ĐŞ SAĞLIĞI ETĐĞĐ
Giriş
Çalışma sağlığı ve çalışma koşulları arasındaki ilişki antik çağlardan beri bilinen bir
gerçek olmasına rağmen, iş sağlığı ve iş güvenliği konusunda yirminci yüzyılın ikinci yarısına
kadar ciddi düzenlemeler yapılmamıştır. Đlk defa Bernardini Ramazzini (1633-1714), “De
Morbis Artificum Diatriba” isimli eseriyle meslek hastalıklarından korunma yöntemleri,
beslenme, iş hijyeni ve ergonomisi ile ilgili bazı bilgileri yazmıştır. Ramazzini hasta
muayenesi sırasında “Ne iş yapıyorsun?” sorusunun yerleşmesini sağlayan hekim olarak
tarihe geçmiştir.
Đş sağlığı ve güvenliği konuları karmaşık ilişkilerin söz konusu olduğu görevler,
zorunluluklar ve sorumluluklar ile ilgili birçok kaygıyı içerir. Zorunluluklar ve
sorumlulukların genel çerçevesi uluslararası kodlar ve ulusal mevzuatlarla tanımlanır. Bu
kapsamda her iş veren, istihdam ettiği işçinin güvenliği ve sağlığı konusunda sorumluluk
taşıdığı gibi, konuyla ilgili her uzmanın da özel sorumluluklar taşır. Đnsanın yaşadığı sosyal
yapı içinde görev ve sorumluluklardan bahsedildiğinde, etik değerler ve ilkelerin gündeme
gelmesi kaçınılmazdır. Đş sağlığı ile ilgili etik kodlar, iş sağlığı alanını ilgilendiren durumları,
etik ilkeler ve değerler temelinde ortaya koymayı amaçlar.
Bu yazıda iş sağlığı alanına özgü etik kodlar ve ilkelerin daha iyi anlaşılmasına zemin
hazırlamak için öncelikle etik, ahlak, deontoloji, meslek etiği ve tıp etiği gibi temel kavramlar
ele alınacaktır. Daha sonra genel etik teoriler ile ilgili kısa bir bilgi verilecek, temel hekimlik
değerleri ele alınacak ve son olarak iş yeri hekimi ve çalışma yaşamıyla ilgili etik konular
incelenecektir.
Temel Kavramlar: Etik, Ahlak, Deontoloji, Meslek Etiği ve Tıp Etiği
Felsefe varoluş, insan ve insan-varoluş ilişkisinin ana nitelikleri üzerine bir tür derin
düşünme (reflexion) çabasıdır. Derin düşünme, sahip olduğu bilgileri soruşturma konusu
yapan zihnin kendi üzerine dönme hareketidir. Bu anlamda felsefeyi, bilginin bilgisi olarak
görmek mümkündür (1). Felsefi düşüncenin konusunu evren ve dünyanın doğası (ontoloji
veya metafizik), bilginin temellendirilmesi (epistemiyoloji veya bilgi kuramı) ve insana ilişkin
değerler (aksiyoloji veya değerler kuramı) oluşturmaktadır (2). Etik ise, metafizik ve
epistemiyolojinin bir dalı olan mantık ile birlikte felsefenin en eski üç disiplininden biridir.
Etik, Yunanca “Ethos” kelimesinden köken alan ve “karekter”, “alışkanlık”, “gelenek” ve
“töre” anlamlarını ifade eden bir sözcüktür. Etik felsefesi, insanın mutluluğa ulaşması ve adil
bir yaşam sürmesini hedefleyen siyasetin gereksinim duyduğu bilgileri sağlama etkinliği
olarak başlamıştır. Bu etkinlik zamanla adalet, bilgelik ve iyilik gibi insana ait temel
erdemlerin veya etik kavramların aydınlatılmasına, bu yolla birey ve toplumun etik
sorunlarının çözümüne odaklanan bir disipline dönüşmüştür. Bu bağlamda etik; iyinin ne
olduğunu sorgulayan değerlere ilişkin sorular ile, insanın ne yapması ya da nasıl yaşaması
gerektiğini sorgulayan eyleme ilişkin soruları ele alan felsefe alanıdır. Kısacası etik; insanın
değerlerine ve eylemlerine ilişkin doğru bilgi getirme çabasını ifade eden bir etkinliktir (3).
Ahlak terimi, bir insanın yaratılışı gereği gerçekleştirdiği davranışı dile getiren Arapça
“hulk” sözcüğünün çoğulundan kaynak alan bir ifadedir. Bu terim huy, seciye, mizaç ve
karekter anlamlarını kapsayan kavramsal bir alanı içermektedir. Gerçekte Arapça ahlak
deyimi, tümüyle “moeurs” deyiminin karşılığıdır ve bir toplumda gelenek, görenek ve sosyal
normlarca belirlenmiş toplumsal kuralları dilegetirir (4). Ahlak kavramı ile etik kavramı
güncel kullanımda birbiri yerine kullanılabilen iki kelime olduğundan, kavramsal karışıklığa
neden olmamak için her iki kelimenin yerli yerinde kullanılmasına özen göstermek
gerekmektedir. Bunun için, insan tutum ve davranışlarının toplumsal normlara göre iyi ya da
kötü yönden değerlendirilmesini ifade ederken ahlak kelimesini, ahlak felsefesi ile ilgili
sistematik analiz ve uygulamaların bilimi anlamında ise etik kelimesini kullanmalıdır. Çünkü
bilimsel bir alan olan etik, insanlar arasındaki ilişkilerin temelinde yer alan değerleri, ahlaki
bakımdan iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış olanın niteliğini ve temellerini araştıran felsefe
dalıdır.
Deontoloji kelimesi hem etik hem de ahlak kelimesinden farklı bir kavramı ifade
etmektedir. Đlk defa 1834 yılında Jeremy Bentham tarafından kullanılmış ve yazarın törebilim
ile ilgili eserine isim olmuştur. Sözcük, özellikle hekimlik ödevbilimi anlamında kullanılsa da,
her türlü iş ve mesleğin özel ahlaki normlarını dile getirmek için kullanılır. Türk Dili
Kurumunca yayımlanan eğitim terimleri sözlüğünde bu kavram şöyle tanımlanmıştır:
herhangi bir meslekten olan kişilerin birbirleri ve başkaları ile olan ilişkilerinde izlemeleri
gereken ahlak ilkeleri ve yerine getirmek zorunda bulundukları ödevler üzerinde duran bilim
dalı. Kant’a göre ödev pratik aklın iradeye buyurduğu şey olup, deontolojik bir sorumluluğu
ifade eder. Kant ödevin değerini eylemin kendinden ziyade niyetinde olduğuna dikkat
çekerek, “ödev yasaya saygıdan doğan bir eylemin zorunluluğudur” der. Ancak, toplumdan ve
toplumsallıktan kopmuş bireyci ödev anlayışları, çağımızda geçerliliklerini yitirmişlerdir.
Toplumcu açıdan ödev, insanın belli ilişkilerinin kendisine yüklediği yükümlülüklerin
bilincine varması şeklinde ifade edilebilir (5).
Đnsan doğası gereği bir toplum içinde yaşamak zorundadır. Đnsanların ihtiyaç, davranış,
inanç ve duygularındaki benzerlikler onları bir arada yaşamaya yöneltmiştir. Bu durum
insanlar arasında mekanik bir dayanışmayı oluşturarak toplumların ortaya çıkmasına neden
olmuştur. Bir arada yaşayan insanların yaşadıkları toplum içindeki işlev ve görevlerinin
farklılığı ise insanlar arasında sosyal dayanışmaya neden olmuş ve sosyal fonksiyonları ortaya
çıkarmıştır. Kısacası insan ihtiyaçlarının benzerliği ve sosyal işlevlerin farklılığı toplumsal
yaşamın temelini oluşturan iki temel dinamiği oluşturmuştur. Tarih boyunca tüm
toplumlardaki sosyal fonksiyonların farklılığından kaynaklanan işbirliği, mesleklerin ortaya
çıkmasına neden olmuştur.
