Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA...

35
SERXWEBÛN JI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 İçindekiler ‘Meşru Savunma’ çizgisi demokratik sosyalizmin zor anlayışıdır 10’da “Kadının tarihle hesaplaşması” 20’de Newrozlaşan Kürt halkı Newrozlaşan Ortadoğu halkını yaratacaktır 21’de Dış ilişkiler ve diplomasi faaliyetleri -I- 24’te Fedakarlıklarıyla özgür yaşama köprü oldular (Şehit sicilleri) 30’da Şehitlerimizin anıları gerçek güç kaynağımızdır (Çığda şehit düşen 11 arkadaşın anısına) 32’de Özgürlük Önderimize (Newroz mesajları) 35’te H er zaman yeni başlangıçlar yapmak gere- kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda yeniden ele alınıyor. Yeni bir PKK yaratalım der- ken bunu kast ettim. Yeniden PKK’lileşmek neden mümkündür? Çünkü henüz canlı bir tarihin için- deyiz ve tarihi yeni yazıyoruz. O açıdan da PKK’lileşmek her an mümkündür. Tarihi, geçmişe ait bir bilgi birikimi gibi görme- mek gerekir. Tarih şu andır, önümüzdeki dönemin bilinci ve tavrıdır. Bir öncü örgüt olan PKK’nin yasalarına ve özelliklerine tam ulaşamazsak, ondan sonrasına adım atamayız; atarsak daha kötüsü başımıza gelebilir ve çabalarımıza yazık olur. PKK TAR‹H‹N‹ ‹Y‹ B‹LMEYENLER PKK K‹‹L‹/‹N‹ DO/RU TEMS‹L EDEMEZLER ABDULLAH ÖCALAN 16’da ARTIK HALKLARIN KONU MA ZAMANIDIR Artık halkların konuşma zamanıdır Art›k halklar d›fl güçlerin Ortado¤u’da cirit atmas›n› iste- miyor. Çeflitli güçlerin gelerek kendi üzerinde egemenlik kurmas›n›, iradesini k›rmas›n› istemiyor. Ortado¤u halkla- r›n›n böyle bir onuru ve gururu oldu¤unu biliyoruz, ama Ortado¤u’da siyaset yapanlar, halklar›n bu onuruna, bu gururuna uygun bir sorumluluk, bir öncülük yapam›yor. Newroz ruhu gerçek bir serhildan ruhudur Zaman, serhildan zaman›d›r. Halk›n Newroz Bayram› gün- cel gerçekli¤iyle bir serhildan bayram›d›r. Dolay›s›yla bütün halk› serhildana çekmek, halk›n serhildan›na böyle büyük anlamlar yüklemek, bunun için gerekli bilinci, duyarl›l›¤› ve çabay› göstermek en temel görevimizdir. Ortadoğu kendi tarihiyle hesaplaşıyor KADEK her koflulda demokratik kurtulufl çizgisini esas ala- cakt›r. Halklar›n demokratik birlik çözümünü stratejik görev olarak görecektir. ABD’nin kendi yaratt›¤› rejimleri tasfiye etmesinin ortaya ç›kard›¤› yeni koflullar›, demokratik kurtu- lufl çizgisinin gerçeklefltirilmesi temelinde de¤erlendirecektir. Devamı 2’de Devamı 6’da KADEK Genel BK Üyesi Cemil Bayık ile röportaj 14’te www.arsivakurd.org

Transcript of Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA...

Page 1: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

SERXWEBÛNJI SERXWEBÛN Û AZADIYÊ BI RÛMETTIR TIŞTEK NÎNE

Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003

İçindekiler‘Meşru Savunma’ çizgisi

demokratik sosyalizmin zor anlayışıdır10’da

“Kadının tarihle hesaplaşması”20’de

Newrozlaşan Kürt halkı Newrozlaşan Ortadoğu halkını yaratacaktır

21’de

Dış ilişkiler ve diplomasi faaliyetleri -I-24’te

Fedakarlıklarıyla özgür yaşama köprü oldular(Şehit sicilleri)

30’da

Şehitlerimizin anıları gerçek güç kaynağımızdır(Çığda şehit düşen 11 arkadaşın anısına)

32’de

Özgürlük Önderimize (Newroz mesajları)35’te

Her zaman yeni başlangıçlar yapmak gere-kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

yeniden ele alınıyor. Yeni bir PKK yaratalım der-ken bunu kast ettim. Yeniden PKK’lileşmek nedenmümkündür? Çünkü henüz canlı bir tarihin için-deyiz ve tarihi yeni yazıyoruz. O açıdan daPKK’lileşmek her an mümkündür.

Tarihi, geçmişe ait bir bilgi birikimi gibi görme-mek gerekir. Tarih şu andır, önümüzdeki döneminbilinci ve tavrıdır. Bir öncü örgüt olan PKK’ninyasalarına ve özelliklerine tam ulaşamazsak,ondan sonrasına adım atamayız; atarsak dahakötüsü başımıza gelebilir ve çabalarımıza yazıkolur.

PKK TAR‹H‹N‹ ‹Y‹ B‹LMEYENLER PKK K‹fi‹L‹⁄‹N‹ DO⁄RU TEMS‹L EDEMEZLER

ABDULLAH ÖCALAN

16’da

ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ZAMANIDIR

Artık halkların konuşma zamanıdır

Art›k halklar d›fl güçlerin Ortado¤u’da cirit atmas›n› iste-miyor. Çeflitli güçlerin gelerek kendi üzerinde egemenlikkurmas›n›, iradesini k›rmas›n› istemiyor. Ortado¤u halkla-r›n›n böyle bir onuru ve gururu oldu¤unu biliyoruz, amaOrtado¤u’da siyaset yapanlar, halklar›n bu onuruna, bugururuna uygun bir sorumluluk, bir öncülük yapam›yor.

Newroz ruhu gerçek bir serhildan ruhudur

Zaman, serhildan zaman›d›r. Halk›n Newroz Bayram› gün-cel gerçekli¤iyle bir serhildan bayram›d›r. Dolay›s›yla bütünhalk› serhildana çekmek, halk›n serhildan›na böyle büyükanlamlar yüklemek, bunun için gerekli bilinci, duyarl›l›¤› veçabay› göstermek en temel görevimizdir.

Ortadoğu kendi tarihiyle hesaplaşıyor

KADEK her koflulda demokratik kurtulufl çizgisini esas ala-cakt›r. Halklar›n demokratik birlik çözümünü stratejik görevolarak görecektir. ABD’nin kendi yaratt›¤› rejimleri tasfiyeetmesinin ortaya ç›kard›¤› yeni koflullar›, demokratik kurtu-lufl çizgisinin gerçeklefltirilmesi temelinde de¤erlendirecektir.

Devamı 2’deDevamı 6’da KADEK Genel BK Üyesi Cemil Bayık ile röportaj 14’te

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 2: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

Sayfa 2 SerxwebûnMart 2003

ABDOrtadoğu’ya yö-nelik emperyalistsavaşını başlattı.

ABD’nin neden müdahale ettiğini değer-lendireceğiz. Ancak bu müdahaleyi enfazla da Ortadoğu halkları sorgulamasıgerekiyor. Dış güçler bölgeye müdahaleediyor? Bunun nedenleri nedir? Üzerindedurulması gerekiyor. Eğer bu müdahale-nin nedenleri üzerinde duramazsak vebunları gideremezsek dış güçler, emper-yalist güçler geçmişte ve günümüzde ol-duğu gibi yarın da bölge üzerinde oyunoynamaya devam ederler. Ortadoğuhalklarına dün olduğu gibi yine acı çekti-rirler. Dolayısıyla ABD neden müdahaleediyor diye kızmaktan ziyade, kendimizisorgulamamak, Ortadoğu halklarınınkendi üzerine düşen görevleri, sorumlu-lukları görmemek yanlış oluyor. Başkasıkötü de olur, başkası emperyalist de olur,bölge halklarının üzerinde egemenlik dekurmak ister, ama bu zemini neden bulu-yorlar? Bu tür müdahalelere rahatlıklanasıl girişiyorlar? Bunları görmek ve butür müdahalelerin önüne geçmek Ortado-ğu halklarının görevidir.

Artık halklar dış güçlerin Ortadoğu’dacirit atmasını istemiyor. Çeşitli güçleringelerek kendi üzerinde egemenlik kurma-sını, iradesini kırmasını istemiyor. Orta-doğu halklarının böyle bir onuru ve guru-ru olduğunu biliyoruz, ama Ortadoğu’dasiyaset yapanlar, halkları temsil ettiğinisöyleyenler halkların bu onuruna, bu gu-ruruna uygun bir sorumluluk, bir öncülükyapamıyor. Yüzyıllardır süren kara kade-rin kırılmasını sağlayamıyorlar. Bu açı-dan bu müdahaleyi “bir musibet bin nasi-hatten iyidir” özdeyişine uygun olarak de-ğerlendirmemiz, sonuçlar çıkarmamızgerekiyor.

GGüüccee ddaayyaall›› eettkkiinn oollmmaa aannllaayy››flfl›› bbüüyyüükk ttrraajjeeddiilleerrii oorrttaayyaa çç››kkaarrdd››

ABD’nin neden müdahale ettiğiaçıktır, dünyaya egemen

olmak istiyor; küreselleşen dünyada tekgüç olma arzusunda. Giderek küçülen budünyaya bir gücün hakim olması gerekti-ğini düşünüyor. Böyle bir saplantı içinde.Dünyadaki ekonomik, sosyal, kültürel, si-yasal olarak meydana gelen gelişmeler-den ABD ters sonuçlar çıkarıyor. Dünya-da demokratikleşme gelişirken, güçodakları demokratik anlayışa paralel ola-rak dağılırken, ABD ise tersine güç odak-larının merkezileşmesini ve bütün gücünkendi elinde birleştirilmesini arzuluyor.Bunun ABD’nin dünyadaki gelişmeleritersine okuduğu, dünyadaki ekonomik,sosyal, kültürel gelişmelerden demokra-tikleşmeyi değil de bir despot gibi herke-sin hakkının, hukukunun, yetkisinin ne ol-duğunu belirlemesi gereken bir güce ihti-yaç olduğu sonucunu çıkarıyor. Bunun20. yüzyıl zihniyeti olduğu açıktır. 20.yüzyılda askeri, siyasi gücü olanlar bugüçlerine dayanarak dünyada etkili ol-mak istedi. Nitekim güce dayanarak etkinolma anlayışı insanlığın yaşadığı en bü-yük savaşları ortaya çıkardığı gibi, budünya savaşları dışında, yerel gücü elin-de tutan despotlar halklara kan kusturdu-lar. ABD’nin dünyada bugün hakim kıl-mak istediği düzen bu anlayışın devamı-dır. Aslında ABD’nin 20. yüzyıldan kalan

bu zihniyeti, bir yönüyle de ABD devleti-nin, siyasal sisteminin kişiliği oluyor. ABDde kuruluşunda güç kimde ise onun etkiliolduğu bir dönem yaşadı. Avrupa’dan gi-den işsizler, güçsüzler, serseriler, lüm-penler takımı güce dayanarak hakimiyetsağlamak istedi. Dolayısıyla ABD’nin si-yasal kültüründe güce tapınma, gücünher şey olduğuna inanma vardır. 20. yüz-yılda bu daha da pekişti. Bir nevi 20. yüz-yıl zihniyeti ile ABD zihniyeti örtüştü. Buörtüşme ABD’nin güce dayanan, gücüher şey gören zihniyette derinleşmesini,katılaşmasını, böyle bir zihniyete tapın-masını ortaya çıkardı. Öte yandan reelsosyalizmin yıkılışını bu zihniyetinin zafe-ri olarak değerlendirdi. Reel sosyalizminyıkılışını kendi politikasının zaferi olarakdeğerlendirince, güçle ve zorla hakim ol-ma politikasına daha da sevdalandı. Re-el sosyalizmin yıkılışından da ABD terssonuç çıkardı. Aslında Sovyetler Birliği’-nin yıkılması, halka dayanarak toplumudemokratikleştirerek değil de asker ve si-vil bürokrasinin gücüne dayanarak toplu-

mu yönetme anlayışının iflasıydı. Lenin’-in ve Ekim Devrimi’nin amaçlarına inananhalkların özgürlük ve demokrasi özlemle-rini tahrik ederek, dünyada etkinliği sür-dürme politikası yerine, nükleer ve kon-vansiyonel silahlara veya bu gücüne da-yanarak dünyada etkin olmak isteyen birsiyasal zihniyet doğdu. Bu zihniyetin içe-ride ve dışarıdaki politikaları sosyalizmeters olduğu gibi, insanlığın o güne ka-darki ortaya çıkardığı bilince de ters düş-tü. Hatta Batı Avrupa’daki kapitalist sis-tem içindeki demokratik gelişmelerin,emekçilerin mücadelesi sonucu ortayaçıkan özgürlük alanlarının daha gerisinedüşerek çekiciliğini kaybetti, içten çürüdüve dışarıdaki kuşatma sonucu da yıkıldı.ABD bu yıkılışı yalnızca kendi askeri vesiyasi gücüne dayanarak olduğunusandı. Sovyetler Birliği’nin yıkılışının ger-çek nedenlerini anlayamadı. Hatta Sov-

yetler Birliği’nin yıkılmasının aynı zaman-da kendi geri zihniyetinin de yıkılması an-lamına geldiğini göremedi. Bunun sonu-cunda yıkılan ve dağılan Sovyet sistemi-nin ortaya çıkardığı boşluğu doldurarak‘süper devletlerin süperi olayım, ultra sü-per bir güç olarak herkes bana biat etsin,bana boyun eğsin!’ yaklaşımını tüm dün-yaya dayatmak istedi. ABD’nin son 15 yıl-dır dünyaya dayatmak istediği politikanınesası budur.

Tabii ki dünyada tek süper güç olmakisterken, buna karşı giderek direnişler or-taya çıkmaya başladı. Özellikle Fransave Almanya’nın başını çektiği Avrupa ül-keleri ABD’nin süper güç olma ve dün-yayı tek başına yönlendirme politikaları-na itiraz ettiler. Dünyadaki uluslararasısistemin daha demokratik olmasını belirt-tiler. Tabii burada demokratikleşmedensöz ederken, burjuva emperyalist zihni-yette bir demokratikleşme olarak anla-mak gerekir. Nasıl ki kapitalizmin ilk ge-liştiği dönemlerde bir burjuva demokrasi-si varsa, şimdi de demokrasi anlayışını,

emperyalist büyük güçler arası bir de-mokrasi anlayışı olarak dünya sistemin-de uygulamak istiyorlar. Avrupa’nın yak-laşımını böyle değerlendirmek doğrudur.Ancak ABD bunu kabul etmedi. Serma-yenin azami kar yasası, en büyük kareden güç olma düşüncesi, siyasette deazami hakim olma yasasını ve dürtüsünüyaşama geçirmektedir. “Siz sadece be-nim arkama dizilin, benim belirlediğimçerçevede dünya nimetlerinden yararla-nın” dedi. Ancak diğer büyük güçlerABD’nin bu azami siyasi güç yasasınınkendileri açısından bir adaletsizlik veeşitsizlik olduğunu görerek bunu reddet-tiler. Hatta bu güçler “sen süper güç ol-mak istiyorsun, ama gücün, otoriten vedünya koşulları buna imkan vermiyor.Sen kendini abartıyorsun” dediler. Bunarağmen ABD tek süper güç olma ve dün-yayı yönetme anlayışından vazgeçmedi.

1111 EEyyllüüll oollaayyllaarr›› ssiisstteemm iiççii ççeekkiiflflmmeelleerriinn iikkiizz

kkuulleelleerrddee ppaattllaammaass››dd››rr

Böyle bir anlayışı dünyaya hakim kıl-mak istediği dönemde 11 Eylül olay-

ları meydana geldi. Aslında 11 Eylül olay-ları sistem içi çekişmelerin ortaya çıkardığızayıflığın ikiz kulelerde patlamasıydı. Sis-tem içi çekişmenin boşluklarından yararla-narak ABD karşıtı güçler böyle bir darbeyapma imkanını buldular. ABD hem bu ey-lemin etkisiyle hem de bölgede ve dünya-da kendisine karşı gelişen Amerikan kar-şıtlığını önlemek için harekete geçti. Çün-kü bu ABD karşıtlığının ve ABD’yi dünya-da frenleme politikasının kendisini bir sü-per güç olmaktan çıkararak daraltacağınıgördü. 11 Eylül bu daraltmanın, baş aşağıgiden bir noktası olarak ortaya çıktı. Bushyönetiminin 11 Eylül’den sonra “Üçüncüdünya savaşını başlatıyorum” demesi, sü-per güç olan ABD’nin bu baş aşağı gidişigörmesi ve buna karşı gösterdiği tepkidir.

ABD dünya gerçekliğini göreceğine,dünyada huzur ve güvenin ancak dahaadaletli, halkların çıkarlarını daha fazladikkate alan bir sistemin kurulması ge-rektiğini anlama yerine, tersine 11 Eylülolaylarından da daha fazla hakim olmasonucunu çıkardı. Bırakalım halkların öz-lemlerini, halkların tepkilerini daha ada-letli, daha eşitlikçi yaklaşımla gidermeyi;müttefiki olan Batılı güçlerin emperyalistgüçler arasında daha demokratik, dahapaylaşımcı bir sistem kurma teklifini dahielinin tersiyle itti.

11 Eylül olayları ABD’nin güce ve kuv-vete dayanarak her şeye hakim olma an-layışını daha da derinleştirdi. İlk saldırı-sını Afganistan’a yaptı. 11 Eylül eylemle-rinin ağırlığı, birçok sivil insana zarar ver-mesi, yine Afganistan rejiminin çok tutu-cu, muhafazakar ve gerici olması ABD’-nin Afganistan’a müdahalesini kolaylaştı-

ran etkenler oldu. Öte yandan Batı Avru-pa, ABD’nin bu acılı, bu tepkili durumun-da ABD’nin yanında yer almayı tercih et-ti. Avrupa ve diğer güçler Afganistan’daABD’nin yanında yer alarak, ABD’yi fren-lemek arzusundaydılar. Onun tepkisiniöfkesini gidererek daha makul bir anlayı-şa getirme çabası içinde oldular. Bu ne-denle Afganistan müdahalesine çok bü-yük tepki gelmedi, hatta önemli düzeydedestek geldi. ABD bundan da yanlış so-nuçlar çıkardı. Herkesin kendi gücündenkorktuğunu, kendisinin dünyada her şeyiyapabileceğini, önüne gelen her şeyiezebileceğini düşündü. Afganistan’dakirejimin çabuk yıkılmasından da cesaretalarak Irak’a saldırı hazırlıkları başlattı.Irak’ı teslim alma planları, programları or-taya çıkardı. Irak’ı teslim alarak Ortado-ğu’da etkinliğini artırmak istiyordu. Kısasürede Irak’ı çökertmesinin, yaratacağıprestijle süper bir güç olduğunu tüm dün-yaya kabul ettirecekti. Böyle bir yaklaşım-la hareket etti. Ancak Irak’ta tek başınahakim olmak ve bölgeye kendine göreçeki düzen verme anlayışı söz konusuolunca başta Avrupa olmak üzere, Rusyave Çin açık tutum koydu. Bu tutumun ma-nası Amerika’ya, “bu süper güç olma sev-dasından vazgeç, bu dünyada yalnız senyoksun, biz de varız” mesajını vererekABD’yi doğruya getirme çabası idi. AmaABD verilen bu mesajı da doğru anla-madı. Bunun sonucunda da ABD BM’denIrak’a müdahale kararı çıkaramadı. Ken-dine göre saldırganlığına meşruiyet bul-mak istedi, ama bunu BM’deki devletlervermedi. BM’de Fransa’nın başını çektiğikoalisyon, ABD’nin Irak’a saldırısına izinvermediği gibi, tutumlarıyla tavırlarıyladünyada savaş karşıtı eğilimlerin geliş-mesini de tahrik ettiler. Tabii bir taraftaninsanlığın geldiği demokratik vicdan böy-le kanlı bir savaşı kabul etmezken, diğeryandan Fransa’nın savaş karşıtı gösteri-leri teşvik etmesi ve bu tutumuyla ABDkarşıtlığını dünyada yaygınlaştırması gi-derek ABD’yi zorlayan bir durumu ortayaçıkardı. Ancak ABD geri adım atmadı.Bölgeye zaten bir güç yığmıştı, BM’denbir karar çıkaracağını sanıyordu. Ne varki beklentileri gerçekleşmedi. Fransa’nınbaşını çektiği koalisyonun dayatması kar-şısında geri adım atması, Irak’a saldırı-dan vazgeçmesi aslında süper güç olmaiddiasından vazgeçip Fransa’nın Alman-ya’nın başını çektiği güçlerin istediği yenibir dünya sistemini kurma politikasını ka-bul etmiş olacaktı. ABD buna da hazır de-ğildi. Bu güçlerin önerdiği yeni dünya sis-temini kabul etme yerine, Irak’-ı düşürerek avantaj sağlama, böyleliklesüper güç olmasını, kazanacağı yenimevzilerle kabul ettirme yolunu tercih etti.

ÖÖzzggüürrllüükk vvee ddeemmookkrraassii hhaallkk››nn mmüüccaaddeelleessii iillee kkaazzaann››ll››rr

ABD’nin Irak’a müdahalesi as-lında dünya çapında güçlü-

lüğünden değil, güçsüzlükten kaynak-landı. Varolan güçsüzlüğünü müdahaleederek, bunun sonucu Irak’ta kendisiniyerleştirerek pozisyonunu güçlendirmek,böylece kendi etkinliğini sınırlamak iste-yen güçlere karşı kendi gücünü göster-mek, önüne koyduğu siyasal stratejiyibölgede ve dünyada yerleştirmeyi amaç-

ARTIK HALKLARINKONUfiMA ZAMANIDIR

“ABD’nin 20. yüzy›lda kalan zihniyeti bir yönüyle de ABD devletinin, siyasal sisteminin kiflili¤i oluyor.

ABD de kuruluflunda güç kimde ise onun etkili oldu¤u bir dönem yaflad›. Avrupa’dan giden iflsizler,

güçsüzler, serseriler, lümpenler tak›m› güce dayanarak hakimiyet sa¤lamak

istedi. Dolay›s›yla ABD’nin siyasal kültüründe güce tap›nma, gücün her fley oldu¤una inanma vard›r.

ABD’nin son 15 y›ld›r dünyaya dayatmak istedi¤i politikan›n esas› budur”

Serxwebûn’danSerxwebûn internet adresi:www.Serxwebun.com

E-mail adresi:[email protected]

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 3: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

ladı. ABD’nin Irak’a müdahalesini bu çer-çevede değerlendirmek doğrudur.

ABD’nin dünyada etkin olma mücade-lesini Saddam’ın diktatörlüğünü yıkma,Irak’a özgürlük getirme biçiminde ortayakoyduğunu biliyoruz. Bunun dünyadaegemenlik mücadelesini ve başlattığı‘üçüncü dünya savaşı’nı kazanmak içinortaya koyduğu bir kılıf olduğu tartışma-sızdır. Böyle bir yaklaşımla sözüm onaIrak halkında sempati uyandırarak, yinebölgede İranlılar gibi, Kürtler gibi Sad-dam’dan acı çekmiş halkları yanına ala-rak kendi dünya egemenliği politikasınıyerleştirmek istemektedir. ABD’nin dün-yaya, bölgeye özgürlük ve demokrasi ge-tirmediğini biliyoruz. ABD’nin onlarcabaşka devletle ilişkisi var, ilişkide olduğudevletlerin çoğu diktatör, baskıcı ve geri-cidir. Bunlar üzerinde demokrasi baskısıyaptın mı, özgürlük baskısı yaptın mı di-ye ABD’ye sorarlar. ABD’nin bunlara ve-receği cevap yoktur. Irak’ta Kürtleri kurta-racağını söylüyor. ABD’ye sen Kürt halkı-nın en büyük örgütünün önderini, BaşkanApo’yu Türkiye’ye neden teslim ettin der-ler. Yine Kürdün adını bile inkar eden birTürkiye rejimi olduğu halde, Kürt halkınınmücadelesini anlayışla karşılama yerine,Türkiye’nin inkarcı politikalarını anlayışlakarşılama, stratejik müttefiki olduğu Tür-kiye’nin Kürt halkı üzerindeki dünyadagörülmemiş bu inkarcı baskıyı ve politi-kayı izlemesine göz yumduğu biliniyor.Eğer bir müdahale olacaksa ilk önce Ku-veyt’e, Bahreyn’e, Suudi Arabistan’a ol-ması gerekir. Herhalde bu rejimler Sad-dam’dan daha demokratik, daha az bas-kıcı değil. Belki de Saddam onlara görebiraz daha halkçı yönü olan bir liderdir.ABD desteğiyle İran’la savaşmış, Kürthalkı ile savaşmış, Kürt halkı üzerindekatliamlar yapmış bir lider olmasına rağ-men, bu rejimlerle karşılaştırıldığında du-rum ortadadır. Bu açıdan ABD’nin Irak’ademokrasi getireceğim, özgürlük getire-ceğim görüşleri kandırmacadır. Kaldı ki,öyle dışarıdan özgürlük ve demokrasigelmez. Özgürlük ve demokrasi, halkınözgürlük ve demokrasi mücadelesi ile ka-zanılır. ABD eğer özgürlük ve demokrasiistiyorsa gerçekten bu ilkelere bağlıysa,savaşmadan da çeşitli biçimlerde de buülkelerde daha demokratik, daha özgür-lükçü rejim oluşmasını sağlama açısın-dan elinde birçok baskı unsuru var, baskıaracı vardır. Ama ABD’nin dünyanın hiç-bir yerinde bunları kullandığına şahit ol-madık. Sadece siyasal çıkarları, süpergüç olmanın çıkarları, ihtiyacı olduğu za-man insan hakları, özgürlük ve demokra-si söylemini kullanıyor, ama kendi çıkarıgerektirdiği zaman ise bunları görmezlik-ten geliyor. Bu açıdan ABD’nin söylemle-rinin tamamen kandırmaca olduğunu,dünyada buna inanacak hiç kimsenin ol-madığını söyleyebiliriz.

Bunları söylerken ABD’nin ve İngilte-re’nin, Fransa’nın ve Almanya’nın kendiiçinde hiç demokrasi olmadığını, demok-ratik değerlerinin olmadığını söylemiyo-ruz. Amerika’da da, İngiltere’de de, Fran-sa’da da, Almanya’da da var, İtalya ve İs-panya’da da var. Bunlar doğrudur. İngil-tere yüzyılın başında “güneş batmayanimparatorluk” iken bile kendi içinde bazıburjuva demokratik değerleri vardı. Yada şöyle diyebiliriz; Avrupa’daki kimi de-mokratik hakların Irak’ta ya da bölge ül-kelerinde olduğunu söylemek de doğrudeğildir. Bölge ülkelerinin demokrasi veözgürlük konusunda kusurlu olduğuaçıktır. Ancak ABD’nin, İngiltere’nin, İs-panya’nın, İtalya’nın kendi içinde belirlidemokratik hakları uygulamasının varlığıbunların Irak’a ve bölgeye müdahalesi-nin özgürlük ve demokrasiden yoksun,

tamamen emperyalist kapitalist çıkarlarauygun yapıldığını gizleyemez. Kendi ka-muoylarını bu yönlü kandırıyorlar. Tabii kikendi ülkelerinde halkların ve emekçile-rin mücadelesi ile belirli demokratik de-ğerler oluşmuştur. Demokrasi ve özgür-lük değerlerine saygılı olmak zorundakalıyorlar. Tümden bu hakları ortadankaldıramıyorlar, ama çıkarları gereği ka-pitalist ülkelerin egemen sınıfları, halklarüzerinde baskıyı, sömürüyü, zulmü de-vam ettiriyor. Bunlar birbirlerini dıştala-yan gerçekler değil. Konumuz olmadığıiçin bu ikisi arasındaki aykırılıkları ya dauyumu değerlendirecek değiliz. Sadecevarolan savaşın ABD’nin iddia ettiği gibiözgürlük ve demokrasi ile alakası olma-dığını ortaya koymak için bunları belirt-miş bulunuyoruz.

AABBDD,, OOrrttaaddoo¤¤uu’’ddaakkii hhaallkkllaarr››nn iirraaddeessiinnii kk››rrmmaayyaa ççaall››flfl››yyoorr

ABD’nin bugün dünyada izlediğisiyasi ve askeri çizgi tüm

dünya için tehlikelidir. 20. yüzyıl zihniyeti-ni sürdüren anlayış olduğu için her an bü-yük çatışmalara yol açabilecek nitelikte-dir. Sorunları zorla şiddetle çözme anlayı-şını ABD’li yetkililer açıkça dillendiriyorlar.Caydırıcı olmak, karşıt taraf karşısındazayıf görünmemek biçiminde bir yakla-şımla saldırıları gerekçelendiriyorlar.Düşmanı güçlü olursan, zayıf gözükmez-sen, kararlı olursan susturursun diyorlar.Bunun anlamı halklar üzerinde sürekli te-rör estirerek askeri ve siyasi baskı kura-rak göz dağı vermek, herkesin iradesinikırarak hiç kimsenin kendisine karşı çık-mamasını sağlamaktır. Bunun çağ dışıbir politika olduğu açıktır. Günümüzdeyalnızca baskı ile, şiddetle, zor kullana-rak insanları veya devletleri yanlış tutum-lardan caydırma anlayışı geçmişi hatırla-tıyor. Sorunların yalnızca silahlı şiddetleçözüldüğü insanlığın vahşet dönemi di-yelim. Demokratik ve özgürlük anlayışı-nın, evrensel hukuk ve adalet ölçülerininyerleşmediği eski dünyada tek caydırıcıolan şiddet oluyordu.

İnsanlık yüzyıllar boyu dinler, kültürlerve felsefeler vasıtasıyla yönetimleri, dev-letleri yanlış şeylerden alıkoymaya çalış-tılar. Ama yine de her devlet, her güç ken-dine göre başka gücün yanlışlığını orta-dan kaldırmak için güç kullandı. Yanlışın,kötülüğün ölçütü nedir bu ayrı bir konu-dur. Herkes kendi çıkarına göre, kendiişine geleni yanlış ve doğru olarak ortayakoyuyor. Bizim burada belirtmek istediği-miz, ABD yetkililerinin barış çağrıları ya-panlara ve savaşa hayır diyenlere karşı,savaş şiddeti, terörü daha da artırır di-yenlere karşı savunduğu tehlikeli tezi or-taya koymaktır. Barış yanlıları demokratikyaklaşımın ve sorunları siyasal yollardançözmenin birçok sorunu çözeceğini söy-lerken, güce tapınan ABD, her şeyin şid-detle çözüleceğini söylüyor ve bunu birpolitika olarak dünyaya dayatıyor.

ABD’nin bu politikasını Ortadoğu halk-ları daha iyi anlayacak ve kavrayacak du-rumdadır. Aslında bunu İsrail’in tek bir sa-vaş bile kaybetmeme, her zaman güçlüolma ve böylelikle Ortadoğu halkları üze-rinde baskıyı sürdürme stratejisinin, ABDtarafından dünyada uygulanması olarakgörüyoruz. ABD’nin de dünya çapındapolitikası hiçbir savaş kaybetmeme, herzaman güçlü gözükme ve böylelikle dehalklar üzerinde baskı kurmadır. ABD deİsrail gibi zayıf olmama, tek bir savaşıkaybetmeme stratejisini benimsediği içinşiddeti ve siyasal entrikaları uygulaması,halkları birbirine karşı kışkırtması, kendimuhataplarını veya hasım gördüklerini

birbirine düşürerek ya da onlar üzerindeçeşitli askeri, siyasi, ekonomik operas-yonlar düzenleyerek zayıf düşürmesi sözkonusudur. Çünkü hakim olma ve hiçbirgücün kendisi karşısında etkin olmasınıkabul etmeme politikasının ortaya çıkara-cağı yöntemlerin de bunlardan başka ol-mayacağı açıktır. Biz bunu İsrail’in tümOrtadoğu’da halklara, devletlere, insanla-ra karşı uyguladığı politikanın bir benzeriolarak görmekteyiz.

ABD irade kırmak istiyor. Bunu hemdünyadaki egemenliğini sürdürmek içinyapıyor hem de Irak şahsında bölgedebir irade kırma operasyonu gerçekleştiri-yor. Bunun da Ortadoğu halkları ve in-sanlık açısından kabul edilecek yanı yok-tur. Özellikle İran İslam Devrimi, BaşkanApo’nun öncülüğünde gelişen Kürt ulusalözgürlük hareketi, Filistin halkının direni-şi ve Lübnan işgaline karşı direniş, bunlarOrtadoğu’da son 30 yılda halkların ortayaçıkardığı irade oluyor. Halklar bu müca-deleler ile güven ve irade kazandılar; em-peryalistlerin, büyük devletlerin her şeyemuktedir olduğu anlayışını yıktılar. Halk-ların da bir güç olduğunu, isterlerse dün-yanın en büyük güçlerine karşı da müca-dele edilebileceğini, PKK’nin kanıtladığıgibi bölgenin en büyük ordularına, silahlıgüçlerine karşı da mücadele edilebilece-ğini gösterdiler. İşte ABD, İran İslam Dev-rimi’nin, Özgürlük hareketimizin, Filistindirenişinin ve halkların mücadelesinin or-taya çıkardığı Ortadoğu iradesini kırmakistiyor. Çünkü Ortadoğu halkların iradekazanması, giderek emperyalistlerin böl-gede etkinliği için bir tehlike haline geli-yordu. Eğer bu irade gelişme gösterirseileride dış güçlerin, emperyalist güçlerinbölgeden tümden uzaklaşması gibi birsonuç ortaya çıkabilirdi.

Başkan Apo’ya karşı ’98’de başlatılanuluslararası komplo yalnız Kürt halkınakarşı, PKK’ye karşı değil tüm Ortadoğuhalklarına karşı bir komploydu. BaşkanApo Ortadoğu’da Kürt ulusal hareketi içe-risinde ilk defa Ortadoğu halklarının kar-deşliğine, birliğine dayanan, Ortadoğukimliğini esas alan dış güçlerle ilişki için-de değil de Ortadoğu halkları ile kardeş-lik ve birlik içinde Kürt sorununu çözmekisteyen bir çizgi geliştirdi. Kürt halkının buyeni özgürlük çizgisi bütün Kürdistan’daönemli bir gelişme gösterdiği gibi, Orta-doğu halkları içerisinde de çok büyük birsempati topladı. Kürt halkı ile birlik vekardeşlik içinde yaşama duyguları gelişti.Başkan Apo’nun geliştirdiği bu özgürlükve demokrasi çizgisi bölgede hakim güçolan ABD, İsrail ve Türkiye için tehlikeliolmaya başladı. Ortadoğu’nun en büyükaskeri ve siyasi gücüne karşı verilen mü-cadele ve bu mücadelede kazanılan bü-yük başarılar bütün Ortadoğu halklarınagüven ve irade kazandırıyordu. Bu müca-dele halkların karşısındaki askeri ve siya-si güç ne olursa olsun mücadele verebi-leceğini, askeri ve siyasi alanda güçlügözüken devletlere karşı başarı kazana-bileceğini ortaya koyuyordu. Bu durumhem bölgede süper güç olarak etkili ol-mak isteyen ABD hem de onların mütte-fiklerini rahatsız ediyordu.

Öte yandan ’20’lerde kurulan ve bugü-ne kadar süren bölge sistemi, halklarınve devletlerin birbirine karşı savaştırıla-

rak emperyalist güçlerin hakimiyetlerinezemin sunma sistemiydi. Böl yönet politi-kası, halkları birbirine karşı kışkırt, zayıfdüşür, onların üzerinde siyaset yap politi-kası on yıllardır sürdürülüyordu. İşte Baş-kan Apo halklarına birbirine karşı kışkırtı-larak, devletlerin birbirine karşı savaştırı-larak bölge üzerinde kurulmuş olan ege-menlik sistemi yerine; halkların kardeşli-ğine, birliğine, demokratik ilişkisine daya-nan, sorunları demokratik anlayış kar-deşlik ve birlik içinde çözen bir sistemkurma mücadelesi verdi. Başkan Apo’-nun bölgede geliştirmek istediği bu sis-tem önemli gelişmeler ortaya çıkardı.Eğer Başkan Apo’nun geliştirdiği sisteminönü alınamazsa emperyalist güçlerin böl-gedeki dayanakları ilerde tamamen orta-dan kalkacaktı. Halkların kardeşliğine da-yanan demokratik birlik çizgisi doğal ola-rak işbirlikçi güçleri, dış güçlere dayananyönetimleri hükümetleri tasfiye edecekti.Onun yerine dış güçlere dayanan değilde halkların kardeşliğine birliğine daya-nan bir sistem kurulacak bu da dış güçle-rin bölgedeki ayaklarını tasfiye edecekti.Halkların birbirine kışkırtılması, devletle-rin birbirine kışkırtılmasına dayanan bü-yük güçlerin politikası bölgede iflas ede-cekti. Bunu gören güçler komplo gerçek-leştirdiler. Bu komplonun esas uygulayı-cısının ABD, İsrail ve İngiltere olduğunu,Türkiye’nin de inkarcı şövenist duygular-la bu komplo içinde yer aldığını biliyoruz.O dönemin Cumhurbaşkanı Demirel’in iti-rafıyla “Başkan Apo ABD’liler tarafından”kendilerine teslim edilmiştir. Türkiye’nin,Başkan Apo’nun Türkiye’ye getirilmesin-de herhangi bir rolü yoktur. Dolayısıylabu komplonun bölgede neyi amaçladığıdaha iyi görülebilir.

Ortadoğu’da etkinlik kurmak için Kürtözgürlük hareketi zayıf düşürülecek, Baş-kan Apo’nun çizgisi tasfiye edilecek; on-dan sonra başka yerlere müdahale edile-rek Ortadoğu halklarının iradesi kırılacakve böylelikle Ortadoğu’da halkların irade-sinin kırıldığı, ABD’nin askeri ve siyasigücüne tapınan, ona boyun eğen işbirlik-çilerden oluşan bir yeni bölge düzeni ku-rulacaktı. Nitekim Başkan Apo kendisinekarşı başlatılan komplonun Ortadoğu’yayönelik olduğunu defalarca belirtti.

HHaallkkllaarr hhiiççbbiirr zzaammaann iiflflbbiirrlliikkççii vvee uuflflaakk oollmmaazzllaarr

ABDmüdahalesini bölgeye de-mokrasi ve özgürlük getir-

me olarak açıklıyor. Propagandasınınesasını buna dayandırmış. Bölgedekimüdahalesine kılıf hazırlamak için busöylemi tutturduğu açıktır. ABD yanlısı ol-mayan tüm çevrelerin değerlendirmesiböyledir. Ancak önemli olan bir hususvar, ABD demokrasi ve özgürlük getirece-ğim derken, bunun ne olduğunu anla-makta önemlidir. Yalnızca bir kılıf olarakgörmek yetmez. Bir yönüyle de Ortado-ğu’da halkların demokrasisi, özgürlük öz-lemi gelişiyor, diğer yandan dünyada ge-lişen demokrasi ve özgürlük bilinci, de-mokratik özgür yaşam alanındaki geliş-meler Ortadoğu’yu etkiliyor. Özellikle bi-zim yürüttüğümüz özgürlük ve demokrasihareketi batı işbirlikçiliğine ve taklitçiliği-ne dayanan bir değişim anlayışı yerinedünyada ortaya çıkan evrensel ilkelerlebütün insanlığın kazanımlarıyla, Ortado-ğu gerçeğini, kimliğini birleştirip, Ortado-ğu orijinine dayanan, Ortadoğu insanıngerçeklerini dikkate alan hatta Batı Avru-pa ve dünyanın başka yerlerinde gelişendemokrasi ve özgürlük anlayışını dahada ileri götüren, daha da geliştiren bir öz-gürlük ve demokrasi çizgisi geliştirdi.

Başkan Apo’nun Demokratik UygarlıkManifestosu’nda izah ettiği bu özgürlükve demokrasi çizgisi maya tuttu. Özellik-le Özgür kadın hareketinin geliştirilmesiy-le özgürlük ve demokrasi gerçek ruhunakavuştu. Hatta bu coğrafyanın yaşadığıkadın eksenli neolitik devrimin, neolitikyaşamın çağdaş biçimini içeren bir ideo-lojik yaklaşım ve politik tutum geliştirildi.İşte, hem dünyadaki gelişmeler hem deBaşkan Apo’nun öncülüğünde geliştirilenözgürlük ve demokrasi hareketinin bütünOrtadoğu’yu etkilemesi yine Ortadoğuhalklarının on yıllardır geliştirdiği demok-rasi mücadelesi, demokratik devrim hare-keti söylendiğinin aksine Ortadoğu’da dademokrasi ve özgürlük fikrini önemli dü-zeyde geliştirdi.

Demokrasi ve özgürlük düşüncesi, ya-şamı ve anlayışı Ortadoğu halklarının dagündemine girdi. Belki otokratik, teokra-tik, oligarşik rejimler aşılamadı, bunlarağırlıklı olarak varlığını sürdürüyor. Amabunların pozisyonun, gücünün dayandığıtemellerin on yıllar öncesi gibi olmadığı,tabanda bir özgürlük ve demokrasi özle-minin geliştiği, bunların da durduramaya-cağı, aşamayacağı bir düzeyin ortayaçıktığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Tabii kiOrtadoğu halklarında gelişen demokrasive özgürlük bilincinde kimi farklılıkları var.Bunlar kendi orijinlerini de esas alıyorlar,kendi köklü büyük tarihlerine bağlılıkla,orada yaratılan değerlerle özgürlük vedemokrasi fikrini daha da zenginleştiri-yorlar. Bunun çabasının, bunun kıpırda-nışının Ortadoğu’yu tarihine layık halegetirme anlayışlarının bir düzeyde gelişti-ğini görmek gerekiyor. Bu gelişmenin da-ha fazla olmamasının nedeni, dış baskı-ların müdahalelerin getirdiği gerilimlerdir,bunun yarattığı içe kapanıklıklardır.

Ortadoğu’nun kendi gerçeğinde de içekapanma, dışa kapalılık, dogmatizm vetutuculuk var. Bunlar doğru, bunlar geliş-meyi engelleyen esas etkenler, ama dışmüdahaleler ve İsrail’in izlediği politika,demokrasi ve özgürlük alanındaki açılım-lar yerine bu çatışma ve gerilime dayana-rak kendini yaşatan oligarşik, teokratik veotokratik rejimlerin varlığının da bu geliş-menin önünü alması durumu söz konusu.Şu açıktır, gerilimlerin, çatışmaların oldu-ğu yerde her zaman dogmatik, tutucu,gerici rejimler yaşam bulur. İsrail-Filistinsavaşı, bunun bir türlü çözülememesi, yi-ne dış güçlerin bölgeye sürekli müdaha-leler yapması, yine bugüne kadar Türki-ye’de olduğu gibi bazı devletlerin dış güç-lerin uzantısı, işbirlikçisi haline gelmesi,Ortadoğu’da askeri ve siyasi güce de da-yanarak etkili olmak isteyen güçlere ya-şam imkanı tanıyor. Tüm bunlara rağmenOrtadoğu halklarının kendi iç dinamikleriyine dışarıdan yaşanan değişimlerin Or-tadoğu halklarını etkilemesi Başkan Apo’-nun dediği gibi “demokrasiyi ve özgürlük-leri Ortadoğu’ya dayatmış bulunmakta-dır.” Bazılarının dediği gibi Ortadoğu çokgerici çok katı, hiç demokrasi ve özgürlükgelişmez konumda değildir. Bunlar Orta-doğu halklarını küçümseyen, kendilerinibenmerkezde gören Batı’nın ya da batızihniyetli kafaların değerlendirmesidir.Aksine günümüzde bilimsel teknik devri-min getirdiği imkanların da artmasıyla yi-ne dış dünyaya gidiş gelişlerin hızlan-ması, artık toplumların ne kadar isteselerde dışa kapanmayacağı bir dünyada Or-tadoğu halklarının özgürlük ve demokra-si özlemini artırmıştır. Hatta kendi gerilik-lerini sorgulamaya başladılar. Artık ‘binyıllarca ileri düzeyde olan Ortadoğu ne-den bu kadar geri?’ sorusu sorulmakta-dır. Sorunların demokratikleşme ile, Orta-doğu’da yaşanacak bir Rönesans ve re-

Serxwebûn Sayfa 3Mart 2003

“ABD’nin Irak’a demokrasi ve özgürlük getirece¤im görüflleri kand›rmacad›r.

Kald› ki öyle d›flar›dan özgürlük ve demokrasi gelmez. Özgürlük ve demokrasi, halk›n özgürlük ve de-

mokrasi mücadelesi ile kazan›l›r. ABD e¤er özgürlük ve demokrasi istiyorsa gerçekten

bu ilkelere ba¤l›ysa, savaflmadan da çeflitli biçimlerde de bu ülkelerde daha demokratik ve

özgürlükçü rejimlerin ifl bafl›na gelmesini sa¤layabilirdi”

“Bu savafl ‹srail’in tek bir savafl bile kaybetmeme, her zaman güçlü olma ve böylelikle Ortado¤u halk-

lar› üzerinde bask›y› sürdürme stratejisinin, ABD taraf›ndan dünyada uygulanmas›d›r. Bu sebeple

fliddeti ve siyasal entrikalar› uygulamas›, halklar› birbirine karfl› k›flk›rtmas›, kendi muhataplar›n› veya

has›m gördüklerini birbirine düflürerek ya da askeri, siyasi, ekonomik operasyonlar düzenleyerek

zay›f düflürmesi söz konusudur”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 4: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

form ile çözüleceği gerçeği açık olarakgörülmektedir.

Bu konuda arayışlar vardı. BaşkanApo Demokratik Uygarlık Manifestosu’-nda bu arayışları çok sistemli, teorik dü-zeye çıkardı. Başkan Apo bilimsel teknikdevrimin dünyadaki gelişmelerin toplum-lar üzerindeki etkisini ortaya koyuyor.Hiçbir toplumun bundan kaçınamayaca-ğını söylüyor. Bu gerçekler de dikkatealındığında Ortadoğu halkları açısındanda gelecekte böyle bir gelişme ortaya çı-kacaktır. Bunun anlamı şu, demokrasi veözgürlük Ortadoğu’da gelişince, ilerle-yince bunun yarattığı toplumsal zeminişbirlikçiliğe ve uşaklığa izin vermeye-cekti. Demokrasi ve özgürlüklerin gelişti-ği toplumda işbirlikçilik ve uşaklık yap-mak kolay değildir. Halklar hiçbir zamanişbirlikçi ve uşak da olmazlar. Ancakhalklar üzerinde baskı yaparak, zulümyaparak yaşayan egemen güçler, işbir-likçiliğe ve uşaklığa dayanarak kendileri-ni yaşatmak isterler. Demokratikleşmeise işbirlikçiliğin, uşakçılığın sonunu ge-tirir. Gerçek demokrasi ve özgürlük geli-şimi bu sonucu ortaya çıkarır. Ortadoğu’-nun kendi kaynaklarını reddetmeden,taklitçi olmadan, Rönesans ve reformyapması demokrasi ve özgürlüklerin ge-liştirilmesi, yeni bir güç merkezi olarak,uygarlık merkezi olarak ortaya çıkmasınıberaberinde getirir. Ortadoğu’nun bu po-tansiyele fazlasıyla sahip olduğunu bili-yoruz. Ortadoğu tarihi ve kültürü insanlıkaçısından en güçlü uygarlığı yaratacakgenlere sahiptir.

EEggeemmeennlleerr hheerr zzaammaannzzaayy››ff oollaannaa mmüüddaahhaallee eeddeerr

ABD’nin müdahalesinin bir ne-deni de köklü gelişebile-

cek bu demokrasi ve özgürlük hareketi-nin önünü almaktır. Süper güç olmak is-teyen herkes Ortadoğu’ya hakim olmakister. Ortadoğu’nun tarihten beri böylebir özelliği var. ABD süper güç kültürüy-le, haleti ruhiyesiyle Ortadoğu’nun bugelişmeyle elinden kaymasını önlemekiçin harekete geçmiş kontrollü bir değişi-mi yaratmak ve böylelikle inisiyatif ka-zanmak istemektedir. Halkların özgürlükve demokrasi hareketine karşı kontrollüdeğişimi geliştirmek istemektedir. Bumüdahaleyle belki hemen bugünden ya-rına gelmeyecek, ama Ortadoğu halkla-rının gündemine girmiş olan demokratikve özgürlükçü gelişme yerine kendi kon-trolünde bir değişimle işbirlikçi bir kesimyaratmak istemektedir. Batı değerlerinibenimseyen, Batı değerleriyle yetişmiş,kendisini küçümseyen, Batı’ya tapma bi-çiminde ortaya çıkan bir işbirlikçi kesim,emperyalist sistemin daha rahat yerleş-mesine zemin sunacaktır. Bunun ne ka-dar yerleşip yerleşmeyeceği ayrı bir ko-nu, ama emperyalist güçlerin, Ortadoğuhalklarını küçümseyen çevrelerin heryerde olduğu gibi Ortadoğu’da işte böylekendine uşak, taklitçi, işbirlikçi sosyalkesimler, iktidarlar, çevrelerle yaratmakistediğini biliyoruz. ABD’nin müdahalesi-nin bir nedeni de budur.

Ortadoğu’daki halkların mevcut dina-miği hemen demokrasi ve özgürlük getir-mez gibi bir itiraz da ortaya çıkabilir.Doğrudur hala otokratik, oligarşik, teok-ratik rejimler direniyor. Hemen bugündenyarına Ortadoğu’yu tümden demokratik-leştirmek, özgürlüğü istenilen düzeydegeliştirmek kolay değildir. Daha zorluklar,sıkıntılar çekilecek ve mücadele edile-cektir. Ama kontrollü gelen değişimin böl-ge sorunlarını çözemeyeceği, daha dakarışık hale getireceği söylenebilir. Buaçıdan hemen gelmese bile Ortadoğuhalklarının kendi dinamikleriyle gelişe-cek sağlıklı, özgür ve demokrasi sorunla-rının köklü çözümü açısından önemlidir.Ortadoğu halklarının kendi dinamikleriy-le geliştireceği sağlıklı demokrasi ve öz-gürlükçü yapıyı engellemek çok tehlikeli-dir. Nitekim bu müdahale bu süreci birazdaha geriye itecektir. Kontrollü değişimi

yapmak isteyen güçler işbirlikçi güçlerleköklü değişimlerin önünü almaya çalışa-caklardır. Bu müdahaleyle biraz değişimolacak diyerek otokratik, teokratik, oli-garşik rejimlerin bunu yapmadığını söy-leyerek ABD’nin müdahalesi alkışlana-maz, olumlu görülemez.

Bizim açımızdan önemli husus ABDmüdahalesi vesilesiyle yapılması gere-ken kendimizi sorgulamaktır. Bu müda-hale yanlıştır, kabul edilemez, Ortadoğuhalklarının iradesini kırmak için, kendi çı-karlarını korumak için geliyor demek çokfazla anlam ifade etmiyor. Öyleyse nedenbu noktaya gelindi? Neden müdahale ön-lenmedi? Bu soruların cevabı önemlidir.Bu soruları sormak, tartışmak ABD mü-dahalesini meşrulaştırmak değildir. Amagörevler yapılmadığı zaman başkaları dageliyor müdahale ediyor. Ya da Ortadoğuhalkları kendi sorunlarını çözemeyerekon yıllardır hatta yüz yıllardır dış güçlerinbölgeye müdahale etmesine olanak veri-yor. Sormamız gereken başka sorular davar. Neden iki bin yıldır Ortadoğu halklarıuygarlıktan geri kaldı, öncülüğü nedenBatı dünyasına kaptırdılar? ABD müda-halesiyle bunları da daha fazla sormak,tartışmak gerekiyor. Bunlar tartışılıyor,konuşuluyor, ama böyle bir zamanda ko-nuşmak, tartışmak daha anlamlı dahaöğretici ve daha dikkat çekicidir. Bu sü-reçte tartışmaların daha fazla pratik de-ğeri olur ve toplumu etkileme, bilinçlen-dirme imkanı ortaya çıkarır. Dış müdaha-leleri nasıl önleriz, nasıl bir Ortadoğu ya-ratırız ki, bir daha dış müdahaleler olma-sın? Ortadoğu’da halkların kendi sorunla-rını çözememesinin esas nedenleri, ayakbağları nelerdir? Böylelikle sorunu hepdışarıya yükleyen, başkasına yükleyen,başkasını suçlayan kolaycı, sıradan yak-laşımlardan kurtulup; Ortadoğu halkları-na ve tarihine yakışacak, layık olacak birsorumluluk duygusuyla, eleştirel özeleşti-rel bir tutumla geleceğin Ortadoğu’sunuyaratmanın tartışmalarını, değerlendir-melerini, kararlarını, pratikleşmelerini or-taya koymamız önemlidir.

Müdahalenin birinci zemini herkesinde bildiği ekonomik, sosyal ve bilim tek-nik alanda geri kalmaktır. Zaten her za-man güçlüler zayıflara müdahale eder.Askeri, ekonomik, siyasi gücü olanlar bi-lim ve tekniği elinde bulunduranlar başkayerlere müdahale imkanı bulurlar. Günü-müz hala sömürü dünyasıdır. Kim güç-lüyse askeri, siyasi gücü varsa, bilim tek-niği yerindeyse sömürü kaynaklarını elegeçirmek ister. Öte yandan Ortadoğu’-

nun bir özelliği de sadece söylenildiği gi-bi ekonomik kaynakları değildir. Dünya-da siyasal, askeri hakimiyet kurmak açı-sından da Ortadoğu’da etkinlik kurmakçok önemlidir. İlk çağda da böyleydi bu-gün de böyledir. Ortadoğu halkları, bilimteknikte, ekonomik ve sosyal yaşamdakendileri güçlü olduğu zaman bölgemizbu coğrafyanın halklarının kontrolündeolmuş ya da bu coğrafyadan çıkan ege-men güçler varlıklarını sürdürmüşlerdir.İran imparatorluklarının, Arap imparator-luklarının Hz. Muhammed’in öncülüğün-deki Arap ve İslam Devrimi’nin yine Türk-lerin güçlü olduğu Osmanlı dönemindeOrtadoğu, dış güçlerin değil, bölge güç-lerinin kontrolünde olmuştur. Buradan çı-kacak sonuç, ekonomik sosyal ve bilim-sel teknik anlamda geriliğimizi sorgula-mak ve bunu aşmaktır. Bu açıdan herşeyden önce geriliğimize neden olandogmatik, tutucu ve bağnaz yanlarımızıortadan kaldırmamız gerekiyor. ÖzellikleM.S 1000 yıllarından sonra islamiyettekapanan içtihat kapısıyla birlikte tutucu-luk, dogmatizm bir düşünce tarzı halinegelmiştir. Yeni düşünceler ve fikirler orta-ya çıkmamıştır. Halbuki İslamiyet yeni fi-kirlere, yeni düşüncelere engel bir dinolarak çıkmadı. Yüzyıllarca islamiyeti ya-şayan toplumlar bilimde teknikte gelişti-ler. Bunlar bilinen gerçeklerdir.

BBaaflflkkaann AAppoo’’nnuunn ççöözzüümmlleemmeelleerrii DDoo¤¤uu’’nnuunn

BBaatt››’’yyaa kkaarrflfl›› ssaavvuunnmmaass››dd››rr

Ancak çağa ayak uydurulamaması,Rönesans ve reform yapılama-

ması, islamiyet döneminin koşullarındaortaya çıkan her sözün dogma halinegetirilmesi; Ortadoğu halklarını yalnızcadogmalar peşinde koşan, düşünce üret-meyen topluluklar halinde tutulması ge-riliklerin esas nedeni olmuştur. Bazıları-nın dediği gibi bu geriliğin nedenini isla-miyete bağlamak yanlıştır. Ama islami-yeti tutuculaştıran, muhafazakarlaştıran,dogmalar yığını haline getiren anlayışlarda kırılamamıştır ve böylelikle işte Batıdünyasının belirttiği sorunların kaynağı-nın islamiyette olduğu gibi bir sonuç or-taya çıkmıştır. Sorun müslüman olmakya da müslüman karşıtı olmak değildir.Sorun, olguları kendi koşullarına göredoğru değerlendirmektir. İslamiyet kendikoşullarına göre Ortadoğu’da büyük birdevrimi, irade gelişmesini ifade ediyor.Bunu reddetmek mümkün değildir. An-

cak daha sonra islamiyetin din tüccarlarıtarafından, egemenler tarafından dog-malar yığını haline getirilmesi, bunun daen iyisi olarak ortaya konulması islemi-yetin de, Ortadoğu halklarının da talih-sizliği olmuştur. Her şeyden önce islami-yeti bu hale getiren düşünceyi sosyalyaşam bilim ve tekniğinin geri kalmasınaneden olan anlayışları aşmak önemlidir.İslamiyeti bir inanç ve kültür olarak koru-mak ve bu dini inanca halklar açısındanekonomik, sosyal ve kültürel alanda iler-lemeyi sağlayacak ön açıcı bir rol oynat-mak önemlidir. İslamiyete halkların geli-şimi için böyle bir ön açıcı rol oynatmaken büyük saygıdır. Bazı kuralların o dö-nemde ortaya konulan bazı sözlerin bu-gün aynen geçerli olduğunu söylemek,bunu dayatmak doğru olamaz. Bu açı-dan islamın uygulama alanında bugündeğişmesi gerekenlere, yorum gücü-müzle çağı anlama gücüyle yeniden yönvermek, islamiyeti ortadan kaldırmakdeğildir. Sorun karşı olup olmamak de-ğildir. Biz ne islamın bugünkü gibi de-vam etmesinden yanayız ne de tümdenkarşısındayız. Biz bütün dinlere olduğugibi islamiyete de hakkını vermek istiyo-ruz. Bütün dinlerin tarihte ve toplumdakirolleri gibi islamın da rolünü görüyoruzve bundan sonra da rol oynayabileceği-ni düşünerek islamiyetin yenilenmesi veçağımıza uyarlanmasının gerekli oldu-ğunu söylüyoruz. Ortadoğu’nun demok-ratikleşmesi için dinin bir Rönesansa vereforma tabi tutulması gerekli olduğunainanıyoruz. Ortadoğu halk tarihine,inançlar tarihine, inançları yaratan in-sanlarına bunun çabasını gösterenlere,Ortadoğu’yu yüzyıllar boyu dünyada ön-cü haline getirenlere saygı duyuyor, de-ğer veriyoruz. Ortadoğu halklarına kim-lik, kişilik kazandıran her şeye değer ve-riyoruz. Bunların içinde en önemli yer deislam peygamberine onun yoldaşlarına,onun devamcılarına ve onu doğru uygu-layarak Ortadoğu halklarını uygarlık açı-sından etkili hale getirenlere, bu uy-garlığı ve kültürü tüm dünyaya yayanla-ra oldukça saygılı yaklaşıyoruz. Ama Or-tadoğu halkları olarak da mevcut duru-mumuzun sorgulanması gerektiğini dü-şünüyoruz. Bunu başkalarının bize da-yatmasını değil, bizim yapmamız gerek-tiğini düşünüyoruz. Ya da işbirlikçi ve dışgüçlerin değil, gerçekten halklarınabağlı olan tamamen Ortadoğu insanınasaygı duyan ve dünyadaki evrensel ge-lişmeleri de kimliğini reddetmeden ken-disine katabilen yeni bir Rönesans, re-

form hareketinin ihtiyacını söylüyoruz.Halklarımızın kendi gerçekleştireceğidemokratik devrim ile böyle bir aşamageliştirerek Batı uygarlığının da önünegeçeceğine inanıyoruz. Bizim sorularsormamız cevaplar almamızın nedeniyalnızca ve yalnızca Ortadoğu halkları-nın geleceği kazanma isteminden ilerigeliyor.

Ortadoğu halklarının bugün ezik ol-masını dış güçlerin müdahalesine maruzkalmasını sindiremiyoruz. Bu olumsuz-lukların cevabını aramaya çalışıyoruz.Bunlardan birincisi tabii ki düşünce düze-yinde bu cevabın aranmasıdır. Çünküdüşünce gücü bütün güçlerin önünde ge-liyor. Bu coğrafyanın yüzyıllarca, binyıl-larca önde olmasının nedeni dünya ça-pında düşüncede önde olmalarından ile-ri geldi. İslamiyette aynı biçimde yüzyıl-larca düşüncede öncülük yaptı. Geçmişdüşünceleri aşarak yeni bir düşünce de-rinliği ortaya çıkardı ve bu da büyük ge-lişme ortaya çıkardı. Bugün de düşüncedüzeyinde bir zihniyet, vicdan devrimi ya-ratmak gerekiyor. Bunun en baştan isla-mın demokratikleşmesi, Ortadoğu’daRönesans hareketiyle yapılması gerekti-ğini düşünüyoruz. Söylediklerimiz bazıla-rının saptırdığı gibi islam karşıtlığı değil-dir. Aksine Ortadoğu’ya ve bütün değer-lerine bağlılığın gereğidir. Başkan ApoRönesans ve reformun nasıl yapılaca-ğını, islamın nasıl demokratikleşmesi ge-rektiği konusunda birçok değerlendirmeyapmıştır. Kendi yaptığı çözümlemelerive ortaya koyduğu kitabı da, Batı’yakarşı Ortadoğu’nun savunması olarakdeğerlendirmiştir. Batı’ya karşı Mezopo-tamya çözümlemeleri olarak değerlendir-miştir. Yeri gelmişken bunu bir daha Or-tadoğu halklarına, demokratlarına, dev-rimcilerine belirtmeyi uygun görüyoruz.

Böyle bir Rönesans reform açısındanyapılması gereken ilk şeylerden biri, mil-liyetçi anlayışları aşmaktır. Özellikle soniki yüzyıldır Ortadoğu’ya gelen milliyetçi-liğin halklara çok şey verdiği söylene-mez. Belki kısmi bazı şeyler kazandır-mıştır. Dış dünyada olup biten bazı şey-lerin öğrenilmesini sağlamıştır. Dış dün-yada gelişen bazı şeylerin alınmasıylasosyal, kültürel, ekonomik alanda sınırlıdeğişimler ortaya çıkarmıştır. Ancak,ağırlıklı olarak milliyetçiliğin Ortadoğuhalklarına zarar verdiğini, getirdiğindendaha fazlasını götürdüğünü söylememizgerekiyor. Son iki yüzyılın özellikle sonyüzyılın Ortadoğu halkları açısındankavga, dövüş, çatışma haline gelmesi,getirilmesi milliyetçi ideolojinin gericileş-tiği dönemde Ortadoğu’ya girmesindenkaynağını almaktadır. Avrupa’da ulusaldevletlerin oluşumuna yardımcı olduğugibi belirli bir demokratik temel de orta-ya çıkardı. Milliyetçilik Avrupa’da aynızamanda feodalizme karşı demokratikdevrim anlamına geldi. Sadece ulusaldeğerler ortaya çıkarmadı, aynı zaman-da gerçek uluslaşmayı ortaya çıkaranfeodalizmi tasfiye etti. Onun yerine dahademokratik toplum olmanın temelleriniortaya çıkardı. Ancak Ortadoğu’ya gelenmilliyetçilik yalnızca ulusal değerleri yü-celten, ortaya çıkaran etkiler yaptı. Amatoplumların demokratikleşmesinde birrol oynamadı. Milliyetçilik bu yönüyleOrtadoğu coğrafyasına girmedi. Bu du-rumda Avrupa’da halkların birbirinekarşı çatışmasından, düşman olmasın-dan daha keskin çatışmaları düşmanlık-ları ortaya çıkardı.

Avrupa da halklar yüzyıllarca milliyet-çiliğin etkisiyle birbirine girdi. I. ve II. Dün-ya Savaşlarının nedenleri de milliyetçilik-ti. Onlar demokratik devrimi yaşadıklarıhalde, o kadar büyük kavgalar, çatışma-lar içerisine girdi. Belki onların çatışmayagirmesinde emperyalist olmaları, dünyayıpaylaşmak istemelerinin rolü belirleyicioldu. Ancak farklı biçimde bu milliyetçilikOrtadoğu’da da şovenizmi körükledi. Bit-mez çatışmalar ortaya çıkararak Ortado-ğu’nun doğal dengelerini bozdu. Ortado-ğu’nun tarihinde varolan doğal federas-yon ilişkilerini bozarak, halklar arasında

Sayfa 4 SerxwebûnMart 2003

“Ortadoğu halklarının kendi dinamikleriyle gelişecek sağlıklı demokrasi ve özgürlükçü

yapıyı engellemek çok tehlikelidir. Nitekim bu müdahale bu süreci biraz daha geriye itecektir.

Kontrollü değişimi yapmak isteyen güçler işbirlikçi güçlerle köklü değişimlerin önünü almaya

çalışacaklardır. Bu müdahaleyle biraz değişim olacak diyerek otokratik, teokratik, oligarşik rejimlerin bunu

yapmadığını söyleyerek ABD’nin müdahalesi alkışlanamaz, olumlu görülemez”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 5: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

derin kopuşlar, güvensizlikler ortaya çı-kardı. Bunlar özellikle emperyalizmin bölyönet politikasının işine geldi. Milliyetçiliktam da böl yönet politikasının ideolojikaracı olarak Ortadoğu’da rol oynadı.‘ABD’nin müdahale ettiği bir dönemdeneden bu kadar bölündük, parçalandık?Ortadoğu halkları neden bu kadar gerikaldı? Neden sorunlarımızı kendimiz çö-zemiyoruz da, birbirimize giriyoruz da bu-nu gerekçe yapan dış güçler müdahaleediyor. Ya da dış güçler müdahale eder-ken, Ortadoğu halkları bir araya gelemi-yor, buna karşı ortak bir tutum takınmı-yor?’ denilirse; bunun cevabı iki yüzyıldırOrtadoğu halklarının içine sokulan milli-yetçilik fitnesidir. Milliyetçilik fitnesinin Or-tadoğu halklarını getirdiği noktadır.

OOrrttaaddoo¤¤uu,, KKüürrtt ssoorruunnuunnuunn ççöözzüümmssüüzzllüü¤¤üünnüünn cceezzaass››nn›› yyüüzzyy››lldd››rr ççeekkmmeekktteeddiirrlleerr

Milliyetçilik en fazla da biraz devletolan Fars, Arap ve Türk gerçeğin-

de çok geliştirildi. Özellikle Türkiye ger-çeğinden geliştirilen şovenizm ve milli-yetçilik, Osmanlı dönemindeki büyükdevlet olma arzularıyla birleşince baştaKürtler olmak üzere bölge halkları içintehlike arz eden bir durum ortaya çıkardı.Bu milliyetçilikten en fazla zarar görendede Kürt halkı oldu. özellikle Türkiye, İran,Irak ulusal devletler olarak kendilerini et-kin kılma, diğer ulusların haklarını red-detme politikasıyla Kürtler üzerinde yo-ğun baskı kurdular. Bu milliyetçilik birinciderecede bin yıllardır birlikte yaşayanArap, Fars ve Türklerle Kürtler arasındadüşmanlık ortaya çıkardı. Özellikle İran,Irak ve Türkiye’nin Kürt halkına yaptığıhaksızlıklar, zulümler bu halklar arasın-daki soğukluğu beraberinde getirdi. Kürt-ler bu milliyetçilikten çok zarar gören birhalk oldu Ancak Arapların, Farsların veTürklerin Kürtlere karşı düşmanlık geti-ren şoven milliyetçilikten çok fazla yarargördükleri söylenemez.

Kürtler bölge devletleri tarafındanbaskı görünce, hiçbir ulusal demokratikhakkı kabul edilmeyince, zayıf bırakılıncabu durum dış güçlerin, bölge devletlerineve halklarına karşı Kürtlerin kullanılması-na uygun zemin ortaya çıkardı. Kürtler dezayıf oldukları için, baskılar karşısındaçaresiz kaldıkları için, dış güçlerden me-det ummaya başladılar. Bölge devletlerimilliyetçi ve inkarcı politika izlerken, Kürt-ler çok farklı politika üretecek durumdaolmadıklarından dolayı, çeşitli güçlerleilişkilenerek kendilerini korumaya gittiler.Aşiretçi feodal bir yapılanma içerisindeoldukları ve halka dayanmadıkları için buzayıflıkları onları daha fazla işbirlikçiyaptı. İdeolojik olarak da aşiretçi feodaliz-mi aşamadıkları için, ilkel milliyetçiliktenöteye gidemediler. Bölgede Kürt halkınıezen şöven milliyetçiliğe karşı farklı birideolojik politik yaklaşımla bu milliyetçiliğiboşa çıkaracak ve mücadele edecek birsilah da ortaya çıkaramadılar. Bu durumson yüzyılda, Kürtlerle bölge devletleri,halkları arasında çözüm üretmeyen çe-kişmeler ortaya çıkardı. Bölge devletleriKürt inkarcılığıyla Kürtleri ortadan kaldır-mak istediler. Kürt halkı da bu inkarcılığa

karşı çok fazla strateji ve programa sahipolmadan kendi varlığını korumak için de-falarca isyan gerçekleştirdi. Ancak nedevletler Kürtleri tasfiye edebildi ne deKürtler bu isyanlarda başarılı olup kendivarlıklarını kabul ettirebildiler. Böyle birbastırma ve isyan kısır döngüsü içinde,devam eden çözümsüzlük, bölge ve Kürthalklarına çok kaybettirdi. En fazla da buçatışmalardan, bu çözümsüzlükten dışgüçler yararlandı. Tüm yüz yıl pratiği şu-nu ortaya çıkardı ki, Kürt sorununun çö-zümsüzlüğü kötülük tanrılarının Ortado-ğu halklarına verdiği bir ceza gibidir. Yal-nız Kürtler değil, tüm Ortadoğu halklarıKürt sorununun çözümsüzlüğünün ceza-sını yüzyıldır çekmektedirler.

Burada asıl sorumluluk İran, Irak veSuriye’ye düşmektedir. Bu sorunu çöz-meyerek kendilerini çıkmaza soktular.Türkiye Kürt korkusundan dolayı ABD veİsrail’e mahkum oldu. Irak ve İran da busorunu çözemediği için bir türlü kendisinigüç yapamadı. Hatta bölge devletlerininpolitikasından dolayı başta İsrail olmaküzere birçok ülke Kürtleri kullandı, kullan-maya çalıştı. Tabii burada da sorumlulukİran’a ve Irak’a aittir. Bunu söylerken çe-şitli Kürt örgütlerinin özellikle Irak’takiKürt örgütlerinin, İsrail ve ABD ile olanilişkilerini onaylamıyoruz. Bunun doğrubir çizgi olduğunu da savunmuyoruz. Bu-nun yerine Ortadoğu halklarıyla kardeşlikçizgisini sabırla izleselerdi en doğru işiyapmış olurlardı. Ancak bunları böyle birişbirlikçi çizgiye götürmesini sağlayanında, bölgedeki oligaşik, teokratik rejimlerolduğunu görmek gerekiyor. Kendi kar-deşlerinin sorunlarını çözemeyenlerin,‘Kürtler neden şu ülkeyle, bu ülkeyle iliş-ki kurdu, işbirliği yaptı‘ diye suçlamasıanlamsızdır. Bunu ancak Kürtlere baskıyapmayan, Kürt sorununda çözüm iste-yen, Kürtlerin doğal haklarının verilmesi-ni savunanlar söyleyebilir. Bu konuda de-ğerlendirme yapabilirler.

