1
25 Şubat 2019 Tarihli Ders Notu1
HUKUK DEVLETİ İLKESİ
Size daha birinci sınıftayken bir noktayı göstermeye çalışıyoruz ki; kavramlar, hukukun hareket eden kısmıdır.
Kavramdan bahsedildiğinde sözlük anlamı dışında, kitaptaki kesin hukuk devleti nokta noktadır diyen cümlenin
içinde iceberg kısmını görebilmeniz, derinliği görebilmeniz. Dolayısıyla bu derinlik, görülüp hissedildikten sonra
araştırılabilecek bir şey. Bir şeyin derinliği olduğunu hissetmezseniz, bu size kapalı olur. Bunu inceleme gereği
duymazsınız. Ama anlatılanın altında bir başka derinlik olduğuna dair bir açıklama olursa, bu araştırılabilecek bir
gizliliktir. Dolayısıyla bir kavramla karşı karşıya kalındığında, bu kavramla ilgilenmek gerektiğinde, bu kavramla
çözülmüş bir hukuk uyuşmazlığı ile karşılaşıldığında; bunun değerlendirilebilmesi, kullanılabilmesi için kavramın
içine girilecek öncelikle bir öngörünün olması lazım. Yani size kapalı olmaktan çıkıp size gizli olma aşamasına
gelmesi lazım ki gizli olan şeyi araştırıp açık hale getirebilirsiniz. Dolayısıyla hukuk devleti, herkesin hakkında bir
şey söyleyebileceği ama bir yandan da herkesin o kavramı kucaklayabilmek, ihata edebilmek bakımından çokça emek
sarf etmeden kolayca başaramayacağı bir kavram. Bir yandan bunu göstermeye bir yandan da ihata etmeye
çalışıyoruz.
Abdurrahman Eren’in metninden2 başladık. Bakın diyor ki “Hukuk devleti ilkesi, en basit şekilde, devletin
hukuka bağlılığını ifade eder.” Devletin hukuka bağlılığı. Kanuna bağlılık değil, yani hukuka bağlılık. Devletin tüm
muamelelerinde hukuka bağlı olması, hukuk çerçevesinde çözüm araması, hukuk çerçevesinde davranması gibi.
Bunu biraz açabiliriz. Kendisi de açıyor sonra: “Toplumsal hayat zorunlu kıldığından, siyasal toplumun teşkilatı
olarak devletin, her zaman bir hukuku olduğunun mantıksal olarak kabulü gerekir. Tarihsel süreçte değişen, devletin
hukuka bağlılığının nasıl sağlandığıdır. Bu nedenle, yeni olan devletin hukuku olması değil, devletin tüm organlarıyla
hukuka bağlılığının sağlanmasıdır.” Burada dolayısıyla bir kavramın yanlış anlaşılabilecek bir boyutu üzerinden
durarak açıklamayı yapmış. Didaktik olarak kafa karıştırıcı olup olmadığını gençlerin nabzını tutacak, kendileri veya
bir başkası bilir. Burada şuradan yola çıkıyor: Devletin hukuku değil hukuk devleti yani; devletin, her zaman bir
hukuku vardır. Ama hukuku kendi üstünde görüp hukuka uymaya çalışması. Dolayısıyla devletin kendi koyduğu
kanunlara uyması veya bunu hukuk olarak kabul etmek, devletin tarih boyunca her zaman hukuku olacağı için hukuk
devleti olma sonucunu doğurmaz. Esasında devletin uyacağı, kendisini aşan, kendisi dışında oluşmuş hukuk kuralları,
hukuk ilkeleri olacağını kabul edip de bu hukuka bağlılığı, bu şekilde algılaması gibi başta böyle bir noktayı öne
çıkartıyor. Yani hukukla kanunu karıştırmayın, devletin kendi koyduğu kurallara uymak gereklidir, önemlidir ama
hukuk devleti bundan ibaret değildir diyerek, buradaki hukuk terimini kullanarak esasında kanun devleti ile hukuk
devleti ayrımını ön planda getirmiş bir yaklaşım olarak.
“Günümüzde hukuk devleti (the rule of law)…” İngilizcesini de yazmış, bu İngiliz ekolünden. Hukuk devleti
anlayışının bu “The rule of law”dan daha farklı bir kapsamımı var. “État de droit” Fransızcası. Almanya’da esas
olarak çıkmış bir terim bu. Sonra Kıta Avrupası’nda yaygınlaşmış. Farklı kapsamları var ama buradan yola çıkıyor.
“...hukukun üstünlüğünün tanındığı, hukuk karşısında hesap verilebilir olan ve kişilere hukuk güvenliğini sağlandığı
devlet demektir.” Bakın, burada, bir tanım denemesi gibi bir husus var, kesin bir ifade var. Bu demektir diyor. Bu
demektir dediğinde, kullandığı terimler de içinde ayrıca, işte iceberg diyoruz ya, içinde bir sürü unsur içeriyor. Yani
bir bilinmeyeni, başka bilinmeyenlerle açıklayarak, bir kademe açıklama gibi. İçinde bir sürü unsur var. Dikkat
ederseniz hukukun üstünlüğünün tanındığı. Hukuka saygı değil, hukukun üstünlüğünün tanındığı, yani hukukun
kendi dışında ve daha üstünde.
1 2018-2019 öğretim yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi birinci sınıf öğrencilerine verilen “Kamu Hukukunun Temel
Kavramları” seçimlik dersi kapsamında Prof. Dr. Aydın Gülan tarafından gerçekleştirilen 25 Şubat 2019 tarihli derste tutulan
ses kaydının metinleştirilmiş halidir. 2 Abdurrahman Eren, Anayasa Hukuku Ders Notları, İstanbul, On İki Levha Yayıncılık, 2018, s. 205-207.
2
Diğer unsur ne? “Hukuk karşısında hesap verilebilir olan”. Yani niye uymadığı, niye uzaklaştığı konusunda
hesap verecek bir mekanizması olacak. “Kişilere hukuk güvenliğinin sağlandığı”. Hukuk güvenliğinin sağlanması
da çok kapsamlı bir terim. Temel hak ve özgürlüklerin korunması yanında, kişilerin hukuki istikrar, hukuki güvenlik,
devamlılık, sonuçları bilme, yargı kararlarının tahmin edilebilir olması bile bunun içine girebilecek bir kapsamda
söylüyor. Üç unsur kullanmış. “Hukuk devleti kavramı, tarihsel bağlamda polis devleti kavramının karşıtı olarak
doğmuştur.” bu Avrupa tarihinden yola çıkarak bir açıklama biçimi. Mülk devleti, hukuk devleti, polis devleti gibi
açıklamalar yapılıyor. Mülk devlet de, malları evlenmelerle boşanmalarla toprak mülkiyeti üzerindeki insanlarla
birlikte gidiyor, dolayısıyla devletin mülkü meselesi. Bu işte en fazla abartılı bir biçimde kullanılırsa 14. Louis’ye
atfediliyor: Bunları yapamaz devlet falan denilince, “l'État c'est moi” demiş; devlet, devlet diyorsunuz, devlet nedir,
devlet benim! demiş. Dolayısıyla bu tip bir anlayıştan sonra polis devleti, yani polis devletinden kastedilen bugün
kullandığımız anlamda polis değil, yani kuvvete dayanan bir birliği sağlayan devlet. Sonraki aşama olarak da hukuk
devleti şeklinde gündeme geliyor. Dolayısıyla o açıklamayı yapmış. Bu Doğu’da öyle değil. Batı’nın hukuk devlet
tarihi gelişimi. Doğu’nun gelişimi bu şekilde değil. “Polis devleti, 17. ve 18. yüzyıllarda Kara Avrupası ülkelerinde
mutlakiyetçi rejimler için kullanılmıştır.” Zaten yazar kendisi de belirtiyor Kara Avrupası ülkelerinde mutlakiyetçi
rejimler için. “Polis devleti anlayışında kamu düzeni için temel hak ve özgürlüklere sınırsız ölçüde müdahale
edilebilir ve bu müdahaleler yapılırken hukuka bağlı kalınmaz. 19. Yüzyılın başlarında devlet tarafından kişilere
verilen zararların tazmin edilmesi anlayışı kabul edilmiştir. Buna hazine teorisi denilmiştir.” Bu idare hukukunun
ortaya koyduğu bir şey. Devlet, kamu yararı için bir şey yaptığında, yani kötü niyetli bir devlet değil, bir devlet
olarak ele alırsak insanları ezsin diye değil iyi bir şey yapmaya çalışırken insanları ezmişse, zarar vermişse ne olacak?
Hiç olmazsa tazmin etsin. Herkesin yararına yaptığı işlerde bazı kişilerin zararına yol açılmışsa, tazmin etsin
fikrinden yola çıkılarak bu hukuk devletinin dönüşümü açıklanıyor.
“Bu dönemde, modern devlet kurumları ortaya çıkmış olsa da, milletin temsilci organı görülen yasama
yetkisinin kullanılmasının denetlenmesi anlayışı 20. yüzyılı bulmuştur. Anayasa Mahkemelerinin ortaya çıkması,
yürütmenin her türlü işleminin yargı denetimine açık olması anlayışı özellikle II. Dünya Savaşı sonrası
anayasalarında yer bulmaya başlamıştır.” Bakın ne kadar yakın bir döneme geldi; 1945, II. Dünya Savaşı’nın sona
ermesi. Yani yürütmenin işlerinin denetlenmesi de yetmez, kanun koyucunun ürünlerinin hukuka uygunluğunun
denetlenmesi, bu da Anayasa Mahkemelerinin ortaya çıkışı ile olmuştur. Dolayısıyla II. Dünya Savaşı sonrasında bu
gündeme gelmiştir.
