha fark-lı olmaz mıydı? Eğer biz birbiri-mizin koluna girer, koluna girdi-ğimiz insanı sırf Müslüman diye kardeşimiz sayar, adımlarımızı bir edersek bu fiilin devamı dev-letler bazında kol kola girmektir. Biz bir olur, tek yumruk olursak öncenin haçlı ordusu şimdinin barış gücü iç karışıklıklardan is-tifade edip din kardeşlerimizi bombalayamaz.
Belki İslam toplumlarında-ki bu ayaklanmaların, zulüm ve kanın sorumluları güzel örnek-ler inşa edemeyen nesillerdir. Fakat bu gidişatı düzeltememek bugünün gençlerinin duyarsız-lığı olacaktır. Bir uçta Filistin, bir uçta Arakan, yanı başımızda be-şerliğini unutmuş Beşar Esed’in zulmü altındaki Suriyeli Muha-lif Müslümanlara ve Dünya’nın herhangi bir yerinde kanamak-ta olan bir Müslüman yarasına deva olabilmek için önce kendi yüreğimize deva olmalıyız. Son-ra kardeşimize, sonra eşe-dosta, sonra komşuya, sonra bir ülke gençliğine koşacağız… Derken “Onların içinde size karşı duy-dukları korku, Allah’a olan kor-kularından daha şiddetlidir. Çünkü onlar anlamayan bir top-luluktur.” (Haşr:13) ayet-i keri-mesinde anlatılan kâfirlerin gö-nüllerindeki İslam korkusunu diri tutmak, birlik olabilen Müs-lümanlara nasip olacaktır. Bizler kâfirlerin gönlüne korku salabi-lecek güveni kendimizde bul-duğumuzda, gerçek gücü za-yıflarımızın faydasına sunduğu-muzda zaten bizim zayıflarımız Batının örneklerine özenmeye-cektir. Kaldı ki o gücü bulursak zamanla zayıflarımızda olma-yacaktır. Batı bizi örnek alacak, Rabbim hidayet bahşederse on-larda kazananlardan olacaktır.
Bizbiriz Dergisi • 15
SAADETLİ HAYAT 2. ÖMER
1. MÜCEDDİD
ÖMER BİN ABDULAZİZ (R.A.)sr-ı Saadetten bahse-dildiği zaman ister is-temez gönül başka bir ufka dalıyor ve saadet
devrinin gülleri bayıltan nefesi, nefsinin fatihleri, aydın dimağ-lar ve parlayan çehrelerle, abide şahsiyetler arasında; o günlere
hasret ve namzet bir şekilde ba-karken zamanın ve mekanın ne kadarda önemsiz olduğunu ha-liyle hissedebiliyoruz.
Güller Şahı, Sevgililer Sulta-nı, Sevgilisine yürüdükten son-ra İslamiyet’i gönlüne tam yer-leştirememiş kişilerde vazgeç-
meler ve Sevgi Sultanını (s.a.v) anlamakta güçlük çekenlerden sesler çıkmaya başladığı için dört Raşit Halifenin ağırlıklı hiz-meti Kuran ve sünneti kalpler-de sabit tutma ve ümmeti bir araya getirip İslamiyeti, İslami-yete uzak gönüllere yakın etme
AEbubekir ONHAN
16 • Bizbiriz Dergisi
çabası etrafında dönmektey-di. Haydar-ı Kerrar Hz. Ali efen-dimiz şehit edildikten sonra ço-ğunluğun kararıyla arşın çif-te küpeleri, Rasulullah bağının reyhanları, gülleri Hz. Hasan (r.a.) halifelik görevini devralı-yor ve altı ay süren hilafetlik dö-neminden sonra Allah Resulü Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) Efendimizi haklı çıkararak hila-fetlik makamından feragat edi-yordu. Çünkü Aşk Sultanı(s.a.v.) “Allah, Hasan’ın vasıtasıyla Müs-lümanların iki büyük ordusunu barıştıracaktır” buyurarak yıl-lar öncesinden haber vermiş-ti. Böylelikle hilafet makamı Hz. Muaviye’ye geçiyor ve Eme-vi dönemi başlıyordu. Tabii bu geçiş bir şarta bağlanmıştı: Hz. Hasan ve Hz. Muaviye arasın-da yapılan bir antlaşma. Bu ant-laşmaya göre hilafetlik maka-mı Hz. Muaviye’den sonra Hz. Hüseyin’e (r.a.) verilecekti. Fakat Hz. Muaviye’den sonra hilafete Yezid’in geçeceği söylenmek-le birlikte bunu kabul etmeyen-lere kılıçlar çekilmişti. Kerbü-belada Rasulullah’ın torunları-na bir damla suyu çok görenle-re karşı, dik bir duruş sergileyen İmam Hüseyin (r.a.)…
Asırlardır ümmetin bağrın-da bir kısmında ilk günkü taze-liğiyle kanayan yara, bir kısmın-da kabuklaşmış yara, bir kıs-mında iz, bir kısmında ise hiç-bir şey tesir etmeyen(ümmetin vefasızları)… Kerbela hadisesi
sonucu İmam Hüseyin (r.a.) şe-hit edilmesiyle hilafet sancağını garantileyen Yezid döneminde her ne kadar zenginlik artsa da insanlar arasındaki huzursuzluk ve geçimsizlik de o oranda art-maktaydı.
Hz. Muaviye’nin, oğlu Yezid’i veliaht tayin etmesiyle başla-yan ve İslam’ı asıl çizgisinden koparan Emevi Saltanatı, Sultan Halife Süleyman bin Abulmelik’ in veliaht tayin etmesiyle vefa-tından sonra Ömer bin Abdula-ziz’ in eline geçmişti.
Bir gece sabaha karşı Medi-ne sokaklarında teftişte bulu-nan Halife Hz. Ömer (r.a.); bir ev-den bir kadının kızına “süte su koy” dediğini işitir. Kızı da Emi-rel Müminin Hz. Ömer süte su koymayı yasak etti cevabını ve-rir. Kadın, Emirel Müminin nere-den bilecek demesi üzerine kız; O görmüyorsa Allahu Teala gö-rüyor dediğini duyan Halife Hz. Ömer; bu hadise üzerine o kızı araştırıp oğlu Asım’a nikah eder. Asım’ın bu hanımefendiden bir kızı olur. Ondan da Ömer bin Abdulaziz dünyaya gelir.
Rasulullah’ın vefatından kırk sekiz yıl, hicretten altmış bir yıl sonra Medine’de dünya-ya gelen Ömer b. Abdülaziz on ikinci İslâm halifesidir. Mevlüt Koyuncu’nun Ömer b. Abdüla-ziz eserinde bildirdiğine göre; Babası Mervan oğullarından Mısır valisi Abdülaziz b.Mervan, annesi Hz. Ömer’in toru-
nu Ümmü Asım’dır. Eğitimine Mısır’da babasının yanında baş-lamış, Medine’de devam etmiş-tir. Medine’de, sahabelerin bü-yüklerinden Enes b. Malik’i ve Abdullah b. Ömer’i dinleme fır-satı bulmuştur. Hicretin seksen altıncı yılında babasının vefatı sonrası Halife tarafından Şam’a davet edilmiştir. Koyuncu’nun İbn’ül Cevzi ve Taberi’den nakl ettiği üzere; Ömer, Şam’a gel-dikten sonra dönemin halife-si Velid b. Abdülmelik kızı Fatı-ma ile evlendirmiştir. Kaynaklar Ömer’in bu evlilikten son dere-ce memnun olduğunu belirt-mektedir. Aynı tarihte Hicaz Va-liliğine tayin edilmiştir.
Ömer bin Abdulaziz, Rasullul-lah efendimizin şehri Medine’de valiliğe başlamıştır. İbn’ül Cez-vi ve Taberi’de aktarıldığı üzere dönemin diğer Emevi Valilerin-den farklı olarak ulemadan on kişilik bir danışman meclisi kur-muştur. Önemli kararlar verme-den önce bu meclise danışmış-tır. Yedi sene kadar valilik maka-mında kalmıştır. 711 yılında dö-nemin Halifesi Velid tarafından valilikten azledilmiştir. Halife-nin kısa bir zaman sonra vefatı sonrası yerine Süleyman b. Ab-dülmelik geçmiştir. Süleyman b. Abdülmelik’de kısa bir süre sonra hastalığa yakalanmış ve 717 yılında vefat etmiştir. Süley-man b. Abdülmelik vefatı sonra-sı kimi veliaht tayin ettiği bilin-miyordu. Kaynaklarda bildirdiği
Bizbiriz Dergisi • 17
üzere Süleyman b. Abdülmelik vefatı esnasında devletin sahib’i Şurta’sı olan Ka’b b. Cabir’i yanı-na çağırarak idareciler ile bera-ber bütün insanları toplaması-nı ve ahidnâmede ismi geçene bîat etmeleri hakkında söz al-dığı belirtilmektedir. Vefatı son-rası okunan ahidnâmede Ömer b. Abdülaziz ismi okunmuştur. Bu olay esnasında hazır bulu-nan Ömer b.Abdülaziz halifeli-ğin kendi isteği doğrultusunda olmadığını ve bîatlarını onlara iade ettiğini belirtmiştir. Bunun üzerine cemaat “ Ey müminlerin emiri biz seni halife seçtik, ha-lifemiz sensin” diyerek bîat et-mişlerdir.”
Ömer b. Abdülaziz öncesi Emevi halifelerinin gerek kendi-leri için gerekse aileleri için her türlü eşyayı hazineden almala-rı yanlış uygulamalarından bi-risiydi. O, bu uygulamaları ta-mamen değiştirdi ve hakkı ol-mayan bir kimsenin hazineden (Beytü’l mâl) hiçbir şey alama-yacağını belirtti. Kendiside ha-zineden hiçbir şey almadı. İbn Sa’d şöyle bir olayı nakleder: Bir gün azatlı kölesi ve kâtibi olan Müzahim’den kendisine bir rah-le satın almasını ister. Bir müd-det Müzahim, Ömer’in beğen-diği bir rahle ile içeri girer. Ömer bunu nereden aldığını sorunca Müzahim “Ey müminlerin emi-ri! Beytülmal’in anbarında şu tahtayı buldum ve rahleyi on-dan yaptırdım “ Bunun üzeri-
ne Ömer; “Hemen koş ve çarşı-da bunun kaç para olduğunu öğren gel” der. Müzahim çar-şıda değerinin yarım dinar ol-duğunu öğrenir. Bunun üzeri-ne Ömer “Beyt-ülmal’e bir dinar koysak kurtulur muyuz?” diye
sorunca Müzahim yarım dinar ettiğini tekrar eder. Bu cevap-tan sonra Ömer Beytülmale iki dinar koydurur. Bunun yanında Ömer bin Abdülaziz idareyi şu dört temel üzerine oturtulma-sına çalıştı; Halife, Bölge yöne-timini elinde bulunduran vali, Adaleti temin eden kadı, Vergi memuru, idarenin temeli olarak bunları oluşturmaya çalıştı.
Adaletli davranmaya özen gösterdi; yakın akrabalarından olan Mervan oğullarına hak-sız yere verilen devlet toprağı-nı ellerinden alarak burayı ver-giye bağladı. Aynı zamanda ta-biden olan Amr. b. Muhacire;
“Ey Amr, benim hak ve adalet-ten bir nebzecik ayrıldığımı gö-rürsen yakamdan tut ve “ne ya-pıyorsun ya Ömer” diyerek ikaz-da bulun.” diye ricada bulun-muştur. Aynı zamanda Ömer b. Abdülaziz döneminde halifeler
için yapılan dua halk için yapıl-maya başlanmıştır. Bernand Le-wis, Tarih’te Araplar adlı eserin-de; Dönemin müellifleri Eme-vi halifelerini Hükümdar ola-rak değerlendirdiklerini yal-nız Ömer b. Abdülaziz’i uygula-maları ve yaşantısı ile Hulefâ-yi Râşidîn’e benzediğini bu sebep-ten ötürü V. Halife olarak isim-lendirdiklerini ifade etmektedir.
Ömer bin Abdülazîz halîfe olduktan sonra hilâfet konağı-na götürülmek üzere alay atla-rı getirdiklerinde; “Bunlar ne?” dedi. “Hilâfete mahsus binek-lerdir.” cevâbını işitince; “Ken-di atım, benim hâlime daha
18 • Bizbiriz Dergisi
muvâfıktır.” diyerek saltanat bineklerini geri çevirip, kendi hayvanına bindi. Hilâfet ota-ğına gitmeyip; “Hilâfet otağın-da Süleyman’ın âilesi var. Ben onların rahatsız olmalarını uy-gun görmem. Onlar yerleşin-ceye kadar, benim kıl çadırım bana yeter!” buyurdu. Bu söz-leri, insafı ve ahlâkî büyüklü-ğünü ne güzel ifâde etmek-tedir. Evine gitti. Âzâdlı köle-si, onun pek kederli ve düşün-celi olduğunu görünce: “Bu hâlinizin sebebi nedir?” diye sordu. Cevâbında buyurdu ki: “Doğudan batıya kadar olan Ümmet-i Muhammed’in huku-kunu yerine getirme vazifesi bana verildi. Bundan büyük en-dişe edecek şey olur mu?” Daha sonra hanımı ve amcasının kızı olan Fâtıma binti Abdülmelik’i yanına çağırıp, buyurdu ki: “Eğer benimle birlikte yaşamak istersen ziynet ve mücevherle-rini beytülmâle bırak. Zirâ on-lar senin yanında iken ben se-ninle berâber olamam.” Fâtıma, bütün ziynet ve mücevherleri-ni beytülmale verdi. Fâtıma’nın bu davranışı, Rasulullah efen-dimizin kızı hazreti Fâtıma gibi mânevî süsler ve rûhî meziyet-ler ile yaşamaya karar verdiği-ni göstermekteydi. Ömer bin Abdülazîz’in elli bin altını var-dı, hepsini dağıttı. Bir elbisesi kaldı. Câriyelerine de; “Serbest-siniz. İsteyeniniz olursa, âzâd ederim. Benden bir talepte bu-lunmamak şartı ile kalmak iste-
yen varsa kalabilir. Çünkü veri-len vazife beni sizinle meşgûl olmaktan alıkoyuyor.” buyurdu. Hepsi ağladılar, üzüldüler. Ha-nımı Fâtıma’yı dahi serbest bı-raktı. O da üzülüp ağladı. Efen-disinden ayrılmadı.