Irak bugün bir müdahale ile karşı kar-şıya. Bunda Kürt sorunun çözümsüzlüğü-nün payı çok fazladır. Eğer Irak Kürt so-rununu çözseydi, geçmişte bu konudabüyük hatalar yapmasaydı, günlük politi-kalar için bir küçük askeri zafer kazan-mak için Halepçe’ye kimyasal bomba at-masaydı, Irak’ın durumu farklı olabilirdi.Irak, Kürt gerçeğini belli düzeyde kabuletmeye yanaşmıştı. Bunu geliştirebilsey-di, bu konuda cesaretli adımlar atabilsey-di, şu anda dış güçlerin müdahale imkan-larını önemli oranda ortadan kaldırabilir-di. Ne var ki, Irak bunu yapamadı. Kürthalkına yapılan yanlışlıklardan özür dile-yerek Güney Kürdistanlı Kürtleri Iraklabütünleştiremedi. Doğru politika izlesey-di, Kürtler içerisindeki işbirlikçi kesimlerinetkisiz kalmasını da sağlayabilirdi.

KKüürrtt ssoorruunnuunnuu ççöözzeenn bbiirr TTüürrkkiiyyee,, OOrrttaaddoo¤¤uu’’nnuunn eenn

ggüüççllüü üüllkkeessii oolluurr

Kürt sorununda bölge ülkeleri bugü-ne kadar sürdürdükleri yanlışlığı

devam ettiriyorlar. Kürtlerin bir isyanınıbastırdıkları zaman bu sorun çözülürsanıyorlar, kendilerini kandırıyorlar. Ken-dilerine göre bir üstünlük sağladıklarında

Kürt sorununu çözüldüğünü sanıyorlar.Bu durum yalnız Kürtlere değil, Kürtlereegemen olan ülkelere de fazlasıyla zararveriyor. Irak defalarca Kürtlerle savaş-mış, çatışmış, biraz üstünlük sağladığın-da ‘bu sorunu bitirdim, hakim oldum‘ di-yerek Kürt sorununun gerçek ve uzun va-deli çözümü konusunda herhangi bir tu-tum ortaya koymamıştır. Ama bir süresonra Kürt sorunu yeniden karşısına çık-tığını görmüştür. Türkiye açısından da bugeçerli. Türkiye de defalarca isyanlarıbastırdım demiştir, ama sonunda Kürt so-runu karşısına yine çıkmıştır. BaşkanApo’nun öncülüğündeki PKK hareketikarşısında ekonomisini, sosyal yaşamını,diplomasisini, siyasetini bu savaşa har-camış, bu savaş içerisinde tüketmiş, amasonuç alamamıştır. Uluslararası komploile ABD Başkan Apo’yu kendisine teslimedince bu iş sona erdi, ben zafer kazan-dım diye kendisini kandırmıştır. Kısa süreiçinde Başkan Apo’nun esaretinin kendisiiçin bir zafer olmadığını görmüştür. Baş-kan Apo’nun esareti Kürtler açısından birkayıptır, ancak Başkan Apo’nun ideolojikpolitik çizgisi, ortaya çıkardığı Kürt halkı,yarattığı özgürlük hareketi kendisini yeni-leyen, yeniden üreten, mücadele eden birgüç olarak varlığını korumaya ve etkinli-ğini sürdürmeye devam etmiştir. Bugüngörüldüğü gibi Irak konusunda Türkiye’-nin bütün kaygısı Kürt sorunu olmaya de-vam etmektedir.

Türkiye’de Kürt inkarcılığı o kadar ge-lişkindir ki, Kürdü inkar etmek için her tür-lü uşaklığa ve işbirlikçiğe hazır durumda-lar. Nitekim savaş karşıtlarının, demok-ratların, sanatçıların meclisi etkilemesi veABD askerlerine izin veren yasanın mec-listen çıkmaması üzerine birçok yazar si-yasetçi ve asker, neden bu yasayı çıkar-madık, neden Amerika uşaklığı yapmadıkdiye dövünüyorlar, ah vah ediyorlar. Buyasayı reddedenleri neredeyse ihanetlesuçlayacaklar. Kendileri işbirlikçilik uşak-lık yaptıkları halde savaş karşıtlarını ha-inlikle suçlayacaklar. Bundan da görülü-yor ki, Kürt sorunu bölge ülkelerinin onu-runu da ortadan kaldırıyor. Kürt korku-sundan dolayı doğru bir düşünce üret-emiyorlar. Eğer Türkiye Kürt sorununubaşkan Apo’nun belirttiği şekilde demok-ratik özgür birlik çizgisinde çözseydi, böy-le bir uşaklık için yalvarmayacak, hattagüçlenecekti. Bununla birlikte TürkiyeKürt sorununu demokratik yoldan çözdü-ğü için bu durum bölge için yeni bir dö-nem başlatacaktı. Başkan Apo’nun öncü-lük ettiği Kürt sorununun özgür birlik vekardeşlik çözümü bütün Ortadoğu halkla-rına örnek olurdu ve böylelikle Kürt soru-nu dış güçlerin kullanacağı ya da bölgeülkelerini zayıflatan bir konu olmaktan çı-kar, bölge ülkelerini güçlendiren, bölgededemokrasi ve özgürlüğü geliştiren ve dışgüçlerin de kullanmasına fırsat vermeyenbir düzeye ulaşırdı. Ancak Ortadoğu’davarolan milliyetçilik ve şovenizm Kürt so-rununu halen çözemiyor. Şunu rahatlıklabelirtelim: Kürt sorununu çözen Türkiyekesinlikle ABD’ye uşaklık yapmaz, dışgüçlerin uzantısı olmaz hatta tüm bölgeülkeleriyle doğru ilişki içinde olur. Türki-ye’nin İsrail’e bu kadar bağlanmasınınnedeni de Kürt sorunudur. Bizimle yürüt-tüğü savaşta ABD’nin desteğini almak

için Türkiye kendisini daha fazla İsrail’ebağladı. Türkiye’nin en temel kaygısıolan Kürt sorununda ABD’nin desteğinialmak için İsrail ile bile ilişki geliştirdi.Eğer Kürt sorununu çözseydi, böyle birkaygıdan kurtulmuş olsaydı, İsrail’le deilişkileri bu kadar derinleşmezdi.

Şunu iddia edebiliriz; bölgede İran,Irak, Türkiye, Suriye Kürt sorununu çöz-seydi, İsrail bu kadar güçlü olmazdı. Buaçıdan İsrail hiçbir zaman Kürt sorunu-nun çözümünü istemedi. Irak’ı olduğu gi-bi destekledi.Ama esas olarak Kürt soru-nunu çözümsüz bırakarak, Ortadoğu’nunistikrara kavuşmasını engelledi. ÇünküKürt sorunu çözülseydi, Ortadoğu halk-ları arasında ilişkileri daha da gelişecekti.Ortadoğu’nun ekonomik sosyal gelişimidaha da artacaktı. Tüm bunlar da İsrail’inbölgedeki çekişme ve istikrarsızlığa da-yanarak Filistin sorunundaki çözümsüzpolitikasını sürdürmesini engelleyecekti.Ne var ki, Kürt sorununun çözümsüzlüğü-nün bölgede yarattığı sürtüşmeler, çekiş-meler ve bölge devletlerinin bir türlü istik-rara kavuşamaması, İsrail’i rahatlattı. Buda Filistin sorununda ve bölge politikala-rında daha rahat hareket etmesini veağırlığını koymasını beraberinde getirdi.Dolayısıyla Kürt sorunu denildiğinde so-runa sadece bir Türkiye, Irak, İran sorunuolarak bakmak da yanlıştır.

Kürt sorununun çözümü bölge ülkele-rinin huzura kavuşması anlamına geldiğigibi bölge ülkelerinin, otoktarik, teokratik,oligarşik rejimlerin emperyalizme bağlı-lıklarının da ortadan kalkması anlamınagelecektir. Kürt sorununu çözmek enbaşta da demokratik zihniyete ulaşmak-tır. Demokratik toplum anlayışına ulaş-maktır. Bunun anlamı da Kürt sorunun unçözümü ile birlikte Ortadoğu’nun demok-ratik bir coğrafya haline gelmesidir. De-mokratik coğrafya haline gelen Ortadoğuböylelikle demokrasinin, özgürlükleringelişeceği toplum olarak da sorunlarınıdaha kolay çözebilecek bir düzey yakala-yacağını görmek gerekiyor. Ortadoğu ül-keleri Kürt sorununu çözseydi, demokra-si ve özgürlük sorununda gelişme göste-rebilseydi, ABD bu gün Irak’a, şuraya bu-raya özgürlük getireceğim diye bir gerek-çe elde edebilir miydi? ABD’dir gerekçede bulur yalan da söyleyebilir denilebilir.Ama demokratikleşen ve Kürt sorununuçözen bir Ortadoğu’da ABD istediği kadarbu yalanı söylesin, bırakalım başkalarınıinandırmayı böyle bir söylemin tutmasıbile akla gelmezdi. Söylendiği andan iti-baren geçerliliğini yitirirdi.

DDeemmookkrraassii vvee öözzggüürrllüü¤¤üü hhaallkkllaarr››nn mmüüccaaddeelleelleerrii ggeettiirriirr

Türkiye’de insan hakları deyince ak-la her şeyden önce Kürt sorunu ge-

liyor. İnsan hakları savunucuları demok-ratik, güçler, özgürlükten ve demokrasi-den yana olan insanlar tabii ki Türkiyedevletinin Kürtleri baskı altında tutmasın-dan rahatsız olacak ve buna karşı çıka-caklar, Türkiye’nin bu inkarcı ve şovenpolitikalarından rahatsız olacak ve mü-cadele edecekler. Bu yalnız Kürt halkınındeğil, onların da mücadelesidir. Emper-yalist güçler, Batılı güçler insan hakların-dan zaman zaman söz ediyor ve günde-me getiriyorlarsa, bu bir yerde insan hak-ları ihlali olmadığı anlamına gelmiyor.Türkiye’de dış güçler işlerine geldiği za-man Türkiye’yi destekliyorlar, Türk veKürt halkı üzerine de Türkiye devletininher türlü baskıcı rejimine göz yumuyor-lar, ama işlerine geldiği zaman da Türki-ye’de Kürtler üzerine baskı yapılıyor, in-san hakları sorunu var diyerek sorunlarıgündeme getiriyorlar. Bunu şunun içinsöylüyoruz: Eğer Kürt halkıyla demokra-tik özgür birlik kurulursa hem Ortadoğuülkeleri kendi kardeşleri olan Kürtler üze-rinde baskı kurma, onun haklarını red-detme gibi bir insanlık ayıbından kurtula-cak hem de dış güçlerin Kürtler üzerineyapılan bu baskıları kullanma imkanınıbulamayacaklardır. Bu açıdan tüm de-

mokratların, insan haklarından yana olantüm kesimlerin, Ortadoğu’yu sevenlerin,Ortadoğu kimliğine sahip çıkanların yap-ması gereken en önemli şeylerden biride, Kürt halkının ulusal demokratik hak-larını sahiplenmektir. Kürt sorununun çö-zümünü istemek en iyi Arap, Fars veTürk yurtseverliğidir. Kürt halkının özgür-lüğünü savunmak, en iyi Ortadoğu kimli-ği savunuculuğudur. En iyi Ortadoğuluolmaktır. Kürt halkının özgürlüğünü sa-vunmak, Kürt halkının demokratik hakla-rını savunmak, en iyi antiemperyalist ol-maktır. Dış güçlerin Ortadoğu’ya müda-halesini önlemede en tutarlı kişiler, toplu-luklar olmaktadır. Bu açıdan Kürt halkı-nın özgürlüğünü, Kürtlerin ulusal demok-ratik haklarını savunma konusunu çokgeniş perspektiften ele almak gerekir.Kürtlerin hakkını savunmanın Arap,Türk, Fars halklarına, Ortadoğu tarihineneler kazandırdığını özellikle demokrat-ların aydınların iyi değerlendirmesi, gör-mesi ve gerekeni de yapması gerekir.

Ne var ki şimdiye kadar gözler önün-de olan bir sorunun çözümü konusundaaydınların, demokratların, Ortadoğuhalklarının görevlerini yeterince yerinegetirdiğini söyleyemeyiz. Hiç değilseABD’nin müdahalesinin olduğu bugündesorunlarımızı daha iyi görmenin, dış mü-dahalelere gerekçe olacak bütün sorun-ları ortadan kaldırma düşüncesi ve tutu-munun ortaya konulması gerekmektedir.Ortadoğu aydınları demokratları şunukabul etmek durumundadır ki; hiçbir in-san, örgüt ve devlet kendi sorunlarınıkendi iradesiyle çözmeden rüştünü is-patlayamaz. Bizler her şeyden önce dışdünyaya kendi sorunlarımızı kendimizinçözebileceğinin anlayışını göstermemizgerekiyor. Bu konudaki kararlılığımızıgöstermemiz gerekiyor. Ortadoğu so-runlarının çözümünün başkalarının ira-desinde olmadığını, başkalarının üstünevazife olmadığını, onları yalnız ve yalnızOrtadoğu halklarının çözebileceğinigöstermemiz gerekmektedir.

Demek ki biz kendi sorunlarımızı ken-dimizin çözebileceğimizi ortaya koyama-dığımız ve kendi sorunlarımızı doğru çö-zemediğimiz için başkaları kalkıyor veukalaca gelip ‘sizin sorunlarınızı çözece-ğim’ diyor. Bizim sorunlarımızı çözme id-diasında bulunuyor. Bilmem deniz ötesi-nin ABD’sinin, İngiltere’sinin veya başkaülkelerin gelip sizin sorunlarınızı çözece-ğim demesi bile Ortadoğu halkları ve biz-ler açısından utanç vericidir. Bizlerin ken-di durumumuzu sorgulamamız açısındanbile böyle bir müdahale çok uyarıcı olma-lıdır. Artık kendi sorunlarımızı kendimizinçözeceği iddiasında bulunmak, bunungereklerini yerine getirmek, bunun çabasıiçine girmek hepimizin görevidir. Aksi hal-de ABD’ye dış güçlere küfretmenin hiçbiranlamının ve değerinin olmayacağının dahepimizin bilmesi gerekiyor.

Biz sorunlarımızı neden tartışamıyo-ruz, çünkü Ortadoğu’da demokrasi, öz-gürlükler geridir. Demokrasi ve özgür-lüklerin geri olması bu sorunları açık venet tartışmamızı engelliyor. Çözümünübulmasını engelliyor. Şunu açıkça belir-telim; demokratik çözüm ancak halklartarafından gündeme getirilebilir. Halktankopuk yöneticiler bu işi yapamaz. Oli-garşik, teokratik, otokratik, rejimler de-mokrasi ve özgürlüğü getiremez. De-mokrasi ve özgürlüğü halkların mücade-leleri getirir. Ama bunun için de her şey-den önce aydınların doğru düşünceleriaçık seçik ortaya koymaları ve tartışma-ları gerekir. ABD, İngiliz müdahalesinibaşka müdahaleleri getiren, sorunlarıbulup açığa çıkarmamız gerekir. Sadeceyöneticileri de sorumlu görmemek gere-kir, halk olarak, aydınlar olarak, sanatçı-lar olarak, sosyalistler olarak, devrimci-ler, demokratlar olarak, inançlı insanlarolarak, adaletten haktan yana insanlarolarak görevlerimizi ne kadar yerine ge-tiriyoruz? Bunların hepsinin sorgulan-masının zamanı gelmiştir.

Serxwebûn Sayfa 5Mart 2003

“Baflkan Apo’nun esareti Kürtler aç›s›ndan bir kay›pt›r, ancak Baflkan Apo’nun ideolojik

politik çizgisi, ortaya ç›kard›¤› Kürt halk›, yaratt›¤› özgürlük hareketi kendisini yenileyen,

yeniden üreten, mücadele eden bir güç olarak varl›¤›n› korumaya ve etkinli¤ini

sürdürmeye devam etmifltir. Bugün görüldü¤ü gibi Irak konusunda

Türkiye’nin bütün kayg›s› Kürt sorunu olmaya devam etmektedir “

“Kürtler bölge devletleri taraf›ndan bask› görünce, hiçbir ulusal demokratik hakk› kabul

edilmeyince, zay›f b›rak›l›nca bu durum d›fl güçlerin, bölge devletlerine ve halklar›na karfl› Kürtlerin

kullan›lmas›na uygun zemin yaratt›. Kürtlerde zay›f olduklar›, bask›lar karfl›s›nda çaresiz kald›klar›

için, d›fl güçlerden medet ummaya bafllad›lar. Politika üretecek durumda

olmad›klar›ndan dolay›, çeflitli güçlerle iliflkilenerek kendilerini korumaya gittiler.” Devam› sayfa 34’te

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 6: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

Sayfa 6 SerxwebûnMart 2003

Değerli yoldaşlar

Ağır ve zorlu geçen bir kışın ardın-dan yeni bir Newroz’a ulaştık.Uluslararası gericilik ve bölge

gericiliği, Önderliğimizin ifadesiyle halklariçin gerçek bir baharlaşmanın yeni bir baş-langıcı olabilecek bu Newroz sürecinde, in-sanlığın yaşadığı tahripkar savaşların belkide en kanlısını dayattı. Bu yıl, Kürt halkınınve bölge halklarının yeni günü, yeni yıl baş-langıcı ve özgürlük uğruna yürüttükleri mü-cadelenin sembolü olan Newroz’a aman-sız, sonuçları önceden tam görülemeyen,fakat bir değişim sürecinin ifadesi olduğukesin olan bir savaşla giriliyor. Bu temeldeKADEK Genel Başkanlık Konseyi ve Yöne-tim Kurulu olarak 2003 Newroz’unun sava-şa karşı barış, diktatörlüğe karşı demokra-si, baskı ve egemenliğe karşı özgürlük,düşmanlık ve parçalanmaya karşı kardeşlikve birlik günü olmasını, bu tür gelişmelerevesile olmasını diliyoruz. Bu temelde tümhalkımızın, Ortadoğu halklarının, insanlığınve tüm yoldaşların Newroz özgürlük bayra-mını kutluyoruz.

2003 Newrozu’nda bizi bugünlere geti-ren, insanlığa dayatılan korkunç savaşlarkarşısında bile umudu üreten, geleceğigösteren, insanlık için hep iyi ve güzel şey-ler düşünen ve bizi buna yönelten BaşkanApo’yu saygıyla selamlıyoruz.

Önderlik gerçekleşmesinin, halkın öz-gürleşmesinin ve ulusal dirilişinin yaratıcıla-rı ve teminatları olan kahraman şehitlerimi-zi; Mazlumları, Zekiyeleri, Berivanları, Ro-nahileri, Agitleri ve diğer tüm şehitlerimizisaygı ve minnetle anıyoruz.

Değerli yoldaşlar

Uzun süredir beklenen yoğun bir siya-sal ve diplomatik mücadeleyle bir biçimdehazırlanmaya çalışılan savaş, bu New-roz’da başladı. Savaşın adı Üçüncü DünyaSavaşı olarak konulmuştur. Bu savaşındünya savaşlarını başlatan birincisinin vetaraflardan birinin savaşların anası olaraktanımladığı Körfez Savaşı’nın bir devamıolduğu, Sovyetlerin çözülmesiyle başlayandeğişim mücadelesi içinde ortaya çıktığı ve11 Eylül sürecinin ortaya çıkardığı bir sa-vaş olduğu kesindir. İnsanlık, bizim Newro-zumuzu böyle ağır bir savaş içerisinde ya-şıyor. Kürdistan’ın güneyi, şimdiden çatış-ma alanı haline gelmiş durumda; doğusuve kuzeyi savaşın ağır etkisini yaşıyor veher an silahlı çarpışmaların alanı haline ge-lebilir. Bütün halklar en azından geçen biryıllık süre içerisinde yürütülen yoğun siya-sal mücadelenin ve psikolojik savaşın etki-si altındaydılar. Mevcut durumda da bununpratikleştiğini görünce insanlığın gelecektenereye gideceği açısından derin bir endişeyaşıyorlar. Yoğun bir arayış, tartışma, gele-ceğe ilişkin yön çizme çabası ve bu temel-de gelişen duyarlı ve canlı bir insanlık ya-şamı var. Bu anlamda Newroz, 2003’te ne-redeyse bütün dünyada yaşanıyor. Dehak-ların bölgeselleştiği, hatta uluslararasılaştı-ğı, zulmün bu düzeye çıktığı bir ortamdaNewrozlar da artık bölgesel olmaktan çıka-rak uluslararası bir boyut kazanıyor, bir in-sanlık bayramı veya insanlığın özgürlükgünü haline geliyor. Amed, Van, Qamişlo,Mahabat, Sine, Hewler ve Süleymaniye’de,yine yurtdışında milyonların katılımıylacoşkulu bir Newroz kutlaması yaşandı. Ye-ni güne ve yeni yıla ulaşma heyecanıylaNewroz Bayramı, bu yıl halkların, demok-ratik güçlerin ve tüm insanlığın savaşa kar-şı özgürlük günü gelecek arayış günü ola-

rak kutlanıyor. Newroz, savaşa karşı barışeylemliliğinin on milyonları, hatta yüz mil-yonları içine aldığı bir gün olarak yaşanı-yor. Geçmişte olduğu gibi şimdi de Kürthalkı yediden yetmişe, kadını ve erkeğiylegeliştirdiği büyük Newroz serhildanı vebayramının heyecanıyla; demokrasi ve öz-gürlük arayanların, bunlara ulaşma müca-delesi verenlerin önünde yer alıyor, özgürgelecek arayışına öncülük ediyor.

Newroz’un özgürlük ve demokrasi

için yeni bir başlangıç günüdür

Sınıflı toplum uygarlığının başlangı-cındaki en ağır zulme karşı özgürlü-

ğün sembolü veya özgürlük mücadelesi-nin başlangıcı olarak gelişen Newroz; sı-nıflı toplum uygarlığının aşılma sürecinde,onu aşma mücadelesinin en güçlü verildi-ği, en büyük tutku ve heyecanla yaşandığıbir gün oluyor. Bu bakımdan 2003 New-rozu daha fazla anlam kazanarak evren-selleşmiş, daha geniş kesimlerin heyeca-nını yaşadığı bir bayram günü haline gel-miş durumdadır. Önderliğimizin, New-roz’un özgürlük ve demokrasi için yeni birbaşlangıç olması dileği, halkların dayatı-lan savaşa ve yıkıma karşı barış, demok-rasi ve özgürlük çığlıklarında, yine on mil-yonları içine alan kitle gösterilerinde ger-çekleşmiş bulunuyor. Biz inanıyoruz ki,gericiliğin savaşı başlatma günü olarakseçtiği Newroz, başta Kürt halkı olmaküzere tüm halkların ve ilerici insanlığın öz-gürlük ve demokrasi uğrunda yeni bir mü-cadeleyi başlattıkları, dolayısıyla insanlığasavaşları dayatan uygarlık sisteminin aşıl-ma sürecinin başlangıcı olacaktır. Şimdi-den insanların milyonlar halinde yaptıklarıyürüyüşler, dile getirdikleri sloganlar, taşı-dıkları heyecan örgütlenme ve geleceğiyaratmada, kendi iradesine hükmetmedegösterdiği tutku bu durumu açıkça ifadeediyor. Newroz’u bu heyecanla, böyle birduygu ve düşünce içerisinde yaşıyor ve butemelde gelecek azmimizi, inancımızı bili-

yor, örgütlülüğümüzü ve mücadele tutku-muzu arttırıyoruz.

Kuşkusuz daha farklı insanlık sorunlarıüzerinde durmak, geleceği daha başka bi-çimlerde ele almak, istenen bir durum olur-du. Ancak insanlığa dayatılan bu tahripkarsavaş süreci, bizi de ister istemez bu süre-ci değerlendirmeye, özgürlük günü olanNewroz’u savaş karşısında barış, düşman-lık karşısında kardeşlik günü olarak anlam-landırmaya zorluyor. Bu bakımdan başlatıl-mış olan savaş durumu, bunun nedenlerive yol açacağı olası gelişmeler, önemle dik-kate almamız gereken güçlerin yaklaşımla-rı ve bizim politikalarımız hususları üzerin-de durmak gerekiyor.

İyi biliyoruz ki, bu savaşa aslında 11 Ey-lül süreciyle girildi. Irak Savaşı, geçen biryıl içerisinde adeta psikolojik ve siyasal ba-kımdan yaşandı. İnsanlık neredeyse hergün bir askeri müdahale olacak, silahlarkonuşacakmış gibi diken üzerinde tutuldu.Bölge halkları böyle bir yaşam içerisine çe-kildi. Bu süreçte çok şey söylendi. Savaşınnedenleri ve değişik güçleri böyle bir savaşsürecine götüren politikalar üzerinde de-ğerlendirmeler yapıldı. Biz de örgüt olarakkapsamlı değerlendirmeler yaptık. Son ola-rak savaş taktikleri ve planları üzerinde du-ruldu. Bu süreç, medyanın da etkisiyle in-sanlığa neredeyse dakika dakika yaşatıldıve bu çatışma durumuna gelindi. Başlamışolan çatışma durumu üzerinde tartışmalarsürüyor. Daha önce çok daha şiddetli, şokedici bir askeri harekatın savaşı başlataca-ğı değerlendiriliyordu, fakat öyle olmadı.Çeşitli çevreler “neden böyle olmadı” diyedeğerlendirme yapıyorlar. Bazıları edinilenistihbarata dayalı olarak böyle hareket edil-diğini söylerken, bazıları “uzun sürece ya-yılacağı için böyle bir başlangıç yapıldı” di-yor. Fakat şöyle değerlendirmek daha doğ-rudur: Diplomatik süreç, askeri müdahalekonumunda olan güçler açısından istenensonucu vermedi. ABD, destek sağlamakiçin uzun süre çok yönlü bir çalışma içeri-sinde oldu. En azından uluslararası değeri

olan güçlerin karşıt konumdan çıkartılmasıiçin çalıştı. Bunların sonuç vermediği, kar-şıtlığın bu siyasi ve diplomatik mücadelesüreci içerisinde giderek daha çok gelişipnetlik kazandığı, hatta uluslararası düzey-de yeni bir karşıtlığın ortaya çıktığı ve bu-nun keskinleştiği bir ortamda, ABD, deste-ğini alabildiği güçlerle savaşı yürütmek du-rumunda kaldığı için bu biçimde başladı.Yani bu durum aslında istihbarat veya di-ğer nedenlerden çok, diplomatik sürecintamamlanmasını ifade ediyor. Görüşmeler-le ve başka yöntemlerle netleştirilemeyentutumların böyle bir askeri çatışmanın baş-langıcıyla netleştirilmesi hedefleniyor. Ya-şanan, budur. Aslında ABD, herkesin dahanet ve kesin tutum almasını, bir de kendisi-nin kesin kararlığını görerek, ona göre tu-tum belirlemesini sağlamak istiyor. Bu ba-kımdan savaşı, tutum belirlemede daha et-kili bir yöntem olarak gördü.

Yaşanan yeni bir uluslararası

sistem yaratma mücadelesidir

Mevcut durum ne kadar sürer? Çokuzun sürmeyeceği ifade edilebilir.

Zaten bu birkaç günlük süreçte birçok güçtutumunu açıkladı, daha çok netlik oluştu.Giderek bu durumdan daha ileri bir askeriyoğunluğun gelişeceğini görmek lazım. Budurum uzun sürmeden çatışmanın şiddetiartacaktır. Havadan çok şiddetli bir saldırıve ardından bir kara savaşı gündeme ge-lecektir. Bunun geri dönüşü yoktur. Askeriyoğunluk her an gündeme gelebilir. Bununböyle değerlendirilmesi, buna göre yakla-şım gösterilmesi en uygun olanıdır.

Değerli yoldaşlar

Her şeyden önce savaşın nedenleriüzerine bazı hususları belirtmek yararlı ola-cak. Elbette nedenlerini doğru tespit edebil-diğimiz ölçüde yaşanan güncel çatışmayıiyi anlamak, dolayısıyla onun karşısındauygun politikalar ve mücadele taktikleri ge-

liştirmek mümkün olacaktır. Bu savaş, gü-nümüzün ortaya çıkardığı bir olgu olmadığıgibi, bazılarının çokça belirttiği gibi birBush-Saddam çatışması veya bir Irak-ABDsavaşı değildir. Kuşkusuz bunlar gerçeğinbelli bir yönünü gösteriyor, ama savaşınkapsamlı bir tarihsel nedeninin olduğunugörmek, sınıflı toplum uygarlığıyla ilişkisiniiyi bilince çıkarmak önem taşıyor. BaşkanApo, Demokratik Uygarlık Manifestosu’ndaçok derin ve kapsamlı bir biçimde bunuyaptı. Son olarak da “yaptığım, Mezopo-tamya uygarlığının çözümlenmesiydi”dedi. Dolayısıyla güncel çatışma biçimindeyaşanan olayların tarihsel geçmişi derinliği-ne aydınlatılmış bulunuyor. Bu bakımdanDemokratik Uygarlık Manifestosu’nu bir ke-re daha okumamız gerekiyor.

İnsanlık için baskı, çatışma ve sömürü-yü başlatan sürecin Basra, Bağdat ve Mu-sul’da geliştiğini biliyoruz. Halkların üzerin-de sınıf egemenliği ile cins egemenliği butopraklar üzerinde gelişti ve sistem kazan-dı. Şimdi bütün egemenlikleri kendisindetoplayan, onların ortaya çıkardığı en büyüksistem olan güç ile bu gelişmelerin başlatıl-dığı saha arasında bir çatışma yaşanıyor.Nasıl ki sınıflı toplum uygarlığının sistemiburada başladıysa, şimdi de sınıflı toplumuygarlığının aşılma sürecinin çatışması bu-rada yaşanıyor. Dolayısıyla günümüzdegündemleşen savaşın insanlığın Sümer’debaşlattığı uygarlık tarihi ve uygarlık sistemi-nin gelişimiyle yakından bağlantısı vardır.Böyle bir uygarlığın aşılmasının şafağında,insanlığa yine bir çatışma ile bu aşma duru-munu engelleyici bir mücadele dayatılmışoluyor. Diğer yandan bu savaşın uluslara-rası boyutları var. Savaş, sadece bir Irak-ABD savaşı değildir, aslında uluslararasıdüzeyde bir sistem savaşını ifade ediyor.Bunun ’90’ların başındaki Körfez Savaşı’ylabaşladığını ve I. Dünya Savaşı’nın bir de-vamı olduğunu rahatlıkla belirtebiliriz.

Çok iyi biliyoruz ki, uygarlığın kapitalistaşaması dünya ölçüsünde bir uygarlık sis-temi yarattı. O zamana kadar ki gelişmeler,yerkürenin tümünün uygarlığa açılmasınıiçermiyordu. Kapitalist uygarlık çağı, bütünyerküreyi sınıflı toplum uygarlığına açan,dolayısıyla ortak bir siyasi ve ekonomik sis-temi içerisine alan gelişmenin yaratıcısı ol-du. Bunun da 19. yüzyılın sonunda büyükbir hızla gelişerek 20. yüzyılın başında I.Dünya Savaşı’yla gerçekleştiğini biliyoruz.Bu savaş, yine Ortadoğu’da oldu. Mezopo-tamya, bu savaşın birinci dereceden ya-şandığı toprak parçasıydı. Ekim Devrimi veI. Dünya Savaşı temelinde oluşan uluslara-rası sistem, II. Dünya Savaşı’nda biraz da-ha şekil kazanarak ’90’lara kadar geldi. Bubakımdan ’90’larda başlayan süreç, KörfezSavaşı ve onunla paralel gerçekleşen Sov-yet sisteminin çözülüşü aslında I. DünyaSavaşı’nın oluşturduğu uluslararası siste-min aşılmasının başlangıcını ifade etti. 20.yüzyıl sistemini oluşturan Ekim Devrimi ar-tık ortadan kalkmış, onun yarattığı gelişme-ler kendisini yenileyip ilerletemediği için çö-zülmeye başlamış oluyordu. Geçen on yılıaşkın bir süre içerisinde Doğu Avrupa’da,Asya’da ve diğer alanlarda bu temeldeönemli değişiklikler yaşandı. 11 Eylül aslın-da bu sürecin, 20. yüzyılın başında oluşanuluslararası sistemin aşılma sürecinin sonadımını oluşturdu. Bu bütün Batı sistemininyaşanan gelişmeler temelinde değişme ge-reğini ortaya çıkardı.

Şimdi gerçekleşen, böyle bir sistem de-ğişimidir. Aslında Irak üzerinde başlayansavaş, 20. yüzyıl sisteminin bir bütün ola-rak aşılmasını, yani sonunun başlangıcını

“Kuflkusuz daha farkl› insanl›k sorunlar› üzerinde durmak, gelece¤i daha baflkabiçimlerde ele almak, istenen bir durum olurdu. Ancak insanl›¤a dayat›lan bu tahripkar savafl süreci, bizi de ister istemez bu süreci de¤erlendirmeye, özgürlük günü olan Newroz’u savafl karfl›s›nda bar›fl, düflmanl›k karfl›s›nda

kardefllik günü olarak anlamland›rmaya zorluyor.”

NEWROZ RUHU GERÇEK B‹R SERH‹LDAN RUHUDUR

● KADEK Genel Baflkanl›k Konseyi

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 7: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

oluşturuyor. Bugüne kadar değişik alanlar-da yaşanan aşılmalar ve değişim, şimdisistemin temel alanındaki değişimi başlatı-yor. Bu bakımdan süren mücadele, sadeceiki devlet arasında ya da bir ülkede gerçek-leşen bir mücadele olmaktan çok, yeni biruluslararası sistem yaratma mücadelesioluyor. Bu, açık olarak görüldü. Bu çatış-maya varana kadar geçen bir yıllık süreiçerisinde uluslararası düzeyde önemli ge-lişmeler yaşandı. Sovyetler Birliği karşısın-da ortak bir blok veya sistem olan, Batı blo-ğu veya sistemi denilen yapı kendi içerisin-de parçalandı. Ekim Devrimi temelinde II.Dünya Savaşı ardından Sovyetler ve ABDöncülüğünde oluşturulan uluslararası sis-tem şekillenmesi aşılmaya başlandı. Biryandan ABD-İngiltere ittifakı oluşurken, bu-na karşı Fransa-Almanya ittifakı çok dahanet ve belirgin bir güç haline geldi. Rusya,Çin ve Asya’nın diğer güçleri kendilerinegöre uluslararası sistemin değişimine etki-de bulunur hale geldiler. Birleşmiş Milletlercemiyeti çatırdıyor. Batı sisteminin Sovyet-ler karşısındaki güvenlik gücü olarak kurul-duğu söylenen NATO işleyemiyor. Sonotuz yılın en önemli gelişmesi ve Avrupademokrasisinin en güçlü kurumlaşmasıolarak kabul edilen AB bu biçimde ikiye bö-lünmüş bulunuyor. Savaş başlamadan 20.yüzyılın ikinci yarısının I. ve II. Dünya Sa-vaşları ardından oluşan uluslararası ku-rumlaşmaları, tartışmalı ve kendi içinde ça-tırdayan bir noktaya gelmiş durumdadır.Savaşın bunları daha da parçalayacağı veişlevsiz hale getireceği, dolayısıyla II. Dün-ya Savaşı ardından oluşan uluslararası ku-rum ve kuruluşlarla uluslararası sisteminyürüyemeyeceği netleşmiştir. Yeni bir ulus-lararası sistem oluşacak. Bu savaş, böyleyeni bir uluslararası sistemin oluşmasınısağlayacak bir savaştır. Elbette savaşınbölgesel boyutları da var. Bu kadar tarihselve uluslararası kapsamı olan bir savaşınOrtadoğu’da, Irak ve Mezopotamya’da ya-şanması bir tesadüf veya tercih değil, birzorunluluktur. Savaşları yaratan ve insanlı-ğı savaşlarla yüz yüze getiren uygarlık sis-temi Mezopotamya’da doğup gelişti. I.Dünya Savaşı, yani kapitalist uygarlığın ya-rattığı ve uluslararası sistemi ortaya çıkar-tan savaş Ortadoğu’da yaşandı. Savaşınesas amacı Ortadoğu’nun bölünüp payla-şılması ve ele geçirilmesiydi. I. Dünya Sa-vaşı, Avrupa’da oluşan itilaf ve ittifak dev-letleri tarafından esas itibariyle uygarlığınbeşiği olan, neolitikten başlamak üzere in-sanlık tarihinin tümünü yaşamış, dolayısıy-la bütün tarihsel birikimi kendi üzerinde şe-killendirmiş olan bu toprakların ele geçiril-mesi, buralarda egemen olmak üzere yürü-tüldü. Dolayısıyla sonuçta Ortadoğu bölü-nüp parçalandı ve paylaşıldı. Ortadoğuüzerinde egemen olundu.

En büyük kavga Irak ve Mezopotamyaüzerinde, ondan da öteye yerleşime ilk ge-çilen, ilk değer üretilen, neolitiğin başladığıtopraklar üzerinde verildi. Unutmayalım ki,’14’te başlayan I. Dünya Savaşı tüm dünyaiçin ’18’de bitti, ama Mezopotamya için bit-medi, Kürdistan için hiç bitmedi. Bu toprak-lar üzerinde egemenlik kurma mücadelesi’25’e kadar hiç zayıflamadan, şu veya bubiçimde sürdü. I. Dünya Savaşının bittiğitarihi ve bu savaşa dayalı bir uluslararasısistemin oluşma durumunu Türkiye-Irak sı-nırının çizilmesini kabul eden 5 Haziran1926 Anlaşması’yla gerçekleşmiş bir olguolarak görmek en doğru yaklaşımdır.

20. yüzyıl sistemi artık bitmiştir

Bölge bir değişim sürecine giriyor. Busavaş, bir uluslararası sistemin üze-

rinde şekilleneceği sınırlar gerçeğini orta-dan kaldırmış oluyor. Dolayısıyla savaşı sa-dece Bağdat’ta yaşanacak bir rejim deği-şikliği olarak değil, I. Dünya Savaşı’yla Or-tadoğu’da oluşturulan statükoyu parçalayıpaşacak, dolayısıyla Ortadoğu sistemi vestatükosu üzerinde oluşan uluslararası sis-temi değiştirecek bir savaş olarak görmekgerekiyor. Savaşı yürüten birinci taraf ola-rak ABD’nin bunu bir Üçüncü Dünya Sava-şı olarak tanımlaması buradan ileri geliyor.Bu tanımı basite almamak gerekiyor. 11 Ey-

lül ardından ABD Başkanı “Haçlı seferi ge-rek” dediğinde bazıları şaşırmışlardı. Hattabu ifadeyi bir dil sürçmesi olarak değerlen-direnler de oldu. Halbuki hiç de öyle değil-di. Bunlar, bir gerçeği ifade ediyordu; 11 Ey-lül saldırılarına maruz kalmış olan ve onakarşı eyleme geçen tarafın, olayların kendi-sine yansıyışını ifade etmesini içeriyordu ki,bu gerçek şimdi daha iyi ortaya çıktı. Ger-çekten de Irak’ta savaşan sadece SaddamHüseyin rejimiyle ABD değildir. Bütün dün-ya şu veya bu biçimde savaşın içerisinde-dir, dolayısıyla savaş bütün insanlığı ilgilen-diriyor. Bu anlamda 20 Mart 2003’te askeriçatışma olarak başlatılan, aslında KörfezSavaşı’ndan beri sürüp gelen bu savaş du-rumunu Ortadoğu’nun ve uluslararası dü-zeyin I. ve II. Dünya Savaşlarıyla oluşansisteminin köklü bir biçimde aşılmasınınbaşlangıcı olarak görmek gerekiyor. 20Mart’ta ABD füzeleri harekete geçirilinceeski bölge ve uluslararası düzeyi ifadeeden yasalar ve hukuk sistemi kalmamıştır.Yepyeni bir durum var; her şey savaş kural-larına göre sürüyor ve savaş bu temelde birdeğişimi içeriyor. Eski, parçalanmıştır. 20.yüzyıl sisteminin ölçüleri, kuralları ve huku-ku artık geçerli değildir. Dolayısıyla insanlı-ğın tarih içerisinde edindiği birikime ve öl-çülere dayalı savaş kurallarını da içeren birsüreç yaşanıyor. Bu, giderek yeni bir sistemortaya çıkartacak; bölge ve uluslararası dü-zey yeniden şekillenecektir. Artık eski Orta-doğu yoktur; Ortadoğu’nun eski sınırları,rejimleri ve statükosu bundan sonra olma-yacaktır. 20. yüzyıl uluslararası sistemi deyoktur. Bunun yerine yeni bir uluslararasısistem oluşacaktır.

Böyle bir değişimin savaşsız, yani de-mokratik ve siyasal yöntemlerle gerçekleş-mesi elbette tercih edilen idi. Birçok çevrebunu istedi ve böyle olması için çaba har-cadı. Bizim arayışımız da böyleydi. BaşkanApo, Demokratik Uygarlık Manifestosu’ylabu değişim süreciyle eski sistemin insanlı-ğın ulaştığı seviyeye denk düşmediğini veyaşadığı çelişkileri çözme gücünde olma-dığını, dolayısıyla aşılmak zorunda oldu-ğunu gösterdi. Değişimin, yenilenmenin,yeni bir uluslararası ve bölgesel sisteminortaya çıkmasının demokratik siyasal yön-temlerle gerçekleşmesi gereğini de göster-di. Bunun yol ve yöntemini, strateji ve tak-tiklerini ortaya koydu. Herkes için geçerliolan mücadele bilincini ortaya çıkardı. Do-layısıyla istenen, tercih edilen, insanlık içindaha hayırlı olan, barış içerisinde, demok-ratik yöntemlerle ve siyasi mücadele teme-linde bölge düzeyinde ve uluslararası dü-

zeyde sorunları çözmeyen, insanlığı ilerlet-meyen eski sistemin, değişip yenilenmesiolurdu. İnsanlık için yararlı olan buydu. An-cak bu gerçekleşememiştir.

Günümüzde gelinen nokta gösteriyorki, insanlık hala demokratik siyasi yöntem-lerle bütün sorunlarını çözemiyor. Demok-ratik siyasetin işlemesi önünde engel oluş-turan güçler var. Bunlar, demokratik siya-sete işlerlik kazandırmıyorlar, kemikleşmiş-ler; kendileri bir tıkanmayı yaşadıkları gibi,insanlığa da yaşatıyorlar. Savaş böyle birkilitlenmenin olduğu, dolayısıyla çelişkile-rin demokratik siyasetle çözülemediği birortamda gündeme gelmiş oluyor. Dolayı-sıyla bu tıkanmayı kesinlikle çözecektir.Kuşkusuz zarar verici ve tahrip edici ola-cak, insanlığı ciddi bir biçimde tehdit ede-cektir. Fakat nedenlerini göz önüne getirdi-ğimizde bu savaşın eski statükoyu param-parça edeceği, bölge düzeyinde ve ulusla-rarası düzeyde insanlık için gerekli olandeğişimi çok daha hızlı ve köklü yaşanılırkılacağı bir gerçektir.

Bölgesel ve uluslararası gericilik savaşdışı yöntemlerle demokratik siyasetin işleyi-şine, insanlığın ilerlemesine ve sorunlarınıçözülmesine hala izin vermiyor. Bu bakım-dan yaşanan mücadele sürecinin, insanlıkiçin felaket olan bu savaşları sona erdire-cek bir savaş olmasını dilemek, bunun mü-cadelesini yürüterek böyle bir arayış ve de-ğerlendirme içinde olmak gerekiyor.

Değerli yoldaşlar

Sonucu yeni bir bölge sistemi ve ulusla-rarası sistem yaratmak olan bu savaşın kı-sa sürede sonuçlanacağını beklememekgerekir. Hangi sonuçları ne biçimde ortayaçıkaracağı konusunda net belirlemeler ya-pılamaz. Madem ki, bölge düzeyinde veuluslararası düzeyde bu kadar köklü bir de-ğişim gerçeğine dayanan bir savaş var; ozaman ne tür gelişmeler olabileceğine, ça-tışmaların nereye varacağına, askeri ve si-yasi düzeyde neler yaşanacağına dair açıkve net ifadelerde bulunmak mümkün değil-dir. Bu anlamda yaşanan, sonucu fazla gö-rülmeyen bir savaştır. Şunları biliyoruz: Ye-ni bir bölge oluşacak ve yeni bir uluslarara-sı sistem gelişecektir. Ama bu ne tür çatış-malarla, hangi mücadelelerle, kimin eliyle,nerede, ne zaman ve nasıl gerçekleşecek;bunlara dair bir şey belirtemiyoruz. Bu ba-kımdan kapsamlı bir mücadele süreci baş-lamıştır diyebiliriz. Dolayısıyla sonucu mü-cadele eden güçlerin durumu, örgütlülükle-ri, mücadele tarzları ve ittifakları belirleye-

cektir. Hangi güç bu süreci doğru okur, ye-terli politik tutum geliştirir, başarılı taktiklerdevreye koyarsa, o güç sonucun gerçek-leşmesi üzerinde daha fazla etkide buluna-caktır. Bu bakımdan yaşanan, bir mücade-le sürecidir; herkes için oldukça dikkatle,duyarlılıkla ve tedbirle izlenmesi gerekenbir süreçtir. Bu, bütün dünyanın içine gire-ceği bir süreçtir. “Bağdat ele geçirilecek,orada yönetim değişecek ve eski durumadönülecek” şeklinde değerlendirilemez. Bu,oldukça dar ve sığ bir yaklaşım olur; bu ka-dar kapsamlı bir çatışmayı ortaya çıkartannedenleri anlamamayı ifade eder.

Saddam rejimi zayıf olanlara

saldırı rejimiydi

Saddam Hüseyin rejimi kendine göredireniyor ve bir mücadele yürütüyor.

Bu rejim kendisinden zayıf olanlara, yanigüç getirdiklerine karşı bir saldırı rejimiydi.Saddam rejimi, bunu Kürtlere, bölgedekibirçok devlete ve halk topluluklarına karşıdefalarca yaptı. Şimdi ise ondan daha güç-lü olan bir devlet kendisine saldırıyor. Sad-dam Hüseyin rejimi de bunun karşısında birtür direnişe geçmiş bulunuyor. Besbelli kidirenecek. Başka çaresi yoktur. Kendini de-ğiştirerek insanlığın ve bölge halklarının ge-lişim gerçeğine uygun olarak yenileme gü-cü yoktur. Bu bakımdan son derece tutucuve kemikleşmiş bir bölgesel gericilik olarakdeğerlendirmek gerekir. Dolayısıyla demok-ratik siyasetin işlemesini, siyasi yöntemlerinçözüm üretmesini engelledi ve savaşa ne-den oldu. Daha büyük bir gücün yönelttiğisaldırı karşısında direnecektir. Yapısı gere-ği buna mahkumdur. Bu direniş nasıl bir di-reniştir? Çözüm üretecek bir direniş midir?Hayır. Bir sonuç yaratacak bir direniş midir?Hayır. Yeni sonuçların ortaya çıkması veçözümlerin gündeme gelmesi için elbettevesile olacak, onun zeminini yaratacak, de-ğişimin bölgede ve uluslararası planda çokköklü gerçekleşmesine objektif olarak vesi-le olacaktır. Bunu Körfez Savaşı’nda dayaptı. Aslında sınıflı toplum uygarlığınıniçerdiği çelişkiler Bağdat’ta böyle bir sistemiortaya çıkartmış bulunuyor. Bu sistem ken-dine göre bir rol oynuyor. Fakat yürüttüğümücadele, gösterdiği direniş çözüm ürete-cek veya sonuç yaratacak bir direniş değil-dir. Demokratik siyasal çözümlerin ortayaçıkmasına, insanlık için yeni gelişmelerinyaşanmasına, öncelikle de bölgenin köklübir değişim geçirmesine vesile olabilir. Amakendisi asla bir çözüm gücü veya çözüm

geliştirici bir sistem değildir. Kendini yenile-me ve değiştirmeden yoksundur. Diktatör-lük denilen, bu olsa gerek! Bu nedenle yıl-larca bir güç olarak dünyanın ve bölgenindeğişik güçleriyle çatışma içerisinde oldu vebunları çözmek için herhangi bir adım ata-madı. Dolayısıyla içine kapandı, daraldı;dar, milliyetçi, çıkarcı politik duruş giderekdaha büyük bir çatışmanın yaratıcısı oldu.

Kuşkusuz ortaya çıkan savaş çok tahripedicidir ve insanlık için tehditler içeriyor. Ta-rafların esneklikten yoksun olmaları, siyasiyöntemlerle değişim gücü gösterecek nite-likte bulunmamaları, dolayısıyla katı bir sa-vaşı dayatmaları ciddi tehditler içeriyor.Mevcut savaş durumunu basit ele almama-lıyız. Savaşan tarafların ellerinde kitle imhasilahları, kimyasal ve nükleer silahlar var.Bunları kullanabileceklerini söylerken bir-birlerini tehdit ediyor gibi görünseler de, as-lında insanlığı tehdit ediyorlar. Bu bakım-dan başta bölge halkları olmak üzere in-sanlık ciddi bir tehditle yüz yüzedir. Savaş,ağır bir tahribat riskini kendi içinde yaşıyor.Artık değişimi daha derin kılacak, insanlığayaşatabileceği kadar acı yaşatarak sona gi-decektir. Bu durumu Irak rejiminin gerçeğiolarak görmemek gerekir. Aslında bölgegericiliğinin bir gerçeğidir. İster Irak yöneti-mi gibi bireysel otokratik yönetimler, isteroligarşik diktatörlükler, ister teokratik dikta-törlükler veya monarşiler olsun; Ortado-ğu’daki gerici rejimlerin hepsi benzer özel-likler taşıyor. Dolayısıyla demokratik siya-setin önünde engel konumundalar. Bunlar,çelişkilerin siyasi yöntemlerle çözümünüengelleyerek bölgeyi çatışma içerisine sü-rüklediler. Dolayısıyla çatışmanın ardındanparçalanacaklardır. Ortadoğu rejimlerininsonunu getirecek süreç başlamıştır.

Saddam Hüseyin rejiminin özellikleriniiyi incelemek her zaman öğretici olacaktır.Çünkü Saddam Hüseyin rejimi sadece böl-ge gerçeği değil, sınıflı toplum uygarlığınınveya erkek egemen uygarlık sisteminin or-taya çıkardığı bir sonuçtur. En üstteABD’nin temsil ettiği uluslararası sistem deböyle değerlendiriyor. Bu bakımdan her nekadar karşıt taraflar gibi görünseler de, böl-gedeki bu statükoyla çatışsa da, ABD siste-minin de böyle bir gericiliğin en kapsamlıgücü olduğundan kuşku duymamak gere-kir. ABD-İngiltere ittifakının Saddam Hüse-yin rejimi ve Ortadoğu sistemi ile çatışması,öz olarak onlardan farklı olduklarından do-layı değil; tam tersine Ortadoğu’da EkimDevrimi temelinde bazı gelişmelerin yaşan-mış olmasından, bir de Ortadoğu’nun uy-garlık tarihine uygun bir kimliği ifade etme-sinden kaynaklanıyor. Şimdi bununla çatışı-lıyor. 20. yüzyılda ortaya çıkartılan sonuçlarve tarihsel olarak bölgenin iradi duruşu yokedilmek isteniyor. Bu temelde Sümerlerdenbaşlayan uygarlığın tümüne el koyacak biryapı yaratılmak isteniyor.

ABD-İngiltere ittifakı, bunu demokratiksiyasi yöntemlerle yapamadı. Onlar da sa-vaşı dayattılar. Demokratik siyaseti işlete-cek güç ve esnekliğe sahip değiller. Bu ba-kımdan, uluslararası düzeyde bir gericiliklebölge gericiliği çatışıyor. ABD-İngiltere itti-fakının bu askeri müdahaleyi başlatmasın-daki hedefini, Irak’ı almak ve bölgeyi kendiçıkarları doğrultusunda yeniden düzenle-mek olarak değerlendirmek gerekir. İngilte-re, I. Dünya Savaşı içerisinde tam yapa-madığını şimdi yapmak istiyor. O zamangerçekleşen Ekim Devrimi’nin karşıt birdünya sistemi oluşturma durumu yaşandı.Bu, bölgeyi çok yakından etkiledi. Dolayı-sıyla İngiltere 20. yüzyılın başında öngör-düğü uluslararası sisteme, yani “güneşinbatmadığı kraliyet imparatorluğu” hedefineulaşamadı. Ancak II. Dünya Savaşı ardın-dan ABD ile bu düzeyde bir ittifak yaparakegemenliğini sürdürebildi. Şimdi, bu duru-mu aşmak istiyor, yani Ortadoğu’da EkimDevrimi’ne dayalı olarak veya ondan etki-lenerek yaşanan gelişmeleri ortadan kal-dırmak istiyor. İngiltere, yüzyıl önce tamyapamadığını şimdi bütünüyle yapmak, ya-ni güneş batmayan İngiliz imparatorluğu-nu, ABD ile ittifak halinde yaratmak istiyor.

Bunun da Ortadoğu’yu tümden ele ge-çirmek ve kendi çıkarları doğrultusundadüzenlemekten geçtiği açıktır. Ortadoğu’yu

Serxwebûn Sayfa 7Mart 2003

“Kuflkusuz ortaya ç›kan savafl çok tahrip edicidir ve insanl›k için tehditler içeriyor. Taraflar›n esneklikten yoksun olmalar›, siyasi yöntemlerle de¤iflim

gücü gösterecek nitelikte bulunmamalar›, dolay›s›yla kat› bir savafl› dayatmalar› ciddi tehditler içeriyor. Savaflan taraflar›n ellerinde kitle imha silahlar›,

kimyasal ve nükleer silahlar var. Bu bak›mdan baflta bölge halklar› olmak üzere insanl›k ciddi bir tehditle yüz yüzedir”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 8: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

ele geçirmenin, burada egemenlik sağla-manın birinci sahası Bağdat’ı ele geçir-mektir. Şunu kesinlikle görmemiz gerekir:ABD-İngiltere ittifakı, Irak’ı ele geçirmekleyetinmeyerek Türkiye, İran ve diğer Arapdevletleriyle de uğraşacaktır. Bölgede ken-di çıkarlarıyla çelişen ne varsa onları aş-mak, kendi çıkarlarını gözeten yeni bir böl-ge sistemi yaratmak isteyecektir. Bu istek-lerini açıkça belirtiyorlar. ABD ile İngilterearasında bu temelde bir planlamanın oldu-ğundan kuşku duymamak lazım. Böyle birbölge müdahalesine yönelirken, nasıl birOrtadoğu yaratmak istedikleri konusundaanlaşmaları vardır.

Bu çatışma yeni çağa

doğru yürüyüşü hızlandıracaktır

ABD-İngiltere ittifakının bu amacı nekadar gerçekleşebilir? Bu ittifak kısa

vadede bir başarı sağlayabilir; askeri ba-kımdan Bağdat’ı alabilir, bazı kaynaklarael koyabilir, bölge üzerindeki çatışmayıdaha da derinleştirebilir. Ama uzun vade-de bölgeyi ABD-İngiltere çıkarları doğrul-tusunda yeniden düzenleme ve Ortado-ğu’yu bu temelde ele geçirerek bununüzerinde bir dünya imparatorluğu kurmaarayışı gerçekleşemez. Tarihsel, ekono-mik, sosyal ve toplumsal gerçeklerin hep-sini göz önüne getirelim, güncel olarak or-taya çıkmış sonuçlara, her gün gelişenkarşıtlıklara ve açığa çıkan çelişkilere ba-kalım: Günümüzde Ortadoğu’da ABD veİngiltere’ye böyle bir egemenlik kurdurt-mazlar. Çünkü çok değişik çıkarlar ve buçıkarları savunan güçler var. Bunlar damücadele ediyorlar. İnsanlık, tek bir gücündenetiminde bir imparatorluk olmaya doğ-ru yol almaz. Bu durum köleci dönemde,feodal dönemde ve 20. yüzyılda sağlana-madı. İngiltere, Fransa, daha sonra Al-manya, Rusya ve hemen hemen bütüngüçler bu amacı güttüler. Daha öncekidünya savaşları biraz da bu amaç temelin-de gerçekleşti. Ama bunların hiçbirindenbir dünya imparatorluğu sonucu çıkmadı.Dolayısıyla günümüzde halkların iradeleri-nin, değişik ulusal güçlerin ve devlet sis-temlerinin geliştiği, bilimsel teknik devri-min herkesi güçlendirdiği bir ortamda tekbir gücün denetiminde bir imparatorluğunkurulabileceğini düşünmek tarihi tersindenokumak, tarihin gelişim yasalarını anlama-mak olur. Dolayısıyla uzun vadedeABD’nin başarılı olacağını, bir imparator-luk kuracağını düşünmek doğru değildir.Bu düşünce tarihi gerçeklerle, güncel,uluslararası ve bölgesel gerçeklerle çeliş-kilidir. İnsanlık daha fazla gelişme, güçlen-me ve irade olma durumunu yaşıyor. Dola-yısıyla günümüzde ne Saddam Hüseyinyönetimi gibi dar milliyetçi, tutucu, gericirejimlerin yaşaması mümkündür ne deABD’nin öngördüğü gibi dünyanın tek sü-per gücü, tek egemeni olma yönündeki birimparatorluk anlayışının gerçekleşmesimümkündür. Her iki gericiliğin de aşılaca-ğı bir tarihsel süreci yaşıyoruz. Çağ, süpersermaye güçlerinin tek başına egemenolacakları bir çağ olmadığı gibi, dar milli-yetçi, ulusal devlete bağnazca sarılangüçlerin de insanlığın gelişimi karşısındatutunmalarının mümkün olmadığı bir çağ-dır. Bunların her ikisi de aşılacaktır.

İkisi arasında bir çelişkinin olması bi-rinden diğerinin başarılı olacağı anlamınagelmiyor. Aslında her iki güç de dar çıkar-larını korumak için yalnız başına egemenolma arayışı içerisindedir. Biri bunu bölge-sel düzeyde yapmak isterken, diğeri ulus-lararası düzeyde yapmak istiyor. Aradasadece nicelik farkı var, herhangi bir nite-lik farkı yoktur. Başkan Apo, bu çelişki veçatışmanın sistemin iç çelişkisi olduğunuortaya koydu. Objektif olarak sisteminaşılmasına hizmet ediyor, insanlığın yaşa-dığı değişimin daha köklü gerçekleşmesi-nin objektif temeli oluyor. Ancak savaşaniki gücün de başarılı olamayacağı, uzunvadede sonuç alamayacağı, çağı belirle-yemeyeceği açıktır. Bu bakımdan, kısa va-dede önemli bazı başarılar elde etse deABD-İngiltere ittifakının uzun vadede çö-

züm gücü olamayacağı açıktır. Çözüm, in-sanlığın bilimsel-teknik, ekonomik, sosyal,siyasal ve askeri bakımdan ulaştığı geliş-melere denk düşecek bir sisteme doğrugitmektir. Bu çatışma, yeni çağa doğru yü-rüyüşü hızlandıracak bir çatışmadır. Yeniçağ, bir imparatorluk çağı veya krallarınegemenlik çağı olmayacak; tam tersine,halkların özgürlük ve demokrasi çağı, yineirade ve inisiyatif kazanma çağı olacaktır.Önderliğimiz, Demokratik Uygarlık Mani-festosu’nda yeni çağı “halkların çağı”olarak tanımladı. Dolayısıyla içine girilensavaşın yıkımlarla birlikte daha hızlı veköklü kılacağı değişim, gericiliğin parça-lanması, onun yerine daha fazla demokra-sinin, özgürlüğün ve paylaşımın gelişmesiyönünde olacak, insanlık demokratik uy-garlık yönünde ilerleyecektir. Dolayısıylaçözüm bir uluslararası gücün hakim olma-sında veya bölgesel güçlerin katı bir bi-çimde egemenliklerini sürdürmesinde de-ğil; tam tersine, demokratik sistemin geliş-mesinde, demokratik siyasetin önününaçılmasında, Ortadoğu’daki gericiliğin de-mokratik değişim ve dönüşüm yönündeaşılarak uluslararası düzeyde daha de-mokratik ve paylaşımcı, herkesin çıkarları-nın gözetildiği, demokratik uzlaşmanıngerçekleştiği bir sistemde olacaktır. Çö-züm, bölgede demokratik birliğin, uluslara-rası düzeyde ise daha demokratik bir sis-temin oluşmasındadır.

Mücadele eden güçler arasında üçüncübir güç de vardır. Aslında bu iki güç arasın-daki mücadele, egemenler arası mücade-leyi içeriyor. İster bölge düzeyinde isteruluslararası düzeyde olsun, egemen ege-mendir ve savaşan güçler egemen güçler-dir. İster Ortadoğu’da ister uluslararası dü-zeyde olsun, gericiliğin aşılmasını isteyenve değişimi dayatan güç halklardır. Emek-çiler ve kadınlar özgürlük, paylaşım, adaletve bunları sağlayacak demokratik bir sis-tem istiyorlar. Onun için mücadele ediyor,değişimi demokratik siyasi yöntemlerle ger-çekleştirmek istiyorlar. Bunun için savaşıdeğil, barışı öngörüyor ve onu korumak içinmilyonlar halinde bir araya geliyorlar. Tarih-te ilk defa bir savaş karşısında halkın barışinisiyatifi bu düzeyde gelişti. Halklar gerici-liğin aşılmasını sağlayacak, demokratiksistemi var edecek örgütlülüğü ve mücade-leyi geliştiriyorlar. Kitle eylemliliği ve siviltoplum örgütlülüğü bu temelde gelişiyor.Başkan Apo bunu “üçüncü alan örgütlen-mesi” olarak ifade etti. Bu durum, halkındemokratik sivil inisiyatifinin gelişerek de-

mokratik yaşamının gerçekleşmesini ifadeediyor. Dolayısıyla çözüm, bu çizgidedir.Çözümleyici olacak, bu çatışmanın sonu-cunda kazanacak olan, kesinlikle demokra-si, özgürlük ve birlik olacaktır. Savaşa sonverip barışı yaratacak olan, ancak bu temelinsanlık değerleridir.

Değerli yoldaşlar

Mevcut mücadele sanıldığından dahafazla bir Türkiye ve Kürdistan mücadelesi-dir. Her ne kadar savaş Bağdat ile Washing-ton veya Irak ile ABD arasında yaşanıyor gi-bi görünse ve askeri boyutu orada olsa da,böyle bir askeri düzeyin ortaya çıkmasınısağlayan coğrafi, toplumsal ve siyasal et-kenler Kürdistan ve Türkiye’de saklıdır. Bubakımdan mücadelenin Irak’tan çok Türki-ye’de sürdüğünü söylemek bir abartı değil-dir. Bu, geçmişte olduğu gibi, bu süreçte deböyle yaşanıyor. Mücadele, bölgede bir sis-tem yaratma mücadelesi olduğuna göre,bunun yapılmasında Türkiye’nin durumu el-bette önem taşıyor. Unutmayalım ki, I. Dün-ya Savaşı ardından savaşın galipleri olanİngiltere ve Fransa Ortadoğu’ya bir biçimverirken, burada yeni bir güç olarak TürkiyeCumhuriyeti devleti ortaya çıktı. Bu devlet,Ekim Devrimi’ne dayalı olarak gelişen diğerbüyük güç oldu, Fransa ve İngiltere ile mü-cadele içerisinde oluştu ve aslında bu mü-cadelede ulaşılan sonuç 20. yüzyıl sistemidediğimiz sistemi belirledi. Hiç kuşku yok ki,bu mücadele Kürdistan’ın parçalanması,paylaşılması ve üzerinde egemen olunmasınoktasında sürdü. Ancak Kürdistan’ın pay-laşılması konusunda bir anlaşmaya varıldı-ğı yerde savaş bitti. Türkiye, İngiltere-Fran-sa ittifakına katılabildi ve barışa ulaşılabildi.Bunun Kürdistan’ın bölünüp parçalanması-na, Kürtlerin inkarı ve imhasına dayalı ola-rak geliştiğini biliyoruz. En son çözüm, Kür-dün inkarı, yok sayılması, Kürtlere inkar veimhanın dayatılmasıyla sağlanmıştır. Dola-yısıyla bu temelde vardıkları uzlaşma sonu-cunda kendi egemenliklerindeki Kürdistanüzerinde katliamlar uygulamış, Kürdün sa-dece hakkını değil, varlığını da yok sayarakKürt toplumuna imha sürecini dayatmışlar-dır. Dünya sisteminin bu nokta üzerindegerçekleştiğini söylemek bir abartı değildir.Kuşkusuz çok daha değişik etkenler var,ama birinci etkenin bu olduğu açıktır. Bu an-lamda Türkiye’nin ’25’den itibaren üzerineoturduğu Kürt karşıtlığı politikası, 20. yüzyılsistemini yaratan politika olmuştur.

Bu sistemin aşılmasının Kürdistan üze-

rindeki mücadeleyi yeniden gündeme getir-diği, en fazla da Türkiye’nin mevcut politi-kalarıyla bir mücadele içinde olduğu açıktır.Savaş her ne kadar Irak üzerinde sürse de,aslında ABD-İngiltere ittifakının bölgede da-ha etkili mücadele edebilmek için kendileri-ne bir üs kazanma savaşımı oluyor. Esasmücadele ise Kürdistan üzerindeki müca-deledir. Bölgeye nasıl şekil verileceğininbelirlenmesinde, Kürdistan üzerinde ege-menlik sağlamanın önemli bir yeri var. Bu,neolitiğin anayurdu olan Mezopotamyaüzerinde egemenlik sağlamayı ifade ediyor.Bunun da mevcut Türkiye Cumhuriyeti dev-letinin yapısını ilgilendirdiği çok açıktır. Bubakımdan askeri çatışmalar Bağdat üzerin-de olsa da, siyasi mücadele en yoğun biçi-miyle Türkiye ve Kürdistan üzerinde sürü-yor. Türkiye bu mücadeleyi yaşıyor ve git-tikçe daha fazla yaşayacaktır.

TC Kürt politikasıyla

ayağını taşa vurmuştur

Türkiye, şimdi böyle bir mücadele ile deyüz yüze olurken, ne yapabilir? Türki-

ye’nin bu mücadelede yeri ne olacak? İngil-tere’nin I. Dünya Savaşı’nda nasıl bir Orta-doğu öngördüğünü biliyoruz. Buna karşı çı-kılır ve Türkiye Cumhuriyeti devletine gidenyolda yürünürken iki etkene dayanıldı: Bun-lardan birincisi Ekim Devrimi ve SovyetlerBirliği, ikincisi ise Türk-Kürt ittifakı, birliği vekardeşliğidir. Kemalist hareket, bu iki alan-dan aldığı güçle İngiltere ve Fransa karşısın-da kendisini güç yaptı, yeni bir devlet örgüt-lenmesine, siyasi örgütlenmeye ulaştı. Mev-cut mücadele içerisinde bütün bunlar günde-me geliyor. Demek ki, Türkiye’nin varolmasıbu iki etkene bağlıdır. Ancak bu iki etken va-rolursa mevcut Türkiye sistemi varolabilir. Buiki etkenden biri tarihe karıştı; Sovyetler Bir-liği çözüldü ve Ekim Devrimi’nin yarattığı sis-tem ortadan kalktı. Türkiye artık öyle bir güçbulamaz. Geriye Kürt kardeşliği ve birliği ka-lıyor. Kürtler karşısında da Türkiye’nin tutu-mu açıktır. Tam bir düşmanca, karşıt tutumizliyor, inkar ve imha üzerine oturtulmuş tutu-mu aşamıyor. Bütün varlığını Kürt karşıtlığı-na bağlamış durumdadır. “Kürdün adı olma-sın” diyor ve buna göre hareket ediyor. Bu,onda adeta bir kompleks veya bir korku sis-temi olmuş. ’24’de Kürtlerin en büyük deste-ğine sahipken, seksen yıl sonra Kürdün bü-tün desteğini kaybeden bir konuma gelmiştir.Türkiye Cumhuriyeti’nin izlediği politikanınbaşarısı budur. Kendini en temel dayanağın-dan yoksun bırakmıştır. Elindeki baltayı aya-

ğına vurmak diye buna denir! Gerçekten deTürkiye böyle bir noktaya gelmiş ve kendinikilitlemiş, mahkum etmiş konumdadır.Irak’taki rejimden daha tutucu ve katı olanrejim, Kürt karşıtlığı politikası ile TürkiyeCumhuriyeti rejimidir.

Türkiye’nin mevcut gelişmeler içerisindeeskisi gibi çözüm bulabilmesi mümkün de-ğildir. Şimdiye kadar yaptıkları, 20. yüzyılsistemine, yani Sovyet-ABD çatışmasınadayalı olarak bir politika izlemek oldu. Dahaçok İsmet Paşa yönetiminin II. Dünya Sa-vaşı’nda izlediği politikalara benzer bir poli-tika izleyerek durumu kurtarmaya çalıştılar.Ancak bunun bir sonuç vermediği ortada-dır. Her şeyi kaybettiler. Oldukça çözümsüzve çaresiz hale geldiler. Neden böyledir?Kendilerini Kürt karşıtlığına mahkum ettik-leri, kendilerini yaratan, Türkiye Cumhuri-yet’ini var eden asli unsuru reddettikleri içinböyledir. Aslında kemalist hareket böyle de-ğildi, Türkiye Cumhuriyeti devleti böyle ku-rulmadı. Bu politikayla Türkiye varolamaz-dı. İngiltere ve Fransa karşısında Kürdü in-kar eden ve imha etmek isteyen bir politi-kayla değil; bu ülke için “Türkün ve Kürdünortak yurdu” diyerek, Kürdü kardeş sayıpsavaşa çağırıp geçmişten gelen kardeşçeittifakı yeni dönemde yaratma işaretlerinivererek bir güç oldular ve İngiltere ile Fran-sa karşısında durdular. Türkiye, Kürt inkarıpolitikasından vazgeçmedikçe şimdiye ka-dar izlediği politikadan farklı bir politika izle-yemeyecektir. Dolayısıyla bir çıkış yolu bu-lamayacak, bir değişim gücü haline gelme-yecektir. Bu durum sürdükçe en fazla çatış-ma Türkiye’de yaşanacaktır. Aslında tutucuolan, eski uluslararası statükoyu koruyan,Türkiye’nin kendisidir. Bu bakımdan, Türki-ye’yi yönetenler çıkmaz içerisindedirler.Kendi asli dayanaklarını göremiyorlar.“Irak’ın temel unsurları Türkmenlerdir” diye-rek bir düzey yaratmaya çalışıyorlar, amakendilerini yaratan asli unsurları görmez-den geliyorlar. Bu biçimde olmaz. Demek kigelişme Kürt inkarı ve karşıtlığından, yineGüney’deki bazı Kürt örgütleriyle daha çokonları kontrol altına almak için ilişkilenmek-ten geçmiyor; tam tersine, Kürt sorununundemokratik çözümünü gerçekleştirmektengeçiyor. Bunun için de Türkiye’de köklü de-mokratik değişim ve yeniden yapılanmayıgerçekleştirmek gerekiyor. Şu söylenebilir:Ya Türkiye Kürt sorununun demokratik çö-zümünü, dolayısıyla demokratik değişim veyeniden yapılanmayı kabul edecek ve böy-le bir sürece girerek bir güç haline gelecek,dolayısıyla Demokratik Ortadoğu süreciningelişmesinin bir gücü olacaktır; ya da Kürtkarşıtlığı politikasında tıkanıp kalacak, böy-lece çatışma, giderek daralma ve çaresizlikalanı haline gelecektir. Bu da Türkiye içinyıkım getirecektir. Bu bakımdan çözüm,Türk-Kürt ilişkilerinde gerçekleşecektir.Türk-Kürt ilişkilerinin mevcut durumu, aslın-da eski statükoyu ifade eden, her türlü ça-tışmanın kaynağı olan bir durumdur. Kürthalkının ulusal demokratik haklarının kabu-lü ve bunu içeren bir demokratik Türkiyesisteminin kurulması, Türkiye emekçileriiçin gelecek yaratacak tek yol; Türkiye’yi21. yüzyıl ülkesi yapacak, toplumunu 21.yüzyılın düzeyine taşıyacak tek çizgidir.