“Hukuk devleti, ‘kanun devleti’ demek değildir.” Hukuk-kanun, işte karıştırılan önemli bir noktaya dikkat
çekiyor, yani konulan kurallara uyulmak değil. Ama bu, konulan kurallara uyulmaması demek de değil. Gerekli ama
yeterli değil, bu kavramla açıklanabilir. Yani, kanunla uyulması gerekli ama yeterli değil. Kanun adil değilse, bu
kanunun değişmesine ilişkin fikirlerin biriktirdiği ve etkili olduğu bir hukuk alanı olması lazım ki, kanunun iyiye
doğru, daha adil olana doğru gelişmesi mümkün olsun ve bir kanun eleştirilirken adil olmaması eleştirilebilsin,
değerlendirilebilsin. Dolayısıyla bir dayanak noktası olarak hukuk, kanunun da üstünde olması gereken bir şey.
“Bir ülkede kanunların var olması o ülkenin hukuk devleti olduğunu göstermez. Anayasa Mahkemesi’nin
kararlarında ‘hukuk devleti’nin tanımı şöyle yapılmaktadır: ‘Hukuk devletinin temel öğesi, tüm devlet faaliyetlerinin
hukuk kurallarına uygun olmasıdır. Hukuk Devleti insan haklarına saygı gösteren ve bu hakları koruyucu, adil bir
hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendini zorunlu sayan ve tüm faaliyetlerinde hukuka ve Anayasa’ya
uyan bir devlet olması gerekir.’” Burada da önündeki olay dolayısı ile gündeme gelmiş. Temel hak ve özgürlükleri
koruyan, bu temel hak ve özgürlükleri korumayı esas alan, bu bozulduğunda tekrar getiren unsuruna dikkat çekmiş.
“Hukuk devletinin temel ilkelerine sadık kalarak hukuk devletine ilişkin uygulamalarda farklılık olabilir…”
Bu paragrafta yeni bir şeye geliyor. Hukuk devleti yeknesak bir yönetim biçimi, devlet biçimi gerektirmezi şimdi
açıklıyor. Yani hukuk devleti bir nitelemedir, bir değerlendirmedir ama bu ancak şu yönetim biçimi hukuk devletidir,
bu yönetim biçimi olursa hukuk devleti değildir demeyi haklı çıkartmaz kısmını açıklıyor. Böylelikle nasıl geldi, yani
3
önce bir tanım verdi. Bu tanım, içeriği gelişecek bir tanım. Başka bilinmeyenlerle yapılmış bir tanım. Daha doğrusu
içine çok şey sığabilecek unsurlarla yapılmış bir tanım. Hemen onun altında, hukuk devleti kavramının gelişimine
ilişkin kısa bir tarihsel paragraf verdi, ondan sonra hukuk devleti kanun devleti değildir kısmına geldi. Esasında
hukuki metin yazmak, sağlam bir metin yazmak, bir çeşit mimari bir iş. Yani bunu öyle kurgulamanız lazım ki kendi
içinde çelişkiye düşmeyen, öncelik sonralık meselesini değerlendirmiş, öğretici olması bakımından öne çıkartılan,
sonradan açıklanan hususları gündeme getirmiş metinler, sağlam metinler olması lazım. Yani sağlam bir metinle
karşılaşıldığı zaman böyle bir roman okur gibi hızlıca okumak değil, üzerinde saatlerce durulabilecek bir sayfa olması
lazım. Yani hukukta bir metinden beslenmek, bir saatte elli sayfa mı yoksa toplam bir oturuşta yüz sayfa mı okuyor
olmanız ile alakalı bir şey değil, bir kitabı kaç kere okuduğunuzla alakalı bir şey değil. Sağlam bir metin
bulduğunuzda onunla beslenebilmek ile alakalı bir şey. Sağlam bir metin insanı besler, sistemiyle, kurgusuyla besler.
Bir yandan da okunanlarda sağlam bir metin arayışında olmak lazım, mantığı oturtabilmek için, bakış açısını
anlayabilmek için, bugüne kadarki insan aklının birikimini değerlendirebilmek için, konuyu bütünüyle anlayabilmek
için. Dolayısıyla metni okurken bir yandan da değerlendiriyoruz ne yaptığına dair. Eleştiri yapmaktan ziyade
kapsamını ortaya koymaya çalışıyoruz.
Kanun devleti değildir dedikten sonra, Anayasa Mahkemesi’nden bir tanım almış. Böylelikle yargı kararının
da sınamasından geçmiş bir kapsamını gösteriyor. Sonunda da önemli gördüğü bir noktaya, kendi istediği noktaya
geliyor şimdi okuyacağımız paragrafta: Bu devlet sistemini, hükümet sistemini icbar etmez. Hukuk devleti, devlet
sistemlerinin üzerinde bir kavramdır, hangi devlet sistemi, hangi toplumda hukuk devleti olmaya daha fazla katkıda
bulunuyorsa onun için en uygun devlet sistemi, hukuk devleti olmada araç olmaya gider. Dolayısıyla araç-amaç farkı
yaparak araçları bir amaç gibi görmemek lazım, amaç hukuk devleti olmaksa bunun farklı araçları olabilir. Merkeze
gelen dairenin, farklı yarıçapları olması gibi.
“Dolayısıyla devletin biçimi, hükümet sistemleri, devletlerin ideolojileri hukuk devletinin farklı gerekliliklerle
sağlanması sonucunu doğurabilir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de bir kararında bu olguya şöyle işaret etmektedir:”
-Bu kanaatini yine Anayasa Mahkemesi’nin kararından bir alıntı ile destekliyor.- ‘Hukuk devletinin somut
uygulamasında farklı hukuk devleti anlayışları ve farklı devlet uygulamalarının ortaya çıkması kaçınılmazdır.
Bundan dolayı anayasa koyucunun hukuk devleti ilkesinin nasıl hayata geçirileceğini belirleme konusunda geniş bir
takdir yetkisine sahip olması doğaldır. Bu nedenle hukuk devleti ilkesinin ortadan kaldırılmasından ya da anlamsız
hale getirilmesinden söz edebilmek için, devlet organlarının hukuka bağlılığı ilkesini veya bunun kurumsal
güvencelerini ortadan kaldıran bir değişikliğin yapılmış olması gerekir. Yoksa anayasa koyucunun farklı hukuk
devleti uygulama modellerinden herhangi birisine yönelik tercihinin yerindeliğine ilişkin yargısal denetim yetkisi
bulunduğu söylenemez…’3 Burada bakın farklı bir noktayı gündeme getiriyor ve her şey yargısal denetime tâbidir
ama anayasa koyucunun devlet modeli seçimi bir yerindelik meselesidir. Hukuk devleti güvencelerini ortadan
kaldırıyor mu, kurumsal olarak hukuk devleti müesseslerini işlemez hale getiriyor mu, hukuk devletine ulaşma
mekanizmalarını içermiyor mu, yasaklıyor mu, imkânsızlaştırıyor mu buna bakılır. Yoksa tercihine değinmek
yerindeliğe girer diye değerlendirilmiş.
“Hukuk devleti tanımını diğer yabancı unsurlardan ayırarak yaparsak…” Şimdi, bakın bir noktaya daha
giriyor; başta bir tanımı yaptı, ortada bir şeyler anlattı, şimdi de tüm yabancı unsurlardan arındırarak yaparsak diyor.
Baştaki söylediğimiz neydi? Yani biz kavramın içindekileri böyle ezberlemiyoruz. Biz, bir tane tanımı ezberlemeye
çalışmıyoruz. Kavramı genişleyebilen, hareket edebilen bir daire olarak aldık. Amacımız şu: Dışarıda bıraktıkları ve
içerdiklerine ilişkin fikir edinebilmek. Dolayısıyla bu kavram genişleyebilir, sağa sola hareket edebilir. Ama bu
kavramı nasıl anlayacağız? İşte etrafında dolaşıyoruz ve böylelikle kavramın sınır alanlarını tespit etmeye
çalışıyoruz. ne içine giriyor, ne dışına çıkıyor. Dolayısıyla tanımlamaya çalışanlar da esasında bunu inkâr etmiyorlar.
Ama bir anlamda, didaktik olabilmesi için tanımlıyorlar. Dolayısıyla her tanımda, bu unsurlardan birisini içeriyor,
diğerlerini dışlıyorsa eksiklik nedeniyle yanlış olma tehlikesi var. Eksiklik nedeniyle yanlış olmaması için buradaki
mevcutları içerebilecek derinliği içeren bir yaklaşımla ele almak lazım. Dolayısıyla kavramın tanımı, sözlükteki bir
3 AYM, E. 2010/49, K. 2010/87, KT. 7.7.2010.
4
kelimenin tanımı değil. Istılah manası, eskilerin deyimi ile ıstılah manasını düşünmek lazım. Yani derinliğini,
kapsamını düşünmek lazım. Derinliği ve kapsamına baktığınızda, bu zaman içinde bile farklılaşabiliyor. Dolayısıyla
bu noktada, tanımlarken tedbirli olmak lazım ama bu konularda yazanların, ister istemez, bir tanımı öğrenciye
sunmaları lazım.