İnsanlığın şeref tablo-su, Kâinatın yaradılış sebebi, Resul-i Zişan Habibi Kibriya Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) “Bir gün elinizde zekâtla dolaşacak, fakat verecek kimse bulamaya-caksınız.” Buyururlarken elbet-teki bu mubarek sözlerin tas-dik edileceği bir zamanın ola-cağını belirtiyordu. Şüphesiz bu kutlu zaman dilinin Fatihi de Ömer b.Abdulaziz’den baş-kası olmayacaktı. Halife Ömer b.Abdulaziz döneminde halk refah,huzur,güven ve iman ilke-leri içerisinde yaşamış, Asr-ı sa-adete adeta birer pencere aça-rak iman erleri yetiştirilmiştir. İşte bu kutlu zaman dilimi içe-risinde halk; dünyevi ve uhrevi
zenginliğiyle göz kamaştırıyor zekât verecek kimseyi dahi bu-lamıyorlardı. Öyleki; kaynaklar bu zaman dliminin yirmibeş yıl sürdüğünü belirtmektedir.Ze-kat memurları köy köy dolaştık-ları halde zekat verecek kimse bulamamaya başladılar. Bunla-rı halifeye iletip “Elimizde kalan zekâtları ne yapalım?” diye sor-duklarında, “Evlenme vakti ge-len ama maddi durumu el ver-mediği için evlenemeyen genç-leri evlendirin” şeklinde cevap yazıyordu. Zekât memurları bir süre sonra tekrar mektup gön-derip “Dediklerinizi yaptığı-mız halde hala zekattan kalan-lar var” diyorlardı. Halife Ömer b. Abdulaziz, “Öyleyse ondan da belli bir sonunda geri ödemeleri koşuluyla gayrimüslimlere borç verin” diyerek gayrimüslim te-baadan yatırımda bulunmak is-teyen ama maddi varlığı olma-yanları da destekliyordu. Ada-let timsali Hz. Ömer (r.a.) aşığı
Bizbiriz Dergisi • 19
Ömer b.Abdulaziz; Hz. Ömer’i her alanda örnek alıyor ve ha-yatını hayatına tatbik etmekten geri kalmıyordu. Yakın dostu Hz. Salim’e; “Kardeşim Salim; Al-lahü Teala beni halifelikle imti-han ediyor, yemin ederimki kur-tulamayacağımdan korkuyo-rum.Bana dedem Hz. Ömer’in mektuplarını, hayatı hakkında bilinenleri, müslümanlara ve gayri müslimlere olan hüküm-lerini bildir.Hz. Ömer’i kendi-me numune kabul ettim. Ona göre hareket edeceğim” diyerek Allah’ın adil kılıcı olma yolunda emin adımlarla ilerlemekteydi.
Ömer b. Abdulaziz, Hulefa-i Raşidin’den sonra, Müslüman-ların içine düştükleri ve maale-sef bugüne kadar uzayıp gelen ihtilaf hastalığını da çok güzel teşhis etmiş olmasından dola-yıdır ki, icraatında başarılı oldu. O şöyle diyordu: “Bu ümmet, Allah’ı, Kitabı ve Rasulu husu-sunda ihtilafa düşmedi. Onlar dünya menfaat ve nimetleri hu-susunda ihtilafa düştüler. Onun için de devlet ve izzetlerini kay-
bettiler!” Ömer b. Abdulaziz, devlet başkanlığına, yani hilafe-te gelir gelmez, devletin haksız olarak el koyduğu bütün mal-ları müslümanlara geri dağıtır. Zerre kadar İslam’dan taviz ver-meyerek, Emevî Hanedanı’nın kurmuş olduğu devlet terörü-nü, baskısını, sömürüsünü, des-potizmini ayaklar altına alıyor-du.
Ömer b. Abdulaziz’in en önemli özelliklerinden birisi de sürekli olarak kendini denet-lemesiydi. İşleri bitince, odası-na çekilir, kulluğunun muhase-besini yapar ve Allah’a vereceği hesabın zorluğu karşısında ağ-lardı. Bir gece, onu bu vaziyet-te gören hanımı Fatma, ne için ağladığını sorunca, onun ceva-bı; “Ya Fatma! Ben bu ümme-tin işlerinin sorumlusu oldum, dolayısıyla her yörenin köşele-rindeki aç fakirleri, fakir hasta-ları, ezilmişlikten çıplak kalan-ları, kalbi kırık yetimleri, yalnız kalmış dul kadınları, zulme uğ-ramışları, esir ve garipleri, yaşlı kimseleri, kalabalık aileleri, malı
az olanları düşünüyorum. Ve bi-liyorum ki, Rabbim (celle cela-luhu) kıyamet gününde onların durumlarını benden soracaktır ve onlar adına davacım ve has-mım Hz. Muhammed (sallalla-hu aleyhi vesellem) olacaktır. Bundan dolayı, Onun husume-tine karşı elimde bir delil olma-yacağından korkuyorum. Dola-yısıyla ben, kendime acıyıp ağ-lıyorum.”
Ehl-i Beyt’e çok hürmet, iz-zet ve ikramda bulunan Hali-fe Ömer b. Abdulaziz için Hz. Ali (r.a.)’nin torunu Fatıma bin-ti Hüseyin; “Ömer bin Abdulaziz kalsaydı biz birşeye muhtaç ol-mazdık” buyurmuşlardır. Büyük veli ve âlimlerden Süfyan-ı Ser-vi hazretleri ve İmam-ı Şafii haz-retleri; “Halifeler beştir; Ebu Be-kir, Ömer, Osman, Ali ve Ömer b. Abdulaziz’dir” buyurmuşlardır. Ayrıca fıkıh âlimlerinden Mey-mun bin Mihran, Ömer b. Abdu-laziz hakkında; “Âlimler, Ömer b. Abdulaziz’in yanında talebeydi” buyurmuşlardı. Hocası meşhur fıkıh âlimlerinden Mücahid; “Biz
“Ya Fatma! Ben bu ümmetin işlerinin sorumlusu oldum, dolayısıyla her yöre-nin köşelerindeki aç fakirleri, fakir hastaları, ezilmişlikten çıplak kalanları, kal-bi kırık yetimleri, yalnız kalmış dul kadınları, zulme uğramışları, esir ve gariple-ri, yaşlı kimseleri, kalabalık aileleri, malı az olanları düşünüyorum. Ve biliyorum ki, Rabbim (celle celaluhu) kıyamet gününde onların durumlarını benden soracak-tır ve onlar adına davacım ve hasmım Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi vesel-lem) olacaktır. Bundan dolayı, Onun husumetine karşı elimde bir delil olmayaca-ğından korkuyorum. Dolayısıyla ben, kendime acıyıp ağlıyorum.”
20 • Bizbiriz Dergisi
Ömer b. Abdulaziz’e öğretmek için geldik, halbuki daima on-dan öğreniyorduk” buyurmuş-lardır.
Kıymetli okurlar; hatırıma gelen bir olayı anlatmak isti-yorum. Bundan yaklaşık bir se-kiz veya dokuz yıl önce Siirt’in Tillo ilçesine ailece bir ziyaret-te bulunmuştuk. Tillo’da İbra-him Hakkı Erzumimi ve Hoca-sı İsmail Fakirullah hazretlerine bir ziyaretimiz olmuştu. Fakirul-lah hazretlerinin istirahatgahla-rının önünde bulunan korkuluk demirleri üzerinde hatırladığım kadarıyla birinin içi yeşilliklerle dolu birinin içi boş ve diğerinin içi de karanlık olan üç adet el-masa benzer camdan birer nu-mune bulunmaktaydı. Yandan bakıldığında hiçbir şey görün-müyor ancak tam ortasından bakıldığında içerisindekiler net bir şekilde belli oluyordu. Ka-ranlıklı olan numune cehenne-
mi, yeşillikli olan numune cen-neti, içi boş olan numune dün-yayı anımsatıyormuş. Buna at-fen İlahiyatçı yazar Dr. Mahir ŞA-HİN yurt dışı hatıralarında şöyle der; “Dünyanın peşinde koşma ki; dünya senin peşinden koş-sun” Malik bin Dinar hazretleri kısaca zahitliğin tanımını da ya-parak şöyle buyuruyor; “Dili dö-nen, ben zahidim deyip duru-yor. Zâhid, Ömer b. Abdulaziz gibi olur. Dünya onun ayağına geldiği halde hepsini reddeder.”
Ömer bin Abdülazîz’in sulh, sükûn idaresini çekemeyenler vardı. Bunlar, ehl-i bidatten Ha-riciler ve menfaati zedelenen-lerdi. Halifenin hayatına kıymak için çareler aradılar. Nihâyet hiz-metçi kölesini bin altınla kandı-rarak, bu mübarek zatı zehirlet-tiler. Ömer bin Abdülazîz zehir-lendiğini anlayınca kölesini ça-ğırdı. “Ben sana bir fenalık yap-madığım hâlde bu ihaneti bana
niçin yaptın. Doğru söyle, seni affedeyim.” deyince; köle, yap-tığı bu çirkin harekete pek piş-man olup, üzüldü. Ağlayarak yerlere kapandı, yalvararak: “Yâ Emir-el-müminîn! Bana bin al-tın vermek suretiyle bu ihane-ti yaptırdılar.” dedi. Halife al-tınları getirterek, devlet hazi-nesine gönderdi. Köleyi affet-ti. Hasta hâlindeyken, kayın bi-raderi Mesleme ibni Abdülme-lik ziyaretine geldi. Ömer bin Abdülazîz’in üzerinde bir göm-lek vardı. Kızkardeşi Fâtıma’ya; “Emir-ül-müminînin elbisesini yıkayınız.” dedi. Tekrar geldiğin-de gömleğin yıkanmamış oldu-ğunu görüp kardeşi Fâtıma’ya; “Ben size gömleği yıkayınız, de-medim mi?” deyince, bütün te-beasının hayat seviyesini yük-seltip, iki buçuk yıl bile sürme-yen hilâfetinin sonunda yir-mi beş yıl zekât verilecek kim-se bulunamamış olmasına rağ-men, aldığı cevap hayret veri-cidir: O zaman kendisine; “Val-lahi başka gömleği yok ki, onu giydirelim de, bunu yıkayalım.” cevâbı verildi.
Ömer bin Abdülazîz hazret-lerinin hastalığı ağırlaşınca ta-bip çağırdılar. Tabip; “Bu ze-hir içmiştir. Hayatı hakkında te-minat veremem.” dedi. Hali-fe; “Sade bana değil, zehir iç-memiş olanların hayatı hakkın-da da teminat verme!” buyur-du. Tabip; “Zehir içtiğinin far-kında mısın?” dedi. Halife; “Evet,
Bizbiriz Dergisi • 21
mideme inince anladım.” bu-yurdu. Tabip; “Tedaviye hemen başlayalım.” dedi. Ömer bin Abdülazîz; “Hayır. İlacı, kulağı-mın arkasında olsa uzanıp onu almam. Rabbime kavuşmam, benim için daha güzeldir.” bu-yurdu. Ölüm döşeğinde, bir ara ağlamaya başladı. “Niçin ağlı-yorsun. Allah-u Teâlâ’nın yardı-mı ile nice sünnetleri ihya et-tin. Adâletin ise çok yüksekti.” dediler. Bunlara cevaben bu-yurdu ki: “Ben, Allah-u Teâlâ’nın huzuruna bütün milletin hesa-bını vermek üzere çıkacak de-ğil miyim? Herkese âdil olarak davranabildiğimden emin de-ğilim. Yaptığım kusurlar da ayrı. Tabiî ki ben bundan dolayı kor-kuyorum ve ağlıyorum.” Bir ara; “Beni oturtun.” buyurdu. Oturt-tular. “Allah’ım, ben o kimseyim ki, bana emirlik verdin. Ben ku-sur ettim. Yanlış işleri yapmak-tan beni nehyettin. Ben ise is-yan ettim.” diye üç defa söyledi. Sonra da: “Lâ ilâhe illallah. İba-dete lâyık olan ancak Allah-u Teâlâ’dır” dedi ve başını gök-lere çevirip dikkatle baktı ve; “Ben öyle kimseleri görüyo-rum ki onlar ne insan ne de cin-dir.” dedi ve biraz sonra ruhu-nu teslim etti. Vefatından önce şöyle vasiyet etti: “Ey Meymûn bin Mihrân! Velid mezara kon-duğunda oradaydım. Yüzünü açıp baktım, yüzü simsiyahtı. Ben de mezara konduğum za-man yüzümü açıp bakınız.” Ve-fat edince vasiyeti gereği yüzü-
nü açıp baktılar, yüzü en genç günlerinden daha parlak, daha aydınlık ve güzeldi. Ömer bin Abdülazîz beyaz, ince ve na-zik yüzlü, zaîf, güzel sakallı, tat-lı ve sevimli idi. Halife olmadan önce çok gürbüz iken, halifeli-ğinde çok zayıfladı.