Bu bakımdan temel çözüm alanınınTürkiye, onun Kürt politikası, dolayısıylaTürk-Kürt ilişkileri olacağını görmemiz la-zım. Kürt-Arap, Kürt-Fars ilişkilerinin böl-gesel düzeyde kalıcı bir çözüme ulaşması,Türk-Kürt ilişkilerinde demokratik çözü-mün gerçekleşmesine bağlıdır. Bu olma-dan Kürt-Arap, Kürt-Fars ilişkilerinde itti-faklar gelişebilir, ama kalıcı, bölgeyi etkile-yecek, bölge sistemi olacak çözümleringerçekleşmesi mümkün olmayacaktır. Bu,şunu gösteriyor: Mücadele giderek Kürtsorununun çözümünde, dolayısıyla Türki-ye’nin Kürt inkarı ve karşıtlığı üzerine otur-muş politikası üzerinde yaşanacaktır.

Dar, ilkel milliyetçi yaklaşımlar

çözüm üretemez

Benzer bir biçimde, nasıl ki, mevcutTürkiye Cumhuriyeti yönetiminin

Kürt karşıtı politikası temel bir çözümsüz-lük etkeni ise onun gibi dar, ilkel milliyetçi

Sayfa 8 SerxwebûnMart 2003

“Halklar gericili¤in afl›lmas›n› sa¤layacak, demokratik sistemi var edecek örgütlülü¤ü ve mücadeleyi gelifltiriyorlar. Kitle eylemlili¤i ve sivil toplum

örgütlülü¤ü bu temelde gelifliyor. Baflkan Apo bunu “üçüncü alan örgütlenmesi”olarak ifade etti. Bu durum, halk›n demokratik sivil inisiyatifinin

geliflerek demokratik yaflam›n›n gerçekleflmesini ifade ediyor. Dolay›s›yla çözüm, bu çizgidedir”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 9: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

Kürt yaklaşımları da bir çözüm gücü değil,tam tersine çözümsüzlük etkenidir. Özel-likle bu konuda KDP ve YNK’nin ciddi birdeğişim ve yenilenmeyi yaşama zorunlulu-ğu var. Her ne kadar siyasi ve askeri çatış-malar kendilerine şu veya bu biçimde ma-nevra zemini veriyorsa da, giderek bu du-rum değişecektir. KDP ve YNK’nin dar, il-kel milliyetçi yaklaşımları çözüm üretme-yecektir. Bölgeyi parçalayan, yeni milliyet-çilikler geliştiren, çelişki ve çatışmaları da-ha çok arttıran politikalar, çözüm politika-ları değildir; tam tersine, daha fazla karşıt-lık ve çatışma ortaya çıkartacak politika-lardır. Bunun yerine dar ilkel milliyetçiliğitümüyle aşan demokratik, özgürlükçü çiz-gide kardeşlik ve birlik yaklaşımıyla kalıcıçözümler yaratılabilir.

Bizim açımızdan Demokratik UygarlıkManifestosu’nun çizgisini daha iyi özüm-semek, ilkel milliyetçiliğin, Türkiye’dekiKürt karşıtlığını ifade eden şoven milliyet-çiliğin yarattığı çatışma ve tahrik gibi yenibir tahrik ve çatışma unsuru olacağını gö-rerek, tamamen demokrasi ve özgürlükçizgisinde, halkların birliğini ve kardeşliği-ni esas alma temelinde demokratik deği-şim ve yeniden yapılanmayı öngören birdoğrultuda politik mücadele yürütmekesastır. Bu bakımdan tahriklere kapılma-mak gerekiyor. Özellikle KDP ve YNK’nindar, çıkarcı ve ucuz yaklaşımlarına; çelişkive çatışmaları tırmandıracak, tahrik unsur-larını arttıracak, dolayısıyla şiddeti dahaçok körükleyip halka yöneltecek politikala-rına, halkın karşı karşıya bulunduğu buriskli durumlara karşı uyanık olmamız ge-rekiyor. Tamamen Önderliğimizin öngör-düğü onurlu ve adil barış, demokratik de-ğişim, sorunların demokratik siyasi yön-temlerle çözümü, bölgede halkların kar-deşliği ve demokratik birliği temelinde birçözüm çizgisini esas almamız, günü günü-ne pratikleştirmemiz, başta KDP ve YNKolmak üzere diğer Kürt güçlerinin de böylebir çizgiye gelmesi için çalışmamız, onlar-dan kaynaklanabilecek dar, milliyetçi, bö-lücü, parçalayıcı, dolayısıyla tahrik ediciyaklaşımlara karşı uyanık olup onları en-gelleyici politika izlememiz gerekli veönemlidir.

Kürtlerin çözüm gücü olması, içine ge-rilen çatışma sürecinde Kürdistan üzerin-de yaşanan mücadelenin halklar yararına,demokratik siyaset ve özgür birlik doğrul-tusunda çözümlenebilmesi, Kürt sorunu-nun bu temelde çözüme kavuşması, Kürt-lerin yeni demokratik Ortadoğu’nun kuru-luşunda etkin ve öncü rol oynamaları böy-le bir siyasetle gerçekleşebilir. Gün, böylebir siyaseti izleme, bunun duyarlılığını, ya-ratıcılığını, örgütlülüğünü ve aktivitesinigösterme günü oluyor. Bu bakımdan uya-nık olmak, gelişmeleri stratejik ve taktikdüzeyde anı anına izlemek, doğru bir stra-teji ve taktik bilimine sahip olmak, duyarlı,dikkatli, etkili ve örgütlü bir mücadele yü-rütebilmek gereklidir. Açıkça görülüyor ki,ABD-Irak Savaşı, bölge halkları için cidditehditler içeriyor. Halklar daha şimdidenyerlerinden, yurtlarından oldular, insanlarölmeye başladılar. Açlık, yokluk, hatta kat-liamlar giderek daha fazla gelişebilir. Bugerçeği görmemiz gerekir.

Bununla birlikte Kürt halkı üzerindeTürkiye’nin Kürt karşıtı politikasıyla KDPve YNK gibi güçlerin dar ilkel milliyetçiyaklaşımlarından kaynaklanabilecek baskıve şiddet tehdidi var. Bu güçlerden halkızorlayacak, halk öncülüğünü ve devrimcidemokratik güçleri, hareketimizi hedefle-yecek saldırılar gündeme gelebilir. Çünkükendini değiştirerek yenileme esnekliğineve gücüne sahip olmayanlar, tıkananlar,daralanlar, çözümsüz kalanlar her zamançılgınca hareket edebilirler. Bu bakımdan,bunları değiştirme mücadelesini etkili birbiçimde yürütmeliyiz. Aynı zamanda ma-ruz kalabileceğimiz saldırı ihtimallerinekarşı sonuna kadar hazırlıklı, tedbirli veduyarlı olmalıyız. Örneğin Türkiye gittikçeçözümsüz bir noktaya düşüyor. Bu çözüm-süzlük, onu çok değişik hareketlere yönel-tebilir, çılgınca saldırıları gündeme getire-bilir. Bunların dışında, çeşitli güçleri etkile-meye çalışabilir. Nitekim bu konuda bölge

devletleriyle ittifak yaratmaya çalışıyor.KDP ve YNK üzerinde yoğun baskı uygu-luyor, onları etkileyerek benzer saldırılarınzeminini güçlendirme çabası içerisindedir.Bu nedenle bütün bunlara karşı oldukçaduyarlı ve dikkatli olmak, bu politikalarıngerçek durumunu görerek meşru savun-ma çizgisinde örgütlü direnişimizi genişkitlelere yaymak, bölge halklarına taşır-mak, halkların ittifakını yaratarak sürdür-meye çalışmak, esas olandır. Bu anlamdabiz Demokratik Uygarlık Manifestosu’nunortaya koyduğu stratejinin gerekleri olarakTürkiye’deki Kürt karşıtı politik duruşu de-ğiştirme ve Kürt egemenlerinden kaynak-lanan dar ilkel milliyetçi anlayışları aştırmayönündeki mücadelemizi en çözümleyiciyaklaşım, bizi Demokratik Ortadoğu Birli-ği’ne ve Ortadoğu halklarının kardeşliğinegötürecek bir çizgi, dolayısıyla yeni biruluslararası sistemin yaratılmasının teme-li olarak görüyoruz. Bu noktada önemli birstratejik konumumuz var. Bu stratejik du-ruşu her gün mevcut gelişmeleri karşıla-yacak taktik yöntemlerle pratikleştireceğizve taktik başarılarımız bizi bölge düzeyin-de bir stratejik başarıya götürecek.

Değerli yoldaşlar

Demokratik serhildanı geçen süreçtesavaşı önleme ve barışı korumanın bir yön-temi olarak geliştirdik. Bu savaş sürecindedaha fazla yayıp derinleştirerek geliştirece-ğiz. Türkiye’deki Kürt karşıtı politik duruşu

aşmak, Kürt sorununun demokratik çözü-münü gerçekleştirmek ve Türkiye’yi demok-ratik değişim içine sokmak için gerekli olantemel mücadele olarak halk serhildanınıTürkiye sınırları içerisinde yaşayan bütünhalka dayalı olarak geliştireceğiz. Bizimserhildanımız, barışı koruma gücüdür, de-mokratik değişimi gerçekleştirmenin moto-rudur. Bizim serhildanımız halkların birlik vekardeşleşme gücüdür. Dolayısıyla serhil-dan bu savaş sürecinde de rol oynayacak-tır. Bölgesel ve uluslararası gericiler silahlışiddeti dayatıyorlar. Bu, onların çıkar kav-galarına ve ölçülerine uygun olabilir. Biz,demokratik özgürlükçü halk gücü olarakdemokratik serhildanı, kitle eylemliliğini, de-mokratik siyasi mücadeleyi dayatıyoruz. Bi-zim de bölge statükosunu ve uluslararasısistemi değiştirme mücadelemiz bu yön-temle gelişiyor. Dolayısıyla demokratik olanbizimkidir. Gericiliği parçalarken, halklarındemokratik değerlerini koruyan, biriktirenve sahiplenen bizim yöntemimizdir. Bu ba-kımdan şimdiye kadar Kuzey’de ve Türki-ye’de yürüttüğümüz serhildanı, kitle eylem-liliğini Doğu’ya, Güney’e, giderek bütün Or-tadoğu’ya yayarak, sadece Kürt halkına de-ğil, diğer halklara da taşıyarak, halklarınkardeşliğini ve demokratik birliğini, demok-ratik örgütlenme ve serhildan içerisindesağlayarak yürüteceğiz. Bu bakımdan yenisüreç serhildanın önemini azaltmadığı gibi,

tersine arttırıyor; görevlerini küçültmüyor,büyütüyor ve rolünü daha çok öne çıkartı-yor. Halkımızı ve tüm insanlığı karşı karşı-ya bulunduğu felaket risklerinden korumakiçin bu gerekiyor. Serhildan sadece bir ba-rış, demokratik değişim, kardeşlik ve birlikgücü değil; aynı zamanda her türlü çılgıncatutuma ve katliam tehdidine karşı halklarınvarlığını koruyan, güvence altına alan birgüç oluyor. Dolayısıyla zaman, serhildanzamanıdır. Newroz ruhu günümüzde ger-çek bir serhildan ruhudur. Halkın Newrozbayramı güncel gerçekliğiyle bir serhildanbayramıdır. Dolayısıyla bütün halkı serhil-dana çekmek, halkın serhildanına böylebüyük anlamlar yüklemek, bunun için ge-rekli bilinci, duyarlılığı ve çabayı göstermeken temel görevimizdir.

Gerilla güçlerimiz

barış ve özgürlük gücüdür

İkinci olarak, savaş süreciyle birlikteözellikle Güney’deki durum gittikçe da-

ha fazla önem kazanmıştır. Bizim örgüt ola-rak başta Kuzey ve Türkiye olmak üzerebütün Ortadoğu’da halkların demokratik ör-gütlülüğünü ve serhildanını geliştirirken,Güney ve Irak’taki çatışma ve savaş duru-munu dikkate almamız, demokratik siyasieylemliliği ve serhildanı, silahlı mevzilenmeve ona dayalı çalışmayla birlikte yürütme-miz gerekiyor. Güney’deki halk, açık tehditaltındadır. Özellikle Ortadoğu’daki herkeshem nükleer silah hem de kimyasal ve bi-

yolojik silahların yaratabileceği katliamıntehdidi altındadır. Bu tehlike, en çok da Kür-distan’ı ve Kürt halkını tehdit ediyor. Güncelolarak da en çok baskı ve tehdidi yaşayankesim, Güneyli halktır. Güney’deki halkımızdaha şimdiden geçmişin acılarını da hatır-layarak, savaşın ağır yüküyle, yıkımıylakarşı karşıya gelmiş durumdadır. Can vemal güvenliğinden endişe ediyor. Dolayısıy-la büyük bir tedirginliği yaşıyor. Şimdidenyerini, yurdunu bırakarak kendisini köylereçekmiş, dağlara vurmaya başlamış durum-dadır. Birçok güç, bundan yararlanmak isti-yor. Her ne kadar mevcut Türkiye yönetimive ABD yönetimi “insani yardım olarak Ku-zey Irak’a gireceğiz” diyorsa da, bunlardoğru sözler değildir. Aslında bu halkınkendi denetimlerinin dışına çıkmasına izinvermemek, özgür yaşama imkanı tanıma-mak için böyle yapmak istiyorlar. Mecburkalınca, örgütsüz ve güçsüz bir konumdaçaresizliğe düşünce halkın da yapacağı birşey olmuyor.

Bu bakımdan güncel olarak duyarlı ol-mamız, bu savaş ortamında halka sahipçıkmamız, onları köylerde ve dağlarda ko-numlandırarak örgütlememiz, elimizdekinipaylaşmamız, onlara kendilerini özgürceyönetecekleri bir ortam yaratmamız, güç vedestek vermemiz büyük önem taşıyor. Bu,mevcut durumda temel bir görev olarakönümüze çıkıyor. Bunu bütün alanlarda ya-

pabilmeliyiz. Özellikle Medya SavunmaBölgeleri olarak ilan ettiğimiz alanlar şimdiGüneyli halkımızın savaş karşısında kendi-lerini koruyup yaşatacakları, özgürce varlık-larını sürdürecekleri alanlar haline gelmeli-dir. Hem PÇDK hem de HPG olarak bunusağlayabilmeliyiz. Bu konuda duyarsız veilgisiz kalmak veya farklı yaklaşımlar gös-termek doğru değil. Halkı başkalarının elinekesinlikle bırakamayız. Özellikle onları de-netlemek ve özgürlüklerinden yoksun bı-rakmak isteyen güçlerin eline bırakmamakgerekir. İmkanlarımız az olabilir, zorluklarolabilir, ama gün, zorluğu yenme günüdür.Gün, imkan yaratma, eldeki imkanları dahaiyi paylaşma günüdür. Güney’deki halkınözgür, isyancı ve iradeli kalması buna bağ-lıdır. Güneyli halk, çok sürgün yaşadı, çokkatliamdan geçti. Bunun sonucunda doğalolarak bir ürkekliği yaşıyor. Bir kere dahahalkın böyle bir duruma gelmesini izin ver-mememiz gerekli. Savaş karşısında önemlibir duruş olarak halkı sahiplenmek, örgütlükılmak, özellikle kendilerini yaşatacaklarıve savunacakları bir örgütlenme içine çek-mek, buna dayanarak gerillayı büyütmek,halkı da özgür dağların koruyucu gücünedayanarak yerleştirip korumak en temel gö-revimiz olmalıdır.

Üçüncü olarak, bir savaş başladı. Örgü-tümüz, bu süreçte bütün kollarıyla barışınen temel savunucusu oldu. 15 yıl savaşverdik. Gerilla güçlerimiz de tutarlı bir halksavunma gücü, barış ve özgürlük gücü ol-duğunu kanıtladı. Halk savuma güçlerimiz

başıbozuk bir güç veya disiplinsiz bir toplu-luk değildir; son derece örgütlü, disiplinli, il-keli, Önderlik çizgisine ve örgüt yönetimine,emir komuta düzenine bağlı bir güç olduğu-nu kanıtlamıştır. Bütün bunlarla savaşı ön-lemek, barışı korumak, barış içinde demok-ratik yöntemlerle sorunların çözümünü ger-çekleştirmek istedik ve bu yönlü çaba har-cadık, ama çabalarımız yetmedi. Bir dünyasavaşı veya bölge savaşı düzeyinde bir sa-vaş başladı. Irak savaşı daha şimdiden si-yasi planda bir dünya savaşıdır, psikolojikve askeri planda bir bölge savaşıdır. Gide-rek daha büyük boyutlar kazanabilir.

Bu noktada Halk Savunma Kuvvetlerimi-zin de bu gelişmeleri gören, anlayan ve ge-reklerine göre Demokratik Uygarlık Mani-festosu’nun öngördüğü meşru savunma çiz-gisinde mevzilenmesini gözden geçiren ko-numda olmalıdır. Böylelikle kendini bütün bugelişmeleri karşılayacak bir düzeye getirme-si gerekiyor. Kısaca, bütün HPG’ye alarmveriyoruz. Bölgede savaş var ve bir dünyasavaşı başlatıldı. Biz de mütevazı bir gerillatopluluğu veya bir halk savunma kuvvetiolarak Demokratik Uygarlık Manifesto-su’nun öngördüğü temel değerleri korumakve savunmak üzere kendimizi aktif kılmakdurumundayız. Bu anlamda HPG’nin bütünsavaşçı ve birliklerinin tam bir savaş konu-muna geçmesi, savaş düzeni alması, geliş-melerin ortaya çıkartacağı her türlü görevi

herhangi bir tereddüt yaşamadan yerine ge-tirmeye hazır olması gereklidir. Bu bakım-dan Newroz’da özgürlüğü kutlamayı, özgür-lük mesajları vererek özgürlük bayramımızıselamlamak isterdik, ancak bunu yaparkenşimdi özgürlüğü korumanın ve geliştirmenintemel biçimi olarak meşru savunma konu-mumuzu aktif savunma düzeyinde geliştir-mek durumunda kaldığımızı belirtiyoruz.Gelişmeler bizi buna götürdü. Bu anlamdabütün HPG güçleri bundan itibaren aktif sa-vunma konumunda hareket etmeye hazırolmak durumundalar. Meşru savunma çizgi-sinin önlerine koyduğu görev ve sorumluluk-ları yerine getirmeliler. Bu noktada temelçizgimiz Önderliğimizin önümüze koyduğuçizgi olmalıdır. Bütün dünyayı yenecek gü-cümüz de olsa biz bir saldırı gücü değiliz,saldırmayacağız. Ama bütün dünya toplanıpüzerimize de gelse halkımızın temel ulusalve demokratik haklarını savunmaktan aslavazgeçmeyecek, bunun için sonuna kadardireneceğiz.

Bu temelde Kürt halkının ve bölge halk-larının demokratik yaşamını, kardeşliğini,birliğini, barışını ve özgürlüğünü savunmaküzere görev bize düşmüştür. Bu temel de-ğerler saldırı altındadır, savaşla karşı kar-şıyadır. Dolayısıyla HPG’nin meşru savun-ma çizgisinin bir gereği olarak kendisini butemel değerleri savunacak bir aktiviteyekavuşturması, böyle bir konuma çekmesigereklidir. Bu anlamda bir yandan büyükbir Newroz heyecanını ve coşkusunu ya-şarken, diğer yandan Önderlik çizgisiningereklerini yerine getirmek, halkın barışını,demokrasisini ve özgürlüğünü korumakiçin bunu direniş konumumuzla birleştirme-miz gerekiyor. Newroz bu anlamda özgür-lük, birlik ve direniş günü oluyor. Kendimiziözgürlük ve demokrasiyi korumayarak ge-liştirmek için meşru savunma çizgisindetam bir direniş konumuna getirmemiz gere-kiyor. Bunu demokrasi, özgürlük, halklarınbirliği ve kardeşliği nerede saldırı altınday-sa ve savunulması gerekiyorsa, oradayapmak temel görevimizdir. HPG’nin bütüngüçleri, birlik ve savaşçıları buna hazır ola-caklar. Komutası gelişmeleri anı anına izle-yen, değerlendiren, gözleyen, gerekli bilgi-leri toplayan, Önderlik çizgisi temelindeönüne çıkacak görevleri tereddütsüz yeri-ne getiren bir yönetim gücünü gösterecek-tir. Bu olursa, komutanlaşma gerçekleşir,HPG’ye yaraşır birer savaşçı haline geliriz.Onun Newrozlarda ifadesini bulan fedaiçizgisine ulaşır; Mazlumların, Berivanların,Ronahilerin ve Agitlerin fedai çizgisinin sür-dürücüsü oluruz.

2003 Newrozu’nda mücadele dahaçok yönlü ve açık hale gelmiştir. Irak’tabaşlayan savaş olayları daha büyük, kar-maşık, dolayısıyla görevlerimizi daha ağırhale getirmiştir. Biz, Ortadoğu halklarınakarşı sorumluluk duyan bir güç olarak gö-revler ne kadar kapsamlı ve ağır olursaolsun, imkanlarımız ne kadar az olursa ol-sun, bu görevleri üstlenip başarıyla yerinegetirmekten asla geri durmayacağız. Ön-derlik gerçeğimiz, kahraman şehitlerimi-zin gerçeği bize bunu öğretiyor. Ulusal di-riliş günümüz olan Newrozumuz, bizeböyle olmayı emrediyor.

Bu temelde tüm HGP komutan ve sa-vaşçılarını 2003 Newrozu’nda Önderlikçizgisini daha iyi özümsemeye, şehitlerinanılarının daha iyi takipçisi olmaya, bu te-melde ortaya çıkan savaş ve saldırı karşı-sında özgürlüğü, demokrasiyi, halklarınbirliği ve kardeşliğini geliştirecek çizgideher türlü görevi üstlenip başarıyla yerinegetirmeye çağırıyoruz. Gün, başarı çizgi-sine girme günüdür diyoruz. Gün, özgür-lüğü, demokrasiyi temel değerler sayarakkoruma, dolayısıyla halklara bir gelecekçizme, Kürt halkının da böyle bir gelecekiçerisinde yer sahibi olmasını sağlamakiçin tam bir fedai çizgisinde mücadele et-me günüdür diyoruz. Zafer, geleceği böy-le anlayan ve bu temelde mücadele eden-lerin olacaktır.

Bijî Newroz Bijî Serok APO

21 Mart 2003

Serxwebûn Sayfa 9Mart 2003

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 10: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

Sayfa 10 SerxwebûnMart 2003

Ulusal Önderimiz Başkan Apo’nunderin araştırma, yorumlama ve ile-risi için perspektif sunma gücünün

pratiği Demokratik Uygarlık Manifestosuışığında değişim, dönüşüm ve yeniden ya-pılanma temelinde kendisini yeniden örgüt-leyen hareketimiz mücadele stratejisinimeşru savunma stratejisi olarak belirlemiş-tir. Geçen son dört yılda hedeflediğimiz De-mokratik Cumhuriyet projesini yaşamsal-laştırmak için tek taraflı olarak gerekli tümhassasiyet tarafımızdan gösterilmiştir. Butemelde geçen dört yılı, geçmiş pratikleri-mizi gözden geçirme sorgulama ve yenitecrübelerle ilerisi için yeni hamleler yapmayılları olarak değerlendirdik. Stratejik olarakele aldığımız meşru savunma çizgimizi an-lama ve pratikleştirme noktasında geçmişsüreçte ciddi yetersizlikler yaşandığı açıkbir gerçektir. Meşru savunma çizgisi ezilenve sömürülen halkarın demokratik sosyaliz-me ulaşmada yeni mücadele çizgisi olarakönümüzdeki yıllara damgasını vuracak yenibir mücadele çizgisi, stratejisidir. Gerilla vehalk olmak üzere iki temel dayanağı olanbu stratejinin özünde gerillanın meşru sa-vunma temelinde mücadele yürütmesi hal-kın ise demokratik ve hukuki serhildanlarlaçok çeşitli kitlesel eylemler gerçekleştirme-si bulunmaktadır.

Son süreçte daha yakıcı bir şekilde gün-deme giren ABD’nin Irak şahsında Ortado-ğu’ya müdahale girişimleri meşru savunmastratejisi temelinde örgütlenen ve mevzile-nen HPG güçlerimizin olası bir yönelim kar-şısında savunma savaşını en çarpıcı bir bi-çimde yürütme esnekliği ve gücü dikkatealındığında bazı soruların cevaplanması veböylelikle netleşmemiş noktaların aydınla-tılması gerekmektedir. Bu çerçevede meşrusavunma çizgisi nedir? Yeni stratejimizegöre zor nedir? Ve nasıl ele almak gerekir.Gerillanın ve halkın meşru savunma çizgisiçerçevesinde rolü nedir? Eskiden uzun sü-reli halk savaşı stratejisi ile mücadele yürü-türken şimdi neden meşru savunma strate-jisi? Önümüzdeki günlerde gündeme gelmeihtimali yüksek olan savunma savaşınınboyutları ne olacaktır. Bu soruların cevapla-rını aramak bu konularda derinleşmek ha-yati önem taşımaktadır.

Meşru savunma stratejisinin esası han-gi temellere dayandığını ve bunun tarihselgelişimini anlayabilmek açısından insanlıktarihinin gelişiminde bir dönüm noktası olanzor olayını ve bunun çıkışını ele almak ge-rekmektedir.

Devlet ve zor

birbirine bağlı olan iki olgudur

İnsanın insan olduğunun bilincine var-ması, düşüncenin gelişimini ve ardından

da toplumsallaşmayı beraberinde getirmiş-tir. Bu da uygarlığın ortaya çıkmasına ze-min sunmuş ve daha önce dağınık bir şekil-de yaşayan insan topluluklarının kabile veaşiretler şeklinde örgütlenmelerini sağla-mış, ilk uygarlaşma adımları ile birlikte köy-ler kurulmuştur. Neolitik dönem olarak dabilinen bu dönemde zor esas bir olgu olarakgelişmemiş zor örgütlenmeleri yani askeriörgütlenmeler oluşturulmamıştı.

Doğaya, vahşi hayvanlara ve afetlerekarşı topluluk anlayışının gelişmesi berabe-rinde başta klan ve daha sonra kabile ve ar-dından da aşiret gibi örgütlenme şekilleriniortaya çıkarmıştır. Fakat ilk dönemlerdebunların içinde askeri bir örgütlenme yer al-mamıştır. Daha çok varlığını devam ettirmedoğrultusunda uygulanan ve meşru savun-ma temelinde değerlendirilebilecek bir şid-

det uygulaması söz konusu olmuştur. Zo-runluluktan dolayı kendini koruma söz ko-nusudur. İnsanları baskı altına alma sömür-me ve bu doğrultuda şiddet kullanma bilin-ci henüz gelişmiş değildir.

Neolitik toplumda demir, bakır ve diğermadenlerin bulunması ve bazı teknik icat-ların ortaya çıkmasıyla tarımın gelişmesiberaberinde artı ürünü ortaya çıkarmıştır.Böylelikle insanlar arası ayrışmanın geliş-mesinin zemini zorunlu olmuştur. İhtiyaçfazlası ürünün ortaya çıkması insanlar ara-sında ayrılık ve farklılık yaratmış bu da sı-nıfları ortaya çıkarmıştır. Bu dönemde ya-şanan gelişmelerle insan yaşamına ve do-layısıyla insanlık tarihine damgasını vuranneolitik süreçte insanın insan üzerindekiegemenliği söz konusu olmadığından, as-keri kurumlaşmalara gidilmemiştir. Yine bu

süreçte kadın erkeğin hakimiyeti altına he-nüz girmemiş ve genel topluluk içerisindehiçbir sınıf şekillenmesi ortaya çıkmamış-tır. Fakat daha sonraki süreçte kadınıneşitlikçi özüne dayanan bu sistem en baş-ta kadının topluluk içerisindeki konumunudeğiştirerek ve sonrasında da diğer insan-ların üzerinde hakimiyet kurularak yıkılmışve yerine köleliğe dayalı yeni bir egemen-lik sistemi kurulmuştur. Egemen kesim odönemki mitolojileri de kendine zemin ya-parak, hakim bir kesim yaratmıştır. Bu sis-temin devam ettirilebilmesi için devlet ör-gütlendirilmesine gidilmiştir.

Devlet ve zor birbirine bağlı olan iki ol-gudur. Devlet zor ve egemenlik kurumlaş-maları olarak da tanımlanabilir. Egemen-lerin çıkarlarını korumak maksadıyla ku-rulan devlet, ilk olarak Sümer rahipleri ta-rafından sistemli hale getirilmiştir. Zorgerçekte egemen sınıfın çıkarlarını koru-ma amacıyla ortaya çıkmış, zor aygıtı daordu olarak şekillenmiştir. Siyaseti yürüt-me aygıtı devlet olurken devleti koruyanbu siyaseti pratikleştiren zor aygıtı da or-

du olmuştur. Sümer rahiplerine göre tanrı-nın gökyüzüne kurduğu düzenin aynısınınyeryüzünde de kurulması gerekmektedir.Tabii ki, devletin bu görevi yerine getirme-si için de ordusu olmalıdır. Görüldüğü gibizor egemen sınıfların bir icadıdır ve sö-mürü temelinde ortaya çıkmıştır. Zatendevlet kurup kendilerini egemen sınıf ya-pan rahipler de kurdukları sistemi koru-mak ve devam ettirmek için siyaset yap-mayı amaçladıklarından çıkarları gereğiyapılar oluşturmuşlardır. Bütün bu yasala-rın uygulanması ve yaşama geçirilmesiiçin de orduyu kurmuş ve kullanmışlardır.

Neolitik uygarlığın sona ermesi ile birlik-te zor olgusu kölecilik sistemi temelindekendisini kurumlaştırmıştır. Bu dönemdebüyük bir orduya sahip olan, her şeye sahipolmayı başarmış hatta bu kişiler tanrı konu-

munda nitelendirilmiştir. Örneğin Pers İm-paratorluğu, dönemin en büyük ordusunasahip olduğu, bu ordu vasıtasıyla Hindis-tan’dan Atina’ya kadar olan geniş bir toprakparçasında hakimiyet kurduğu bilinmekte-dir. Dolayısıyla bir devletin ordusunun bü-yük olması hem kendi topraklarında hemde çevresine daha fazla hakimiyet kurması-nı sağlamıştır. Başlangıçta şehir devletle-rinde yaşayan halk köleleştirilirken dahafazla sömürü için yetersiz kalan köle sayısı-nın arttırılması amacıyla diğer halkları köle-leştirme doğrultusunda Atina, Afrika ve Hin-distan’a kadar seferler düzenlenmiştir. Buamaçla elden geldiğince büyük ve uzun se-ferler düzenlenmiş ordular ne kadar büyür-se o kadar ileri gidilmiş ve hakimiyet alanı okadar genişlemiştir. İskender zamanındaköleciliğin yanı sıra bilim ve mantıkta olduk-ça gelişmiştir. Düşünce sistemi ile kendisin-den sonraki çağı tümüyle etkisi altına alano çağın karakterini ve toplumların yaşambiçimlerini belirleyen Aristo’nun öğrencisiolan İskender dahi Mısır’ı aldığı zamankendisini bir tanrı ya da en azından bir yarı

tanrı olduğuna inanmıştır. İskender’in böyledüşünmesinin sebeplerinden en önemlisietki ve hakimiyet alanı genişleyen bir insa-nın kendisini diğer sıradan insanlardan üs-tün görmesini sağlayan dönemin düşüncesistematiği olmuştur.

Bu örneklerden anlaşıldığı gibi o dö-nemde her şey ordulaşmaktan ve zor olgu-sundan geçmekte, elde bulundurulan baskıve zor gücüyle istenilene sahip olunabil-mektedir. Şüphesiz ki, o dönemde de ahlakdüzeyi, hak ve hukuk kısmen olmasına rağ-men bunlar egemen sınıfın düşünce ve çı-karlarına göre şekillenmiştir. O dönemin mi-tolojisi de buna esas kaynaklık eden ideolo-jik temel olmuştur. Savaş sonrası galip ta-rafın mağlup tarafı hakimiyet altına alması,dönemin hukuk sistemi tarafından meşrukılınmıştır. Sonuç itibari ile zor köleci top-

lumlarda böyle bir rol oynamış ve sonrasın-da gelişen tüm toplum biçimlerinde de deği-şik biçimlerde de olsa bu özelliğini koru-muştur.

Zor tarih boyunca

çok gerici bir rol oynamıştır

Kölecilikten sonra gelişen feodal dö-nemde de aynı durum devam etmiş

ve ordu yine egemenlerin elinde en güçlüzor aygıtı olmuştur. Bu dönemde bu zor ay-gıtlarını ellerinde bulunduranlar varolan bü-tün zenginliklere sahip olmuşlardır. Bu feo-dal sistemde köleci sistemdeki gibi geliş-memiş, köylü serfin yaşamında bazı hakla-rın tanınmasıyla daha ileri bir sistem olarakortaya çıkartılmış, fakat feodal sistem desömürü temelinde şekillenmiştir.

Zor kapitalizmde de varlığını aynı çerçe-vede sürdürmüş teknik geliştikçe orada sa-yı bakımında biraz daha küçülmüş, fakateskiye nazaran daha da güçlenerek zorudaha büyük bir vahşetle yürütmüşlerdir.Tekniğin gelişmesi insanlık içinde bir geliş-

me sağlamış üretimi ve üretimden kaynaklızenginlikleri arttırmıştır. Şüphesiz bu durumhakların kültürel şekillenmesi üzerinde etkiyapmış ve toplumu da her anlamda bir de-ğişime tabi tutmuştur.

Bilindiği gibi insanlığın gelişiminde or-taya çıkan ilk teknik iş aletleri düzeyindeolmuştur. Fakat tekniğin zor alanında ge-lişmesi, zorun da aynı oranda vahşi birkarakterde uygulanmasına yol açmıştır.Dikkat edilirse kapitalizmin zoru en sonatom ve nükleer teknolojisine kadar ulaş-mış tüm insanlığı yok edebilecek silahlargeliştirilmiştir. Tekniğin bu yönlü dengesizgelişimi çok korkunç sonuçlara yol açmariskini taşımakta ve bu gelişmiş silahlarlaen büyük barbarlıkların uygulanmasınazemin sunmaktadır.

Egemenler devleti nasıl kurduysa, zoruda aynı şekilde geliştirmişlerdir. Bu yüzdenegemen sınıflar kendi çıkarları doğrultusun-da toplumlar tarihinde savaşlarla izah et-mektedirler. Bu savaşlara büyük övgüleryapmakta, bu savaşı yürütenleri büyükkahramanlar olarak yansıtmakta ve savaşabüyük bir değer biçmektedirler.

Bu noktada ezilen sınıf ve halkların zo-ru kullanıp kullanmadıkları ya da her şartaltında uygulanan zorun gerici bir niteliğesahip olup olmadığı soruları akla gelebilir.Her şeyden önce ilerici ve gerici zor vardır.Egemen sınıflar işgal ve sömürüyü gelişti-rebilmek ve bunu yaparken de kendi zoradayalı sistemlerini koruyabilmek için, zorukendi çıkarları doğrultusunda kullanmışlar-dır. Şüphesiz ki, bu amaçla kullanılan zor,gerici zor olarak nitelendirilmelidir. Zor buşekilde kullanımı dışında bazı tarihsel sü-reçlerde de ilerici bir rol oynamıştır. Top-lumsal yaşamda büyük tıkanmaların vezorlukların baş gösterdiği dönemlerde butıkanmayı aşmak ve yeni bir toplum yarat-mak için devreye zor girmiş, devrimci birrol oynamış ve Marks’ın da belirttiği gibiyeni toplumun ebesi olmuştur. Şüphesizböyle durumlarda egemenler bu değişimeizin vermek istemeyecek ve ellerindeki zoraygıtlarıyla buna engel olmaya çalışacak-lardır. Böyle tarihi dönemlerde vahşi zoraygıtlarının ortadan kaldırılması devrimcizorun temel amacı olmuş ve zor ilerici birrol oynamıştır. Örneğin köleciliğin yıkılma-sı insanlık açısından büyük bir gelişme ya-ratmış ve kullanılan zor, insanlığın gelişi-minde ilerici bir rol oynamıştır.

Köleleştirilen, egemenlik altına alınanhalkların kendi yaşam kültür ve dillerini ko-ruması onur ve tüm değerlerine yönelensaldırılar karşısında kendisini örgütleyerekordulaşması, bu durumu tersine çevirmekiçin savaşması meşru bir hak olup meşrusavunma kapsamına girmektedir. Şüphe-siz ki burada uygulanan zor haklıdır ve ile-rici bir role sahiptir. Sömürgeci devletler veimparatorluklara karşı onurlu bir duruşunifadesi olan bu duruş halkların iradesinitemsil etmektedir.

Tarihte ortaya çıkan ilerici zor örnekle-ri gerici zor gibi çok uzun süreli olarak de-vam etmemiştir. Genel anlamda bakıldı-ğında zor, tarih boyunca da çok gerici birrol oynamış ve beraberinde zulüm ve yıkı-mı getirmiştir. Zorun ilerici rol oynadığıdönemler de olmuştur. Partimizin çıkışın-da reel sosyalizmin etkilerini taşıyan ba-kış açımız doğrultusunda zora daha fazlarol biçen bir yaklaşım söz konusu olmuş-tur. Zor uygarlık tarihi boyunca uygarlıkla-rın ortadan kaldırılması insanlığın gerile-tilmesi vb birçok büyük tahribata yol aç-mıştır. Bu nedenle tarihe damgasını vuranda genelde gericiler olmuştur.

MEfiRU SAVUNMA Ç‹ZG‹S‹DEMOKRAT‹K SOSYAL‹ZM‹N ZOR ANLAYIfiIDIR

Egemen s›n›flar iflgal ve sömürüyü gelifltirebilmek ve bunu yaparken de kendi zora dayal› sistemlerini koruyabilmek için, zoru kendi ç›karlar› do¤rultusunda kullanm›fllard›r. fiüphesizki, bu amaçla kullan›lan zor, gerici zor olarak nitelendirilmelidir. Bununla birlikte toplumsal

yaflamda büyük t›kanmalar›n ve zorluklar›n bafl gösterdi¤i dönemlerde bu t›kanmay› aflmak veyeni bir toplum yaratmak için devreye zor girmifl, devrimci bir rol oynam›flt›r.

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 11: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

Serxwebûn Sayfa 11Mart 2003

Ezilen sınıflar hiçbir zaman mükemmelzor araçlarına sahip olmamışlardır. Çoğun-lukla egemenlerin saldırılarına bilinçsiz veilkel bir tarzda cevap vermeye çalışmışlar-dır. Örneğin köleler defalarca baş kaldırma-larına rağmen savaş konusunda herhangibir bilgi ve birikime sahip olmadıklarındanbaşarılı olamamışlardır. Bu örneklerden birtanesi olan Spartaküs’ün geliştirmiş olduğubaşkaldırı hareketi uzun sürmesine ve kısadönemli başarılar sağlamasına rağmen ni-hai bir sonuca ulaşamamıştır. Genel olarakinsanlık tarihine bakıldığında ezilenlerin zo-ru sistemli bir şekilde yürütemedikleri görü-lecektir. Her ne kadar köleciliğin yıkılmasın-da köle isyanlarının önemli bir payı olmuşolsa da, köleciliği ortadan kaldıran esas et-ken yeni üretim araçlarının ve bunlara da-yalı yeni üretim ilişkilerinin ortaya çıkmasıolmuştur. Tabii aynı şekilde feodalizm dekapitalist sistem tarafından tek başına zoretkisiyle yıkılmamıştır. Feodalizmin yıkılma-sının sebebi ileri üretim araçlarının ortayaçıkması, manifaktör ve fabrikaların kurul-ması olmuştur. Bu da beraberinde ticaretive ticaretle zenginliği ortaya çıkartmıştır.

Burjuva sınıfı zenginlik bilinç felsefe vetoplumsal gelişme alanında yavaş yavaşbir gelişme kaydetmiş, bu gelişme ile birlik-te feodal sistemi kendi önünde bir engelolarak görmüş ve bunu aşma gereği duy-muştur. Yeni gelişen üretim araçları feodalsistemi geçersiz kılmıştır. Burjuvazi bu sis-teme karşı savaş açmış ve onu alt etmiştir.Burada görüldüğü gibi teknik ve zor arasın-da sıkı bir ilişki vardır. Üretim alanındakitekniksel gelişme toplumsal dönüşümlerinetarihin her döneminde zemin sunmuş vezorun da devreye girmesiyle birlikte başarı-ya ulaşılmıştır. Fakat zor hiçbir zaman tekbaşına başarıya ulaşamamıştır. ÖrneğinSpartaküs başarılı olamamış, fakat bir süresonra geliştirilen üretim araçları üretimi vezenginliği daha da arttırmış köleci sistemartık bu mevcut gelişmenin önünde bir en-gel haline gelmiş ve tarihsel rolünü uzunsüre önce tamamlamış olmasına rağmenkendisini zor temelinde devam ettirmeyeçalışan bir sistem olarak ortadan kalkmıştır.

Aynı şeyi işçilerin kapitalizme karşı ör-gütsüz başkaldırılarında da görülmüş,ayaklanmalar çok rastgele ve bilinçsizcegeliştirilmiştir. Örneğin İngiltere’de gelişenişçi sınıfı hareketinde sisteme karşı nasılsavaşılacağı bilinmediğinden iş makinelerikırılıp fabrikalar yakılarak öfkeler yansıtıl-maya çalışılmış, bir anlamda bu biçimdesistemden intikam alma yaklaşımı geliş-miştir. Bilinçli bir örgütlenme geliştirilece-ğine her taraf yakılıp iş aletleri kırılarakyanlış bir zor uygulamasına gidilmiştir. İşçisınıfı Marks ve Engels önderliğinde kendi-sini tanıyarak kapitalist sisteme karşı bi-limsel bir temelde mücadeleye yönelmişve sonuç almaya başlamıştır. Taktik vestrateji sorunları bilimsel temelde ele alın-mış ezilen sınıf ve tabakalar marksizm öğ-retisi ile daha değişik bir mücadele süreci-ne girmişlerdir. Egemenlere karşı nasıl sa-vaşılması gerektiği ve bu mücadelenintaktik ve stratejisini ortaya çıkarmışlardır.

İşçi sınıfı başlangıçta silahlı ayaklanmastratejisi temelinde mücadele yürütmüş, bustrateji temelinde Rusya’da devrim gerçek-leştirilmiş olmasına rağmen sonraki süreç-lerde ayaklanma stratejisinin her ülkede ay-nı sonucu vermediği ve aynı düzeyde başa-rıya ulaşmadığı ortaya çıkmıştır. Bir ülkedeayaklanma stratejisinin başarıya ulaşmasıiçin her şeyden önce işçi sınıfının gelişkinolması ve şehir yerleşiminin ağırlıklı olmasıgerekmektedir. Bu etkenler ayaklanmanınbirden başlaması ve kısa sürede başarıyaulaşması açısından önemlidir. Bu tür ayak-lanmaların köy yerleşiminin daha fazlaağırlıkta olduğu bilinçsiz, dağınık bir top-lumda başarıya ulaşması mümkün değildir.Örneğin Çin bunu denemiş, fakat başarılıolamamıştır. Bu başarısızlık sonucunda Çinkoşulları da göz önünde bulundurularakMao tarafından “Uzun Süreli Halk Sava-şı” olarak adlandırılan yeni bir strateji orta-ya çıkarılmıştır.

Son yüzyılda bu iki devrim stratejisi debirçok ülkede uygulanmış birçok ezilen sı-nıf ve halk bu temelde mücadele etmiş ve

kapitalist emperyalist güçlere karşı başarı-ya ulaşmıştır. Bu gerçekler binlerce devrim-ci eylemcinin kanlı ve çok büyük mücadele-siyle anlaşılmış ve taktik strateji haline geti-rilmiştir. Paris’te, Almanya’da binlerce insançok çetin mücadele vererek şehit düşmüşve bunun sonucunda çok zengin tecrübelerortaya çıkarmışlardır. Marks kendisi de bu-nu “Paris ve Almanya işçilerinin pratiklerinibiz teori haline getirdik. Bu işçiler ve onlarınmücadelesi marksizmin taktik ve stratejisininetleştirdiler” sözleriyle açıklamaktadır.Bunlar pratik içinde netleştirilmiştir. ÖrneğinParis Komünü proleteryanın taktik ve stra-tejisinin ortaya çıkarılıp netleştirilmesindebüyük bir rol oynamıştır.

Rusya’da da 1905 yılında sonuçsuz birayaklanma denemesi olmuş, fakat ’17 yılın-da gerçekleştirilen Ekim Devrimi bu baş-kaldırıdan çıkartılan sonuçlar temelindegerçekleştirilmiş ve başarıya ulaştırılmıştır.Lenin devrimden önce İsviçre’ye çıkmış vedevrim üzerine yoğunlaşmalarını derinleş-tirmiştir. Bütün örgütü illegaliteye çekmeyemecbur kalmış, 12 yıl sonra ’17 yılında da-ha güçlü bir başkaldırı hareketinin gelişme-sine öncülük etmiş ve bu başkaldırı sonu-cunda devrim gerçekleşmiştir. Sonuçta işçisınıfı bu ayaklanmalar sonucunda yaşanankayıp ve kazanımlar temelinde sınıf müca-delesine yönelmiştir.

Aynı şekilde de ’21 yılında da Çin’de birayaklanma olmuştur. Bu ayaklanma esna-sında sıradan bir militan olan Mao da aynışekilde kazanım ve kayıplarla mücadeleyiöğrenmiş, Çin şartlarına uygun bir mücade-le stratejisinin nasıl olması gerektiği soru-suna cevap aramış ve sonuçta Uzun Süre-li Halk Savaşı Stratejisi’ni geliştirmiştir. Maokapitalizmin kendi ülkesinde fazla gelişme-miş olduğunu bu yüzden de halkın çoğunlu-ğunun köylü sınıfına mensup olduğunu gör-müş ve dolayısıyla ayaklanma stratejisininbaşarıya ulaşmayacağını anlamıştır. Bustrateji aynı yıllarda ve hatta daha öncesin-de Rusya koşullarında başarıya ulaşmış ol-sa da, bu stratejinin Rusya ve Avrupa’dauygulandığı şekliyle Çin şartlarında başarı-ya ulaşması mümkün olmamıştır. Çünküköylü nüfusun ağırlıkta olduğu yarı kapita-list bir ülke olan Çin’de, şehirler fazla geliş-memiş ve işçiler de kitlesel bir şekilde biraraya gelebilecek genişliğe ve örgütlendiri-lip ayaklanmaya kaldırılacak bir potansiye-le ulaşmamıştır. Mao bütün bu gerçekler-den çıkardığı sonuçlar doğrultusunda uzunsüreli halk savaşı stratejisini ve bunun tak-tiksel boyutlarını geliştirmiştir. Uzun süreli

halk savaşının stratejisi Çin pratiğinde ba-şarıya ulaşmış ve bu başarı sonrasındaÇin’e benzer koşullara sahip olan birçok ül-ke bu stratejiyi kendi ülke koşullarına uyar-layarak başarıya ulaşmıştır.

Gerilla

örgütsüz halk kitlelerini

güç haline getiren en temel silahtır

Kısaca 20. yüzyılda gelişen ve başarılısonuç veren iki temel strateji olmuş-

tur. Birisi ayaklanma ikincisi de uzun sürelihalk savaşı stratejisidir. Ayaklanma strateji-sinin özü tek bir hamlede ve ülkenin her ya-nında aynı anda başkaldırıdır. Bu stratejideayaklanma birden ve kısa sürede başlatıla-rak yaygınlaştırılır ve iktidara el konulur.Bunun önceden bazı örgütleme çalışmalarıyapılması ve ayaklanmayı gerçekleştire-ceklerin örgütlendirilmesi gerekmektedir.Yani çok ciddi bir örgütlenme çalışması yü-rütülür ve ayaklanma öncesi çok fazla ey-lem yapılmaz.

O dönemde Bolşeviklerin bazı eylemleryapmak için partizan gruplar oluşturmuş ol-sa da marksist öğretide gerilla henüz tamolarak teori ve pratik düzeyine ulaşmamış-tır. Gerilla taktiği 1810 yılında İspanya’daNapolyon’a karşı dağlara çıkılarak kısmenyürütülmüş, fakat çok fazla bilinçli bir temel-de geliştirilmemiştir. Aynı örnekleri Kürt tari-hinde de görebiliriz. Kürtler de büyük ordu-ların saldırısına uğradıklarında dağlara çe-kilmiş ve kendini savunma amacıyla işgalciordulara karşı bu türden saldırılar düzenle-mişlerdir. Fakat hem İspanya’da hem Kür-distan’da görülen bu tür savunma amaçlısaldırılar çok bilinçli bir temelde değil, ken-diliğinden gelişen bir savunma savaşı ola-rak ortaya çıkmıştır. İspanya’da Napolyon’akarşı geliştirilen gerilla denemeleri Marks’ında dikkatini çekmiştir. Bunun dışında dahasonraları başta Yunanistan olmak üzere bir-çok yerde parça parça yürütülen gerilla sa-vaş tarzının daha düzenli bir şekilde yürütü-lebileceği anlaşılmıştır. Lenin bunun önemi-ni görmüş gerillayı belki ayaklanmada kul-lanırız yaklaşımıyla ihtiyat olarak partizangruplarını oluşturmuştur. Fakat gerçek an-lamda gerilla teorisini geliştiren ve bunupratik olarak uygulayıp başarıya ulaştıranMao olmuştur. “Vur kaç, vur gizlen, vurhareket et” o zamanda gerillanın temel ha-reket tarzı olarak esas alınmıştır. Çin’densonra Vietnam’da da bu taktik başarıyla uy-gulanarak zafer kazanılmıştır.

Sonuçta kapitalizmin geliştiği toplumlar-da ayaklanma stratejisi, gelişmediği top-lumlarda ise uzun süreli halk savaşı strate-jisinin esas alınması gerektiği ortaya çık-mıştır. ’70’li yıllarda da Türkiye sol çevrele-rinde de bu konu üzerinde çok yoğun tartış-malar yapılmış, bazı solcular ayaklanmastratejisini savunurken Mahir Çayan ve ar-kadaşları da uzun süreli halk savaşı strate-jisini savunmuşlardır. Hareketimiz ise zateno dönemde daha fazla esas alınan ve enson ’74 yılında Vietnam’da Amerika’ya kar-şı büyük bir zafer kazanan uzun süreli halksavaşı stratejisini benimsemiştir.

Bugün dahi birçok ülkede uygulanmaktaolan uzun süreli halk savaşı stratejisini iyianlamak gerekmektedir. Uzun süreli halksavaşında kapitalizmin gelişmediği ülkeler-de çoğunluğu köylü olan toplumu yavaş ya-vaş bilinçlendirmek ve inanç verip mücade-leye katkı sunar hale getirmek için gerillasavaşı esas alınır. Fakat uzun süreli halksavaşı mantığında da halkla beraber devrimyapmak esastır. Devrimlerde sadece seçkinkişiler ve şiddetin etkisiyle istenilen sonuçalınamaz. Her zaman için esas olan halktır.Sonuçta devrim kitlelerin eseridir. Gerillahalka ve tüm mücadele güçlerine moral vecesaret vererek devrimin önündeki engelle-ri kaldırır. Devrimin zeminini yaratır ve takat-sız kalan kitleleri güç sahibi haline getirir.Gerilla ezilen, fakir, geri bırakılmış, örgütsüzve inançsız halka moral vermek, onu örgüt-lendirmek ve düşman ile onun arasında birgüç dengesi yaratmak için kullanılan bir si-lahtır. Tarihte de örnekleri görüldüğü gibi bir-çok halk bu şekilde güç olmuş ve başarı ka-zanmıştır. Şüphesiz gerilla Kürdistan’da ay-nı rolü oynamıştır. Bu taktik bazı ülkelerdekısa sürede sonuç almıştır. Örneğin Kü-ba’da 4 yıl boyunca yürütülen mücadele so-nucunda zafer kazanılmıştır. Halk savaşıstratejisiuzun zamana yayılan bir strateji ol-masına rağmen Küba örneğinde 4 yıl içeri-sinde sonuç alınabilmiş, Vietnam’da ise bumücadele 30 yıl sürmüştür.

Bu strateji doğrultusunda yürütülen mü-cadele üç aşamadan oluşmaktadır. Birinci-si stratejik savunma aşaması yani gerillasavaşıdır. Bu aşamanın gelişmesi sonu-cunda gerilla biraz büyüdüğünde halk ör-gütlendirilip bununla beraber dağlarda dakızıl alanlar oluştuğunda ikinci aşama olandenge aşamasına geçilir. İkinci aşamanınörgütlenme sistemi yarı gerilladır. Bazenklasik ordu sistemine ya da yarı sistemdeorduya geçiş yapılabilmektedir. Fakat bu-nunla beraber taktik de değişmektedir. Bü-

yük gerilla güçleriyle savaş geliştirilebil-mekte ve gerilla hakim olduğu arazide düş-manıyla başa çıkabilmektedir. Düşman yabu araziye kolay kolay girmemeli ya da gir-diğinde de gerilla düşmanın geldiği gibi çı-kamamasını sağlamalıdır. İkinci aşama ola-rak nitelenen bu denge aşamasında üçün-cü aşama yani stratejik saldırı aşaması içinhazırlıklar yapılır.

Gerillanın stratejik saldırı aşamasınagetirilebilmesi için sayı ve teknik bakımın-dan kendisini büyütmesi esastır. Yani elin-de bulundurduğu kızıl alanlarda koruyabile-ceği ağır silahlara sahip olması gereklidir.Bu ağır silahlara sahip olmak ve üçüncüaşamaya geçmek için de gerillanın dışar-dan stratejik müttefiklerden destek almasıgerekmektedir. Şüphesiz siyasi alandakidestek bu noktada oldukça gereklidir. Bu-nun yanında halkta şehirlerde hazırlanmalı-dır. Üçüncü aşamada gerillanın dağdansaldırması ve halkın da şehirlerde başkal-dırması sonucunda düşman yenilecektir.Devrimin sonuca ulaştığı bu üçüncü aşa-mada stratejik saldırı aşaması olarak nite-lenmektedir. Dikkat edilirse sonunda yinehalkın ayaklanması ve yardımı ile başarıyagidilmektedir.

Askeri mücadele stratejimiz

meşru savunmadır

İçinden geçtiğimiz süreçte genelde dev-rimimiz ve özelde yürüttüğümüz bütün

çalışmaların siyasi stratejisi halkların birliğive özgürlüğünü öngören demokratik uygar-lık stratejisidir. Bu stratejiyi demokratik sos-yalizme ulaşma yolunda büyük bir imkanolarak değerlendirmekteyiz. Amacımız de-mokratik sosyalizm temelinde sınırsız, bas-kısız daha güzel ve özgür bir dünya yarat-maktır. Cinsi ve dili ne olursa olsun ve ne-rede olursa olsun her insanın insan olarakeşit olduğu bir dünya yaratmak temel he-deftir. Bu temelde zorun ve zor araçlarınınortadan kaldırılarak eşitlikçi, demokratik birdünyanın yaratılması amacımızın esasınıoluşturmaktadır. Demokratik cumhuriyetprojesiyle bu amacı gerçekleştirmek doğ-rultusunda dönemsel bir hedef ve aynı za-manda Kürt ulusal sorununun çözümündeönemli bir adımdır. Bu proje Ortadoğu halk-larının birliğinin yolunu açacak ve demokra-tik sosyalizm için zemin yaratacaktır. Bu te-melde ele alındığında kısa dönem stratejikhedefimiz demokratik cumhuriyettir.

Bu genel stratejinin bir parçası olarakaskeri mücadelemizin stratejisi de, meşrusavunma ve meşru savunma temelindeyürütülecek demokratik halk mücadelesi-dir. Önderliğimizin üçüncü alan olarak ad-landırdığı geniş toplumsal yelpazenin ör-gütlendirilmesi temelinde demokratik ey-lemlilikle, serhildan taktiklerini uygulayanhalk bir güç bulacak ve bu temelde kendiiradesine sahip çıkacaktır.

Siyasi mücadele ve meşru savunmayıiçeren mücadele stratejimiz daha fazladeğerlendirilmek durumundadır. Bu stra-tejinin iki temel ögesinden birisi olan geril-la meşru savunma temelinde mücadelesi-ni yürütürken, diğer temel öge halk ise,demokratik ve optik çerçevedeki serhil-danlarla çok çeşitli kitlesel eylemler ger-çekleştirecektir. Ama bu nasıl anlaşılmalı-dır? Meşru savunma nedir? Şiddeti ve zo-ru yeni stratejimize göre nasıl kullanaca-ğız? Şiddet, zor nedir? Nasıl ele almakgerekir? Gerilla bir zor gücü olarak ya daaskeri bir güç olarak meşru savunma çiz-gisini nasıl uygulayacaktır? Eskiden çizgi-miz uzun süreli halk savaşı idi, şimdi ne-den meşru savunmadır? Tüm bu sorularıncevaplarının net bir şekilde ortaya konul-ması ve anlaşılması gerekmektedir.

1990’lı yıllarla birlikte Ulusal kurtuluşmücadelemiz birinci aşamanın sonuna gel-mesi ve partimizin ikinci aşamaya geçiş ha-zırlıklarına girmesine rağmen, bu gerçek-leşmemiş taktik önderlik bu yükün altınagirmemiştir. Şüphesiz bunun çok fazla ne-deni vardır. Ama bunların en başta gelenle-ri; istenilen komutanlık ve ordulaşmanınsağlanamamış olması, bunun yerine erkeniktidar hastalığı ile kendini kandırmanın ya-

“Devrimimizin siyasi stratejisi halklar›n birli¤i ve özgürlü¤ünü öngören demokratik uygarl›k stratejisidir. Bu stratejiyi demokratik sosyalizme ulaflma yolunda büyük bir imkan olarak de¤erlendirmekteyiz. Amac›m›z demokratik sosyalizm temelinde s›n›rs›z, bask›s›z daha güzel ve özgür bir dünya yaratmakt›r. Bu temelde zorun ve zor araçlar›n›n ortadan

kald›rarak eflitlikçi, demokratik bir dünyan›n yarat›lmas› amac›m›z›n esas›n› oluflturmaktad›r.”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 12: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

Sayfa 12 SerxwebûnMart 2003

şanmış olmasıdır. Halbuki ’97 yılına kadarÖnderliğimizin önümüze koyduğu görev,komuta yapısının denge pozisyonunu ya-kalaması ve bu yolla başarının elde edilme-si olmuştur. Örnek olarak ’97 yılında düş-manın gerçekleştirdiği operasyon karşısın-da Zap’ın bırakılmasını Önderliğimizin yo-ğun bir şekilde eleştirmesinin nedeni, uygu-lanan bu taktiğin amaç dışı olmasıdır. Za-man zaman çeşitli bölgelerde bir denge po-zisyonu yaklanmasına rağmen gelinen dü-zey daha fazla ilerletilememiş, geliştirileme-miş ve süreklileştirilememiştir. Düşmanınbazen bir yıl boyunca giremediği Botaneyaleti bu duruma örnek olarak gösterilebi-lir. ’93 yılında böyle bir durum yaşanmasınarağmen ’94 yıllında geliştirilen topyekünsaldırılarla gerillanın ulaştığı bu süreç geriçekilmiştir. Yine aynı şekilde ’97 yılındadüşman güçleri Botan eyaletine girememiş,’98 yılında ’94 yılında geliştirilen topyekunsaldırılardan daha da ağır bir şekilde geliş-tirilen saldırılarla bu düzey tekrar kırılmıştır.Savaşta elde edilen başarılar süreklileştiri-lememiş, doğru bir yaklaşım ve sistem otur-tulamamıştır. Örgütlenme biçimi denge dö-neminin örgütlenmesi olmasına rağmen,güçlerimiz düzey bakımından denge duru-muna getirilememiştir. Taburlar vurulmuş,fakat bunlar bir çok yerde darbe yemiş vebirçok yersiz şehadetler yaşanmıştır.

Düzey olarak denge durumda olunma-masına rağmen bazı alanlarda tugaylaroluşturulmuştur, oysa taburların bu biçimdebarındırılabilineceği bir karış toprak dahisöz konusu değilken tugaylar oluşturulmuş-tur. Halbuki taktik olarak denge durumunaulaşılmadığı taktirde en fazla takım veyabölük şeklinde hareket edilmesi gerekmek-tedir. Aslında süreç karşısında hem gere-ken cevap verilememiştir ve kişisel olarakbölük tabur ve tugay örgütlenmesine gidil-miş, ama bunun pratiksel gerekleri yerinegetirilememiştir. Her ne kadar bu denge du-rumu yakalanmaya çalışıldıysa da sonuçtaikinci aşamaya tam anlamıyla bir geçiş ya-pılamamıştır.

1994-95 yıllarında bu konular yoğun birşekilde tartışılmasına rağmen komuta kesi-minin önemli bir kesimi buna inanmamışve hatta ciddi ve açık bir şekilde bununkarşısında tavır geliştirmiştir. Örneğin kim-se ne olduğunu tam olarak anlayamaması-na rağmen hareketli savaş neredeyse birfetiş haline getirilmiştir. Bütün bu sebeplerbirleştiğinde de sonuç olarak birinci aşa-mada takılıp kalınmıştır. Siyasi anlamdaikinci aşama yani denge aşaması yakalan-mış bu askeri anlamda da zaman zamanoturtulmasına rağmen süreklileştirileme-miş ve düşmanın her yere kolaylıkla girme-sinin önüne geçilememiştir. Bazı eyaletler-de bu durum dönem dönem sağlanmışsada, süreklileştirilememiş gerekli olan sis-temleşme, komutanlaşma ve ordu düze-ninde buna denk bir düzey ortaya çıkarıla-mamıştır. Keyfi, yüzeysel ve kaba yakla-şımlar olması gereken komuta düzeyine vesistemin oturtulmasına ve dönemin taktiği-nin yakalanmasına engel teşkil etmiştir.

Bunun tek sorumlusu Önderlik çizgisikarşısında içimizde gelişen çeteci çizgi de-ğildir. Her ne kadar ’90’larda bu çetecilikresmi bir şekilde tasfiye edildiyse de etkile-ri bugüne kadar devam etmiştir. Tabii bu-nun yanında farklı sebeplerde söz konusuolmuştur ve bu sebepler Önderliğimizin sa-vunmalarında daha da açık bir şekilde dilegetirilmektedir. Taktik önderlik bu temeldebir yürüyüş geliştirilmemesinin özeleştirisiniartık açık bir şekilde vermelidir. Sonuçtatüm bu sebepler birleştiğinde Ulusal kurtu-luş mücadelemiz birinci aşamada takılı kal-mıştır. Gerçekte ikinci aşamanın ilk adımıatılmış, fakat bu adım daha ileri götürüle-memiştir. Bu yönde adım atılmaya çalışıldı-ğında da düşman karşı hamle yaparak bu-nu durdurmuştur.

Denge durumu daha çok Güney Kürdis-tanda pratikleşmiştir. Örneğin bugün itiba-riyla Güney’in içinde bulunduğu durumdenge durumu olarak değerlendirilebilir.Yani mevcut durumda ne düşman gerilla-nın üstlendiği toprağı alabilmekte ne degerilla düşman üzerinde ki parçada hakimi-yet kurabilmektedir.

Bu denge durumunun iyi anlaşılmasıgerekmektedir. Mevcut durumda Güney’de-ki gerilla birinci aşamanın gerillasındançok, denge döneminin gerillasına benze-mektedir. Bu durum tam kesinleştirilemedi-ğinden yüzde yüz bir denge tespiti yapıla-masa da mevcut durum bir denge dönemiolarak ifade edilebilir. Sonuçta bu alandakiçalışmaların önemli bir kısmında kalınanalanlar bellidir ve kızıl alanlar olarak da ni-telendirilebilecek bu alanlar gerilla güçleritarafından korunmaktadır. Bu durum dahaönce de Kuzey’de de yaşanmıştır. ’92 yılıve sonrasında çeşitli dönemlerde birçokalan gerillanın elinde bulunmuş, fakat bir is-tikrar biçim ve sisteme kavuşturulamamış,gerekli olan komuta ve ordu sistemi yaratı-lamamıştır. Bu açıdan her ne kadar siyasive örgütsel bir denge durumunda söz edile-bilebilse de askeri alanda istikrarlı bir den-ge durumu oluşturulamamıştır. Ordu dengedöneminin özellikleri temelinde büyütüle-memiş ileriye doğru atılan her adımda düş-mana umut verilmiştir. Eğer ’93 yılında katı-lan alanlar korunabilmiş ve ilerletilmiş ol-saydı ’94 yılında çözüm gündeme gelebilirsiyasi süreç başlatılabilirdi. Aynı şekilde ’97yılında atılan adımlarda doğru şekilde de-ğerlendirilmiş ve geliştirilmiş olsaydı ’98 yı-lında da barış süreci de gelişebilirdi. O dö-nemde gerekli olan denge durumunun ya-kalanıp gerillanın yok edilemeyeceğininherkese kabul ettirilmesiydi. Gerillanın tas-fiye edilemeyeceği anlaşıldığında bir uzlaş-ma durumu ortaya çıkabilirdi. Düşman birbarışın gelişmemesi halinde Türkiye’ninparçalanması ya da çok uzun süreli bir sa-vaşın gelişebiliceği kanısına vardırılmalıy-dı. Aslında 1990-93’lerden sonra belirli birdüzeye ulaşan savaşın durdurulması, dur-durmak içinde bu denge durumunun mutla-ka yakalanması gerekiyordu. Ama hem ge-rilla hem de düşman içerisinde gelişen çe-tecilik buna izin vermemiş, savaşın raydançıkmasını sağlamıştır.

Bilim teknik alanındaki devrim

eski sistemleri geçersiz kılmıştır

Önderliğimizin 1994-95-96-97 yılı ta-limatları aslında açık ve net bir şe-

kilde mutlaka çözüme gidilmesi ve sava-şın çok fazla uzamaması gerektiğini orta-ya koymuştur. Bu bir hedef olarak esasalınmış olsa da başarıya ulaştırılamamış-tır. Sonuçta bütün bunlardan Ulusal kurtu-luş mücadelemizin uzun süreli halk sava-şı stratejisine göre kat etmesi gereken yo-

lun yarısını kat ettiği sonucu çıkartılabilir.Fakat dönemin taktiksel çıkışı olan alantutmanın gerçekleşmemesi sonucunda,mücadelede kendini tekrarlar yaşanmayabaşlamıştır.

Kürdistan’da Zorun Rolü adlı kitabın-da Önderlimizin “eğer Kürdistan şartlarındadenge aşaması yakalanırsa büyük ihtimalleçözüm gelişebilir” şeklinde bir belirlemesivardır. Diyalogun gelişebileceği ve çözü-mün kapısının aralanabileceği tespiti dahao zamanlar yapılmıştır. Bu noktada aynı ki-tapta Türkiye solunun da üzerine düşen ro-lü oynaması gerektiği vurgulanmış, bir ön-görü olarak Önderlik tarafından ortaya ko-nulmuştur. Çözümün gelişmemesi halindedenge döneminin uzun süreceği açık birgerçekliktir. Kolombiya’daki halk kurtuluşmücadelesi bu duruma bir örnektir ve bu-gün orada hala bir denge durumu söz ko-nusudur. Bir savaşın gelişebilme olasılığıhalen çok güçlü bir şekilde gündemde ol-masına rağmen, aynı zamanda sorununmasa üzerinde çözülebilmesi doğrultusun-da devletle devrimci güçler arasında karşı-lıklı görüşmeler de yapılabilmektedir.

Bazı durumlarda farklı olarak dengeaşaması kısa da sürebilmekte ve bu kısasüreçte mücadele kendisini bir üst aşama-ya hazırlayarak stratejik saldırı aşamasınada geçebilmektedir. Eğer Kürdistan’da ge-rilla dönem dönem sağladığı denge duru-munu süreklileştirebilmiş olsaydı, karşı ta-rafın da mecburen denge durumuna görehareket etmek zorunda kalacağı açık birgerçektir. Bugün Kolombiya da BM devlet-le gerilla güçleri arasında aracılık yapabil-mektedir. Yani oradaki mücadele kendisinikabul ettirmiştir. Oysa Kürdistan’daki mü-cadele BM nezdinde henüz bir meşruiyetkazanmamıştır.

Partimiz bu noktada ilk olarak dengeaşamasında çözümün gerçekleşebileceğiihtimalini ortaya koymuş ve ikinci olaraktastratejik saldırı için stratejik dostların ge-rekliliğini dile getirmiştir. Dönemin koşulla-rı da göz önüne alındığında bu stratejikdostların yardımlarını da alan mücadele-nin nihai stratejik saldırıyı gerçekleştirme-si düşüncesi üzerine kurulmuştu. Söz ko-nusu bu stratejik dostlar sosyalist devlet-ler, dünya proleter hareketleri ve dünyaulusal kurtuluş hareketleri olarak belirlen-mişti. Bu üç karar mücadelenin stratejikkararları olarak görülüyordu. Bunlar dengeve stratejik saldırı süreçlerinde mücadele-ye destek verecek ve bu temelde son sal-dırı yapılıp sonuç alınacaktı. Mücadelemi-zin eski stratejisi bu temellere dayanıyor,

bu yardım bekleniyordu. Örneğin, Vietnamsavaşı sırasında Amerikan halkı savaşındurması için her gün eylemler yapmış ol-masına rağmen, Türkiye’de 20 yıl devameden savaş süresi boyunca böyle bir du-rum söz konusu olmamıştı.

Savaş stratejisi nedir? 3 yıl öncesine ka-dar da mücadele stratejisi bu temelde ikenşimdi esas alınan strateji nedir ve bu strate-ji neden değiştirilmiştir? Şimdiye kadar halksavaşı çerçevesinde yürüyen strateji üze-rinde ne gibi değişiklikler yapılmıştır? Bu vebunun gibi noktaların iyi anlaşılması ve net-leştirilmesi gerekmektedir.

Çağımızıda genel anlamda bilim teknikve özeldede telekominikasyon alanındayaşanan son gelişmeler birçok alanda bü-yük değişiklikler ortaya çıkarmış doğrudandoğruya bütün siyasal sistemler insan ya-şamı ve özgürlüğü üzerinde önemli etkiler-de bulunmuş ve yeniliklere neden olmuş-tur. Bu bilimsel teknik gelişmeler adeta birdevrim yaratmıştır. Bilim teknik alanındakibu devrim eski sistemleri de geçersiz kıl-mıştır. Sonuçta reel sosyalizm yıkılmış vebu, her ne kadar bu kapitalizmin bir zaferiolarak lanse edilmeye çalışılsa da, sonuç-ta kapitalizm de kendini değiştirmek zo-runda kalmıştır. Bu değişim süreci günü-müzde de devam ettirilmektedir. Kapitaliz-min de eski tarzda devam edemeyeceğiaçığa çıkmış ve bugün yaşamakta olduğudeğişim sürecine girmiştir.