Bakın şöyle diyor: “Yabancı unsurlardan ayırarak”, yani dışında bırakarak. Bunun eski terimdeki ifadesi
şöyle: “Efradını cami, ağyarını mâni”. Efrat, fertleri; cami, cem eden, içeren; ağyar da yabancı demek. Yabancılara
da mâni olan. Öyle bir şey yapacaksınız ki efradını cami olacak, içerecek; ağyarını, yabancılara da mani olacak,
dışarda bırakacak. Böylelikle dışarıda kalanlar giremeyecek, içeride olanları da kapsamış olacaklar. Bazen cami
yerine havi diyorlar. Havi içermek demek. Cami daha önemli, cem eden, bir araya getiren. Dolayısıyla hepsini
kapsamak değil, bir araya getirmekle ilgili bir şey. Şöyle demiş: “hukuk devleti; tüm organlarıyla hukuka bağlı, her
türlü eylem ve işlemi yargı denetimine açık, yargının bağımsız ve tarafsız olduğu ve tam bir hukuk güvenliğinin
sağlandığı devlettir…” Bu şekilde tanımlamış. Bu unsurdaki tanımlara bakarsak, “tüm organları ile hukuka bağlı”
derken tüm organlarının üzerinde etkili olabilecek bir hukuk gölgesi olması lazım. “Her tür eylem ve işlemi yargı
denetimine açık”. Yargı denetleyecek. Bu denetleyecek yargı için de bir kriter getirmiş: “Yargının bağımsız ve
tarafsız olduğu”. Yargının da bağımlı olursa, taraflı olursa yargı denetiminin bir anlamı kalmayacağına böylelikle
işaret ediyor ve “tam bir hukuk güvenliğinin sağlandığı”. Baştaki kapsayıcı terim olarak bunu kullanmış: Hukuk
güvenliği. Temel hak ve özgürlükleri de bunun içine aldığı anlaşılıyor.
Şimdi, hukuk devletini, herhangi biri başka sınavda sorsa, yazsak yeterli midir deseniz farklı anlayışlar da
böyle bir tanımı yeterli görmeyebilir. Başka vurgulayacağınız şeylere bakabilir. Bu, her tanımanın dondurucu
etkisinin eksiklik doğurması nedeni ile. Bakın, size birkaç yazarın tanımlarını gösterelim:
Bakın Abdurrahman Eren Bey’in üç tane unsuru var biraz önce okuduğumuz tanımda: Hukukun üstünlüğü
(tüm organlardan üstün olması), hukuk önünde hesap verilebilirlik (yani eylem ve işlerinin yargı denetimine tabi
olması) ve hukuk güvenliği demiş.
Gözler, hukuk devleti ilkesini genel gerekler ve özel gerekler diye ikiye ayırmış4. Genel gereklerde yasama,
yürütme ve yargının hukuka bağlı olması diye organların hukuka bağlı olmasını gündeme getirmiş. Özel gereklerde
de idarenin bütün eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tâbi olması, hâkimlerin bağımsız ve teminatlı olması,-
Burada bakın teminatlı olmasını gündeme getirmiş, bağımsızlığın bir unsuru olarak teminat hissederek karar vermesi
gerekir diye-idarenin faaliyetlerinin önceden bilinebilir olması,-yani sürpriz olmaması, ne yaptığımızda idare ne
yapacak, idarenin keyfi davranmadığının bir gerekçesi olarak- hukuki güvenlik ilkesi ve geçmişe etki yasağını saymış.
Hukuk güvenlik ilkesi, Abdurrahman Eren’de de var. Geçmişe etkili olmak, ayrıca vurgulamış. Ceza uyuşmazlıkları
bakımından bu ayrıca önemli. Ve idarenin mali sorumluluğunun bulunmasını saymış.
Bakın farklı bir liste ortaya çıktı; üçü genel, beşi özel, sekiz tane unsur çıktı. Aynı şeyden bahsediliyor,
birbirinden zıt değiller ama bakın kapsam niçin önemli? Siz nereden bakarsanız ne görüyorsunuz. Dolayısıyla Gözler,
buradan bakıyor görüyor; Eren buradan bakıyor görüyor; ben, buradan bakıyorum görüyorum. Ama bunun hepsi
etrafında dolaşmak lazım. Bu bilindiği takdirde, hiçbirisine yanlış demekten ziyade, bu döndüğü noktada yazarken
gördüğü hususu yazdığı bilinirse, o zaman kapsamı daha farklı olacak.
Ergun Özbudun, önemli anayasacılardan bir tanesi. Hala verimli olarak yazıyor. Bakın o ne demiş5:
“Yürütme işlemlerinin yargısal denetimi”. Mesela hepsinin çok vurguladığı bir şey bu. İdare hukukçusu
olduğum için bu hemen dikkatimi çekiyor üçünde de olunca. İdarenin hukuk devleti olmaktaki rolünü ve önemini
4 Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, 21. bs., Bursa, Ekin Kitabevi, 2017, s. 82-88 5 Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, 17. bs., Ankara, Yetkin Yayınları, 2017, s. 125-138.
5
gösteriyor. İdare, hukuk devleti konusunda aksarsa, bütün devletin niteliği aksıyor. Çünkü esas güç, idarede. Niçin o
güç veriliyor idareye? Kişilerin hizmetlerini görsün, temel hak ve hürriyetlerini korusun diye. Ama bu idare niyeti
bozarsa, hukuka uygun hareket etmezse, iyi niyetli davranırken bile bazı hassasiyetlere bakmazsa, insanların canını
okur. İşte diyelim ki yolu açmak için Aydın Gülan’ın arazisini alıyorum diyor. Kim beni dinleyecek? “Bu yol buradan
açılmaz, burası yolun en kısa yönü değil niye benim arazimi alıyorsun? Şuradan geçsen daha iyi olur. benim arazim
yol olmak için uygun değil” desem, dinleyecek kimse yok mu? “Ben vatan için çalışıyorum, çoğunluk için
çalışıyorum. Bir sen mi önemlisin yoksa burada hizmet sunacağım yirmi beş milyon kişi mi önemli?” dediğinde eğer
hukuk devleti ise sizin hakkınızı dinleyecek bir mekanizma olması lazım. Bakalım haklı mısınız değil misiniz? Yoksa
“idare ne kadar iyiniyetli, idare bu kadar kişinin hakkını savunuyor, buna karşı itiraz edilir mi, susup oturacaksın, sen
vatansever değil misin” gibi bir sistem varsa o zaman kime piyango çarparsa onun sesini kimse duymayacak, idare
çoğunluk için bir şey yapıyor diye. Hukuk devletini esasında temelden sarsacak. Oradaki herkes de idarenin lehine
yaptığı şeyin daha sonra kendisine de çıkabilecek bir piyango olduğunun farkına varmayarak, esasında hukuk
devletinin temelini dinamitleyecek. İdarenin tek kişinin hakkının bile olup olmadığına bakarak hakkı varsa, tasfiye
kullanarak davranmasını sağlayacak bir hukuk bilinci olursa hukuk devleti gerçekleşecek. Dolayısıyla hepsinin,
idarenin hukuka bağlılığına, eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tâbi olmasına işaret etmesinin gerçek bir önemi
var, gerçek bir değeri var. Çünkü hukuk devleti karşısında. Hukuk devletini gerçekleştirebilecek en büyük aygıt da
idare, hukuk devleti için en büyük tehlikeyi oluşturacak olan da idare. İdarenin dolayısıyla bu potansiyeli var. Her
devlet de her gün idaresi sebebiyle bu sınavı veriyor. Hukuk devleti denilen ülkeler bile bu sınavı veriyor her
seferinde.
Sonra “Yasama işlemlerinin yargısal denetimi” demiş. Yani kanunların, genel kuralların hukuka
uygunluğunun mutlaka denetlenmesi önemli.
“Yargı bağımsızlığı”. Bu denetleme ki hem yürütmeyi hem yasamayı denetleyebilecek bir yargı. Yani, üç
erkten bahsediyoruz. Yasama, yürütme ve yargı. Bunlar üçü de aynı seviyede fakat, bu yasama ve yürütmenin
yaptıkları eylemleri ve işlemleri denetleyecek kim? Yargı. İşte o yüzden yargıya, Latince, eşitler arasında önde gelen
anlamında “primus inter pares” denir. Hepsi aynı ama yargı diğerlerini denetleyeceği için, eşitler arasında önde
gelen. Dikkat edin, hiyerarşik üst değil, eşitler arasında önde gelen. Dolayısıyla herkes ister istemez yargıya dikkat
çekiyor, niçin? Çünkü bunu denetleyebilecek bir kapasitesi olması lazım, insan unsuru bakımından, bağımsızlığı
bakımından, tarafsızlığı bakımından. Buna ilişkin değerlendirmeler lazım.
“Kanuni hâkim güvencesi”ne işaret etmiş. Kanuni hâkim güvencesi, özellikle ceza davaları bakımından
önemli. Yani bir davaya özel hâkim atanmaması. Önceden belirlenmiş, hangi olaylar, hangi hâkimin önüne gelir.
Dolayısıyla, bir olaya özgü hâkim atanırsa, o hâkim acaba onu mahkûm etmek veya beraat ettirmek için mi atanıyor
şüphesi olur. Görünürde adalet olmaz. Hâkim, bağımsız davranacak olabilse bile. Dolayısıyla kanuni hâkim
güvencesi olması lazım ki, herkes, doğal olarak önceden belirlenmiş şekilde, hangi hâkimin karşısına çıkacaksa, o
hâkimin karşısına çıkacak. Buna önem vermiş. “Ceza sorumluluğunun ilkeleri”ne önem vermiş ve “hukukun genel
ilkelerine bağlılığa” önem vermiş.