Vefat edince, zamanın âlimleri taziyede bulunmak için hanımının yanına gittiler. Hali-fenin vefatıyla Müslümanların büyük kayba uğradığını ve bu sebeple üzüntülerinin çok fazla olduğunu bildirdiler ve hanımı-na; “Ömer bin Abdülazîz hazret-leri hakkında bize malumat ver. Çünkü onu en fazla tanıyan siz-siniz.” dediler. O mübarek hâtun şöyle anlattı: “O da sizin gibi ibadet ederdi. Lâkin bir hususi-yeti vardı. O da, Allah korkusu-nun çok fazla olmasıydı. Öyle ki, Allah korkusundan onun kadar titreyen birini daha görmedim. O her şeyini, insanlara hizmette harcadı. Halkın ihtiyaçlarını kar-şılamak, sıkıntılarını gidermek için bütün gün vazifesi başın-da kalırdı. Akşam olduğu halde, bazı kimselerin işleri bitmez-se, gece de devam ederdi. Eve girince, kendini namazgâhına atar, durmadan ağlardı. Gözle-ri şişerdi. Sonra baygın düşer-di. Her geceki hâli buydu. Bir gece, halkın ihtiyaçlarını, işleri-ni bitirdi. Sonra kendi şahsî ma-lından olan kandili istedi. Son-ra iki rekât namaz kıldı. Namaz-dan sonra elini çenesine daya-yıp tefekküre daldı. Gözyaşla-
rı yanaklarından akıyordu. Sa-baha kadar bu şekilde ağladı. Şafak sökünce oruca niyet etti. Kendisine; “Ey müminlerin emi-ri! Sizde bir hâl var. Sizi bu ge-ceki gibi hiç görmemiştim.” de-dim. Bana; “Ben düşünüyorum ki, bu milletin beyazına siya-hına halife oldum. Fakir, garip, kanaatkâra kendi hâlindeki bi-çareleri, muhtaçları, zorla tutu-lan esirleri, memleketin dört kö-şesindeki nice dertli ve kederli-leri düşünüyorum ve anlıyorum ki, Allah-u Teâlâ onların hepsi-nin hesabını benden soracak ve Muhammed aleyhisselâm da onların lehine ve benim aleyhi-me şahitlik yapacak. Bu hâlde olan birinin sonunun ne ola-cağını düşünüyorum ve çok korkuyorum.” cevabını verdi. Ömer bin Abdülazîz hazretle-rinin vefatından sonra Halîfe Zeyd ibni Melik, Fâtıma bin-ti Abdülmelik’in beytülmalde-ki ziynet ve mücevherlerini iade etmek isteyince, Fâtıma; “Val-lahi kabul etmem. Ben Ömer’e sağlığında itaat edip de, vefa-tından sonra isyan etmem.” di-yerek sadâkatini ifade etti. Şim-di, Suriye’nin Humus şehrinde, kendi adıyla anılan caminin bi-tişiğinde, asil Halife, adil devlet başkanı mütevazı mezarında is-tirahat etmektedir.
22 • Bizbiriz Dergisi
...damak tadınız...
UNLU MAMÜLLERİVUSLAT
22 • Bizbiriz Dergisi22 • Bizbiriz Dergisi
VUSLAT Unlu Mamüller KuruyemişNakl. Gıda. Madd. San. ve Tic. Ltd. Şti
Telefon : 0332 322 0 329 Faks : 0332 322 0 329 vuslatkonya@hotmail com322 0 329
Topraksarnıç Mah. Meram Eski Yol Cad. Ova AVM no:143 Meram/KONYA
Bizbiriz Dergisi • 23
wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww
güvenilir alısverisSÖĞÜTLÜ
SÜPERMARKET
TOPRAK SARNIÇ MAH. AZERBEYCAN CAD. NO:74 Meram/KONYA
C C OTOTelefon: 0 332- 320 43 83
BİZBİRİZ DERNEĞİ20 yıldır ‘’halka hizmet Hakk’a hizmettir’’ düs-
turu ile hareket eden derneğimiz 3 Haziran 2012 günü resmiyet
kazanmıştır.
Her perşembe bir mahallenin muhtarı ile görüşen dernek kom-itesi mahallenin yardıma muhtaç 7 veya 9 ailesini belirleyip ailelere
nakdi yardımda bulunuyor.
Ramuz El ehadis
’Ve ayetlerimizi az bir paha karşılığı satmayın.’’ (Bakara Süresi 41)
Ayetine binaen ücretsiz olarak dağıttığımız
Hocamız Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun
derlemiş olduğu;
Muhammed Mustafa (S.A.S)’in Dua Hizbi
Hocamızın On Hafta Sohbetleri 1-2-3 kitapları
Kuran’ı Kerim
Ramuz El Hadis
Riyazu’s Salihin
‘’Ey Hümran! bir kimse birisine ateş verirse o ateşin pişirdiğinin hepsini sadaka etmiş gibidir.
Kim bir tuz verirse sanki o tuzla yapılan yemeği sadaka etmiş gibidir. Kim de bir Müslüman’a su olan yerde bir içimlik su verirse bir köle azad
etmiş gibidir. Su olmayan yerde bir içimlik su verirse sanki bir insanı ihya etmiş gibidir.’’
Bizbiriz Dergisi • 25
SORU: Vade farkı faiz mi-dir? Vade farkı koyarak bir malı peşin fiyatından faz-la bir fiyata almak veya sat-mak caiz midir?
CEVAP: Kıymetli kardeşim!Allah-u Teala Kur’ân-ı Ke-
rimde;
«Allah alışverişi mubah kıl-mış, faizi de yasaklamıştır» buyurmuştur. (Bakara diye meşhur Sûre, 275)
Vadeli satışta vade karşılı-ğı alınan fazlalığın faizle iliş-kisi öteden beri İslâm hukuk-çularını meşgul etmiş bir ko-nudur.
Günümüz ticarî hayatında vade farkının alınmasının se-bebi ve hesaplanma yöntemi dikkatlice izlendiğinde, bu-nun klasik doktrinde tanım-
landığı şekliyle, faiz şüphe-sinden uzak olduğunu söyle-mek bir hayli zorlaşmaktadır. Vade sebebiyle yapılan fazla ödemenin bir kısmının satış bedelini enfl asyonun olum-suz etkisine karşı korumayı amaçlayan bir tedbir, bir kıs-mının ise beklemenin, öden-meme riskinin ve mahrum kalınan peşin kârın karşılığı mahiyetinde olduğu söylenil-se de günümüzde bankaların kredilere uyguladığı aylık faiz oranları ile piyasadaki aylık vade farkı oranlarının daima paralel seyrettiği de gözden uzak tutulmamalıdır. Kâr payı dağıtan finans kurumlarının gelirlerinin önemli bir kısmı-nın ticarî faiz oranına paralel seyreden bu vade farkı uygu-lamasından kaynaklandığı-nı buna ilâve edebiliriz. Böy-le olunca, vade farkının faiz-le hiçbir ilişki ve bağının bu-
lunmadığını söylemek gerçe-ğe uymamakta, kâğıt üzerin-de kalmaktadır. Faiz ortadan kaldırılmadıkça ekonomide ve ticarî hayatta onun etkisin-den uzak kalmak mümkün ol-mayacaktır.
Aralarında bazı Mâlikîler’in de bulunduğu fakihler ise akidlerde niyet, saik ve öze önem verip vadeli satışı, ma-lın peşin değerinin vadeli ola-rak daha yüksek bir değerle satımı mahiyetinde görür, bu sebeple de vade farkını da bir tür faiz sayar. (İSAM)
Son olarak İslam Fıkhında ki sedd-i zerai yani haram gi-den yolu engellemek kaide-si gereğince faizin bulaşacağı her türlü vadeli alış-verişten uzak durmak gerekir.
SORU V d f k f i i l d ğ kli l f i ü h l d ğ ö l k
FIKIH KÖŞEMİZFIKIH KÖŞEMİZ
... ...
Ayşe TUNÇ
İlahiyatçı -Kur’an Kursu Öğretmeni
26 • Bizbiriz Dergisi
ww
Varis
ün-N
ebi
Varis
ün-N
ebi
Abdu
llah
Mur
ad Ş
ÜKR
ÜO
ĞLU
(k.s)
Abdu
llah
Mur
ad Ş
ÜKR
ÜO
ĞLU
(k.s)
İNSA
NLA
RIN
VAD
İNE
KAN
MA
BUG
ÜN
DER
YAR
IN U
NU
TUR.
İNSA
NLA
RIN
VAD
İNE
KAN
MA
BUG
ÜN
DER
YAR
IN U
NU
TUR.
SEN
ALL
AH’A
TEV
EKKÜ
L ET
ALL
AH N
E SE
TRED
ER N
E U
NU
TUR
SEN
ALL
AH’A
TEV
EKKÜ
L ET
ALL
AH N
E SE
TRED
ER N
E U
NU
TUR
Bizbiriz Dergisi • 27
“Ey yeryüzü! Suyunu yut. Ey Gök! Suyunu tut’ denildi. Su çekildi, iş bitirildi. Gemi de Cudi’ye oturdu ve “Zalimler topluluğu Allah’ın rahmetinden uzak olsun!” denildi.”
Ayetlerin bir zahiri yönü bir de bizim anladığımız bir işari olarak işaret edebileceğimiz batın yönü vardır. Hud diye isimlendirilen sure mushafta ki sıralamada 11. İniş sırasına göre 52.suredir. Yunus diye isimlendirilen sureden sonra, Yusuf diye isimlendirilen sureden önce, Mekke döneminin son bir yılı içinde nazil
olmuştur. 12- 17- 114 ayetlerinin Medine’de indiği yolunda ki görüş müfessirlerin çoğunluğunca kabul edilmemiştir. Konusu; bu surede ağırlık olarak Allah (c.c)’ın varlığı, birliği, O’nun iradesi, Resullerinin aracılığıyla vahyedildiği gerçeği, vahyin kaynağının Allah (c.c) olduğu, insanlar tarafından bir benzerinin getirilemeyeceği ve Nebilik müessesesinin gelmiş geçmiş bütün toplumlarda bulunduğu anlatılmaktadır. Bazı nebilerin kıssalarına geniş bir şekilde yer verilmektedir. Nuh, Hud, Salih (a.s) ecmain mucize oluşu, öldükten sonra dirilme, hesap ve ahret
VARİSÜ-N NEBİ HOCAMIZ Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun SOHBETİNDEN....
“Şu beden gemimizin bir seyr-i sülük yaptığını bilenlere, bir sona doğru, bir müstekarrine doğru yol kat ettiğini anlayanlara, hayat ummanında şu beden gemisini yüzdüren Nuh’lara selam olsun.”
Varisün-NebiAbdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)
Ayın Sohbeti
28 • Bizbiriz Dergisi
hayatıyla ilgili konulara yer verilmektedir. Hz. Muhammed (s.a.v);
“Cuma günü Hud Suresi’ni okuyunuz.” (Darimi, Fedâilu’l-Kur’ân 17) buyurarak surenin faziletini;
“Hud Suresi ve kardeşleri beni ihtiyarlattı.” (Tirmizî, Sünen; Hâkim, Müstedrek) mealindeki hadisiyle de ağır sorumlulukları hatırlatan bir içeriği işaret etmektedir.
Kur’an meydan okuyor;
“Uydurma dahi olsa on surenin benzerini yapın.”
Hud diye isimlendirilen sure, 13. ayeti, Kur’an-ı Kerim’in mucize ayetlerindendir. Öyle mucizedir ki tüm edebi sanatlarıyla anlaşılması hususunda, okuyanın anlayışının açık veya kapalı olması farketmiyor. Akıllı olan herkese burada Rabbü’l-Âlemin kısaca;
“Bu âlemleri Ben yarattım. Burada başka yaratıcı aramayın’’ buyuruyor.
Gök ve yer, cansız varlıklardır, binaenaleyh, ey gök ve ey yer diye onlara emir vermek, zahiri durum itibariyle Allah (c.c)’ın emrinin ve teklifinin cansız nesnelerde de geçerli olduğu ispat etmektedir. O zaman akıl, O’nun emri cansızlara da böyle geçerli olursa akıllılar için haydi haydi geçerli olması gerekir, diye hükmeder. Ayette ki – iş bitirildi- tabirinden maksat şudur; Allah-u Teâla ezelde kesin ve kati bir şekilde takdir edip, hükmettiği şey mutlaka meydana gelir. Bununla
Allah-u Teâla’nın takdir etmiş olduğu her şeyin vakti gelince meydana geleceğini, ne yerde ne de gökte O’nun takdirine mani olacak ve hükmünün geçerli olup tahakkuk etmesini önleyecek hiçbir şeyin bulunmadığına dikkat çekmektedir.
“Ey yeryüzü suyunu içeri çek, yut. Ve ey gök sen de suyunu tut, denildi. Su çekildi, iş böylece bitirildi.”
Araplarda gök yani arş, erkeği; arz yeri temsil eder. Nasıl? Arştan verilmesi arzın da o verileni yetiştirip büyütmesi sebebiyle
ona anne, öbürküne de baba denmesi gibi. Birine erkeklik, birine kadınlık yüklenir...
“Ey arz suyunu yut, ey sema artık suyunu tut.”
Abdullah ibni Mukaffa diye bir yazar var. Arap edebiyatının dâhilerinden kabul edilir. Gerçekten bu ilmi bilen, ‘Kelile ve Dimneyi’ Arapça’ ya
kazandıran biri. Günün birinde Kur’an’a nazire yapmak geçmiş kafasından. Sen bunu becerirsin, bu işi ancak içimizden sen yaparsın, demişler. Tamam! Demiş. Herhalde bu işi ben kıvıracağım. Şöyle hazırlığını yapmış, enine boyuna bakmış, kendini toplamış ve Kur’an’ı bu gözle bir daha okumuş. Benzerini yapmak adına dikkatlice Kur’an’ı okurkewn Hud Suresi’nde Rabbimizin anlattığı bu bölüme gelir. Tufandan önce Allah göğe emretti; Ey gök su indir! Gök de bu emre imtisalen suyunu indirdi. Sonra yere emretti Allah, yer de suyunu fışkırttı, tamam her taraf su.
“Allah dedi ki göğe; ey gök artık suyunu tut! Ve ey yer sen de suyunu yut! İki emir veriliyordu; Birisi göğe, ötekisi yeryüzüne. Birisi tut! Diğeri Yut! Tamam hepsi bu kadar. Birisi tutmuş, ötekisi de yutmuştu suyunu ve artık yeryüzü kupkuruydu...
Bizbiriz Dergisi • 29
Helak olacaklar helak olmuşlar, cezasını çekmesi gerekenler çekmişler cezalarını, artık iş bitmiş ve tufan da bitecek. Allah birisi semaya, öteki de arza olmak üzere iki emir verdi;
“Ey sema artık suyunu tut. Ve ey arz sen de suyunu yut.”