Sistemin uzmanlarının da açıkça belirt-tikleri gibi dünya kapitalizmi bir yeniden ya-pılanma içerisindedir ve değişim dönüşümtüm dünyanın gündemindedir. Günlük ola-rak yaşanan teknik gelişmeler artık en bü-yük devletleri bile çevresinde denetim sağ-layamaz bir duruma getirmiş ve burada bi-linçleşme, kültürleşme anlamında büyükdeğişiklikler yaratmıştır. Zorbalık ile dene-tim kurmaya çalışan sistemler bile artık bubilimsel teknik gelişmeler karşısında çare-siz durumda kalmış durumdadırlar. Yani in-sanlar arası, toplumlar arası ve ülkeler ara-sı ilişkilerde artık sansür veya engel konu-lamamakta, kendini zorbalığa dayalı olarakkurumlaştıran güçler bu fırtına karşısındatutunamamaktadırlar.

Bu değişiklikler tekniğin gerçekten detoplumları değiştirdiğini göstermiş, geç-mişte toplumları değiştirmek için esas alı-nan devrim ya da yoğun şiddet yaklaşım-ları eski anlamını yitirmiştir. Eskiden bu bi-limsel teknik imkanlar olmadığından büyükşiddet güçlerine karşı gizli örgütlenmeleroluşturularak ya ayaklanma ya da uzunsüreli halk savaşı stratejisiyle direnme

esas alınmıştır. Fakat günümüzde her in-sanın yaşadığı bilinçlenme ve tekniğinulaştığı zenginlik düzeyi insanlarla rahatilişkilenmeyi de dolayısıyla örgütlenmeyikolaylaştırmış, egemen güçleri zor duru-ma düşüren yeni bir zemin ortaya çıkar-mıştır. Bu tufan karşısında hiç bir gücünfazla dayanamayacağı geçmişte yaşanan-lardan da anlaşılabilmektedir. Örneğingeçmişte Rusya radyo cihazlarındaki bü-tün kısa dalgaları yasaklamış hatta üreti-len radyolardaki kısa dalga alıcılarını dahikaldırmıştır. Burası sosyalizm diğer taraftakapitalizm anlayışıyla yüzlerce kilometreuzunluğunda duvarlar örmüş, bu pratikle-riyle demir perde söylemini adeta doğrula-mıştır. Fakat yaşanan gelişmeler karşısın-da yerinde saymayı veya tek taraflı geliş-meyi esas alan reel sosyalist düşüncenintrajik bir şekilde yıkıldığını da herkes bil-mektedir.

Toplumsal değişimler demokratik

dönüşümlerle mümkündür

Günümüzde toplumsal değişiklik veyabir sistem değişikliği için zorun rolü

eski önemini yitirmiş, onun yerine evrim al-mış, siyasi mücadele daha fazla ön planaçıkmıştır. Gelinen aşamada yaşanan glo-balleşme dünyayı oldukça küçültmüştür. Ar-tık küçük bir cihazla dünyanın her yeriylerahatlıkla bağlantı kurulabilmekte, ilişkiyegeçilebilmektedir.

Sonuçta ne reel sosyalizm ne de kapita-lizm insanların sorunlarına çözüm getireme-miştir. O zaman insanlık nereye doğru git-mektedir! Reel sosyalizm bunu denemiş, fa-kat başarıya ulaşamamıştır. Bunun nedenionun kapitalizmi aşamamış, kişiyi geliştire-memiş, demokrasiyi uygulayamamış olma-sıdır. Devlet yönetimi bir çeşit diktatörlüğedönüşmüş, bunun karşısında kapitalizm defaşizme kaymıştır. Aslında yenilen faşizmyenilen kapitalizm anlamı taşısa da, kapita-lizm bu yenilgiden sonra birey özgürlüğü-nün kapısını biraz daha aralamış, öngörülühareket ederek değişime doğru bir eğilimiçine girmiştir. Kapitalizm bugün hala buyönlü değişim içerisindedir. Ağır çizgiyi tut-turmaya çalışan bir denge kurmaya çalış-makta biraz taviz vermekte, biraz daha pay-laşıcı bir tavır içirisine girmektedir. Kendi çı-karları doğrultusunda kazandığının küçükbir bölümünü diğer sınıflara vermeye razıgörünmektedir. Gelinen aşamada kendi de-vamlılığını koruyabilmesi için bu bir zorunlu-luk haline gelmiştir. Sonuçta bu değişim sü-reci ara süreç olarak değerlendirilebilecekbir nitelik taşımaktadır.

İnsan hakları, hukuk, kişilik hakları, ada-let, demokrasi, özgürlük gibi değerler yavaşyavaş öne çıkmakta ve insanların temel de-ğerleri haline gelmektedir. Demokrasinin eninsani yönetim biçimi olduğu anlaşılmakta vebu da yavaş yavaş bir demokrasi kültürünüortaya çıkarmaktadır. Önderliğimiz içindebulunduğumuz bu çağı “Demokratik Uy-garlık Çağı” olarak tanımlamıştır. Demokra-tik uygarlık dönemi bir uzlaşma ve ara geçişdönemidir. Çağlar arasında her zaman butürden bazen yıllarca süren geçiş dönemleriyaşanmıştır. İnsanlığın ulaştığı bu çağın De-mokratik Uygarlık Çağı olarak nitelenmesidoğru bir tespittir. Bu çağda daha çok de-mokratik yöntemler ve yapılar esastır. Yaniartık hiç bir şey ’20 lerde olduğu gibi değildir.

Sınıfların geçiş sürecine bakıldığındaaslında sınıfları yaratanın teknik olduğu vebu sınıfları ortadan kaldıracak olanın da yi-ne teknik olacağı anlaşılmaktadır. Dahabaşka bir deyimle teknik sınıfsızlaşmayı or-taya çıkaracaktır. Teknik gelişme değişimve dönüşümde oldukça belirleyici bir rol oy-namaktadır. Toplumsal değişimlerin de-mokratik dönüşümlerle mümkün olabileceğianlaşılabilmektedir.

Reel sosyalizmin dayattığı gibi her deği-şim dönüşümde zor, şiddet esastır yaklaşı-mı bugün artık geçerliliğini yitirmiş ve top-lumsal değişimlerde zorun belirleyici olma-sından ziyade etki edici bir rol yüklenmiştir.Marks’ın “zor yeni toplumun ebesidir” belir-lemesi reel sosyalizm tarafından yanlış yo-rumlanmış, zor ebe değil de ana konumuna

“Günlük olarak yaflanan teknik geliflmeler art›k en büyük devletleri bile

çevresinde denetim sa¤layamaz bir duruma getirmifl ve burada bilinçleflme,

kültürleflme anlam›nda büyük de¤ifliklikler yaratm›flt›r. Yani insanlar, toplumlar

ve ülkeler aras› iliflkilerde art›k sansür veya engel konulamamakta, kendini zorbal›¤a

dayal› olarak kurumlaflt›ran güçler bu f›rt›na karfl›s›nda tutunamamaktad›rlar. ”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 13: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

Serxwebûn Sayfa 13Mart 2003

getirilmiş ve yeni toplumu zor yaratmalıdıryaklaşımı esas alınmıştır. Bu noktada reelsosyalizmin zor hakkındaki düşüncelerininoldukça abartılı olduğu ve toplumların saltzorun etkisiyle değiştirilemiyeceği tarihselbir gerçeklik olarak ortaya çıkmıştır. Sonuç-ta zor ancak değişik dönemlerinde bu süre-ce belli bir etkide bulunabilmektedir.

Dönemin devrimci stratejisi

demokratik halk mücadelesi

ve meşru savunmadır

Demokratik uygarlığın en önemli ilkeside yeni dönemde uygulanabilecek

zorun niteliğidir. Yeni dönemin zoru meşrusavunma kapsamında uygulanmalıdır. Anti-demokratik saldırılar karşısında ortaya çı-kan savunma sorunu, meşru savunma yak-laşımı ile giderilecektir. Demokratik uygarlıkçağında herkesin kendini savunma hakkıvardır ve savunma hakkı kutsal bir haktır.Kültürüne, diline, ülkesine, ideolojisinemaddi değerlerine karşı bir saldırı olduğun-da herkesin kendini silahlı da dahil olmaküzere savunma hakkı ve bu hakkın ulus-lararası evrensel yasalarla belirlenmiş birçerçevesi vardır. Bu çerçevede kendini vehalkını korumak meşru bir haktır ve meşrusavunma kavramı da buradan gelmektedir.Kimsenin kimseye tanımadığı, vermediğibu hak, insan olmanın hatta canlı olmanıngerektiği bir haktır. Bir hayvan dahi kendisi-ne yöneltilen saldırılar karşısında sıkıştığıanda kendini savunmak için saldırıya geçe-cektir insan veya hayvan her canlının ken-dini koruma hakkı doğal bir haktır ve buhakkı kimse kimsenin elinden alamaz.

Yeni stratejimiz doğrultusunda zor anla-yışımızı bu çerçevede formüle ediyoruz.Her halkın toplumsal değişim için mücade-le etmesi gereklidir ve bu mücadelede ken-dini saldırı ve yönelimlere karşı korumalıdır.Teknik belki toplumun değişiminde önemlibir rol oynayabilir, fakat teknikte zor olayın-da olduğu gibi tek başına yeterli değildir.Teknik objektif olarak değişim derinliği art-sa da toplumsal değişim için ideolojik çalış-ma, ideolojik yaklaşım şarttır. İdeolojik ça-lışma ve ona göre örgütlenme yapmadanher şeyi sadece tekniğe bağlamak ya tesli-miyet ya da oportonizm anlamına gelecekve gerçeklikten devrimcilikten kaçış olarakdeğerlendirilecektir. Burada yapılması ge-reken tekniğin sunduğu zemin üzerinde budeğişikliği ideolojik bir bakış açısı ile örgüt-lemektir. Basit bir örneklendirme yapılacakolursa teknik toprak olarak değerlendirildi-ğinde ideoloji de tohum olarak nitelenmeli-dir. Ne toprak ne de tohum tek başına ürünvermez. İkisinin birbirini tamamlaması ge-reklidir. Bir yerde demokratik uygarlık anla-yışı temelinde mücadele yürütüldüğündeve bu mücadeleye karşı bir saldırı geliştiril-diğinde şüphesiz ki gerekirse bu mücadeleşiddet dahil olmak üzere her yolla kendisi-ni koruması gerekmektedir. Herhangi birsaldırı veya yönelim karşısında cevap ver-me ve misilleme hakkı kullanılmalıdır. Fa-kat toplumu sadece şiddetle değiştireceğimyaklaşımı da doğru olmayacak ve meşrusavunma çerçevesinin dışına çıkmayı ifadeedecektir.

Şiddetin değişim dönemlerinde bazengerekli olabileceği unutulmamalıdır. Müca-delenin gelip dayandığı ve bir anlamda tı-kandığı bir noktada mücadeleye daha ileribir çıkış yaptırmak için zora başvurmak ge-rekebilir. Değişim dönüşüm önünde bazıgüçler engel olmak istediklerinde o engelle-ri aşmak için zor devreye girecektir.

Genel anlamda değişim süreçlerinde vemeşru savunma durumlarında zor çok ge-rekli olacaktır. Zor aygıtı yani ordu, içindebulunulan durum itibariyla her zaman ge-

reklidir. Çünkü mücadele her zaman içinkendisini korumak zorundadır. Meşru sa-vunma üçüncü alan çalışmalarına ve örgüt-lenmeye uygun bir zemin sunmalıdır. De-mokratik siyasi çalışmaların sürekliliğinisağlanması gerekir. Bir yerde sadece meş-ru savunmanın olması orada gelişme vebaşarının ortaya çıkacağı anlamına gel-mez. Başarıyı elde etmek için dönemindevrimci stratejisi, siyasi demokratik halkmücadelesi ve meşru savunmadır.

Çok geniş bir kavram olan meşru savun-mayı çok yönlü anlamak gerekmektedir.Gerekirse silah ve her türlü yöntemle kendi-ni koruma da gündeme gelebilir. Bu daimibir gündemdir ve hele hele Kürdistan’dakigibi toplumun bir bütünen inkar edildiği ko-şullarda meşru savunma bir gerekliliktir. Zordevrimci yaklaşım çerçevesinde bu şekildeele alınmalıdır. Başka türlü her şeyi zora at-fetmenin her şeyi onunla yapmayı esas al-manın sonuç almayacağı tarihte de ortayaçıkmış bir gerçekliktir. Bunun en büyük ispa-tı reel sosyalizmin yaklaşımları ve bugüngelinen düzeydir. Devlete ve şiddete yakla-şımımızda daha önce reel sosyalizmin belir-leyici ve güçlü bir etkisinin söz konusu oldu-ğu inkar edilemez bir gerçekliktir. Aslındasosyalist ideolojiyi benimsemiş ve bu temel-de mücadele yürüten bütün çevrelerde aynıdurum yaşanmaktaydı. Ama bilimsel teknikgelişmeler, dünyadaki bütün büyük değişik-likler, özellikle de son 50 yıldaki büyük geliş-melerle birlikte son 20 yılda telekominakas-yon alanında yaşanan köklü değişimlerinyarattığı durum karşısında zorun rolünü gü-nümüz itibarıyla doğru bir temelde ortayakoymak gerekmektedir. Zor, Önderliğimizinortaya koyduğu ve partimizinde benimseyipuygulamaya döktüğü düşünceler çerçeve-sinde ele alınmalıdır. Her şeyi zora atfetmeyaklaşımlarını reddetmek ve özellikle dedevrimci stratejilerin mücadelesinde zorumeşru savunma çerçevesinde ele almakgerekmektedir. Meşru savunma çerçevesin-deki zorun tartışılmaya sokulması bile, doğ-ru olmayan temel insani bir haktır ve bütünuluslararası normlarda yeri vardır. Bütünbunlar göz önüne alındığında ortaya çıkanstrateji meşru savunma stratejisidir. Bu sa-dece mücadelemiz için değil, dünyadaki bü-tün devrimci mücadeleler için geçerli bir 21.yüzyıl stratejisidir.

Evrimsel gelişme süreci içerisinde deği-şim önünde çıkan engeller karşısında kulla-nılan zor dışında, devrimci güçler her za-man için meşru savunmayı esas almalıdır.Burada ortaya çıkan gerçek meşru savun-manın bir strateji, bir savaş stratejisi ve yenidönemin düşüncesi olduğudur. Mücadele-miz savaşı artık bu çerçevede ele almaktave yaklaşmaktadır. Bu mücadele belli bir sü-reç içinde esas alınan geçici bir strateji de-ğildir.

Meşru savunma stratejisi sadece Kür-distan ve PKK için esas alınmış ya da bazı-larının düşündüğü gibi Önderliğimiz esirdüşmüş biz de mecbur kalmışız yaklaşımısonucunda benimsenmiş bir strateji değil-dir. Güçlerimizi sınır dışına çekmemiz bustrateji ile direk olarak bağlantılıdır. Meşrusavunma stratejisini 21. yüzyıl demokratiksosyalizm mücadelesinin stratejisi olarakgörmekte ve Kürt halkının mücadelesininzafere taşınması açısından bunun en doğ-ru ve sonuç alıcı strateji olduğunu düşün-mekteyiz. Ayrıca bunu evrensel çapta ge-çerli olan bir strateji olarak görmekte ve şid-deti de bu çerçevede ele almaktayız.

Reel sosyalizm şiddet sorununu çok tar-tışmış ayrıca daha öncesinden Marks, En-gels, Lenin, Stalin, Mao ve Kaosky’nin bukonu üzerinde yoğun görüş ve tartışmalarıolmuştur. İçinde bulunduğumuz yüzyılın bi-limsel teknik gelişmelerini de esas alarakdemokratik sosyalizm mücadelesinin savaş

stratejisini veya silahlı mücadelesini belirti-len bu çerçevede ele almaktayız. Önderliği-miz serbest bırakılsa dahi mücadelemiz bustrateji temelinde devam ettirilecek ve butemelde sonuca ulaşmayı esas alacaktır.Ezilen sınıfta olsa mücadelelerinde şiddetebu anlamda yer vermelidir. Bunun dışınataşan kapsamda şiddete yer vermek, çağlabütünleşmeyecek ve sonuç almayacaktır.Reel sosyalizm bu çerçeveyi aşan şiddetuygulamalarının sonuç almadığı herhangibir başarı getirmediği bugün yaşanılanlaritibariyla bilimsel bir gerçekliktir.

Şiddete evet! Ama ne kadar ve ne ölçü-de şiddet? Bu sorun özellikle son 150 yıldayaşanan mücadelelerde birçok boyutuylatartışıla gelmiştir. Önderliğimiz ve onun çiz-gisinde yürüyen KADEK devlet, demokrasi,kişi ve insan hakları siyasi ekonomik sis-temlerin diğer sorunlara bakış açısında ye-nilik getirmekte, reel sosyalizmin yanlışlık-larını değerlendirmekte, tescil etmekte vedoğrusunu ortaya koymaktadır. Aynı şekil-de şiddet olayında da eski şiddet yaklaşı-mını yanlış bulmakta, başarısız sonuçlarınıortaya koymakta ve doğru olan meşru sa-vunma stratejisini esas almaktadır.

Devrimler sadece şiddet

esas alınarak sonuca götürülemez

Genel anlamda değerlendirildiğindeşiddete çok fazla rol biçmek yanlış

olacaktır. Çünkü sınıfların şiddet temelindeortadan kaldırılamayacağı Rusya pratiğindeoldukça açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.Devrimler sadece şiddet esas alınarak so-nuca götürülemez. Afganistan örneğinde degörüldüğü gibi, Rus orduları Afganistana gir-diğinde Kızılordu’yu çağıran AfganistanBaşkanı Karmal kendisinin de solcu olduğu-nu belirtmesine rağmen şiddet yaklaşımıdeğiştirilememiş ve başarısız olunmuştur.

Mücadelemiz devletle şiddet meselesinibirbirine bağlı ve komplo olarak ele almak-tadır. İnsanların sisteme zorla mı entegreedileceği, yoksa onun objektif şartlarınıoluşturup bilimsel teknik gelişmelerin önü-nün açılarak mı mevcut sistemle bütünleşti-receği önemli bir sorundur. Bunun şiddetbarındırmayan ikna ve demokratik yollarlayürütülüp yürütülemeyeceği de öyle. Bumeselelere doğru yaklaşım ortaya konuldu-ğunda şiddet sorununa da doğru yaklaşıl-mış olacaktır. Devlet yönetiminde zor öneçıkarılmamalı, aksine değişim sürecinde de-mokratik yöntemler esas alınmalıdır. Aslın-da devleti yavaş yavaş ortadan kaldırmakyerine kurumlar arası dengeyi sağalayan birkoordinasyon oluşturmak gerekmektedir.Sınıf devletinden ziyade meslek koordinas-yonu biçiminde bir örgütlenme esas alınma-lıdır. Belki bugün bu gerçekleşmeyebilir,ama gelecek açısından bu koşulların gerek-tirdiği bir sistem olarak ön plana çıkacaktır.

Demokratik cumhuriyetin mücadelemi-zin nihai hedefi olmadığını belirtmekte yararvardır. Demokratik cumhuriyeti esas hedefi-miz olan demokratik sosyalizmin zemininiortaya çıkaran bir ara süreç olarak değer-lendirmekteyiz. Fakat bu aşamada devletsadece bir sınıfın değil bütün toplumun yö-netim gücü olmalıdır. Devletin bu şekilde ör-gütlemek ve elden geldiğince şiddettenuzak tutmak gerekmektedir. Devletlerin de-mokratikleşmesi ancak toplumun esas alın-

masıyla mümkün olacaktır. Fakat her şey-den önce demokratik devlet ile demokratiktoplum arasında bir köprü oluşturacak olandemokratik siyaset esas alınmalı ve hakimkılınmalıdır. Demokratik devlet demokratiktoplum ve demokratik sistem bu süreç içeri-sinde oturtulabilirse –ki bugün tam olarakoturtulduğu söylenemez– devlette bu şiddetolgusundan uzaklaşacak, küçülecek ve de-mokratik toplum daha fazla irade ve yeterli-lik kazanacaktır. Reel sosyalizm pratiğindebu noktada da hataya düşülmüş devlet ade-ta hakim sınıfın elindeki pratik denekmiş gi-bi bir şiddet aracı haline getirilmiştir. Devletdemokratikleştirildikçe şiddette ortadan kal-kacaktır. Çünkü demokrasi ve şiddet bir ara-da yürütülemeyecek iki olgudur.

Demokratik cumhuriyet stratejisi sosya-lizme zemin hazırlayan bir ara dönem stra-tejisidir. Demokratik sosyalizme girişle bir-likte devletin gittikçe küçülmesi ve bir koor-dinasyon halini alması gerekmektedir. Butemelde devlet ve şiddetin daha da açım-lanması ve netleştirilmesi gerekmektedir.

Şiddetin her şeyi tek başına belirlemedi-ği geçmiş süreçte hem reel sosyalizm hemde mücadele pratiğinde ortaya çıkmıştır. Ör-neğin Kürdistan’ın her tarafı zapt edilmişyüzyıllardır en kötü bir şekilde zor ve şiddetuygulanmış, Kürt varlığı inkar edilmiş, amabuna rağmen tam olarak asimile edilememişortadan kaldırılamamıştır. Kim güçlü olursao her şeye hakimdir anlayışı doğru değildir.Bu noktada toplum ve insan gerçekliği gözönünde bulundurulmalıdır. Bunlar da ekono-mik şartlara göre, biraz daha geniş anlamdadile getirildiğinde bilimsel teknik gelişmeleregöre şekil alır. Çünkü teknik ekonomininşartlarını belirler. Bu yüzden eğer hedefleringerçekleştirilmesi isteniyorsa bu koşullarmutlaka göz önüne alınmalıdır.

PKK’nin şiddet felsefesi nedir? Reelsosyalizm şimdiye kadar şiddete büyük birrol biçmiş değişimde yardımcı olması gere-ken şiddet olgusu değişimi bizzat gerçek-leştiren temel araç haline getirilmiştir. Şid-detle değişim bu temelde ele alındığındandolayı da sağlıklı bir gelişme yaratılama-mıştır. PKK’nin de daha önce reel sosyaliz-min bu konudaki düşüncelerinin etkisindeolduğu açık olarak belirtilebilecek bir ger-çekliktir. Şiddet olgusu mücadelemiz kap-samında da biraz abartılmıştır. Fakat bu-nun yanlış olduğu görülmüş ve şimdi de bu-nun özeleştirisi verilmektedir. Dünyadakigelişmelerin ulaştığı düzey ve son 20-30 yı-lın değişimlerinin yaşam ve sistem üzerin-deki etkileri daha açık bir şekilde ortaya çık-mış ve bu etkiler eski sistemlerin çoğunudeğiştirmiştir. En güçlü devletler dahi insan-lar arasındaki iletişime, ilişkilenmeye engelolamaz hale gelmiş ve bu da şüphesiz birkültür yaratmış toplumların birbirlerindenetkilenir halen gelmesine ve ortak bir külte-re yavaş yavaş evrilmesine neden olmuş-tur. Bilinçlenme daha da artmış bu alandateknik gelişme beraberinde birçok şeyi deanlamsız hale getirmiştir. Örneğin yasakla-ma sansür gibi şeyler anlamsızlaşmıştır.Bu da insanlar arası ilişkilerde, kültürleş-mede, bilinçlenmede gittikçe birbirine birazdaha yakınlaşan bir durum ortaya çıkarmış-tır. Bu değişiklik özellikle de son on yıldırdaha da çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmşıtır.

Son on yıl boyunca yaşanan siyasi ge-lişmeler dünyanın çehresini değiştirmiş sta-tükoya dayalı sistemlerin çoğu yerle bir ol-muş ve artık kendileri tarafından dahi sor-gulanır hale gelmişlerdir. Bu gelişmelerigörmezden gelmek doğru bir yaklaşım ol-mayacaktır. Örneğin proletarya diktatörlüğüyerle bir olmuş ve proleterya iktidarının şid-det temelinde gerçekleştirilemeyeceği orta-ya çıkmıştır. Reel sosyalizm şiddet boyu-tunda ele geçirdiği silahlara ve örgütlen-mesine rağmen bunu başaramamıştır. Bü-

tün bu gelişmelere rağmen halen 100 yılönceki şiddet anlayışıyla hareket etmeninistenilen sonucu vermeyeceği açık bir ger-çekliktir. Bunun pratikleri göz önündedir,uygulanmış ve başarısızlığa uğranmıştır.Tekrar eski noktaya ve hatta eski noktadandaha da geriye düşülmüştür. Şu anda Rus-ya eski konumundan çok geri bir konumadüşmüştür. Daha çarpık, yozlaşmış, robot-laşmış ve ucube bir burjuva sınıfı ortayaçıkmıştır. Onur ve haysiyet gibi toplumsalve bireysel değerleri yitirilmiş, insanların ra-hatlıkla kendilerini satabildikleri bir durumortaya çıkmıştır. Bütün bunlar göz önünealındığında sosyalist güçler, ezilen sınıf veuluslar, şiddet ve zor yaklaşımlarını tekrargözden geçirmek zorundadırlar.

Önderliğimiz bu durumu ve yapılmasıgereken değişiklikleri savunmalarında çokkapsamlı bir şekilde ortaya koymuştur. Budeğişiklik komplo sonrası ortaya çıkan birdurumdan ziyade ’93 yılından bu yanaamaçlanan, ama şartlar tarafından zeminiortadan kaldırılan oturtulması engellenenbir durumdur. Hele hele komplo sonrası or-taya çıkan gerçekliğe bakıldığında Önderli-ğimiz ve partimiz eski şiddet anlayışındanbir yarar görmemiştir. Bu yüzden şiddet an-layışımızda bir değişiklik olması gerekmek-tedir. Yeni felsefi yaklaşımımıza göre şiddetanlayışını bir sisteme bir teori ve programakavuşturmak ve bunu da strateji haline ge-tirmek gerekmektedir. Zaten zor anlayışı-mızdaki değişiklikte bu temelde oluşturul-muştur. Bu ne keyfiyetten ne de mecburi-yetten dolayı gerçekleşen bir değişiklik de-ğildir. Mevcut gerçeklik ve dünyadaki deği-şiklikler bu değişimi gündeme getirmiş hat-ta dayatmıştır. Bu koşulları görmezliktengelen güçlerin önümüzdeki süreçte zorla-nacakları da bilinmelidir.

Bu değişim sürecini her halk kendi öz-gücüne dayalı olarak gerçekleştirmelidir.Dünya üzerinde hakim kılınan bloklaşmaortadan kalktığından eskiden olduğu gibiyardım alınabilecek bir sosyalist blok sözkonusu değildir. O zaman şöyle bir soru ilekarşı karşıya kalınmaktadır: Stratejik sal-dırı nasıl gerçekleştirilecektir? Teknik im-kanlardan ve dış destekten yoksun birhalk bu saldırıyı nasıl gerçekleştirecektir?Bu sorulara doğru temellerde verilen ce-vaplar sonucunda mücadelemiz uzun sü-reli halk savaşı yerine meşru savunmastratejis ile daha sonuç alıcı ve çağın ko-şullarına uygun bir strateji benimsemiş veuygulamaya sokmuştur. Meşru bir hakolan meşru savunma esas alındığındakimsenin kimseyi terörist olarak lanse et-me hakkı yoktur. Çağın koşullarının bir so-nucu olarak diğer stratejilerde bir tıkanmaolsa da meşru savunma stratejisinde bir tı-kanma yaşanmayacak ve on yıllarca hattayüzyıllarca da devam ettirilebilecektir. Za-ten bazıları ‘siz ne zamana kadar bu stra-tejiyi sürdüreceksiniz?’ şeklinde sorular dasormaktadırlar. Meşru savunma, dönem-sel değil mücadelemizin zafere ulaşanakadar esas alacağı bir stratejidir. Bu ger-çeklik hem içimizde hem de dışımızda faz-la anlaşılamamaktadır. Kurtuluşa kadarmücadelemiz bu strateji temelinde yürütü-lecek ve halkımızın mücadelesi zafere ta-şınacaktır. Meşru savunma çerçevesindehalkta, gerilla da kendini korumaktadır.Denge aşamasına ulaşılsa dahi meşru sa-vunma stratejisi derinleştirilecek, fakat sal-dırıya geçilmeyecek üçüncü aşamaya gi-rilmeyecektir. Bunu yerine meşru savun-manın iki temel öğesi olan silahlı güçler vesiyasi serhildanlar temelinde devrimin,halkın ve mücadelenin kazanımlarını koru-mak ve halklarını elde etmek için mücade-le edilecektir. Bu temelde yürütülecek mü-cadeleyle sistem içerisinde değişiklik ya-ratmak esas alınacaktır.

“Demokratik cumhuriyetin mücadelemizin nihai hedefi olmad›¤›n› belirtmekte yarar vard›r.

Demokratik cumhuriyeti esas hedefimiz olan demokratik sosyalizmin zeminini ortaya ç›karan

bir ara süreç olarak de¤erlendirmekteyiz. Fakat bu aflamada devlet sadece bir s›n›f›n de¤il

bütün toplumun yönetim gücü olmal›d›r. Devletlerin demokratikleflmesi

ancak toplumun esas al›nmas›yla mümkün olacakt›r. ”

“Evrimsel geliflme süreci içerisinde de¤iflim önünde ç›kan engeller karfl›s›nda kullan›lan zor d›fl›nda devrimci güçler her zaman için meflru savunmay›

esas almal›d›r. Burada ortaya ç›kan gerçek meflru savunman›n bir strateji bir savafl stratejisive yeni dönemin düflüncesi oldu¤udur. Mücadelemiz savafl› art›k bu çerçevede ele almakta ve yaklaflmaktad›r. Bu mücadele belli bir süreç içinde esas al›nan geçici bir strateji de¤ildir.”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 14: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

Sayfa 14 SerxwebûnMart 2003

Serxwebun: ABD-İngiltere öncülüğün-de Irak’a yönelik geliştirilen askeri müdaha-lenin temel amacı nedir?

Cemil Bayık: ABD’nin müttefikleriyleberaber Irak’a yönelik başlattığı askeri mü-dahalenin amacı, kapitalist sistemi bir baş-tan ele alıp yeniden düzenlemektir. Mevcuthaliyle sistem büyük ölçüde işlevsiz duru-ma düşmüştür. Onun işlevsizliği sınırlı dü-zenleme ve düzeltmelerle giderilmeyecekboyutlardadır. Köklü değişiklikler gerçekleş-tirilmeden sistemi sürdürmek olanaksız ha-le gelmiştir. Mevcut durumun devamı halin-de, çöküş ve büyük bir kaosun yaşanmatehlikesi vardır. Kendisini dayatan ya çöküşve kaos ya da çok yönlü büyük değişiklik-lerdir. ABD-İngiltere ittifakının Irak somu-tunda Ortadoğu’ya, oradan da dünyayayaptığı müdahale askeri, siyasal, ekono-mik, sosyal ve diğer yönlerden değişiklikleramaçlamaktadır. Bunun dışında, önlerindebir seçenek bulunmamaktadır. Gerek böl-gede gerekse de dünyada çok sayıda gü-cün karşıtlığına rağmen, müdahalede ısraretmenin altında bu gerçeklik yatmaktadır.

Hızla gelişen üretim güçleri

geri toplumsal ilişkilerin

aşılmasını dayatmaktadır.

1990’larda Sovyetler Birliği önder-liğindeki sosyalist sistemin

çökmesi, ABD önderlikli kapitalist sistemiboşluğa düşürmüştür. ABD’de sekiz yıllıkClinton yönetimi bu durumu giderememiştir.Kapitalist sistem yaşamın her alanında sos-yalist sistemin yayılıp gelişmesini önlemetemelinde düzenlenmişti. Bunun bir gereğiolarak kendisine dahil olan ülkelerin nasıl birrejimle yönetildiği fazla bir sorun yapılmıyor-du. Temel ölçüt, sosyalist sisteme karşıtlıktı.Bu nedenle faşist, monarşist ve diğer baskı-cı rejimler kabul görüyordu. Demokrasi, öz-gürlük ve insan hakları gibi konular, sisteminçıkarlarına feda edilmekteydi. Bu durum sü-reç içinde sistemi zayıf düşürerek zorlama-ya başlamıştır. Diğer taraftan bilimsel teknikdevrimin dev boyutlarda gelişmesi idari,ekonomik, sosyal ve askeri yapılanmayı

toplumsal gelişmenin önünde engel halinegetirmiştir. Mevcut rejimlerin birçoğu, bilim-sel teknik devrimin hızlandırdığı toplumsalgelişmeyi engelleyen konuma düşmüştür.Rejimlerin yapısı globalleşmenin ihtiyaçları-na cevap veremez duruma gelmiştir. Bir di-ğer ifadeyle, üretim güçleriyle geri üretimilişkileri çatışır konumdalar. Baş döndürücühızla gelişen üretim güçleri, geri toplumsalilişkilerin aşılmasını dayatmaktadır. Bununlabirlikte dünyanın en ücra köşesinde bile, in-sanlık daha iyi bir yaşam arayışı içindedir.Ezilen halklar, emekçi sınıflar ve ezilen cinsolarak kadın, daha demokratik, özgür ve in-san haklarına saygılı bir dünya istiyor. Nevar ki; mevcut kapitalist sistemin içinde yeralan rejimlerin büyük çoğunluğu bu istemle-ri karşılamaktan uzaktır. Bilimsel teknik ge-lişmenin kesin bir biçimde gündeme koydu-ğu demokrasi, özgürlük ve insan haklarınakarşıdırlar. Bu da rejimlerin marjinalleşmesi-ni getirmektedir. Alabildiğine gericileşen re-jimler, demokratik değişim ve dönüşüme ka-rşı direniş içindedirler. Hangi yönden bakılır-sa bakılsın kapitalist sistemin kendisini yeni-den üretmesinin tek yolu, gericileşen rejim-lerin aşılmasından geçmektedir. İşte bu du-rum en çok Ortadoğu’da gündemdedir. Böl-ge ülkelerindeki bütün rejimler toplumsalgelişmenin ihtiyaçlarına cevap veremez ko-numa düşmüşlerdir. Ne ulusal ne de top-lumsal sorunları çözme yeteneğine sahiptir-ler. Çözümsüzlük onların temel özelliği hali-ne gelmiş bulunmaktadır. Demokrasi, öz-gürlük ve insan hakları alanlarında adım at-ma yeteneğini gösteremiyorlar. Bu durumen çarpıcı bir biçimde Irak rejiminin uygula-malarında görülmektedir. Her bakımdanstratejik öneme sahip olan Ortadoğu ülkele-rinde yaşanan tıkanıklık, kapitalist sisteminvarlığını tehdit etmektedir. Dolayısıyla tehdi-din giderilmesi sistem için hayati önem ifadeetmektedir. ABD ’91’deki Körfez Savaşı’ylaOrtadoğu’da değişim sürecini başlattı. Sa-vaşın, değişim yolunu açacağını hesaplıyor-du. Bu doğrultuda yeni askeri girişimlere ge-rek kalmadan rejimler değiştirilmek istendi.Sekiz yıllık Clinton yönetimi yeni savaşlarolmadan değişiklik yapmaya çalıştı, ancakbeklenen değişiklikler gerçekleşmedi. Re-jimler katı yapılarında ısrar ettiler. En zayıf

konumda bulunan Irak yönetimi bile değişik-lik içerisine girmedi. Tam tersine konumunusağlamlaştırmak için her fırsatı değerlendir-di. Gerek Irak’ın gerek diğer bölge rejimleri-nin kendilerinde ısrar etmeleriyle, askerimüdahaleyi ABD’nin önüne seçenek olarakkoydular. ABD-İngiltere ittifakı bu seçeneğidevreye sokmuş bulunmaktadır. Müdahalesadece Irak’taki rejimi değiştirmeyi amaçla-mıyor. Aynı zamanda buradan alınan so-nuçla bölgenin diğer ülkelerinde de rejimle-rin değişikliğe uğraması gündeme girecek-tir. Dost, düşman bütün rejimlerin değiştirile-rek yeniden düzenlenmesi söz konusudur.Irak bu değişikliğin askeri, siyasi ve ekono-mik karargahı haline getirilecektir.

– Bu müdahale karşısında Almanya veFransa’nın başını çektiği bazı devletlerinsavaş karşıtı bir görünüm arz etmelerininaltında yatan nedenler nelerdir?

– Almanya-Fransa ittifakının Irak’a yapı-lan askeri müdahaleye karşı çıkmalarınınaltında, ABD-İngiltere ittifakının dünyayaegemen olmasını önleme amacı yatmakta-dır. Adı geçen ittifak sosyalist sistemin dağıl-masından sonra, dünya üzerindeki etkinlikmücadelelerini güçlendirmişlerdir. AB’ningenişletilmesi bu doğrultuda atılan bir adım-dır. AB’nin on iki olan üye sayısı önce on be-şe, sonra yirmi beşe çıkarılmıştır. Genişle-menin sağlanması ABD’nin dünya egemen-liğine karşı bir tedbir olma özelliğine sahip-tir. Tedbir sadece genişlemeyle sınırlı kal-mamış, ekonomik birliğin yanı sıra siyasi veaskeri birlik yaratma girişimleri de hızlandı-rılmıştır. Geride bıraktığımız on beş yıllık sü-re içerisinde AB, daha önceki ekonomik bir-lik olma özelliğini aşmış, siyasal ve askeribirlik olma boyutlarını ileri boyutlara çıkar-mıştır. Genişleme, askeri ve siyasi birlik ol-ma alanında sağlanan gelişme, ABD-İngilte-re ittifakının dünya egemenliğini önlemeninen ciddi projesi olmuştur. Almanya-Fransaittifakı, ABD’nin dünya egemenliğine karşıçıkma girişimlerini AB’yi güçlendirmekle sı-nırlamamış, dünyanın diğer yerlerinde deetkili olma çabası içine girmişlerdir. Etkinlikalanlarından birisi de Ortadoğu olmuştur.Onlar Ortadoğu’da ABD ile eşit ortaklığı da-

yatmışlardır. Buna karşılık ABD dünya siste-minin yeniden düzenlenmesinde olduğu gi-bi, Ortadoğu’da da İngiltere dışında hiçbirgücü eşit ortak olarak görmeye yanaşma-mıştır. Benimsediği çizgi, kendisinin rollerinibelirleyip, büyük küçük tüm ülkelerin onunbelirlediği role uygun hareket etmesidir. Ye-ni dünya sisteminin belirlenmesinde Fransa,Rusya, Almanya gibi büyük ülkelere eşit or-taklık tanımaması söz konusu güçleri tavıralmaya zorlamıştır. Irak üzerindeki hesap-laşma bu nedenlerden kaynaklanmaktadır.Irak somutunda Ortadoğu’ya yapılan müda-hale bu açıdan büyük önem kazanmıştır.Eğer söz konusu ülkeler, hem Ortadoğuhem de dünyada eşit ortaklar haline getiril-seydi ABD’ye karşıtlık yapmazlardı. Dolayı-sıyla Almanya, Fransa ve diğer ülkelerözünde savaşa karşı değiller. ABD, Alman-ya-Fransa ittifakının önüne çıkardığı engel-leri aşmak için, iki ülkenin etkinliğinde bulu-nan AB’yi bölme tehdidini gündeme koy-muştur. İngiltere’yle birlikte sekiz AB ülkesiAlmanya-Fransa ittifakının tutumuna rağ-men, ABD’nin yanında olduklarını açıkla-mışlardır.

Yine BM ve NATO’nun dağıtılma tehdididevreye sokulmuştur. İki emperyalist ittifakyeni dünya sisteminin kuruluşunda ciddianlaşmazlığa düşmüşlerdir. Bunun bir so-nucu olarak dünya çapında destek toplamaçabasına girişmişlerdir. ABD-İngiltere ittifa-kının askeri müdahalede bulunması, Al-manya-Fransa ittifakınınsa müdahaleyekarşı çıkması dünyanın yeniden paylaşıl-ması mücadelesidir. Askeri müdahaleyekarşı çıkışın dünya barışı ile ilgisi yoktur.Nasıl ki ABD-İngiltere ittifakı terörizm ilemücadele gerekçesini kullanıyorsa, Alman-ya-Fransa ittifakı da barışın sağlanması ge-rekçesine sarılmışlardır. Eğer ABD, kapita-list sistemin yeniden kuruluşunda Almanya-Fransa ittifakını eşit ortaklar olarak kabulederse karşıtlık sona erecektir. Başlayansavaşta ciddi bir zorlanmanın yaşanmasıhalinde, iki ittifak arasında bir uzlaşmanınyaşanması muhtemeldir. İngiltere bu doğ-rultuda girişimler yapmaktadır. Diğer taraf-tan Almanya-Fransa ittifakı tutumlarını yu-muşatmışlardır. Görülen odur ki çatışma-dan daha çok uzlaşma ihtimali yüksektir.ABD’nin esneyip Alman-Fransa ittifakını biryere kadar ortaklığa kabulü gelişebilir. Al-manya ve Fransa ise AB’nin bölünmemesiiçin sınırlı ortaklığa kabul gösterebilirler.Her halükarda çelişkiler devam edecektir.Bunun ciddi bir çatışma yaratması, ancakiki tarafın karşılıklı tavizleriyle önlenebile-cektir. Her iki tarafta, I. ve II. Dünya Savaş-larında uğranılan zararlardan dolayı yenibir “dünya savaşını” göze almayacaklardır.

Ortadoğu’daki mücadele

dünyanın geleceğini de

belirleyecektir

– Tarihte ilk kez halklar, dünya çapındageliştirdikleri eylemlerle sürece iradi bir mü-dahaleyi bu düzeyde geliştirmeye çalışıyor-lar. Bu durum halkların özgürlük mücadele-sinde nasıl bir aşamayı ifade ediyor?

– ABD’nin, kapitalist sistemin yenidenkuruluşu ve kendisinin bu kuruluştaki ege-menliği için Ortadoğu’ya yaptığı müdahaledünya kamuoyunu da harekete geçirmiştir.Bir taraftan Almanya-Fransa-Rusya gibiemperyalist güçler, diğer taraftan ise ezilenhalklar, emekçi sınıflar ve ezilen cins olankadın kendi çıkarları için ciddi bir mücade-leye girişmişlerdir. Dolayısıyla dünya kamu-oyunun savaşa karşı barış mücadelesi ikiyönlüdür: Bir yönü ABD’nin dıştaladığı em-peryalist güçlerin kurulan yeni sistemde yeralma çabasını ifade ederken, diğer yönü

ise insanlığın demokrasi, özgürlük ve insanhaklarını egemen kılma arayışıdır. Bir baş-ka yön ise gerici konuma düşmüş rejimlerinayakta kalma çırpınışlarıdır. Hangi yöndenbakılırsa bakılsın, ABD-İngiltere ittifakınakarşı yürütülen mücadele homojen olmak-tan uzaktır. Burada önem verilmesi gere-ken husus, insanlığın demokrasi, özgürlükve insan hakları gibi değerlere sahip çıkma-sıdır. İnsanlığın bu doğrultudaki çabalarıson derece büyük önem taşımaktadır. Nevar ki bu yönlü mücadele yeterince formüleedilmekten ve öncülüğe kavuşmaktan yok-sundur. Her şeye rağmen halkların demok-rasi, özgürlük ve insan hakları mücadelesigelişme gösterecek ve dünya sistemininkuruluşu üzerinde belli bir düzeyde etkiliolacaktır. Burada önemli olan, mücadeleninbelli bir çizgiye oturtulup geliştirilmesidir.

Gerek ABD-İngiltere ittifakı, gereksebunlarla ortaklık arayan diğer emperyalistgüçler ve ayakta kalma çabası içinde olangerici güçler halkların demokrasi, özgürlükve insan hakları mücadelesini etkisiz kıla-mayacaklardır. Bütün yetersizliklerine rağ-men ezilen halklar, emekçi sınıflar ve ezilencins kadının mücadelesi önemli sonuçlaryaratacaktır. Artık demokrasinin, özgürlük-lerin ve insan haklarının egemen olmasınınzamanı gelmiştir. ABD-İngiltere ittifakınınmüdahale amaçlarını bu değerlerin gelişti-rilmesi biçiminde ifade etmeleri bundan do-layıdır. Diğer taraftan Almanya-Fransa itti-fakı da, aynı biçimde değerlere sahip çık-manın sözcüsü olmaya gerek duymaktadır-lar. Aşılması gündemde olan rejimler iseher zamankinden daha fazla demokratik re-formların yapılması söylemini sıkça ifadeeden duruma gelmişlerdir.

Tabii ki en iyi durumda bile bu güçlerindemokrasiye, özgürlüklere ve insan hakları-na verecekleri yer sınırlı düzeydedir. Bunla-rın çıkarları daha fazla ileriye gitmelerinemüsaade etmemektedir. Dünya çapında de-mokrasinin, özgürlüklerin ve insan hakları-nın egemen olması, ezilen toplumsal kesim-lerin çıkarlarına denk düşmektedir. Dolayı-sıyla onlar tarafından insanlığın ortak değer-leri için çok yönlü ve giderek etkinliğini arttı-ran bir mücadeleye ihtiyaç vardır. Bu nokta-da Ortadoğu’da olup bitenler ve ortaya çıka-cak sonuçlar bütün insanlık için büyük anlamifade ediyor. Ortadoğu’daki mücadele nasılsonuçlanırsa, dünyanın geleceği de büyükölçüde ona göre şekillenecektir. Barış hare-ketinin Almanya-Fransa gibi ülkelerin, bölge-deki gerici ve marjinal rejimlerin yedeğinedüşmemesi gerekmektedir. Sadece ABDkarşıtlığıyla kendisini sınırlayan barış hare-keti böylesi bir tehlikeyle karşı karşıyadır.Doğru olan, barış hareketinin demokrasi, öz-gürlükler ve insan haklarını geliştirme amaç-larına kilitlenmesidir. Rejimlerin demokratikdeğişim ve dönüşüme uğratılması çizgisindegelişme göstermesidir. Bir diğer ifadeyle De-mokratik Uygarlık Çizgisi’ni kendisineesas almasıdır. Kaldı ki müdahaleyi doğuranetkenlerin başında, rejimlerin ulusal ve top-lumsal sorunlara çözüm üretmemesi gel-mektedir. Eğer yaşanan ağır sorunlar çözü-me kavuşturulsaydı, askeri müdahale kolaykolay gerçekleşmeyecekti. Önderliğimiz bu-nu görerek Özgürlük mücadelesine dayatı-lan komploya karşı demokratik uygarlık çiz-gisini geliştirmiştir. Şimdi bu çizgide demok-ratik gelişmeyi yaratmanın zamanıdır. Barışhareketi bu çizgiye oturtularak geliştirilmelive uluslararası bir netlik kazandırılmalıdır.Böyle yapıldığında, dünya insanlığının barışiradesi demokratik sonuçlar yaratacaktır.Kürt halkı böyle bir gelişmeye öncülük etmekdurumundadır. Ortaya çıkan yeni koşullardahem kendisinin hem de dünya halklarınınbarış iradesini, belirttiğimiz çerçevede de-mokratik, özgürlükler ve insan hakları müca-delesine göre güçlendirecektir.

ORTADO⁄U KEND‹ TAR‹H‹ ‹LE HESAPLAfiIYORKADEK Genel Başkanlık Konseyi Üyesi Cemil Bayık ile son siyasal süreç üzerine yapılan röportaj

“Yeni dünya sisteminin belirlenmesinde Fransa, Rusya, Almanya gibi büyük ülkelere eflitortakl›k tan›nmamas› söz konusu güçleri tav›r almaya zorlam›flt›r. Irak üzerindeki

hesaplaflma bu nedenlerden kaynaklanmaktad›r. E¤er söz konusu ülkeler, hem Ortado¤uhem de dünyada eflit ortaklar haline getirilseydi ABD’ye karfl›tl›k yapmazlard›.

Dolay›s›yla Almanya, Fransa ve di¤er ülkeler özünde savafla karfl› de¤iller.”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 15: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

Serxwebûn Sayfa 15Mart 2003

Türkiye, değişime karşı

tam bir tutum almıştır

– Türkiye’nin bu süreçte izlediği politika-yı nasıl değerlendiriyorsunuz? Güncel du-rum devletin hangi özelliklerini yansıtıyor?Mevcut hükümetin izlediği siyasetin Türkiyeve Ortadoğu açısından yaratacağı sonuçlarnelerdir?

– Türkiye’nin süreç karşısındaki tutumutıkatıcıdır. Ne Amerika’nın temsil ettiği irade-den ne de bölge halklarının demokratik ira-desinden yana tavır almaktadır. Aşılması ta-rihi bir gereklilik haline gelen bölge rejimleri-nin yaşatılmasına öncülük misyonu yüklen-miştir. Kendisinin de mevcut statükonun birparçası olması ve bu statükoyu aşma yerineyaşatma gereğini görmesi Türkiye’yi hemAmerika’nın hem de bölge demokratik güç-lerinin dayattığı değişikliklere karşı direnmekonumuna sokmuştur. Altı bölge ülkesinindışişleri bakanları tarafından düzenlenen İs-tanbul toplantısı üstlendiği rolün bir gereği-dir. Türkiye, İran, Suriye, Mısır, Suudi Arabis-tan ve Ürdün dışişleri bakanları toplantısın-da, Irak’ın siyasi egemenliği ve ulusal birliğikonusunda tam bir anlaşma sağlamışlardır.Aslında Irak’a dair alınan karar bütün bölgeülkeleri için alınmış bir karardır. Bölgeninbelli başlı ülkelerinin aldıkları karar, “değişi-me karşı direnişi” içermektedir. O döneminBaşbakanı Abdullah Gül’ün barış adına giri-şimleriyle ulaşılan bu sonuç, Türkiye’nin böl-gedeki statükoyu yaşatmada öncülük rolünüifade etmektedir.

Türkiye’nin savaş karşısında izlediği po-litikayı anlamak için, demokratik değişimkonusundaki tutumunu görmek gerekir. KA-DEK Genel Başkanı’nın başlattığı demok-ratik birlik temelindeki çözüm süreci Türkiyetarafından bir türlü kabul görülmemiştir. Yo-ğun mücadeleye rağmen, demokratik çö-züm ve kalıcı barış için adım atmama yolu-nu seçmiştir. Çözüm adına çıkardığı yasa-ları ise uygulamaya geçirmemiş, tam tersi-ne çözümsüzlüğü derinleştirmiştir. KADEKGenel Başkanı üzerinde ağırlaştırılmış tec-riti devreye sokmuş, Kürt halkının iradesi-nin meclise taşırılmasını büyük seçim hile-leriyle önlemiştir. Yine Türkiye genelindeyasalarla tanınan hakların pratikleşmesi,çeşitli uygulamalarla önlenmiştir. Demokra-tikleşme ve Kürt sorununun çözümü yönün-de çıkarılan yasalar olumlu gelişmelere yolaçmak yerine; baskı rejimini kamufle araç-larına dönüştürülmüştür. Ülke içinde de-mokratikleşme ve Kürt sorununun çözümükonusunda gösterdiği tutum, değişime kar-şı direnmedir. Bunun bölgeye yansımasıise, ABD’nin mevcut statükoyu değiştirecekgirişimlerine “hayır” anlamına geldiği gibi,

demokratik güçlerin de çabalarına karşı di-renişe geçmektir. Türkiye, nereden kaynak-lanırsa kaynaklansın değişime karşı tam birtutum almıştır. Türkiye, Irak’a müdahale ko-nusunda yerine getirilmesi son derece güçkoşullar ileri sürmüştür. ABD’den istediğiKuzey Kürdistan’ın yanı sıra, Güney Kür-distan’ın da tamamen kendi inisiyatifine bı-rakılmasıdır. Gerek Irak’ta, gerekse Ortado-ğu’da yapılacak düzenlemelerde eşit ortakolma ve savaşın ekonomik yükünün en üstdüzeyde karşılanması gibi koşullar aslındadeğişimi engelleme projesidir. Eğer bu ko-şullar kabul edilirse, ABD’nin Irak’a müda-halesi rejimin değiştirilmesi değil, Saddamekibinin iktidardan uzaklaştırılmasının öte-sinde bir anlam ifade etmeyecektir.

Aynı zamanda bölgenin bütün ülkelerin-de rejimler yerli yerinde kalacaktır. Ne ABDdeğişiklikler gerçekleştirebilecek ne de de-mokratik güçler gelişme sağlayabilecekler-dir. Esas sorun buradan kaynaklanmaktadır.Türkiye statükonun savunucusu haline gel-miştir. AKP hükümeti devletin izlediği çizgi-nin basit bir uygulayıcısı konumunda kalmış-tır. Hiçbir zaman iktidar olmanın gerekleriniyerine getirememiştir. Başta Kürt sorunununçözümü olmak üzere AB’ye katılım, Kıbrıssorununa çözüm ve Irak’a müdahale gibi te-mel konularda devletin klasik politikalarınınuygulayıcısı olmaktan öteye geçememiştir.Bir gün söylenilenin diğer gün geri alınması,hep sağ sol yapılması iradeden yoksunluğu-nun sonucudur. AKP’nin, Türkiye siyasetineherhangi bir ciddi değişiklik getirmediğinisöylemek rahatlıkla mümkündür. “Devlet nederse onu yapmayı” iktidar mantığı halinegetirmiştir. Savaşın doğuracağı sonuçlarabağlı olarak bu tutumunda değişiklikler yaşa-yabilir. Eğer ABD etkili olursa o da demokra-tik açılım yönünde cesaret kazanabilir. Ge-rek devletin gerekse hükümetin gelişmelerkarşısında üstlendiği tıkatıcı tutum çok geç-meden aşılacaktır. ABD, kendisi açısındanTürkiye’nin yarattığı ciddi zorlukların hesap-larını sormak isteyecektir. Daha şimdidenstratejik ilişki düzeyi büyük ölçüde aşılmıştır.Savaş sürecinde ilişkiler taktik düzeyde ko-runurken, sonrasında ise hesaplar yenidenyapılacaktır. Türkiye üzerinde siyasi ve eko-nomik baskı uygulanarak ABD’nin istediğinoktaya getirilmesi sağlanacaktır. Türkiyeşimdiden böyle bir korku içindedir. Ancak bukorkusu fayda vermeyecek, rejimin değişik-likler yaşaması kaçınılmaz olacaktır. Hemdemokratikleşme hem de Kürt sorunununçözümü yönünde adım atması kesinlik kaza-nacaktır.

ABD ile Türkiye arasında yaşanan so-runlar demokratik mücadelenin geliştirilme-si olanağını güçlendirecektir. Unutmayalımki Türkiye’nin statükocu ve değişikliğe karşı

direnmeci tutumu, ABD’nin desteğindenkaynaklanmıştır. AB’nin, Türkiye’nin de-mokratikleşmesi için yaptığı baskılar ve de-mokratik güçlerin mücadelesinin bir türlüsonuç vermemesinin söz konusu desteklebağlantısı vardır. Türkiye, ABD’nin desteği-ni arkasına alarak demokratik değişim vedönüşüm sürecine girmemiştir. Ortaya çı-kan çelişkilerle birlikte ABD’nin yanı sıra,NATO korumasının zayıflaması demokratikgelişmeye ivme kazandıracaktır. Demokra-tik güçlerin mücadelesi AKP hükümetini de-mokratikleşmeye ve Kürt sorununu çözme-ye yöneltecektir. Dolayısıyla demokratik uy-garlık çizgisinde yürüttüğümüz mücadele-nin sonuç vermesi mümkün hale gelecektir.

Egemen sistem

hep ezen sınıfların

hizmetinde olmuştur

– Bölgede temel bir güç olan Kürtlerüzerinde bu süreçte nasıl bir emperyalistpolitika uygulanmak isteniyor? Güneyli güç-lerin konumu ve onlara biçilen rol nedir?

– Irak’a yönelik gerçekleştirilen askerimüdahale Kürtlerin önemini arttırmıştır.Irak’a müdahalenin aynı zamanda bölgeyeyapılmış bir müdahale olması itibariyle, Kürt-lere yer vermeyen statükonun aşılmasını ge-tirecektir. ABD’nin mevcut statükoyu çağdışıgörüp aşmaya yönelmesi Kürtlere bir şeykaybettirmeyecektir. Statükosuz yaşamayamahkum edilmiş Kürtlerin konum itibariylebir şeyler kaybetmeleri beklenemez. Tamtersine mevcut statünün yıkılması Kürtleriçin gelişme fırsatları yaratabilecek ve kuru-lacak statüde yer alma olanağını sunacaktır.Ortadoğu’daki statükonun aşılmasında kork-ması gereken güçler, mevcut rejimlerden ya-rar sağlayanlardır. Bu, egemen güçlerin ko-numlarının sarsılması, ezilenlerin demokrasimücadelesinde gelişme sağlamalarının ko-şulları ve olanaklarının artması anlamınagelmektedir. Sümer rahip devletinden günü-müze kadar, egemen sistem hep ezen sınıf-ların hizmetinde olmuştur. Sümer rahip dev-leti temel özelliklerini koruyarak günümüzekadar varlığını sürdürmüştür. Toplumsal ge-lişmeye rağmen, bu devlet biçimi ezilenlerinnefes almasına fırsat tanımamıştır. Kürt hal-kı özgürlüklerinden yoksun bırakıldığı gibi,inkar ve imhaya tabi tutulmuş, emekçi sınıf-lar mutlu bir yaşama kavuşmamış, kadın kö-leleştirilmiştir. Artık Sümer rahip devletiningünümüzdeki uzantısı olan rejimlerin aşıl-ması, halklar için bir kayıp değil, büyük birkazançtır. Yaşanan savaş beş bin yıllık dev-let geleneğiyle en gelişmiş çağdaş teknolojikdüzeyin çatışmasıdır. ABD, en gelişmiş tek-nik savaş araçlarıyla Sümer rahip devletiningünümüzdeki temsilcilerinin üzerine yürü-mektedir.

Dolayısıyla tarih ile en kapsamlı hesap-laşma yaşanmaktadır. Yaşanan bu müca-delede Kürt halkının çıkış yapması müm-kündür. Bilinmelidir ki, Sümer Rahip devle-tiyle egemen hale gelen uygarlıkla Kürt kö-leleşmiştir. Sümer devletinin üzerinde şekil-lenen ve bugüne gelen sistem, Kürtlere öz-gür yaşam fırsatı vermemiştir. Diğer taraf-tan kapitalist sistemin aynı biçimde Kürthalkına tanıdığı hak, kölelik olmuştur. Busistemin en son uygulaması, halkımızın öz-gürlük Önderliği’nin kahredici bir esaret ya-şamına mahkum edilmesidir. Şimdi halkı-mız açısından olumsuzluğu ifade eden heriki güç, yoğun bir savaşa tutuşmuşlardır.Söz konusu güçlerin kendi aralarında çatış-ması, yeninin gelişmesine fırsat tanıyacak-tır. Kürt halkının iradesini güçlendirip bölgehalklarını etrafında birleştirerek, demokratikuygarlık çıkışını yapma koşulları ve olanak-ları güçlenecektir. Her bakımdan yeni bir ta-rihin yazılması fırsatı yakalanmıştır. Buradaönem kazanan, halkımızın çatışan taraflar-dan birisinin yedeğine düşmemesidir. Bü-yük bir duyarlılık içinde doğan fırsatı özgür-lük iradesini geliştirip egemen kılma çizgi-sinde değerlendirebilmelidir. Güney Kürdis-tan’daki güçlerin, halkımızı ABD’nin yedeğihaline getirme tehlikesi mevcuttur. Özgürirade yerine, bağımlılık onların izlediği poli-tikadır. Bağımlılığın gelişmemesi için halkın

demokratik inisiyatifini geliştirip egemen kıl-mak gerekecektir. Bunun yolu da demokra-tik uygarlık çizgisinde halk inisiyatifinin güç-lendirilmesidir. Eğer demokratik serhildanve savunma savaşıyla halkın inisiyatifi ge-liştirilemezse, Güneyli güçlerin emperyalistpolitikaların yedeğine düşmesi ve halkımızısınırlı haklarla olumsuz bir sürece mahkumetmeleri kesindir.

Türkiye’nin Güney Kürdistan’ı işgal teh-didi, Güneyli güçlerin ABD’nin yanında te-reddütsüz yer almalarına yol açmaktadır.Hem Türkiye’nin hem de diğer egemen re-jimlerin çözümsüzlüğü dayatmaları, Kürtulusal hareketini ABD’nin yanına itmektedir.Emperyalist çözüme güç katmaktadır. Taktikaçıdan ABD’nin Kürtlere sınırlı bir statü tanı-ma politikası mevcuttur. Kürtler, ABD’denyana tavır koyarak, sınırlı bir statü ve bun-dan kaynaklanan haklar elde edebilirler.Böylesi bir yaklaşım kısa vade için bir değerifade eder, ancak Kürt sorununun köklü çö-zümünü getirmez. Kürt sorununun orta veuzun vadede köklü çözümü, bölge ülkeleri-nin demokratikleşmesi ve halkların eşit veözgür bir yaşama kavuşmasından geçer.Böylesi bir çözüm, KADEK’in çizgisinde ifa-desini bulan demokratik uygarlık mücadele-sinin bağımsız iradeye dayalı olarak başarı-ya götürülmesini gerektirmektedir. Kürt ulu-sal hareketinin temel hareket çizgisi, ABDile taktik ittifak, bölge halklarıyla stratejik iliş-kilerin geliştirilmesi perspektifine dayandırıl-malıdır. Bölge rejimlerine karşı takınılacaktutum ise, esnek bir mücadele çizgisini esasalmalıdır. Kürt halkının bölge halklarıyla or-tak yaşama zorunluluğu, onları demokratikuygarlık çizgisine çekmeyi stratejik kılmak-tadır. Güneyli güçler böyle bir perspektiftenyoksundurlar. Eğer bölge halklarıyla demok-ratik birliktelik çözümü geliştirilemezse, eldeedilecek kazanımlar fazla anlam taşımaya-caktır. Kürt halkının geleceği demokratik bir-lik çözümündedir. KDP, YNK ve diğer birçokgüç böylesi bir çözümü yadsıyan konumda-dırlar. Onların öngördüğü çözüm orta veuzun vadede büyük riskler barındırmaktadır.Eğer kalıcı ve köklü çözüme ulaşılmak iste-niyorsa, Güneyli güçlerin kısa vadeli ve darçözümlerinin aşılması için mücadele etmekgerekiyor. Geçici çözümde değil, kalıcı de-mokratik çözümde ısrar edilmeli, bu temel-de halkın demokratik inisiyatif kazanmasısağlanmalıdır.

Halkların temel mücadele aracı

demokratik serhildandır

– KADEK’in bu sürece yaklaşımı nasıl-dır? Ortadoğu halklarının demokratik birliği-ni esas alan KADEK, bu dönemde ne türmücadele araçlarına başvuracaktır?

– KADEK her koşulda demokratik kurtu-luş çizgisini esas alacaktır. Halkların de-mokratik birlik çözümünü geliştirmeyi, stra-tejik görev olarak görecektir. ABD’nin kendiyarattığı rejimleri tasfiye etmesinin ortayaçıkardığı yeni koşulları, demokratik kurtulu-şu çizgisinin gerçekleştirilmesi temelindedeğerlendirecektir. Mevcut rejimlerin ne bi-çimde olursa olsun aşılması için mücadele-sini güçlendirecektir. Irak’ta yaşanan savaş,kapitalist sistemin kendi içindeki bir savaştır.Sistemin öncüsü artık bölge ülkelerindekirejimleri çıkarlarına uygun bulmamaktadır.Rejimler ne sisteme ne de halklarına hizmetsunacak durumdadırlar. Her geçen gün da-ha fazla, sınırlı bir kesimin dışında geniştoplumsal kesimlerin çıkarlarına karşıt birkonuma mahkum olmaktadırlar. Sorunlarıçözüm yeteneklerini bir bütünen kaybetme-leri söz konusudur. ABD’nin hem karşısındahem de yanında olan rejimleri aşmaya yö-nelmesi, bunu savaşla yapması tarihi bir ge-rekliliktir. Aslında doğru olan bu görevi bölgehalklarının yapmasıdır. Ne var ki rejimlerhalklarını güçten düşürmüşlerdir. İç dina-miklerin harekete geçmesini önlemek, onla-rın varlık gerekçesi haline gelmiştir. İç dina-miklerin harekete geçmesiyle rejimlerin aşıl-ması, daha meşru bir yol olacaktır.

Nitekim bu doğrultuda Kürt halkı büyükbir mücadele vermiştir. Ancak gericileşenrejimlerin birbirlerine destek sunmaları ve

ABD’nin yakın döneme kadar bunları koru-yup kollaması, hem iç dinamiklerin güçlü bi-çimde harekete geçmesini hem de Kürt hal-kının yürüttüğü mücadelenin yeterince so-nuç vermesini önlemiştir. ABD, halkların ini-siyatif kazanmasından korkmuştur. Rejimle-rin aşılmasını kendi inisiyatifine almıştır.Halkların inisiyatif kazanmasını istememek-tedir. ’91 Körfez Savaşı’nda bölge halklarırejimleri aşmak için harekete geçtiler. Sava-şın yarattığı koşullarda Irak’ta yaşayan tümhalk kesimleri ayaklandılar. Irak’ta başlayanhalk ayaklanmasının diğer ülkelere de yan-sıması gündeme girdi. Nitekim Kuzey Kür-distan’daki halkımız serhildan sürecini baş-lattı. Çok geçmeden diğer ülkelerde dehalkların harekete geçmesi mümkün ola-caktı. Halkların ayaklanma sürecine girmesikarşısında ABD dehşete kapıldı. Saddamrejiminin Irak’taki halk ayaklanmasını bastır-masına fırsat tanıdı. Yine Türkiye’nin, halkı-mızın demokratik serhildanını bastırmaçabaları ABD, İngiltere ve diğer uluslararasıgüçlerin desteğiyle mümkün oldu. Bunu gö-ren diğer bölge halkları ayaklanmaya yönel-mediler. Tüm bu yaşananlar ABD’nin, halk-ların inisiyatif koymasıyla rejim değişikliğiyaşanmasına karşı olduğunu göstermekte-dir. Değişikliği askeri gücüyle gerçekleştir-me çizgisinde ısrar etmektedir. Irak’ta başla-yan savaşta izlenen çizgi böylesi bir özelliğesahiptir. Halklar, zorlanan ABD’ye destekvermede ihtiyatlı davranmaktadırlar. ABD,hem yanındaki hem de karşısındaki rejimle-rin değiştirilmesini kendi gücüyle gerçekleş-tirmekte ısrar edecektir. Bu konuda gelişmişaskeri teknolojisini alabildiğine kullanacak,sonuç almak için yüklenecektir. Elden geldi-ğince halkların inisiyatif kullanmasına fırsattanımayacaktır. Bir haftadır Irak’ta yürüttüğüsavaş bu çizgide yürümektedir. Bir haftalıksavaşta dikkat çekici olan bölge rejimlerininöyle kolay kolay pes etmeyeceğidir. Türki-ye’nin ileri sürdüğü ağır koşullarla kendisinisavaş dışı bırakması, tam tersine GüneyKürdistan konusunda yarattığı sorunlarınsavaş üzerindeki olumsuz etkileri, müttefikSuudi Arabistan ve Ürdün’ün savaşa desteksunmaması, diğer bir çok gücün karşıt tutu-mu ABD’yi zorlayacaktır. ABD’nin zorlanma-sı, halkların demokratik inisiyatif koyması-nın ortamını güçlendirecektir. Hatta ABDtaktik açıdan halkların inisiyatif kazanması-nın önünü açacaktır. Gelişmeleri izleyenKADEK, ortam yeterli bir olgunlaşmaya ula-şınca demokratik serhildanı daha da gelişti-rerek bölge haklarının inisiyatiflerini ortayaçıkaracaktır. Demokratik serhildan, temelmücadele biçimi olarak devrede tutulacaktır.Kürt halkının ve bölge halklarının demokra-tik serhildanının saldırıya uğraması halinde,savunma savaşı devreye sokulacaktır.Halkların temel mücadele aracı demokratikserhildandır. KADEK, Kürt halkını her geçengün daha fazla bu aracı kullanmaya sevkedecektir. Savunma savaşı demokratik ser-hildanın hizmetinde tutulacaktır. Devameden demokratik serhildan, süreç ilerledikçehem yayılarak hem de güçlenerek halklarındemokratik birlik çözümünü mümkün halegetirecektir. Gerek ABD’nin, gerekse bölgerejimlerinin demokratikleşme yönündekiadımları desteklenirken, esas çözüm gücüolarak halkların demokratik inisiyatifi gelişti-rilerek sonuca gidilecektir.

KADEK, artık Ortadoğu’da yeni bir tarihisürecin başladığını, Irak’taki savaşla başla-yan tarihi sürecin geri dönülmez bir noktayageldiğini ilan etmektedir. Kürt halkının öncü-lüğünde komşu bölge halklarının demokratikinisiyatif kazanmaları halinde Ortadoğu’nundemokrasinin, özgürlüklerin ve insan hakla-rının egemen olduğu bir alan haline gelece-ğinin bilinciyle demokratik güçleri mücadele-ye çağırmaktadır. Başkan Apo’nun Demok-ratik Uygarlık Manifestosu’nu geliştirirken,“Demokrasi zafer kazanmıştır. Halklarınzamanı gelmiştir” belirlemeleri nelerin ya-pılması gerektiğini ortaya koymuştur. Biz dediyoruz ki, Kürt halkı demokratik mücadelebayrağını daha da yükseltmeli, topyekün de-mokratik serhildana kalkmalı, kendisiyle bir-likte bölge halklarını harekete geçirmelidir.Süreç demokratik serhildanı yükseltmemizive halkların demokratik kurtuluşunu gerçek-leştirmemizi emrediyor.

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 16: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

deyim, hangi kişiyle temasa geçersem geçeyim, onudört dörtlük mücadelenin emrine çekerim. Önderlikdediğin böyle olur. Kim olursa olsun tavrımız partitavrıdır ve sonuç partinindir.

Yüzlerce ilişkiniz var, ancak bunların neye ve ki-me hizmet ettiği pek belli değildir, hepsi karışıktır. Builişkiler sizi imhaya götürüyor, ama siz bunun farkın-da bile değilsiniz. Bu tutumlar birçok tehlikeli anlayı-şın türemesine yol açıyor, bunu bile göremiyorsunuz.Böyle parti militanlığı olmaz. Ben şunu belirtmiştim:Nasıl ki onsuz edemediğiniz bazı alışkanlıklarınızvarsa, partinin de bazı tarzları ve özellikleri var, onlarolmadan hiçbir şey yapamazsınız. Parti tarzı bütünalışkanlıkların önünde gelir. Seviyenin ne kadar dü-şük olduğunu anlıyorum, ama yükselmeyi bilmek devazgeçilmez bir görevdir. Tümünüz bunu yapmasa-nız bile, içinizde mutlaka biraz daha akılı olanlar var-dır ve onlar bu işin önünü tutabilirler. Eğer kazanmakistiyorsanız, doğruya gelmekten başka çareniz yok-tur. Başka türlü sizi yaşatmak da mümkün değildir.Halkı yaşatmak, sizi yaşatmak çok zordur. Sizi nasıltaşıyacağız? Yedirip içirerek bir yerden bir yere aktar-maktan tutalım, savaş gibi çok ciddi bir olaya yaklaş-tırıncaya kadar sizi nasıl yürüteceğiz? Bunu kolaygörmemelisiniz, çünkü bu çok ağır bir iştir. Çoğunuzlime lime olmuş gelmişsiniz. Ama savaşa böyle gidil-mez. İki lafı bir araya getiremiyor, her an her türlü ha-taya açık bir kişilik sergiliyorsunuz. Savaş gibi yaşa-mın en ciddi olayına, en tedbirli yaklaşılması gerekenbir olgusuna siz de doğru yaklaşacaksınız.