Bu anlamda toplumsal yapıların devamını sağlayan ve insanların uzman oldukları işleri
yaparak geçimlerini sağladıkları işlere meslek denilmektedir. Bir mesleği yapma yetkinliğine
ulaşmak için gerekli olan bilgi ve beceriler her ne olursa olsun, o mesleğin profesyonellerinin
mesleki uygulamalarında kaçınmaları gereken veya sergilemeleri beklenen belirli davranış ve
tutumlar bulunmaktadır. Her mesleğin kendine özgü tutum ve davranışları o mesleğin meslek
ahlakını oluşturur. Meslek etiği belli bir meslek grubunun o mesleğe ilişkin olarak meydana
getirdiği ve koruduğu ilke, kural, standartlar bütünüdür. Meslek etiği mesleğin üyelerini
yönlendirir, onları normlara uygun davranmaya zorlar, kişisel eğilimlerini sınırlar, hizmet
ideallerinin korunmasını sağlar ve meslek içi rekabeti düzenler (6).
Meslek etiklerinin bir alt dalı olarak tıp etiği ise; tıbbi uygulamalardan kaynaklanan etik
problemlere etik felsefesinin uygulanması ile geliştirilen ilkeler bütününü ifade eder. Burada
amaç; tıbbi uygulamalarda karşılaşılan ve etik duyarlılık oluşturan konularla ilgili, akla uygun
seçimler yapmayı sağlamak ve bu uygulamalar sırasında karşılaşılan etik konuların fark
edilmesi, analizi ve çözümü yönünde sağlık çalışanları için uygulanabilir kurallar ve ilkeler
geliştirmektir.
Geleneksel Etik Teoriler
Tüm etik teoriler ahlaki kararların temellendirilmesi ve açıklanması için gösterilen
çabalardan kaynaklanmaktadır. Bu ahlaki kararlar, farklı etik yargıların kendilerine özgü
düşünsel ve mantıksal incelenmesini gerektiren özgün bir yapıya sahiptir. Bununla beraber
tüm etik teoriler belirli sorulara cevap olacak genellenebilir ilkeler, aksiyomlar ve kuralları
kapsayan objektif ve geniş bir bakış açısını içeren ortak açıklamaları da paylaşmaktadırlar.
Geleneksel etik teorileri dört başlık altında toplayabiliriz. Bunlar; erdem etiği, teleolojik etik,
deontolojik etik ve ilkeci etik yaklaşımlardır.
1. Erdem Etiği Teorisi: Bu teori, ilk önce Sokrat tarafından temellendirilen ve onun
Platon ile yaptığı söyleşilerde ele alınan, iyi bir insan yaşamında erdemin önemi üzerinde
yaptığı tartışmalarda yer almaktadır. Sokrates ve öğrencisi Platon’a göre herkes iyiyi ister, en
azından iyi olduğunu düşündüğü şeyi ister. Çünkü erdem ve bunun sonucu olan mutluluk
yalnız bu yolla elde edilebilir. Bir insan iyi diye kötü bir şey yaparsa, bunun nedeni bilgi
eksikliği veya bilgisizliktir. Bu bilgisizlik neyin iyi neyin kötü olduğuna ilişkin bilgisizlik,
kısaca erdeme ilişkin bilgisizliktir. Bunun için felsefenin öncelikle erdemin ne olduğunu
araştırması gerektiğine vurgu yapar.
Erdemin ne olduğunun sorgulandığı Menon diyaloğunda Platon; iyi ve erdemli insanların
doğaları itibariyle iyi olmadıklarını, öğrenmenin bir anımsama olduğunu, insanda var olan
bazı sanıların soru sorularak uyandırılabileceğini ve bilgiye dönüştürülebileceğini
belirtmektedir. Platon, bilginin de, doğru sanının da doğadan gelmediğini, sonradan
kazanıldığını ifade eder. Bu nedenle bir bilgi olan erdemin, öğretilebileceğini söylemiştir (7).
Hocası Platon’u izleyen Aristo da her sanatın, her eylemin ve her tercihin bir iyiyi
amaçladığını; bu nedenle doğru olarak iyiyi, bütün şeylerin amaçladığı şey olarak
düşünmüştür. Ona göre bu “kendisi için istenen şey”in, yani “iyi”nin ne olduğu konusunda da
genel bir uylaşım olduğunu ve kişi eylemlerinin bu ortak ereğine insanlar mutluluk adını
vermişlerdir. Bu nedenle, kişi eylemlerinin ve politikanın bu ortak ereğine mutluluk der ve
buradan hareketle mutluluğu; “ruhun tam erdeme göre etkinliği” olarak tanımlar. Bunu
izleyen “insanın erdemi nedir?” sorusuna da; “ruhun akla göre etkinliği” biçiminde yanıt
verir. Böylece erdemi, mutluluğun temel koşulu olarak görülür.
Aristo erdemi aynı zamanda, düşüne düşüne tercih edilen bir huy olarak tanımlar.
Öğretilerek ya da yapa yapa elde edilen bu erdemlerin bir kısmının, düşünme yetisinin
erdemleri, bir kısmının ise karakterin erdemleri olduğu görülür. Düşünme yetisinin erdemleri
olarak sanat (tekhne), bilimsel bilgi (episdeme), pratik bilgelik (phronesis), felsefi bilgelik
(sophia) ve sezgici akıl (nous) anılırken; karakter erdemlerine örnek olarak da serbestlik ve
ılımlılık verilmektedir. Karakter erdemlerinin temel özelliği “orta olmaları” dır. Doğru olan
eylem pek azdan da pek çoktan da kaçınan, ortayı bulan erdemdir. Etik eylemin amacı bu
ortayı bulmaktır. Örneğin cesaret delice atılganlıkla korkaklık arasındaki “doğru orta”iken,
cömertlik, müsriflik ile cimriliğin ortasıdır. Bizim doğru “ortayı” bulmamızı sağlayacak olan
yeti ise pratik bilgeliktir (8).
2. Teleolojik Etik Teoriler: Amaçsal (teleological) yaklaşımlar bir moral eylemin
analizinde, ilk adım olarak bu eylemin sonuçları üzerinde dururlar. Bu teoriler, bir eylemin
ahlaki neticesinin belirsiz olduğu durumlarda, tahmin edilebilir en iyi sonucun seçilmesi
gerektiğini düşünürler. Kısaca bu yaklaşımlar, kişinin mümkün olan en az zararla en fazla
yararı almasına neden olacak bir seçim yapması temeline dayanmaktadır. Faydacılığın
geleneksel şekli “en fazla fayda getiren hareket en iyi harekettir” diyen hareket faydacılığıdır
(act utilitarianism). Bunun alternatifi ise “en iyi hareket en fazla faydayı sağlayacak kuralın
emrettiği harekettir” diyen kural faydacılığıdır (rule utilitarianism) . Örneğin bir kişi yalan
söylerse en fazla faydayı elde edeceği bir durumda olsun. Hareket faydacılığına göre en doğru
hareket yalan söylemektir. Ama genel kural olarak doğruyu söylemenin kişiye ve topluma
daha fazla fayda sağlayacağını kabul edersek, kural faydacılığı açısından doğruyu söylemek
gerekmektedir.
Amaçsal teoriler içinde en çok yaygınlaşan “yararcı etik” yaklaşımdır. Yararcılık hem
iyinin teorisi hem de doğrunun teorisi olarak da bilinmektedir. Đyinin teorisi olarak yararcılık,
refahçıdır (welfarist). Đyi en fazla faydayı sağlayandır ve burada fayda zevk, tatmin veya bir
nesnel değerler listesine göre tanımlanır. Bir “doğru teorisi” olarak yararcılık ise, neticecidir
(consequentialist). Doğru hareket en yüksek faydayı verendir.
Yaracılık ilk olarak 18. yüzyıl Đngiltere'sinde Jeremy Bentham tarafından öne sürülmüştür.
Fakat Epikür (Aipikuros) gibi antik Yunan filozoflarına kadar geri gidilebilir. Đlk kez ortaya
atıldığında iyi en fazla insana en fazla mutluluğu getiren şey olarak tanımlanmıştı. Ancak
daha sonra Bentham iki farklı ve birbiri ile çelişme potansiyeli olan kavram içerdiğinden
birinci kısmı atıp sadece bunu “en büyük mutluluk prensibi” olarak tanımlamıştır.