Allah dedi ki göğe; ey gök artık suyunu tut! Ve ey yer sen de suyunu yut! İki emir veriliyordu; Birisi göğe, ötekisi yeryüzüne. Birisi tut! Diğeri Yut! Tamam hepsi bu kadar. Birisi tutmuş, ötekisi de yutmuştu suyunu ve artık yeryüzü kupkuruydu.
Kur’an’ın bu bölümüne gelince Mukaffa kara kara düşünmeye başlıyor. Sanki beynini ellerinin arasına alıyor, sıktıkça sıkıyor, kafatasını eritiyor ve sonra diyor ki;
‘Eyvah! Bunu diyebilmek için semaya ve arza söz geçirecek güçte olmak gerekiyor. Bunu diyebilmek için, böyle bir sözü söyleyebilmek, Kur’an gibisini meydana getirebilmek için ancak Allah
olmak gerekiyor. Ben Allah olmadığıma göre ne mümkün öyleyse?’
Diyor ve sonunda vazgeçiyor bu delilikten.
Yine Arap gramercilerinden İbn Hayyam şu 19 harften oluşan kısacık ayette tam 21 tane edebi sanat olduğunu söylüyor. Siz dört kelimeden ibaret bir ayet görüyorsunuz, çok rahat dinliyorsunuz ya. Ama bakın ilim ehlinin eline düşünce taşın elmas olduğu anlaşılıyor. 19 harften oluşan bu ayette tam 21 tane edebi sanat olduğunu söylüyor.
Hz. Ömer (r.a) bu ayet okunduğunda bu edebi güzellik karşısında hayretler içinde kaldığını ve bunu söyleyenin bir insan olmayacağını, bu sözün beşeri ayet değil, ancak çok yüce bir yaratıcıya ait ilahi bir kelam olduğunu hemen anladığını söylüyor. Muhakkak ki kitaplarda bu ayetlerden bahsedilenler bu kadar.
“Ey gök suyunu tut ve ey yer sende suyunu yut” tan ne anlıyoruz?
Nuh (a.s)’ın gemisini illa tahtadan bir gemi olarak anlayan insana ben diyorum ki; İnsan bedeninin etten, kemikten bir gemi olduğunu, fırtınanın ise içinde ki şüphe ve vesvese olduğunu niye düşünmezsin? İçinde ki fırtınan dindikten sonra o aklın artık yerine oturur. O göz pınarından akan suya;
“Ey göz suyunu tut” demesi yeterli olacaktır. Suyunu tutunca o göz artık
30 • Bizbiriz Dergisi
göremeyecektir, o kulak duyamayacaktır. O kulakta da su vardır, o gözde de su vardır, o burunda da su vardır, o ağızda da su vardır.
Kendimizi Nuh (a.s)’ın yerine koyalım. Allah-u Teâla’nın her nebisinin insanın farklı bir yönünü taşıdığını görürüz. Ama biz hep kendimizden uzak düşündük. Nebiler geldi geçti, biz o Nuh (a.s)’ın gemisine binemedik. Biz o suyun ne olduğunu, o vahiy suyunun kesildiğini anlamadık. Ey gökyüzünde ki vahiy suyu, suyunu tut, denildi vahiy kesildi, hitap bitti, iş bitirildi. Şimdi Kur’an’ın vahyi var mı? Yok tabi. Vahiy suyu kesildi. Aklı olan insan vahyin Hak katından gelen çok büyük bir hediye olduğunu anlar.
Ümmü Eymen (r.ha) bunu anlayanlardandı. Muhammed Mustafa (s.a.v)’in vefatından sonra bir gün Ebu Bekir (r.a) ve Ömer (r.a), Ümmü Eymen (r.ha)’yı ziyarete giderler, ağlamaktadır. Ebu Bekir (r.a) ve Ömer (r.a) onu teselli etmek için şöyle derler.
- Ey Ümmü Eymen her insan ölümü tadacaktır. Muhammed Mustafa (s.a.v)’ de bir insandır. Bu kadar üzülme.
- Siz ne diyorsunuz? Ben Rasulullah (s.a.v)’in öldüğüne üzülmüyorum ki..
- Peki, niye ağlıyorsun bu kadar?
- Ben gök kapıları kapandı, vahiy kesildi diye ağlıyorum. (Darimî, Vefatu’n-Nebi)
Rabbim akıl suyumuzu açsın.
Ey arş suyunu aç, yani gönül sularımız açılsın. Baş, akıl suyumuz açılsın da biz anlayalım.
Ey baş suyunu aç, ey beden sen de suyunu fışkırt da şu Nuh’un gemisi Hakka, hakikate dalsın. Hakkı hayretle seyretsin, Hakkı gönül
aynasında;
‘Subhanallah, subhanallah!’ diye aşkla, muhabbetle seyre dalsın.
Çünkü Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v) buyurdu ki;
“Denize bakmak ibadettir.” (Ebu Nuaym)
Şu gönül deryasına bir dalında bir bakın hele. O deryada neler var, neler. Ne güzellikler var, ne inciler var. Allah (c.c) onların önce akıl sularını, sonra Hakkı ve hakikati görmelerini engelleyecek gözlerinde ki suları, Hakkı ve hakikati duyacak kulaklarında ki suları çekmişti. Ey baş suyunu tut, denilmişti de akıl suları kesilmiş, akılları işlemez olmuştu.
Şu beden gemimizin bir seyr-i sülük yaptığını bilenlere, bir sona doğru, bir müstekarrine doğru yol kat ettiğini anlayanlara, hayat ummanında şu beden gemisini yüzdüren Nuh’lara selam olsun. Hepinizden Allah (c.c) razı olsun. Bizim bu ayetten anladıklarımız bir nükte, bir nebze. Ummandan bir katre. Bu ummana dalmak isteyenler hoş geldiler, selam ile. Allah (c.c.)’ın selamı ve rahmeti üzerinize ve üzerlerimize olsun...
Sohbetin devamını Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocaefendi’nin On Hafta Sohbetleri 1. Kitabından takip edebilirsiniz.
Bizbiriz Dergisi • 31Bizbiriz Dergisi • 31
DERMAN SENSİNDERMAN SENSİN
Kur’an’da seni okudumKur’an’da seni okudum
Sana uydum huzur buldumSana uydum huzur buldum
Aşkınla yandım tutuştumAşkınla yandım tutuştum
Derman sensin Ya RasulallahDerman sensin Ya Rasulallah
Gözler hep seni arıyorGözler hep seni arıyor
Özler aşkınla yanıyorÖzler aşkınla yanıyor
Diller cemalin soruyorDiller cemalin soruyor
Derman sensin Ya RasulallahDerman sensin Ya Rasulallah
Gören göz olup göreyimGören göz olup göreyim
Sünnetinle sana ümmetimSünnetinle sana ümmetim
Aşkından ben biçareyimAşkından ben biçareyim
Derman sensin Ya RasulallahDerman sensin Ya Rasulallah
Aşığım muradım isterimAşığım muradım isterim
Kapında kıtmir beklerimKapında kıtmir beklerim
Aczimle şefaat isterimAczimle şefaat isterim
Derman sensin Ya RasulallahDerman sensin Ya Rasulallah
Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLUAbdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU
32 • Bizbiriz Dergisi
Ebubekir ONHAN
Kim gelip girse bugün Abdullah Murad gülzarına
Bir kademde vasıl olur her kişi dildarına
Bir nefeste mürde dil bulur hayatı cavidan
Murad Sultanın kudsi nefesinden erer hem yarına
Alemi manada şâh olmak dilersen tâliba
Gel bugün ver varlığın Abdullah Murad varına
Hem gönül ayinesini derd-i sivadan pak kıl
Er hazret huzuruna yanma bu firkat nârına
Alem-i kudse erişmek ister isen Bedriya
Sıdk ile gel bende ol gir Abdullah Murad bâzârına
Hem ilahı aşka yanmak istersen bırakma ağyara
Lutf ile kanarız biz aşkı Abdullah Murad Sultana
Feyz ile güller şaduman dilersen nazarına
Ebedi varisi ol sende gel ulaş artık Sultana
Akifleri, Fazılları anarız gözümüz asımın neslinde
Biz Akşemseddini bulduk, sende gel erişmek için Fatih’e
Ben gibi yüzsüz değilsin, ne ile gelsem deme
Ey Nefsim def’ol git dersen gir bu bahçeye
Nev-i beşeriyyette dem vururuz bugün eşiğinde
Kanmak için Kur’anı gel silsile-i Muhammediyyeye
Eşini evde, işini işte,nefsini kapının eşiğinde
Abdullah Murad Sultana varmak için gayrı gir içeriye
Bizbiriz Dergisi • 33
ağlık vücudun fizi-ki ve psikolojik ba-kımlardan, bütün fonksiyonlarının ye-
rinde bulunması durumu-dur. Sağlık sıhhat ve esen-lik içerisinde olmaktır.
Gönül mutmain ve kalp huzur içerisinde olma-dıkça bedenin sıhhatin-den söz edilemez. Hayat rehberimiz Habib-i Kibri-ya Muhammed Mustafa (s.a.v.): “Adamda bir et par-çası vardır, o sağlam olur-sa cesedi de sağ selamettir. Dertli ise başka yerleri de dertlidir. Burası da kalptir. (Ramuz El-Ehadis 127/3)” buyurur.
Kalplerin tam manada huzur bulması ise iman ile,
Allah’ı anmak ile mümkün-dür. Rabbimiz Ra’d ismiyle şöhret bulmuş sure-i celi-lenin 28. ayetinde, “Onlar (Allah’a yönelenler), iman eden ve Allah’ı anmak-la kalpleri huzura kavuşan kimselerdir. Şunu iyi bilin ki gönüller, (ancak) Allah’ı an-makla huzura kavuşur.” bu-yurmuştur.
Allah-u Teâla’ yı tes-pih, tahmid ve tekbirlerle anmanın yanı sıra en bü-yük zikir, O’nun kelamıdır. Kur’an’ı okuyup hayatımı-za tatbik edersek gerçek manada Rabbimizi zikret-miş ve kalp huzuruna eriş-miş oluruz. Allah’ın zikrini yani Kur’an-ı Kerim’i haya-tımıza tatbik etmezsek fik-
SEuzubillahimineşşeytanirracim...
Bismillahirrahmanirrahim...MADDİ VE MADDİ VE MANEVİ MANEVİ DİNÇ BİR DİNÇ BİR HAYAT HAYAT ÜZERİNE...ÜZERİNE...
Ümmü HARAM
34 • Bizbiriz Dergisi
rimizi, gönlümüzü ve hayatımızı Kur’an’a uydur-mazsak, kalbimiz ve hayatımız huzura kavuşmaz. Allah’ın zikrini kalbine, fikrine ve hayatına geçire-meyenler, dilleri Allah dese bile dalları sulanan fa-kat köklerine su ulaşmayan ağaçlar gibi olurlar. Her halimizi Kur’an’a ve sünnete uydurursak, gayemiz Allah’ın rızasını kazanmak olursa, dilimiz de Rab-bimizin zikriyle meşgul olursa kalplerimiz ancak o zaman huzura kavuşacaktır. Huzur dolu bir kalp ise sağlıklı bir vücut demektir.
“Çağımızın hastalığı nedir?” diye sorsak ne-redeyse herkesten alacağımız cevap “stres”tir. Rasulullah’ın (s.a.v.) asırlar öncesinden bildirdiği gibi beden hastalıkları, kalpteki huzursuzluklarla direk olarak bağlantılıdır. Modern tıpta bu durumu kabul ediyor.
Doktorlar birçok hastalığın altında yatan sebe-bin psikolojik olduğunu, insanların stresten uzak kalarak sağlıklarını koruyabileceklerini her fır-satta söylüyorlar. İnsanların psikolojik hastalıkla-rı ve tedavi yöntemleri ile ilgili olarak stres kont-rolü, stressiz yaşam üzerine onlarca kitap yazılmış, araştırılmalarda bulunulmuştur. Oysaki Necip Fazıl Kısakürek’in şu beyitte bize söylediği ilaç hepsine bedel;
Eczanede ama hangi rafta, şişede,İslam ki tek ilaçtır, örümcekli köşede.Müslüman, “Allah’a teslim oldum.” diyorsa ve
gerçekten teslim olmuşsa kalp huzursuzluğu yaşa-maz. Huzursuz olmaya çabalasa bile huzursuz ola-maz. Çünkü kalp huzurunun yegâne reçetesini ha-yatına tatbik eder. Yani her an Allah’ı anar, hep Rab-biyle beraber olur.
Sağlıklı yaşamanın ilk şartı huzur dolu bir kalp-tir. Huzur dolu bir kalbe, mutmain bir gönüle sa-hip olan insan kolay kolay hastalığa teslim olmaz. Bağışıklık sistemi kuvvetli olur. Mikroplar vücudu-nu kolayca teslim alamazlar. Tabi hastalık da sağ-lık da insan içindir. Sarsılmaz imanı, zikreden kalbi ve şükreden dili olan bir Müslüman’da hastalanabi-lir. Ama kalbindeki deruni imanla, hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğini, hastalıkların günahlara kefaret olduğunu bilir. Her zaman olduğu gibi hastalığın-da da Rabbinin rızasını kazanmanın yollarını arar. “La Şifae İllallah” (Allah’tan başka şifa veren yoktur.), düsturuyla hastalığının şifa sebeplerini arar.
Allah’ın Rasulü Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v.), “Mü’min bir kul hasta olduğu za-man, bu hastalık onu, tıpkı demirci körüğünün de-mirin pasını temizlemesi gibi, günahlardan temiz-
ler. (Ramuz El-Ehadis 31/1)” buyurmuştur. Başka bir hadis-i şerifte:
Mümin bir kul hasta olduğu zaman Allah-u Teâla kiramen kâtibine şöyle buyurur: “Bu kulum için hastalığını devam ettirdiğim müddetçe, sıhhatte olduğu zaman yapmakta olduğu şeyin mislini yazın. Eğer ruhunu kabzedersem, hayra kabzetmiş olurum. Eğer afiyet verirsem, etini kendi etinden daha hayırlı-sı ile ve kanın da kendi kanından daha hayırlı bir kan-la değiştiririm. (Ramuz El-Ehadis 31/2)” buyruluyor.