Şimdi size bir çalışma göstereceğiz. İkili bir çalışma. Hukuk devletinde ne olmaması gerektiğinden yola
çıkarak bu yazarların söylediklerine ulaşmak, sonra da tanımlarını anlamak. Burada size şunu göstermiş olacağız. Bu
öyle bir kavram ki sürekli gelişiyor, gerekleri de gelişiyor. Kavramı anlamak için, bir tanım yetmez, tanım ezberlemek
yetmez. Hatta mümkünse tanım ezberlememek lazım. Kavramın şimdiye kadar birikmiş kültürüne vakıf olmak ve bu
sayede de hareketini anlayabilmeye ihtiyaç var. Bunun için bakın ‘hukuk devleti ne değildir’den yola çıkarak,
yazılanlardan yola çıkarak bir liste yaptık. Şimdi oradan okuyalım.
“Hukuk Devleti ne değildir?”
Hep diyoruz ya şimdi herkes ne olduğundan bahsediyor, ne değildir dediğimizde dışarıdakilere, ağyarına mani
olamaya çalışacağız. Dışarıda bıraktıklarımızla, esasında ne olduğunu anlamaya çalışmayı sağlayacağız. Bazen bir
6
şeyin ne olmadığını söylemek, ne olduğunu söylemekten daha kolay olabilir. Çünkü ne olduğunu niye araştırıyoruz,
ne olmadığını anlayabilmek için. Öyleyse doğrudan ne olmadığına girebiliriz. Mesela, “kanun devleti ile eş anlamlı
değildir”. Ülkede kanunlarımız var ama biz de hukuk devletiyiz diyenlere, bir hukuk eğitimi almış olarak diyebiliriz
ki, kanunların olması ve onlara uyuluyor olması güzel bir şey, gerekli bir şey ama yeterli değil. Hukuk devleti
kanunlara uyulması ile eş anlamlı bir şey değil. Çünkü kanunların adil olması problemi var. Bunun için de kanunların
da uygun olup olmadığını değerlendirecek bir yargısal denetim, bu yargısal denetimde kullanılacak bir anayasa, bu
anayasanın da üstünde yer alan bir hukukun genel ilkelerine ihtiyaç var. Öyleyse eş anlamlı değil.
Mesela bir diğeri “Hukuka saygı göstermekle yetinen devlet değildir. Hukuku üst bir kavram olarak alıp
‘hukukun üstünlüğü’nü tanıyan devlettir.” Mesela bizim Anayasamızda da öyle yazıyor “hukuk saygılı devlet”.
Hukuka saygılı olması-çok saygısız olması tabi beklenemez- ama çok yeterli de değil hukuk devleti dediğimizde,
hukuku bir üst olarak kabul etmek. Ben size saygılıyım evet, ama size saygılı olmak demek anlamına gelen bir şey
değil. Hâlbuki hukuka saygılı olmaktan ziyade, hukukun üstünlüğünü kabul etmek ve ona tabi olmakla ilgili bir şey.
“Devleti korumayı amaç edinmiş değildir.” Yani devleti korumanın amacı korumak değil. “Nihai olarak devleti
korumak sonucunu doğursa bile bireylerin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına almayı sağlamaya yönelik bir
devlet anlayışı.” Dolayısıyla öncelik burada içinde yaşayan bireylerin temel hak ve özgürlüklerine korumak, bu
sayede devleti korumak. Yani fertlerini korumak suretiyle devleti korumak. Devletin haksızlık yapmasına engel
olmak suretiyle devleti, haksızlık yapmaktan korumak. Dolayısıyla, devletin yaptığı haksızlıklar bakımından, her
zaman haklıdır, devlettir, ne yapsa yeridir şeklindeki bir yaklaşım hukuk devleti bakımından kabul edilebilecek bir
husus değil.
“Devletin güçlerinin tek elde toplandığı devlet değildir. Yasama, yürütme ve yargının ayrı erkler olarak
öngörüldüğü devlettir.” Burada işleyişi göstermek için, doğru olduğuna kesinlikle inanmıyorum ama, bunu anlatmak
için IV. Murat’a ilişkin bir anekdot anlatıyorlar. Bir yakıştırma ama mantığı vermesi açısından önemli. İçki yasağı
getirmiş ama kendisi de içki içiyormuş. Kadehi eline aldığı zaman yasağı kaldırdım diyormuş. İçip, kadehi koyarken
de yasağı tekrar koydum diyormuş. İşte bu erklerin ayrı olması, işte bunun keyfi olmaması, kendisi yapacağı zaman
yasağın kalkması, başkası yapacağı zaman yasağın konması bakımından gösterici bir şey. Niçin erkler ayrı olacak?
Kuralı başkası koyacak, uygulamayı başkası yapacak, denetimi başkası yapacak. Böylelikle bu denge, kendi içinde
gerçekleşmiş olacak. Bir elde birçok gücün toplanması nedeniyle, hukuk devleti ihlali olmayacak. Buradaki dönem
dönem güçlerin bazılarına ağırlık vermek, tek başına hukuk devletini kaldıracak bir şey değil. İşte, Milli Mücadele
Döneminde, Millet Meclisi’nin meclis hükümeti olması, yargının da onun içinden çıkması yürütmenin de onun
içinden çıkması veya başkanlık rejimlerinde yürütmenin daha güçlü hale getirilmesi, tek başına bütün yetkilerin bir
organda toplandığı anlamına gelmez. Abdurrahman Eren’in yazdığı gibi bu hükümet sistemleridir, denge bakımından
arayıştır. Dengedeki ağırlık noktasının, farklı bir organda toplanması başka bir şey, o ülkenin sosyal tarihsel
ekonomik unsurlarına bağlı olup olmaması başka bir şey, tüm güçlerin bir elde toplanması başka bir şey. Dolayısıyla,
güncel siyasi düşüncelerin dışında ele almak lazım.
“Ne değildir”den devam ediyoruz. “Yargının bağımsız olmasını sağlamaya çalışırken, yargıçların kararlarının
tartışılmaz olduğu bir yargı sistemini değil, yargının hukukla bağlı olduğu bir yargı sistemine sahip devlettir”. Yani,
yargı bağımsızlığı ama yargının da her yaptığı, her verdiği karar tartışmasız değildir. Dolayısıyla, hukuk devleti
olabilmesi için, yargı kararlarının da esasında değerlendirilmesi lazım. Bu bakımdan bilimsel kamuoyu önemlidir,
meslektaş kamuoyu önemlidir. Yargı da bundan etkilenerek, esasında, keyfi karar veremez halde olur. Ciddi bir
devlette, meslek mensuplarının ciddi olduğu bir devlette yargı, ‘mühür bende istediğim gibi karar veririm’ diyebilir
mi? Diyemez. Niçin? Meslektaşların haklı eleştirilerini, kararlarının değerlendirilmesini dikkate alır. Dolayısıyla
yargının da olması ve bu şekilde değerlendirilmesi önemli. “Devlet tarafından konulmuş kurallara devlet tarafından
uyulmayan devlet değildir. Devletin tüm erklerine (yasama-yürütme yargı) hukukun hâkim kılındığı devlettir.”
7
Bir diğeri “İnsan onurunu koruyan ekonomik, sosyal ve kültürel koşullara ulaşmanın önündeki engelleri
kaldırmakla yetinmeyip kendisini bu koşulları sağlamakla yükümlü sayan devlettir”. Yani, böyle yaklaşmayan bir
devlet de hukuk devleti olmaz. Değerlendirici olması lazım.
“Polis devlet değildir. Kamu düzeni gerekçesiyle temel hak ve özgürlüklere ölçüsüz şekilde müdahale
edilebilmesine imkân tanımayan devlettir.” Bu çok tartışılan bir nokta. Amerika’da ve Avrupa’daki çeşitli devletlerde
gündeme geliyor, mültecilere ilişkin olarak gündeme geliyor. Mesela, mültecilerin çocuklarını anne babalarından
ayırıyorlar. Bazı ülkelerde malvarlığına el koyuyorlar. İşte şimdi Amerika- Meksika sınırında duvar çekilmesi
meselesi ile gündeme geliyor. Dolayısıyla kamu düzeni gerekçesi, insan hakları konusundaki standartları, bütün
dünyada değiştiriyor. Giderek daha fazla kamu düzenine önem veren, öncelik veren, kamu düzeni nedeniyle temel
hak ve özgürlüklere daha şüphe ile yaklaşan devlet modelleri karşımıza çıkıyor. Hukuk devleti, önemli bir sınav
verecek. Bir yandan insan haklarını koruyacak, bir yandan da insan haklarını istismar ederek, insan haklarına
sığınarak, kamu düzenini bozan, masumların canına kasteden, ülkelerde bombalar patlatan yaklaşımlara engel
olabilecek bir dirayet gösterecek. Kamu düzeni ile bu düzeni sağlamak için, insan hakları konusundaki devletin
yaklaşımı hukuk devleti sınavlarından en önemlilerinden birisi. Aciz olmayacak ama zalim de olmayacak devlet.
Dolayısıyla bunu belirlemek, öyle kürsü başında konuşmak kadar kolay bir şey değil, uygulamada bunun
değerlendirmesini yapmak lazım. Bilinçle, hazmetmiş olmakla ve şartları değerlendirmiş olmakla alakalı bir şey.
“İdarenin eylem ve işlemlerinin yargı denetiminden bağışık kılındığı devlet değildir.” İdarenin her eylem ve
işleminin yargı denetimine tabi olması lazım, yani hesap verebilir olması lazım idarenin.