Hem Bentham'ın hem de Epikür'ün temellendirmesi hazcı (hedonistik) felsefenin farklı
tipleri olarak düşünülebilir. Çünkü eylemin doğruluğunu, sebep oldukları mutluluğa göre
ölçüyorlar ve mutluluğu zevk ile tanımlıyorlardı. Ancak Bentham'ın temellendirmesi, ferdi
olmayan bir hedonizmi ifade etmektedir. Epikür'ün kişiyi en mutlu eden şeyi yapmasını
tavsiye etmesine karşılık Bentham, herkesi en mutlu yapacak şeyi yapmayı uygun görüyordu.
Yaracı teorilerin en güçlü savunucularından olan John Stuart Mill, "Utilitarianism"
isminde ünlü bir kitap yazmıştır. Mill bir faydacı olmasına rağmen bütün zevklerin aynı
değerde olmadığını ileri sürmüştür. “Mutsuz bir Sokrat olmak, mutlu bir domuz olmaktan
yeğdir” sözü bu görüşüne vurgu yapmaktadır.
Yaracılığı eleştirenler bu görüşün birkaç problemi olduğunu söylemişlerdir. Bunlardan
biri değişik insanların faydalarının karşılaştırılmasının zorluğudur. Đlk faydacıların çoğu
mutluluğun felisifik hesap (felisific calculus) ile sayısal olarak ölçülebilip
karşılaştırılabileceğine inanıyorlardı ama pratikte bu hiç bir zaman yapılamadı. Değişik
insanların mutluluğunun kıyaslanmasının sadece pratikte değil prensipte de mümkün
olmayacağı ileri sürülmüştür. Yararcılığın savunucuları bu problemin iki kötü seçenek
arasında karar vermek zorunda kalan herkesin karşılaşabileceği bir problem olduğunu
söyleyerek karşılık vermişlerdir. Bir milyar insanın ölmesiyle bir kişinin ölmesinin aynı
derecede kötü olduğunu söyleyemiyorsanız, bu problemi utilitaryanizmi red etmek için
kullanamazsınız demişlerdir.
Yararcılık aynı zamanda sağduyu ile çeliştiği için de eleştirilmiştir. Örneğin kişi kendi
çocuğunun hayatı ile iki yabancının hayatını kurtarmak arasında seçim yapmak zorunda
kaldığında kendi çocuğunu kurtarmayı seçecektir. Ama yaracılar iki yabancıyı kurtarmanın
gelecekte daha fazla potansiyel mutluluğa sebebiyet vereceğinden tersini tercih etmeyi
destekleyeceklerdir (9).
3. Deontolojik Etik Teori: Đlk, Orta ve Yeni çağda ahlaksal eylemin amacı “mutluluğa
erişmek” olarak değerlendirilmiştir. 18. yüzyılda Bentham ve Mill “bireyci mutluluk yerine
“toplumcu mutluluk” kavramına vurgu yapmışlardır. 19. yüzyıla gelindiğinde, Alman filozof
Immanuel Kant, mutlulukçu (eudaimonist) bir ahlak felsefesinin insanın yapıp ettiklerini
açıklayamayacağını ileri sürerek, etik felsefesine farklı bir yaklaşım getirmiştir. Kant’a göre
ahlaksal eylemin amacının mutluluk olamayacağı, mutluluğun değişken ve öznel bir kavram
olduğu, bu nedenle birisi için “erdemin”, başka biri için “doğaya uygun yaşamanın”, başkası
için “iyinin” mutluluk olarak algılanacağını söylemiştir. Bu durumda, eylemlerimizin etik
olması ya da olmamasının değişken bir hal alacağı, birisinin etik bulduğu bir eylemi başka biri
etik bulmayacaktır. Kant etiği böyle bir durumdan kurtarmak ve onu herkes için aynı kalan,
değişmeyen bir şey ile temellendirmek gerektiğini ileri sürmüştür. Kant’a göre herkes için
aynı kalan ve değişmeyen bu temel ancak “iyiyi isteme/iyi niyet” ve “ahlak yasası” olabilirdi.
Kant bunu başka bir ifadeyle “ödeve uyma” olarak tanımlamıştır. Ona göre ödev, her çeşit
duygunun, özellikle de çıkar duygusunun ötesinde, ahlak yasasına, sadece “yasaya saygı”
duygusuyla bir boyun eğiş olup, kesin bir buyruktur ve akıllı olan herkesi yükümlü kılan
evrensel bir kuraldır.
Kant için bir eylemin ahlaklılığı, o eylemin içeriğine değil, salt iyiyi istemeye (niyete)
bağlıdır. Örneğin birisi gösteriş yapmak için bir yoksula yardımda bulunsa, bu kişinin eylemi
ahlaksal niteliğini yitirir. Çünkü Kant’a göre ahlaklı insan, ilke olarak yoksula yardım eden
insandır. Kısaca Kant, herhangi bir koşula bağlanan buyruğu ahlaksal saymaz. Nitekim “sana
inanılmasını istiyorsan yalan söyleme” buyruğunu bir koşula bağlı olduğu için ahlaksal
saymazken, “yalan söyleme” buyruğunu bir koşula bağlanmadığı ve kesin olduğu için
ahlaksal kabul etmektedir. Bu temellendirme ile Kant, iyi niyete dayanan ve ödev
duygusundan kaynaklanan her eylemi, sonucu ne olursa olsun ahlaksal kabul eder.
Özetle Kant, ahlaklı bir kimsenin şu üç buyruğa göre davranması gerektiğini ileri
sürmüştür.
1. Her zaman öyle davran ki, eylemine ölçü olarak aldığın ilkeyi, herkes için genel bir
yasa olarak isteyebilesin,
2. Öyle davran ki, insanlığı, kendinde ve başkalarında hiçbir zaman bir araç olarak değil,
hep bir amaç olarak göresin,
3. Öyle davran ki, kendi istencini genel bir yasa koyucusu gibi saygın tutabilesin.
Burada Kant’ın vurguladığı temel husus; kişinin yapması gerekenin, bu üç ilkeye uygun
davranmak olduğunu, çünkü ilkelere uygun olanın “iyi” olmayanın “kötü” olduğudur.
Kant’a yöneltilen temel eleştirilerden birisi; bir eylemin sonuçlarının hiç dikkate
alınmamasının ne denli doğru olduğu ve “iyi niyetin” de öznel (subjektif) olabileceği
hususlarıdır(10).
4. Đlkeci Etik Teori: Tarih boyunca karşılaşılan ahlaki sorunların tartışılması ve çözümü o
olayın gerçekleştiği yere, zamana ve olayın olduğu toplumun inanç ve kültürüne bağlı olarak
değişiklik göstermiştir. Ancak günümüzde homojen ve geleneksel toplumlar yerini çok
kültürlü toplumlara bırakmış ve tüm toplumlar birbirlerinin etkisine açık hale gelmiştir. Bu
yeni durum karşılaşılan etik ikilemleri çözmek için yeni etik prensipleri de gerekli kılmıştır.
Đki Amerikalı felsefeci Beachump ve Childress 1979’da “Biyoetiğin Esasları” isimli bir kitap
yazarak, özellikle biyolojik bilimlerde karşılaşılan etik sorunların çözümü yönünde bazı etik
ilkeler ortaya koymuşlardır. Bu ilkeler; özerkliğe saygı, zarar vermeme, yararlı olma ve adalet
ilkeleridir.
Đnsan topluluklarının varolduğu her yerde bir şekilde var olan, kabul gören ve onların
ahlaki davranışlarını ayarlayan bu dört ilkenin, her toplum ve kültüre uyarlanabileceği ileri
sürülmüştür. Toplumun sağduyusunu temel ve tıp geleneklerini esas alan, belli
yükümlülükleri özel durumlarda ve dengeleyici şekilde kullanan ve kendi içinde tutarlı olmayı
gerektiren dört ilke kısaca şunlardır.