Kalbi huzur dolu mü’min bir kul hastalığın kıy-metini de sağlığının kıymetini bildiği gibi bilir. O her halde Rabbine şükreder. Ve yegâne şifa vere-nin Allah (c.c.) olduğunu unutmadan hastalığının tedavisine bakar. Zira Rasul-u Zişan Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz, “Tedavi olun, zira Allah hastalıkla beraber şifasını da vermiştir. Ancak ölü-mün ve ihtiyarlığın çaresi yoktur. (Ramuz El-Ehadis 249/12)” buyurmuşlardır.
“La ilahe İllallah Muhammedur Rasulullah” diyen gerçek iman sahibi mü’minler hayatlarında her iş-lerini Kur’an’a ve sünnete uydurmak zorundadır. Aksi takdirde gerçek bir imandan söz edilemez. Biz “Müslüman’ız Elhamdülillah.” diyorsak hayat reh-berimiz Kur’an-ı Kerim, Kur’an’ı uygulamalı ola-rak bize açıklayan Rasulullah (s.a.v.) ve Rasulullah’ı (s.a.v.) hayatlarına tatbik ederek bizlere Kur’an’ı ve sünneti anlatan Rasulullah’ın (s.a.v.) varisleri olma-lıdır.
Bugünün modern(!) Müslüman’ı şaşkın, ne ya-pacağını bilmez bir halde. Rabbini tam manasıyla bilmiyor. Rasulü’nden ve sünnetlerinden bihaber. Allah Rasulü’nün kutlu varislerinin rehberliği yeri-ne Allah’ın kovmuş olduğu şeytanın tuzağı haline gelmiş medyanın, kovulmuş şeytanın ve avenele-rinin rehberliğini tercih ediyor. Tabi ki sonunda iç huzurunu kaybederek hayatının en kıymetli nime-tini, zamanı ve imanı boşa sarf ederek bocalıyor.
Bizde Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hoca-mızı tanımadan önce bu haldeydik. “Müslümanız” dediğimiz, namaz kılıp, tespih çektiğimiz halde Kur’an ve sünnetten uzak bir hayat yaşıyormuşuz da farkında değilmişiz. Allah (c.c.) Hocamızı lütfet-ti de O’nun vesilesi ile yanlışlarımızı görüp, düzelt-me imkânına eriştik. Her işimizi Allah’ın Rasulü’ne (s.a.v.) danışarak yapmamız gerektiğini öğrendik, Elhamdülillah. Allah, Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızdan razı olsun.
Rabbimiz bize bir hastalık vermişse, Rasulullah’ın (s.a.v.) sünneti gereği derdimizin dermanını ara-yacağız. Yine hadis-i şerifl er ışığında ne yapma-
Bizbiriz Dergisi • 35
mız gerektiğine bakalım. Rasu-lullah (s.a.v.), “Sadaka veriniz ve hastalarınızı sadaka ile tedavi ediniz. Sadaka her türlü hastalı-ğı ve belaları defeder. Amellerini-zi ve hasenatınızı artırır. (Ramuz El-Ehadis 252/4)” buyurur. Baş-ka bir hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz, “Gamları, hem-leri sadaka ile karşılayın. O zaman Allah (c.c.) Hazretleri sizden bela-yı defeder ve şiddet anlarında siz-leri sabit, kadem kılar. (Ravi: Hz. Ebu Hureyre (r.a.))” buyurmuştur. Bu hadis-i şerifl erden anladığı-mız üzere başımıza gelen bütün musibetlerde olduğu gibi hasta-lık isabet ettiğinde de öncelik-le sadakamızı vereceğiz. Duamı-zı edeceğiz. Hastalığımızla ilgi-li sünnet olan tedavi yöntemle-rini uygulayıp icabında bir heki-me muayene olacağız.
Hastalık durumlarında izlememiz gereken yol hakkında Abdullah Murad Hocamız (k.s.), “Önce sadakanızı verin, hastalığınızın şifası için dua edin, hekime gidiyorsanız da sadakanızı verip, ‘Allah’ım benim şifamı bu hekime bildir, hayrından faydalan-dır, şerrinden muhafaza et.’ diye dua edin. Muhak-kak ki şifayı verecek olan Allah’tır. Kimi zaman tes-bihat, kimi zaman içtiğiniz bir su, kimi zaman bitki-sel karışımlar, kimi zaman kullandığınız ilaçlar sebe-biyle Allah size o şifayı ulaştırır.” buyururlar. Hoca-mız kimi zaman tesbihat, kimi zaman sünnet üze-re hastalıkların tedavisi ile ilgili tavsiyelerde bulu-nurlar.
Asıl olan sağlığı korumaktır. Hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğini bilen hakiki iman sahibi Müs-lümanlar, bu dünyadaki her şey gibi bedenimizin de bir emanet olduğunu bilirler. Rabbimizin bize emanet ettiği mal, mülk, çocuk, eş, Kur’an ve sün-neti nasıl korumakla yükümlüysek canımızı, bede-nimizi, ruhumuzu da korumak, öncelikle Allah’a (c.c.) karşı olan sorumluluğumuzdur.
Hastalık gelmeden önce sağlığımızın kıymeti-ni bilip, hastalıklara teslim olmamak için önlem-lerimizi almalıyız. Bunun için de rehberimiz her alanda olduğu gibi Rasulullah’tır (s.a.v.). Çok do-ğaldır ki bir çırpıda, birkaç satırla Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz’in sağlık-lı kalabilmek adına ümmeti için dile getirdiği tav-
siyelerin hepsini sayamayız. Çünkü yapmış oldu-ğu her iş, bütün sünnetleri insan sağlığı açısından gerekli pratiklikler içermekte. Tuvalet adabından tutun da, misvak kullanmasına, sofraya oturma-sından, yemesine, içmesine, yürüyüp, istirahat et-mesine, yatıp uzanmasına, kadar Allah Rasulü’nün bütün davranışları sağlıklı bir hayat için olması ge-reken her şeyi barındırıyor. Rasulullah (s.a.v.) bize sadece ibadetlerimizi nasıl yapacağımızı değil, nasıl yaşayacağımızı öğretmiştir.
Allah Zül Celal Hazretleri Ahzab ismiyle şöh-retlenmiş sure-i celilenin 21. ayetinde, “Andol-sun ki Allah’ı(n rızasını) ve ahiret gününü(n saade-tini) umanlar ve Allah’ı çokça ananlar için Allah’ın Rasulü’nde sizin için pek güzel bir örnek vardır.” bu-yurmuştur.
Haşr diye meşhur surenin 7. ayet-i kerimesinde de, “O Rasul size neyi verdiyse onu alın, size neyi ya-sak ettiyse ondan da vazgeçin. Allah’a saygılı olup emirlerine uygun yaşayın, aykırı davranmaktan sa-kının, çünkü Allah’ın azabı çetindir.” buyuruyor.
Bu emirler ve yasaklar doğrultusunda yaşadığı-mızda ise bize hem dünya hem ahiret saadeti var. Rabbim Kur’an ve sünnet üzere kendi rızası doğ-rultusunda bir hayat sürmeyi, her nefesi ve son nefesi iman ile alıp vermeyi nasip etsin, âmin.
Hastalık gelmeden sağlığın kıymetini bilmek, sağlıklı bir ömür sürmek temennisiyle... Allah’a emanet olalım...
SIDDIK-I EKBERSIDDIK-I EKBER
36 • Bizbiriz Dergisi
HZ. EBUBEKİR(RADIYALLAHU ANH)
Safa AK Fil vak’asından üç yıl sonra
doğan, kendisinden ikive ya üç yaş
büyük olan Rasulullah’ın(s.a.v)(s.a.v)
sadık dostu Aşere-i mübeşşereden
(Habib-i Kibriya Muhammed
Mustafa(s.a.v) tarafından daha
hayatta iken cennetle müjdelenen
on sahâbî), Hulefâ-yi Raşidîn’nin
birincisi olan Hz. Ebû Bekir’in tam
künyesi Abdullah b. Ebî Kuhâfe
Osman b. Âmir el-Kureşî et-Teymi
dir. Annesi Ümmü’l-Hayr Selma
bint Sahr, Mekke döneminde
İslâmiyeti kabul etti. Babası Ebû
Kuhâfe Mekke fethinden hemen
sonra Müslüman oldu. Anne ve
babasının mensup olduğu Teym
kabilesi’nin soyu Mürre b. Kâ’b’da
Rasulullah(s.a.v)’ın nesebiyle
birleşir. Hz. Ebû Bekir’in çocukluğu,
gençliği ve müslüman olmadan
önceki hayatı hakkında kaynaklarda
fazla bilgi bulunmamaktadır.
Hz. Ebû Bekir’in elbise ve kumaş
ticaretiyle meşgul olduğu,
İslâmiyet’i kabul ettiği sırada
40.000 dirhem kadar sermayesi
bulunduğu, ticaret kervanlarıyla
Suriye ve Yemen’e seyahat ettiği
bilinmektedir. Rasulullah(s.a.v)’ın
yirmi beş yaşlarında iken katıldığı
Suriye ticaret kervanında
Güneş, peygamberler hariç,
Ebû Bekir’den daha faziletli bir insan
üzerine doğup batmamıştır.”
(Kenzul-Ummâl, 10/543; es-Savâik, 249; Suyuti, Tarihul-Hulefâ, 42)
Bizbiriz Dergisi • 37
onun da bulunduğu rivayet edilir.Hz.
Ebû Bekir(r.a.)’in nasıl Müslüman olduğu
hususunda da kaynaklarda pek az bilgi
bulunmaktadır. Genellikle Hz. Muhammed’in
Allah’ın Rasulu(s.a.v) olduğunu haber alınca
yanına gittiği ve kendisiyle görüştükten
sonra İslâmiyet’i kabul ettiğine inanılır.
Rasulullah(s.a.v)’ın onun üstünlüğünden
söz ederken kendisini herkesin yalanladığı
bir sırada Hz. Ebû Bekir’in inandığını ve
İslâmiyet için her şeyini feda ettiğini
söylemesi onun ilk Müslümanlardan
olduğunu göstermektedir. Kaynaklarda,
Suriye’ye yaptığı seyahatlerde rahip Bahîrâ,
rahip Nestûrâ ve Yemen’deki Ezdli bilginle
görüştüğüne ve yine Suriye’de gördüğü bir
rüya üzerine Rasulullah’ın(s.a.v) risâletine
hemen iman etmeye hazır hale geldiğine
dair menkıbeyi rivayetler bulunmaktadır.
Hz. Ebu Bekir(r.a.) Kureyş’in ileri
gelenlerindendi. Bu sayede birçok kimse
onun vasıtası ile Müslüman olmuştu. Bunların
başında Aşere-i mübeşşereden Hz. Osman
Radîyallahu ahn gelmektedir. Ayrıca Hz.
Ebu Bekir (r.a.) tüm servetini İslam yolunda
harcamıştır Mekkeli müşriklerin İslam’ı kabul
eden kölelerine işkence ettiği dönemde Hz.
Ebu Bekir (r.a.)çok büyük bedeller ödeyerek
Müslüman köleleri almış ve onları azat etmiştir.
Kurtardığı bu sahabîler arasında Bilâl-î
Habeşî ve annesi Hamâme bulunmaktadır.
Hz. Ebu Bekir(r.a.)’in bu fedakârlığından
dolayı Leyl suresinin 6. 7. ve 8. Ayetlerinin
nazil olduğu düşünülür: ( Kim malından
verir ve korursa, en güzeli tasdik ederse, biz
de ona kolay olması için başarı vereceğiz.)
Müslümanlar Medine’ye hicret etmeye
başlayınca Hz. Ebû Bekir de hicret için
Rasulullah(s.a.v)’ dan izin istedi. Resûlullah
ona acele etmemesini, Allah’ın kendisine
bir arkadaş bulacağını söyleyince
Rasulullah(s.a.v) ile birlikte hicret etme
şerefine nail olacağını anlayarak hazırlık
yapmaya başladı. Bu konuşmadan dört ay
sonra Rasûl-i Ekrem Kureyşliler kendisini
öldürmeye karar verince Hz. Ebû Bekir’ in
evine gelerek Medine’ye hicret edeceklerini
söyledi. O gece müşrikler tarafından evi
kuşatılan Rasulullah(s.a.v) yatağına Hz.
Ali’yi yatırarak Hz. Ebû Bekir ile birlikte Sevr
mağarasına doğru hareket ettiler. Rasûl-i
Ekrem, kendilerini takip eden müşriklerin
mağaranın ağzına kadar gelmesi üzerine
korkuya kapılan Hz. Ebû Bekir’i teselli ederek
onların kendilerine zarar veremeyeceğini
söyledi. Daha sonra nazil olan ve Hz. Ebû
Bekir’in bu üzüntüsünü dile getiren âyet-i
kerîmede Resül-i Ekrem’in onu, “Üzülme, Allah
bizimledir” diye teselli ettiği belirtilmektedir.
Hz. Ebû Bekir bu özel durumu sebebiyle Türk
ve İran edebiyatlarında “ yâr-ı gâr ” (mağara
dostu, can yoldaşı) ifadesiyle anılmıştır.
Mekke döneminde Rasulullah(s.a.v) onunla
Hz. Ömer arasında kardeşlik bağı kurmuştu.
Medine’de ise evinde misafir olduğu Hârice
b. Zeyd ile arasında kardeşlik bağı kuruldu.
Hârice b. Zeyd’in, servetini kendisiyle
paylaşma teklifini kabul etmeyip hicret
ederken yanına aldığı paradan artakalan 5000
dirhemle Medine’de ticarete başladı. Fakat
şehrin havası sağlığına iyi gelmedi ve sıtmaya
tutuldu, oğlu Abdullah’a mektup yazarak
Mekke’de kalan ailesi ni Medine’ye getirmesini
istedi. Abdul lah da kız kardeşleri Esma ve Âişe
ile annesi Ümmü Rûmân, Rasulullah(s.a.v)’
ın hanımı Şevde ile kızları Fâtıma ve Ümmü
Gülsüm ile birlikte Medine’ye hicret etti.