15 Ağustos Atılımı dahil, gerillaya gidenlere, sizülkeye girdiğinizde ve eyleme katıldığınızda kaç günsonrasını hesaplıyordunuz diye sordum. “Yirmi dörtsaat sonrasının ne olacağını bile kestiremiyorduk” di-yorlar. Düşünün ki, uzun süre bütün birimlerin eylem-leri böyleydi. Eylem yapıyor ve silah sıkıyorlar, amaonun yirmi dört saat sonrasının ne getirip ne götüre-ceği umurlarında bile değildir. Parti adına silah sık-mışlar, o kadar. Oysa muazzam sorumluluklarınızvar. Siz bir asker vurdunuz mu, silahlı olarak dağaçıktınız mı üzerinize ordu gelir. Yirmi dört saat sonra-sını hesaplayamazsanız, sizi nasıl yaşatacağız? Par-ti içinde “orası beni ilgilendirmez” demek olmaz. Siziilgilendirmezse bu savaşı kim geliştirecek?

Bütün gruplarımızın kaderini gözden geçiriyoruz.Ama maalesef “silahlı eylemi başlattık, gerisini ta-mamlamak da bize düşer” diyen bir kişi çıkmıyor.Dünyanın hiçbir ülkesinde dışarıda on beş bindenfazla gerilla yetiştirilmemiştir. On beş bin gerilla ye-tiştirmeyi bırakın, Mao, Lenin, *Ho Chi Minh bile, el-li kişiden daha fazla kişi eğitmemişlerdir veya eği-timleri birkaç seminerden ibarettir. Bu sahada onbeş bin, belki daha da fazla militan yetiştirdim. Hemde bunları bir dış ülkede sıfırdan yetiştirdim. İnan-cından tutalım silahını omzuna takıp götürmesinekadar eğittim. Fakat bunlar en sıradan bir görevesahip çıkmadılar, hatta çok büyük bir sorumluluknoksanlığı sergilediler. Her şeyi bana yaptırmak is-tediler. Dünyada böyle bir örnek yoktur. Bunlar be-nim burada yaptığımın onda birini o dağlarda yapa-bilselerdi yine iyiydi.

Bir devrimci entelektüel

yönetsel, örgütsel ve siyasal çalışır

Parti terbiyesi, parti eğitimi, partinin inancı vetarzı tutturulabilir. Bunun için zaman olmadığı-

nı da söyleyemezsiniz. Benden daha fazla zamanve olanak elde etmişsiniz. Demek ki sizde bu konu-da doğru bir yaklaşım, çalışma tarzı ve bu işin so-rumluluğu yoktur. Yoksa en iyisi o dağlarda gelişebi-lirdi. Bu sorumluluk anlayışıyla vatanı kurtaramazsı-nız. Vatan kurtarmayı bırakın, kendinizi ve hatta gü-nü bile kurtaramazsınız. Sizi kurtarmak başlı başınabir kurtuluş örgütü gerektirir. Halkı mı yoksa sizi mikurtaracağım? Adeta böyle bir ikilemle karşı karşıyabulunuyoruz. Çünkü çoğunuzun içinde bulunduğu

durum adeta kurtarmalıktır. Gelenlerin büyük birkısmı kendini kurtarmaya çalışıyor. Oysa bizim gö-revimiz halkı kurtarmaktır. Tüm bunları neden anla-yamıyorsunuz? Bunun karşısında “köylü kurnazlığıveya aydın ukalalığı işime geliyor” diyeceksiniz.“Neden büyük bir çabaya girişip pür dikkat kesileyimki! Sıradan bir çabayla yetinir, tembelce ve keyfim-ce bir katılımı yaşarım, bu benim çıkarıma daha uy-gundur” deyip kendinizi bırakıyorsunuz. Bu yaşanı-lan en lanetli toplum gerçeğimizdir ve bunun sizde-ki yansımasıdır.

İnsanoğlu her türlü hesap kuruyor. Yetişme tarzıonu her türlü şeye yatkın hale getirmiş. Ne versenalır, ne iç desen içer, ne yap desen yapar. İyiliğin, gü-zelliğin ve doğruluğun nerede ve nasıl olduğunu bil-mez. Düşmanın verdiği yemeği koşar adım ele geçir-mek için yarışır. Tamamen ihaneti sunar, ihanet içinyarışır. Biz böyle bir toplumdan geliyoruz. İçinizdeihanete tepki gösterecek kaç kişi var? Hatta kendini-zi düşünün: Yurtseverlikten kaçıp temel yücelik de-ğerlerine arkanızı döndüğünüzde veya onlara ulaş-ma gereğini duymadığınızda, düşmanın resmi düzenyaşamının bazı kırıntılarını ve olanaklarını yakaladı-ğınızda nasıl yarıştığınızı, nasıl koştuğunuzu bilmiyormusunuz? Birisinden kaçarke

n diğerine koşma nedir? Bu, ihanet koşusudur.İliklerinize kadar bununla dolu yaşamışsanız, tabii kikişiliğinizin ağır bir hastalık, ağır bir düşkünlük ve çü-rümeyle karşı karşıya olması anlaşılırdır. Devrimcieğitim, hiç olmazsa bunu biraz görüp gidermek için-dir.

Komuta ve öncülük çizgisine gelememenizin ne-denlerini ortaya koyuyoruz. Çocukların bile kendinibu kadar kandırdığını sanmıyorum. Çocukları ben detanırım; bir iki doğru şey söylediğinizde ona bağlı ka-lırlar. En tehlikeli çocukluk sizin çocukluğunuz oluyor.Çok inatçısınız, gerçeklere gözünü kapatmışsınız vebunu politikada da bir yöntem haline getirmişsiniz.Bütün bunlar yalnızca benim işim değildir; yaşamıdüzeltmek, ülke ve parti yoluna doğru koyulmak da-ha çok sizin işinizdir. Bu halinizle sizi ne yapalım? Si-zi kabul etmesek ortada kalırsınız. Yurtdışı, dağ başı,zindan söz konusu olduğunda insanı idam ederler.Düşman sizi paramparça eder. Bu ilgisizliğiniz, kayıt-sızlığınız, yöntemsizliğiniz, üslupsuzluğunuz, kısacabu yaşam tarzınızla başınıza neyin geleceğini kesti-rebiliyor musunuz? Gelen raporlara bakıyorum, gün-lük haberleri izliyorum ve bunları belirtmekten kendi-mi alıkoyamıyorum. Öyle hatalı kararlar var ki, bun-dan dolayı düşman her gün insanlarımızı parçalıyor.Dağ gibi insanlarımızı boşu boşuna kaybediyoruz.Bunun nedeni sağlam yönetimlerin olmamasıdır.Bunlar savaşın gereklerine göre olan kayıplar değil-dir. Savaşın gereklerini uyguladığınızda ise kayıp sı-fır olur. Savaşın gereklerinden ne kadar kaçarsanız okadar çok kayıp yaşarsınız.

Bu kadar kıyamet koparıyoruz. “Bizden adam ol-maz” diyemez veya bunu bana kanıtlayamazsınız.Çok iyi hatırlıyorum: Tapu kadastro memuruyken birköye gitmiştim. Bir köylü, “beyim, bu lafları bize anlat-ma, bizim kulaklarımız bu kadar uzun” diyordu. O za-man, bu nasıl bir adamdır ki, kendisine ‘uzun kulaklı-yız’ diyor diye düşünüyordum. Tuhaf, ama o sözü ba-na söylemişti. O zaman buna bir anlam veremedim.Fakat akıllı birisiydi. Bu sözü söylemesi bile onunakıllı bir köylü olduğunu gösterir. Çünkü benim nesöylemek istediğimi de, toplum gerçekliğimizi de,düşmanın bizi ne hale getirdiğini de biraz fark etmiş-ti. Hatırlıyorum: Bir tahta masa vardı, ben konuşur-ken o elini kütüğe vurdu, “bu kütüğü yeşertebilir mi-sin? Biz böyle kurutulmuş insanlarız” dedi. Bu teoriyegöre yaşamak, hiçbir şey bilmeyen köylülerden biledaha geri olmak demektir.

O açıdan bazen yaşamınıza bakıyor ve öfkeleni-yorum. Çünkü yaşamla oynuyorsunuz. Yaşamın na-sıl yürütülmesi gerektiğinin farkında bile değilsiniz.PKK içinde, hem de PKK’nin en önemli ve en temelkademelerinde bir yaşam tutturmuş tipler var. Kelle-

lerini koparsanız bu yaşam tarzından vazgeçmiyor-lar. Ne iş yapıyor ne de yaptırıyorlar; ama adları da‘yürütme’ olmuş. Ben bunlara “yürütmeme komitesi”dedim. Birçok komite ve kademe bu durumdadır. Ha-len kendime bunlar nasıl böyle oldular diye soruyo-rum. Biz mi çok zayıfız, yoksa bunlar mı çok güçlü?Aslında çok güçlü de değiller. Toplumda emekçilernasıl sayıca çoklarsa ve haklı oldukları halde nasılbastırılıp sömürülüyorlarsa, içimizde de bazıları bizebunu yaptırmak istiyorlar.

Biz topluma tamamıyla güç getiremeyebiliriz;ama parti içinde bunu halledebilir, parti içini çizgiyeve emeğe göre ayarlayabiliriz. Bu konuda “benPKK’liyim” diyene iş düşüyor. İşimizi neden yapma-yalım, başka ne derdimiz var ki? Siz bu iş için herşeyinizi ortaya koymadınız mı? O halde sürekli ‘güçgetiremedik, oyuna geldik, bazıları bizi bastırdı’ mıdiyeceksiniz? Toplumdaki sıradan geri köylü ile bututumun sahibi arasında hiç fark var mı? Onu jan-darma, sizi ise bir kariyerist bastırır. İkisi de aynışeydir. Köylüyü ağa kullanır, sizi ise örgüt içinde

ağalık yapanlar. Böyle gelmiş, böyle gidiyorsunuz.Bunlar doğru değildir. PKK böyle değerlendirile-mez. Bunlar şunu demeye getiriyorlar: “Biz adamolamayız, onuru temsil edemeyiz, başaramayız,birbirimizi boşa çıkarmak, bazı işleri tıkatmak veçirkinleşmek zorundayız.” Buna hakkınız var mı?Hiç olmazsa bizim partimizde buna hiç kimseninhakkı olmasa gerek. Israrla bunu kanıtlamak iste-yenlerin neyi konuşturduğunu anlamak zorundası-nız. Bazılarınız, hiç olmazsa “ben bu işte varım” di-yenler, bu durumlara ve bu tutumlara çok etkili ce-vap vermek zorundalar. Çünkü olan, dürüst olanla-ra, emekçilere, emeğin sahiplerine yani sizlere ola-cak. Bu açıdan çizgi devrimciliği çok önemlidir.Kendinizi toparlayın.

Politikleşmek, bu belirtilen çerçevede kendini to-parlamak, anlayış, bilinç ve tavır sahibi olmak de-mektir. Politik kişilik budur, örgüt kişiliği budur. Ek-meksiz ve susuz edemediğiniz gibi, politik kişilik, ör-güt kişiliği olmadan da yaşayamazsınız. Çünkü o si-ze daha fazla ve anı anına gereklidir.

Mücadele ve savaş gerçeklerimizin ruhuna,bilincine ve kişiliğine gittikçe daha fazlayaklaşıyor, dönüşümü adım adım sağlı-

yorsunuz. Lanetli geçmişinizi ve ne kadar hastalıklıolduğunuzu biliyoruz. Bunun bir kader olmadığını, çı-kışın bir yerden mümkün olduğunu, fakat bunun şim-diye kadar sandığınız gibi olmadığını, doğru yolun,yöntemin farklı olduğunu da biliyoruz.

İlk adımların sağlam gelişmesi için büyük çabagösterdim. Hemen her an bu işin inancını ve bilincinigeliştirdim, bu işin pratik gereklerini olağanüstü diye-bileceğim bir tarzda yapmaya çalıştım. Ancak yoldaşdiye bellediklerimizin inanılmaz saflıkları, hamlıkları,kayıtsızlıkları, ilgisizlikleri ve her türlü yetmezlikleriumduğumuzun ve beklediğimizin dışında birçokolumsuz gelişmeye yol açıyor. Bir yerde neredeysedüşmanı bir tarafa bırakıp kendimizle uğraşıyoruz.Demek ki, lanetli olmak bu sonuçları doğuruyor. Bukadar ayıplı, bu kadar düşmüş bir toplumdan bunlarçıkabilir. Bizim bütün umudumuz bu durumu yerinde

kavrayacağınız yolu, hızlı ve keskin adımlarla tuttura-bileceğinizdi. Bizde önemli olanın tempo ve tarz oldu-ğunu şimdi daha iyi anlıyoruz. Bu lanetli durumdankurtulmanın tek çaresi doğru tarz, doğru tutum vedoğru tempodur. Yeterli tempo olmadan, bu durum-dan sağ çıkmak mümkün değildir. İsyanlar ve müca-dele tarihimiz bunu çok açıkça gösteriyor.

Korkunç yenilgili kişilikler kendini Önderlik ger-çeğine yansıtırsa, belanın en büyüğü ortaya çıkar.Bu her devrimde biraz yaşanıyor, ama bizimki ka-dar ağır ve sancılı değildir. Bizimki kadar kendiniuğraştıran bir devrim örneği bulmak gerçekten zor-dur. Fransız Devrimi’nde, İslam Devrimi’nde, EkimDevrimi’nde sapmalar ve birbirleriyle savaşmalarçok yoğundur. Ama yine de onların tarzı anlaşılır vebir yerinde yer alınıp gereken neyse rahatça yapı-labilir; bu ister şu safta, ister bu safta olabilir. Bizdeise muğlak, karmaşık ve çok yanılgılı bir duruş var;hangi kişinin neye oynadığı ve kimi tuttuğu belli de-ğildir. Kendini o kadar karmaşık hale getirmiş, o ka-

dar nitelikten uzak ki, neye hizmet ettiğini kendiside kestiremiyor. Hangi çizgiyi, hangi politikayı yürü-tüyor ve bunu pratiğe nasıl yansıtıyor, farkında biledeğildir. Çaresizlik de işte buradadır.

Muğlaklık ve netsizlik dediğimiz yaklaşımlarınızınuzun süre devam etmesi çok belirgin bir özelliğinizoluyor. Yetersiz yaklaşımlarla çabanızın neye hizmetettiğini, kime yol aldırdığını görememe durumunuzvar. Biz buna karşı başından beri çok tedbirliydik,olağanüstü bir sınıf çizgisini uyguluyorduk, çok has-sastık. Emeğin lehine herkesi çatıştırmada çok üstünbir uygulayıcıydık. Maalesef en proleterim, en yoksulkökenliyim, en emeğe bağlı olanım diyeni de dahil ol-mak üzere, kime nasıl çalıştığını kestiremeyenler ne-redeyse bizde ağırlıklı bir kesimi oluşturuyor. En tu-haf olanı da bu gerçekleri bir an önce görüp bir türlüsınıf çizgisine gelemeyişinizdir. Muğlaklığın, kafa ka-rışıklığının neye ne kadar hizmet ettiğini tam kestire-meme sonucunda yılları adeta çarçur etme ortaya çı-kıyor. Bunu yaşamanız insanı umutsuz kılıyor veyayazık ediyorlar diyecek noktaya getiriyor. Gamsızsı-nız, fazla endişeleriniz yoktur. Çizgi de söz konusuolsa, kendinizi çaresiz bırakıyorsunuz. Çizgi savaşı-mı için yerinde ve zamanında çalışıyoruz. Sizin iseonun sonuç almasına kendinizi vermeniz şurada kal-sın, çizgi savaşımı neredeyse aklınıza bile gelmiyor.O zaman sizlerle ne yapacağız? Kendinizi yormazsa-nız, savaşı yoğunlaştırmazsanız sizi nasıl yaşatacak,öncülük yapılmadan nasıl savaştıracağız?

Toplumumuz sonuna kadar teslim olmaya yatmışbir toplumdur. Siz ise bu durumu parti içinde adetadüşmanın topluma dayattığı teslimiyetin yansımalarıolarak yaşıyorsunuz. Direngenliğin, karşı koymanınkişiliğini sergilemiyorsunuz. Yaşama ve örgütlenme-ye yansıyan, özellikle daha çok düşman gerçeği veonun tanınmaz hale getirdiği kişiliktir. Tek başıma yıl-larca bu işlerle uğraştım. Çizginin bir milim bile sap-tırılmasına fırsat vermedim. Çizginin olanaklarınıbaşka sınıfın, başka gücün şu veya bu çıkarına kap-tırmadım. Bu kesimlerin hepsini çalıştırdım, hepsinidevrim çıkarları için kullandım. Ama siz elinize verdi-ğimiz dört dörtlük olanakları başkalarına peşkeş çek-tiniz veya kendinizi adeta onların hamalı yerine koya-rak sömürttünüz. Köylüler, hamallar, marabalar nasılsömürülüyorsa, parti içinde de diğer sınıflar adına öy-le bir sömürü kaynağısınız. Çizgi anlamında, ideolo-jik politik kullanılma anlamında öylesiniz. Küçük bur-juvalar, her türlü orta yolcular sizi kullanıyorlar, ancakbunun farkında bile değilsiniz.

Parti tarzı

bütün alışkanlıkların önünde gelir

Kendine sahip çıkamayanın, emeğine sahip çı-kamayanın bütün hal ve hareketleri öfkelendiri-

cidir. Sizin saygı ve bağlılık anlayışınıza fazla anlamveremiyor ve bunu çok geri buluyorum. Bu anlayışproleter çizgi esaslarını –proleterden başka adınıhalk veya insanlık koyalım– fazla temsil etmiyor, öz-gürlük gücü ve kendini koruma gücü olamıyor. Kendiyaşam tecrübemle bu hareketi böyle geliştireceğim,ama birçok yönetim ise o alanlar ve olanakları öylekullanacak! Burada büyük bir çelişki var. Parti içi eği-tim, çizgi eğitimi bu nedenle çok önemlidir. Kendinizibu kadar gamsız, tasasız bırakmanız ve hiç utanıpsıkılmadan “ben varım” demeniz fazla saygı yaratmı-yor, fazla anlam bulamıyor.

Bir insan kendine çekidüzen vermeyi, kendini mü-cadele gerçeğine ve şu anda yürüttüğümüz savaşı-ma biraz doğru yaklaştırmayı, ona güç getirmeyi veyürütme gücü olmayı, ona ister üst düzeyde isterseen alt düzeyde bir katkı sunmayı ve her düzeyde birçalışanı olabilmeyi sağlayabilmeliydi. Bunlar nedenolmuyor? Yaptığınız bütün iş, “bastırdık, bastırıldık”demektir. Ağzınızdan bundan başka bir söz çıkmıyor.Ne kadar etkisizleştiğinizi, ne kadar rol oynayamadı-ğınızı belirtiyorsunuz. Önder kişi, militan kişi böyle ol-

maz. PKK Önderliği bu konularda muazzam bir çaba-nın sahibiyken, sizin buna dayanarak böyle ucuz ya-şamayı kendinize nasıl yakıştırdığınızı anlayamıyo-rum. Kendime senin neyin eksik diye her gün soruyorve bin kez bunu cevaplandırıyorum. Hem bu kadarbize bağlısınız, hem de birçok yönüyle benim kendi-mi adamadığım kadar kendinizi bu işe adıyorsunuz,o halde sonuç almada ve işleri sağlama bağlamadaneden bu kadar beceriksizsiniz? Çoğunuzu köylüyebenzetiyorum. Nasıl yaşadığınızdan bile habersizsi-niz. Durumunuza, neye ve kime çalıştığınıza, kiminaskeri ve hizmetçisi olduğunuza bakarak buna dahaiyi cevap verebiliriz. Biz bu dünyada niçin yaşıyoruz?Bütünüyle kime çalışıyor, kimin kullanımında, kiminstratejisinde yer tutuyoruz? Halk dediğimiz gerçekli-ğimiz kimin hizmetinde, kime ucuz çalışıyor? Gençle-rimiz, her soydan insanlarımız kimin malıdır? Partiiçindeki yansımalar biraz da bu durumun ifadesidir.Bu konuda kendinizi yıllarca sorguya çekebilmeliydi-niz. Neden kendinizi sorguya çekemediniz, nedenkendinizi yetiştirmediniz diye sizi suçlamıyorum. Amabir yerden ve birkaç temel kavramı belledikten sonraişin gereği üzerine düşünecektiniz. Niye kolaya kaçı-yorsunuz? Sıkı bir eğitim ve kendinizi yetiştirme ol-madan, yaşamın kenarından bile geçemezsiniz. Ya-şama bu kadar ucuz, bu kadar sorumsuz, bu kadargafil yaklaşma, kime ve neye mal olduğu belli olma-dan katılma sizin tarzınız oluyor.

Birçok hastalıkla istemediğiniz halde partiye zararveriyorsunuz. Başkalarına çok imkan ve fırsat sunu-yor, bizi de, ortamı da kargaşaya boğuyorsunuz. Si-ze bu kadar yol ve yöntem gösterdikten sonra bir ça-lışmanın başına geçmek çok zor mudur? Fedakarsı-nız, korkak değilsiniz, hayatınızı da adamışsınız;ama her şey sadece bununla sağlanmaz. Kaldı ki,tek başına ele alındığında bu kendini kurban etmedir.Size göre birileri sizin sahibinizdir, aşirete kendinizikurban etme durumunuz var. Kaldı ki, bir sosyalistveya bir emek savaşçısı kendini böyle kullandırtmaz.

Yüzlerce eğitimden geçiyorsunuz. Ama buna rağ-men herhangi bir birimin başına bir belalı çıkıyor, birkişi bile buna dur diyemiyor. Biri çıkıp herhangi bir ça-lışma alanında, bir çalışma birimimizde bu tavrı ser-gileyemiyor. Yıllardır tanıdığım birkaç yaramaz kişivar. Bunlar birimlerin, alanların başına bela olmuşlar.Bazıları da kendini sanki onsuz bu mücadele yürüye-meyecekmiş gibi bir anlayışa kaptırmış. Oysa bunlarbaş belasıdır, bunları içinizden atarsanız gelişmeolur. Ancak birbirlerine dokunmuyorlar bile. “Birbiri-mizle uzlaştık” demeniz bunun ifadesidir. Bu haliniz-le tıpkı tutucular koalisyonu gibisiniz.

Parti içinde birbirini etkisizleştirme çabaları var.Bununla nereye varacaksınız? Ben de biraz uzlaşı-yorum, ama uzlaşırken kırk türlü gelişme tedbirimi dealıyorum. Önderlik tarzını tüm gücünüzle uygulama-nız beklenemez. Tamamen benim gibi yapın da de-miyorum. Ama hiç olmazsa kendinizi kurtaracak,kendinize parti üyesi dedirtecek bir tarza ve güce ula-şın. Bir yeteneğiniz olsun, yeterliliğiniz sağlansın.Göreviniz bu değilse, PKK’ye neden katılıyorsunuz?PKK’nin bu tarzına, bu yeterliliğine ulaşmadıktansonra PKK’lilik nerede kaldı? Sadece “ben şikayetederim, olmadıysa kendimi yere atarım” demek PKKtarzı mıdır? Sıradan bir üye haline gelmeyi bile ba-şarsanız o da iyidir, ama siz onu da yapamıyorsunuz.O zaman parti sizi ne yapsın? Kendi yaşamınızı birazgözden geçirirseniz, kafalarınızın dağınık ve kişilikle-rinizin yoğunlaşmış olmaktan uzak olduğunu görür-sünüz. Kendinize yazık ediyorsunuz. Saflarımızdagafil kişilik çok etkili, çaba çok yetersiz, doğruya hük-metme ve onu amansız takip etme yok denecek ka-dar azdır. Bir yere giderken eğer iki doğru lafı söyle-yemeyeceksem, iki doğru tavrı sergileyemeyecek-sem neden gideyim diye kendime sorarım. Eğer birşey veremeyecek durumdaysam neden karşınıza çı-kayım? Herhangi bir toplantıda herhangi bir tavır ve-ya politika belirleyemeyecek durumdaysam ne diyebu işlerle uğraşayım? Şu anda nereye gidersem gi-

1166 1177

“Önderlik tarz›n› tüm gücünüzle uygulaman›z beklenemez.

Tamamen benim gibi yap›n da demiyorum. Ama hiç olmazsa kendinizi

kurtaracak, kendinize parti üyesi dedirtecek bir tarza ve güce ulafl›n.

Bir yetene¤iniz olsun, yeterlili¤iniz sa¤lans›n. Göreviniz bu de¤ilse,

PKK’ye neden kat›l›yorsunuz? PKK’nin bu tarz›na, bu yeterlili¤ine

ulaflmad›ktan sonra PKK’lilik nerede kald›?”

“Politikleflmek, bu belirtilen çerçevede kendini toparlamak,

anlay›fl, bilinç ve tav›r sahibi olmak demektir. Ekmeksiz ve susuz

edemedi¤iniz gibi, politik ve örgüt kiflili¤i olmadan da yaflayamazs›n›z.

Çünkü o size daha fazla ve an› an›na gereklidir. Ben de ö¤renciyim

ve sizin gibi ö¤reniyorum. Ama bana ö¤reten de yoktur;

her gün hayat›n kendisinden ö¤reniyorum. Ama hiçbir zaman

ciddi bir yetersizli¤e düfltü¤ümü hat›rlam›yorum.”

PPKKKK TTAARR‹‹HH‹‹NN‹‹ ‹‹YY‹‹ BB‹‹LLMMEEYYEENNLLEERR

PPKKKK KK‹‹fifi‹‹LL‹‹⁄⁄‹‹NN‹‹ DDOO⁄⁄RRUU TTEEMMSS‹‹LL EEDDEEMMEEZZLLEERR

PPKKKK TTAARR‹‹HH‹‹NN‹‹ ‹‹YY‹‹ BB‹‹LLMMEEYYEENNLLEERR

PPKKKK KK‹‹fifi‹‹LL‹‹⁄⁄‹‹NN‹‹ DDOO⁄⁄RRUU TTEEMMSS‹‹LL EEDDEEMMEEZZLLEERR

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 17: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

Ben de öğrenciyim ve sizin gibi öğre-niyorum. Kaldı ki, bana öğreten de yoktur;ben her gün hayatın kendisinden öğreni-yorum. Ama hiçbir zaman ciddi bir yeter-sizliğe düştüğümü hatırlamıyorum. Müca-dele tarihimize bakın: Acaba sizin gibi tekbir gün ciddi bir yetersizliğe, bir örgüt ça-lışmasının başarısızlığına uğramış mı-yım? Hayır, yaşamımın bütün önemli dö-nemeçlerinde çıkışlar ve sonuçlar güçlüve başarılıdır. Bunu inceleyin ve araştırın.Hemen her dönemin, hatta her günün he-sabını yapın. Göreceksiniz ki, hep kazan-dırma, yetkinleştirme ve hakimiyet vardır.Bu konularda ilerleme ve başarı kesindir.Bu bize hakim olan anlayıştır. Bu konudakendinize bakın, birçok şey elinizden alın-mış, hatta kendinizi kaybetmişsiniz, amabunun farkında bile değilsiniz. Yaşamınızelinizden kayıyor, ancak bunun karşısındatedbir bile alamıyorsunuz.

Birey neden bu kadar bitik oluyor? Ba-kıyorsun, aniden kendini kurban etmiş. Bu-nu yadırgıyor, bu biçimi tehlikeli buluyo-rum. Kendi canınıza böyle kıyamazsınız.Hamal gibi çaba harcıyorsunuz, ama birdevrimci hamal gibi çalışamaz. Bir devrim-ci entelektüel, yönetsel, örgütsel ve siyasalçalışır. Demek ki, en büyük kabahatinizkendinizi zamanında eğitmeyişiniz ve sa-vaş gibi çok ciddi bir olaya çok donanımsızyaklaşmanızdır. Biz de onu telafi etmeyeçalışıyoruz. O açıdan da hiç olmazsa bun-dan sonra önümüzdeki çok önemli aşama-ya yeterli bir partililikle cevap verelim.

PKK aydınlatan ve

güç getiren bir harekettir

Parti tarihini öğrenmenin ne kadarönemli olduğu açığa çıkmıştır. PKK

tarihini iyi bilmeyenler devrimci olamaz,bunlar ne PKK kişiliğini ne de savaş kişiliği-ni doğru temsil edebilir. Bizim için tarihi bil-mek günü kestirmek için çok gerekli, gele-ceği kazanmak için şarttır. Parti tarihi bizimvarolma tarzımızdır. Parti tarihi bilinmedenPKK’li olunamaz. Parti tarihini bilmek deyetmez. Bunu bütün kişiliğinize nakşetme-den, bütün kişiliğinizi parti tarihine göre ye-niden yaratmadan, yani bunun yoğunlaş-masını bütünüyle özünüze yansıtmadanPKK’li olduğunuzu söyleyemezsiniz. Bu bi-raz tarihle, PKK adına olup bitenlerin doğruve yanlışlarıyla özümsenmesiyle, yanlışlarıreddeden ve doğrulara evet diyen bir kişili-ğe ulaşılmasıyla mümkündür. PKK’de ya-şam tarzı budur. Bu açıdan tarih sadece birbilgi birikimi değil, tümüyle bir yaşam tarzı-dır. Yeteneklerinize sızan veya onları can-landıran gerçek tarihimiz, gerçek özgürlükve kişilik tarihimizdir. Bundan mutlaka so-nuç çıkarmalısınız. Parti tarihini bilmemek,ondan da öteye bu tarihi özümseyememek-ten, dolayısıyla keyfe göre bir PKK’li olarakyaşamaktan bahsetmek, tamamen kendinialdatmak ve ucuz anlatımlarla dile getirdiği-niz muğlak kişiliği yaşamak demektir.

Hatta bu tarihi daha çeşitli yönleriylegörmek gerekir. Aslında buna tarih de de-miyorum. Bizim için şu an, hatta gelecekçok önemlidir. Çünkü biz tarihi fazla yaşa-madık, PKK’yi bütün halka ve bütün halkıda PKK’ye mal etmedik ki bu tarih olsun. Biranlamda tarih, yenilenlerin tarihinin yenen-lerce, yenenlerin tarihinin ise yenilenlerceyaşanmasıdır. Biz tam ne yendik, ne yenil-dik. Yani tarihi yaşamadık veya tarihi fazlayaratamıyoruz. Tarihi yaratmak, amaç edin-diklerimizi tam yaşamak ve bunun da geç-mişte kalması demektir. İlk ortaya çıktığı-mız gün söylediklerimiz halen söyleniyor.Demek ki tarihi tam yaratamamışız.

Her zaman yeni başlangıçlar yapmak

gerekiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir an-lamda yeniden ele alınıyor. Yeni bir PKKyaratalım derken bunu kast ettim. YenidenPKK’lileşmek neden mümkündür? Çünkühenüz canlı bir tarihin içindeyiz ve tarihiyeni yazıyoruz. O açıdan da PKK’lileşmekher an mümkündür. Tarihi geçmişe ait birbilgi birikimi gibi görmemek gerekir. Tarihşu andır, tarih önümüzdeki dönemin bilincive tavrıdır. Dikkat ederseniz, bütün değer-lendirmelerimiz PKK üzerinedir. PKK’ninnasıl olduğunu, savaşçı özelliklerini, terbi-yesini ve hemen her husustaki özellikleriniaçıklığa kavuşturmak için uğraşıp durduk.Tarihle de fazla ilgilenmedik. Çünkü şu an-da önemli olan PKK’nin kendisidir. Bir ön-cü örgüt olan PKK’nin yasalarına ve özel-liklerine tam ulaşamazsak, ondan sonrası-na adım atamayız; atarsak –ki, bu kadarkayıp verdik, bu kadar imha süreçlerindengeçtik– daha kötüsü başımıza gelebilir veçabalarımıza yazık olur.

Sizin de binlerce şehide karşı sorumlu-luklarınız var. Bugünden tedbir almazsak,belki de şimdiye kadar olandan daha fazlakayıp önümüzdeki yıllar ortaya çıkar. Bunuönlemek için parti silahına bütün yönleriylesarılmak gerekmektedir. Ben sorumlu biri-yim, kendimi düşmana kolay kaptırmam.Siz geliyor, “bizi nereye götürürsen götür”diyorsunuz. Öyle şey mi olur? Öncüye, ön-dere yaraşır biri olacaksınız. Ben bu hali-nizle neden sizi taşıyayım? Zorla “seninsırtına binip yürüyeceğim” diyemezsiniz.Bir yoldaş gibi sağlam yürüyecek, ne de-sek onu anında anlayacak ve anında ya-pacaksınız. PKK yoldaşlığı böyle olur. Ba-zıları nasıl bunaldıklarını, nasıl kendileriniyük edip yere attıklarını, nasıl hastalık nu-marası yaptıklarını raporlarda dile getiri-yorlar. PKK yoldaşlığında bunlar hiç olurmu? Ama şu anda olan budur. Saflarımızneredeyse hastalar yuvası haline gelmiş.Ama PKK sağlam insanların yeridir. PKKaydınlatan ve güç yetiren bir harekettir.Böyle PKK’lilik hiç olur mu? Dünya benimüzerime geliyor; ama ben kendimi sizin ka-dar yere atmadım, sizin kadar çaresiz debırakmadım. PKK adına bu tutumlarınızkabul edilemez. Genelde yaşamı, özeldeparti yaşamını siz nasıl anlıyorsunuz?

Bütün bu çabalarıma rağmen, sağlamyürüyüp yürümediğime dair her gün kendi-mi sorgularım. Çünkü bir halk adına hare-ket ediyorum. Milyonlarca insanın kaderibize bağlanmış. Bu sizin için de geçerlidir.Siz kendi adınıza değil, bir parti adına ya-şıyorsunuz. PKK adına yaşamakla –otuzkırk milyon Kürt var, hatta sadece Kürtlerde değil– insanlık adına büyük bir eyleminiçindesiniz demektir. Bu, sizden dört dört-lük kişilik ister. Aksi halde çok yaramaz,çok gafil ve kendini bilmezin teki olduğu-nuz ortaya çıkar. Kimin adına hareket edi-yorsunuz? Bunca şehit var, bunca direniş-çi var, bunca onur var; siz bunu temsil et-mek üzere PKK içindesiniz. Onlara layıkolacak ve onların hakkını vereceksiniz. Ak-si halde PKK’liliği kendimize yakıştırabilirmiyiz? Düşünün ki, PKK’nin bu kadar şehi-di, bu kadar günlük direnişçisi, varıyla yo-ğuyla kendini adamış milyonlarca insanıvar. Bunların hepsine nasıl layık olacaksı-nız? Bütün bunlar bir gerçekse, o zamankendinizi sağlam yapmaktan başka hiçbirtercihiniz veya kendinizi mükemmel ve ye-terli kılmaktan öteye başka bir uğraşınız veendişeniz olamaz. Tam tersine, buna ulaş-mak için hem her şeyinizi ortaya koymanızhem de nefes nefese kendinizi vermenizgerekir. PKK’ye başlangıç yapmak budur.

İlk günden de bu böyle anlaşılmalıydı.Bu işi saflara gelir gelmez böyle anlarsınızsandım. Sonradan anladım ki, gelenler her

türlü hastalıkla gelmiş-ler. İnsan gözlerine ina-namıyor. Ne kadar bela,ucube tip varsa hepsiPKK’ye gelmiş. Onlaraşunu belirtiyorum: Top-lumun sizi düşürdüğünüanlıyoruz. Ama artıkPKK’ye geldiniz. Bu ko-nuda yönetim yetersizli-ği olmamalıdır. Gelenher insanımıza doğru

sözü söyleriz. Bundan sonra sizden dedoğru bir katılım beklemeye ve sonuna ka-dar böyle yürümenizi istemeye hakkım var.Sizinle ilgilenmemiz tamdır. O zaman sizinkatılımınızın da tam olması gerekir. “Beneskiden kendini bilmezin biriydim, eskidenalışkanlıklarım vardı” diyemezsiniz. Bualışkanlıklarınızın hepsini bıçakla keser gi-bi keseceksiniz. Asker olmaya geldiniz.Bunun disiplini ve her yönüyle tetikte olma-sı gereken bir yaşam tarzı var. Herkes sa-vaşan bir örgüt olan PKK’ye geldiğini bili-yor, siz de öyle geldiniz. Öyleyse “böyle ol-duğunu bilmiyordum” diyebilir misiniz?PKK her gün basın yayına yansıyor, dağlarve nasıl savaştığımız bellidir. Demek ki,neye giriş yaptığını hemen herkes bilir.

Söz ya da iyilikle terbiye olmayanınhakkı kötektir denilir. Kötek, en acımasızbir uygulamayla karşı karşıya gelmek de-mektir. Kaldı ki, devrimcilerin kötekle us-lanmasından bahsedemeyiz. Biz kötekleeğitimi kabul etmiyoruz. Particilikte, ordu-culukta “ben kendimi kontrol edemiyorum,disipline gelemiyorum, yaşama gelemiyo-rum” demek yoktur. Partiye ve orduya gel-dikten sonra disipline, zora, ilgiye, yöneti-me ve örgütlenmeye gelememe suçtur. Enbaşta komutan, önder kişi bu işin en iyi uy-gulayanı olacaktır. Komutan her düzeydeyeterliliğini ifade edecek ki, sıradan savaş-çı da yeterliliğe gelsin.

PKK tarihi önderlik tarihidir

Önderlik olayı çok kapsamlı bir olay-dır. Kürdistan halkının tarihi boyun-

ca doğru bir tarzda kavuşamadığı ve buyüzden her şeyini kaybettiği bir kurumu te-orik ve pratik gelişimi içinde anlamaya,kavramaya ve özümsemeye çalışıyorsu-nuz. PKK önder örgüt demektir. PKK dev-rimciliği, önder devrimcilik demektir. PKKtarihi, önderlik tarihi demektir. Bu, bendetemsilini nasıl bulur, bütün PKK’lilerde ve-ya bir PKK üyesinde temsilini nasıl bulur?İyi bir PKK’lilikte veya yetersiz bir PKK’lilik-te temsilini nasıl bulur? Unutmayalım ki,şimdiye kadar ki tarihimizde kendimiz içinönder demeyi bilemedik. Halen önderliktarzına göre yaşayanlarımız parmak sayı-sı kadar bile değildir. Bağımsızlık ve öz-gürlük savaşımının önderi, özgür yaşamınönder gücü, tarzı ve tipi nedir, kimdir, na-sıldır? İşte bunları gösteremiyorsunuz. Şuanda en temel sorun budur. Bütün bu ça-balarım bir tarihi önderlik boşluğunu dol-durmak için değil, önderlik adı altında da-yatılan büyük ihaneti ve gafleti açığa çı-karmak ve mahkum etmek içindir. Onunyerine doğru bir önderlik anlayışını, önder-likte teorik düzeyi geliştirmeyi ve dahasonra bunu pratik olarak adım adım orta-ya koymayı, yalnız ortaya koymayı da de-ğil yürütmeyi gerçekleştirdim. İşte PKK ön-derlik tarzı, cephe önderlik tarzı ve orduönderlik tarzı budur.

Artık Kürt halkı kendisi için savaşan birhalk, yenilmeyen bir halktır. Bu işleri kolaymı sanıyorsunuz? Doğru bir önderlik tarzıolmasaydı, yirmi dört saat bile direniş gös-terilemezdi. Barzani’ye,Şeyh Said’e, hatta tarihtebaşkaldırı yapmak isteyenle-rin tümüne baktığınızda,ömürlerinin bir haftalık oldu-ğunu görürsünüz. Bunu iyiinceleyin. Kaldı ki, bu önder-likler işbirlikçilik durumundanbile kurtulamamışlar, bağım-sızlığa yaklaşamamışlardır.Ona rağmen önderlik yapa-mamışlar, mahvolmuşlar vedaha kötü durumlara düş-

mekten kurtulamamışlardır. İsyanlarınınbedelini kelleleri ile ödemişler ve hiçbir mi-ras bırakamamışlardır. Kürdistan’da önder-lik tarihini değerlendirirken, nasıl bir tehlike-li bitiş tarihini yaşadığımızı göreceksiniz.Mutlak anlamda düşmanın önderliği askeri,siyasi, ekonomik, kültürel, kısacası her dü-zeyde ne kadar etkin ve egemendir? Bu-nun yanında şimdiye kadar ki önderliklerinne kadar işbirlikçi ve bağımlı olduklarını gö-receksiniz. Bunları görmeden, PKK Önder-lik tarzını anlamak mümkün değildir. PKKÖnderliği’ni anlamadan direnmek, özelliklesilahlı direnmek çılgınlıktır. Çünkü bununucunda ölüm vardır. PKK Önderliği’ni anla-madan ve gereklerini yerine getirmeden sa-vaşa gitmeyin, dağlara çıkmayın ve halkınsaflarına girmeyin. Bunların gereklerini bi-raz anladığınızda mücadeleye katılabilirsi-niz. Yoksa kendinizi neden bela edeceksi-niz ki! Anlayın ve işin içine öyle girin. Ken-dinizi ölçüp biçin, baktınız ki biraz sağlam-sınız, o zaman işlere yüklenin.

Kendim için de bunları belirtebilirim: BuÖnderlik nasıl ortaya çıktı, neyi esas aldı,nasıl başlangıçlar yaptı, kendisini bugünekadar nasıl getirdi? Tüm bu konulardaÖrderliği inceleyin, bol bol tartışın, hattagerekirse eleştirin. Bu bir halk önderliğidir,kendi tarihimizin büyük bir boşluğunu dol-durma girişimidir. Bunu tartışmak ve kav-ramak, kendini kurtuluşa hazırlamak vemilitan yapmak demektir. Biraz yaşama,saygıya, ölçüye ve edebe gelin. Bu siziniçin çok önemli bir fırsattır. Benim gibi biri-ni her zaman bulamazsınız. Kendimi buişe nasıl adadığımı bir ben bilirim, hiç ol-mazsa bundan yararlanın. Önderliksel birgelişme yaşadığınızda kendinizi ve insan-lığı kazanmanın, hem de ilk defa kazan-manın şanslısı olarak değerlendirin.

Düşmana ve onun önderliğine koşuyor,onun en kötüsünden hizmetinde yaşıyor-sunuz. Bunu bozmak çok önemlidir. Çünkügelişmenin adımını başka türlü atamazsı-nız. Şimdiye kadar bunları çoktan anlaya-caktınız. Eski Kürt tarzıyla önderlik yapıla-maz. Kaldı ki bu, önderlik tarzı değildir.Ağaların nasıl en değme işbirlikçi olduğunubiliyorsunuz. Ailenizin ve çevrenizin hepsi-nin düşmana hizmet etmek için ne kadaryanaştığını biliyorsunuz. Bunlar önder mi-dir? Bunlar işbirlikçi ve uşak bile değildir,ondan da kötüdür. Bunlar kendilerini birmeteliğe satıyorlar. Ben buna uşaklık biledemem. Uşak dediğin hiç olmazsa hizme-tinin karşılığında para alır ve bununla iyi biryaşamı olur. Bizimkilerin yaptığı ise çılgın-lıktır. Beterin beteri bir durum yaşanıyor.Hiç kimse ülkesini bu kadar ucuz terk edermi, bu kadar kendini bilmezin biri gibi yaşarmı? Bunları bir yana bırakın, hiç kimse par-timiz içinde Önderlik gerçekleriyle bu kadarçelişir, Önderlikle oynar bir biçimde yaşarmı? Yaşıyorlar işte. Görüyorsunuz ki, bun-ların hepsi ortadadır. Neredeyse bunun ka-der olduğunu bana onaylatacaklar. Bu tu-tumlar karşısında direnme gücümü göster-mez de boyun eğersem, “senin halk dedi-ğin, senin PKK’liler dediğin böyle, böylegelmiş böyle gideceğiz” veya “her şeyimiz-le karmakarışığız, nizam filan tanımayız;herkes bildiğini okur, herkesin bir tarzı var-dır ve onu uygular” diyeceksiniz. Nizam veterbiyeye gelmiyor, “biz eskiden de böyley-dik, şimdi de böyle olmak istiyoruz” diyor-lar. Bize dayatılan budur.

Bu tutumlarda inkar var; yoksa önderlikve siyaset yoktur. Siz “iyiyi yaşamak istiyo-ruz” diyerek, mecbur kalıp bize geliyorsu-nuz. PKK’ye koşuyor, “onda yaşam var” di-yorsunuz. Doğru, PKK’de yaşam var, amao yaşamı PKK’nin nizamı ve ölçülerinin

sağladığını bileceksiniz. Başka türlü sizikimse yaşatmaz. Düşmana koşmakta daserbestsiniz, ama düşman sizi yaşatmıyor.“Biz belalıyız” diyorsunuz, ama belalısınızdiye beni de mahvedecek değilsiniz. Benaz çok kendimi koruyacak durumdayım. Si-zin bu belalarınızın altında neden ezileyim?“Biz böyle yapabilir ve böyle yaşayabiliriz”diyorsunuz. Komuta ve yetkiyle oynama iş-te böyle başladı. Böyle yaşayamazsınız.

Tüm bunlar tarihimizle ilgilidir; Önderlikgerçeğinden ne kadar uzak olduğunuz veona ne kadar ters düştüğünüzle bağlantılı-dır. Kendinizi düzelteceksiniz. Önderlik tar-zına, parti ve ordu yaşamına gelmeniz siziniçin bu şarttır. PKK’nin nizamına, özüne veher türlü biçimine birincil planda yer vere-ceksiniz. Aksi halde sizi kimse yaşatmaz.Ben şimdiye kadar sizi yaşattım. Tabii bu-nun da nedenleri var. Önderlik gerçeğini in-celeyerek bu nedenleri iyi anlamalı, “Ön-derlik neden bize böyle tahammül edip biziböyle bir noktaya getirdi?” demeli; halk ola-rak, PKK’liler olarak, hatta gerillalar olarakbunu bol bol tartışmalısınız. Sizi bugünegetirmenin amansızlığını bir ben bilirim. Busabrın nedenleri vardır. Bunun başka çare-si de yoktur. Hiç olmazsa bundan sonrasağlam bir çıkış yapmak için bu bir nedenolabilir. Bunun için sizi taşımış olabiliriz. Bubiraz da insanlığımızla ilgilidir. Herkes sizebir yerinizden vuruyor ve tekmeyi sallıyor-du. Biz ise sizinle biraz insanca ilgilenmekistedik. Bir nedeni de bu olabilir. Buna ben-zer birçok neden sıralanabilir.

Bir gerçeğiniz var: Dünyaya savrulmak-la, ülkeyi tümüyle terk etmekle kendinizebir gelecek bulamıyorsunuz. Birbirinizi hiçesaymakla, her türlü örgütsüzlüğü yaşa-makla fazla güç sahibi olamıyorsunuz. He-piniz işsiz güçsüz ve perişansınız. Bununiçin size doğru bir önderlik gereklidir. Gü-ney’deki işbirlikçi önderliğin –ne kadar iş-birlikçi olduğu da tartışmalı aslında– birhalkı ne hale getirdiğini günlük olarak izli-yorsunuz. Öyle bir önderlik kaç para eder?TC’nin dayattıklarını yapıyorlar. Onların dane yaptığı bellidir. PKK’nin bağımsız ve öz-gür önderliği, PKK’nin önder militanları bü-tün bunlara çaredir. Şimdi bakıyoruz ki, on-lar da bütün nizamlarımızı ve kademeleri-mizi bozmakla uğraşıyorlar. Bunlar önderli-ğe bir cevap olabilir mi? Özellikle PKK için-de hiç kimsenin önderlikle oynamaya hak-kı olabilir mi? “Nizam ve disiplin zor iş, bu-güne kadar hep başıbozuk geldik, böyleyaşamaya alışmışız” diyeceksiniz. Sizidüşman öyle yapmıştır. Bu yaşamınız nor-mal insani bir yaşam değildir. Bir kendi ni-zamınıza bakın, bir de TC’nin ordu nizamı-na, parti nizamına bakın: Göreceksiniz ki,kılı kırk yaracak kadar ölçülüdür. Bize ya-kıştırılan böyledir. O halde kendi nizamımı-zı ve ölçülerimizi bulacağız.

Saflarımızda başıbozukluğu geliştiren,kendini konuşturan ve her türlü kuralla oy-namayı dayatan kimdir? Ben bunların adı-nın söylenmesini fazla doğru bulmuyorum.Tam tersine, bunların adının ağza alınmasıbile bana göre suçtur. PKK içinde PKK ni-zamı, PKK tüzüğü veya PKK yasası geçer.Hele ordu söz konusu oldu mu, tümüyle ni-zam gerekir. Önderlik gerçeği bütün bunla-rı açıklığa kavuşturur. PKK’yi tartışmak, biranlamda Önderliği tartışmak ve onu bütünyönleriyle değerlendirmek demektir. Ön-derliği tartışmak ise, örgütlenmek ve onaulaşmak demektir. Özellikle ordu örgütlen-mesinde bu Önderlikle sonuç alacaktır.Öyle anlaşılıyor ki, bu konuların anlam veönemini fazla idrak edememiş, etseniz depratikte özünüze indirgeyememişsiniz. Bukonuları anlamaktan başka çareniz yoktur

Sayfa 18 SerxwebûnMart 2003

“PKK tarihini iyi bilmeyenler devrimci olamaz, bunlar ne PKK kişiliğini ne de savaş kişiliğini doğru temsil edebilir.

Bizim için tarihi bilmek günü kestirmek için çok gerekli, geleceği kazanmak içinşarttır. Parti tarihi bizim varolma tarzımızdır. Ama sadece parti tarihini bilmek de

yetmez. PKK adına olup bitenlerin doğru ve yanlışlarıyla özümsenmesiyle, yanlışlarıreddeden ve doğrulara evet diyen bir kişiliğe ulaşarak başarılı olunabilir. PKK’de ya-

şam tarzı budur.”

“Önderlik olayı çok kapsamlı bir olaydır. Kürdistan halkının tarihi boyunca doğru bir tarzda kavuşamadığı

ve bu yüzden her şeyini kaybettiği bir kurumu teorik ve pratik gelişimi içinde anlamaya, kavramaya ve özümsemeye çalışıyorsunuz.

PKK önder örgüt demektir. PKK devrimciliği, önder devrimcilik demektir. PKK tarihi, önderlik tarihi demektir. PKK önderlik tarzı,

cephe önderlik tarzı ve ordu önderlik tarzı budur.”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 18: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

ve bu tek yaşam seçeneğinizdir. Aksi haldebaşkalarının hamalı olursunuz.

Benim kadar zapturapt altına alınmasızor hiç kimse yoktu. Kurallara karşı çıkar-dım, ama en son vardığım nokta en büyükdisiplin ve nizam noktasıdır. Siz bendendaha fazla mı maceracısınız veya özgür-lükçüsünüz? Ben kendimi bu kadar disipli-ne ve nizama bağladıktan sonra, siz kırkkat daha fazla öyle olacaksınız. Yaşadığı-nız gafleti aşarsanız, o zaman bunun böy-le olduğunu görürsünüz. PKK’de sonunakadar tartışma özgürlüğü var. Hiç kimse si-ze zorla “gelin, katılın” diye yalvarmıyor.PKK’ye gönüllülük temelinde gelinir, amagelindikten sonra onun gereklerine de bağ-lanmak işin özü gereğidir. “Ben hem geli-rim hem de bu işin gereklerini göz önünegetirmem” demek, kendimizle alay etmekdemektir. Biz bunu kabul edemeyiz. Öyleanlaşılıyor ki, bu hususları anlayamadınız,hakkını veremediniz ve yaşama dönüştü-remediniz; sonuçta PKK’ye yakışmayan,ordulaşmaya gelmeyen bu durumlar orta-ya çıktı. Kendinizi bu nedenle çarçur edipgüçsüz düşürdünüz. Bundan düşmandanbaşka kimin yararı olabilir? Bu yetmezliklersayesinde düşman, partiyi uğraştıran hain-ler ve her türlü oportünistler güçlendi. Bupartiye canını ve gönlünü verenlere yazıkdeğil mi? Onların hakkını kim koruyacak,temsilini kim yapacak? Bunun için PartiÖnderliği, parti militanlığı çok gereklidir.

Ucuzca kendini yaşatmak

kayıplara yol açmak

bir yaşam tarzı olamaz

Neden partileşemiyorsunuz? Nedenmükemmel bir ordulaşmaya doğru gi-

demiyorsunuz? Buna cevap bulamıyorum.“PKK’ye geldim, her şey kabulümdür” de-dikten sonra, her şey bitmiş veya bu işinsağlam bir başlangıcı yapılmış demektir.Gerisi eğitim ve tecrübe işidir. Ben de sizieğitiyor ve herkese tecrübelerimi aktarıyo-rum. Kısa bir süre sonra hepinizin dört dört-lük particilik ve orduculuk yapmanızı hedef-liyoruz. Hiç olmazsa önümüzdeki döneminzaptı veya fethi böyle olsun. Eğer fetih ve-ya zafer olacaksa bu temelde olabilir. Bun-dan başka çare de yoktur.

Yanlışa oynayanların, kendini konuştu-ranların tarihini tek tek inceleyin, bütün bukayıpların nedenlerini de inceleyin: Ucuzkaybedenler, en çok “köye, şehre veyamevkiye dayalı rahat yaşarım” diyenler,kendileriyle birlikte dağ gibi değerleri vakit-siz kaybettirdiler. “Ucuz kurnazlıklarla ken-dimi yaşatırım” diyenler, şu veya bu biçim-de bazı kademeleri tutanlar, şu anda enfazla yerlebir edilmesi gereken kişiler değilmi? Ucuz ve kurnazca kendini yaşatmak,kayıplara yol açmak bir yaşam tarzı ola-maz. Hiç kimse PKK’yi kolay kaybetme ör-gütü, ucuz yaşama örgütü olarak değerlen-diremez. Bizim gibi bir önderliği kimse böy-le ele alamaz. Bu konuda sizi defalarcauyardım. Biz bir parça ekmeğin hesabınısorar ve bir kuruş paranın hesabını yapa-rız. Bizim kadar büyük bir emek hareketidünyada az görülmüştür. Biz bütün değer-lerimize sahipleniriz. İşin özü böyledir. Ön-derlik gerçeği böyle başlamış, böyle yürü-yor. “Ben imkanları ele geçirip milyonlarıkullanırım, canları kullanırım, her şeyi kulla-nırım” diyen kişi kendini bilmez bir gafildende öteye bir çılgındır. Bunu her yerde yapa-bilirsiniz, ama PKK’de bu mümkün değildir.Böyle çılgınlar içimizde neredeyse yığınlavar. Bunlar kendilerini kaybetmişler. Halenbu kişiliklerin olabileceğine kendimi inandır-mak istemiyorum veya yoklar diyorum.Bunlar sadece cezalandırılması gerekendeğil, adeta yer yarılıp içine girmesi gere-ken kişiliklerdir. Eğer bazı çalışmalara hak-kını veremiyorsam, yer yarılsın ben de içinegireyim. Yaşama biraz hakkını verdiysemhakkım da, hukukum da odur. Bütün bunlarPKK gerçeği ve önderlik özellikleridir.

Bu baş belaları neden bu kadar çıktı,bunlar hangi koşullardan istifade ettiler?Hangi yasaları çiğnediler? Bunlar kiminyüzünden oldu? Örgütümüzün bu konudahangi eksiklikleri var? Tüzük esaslarını mı

işletemedik? Sağlam yöneticilik mi yapa-madık? Bu hatalar kimden, nereden venasıl kaynaklandı? Hem parti tarihine hemde bölgelere kadar indirgeyerek, bütünyönleriyle bu durumların bir değerlendir-mesini yapabiliriz. Önderlik gerçekleriyleneden bu kadar oynandı, kim oynadı?Bunlara karşı görevimizi neden yapama-dık? Kendinizden de hesap sorarak sağ-lam sonuca ulaşmalısınız. Çünkü bunlarolmadan yola çıkılmaz.

İmkanlarımızın ne kadar sınırlı olduğu-nu biliyorsunuz. Hiç olmazsa tüm bunlarıiyi kavrayın. Çok zor koşullarda kesin birçıkışınız olmalı ve başlarken umudu tem-sil edebilmelisiniz. Halkımız da birazumutlu olmalıdır. PKK sizi hala yaşatabilir,ama bunu çılgınlık yapasınız diye yap-maz. Ben kademeler, olanaklar, yetkiler si-zin kullandığınız gibi kullanılsın diye siziyaşatmıyorum. Yaşatma tarzımın neye na-sıl bağlı olduğunu görüyorsunuz. Yetki,görev ve para istiyorsanız, “dağlara çıkışyapmak istiyoruz” diyorsanız, bu esaslarabağlı kalmalısınız. Aksi halde bir ikiyüzlü-sünüz, bir sahtekarsınız. Onlar da her yer-de ve her zaman yaptıklarının karşılığınıfazlasıyla öderler. Kaldı ki, yoldaşlıkta

sahtekarlık, aldatma olmaz. Her yoldaşsözünün eridir. Bunun dışında bir yoldaştanımına kimse cesaret edemez.

Bizim ortamımızda sonuna kadar tar-tışma özgürlüğü var. Bu, kafa karışıklığınıgeliştirmek için değil, hepinizin bazı şeyle-ri daha iyi anlaması içindir. Emin oluncayave tam inanıncaya kadar tartışın, kavrayınve kavratın. Bu temelde katılımı tam ya-pın. Yaptıktan sonra da hiçbir yerde ve za-manda kimse sizi aldatıp oyuna getirme-sin. Ne kimse size boyun eğdirsin, ne sizkimseye boyun eğdirin. Tam tersine, ko-lektif bir yönetim ve çalışma tarzı esasalınmalıdır. Ondan sonra bireysel inisiyati-fin çok etkin, gerekli yerlerde ve zamandasonuna kadar gösterilmesi gerçekleştiril-melidir. Görevlere yeterlilikle yaklaşılması,yeterli olunabilecek ve başarılabilecek gö-revlere mutlaka sahip çıkılması gerekir.Yetki ve makam söz konusu olduğunda,bunlara tam hakkını vereceğiniz zamanmutlaka sahip çıkmalısınız. Bütün bunla-rın sorumluluğu beni ilgilendirir, ilgilenmekzorundayım da. İster sıradan yetki ve gö-rev, isterse en üst düzeyde görev veya so-rumluluk olsun, “mutlaka hakkını vermeli-yim” diyecek kadar kendinize hükmetme,kendinize sahip çıkma ve kendinizi sorum-lu tutma duygunuzun gelişkin olması gere-kir. Böyle PKK’li olunur, böyle orduya katı-lım olur.

Yıllardır halen bunları anlamaya yanaş-mıyorsunuz. Bu, yoldaşlığa sığması şuradakalsın, insanlığa bile sığmayacak bir du-rumdur. O zaman zorluklarınız ortaya çıkarve mahvolursunuz. Benim belirttiğim tarzdaörgüt ve onun önderlik gerçeğine kendinizikatamazsanız, cehennem gibi bir yaşam si-zin peşinizi bırakmaz. PKK’de veya genel-

de ülkemizde yaşamı kolaylaştırmak, ön-derlik tarzına bütün yönleriyle gelmeklemümkündür. Köylü kurnazlığını, aydın uka-lalığını bırakın. Zaten bunlarla hiçbir şeydeğerlendirilemez. Aydın ukalası demagog-dur ve elinden fazla bir iş gelmez. Köylükurnazı da her gün kendini aldatır ve kendi-ni aldatmaktan başka kimseyi kandıramaz.Bu tarzları bırakın. Doğru tarzda iş yapmabizim tarzımızla mümkündür.

PKK tarihinin doğru kavranması

kesin zafere götürür

Görüyorsunuz ki, biz bu ülkede biraziş yaptık. Savaşta yenilmeyen, ör-

gütlemede sürekli gelişen, her zaman veher dönemde başarı doğuran tarzın sahibibiziz. Tüm dünya ve düşman bunu biliyor,siz mi bilemeyeceksiniz? O halde onauyum ve katılım gösterin. Madem bu sizekazandırıyor, maddi ve manevi olarak siziistediğiniz kadar büyütüyor, bundan başkadaha ne isteyebilirsiniz? Madem en yoksul,en aç sizsiniz, o zaman bundan başka da-ha ne istiyorsunuz? Emrinize bu kadar im-kan verilmişken, bu gelişmeleri neden ya-şamıyorsunuz? İlk günde de bu yapılması

gereken doğru katılım ve yaşam tarzıydıve son günde de nihai zaferi bu tarz kazan-dıracaktır. Sizi kazanmaktan başka nebekliyor? Bu çizgide kazanmazsanız, başı-nıza gelecek felaketi, işkenceyi ve parça-lanmayı düşünüyor musunuz? Düşmanınsize reva gördüğü sonuç budur. Düşmanyalnız PKK militanlarına değil, halka da bu-nu uyguluyor. Sizi ayakta tutacak ve düş-manı geriletecek olan da bu sağlam tarzı,vuruşu ve tempoyu tutturmaktır. Bu temel-de yiğitçe birbirimizin sorumluluğunu üst-lenmeliyiz. Zaten halk da “artık tek çare bu-dur” diyor. O halde bunun hakkını verecek-siniz. Halen “kafam karışık, muğlağım, netdeğilim” demek, kendisine en büyük kötü-lüğü layık görmektir. Günler çok acımasızgeçiyor. Benim her zaman bu partiyi, buhareketi, bu savaşı böyle götürmeye nezamanım el verebilir ne de bunun gereğivar. Mücadele olanakları oldukça fazladır.Bu tarz yaşamı benimsiyorsanız, mücade-leye korkunç yüklenmekten ve başarıyı ko-parmaktan başka ne bir seçeneğiniz ne debir kabulünüz olabilir.

Eskisi gibi imkansızlıklarla boğuşmuyo-ruz. Başarma olanağımız, düşmanın ka-zanma olanağından defalarca daha fazla-dır. Ben bu olanakların değerlendirilmesin-den bahsediyorum. Eskiden düşman kaza-nabilirdi, zaten mutlak anlamda da kendiniböyle görüyordu. Biz o dönemlerin hepsinidüşmanın aleyhine kapatmayı bilmekle enbüyük hizmeti size sunduk. Şimdi kazan-ma yönü ağır basan bir dönemi yaşıyorsu-nuz. Sınırlı bir çaba bile hemen herkesiönemli kazanımlarla karşı karşıya bıraka-bilir. Buna sahip çıkacaksınız. “Olanaklarfazla, üzerine yatmaya bayılıyorum” derse-niz, bu büyük bir sorumsuzluktur. İmkanla-

rın biraz gelişmesi, sadece “bu imkanlarçok zor kazanıldı, bunlarla savaşı kazana-biliriz” anlamına gelir. O halde eskidengöstermediğiniz savaşçılığı göstermekten,yapamadığınız işleri ve görevleri amansızyerine getirmekten başka çareniz yoktur.Bu, imkanları böyle kullanmaktan geçer.Mevcut olanaklara doğru yaklaşım da bu-dur. Değerleri nasıl değerlendiriyorlar?“Kendimizi fazla sıkmaya gerek yok, nasılolsa PKK büyük bir harekettir, biraz dakendimizi yaşayalım, yorulduk” derseniz,en tehlikeli yaklaşım içerisine girersiniz.Eskiden belki böyle diyebilirdiniz, ama şim-di böyle diyemezsiniz, çünkü durum sanıl-dığından daha farklıdır. Bu olanaklar sade-ce savaşın kazanılması içindir. Aksi haldeyalnız bu olanaklar kaybedilmekle kalmaz,bin kat fazlasıyla kişiye de kaybettirir, nite-kim ettiriyor da. Bu çok sakıncalı ve tehli-keli yaklaşımları da bir tarafa bırakalım.

Benim yaşamıma bakarsanız, hiçbir dö-nemde bu yıllar yoğunlaştığım kadar yo-ğunlaşmadığımı görürsünüz. Bu yıl olanak-ların en gelişkin olduğu, ama en çok zorlan-dığımız ve kendimizi nefes nefese bıraktı-ğımız bir yıldır. Diğer yıllar acımasızdı. Heryılı kurtarmanın ne anlama geldiğini biraz

biliyorsunuz. Ancak hiç birisi bu yıl kadar ol-madı. Bunu biraz kendinize soruyor musu-nuz? Bu yıl hem önemli bir kazanım yılıhem de çok dikkat edilmezse düşmanın yir-mi yılın bütün kazanımlarını kaybettirmekistediği bir yıldır. Bundan çıkaracağınız so-nuç şudur: Madem kazanma imkanı birazartmıştır ve düşmanın da bütün kazanımla-rı elimizden alma dayatması vardır, o haldeamansız yükleneceğiz. Bu konuda bendendaha fazla sizler bir şeyler yapmak zorun-dasınız. Çünkü sıcak mücadele sahasınainecek ve mutlak kazanmak için kendini ya-tıracak olan sizlersiniz. Ben yapacağımıyaptım, yine de yaparım. Bu benim bilece-ğim bir iştir, ama siz mücadelenin gerekleri-ni çok az yaptınız ve yaşama hakkını çokaz verdiniz. O açıdan görevlere mutlakadoğru yüklenmek, hayatınızın savaşımınıvermek zorundasınız. Bu hem şans olarakhem de görev ve tarz olarak sizin yerine ge-tirmeniz gereken sorumluluğunuzdur.

Gerçekler karşısında biraz

anlayışlı olan insana inanırım

Anlayışlıysanız bunları biraz anlamayaçalışacaksınız. Devrimde anlayışsız-

lıkta ısrar tehlikeli sonuçlara götürür. Bunoktada ne kadar zorlandığımız ve kendikendimize çok anlamsız zarar verdiğimizparti tarihinden de iyi anlaşılmıştır. Parti ta-rihinde tasfiyecilerin, provokatörlerin, hercinsten saptırmacıların hepsi kötü niyetlideğillerdi; bazıları belki de sizden daha iyiniyetliydiler. Ama anlayışsızlıkta ısrar ettiler,bizim verdiğimiz bu çerçeveyi göz önünegetirmediler. Bu kişiler talimatlarla oynama-ya çalıştılar ve kendilerini böyle kabul ettire-ceklerini sandılar. Böyle yapmayın dedik,

ama kendi bildiklerinde ısrar ettiler ve so-nuçları vahim oldu. Kimi katil, kimi en değ-me provokatör oldu, kimisi de düşmanınvermediğinden daha fazla zarar verdi vekendisi de kaybetti. Bunların büyük bir kıs-mı yerle bir oldu. Bununla kar mı ettiler ve-ya saflarımızda yoldaşları katletmekle iyi miettiler? O kadar değeri kaybettirmekle neyikazandılar? Tarih onları alçaklıklarından velanetli durumlarından başka nasıl anacak?Bu anlayışsızlık doğru bir şey mi? Bunlar“biz bildiğimizi okuruz” dediler de bildiklerikaç para etti? Bunun bir şey ifade ettiğinihiç gördünüz mü? Düşmanla en çok uğra-şan da savaşan da benim. O halde beni ne-den dinlemediler? Bize sözde taparcasınabağlıydılar. Bizi neden doğru anlamadılar?Görüyorsunuz ki, belirtiklerimiz çok ileri bo-yutludur. Bunlar bildiğini okuma, güçlen-mek istediğinde Önderliği, her şeyi ele ge-çirmek istediğinde de PKK’yi ve yetkiyi kö-tü kullanma sonucunda bu duruma geldiler.Bu hesap düşmanın hesabı değil mi? Azkalsın burayı ele geçireceklermiş! Oysa or-tada ele geçirilecek bir şey yok; emekle ka-zandırılacak işler ve görevler var.

Bu tarihe nasıl başlangıç yapıldı? Bu ib-ret tarihini iyi göz önüne getirin. Bu tipler an-layışsızlıkta ısrar ettiler, yoksa bunlar öylebilinçli ajan veya kötü niyetli tipler değillerdi.Belki de sizden daha saygılı ve bağlıydılar,ama söz dinlemediler. İçlerinde bazı tiplerin“ne oldum” havaları vardı. Uyarıları dinle-mediler, yanlış değerlendirme yaptılar, ke-mikleştiler ve sonra da öyle oldular. Parti ta-rihi bu yönüyle mutlaka iyi özümsenmelidir.Neden anlayışlı olmak gerekir? Neden de-ğerlere ve özellikle kurallara harfiyen bağlıolmak gerekir? Eğer “tarihten ibret alırcası-na ders almak gerekir” diyorsanız, PKK’debunlar çarpıcıdır. Bu tarih, aynı zamanda bi-zi kullanmak gafletine düşenlerin de tarihi-dir. Peki, bizi kullanabildiler mi? Örgüt için-de veya dışımızdaki güçler beni kullanabildimi? Kim kimi kullanabilir? Bu konuda sava-şın nasıl olduğunu da gördünüz. Kaldı ki sizbizi kullanacak durumda değilsiniz.

PKK’ye gönüllü katılanlarla PKK çizgisi-ni bütünüyle yaşamak için emek birliği yapı-yor, çabalarımızı birleştiriyoruz. Bunu ülke-mizi ve özgürlüğümüzü kazanmak için ya-pıyoruz. Bunun birbirini kullanma ve bastır-mayla ne ilgisi var? Eğer bütün bu belirti-lenler sizi belli bir anlayışa götürmüşse vesize ömrünüzün sonuna kadar yetecek par-ti anlayışını, örgüt ve savaş kuralını birazolsun vermişse, o zaman kendinizi şanslısaymalısınız. Bu esaslar dahilindeki bir yü-rüyüş, yaşadığınız müddetçe sizi iyi bir par-tili ve ordulu yapabilir; iyi bir halk savaşçısı,halk önderi haline getirebilir. Yine her za-man kayıplar olur, şehadetler yaşanabilir.Ama insan sağlam anlayışla yürüdüktensonra, ölüm nereden gelirse gelsin katlanı-lır; cefası ve zorlukları da nereden gelirsegelsin büyük bir gönül rahatlığıyla karşıla-nır. Kaldı ki, bize de her zaman ölüm, zor-luklar ve sıkıntılar dayatıldı. Bu mücadeleyebüyük bir rahatlıkla başladık ve nitekim sür-dürüyoruz. Bu yolda bu temelde yürüyüşbizleri ölümsüzleştirir. Görüldüğü gibi, PKKtarihinin doğru kavranması kesin zafere gö-türür. Tarihin doğru kavranmayışı ve özellik-le anlayışsızlıkta ısrar ise büyük felaketegötürüyor. Yine her türlü yanılgılı ve yeter-siz yaklaşım büyük karışıklığa, zaman, ola-nak ve hatta kişinin kendi emeğinin kaybı-na ve çarçur edilmesine götürüyor. Bu bü-yük bir tarihtir. Bu tarih olumlu tarzda sahip-lenilirse her şeyi kazandırır.

Her şeyiyle kendini yeniden kazanmakzorunda olan bir halkın içinden geliyorsunuzve bu halkın bir parçasısınız. Bizi ancak herşeyiyle kendini kazanmak yaşatabilir. Bu-nun dışında her şey bizim için lanet kokuyorve layığımız da olamaz. Bize layık olan doğ-rultu, tarz ve anlayış bellidir ve bu, vuruş tar-zına kadar açıkça gösterilmiştir. Eğer sizdebiraz ciddiyet varsa ve “ben bu işte biraz id-dialıyım” diyorsanız, o zaman başlangıçtave her zaman bana hakim olduğu gibi sizeinanırım. Gerçekler karşısında biraz anla-yışlı olan insana inanırım. Çünkü her türlügöreve doğru yürür ve başarır.