Özerkliğe Saygı Đlkesi: Beachump ve Childress özerkliğe saygı kavramını kişinin kendi kendisini idare edebilme kapasitesine sahip olması ve karşısındakinin de bu durumu kabul edebilme kapasitesine sahip olması gerekliliği üzerinde durmuştur. Bu kavram, daha geniş kabul gören insan bireyinin değerinin taktir edilmesi ilkesi nosyonu üzerine temellendirilir. Đnsan bireyinin taktir edilmesi ise, ancak her bireyin özgür olduğu bir toplumda söz konusu olabilir. Fiziksel olarak özgür olmanın (köle olmamak) yanı sıra, bireylerin özerk olarak davranabilmesi için psikolojik, ekonomik, hukuki ve benzeri her türlü baskıdan da uzak olması lazımdır. Günümüzde tüm dünyada yaygın olarak kabul gören ve tıbbi uygulamaların vazgeçilmezi haline gelen aydınlatılmış onam yaklaşımı, özerkliğe saygı ilkesinden türetilmiştir.
Özerkliğe saygı ilkesi, esas olarak herkes tarafından kabul edilen, hukuki açıdan destek
bulan, kişinin kendi bedeninde neler yapılabileceğini ve neler yapılmasına izin verme
özgürlüğüne sahip olması ilkesi üzerinde temellendirilmiştir. Sağlık personeli hasta ilişkisinde
özerkliğe saygı ilkesi, hastanın vücut bütünlüğünün korunmasını ve onun kendine yönelik her
türlü tıbbi müdahaleyi onaylama hakkını ifade eder. Bu demek oluyor ki, hasta üzerinde
yapılan her türlü tıbbi girişim için hastanın onayının alınması gerekir. Eğer tıbbi bir müdahale,
kişi bilgilendirilmeden ve onamı alınmadan yapılmışsa, bu kişinin özerkliğinin ihlali anlamına
gelmektedir. Özerklik, her ne kadar daha çok hastalar ile ilişkilendirilmiş olsa da, bir takım
mesleki ve kişisel değer yargılarına sahip olan sağlık personeli de özerkliği göz ardı
edilmemeli ve saygı gösterilmelidir (11).
Özerkliğe saygı ilkesini tartışırken belirli durumlarda, bazı sorular ve ikilemler de ortaya
çıkmaktadır. Örneğin bunama, psikiyatrik hastalıklar ve pediatrik hastalar gibi kendi
kararlarını kendisi veremeyecek durumdaki kişilerde bu ilkenin ne şekilde uygulanacağı veya
hastanın hayat kurtarıcı ve kritik durumda tedaviyi reddettiği durumda sağlık personelinin
nasıl davranacağı tartışmalıdır.
Zarar Vermeme Đlkesi: Bu ilke, tıp etiğinin esası olan ve “her şeyden önce zarar verme” koşuluna dayanmaktadır. Zarar vermeme ilkesi, anlam olarak başka insanlara her koşulda zarar vermemeyi ifade etmektedir. Bireyler genellikle başka insanlara yararlı olma yükümlülüğü altında değildir, ancak zarar vermemek yükümlülüğü her birey için söz konusudur. Doktorların, hastalarının refahını yükseltmeye çalışırken bazen kaçınılmaz şekilde zarar verme riskini taşıdıkları açıktır. Bu nedenle kâr-zarar veya risk-fayda dengesini, her zaman en fazla yararı sağlama kaygısı doğrultusunda gözetmek doktorlar için bir zorunluluktur. Bu ilkenin temel vurgusu; doğru klinik uygulamalar sınırı içinde kalmak, hastalara beklenen standart bakımı sağlamak ve bunu hastaların zarar görme riskine artırmadan uygulamak üzerinde odaklanmıştır.
Ahlak sadece kişinin verdiği zararın sorumluluğuna katlanması değil, aynı zamanda
zararın zararlılığı üzerine düşünmeyi de gerektirir. Kişilere zarar vermemek yanında, onları
uğrayabileceği zararlara karşı korumayı bir ilke olarak kabul etmek de tıbbi uygulamalarda
öne çıkmaktadır. Aslında bu durum zarar vermeme ilkesiyle yararlı olma ilkesinin geçiş
alanını oluşturmaktadır. Zarar vermeme, yararlı olma ve aynı zamanda adil olma ilkeleri tıbbi
uygulamalarda birbirine karşı belirsizlikler ve üstünlükler içeren karmaşık durumlar olarak
karşımıza çıkmaktadır. Bu da tıbbi durumları etik açıdan analiz ederek daha dikkatli
davranılmasını gerekli kılmaktadır.
Yararlılık Đlkesi: Yararlılık genellikle iyi şeyler yapmak ve nezaket ile hareket etmek anlamına gelmektedir. Başkalarına zarar vermemenin çok ötesinde, çevremizdeki insanların refahını artırmayı ve bu yönde çaba harcamayı da gerekli kılmaktadır. Yararlılık terimi sevgi, insancıllık, fedakarlık, merhamet ve nezaketi de kapsayan bir kavramdır. Aslında bu kavram aynı zamanda, içerdiği bütün bu etik teorilerin özünü teşkil etmektedir. Bu teorilerde yararlılık, insan doğasında var olan ve diğer insanlara karşı iyi davranma güdüsünü yaratan bir şey olarak düşünülür ve ahlakın da temel hedefi olarak kabul edilir. Bu nedenle, Beachump ve Childress hasta bakımında yararlılığı, yalnızca faydalı ve değerli bir meziyet olarak değil, aynı zamanda bir görev olarak da kabul ederler. Normal insanlar görev olarak nitelenen bu şeyi, bir görev olarak algılamasalar da, sağlık hizmetlerini meslek olarak uygulayan herkesin bunu öncelikli bir görev olarak algılamaları gerekmektedir.
Günümüz tıbbi uygulamalarında, genellikle özerkliğe saygı ilkesinin ön plana çıktığı ve bu ilkeyi yararlılık ilkesinin üzerinde görme yönünde bir eğilimin olduğu görülmektedir. Ancak belli durumlarda özerkliğe saygı ilkesini yararlılık lehine ihlal etmek kaçınılmaz olmaktadır. Özellikle toplumun sağlığını tehdit eden ve hayat kurtarıcı acil durumlar ile doktorun mesleki ve kişisel doğrularıyla kişi özerkliğinin çatıştığı durumlar bu kapsama girmektedir. Günlük yaşam sağlık personelinin karşısına onları ikilemlere düşüren öyle özel ve sıra dışı durumlar çıkarmaktadır ki, sağlık personeliler açısından karar verme sürecinin hiç de kolay işlemediğini; ancak “hastanın iyiliği”ni gözetmek gibi bir temel varsayımın ana çıkış noktası olarak alınabileceğini söylemek mümkündür.
Adalet Đlkesi: Adalet, birçok felsefeciler tarafından farklı şekillerde tanımlanmış olsa da, üzerinde genelde uzlaşılan tanım; insanlara hak ettikleri eşit ve uygun davranışı göstermektir. Adalet aynı zamanda, belli bir şeye talip olan birden fazla kişi arasında hakça paylaşımı da ifade etmektedir. Gillon, adalet prensibini sağlık alanına uygularken bunu üçe ayırmaktadır; birincisi, kısıtlı kaynakların adil dağıtımı (dağıtımda adalet), ikincisi insanların haklarına
saygılı olunması (hakları esas alan adalet), üçüncüsü de ahlaki açıdan kabul edilebilir kanunlara saygılı olunmasıdır (hukuki adalet). Sağlık alanında adalet prensibi, çok geniş ve farklı durumları ilgilendirmektedir. Herhangi bir ilacın yazılıp yazılmamasından, bir solunum makinesinin kime verileceğine karar verilmesini (mikro düzeydeki dağıtım) kapsadığı gibi, ulusal sağlık kaynaklarının ve sağlık bütçesinin ne şekilde dağıtılacağına karar verilmesini de (makro düzeyde dağıtım) içine almaktadır (12).