Hz. Ebu Bekir(r.a.) Hicretten sonra
Rasulullah(s.a.v)’ın mescid yapılması
için uygun gördüğü arsayı alarak İslam’ın
38 • Bizbiriz Dergisi
hizmetine sundu. Mekke döneminde olduğu
gibi Medine döneminde de zorunlu olmadıkça
Peygamber‘in yanından hiç ayrılmadı. Resûl-i
Ekrem Bedir Savaşın’da karar vermeden önce
onunla istişare etti; Hz. Ebû Bekir, Rasûlullah
için kurulan kumandanlık karargâhında
onun yanında yerini aldı. Müşriklerin safında
bulunan oğlu Abdurrahman ile savaşmasına
Rasulullah(s.a.v) izin vermedi. Hz. Ebû
Bekir. Uhud’da savaş müslümanlar aleyhine
gelişme gösterdiği andan itibaren vücudunu
Resûlullah’a siper eden ve yanından hiç
ayrılmayan birkaç sahâbîden biridir. Hicretten
sonra 7. Yılda Rasulullah(s.a.v) Benî Kilâb ve
Benî Fezâre üzerine gönderilen askeri birliğe
Hz. Ebu Bekir(r.a.)’i kumandan olarak gönderdi.
Hz. Ebu Bekir(r.a.) bu kabileleri dize getirdi.
Mekke’nin fethinden sonra Hz.
Ebu Bekir(r.a.) babasını doğrudan
Rasulullah(s.a.v)’ın huzuruna getirdi ve
babası Ebû Kuhâfe burada Müslüman oldu.
Böylece sağlığında annesi, babası ve bütün
çocukları müslüman olan yegâne sahâbî
oldu. Hz. Ebû Bekir Huneyn Gazvesi ve Tâif
Muhasarası’na da katıldı. Tebük Gazvesi’nde
Rasûlullah’ın kendisine verdiği en büyük
sancağı taşıdı. (Gazve; Rasûlullah efendimizin
direk idare ettiği savaşlara denir.) Hicretin 9.
yılında Rasûlullah kendisi hacca gitmediği
için Hz. Ebu Bekir(r.a.)’i 300 sahabinin
başına Emr-i Hac tayin etti. Bir sonraki yıl
Rasûlullah ile birlikte Veda haccına katıldı.
Rasûlullah’ın bir konuşmasından
sonra Rasûlullah’ın öleceğini anlayan Hz.
EbuBekir(r.a.) ağlamaya başladı bunun
üzerine Rasûlullah onun susmasını isteyip
Hz. Ebu Bekir(r.a.)’in kapısı dışında mescidin
bütün kapatılmasını emretti, Bunun
sebebini açıklarken de “İslâmiyet’e ondan
daha faydalı kimseyi tanımadığını, insanlar
arasında bir dost edinecek olsa onu tercih
edeceğini” söyledi. Ayrıca Rasûlullah
namaza çıkamayacak kadar hastalanınca
namazı Hz. EbuBekir(r.a.)’in kıldırmasını
istedi. Rasûlullah’ ın hastalığı süresince
namaz kıldırma görevi Rasulullah(s.a.v)
tarafından Hz. EbuBekir(r.a.)’e verildi.
Rasûl-i Ekrem(s.a.v) pazartesi günü kendini
iyi hissederek sabah namazı için mescide
gitti ve namaz kıldırmakta olan Hz.Ebû
Bekir’in yanında namaza durdu. Rasûlullah ‘ın
iyileşmesine bütün sahibiler gibi çok sevinen
Hz. Ebû Bekir namazdan sonra Rasûlullah’ ı
ziyaret ederek bir süreden beri uğramadığı
evine gitmek üzere izin aldı. Birkaç saat sonra
Rasûlullah’ın vefat ettiğini öğrendi. Onun
hücre-i saadetine girerek yüzünü açtı, alnını
öptü ve daha sonra mescide geçti. Başta Hz.
Ömer olmak üzere şaşkınlık içinde bulunan
ve Rasûlullah’ın vefatına inanmak istemeyen
sahabeleri ikna eden meşhur konuşmasını
yaptı. ‘’Kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin
ki Muhammed ölmüştür. Kim Allah’a
tapıyorsa bilsin ki, Allah daim ve bakidir’’.
Bundan sonrada şu iki ayeti okumuştur
“Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan
önce birçok peygamber gelip geçmiştir.
Şimdi o ölür veya öldürülürse, siz ardınıza
dönüverecek misiniz? Kim ardına dönerse,
elbette Allah’a hiçbir şeyle zarar verecek değil;
fakat şükredip sabredenlere, Allah muhakkak
mükâfat verecektir’’(Al-i imran 144.) “(Ey
‘’Kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki Muhammed ölmüştür. Kim Allah’a tapıyorsa bilsin ki, Allah daim ve bakidir’’
Bizbiriz Dergisi • 39
Rasûlüm!) Elbette sen de öleceksin, onlar da
ölecekler!” (zumer 30.) böylece sahabeler
şaşkınlıktan kurtulup kendilerini toparladılar.
Halifelik Dönemi ve VefatıHz. Ebû Bekir, ensar ve muhacirlerden
birer emîr seçilmesini isteyen sahâbîlere bu
görüşün doğru olmadığı nı, İslâm birliğini
sağlamak için tek lider etrafında toplanmak
gerektiğini söyledi. Aday olarak da Hz.
Ömer’le Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ı gösterdi. Fakat
sahâbîler onun halife olmasını uygun görerek
Mescid-i Nebevî’de kendisine biat ettiler.
Hz. Ebû Bekir, takip edeceği siyasetin genel
esaslarını ortaya koyan meşhur hutbesinde
müslümanların en iyisi olmadığı halde
onlara başkan seçildiğini ifade ederek doğru
hareket ederse kendisine yardım etmelerini,
yanlış davranırsa doğrultmalarını, Allah’a ve
Rasulü’ne itaat ettiği müddetçe Müslümanların
kendisine itaat etmelerini istedi.
Hz. EbuBekir(r.a.) ilk olarak Rasûlullah’ın
Mûte Savaşın’da şehit olanların intikamını
almak için hazırladığı orduyu sefere çıkardı.
Bazı sahabilerin itirazına karşın Rasûlullah’ın
hayatta iken bu emri verdiğini söyleyerek
onları ikna etti. Rasûlullah’ın(s.a.v) vefatı
bazı yalancı ve münafıklara cesaret vermişti,
bundan dolayı peygamber olduklarını
iddia eden yalancılar ve zekât vermeyi
reddeden gruplar nüfuz kazanmaya başladı.
Bunları engellemek isteyen Halife Hz.
EbuBekir(r.a.) 100 kişilik süvari ordusunun
başına geçerek asileri ağır mağlubiyetlere
uğrattı. Daha sonra sahabilerin isteği üzerini
Hz.EbuBekir(r.a.) İslam ordusu komutanlığını
Hâlid b. Velîd’e bıraktı. Yemâme savaşından
beş yüz kadar hafız sahabînin topluca şehit
edilmesi, başta Hz. Ömer olmak üzere bazı
sahabîleri Kur’an’ın yok olması endişesine
sevketti. Çünkü Kur’an tedvîn (bir araya
getirme) edilerek henüz Mushaf haline
getirilmemişti. Hz.Ebû Bekir bir komisyona,
sahabenin elindeki yazılı metinleri toplama,
kontrol etme ve tedvîn etme görevini verdi.
Hz. Ebû Bekir, İslâm dinini tebliğ
etme konusunda Rasûlullah’ ın başlattığı
stratejiyi devam ettirerek Sâsânîler’in
elinde bulunan Fırat’ın aşağı taraflarındaki
bölgelere ordu göndermeye karar verdi.
Sâsânîler’le yapılan savaşta başkumandan
Hâlid b. Velîd Basra körfezindeki önemli
yerleşim merkezlerini fethetti. Daha sonra
aldığı bir emirle Suriye cephesine geçti.
Müslümanların Bizans İmparatorluğu ile
askerî mücadelesi Rasûlullah’ın zamanında
yapılan Mûte Savaşı’yla başlamış, Tebük
seferiyle devam etmişti. . Hz. Ebü Bekir 633
yılı sonbaharında her biri 3.000 kişilik üç
ayrı orduyu Bizans’a karşı yolladı Filistin’deki
Kaysâriye ve Gazze şehirleri fethedildi. Bu
sırada halifeden emir alan Hâlid b. Velîd
Şam şehri yakınlarına ulaşıp Merc Filistin’in
kapıları Müslümanlara açılmış oldu. Hz. Ebû
Bekir, yaptığı Ecnâdeyn Savaşı’nın neticesini
öğrendikten sonra 22 Cemâziyelâhir
tarihinde altmış üç yaşında vefat etti.
Hz. EbuBekir’den(r.a.) özellikle edebi
kaynaklarda farklı lakaplar kullanılarak
bahsedilmiştir. Bunlar annesi tarafından
güzel soylu iyi huylu anlamına gelen Atik,
Rasûlullah ile mağarada kalmasından ve
orada ki dostluğundan dolayı mağara dostu
anlamında Yâr-ı Gâr ve en meşhur olan bizzat
Rasûlullah tarafından verilmiş Sıddık’tır.
Hz. EbuBekir(r.a.) es-Sıddık Radıyallahu
anh’ın Aşere-i Mübeşşere’nin en faziletlesi
olduğunu söyleyen bir Yunus beyti ile bitirelim;
Ömer ü’ Osman’ Ali Mustafa yârenleri
Bu dördünün ulusu Ebu Bekr-i Sıddîk’dur
Yararlanılan kaynaklar
Türkiye Diyanet vakfı İslam Ansiklopedisi
Murat Ak ‘Klasik Türk Şiirinde Aşere-i Mübeşşere
Aybil Yayınları
40 • Bizbiriz Dergisi
sla haksızlığa tahammül edemezdi. Yaşı ufak olmasına rağmen herkes tarafından sevilirdi Haydar. Arkadaşları her zaman
onunla birlikte olmak isterdi. Ailesinden aldığı ter-biye ve din eğitimi, onu diğer çocuklardan daha farklı ve olgun kılıyordu.
Kolay kolay sinirlenmezdi. Onu tek sinirlendi-ren mazlumun ezilip, itilip kakılması ve haksız-lık yapılması idi. Babası dış ülkeleri gezerek tica-ret yaptığı için sürekli farklı ülkelerde geçmişti hayatı. Bu konargöçerlik babası Abdullah Bey’in 1948 yılında ilk İsrail-Filistin savaşı başlangıcında Gazze’de bir İsrail askeri tarafından öldürülmesi ile sona erdi.
Bu arada 21 yaşına gelen Haydar, bir müddet arasa da babasını öldüren askerin izini bulamadı. Babasından kalan para ile uzun zamandır kaldığı ve alıştığı Gazze’de kendisine bir bakkal dükkanı açan Haydar hem babasının acısını yaşıyor hem de efendiliği ve dürüstlüğü ile Gazzelilerin gönlü-nü fethediyordu.
İyice Filistinli Müslümanlara eziyeti artıran Ya-hudiler İsrail devletini kurmuştu. Ve halk artık sa-dece bu katliamları konuşuyordu. Yine bir gün Haydar öğle namazını kılmış bakkal dükkânında Kur’an-ı Kerim’i okurken çok sevdiği Yasir Amca dükkâna girdi. Haydar’ın Kur’an okuduğunu gö-ren Yasir Amca selamını vermeyip bekledi. Ayet-i kerimeyi bitirip Kur’an-ı Kerim’i kapatan Haydar her zaman ki güler yüzü ile:
-”Buyur Yasir Amca hoş geldin.” Dedi.-”Selamun Aleyküm, hoş bulduk Haydarım.
Olanları duydun mu?” dedi, direk Yasir Amca.Haydar:-”Aleykümselam hayrola inşallah Yasir Amca ne
oldu ki?” diye soran Haydar’a Yasir Amca sevinçle anlatmaya başladı:
-”Dün cani Yahudiler yine kardeşlerimizin evleri-ni basmış. Evdeki ailelere işkence ediyorlarmış. Tam
küf-f a r -l a r
Kur’an-ı Kerim’i yakacakmış ki içeri yüzü peçeli bir yiğit girmiş. Herkes Hızır’dı herhalde diyor. Bir ta-bur silahlı askeri ateş bile etmeden döverek etkisiz hale getirip silahlarını almış ve askerlere;
-‘’Bundan sonra insanlara bu şekilde işkence edip dinimize el, dil uzatanlar karşılarında beni bulur.” demiş. Kefereler elinden zor kaçmış Hayda-rım.
Bu arada gülümseyen Haydar’a Yasir Amca;-Bakıyorum da seninde pek bir hoşuna gitti
Haydarım güllerin tabak tabak oldu.Haydar;-Eee Yasir Amca, kimmiş o yiğit?Üzülerek konuşmaya devam eder Yasir Amca;-Hiç sorma Haydarım, onu kimse bilmiyor. O
mübarek kişi geldiği gibi koşarak gitmiş. Şimdi herkes onu konuşuyor. İşte Haydarım bu yüzden bu kadar neşeliyim.
-”Hay Allah razı olsun Yasir Amca beni çok mut-lu ettin.” demiş Haydar.
Yasir Amca:-”Ne demek Haydarım ama sen bakkalsın gö-
zün kulağın açık olsun o mübareğin kim olduğu-nu görür duyarsan bana haber et.” der.
-Yasir amcanın elini öpen Haydar, “İnşallah amca hemen haber ederim.” diyerek Yasir Amca’yı uğurlar. Yasir Amca gidince düşünmeye başlayan Haydar kendi kendine, “Bakalım bu işin sonu nasıl olacak.” diye söylenip Kur’an-ı Kerim’i tekrar oku-maya başlamış.
A r
1.BÖLÜM Ahmet NAVRUZ
HAYDARHAYDAR
Bizbiriz Dergisi • 41
1. Tavuklar en fazla kaç saniye uçabilir?En fazla süre uçan tavuk 13 saniye havada
kalmıştır?
2. Yarım kilo bal ne kadar bitki özü içerir?Yarım kilo bal üretebilmek için arılar; iki milyondan
fazla çiçekten bitki özü toplamak zorundadırlar.
3.Sivrisineklerden hangisi ısırır?Sadece dişi sivrisinekler ısırır.