21 Aralık 1993

Serxwebûn Sayfa 19Mart 2003

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 19: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

Sayfa 20 SerxwebûnMart 2003

Baharda çiçeklenmeyi müjdele-yen mart ayının insanlık tarihiaçısından önemli bir yeri var.

Mart ayı insanlık tarihi açısından önemlitoplumsal dönüşümlerin, başkaldırılarınve katliamların yaşandığı bir ay. Bu ne-denle dünyanın birçok bölgesinde değişikhalklar mart ayını “yenilenme, yenidendoğuş ve direniş” gibi anlam ve yorumlaryükleyerek gerçekleştirdikleri etkinliklerlekarşılıyorlar. Mart ayı Kürtler açısındanoldukça ağır bedellerin ödendiği, zengindeğerlerle yüklü ve bir o kadar da umutdolu bir aydır. Mart denildiğinde emek, di-reniş, mücadele ve bahar coşkusu gelirakla. Bu ayın kadın mücadelesi açısın-dan da önemli bir yeri ve değeri var. Heryıl 8 Mart, “Dünya Emekçi Kadınlar Gü-nü” olarak kutlanmaktadır. Sömürüye veeşitsizliğe karşı, baskısız ve sömürüsüzbir dünya özlemi ve eşitlikçi bir yaşamınarayışında olan 129 emekçi kadının NewYork’ta ’57 yılında vahşice katledilmesisonrasında ’21 yılından bugüne dek, hak-sızlık ve adaletsizliğe karşı, adaletin ara-yış günü anlamına gelmiştir bu gün.

8 Mart; haksızlıklara, savaşa karşıdaha iyi yaşam ve çalışma koşulları, ba-ğımsız ve sömürünün olmadığı bir dü-zen ve sınıfların ortadan kalktığı, kadı-nın kendi kimliği, rengi ve iradesiyle ka-tıldığı eşit ve demokratik bir toplum içinverilen mücadeleyi simgelemektedir.Her 8 Mart kadın mücadelesi açısındanyeni bir başlangıç, yeni bir basamak, ye-ni bir çıkış ve doğuş olarak algılanmalı-dır. Bu bağlamda 8 Mart, büyük bir kaosve çıkmaz içinde olan, şiddet, savaş vesömürüyü artıran ataerkilliğe karşı kadı-nın neolitik özüyle yeni bir alternatif üret-tiği, yine karmaşıklaşan sorunlara karşıkendi çözümünü yaratmaya başladığıbir gün olma özelliğini de ifade etmekte-dir. Aynı zamanda 8 Mart neolitik çağ-dan beri kadının iradesini temsil etme-yen tek yanlı, şiddet ve sömürü içeriklitoplumsal sözleşmelere karşı kadınıntoplumla sözleşmesini oluşturmaya baş-ladığı bir gün de olmaktadır.

2003 yılının 8 Mart’ı tüm bu anlamla-rın yanı sıra, farklı anlam ve özgünlükleride taşıdığı için özenle irdelenmeye de-ğerdir. Gerek Kürdistan gerekse Ortado-ğu açısından köklü ve sancılı değişim sü-reçleri ve fırtınaların yaşandığı bir dö-nemde gerçekleştirilen 8 Mart etkinlikleri-ne biçilen rol, elbetteki yaşanan gelişme-lerin özüyle bağlantılı olarak anlamlandı-rılmak durumundadır.

Kadın yeniden

tarihiyle buluşuyor

İnsanlığın gelişimine tanıklık etmişMezopotamya topraklarında günü-

müzde de gelişim seyrini belirleyecekbüyük paylaşım mücadelelerinin ön gün-lerine denk geldi 8 Mart. Bu durum erkekegemenlikli sistemin tıkandığı Ortado-ğu’da kökleri tarihin derinliklerine dayalıolan çelişki ve çatışmaların artarak geli-şeceği hareketli, yeni bir süreç anlamınıtaşıyor. Egemen sistemin temsilcisi, yenidünya düzeninin mimarı ABD’nin müda-halesi, Irak şahsında Ortadoğu’ya yapı-lan bir düzenleme, bir biçimlendirmeoperasyonu oluyor. Tıkanan, işlemeyenve iflas eden statükonun kendi çıkarlarıtemelinde yeniden düzenlenmesi ve buçıkarların gelişimi önünde engel teşkileden kendi ürünü otoriter, totaliter oligar-şik rejimlerin birer ayak bağı haline gel-mesi sonucunda yeni ayakları yaratma-nın müdahalesidir gerçekleştirilen. Kuş-kusuz böylesine bir süreç gerek halklargerekse de kadın açısından birçok avan-

tajın yanı sıra dezavantajı da bağrındataşımaktadır. 21. yüzyılın şer güçleri “de-mokrasi, insan hakları, özgürlük” vb cila-larla kamufle ederek egemenlikli amaç-larını bölgede hakim kılmanın girişiminigerçekleştirirlerken, kesin kes farkındaoldukları bir olgu şudur ki, eski yöntemleriflas etmiştir ve ancak değişen dünya ko-şulları temelinde kendilerini yapılandıra-rak ömürlerini uzatmaları mümkün olabi-lir. Değişen konjonktür karşısında eskipolitika, ilişki ve ittifaklarda ısrar, kaçınıl-maz sonu daha da yakınlaştırmaktanbaşka hiçbir şeye hizmet etmeyecektir.Girilecek süreç Kürtler ve Ortadoğu halk-ları tarafından doğru değerlendirilir, ha-zırlıklı, örgütlü ve planlı karşılanırsa,halkların iradeleşerek demokratik ve öz-gürlükçü bir sürecin gelişimine yol açma-ları gündeme gelecektir. Ortadoğu’dakimevcut sistemin çözümsüzlüğünün te-melinde Kürt halkının yürütmüş olduğudemokratik siyaset yatmaktadır. Avrupave ABD tarafından ısrarla yürütülen inkarve imha temelindeki çözümsüzlük dayat-malarına karşı, güçlü bir tarih yorumu ve

bilimsel bir bakış açısıyla Başkan Apoöncülüğünde geliştirilen demokratik siya-setin Ortadoğu’ya ilişkin çözüm yaklaşı-mının sistemi getirdiği bir nokta vardır.Savaşın öngünlerinde de görüldüğü gibigerek Avrupa, ABD gerekse de bölgede-ki güçlerin, üzerinde politikalarını yürüt-tükleri eksen Kürt olgusu olmaktadır. Budurum Ortadoğu’da özgürlük arayışınıdurdurmak için en fazla yönelim gerçek-

leştirilecek gücün, tarihin başlangıcındada olduğu gibi Kürdistan özgürlük hare-keti olduğuna işaret etmektedir.

Bu temelde Kürt kadınları Ortado-ğu’da nasıl ki, neolitik devrimin gerçek-leştirilmesinde büyük rol oynamışlarsa;bugün de tüm Ortadoğu kadınları vehalklarıyla birlikte öncü düzeyde bir rolüstlenerek barış, adalet ve özgürlüğünhakim olduğu bir Ortadoğu’yu şekillendir-me misyonuyla karşı karşıya bulunmak-tadırlar. Kürt kadını egemen güçlerin Or-tadoğu’ya dayattıkları zoraki ve kendi çı-karları temelindeki değişimi; kendi irade-si, rengi ve örgütlülüğüyle demokratikleş-me temelinde tersine çevirmenin öncülü-ğünü üstlenmiş ve serhildanlara katılımdüzeyiyle bunu kanıtlamıştır.

Neolitik kültürün güçlü etkilerini taşı-yan Ortadoğu topraklarında sınıflaşmasürecinin başlamasıyla birlikte, cins ola-rak yitirilen kadınla şekillenen katı ege-menlikli sistem çözülmeyle karşı karşıya-dır. Bu çözülme başlangıç yerinde yaniOrtadoğu’da yaşanıyor. Kadın eksenlisistem bu topraklar üzerinde kendisini

güçlü örgütlerse başlangıçtaki güçlülüğü-nü yeniden yakalamanın avantajlarını ta-şımaktadır. Ortadoğu toprakları üzerindebaşlayan egemenlikli sistemin, bu toprak-larda çok yönlü ve şiddetli mücadelelerleçözülüşünün yaşanması da bu avantajla-rın doğru değerlendirilmesi ve doğru birtarihsel bakış açısı temelinde geliştirile-cek bilimsel mücadele yöntemleri ve ör-gütlülükle mümkün olacaktır.

Özgürlük Önderinin tecridi

özgürleşen kadının tecrididir

Üreten, doğuran, yaratan, paylaşan,aydınlık olan, adaleti ve eşitliği

temsil eden iken; üretimden uzaklaşan,karanlıklara itilen, eşitsizliği bir kader gi-bi kabullenen kadın açısından önemlifırsatlarla dolu; yeniden tarihiyle buluş-ma, özünü açığa çıkartma anlamındaRönesans olarak adlandırabileceğimizbir süreci yaşıyoruz. Bütün bu açılardanele alındığında kuşkusuz gelişmeleri ka-dın bakış açısı, perspektifi ile değerlen-dirmek büyük anlam taşıyor. 2003 8Martı’nın anlamı da bu noktada açığa çı-kıyor. Bu yılki etkinliklerde dile getirileniki temel talep vardı: Birincisi BaşkanApo üzerinde sürdürülen uluslararasıkomplonun devamı niteliğindeki ağırlaş-tırılmış tecrit koşullarının sonlandırılma-sıydı. Kürt kadını açısından kendisiniözgürlükle tanıştıran, özgürlük arkadaşıolan Başkan Apo üzerindeki tecridin ka-bul edilemezliği ve Başkan Apo’nun taşı-dığı anlam elbetteki, son derece derin-

dir. Kadını tarihiyle, kimliğiyle, kendi ger-çekliğiyle yüzleştiren Önderliğimiz beşyıl önce bunu sistemleştirerek “KadınKurtuluş İdeolojisi” olarak formüle et-mişti. Böylesine bir günde ideoloji vekimlik olgularının içi içe olmasından ha-reketle kadının kendi kimliğine sahipçıkmasıyla eş değer bir biçimde Önder-liği sahiplenmesi ve onun üzerindekitecridin sona erdirilmesini, etkinliklerinin

eksenine oturtmasından daha doğal veanlaşılır bir şey olmasa gerek. Bu ideo-lojik yaklaşım kadının kendi cinsine aitgeriliklerden ve egemenlikten kopuşunuda içermektedir. Bu temelde egemenlik-li yaklaşımlara ait bütün olgular şiddet,sömürü, savaş vb kadın tarafından karşıdurulması gereken ilkesel, ideolojik ol-gular olmaktadır. Egemen karakterin sa-vaş, şiddet vb yaklaşımlarına karşı ba-rış, demokrasi, eşitlik, adalet savunucu-su olan kadınların etkinliklerindeki ikincitema savaş karşıtlığı ve barış talebiydi.Etkinliklerin ana teması da, reddedilenve egemenlik kokan bu yaklaşımlarakarşı alternatif olarak yaratacakları dün-yanın kurallarını ulus, sınıf ayrımı gözet-meksizin tüm kadınlarla ortak gerçekleş-tirmeye dönük, kadının özgür toplumlasözleşmesini farklı uluslardan kadınlarlatartışmaya açmalarıydı. Bugüne kadarkadının iradesi dışında egemenlercegerçekleştirilen tek yanlı sözleşmelerealternatif olarak “kendisine ait olma” id-diasını taşıyan Kürt kadını; hukuk, siya-set, kültür, çevre vb topluma ilişkin tümkonulara yönelik bakışını içeren yeni öz-gürlük sözleşmesini başta Türk kadınla-rı, yine Ortadoğulu ve Avrupalı kadınlar-la tartışarak, yeni toplumun öncüsü ol-ma iddiasını ve kararlılığını ortaya koya-rak bir ilke de imza attı. Hep birileri tara-fından belirlenen, uygulayan değil; ken-disi için doğru olanı belirleyerek karar-laştıran ve birlikte uygulama gücünü açı-ğa çıkartma anlamına gelen bu sözleş-me 21. yüzyıla kadının damgasını vura-cağının da bir göstergesi oldu.

Önderliğimiz, kadın etrafında örülmüşzihniyet; ideoloji, örgüt, baskı, sömürüyügerçekliği ile ele alınmadıkça ve çözümübu temelde derinleştirilmedikçe; devrimikadından kopuk ele aldıkça; ne savaşıntam bir özgürlük savaşı olmasının müm-kün olduğunu, ne de ardından gelişebile-cek barışın gerçek bir barış olmasınınmümkün olduğunu belirtmişti. Bu temel-de kadın etrafındaki ilişkiler ağını güçlüçözümleyerek dinden felsefeye, ahlakakadar bu konuda ne tür çözümlerin öngörüldüğü üzerinde yoğunlaşmak önemtaşımaktadır.

8 Mart gününü sadece bir günle sınır-lı ele almak, böylesi bir günde anılmayadeğer gibi yaklaşmak kölelik boyutununderinliğini göstermektedir. Bütün günleri8 Mart’lar gibi geliştirmek, ele almak ge-rekir. ki, Kürdistan boyutunda kadın dev-rimi üstün bir çabayla her gün 8 Mart’ınklasik anılmasının çok üzerinde geliş-mektedir. Yine erkek eğer kadına ilgi du-yuyorsa böylesi bir süreçte daha ciddi ol-ma gereğini bilince çıkarmalıdır. Eskisi gi-bi bir erkek olunamayacağı, eskiden öğ-rendiği tarzlarla kadınla birlikte olunama-yacağına yönelik sorgulamaları da böyle-si günlerde daha güçlü geliştirmelidir.

8 Mart bizler açısından Kadın özgür-lük mücadelesinde önemli emekleri olanve dönüm noktaları yaratan şehitlerin deanımsandığı bir gün olmaktadır. SemaYüce arkadaş kendisini 8 Mart’tan 21Mart’a uzanan ateşten bir köprü yaptığıeylemini bu süreçte gerçekleştirmiş, Ön-derliğin Kadın Kurtuluş İdeolojisi ve ko-puş teorisi üzerine gerçekleştirdiği çö-zümlemelerden olağanüstü düzeyde et-kilenerek kendisinde bir cevap yaratmaiddiasıyla bunu yapmıştır. En zor koşu-larda en doğru ve anlamlı bağlılık, bü-yük bir özeleştiri düzeyi ve amaca bağlı-lıktaki netlik ile ortaya çıkan yol yöntemzenginliği bu şehadette görülmektedir.Bu durum tanrıça düzeyinde bir değeriortaya çıkarmıştır.

KKAADDIINNIINN TTAARR‹‹HHLLEE HHEESSAAPPLLAAfifiMMAASSII

“8 Mart; haks›zl›klara, savafla karfl› daha iyi yaflam ve çal›flma koflullar›,ba¤›ms›z ve sömürünün olmad›¤› bir düzen ve s›n›flar›n ortadan kalkt›¤›,

kad›n›n kendi kimli¤i, rengi ve iradesiyle kat›ld›¤› eflit ve demokratik bir toplumiçin verilen mücadeleyi simgelemektedir. Her 8 Mart kad›n mücadelesi aç›s›ndan yeni bir bafllang›ç, yeni bir basamak,

yeni bir ç›k›fl ve do¤ufl olarak alg›lanmal›d›r.”

“21. yüzy›l›n fler güçleri ‘demokrasi, insan haklar›, özgürlük’ sloganlar›yla amaçlar›n› Ortado¤u’da hakim k›lmaya çal›fl›yor. Ama eski yöntemler iflasetmifltir ve kendilerini de¤ifltirerek ömürlerini uzatmalar› mümkün olabilir.

Bu de¤iflim karfl›s›nda eski politika, iliflki ve ittifaklarda ›srar, kaç›n›lmaz sonudaha da yak›nlaflt›rmaktan baflka hiçbir fleye hizmet etmeyecektir.”

Devam› sayfa 34’te

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 20: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

Serxwebûn Sayfa 21Mart 2003

NNeewwrroozzllaaflflaann KKüürrtt hhaallkk››NNeewwrroozzllaaflflaann OOrrttaaddoo¤¤uu hhaallkk››nn›› yyaarraattaaccaakktt››rr2003Newrozu’nu böyle önemli

ve kritik gelişmelerin ya-şandığı bir atmosferde karşılıyoruz. Böl-gemiz, ülkemiz yeni bir yıkım, kan, gözya-şı ve acı getirecek çok zorlu bir savaş sü-recinin arifesinde. Kürt halkı açısından dahem son derece kritik zorlu bir süreç baş-lıyor hem de Kürt sorununun çözümününbütün yönleriyle dünya gündemine otura-cağı, yine Ortadoğu’da klasik devletlerin,statükoların aşılmasıyla açığa çıkacak ze-minlerde en temel bir demokrasi dinamiğiolarak üstleneceği görevler büyüyor. Fark-lı gelişmelerin zemini de açılıyor.

Resmi olarak 24, fiili olarak 30 yıllık PKKtarihinde yaşanan her Newroz biraz daböyle yaşanmıştır. Hem zorlu bir mücadeleyılının kararlaşması, iddiası ve bahar çıkışıolmuş hem de o yıl için özgürlük hareketineyönelik belirlenen inkar, imha ve katliamkonseptinin ilk çarpışma sahası, meydanıolmuştur. İlk göğüsleyeni olmuş, ilk dene-meleri açığa çıkartarak deşifre etme gerçe-ğine sahip olmuştur. Halkımız kendisinedayatılan inkar imha siyasetini yılın başlan-gıcı saydığı Newrozlarda cevaplamış ve ocevabını tüm mücadele yılında büyüterekesas almıştır. Başkan Apo’nun da dediği gi-bi, geçen bütün mücadele Newrozları birsonraki yılın mütevazı bir başlangıcı yapıl-dı. Bu yıl da Newroz yine böyle bir sınavın,böyle güçlü bir kararlaşmanın, iddianın ya-ratılacağı ve bize dayatılan zorlu bir müca-dele yılı olan 2003’ü kazanmanın kararlaş-ması olarak yaşanacaktır. Bu yılki New-roz’a biçtiğimiz temel bir rol bu. Bu yıla bel-ki de önümüzdeki iki-üç yıla daha damgası-nı vurmak isteyecek olan inkar imha ve çü-rütme politikalarını parçalayan, Kürt halkı-nın iradesinin ne tecritle, ne masa üzerindeyapılan planlarla belirlenemeyeceğini, Kürthalkının iradesinin Kürt halkının sözüyle,kararıyla ve değerleriyle birlikte kendisi ta-rafından belirleneceğini gösteren, haykıran,anlatan ve herkesin beynine kazıyan birNewroz olmalıdır.

PKK bir Newroz partisidir

Diğer önemli bir boyut ise 2003 Newro-zu’nun 25 yıllık PKK’li Newrozların

yerini alan ilk KADEK’li Newroz olmasıdır.KADEK, PKK’nin mirasını devralarak kurul-du. Elbetteki en güçlü miraslarından birisi

de halkımızın büyük bedellerle, yüzlerceşehitle, özellikle son 4 yılda büyük coşku,barış eylemleriyle yarattığı Newroz mirası,geleneğidir. PKK bir Newroz kararlaşma-sıdır. “İlk bağımsızlık ve özgürlük düşünce-lerimizi ’73 Newrozu’nda ‘bir karşılamamızolsun, onu özgür temelde bir kutlama niye-timiz olsun’ biçiminde cesaretle dile getir-dik. Çok küçük ve iddiasız da olsa bir grupolmayı bu yılda, böyle bir Newroz günündekarar olarak önümüze koyduk. Geçen 20yıla baktığımızda, en doğru işin yapıldığı veen önemli başarıların sağlandığı, belki detarihimizde ilk defa kazanmaya doğru gidenbu yıllar olduğu çok açık görülüyor” değer-lendirmesinde Başkan Apo bu gerçekliğiçok açık ifade ediyor. Evet PKK bir Newrozpartisi ve Newroz’un binlerce yıl içindeunutturulan anlamını yeniden gün yüzüneçıkaran, gerçek anlamda yeni günleri yanikazanımlı günleri yaşatan bir partidir. İlkNewroz’dan yani ’73’ten sonraki bütünNewrozlardan bu yana bu anlam hep yük-selerek büyüdü. Bütün önemli saldırı ham-lelerini Newrozlarda kendi bedenlerindeyaktıkları ateşlerle karşılama ve saldırı güç-lerini yakma geleneğine sahip militan ru-huyla sürekli kararlaşmasını, iddiasını veinsanlık onurunu yükseltmiş bir hareket.1982, ’90, ’92, ’94, ’98, her biri halkımıza,halklarımıza, insanlığa yönelen bir komplogerçeğini deşifre etmenin, onu göğüsleme-nin ve boşa çıkarmanın eylemi ve hepsi deNewrozlaşan ateşin çocuklarının ürünü.Onlar da PKK’nin yani Apocu ruhun ürünü.O ruh 1999-2002 arası Newrozlarda tümOrtadoğu için barışı dillendiren ruhtur aynızamanda. Başkan Apo’nun “Denizlerin,Mahirlerin, İbrahimlerin arkadaşıydım.Mazlum, Hayri, Kemal ve Ferhat’ların inti-kam savaşçısıydım. Böylesi her çağdan,her milletten binlercesinin birleşen ve bilin-ce kavuşan son örnekleriydim. Bu insanlıkabidelerinin sadece direniş ve savaşları de-ğil, bir de fırsat bulamadıkları barış davala-rı vardı. Bu savunma benim değil, onlarıneksik kalan son barış savunmalarıydı. Bueksikliği tamamlamak istedim” belirlemesibunu çok güzel anlatıyor. Onlar kendilerinedayatılan imhanın kapsamı, vahşeti karşı-sında yaşamı savunma, yaşamı yaratmaeylemcisi oldular. En ufak bir barış, anlaş-ma-uzlaşma imkanını bırakalım rahat, in-sanca bir soluk almaya bile izin vermeyenoligarşik sistem gerçeğine karşı amansız,

işte kendilerinin de yaptığı gibi ateş topuolup yakma tarzında bir savaşımın sahibioldular. Ve bunu Apocu ruhla başardılar.Aynı ruh, en ufak bir barış imkanı zeminiyarattığında, bunu gördüğünde, nasılamansız bir barış militanı olabileceğini dekoydu ortaya bu son dört yılda. Bu anlam-da PKK mirasındaki Newrozlaşan, Newrozateşini bedenlerinde yakan gelenek, 4 yıldırmeydanlarda Newrozlaşan halk gerçeğinedöndü ve halkımız 4 yıl boyunca tüm Orta-doğu için barış sözcüsü, eylemcisi oldu.Yağmur-çamur, kar-fırtına demeden, vurul-ma-tutuklanma riski demeden, gecesini gü-nüdüzüne katarak her günü Newroz gibikutladı. Çünkü Newroz’un özü baskıya, zul-me ve haksızlığa karşı çıkmak, halklarınkardeşliklerini, barışlarını yaratmaları içingüçlerini birleştirme günü. Ve barış. dört yıl-dır Kürt halkı da bunları hep haykırdı, bun-lar için çalıştı, bunlar için sokakları evi yap-tı. Şimdi ilk KADEK’li Newroz’u karşılama-ya hazırlanıyoruz. KADEK bir Ortadoğu ör-gütünün ideolojik kapsayıcılığına, stratejitaktik ve programına sahiptir. Yani PKK’nin8. KADEK’in I. Kongresi’yle birlikte bir Orta-doğu örgütü olmayı kararlaştırdı. Bu yılkiNewroz da bu misyonu kucaklamalı. Bunagöre kutlanabilmeli. Halkların kardeşliğinin,barışının, özgür birliğinin en güçlü sesi,gösterisi olarak bu yıl kutlanmalıdır. Halkı-mız 2003 Newrozu’yla özgür, demokratikOrtadoğu’ya, halkların onurlu barışına nasılselama duracağını ve bunu yaratmanın bü-yük misyonuna ve ağır görevlerine nasıl sa-hip çıkacağını kararlaştıracaktır ve bu ka-rarlaşmaya daha önceki Newrozlarda ya-rattığı kararlaşmalara nasıl bağlı kaldıysaöyle bağlı kalacaktır.

Newroz bizim yılbaşımızdır

Bu Newrozlara, dört yıllık Newrozlar-dan farklı ciddi bir savaş tehdidi altın-

da giriliyor. Savaş gölgesinde kutlayacağı-mız bu Newroz, üzerimizde imha inkar sila-hını çalıştıran, tecritle onurumuzla oyna-mak isteyen, Ortadoğu halklarına yöneltilensaldıralara güçlü bir cevap olmalıdır. Baş-kan Apo’ya Özgürlük ve Kürt SorununaAcil Demokratik Çözüm sloganına kilitlen-melidir. Bu temelde Kürt sorununayaklaşımında ikiyüzlü bir siyaset izleyençözümsüzlüğü çözüm olarak dayatan Kürthalkına “ne yaşam ne ölüm” çizgisini reva

gören Avrupa’ya, yine Önderliğimizi Türki-ye’ye teslim eden ABD’ye ve Kürt sorununuçözümündeki kilit rolünü hep sorunu tıkat-ma, çürütme ve yok sayma temelinde elealarak oynamayan Türkiye’ye güçlü bir de-mokratik baskı oluşturacak bir Newroz kut-lamasına dönüşmelidir. 2003 Newrozu herdevletin Ortadoğu hesaplarında kurbanlıkolarak ele aldığı “ya kullanırım ya da yokederim” dediği Kürt olgusunun, “ben de va-rım, Örgütlenmiş, aydınlanmış ve kim oldu-ğunu, ne istediğini bilen milyonlarca Kür-düm. Ne piyonluğu ne de imhayı kabulediyorum, demokrtaik çözümü ve barışı is-tiyorum. Ve bunun için gerekirse tüm sahipolduklarımı, yaşamım da dahil, ortaya ko-yuyorum. Sonuna kadar halkların onurlubarışı ve özgür birliği çizgisinde mücadelegücümü ortaya koyuyorum, ”mesajlarınıherkesin alacağı, görebileceği ve duyabile-ceği bir görkemlilikle yaşayan yaşatan birNewroz olmalı. Newrozlaşan halk gerçeği-nin binlerce yıl önce yaptığı gibi yine zulüm-lere başkaldıran, haksızlıklara, halklarınbeyinlerinin-geleceklerinin gençlerinin ye-nilmesine sessiz kalınmayacağını ortayakoyan bir kararlılıkla kutlanmalıdır. Bu sonderece önemlidir. Çünkü son iki yılda veözellikle 11 Eylül olayından sonra Irak’amüdahale gerçekliği etrafında halklara kar-şı yürütülen güçlü bir psikolojik, özel savaşvar. Özgürlük, barış, demokrasi adına herçıkışı terörize, kriminalize etme tehditi De-moklesin kılıcı gibi sallandırılıyor. Tüm insa-ni çıkışlar bu temelde daha doğmadan boğ-durulmak isteniyor. Ancak halklar özelliklede batı metropollerindeki sivil toplum örgüt-leri etrafında güzel-görkemli cevaplar verdi-ler. Bu yıla böyle bir giriş yapmak anlamlı-dır. Yeni yılda hiç dinmeden devam etti bugösteriler. Çok yaratıcı, değişik ve en an-lamlı olan da milyonların aynı düşünce veruhla ayağa kalkışıydı yaşanan ve insanınyüreğinde büyük bir umut yaratıyor. Halkla-rın doğuşunun, özgür iradeyle tarih-siyasetsahnesine girişinin görkemli örnekleri ola-rak Başkan Apo’nun bu konudaki tespitleri-ni de ispatlıyor. Yine 4 yıldır Kürt halkınıntek başına öncülük ettiği, haykırdığı barışeylemliliklerinin bölge halklara mal olmasıanlamlı. Halk olarak bundan da oldukça gu-rur duymalıyız, bir halkın insanlığın kurtulu-şunu kendi şahsında yaratabileceğine olaninancımızı daha da büyütmeliyiz. Dünyaçapında gelişen ve yaygınlaşan eylemlerle

savaş karşıtı, barış sever, çevreci, küresel-leşme karşıtı vb sivil toplum güçleriylebirleşebilmeliyiz. Ve bu Newroz’da bunungüçlü bir başlangıcını ifade etmeli.

Newroz bizim yılbaşımızdır. Adeta yılanasıl başlayacağımızın ve devam edeceği-mizin ifadesi olmaktadır. Geleneksel olarakda böyle yaşandı. Bu yılbaşımız dünyadayaşanan barış eylemlerini de selamlamalıve güçlü cevaplanmalıdır. Ortadoğu’ya aitolan halklar arası dialog-barış-kardeşlik ge-leneğinin yine en güçlü ve köklü bu toprak-larda başlangıçlar yapacağını göstermeli-dir. Bu nedenle bu Newroz’u sadece Kürthalkı olarak değil, birçok halktan katılımcı-larla, sanatçılarla, dostlarla, aydın ve yazar-larla kutlamak önemli. Newroz’un ne kadarbaşarılı kutlandığının bir göstergesi de buolmalıdır. Ortadoğu’da bu çok zor olmama-lı çünkü, aynı zamanda bir Ortadoğu bayra-mıdır, Newroz. Arap, Fars, Ermeni, Türk-menler vb daha birçok halk bu halklar bay-ramını kutlamaya çağrılmalıdır. Bu anlam-da bu Newroz başlangıç olmak üzere bun-dan sonraki Newrozları, bir halklar mozaiğiolan Anadolu’da, Ortadoğu’da halkların engüçlü ortak kutlaması, barış platformu yap-malıyız. Newroz halkların kardeşliği, birliğive barışıysa, Newrozlaşan Kürt halkınınNewrozlaşan Ortadoğu halkını yaratmasıdurumunda Ortadoğu demokratik, özgür vebarış içinde olacaktır. Bundan sonraki herNewroz böyle kutlanmalıdır. Mücadelemi-zin belli bir aşamasına kadar NewrozlarınKürt halkının kendi özgür iradesiyle karar-laşması olması gerekliydi. Ancak gelinenaşamada, küreselleşen uluslararası savaşcephesi karşısında küreselleşen barış ha-reketini yaratmak vazgeçilmezdir. Bununzeminleri her zamankinden daha güçlüoluşmuştur ve büyük bir sorumlulukla de-ğerlendirilmelidir. Ayrıca sistemin bize da-yattığı tecrit çemberini kırmak açısından daözellikle Newrozlara artık, başta Ortado-ğu’lu olmak üzere tüm dünya halklarını dagüçlü katmalıyız. Bu Newroz; tüm dünya si-yasetçilerine “sizin politikalarınızla yapa-madığınız, ya da beceremediğiniz halklarınkardeşliğini, dostluğunu yaratmak bakın okadar da zor değil. Ve bizim kardeşliği, ba-rışı ve özgür birliği yaratmak için sizin kağıtüzerindeki uydurma planlarınıza, demogoji-lerinize ihtiyacımız yok. Barış ekmek su ka-dar, hava kadar sade ve vazgeçilmez bir ih-tiyaçtır halklar için. Ve biz artık bunun bilin-

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 21: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

cine ve yaratma iradesine sahibiz. Bakınbiz milyonlar, kirli çirkin hesaplara sahip ol-madığımız ve “bir damla petrol bir damlakandan daha üstündür” diyen mantığı değil,“bin damla petrol de olsa bir damla kanıvermeyiz” dediğimiz için nasıl kolay bir ara-ya geliyoruz. Dilimiz ne kadar yalın, taleple-rimiz ne kadar anlaşılır ve yüreğimiz ne ka-dar ortak atıyor, konuşuyor” mesajını ver-melidir. Newrozları bu ve bundan sonrakiyıllarda hem Ortadoğu ve dünya barışınınhem de bunun için kilit önemdeki Kürt soru-nunun demokratik çözümünün halk irade-siyle oluşturulan zirvesel ifadesi gibi yaşa-malıyız, yaşatmalıyız.

Başkan Apo’nun özgürlüğü özgürlüğümüz yaşamı yaşamımızdır

Kürdistan’ı bir savaş karargahına, ağırsilah deposuna çeviren beş bin yıllık

savaş geleneğinin yaratıcısı zihniyet sahip-leri bu yıl Newroz’un anlamını, görkeminigölgelemek isteyebilir. Bu açıdan halkımızson derece hassas, duyarlı örgütlü ve ted-birli olmalıdır. Bu özellikle Türkiye ve sondönemde Türkiye ile yakın işbirliği içindeolan İran, Suriye gibi demokratik değişim-dönüşüme direnenler tarafından gündemegetirilebilir. Bu açıdan başta Türkiye metro-polleri olmak üzere bu alanlarda provakas-yonlara karşı duyarlılık zirvede olmalıdır.Barış mesajlarımızı en güçlü sunacağımızböyle bir güne savaşın yıkım gücünü dayat-mak isteyenlere cevabımız gerektiğindeNewrozlaşan halk olarak verilecektir. AmaNewroz her yerde, köy, kasaba, ilçe ve iller-de, büyük metropollerde mutlaka alanlarda,sokaklarda kutlanmalıdır. Önderliğimizinözgürlüğüne ve halkların barışına kilitlen-miş bir Newroz olarak karşılanmalıdır. Buyüzden de ısrarlı, inatçı ve direnişçi olacak-tır. Güney halkımızın Erbil’de Duhok’ta sa-vaş ve işgal karşıtı yürüyüşleriyle buluşarakkuzeyiyle güneyiyle artık bir Kürt baharınınyaratılacağının, yaşanacağının ve Ortado-ğu’yu da saracağının zamanın geldiğinigöstermeliyiz. Bu temelde, Irak’a müdahalearifesinde Kürtler, Kürdistan’ın, Ortadoğuve dünyanın her yerinde Newroz kutlama-larıyla Kürt sorununun demokratik çözümü-nün artık rafa kaldırılamayacağı mesajınıgüçlü vermelidir. Ortadoğu’nun en güçlüdemokrasi dinamiği olarak Kürtler, demok-ratik değişim ve dönüşümü istediklerini ve

bu gerçekleşmeden Ortadoğu’nun asla biristikrara kavuşmayacağını ortaya koymalı-dır. Önderliğimizin “Özgür Birliktelik ve Ba-rış perspektifi olan belirteceği yeni bir süreçbaşlatıyorum. 4 yıllık süreç rolünü oyna-mıştır. Yeni bir döneme girdik” tespitinin biranlamı da, “yeni stratejiyi anlamak-kavra-mak ve hazırlanmak için yaşanan süreç bit-miştir. Artık yeni stratejiyi yaşamsallaştırmasüreci başlamalıdır. Taktiğe güçlü girişlerolmalıdır şeklinde anlamalıyız” BununNew-rozla bağlantısı nedir?

2003 Newrozu bunun da güçlü bir başlan-gıcını taşıyor bağrında, çünkü son dört yılıngücünü biriktiriyor kendisinde. Önderliğimizbu gücü şöyle ifade etti. “Newroz gösterile-ri geliştirdiğim çizginin halk tarafından tuttu-ğunu gösteriyor. Yol çizilmiştir. Diyarba-kır’da 700 bin kişinin “barış-kardeşlik-öz-gürlük” demesi bu çizginin kabulüdür. Ulus-lararası komplo sadece bana karşı değil,şahsımla ilgili değil. Newroz’da görüldü,ben milyonlara, kitlelere mal edildim. Mil-

yonlar benim mirasımı sürdürecek.” Bu ay-nı zamanda 2002 Newrozu’nu selamlamasözleriydi, Başkan Apo’nun. Bu yıl da çokbüyük ihtimalle Newrozu’muzu aydınlatma-sına izin vermeyecekler. Ama bu sözler ye-terince açık ve anlaşılır. Ve BaşkanAPO’nun son üç yılda ve daha önce verdi-ği Newroz mesajları 21. yüzyılı başarıylagötürecek kadar kapsamlıdır. Her New-roz’da O bize mesajlarını, bir halkın alabile-ceği en güzel armağan olan özgürlük pers-pektifleri şeklinde sundu. Özgürlüğün yeniufuklarına, umutlarına ve mizginlerine taşı-dı yüreğimizi, düşünce ve eylem gücümü-zü. Kararlaşmalarımızı çelikleştirdi. Bizeverebileceği ne varsa hep zamanında veyerinde verdi. Şimdi bizim her Newroz’daBaşkan Apo’nun özgürlüğünü yakınlaştıra-cak kadar meydanlarda çoğalmamızın za-manı. Şimdi her Newroz’u O’nun özgürlü-ğüne daha fazla kilitlenmiş bir eylem günü,kendimizi yaratma günü yapmanın zamanı-dır. Dayatılan uluslararası komplo konsepti-ni oluşturan güçlerin, Önderliğimizin belirle-diği çizgi temelinde yükselteceğimiz müca-deleyle her Newroz’da rengi solmalı. HerNewroz komploculara can çekiştiren birazdaha güçlü bir örgütlülüğü, eylemliliği vebütün bir mücadele yılını kapsayacak ka-rarlaşmayı yaratmalı. Ve her yıl bu temeldehalkımızın üzerindeki komplo lanetini, ka-ranlığını yırtarak Kürt Rönesansının, aydın-lanmasının, bu temelde özgürleşmesininsomutlaşan gerçeğini yaratmalıdır. Bu her

zamankinden daha fazla imkan dahilinde-dir, başarabileceğimiz bir hedeftir. Ve Kürthalkı uluslar arası komplo gerçeği karşısın-da gösterdiği cesaretle bunu başarma gü-cünü ortaya çıkarmıştır.

Yeni stratejimizin yaşamsallaştırılması-nın stratejik ayağı Kürt sorununun demok-ratik çözümünün Başkan Apo’suz olamaya-cağıdır. Başkan Apo gibi ömrünü bu soru-nun demokratik-adil çözümüne veren birhalk Önderine yaklaşımın tecrit biçimindesomutlaşması, Kürt iradesine inkar ve im-hanın dayatılacağının ya da bunun planlan-dığının en açık ispatı olmaktadır. BaşkanApo’ya böyle yaklaşan, halkı da gerillayı dakatletmek ister. Bitirmek ve yine 30 yıldır birsonuç alamadığı politikasını son bir umutlabir kez daha devreye koymak ister. Bu ne-denle bu Newroz en güçlü kilitlenmesini el-betteki “Başkan Apo’ya özgürlük”le yaşaya-caktır. “Özgürlüğü özgürlüğümüz, yaşamıyaşamımızdır.” diyeceğiz. Ona uygulananinsanlık dışı uygulamanın-işkencenin acısı-

nı her hücremizde hissedeceğiz. Ölümleyaşam arasına sıkıştırılan her canlının gös-tereceği o inanılmaz enerjiyi akıtacağız veyaşamımızı, onurumuzu, özgürlüğümüzükazanmadan yaşamayı haram sayacağız,ölüm bileceğiz. Bu nedenle Newroz bu ger-çeği bir kez daha Kürt halkının yılbaşında,direnişinde, bahar kararlaşmasında göster-melidir. “Başkan Apo’ya özgürlük dünyanın”dört bir yerindeki milyonlarca Kürdün etra-fında kilitlendiği, tek yürek olduğu temel slo-gan olmalıdır.

Temel görevimiz halk cephesini büyütmektir

Newrozda ortaya çıkacak olan katılımdüzeyi sürekli büyütülerek süreklileş-

tirilmelidir. Halkımız Başkan Apo’ya yöneliktecritin kaldırılması, koşullarının iyileştiril-mesini ve özgürlük taleplerini iç içe sürekligündemde tutarak bunun etrafında kitleselgösterilere ağırlık vermelidir. Bu kampanya-nın asıl amacı 4 yıllık kısmi barış sürecini tı-

katan, tecritle toplumsal huzuru ve barışıtehdit eden, Türkiye’yi tekrar çok yıkıcı vekanlı bir iç savaş ateşinin içine atan hükü-met ve devletin ilgili güçlerine, Kürt halkı veonun örgütlü iradi gücü KADEK adına barışiçin bir şans daha tanımadır. Onlara barışıtehdit eden inkar ve imha zihniyetine bir da-ha başvurmamaları için bir uyarı, çağrıdır.Bu temelde güçlü olmalı ve yerini bulmalı-dır. Barıştan asla vazgeçmeyeceğimizi veonurlu barışı yaratmak için gerekirse meşrusavunma savaşını başlatabileceğimizin vegüçlü yürüteceğimizin mesajlarını, yarata-cağımız ve ileteceğimiz bir katılım biçiminibu ikinci kampanya döneminde ortaya koy-mak son derece önemlidir. Bölgede yaşa-nan hızlı gelişim ve değişimlerle ve özellik-le Kürdistan coğrafyasında beliren savaşgörüntüleriyle birlikte ele aldığımızda, bugörevin çok kolay olmayacağı açıktır. Ancakbu noktada halkımız özellikle duyarlı olma-lıdır. Aylardır yürütülen tecrit zaten Irak’amüdahalenin gölgesinde, sinsice devreyekonuldu ve derinleştirildi. Herkesin Irak gün-demine kilitlendiği bir süreçte Önderliğimizeve halkımıza karşı bu çürütme, normalleştir-me konsepti gündeme konulurken en çokgüvenilen nokta, “dünyanın gözü Irak’tanbaşka bir şeyi görmüyor. Tam zamanı, uy-gular ve sonuç alırız”dır. Bu nedenle Irak’amüdahale, bölgeye ve Kürdistan’a yönelikaskeri hareketliliklerin Başkan Apo’ya uygu-lanan tecritle direkt bağlantısı var. “Tecrit

gündem dışı”, “gündem çok yoğun, kimsedinlemez, dikkate almaz” veya çok tehlikelibir görüş olarak “yeni süreçle birlikte Kürtlerstatüko kazanacak, çok fazla gürültü yapıpbazı güçleri tahrik etmeyelim” söylemleribazıları için gaflet, bazıları için siyasi körlükbazıları için ise tıpkı Batı’nın yaptığı gibiBaşkan Apo’nun yaşamı üzerinden siyasetyapma yaklaşımıdır. Özellikle son ifade etti-ğimiz tehlikelidir ve halkımız bunu cevapsızbırakmayacaktır. Başkan Apo’nun olmadığıbir yaşamı bile istemeyenler, basit ve irade-sinin içinde olmadığı bir statüyü de istemez-ler. Şunu herkes bilmeliki, Kürtler için birstatü halksız olamaz, bu halk da Önderlik-siz olmaz.

Newroz’la zirveleşip 15 Mayıs’a kadardevam edecek olan sürece doğru ve sonuçalıcı bir katılım açısından 10 Aralık-15 Şu-bat tarihleri arasında yürütülen birinci kam-panya sürecine katılımdan güçlü dersler çı-karılmalıdır. Özellikle eylemlerin parçalı,dağınık ve koordinesiz gerçeği hızla aşıl-malıdır. Eylemler eşzamanlı olmadı. Enerjigüçlü ve etkin akıtılamadı meydanlara. Bu

nedenle sonuçları ve etkileme gücü de par-çalı kaldı. Bir defa kampanyanın ikinci aşa-ması bu eksiklikleri tekrarlamamalıdır. Sonderece örgütlü kendi içinde koordineli, za-manlamasını, yerini ve siyasal atmosferinigüçlü takip ederek güçlü bir örgütlülüğühalkımız yaratabilmelidir. Karşımızda ulus-lararası komplonun ikinci kapsamlı konsep-ti var, bu tecritte yoğunlaşıyor diyorsak, ey-lem biçimlerimiz, tarzımız ve araçlarımız,örgütlülüğümüz ve kapsamımız buna göreyaratılmalıdır. Geçen kampanya sürecindebu tam örtüşmedi. Konseptin ağırlığına gö-re tam cevap oluşturulamadı. Bu açıdan birdefa bu tecrit uygulaması etrafında şekille-nen Kürt ve Türk halklarını karşılıklı kışkırt-mayı ve savaştırmayı hedefleyen yeni kon-septi ve bunun Türkiye boyutunu uluslara-rası kamu oyunun gündemine özellikle deIrak’a müdahaleyle bağlantılandırarak güç-lü oturtacak bir eylemsellik, örgütlülük vediplomasi gücü yaratmalıyız. Bu kitle ve ba-sın diplomasisi temelinde güçlü olmalıdır.Birçok sivil toplum örgütünün gündemine,kapımıza zorla bırakılmak istenen iç savaştehlikesi etkin ve yetkin anlatılmalıdır. Ne-den iç savaşa karşı olmalıyız? Bu iç savaşıkim istiyor? Kimin nasıl çıkarları var? Ge-çen 15 yılık süreçte bu iç savaşta Kürt veTürk halkının payına düşen yoksullaşma,sosyal bunalım, ölümler, sakat kalmalar, yı-kılan yaşamlar vb oldu. Peki bu defa iç sa-vaş neyimizi nasıl götürecek, koparacak

bizden? Ve bize ne yarar sağlayacak? Pa-yımıza ne düşecek? İç savaş diyenlerinkaybedeceği bir şey olacak mı? vb yüzler-ce soru halktan her kesiminin gündemineözgünlüklerine göre sorulmalı ve “gelin ce-vaplarını birlikte halk olarak tartışalım” espi-risiyle bütün halklar arasında tartışma plat-formları yaratılmalıdır. Onlar her ne kadariki halkın yaşamını, en yalın ihtiyaçlarını,başta barış olmak üzere özlemlerini, istek-lerini her ne kadar bölmek isteseler de halk-lar bu olguların yaşam diyalektiğinde bölü-nemeyeceğini güçlü gösterebilmelidir.Gençlik gençliği, kadın kadını, işçi işçiyi vbher Kürt, Türkiye toplumunun farklı kesim-lerini bu iç savaş konusunda daha fazla bil-gilendirmeli, aydınlatmalı ve ortak örgütlen-meleri birlikte yaratabilmelidir. Yoksa tecritolmuş düşünceyle, tecrit olmuş eylem veetkinlik tarzımızla ve tecrit olan halk gerçek-liğiyle uluslararası güçlerin Başkan Apo’ya,Kürt ve Türk halklarına ve özünde Ortado-ğu’ya yönelik geliştirdiği bu tuzağı, iki yüz-yıldır işlettikleri Kürt kapanını aşmak müm-kün değildir. Şimdiden Newroz böyle kut-

Sayfa 22 SerxwebûnMart 2003

“Newroz’un özü bask›ya, zulme ve haks›zl›¤a karfl› ç›kmak. Halklar›n kardeflliklerini, bar›fllar›n›yaratmalar› için güçlerini birlefltirme günü. Ve bar›fl. Dört y›ld›r Kürt halk› da bunlar› hephayk›rd›, bunlar için çal›flt›, bunlar için sokaklar› evi yapt›. fiimdi ilk KADEK’li Newroz’u

karfl›lamya haz›rlan›yoruz. KADEK bir Ortado¤u örgütünün ideolojik kapsay›c›l›¤›na, strateji-taktik ve program›na sahiptir. Yani PKK’nin 8., KADEK’in 1. kongresiyle birlikte bir

Ortado¤u örgütü olmay› kararlaflt›rd›. Bu y›l ki Newroz da bu misyonu kucaklamal›.”

“Sonuna kadar halklar›n onurlu bar›fl› ve özgür birli¤i çizgisinde mücadele gücümü ortayakoyuyorum.” Mesajlar›n› herkesin alaca¤›, görebilece¤i ve duyabilece¤i bir görkemlilikle

yaflayan-yaflatan bir Newroz olmal›. Newrozlaflan halk gerçe¤inin binlerce y›l önce yapt›¤› gibiyine zulümlere baflkald›ran, haks›zl›klara, halklar›n beyinlerinin-geleceklerinin-gençlerinin

yenilmesine sessiz kal›nmayaca¤›n› ortaya koyan bir kararl›l›kla kutlanmal›d›r.”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 22: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

lanmalı ki daha sonraki eylemler ve etkinlik-ler için halkların ortak platform zeminleri ya-ratılabilsin. İç savaş nasıl ki Türkiyeli herke-sin, işçisinin, köylüsünün, memurunun, öğ-retmen, öğrenci, sanatçı, siyasetçi vb ya-şamlarını direkt etkileyecekse, bunu önle-mek de ancak bu kadar geniş bir savaş kar-şıtı cepheyle mümkün olabilir. Yürütülmesigereken temel çalışma bu temelde halkcephesini büyütmektir. Hem Kürt toplu-muna, hem Türkiyeli halklara hem de Orta-doğulu halklara, açılımlar yapmak gerekir.Bu olmazsa Türkiye’nin bizi, gelişecek birsavaş ortamında Filistin halkının dramınamahkum etmek istediği açıktır. Bu trajediyaklaşık iki yıldır tüm dünya kamuoyunungözleri önünde, kanayarak, ölümlerle dur-madan devam ediyor. Ama durdurulmuyor.Bu şiddet sarmalının bir kez başlatıldı mıbir daha durdurulmasının ve barışçıl yönekanalize edilmesinin çok zor olduğunu, za-man alacağını anlatan son derece trajik birörnektir Filistin sorunu. Kürt halkı ve özellik-le de Türkiye halkı bunu kendi toprakların-da yaşamına çok uzak bir gerçeklik olarakalgılıyor çünkü medya tarafından uyuşturu-luyor, kandırılıyor ya da yönlendiriliyor. BirKürt paranoyasıdır almış başını gidiyor. Bu-nu ancak halkların birleşik demokratik cep-hesi durdurabilir. Sürekli halka yansıtılan buKürt korkusu başta halk da aşıldı mı ona“Kürtler böyle tehlikeli” diyen devlete, siya-setçiye, “hayır, biz Kürtlerle bin yıldır birlik-

te yaşıyoruz. Kardeş halk ve bu gün de bir-likte yaşıyoruz. Tehlikeli değiller, kardeşler,dostlar” diyecektir. Bu yürütülen siyasetintemelsizliğini ve kandırmacasını deşifreederek boşa çıkaracaktır. Bu açıdan sonderece önemli bir nokta olarak ele alınmalıve her Kürt bu konuda sahip olduğu ilişkile-ri güçlü değerlendirmelidir. Bunun için ayrı-ca eylemlerimizin çeşitlilik, yaratıcılık veyaygınlık kazanması bu temelde hem ka-muoyunu hem de basını harekete geçire-cek eylem ve etkinliklerin organize edilmesigereklidir. Ne istediğimizi, neden dört yıldırhep sokaklarda olduğumuzu artık daha iyianlatmamız gerekiyor. Bu anlamda geçendönem yürütülen birinci kampanyada yaşa-nan kitle ve basın diplomasisindeki yeter-sizlikler de aşılmalıdır. Uluslararası kamukuruluşları, hukuk kurumları, insan haklarıdernekleri vb sivil toplum örgütlerine halkı-mız ve legal örgütleri tecrit sorununu güçlüanlatabilmelidir, Bu temelde gerçekleştirilengirişimler amacına daha güçlü ulaşmalıdır.

Gerilla barışın teminatıdır

Halkımızın bu güne kadar gösterdiği fe-dakarlık, katılım ve mücadeleciliği

saygıyla takdir ediyoruz. Hiç kimse kendiyetersizliklerinin, sürece girmeyen geri zih-niyetinin ve hantallığının beceriksizliğinin fa-turasını halka çıkarmamalıdır. Halk belirle-nen temelde bazı geri yaklaşımların engel-

lemesine rağmen eylemini, tepkisini, protes-tosunu ortaya koydu. Başkan Apo istendi-ğinde, gerektiğinde herşeyi yapmaya hazırbir halk gerçekliğini yılların emeğiyle yarat-mıştır. Halkımıza bizim çağrımız gücünüenerjisini, öfkesini tepkisini daha iyi örgütle-mesidir. Kendi özgücüne dayalı olarak inisi-yatifini, örgütünü, eylemini ve iradesini orta-ya koymalıdır. Önderliğimiz yüzyılı aydınla-tacak perspektiflerini savunmalarla sundu.Ancak bu savunmalar birçok geri yaklaşımve mantığın ürünü olarak halka ulaştırılama-dı. Şimdi halkın her zamankinden daha faz-la bu savunmayı anlamaya, bu temelde eği-tilmeye ihtiyacı var. Halkımız bunu kendiiçinde eğitim birimleri çıkararak yapmalıdır.Bu konuda yaşanan yetersizlikleri zamanın-da eleştirmek kadar kendi özgücünün yetti-ği yerde kendisinin örgütlemesi ve mutlakasavunmalara ulaşması önemlidir. Ayrıca im-ha-inkar çizgisinin Kürdistan’daki uygula-maları biliniyor. Kürt halkına yönelik saldır-ganlığı biliniyor. Bunu en iyi halkımız biliyorçünkü acılarını ve kayıplarını en fazla onlaryaşadı. Şimdi bu çizginin yeniden gündemekonulmak istendiği bir süreç dayatılmak is-teniyor. Bu kirli bir iç savaşla yapılmak iste-niyor. Bu nedenle iç savaşı önlemek için de-mokratik serhildanları yükseltmek kadar,önümüzdeki süreçte inkar ve imha çizgisi-nin daha önceki uygulamalarına benzer du-rumlara, provakasyonlara, faiili meçhullere,hukuk, siyaset ve insanlık dışı girişimlere

başvuracağı ihtimaline göre de tedbirli, ha-zırlıklı ve mücadeleci olmalıdır. Zafere inan-cı asla yitirmeden yolun son kısmını büyükacıları, bedelleri de olsa mutlaka koşacağızve bize dayatılan kimliksizliğe, “ne yaşamne ölüm” çizgisine artık bir son vereceğiz.Halkımız bu baharda, bu Newroz’da bununkararlaşmasını yaratacak ve bu yılı bu te-melde mutlaka kazanacaktır.

Gerilla uzun bir zamandır hazırlıklarınıyoğunlaştırarak sürdürüyor. Gerillanın te-mel misyonu VII. Kongremizde “barışınTeminat gücü” olarak belirlendi ve adı‘Halk Savunma Güçleri’ olarak değişti.Gerilla bu Misyonuna ve adına layık ola-caktır. Hem Kuzey’de hem Güney’de hal-ka yöneltilecek saldırıları meşru savunmatemelinde karşılamak ve cevaplamak ka-dar, kendisine yöneltilen her saldırıyı dahem 30 yıllık Özgürlük mücadelesinin mi-rası hem de son dört yılda yürütülen yeni-den yapılanma temelindeki eğitimlerdenkazandıklarıyla mutlaka boşa çıkaracaktır.1990’ların başlarında olduğu gibi büyüye-cektir, kabaracaktır ve gerektiğinde Orta-doğu’nun demokratik savunma gücü ola-rak kendisini sürekli büyütecektir.

Demokrasi ve barış sürecinin temel di-namiği kadınlar, 8 Mart’la önemli bir çıkışıbaşardılar. Yaklaşan savaşın en fazla vura-cağı bir kesimi de oluşturan kadınlar, müca-delenin en güçlü, örgütlü ulaşılmaz ve yenil-mez kılıcı, kalesi olarak kendilerini inşaa et-melidirler. Çünkü onlar barışın ve halkların

umudunun inşaa gücü, teminatı ve temelharcı oluyorlar. Onlar güçlü-örgütlü ve birlikoldukça, zayıflamadıkça bir mücadeleninkaybetmesi mümkün değildir. Bunun bilincive onuruyla duruşlarını güçlendirmeleri ge-rekiyor. Kadın hareketi son dönemde öneçıkan savaş karşıtı güçlerle Türkiyeli çokfarklı kesimlerden kadınlarla daha kolay bu-luşabilir. Bu iç savaşın önlenmesinde ne ka-dar kadın sanatçı-aydın, yazar-çizer, top-lum bilimci, siyasetçi vb topluma yön vere-cek etkileyecek insan varsa onları hareketegeçirmenin yaratıcılığını, gücünü ve örgüt-leyiciliğini kazanmalıdırlar. Türkiye’de busavaşı istemeyen yüzbinlerce asker anasıvar. Onlara ulaşmada Kürt kadınları yeter-siz kaldı. Daha ısrarcı, birçok yol yöntemi,ilişkiyi devreye sokarak binlerce asker ana-sıyla buluşma gerçekleşebilir. Bu analarlagerilla anaları Kürt sorununun demokratikçözümünü birçok girişimle gündeme alıp“bu kirli, bizim kanımızı emerek çeteleribesleyen iç savaşı istemiyorum. Oğlumu bukardeş savaşına göndermiyorum,” direni-şiyle siyaset ve devlet kurumları üzerindeçok yönlü demokratik bir baskı kurulabilir.Böyle etkinlikleri için uluslararası kurum vekuruluşlardan destek alınabilir ve bu temel-de Kürt-Türk analarının ortak eylemleri dün-ya ve Türkiye basınını harekete geçirebilir.Ve daha pek çok kesime özgün yaklaşım vegirişimlerle başvurulabilir, ortak eylem, ör-gütlenme ve bu savaşı önleme projeleri gö-

türülebilir, tartışılabilir. Sonuç alınır, yeter kiısrarcı, iddialı ve yaratıcı olunsun. Geçenkampanya süreci açısından kadının öncü-lük misyonuna göre katılımı sınırlı kaldı, kit-leselleşmedi. Son dönemde yaşanan topar-lanma ve 8 Mart çıkışı süreklileşerek, yük-selmeli ve kadın demokratik serhıldandaöncülük rolünü ‘90’lı yılların serhıldanların-daki gibi başarıyla üstlenmelidir.

Özgürlük dağlarında onurlu yaşam her Kürt gencinin hayalidir

Gençlik de demokratik uygarlık çağınıniki temel öncü gücünden biri olma

misyonunu daha güçlü oynamalı bu sürecinimkan ve zeminlerini yaratıcılıkla kullanma-lıdır. Kadınla birlikte öncülük rolünü başarıy-la yürütmesi için her şeyden önce yeni zih-niyet, ideolojik kimlik üzerinde derinleşmeli-dir. Enerjisini sınırsız, yöntemsiz ve acelecideğil, bir işi zafere-başarıya götürecek tarz-da kullanmayı, bu temelde eylemi, örgütlen-meyi ve açılımı esas almalıdır. Gençlik ha-reketi her kesimden daha fazla açılım vegenelleşme imkanlarına sahip. Türkiyeli veOrtadoğulu gençlikle buluşma, gücünü, bi-lincini ve tüm imkanlarını birleştirme ufkuy-la, uzun vadeli bir hedefle yaklaşmalıdır.Günlük çalışmalarını, tarzını ve temposunuuzun vadeli ve genel amaçlar karşısındasorgulamalı, onları yaşama günlük olarak

geçirmenin, başarmanın tarzını yakalamalı-dır. Yoksa günübirlik tarzla hiçbir şeyin ka-zanılamayacağını en iyi biz Kürtler ve Orta-doğulu halklar biliyoruz. Yine gençlik tümçalışma alanlarının kadro okulu gibi kendisi-ni ele almalıdır. Bu nedenle devrimin müca-delenin bütün sorunlarına ilgili olması ge-reklidir. Gençlik hareketinin nicelik ve nitelikolarak sürekli büyümesi, demokratik serhil-danın susturulamayan silahı dindirilemeyendinamiği olması son derece hayatidir. Ayrı-ca gençler bu süreçte her zamankinden da-ha fazla gerilla saflarını beslemelidir. Öz-gürlük dağlarında onurlu bir yaşam her Kürtgencinin hayalidir. İçine girdiğimiz bu süreçbinlerce gencimize bu hayalini gerçekleştir-me zamanının geldiğini anlatıyor.

Bu süreçte demokratik Kitle örgütleri-nin, kurumların da görevleri bu belirttiğimizkapsamla bağlantılıdır. Hükümet dışı orga-nizasyonların Ortadoğu geleneğinde çokgüçlü bir mirası yok. Bu süreç böyle bir mi-rası yaratmayı da emrediyor, ya da bugünekadar ki, küçük küçük mirasların buluştu-rulmasını, birleştirilip güçlü bir sivil topluminisiyatifine dönüşmesi gerekliliğini dahayakıcı hissettiriyor. Eğer halk adına böylebir inisiyatif güçlü geliştirilmezse, son Tür-kiyede yaşanan son gelişmeler gibi, birhalkın kendisini varettiği, kutsal bildiği, uğ-runa ölümleri göze aldığ vatan pazarlanır,ama kimse karşı çıkamaz. “Barış istiyorsanbedeli zehir gibi zamlardır” denilir ama kim-

se konuşamaz. Bu açıdan savaşın çok hız-lı adımlarla yaşamımıza girdiği bu dönem-de hiç vazgeçmeden daha da büyük birinanç ve umutla, en azından halklara daya-tılan bu katliam gerçeğini ortadan kaldırın-caya kadar yaşamın en kutsal bir görevi bi-lerek yüklenmek ve demokrasilerin vazge-çilmez gücü olan sivil toplumu, üçüncü ala-nı yaratmak, her geçen gün büyütmek ha-yatidir. Bu olmadan toplum klasik zihniye-tin, klasik siyasetinin aldığı ölüm fermanla-rına terk edilmiş olur. Bu konuda özellikletecrit uygulaması karşısındaki tavır açısın-dan umut verici adımlar olsa da çok cılız,dar ve süreklilik arz etmeyen durumdançıkmak gerekir. Bu durumun aşılması, sa-vaş karşıtı tüm sivil toplum örgütlerinin Kürtsorununun adil demokratik çözümü için ira-delerini birleştirerek imhacı inkarcı siyasetsahipleri üzerindeki demokratik baskı gü-cünü büyütmeleri son derece acil bir görevolarak bu kurumların önünde durmaktadır.

Aydınlar sanatçılar çalışmak için aslındabarışa en fazla ihtiyaç duyanlar oluyor. Bunedenle de en ufak bir barış umuduna dörtelle sarılmaları gerekiyor. Örneğin ABD’debinlerce şairin savaş karşıtı eylemi çok an-lamlı. Maalesef Türkiye’de bu çok az insa-nın sergileyebildiği bir tutum oldu. 30 yıllıkiç savaş, çetecilik, faaili meçhul cinayetler,Kürt halkını şiddet yöntemi ile sustururken,Türkiyeli aydın ve yazarları ise farklı yön-temlerle susturdu, iradelerini, sanatçılıkları-nı, aydınlıklarını farklı biçimde esir aldı.

Bugüne kadar Türkiye’deki iç savaşa, Kürt-lerin fiziki, kültürel katliamına hemen he-men herkesin, bazı değerli aydın yazar vesanatçılar dışında herkesin sessiz kalmasıbundandır. Bir sanatçı çağının hem tanığıhem anlatıcısıdır derler. Ama tanıklık etmekde anlatmak da yürek ister, bilinç ister, ger-çek aydın ve sanatçı olmayı gerektirir. EğerTürkiye toplumu yeniden yapılanacaksa buaydından, sanatçıdan başlamak zorunda-dır. Yoksa çok zor, çok geç olur. Bu temel-de Türkiyeli aydın-sanatçı kesime çağrımız,bu kirli savaşa karşı Kürt halkının yükselensesini bu defa duysunlar. Seslerini bu seslebirleştirsinler. Türkiye halkının barış, özgür-lük ve halkların özgür birliğini haykıran busese katılmasına öncülük etsinler. Bu defatarihin omuzlarına yüklediği insanlığın te-mel değerlerini sanatçı sorumluluğuyla,kimliğiyle taşıma, büyütme, gelecek kuşak-lara aktarma görevinden kaçmasınlar. Bu-nun için yüzlerce barış konseri, binlercehalk toplantısı, seminer, resim-fotoğraf ser-gileri vb sonsuz etkinlik yapma potansiyelivar Türkiyeli sanatçıların.

Sanatçı halkla yaşayan, halkla besle-nen ve halkla büyüyendir. Halkın öleceği,anlamsız bir savaşa sürükleneceği bir ül-kede sanatçı sanatçıyım diyemez, eğerona karşı sesini yükseltmiyorsa, eğer okatliamı, savaş tehdidini, inkar ve imhayı,bir başka halkın kültürü üzerindeki baskıyı,katliamı anlatamıyorsa, dillendiremiyorsa,

yüreğini ve dilini kilitliyorsa, gözünü kapatı-yorsa o sanatçı sanatçı olamaz. Bu temel-de tüm Kürt, Türk, Arap, Ermeni, Asuri,Çer-kez, Laz, Rum ve diğer halklardan sanatçı-ları savaş karşısında sanatın gücüyle barı-şı ve toplumsal adaleti yaratmaya çağırıyo-ruz. 2003 Newrozu’na sanatçılar damgala-rını vurmalı, her yerdeki kutlamalara onlar-ca sanatçılar katılmalı ve “barış, barış, yinebarış” diye haykırmalılar.

Türkiye mevcut durumda İngiltere veABD’nin yıllardır kendisine karşı kullandığıtuzaklara düşmeye ve Kürt korkusununuçurumlarından kendini atmaya doğru hız-la ilerliyor. En başta Türkiyeli tüm halkları,sorumlu, sağduyulu siyasetçileri, basını,başta gençlik ve kadın olmak üzere toplu-mun tüm kesimlerini, işçileri, emekçileri,aydınları, sanatçıları bu tehlikeli gidişatıdurdurmaya ve layık olduğumuz barışı,demokrasiyi ve toplumsal adaleti, özgücü-müzle, mücadeleyle yaratmaya çağırıyo-ruz. 2003 yılı her zamankinden daha fazlahalkların, insanlığın baharını yaratmayayakınlaştığımız bir yıl olsun. BaşkanApo’nun Newrozu’nu bu yıl halk olarakhep birlikte güçlü kutlayalım.

Bu temelde Kürt halkının, tüm Ortado-ğulu halkların Newroz bayramlarını kutlu-yor, Başkan Apo’nun bizim için insanca,onurlu ve özgür yaşam şansını yaratması-na cevaben, gerçekleşinceye kadar “BAŞ-KAN APO’YA ÖZGÜRLÜK” şiarı etrafındakilitlenmiş nice Newrozlara diyoruz...

Serxwebûn Sayfa 23Mart 2003

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 23: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

Sayfa 24 SerxwebûnMart 2003

DIfi ‹L‹fiK‹LER VE D‹PLOMAS‹ FAAL‹YETLER‹ -I-Diplomasinin tan›m›

Diplomasi genel anlamda çıkarve amaçlar doğrultusunda ge-liştirilen ilişkilenmeler olarak

açımlanır. Uluslararası ilişkiler ve diplo-masi kavramları eş anlamlı kavramlardır.Çoğu zaman diplomasi yerine uluslarara-sı ilişkiler kavramı da kullanılır. Diploma-sinin genel tanımı budur ve insanlık ale-minin geçmişine kadar uzanan bir tarihivardır. İnsanlık varolduğu sürece çeşitliamaç ve çıkarlar doğrultusunda –ki çıkarve amaçlar dönemlere göre değişebilir–diyaloglar kurmuşlardır. Bu durum farklıdönemlerde, değişik biçimlerde gelişmişve süregelmiştir.

Günümüzün modern diplomasisi ise,giderek kurumlaşan ve profesyonel birmeslek haline gelen, devletlerin ve hükü-metlerin kendisini uğraştırdığı bir alan ha-line gelmektedir. Diplomasinin gelişimi 20.yüzyılın başlarından, özellikle I. DünyaSavaşı ve sonrasında yaşanan gelişme-lerle birlikte ele alınabilir. Siyasi düşünür-ler, modern diplomasinin ortaya çıkışınıve adım adım yükselişini 1400’lü yıllardan1900’lü yıllara kadar olan 400 yıllık süreçiçerisinde ele almakta ve bu dönemi dip-lomasinin geliştiği, günümüz diplomatları-nın statüsünün, günümüz diplomasisininkurallarının ve çerçevesinin belirlendiğibir aşama olarak değerlendirmektedirler.Modern diplomasinin gelişim tarihçesi bu400 yıllık sürece dayandırılır. Diplomasi,bazı toplumsal yapılanmaların veya dev-letlerin, çıkarları ve amaçları doğrultusun-da, resmi olarak veya başka şekillerde or-ganize edilen ilişki sistemi olarak tanımla-nabilir. Tüccarlar, tarihte ilk diplomatlarolarak kabul edilir. Özellikle denizciliğininsanlık tarihinde önemli bir aşamayı teş-kil ettiği dönemlerde, tacirlerin bilgi topla-mak için dolaşma imkanına sahip ilk dip-lomatlar olduğu vurgulanır. Ayrıca tarihinbelli dönemlerinde kadınların bilgi topla-mak amacıyla, yaygın bir şekilde diplomatkapsamında kullanıldığı siyasi düşünürlertarafından da kabul edilir.

Diplomasi tarihinde istihbarat, diploma-siden önce gelir. İstihbarat çalışmalarınınoluşumu ve gelişimi diplomatik faaliyetler-den önce olmuştur. İstihbarat çalışmaları-nın gelişmesiyle diplomasi çalışmalarınınşekillendiği kabul edilir. Günümüzde farklıdevletler, uluslararası kuruluşlar, hükü-

metler ve değişik çevrelerle bir uluslarara-sı sistem oluşturulmuştur. Bu sisteminüyelerinin birebir ilişkilenmeleri veya birbütün olarak sistemi kapsayan bazı kural-lar çerçevesinde geliştirdikleri ilişkilenme-ler vardır. Bu sistem yeni görünse de, as-lında insanlık tarihinin son derece uzun birbölümünü kapsamaktadır. Dünyamızın enuzun süreli sistemini değerlendirmek içinimparatorlukların oluşumuna kadar uzan-mak gerekir. İnsanlık tarihinde imparator-lukların varolduğu süreç, uzun yüzyıllarayayılan bir süreçtir. İmparatorluklar köleci-lik döneminde ve feodal dönemde vardı. Odönemde, günümüzde ortaya çıkan çağ-daş anlamdaki uluslararası ilişki ağı yoktu.Her imparatorluk kendi topraklarını geniş-letmek istiyordu. Fetihçilik, değişik halklarıkendi egemenliği altına alma anlayışı vebunların sonucunda imparatorluklarınkendi aralarındaki yarışlar vardı. Her im-paratorluk uluslararası sistemi belirleyenbir güç haline gelmek, hatta uluslararasısistemin bizzat kendisi olmak istemiştir.Bundan dolayı değişik güçler arasında iliş-kilenme durumu fazla gelişmiyordu, fakatkarşı tarafın olası düşünce ve planlarınınneler olduğu, ne tür girişimlerde bulunmaeğilimi olduğu hakkında bilgi toplamakamacıyla çalışmalar yürütülüyordu. Sis-temde yer alan imparatorluklar arasındabelli kurallara bağlı olarak ilişkiler geliştir-me çabası yerine, birbirlerine ilişkin istih-barat toplama, daha fazla öne çıkan biryaklaşımdı.

Tarihte ilk yazılı antlaşma Ortadoğu’da,Hititlerle Mısırlılar arasında gelişen savaşsonucunda imzalanan Kadeş Antlaşma-sı’dır. Bu antlaşmayla tarihte ilk defa ikigüç arasında yürütülen savaş, yazılı birantlaşmayla sona erdirilmiştir. Kadeş Ant-laşması, o dönemin koşullarına göre diplo-matik bir çalışmadır. Ancak dünyamızuluslararası ilişkiler kapsamında KadeşAntlaşması’ndan bugüne çok fazlasıyladeğişmiştir.

Tarihte diplomasinin temellerinin at›lmas›

Yerkürede değişik ülkeler ve halklaryaşamaktadır. Bunların aralarında

gelişen ilişkiler vardır. İlişkilenme, uzun birzaman dilimi içinde ve çeşitli biçimler ka-zanarak gelişim göstermiştir. Uluslararasısistem ve uluslararası ilişkiler yerküremiz-de varolan devletler arasında siyasi, sos-yal ve ekonomik esaslar üzerinde cereyaneden ilişkiler sonucunda yaratılır.