Kısıtlı kaynakların dağıtımı, toplumda var olan değerler, kurallar doğrultusunda hakça ve uygun bir şekilde paylaşımı ifade etmektedir. Dağıtımda adalete ilişkin değişik teoriler ileri sürülmüştür. Bunlardan faydacı teori; dağıtımın en fazla faydayı sağlayacak şekilde dağıtımının gerekliğini savunurken, liberal teori; dağıtımın ancak ve ancak kişilerin tercihleri doğrultusunda yapılmasının gerektiğini savunmaktadır. Bunların dışında bir başka yaklaşım olan toplumcu teori ise; toplumun bireye, bireyin de topluma karşı olan sorumluluklarını ön plana çıkararak, tercihlerin bireye bırakılamayacağını ileri sürmekte ve adalet dağıtımının toplum yararı gözetilerek yapılması gerektiğini savunmaktadır. Ne kadar karmaşık ve değişken görünürse görünsün, tüm bu teoriler toplumdaki sosyal yükün yada kazancın adil olarak ne şekilde paylaşılacağı konusunda farklı öneriler getirmektedirler (13).
Sonuç olarak, Beachump ve Childress günümüz tıbbi uygulamalarında karşılaşılan etik sorunlara, bu ilkeler ışığında çözüm önermişlerdir. Đlkeci yaklaşım, öncelikli yükümlük ile gerçek yükümlüğü birbirinden ayırmaktadır. Öncelikli eylem yükümlülüğü, herhangi bir durum karşısında kendisine eşit yada kendisinden güçlü başka bir yükümlülükle karşılaşmadıkça ortaya çıkan yükümlülüktür. Öncelikli yükümlülük kendisinden daha öncelikli yükümlülük olmadıkça yerine gelen öncelikli yükümlülüktür. Đki veya daha fazla kural çatışırsa kişi bunların hangisinin ağırlıklı olduğunu tespit ederek öncelikli yükümlülük hangisi olduğunu ortaya koymaktır. Özele inme ve dengeleme tutarlı genel bir modele ulaşmak için birbirini tamamlayan unsurlardır. Dengeleme vakaları analiz ederken özele inme daha çok, genel politika belirlemede kullanılmaktadır.
Temel Hekimlik Değerleri
Tıp mesleği, insanla doğrudan bağlantılı bir meslektir. Bu bağlantı, “insan” denen varlığın
sergileyebileceği tüm umulmadık, tüm sıra dışı görünümlere bir profesyonel olarak muhatap
olmayı gerektirecek bir yoğunluk taşımaktadır. Đnsanlar, doğumdan ölüme, hastalanmadan
yaralanmaya kadar çeşitli durumlarda, mesleki bilgi ve becerisi nedeniyle kendisine yakın
bulacağı bir profesyonele ihtiyaç duyarlar. Zaaflarını, başka kimsenin bilmesini istemeyeceği
yanlarını herkesten, hatta kendilerinden bile gizlerken, sadece hekim ile paylaşmaya
yanaşırlar. Hastalık durumları, nedeni ne olursa olsun, insanın kendini zayıf ve yardıma
muhtaç algıladığı durumlardır. Bu durumlarını görmesine/tanık olmasına izin vermelerine yol
açan etken hekimin onlara verdiği “güven duygusu” dur (14).
Hekimin aynı zamanda bir filozof olduğu eski Yunan’da, hekimler uygulamalarında belli
ahlaki ilkelere ve meslek kurallarına riayet etmişlerdir. Günümüz tıp etiğinde yer alan temel
kavramlar, ilk kez Hipokrat andında dile getirilmiş ve bu ant, tıp etiği için bir dönüm noktası
olmuştur. Hipokrat’dan sonra gelen Galen de hekimlerin temel ahlaki özellikleri ve mesleki
ilişkilerinde uyulması gereken kurallardan bahsetmiştir. Modern tıbbi uygulamalr açısından
tıp etiği kodranı ilk kez gündeme getiren ve bu konuda bir eser kaleme alan Thomas Percival
(1803) olmuştur. Percival tarafından kaleme alınan bu kodlar esas alınarak, American Medical
Association 1847 yılında kendi etik kodralarını hazırlamıştır (15).
Hipokratik etik daha sonra üç tek tanrılı din mensupları tarafından kabul görmüş ve
yaygınlaşarak tüm toplumlar üzerinde etki göstermiştir. Orta çağdan modern çağa kadar
doktorlar için etik standartlar, hipokratik etik çerçevesinde belirlenmiş ve uygulanmıştır. Her
ne kadar günümüzde bu standartlar tüm dünyada kabul görse de, tıbbi uygulamalardaki
farklılıklar ve bu uygulamalarla ilgili bilimsel, teknolojik, sosyal ve kültürel değişim ve
gelişim karşısında hipokratik etik yetersiz kalmıştır. Bu yetersizlik, sosyal değerlerdeki
değişim, profesyonel felsefecilerin tıbbi etikle ilgili ortaya koydukları yeni yaklaşımlar, tıbbi
etikden biyoetiğe doğru değişim ve etik felsefesiyle ilgili postmodern yaklaşımlarla daha da
artmaktadır. Tıbbi etik anlayışındaki değişimler ve farklı yaklaşımlar, yeni açılımları
gündeme getirmekte ve alana özgü ilkeler ve kuralların oluşmasına yardım etmektedir.
Tıp bilimi sadece teknik boyuta indirgenemeyecek kadar çok yönü olan ve sanatsal
özellikleri de bünyesinde barındıran bir uğraştır. Onu bir meslek olmanın ötesinde,
uygulamalı bir bilim, aynı zamanda bir sanat, aynı zamanda bir alt- kültür olarak da görmek
mümkündür. Tıp alanı tarihsel evrimi içerisinde çeşitli boyutları ile ve çeşitli nitelikleriyle
tanımlanmış ve adlandırılmıştır. Önceleri içgüdüselliğin ön planda olduğu tıp uygulamalarını,
daha sonra mistik niteliklerle bezeli ve hekimlerin aynı zamanda din adamı niteliği taşıdıkları
dönemleri geçirmiştir. Ardından tıp uygulamasının laik bir yapıya büründüğü, hekimlerin
dinsel öğelerden sıyrıldığı ve gözleme dayalı (ampirik) yaklaşımların geçerlik kazanmasıyla
da akılcı (ussal) hekimliğe yönelik adımların atılmaya başlandığı görülmektedir. Günümüzde
artık, bilimsel-deneysel bakışın egemen olduğu bir yaklaşım, tıptaki genel eğilimi
oluşturmaktadır (16).
Sağlık personeli-hasta ilişkisi tıbbın evrimi boyunca değişikliğe uğramış, farklı
görünümlere bürünmüştür. Bu farklı görünümlerden birisi; sağlık personelinin etkin ve
hastanın ise bütünüyle edilgin olduğu “etkinlik-edilginlik” türü bir ilişki biçimidir. Đkincisi;
sağlık personelinin hastasına uyması gereken kuralları ve yapması gerekenleri söylediği, daha
doğrusu öncelikle sağlık personelice belirlenmiş bir stratejiyi hastanın uygulaya geldiği bir
ilişki biçimidir. Bu “yol gösterme-işbirliği etme” olarak adlandırılmaktadır. Sağlık personeli
hasta ilişkisinin üçüncü ana biçimi ise; sağlık personelinin bir profesyonel olarak hastasına
yardımcı olduğu, onun hastalık sürecinde karşılıklı katılma biçimindeki “paylaşımcı” ilişki
biçimidir. Özellikle tedavi edici hekimlikte, bir başka deyişle sağlık personeli-hasta ilişkisinin
temelini oluşturduğu bir düzlemde bu ilişkinin güven temeline dayanması gerektiği açıktır.
Günümüzde paternalist bir ilişkiden, sağlık personelinin yol gösterici olduğu ve sağlık
personelinin hastasıyla “paylaşımcı” bir ilişkiyi sürdürebildiği bir sağlık personeli-hasta
ilişkisine gidildiği görülmektedir. Toplumların kendi sosyokültürel özelliklerinin sağlık
personeli-hasta ilişkilerinde de başlıca belirleyicilerden biri olduğu, örneğin bu bağlamda
ülkemizde de daha sıklıkla, hastanın edilgin olduğu “paternalistik” bir ilişki türünün ortaya
çıktığı ve üstelik bu tür bir ilişkinin hem hastalar, hem de sağlık personeliler tarafından
genelde benimsenerek uygulandığını gözlemlenmektedir (17).