4. Limonda çilekten daha fazla olan nedir?Bir kilo limonda, bir kilo çilekten daha fazla şeker
vardır.
5. İnsanlar 1890 tarihinde hangi sebzeyi zehirli sanıyorlardı?
İnsanlar 1890 da domatesi zehirli sanıyorlardı.
6. Hangi meyve kahveden daha fazla uyku açar?Sabahları elma kahveden daha fazla uykuyu açar.
7. Kızartmanın zararları nelerdir?Kızartma yemenin beyinde marihuana ile aynı
kimyasalın sağlanmasına neden olduğunu biliyor muydunuz.
8.Koklayınca kilo verdiren meyveler nelerdir?Muz veya elma koklamak (yemek değil sadece
?1 T kl f l k
koklamak) kilo vermemize yardımcı olur.
9.Bir insandaki toplam damar uzunluğu ne kadardır?
Bir insandaki toplam damar uzunluğu 150.000 km.dir
10. İnsanlar hakkında bilinmeyenlerGülmek için 17, kaşlarımızı çatmak için 42
kasımızın çalışması gerekir.
11.Günümüzde evliliklerin yüzde kaçı boşanmakla sona eriyor?
Günümüzde evlenenlerin % 50’si boşanıyor.
12. Hangi ilin nüfusu 131 ülkeden daha fazladır?
İstanbul’un nüfusu 131 ülkeden daha kalabalıktır.
13. Okyanusun en uzak olduğu nokta?Her hangi bir okyanusun en uzak olduğu
nokta Çin’dir.
14.Yürüyüş yapmanın yararları nelerdir?Günde 3 km ya da daha fazla bir mesafede
yapılan yürüyüş kanser ve kalp hastalıklarından ölme risklerini %50 azaltır.
15.Eskiden ilaç olarak kullanılan yiyecek türü nedir?
Ketçap eskiden ilaç olarak kullanılırdı.
16.Yunuslar nasıl uyur?Yunuslar, bir gözü açık
uyurlar.
17.350 çocuğu olan kral kimdir?
Polonya kralı Augustu’nun 350 tane çocuğu vardır.
18.Tarih boyunca yeryüzünde bulunan altının 200 kat daha fazlası okyanuslarda bulundu.
19.Yiyeceklerinin donmaması için buzdolabını kullananlar kimlerdir?
Eskimolar, yiyeceklerinin donmaması için buzdolabını kullanılar.
20.Osmanlı kavuk sırrı?Osmanlı sultanlarının ve bazı alimlerin
başlarındaki kavukların kefenlerinden oluştuğunu; sık sık ölümü hatırlayıp ona göre karar verdiklerini biliyor muydunuz.
Hazırlayan: Ahmet NAVRUZ
İLGİNÇ BİLGİLER 1
k
k
42 • Bizbiriz Dergisi
Abdülhamid Han’ ın Japonya’ya 1889 yılında robot hediye ettiğini biliyor muydunuz?İnsan biçimin de tasarlanan Alamet adındaki bu robotun ana özelliği sema edip yarım metre yürüyebilmesi. Alamet ayrıca her saat başı yaptığı sema hareketi sırasında ezan okuyabiliyor.
Araştırmacı-Yazar Oktan Keleş’in arşivinde bulunan Alamet’ in orjinal fotoğrafl arı Yıldız Sarayı yangını sırasında zarar görmüş. Ancak kalan fotoğrafl ar bile 120 yıl sonra bu ilginç olayı aydınlatmaya yetiyor.
Sultan 2. Abdülhamid Han döneminin Japon İmparatoru olan Meiji’ nin y eğeni Prens Komatsu, gemiyle İstanbul’a gelir ve yanında getirdiği çeşitli hediyeleri Sultan’a hediye eder. Sarayda misafir edilen Komatsu’ dan sonra 1889 yılında İstanbul’a özel elçiler gönderen Japon İmparatoru, ülkesinin en büyük nişanı olan Büyük Krizantem dahil pek çok hediyeyi 2. Abdülhamid Han’a takdim eder. Hediyelerle birlikte gelen mektupta İmparator, İslam dini, ilim, teknolojik gelişmeler, Osmanlı’da vakıfl ar ve hayır kurumları yapısı gibi konularda bilgi ve materyal gönderilmesini rica eder.
Alamet’in yapım süreciSultan, saat mekaniği konusunda devrin üstadı olan
Musa Dede’den daha önce hiç yapılmamış teknolojik bir saat yapmasını ister. Saat ustası Musa Dede aklına gelen ilginç fikirle alametin yapım aşamasına başlar. Bu saat semazen şeklinde olsun. Her saat başı sema edip Gong sesi çıkartsın diyen Musa Dede’nin fikrini Sultan inceler. Projeyi inceleyen Sultan, Musa Dede’den Gong yerine Alamet’ in ezan okumasını istemiş, robotun yapımından kısa bir süre önce icat edilen gramofon sayesinde ses kaydı yapılabildiğini, dolayısıyla Alamet’ in ezan okuyabileceğini belirtmiştir.
Alamet Neden Duyulmadı?Ertuğrul Firkateyni ile birlikte Japonya’ya gönderilen
Alamet, ‘’Osmanlı Nişanları, hediyelerle birlikte İmparator’a takdim edilmiştir’’ şeklinde kayıtlara düşüldüyse de zamanla Osmanlı arşivleri arasına terk edilmiş ve bir daha hatırlanmamıştır. Ertuğrul Firkateyni 450 mürettebatı ile dönüş yolunda batmıştır. Bu üzücü olay Alamet’in adının duyulmasını bugüne kadar imkânsız kılmıştırAyrıca Alamet’ in fotoğrafl arının büyük bir kısmı Yıldız Sarayı yangını sırasında hasar görmüştür.
Alamet’ in çağının çok çok üstünde olan özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
• Semazen biçiminde
• Normal bir insan boyuna yakın
• Saatli bir robot
• Her saat başı sema ediyor
• Sema sırasında kollarını açıyor
• Gümüş levhalardan yapılmış etekleri sema esnasında açılıyor
• Sema ederken ezan okuyor
• Tüm bu hareketler sırasında yarım metre ilerliyor ve eğilerek geri dönüyor
Hareket kabiliyeti Yüksek bir RobotAlamet’in yapabildiği hareketlerden olan ayakta durma, dengede kalma, yürüme ve eğilme zamanımız
teknolojisiyle bile ancak mümkündür. Alamet 1889 yılında bu hareketleri kolaylıkla gerçekleştirebiliyordu.
Robotun tamamı gümüş ve altın kaplamadan yapılmıştı. Robotun arka kısmında kurma ya mevcuttu ve yedi günde bir kuruluyordu.
2.OSMANLI’DA BİLİMİN “ALAMETİ” Faruk KUL
Bizbiriz Dergisi • 43
1921’de Kurtuluş Savaşı’nın en kritik günlerinde Sivas’ta Şeyh Si-nusi başkanlığında İslam Kongresi toplandı.
1 Şubat 1936’da Osmanlı banknotları tedavül-den kaldırıldı.
1919’da İttihat ve Terakki Fırkası kapatılarak mallarına el kondu.
1917’de Sadrazam Mehmet Sait Halim Paşa, V. Sultan Mehmet Reşat Han’a istifasını vermişti. Sait Halim Paşa, İttihat ve Terakki
Partisi’nin bir üyesi idi. Türkiye I. Cihan Savaşı içindeydi. Devleti fi ilen Enver Paşa ile Dâhiliye
Nazırı Talat Paşa idare ediyordu. Sivil işlerde gerçek iktidar, İttihat ve Terakki Partisi Genel Başkanı Talat Paşa’nın elinde idi. Nitekim Sait Halim Paşa’nın yerine o sadrazam oldu. Talat Paşa’nın, savaşın Türkiye için kaybedilmesi ile bitecek olan sadareti başlamıştı.
1919’da Balkanlardaki müttefi k Fransız-Sırp-Yunan-İngiliz kuv-vetleri Başkumandanı Fransız Mareşali Franchet d. Espe-
rey, büyük bir velveleyle İstanbul’a girmişti. Fransız Mareşali, Mondros Mütarekesi şartlarına aykırı bir şekilde Türkiye’nin taht şehrine giriyordu. Beyaz bir ata binmişti. Eski Roma imparatorlarının yaptırdığı gibi atının dizginlerini kendisi değil, iki asker tutuy-ordu. İstanbul’daki Rum, Ermen, hatta Yahudi
1Şubat
2 Şubat
TARİHTE ŞUBAT AYI OLAYLARI
3 Şubat
Hazırlayan: Kadir Aydın
8 Şubat
44 • Bizbiriz Dergisi
14 Şubat
12 Şubat
13 Şubat
azınlıklar Mareşali alkışlıyor, Türklere küfür edi-yor, büyük tezahüratta bulunuyorlardı. Bu anlar, Türklerin 22 yüzyıllık tarihleri boyunca yaşadıkları en felaketli dakikaları teşkil etmektedir. 8 Şubat 1266’da İlhanlılar Devleti’nin kurucusu büyük Moğol hükümdarı Hülagü Han ölmüştür. Cengiz Han’ın torunu olan Hülagü Bağdat’ı zapt ederek Abbasi saltanatına son vermiş, daha sonra Suriye’yi alarak Mısır’a yürümüş, fakat orada Türk Hükümdarı Baybars’a mağlup olmuştur. Devrinde uygarlık eserleri meydana getirmiş olan Hülagü kan dökücü hükümdarlardandır.
1934’te Balkan Antantı imzalanmıştır. Türkiye, Yugo-slavya, Yunanistan ve Romanya’nın aralarında Balkanlarda kendi
hudutlarının güvenliğini karşılıklı olarak tekef-fül etmek için imzaladıkları bu antlaşmaya Bul-garistan girmemiştir. Olaylar ve Almanya’nın Türkiye’den gayrı diğer Balkan devletlerini istilası karşısında Milletler Cemiyeti’nin ve büyük dev-letler topluluğunun çaresiz durumda kalması bu güzel girişimi baltalamış ve tarihe karışmıştır. 9 Şubat 1621’de İstanbul Boğazı donmuştu. Bu, tarihte ancak birkaç defa vuku bulmuş çok nadir bir doğa olayıdır. İstanbul ile Üsküdar arasında yaya gidip gelen İstanbullular olmuştur. Bir şair Yol oldu Üsküdar’a 1030’da Akdeniz dondu” mısraını tarih düşürmüştür. 9 Şubat 1441’de büyük Türk şairi, Edibi ve dilcisi Ali Şir Nevai doğmuştur. Timur ailesine men-sup asil bir Türk ailesinin çocuğudur. Herat’ ta doğmuştur. Medrese arkadaşı Hüseyin Baykara Herat hükümdarı olunca onu yanına çağırmış ve vezir yapmıştır. Ali Şir Nevai, Horosan’ ı Doğu’nun en büyük sanat merkezi haline getirmiştir. Eserl-erini Türkçe yazarak Türk diline büyük hizmetleri dokunmuştur. Manzum hikâyeleri ve divanı da vardır. Bütün eserleri Türk Dil Kurumu tarafından bugünkü Türk kültürüne toplu halde yeniden kazandırılmıştır.
10 Şubat 1918’de Osmanlı tarihinin en büyük hükümdarlarından Sultan II. Abdülhamit Han ölmüştür. II. Ab-dülhamit, 1909’da tahttan indirildik-
ten sonra Selanik’e gönderilmiş, Balkan Savaşı’nın başında da Beylerbeyi Sarayı’na nakledilmiştir. Oradaki dairesinde zevcelerinden Müşfi ka IV. Kadın efendi ile sakin bir hayat yaşıyordu. 76 yaşında idi. Ondan birkaç ay sonra da tahtta bulunan kardeşi V. Sultan Mehmet Reşat öldü. Yerine küçük kardeşi VI. Sultan Mehmet Vahdet-tin padişah oldu.
1821’de Mora’nın Patras şehrinde Yunanlılar ayaklanmışlardı. Bu, büyük Yunan isyanının başlangıcı oldu. Rusya, İngiltere ve Fransa’nın
asi Yunanlıları desteklemesi üzerine, uzun yıllar süren mücadelelerden sonra Türkiye Yunanistan’a bağımsızlık vermek zorunda kaldı. O zamanki Yu-nanistan, sadece Mora, Attika, Ağrıboz ve Kiklat adalarından ibaretti.
1878’de Sultan İkinci Abdülhamit Osmanlı Meclis-i Mebusanını kapatmıştı. 1483’te Babür Şah doğmuştu. Hindistan’da muazzam Türk-Moğol İmparatorluğunu kuran Babür, Timurlenk’ in torunlarındandır. Delhi
sultanının 100 bin er ve bin fi lden oluşan ordu-sunu 12 bin süvarisiyle yenmesinde Osmanlı Türklerinin idaresindeki topçu bataryaları en büyük etken olmuştur. 12 yaşında babasının ölü-mü üzerine Fergana’da tahta çıkmış, 35 yıl saltan-atta kalmış, dağılmaya yüz tutan imparatorluğu tekrar kurmuş ve canlandırmıştır. İyi bir şair, kuvvetli bir hattat ve nesirci olan Babür, muhte-lif eserler de kaleme almıştır. Çağatay lehçesi edebiyatının 16. yüzyıl temsilcisidir. Vekayi” adını taşıyan ünlü anıları birkaç cilt halinde Türkçe de basılmıştır. Ayrıca bu anıları İngilizce, Fransızca ve Almanca başta olmak üzere birçok yabancı dile de çevrilerek yayınlanmıştır.
10 Şubat
9 Şubat
Bizbiriz Dergisi • 45
1517’de Yavuz Sultan Selim Han Türk ordularının başında büyük törenle Kahire’ye girmiştir. Az önce Ridaniye Meydan Savaşı’nı kazanan Türk
orduları, yeryüzünün Türkiye ve İran’dan sonra 3. büyük devleti olan Mısır-Suriye Türk-Memluk İmparatorluğuna son vermiş ve Mısır ile ona bağlı olan ülkeleri Türkiye’ye katmıştır.