“İdarenin hukuka uygunluğunun sağlanması için yargısal denetimin yeterli sayıldığı devlet değildir. Temel
hak ve özgürlükleri kamu gücü karşısında ihlal edildiği iddiasında olan bireylerin bağımsız bir üst yargı kuruluşuna
bireysel olarak da başvurabildiği devlettir.” Burada, işte ülke içindeki yargısal denetimin tatmin etmediği
durumlarda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmak gibi, idarenin yargısal denetimde idare mahkemeleri
ve Danıştay’ın kararları tatmin edici olmadığında, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmak gibi, temel
hak ve özgürlüklere ilişkin ihlal iddialarını dinletebilecek, görünüşte de tarafsızlığı olan mercilere ulaşılabilecek
hususu. Mutlaka yerel mahkemeler, idare lehine karar verecek diye bir şey yok ama görünüşteki tarafsızlığı
sağlayabilmek için daha başka mercilere gidebilme yolunun olması, hukuk devleti kriterlerinden birisi.
“Hukuki güvenlik ilkesi”nin hâkim kılındığı, hukuk normlarının öngörülebilir olduğu, bireylerin tüm eylem ve
işlemlerinde idareye güven duyabilmesini sağlayan devlettir.
“Tek bir uygulama biçimi mevcut değildir. Somut uygulamasında farklı hukuk devleti anlayışları ortaya
çıkabilmektedir.” Bunlara da değindik.
“Bireylerin, hukuk kurallarına dayanılarak kazandıkları hakları tanımayan devlet değildir. Hukuk düzeninde
mümkün olduğunca ‘hukuki istikrar’ı sağlayan devlettir.” Hukuki istikrar önemli. Hatta bazen yanlış olsa bile devam
etmesi önemli, haklı beklentiyi oluşturması için. Bugün ona böyle, yarın öbürüne böyle olmaz.
“Hukukun genel ilkelerini göz ardı eden devlet değildir.”
“Suç politikasının temel ilkelerini göz ardı eden devlet değildir.” Tam dönemin yarısında siz, ceza hukukçusu
bir öğretim üyesi ile devam edeceksiniz. O, özellikle bu ceza hukuku ilkelerine önemleri nedeniyle değinecek. Ceza
hukuku ilkeleri, hukuk devletini sağlayan önemli hususlardan birisidir. Çünkü ceza, özellikle insanları hürriyetinden
mahrum bırakan boyutu, hukuk devleti uygulamasının en önemli göstergelerinden birisidir. Hukuk devleti
uygulaması, bir devletin ceza politikalarından, ceza uygulamalarından, buna ilişkin düzenlemelerinden ortaya çıkar.
Mesela, “idare düzenleyici işlemlerle suç ve ceza ihdas edemez”, ancak kanunla düzenlenir. Suçta ve cezada
kanunilik ilkesi, önemli ilklerden birisi. İdarenin kendi işlemleri ile olmaz. Ben şunu yasakladım, yasağımı ihlal
edenleri bir sene hapse atacağım, işte kuralı da koydum, sen de dinlemedin, öyleyse mahkûm olacaksın diyemezsin.
İşte bunu, ‘yasama meclisi ancak cezayı koyarı’ bir standart olarak kabul etmek lazım.
8
“Hukuk devletinde, birey sadece örf ve adet hukukuna dayalı olarak cezalandırılamayacağı gibi kanunda
öngörülenden daha ağır biçimde de cezalandırılamaz.” Bu da ceza politikası bakımından önemli. Biliyorsunuz bazı
bölgelerde insanların, kendi örf ve adet gerekçesiyle cezalandırılma yöntemleri var. Mesela namus anlayışı. Mesela
diyelim ki belli bölgelerde, kadının ırzına geçildiği zaman, kimi zaman aile meclisi ile kadının öldürülmesine karar
veriliyor. Esas, orada ırzına geçen kabahatli, diğerinin ne kabahati var anlayışı var. Böyle adet mi olur? Bunun mesela
örf ve adete özen göstereceğiz diye, ağırlık vereceğiz diye böyle bir şeyi hukuk devleti kabul edebilir mi, bunu
yapanları meşru görebilir mi, bunu yapanları ceza dışında bırakabilir mi? Buna engel olmak da hukuk devletinin bir
gereği ve böyle adeta istismar edeni korumaya yönelmiş, örf ve adet perdesi giydirilmiş, örf ve adetle alakası olmayan
meşruluk zeminlerini yıkmak da hukuk devletinin bir gereği. Yani ülkelerin kültürlerinden, geleneklerinden
kaynaklan şeylerle, yanlış uygulamaları, örf ve adet olmamış şeyleri birbirine karıştırmaya engel olmak da hukuk
devletinin sağlaması gereken bir güvenlik ki insanlar önceden belirlenmiş kurallar çerçevesinde neyin suç, neyin ceza
olduğunu bilebilsin ve ona göre caydırıcılık olsun.
“Hukuk devletinde, belirsiz ceza kanunları yapılamaz.” Yani kişi eyleminin sonucunu bilmesi gerekir.
“Hukuk devletinde, kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz; suç ve ceza
içeren hükümler kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.
“Hukuk devletinde, işlendiği zaman ceza hukuku yaptırımı gerektirmeyen bir fiil, yeni çıkarılan bir kanunla
geçmişe yürürlü olarak ceza yaptırımı altına alınamaz; işlendiği zamanın kanununda ceza yaptırımı gerektiren bir
fiil hakkında önceki kanunda öngörülen yaptırımdan daha ağır bir yaptırım öngören kanun, geçmişe yürürlü olarak
uygulanamaz.” Bunlar önemli hususlar.
“Siyasal gücün ve çoğunluk yönetiminin baskısı karşısında bireyi savunmasız kılan devlet değildir.”
Burası mesela önemli:
“Hukuk devleti, bu hukuk devleti kavramı istismar edilerek meşru iktidarları yıkmak amacıyla kötüye
kullanılmayı engellemeye yönelik tedbirleri de hukuk sistemi içinde alabilen devlettir. “
Yani, hukuk devleti, zayıf ve kişi hak ve özgürlüklerinin kötüye kullanılmasına müsait bir devlet anlayışı da
taşımaz. Bunun kötüye kullanılmasına karşı da tedbirli bir devlettir. Hukuk devletinin, tahrik edilmiş, organize
edilmiş, özgürlüklerin kötüye kullanımına yönlendirilmiş düzenlemelere karşı da dirayetli bir devlet olması lazım.
Dolayısıyla kötüye kullanılmaya engel olması lazım. Yanlış bilgilerle istismar ediliyorsa, doğru bilgilerle halkını
aydınlatması lazım. Yanlış bilgilerle vatandaşları kendisine karşı tahrik ediliyorsa, bu vatandaşlarını doğru bilgilerle
tatmin etmesi lazım. Seçimleri objektif yapması ve değişimlerin seçimlerle objektif olması lazım. Aksi takdirde
devletlerin manipülasyonu problemi gündeme geliyor. Hukuk devleti olmayan, olmadığı kesin olan çeşitli devletlere
hiç sesini çıkartmayan bazen idareler, devletler petrol ve saire gibi gerekçelerle göz koydukları devletlerde hukuk
devleti olmadığı gerekçesiyle iktidar değişimlerini yapmayı tahrik ediyorlar, düzenliyorlar. İşte devletlerin buna karşı
da esasında kuvvetli olmayı, hukuk devleti olmanın bir gereği olarak değerlendirmesi lazım. Yani hukuk devleti bir
dev olacak, ama vatandaşına karşı şefkatli bir dev. Vatandaşını istismar etmeye yönelik hareket edenlere karşı da
güçlü ve engel olabilen bir dev olabilmesi lazım. Dolayısıyla, hukuk devleti olmak, saftirik olmakla eş anlamlı değil;
zayıf olmakla eş anlamlı olmak demek değil; merhamet etmekle eş anlamlı değil. Kötülük yapana merhamet
edemezsin. Irza geçene, çocuğu öldürene ,vahşi bir biçimde insanları katledene karşı yumuşaklık göstermek değildir
hukuk devleti. Onlara gösterdiği sertlik esasında hukuk devletinin bir gereğidir. Suçluya merhamet etmek, topluma
eziyet etmek anlamına gelir. Dolayısıyla suçluya karşı güçlü olmak, hukuk devleti olmamak anlamına gelmez.
Yaptığının karşılığını gördüğü devlettir aynı zamanda. Dolayısıyla, hukuk devletini farklı bir biçimde ortaya koyup
da sanki böyle, devletinin zayıflaması gibi bir algıyla, insanları, devletime karşı mı duruyorum konumunda bırakmak
da doğru değildir. Zaten bir devletin gerçek kuvveti, hukuk devleti olmakla çıkar. Zulmeden bir devlet, hukuk devleti
olamaz. Korunması gereken bir devlet olmaktan çıkar. Bir devlete yapılacak en büyük iyilik, vatandaşlarının,
hukukçularının onun hukuk devleti olmasına katkıda bulunmasıdır. Gerçek güç hukuktadır, gerçek güç, yumuşak
güçtür. Yani, hakka riayet eden bir güçtür.
9
Topkapı Sarayı’na bakarsanız en büyük bina, şimdiki Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi işlevini gören
Divan-ı Hümayun’un kurulduğu adalet kulesidir. Topkapı Sarayı’nın diğer binalarından iki misli daha uzundur.
Burada, sembolik bir önem de vardır: “Adalete önem veriyoruz” diyor. Adalet her şeyden önemlidir, adil olmak.