Yukarıda da dile getirilen sağlık personeli-hasta ilişkisinin üzerine inşa edildiği güven
öğesinin, zaman içerisinde yerini kayıtsız koşulsuz bir güven yerine “aydınlatılmış onam”
kavramına bıraktığını söylemek mümkündür. Bu durum, başta tüm insanlık adına utanç
eylemleri olan Nazilerin uygulamaları gibi çeşitli etkenler nedeniyle, güven temelinin
sarsılmasına dayanmaktadır. Bir başka deyişle günümüzde “sağlık personelinin hastası adına
en iyiyi yapacağı” düşüncesi yerini “hastanın kendi bedenine ve kendi sağlığına ilişkin en
doğru kararı vermek için gerek duyacağı bilgiyi sağlık personelinin hastasına vereceği”
düşüncesine dönüşmüştür. Günümüzde tıp uygulamasında aydınlatılmış onam kavramı son
derece merkezi bir konumda bulunmaktadır. Hastanın hastalığına ve buna yönelik tedaviye
ilişkin yeterince bilgi almasından sonra, kendisine uygulanacak tedaviler hakkında rıza
göstermesi biçiminde özetleyebileceğimiz aydınlatılmış onam kavramı ile birlikte, hem sağlık
personelinin etik ve hukuki sorumlulukları yeniden gözden geçirilmeye başlanmış; hem de bu
tür bir paylaşımcı ilişkinin egemen olduğu sağlık personeli-hasta ilişkisi türünde sağlık
personelinin otoriter ve paternalist bir figür olmaktan vazgeçerek hastanın kararına saygı
duymak zorunda oldukları konusu gündeme gelmiştir (17).
Mesleğin doğasında bulunan ve her hekimin sahip olduğu düşünülen temel değerlerin
mesleki uygulamalara ne kadar yansıdığı, özellikle yirminci yüzyılın son çeyreğinde
sorgulanmaya başlamıştır. Bu nedenle tıp etiği üzerinde birçok söylem geliştirilmiştir. Her ne
kadar hekimin kendine özgü bir kişisel yaşam felsefesi veya dini inancı olsa da, tıbbi etik
analizlerini kişisel inançtan bağımsız bir temellendirmeye dayandırmaktadır. Bu nedenle
modern biyoetik sofistike bir seküler disiplin olarak gelişmektedir. Kişisel yaşam görüşünden
veya dini inançtan bağımsız bir temellendirme, özellikle günümüz dünyasının dini ve ahlaki
çeşitliliği göz önüne alındığında, büyük bir önem taşımaktadır (18).
Hekimin Etik ve Deontolojik Yükümlülükleri
Tüm toplumların hekimlerden beklediği bazı temel etik ve profesyonel nitelikler
bulunmaktadır. Hekimin bu niteliklere sahip olması “hekimlik erdemi” olarak ifade edilebilir.
Bu niteliklerini koruyan ve onları yitirmeyen hekimler, toplumun beklentilerini karşılayabilir.
Mesleğiyle ilgili gelişmeleri takip ederek kendini yenilemeyen, deneyimlerini bir bilgi
sistematiği içinde bütünleştirmeyen ve yeni sorunlar karşısında yeni arayışlara yönelmeyen
hekim zamanla erdemini ve saygınlığını yitirebilir (19).
Hipokrat’dan beri hekimleri “güvenilir” kılan ve tıp kurumunu binlerce yıldır “saygın”
yapan temel ilkeler, tıp kurumunun kendinden saydığı profesyonellerden toplum önünde
“dürüst”, “güvenilir” olma, “sır saklama”, “insan kişiliğine saygı duyma” ve “ayrımcılığa
karşı durma” sözünü almış olmasıdır. Hekimler binlerce yıldır yaptıkları yeminlerde, tüm
potansiyel hastalarına “bana güvenebilirsin, mesleki bilgi ve becerimi senin iyiliğin için
kullanacağım” sözünü vermektedirler (22).
Ülkemizde hekimlerin sahip olmaları gereken temel etik ve deontolojik nitelikler ile ilgili
iki düzenleme bulunmaktadır. Bunlardan birisi 1960 yılında yayımlanan Tıbbi Deontoloji
Nizamnamesi, diğeri ise Türk Tabipler Birliğinin hazırladığı ve 1999 yılında yayımladığı
Hekimlik Meslek Etiği Kurallarıdır (20, 21).
Tıbbi deontoloji Nizamnamesi, hekimlerin uymak zorunda oldukları deontolojik esasları
belirleyen temel yasal düzenlemedir. Bu düzenleme hekimlerin deontolojik sorumluluklarının
sınırlarını belirleyen yasal bir metin olmanın ötesinde, hekimlik uygulamalarının özünde
bulunan temel etik ilkeleri de kapsamaktadır. Türk Tabipler Birliğince hazırlanan Hekimlik
Meslek Etiği Kuralları içerisinde de deontoloji nizamnamesinde yer alan ilkeler yer almıştır.
Her iki düzenlemede yer alan temel ilkelerden birisi; hekimin hastalarının sosyal ve kişisel
özellikleri yönünde bir ayrım yapmadan insan sağlığına, yaşamına ve şahsiyetine özen ve
saygı göstermekle yükümlü olduğu ilkesidir. Bu ilke, özünde hekimin deontolojik ve etik
yükümlülüğüne vurgu yapmanın ötesinde, bu yükümlülüğü aynı zamanda yasal bir
yükümlülük olarak da ortaya koymaktadır.
Hekimlik mesleğinin tarih boyunca temel ilkelerinden biri olan hastanın sırrının
saklanması hususu, hem Tıbbi Deontoloji Nizamnamesinde hem de Hekimlik Meslek Etiği
kurallarında üzerinde önemle durulan ilkelerden biridir. Yasalar ile belirlenmiş olan hususlar
hariç, hekimlerin hastayla ilgili bilgileri hiçbir şekilde açıklayamaması ve hastanın sırrını her
şartta koruması önemli bir etik ilkedir. Bu husus aynı zamanda, tıbbi yayınlarda hastaya ait
bilgilerin hastanın hüviyetini açığa çıkarmayacak şekilde kullanılmasına da vurgu
yapmaktadır.
Gerek Tıbbi Deontoloji Nizamnamesinde, gerekse Hekimlik Meslek Etiği kurallarında yer
alan diğer bazı etik ve deontolojik ilkeleri şu şekilde özetleyebiliriz;
1. Herhangi bir baskı altında kalmadan sadece mesleki ve vicdani kanatine göre hareket
etme ve tıp biliminin gerekliliklerini yerine getirme,
2. Toplum içinde ahlaki açıdan örnek bir kişi olma ve özel yaşamında bile mensup olduğu
meslek gurubuna yüklenen toplumsal normlara uyma,
3. Mesleki uygulamalara ticari bir yön vermeme, meslek içi menfaat çatışmalarından
kaçınma, hastasından haksız bir menfaat temin etmeme ve meslek içi rekabete yakışmayacak
yöntemlerle kazanç temin etmeme,
4. Tıbbi uygulamaların ortaya çıkarabileceği olası risk, yarar ve komplikasyonlarla ilgili
kişileri bilgilendirmek ve onların rızasını alarak tıbbi uygulamaları yürütmek,
5. Mesleki bilgilerini kötü bir amaç için kullanmama,
6. Hazırlanacak tıbbi raporların, vicdani ve bilimsel kanaatler dışında başka faktörlerden
etkilenmemesinin yanında, hususi bir maksatla veya hatır için tıbbi rapor düzenlememe,
7. Hastanın özel yaşamına saygı gösterme ve hasta mahremiyetine özenli davranma.
Đş Yeri Hekimi ve Çalışma Yaşamını Etkileyen Etik Konular
Tarihsel Gelişim: Çalışma sağlığı ve çalışma koşulları arasındaki ilişki antik çağlardan
beri bilinen bir gerçektir. Aristo koşucuların hastalıklarından söz etmiş ve gladyatörler için
özel diyet tarif etmiştir. Hipokrat kurşun zehirlenmesinin başlıca belirtilerini, Juvenal (M.S.