Genelde devlet olgusunu var edeninulusallık veya milliyetçilik duygusuna sa-hip halk kesimleri olduğu düşünülür; amaaslında devletin ortaya çıkışı, milliyetçili-ğin ortaya çıkmasından çok daha öncesi-ne dayanmaktadır. Farklı biçimlerde de ol-sa, devletin ortaya çıkışı ve gelişimi insan-larda ilk defa bir ulusa ait olma duygusunugeliştirmiştir. Örneğin imparatorluklar dö-neminde ulus anlayışı henüz ortaya çık-mamıştı, ortak bir dil kullanma yaklaşımıçok belirgin değildi. Devletleşmeyle birlik-te, yani daha merkeziyetçi siyasal yapı-lanmalara paralel olarak halklarda ulusalduygular gelişmiştir. Bu gelişme daha çokortaçağın sonlarına doğru Batı Avrupacoğrafyasında yaşanmıştır. Ulus olgusu-nun devleti yarattığı yargısından ziyade,devletin giderek ulus kavramını, milliyetçi-lik anlayışını ortaya çıkardığı belirlemesidaha doğrudur. Örneğin 16. yüzyıl Avru-pası’nda (1500’lü yıllarda) İngiltere, İskoç-ya, Fransa, İspanya ve Portekiz, Batı Av-

rupa’nın bugünkü devlet modeline benze-yen bir modelden çok uzak bir yapılanma-ya sahip değildi. Bu ülkelerde ulusal duy-gular oldukça güçlü hissediliyordu.

Dünya tarihine damgasını vuran ve Ba-tı Avrupa’nın öncülüğünü giderek dahafazla ön plana çıkartan ilk büyük ulusalmonarşiler Fransa ve İngiltere’de geliş-miştir. Fransa ve İngiltere, tarihte ulus kav-ramının geliştiği ülkeler olması yönüyle,ulusal monarşiler olarak tanınan devletler-dir. Fransa, feodalizmi İngiltere’ye göreçok daha geç aşmıştır. Bu iki devlet ara-sında gelişen ve her iki ülkenin halklarındada ulus kavramını geliştiren, en azındanyabancı düşmanlığını geliştiren savaşlaryaşanmıştır. Bu savaşlar tarihte “YüzyılSavaşları” olarak bilinir. Fransa’yla İngil-tere arasında gelişen bu savaşlar, yüzyılboyunca kesintisiz olarak sürmemiştir, fa-kat 1300’lü yıllardan 1450’li yıllara kadar kisüreçte, dönem dönem yaşanmıştır. İngil-tere Kralı III. Edward’ın annesi bir Fran-sız’dır. 1339 yılında Kral III. Edward, anne-sine dayanarak “ben Fransız kralı olmalı-yım, Fransa bana aittir” diyerek tahta ken-disini varis olarak göstermiştir. Fransa’nınbu duruma karşı çıkması üzerine İngiltereile Fransa arasında uzun yıllar devamedecek bir savaş başlamıştır. Bu savaş,İngiltere’nin zararlı çıktığı, ama savaşınağırlıklı olarak Fransa topraklarında yürü-tülmesinden dolayı Fransa’nın da çok faz-la yıprandığı bir savaş olmuştur.

Yüzyıl Savaşları, dünya insanlık tari-hinde önemli sonuçlar ortaya çıkarmıştır.O dönemden bu yana kraliyetler arasındagelişen savaşlar bir yandan halklarda ulu-sallık anlayışının gelişmesini sağlarken,diğer yandan iki halk arasında tepki doğ-masına da yol açmıştır. Bu savaşlar sıra-sında bazı antlaşmalar yapılmış, hatta bel-li dönemlerde savaşı durdurabilmek içinevlilikler yapılmıştır. Örneğin 1420 yılındaİngiltere Kralı V. Henry, Fransa kralının kı-zıyla evlenmiştir.

Yaşanan savaşlar o kadar yıpratıcı ol-muştur ki, halk arasında anlatılan birçokefsane bu dönem ortaya çıkmıştır. JeanneD’Arc efsanesi de bu dönem ortaya çıkanefsanelerden biridir. Jeanne D’Arc, Fran-sa’da yaşayan genç bir kızdır. Tarih Jean-ne D’Arc’dan 19 yaşında Fransa orduları-nı komuta eden bir bakire olarak söz eder.Fransa açısından ulusal duyguları besle-yen bir malzeme olarak kullanılır JeanneD’Arc. Fransa kralının ihaneti sonucundaİngilizlerle işbirliği yapan kilisenin izniylebir günahkar olarak yakılır. Yakılışından500 yıl sonra Vatikan tarafından Azize ilanedilir. Jeanne D’Arc önemli bir Fransa şeh-ri olan Orleans’ı İngilizlere karşı savunurve İngiliz ordularını püskürtür. Bu sayedevarissiz kalan Fransa tahtı yeni varisi VII.Charles’a taç giydirir. VII. Charles’ı tahtaJeanne D’Arc taşır. Orleans zaferini kenditasarrufuna alan VII. Charles ardından Je-anne D’Arc’ı satar.

Yüzyıl Savaşları sırasında Fransızlar,İngilizler karşısında büyük bir bozguna uğ-ramış, orduları yenilme durumuna gelmiş-tir. Jeanne D’Arc efsanesi farklı biçimlerdeanlatılsa da, en fazla 20 yaşlarında birgenç kız olarak, ulusal kahraman halinegeldiği bilinmektedir.

Yüzyıl Savaşları boyunca ulusal duy-gular gelişmiş, en azından yabancı karşıt-lığı duyguları temelinde bir birliktelik orta-ya çıkmıştır. O dönemde gelişen devletlerarası ilişkilenme gerçeği göz ardı edile-mez, fakat bu ilişkilenmeler, daha çok sa-vaşı durdurma amacıyla geliştirilmiştir. Butemelde bazı görüşmeler ve antlaşmalar

da yapılmıştır. Bu çabaları bir dış politikave dış işleri biçiminde formüle etmek veyaonun uygulanması biçiminde değerlendir-mek doğru olmaz. Henüz dış politikaya yö-nelik bir kurumlaşma veya formülasyonsöz konusu değildir. Profesyonel diplomat-lar ortaya çıkmamış, meslek olarak diplo-masi adına herhangi bir gelişme yaşan-mamıştır.

İmparatorlukların büyük güçler halinegeldiği, yavaş yavaş devletleşmeye doğrugittikleri dönemde, o ortamın çelişkilerin-den kaynaklanan savaşların ortaya çıkma-sıyla birlikte, diplomasi olarak değerlendi-rilebilecek bazı çalışmalar baş göstermiş-tir. 16. yüzyılın sonuna kadar pek çok dev-let, örneğin Rusya’ya, İstanbul’da bulunanOsmanlı Sultanı’na, hatta Pers Şahı’na el-çilik göndermeyi son derece tehlikeli birmacera olarak görmekteydi. O dönemdekalıcı elçilik veya diplomatlar gönderme bi-çiminde bir politika yoktu. Bu durum 20.yüzyılın başlarında, Avrupa öncülüğündeşekillenen dünya sisteminde gelişmiştir.20. yüzyıldan itibaren dış politika bütündevletlerin temel uğraşı haline gelmiştir.Alt üst oluşların yaşandığı ara süreçler,değişim ve dönüşüm süreçleri, yenidenşekillenmenin yaşandığı veya belli bir ya-pılanmanın bozulup yeniden yapılanmayageçiş sürecinin yaşandığı dönemler, diplo-masinin en yoğun yaşandığı dönemlerdir.Bir dönem ABD Dışişleri Bakanlığı, ve iseulusal güvenlik sorumluluğu yapmış olanHenry Kissinger’in, şöyle bir tespiti vardır;“günümüz dünyasını şekillendiren, kural-larını belirleyen diplomasi sanatıdır. İçindeyaşadığımız dünya diplomasi sanatı sonu-cunda bugünkü biçimini almıştır.” Kissin-ger, bu değerlendirmesiyle diplomasininsiyasetten daha ince bir sanat olduğunu,dolayısıyla daha ince ayar istediğini ortayakoymakta ve dünyaya biçim verenin aslın-da diplomatlar olduğunu vurgulamaktadır.

Günümüzde bazı diplomatlar isimleriy-le anılmaktadır. Fakat 1900’lü yıllar önce-sinde diplomasi alanında kurumlaşmış,profesyonelleşmiş ve bunu temel uğraşıhaline getiren kişiler veya uğraş yoktu. Da-ha çok istihbarata ve savaşa dayalı bir ça-lışma ve çözüm arayışı söz konusu oldu-ğundan değişik biçimlerle, dönem dönemantlaşma olarak da adlandırılabilecek,ama antlaşmanın yanında daha farklı yön-temleri de içerisinde barındıran bir ilişki-lenme ve çözüm arayışı söz konusu ol-muştur. Diplomasinin profesyonel bir uğ-raş kapsamına ulaşması 20. yüzyılın başı-na denk gelmektedir. 1900’lü yılların ba-şından itibaren, özellikle Batı Avrupa’dadaha yetkin ve donanımlı devletler ortayaçıkmıştır. Her devlet, bir diğerinin faaliyet-lerine özel ilgi duymuş, bu yıllarda devlet-ler arası ilişkiler yakın ve süreklilik içerenkuruluşlara kavuşmuştur.

Ça¤dafl diplomasinin ortaya ç›k›fl›

İlk diplomasi, çağdaş diplomasiye ya-kın olarak ele alınabilecek diplomatik

çalışmalar İtalya’da başlamıştır. İtalya biryarım adadır ve 1400’lü yıllarda küçükdevletçiklere bölünmüştür. Milan, Napoligibi küçük devletçiklerin yanı sıra Pa-pa’nın yürüttüğü Vatikan devleti de vardı.Bunun dışında pek çok küçük devletçikvardı ve bunların tümü birbiriyle yarış içe-risinde, güç kazanma ve toprak elde etmeçabasındaydılar. Aslında bir ölüm kalımsavaşı verilmekteydi. Bu nedenle her dev-letin, diğerinin planlarından, çalışmaların-

dan ve amaçlarından haberdar olması birgereklilikti. İtalyanların, o zamanın büyükmonarşileri olan Fransa ve İngiltere’ye gö-re diplomatik alanda daha yetkin eleman-ları vardı. Örneğin imparatorlukların ya-şandığı dönemlerde tek merkezli bir dev-lete gitmek zordu. İngilizler ve Fransızlaruzun bir süre bunun sıkıntısını yaşamış-lardı. O dönemde soylular, Dük, Lord veBaronlar, bunlar dışında bir de kral vardı.Her soylu kesimin değişik çevrelerle ilişki-leri mevcuttu. Bir merkeziyetçiliği oturt-mak, imparatorluk açısından oldukça zor-layıcıydı. Fakat İtalya’nın durumu dahafarklıydı. İtalya birçok küçük devletçiktenoluşmaktaydı. O devletçiklerin merkezi biroluşuma gidebilmeleri için, her bir devle-tin, diğer devletin ne düşündüğünü, nelerplanladığını, nasıl bir saldırı geliştirebile-ceğini, eğilimlerinin neler olduğunu takipetmesi ve bu yönlü çalışmalarda yetkinlikkazanması, bunun için de yetkin elemanyetiştirmesi önde gelen bir öğeydi. Bu vebenzer sebeplerle İtalya’da böyle bir geliş-me yaşanmıştır. Ayrıca İtalya denizlere ya-kın ve bununla bağlantılı olarak ticaretinoldukça gelişkin olduğu bir ülkedir. Bu ko-numu, İtalya’nın istihbaratta ve siyasialanda gelişiminde önemli bir etken ol-muş, aynı zamanda uluslararası sistemeyayılmasında son derece önemli bir rol oy-namıştır. İtalya, diplomatik çalışmalarıngeliştiği ilk ülke olarak kabul edilir ve diplo-masiyi monarşi biçiminde değil, devlet sis-temi biçiminde geliştiren ilk ülke olduğu davurgulanır.

1400’lü yılların sonunda Fransa İtal-ya’ya saldırarak, İtalya’nın bazı toprakları-nı ele geçirmek istemiştir. Bunun üzerine odönemde dünya tarihinde ilki teşkil edenbir oluşuma gidilmiş ve Kutsal Papa’nınöncülüğünde İspanya krallığıyla diğer İtal-ya devletleri bir araya gelerek Fransa’yakarşı savaşmak için “Kutsal Lig”i kurmuş-lardır. Daha sonra bu oluşuma İngiltere dekatılmış, Osmanlılar askeri olarak desteksunmuşlardır. Bu oluşum ortak düşmanakarşı ittifak geliştirme anlamında, Avru-pa’da önemli bir dönüm noktasını teşkil et-mektedir. Bununla birlikte İtalyanlar diplo-maside üstünlüğü daha fazla ele geçirmiş-lerdir. Her ne kadar kurulan Kutsal Lig’inömrü uzun olmamışsa da içine aldığı dev-

“Farkl› biçimlerde olsa da,devletin ortaya ç›k›fl› ve geliflimi insanlarda ilk defabir ulusa ait olma duygusunu gelifltirmifltir. Örne¤in imparatorluklar dönemindeulus anlay›fl› henüz ortaya ç›kmam›flt›, ortak bir dil kullanma yaklafl›m› çok belirgin de¤ildi. Devletleflmeyle birlikte, yanidaha merkeziyetçi siyasal yap›lanmalara paralel olarakhalklarda ulusal duygular geliflmifltir. Bu geliflme dahaçok ortaça¤›n sonlar›na do¤ru Bat› Avrupa co¤rafyas›nda yaflanm›flt›r. ”

“‹mparatorluklar›n büyük güçler haline geldi¤i, yavaflyavafl devletleflmeye do¤ru

gittikleri dönemde, o ortam›nçeliflkilerinden kaynaklanansavafllar›n ortaya ç›kmas›yla

birlikte, diplomasi olarakde¤erlendirilebilecek baz›

çal›flmalar bafl göstermifltir.16. yüzy›l›n sonuna kadar

pek çok devlet, örne¤inRusya’ya, ‹stanbul’da

bulunan Osmanl› Sultan›’na,hatta Pers fiah›’na elçilik

göndermeyi son derece tehlikeli bir macera olarakgörmekteydi. O dönemde

kal›c› elçilik veya diplomatlargönderme biçiminde bir

politika yoktu.”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 24: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

Serxwebûn Sayfa 25Mart 2003

letlerin formasyonu, nicelik ve niteliği, taşı-dığı amaçları, çalışma biçimi insanlığıngeleceğine dönük önemli ipuçları vermiş-tir. Kutsal Lig’in Avrupa’da yeni bir politikdöneme girilmesine öncülük ettiği kabuledilir. Bu ittifaklar belli bir diplomatik ağınkurulması, diplomaside yeni teknikleringelişmesi ve yeni bir sistemin yaratılmasıihtiyacını ortaya çıkarmış ve bütün bunla-rın gelişmesine yol açmıştır. Diplomasidesistemin, kaynağını İtalya’nın geçmiş tari-hinden aldığı, bu ülkenin coğrafik yapılan-masıyla bağlantılı olarak yaşadıkları olay-lar üzerinden şekillendiği kabul edilir.

Daha sonra diplomatik temsilcilerin de-ğişik yerlere gönderilmesi ve değişik ke-simler tarafından kabul edilmesi sürecibaşlamıştır. 15. yüzyıla kadar diplomasi,çeşitli insanlar ve kurumlar tarafından oy-nanan oyunların bir parçası olarak, diplo-matlar ise tartışma yürütme ve anlaşmayapma amacıyla bir yerden başka bir yeregiden yetki sahibi kişiler olarak tanımlana-bilir. 15. yüzyılda elçilik olarak adlandırıla-bilecek, özel misyona sahip bazı kişilikler,anlaşma yapma amacıyla İtalya’dan baş-lamak üzere değişik yerlere gönderilmiş-lerdir. O dönemde, bu elçilerin yanındatüccarlar da yer alırdı. Anlaşmanın kuralla-rını ve koşullarını belirlemede o döneminticaret anlayışının etkisinden hareketletüccarların elçiliklerin yanında heyet biçi-minde gitmeleri, o dönemin diplomasi tar-zı olarak öne çıkan bir durumdur.

Daha sonraki süreçte egemen kesimlergiderek tüm diplomatik çalışmaları kendi-lerinde merkezileştirmek amacıyla değişikkanun ve kurallar geliştirmişlerdir. İtalya odönemde parçalıydı. Fransa İtalya’ya sal-dırdığı zaman ülkeyi Fransa Kralı XXI. Luiyönetiyordu. XXI. Lui başa geldiği zamanilk işi tüm diplomasi faaliyetlerini kendisinebağlamak olmuştur. Hiçbir soylunun veyadükün kendisinden izinsiz herhangi birdiplomatik çalışma yürütmesine izin ver-memiş, bütün görüşmeleri kendisine bağ-lamıştır. Bu durum giderek soylular arasın-da rahatsızlık uyandırmıştır. O dönemdeçok geniş topraklara sahip olan Burgundyve Britany Dükleri krala karşı çok ciddi ra-hatsızlıklar duyarak kendi diplomatik ve ti-cari ilişkilerini geliştirmek istediklerini bu-nun önünde kralın engel olmaması gerek-tiğini dile getirmişlerdir. Öte yandan Fran-sa kralının o dönemde geliştirdiği birçokyenilik örneğin ilk defa oluşturulan postasistemi, Fransa kralına önemli bir üstünlüksağlamıştı. Fransa’nın o dönemki ihtiyaç-larının bir dayatması olarak diplomasiyimerkezileştirme yönünde girişimleri ol-muştu. Devletler arasında gelişen savaş-lar, bu savaşlar sonucunda oluşan yenişekillenmeler, imparatorlukların birbirleri-ne diş bilemeleri, İtalya, İspanya krallığı vePortekiz’in durumu, daha farklı bir ilişkilen-me tarzının gelişmesine zemin sunmuştu.Devletler arasında birbirine diplomat gön-derme, diplomatların gidip bir süre o ülke-

de kalarak geri dönmesi biçiminde bir tarzyeni yeni ortaya çıkıyordu. Daha önceböyle bir tarz yoktu. İtalya ile Fransa ara-sındaki savaş, İtalya’nın kendi içinde ge-liştirdiği, özellikle Papa öncülüğünde ge-liştirdiği bir anlayışın sonucunda ortayaçıkmış ve belirginleşmiştir. Örneğin PapaLig’i kurduğu zaman, ilişkileri daha fazlagüçlendirmek ve sağlama almak için İtal-ya’nın bütün devletlerinin kendisine birtemsilci göndermesini istemiştir. Pek çokdevlet ve devletçik, Milan, Napoli, Roma,Florantina gibi yerler Vatikan’a belli aralık-larla temsilci göndererek ilişkiyi sürdür-meye çalışmışlardır. Diplomat göndermetarzı, giderek İtalya’yı aşmış ve Alplerekadar ulaşarak bir sistem haline gelmiştir.1540’lı yıllarda İtalya’nın Venedik, Milan,Napoli gibi yerlerde daimi temsilciliklerivardı. Yani 16. yüzyılda Avrupa’da yavaşyavaş bir diplomasi ağının gelişimi sözkonusudur denilebilir.

Westfalen Bar›fl›Avrupa’da yeni bir

dönemin bafllang›c›d›r

Bugün tarihçilerin Avrupa güç den-gesi sistemi olarak tanımladıkları

sistem, ortaçağın evrensellik umudununçöküşünden sonra 16. yüzyıl sonu ile 17.yüzyıl başlarında ortaya çıktı. Bu süreçRoma İmparatorluğu’nun ve katolik kilise-sinin geleneklerini bir araya getiren birdünya düzeni kavramı getiriyordu. Dünya,göklerin bir yansıması gibi düşünülüyorduve yeryüzündeki krallar göklerin dünyada-ki temsilcisiydi. Tek tanrının cennette ege-men olması gibi imparator dünayı papa iseevrensel kiliseyi yönetecekti. Almanya veKuzey İtalya’nın feodal devletleri, bu ruhhali içinde, Kutsal Roma İmparatoru’nunyönetimi altında gruplaşmışlardı. 17. yüz-yıl ilerledikçe bu imparatorluk Avrupa’yıegemenliği altına alma potansiyeline sa-hip oldu. Fransa ve Büyük Britanya Kutsalİmparatorluğa göre çevre devletler konu-mundaydılar. Ancak ortaçağın büyük bölü-münde Kutsal Roma İmparatorluğu ege-menliği altındaki tüm topraklar üzerindemerkezi kontrol kurmayı başaramadı. Bu-nun bir nedeni bu derece geniş topraklarıbirbirine bağlamayı zorlaştıran bir unsurolarak, yeterli ulaşım ve iletişim sitemleri-nin yokluğuydu. Fakat bundan da önemli-si Kutsal Roma İmparatorluğu’nun kilise-nin yönetimi ile hükümet yönetimini birbi-rinden ayırmasıydı. Batı Avrupa’da papaile imparator arasında zaman zaman fiilianlaşmazlık modern demokrasinin temeliolan anayasacılık ve kuvvetler ayrılığıprensibi için gerekli olan şartları yarattı. Budurum çeşitli feodal yöneticilerin özerklik-lerini artırmalarına da olanak tanıdı. Çeşit-li hanedanlar (aristokrat aileler) tahtta hakiddia etti ve merkezi oto-rite ortadan kalktı. İmpa-ratorlar ise gerçekleştir-me güçleri olmadığı hal-de evrensel yönetim ha-yallerini hiçbir zaman bı-rakmadılar.

Yukarıda belirttiğimiznedenlerden dolayı1560’lı yıllardan sonradini çelişkilerin ön planaçıkması sonucu protes-tanlarla katolikler ara-sındaki çelişkiler farklıbir savaşa neden oldu.Bu durum protestan vekatolik devletler arasın-da çelişkiler yarattı veAvrupa’yı böldü. 1550ile 1648 yılları arasındaAvrupa, dini motifli sa-vaşlara sahne oldu. Busavaşlar her ne kadarHıristiyanlığın farklımezhepleri arasında ya-şanıyormuş gibi görün-se de, birçok yanıyla as-lında kendilerini farklı di-ni kimliklerle tanımlayanbüyük aristokrat (toprak

sahibi) aileler arası egemenlik savaşımıy-dı. Fransa’da en son protestanlıktan kato-lik mezhebine geçmiş bir aile egemenliğinikurmuş, IV. Henry de kral olmuştu. Bu sa-yede de Fransa monarşisi katolik olarakkalmıştı.

Bu dönemlerde İspanya egemenliği al-tında olan topraklarda dini baskılar çeşitliisyanlara yol açmaktaydı. Batı Avrupa top-raklarında yerel soyluların yürüttüğü sa-vaşta bugünkü Belçika’yı oluşturan güneyeyaletleri İspanya denetiminde ve katolikkalmayı tercih ediyordu. Kuzey bölgeleriise her ne kadar nüfusun çoğunluğu kato-lik olsa da İspanya egemenliğini reddedipprotestanlığı benimseyerek Batı Avru-pa’da yeni bir devlet oluşturuyorlardı. Budevlet Hollanda öncülüğünde küçük cum-huriyetlerin federasyonundan oluşan Bir-leşik Eyaletler’di. Bu rejim altında kısmiinanç özgürlüğü de sağlanmıştır.

Siyasi amaçlar için dinin kullanıldığı ençarpıcı coğrafya Almanya’dır. 1555 Aus-burg Anlaşması’yla resmen katolik ve pro-testan olarak ikiye ayrılan Almanya uzunsüre savaştan uzak kalabilmişti. Ancak1600’lü yıllarda Alman Habsburg Haneda-nı’nın katolik dinini yeniden kurma girişimiFransa’nın güvenliğine yönelik jeo-politikbir tehdit olarak ele alındı. Bunun sonu-cunda 1618-1648 yılları arasında adına“Otuz Yıl Savaşları” denen insanlık tarihi-nin en acımasız ve yıkıcı savaş dönemibaşladı. Bu savaş yıllarında Fransa Kardi-nali Richelieu, protestan olan İsveç kralıile anlaştı. Richelieu’nun amacı Fran-sa’nın etrafının sarılmışlığına son vermek,Habsburgları tüketmek ve Fransa’nın sı-nırlarında özellikle Alman sınırında bir gü-cün oluşumuna engel olmaktı. Bundan ha-reketle önce protestan devletlerle ardın-dan Müslüman Osmanlılarla anlaşma yap-tı. Savaşı uzatmak ve savaşanları tüket-mek için düşmanlarına para yardımı yaptı,ayaklanmaları, hanedan kavgalarını kış-kırttı. Bu savaşta Almanya harap olurkenFransa bir kenarda bekledi. Bu yıllardapek çok salgın hastalık ve kıtlık derecesin-de açlık meydana geldi ve Almanya bu sa-vaşta nüfusunun üçte birini kaybetti. Birçok alan tamamen insansızlaştı ve bir za-manların zengin yerleşim alanları harita-dan silindi. 1648 yılında savaş, WestfalenBarışı diye adlandırılan antlaşmayla sonaerdiğinde Orta Avrupa yerle bir olmuştu.Tüm bu savaşlar din gerekçe edilerek si-yasi emeller doğrultusunda yürütülmüştü.Bu yüzden 1648 Westfalen Barışı Avru-pa’da yeni bir dönemin başlangıcıdır. Herne kadar bazıları din uğruna savaşılmasıgereğine inansa da dünya bir kez dahadinden uzaklaşarak ticaret ve toprak me-selelerine dönüş yapmıştır. Bu temeldeFransa Avrupa’da en sözü geçen devletoldu ve topraklarını genişletti. Evrenselimparatorluk umudunu taşıyan kilisenin

merkeziyetçiliği oturtamaması sonucundaAvrupa’da ortaya çıkan yeni devletler din-sel sapkınlıklarını haklı çıkarmak ve arala-rındaki ilişkileri düzenlemek için bazı pren-siplere gereksinim duydular. Aradıklarınıraison d’etat ve güç dengesi kavramla-rında buldular. 1648 yılından sonra raisond’etat doktrini Avrupa diplomasisinin yolgösteren prensibi oldu. Bu doktrin devletiniyiliğinin, onu ilerletmek için kullanılan hertürlü aracı haklı çıkardığını söylemekteydi.Ortaçağın evrensel ahlak anlayışının yeri-ni ulusal çıkar, kendi bencil çıkarlarını ko-valayan her devletin, bir şekilde bütündevletlerin güvenlik ve gelişmesine katkı-da bulunduğu açıklamasıyla evrensel mo-narşi nostaljisinin yerini güç dengesi aldı.Kardinal Richelieu Politik Vasiyet adlı ki-tabında bu konuda şöyle der “devlet işle-rinde kim güçlü ise çoğu zaman o haklıdırve kim güçsüz ise dünyanın çoğunluğu-nun gözünde haksız konuma düşmektenkendisini zor korur.” Fransa Kutsal Romaİmparatorluğu’nun zayıflaması ve hattaçöküşünün kendi yararına olacağını veFransa’ya doğuya doğru genişleme olana-ğı tanıyacağını fark ediyordu. Bu sebepleçevresinde birleşik ve güçlü devletlerin ol-masını istemiyordu.

Bu stratejiyi geliştiren; bir din adamıolarak siyasete atanan ve Fransa kralıFerdinand döneminde bakanlık yapanRichelieu, modern devlet sisteminin baba-sı olarak da tanınır. Richelieu hiçbir zamanbirleşik bir Avrupa’dan yana olmamıştır.Bazı tarihçiler onun Almanya’nın birleşme-sini XIX. yüzyılda Bismarck ortaya çıkanakadar 200 yıl geciktirdiğini belirtir. Bununlabirlikte Kardinal Richelieu Fransa’yı bölün-müş bir Almanya ve çöken bir İspanya kar-şısında güçlü bir konuma getirmeyi başar-mıştı. Ancak raison d’etat’yı aşırı istekletakip eden XIV. Louis için bu yeterli değil-di. XIV. Louis 1660 yılında tahta geçtiktensonra (XIV. Louis resmi olarak 1643 yılın-da 5 yaşında iken tahta geçmişti) Avru-pa’da yeni topraklar fethetmek isteyincekarşısında başını İngiltere’nin çektiği birkoalisyon buldu.

Kardinal tarafından başlatılan ve kabulgören görüşler çerçevesinde, dünyadadevletler artık hiçbir ahlaki kuralla bağlıdeğillerdi. Eğer devletin çıkarı en büyükdeğer ise yöneticinin görevi de devletinşanını yüceltmekti. Kuvvetli olan egemenolmaya çalışacak, zayıf olan ise kendikuvvetini artırmak için koalisyonlar kura-caktı. Koalisyon agresif olanı kontrol altınaalabilecek kadar güçlü ise güç dengesi deoluşurdu.

Güç dengesi tutundu; çünkü Fransızegemenliğine karşı direnen uluslar Fran-sa’nın yenemeyeceği kadar güçlüydü vebir buçuk yüzyıl süren genişleme çabalarıFransa’nın servetini ve gücünü tüketmişti.Büyük Britanya ise Avrupa dengesini sağ-

layan ülke olmuştu. İngiltere güç dengele-rine dayalı sistemde başarılı olmasaydıFransa 18 ve 19. yüzyıllarda Avrupa üze-rine hegemonya kuracaktı. Ve Almanya’damodern dönemde aynı şeyi yapabilecekti.Bu nedenle Churchil, Büyük Britanya’nın“Avrupa’nın özgürlüklerini koruduğunu” id-dia etmiştir. 150 yıl boyunca raison d’etatadına üstünlük peşinde koşan Fransa,devrimden sonra ilk evrensellik kavramla-rına geri döndü. Özel seçilmiş askerlerdenoluşan Fransız orduları bir kez daha bukez özgürlük, eşitlik ve kardeşlik pren-sipleri adına devrimini korumak ve cumhu-riyetin ideallerini Avrupa’ya yaymak içinharekete geçti. Fransa ordularının Napol-yon yönetimi altında Fransa merkezli birAvrupa Milletler Topluluğu kurmasına ra-mak kalmıştı. Napolyon ile Avrupa ege-menliği arasında sadece Rusya kalmıştı.Bu tehlikeyi gören İngiliz Başbakan Willi-am Pitt ile aydınlanma döneminden etkile-nen Rus Çarı I. Aleksander, Napolyon’akarşı anlaşmak zorunda kaldı. Bu, II. Dün-ya Savaşı’nda (Napoleon’dan 150 yıl son-ra) Stalin ve Churchil’in karşı karşıya kal-dığı durumun aynısıydı. İngiltere’nin Rus-ya’ya ihtiyacı vardı.

Napolyon savaşları sona erdiğindeAvrupa, tarihinde ilk defa güç dengesiprensiplerine dayalı bir uluslararası sis-tem oluşturmaya hazırdı. 18 ve 19. yüz-yıllarda Fransa’ya karşı İngiltere öncülü-ğünde gelişen güç dengesi bazı yönleriy-le soğuk savaş sonrasına da benzetilebi-lir. Soğuk Savaş ardından yaşandığı gibio zaman da çöken dünya düzeni kendiulusal çıkarları peşinde olan bir sürü dev-let yaratmıştır.

Diplomat›n dokunulmazl›¤› ve yarg›lama sorunu

Orta Avrupa’da yaşanan savaş yılla-rı farklı dini gruplar arası ilişkilerin

dondurulması, atanan diplomatların geriçekilmesine yol açıyordu. Dini çelişkiler,1560’lı yıllardan itibaren geliştirilmiş olandiplomasi ağının kesintiye uğramasına se-bep oluyordu. Dönemin İngiltere kraliçeside, bunu bir savaş aracı olarak kullanmaamacıyla girişimlerde bulunuyordu. Bu du-rumun nasıl geliştiğine ilişkin farklı anla-tımlar vardır. Bir görüşe göre İspanya kral-lığı ile Fransa krallığı birlikte İngiltere kra-liçesine karşı komplo hazırlarlar. Bu komp-lo karşısında İngiltere kraliçesi, Fransa veİspanya diplomatlarını önce göz hapsinealır, daha sonra tutuklar ve ardından sınırdışı eder. Daha o dönemden itibaren dip-lomatların dokunulmazlığı kavramı günde-me girmişti. Günümüzde diplomatların do-kunulmazlığı vardır. Diplomatlar kriminalveya adli bir suç işleseler de yargılana-mazlar. Örneğin uluslararası komplo süre-cinde İsrail elçiliği önünde dört yurtseveri-

“1550 ile 1648 y›llar›aras›nda Avrupa, dini motifli savafllara sahne oldu. Bu savafllar her ne kadarH›ristiyanl›¤›n farkl› mezhepleri aras›ndayaflan›yormufl gibi görünsede, birçok yan›yla asl›ndakendilerini farkl› dini kimliklerle tan›mlayan büyükaristokrat (toprak sahibi) aileler aras› egemenliksavafl›m›yd›. Fransa’da en son protestanl›ktan katolik mezhebine geçmifl bir aileegemenli¤ini kurmufl, IV.Henry de kral olmufltu. Busayede de Fransa monarflisikatolik olarak kalm›flt›.”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 25: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

Sayfa 26 SerxwebûnMart 2003

miz elçilikten açılan ateş sonucunda katle-dildi. Bunun üzerine insanlarımız ateşedenlerin yargılanmasını istedi, fakat dip-lomatik dokunulmazlık öne sürülerek o ki-şiler yargı önüne çıkarılmadılar ve ülkele-rine geri gönderildiler.

Henüz kurala bağlanmış olmasa dadiplomatların dokunulmazlığı, yargılanma-ma özelliği, özellikle 1500’lü yıllarda bellişekillerde ortaya çıkmıştı. Bu kuralın te-melleri İngiliz, İspanya, Fransız çelişkisin-de atılmıştır. O zaman ihanet suçlularınaidam cezası veriliyordu, ama İngiliz krali-çesi, Fransız ve İspanyol diplomatları aynışekilde cezalandıramazdı. Bu sebeplediplomatları sınır dışı etmiştir. Diplomatlarkarşılıklı olarak geri gönderilmiştir. Elçilikveya diplomatlardan önce istihbaratamaçlı dolaşan, ajan olarak faaliyet yürü-ten kişilerin idam edilmesi veya farklı bi-çimlerde imha edilmesi söz konusu olmuş-tur. Ama elçilik veya diplomat kavramı or-taya çıktıkça, bu konumda olan insanlarimha amaçlı yönelimlerle karşılaşma yeri-ne daha çok sınır dışı edilerek, ülkelerinegeri gönderilerek veya en fazla hapis ce-zasıyla etkisizleştirilmişlerdir. Zamanladiplomatların dokunulmazlığı, bir kural gibiortaya çıkmıştır. Şili diktatörü Pinoche, bir-kaç yıl önce İngiltere’de yakalanınca üze-rinde ülkesinin diplomatik dokunulmazlığıvardı, devlet adamı sıfatını taşıyordu. Pi-noche’nin yargılanma sürecinde diploma-tik dokunulmazlık sorunu gündeme gel-mişti. Bir insan diplomatken suç işlerseyargılanmalı mı, yargılanmamalı mı, buanlamda diplomatik dokunulmazlık olmalımı, olmamalı mı tartışması bu davaylaönemli düzeyde gündeme girmiş, ancaksorun tam olarak çözülememiştir. SonuçtaPinoche, ancak kendi ülkesinde yargılana-bileceği öne sürülerek ülkesine geri gön-derilmiştir. Kendi ülkesinde yargılanıp yar-gılanmaması ise mevcut sistemde ege-menlerin ağırlığının hangi yönde olduğunabağlıdır. Günümüzde de halen diplomatlarve suç durumu, özellikle de diplomatlarınsuçun işlendiği ülkede yargılanmaları, dip-lomatların dokunulmazlığı konusundakitartışmalar halen sürmektedir.

Süreklilik, diplomasinin birkarakteridir

Çağdaş diplomasi anlayışında sü-reklilik çok önemli bir boyuttur. Sü-

reklilik arz etmeyen ilişkilenme, diplomatikbir ilişki olarak ele alınamaz, sadece birgörüşmedir. Bir görüşme yaparak çekipgitmek, daha sonra o görüşmeyi unutmak,bir süre sonra ancak iş düştüğünde tekrargörüşmek, diplomasi değildir. Diplomasidesüreklilik çok önemlidir. Bu yüzden 1560’lıyıllarda, İngiltere tarafından ortaya atılandini çelişkilerin ilişkilenmeleri kesintiye uğ-ratması, ardından Orta Avrupa’da yaşa-nan savaş durumu diplomatik ağın ve sis-temin kesintiye uğratılması anlamınageliyordu. O dönem böyle değerlendiril-melidir.

17. yüzyıla gelindiğinde çelişkili durumve bunun etkileri giderek aşılmıştır. 17.yüzyılın ikinci yarısından sonra Avrupa’daartık devletler oluşmuştur. Bu dönem pro-

fesyonel diplomatların şekillendiği ve bu-günkü biçiminin embriyo halini aldığı dö-nemdir. Diplomasi alanında kurumlaşma-nın başlangıcı, bakanlıklar ve bürolarınoluşturulması bu yüzyıla dayanmaktadır.Organize diplomasinin gelişimi 18. yüzyıladenk düşmektedir. Bu yüzyılda Avrupa’nınbirçok yerinde dışişleri bakanlıkları kurul-muştur. Tam olarak günümüzdeki gibi ol-masa da bu yüzyılda diplomasi belli bir bi-çim kazanmıştır. Aslında dışişleri bakan-lıkları diplomatlardan çok daha sonra olu-şan kurumlardır. Önce dışişleri bakanısonra diplomat olunmaz. Öncelikle diplo-matlar ve diplomasiler ortaya çıkmış, dahasonra ilişkilerin gelişmesiyle bunu kurum-sallaştırma ve süreklilik kazandırma ama-cıyla dışişleri bakanlığı biçiminde bazı ku-rumlar ortaya çıkmıştır. Örneğin İspan-ya’da II. Philip dışişleri bakanı atamıştır.18. yüzyıldan itibaren parça parça bazı ku-rumlar oluşmaya başlamış, sekreterya bi-çiminde egemen iktidara bağlı bazı ku-rumsal şekillenmeler gelişmiştir.

Napolyon savaşları ardından beş bü-yük güç yeni bir uluslararası düzen kur-mak amacıyla Napolyon Elbe adasında ilksürgününü yaşarken Viyana’da 1814 Ey-lülü’nde bir araya geldiler. Avusturya adı-na Prens Von Metternich, Prusya adınaPrens Von Hardenberg, Fransa kral XVIII.Louis’i temsilen Talleyrand, Rusya adınayerini hiç kimseye bırakmaya niyeti olma-yan Çar Aleksander’ın bizzat kendisi veİngiltere’yi temsil etmek amacıyla döne-min Dışişleri Bakanı Lord Castlereagh Vi-yana Kongresi’ne katıldılar. Bu beş diplo-matın Viyana Kongresi’nde aldıkları ka-rarlar sonucunda Avrupa bilinen en uzunbarış sürecini yaşadı. 1854 “Kırım Sava-şı”na kadar kırk yıl boyunca Avrupa’dabüyük güçler arasında hiçbir savaş ya-şanmadı. Kırım Savaşı ardından da alt-mış yıl boyunca genel bir savaş yaşanma-dı. Avrupa kıtası Viyana Kongresi sonu-cunda paylaşılan değerler tarafından bir-birine bağlandı. Viyana Kongresi’nde yal-nız güç dengesi değil bir moral denge deoluşturuldu Viyana Kongresi’nde. Ancakherhangi bir dünya düzeninin adil olup ol-madığının halklar tarafından nasıl algılan-dığı, taktik dış politika sorunları hakkındadeğerlendirme ile olduğu kadar, o ülkeniniç kurumları ile de belirlenir. İç kurumlararasında uyum olması, barış ve istikrariçin temel bir kuvvettir.

Viyana Kongresi sürecinde ulusal self-determinasyon düşüncesi henüz gelişme-diğinden, Napoleon’dan geri alınan top-raklarda etnik olarak homojen devletlerkurma düşüncesi ortaya çıkmaz.

Viyana Kongresi’nden sonra güç den-gesi prensibi ile paylaşılan meşruiyet duy-gusu arasındaki ilişki iki belgede ortayakonur; Büyük Britanya, Avusturya, Prusyave Rusya’dan oluşan Dörtlü İttifak vePrusya, Avusturya ve Rusya ile sınırlı olanKutsal İttifak. XIX. yüzyıl başlarında Fran-sa’ya tıpkı XX. yüzyılın Almanyası gibi kro-nik saldırgan ve sürekli istikrarsızlık yara-tan bir güç olarak bakılıyordu. Bu nedenleFransa tehlikesine karşı Dörtlü İttifak oluş-turulmuştu. Kutsal İttifak ise Rus Çarı’nınfikriydi. Viyana Kongresi’nde Avrupa sava-şı kaybeden tarafı cezalandırma yöntemi-ne gitmemeyi daha uygun bulmuştu. Belkide bu yaklaşım I. Dünya Savaşı sonrasıVersay Antlaşması ile Almanya’ya karşı daolsaydı II. Dünya Savaşı yaşanmayabilir-di. Viyana Kongresi’nden sonra AlmanyaKonfederasyonunu oluşturma eğilimi ge-lişmiş, bu düşüncenin temsilini de Metter-nich yapmıştır. Güç hesapları ve ulusal çı-kar üzerine dayanan dış politika anlayışı-na real-politik denir. Almanya’nın birleş-mesinin real-politikin bir sonucu olduğu dabilinen bir gerçektir.

1862’de Almanya’da iktidara gelen Bis-marck, Almanya’nın ulusal birliği için Avus-turya engelini ortadan kaldırır. Ancak orta-ya çıkan devlet modeli halk iradesini tem-silden çok Alman kralları arasında diplo-matik bir anlaşma olarak ortaya çıkar. An-cak yine de Bismarck öyle sağlam bir Al-manya kurar ki iki dünya savaşı yenilgisi,iki yabancı işgal ve iki kuşak boyunca bö-

lünmüş bir ülke olarak kaldığı halde ayak-ta kalabilmiş ve şimdiki Avrupa’nın en bü-yük güçleri arasına yer almaya devam et-miştir. Birleşmeden sonra Almanya hızlabüyümeye başlamış, ama bu büyüme Av-rupa’daki güç dengelerini büyük bir endi-şeye sokmuştu. Avrupa, tam göbeğindekibu devletle nasıl baş edecekti? AlmanyaAvrupa’nın tam merkezindeydi ve kenarla-ra baskı yapma gücüne ulaşıyordu. Coğ-rafya çözülmesi zor bir çıkmaz yaratıyor-du. Almanya’nın büyüyen ve potansiyelolarak egemen gücünü sınırlayacak Avru-pa koalisyonunun kurulması olasıydı. Bir-leşmiş ve güçlü Almanya Avrupa güç den-gesi üzerinde baskı oluşturuyordu.

Diplomasi tarihini incelemek, dünya tarihiniincelemektir

Bismarck tarzı diplomasi, onun ikti-dar döneminin sonu ile birlikte yok

olsa da, yerini geleneksel güç dengesin-den çok Soğuk Savaş’a benzer katı ittifak-ların ve pervasız silahlanma yarışının al-ması kaçınılmazdı. 1890’da artık güç den-gesi kavramı potansiyelinin sonuna gel-mişti. Ortaçağın evrensellik rüyasının kül-leri arasından pek çok sayıda devletin or-taya çıkması güç dengesini doğurmuştu.XVIII. yüzyılda raison d’etat, başlıca ama-cı egemen bir gücün ortaya çıkmamasınıve bir Avrupa imparatorluğunun yenidendirilmesini önlemek olan pek çok savaşayol açmıştı. Güç dengesi ise, Avrupa barı-şını değil, devletlerin özgürlüklerini koru-muştu. Kırım Savaşı’ndan sonra güç den-geleri sisteminde paylaşılan değerler ya-vaş yavaş aşınmış ve durum 18. yüzyıl ko-şullarına dönmüştü.

XIX. yüzyılda güç dengesi sistemlerininiki modeli vardı; İngiliz modeli (BaşbakanDisraeli liderliğinde) ve Bismarck modeli.İngiliz yaklaşımında doğrudan doğruyatehdit edene kadar bekler, sonra devreyegirerdi. Bismarck’ın yaklaşımını ise karşıçıkışların meydana gelmesini önlemek içinmümkün olduğu kadar çok taraf ile yakınilişki kurmak, birbirleri ile çakışan ittifaksistemleri oluşturmak ve bunlardan ortayaçıkan etkiyi, tarafların iddialarını ılımlı halegetirmek için kullanmak şeklinde tanımla-nabilir. XIX. yüzyılın sonunda dış politika-daki bu iki yaklaşım da gittikçe zayıflıyor-du. Britanya gücünü yitiriyordu, Bismarckyeni bir imparator tarafından görevindenalınmıştı. Bu süreç içinde güç dengesi ka-tılaşmış ve Avrupa, hiç kimsenin ihtimal et-mediği yıkıcı bir felakete doğru yol almayabaşlamıştı: I. Dünya Savaşı.

Diplomasi tarihini incelemek dünya ta-rihini incelemektir. Bazı bilim adamlarıiçinde yaşadığımız dünyayı şekillendirenindiplomasi sanatı olduğunu ortaya koymak-tadırlar. Diplomasinin siyasetle, ideoloji ilejeo-strateji ile çok yakından bağı vardır. Buanlamda diplomasi çok ince bir sanattır.Diplomasi, amaç ve çıkarlar doğrultusun-da geliştirilen bir ilişkilenme olduğuna gö-re, diplomat da siyasi amaçları gerçekleş-tirmenin eylemcisidir. Bir diplomat siyaset-çi olduğu kadar, eylem adamı da olmakzorundadır. Bu anlamda diplomatın siya-set ve ideoloji ile bağı, temsil ettiği amaçve hedeflerin kaynağını aldığı jeo-stratejive ekonomik konum çok önemlidir. Diplo-masi, aynı zamanda uluslararası ilişkileranlamında bir sistem ve sistem içerisinde-ki güçlerin birbiriyle ilişkisi olduğuna göre,sistem içerisinde güç olmak çok önemlidir.Gücü, o sistem içerisinde yeri olmayanın,ilişkilenme ağı içerisinde yer alması damümkün değildir. Bu anlamda diplomasialanında güçlü bir siyasete sahip olmanın,önemli bir jeo-stratejik konuma ve güçlübir ideolojik donanıma sahip olmanın öne-mi büyüktür. Bu anlamda her siyasetçi, ay-nı zamanda bir diplomat konumundadır.Günümüzde bir diplomat sadece dışişleribakanı olarak tanımlanamaz. Herhangi birbakan da benzer şekilde diplomattır. Siya-setle uğraşan, ideolojik donanımı olan, ül-kesinin dışında ve içinde, ülke çıkarlarıdoğrultusunda faaliyet yürüten herkes dip-

lomat kapsamına girer. Bu anlamda diplo-masiyle siyaset ve ideoloji arasındaki bağçok önemlidir. Bir devletin jeo-stratejikönemi, coğrafik konumlanması, buna bağ-lı olarak sistem içerisindeki anlam ve öne-mi, o devletin uluslararası sistemde güçhaline gelerek bir konum sahibi olmasındave o devlete belli bir gücün kanalize edil-mesinde önemli olan etmenlerdir. Bu yüz-den her diplomatın son derece ideolojik vesiyasi donanımlı olması, kendi ülkesi ka-dar muhatap olduğu kesimleri de çok iyitanıması gerekir.

Diplomasi, amaç ve hedefler doğrultu-sunda hareket ederek bunlara ulaşmak ol-duğu için diplomatlık da eylemliliği içer-mektedir. Diplomasi, eylem kapsamındaherhangi bir şiddetli hareketliliği içermez-se de, ortaya çıkaracağı sonuçlar anla-mında bir eylem sahasıdır, hareket ve mü-cadele sahasıdır, bu anlamda diplomat dabir eylem adamıdır. Diplomasi, siyaset vepolitikada belirlenenleri uluslararası sis-temde kendi çıkarları doğrultusunda, pra-tik sonuca dönüştürmektir. Bu anlamdadiplomasi ve siyasetin iç içe geçmiş yanla-rı çok fazladır ve birbirinden ayrılmasımümkün değildir. Dünya tarihinin her aşa-masında diplomatik faaliyetlerin siyasi ça-lışmalarla iç içe olduğu süreçler yaşan-mıştır. Her aşamada, adeta doğanın birkanunuymuş gibi belli bir güç uluslararasısisteme damgasını vurmuş, siyasetin ku-rallarını ve kapsamını belirlemiştir. Örne-ğin, 17. yüzyılda Fransa, oluşturduğu ulusdevlet anlayışıyla ulusal çıkar mantığınıraison d’etat adıyla uluslararası ilişkilereyansıtmıştır. Bu yüzyılda uluslararası sis-temi belirleyen ulusal motivasyondur, dev-let anlayışıdır. 18. yüzyılda İngiltere’ninöncülüğünde, güç dengelerine dayalı birsiyaset sistemi gelişmiştir. 19. yüzyılda iseAvusturya’da Metternich, Almanya’da Bis-marck öncülüğünde siyasi sistem şekillen-miştir. Metternich’in Birleşik Avrupa anlayı-şı, buna karşılık Bismarck’ın bazı çıkışları,bunu baltalama çabası ortaya çıkmıştır.Bismarck 19. yüzyılda Almanya’nın en çoktanınan, günümüzde de en çok anılan dip-lomatlarındandır.

20. yüzyıla doğru ABD giderek bütündiplomasi ve uluslararası sistem kuralları-nı, ilişkilerini belirleyen bir güç olarak önplana çıkmıştır. 20. yüzyıl diplomatların-dan Ronald Reagan, Gorbacov, GeorgeBush tanınmış kişiliklerdir. Soğuk savaşdöneminde Henry Kissinger, Rusya’da Le-onid Brejnev gibi bazı diplomatlar, yaptık-ları çalışmalarla belirgin dönemlere dam-galarını vurmuşlardır.

21. yüzy›lda diplomasi

21.yüzyıl koşullarında uluslarara-sı sisteme kimin damgasını

vuracağı, sistemi belirleyecek kuralları or-taya koyacağı ve böylece hakim olacağıönemlidir. Mevcut durumda diplomasi ala-nında bir boşluk yaşanmaktadır. 17. yüz-yılın ikinci yarısından 20. yüzyıla kadarolan dönemde, Avrupa’da imparatorluksisteminin giderek aşıldığı, devletçiklerinortaya çıkmaya başladığı süreçte bazı im-paratorluklar arasında yaşanan savaşlarlabirlikte devlet olgusu yavaş yavaş şekil-lenmiş ve güç dengelerine dayalı bir siya-set belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır. Busüreçte birbirine eşdeğer güce sahip dev-letler arasında uyum sağlamak ve dengekurmak için diplomasi çalışmaları yürütül-müştür. Bu çalışmaların İngiltere öncülü-ğünde yapıldığı kabul edilmektedir. O dö-nemde savaşların veya krizlerin hiç ortayaçıkmaması gibi bir durum söz konusu de-ğildir, ama savaşı en asgariye indirmeyeçalışan bir sistem geliştirilmiştir. Güce da-yalı olarak oturtulan sistemde herkesinbirbirinden ve sistemden son derecememnun olması gibi bir durum yoktur,ama memnuniyetsizlik en aza indirilmiştir.Bu sistem, birbirine eşdeğer güce sahipolan devletlerin ve güçlerin oluşturduğu,savaş ve çatışmaların boyutunu sınırla-yan, güç dengesine dayalı bir siyasetin te-mel amaç olarak güdüldüğü bir sistemdir.Bir gücün veya devletin, diğer tüm güçle-

re veya devletlere hakim olması değil,–imparatorluklarda olduğu gibi– birbirleri-ne yakın güçlerin, birbirlerini dengede tut-tuğu bir sistem söz konusudur. Bu sistem,yaklaşık iki yüzyıllık bir süreç boyunca ha-kimiyetini kurmuş ve bir ilişkilenme ağıolarak kendisini ortaya koymuştur.

20. yüzyılın ilk on yılının sonunda, yüz-yıl boyunca barışı koruyan Avrupa düzeniartık yoktur. Büyük devletler elli yıl sonrabaşlayacak olan soğuk savaşın yapısınabenzer şekilde kemikleşmiş iki güç bloku-nun oluşmasına yönelen iki kutuplu bir ça-tışmanın içine kendilerini anlamsız bir kör-lükle atmışlardır. Yıllarca tarihçiler I. Dün-ya Savaşı’nın çıkmasından kimin sorumluolduğunu tartıştılar. Ancak hiçbir ülke tekbaşına felakete doğru bu çılgın yarışın so-rumlusu olarak belirlenemedi. Büyük dev-letlerden her biri kendi dar görüşlülük vesorumsuzluk payını kullanmış ve Avru-pa’nın kolektif hafızasına girdikten sonrabir kez daha yapılması olanaksız olan birşeyi büyük kaygısızlıkla çıkarlar uğrunayeniden yapmıştır.

İki yüz yıl boyunca Almanya, Avrupa sa-vaşlarının kurbanı olmuştu. Otuz Yıl Sa-vaşları Almanya’yı tahrip etmişti. Napolyonsavaşları ve 18. yüzyılın hanedan savaşla-rı hep Alman toprakları üzerinde yürütül-müştü. Bunların ardından Bismarck liderli-ğinde birleşen Almanya bu trajedileri yeni-den yaşamak istemedi. Almanya bu gerçe-ği tamamen askeri bir mesele olarak ele al-dı ve Bismarck’tan sonra görevi devralandiplomatlar tam anlamıyla kabadayıca birtarz benimsedi. Bu durum Avrupa’yı rahat-sız etti. Bismarck’ın yerine gelen diplomat-lar “Avrupa diplomasisinin örsü olarak de-ğil çekici olarak” hizmet edeceklerini birslogan olarak benimsediler. Bu sloganı be-nimseyen Bismarck sonrası diplomatlar-dan en önemlisi Kaiser’di. İngiliz Başbaka-nı Churchill Kaiser’i “çok sıradan, boş, amaiyi niyetli bir adam” olarak tanımlar.

1914 yılında Almanya ve Avusturya-Macaristan ile Üçlü İtilaf arasındaki müca-dele tehlikeli boyutlara varmıştı. Bütün bü-yük devlet adamları yaşanan krizlerin çö-zülmesini zorlaştıran bir diplomatik kıya-met günü makinesinin inşasına yardımcıolurken, askeri liderler karar vermek içinzamanı stratejik planlar eklemek suretiyledaraltarak bu tehlikeye katkıda bulunmuş-lardı. Askeri planlar için zaman önemli ol-duğundan ve diplomasi mekanizmalarınıngeleneksel olarak ağır işlemesinden dola-yı krizi önlemek imkansız hale gelmişti.Deyim yerindeyse ikinci derecede bir Bal-kan krizi dünya savaşına dönüştürülüyor-du. Bosna ve Sırbistan sorunu yüzündençıkan kriz Belçika’nın işgaline yol açınca,İngiltere bunu güvenlik açısından kabul et-meyerek, Almanya’ya savaş açmıştı. Av-rupa bir Balkan krizinden I. Paylaşım Sa-vaşı’na tutuşmuştu. Tarihin gördüğü enbüyük savaşlardan birisi olan I. Dünya Sa-vaşı 1914-1918 yılları arasında 20 milyoninsanın ölmesine, Avusturya-Macaristan

“Ça¤dafl diplomasianlay›fl›nda süreklilik çok önemli bir boyuttur.Süreklilik arz etmeyeniliflkilenme, diplomatik biriliflki olarak ele al›namaz,sadece bir görüflmedir. Bir görüflme yaparak çekip gitmek, daha sonra o görüflmeyi unutmak, bir süre sonra ancakifl düfltü¤ünde tekrargörüflmek, diplomasi de¤ildir.”

“Diplomasi, ayn› zamandauluslararas› iliflkiler

anlam›nda bir sistem vesistem içerisindeki güçlerin

birbiriyle iliflkisi oldu¤unagöre, sistem içerisinde güç

olmak çok önemlidir. Gücü, o sistem içerisinde

yeri olmayan›n, iliflkilenmea¤› içerisinde yer almas› da

mümkün de¤ildir. Bu anlamda diplomasi

alan›nda güçlü bir siyasetesahip olman›n, önemli bir

jeostratejik konuma vegüçlü bir ideolojik

donan›ma sahip olman›nönemi büyüktür.”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 26: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

Serxwebûn Sayfa 27Mart 2003

İmparatorluğu’nun ortadan kalkmasına;savaşa katılan dört hanedandan üçünün–Almanya, Avusturya ve Rusya’nın– dev-rilmesine sebep oldu. Yalnızca İngiliz ha-nedanı ayakta kalabildi. Böyle bir durum-da net olan tek şey yeni bir Avrupa siste-mine ihtiyaç duyulduğuydu.

11 Kasım 1918 yılında İngiltere Başba-kanı David Lloyd George, Almanya ile İtilafdevletleri arasında ateşkes imzalandığınışu sözlerle açıkladı: “Bu tarihi sabahta, öy-le ümit ediyorum ki, bütün savaşları sonaerdirdiğimizi söyleyebiliriz.” Gerçekte iseAvrupa daha da felaketli bir savaştan sa-dece 20 yıl uzaktaydı. I. Dünya Savaşı’nındiğer bir özelliği ise ABD’yi dünya siyasetsahnesine taşımasıydı. ABD güç denge*erine dayalı sistemden ziyade üst düzey-de uluslararası ittifak oluşumlarına inananWoodrow Wilson tarafından yönetiliyordu.Wilson askeri, ekonomik ve siyasi konular-da üst oluşumları öngörüyordu. NitekimMilletler Cemiyeti’nin kurulmasında Wil-son düşünceleri temel rol oynamıştı.

Avrupa’daki sistemsizlik çıkarlarını et-kilemeye başladığı andan itibaren, ABDdış siyasette yalnızlıktan çıkıp yeni düze-nin kurulmasında etkili olmuştur. I. DünyaSavaşı sonrası Avrupa dünyasına VersayAntlaşması ile düzen verilir. Versay Antlaş-ması Almanya’yı cezalandırma esasınadayanmıştır. Bu antlaşmanın 231. madde-si savaş suçuna ilişkindir. I. Dünya Sava-şı’nın tek sorumlusu olarak Almanya gös-terilip ağır bir şekilde kınanıyordu. Wilsonve Versay’daki “barış kurucuları” için1914-18 savaşının nedeni olarak cezalan-dırılması gereken kötülüğün belirlenmesigerekiyordu. ’21 yılında, Versay’dan 2 yılsonra Almanya milyarlarca Mark savaştazminatı ödeme koşuluna bağlandı. Taz-minat kararı Antlaşma’nın bir maddesi ol-sa da miktar 2 yıl sonra belirlenmişti. Al-manya fiziki olarak zayıflatılmış, ancakjeo-politik olarak daha da güçlenmişti. Ay-rıca dev bir güç olarak Japonya yükselişegeçmişti. Versay Antlaşması’nın sonuçlarıII. Dünya Savaşı’nı kaçınılmaz kılıyordu.Almanya Versay’da alınan kararlara ve sa-vaşın tek suçlusu olarak gösterilmesineöfke doluydu. Bu öfke ve ’20’li yılların so-nundaki ekonomik kriz, faşizm dalgasınıyükseltmeye başlamıştı.

“Süper güçler” kavram›n›n ortaya ç›k›fl›

20. yüzyılın ikinci yarısından sonra‘süper güç’ kavramı ortaya çık-

mıştır. 20. yüzyılın başından 21. yüzyılakadar geçen süreçte güç dengelerinin ha-kim olduğu, diğer güçleri savaşla imhaederek kendi egemenliği altına alan sis-tem yerine, sistemi ve kuralları kendisininbelirlediği bir süper güç kavramı adımadım gelişmiştir. 21. yüzyılın başında Rus-ya ve ABD’nin iki süper güç olduğu vedünya sistemini belirledikleri kabul edilir.

Süper güç kavramını kendi öncülüğündegeliştirmek amacıyla Moskova ile Was-hington birbiriyle yarışmış, bu yarış sonu-cunda Moskova’nın çökmesiyle Washing-ton kendisini tek süper güç olarak ilan et-miş ve uluslararası sistemin bütün ilişki vekurallarının kendisinden sorulacağını iddiaetmiştir. Bunun üzerine dünyanın jandar-ması, dünyanın polisi kavramları ortayaçıkmış ve günümüze kadar kullanıla gel-miştir. ABD, Sovyetler Birliği’nin yıkılışınısilah kullanmadan yarattığı en güçlü başa-rılardan biri olarak ele almıştır.

I. Dünya Savaşı’ndan sonra, daha ön-ce uluslararası sistemin öncülüğünü ya-pan Avrupa’nın zayıflaması ve parçalan-ması ile bir kutbunu Washington’nun, di-ğer kutbunu Moskova’nın oluşturduğudüzen gelişmiştir. Tüm dünya 20. yüzyılınson çeyreğine kadar bu sistem çatısı al-tında örgütlenerek biçimlendirilmiştir. Bü-tün diplomatik çalışmalar, siyasal ve eko-nomik yapılanmalar buna endekslenmiş-tir. İki kutuplu dünya sistemi, bugünkü iş-leyiş kuralları ve uluslararası ilişkileringelişmesinde önemli yenilikler kazandır-mıştır. İnsanlık tarihinde uzun bir dönemimparatorluklar ve onların belirlediği ulus-lararası ilişkilenme sistemi hakim olmuş-tur. Daha sonra 16. yüzyıl ile birlikte öneçıkan, 17. ve 18. yüzyılda belirginleşen,genelde Avrupa’nın, özelde İngiltere’ninöncülüğünde gelişen güç dengelerine da-yalı bir politika dünya sistemini biçimlen-dirmiştir. Bu süreçte çeşitli savaşlar ya-şanmış, ilişkilenme biçimleri ve anlaşma-lar gerçekleştirilmiştir.

Çağdaş anlamda diplomasinin ortayaçıkışı, yaşanan bu süreçlerden alınan mi-raslar olsa da, daha çok I. Dünya Sava-şı’ndan sonra yaşanan gelişmelere bağlı-dır. Avrupa’nın ekonomik olarak zayıfla-ması, toplumsal olarak bir çöküşü yaşa-ması ve sistem içindeki gücünü parçaparça yitirmesi, bunun karşısında ABD’ninve Sovyetler Birliği’nin belirginleşen birergüç olarak ön plana çıkması, böylece ikikutuplu dünya sisteminin gelişmesiyleuluslararası sistemin işleyiş kurallarının,siyasetinin buna göre yapılanması; diplo-maside de önemli bir gelişme yaratmış,soğuk savaş dönemi diplomasisi olaraktanımlanan süreç gelişmiştir. Soğuk sa-vaş dönemine ait diplomasi önemli farklı-lıklar arz etmektedir, kendine has kuralla-rı vardır. Soğuk savaş döneminin diplo-masisi için siyah beyaz olduğu belirleme-si kullanılır. İçinde çok fazla renkler yok-tur, evet ve hayır sözcüklerini keskin birşekilde içinde barındırır. O dönem her ikikutup açısından da birbirini teşhir ve tec-rit etme, mümkün olduğunca ittifak topla-ma yaklaşımları en fazla öne çıkan yan-lardır. Bu anlamda soğuk savaş diploma-sisi kutuplaşmayı yaratmış ve her iki ku-tup açısından bir yetkinleşme ve keskin-leşme durumunu belli ölçülerde ortaya çı-karmış, aynı zamanda süper güç kavra-mını dünyamıza tanıtmıştır.

20. yüzyılla birlikte uluslararası sistem-de ideolojiler çok belirgin bir şekilde karış-mıştır. O dönemde komünizm, faşizm,sosyalizm hatta nasyonal sosyalizm (ulu-sal sosyalizm) olarak tabir edilen ideoloji-ler siyasete, uluslararası ilişkilenmelereçok belirgin bir biçimde yansımıştır. Dahaönce böyle bir durum yoktu. Dönem dö-nem farklılıklar arz etse de ideolojilerin si-yasete ve uluslararası ilişkilere damgala-rını vurmaları soğuk savaş diplomasisininsiyah beyazlığını da ortaya koymaktadır.Çünkü ideolojiler, siyasete uygulanınca,bu alanda katılığı ve dogmatizmi geliştir-miştir. Kutuplaşmanın yaratılmasında vebir sistem olarak gelişmesinde ideolojile-rin diplomasiye ve uluslararası ilişkiyedamgasını vurması belirgin bir etkendir. Odönemde ABD bütün gücüyle ve imkanla-rıyla Sovyetler Birliği’ni her yerde teşhirve tecrit etmeye çalışmıştır. ’17 yılındagerçekleşen Ekim Devrimi’nden sonraSovyetler Birliği’nin birçok diplomatı Batılıülkelerden kovulmuştur. 1918-19 yılların-da Sovyetler Birliği’nin sadece Alman-ya’da ve bunun dışındaki birkaç ülkedediplomatı vardı. Birçok ülkedeki temsilci-leri geri gönderilmişti. Sovyetler Birliği’ninteşhir edilerek dışlanması, bütün dünya-dan izole edilmesi ve bunun karşısında it-tifak güçlerinin olabildiğince hızlı bir bi-çimde geliştirilmesiyle kutuplaşmanın yo-ğun bir şekilde ortaya çıkmasına yol aç-mıştır. Propagandada ağırlık verilen nok-ta bu olmuştur. O dönemde pek çok med-ya mensubu ABD veya o ittifaka dayalıgüçler tarafından satın alınmıştır. Bu an-lamda o süreç, gazeteciler açısından ol-dukça ayıplanacak bir süreçtir. Çünkü pekçok gazeteci ve medya yayın organı satınalınmış, Sovyetler Birliği’ne karşı birerpropaganda aracı haline getirilmişler, butemelde karşı propaganda faaliyetleri ge-liştirilmiştir. ’17 yılında gerçekleşen EkimDevrimi’nden sonraki dönem soğuk savaşdönemi olarak kabul edilse de, soğuk sa-vaşın en çok kızıştığı dönem II. DünyaSavaşı’ndan sonraki dönemdir. O dönemgünümüz uluslararası sistemine zeminteşkil etmektedir. Sovyetler Birliği’nin çö-küşünden sonra oluşan boşluk hala yenibir sistemle doldurulmuş değildir, sallantıdurumu yaşanmaktadır. Günümüzde deçok yoğun çelişki ve çatışmaların iç içeyaşandığı, bu anlamda diplomasinin çokyoğun olduğu bir süreçten geçiyoruz. Budönemin bazı karakteristik özellikleri, so-ğuk savaş dönemine, Moskova-Washing-ton çatışmasına dayanmaktadır. O döne-min yansımaları belli oranda aşılmış olsada hala belirgin bazı izleri taşımaya de-vam etmektedir. Berlin duvarının yıkılma-sıyla birbiriyle hiç görüşmeyen insanlarıngörüşmesi, iki kutuplu dünya sistemininyıkılarak küreselleşme adı altında dünya-mızın adeta küçük bir köy haline getiril-mek istenmesi, yeni bir uluslararası siste-min ve ilişkilenme ağının yaratılması anla-mına da gelmektedir.

“So¤uk savafl” ve diplomasi

Günümüzde hakim kılınmak istenendüzene kaynaklık eden yaklaşım-

lar, 20. yüzyılın başlarına dayanmaktadır.’14 yılında başlayan I. Dünya Savaşı, Al-manya’nın yenilgisiyle sonuçlanmıştır. Bu-nun üzerine ittifak güçleri bir araya gelerekbarış antlaşmaları sürecini başlatmışlardır.Bu barış antlaşmaları, savaşın bittiği ’18 yı-lından ’19 yılına kadar devam etmiş ve böy-lelikle savaşın sonuçları toparlanmıştır.Dünya tarihinde günümüz diplomasisinekaynaklık eden önemli antlaşmalardan biriolan Versay Antlaşması ’19 yılında imza-lanmıştır. Bu antlaşma, Almanya’nın tesli-miyetini ortaya koymaktadır. O süreçte dörtbüyükler adı verilen ülkelerin temsilcileri,İngiliz Lord George, Amerikalı Willson,Fransız Kamens ve İtalyan Orlando bir ara-ya gelerek Almanya’nın yenilgisini ve kayıt-sız, şartsız teslimiyetini içeren Versay Ant-laşması’nı imzalamışlardır. Böylece ilk defabüyük güçler bir araya gelerek ortak bir şe-kilde, karşıt bir güce ilişkin anlaşma imzala-mış ve dünyayı yavaş yavaş şekillendirme-ye başlamışlardır. O anlaşma sonucundabugünkü Lahey Adalet Divanı ve günümüz-de İLO olarak adlandırılan Uluslararası Ça-lışma Örgütü kurulmuş, savaş suçu, insan-lık suçu kavramları ortaya çıkmıştır. Bu an-laşma sonucunda Almanya, ordusununönemli bir bölümünü terhis etmek ve Avru-pa’ya savaşta yol açtığı yıkıma karşılık mil-yarlarca dolara varan tazminat ödemek zo-runda kalmıştır. Belçika’ya topraklarının ba-zı kısımlarını, Fransa’ya uzun zaman uğ-runda savaştığı *Arses-Loren bölgesini ge-ri vermiş, Baltık bölgesiyle ulaşım kanalları-nı kaybetmiştir. Savaş sonucunda VersayAntlaşması’yla Almanya küçültülmüştür.Öte yandan bu antlaşma bazı uluslararasıgüçleri bir araya getiren temel olgulardanbiri olmuş, ilk defa bir uluslararası örgütünkurulma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Dört bü-yükler olarak bilinen ülkeler bir araya gelin-ce Wilson, 8 Ocak 1918’de14 maddelik birbildirge sunmuştur. Wilson 14 Nokta adı ve-rilen bu belagatla Amerika’nın savaş amaç-larını iki kısma ayırmıştır. Wilson 8 madde-yi yapılması zorunlu maddeler olarak şöyleaçıklar; Açık diplomasi, denizlerin serbestli-ği, genel silahsızlanma, ticari engellerin kal-dırılması, sömürgecilikle ilgili taleplerin ta-rafsız bir şekilde çözümlenmesi, Belçi-ka’nın yeniden kurulması, Rus toprakları-nın boşaltılması, ve Milletler Cemiyeti’ninkurulması. Wilson geri kalan daha spesifik6 maddeyi ise “zorunlu” değil de “gerekli”“arzu edilen” şeklinde sunar. Bunlarda Al-sace-Lorraine’in Fransa’ya geri verilmesi,Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmpara-torlukları sınırları içerisinde yaşayan azın-lıklara özerklik verilmesi, İtalya’nın sınırları-nın yeniden düzenlenmesi, Balkanların bo-şaltılması, Boğazların uluslararası statüyekavuşturulması ve denize çıkışı olan ba-

ğımsız Polonya’nın yeniden kurulması şek-linde sıralanır.

Günümüzde Birleşmiş Milletler adlı ör-gütün ilk hali olan Milletler Cemiyeti bu dö-nem kurulmuştur. I. Dünya Savaşı’nın so-nucu olarak Versay Antlaşması’yla bazı te-mel güçlerin bir araya gelerek ortak hare-ket etme, yaşanan sorunlar karşısında or-tak müdahale gücünü oluşturma ihtiyacıduymasından kaynaklı olarak böyle biroluşuma gidilmiş, bu oluşumla dünyamı-zın daha farklı bir sisteme kavuşmasınınilk adımları atılmış, hatta giderek soğuksavaş ittifak cephesi parça parça gelişme-ye başlamıştır. ’19 Versay Antlaşması buanlamda diplomasi tarihinde önemli bir ke-sit olarak ele alınmaktadır. Milletler Cemi-yeti, Adalet Divanı, Uluslararası ÇalışmaÖrgütü (İLO)’nun kurulması, uluslararasısuç kavramının ortaya çıkmasıyla yavaşyavaş dünyamızın daha farklı bir sistemegeçmesinin ilk adımları atılmıştır. Bu adımgiderek bir güç olarak belirginleşenABD’nin öncülüğünde atılmıştır.