Avrupa’da bilgiye önem verildiği için mesela, üniversitelere bakarsanız, üniversitenin kimi binaları iki katlıdır, üç
katlıdır ama üniversitenin kütüphane binası on beş katlıdır, yirmi katlıdır. Niye? Bilgiye önem veriyoruz. Bilgi bizim
için önemlidir diye gösteriyor. Dolayısıyla medeniyetlerin önem verdiği ilkeler olabilir. Bazısı gerçekten önemlidir,
ama bazısını daha ön plana çıkarabilir. Bilgi mi daha önemli, adalet mi daha önemli, burada hangisi hangisini döver
meselesi değil. Burada ön plana çıkartmak, dolayısıyla bizim medeniyetimizde de, birçok doğu medeniyetinde de-
sadece bizim Türk-İslam medeniyeti anlamında değil, birçok Doğu medeniyetinde de- Batı’dan farklı olarak hukuk
devletinin ifade ettiği sonuçlara ulaşmak için, daha çok adalet kavramı kullanılmıştır. Bir devletin adil olması, hukuka
uyması, insan hak ve hürriyetlerine riayet etmesi, kimseye zulmetmemesi, kimsenin hakkını çiğnememesi, bir kişinin
bile hakkına riayet etmesi, gücünü adaletten alması anlamındadır. Dolayısıyla, aynı sonuca ulaşmak için, farklı
kavramların kullanıldığı yaklaşımlar olabilir. Bunu esasında, böyle bir hukuk sosyolojisi veya antropolojisi
çalışmaları ilerlese, medeniyetler, dönemler bakımından paralel düşünmek lazım. Şimdi biz de Avrupa’daki feodal
yapı çerçevesinde, hukuk devleti kavramının gelişimini izliyoruz. Bizdeki değişim, gelişim çok farklı. Bizde feodalite
yok, feodal beyler yok. Onlarla merkezi idare arasındaki gerilimden kaynaklanan tarihsel süreç içindeki gelişme
mücadelesi yok ama farklı bir gelişme hikâyesi var.
Şimdi, gelelim bunu nasıl kullanacağımız meselesine. Şimdi bunu nasıl kullanacağımız meselesinde şöyle bir
problem var: Somut hayattaki uygulama örneklerini hukuk devleti kavramı ile çözmeye çalışmak ne kadar mümkün,
bunu değerlendirmek lazım. Esasında, mesela diyelim ki zaman bakımından uygulama problemi. Arada bir
arkadaşınız söyledi, annesi sözleşmeli olarak atanma aşamasındayken güvenlik soruşturmasının uzun sürmesi
nedeniyle, sözleşmeyi imzaladığı tarihte, önceden bir yıl bir yerde çalışanların eş durumu ile tayini ile mümkünken,
daha sonra kural değiştiği için, 3 yıl çalışmadan tayin edilemez halindeki bir statüye tabi olmuş. Bu hukuk devletine
uygun mu, yani annem bir ay önce sözleşmeyi imzalamış olsaydı, bir yıl çalıştıktan sonra tayin isteyebilirdi. Şimdi
bir ay sonra tayin istediği için, üç yıl en az çalışması lazım, arada iki yıl fazlalık var, hukuk devletinde bu olur mu
veya aynı işi gören emekliler arasında giderek düşen maaş farkı olduğunda bu hukuk devletine uyar mı meseleleri
gündeme geliyor. Şimdi, böyle üst anayasal kavramlarla, somut uygulamadaki örnekleri kıyaslamakta ara
mekanizmalar var. Bu, hukuk devleti kavramı, başka açılardan giderilmediği durumlarda gidermesi gereken araçlar
için kullanılan sınamalar. Yani, bunun için idare hukuku, bunun için idari yargı, bunun için Danıştay, bunun için
çeşitli emeklilik kanunları, bunun için yargı kararları ile oluşmuş tayin mekanizması, bunun için kuralların uygulama
mekanizması, zamanlaması gibi mekanizmalar, ara mekanizmalar devreye girecek. Hukuk devleti kavramı, bu
mekanizmaların adil sonuç verip vermediği için kullanılacak. Dolayısıyla, somut devlette doğrudan hukuk devleti
kavramından yola çıkarak çözebilmek mümkün değil.
Mesela örnekleri ele alırsak, annesinin tayini meselesini ele alalım. Mesela böyle bir dava açıldığında şu
gündeme gelecek: Kendisi bakımından yapılması gereken her türlü muameleyi yaptıktan sonra, yani sınava girmiş,
yeterli puanı almış, atanmaya hak kazanmış, sözleşmeyi imzalamaya hazır olmuş ama idareden kaynaklan gecikmeler
nedeniyle, statüsü değiştiğinde kişinin kendi üzerine düşen yükümlülükleri getirdiği anki hukuki durumu dikkate
alınır, yoksa idarenin gerekli emniyet sorgusunu ve saireyi yaptıktan sonra sözleşmeyi imzalama tarihi mi esas alınır?
Bunu, yargı kararları değerlendirecek ve tartışacak. Kimi zamanlarda diyor ki, kişinin girdiği statü önemlidir.
İmzaladığı tarihte geçerli olan hukuk kuralı uygulanır. Kimi hakkaniyet değerlendirmelerinde de diyor ki ‘sen bunun
için elinden geleni yapmışsın artık sana ilişkin yapılacak bir muamele kalmamış sadece gösterici bir biçimde imza
atacaksın, zaten talip olduğuna göre bunu imzalamaya da hazırsın, idaredeki gecikmeler seni etkilemez.’ Bu mesela
1985’te bizim tayinimizde bile gerçekleşti. İki tip tayin oldu. Bazıları güvenlik soruşturması üç ay sürdü, üç ay
sonrasında maaş aldı. Bazılar için de dendi ki; zaten girdi, güvenlik soruşturması bozucu bir şeydir, yani maaşı girdiği
andan itibaren alacak, güvenlik soruşturması olumsuz gelirse ona ödenen paralar geri alınacak ve statüsü devam
etmeyecek. Dolayısıyla, güvenlik soruşturmasının gelmesini değil, güvenlik soruşturmasının olumsuz gelmesi
halinde, ortadan kalkabilir bir statünün, gerekli şartlar sağlandığında kurulduğunu kabul etmek gerekir diye. Bu zaten
pratik hukukta da tartışılabilir bir husus olacak. Burada yargı kararlarında ortaya çıkan kriterler hakkaniyete aykırı
10
olursa, o zaman bunu hukuk devleti ilkesi çerçevesinde, ihlal çerçevesinde, yargı kararları çerçevesinde, bireysel
başvurularda gündeme gelecek.
Bir diğer örnek emeklilik meselesi. Aynı işi, aynı sürede yapan kimselerin maaşı arasında fark varsa, bu
hakkaniyet gereği, eşitlik ilkesi çerçevesinde değerlendirilecek. Mesela eskiden şu vardı: Memur olan itfaiye
görevlileri iki bin lira maaş alıyordu, işçi olan itfaiye görevlileri dokuz bin lira maaş alıyordu. İkisi de aynı işi yapıyor
ama birisi memur, birisi işçi. İşçi olanın toplu sözleşmeyle belirlenmiş hakları var, memur olanın statülerle, kadro ve
derece ile belirlenmiş bir statüsü var. Memur olmak, işçi olmak bu kadar fark eder mi? İkisi de aynı itfaiyede çalışıyor,
aynı işi yapıyor. Bazen daha büyük gariplikler oluyor. Mesela genel müdürün aldığı maaştan fazlasını şoförü
alıyordu. Şoförü işçi statüsünde, genel müdürü memur statüsünde. İşte bunlar, zaten hukukun kendi içindeki
mekanizmalarla giderilebilmesi gereken unsurlar. İşçi statüsünün meslek güvencesi yok, geçici işçiyse dönemsel
olarak alınıyor. Memur statüsü, asli, genel, sürekli işler için. Buna ilişkin belediyelerin bulduğu yöntemler var. Sosyal
hizmet zammı denilen çeşitli maaş eklemeleri yapıyor. Denkleştirici şeyler yapıyor. Sayıştay, bunu bazen aykırı
görüyor, zimmet çıkartıyor. Dolayısıyla her uyuşmazlık, her hakkaniyete aykırılık, hukuk devleti kavramı ile
çözülebilecek bir husus değildir. Ama her aykırılık, hukuk devleti olmaya çözüm biçimi dolayısıyla hukuk devleti
olmaya yaklaştırır veya uzaklaştırır. Her devlet, hukuk devleti konusunda sınav veriyordur her işlemiyle. En ufak
işlemiyle bile. Bir öğrenciye verilen notun adil olup olmaması, buna itiraz etme imkânının olup olmaması, bu itirazın
ikna edici biçimde değerlendirilip değerlendirilmediği, cevap kâğıdını görüp görmediği, aldığı notun, kendisine, ikna
edici biçimde açıklanıp açıklanmadığı bile hukuk devleti ilkesine yaklaşması veya uzaklaşması sonucunu doğurur.
Dolayısıyla, her devlet, her işlemiyle hukuk devleti sınavındadır. Hukuk devleti bir kere anayasasında yazıyor diye,
bir kere ulaştı diye kesin olarak edinilmiş ve bir daha kaybedilecek bir nitelik değildir. Zaten, o yüzden böyle bir
kavram vardır ki her devleti çizgide tutsun, her devleti olması gereken unsurda tutsun, dünya devletlerini, dünya
barışına katkıda bulanabilecek, insan refahına katkıda bulunacak şekilde tutsun. Bu yüzden her devletin hukuk devleti
sınavı başka.