60-140) ise ayakta durarak çalışanların varislerine işaret etmiştir.
XV. ve XVI. yüzyıllarda Agricola ve Paracelsus, meslek hastalıklarının boyutları ve
şiddeti konusundaki çalışmalarıyla, madencilerin sosyal durumlarında olumlu değişiklikler
sağlamışlardır. Georgius Agricola (1494-1555) “De Re Metallica” adlı 12 ciltlik kitabında
madenci hastalıklarını ve korunma yollarını anlatmıştır. Paracelsus (1493-1541) ise, “On
Miners’ Sickness and Other Miners’ Diseases” adlı üç ciltlik kitabında madencilerde görülen
akciğer hastalıkları ile madenlerin eritilmesi işlerinde çalışanların sorunlarına ve civaya bağlı
olarak gelişen sağlık sorunlarına yer vermiştir.
Bernardini Ramazzini (1633-1714) meslek hastalıkları ile ilgili ilk kapsamlı kitap olan,
“De Morbis Artificum Diatriba” isimli eserini yazmıştır. Ramazzini iş kazası geçiren her
hastasına iş koşulları konusunda kapsamlı sorular yöneltirken işyerini ayrıntılı olarak gezip
incelemişdir. Kitapta ayrıca meslek hastalıklarından korunma yöntemleri, beslenme, hijyen ve
ergonomiye de yer vermiştir. Ramazzini’ye göre “Sağlığı yitirmek pahasına elde edilen
kazanç, pis-kirli bir kazançtır”. Ramazzini, hasta muayenesi sırasında “Ne iş yapıyorsun?”
sorusunun yerleşmesini sağlayan hekim olarak tarihe geçmiştir (23).
XVIII. yüzyıla gelindiğinde, Đngiltere’de Thomas Percival (1740-1804) gençlerin çalışma
koşulları ve süreleri hakkında rapor hazırlayarak, “Çocukların Bedeni ve Manevi Sağlıkları
Hakkında Kanun” adlı ilk fabrika yasasının çıkışına katkı sağlamıştır. Đngiltere’deki sosyal
reform hareketleri, çocuk iş gününün 10 saate indirilmesine neden oldu ve bu sayede
koruyucu iş gücü yasası 1833’de yürürlüğe girdi.
Đlk fabrika denetim departmanını Amerika Massachusetts’de 1867’de kuruldu ve sonraki
yıllarda tekstil endüstrisinde ilk iş güvenlik kanunları yürürlüğe girdi. 1900’den sonra
endüstriyel kazaların yükselen grafiği, çalışanlara tazminat ödenmesi yönünde kanunların
kabul edilmesiyle sonuçlandı. 1920’den itibaren neredeyse bütün devletler bu sigorta
programı kanununu kabul ettiler. Sigorta uygulamalarının başlamasıyla birlikte, mesleki tıp
programlarının gelişimi de çalışma yaşamına girmeye başladı. Đlk aşamada, endüstriyel
temizlik ve kaza önleme programlarından daha ziyade, işe başlamadan önceki bedensel
özelliklere önem verildi.
Đkinci Dünya Savaşı’ndan sonra batı dünyasında işçi hareketine olan sempatinin azalması
nedeniyle, mesleki sağlık ve güvenlik kamuoyunun gözünden düştü. Đşçinin yeniden politik
etki elde ettiği 1960’lara kadar bu konu tekrar ortaya çıkmadı. Amerika Birleşik Devletlerinde
1960’larda yaralanma oranlarının %29’a yükselmesi ve 1968 yılında West Virginia
Farmington’da meydana gelen maden felaketinde 78 madencinin ölmesi, halkın dikkatini
çekti. Yoğun kamuoyu tartışmaları neticesinde 1980’lerden sonra iş sağlığı ve güvenliği ile
ilgili yasal düzenlemeler yapılmaya başladı (24).
Đş Sağlığı Uygulamaları ve Etik Kodlar: Đş sağlığı alanı; iş hastalıkları, iş yaralanmaları
ve işle ilişkili rahatsızlıklar gibi işin sağlık üzerindeki tüm etkilerini kapsayacak şekilde işten
kaynaklanan tüm olumsuzlukları içerir. Tüm dünyada iş sağlığı uygulamaları ile ilgili yapılan
düzenlemelerin temel amacı; çalışanların yetenek ve kapasitelerini devam ettirmek ve
artırmak için onların sağlıklarını korumak ve geliştirmektir. Bu amaçla herkes için güvenli ve
sağlıklı bir çalışma ortamı oluşturmak ve çalışanların sağlık durumlarını göz önünde
bulundurarak işe uyum kapasitelerini artırmak, yapılan düzenlemelerin nihai hedefidir. Bu
nedenle iş sağlığı profesyonelleri, sağlık ve güvenlik ile ilgili ekipmanların seçimi ve
dizaynının yanında, güvenli iş ortamı yönetimine tecrübeleriyle katkı sağlanmak
sorumluluğunu da taşımaktadırlar.
WHO ve ILO’nun 1950 yılında tanımladığı ve 1995 yılında birlikte gözden geçirerek
yeniledikleri, iş sağlığı ve güvenliğinin amaçlarını aşağıdaki şekilde özetlenmiştir (25):
“Đş sağlığı, tüm çalışma alanlarında çalışanların en üst düzeyde fiziksel, mental ve sosyal
iyilik halinin devam ettirilmesi ve geliştirilmesini amaçlamalıdır. Önleme; çalışanların iş
nedeniyle meydana gelecek sağlık kayıplarını, koruma; istihdam edilen işçilerin sağlıklarını
etkileyecek risklerin oluşmasını engellemeyi, idame; çalışanlarının iş şartlarına uyumuyla
ilgili fizyolojik ve psikolojik kapasitelerinin devamını ifade eder. Kısaca işin bireye bireyin ise
işe uyumunun sağlanması temel amaçtır. Đş sağlığının odaklandığı üç temel husus söz
konusudur; 1) Đşçi sağlığının ve çalışma kapasitesinin idamesi ve geliştirilmesi, 2) Đş
ortamının ve işin daha güvenli ve sağlıklı olması yönünde gerekli iyileştirmelerin yapılması,
3) Çalışma işbirliği ve iş kültürünün iş sağlığı ve güvenliğini destekleyecek şekilde
geliştirilmesi ve verimlilik sorumluluğunun güçlendirilmesi için pozitif sosyal ortam ve sosyal
girişimlerin desteklenmesini. Đş kültürü kavramı bu sorumluluklara (taahhütlere) uyarlanan
temel değerler sistemini yansıtmaktadır. Bu kültür, yönetim sistemi, personel politikaları,
katılım ilkeleri, eğitim politikaları ve yönetim sorumluluklarının niteliği gibi tüm
uygulamalarda yansımalarını bulur.”
Kabul edilebilir iş sağlığı uygulamasının sadece bu alanla ilgili hizmetin sağlanması ve bu
hizmetlerin değerlendirilmesinden ibaret olmadığı, çalışanların sağlığı ve çalışma
kapasitelerinin koruma, idame ettirme ve geliştirecek bir yaklaşımın önemi gün geçtikçe daha
iyi anlaşılmaktadır. Đş sağlığı bakımı ve iş sağlığının geliştirilmesiyle ilgili bu yaklaşım;
çalışanların insani, sosyal ve sağlık ihtiyaçlarının sağlığı koruyucu, sağlığı geliştirici, tedavi
edici, ilk yardım rehabilitasyonu kapsayıcı bir şekilde içermenin yanında, kurtarma ve işe
yeniden uyumu da içeren stratejileri içermesi gerekir. Benzer şekilde iş sağlığı ile çevre
sağlığı, yönetim kalitesi, üretim güvenliği, toplum sağlığı ve güvenliği arasındaki
bağlantıların önemi de gün geçtikçe anlaşılmaktadır. Bu strateji, insan ihtiyaçların
karşılayacak, toplumsal kullanıma uygun, eşitlikçi ve devam ettirilebilir teknolojilerin seçimi
ve işbirliklerinin oluşturulmasına yönelik bir iş sağlığı ve güvenliği sisteminin geliştirilmesine
katkıda bulunmuştur.