1855’de Serdar-ı Ekrem (başkomutan) Ömer Paşa, Kırım’da Gözleve zaferini kazanmıştı. Ömer Paşa 4 saat içinde 26 bin asker ve 80
toptan oluşan Rus ordusunu büyük bir bozguna uğratmıştır.
1925’te önemli Türk tarihçilerinden Abdurrahman Şeref Efendi ölmüştü. Mekteb-i Mülkiye’de ve Galatasaray Sultanisi’nde hocalıklarda bulunan,
aynı zamanda devletin resmi vakanüvisi (tari-hçisi) olarak hizmet görmüştü. Ayan azalığında ve Maarif Nazırlığı’n da da bulunmuştur. Okullar için yazdığı kitaplar tertip ve ifade bakımından örnek eserlerdir. Türk ve Osmanlı tarihine dair eserleriyle ve yetiştirdiği öğrencileri ile ülkemiz kültürüne büyük hizmetleri dokunmuştur. 18 Şubat 1536’da Fransa’ya kapitülasyon” denilen ilk ticari imtiyazlar verilmiştir. Türkiye, Almanya-İspanya tarafından yutulmasına engel olmak için, Fransa’yı bütün gücüyle destekliyor, her türlü askeri, bahri ve mali yardım yapıyordu. Sonradan bu kapitülasyonlar tek tarafl ı lütuf eseri olmalarına rağmen, Avrupa devletleri tarafından, Türkiye’nin başına bela olacak şekilde istismar edilmiştir. 19. yüzyıl sonlarında emperyalizmin zirvesinde bulunan büyük Avrupa devletleri, Türkiye’den başka Çin, Japonya, Brezilya gibi eski imparatorluklara da kapitülasyonlar” denen tek tarafl ı görüşlerini dayatmışlardır.
1793’te III. Sultan Selim Nizam-ı Ce-did” denen yenileşme ve batılaşma hareketini fi ilen başlatmıştır. Nizam-ı Cedid, Türkiye’nin yenileşme
ve batılaşma hareketleri tarihin en önemli
adımlarından birini teşkil eder. 24 Şubat 1495’te Fatih Sultan Mehmet’in oğlu ve II. Bayezid’in küçük kardeşi Şehzade Cem ölmüştü. Sultan Cem acıklı sergüzeşti ve güzel şiirleri ile tarihimizde pek ünlü olmuş bir simadır. Babası Fatih’in ölümünden sonra Bayezid tahta geçmiştir. Fakat Cem, kardeşinin liyakatsizliğini ileri sürerek ona karşı bir müc-adele açmış, her defasında yenilmiştir. Nihayet Rodos Şövalyelerine sığınmış sonra papanın eline düşmüştür. Orada, ölümüne kadar Bayezid’e karşı papanın elinde bir silah olarak kalmıştır. 24 Şubat 1918’de güzel ve kahraman Trabzon şehrimiz I. Dünya Savaşı’nda işgali altına düştüğü Ruslardan kurtarılmıştır.
1914’te ilk havacılarımızdan Fethi ve Sadık Beyler şehit düşmüşlerdi.
1856’da Osmanlı İmparatorluğu’nda Islahat Fermanı ilan edilmişti.
1924’te Halife II. Abdülmecit Efendi İstanbul’da sonuncu Cuma selamlığına çıkmıştı. 3 gün sonra halifelik kaldırılmış ve bütün
Osmanlı ailesi Türkiye dışına çıkarılmıştır. Abdül-mecit Efendi, son halife olup TBMM tarafından seçilmişti. Halifeliğin kaldırılmasıyla da ülke dışına çıkarılmış ve 1945’te Paris’te vefat etmişti.
Kaynak : Tarih portalı
15 Şubat
17 Şubat
18 Şubat
24 Şubat
27 Şubat
28 Şubat
29 Şubat
46 • Bizbiriz Dergisi
ünümüz dünyasında otomobillerin çok fazla yaygınlaşması ile birlikte dünya ge-nelinde fosil yakıtların ( benzin, mazot vs.) kullanımı giderek artmıştır. Bu kul-
lanımın artmasıyla parelel olarak fosil yakıtlar daha değerli hale gelmiştir. Öyle ki fosil yakıtlar dünya-da savaş sebepleri arasında sayılmaktadır. Stratejik açıdan bu kadar değerli bir yakıtın ekonomik kulla-nılması hem bireysel olarak hem toplumsal olarak bizim faydamıza olacaktır. Bu yakıtların daha eko-nomik kullanımı milli ekonomiye de katkı sağlaya-caktır.
Bizler için otomobiller de yakıt tasarrufuna dair püf noktalarını derledik.
1. Aracı boş viteste kullanma
Ülkemizde sürücülerin sıkça yaptığı hatalardan birisi de araç yokuş aşağı giderken vitesi boşa al-maktır. Bu şekilde daha az yakıt tüketileceği düşü-nülür. Özellikle aracı viteste bırakıp kendi gidişine bıraktığımız zaman yakıt pompası motora yakıt akı-şını durdurur. Fakat vitesin bu durumda boşa alınıl-masıyla motora az miktarda da olsa yakıt gönderi-lir. Bu nedenle yakıt tüketime çok büyük bir faydası olmaz. Ayrıca sürüş esnasında vitesin boşa alınması sürüş güvenliğini tehlikeye atan bir durumdur. Ara-
cın sürüş reaksiyonları gecikir, fren mesafesi uzar, aracın kontrolden çıkmasına sebep olabilir.
Devamlı vitesin boşa alınarak kullanımı aracın yürüyen aksamında önemli deformasyonlara se-bep olur. Böyle durumlarda vitesi boşa almaktan zi-yade uygun vites de herhangi bir ayak pedalı kul-lanmadan seyretmek yakıt tasarrufu sağlayacaktır.
2. Araç Rölanti de ne kadar yakıt sarf eder?
Otomobiller yavaşlatılmış çalışma esnasın-da motorun hacmi ve gücüne göre yakıt harcar-lar. Bekleme süresine göre sarfiyat artar veya aza-lır. Özellikle yoğun trafikte 1-1,5 bucuk dakikadan daha fazla bekleyeceğimize inanıyorsak kontak ka-patmak daha tasarrufl udur.
3. Aracı yüksek devirde kullanmak
Aracın yüksek devirde kullanılması yakıt tüke-timini olumsuz yönde etkiler. Yüksek devir demek yüksek güç demektir. Araçtan istediğiniz güç mik-tarına göre o oranda araç yakıt sarfiyatı yapacaktır. Bu bağlamda hangi tip araç kullanıldığı motor hac-mi, motor teknik verileri çok önemlidir. 1.4 l bir ara-cın 2500 d/dk da çalışması ile 2.5l bir aracın 2500 d/dk da çalışması aynı yakıt miktarıyla gerçekleşmez. Genel bir ifadeyle 2500 d/dk üzerine çıkılan her de-vir yakıt tasarrufunu olumsuz etkiler. İdeal yakıt tü-
G
OTOMOBİLLERDE OTOMOBİLLERDE YAKIT YAKIT TASARRUFTASARRUFU
Faruk KUL
DEVİR:TASARRUF DEVRİ
Bizbiriz Dergisi • 47
ketimi için 2000-2500 d/dk ara-sında kullanım sürücünün ge-nel kullanım karakteri olmalıdır.
4. Ani Fren-Gaz hareket-leri
Ani fren ve gaz hareketle-ri yakıt tüketimini önemli ölçü-de etkiler. Ani hızlanma da üre-teceğiniz gücü ani frenle ile kay-bedersiniz. Sürekli bu şekilde bir sürüş hem motorunuzun ge-reksiz yere yıpranmasını ve ya-kıt tüketiminde önemli bir artışı beraberinde getirecektir.
5. Aracın deposunu her zaman dolu tutmak
Aracın deposunu her zaman dolu tutmak yakıt tasarrufunu olumlu etkiler. Bunun birkaç se-
bebi vardır.
Bunlardan birisi depoda ger-çekleşecek buharlaşmadır. De-poda ne kadar az benzin veya mazot bulunursa buharlaşma etkisi o kadar çok olacaktır.
Bir diğeri benzin depo ka-paklarının tam kapalı olmama-sıdır. Tam kapalı olmaması du-rumda dışarıya benzin sızma ih-timali vardır. Ayrıca tam kapalı olmama durumunda depo içe-risine sıcaklık girişi olacak bu da buharlaşma miktarını artıracak-tır. Yakıt tasarrufu da olumsuz yönde etkilenecektir.
Aracı sürekli boş depoya ya-kın konumda kullanılması ara-cın yakıt aktarım elemanlarına zarar verebilir. Diğer arızaları-
na sebep olabilir ayrıca buhar-laşmadan kaynaklı yakıt sarfi-yatı artacaktır. Bu nedenle dolu depoyla seyahat etmek daha avantajlı olacaktır.
6. Arızalı Parça
Aracın yakıt sisteminde ba-kımsız parçalar enjektör, yakıt pompası yakıt hortumları, kar-büratör ve yakıt filtreleri ara-cın daha fazla yakıt kullanması-na sebep olacaktır. Araçların bu parçalarının periyodik bakımına dikkat edilmelidir.
7. Açık cam ve sunroofl a seyahat etme
Camlar açık seyahat etmek, özellikle şehir dışı uzun seya-hatler de sarfiyatı 2-3 lt ye kadar arttırır. Camlar açılmasıyla ara-cın sürüş dengesi bozulur. Ara-ca etkiyen rüzgâr gücü artar. Bu da daha fazla güç gerektirir ve yakıt sarfiyatı artar.
8. Kaliteli Motor Yağı kul-lanma
Araçta kullanacağınız motor yağları ile motor elemanların-daki sürtünmeleri ve buna bağ-lı kayıpları minimuma indirebi-lirsiniz. Kullanacağınız yağın ka-litesi artıkça sürtünmeye bağ-lı aşınma azalır. Hararet sorunla-rı azalır. Buna bağlı olarak yakıt sarfiyatı azalır.
9. Klima Kullanmak
Araçlarımızda kullandığımız klimalar motor tahrikli olduğu için klima kullanımı da paralel olarak motorda güç üretimine
nlyda
kpbcnpd
s
öha
48 • Bizbiriz Dergisi
sebep olacaktır. Klimanın daha fazla kullanılması demek yakıt sarfiyatının artması demektir.
10. Lastik Seçimi
Lastikler aracın yol ile bağ-lantısı sağlayan önemli eleman-lardır. Bu öneme binaen lastik seçimi de bir o kadar önemlidir. Lastik basınç değerlerinin aracı-nız kullanım kılavuzundaki de-ğerlerde olmasına dikkat edil-mesi gerekir. Basıncı düşük olan lastik yol ile daha fazla sürtün-meye sebep olarak yakıt sarfi-yatını artırır. Lastiklerin aşınma-sına dikkat edilmesi ve değiştir-me periyoduna bağlı kalınmalı-dır.
11. Modifiyeli Araçlarda Yakıt Tasarrufu
Otomobil üreticileri ürettik-leri araçların motorlarını ideal değerlere göre tasarlarlar ve bu motorlar için en ideal yakıt ora-nını yakalamaya çalışarak mo-dellerini geliştirirler. Fakat daha sonradan araçların mekanik ve motor aksamına yapılacak de-
ğişikler araçların yakıt tüketimi-ni de değiştirir. Daha kısa süre-de daha fazla güç beklentile-ri ve bu beklenti doğrultusun-da aracın beyninde(ECU) yapı-lan oynamalar yakıt tasarrufunu olumsuz etkiler.
12. Otomatik Vites araçlar-da yakıt tasarrufu
Otomatik vites araçlarda gaz pedalını kullanmanın bazı tek-nikleri vardır. Bunlardan biri gaz pedalının altında yumurta var-mışçasına basmaktır. Bu saye de aracın sakin seyri için gerekli en uygun devir ve vites seçeneğini araç kendisi belirler. Tersi bir du-rum da yakıt tüketimi artacaktır. Özellikle uzun yolda gaz peda-lındaki küçük hareketlerle oto-matik vitesli araçlar manuel vi-tesli araçlardan daha az yakıt tü-ketimi yapacaktır. Son dönem-lerde geliştirilen triptronic vites seçeneği olan araçlarda ise her zaman için aracı otomatik vites seçeneğinde kullanmak daha az yakıt tüketimi sağlar.
13. Vites Değişimi
Yakıt tasarrufunda dikkat edilmesi gereken birçok unsur-dan birisi de vites değişimi ve kullanımıdır. Özellikle manuel vitesli araçlarda vites değiştirme tekniği çok önemlidir. Düşük vi-tes yüksek devir kullanmak ya-kıt sarfiyatını artırmaktır. Bunun yerine yüksek vites düşük devir kullanılırsa yakıt sarfiyatı azalır. Debriyaj kullanımında ise dik-kat edilmesi gereken durumlar, vites değişim esnasında debri-yajı sert kullanmamak, debriyaj pedalı ani bırakmamaktır.
14. Yakıt Tasarruf Cihazları
Otomotiv sektöründe araç-lar için yakıt tasarrufu iddiasın-da bulunan birçok tasarruf ci-hazı vardır. Bu cihazları satın al-madan ve kullanmadan önce araç üretici firmasına ve teknik servisine başvurulmasında fay-da vardır. Aksi takdirde bilinçsiz kullanımda aracın motor ve me-kanik aksamında ciddi problem-lere sebep olabilir.
Yaylapınar Uhud Mah.Akmescid Sok.48/B Meram/KONYA(Ahmet Haşhaş Ilköğretim Okulu Karşısı)
Tel:0.543 213 26 67
Ali ŞİMŞEK
ŞİMŞEK KUAFÖRÜM ALİ
CEVDET Çiçekçilik
Adres: Nalçacı Cd 31/C Selçuklu Merkez KonyaTelefon : (0332) 238 40 50
ADAY SÜRÜCÜ KURSU
Babalık Mah. Yapıcı İş Merkezi C Blok No:4 D:404 Nalçacı/Konya
özel Ser in
kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk Telefon : (0332) 322 88 11
yapısında güven var....
Telefon : +90 232 469 42 42Faks : +90 232 459 21 04
E-Posta : [email protected]ğlan Mahallesi
Kemalpaşa Caddesi 27/B Işıkkent/Bornova/İZMİR