Gelişmiş devletler, gelişmekte olan ya da gelişmemiş devletleri sömürüp sömürmemeyle bile bu hukuk devleti
sınavını veriyorlar. Kimi zaman bu gündeme geliyor. Mesela, kendi tesislerini kurmuş devletler diyorlar ki; artık
hava kirliği çok fazla oluyor, çevre kirliği oluyor, siz sanayi kurmayın. Diğer devletler de diyor ki; siz bizi perişan
ede ede, çevreyi perişan ede ede kendi sanayinizi kurdunuz, sanayinizi oluşturdunuz şimdi biz ilerlemeyelim diye
çevre meselelerini bize karşı getiriyorsunuz, bu hakkaniyete uygun mudur diyor. Peki hakkaniyete uygun değil de
siz de mi çevreyi bozun ya da diğerlerinden bir aktarma mı olması lazım, emisyonla ilgili ayrı bir sistem mi
oluşturması lazım? Dolayısıyla hukuk devleti böyle çok safça davranmadan, hakkaniyet gereği, devletler hukukunda,
devletlerarasındaki ilişkilerin tanzimi, devletlerin kendi iç hukukundaki dengeleme, dağılım ve hukuk sisteminin
oluşması bakımından bir dayanak noktası. Yani, buna dayanarak denkleştirişi bir şeyler talep ediyorsunuz, buna
dayanarak, mevcut sistemi sorgulayabiliyorsunuz, buna dayanarak oluşmuş bir dengenin anlamı ve kapsamını
değerlendiriyorsunuz, buna dayanarak oluşması gereken uluslararası anlaşmalar, buna dayanarak kabul edilmesi
gereken kanunlar hakkında fikir ifade ediyorsunuz. Dolayısıyla bu düşünmeyi sağlıyor. Düşünceyi taşıyor.
Dolayısıyla, her zaman somut bir olaya ilişkin değil, makro düzeyde değerlendirmeye ilişkin ama somut olaya ilişkin
noktalara gelelim.
Hukuk Devleti İlkesine İlişkin Yargı Kararları
1) Bakın bir karar6: Bakın Danıştay 12. Dairesi bir karar vermiş, kariyer mesleklerine ilişkin. EPDK’ya personel
alınacak, sınavın sözlü kısmından 100 üzerinden 70 alamamış uzman yardımcılığı girişinde bir kişi ve dava açmış,
‘ben niye sözlüden yetmişten düşük aldım diye. Bunu tartışıyor mahkeme. Mevzuata baktığınızda bir yazılı sınav
var, bir de sözlü sınav var. Sözlü sınavın olması gerekir. Mesela aşçıyı KPSS ile alacak mısınız bir de yemek
yaptırmayacak mısınız aşçı diye? Bizde öyle bir memur vardı, daktilo yazmayı bilmiyordu genel sınavla kazandığı
6 Dan. 12. D, E. 2008/7485 K. 2010/4338 T. 21.9.2010.
11
için. Sonra emekli bile oldu daktilo yazmayı bilmeden girerek. Dolayısıyla sözlü de olacak Sadece bilgiye,
ezberlemeye ilişkin bir şey değil. Ama sözlünün objektifliğini nasıl sağlayacağız, problem orada. Sözlüde keyfi
olarak mı düşük not veriyor başkasını almak için buna bakmak gerek. Yazılıda 100 üzerinden 100 alan, sözlüden
düşük alabilir. Yazılıda 100 almak her zaman çok büyük bir başarı değil ki, ezberlemekle ilgili bir problem olabilir.
Ezberleyen bir adam mı arıyorsunuz yoksa iş yapan bir adam mı arıyorsunuz? Öyle bir sınav problemi olmuştu. Bir
öğrenciye, hocası kopyaya çekti diye zabıt tutmuş, ben de o sırada yönetimdeydim. Sınav sırasında yakalamamış,
sonradan sınav sorusunu okurken kitabın aynı kelimeleri yazdığını fark etmiş, kitapta bire bir ne yazıyorsa onu
yazmış öğrenci. Sonra soruşturma yapınca anlaşıldı ki öğrenci kopya çekmemiş, ama ezberlemiş. Baktığınızda kopya
çekmemiş ama böyle öğrenciye bir yandan hak ettiği notu verip, bir yandan da yani böyle hukukçu mu olur ezberlemiş
düğmeye basıldığında söyleyecek, demek lazım. Hocaya da demek lazım ki; böyle soru mu olur, sadece kitapta
yazanı soruyorsun, hiç akıl yürütecek bir şey sormuyorsun. Ama en azından kopya çekme değil, ama bir yandan da
baktığınızda ideal bir öğrenci tipi değil, ezberlemiş. Dolayısıyla sözlü de olması lazım kapasitesini anlamak için.
Ama nasıl denetlenecek? Bakın burada ne diyor:
“T.C. Anayasasının 2. maddesinde belirtilen Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temel niteliklerinden olan ‘hukuk
devleti’ ilkesi, vatandaşlarına hukuk güvenliğini sağlayan…” bakın niye bunu ön plana çıkarmış? Çünkü sözlüde
bana haksızlık yaptı diyenin derdinin bu kısmı önemli, vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlayacak. Şimdi burada
yasamanın işlemlerine yargı denetimine tabi olup olmamasını yazmasının bir manası var mı? Dava ile ilgili kısmı o
değil. Burada, vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlıyor mu ona bakıyor. ‘idarenin hukuka bağlılığını amaç edinen…’
yani idare keyfi bir iş mi yaptı? “buna karşılık kamu gücünün sınırsız, ölçüsüz ve keyfi kullanılmasını önleyen…”
yani içimden öyle geldi sana 69 verdim değil. Elin terazi mi, niye 70 değil 69? Bu da keyfi olmayacak. “Nitekim
hukuk devleti ilkesinin yaşama geçirilmesini sağlayacak araçlar arasında, Anayasanın 8. maddesinde, yürütme
yetkisi ve görevinin, Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılacağı ve yerine getirileceği; Anayasanın 125.
maddesinde de, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu kuralına yer verilmiştir.”
Dikkat edin, hangi sistemi kullanıyor? Önce, hukuk devleti konusundaki teorik açıklamaya yer veriyor, sonra bunun
anayasamızdaki temellerine değiniyor. 8 ve 125’e.
Sonra: “Hukuk devleti ilkesi karşısında, idarenin yargısal denetim yapılmasını ortadan kaldıracak ya da bu
denetimin yapılmasını imkansız kılacak işlem ve eylemlerde bulunması mümkün değildir.” Can alıcı cümle bu. Öyle
bir eylem ve işlem yapacaksın ki hukuk devleti madem idarenin eylem ve işlerinin denetimini gerektiriyor, senin
sözlü sınavını da ben denetleyeceğim. Birisi itiraz ediyorsa denetleyebilmem lazım.
“... sözlü sınavda başarısız sayılma işleminin yargısal denetimini sağlayacak alt yapının tüm unsurlarıyla
oluşturulmasını sağlamak hukuka bağlı idarenin görevidir…” Demir leblebi bir cümle. Bunu sen sağlayacaksın
,senin görevin idare diyor. “...hukuk devleti ilkesinin, idarenin, yargısal denetim yapılmasını ortadan kaldıracak,
imkansız kılacak ya da güçleştirecek şekilde bir idari işlem tesis etmesine izin vermesi mümkün değildir...” Aynı şeyi
vurguluyor.
“...Davacının enerji uzman yardımcılığı giriş sınavının sözlü sınavı kısmında başarısız sayılma işlemi
incelendiğinde, bu işlemin hukuka uygunluk denetiminin Anayasanın 125. maddesinde ve 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanununun 2. maddesinde belirlenen hukuki sınırlar içinde yapılabilmesi için…” Burada işte pozitif
dayanakları söylüyor. Ama bu dayanakları yazmasa da dikkat ederseniz ilkeden yola çıkarak gidiyor.
“…Davalı idarece, sınav öncesinde soruların ve yanıtların hazırlanmadığı, sözlü sınav komisyonu üyelerinin
her biri tarafından hangi notun takdir edildiğinin gerekçeleriyle ortaya konulamadığı, ayrıca sözlü sınavda verilen
yanıtların, teknolojik imkanlardan yararlanılarak kayıt altına alınmak ( elektronik ortamda görüntülü ve/veya sesli
kayıt gibi ) suretiyle, objektif nitelikte incelenip yargısal denetiminin yapılmasına imkan tanınmasının, hukuk devleti
ilkesinin temini açısından uygulanabilecek en iyi yöntemlerden biri olmasına rağmen, bu şekilde bir kayıt
yapılmadığı anlaşıldığından davacının sözlü sınavda başarısız sayılmasına ilişkin işlemde hukuka uyarlık
12
bulunmamaktadır...” diyor ve iptal ediyor. Yani, başarılı saymalıydın demiyor. Bunu, sözlü sınavı denetime imkan
verecek şekilde ya kayda almalıydın diyor ya da önceden soruları, muhtemel cevapları, hangi cevapları verecek bunu
belirlemeliydin diyor. Şimdi gelinen son aşamada kayda almak ve muhafaza etmek. Masraflı olduğu için şunu diyor,
sözlü sınava ilişkin bir dava açıldığında bana hangi soruları sorduğunun listesini vereceksin, bu sorularda nasıl cevap
beklediğini açıklayacaksın, ilgilinin hangi cevaplar verdiğini kabaca yazacaksın, bunlara niçin o puanı verdiğini
belirteceksin; ben de böylelikle bir bilirkişi heyeti seçerek, bu sorulara, bu cevaplar öngörülmüşken adayın davacının
verdiği bu cevaplara bu not adil midir bunu denetleyeceğim diyor. Dolayısıyla, bu senin görevin diyor. Öyle ben
yaptım, olmadı, cevap vermedi olmaz, senin bunu denetlenebilir halde yapman lazım ve denetime de tabi olman
lazım diyor. Bu nereden geliyor? Bakın Anayasa 125, 2577 sayılı Kanun ve saire, bunların hepsi hukuk devleti
ilkesinin pozitif hukuka geçmiş görünümleri olarak, yargısal denetimi düzenleyen maddeler. Tam olarak soyut bir
ilkeden yola çıkarak somut bir uyuşmazlığı çözmüş. Sözlü sınav denetime tâbi olur mu, olmaz mı? Fransa öğrenci
sınavlarının yargı denetimine tâbi olmayacağını kabul ediyor. Biz Fransa’dan daha hukuk devletiyiz bu konuda.