Đş sağlığı ve güvenliği konuları karmaşık ilişkilerin söz konusu olduğu görevler,
zorunluluklar ve sorumluluklar ile ilgili birçok kaygıyı içerir. Zorunluluklar ve
sorumlulukların genel çerçevesi ulusal mevzuatla tanımlanmıştır. Bu kapsamda her iş veren
istihdam ettiği işçinin güvenliği ve sağlığı konusunda sorumluluk taşır. Her uzmanın ise
görevleriyle ilişkili özel sorumlulukları vardır. Farklı disiplinlerden uzmanların bir arada
çalıştıkları durumlarda, herkesin diğerinin görev, sorumluluk ve profesyonel standartlarını
anlayacak ve kendi eylemine de temel olacak ortak değerler olmalıdır. Bu bağlamda iş sağlığı
profesyonelleri ile ilgili “Uluslar arası Đş Sağlığı profesyonelleri Etik Kodunun” dayanağı olan
temel etik ilke ve değerleri şöyle özetleyebiliriz;
1. Đş sağlığının amacı; gerek bireysel, gerekse toplumsal düzeyde çalışanların sağlık ve
sosyal iyilik hallerine hizmet etmektir. Đş sağlığı uygulaması en üst düzel profesyonel
standartlar ve etik ilkeler bağlamında icra edilmelidir. Đş sağlığı profesyonelleri toplum ve
çevre sağlığına katkıda bulunmalıdır.
2. Đş sağlığı profesyonellerinin görevleri; iş sağlığı politika ve programlarında etik
ilkelerin uygulanması ve insan onuruna saygı gösterilmesi bağlamında çalışanların sağlık ve
yaşamının korunmasını içerir. Profesyonel dürüstlük, tarafsızlık, çalışanların tıbbi bilgileriyle
ilgili mahremiyete saygı ve güvenin korunması da görevlerinin bir parçasıdır.
3. Đş sağlığı profesyonelleri eylemlerini tam bir bağımsızlık duygusuyla yerine getirme
konusunda uzmandırlar. Bu bağlamda profesyonel etik ve uygulama iyiliği açısından işlerini
yapacak şartları oluşturmak ve görevlerinin gerektirdiği yeteneği kazanıp idame ettirmek
zorundadırlar.
Sonuç olarak; WHO ve ILO tarafından 1992 yılında yayımlanan, Đş Sağlığı
Profesyonelleri Đçin Etik Kodlar, konuyla ilgili bir takım temel ilkeleri içerecek ve pratik bir
rehber olacak bir anlayışla hazırlanmıştır. Bu kodların özel durumlarda ne şekilde
uygulanacağı ve yorumlanacağı tamamen profesyonellerin kendilerine ve ilişkiler içinde
olacakları aktif role bağlıdır. Söz konusu kodlar, iş sağlığı ile ilgili sorumluluk alan herkese
rehberlik etmenin yanında, uygulamaları ile ilgili yapılabilecek değerlendirmeler için bir
mukayese zemini oluşturur. Bu doküman eğitim amaçlı olarak kullanılabileceği gibi, alanla
ilgili ulusal etik kodların oluşturulması için bir örnek teşkil edebilir. Eğer istenirse bunlar
olduğu gibi benimsenir ve profesyonel durumların belirli standartlar temelinde tanımlanması
ve değerlendirilmesine hizmet edebilir. Bu dokümanın bir diğer amacı ise; iş sağlığı alanında
multidisipliner yaklaşım ve ekip çalışmasının geliştirilmesi yönünde, alanın tüm ilgililerinin
birlikte çalışabilecekleri ortak bir zeminin genel ilkelerini geliştirmektir.
Ancak ulusal etik kodlar veya profesyoneller için hazırlanmış rehberlerde konuya özgü
daha ayrıntılı bilgiler yer almalıdır. Yine de etik kodların iş sağlığı profesyonelleri ve onların
diğer profesyoneller, sosyal partnerler ve toplumla olan ilişkilerinde uygulanacak bir
kapsamda olması söz konusu değildir. Belirli uzmanlık alanlarına özgü bazı etik hususların
olabileceği, dolayısıyla ilave etik rehberliklere ihtiyaç duyulabileceği bilinmelidir.
Kaynaklar:
1. Bumin T. Felsefe 2002. Türk Sanayici ve Đş Adamları Derneği Yayınları, Đstanbul 2002,
s. 33.
2. Yazıcı S. Felseye Giriş. Alfa Yayınları, Đstanbul 1999, s. 4.
3. Oğuz YN. Biyoetik Terimler Sözlüğü. Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara 2005, s. 82-83.
4. Hançerlioğlu O. Felsefe Ansiklopedisi, Cilt 1. Remzi Kitabevi, Ankara 1978, s. 32.
5. Hançerlioğlu O. Felsefe Ansiklopedisi, Cilt 5. Remzi Kitabevi, Ankara 1978, s. 7-8.
6. Aydın Đ. Eğitim ve Öğretimde Etik. PegamA Yayınları. Ankara 2003, s. 23-26.
7. Cevizci A. Platon – Menon.Gündoğan Yayınları. Ankara, 1994.
8. Tepe H: Bir Felsefe Dalı Olarak Etik. Doğu Batı. 1998, Sayı 4, s. 9-24.
9. Thomas E. Beam: Military Medical Ethics. Uniformed Services University of the
Health Science, BethesdA, Meryland, 2003. Vol: 1, s. 23-55.
10. Louis P. Pojman: Ethics; Discovering Right and Wrong. Wadsworth Publishing,
Belmont, California, 1995, s. 135-159.
11. Gillon, R. ; ‘Medical Ethics: Four Principles Plus Attention to Scope’, British Medical
Journal, 1994 ; 309, s.184-8.
12. Aksoy, S. ; ‘Sağlık Kaynaklarının Dağıtımında ve Tedavi Kararının Verilmesinde
Kullanılan Kriterlerin Etik Tartışması’ (Ethical Discussion of Criteria Used in the Distribution
of Health Care Resources), paper presented at 3rd Turkish Medical Ethics Symposium,
Ankara, 23-25 October 1997.
13. Tom L. Beachump, James F. Childress: Principles of Biomedical Ethics. Oxford
University Pres, New York, 1994.
14. Arda B:, Đş Ahlakı” Açısından Tıp: Neredeyiz? Nereye Gidiyoruz?. Deontoloji Ders
Notları, ANTIP A.Ş. Yayınları. Ankara 1996.
15. Çobanoğlu N. Tıp Etiği. Đlke Yayınevi, Ankara, 2007, s. 14.
16. Arda B:, Đş Ahlakı” Açısından Tıp: Neredeyiz? Nereye Gidiyoruz?. Deontoloji Ders
Notları, ANTIP A.Ş. Yayınları. Ankara 1996.
17. Örs Y: Geçmişte ve günümüzde hekim - hasta ilişkileri. Tıp Dünyası 48: 1975, s. 224 -
30.
18. Thomas E. Beam: Military Medical Ethics. Uniformed Services University of the
Health Science, BethesdA, Meryland, 2003. Vol: 1, s. 23-55.
19. Arda B. Hekimin Eğitimi ve Kendini Yenileme Sorumluluğu. AÜTF Mecmuası. 1990,
43:2, s. 521-526.
20. 19.2.1960 tarihinde 10436 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Tıbbi Deontoloji
Nizamnamesi. XVI
21. Türk Tabipleri Birliği (TTB) Hekimlik Meslek Etiği Kuralları.
22. Göksel FA: Hekim andı. Türkiye Klinikleri. 1(1): 1981, s. 88 - 89.
23. Meslek Hastalıkları Tarihçesi. http://www.imhh.gov.tr/?q=node/20. ulaşım:
40.04.2010.
24. Post SG. Editor in Chief. Art of Medicine. Encyclopedia of Bioethics, 3rd edition. by
Macmillan Reference USA. New York 2004. s. 1921-1930.
25. International Code of Ethics for Occupational Heslth Professionals. Adopted by The
ICOH Board in March 2002.
Top Related