Hocanın takdirine karışılmaz diyor. Sonuçta niye? Çünkü hoca genel olarak tavrına, genel olarak merakına, genel
olarak yaklaşımına bakmıştır ve sadece objektif ölçülerle değerlendirilemeyecek nitelikler nedeniyle not vermiştir
diye kabul ediyor. Bizim sistemimiz, hayır objektifleştir diyor. Niye? Belki de bizim sistemimizde çokça kayırma
sistemi olduğu için. Orada daha fazla hizmete uygun olabileceği düşüncesi olduğu için. Pek de aynı fikirde değilim.
Fransa’da da beşik ulemalığı sitemi var. Mesela Sorbonne’daki hocalara bakıyorsunuz; dedesi hoca, oğlu hoca,
torunu hoca. Orada da ne kadar objektif gitmiş belki tartışılabilecek bir boyutu olabilir ama belki de üç kuşak da
çalışkan kimselerdir, günahlarını almayalım. Ama sonuçta oradakinden daha gelişmiş bir yargısal denetim anlayışı
var. Yani hoca zayıf not veriyorsa, bunun açıklanabilir ve denetlenebilir olması lazım. Bunu mahkeme denetletecek.
İlginizi çekerse 1940’lı yıllarda Hukuk Birincileri ismiyle çıkmış hukuk fakültesinin dört sene üst üste çıkmış bir
yayını var. Orada, hocalar her sene, her dersten en iyi notu almış öğrenciyi, niye en iyi notu aldığını, cevap kâğıdı
ilke birlikte değerlendiriyor. İçlerinde sonradan çok meşhur olmuş öğrenciler var. Öğrenciler arasında mukayese de
yapıyor. Nasıl yapıldığını görmek için ilginç olabilir. Öğrencinin fotoğrafını ve cevap kâğıdını koymuş, arkasına da
dersin hocasının mütalaasını koymuş. Dolayısıyla, hukuk devleti ilkesinin bir sözlü sınavın yargısal açıdan
denetlenebilir olup olmaması meselesine ilişkin doğrudan nasıl nokta atışı yaptığını bu kararda görüyoruz.
2) Bakın başka bir kararda7 Anayasa Mahkemesi, vergi indirimi ile ilgili bir problemi gündeme almış, geriye
yönelik yürürlük kazanıp kazanamayacağı problemini gündeme almış. Gelir Vergisi Kanunu’nda bir değişiklik
yapılmış. Değişiklikle ortaya çıkan durum, geriye yürüme sayılır mı sayılmaz mı? Yeni düzenlemeler geriye
yürümez ama bir şey ne zaman geriye yürür sayılır ne zaman sayılmaz problemi var. Mesela şöyle bir örnek alalım
diyelim ki gençlere 4 yıl iş kurdukları takdirde 4 yıl vergi almayacağım diye bir düzenleme yapmış idare, teşvik
olsun diye, genç girişimcileri özendirsin diye. Birisi de bunu hesaplıyor işte buradan 10.00 lira kazansam, 3000-
4000 vergiye gidecek halbuki böyle bir imkandan yararlansam bana kalacak. Gireyim borç alayım, 4 sene sonunda,
zorunlu harcamalarımı düştükten sonra 20.000 birikir, ondan sonra da istediğim başka bir işe girebilirim diye
düşünüyor olabilir. İkinci sene bu teşviki kaldırsa, genç girişimcilere 26 yaşından daha küçük girişimcilere
getirdiğim vergi indirimini kaldırıyorum. Bundan sonrakiler için artık bu indirim yok dendiği zaman bu iki sene
önce girişimde bulunmuş kişi için geriye yürüme sayılır mı şimdi başlayacaklar için ya niye kaldırdın ben de
başlayacaktım diyenler için hak ihlali olabilir mi? Mesela burada diyebilirsiniz ki şu anda ikinci senesinde olanlar
için haklı bir beklentisi var onun iki sene daha bu indirimden yararlanması lazım, bu kanun ona uygulanmaz. Bu,
ancak yeni yararlanmak isteyip de başvuranlar olursa, onlara yok sana daha 4 senelik vergisiz iş kurma teşviki yok
demek gibi ince bir bakış gerektirir. Bakın burada da böyle bir şey olmuş:
“Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin bir hukuk Devleti olduğu belirtilmektedir.” Bakın hep
‘hukuk devleti olduğu belirtilmektedir’i esasa alıyor. Bizim 2. maddemiz biraz giydirilmiş bir madde. Sadece hukuk
devleti demiyor.: “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına
saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir
hukuk Devletidir.” Anayasa Hukuku’nda tartışacaksınız, bu demokratik, laik sosyal olmak da hukuk devletinin içinde
7 AYM, E. 2007/44, K. 2009/148, T. 15.10.2009.
13
mi değil mi, niye bir daha vurgulamış. İçinde olanları mı vurgulamış diye tartışılıyor. Ama bazı tercihlerini
vurguluyor, mesela Atatürk milliyetçiliği. Bizim devletimizin kuruluşu bakımından önem taşıyan bir vurgu. Mesela
hukuk devleti evrensel bir kavram olduğu için, Fransa için Atatürk milliyetçiliğine bağlı olmak diye bir şey yok.
Dolayısıyla bu bize özgü bir şey, hukuk devletinin bir girdisi değil. Ama demokratik, laik, sosyal olmak meselesi,
Anayasa Hukuku’nda tartışacağınız bir kavram. Ama dikkat edin Anayasa Mahkemesi bu giydirilmiş 2. maddedeki
diğer unsurlar dışında, hukuk devletini ön plana çıkartıyor önündeki davalar bakımından. Anayasa’nın 2. maddesinde
Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu vurgulanmıştır diyor. Laiklikle ilgili bir problem olsa buna
dayanacak, Atatürk milliyetçiliği ile ilgili bir problem olsa bunu vurgulayacak. Ama genel olarak onlar, hukuk devleti
kavramının etrafında, Türkiye’ye özgü olarak vurgulanmış, konulmuş unsurlar. Esas ana özü hukuk devleti. Evrensel
olanı, hukuk devleti olmak. Çünkü sosyal devlet niteliğinde olmayan hukuk devleti iddiaları var, laik olmayan hukuk
devleti iddiaları var, demokratikliği ele alma bakımından hukuk devletinin farklı görünümleri var. Dolayısıyla, bu,
ülkemizin kurucu anayasa koyucusunun önem verdiği hususları vurguladığı bir hukuk devleti tanımı ama buradaki
kararla esas alalım. Gelir vergisi ile ilgili. “...Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına
dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek
sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı
denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu
bilincinde olan devlettir.” Bakın, ne müthiş bir açıklama. Dikkat ederseniz, kavramın hareketli ve iceberg kısmını
gösteriyor. Olay ve ilgili unsurlarını ön plan çıkartıyor. Bakın eylem ve işlemleri hukuka uygun olacak, özgürlükleri
koruyacak güçlendirecek, adil bir hukuk düzeni kuracak geliştirecek, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan
kaçınacak, hukukun üstün kuralları ile kendini bağlı sayacak, yargı denetimine açık olacak. Bu son cümle de çok
vurgulayıcı: “…yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu
bilincinde olan devlettir.” Dehşetli bir şey. Yani sen kuralı koyuyorsun ama öyle keyfi de koymuyorsun. Bir kere bu
bilince dön. Sen bu kuralı koyarken, Anayasa ve hukukun genel ilkellerine, temel hak ve özgürlükleri korumaya,
güçlendirmeye, geliştirmeye idarenin yargısal denetimine tâbi olma fikrinden hareket ederek bu kuralı koyuyor
olmak lazım. Ben de bu açıdan bakıyorum senin koyduğun kuralın hukuka uygun olup olmadığına diyor. “…Hukuk
güvenliğinin sağlanması, hukuk devletinin ön koşullarındandır.” Güvenlik, yani ne olacağını bilmem lazım
bugünden yarına. Bugün bir şey yapıyorsam sonucunu beş sene sonra alacaksam, beş sene sonra değişmemesi lazım.
Mesela, şimdi siz daha mezun olmadan %90 ihtimalle avukatlık sınavı getirilecek. Sizin için hukuk güvenliği-hukuk
devleti bunu tartışıyor olabilmeniz lazım. Bu sınava tâbi olacak mıyım olmayacak mıyım endişesi taşıyor olmanız
lazım. Hukuk devletini burada bitirdik. ‘Hukuk devleti öğrencilerin kendilerini geliştirmek için canla başla çalışacağı
bir devlettir.’ diye ben de ekleyeyim. Mutlaka derste hocanın anlatasına bağlı olmayan, kendisi bu kavramlara ilişkin
gece gündüz çalışsan, hoca anlatmasa bile bunun ne olduğunu anlamaya çalışan öğrencilerin bulunduğu bir devlettir.
İkna edici oldu mu?
Top Related