ABD ’17 yılına kadar I. Dünya Savaşı’nakatılmamıştır. Savaşın sonlarına doğru sa-vaşa girerek oluşacak farklı dengelere mü-dahale etmiş ve bu anlamda savaşın kade-rini belirlemiştir. Buradan aldığı güçle gide-rek daha etkin hale gelmiş, diplomasiye birbütün olarak kendi karakterini yansıtmayabaşlamıştır. Daha önce ABD oldukça izoleolmuş, okyanuslar ötesinde, tek başına birkıta olarak yaşamını sürdüren bir ülkeydi.1800’lü yıllara kadar ABD’nin dışa dönük birçalışması yoktu. 1800’lü yıllarda İspan-ya’nın Latin Amerika’ya yönelerek ABD’ninsınırlarını tehdit etmesi üzerine ABD’nin ozamanki başkanı *Monroo, daha sonraonun adını alan bir doktrin geliştirmiştir.Monroo, “hiçbir yabancı güç gelip herhangibir yerli gücün topraklarına saldırma hakkı-na sahip değildir. Eğer böyle bir durum olur-sa herkes savunma hakkına sahiptir, biz dekendi topraklarını savunmak isteyenlereyardım ederiz” demiştir. ABD bu adımla bel-li bir çıkış yapmış olsa da tarihi boyunca içedönük olan, sadece kendine dönük siyasetve diplomasi yürüten bir yapılanması vardı.Bu durum ’17’ye kadar devam etmiştir. Fa-kat ’17 yılından sonra I. Dünya Savaşı’nakatılmasıyla uluslararası sistem içerisindeçok farklı bir yere sahip olmuştur. 20. yüzyı-lın başından itibaren Avrupa giderek zayıfla-mış, savaştan dolayı ekonomisi tahrip ol-muştur. Bu durum aslında savaştan yenil-giyle çıkan güçler kadar zafer kazanan güç-ler açısından da geçerlidir. ABD savaştanzarar görmemiş ekonomisi ile güçlü bir ülkedurumundaydı. I. Dünya Savaşı boyunca si-lah ihracıyla ekonomisini güçlendirmişti. Sa-vaş sonrasında yıkılmış, tahrip olmuş Avru-pa karşısında dinamik bir güç olarak ulusla-rarası ilişkiler düzeneği içerisine girerek odönem geliştirilen oluşumlarda, örneğinVersay Antlaşması’nda, Milliyetler Cemiye-ti’nin ve Adalet Divanı’nın kurulmasında te-mel bir rol oynamıştır. Bunları geliştirirkenhem kendi kıtasını güvenceye almış hem deo dönem yakın ittifak içinde olduğu İngilte-re’nin yanında, yaşanan belli başlı gelişme-lerin içinde yer almıştır.

20. yüzyılın başında yaşanan bu geliş-menin doğru anlaşılması, artık eski güç den-geleri yerine yavaş yavaş şekillenen süpergüç kavramında ortaya çıkan iki kutupludünya sistemini ve uluslararası ilişkilerininbu temelde şekillenişinin görülmesi, diplo-masinin kavranması açısından oldukçaönemlidir. Çünkü insanlık 20. yüzyılda ya-şananlar üzerinden 21. yüzyıla adım atmışve o dönem şekillenen sistem, oluşturulankuruluşlar ve siyaset mantığı kendisini günü-müze taşırmıştır. İmparatorluklar dönemindeveya güç dengelerinin oluştuğu dönemler-deki gibi, bir iki devletin birbiriyle savaşımıdeğil, artık giderek ittifak halindeki güçlerinbirbirine karşı savaşma durumu gelişmiş, I.Dünya Savaşı ile birlikte ittifaklaşma, ittifakhalinde çözüme ve anlaşmaya gitme, dahasonraki süreci takip etme, denetleme ve ge-liştirmeye çalışma mantığı uluslararası sis-temde hakim olmuş, giderek daha fazla ge-lişmiş, diplomasi ve siyaseti şekillendirmiştir.Bu dönemde, yavaş yavaş soğuk savaş dö-nemine doğru adımlar atılmıştır.

“I. Dünya Savafl›’ndansonra, daha önce uluslararas› sisteminöncülü¤ünü yapanAvrupa’n›n zay›flamas› veparçalanmas› ile bir kutbunu Washington’n›n,di¤er kutbunu Moskova’n›noluflturdu¤u düzengeliflmifltir. Tüm dünya 20. yüzy›l›n son çeyre¤inekadar bu sistem çat›s›alt›nda örgütlenerek biçimlendirilmifltir. Bütün diplomatikçal›flmalar, siyasal ve ekonomik yap›lanmalarbuna endekslenmifltir.”

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 27: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

Sayfa 28 SerxwebûnMart 2003

Eylüllerin y›ldönümü

Bugün 12 Eylül’ün yıldönümü.Ayrıca benim için de bir yıldö-nümü. Avrupa yurtseverleriyle

son kez kucaklaştığım, Avrupa festivalininüzerinden tam bir yıl geçti. Saç telimdenayaklarıma kadar “döner” yağı olduğumgözlerimin önüne geliyor, kendi kendimegülümsüyorum. Berlin yurtseverleriyle aç-tığımız stand ve vedalaşmalar. Deniz veRojîn’in, beni şaşırtıp hüzünlendiren Ke-mal hevalın gözyaşları ve diğerleriningözyaşlarından gönülden gönüle köprüoluşturduğu anlar... Baran ile son dondur-mamızı yemek için dolaşmamız... Henüz8 yaşında, tombul, sevecen, çocuk filmle-rinin kahramanları gibi gülüşü... Annesi,babası benden hediye almaması için sı-kıştırmış olmalı ki benim aldığım dondur-mayı önce istemedi. İkna ettim, gittik. Be-nim sevdiğim dondurma yoktu, sadeceona aldım.

Bugün düzenlememiz oldu. Bir bayan bö-lüğü oluşturuldu. Onların pratiğinin içinde ol-mak isterdim. Tarihi bir şey!... PJKK’ye bağlı,erkeklerden tamamen bağımsız bir bölük.

Ben ekonomi takımındayım. Takım ko-mutanımız Şırnaklı upuzun sarı saçları,ufak suratı olan Sosin heval. Önderlik sa-hasından yeni geldi. Manga komutanımtavşan dişli Küçük Güneyli Arin arkadaş.Yeni bir başlangıç daha! Geçen yıl bugünAvrupa’dan ayrılışla yeni bir başlangıç ya-pıyordum. Şimdi ise yeni düzenlemeyle ye-ni bir başlangıç başlıyor. Ne çok şey değiş-ti, ne çok şey değişmedi... Yüreğim gitgidedaha kök salıyor içimde. Hasret gübre, öz-lem su olup besliyor yüreğimi.

Eski ekonomi noktasına ulaştık. Erkekarkadaşlar kocaman 4-5 kazanı çamurla sı-vayıp yerleşik ocaklar yapmışlar. Biz man-galarımızı yapıp akşam üzeri voleybol oy-namaya gittik. Milisler, bir kaç erkek arka-daşla birlikte çok hoş bir oyun çıkardık.

12.09.1999, Pazar

Zümrüt gibi berrak çekici gözbebekler

Radyoda 20 kişinin yaralanmasınaneden olan bir bombalama yapıldı-

ğını öğrendim. İstanbul’da, yasalaşanSosyal Güvenlik Yasası’nı protesto içinyapılmış. Devrimci Halk Cephesi ve DHPisimleri geçti. Acaba bizimkiler mi, diğerle-ri mi? Gerillada haberleşememek kadarzor bir şey yoktur. Hasret de o yüzden ge-rillada daha acı.

Gece yatarken saatlerce Önderliğingözlerini ve Önderlikle yemeğimizi anlattımarkadaşlara. Zümrüt gibi berrak, çekici,bağlayıcı gözbebekleri ve ta yüreğini ısıtan,ışınlar saçan gözün beyaz kısmı, bir karan-lık mağaradan ışık saçan projektörlere ben-zeyen bakışları... Nasıl projektörlere çokuzun bakamazsan, Önderliğin gözlerindede eriyeceğin kaygısıyla bakamıyorsun.Bakışların yüceliğinde kaybolmak güç isti-yor, Zilan büyüklüğünü gerektiriyor. Oysabiz daha yolun başındayız. Kendimi yaratı-lan gerçeklik karşısında cüce hissediyo-rum. Hele Çerkez Helin’i dinledikten sonrakendimi daha da yetersiz hissediyorum.

Sabah arkadaşlar domuz avladılar.Henüz yavru ve daha önce gördüğüm do-muza göre daha beyaz kıllara sahip. Sabahmangalarda pişirdik. Bazı arkadaşlar ve mi-lislerin çoğu yemedi. Milislerden sadeceCasim arkadaş yemiş. Ben genelde eti sev-mediğimden yemedim.

Banyoya gittik. Yine çok hoş bir yerdebanyo yapıyoruz. Tek tük sararan yapraklar

suyun üzerinde sakin, sabırlı yol alaraksonbaharın geldiğini söylüyor bizlere. Öğ-len mangaya geldiğimizde her mangaya bi-rer tane diş macunu gelmiş. Öyle sevindimki! Mayıs ayından beri dişlerimi macunsuzfırçalıyordum. Diş fırçam o yüzden sapsarıolmuştu. Yüreğimin hediyesi; ucu değişen,mavi renkli. Mavi rengi çok seviyorum. Fır-çamın yüzü gülecek.

Öğleden sonra katırla, pekmezin içinekatılacak bir kumu getirmek üzere gittik.Amed, Fırat (orta yaşlı, oldukça zayıf, saçla-rı dökülmüş, arka dişleri altın, uzun boylu, iyibir aşçı olan yoldaş) ve ben gittik. Fırat arka-daş eski binaların harcının bu kumdan yapıl-dığını söyledi. Kumu kazıp elekten geçirdik-ten sonra katıra yükledik. Noktaya geldiği-mizde bir kamyonetlik üzüm toplanmıştı bile.Arkadaşlar çok yorgundu. Ben ve Zinarinyoldaş domuz etini doğradık. İstemeyerekelimi ete bulaştırıyorum. Kendimi düşün-düm. Katırın dilinden anlamadığım için zora-ki noktaya getirebildim. Hiç yanaşmadığımet ve katır işleri yapıyorum. Mangada işleriçin hiç tartışma çıkmıyor, her şey gönüllüce.Çok yorgun olunsa da yapılıyor. Parti insanınasıl da değiştiriyor! Tüm yoldaşlar evlerindeanalarının kuzusuydu. Burada ise her işe gi-rişiyoruz. Kız kardeşler iş için kavga ederler,oysa burda sevgiyle iş yapılıyor.

Haber geldi; Garzan’dan geri çekilme ya-pan bir bölük arkadaştan 14’ü şehit düşmüş.Bir bölük Metina’ya geçerken kayıp vermiş.Amed’den gelen arkadaşlar kayıp vermişler.Türkiye’nin Sesi Radyosu 14 şehidimizi “birtane” diye verdi. Barış düşmanları!

Akşam Zaxo ve Hatice arkadaşlar geldi-ler. Voleybol oynadık. Akşam sohbet ettik.Zaxo arkadaş Küçük Güneyli, geniş suratlı,sarışın, yeşil gözlü bir bayan arkadaş.Uzun, kıvırcık, sarı saçları var. Hatice arka-daş gidecek onun yerine bakacak.

13.09.1999, Pazartesi

“Gazap üzümleri”

Soğuk bir gece. Nöbette neredeyse do-nacaktım. Sabah üzüm toplamaya

başladık. Kocaman leğenleri başımın üze-rinde taşıyorum. Belim öyle ağırıyor ki!Sonra katırla uzaklardan üzüm taşımayabaşladık. Katırlar için yapılmış sepetlerdenher bir tanesi erik büyüklüğündeki üzümlersarkıyor. Kendi halinde büyüyen bu üzüm-ler bakım olsa kim bilir ne kadar güzel olur.Artık sonbahar olduğundan rüzgar ve gü-neş bir arada. Benim mavi başörtüm bebekyüzlü Zinarin’in mavi zemin üzerine kırmızıçiçekli başörtüsü ile en acemice iş yapanikiliyi oluşturuyoruz. “Gazap üzümleri” filmi-ni çekiyormuşuz gibiyiz. Bu halim arkadaş-ların öyle hoşuna gidiyor ki “resmini çekipailene göndereceğiz” diyorlar. Katırla diya-logum zaten gündem konusu. Katır inat et-tikçe onu biraz okşuyorum, yürümesi içinikna ediyorum. Çok zevkli bir iş.

Fırın gibi hazırlanmış ocağın biraz üze-rinde beton dökülmüş yerde Rüstem arka-daş ayaklarını dizlerine kadar sıvamış,üzüm eziyor. Bir boruyla üzüm suyu eleğe,oradan da tenekelere doldurulup ocağınüzerine giderek yolculuğunu tamamlıyor.Kaynayan kazana “kîzvan” denilen birağaç dalı daldırıp koku vermesi ve dahakıvamında olması sağlanıyor. Rüstem ar-kadaşa, takım komutanımız Sosin, siyahsaçlı Sozdar ve Amed arkadaş yardım edi-yor. Öğleye doğru işime son verip elmabüyüklüğünde incirlerden bir sepet doldur-dum. Yoldaşlar için bir şeyler yapmak benirahatlatıyor. Daha önce Amedli Arjin arka-daş istemişti. Bugün ekmekçi olduğu içinincir yiyemeyecek. Albenili olgun incirlerinarkalarında bal tadında bir sıvı çıkıyor.Eğer o zaman toplanmazsa dalında kuru-

maya başlıyor. Daha tam olgunlaşmamışincirleri kopardığında ise sapından süt bo-şalıveriyor. Bir sepet topladım. Midemibozma korkusuna rağmen epey de ken-dim yedim. Oysa küçükken inciri fazla sev-mezdim. Ama Kürdistan incirleri balba-dem. Yüreğime buraları gezdirip bu güze-lim meyvaları tattırabilecek miyim?

Kurflunlaflan hasret

Radyo bugün yine vatanımda depremolduğunu söyledi. Üstelik bu sefer

Ankara’da da olmuş. Anında o güzelim Sa-manpazarı’ndaki eski Ankara evlerinin yı-kık, virane haline gelmiş görüntüleri gözle-rimin önünde canlandı. Ankara’nın harabeolmasına asla dayanamam. Hasretin kur-şunlaştığı, haberleşememenin kavuruculu-ğunu hissediyorum. Gerillanın en zor yanıtelefonsuzluk! Ankaram sana bir şey olma-malı. Henüz görmediğim yiğenim Deniz sa-na Kürdistan’ı, devrimin yarattığı insan gü-zelliklerini anlatmayı hayal ediyorum. Lüt-fen hayellerimin varolma şansı gitmesin.

14.09.1999, Salı

PKK’nin yaratt›¤› yaflam tutkusu

Bulunduğumuz yerden biraz uzak bir kö-ye gideceğiz. Tabii artık evlerin temel

taşlarından başka iz kalmayan bir köy. Yoldabayan bölüğünün yanından geçtik. Su kena-rında bir nokta yapmışlar. Cudi’den gelen ba-yan arkadaşlar vardı. Cıvıl cıvıl bütün yoldaş-lar sarıldılar. Tabii önceden tanışanlar dahacandan sarılıyordu. Geri çekilme yaparkendüşmanın vurduğu darbelerden bahsettiler.Sonra erkek arkadaşların bölüğünün yanın-dan geçtik. Şaka yollu “alanımıza girmeyin!”diyorlar. Ama her şakanın altında bir gerçekvar. Kadının tamamen erkekten kopuşunuhazmedemedikleri her hallerinden belli.

Üzüm toplayacağımız yere geldik, tambir cennet. Şimdiye kadar Haftanin’i anlatıl-maz olarak nitelendiriyordum. Demek ki he-nüz burasını görmediğim için olacak. Hafta-nin’in hemen hemen her tarafını gören ku-lak gibi dağın başına oturmuş kayalar, göğekale dikilmişcesine bulutları kucaklamayaçalışan kayalar, ışık vurdukça alımlı alımlıpırıldayan dağlar ve muhteşem akan bir ne-hir. Cevizin en büyüğü, şeftalinin, üzümün,incirin en lezzetlisi burada. İlk bakışta kü-çük bir vadicik sanıyorsun. Yukarı doğru tır-mandıkça cennetin henüz kapısını keşfet-miş olduğunu görüyorsun. Eski köyden kal-mış bağ sekileriyle genişleyip gidiyor.

Terk edilmiş bir dol, onca bakımsızlığınarağmen çok verimli. Terk edilmiş olduğu içindikenler, sarmaşıklar, üzüm asmaları sankikarışmış bir saç örgüsü gibi. İnsan yanaşa-mıyor. Reşit heval (milis) köylülere (toprak-la uğraşanlara) özgü sabrıyla dikenleri te-mizliyor, biz de üzümleri topluyoruz. Yük-sek ağaçlara dolanıp bu güzelliği kuş bakı-şı seyretmek isteyen asmalara ise ağaçlaratırmanarak ancak ulaşabiliyoruz. Oradan ipsarkıtıp sepeti yukarı çekiyoruz. Biz toplu-yoruz Ferhat arkadaş katırla noktaya taşı-yor. Bir ara yoğun silah sesi geldi. İlk bakış-ta “arkadaşlar kuralsızlık yapıyordur” dedik.(Dün akşam geyik vurmuşlardı. Akşam ye-meğinde geyik eti yemiştik.) Sonra silah se-si daha da çoğaldı. Arjin arkadaş gidip ya-kındaki erkek arkadaşların bölüğüne sorupgeldi. Cephaneci Aslan heval (küçükkensüt kazanına düştüğü için eli dışa doğru bü-kük duran, buna rağmen benden iyi silahkullanan bir arkadaş) depodan yeni Şer-vanlar (yeni savaşçılar) için silah çıkarıyor.Tabii her silahın çalışıp çalışmadığını deni-

yormuş! Bizim raxtlarımız üzerimizde olma-dığı için kendimizi güvensiz hissediyoruz.Bundan sonra, her ihtimali düşünerek cebi-me bir bomba koyacağım.

Öğle yemeğimiz katırla geldi. Suyun ke-narında yedik. Ben dayanamadım, küçüklübüyüklü havuzcukların birbirlerine şelaleyledevrettikleri su yolunun içine daldım. Şalva-rımı dizlerime kadar sıvayıp billurların için-de dolaştım. Sonra baktım kocaman bir şe-lale var. Suyun sesi en güzel melodi! Zatençocuklaşmak istiyordum. Kenarda oturanArjîn arkadaş ve Dilşa arkadaşa su sıçrat-tım. Sonra henüz yeni tanıdığım ve nasılkarşılayacaklarını bilmediğim için kendi ba-şıma oynamaya devam ettim.

Akşam Arjin arkadaş bir çatışma anındanasıl kurtulabildiğini anlattı. Gerçekten sa-vaşta hayatta kalabilmek bazen şansa bağ-lı, bazen anlık bir mesele. Çetelerin (korucu)sadece iki bayan arkadaş olduklarını görün-ce askerlerden azar işitmek ve hatta vurul-mak korkusuna rağmen “gidin!” diye sessiz-ce seslendiklerini anlattı. Savaş çok atik veanında karar sahibi olmayı şart koşuyor.

Biraz milislerin durumundan bahsettik.Reşit arkadaş hüzün dolu, yakında gide-ceklerini ifade eden sözleri kulağımdan git-miyor. Onları çok özleyeceğim. Onların fe-dakarlığı, çalışmaları karşısında bizim yap-tıklarımız devede kulak. Bizler için kış ha-zırlığı yapıyorlar. Bu yapılanlardan ne yiye-bilecekler ne de onlara bir faydası olacak.Hatta (ben Etruş koşullarında üç ay yaşa-dım) çok zorlanarak üç öğün yiyebilecekler.Avrupa’da da cephe çalışanlarının fedakar-lıkları, çabaları beni daha çok partiye bağlı-yordu. Burada da milislerin emekleri karşı-sında saygı duruşuna geçesim geliyor. He-le çok ihtiyar olduğu için “Mamo Muham-med” diye seslenilen, oğlu bölük komutanıolan ve kendisine asla “ihtiyar” denilmesin-den hoşlanmayan hevalımızın bitmez tü-kenmez enerjisi bana yaşam sevinci katı-yor. Her akşam voleyboldaki gözlerinin pı-rıltısına bakıyorum. PKK’nin yarattığı ya-şam tutkusuna bir kez daha (ve her seferin-de) şükrediyorum.

Noktaya gelirken iç eyaletlerden erkekbölüğü ile karşılaştık. Onlar için kan ve terdöktükleri dağları bırakmak ne kadar dazordu.

Gece saatlerce yağmur yağdı. Arkadaşlarnaylon getirdiler. Naylonu habire başımın al-tındaki çantamın üzerine çekmeye çalışıyo-rum. İçinde bir kitap, Önderliğin savunmasıvar. (Defterlerim çok sıkı korumada.) Islana-cak diye çok korkuyorum. Silahımı kontrol et-tim. Yapraklar, dallar sanırım ıslanmasını ko-ruyabilir. Ben de çaresiz ıslanmayı tercih edi-yorum. Zaten ayağımın biri olduğu gibi su.Ayakkabılarımı ters çevirip başımın ucunakoydum. Hiç olmazsa içi ıslanmasın.

15.09.1999, Çarşamba

Asimile edilemeyen kat›r

Sabah soğuktan şişmiş göz, sızlayandiz kapağı ve bel ağrısıyla uyandım.

Manga komutanım Arîn arkadaşla ekmekçi-yiz. Bu sefer ekmeklerimiz gerçekten güzelçıktı. Maya var, tuz da var.

Bir ara atın yavrusunu sevmek istedim.Benden hep ürküyor. Arkadaşlar tutup yar-dımcı oldular. Avucuma tuz koyup taya ver-memi istediler. Kahverengi tüylü şipşirintay, minicik upuzun ağzıyla elimdeki tuzuyalamaya başladı. Çok sevimli bir yaratık.

Öğleden sonra lojistiğe gideceğiz. İkitane katır teslim edilecek. Ben birbirlerinebağlı katırların önde olanına oturdum. An-laşılan katır çok yorgun ve aç. Bayan bö-lüğünden geçerken neşe ile onlara havaattım. Erkek arkadaşların bölüğünün ya-nından geçerken katır yoldan çıktı, bölüğedoğru yöneldi. İpi kuvvetle çektim, yoladönmedi. Arin arkadaş bir sopa ile “küt” di-ye öyle hızlı vurdu ki, tam da gözününüzerine geldi. Sanki benim canım acıdı:“Ayy!” diye bağırdım. Hayvan ön ayakları-nı havaya kaldırıp kişnedi ve kendimi yer-de buldum. Şimdi “Ayy!” sesim daha içtenve gerçekçi. Bir yerim kırıldı sandım. Öylegüçlü bağırmışım ki voleybol oynayan er-kek arkadaşlar başıma toplandı: Eskidenbizim bölükte olan Dirok ve Şemdin arka-daşla birlikte birkaç arkadaş daha başım-da toplanmıştı. Yerde uzanmış ağlıyor-dum. Şemdin heval Kürtçe “Havan düştüzannettik!” demiş. Biraz yerde kıvrandık-tan sonra ayağa kalktım. Arin arkadaş be-ni tekrar katıra bindirdi. Katır inatla voley-

AAyy mmeehhttaabb››nnddaa ddaa¤¤ rrüüzzggaarr››✍ ✍fifieehhiitt LLeeyyllaa AAvvaaflfliinn ((KKeezzbbaann MMaavvii)) aarrkkaaddaaflfl››nn ggüünnllüü¤¤üünnddeenn

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 28: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

bol sahasına gitti. İnip ipine asıldım. İnatçıhayvan kıpırdamıyor. Arkadaşlar şaka ya-pıyorlar: “Hayvan Türkçe anlamıyor!” Ney-se yine Arin arkadaş yardımıma koştu. Zo-raki lojistiğe ulaştık.

Şehit Zelal noktasına yakın olan harikabir yerde konumlanmışlar. Vadiden yukarıdoğru dalga dalga yükselerek zirveleşentepeler, kayalar akşamın kızıl ışıklarıyla da-ha bir alımlılaşmışlar. Suyun kenarında du-rup pırıl pırıl yanan suya ve dalgalanan te-pelere baktım. Suyun ışıltısının yaşanmış-lıkla bezendiği ölüm acısının (evlat acısı-nın) olgunluğunu sergileyen, kalın kaşlarınaltında içine gömülü çevresindeki derin çiz-gilerle yaşadığı yılların kanıtını taşıyan dip-diri gözler beni selamladı: Bedran yoldaş!Fiziğiyle tipik bir Kürt erkeği; yüreği yufka,görüntüsü ise sert! Hayvanlarını çok sevi-yor. Sadece düştüğümü söyledim, Arin ar-kadaşın havyanın canını yaktığını üzülme-sin diye söylemedim.

Hayvanları teslim edip noktaya döndük.O halimle şehit Zelal noktasından Dolamarksiste kadar yürüdük.

16.09.1999, Perşembe

Kayal›ktaki terzihane

Arkadaşlar beni şifre hazırlamam içinnoktada bıraktı. Fırsattan istifade,

Önderliğin “savunmalar”ını okuyup bitirdim.Günlüğümü yazdım. Silahımı temizledim.Sonra pekmez kaynatan arkadaşlara yardı-ma gittim. Silahım temiz, “savunmalar” bit-miş olduğu için çok huzurluyum.

Akşama doğru takım komutanı Sosinheval beni terzihaneye gönderdi. Uzaktan“şu vadideki kayalıkta!” diye tarif etti. Ara-ziye hakim olmadığım için kaygıyla gittim.Ama elimle koymuş gibi buldum. Kendikendimle gururlandım. Yolda yanmış ara-zi, dalından yanarak büzüşmüş meyvalar,deşifre olmuş bir nokta olduğunu ifade edi-yordu. Tepeye ulaştığımda mükemmel birmanzaraya karşı, minicik bir mağaranıniçinde bir dikiş makinası beni karşıladı. Çî-çek, Mizgîn, Doza heval terzihanede çalı-şıyorlar. Mizgîn eli becerikli Küçük Güney-li bir arkadaş. Doza uzun saçlı, güleç, ca-na yakın Batmanlı genç bir arkadaş. Ya-nımda getirdiğim Önderliğin “savunma-lar”ını Çiçek arkadaşa verdim. Birlikte bi-zim noktaya geldik. Gece Çiçek heval bi-zimle birlikte kaldı.

17.09.1999, Cuma

Kolektif çal›flma

Sabah 06.00-07.00 nöbetçisiyim. Dünbütün gün arkadaşların kestiği odun-

ları topluyor arkadaşlar. Afacan bir çocukolan Cilo (11 yaşında, İran katılımlı), birayağını mayında yitirmiş Ciger, Mamo Mu-hammed (en az 60 yaşında) ve diğer kadınyoldaşlarım hepsi şakalaşarak odunları ta-şıyorlar. Onları seyretmek o kadar hoşumagitti ki! Neşeyle ve kolektif! Bizim afacançocuğumuz sıkıldı kaytarıyor. Mardinli Şi-yar arkadaş ayağındaki romatizma çokilerlediği için bir elinde baston bir eli omu-zundaki odun kütüğünü tutmuş. Öyle gençki içim parçalandı. Nöbette değil orada ol-mayı ne çok isterdim.

Sabah banyoya gittik. Öğleden sonraeğitim ve voleybol oynama bizim için tambir dinlenme arası oldu.

Akşam Doza ve Mizgîn arkadaşlar ziya-retimize geldiler.

Eğitimi Şergo arkadaş verdi. Ünlü şairİdris Güzel yani. Bir türlü konuşma fırsatı-mız olmadı. Çok saygılı bir arkadaş. Şiirle-rini okumayı çok isterdim.

18.09.1999, Cumartesi

Ankara’n›n özlemi ve iflkencesi

Sabah Zinarin ve Dilşah arkadaşlarPJKK’nin bir talimatı üzerine eğitim

verdiler. Zinarîn arkadaş yeni, çeviri yapı-

yor, oldukça heyecanlı. Sonra üzüm top-lamaya devam ettik.

Öğleyin keşif uçakları çok yakınımızdangeçti. “Kobra saldırısı olma olasılığı vardır.”diyerek daha güvenli olan milislerin manga-sına gittik. Orada dağ evlerini andıran tahtamasada yemeğimizi yedik. Öğle sonrasıHevala Arjin ile ben birde çocuk yaşlarında-ki Fırat yoldaşla lojistiğe gittik. Yine arkadakaldım. Hevala Arjin şalım olduğu halde ge-celeri çok üşüyorum diye benim için ikincibir şal istedi. Arkadaşların beni düşünmele-ri çok mutlu ediyor. Şal gerillanın battaniye-si, çuvallardan yük yapmak için ipi, parkesi,güneşten korunmak için baş örtüsü vs...

Gece rüyamda Ankara’yı gördüm. Lise-nin durağını, Ayrancı Lisesi ve tam karşı-sında yeni Emniyet Binası öğrenciliğimdehenüz inşaatı devam ediyordu. Sonra Üni-versitede (politikleşince) bodrumunda ifa-dem alınan (peşi sıra eski Emniyet Bina-sı’na götürülerek işkence gördüğüm yer)koskoca “modern” bina...

Ahh Ankaram ne kadar da özledim seni! Bugün ekstradan “ekmekçi” çıktı. Ola-

sı bir durumda gizleneceğimiz yere ek-mek gömmek için.

Akşam içtima vakti nöbetteydim. Nöbetnoktası yüksekte bir kaya üstü. Hem gün-batımını hem içtimada yoldaşların görüntü-sünü belleğime işledim.

19.09.1999, Pazar

Huzurlu uyudum

Noktada pekmez kaynatanlara yardımettim. Birazda lacivert renkte (çok

sevdiğim renklerden biri) şalımın püskülleri-ni yapıyorum. Akşam terzihane toplantı (yö-netim toplantısı) için geldiler. Çiçek heval,Doza, Mizgin ve takımımızdaki yoldaşlarlaçok hoş sohbet ettik. Gece geç saatlerdehuzurluca uyudum.

20.09.1999, Pazartesi

Atina heykelleri

Sabah nadir değişik bir kahvaltı! Milis-lerin arı kovanlarından aldığı enfes

bal ile kahvaltı yaptık. Hava da parçalı bulutlu öfkeme eşlik

ediyor. Yakın yerlerden öğleye kadarüzüm topladık. Keşif uçakları tepemizdedolaşıyor. Bundan sonra kısa notlar alıpdaha sonra yazacağım.

Atımız hastalandı. İki günün içinde tümkemikleri dışarı çıktı. Öyle perişan bir halivar ki içim parçalanıyor. Yavrusu da halaemiyor. Arkadaşlar “iç hastalık olabilir” di-yorlar. Ben de katırlardan sorumlu GuyîMamo Muhammed’e “hastalık sütten tayageçer. Memelerine torba dikelim” diyo-rum. Gerçi milisler herşeyin tedavisini bi-lirler. Geçen gün tilki vurup yağını çıkar-mışlar. Bir hasta için Etruş’a götürecekler-miş. Yine anason otlarını kurutup başağrı-sı, girip gibi hastalıklara kullanıyorlar.Hangi ot ne işe yarar biliyorlar.

Serhildan arkadaşın sıtma olduğunudaha bugün öğrendim. Oldukça zayıf, zor-lukla yürüyebilen, daha 16 yaşında olanSerhildan yoldaş da olmasa atları sulayanolmaz. Onun babası gelmiş, ama arka-daşları görememiş. Serhildan heval birazbuna bozuluyor.

Öğlenin sıcağında gömme yapmayagittik. Çıkan pekmezleri TC askerlerininbıraktığı şaşal su şişelerine doldurup he-men depoluyoruz. Her hangi bir şey çık-madan depolamak gerekiyor.

Avrupa’dan ayrılışımın yıldönümü.Son telefon, son kez tanıdık bir sesle,gönlümü anlayan sesle konuşuşum ve sa-atlerce çıkmayan telefondan sonra kart-sızlıktan yarım kalan konuşma... Belki degünlerce sohbet etsen de asla tamamla-namayacak doyumsuz sohbet...

Bugün bir buçuk saatlik boş zamanımvardı. Onu Atina heykellerine benzeyen,Zinarin yoldaşın şiirlerini ve yazdığı öykü-yü okuyarak geçirdim.

21.09.1999, Salı

PKK’nin sembolik grubu

Yemekçiyim. Akşam arkadaşlar uzakbir noktaya göreve gittiler. Gece geç

döndüler. 6 katır yükü elma getirip reçel içinsuyun yanına indirmişler. Herkes çok yor-gun. Ben gönüllü yemekçi çıktım. Bahçele-re inildiği için domates de getirmişler. Sa-bahtan öğleye kadar domates doğradım.Çok sıkıcı kör bir bıçakla daha da yorucuoluyor. Yemeğim öğleye zor yetişti. Çok hoşbir domates yemeği... Pirinçten daha uzunbir süreyi alıyor, ama değişiklik iyidir.

Öğleden sonra Zinarin ile Sozdar arka-daşlar gömmeden bataniye getirdiler. Kanter içinde kalmışlar. Ohh be, geceleri don-maktan kurtulacağız.

Gerillada çoraplarını, saçını yıkamakiçin izin almak gerekiyor. Silah temizlemekiçin de... “Komutan izin vermezse!” diye ilkbaşlarda alışamamıştım. Zorda kalmayıncasaçımı bile yıkamıyordum. Şimdi alıştım,izin istedim, bugün bireysel temizliğimi yap-tım. Akşam terzihane bize geldi.

Akşam BBC, Önderliğin “Sembolik ola-rak bir grup PKK’linin silahlarıyla teslim ola-bileceğini” söylüyordu. Bunun üzerine man-gada siyasi değerlendirmeler yaptık. Konusanattan, kadın özgürlüğünden açıldı. Geçsaatlere kadar sohbet ettik. Gerçekten do-yurucu bir sohbetti. Çiçek, Arjin ve ben her-kes yattıktan sonra da sohbete devam ettik.Ta ki ben nöbete çağrılıncaya kadar.

Dolunaya az kalmış. Muhteşem bir ayeşliğinde nöbet tuttum.

22.09.1999, Çarşamba

Parti bize “huzur evi” açmal›

Yeni katılımlar (şervanên nû) yanımı-za geldiler. İran’dan Türkiye’ye ka-

dar katılımlar var. Öğleden önce iki yeni“şervan”la birlikte üzüm topladık. O kadarhızlı çalıştık ki ilk kez 10 katır yükünü sa-at 11.00 olmadan tamamladık. Saat11.00’de haber geldi, noktaya gidiyoruz.Operasyon varmış. Diğer operasyon ha-berinde herkesin morali daha farklıydı.Şimdiki atmosfer ise ağır.

Zinarin taşıyıp bugün bütün öğledenönce Arjin ile birlikte yıkadıkları battaniye-lere yanıyorlar. İlk kez Hevalê Rüstem ye-rine üzümleri ezen Ferhat arkadaş 10 katıryükü üzümün boşa gitmesine yanıyor. Vel-hasıl hayıflanmalar çok. Bir önceki gün ge-tirilen elmalar da boşa gidecek. Afacan, bi-raz da insanlara karşı saygısızca olan 11yaşındaki Cilo üzüm asmasına çıkmış,“bugün var yarın yok! Haydi haydi kim yiyi-yor!” diyerek üzümleri indiriyor. Arazininhepsi yakılacağı için tüm kış hazırlığı sabo-te olacak. Fırın gibi ocağı bozduk, tencere-leri gizledik. Nehrin dibine gömme yaptık.Kaynatılmış üzümsuyunu depoladık. Ezil-memiş üzümleri bir vadiye attık. Düşmanhazırlığını yapıyor, biz de hazırlığımızı ya-pıyoruz. Düşman kumanyasını (askerin yi-yeceği) indiriyor, biz de yiyeceklerimizisaklıyoruz. Aksilik ya, öğlen ve akşam ye-meği yapmak için bugün ne pirinç ne unvar. Bir gün önceden kalan ekmeklerle öğ-le yemeği yedik. Akşam üzeri babacanŞergo arkadaş toplantı yaptı. Babacan vesevgi dolu olduğu için “Cilo’ya ancak o kat-lanır” diye düşündüklerinden olsa gerek Ci-lo’yu onun yanına vermişler. Bölük üç grupşeklinde saklanacak. Bizim gideceğimizyere önceden ekmek depolanmış, biz sa-dece su ve pekmez şişelerinden götürece-ğiz. (Pekmezleri düşmanın bıraktığı şaşal-lara dolduruyoruz.) Bu sefer manga komu-tanımız Arin arkadaşla birlikte fazla eşyala-rımızı gömdük. Ben imha olacağımı da bil-sem asla defterlerimi gömmem.

Hava kararınca yola koyulduk. Toplam15 kişiyiz. Sorumlumuz Sosin heval. Ter-zihane (Çiçek, Mizgin, Doza) bizim man-ga (Arin, Arjin, Rehan, ben ve Cihan) Şi-yar, Rüstem, milislerden Rambo (Rama-zan), Reşit ve Hevala Serhildan... AslındaMizgin yoldaş çok hasta “ay aney, oy da-yê!” deyip çığlıklar atıyor. Grup sorumlusu“ses çıkarmayın!” dedikçe “ah!”larını içinegömüp ufak ufak inliyor. Heval Serhildan

yürürken çok zorlanıyor, ama çok gururlu;bir “ah!” bile çıkarmıyor. Elindeki bastonu-na dayanarak ağır ağır yürüyor. Eskidentanıyanlar anlatıyor: Hastalanmadan öncetakım komutanı yardımcısıymış, çok atikve güçlüymüş. Şimdi ne kadar buruk birhali var, içim parçalanıyor! Adeta incehastalığa yakalanmış gibi erimiş, beli bü-külmüş. Arjin ile sohbetimizde “parti dev-rimden sonra bize huzur evi açmalı!” diyekonuşuşumuz aklıma geliyor.

Kayalar›n haflinli¤iyle dans etmek

Reşit heval öncümüz, öyle özenli ki!Gidip bir yerde oturduk. Ay ışığının

çok net olduğu bir gece olması yüzündenrahat hareket edemiyoruz. Zaten düşmanda bu tür ortamları tercih ediyor.

Saat 10.00’ doğru harekete geçtik. İz-lerimizi arkadan Şiyar yoldaş siliyor. Çokzor bir tepe tırmandık ve gireceğimiz ma-ğaranın tam altındayız.

Ay ışığı dağları pist yapıp dans ediyor.Upuzun vadinin iki yamacında birbirlerinekur yapan dağlar ta Serbest tepesine ka-dar sıralanmış. Böylesi yükseklikten ayışığında manzarayı seyretmek belki her-kese nasip olmaz. Ama ben yorgunluktanbu zevkin tadına varamıyorum.

Reşit, Sosin ve Aslan arkadaş (Küçük-ken süt kazanına düşmüş, elinin biri de-vamlı dışa doğru kıvrık duran ve dirseğinekadar yanık olan, araziye hakim, herhangibir durumda çok insiyatifli olduğu söylenenbir arkadaş) ve Şiyar arkadaş mağarayaçıktılar. Keçi kılından yapılan bir ip sarkıtı-yorlar. Çok dik ve sarp kayalardan tırman-mamız gerekiyor. Bayan arkadaşlardan ilkDoza tırmandı. Batmanlı çok cana yakın,uzun kınalı ve dolgun saçları olan, İstan-bul’da büyümüş, bazen utangaç ve çekin-genleşen bir arkadaş. İkinci ben çıkıyorum.İyi tırmanarak tüm yoldaşlarımı şaşırttım. İl-kin Aslan arkadaş sonra Şiyar arkadaş eli-mizden tutuyor. Mağaranın hemen girişindede Reşit arkadaş bizleri çekiyor. Onun he-men arkasında Sosin yoldaş karşılıyor.

İçerisi çok karanlık. Hemen hemen dörthücre büyüklüğünde koridor gibi. Herkestek tek çıktı. Biraz topluca olan Küçük Gü-neyli Rehan arkadaş zorlandı, arkadaşlarıda zorladı. Arkadaşlar benim çıkışımı konu-şuyor. Ben de onlara “benim güç sorunumvar. Birazcık kaslarım gelişse harika bir ge-rilla olurdum” diyorum.

Gerçekten kayaların haşinliğiyle adetadans ediyorum. Onlarla bütünleşiyorum.Sanki kayaları çok seviyorum. Milisler Et-ruş’ta askeri eğitim veriyordu. Bir gün bizle-ri çok zorlayan kayalıklardan geçirdiler.Hatta hemen dibine arkadaşların dikkatsiz-liği ve tecrübesizliği yüzünden koskacamanbir kaya yuvarlandı. “Olsun!” demiştim;“ölümüm bu kayalıklardan olsun. Hiç ol-mazsa bu Kürdistan dağlarında mezar ta-şım olur.” Kayalardan öyle severek yürüyü-şüm sanki yolumu açıyor. Herkese Kayse-ri’deki kayalıkları anlattım. Etruş’taki kaya-larda ilk yürümenin o heyecanı olmasa dagene de severek yürüyorum.

Sabaha karşı herkes aynı “kalk!” saati-mizde uyanmıştı.

Reşit arkadaşın mağara girişine özen-le yerleştirdiği ağaç dallarının arasındavadi gözüküyor. Ben keşif yapan arkada-şın yanına gidip başımı dışarı uzattım.Hemen uyarı geldi. Sosin heval “görüntüverme!” diyor. Dürbünle yalandan bir ba-kıp yerime geçtim.

Mağarayı inceliyorum. Sanki su akıntısı-nın yarattığı oyuntular var. Pürüzlü bir ze-min, sanırım deliklerden sızan yağmur su-larının bir eseri bu. Yeraltı mağarasının gö-rüntüsü var. Yukarıya doğru baktım, Arin ar-kadaş üstte bir oyuntuya uzanmış. Birazsonra Aslan heval de oraya çıktı. Yine üsttarafta önceden buraya getirilen ekmek çu-valı var. Herkes yerin rahatsızlığından, dar-lığından şikayetçi. Ben, Sosin, Reşit, Şiyarve Doza arkadaşlar bu yer konusundaki ko-nuşmalara katılmıyoruz.

Ben okuduğum kitabı gömmüştüm. He-val Çiçek’in yanında “Fedailer Kalesi Ala-

mut” adlı kitap var. Arjin bana “o psikolojiy-le kitap okuyamazsın” dediği için gömmüş-tüm. Şimdi pişman oluyorum. (Öteki gruplagiden Zinarin heval yazdığı öykü ve şiirleri-ni temize geçecek.) Çiçek heval “düşmanbizim tepemizdeyken ben okuyordum” de-di. Bir kısım arkadaş tekrar uyuklamayabaşlıyor. Rehan, Cihan arkadaş horladığıiçin müdahale ediyor.

Benim başım çok ağırlaştı. İçerideki ağırhava başımı daha çok ağrıtıyor. Elime şalı-mı alıp, şalımın püsküllerini örmeye başlı-yorum. Hevala Serhildan “getir ben yapa-yım” dedi. Ona uzattım, şimdi o yapıyor.

Birazdan tam altımızda bir grup arka-daş geçti. Saat 09.00’a doğru cihazdan“noktaya gidin!” talimatı geldi. Hepimiz orahatsız delikten inip kendimizi aşağıya bı-raktık. Benim midem bulanıyor, başım dö-nüyor, yürüyemiyorum. Bir ağaç gölgesin-de uyukladım. Baktım aşağıdan “Leyla!”diye arkadaşlar sesleniyorlar. Çaresiz yü-rümeliyim! Tek Arjin arkadaş beni bekliyor.Yavaş yavaş noktaya geldik.

Su dahi içmeden hemen uzandım. Arka-daşlar 13.30’da yemek için kaldırdılar. Ye-dikten sonra yine yattım. Çok hastayım.Saat 16.00’da uyandırdılar. Keşif uçaklarıbaşımızda dönüp duruyorlar. Tıpkı sinek vı-zıltısı gibi sesleri durmuyor; sanki başımıtırmalıyor. Hazırlandık, yola koyulduk. Benarkada kaldıkça Hevala Arjin beni bekliyor.“Sen git!” diyorum. Bir kaç kez böyle oldu.Sonunda Hevala Arjin “ben seni beklerken‘git!’ deme. Nasıl seni bırakır giderim!” dedi.Ben de ona “sen git!” demekten vazgeçtim.

Can pazar›

Yerimiz dar olduğu için bu gün Ram-bo ve Rüstem arkadaş gelmeyecek.

Reşit arkadaş yine aynı özenle bize öncü-lük ediyor. Dün geceki konakladığımız yer-de yine bekledik. Çiçek heval nöbetçiydi.Hava saldırısı başladı. Daha Çiçek hevalfarkına varmadan Hevala Sosin atikçe “he-val kalkın, helikopterler!” diyerek bize ağaçgölgesi, kaya altları, ay ışığında görülme-yecek yerlere gitmemizi söyledi.

Bombalar yağmaya başlamıştı bile.Ben iki üç kez “nöbetçiye haber verin!” di-yorum. Bu kargaşada kimse duymuyor.İzli mermiler hemen yakınımızdaki keşiftepemizi vurmaya başladı. “Kimse hare-ket etmesin!” talimatı geldi.

Cihan arkadaşın korktuğu o kadar belliki! Hiç kolay değil. Şairin dediği gibi “canpazarı bu / şakaya gelmez!”

Bir saate yakın öyle oturduk. Arjin veben kısık sesle Cihan arkadaşla konuşu-yoruz. Durgunlaşan, derin derin düşün-meye başlayan Cihan heval ilk önce ilkgördüğü operasyon olduğunu söyledi.Sonra Kela Rêş’te de bir operasyon gör-düğünü, ama o zaman mağaradaykenbomba atışları başlamış.

Sonra harekete geçtik. Aynı mağarayageldik. Yine aynı arkadaşlar ilk önce çıktı.Bizler çıktık, sonra yeleklerimizi, raxtlarımı-zı, çantalarımızı, silahlarımızı iple çektik.Doza heval tek tek çanta ve silahlarımızıyerleştirdi. Reşit heval geri inip izlerimizi te-mizledi ve yerleştik. “Bütün yeri daraltanRüstem ile Rambo imiş; yerimiz nasıl dagenişledi!” diye şaka yaparak uyuduk.

Sabaha karşı uyandığımda Reşit arka-daş elinde dürbünle keşif yapıyordu. Tekuyanık olan oydu. Onun tedbirliliği, dü-zenliliği ve saygılı yaklaşımları bizler ara-sında sohbet konusu

Birazdan herkes uyandı. Ben kefiyemiyine ortaya çıkardım. Aslan arkadaş “getiryapalım!” diyor. Aslan, Serhildan, Sosin,Arin, Şiyar, Reşit ve ben yapmaya başla-dık. Bazen biri bırakıp biri başlıyor. Amaben hiç ara vermiyorum.

Arkadaşlar dün gündüz noktadan ha-zırlıklı gelmişler; elmalar ve cevizler çıktı.Onlarla kahvaltı yaptık. Reşit arkadaş herişinde olduğu gibi bu işinde de düzenli. İp-likleri dolaştırmadan katlayıp veriyor. Bi-zim arkadaşlar ise kullanılmayacak şekil-de dolaştırıyorlar. “Olsun, atmayın! Benbir yerlerde kullanırım.” diyorum.

23.09.1999, Perşembe

Serxwebûn Sayfa 29Mart 2003

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 29: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

Sayfa 30 SerxwebûnMart 2003

✪ Adı, soyadı: ...Kod adı: Hasan HüseyinDoğum yeri ve tarihi: Urfa, …Mücadeleye katılım tarihi: ...Şehadet tarihi ve yeri: 1999Xozmerek köyü-Pusu sonucu

✪ Adı, soyadı: ...Kod adı: SerdarDoğum yeri ve tarihi: ...Mücadeleye katılım tarihi: ...Şehadet tarihi ve yeri: 1999 Kozluk ovası-Batman

✪ Adı, soyadı: ...Kod adı: MazlumDoğum yeri ve tarihi: ...Mücadeleye katılım tarihi: ...Şehadet tarihi ve yeri: Kasım 1999Mazgirt-Dersim

✪ Adı, soyadı: İsmail KILIÇKod adı: ŞiyarDoğum yeri ve tarihi: Dersim, …Mücadeleye katılım tarihi: 1999Şehadet tarihi ve yeri: 27 Eylül 1999,Bar köyü-Dersim

✪ Adı, soyadı: Gülcan …Kod adı: DersimDoğum yeri ve tarihi: Yılınlı köyü-Mazgirt, …Mücadeleye katılım tarihi: 1997Şehadet tarihi ve yeri: 28 Ağustos2000, Areki yaylaları

✪ Adı, soyadı: Neşe YÜKSELKod adı: PınarDoğum yeri ve tarihi: 1976Mücadeleye katılım tarihi: 1999Şehadet tarihi ve yeri: 28 Ağustos2000, Areki yaylaları Dersim

✪ Adı, soyadı: Kader ERGİNKod adı: Doğan CudiDoğum yeri ve tarihi: PınarbaşıKayseri, 1966Mücadeleye katılım tarihi: 1993Şehadet tarihi ve yeri: 28 Ağustos2000 Areki yaylaları-Dersim

✪ Adı, soyadı: Rüstem DerikKod adı: DılsozDoğum yeri ve tarihi: Güney (Küçük)Kürdistan, …Mücadeleye katılım tarihi: 1992Şehadet tarihi ve yeri: 28 Ağustos2000, Areki yaylaları-Dersim

✪ Adı, soyadı: Ahmet TAMİRCİKod adı: Renas SümbülDoğum yeri ve tarihi: Elbistan, 1973Mücadeleye katılım tarihi: 1998Şehadet tarihi ve yeri: 21 Ocak 2000Zerzan-Şemdinli- Pusu sonucu

✪ Adı, soyadı: Rüstem, ...Kod adı: DiyarDoğum yeri ve tarihi: Haseki, 1982Mücadeleye katılım tarihi: ...Şehadet tarihi ve yeri: 1 Mayıs 2001,Kandil

✪ Adı, soyadı: Xezal KARAKod adı: NergizDoğum yeri ve tarihi: Uludere-Hilal,1985Mücadeleye katılım tarihi: 1999Şehadet tarihi ve yeri: 30 Ağustos2001, Kandil

✪ Adı, soyadı: Doğu ŞENKod adı: RahmanDoğum yeri ve tarihi: Urfa, 1972Mücadeleye katılım tarihi: 1992Şehadet tarihi ve yeri: 1 Ağustos2001, Kandil

✪ Adı, soyadı: Şerife GÜVENKod adı: Deniz UmutDoğum yeri ve tarihi: Amed-Bismil,1983Mücadeleye katılım tarihi: 1998Şehadet tarihi ve yeri: 30 Ağustos2001, Kandil

✪ Adı, soyadı: Goran FEREŞKod adı: PolaDoğum yeri ve tarihi: Süleymaniye,1981Mücadeleye katılım tarihi: 19981998Şehadet tarihi ve yeri: 24 Şubat2001, Dola Kokê-Çığ

✪ Adı, soyadı: Necdet DEMİRKANDANKod adı: HamzaDoğum yeri ve tarihi: Silvan, 1976Mücadeleye katılım tarihi: 1999Şehadet tarihi ve yeri: 16 Ekim 2001,Silvan

✪ Adı, soyadı: Sena XALİLKod adı: Dılar HasanDoğum yeri ve tarihi: Derik, 1986Mücadeleye katılım tarihi: 2001Şehadet tarihi ve yeri: 9 Şubat 2002

✪ Adı, soyadı: Abdullah KARAKod adı: Berxwedan HilalDoğum yeri ve tarihi: Uludere, 1970Mücadeleye katılım tarihi: 1989Şehadet tarihi ve yeri: 9 Kasım 2002,Kandil

✪ Adı, soyadı: Filiz YERLİKAYAKod adı: GulanDoğum yeri ve tarihi: Adana, 1970Mücadeleye katılım tarihi: 1993Şehadet tarihi ve yeri: 7 Haziran2002, Şehit Harun-Komplo sonucu

✪ Adı, soyadı: Mehmet AYDINKod adı: EşrefDoğum yeri ve tarihi: Mardin-KızıltepeMücadeleye katılım tarihi: 1999Şehadet tarihi ve yeri: 8 Ağustos2002, Kandil

✪ Adı, soyadı: Abbas MUHAMMEDKod adı: Brûsk TekoşerDoğum yeri ve tarihi: Hewler, 1983Mücadeleye katılım tarihi: 1996Şehadet tarihi ve yeri: 25 Şubat2002, Kandil

✪ Adı, soyadı: Ali DEMİRKod adı: Tekin Akirê

Doğum yeri ve tarihi: Perwari, 1976Mücadeleye katılım tarihi: 1989Şehadet tarihi ve yeri: 27 Mayıs2002, Kandil

✪ Adı, soyadı: HamitSüleyman ARABİKod adı: Agit BatufaDoğum yeri ve tarihi: Afrin, 1977Mücadeleye katılım tarihi: 2000Şehadet tarihi ve yeri: 9 Aralık 2002,Kandil

✪ Adı, soyadı: Fatma MUSTAFAKod adı: Ciwana AdarDoğum yeri ve tarihi: Kobani, 1988Mücadeleye katılım tarihi: 2001Şehadet tarihi ve yeri: 13 Şubat2002

✪ Adı, soyadı: Faruk ÇİÇEKKod adı: Toros SelimDoğum yeri ve tarihi: Diyarbakır,1974Mücadeleye katılım tarihi: 1990Şehadet tarihi ve yeri: 11 Mayıs2002, Dola Kokê

✪ Adı, soyadı: Rızgar MUHAMMEDKod adı: HeloDoğum yeri ve tarihi: Halep, 1976Mücadeleye katılım tarihi: 1999Şehadet tarihi ve yeri: 23 Temmuz2002, Asos çatışması

✪ Adı, soyadı: Rezan DİLOKod adı: RezanDoğum yeri ve tarihi: Afrin, 1980Mücadeleye katılım tarihi: 1997Şehadet tarihi ve yeri: 23 Temmuz2002, Asos çatışması

✪ Adı, soyadı: Kemal XEMREVİKod adı: Hevkar XemreviDoğum yeri ve tarihi: Amediye, 1979Mücadeleye katılım tarihi: 1995Şehadet tarihi ve yeri: 25 Mayıs2002, Metina-Operasyon

✪ Adı, soyadı: Sacide KARAKod adı: Bermal KardelenDoğum yeri ve tarihi: Mardin, 1981Mücadeleye katılım tarihi: 1999Şehadet tarihi ve yeri: 10 Ağustos2002, Behdinan

✪ Adı, soyadı: Zelox …Kod adı: AxinDoğum yeri ve tarihi: Halep, 1980Mücadeleye katılım tarihi: 1997Şehadet tarihi ve yeri: 16 Ağustos

2002, Behdinan

✪ Adı, soyadı: Cembelli TUNÇKod adı: Aslan YenilmezDoğum yeri ve tarihi: Uludere-Mijin1984Mücadeleye katılım tarihi: 1994Şehadet tarihi ve yeri: 15 Ağustos2002, Behdinan

✪ Adı, soyadı: ...Kod adı: Mahir AmedDoğum yeri ve tarihi: ...Mücadeleye katılım tarihi: ...Şehadet tarihi ve yeri: 19 Ağustos2002, Sergele-Tank pususu

✪ Adı, soyadı: Mahmut ÖLÇERKod adı: CigerxwinDoğum yeri ve tarihi: Tatvan, 1979Mücadeleye katılım tarihi: 1995Şehadet tarihi ve yeri: 18 Ocak 2002,Silvan

✪ Adı, soyadı: Abdullah PENAHEKKod adı: BerxwedanDoğum yeri ve tarihi: Mahabat, 1982Mücadeleye katılım tarihi: 1999Şehadet tarihi ve yeri: 18 Mayıs2002

✪ Adı, soyadı: Akif GÜNEŞKod adı: AkifDoğum yeri ve tarihi: Lice, 1974Mücadeleye katılım tarihi: 1990Şehadet tarihi ve yeri: 22 Temmuz2002, Hasankeyf-Şikeftiya

✪ Adı, soyadı: Faysal MUHAMMEDKod adı: Dılşat AzadDoğum yeri ve tarihi: Kobani, 1979Mücadeleye katılım tarihi: 1994Şehadet tarihi ve yeri: 22 Temmuz2002, Hasankeyf-Şikeftiya,

✪ Adı, soyadı: ...Kod adı: MahmutDoğum yeri ve tarihi: ...Mücadeleye katılım tarihi: ...Şehadet tarihi ve yeri: 22 Temmuz2002, Hasankeyf-Şikeftiya,

✪ Adı, soyadı: Kaya KILICAKKod adı: Cilo GeverDoğum yeri ve tarihi: Yüksekova,1976Mücadeleye katılım tarihi: 1993Şehadet tarihi ve yeri: 17 Temmuz2002, Apê Musa-Çatışmada

✪ Adı, soyadı: Vedat KAÇ

Kod adı: Şoreş FisDoğum yeri ve tarihi: Lice, 1979Mücadeleye katılım tarihi: 1999Şehadet tarihi ve yeri: 8 Ocak 2002,Apê Musa-Çatışmada

✪ Adı, soyadı: FarukDÜĞÜNYORANKod adı: FıratDoğum yeri ve tarihi: Pazarcık, 1976Mücadeleye katılım tarihi: 2000Şehadet tarihi ve yeri: 31 Temmuz2002, Akdağ-Murat suyu

✪ Adı, soyadı: Ahmet ŞAHİNKod adı: BişarDoğum yeri ve tarihi: Ağrı, 1982Mücadeleye katılım tarihi: 1999Şehadet tarihi ve yeri: 2 Ocak 2002,Dersim-Çığ

✪ Adı, soyadı: Özer YENGİNKod adı: ÖzerDoğum yeri ve tarihi: Mazgirt, 1979Mücadeleye katılım tarihi: 1998Şehadet tarihi ve yeri: 2 Ocak 2002,Dersim-Çığ

✪ Adı, soyadı: AbdulmenafBOZKUŞKod adı: XebatDoğum yeri ve tarihi: Lice, 1976Mücadeleye katılım tarihi: 1991Şehadet tarihi ve yeri: 2 Mart 2002,Dersim-Çığ

✪ Adı, soyadı: Reşit SAĞBAŞKod adı: DılxasDoğum yeri ve tarihi: Batman, 1977Mücadeleye katılım tarihi: 1992Şehadet tarihi ve yeri: 31 Temmuz2002, Munzur suyu

✪ Adı, soyadı: Kadir AKTAŞKod adı: ŞiyarDoğum yeri ve tarihi: Midyat, 1981Mücadeleye katılım tarihi: 1996Şehadet tarihi ve yeri: 31 Temmuz2002, Munzur suyu

✪ Adı, soyadı: ...Kod adı: BaranDoğum yeri ve tarihi: ...Mücadeleye katılım tarihi: ...Şehadet tarihi ve yeri: 25 Ekim 2002,Kırmızı dağ-Pusu

✪ Adı, soyadı: İzzet UZUNDEMİRKod adı: Hogir SasonDoğum yeri ve tarihi: Malazgirt, 1974Mücadeleye katılım tarihi: 1991Şehadet tarihi ve yeri: 30 Ekim 2002,Çavreş-Karlıova pusu

✪ Adı, soyadı: Cebrail YİĞİTKod adı: BahtiyarDoğum yeri ve tarihi: Amed, 1978Mücadeleye katılım tarihi: 1997Şehadet tarihi ve yeri: 7 Mayıs 2002Mişare-Pusu sonucu

✪ Adı, soyadı: Maşik TEKİNKod adı: Yılmaz ErdalDoğum yeri ve tarihi: Batman, 1981Mücadeleye katılım tarihi: 1998Şehadet tarihi ve yeri: 23 Mayıs2002, Mava

✪ Adı, soyadı: Cafer TURANKod adı: RuhatDoğum yeri ve tarihi: Eruh-Siirt,1982Mücadeleye katılım tarihi: 2000Şehadet tarihi ve yeri: 16 Şubat2002, Lolan suyu

““FFEEDDAAKKAARRLLIIKKLLAARRIIYYLLAA ÖÖZZGGÜÜRR YYAAfifiAAMMAA KKÖÖPPRRÜÜ OOLLDDUULLAARR””

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 30: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

Serxwebûn Sayfa 31Mart 2003

✪ Adı, soyadı: İskender YILDIZKod adı: Kendal BatmanDoğum yeri tarihi: 1981, Batman Mücadeleye katılım tarihi: 1991,AvrupaŞahadet tarihi ve yeri: 2002 Eylül,Karlıova-Çavreş alanı

✪ Adı, soyadı: Fatma ABDULAZİZKod adı: RenginDoğum yeri ve tarihi: Afrin, 1975Mücadeleye katılım tarihi: 1994Şehadet tarihi ve yeri: 7 Haziran2002, Xınere

✪ Adı, soyadı: Neriman BOZAKKod adı: Sarya PelşinDoğum yeri ve tarihi: Nusaybin,1983Mücadeleye katılım tarihi: ...Şehadet tarihi ve yeri: 9 Aralık 2002,Xınere

✪ Adı, soyadı: Sait REŞOKod adı: GiveraDoğum yeri ve tarihi: Afrin, 1973Mücadeleye katılım tarihi: 1992Şehadet tarihi ve yeri: 16 Ekim 2001,Silvan

✪ Adı, soyadı: Bahtiyar …Kod adı: HeloDoğum yeri ve tarihi: Germiyan,1978Mücadeleye katılım tarihi: 1997Şehadet tarihi ve yeri: 18 Ocak 2001,Silvan

✪ Adı, soyadı: Yaşar …Kod adı: Salih GuyiDoğum yeri ve tarihi: Uludere-Cudi,1963Mücadeleye katılım tarihi: 1989Şehadet tarihi ve yeri: 30 Aralık2002, Kelareş

✪ Adı, soyadı: Goran …Kod adı: HejarDoğum yeri ve tarihi: Süleymaniye,1979Mücadeleye katılım tarihi: 1997Şehadet tarihi ve yeri: 30 Aralık2002, Kelareş

✪ Adı, soyadı: Mahmut DEMİRTAŞKod adı: Rezan BatmanDoğum yeri ve tarihi: Gercüş, 1972Mücadeleye katılım tarihi: 1997,YunanistanŞehadet tarihi ve yeri: 30 Aralık2002, Kelareş

✪ Adı, soyadı: Mahmut ARDANKod adı: KarkerDoğum yeri ve tarihi: ...Mücadeleye katılım tarihi: 1993Şehadet tarihi ve yeri: 2002, Gevrek köyü

✪ Adı, soyadı: ...Kod adı: DılxazDoğum yeri ve tarihi: Batman, 1975Mücadeleye katılım tarihi: ...Şehadet tarihi ve yeri: 31 Temmuz2002, Munzur suyu-Ovacık

✪ Adı, soyadı: Neytullah GETİRENKod adı: ...Doğum yeri ve tarihi: Mazıdağ, 1978Mücadeleye katılım tarihi: ...Şehadet tarihi ve yeri: 20 Aralık2002, Kandil Çığ altında

✪ Adı, soyadı: Savaş ERENKod adı: Seyit Rıza Zilan LaçDoğum yeri ve tarihi: Dersim, 1975Mücadeleye katılım tarihi: 1998Şehadet tarihi ve yeri: 20 Aralık 2002Xınere

✪ Adı, soyadı: Firyal RamazanKod adı: Beritan KobaniDoğum yeri ve tarihi: Raqa, 1982Mücadeleye katılım tarihi: 1999Şehadet tarihi ve yeri: 20 Aralık 2002Kandil dağı-Dola koke-Çığdüşmesi sonucu

✪ Adı, soyadı: Senayet MuradiKod adı: Tara RojhilatDoğum yeri ve tarihi: Sine, 1981Mücadeleye katılım tarihi: 2001Şehadet tarihi ve yeri: 20 Aralık 2002Kandil dağı-Dola koke-Çığdüşmesi sonucu

✪ Adı, soyadı: Ali BULUTKod adı: ArgeşDoğum yeri ve tarihi: Elbistan, 1974Mücadeleye katılım tarihi: 1995-Paris(Gerillaya geliş Haziran 1996)Şehadet tarihi ve yeri: Ocak 2003,Dola koke-Çığ düşmesi sonucu

✪ Adı, soyadı: Güneş SICAKKod adı: Nujiyan SorxwinDoğum yeri ve tarihi: Viranşehir,1983Mücadeleye katılım tarihi: 1999,StuttgartŞehadet tarihi ve yeri: 20 Şubat2003, Xınere-Çığ düşmesi sonucu

✪ Adı, soyadı: Elmira GALAŞOVİKod adı: SaryaDoğum yeri ve tarihi: Gürcistan, 31 Ekim 1981 Mücadeleye katılım tarihi: 1998,BielefeldŞehadet tarihi ve yeri: 20 Şubat2003, Xınere-Çığ düşmesi sonucu

✪ Adı, soyadı: Salman AKBAŞKod adı: Zaman KızılırmakDoğum yeri ve tarihi: Adana, 1967Mücadeleye katılım tarihi: 1992,AdanaŞehadet tarihi ve yeri: Ocak 2003,Dola koke-Çığ düşmesi sonucu

✪ Adı, soyadı: Şehnaz SAİTKod adı: Zozan DerikDoğum yeri ve tarihi: 1977 DerikMücadeleye katılım tarihi: 1995 Şehadet tarihi ve yeri: 20 Şubat2003, Xınere-Çığ düşmesi sonucu

✪ Adı, soyadı: Meryem ŞEVOKod adı: Dirok DilxwazDoğum yeri ve tarihi: Tırbespi- 1980Mücadeleye katılım tarihi: 2001

Şahadet tarihi ve yeri: 20 Şubat2003, Xınere-Çığ düşmesi sonucu

✪ Adı, soyadı: Kezban ELMASKod adı: Bengin FıratDoğum yeri ve tarihi: …Mücadeleye katılım tarihi: 2001 Şahadet tarihi ve yeri: 20 Şubat2003, Xınere-Çığ düşmesi sonucu

✪ Adı, soyadı: KelsumeSÜLEYMANKod adı: Çiçek XemginDoğum yeri ve tarihi: Tırbespi,1979Mücadeleye katılım tarihi: 1999 Şehadet tarihi ve yeri: 20 Şubat2003, Xınere-Çığ düşmesi sonucu

✪ Adı, soyadı: Kadir CİNKod adı: Botan SasonDoğum yeri ve tarihi: Beytülşebap,1970Mücadeleye katılım tarihi: Mayıs1991Şehadet tarihi ve yeri: 10 Şubat2003, Zagroslar

✪ Adı, soyadı: Cemşit ERGÜNKod adı: XebatDoğum yeri ve tarihi: Eruh, 1976Mücadeleye katılım tarihi: 1992,BotanŞehadet tarihi ve yeri: Kış 2003,Xınere-Çığ düşmesi sonucu

Mücadelemiz yirmi yılda Kürdistandağlarında büyük zorluklarla bugünleregeldi. Sömürgeciliğe karşı verilen müca-delede, doğa koşullarında şehit düşen yol-daşlarımız da oldu. Bunların şehadetleride en az düşmana karşı şehit düşen yol-daşlar kadar anlamlıdır. Bu dağlar, özgür-lük dağlarıdır. Bu dağlarda yaşamak bileher gün halkın yüreğinde ve beyninde öz-gürlük düşüncesini üretiyor. Bu dağlardadurmak bile, halkımızın özgürlük ve ba-ğımsızlık umudunu yeşertiyor. Bu nedenlebu dağlarda yaşamak, bu zorluklara kat-lanmak bile Kürdistan tarihi açısındanbaşlı başına çok önemli bir olaydır. Bu açı-dan doğa karşısında şehit düşen yoldaş-larımızın anısı Kürdistan dağlarında öz-gürlüğün gerekçesi olarak bundan sonrakimücadelemizde yaşayacaktır. Dağlarımızhiçbir zaman düşmana yenilmeyecek,düşman tarafından zapt edilmeyecek dağ-lardır. Biz bu dağlara düşmanın her türlüsaldırısına karşı yaşamak ve ayakta kal-mak için geldik. Bütün baskı ve saldırılara

rağmen gücümüz bugüne kadar ayaktakaldı. Özgürlük umudu ve düşüncesiayakta kaldı. Yalnız ayakta kalmakla dayetinmedi, dünyanın her tarafındaki Kürt-ler dağlarda yaşayan özgürlük militanları-nın umuduyla, ruhuyla ve düşüncesiyleşekillendi. Her gün kendisini yüceltti vebüyüttü. Bugün tüm zorluklara rağmenKürdistan’da umut sürüyorsa, bunda şe-hitlerimizin rolü belirleyicidir. Düşman,“dağlarda açtırlar, susuzdurlar, soğuktayaşıyorlar” propagandası ile dağların ya-şanmaz yerler olduğu düşüncesini yarat-maya çalışıyor. Ama bizim militanlarımızda, şehitlerimiz de, ordumuz da dağlardayaşamanın en büyük şeref olduğunu; dağ-ları sevmenin en büyük yurt sevgisi, halksevgisi olduğunu bugüne kadar gösterdi.Nasıl ki müslümanlar ömürlerinin son gün-lerinde ölmek için kutsal topraklara gider-se, bizim dağlarımız da ölünecek kutsaltopraklardır; şehit düşülecek kutsal top-raklardır. Bu açıdan, bu dağlarda yaşama-nın ve şehit düşmenin anlamı büyüktür.

Yarın özgürlük tarihimiz yazılırken,dağlarda zorluklara karşı mücadele etme-nin de en büyük özgürlük ve halk tutkusuolduğu, sevginin en büyüğü olduğu yazı-lacaktır. Zaten gerilla, zorluklarda yaşa-ma sevgisidir. Bir şehit arkadaşımızın de-diği gibi, dağlardaki zorlu yaşamın ve yo-rulmanın tadını yaşadığımız için gelecek-te Kürdistan topraklarında özgürlük vedemokrasi yeşerecektir. İşte şehit yoldaş-larımız en zor koşullarda her gün Kürthalkının özgürlük umudunu ürettiler, ye-şerttiler. Geleceğin kazanılacak özgürlü-ğünde ve demokrasisinde onların paylarıbüyük olacaktır. Zorluklara rağmen ülkeve dağ sevgisini yaşayarak güzellikleri el-de etmenin sembolleri olarak tarihimizdeyer alacaklardır. Onlar özgürlük mücade-lesine fedaice hazırlanan yoldaşlardı. Fe-dailik, PKK’nin tüm şehitlerinin özüydü.İşte bu özü, bu yoldaşlarımız temsil edi-yordu. O coşkuyu, heyecanı her an yaşa-yarak, yüzlerine yansıtarak, PKK’nin özü-nün ölmediğini bizlere her gün gösteriyor-

lardı. Bizler onların yüzüne bakarakPKK’deki fedailiğin güzelliğini, yiğitliğinigörüyorduk. Şehit düşen arkadaşlarınböyle bir özelliği vardı. Bize düşen görev,bu özü özgürlük ve demokrasi mücadele-sinde yaşatmaktır. Bu arkadaşların anısı-na bağlı olarak, dağları sevmenin en bü-yük sevgi olduğunu bundan sonra da her-kese göstereceğiz. Gerçekten onlara bor-cumuz var. Onlara çok şey borçluyuz. Bu-gün Kürdistan tarihinde yaratılan bütündeğerler onlara aittir. Bizler ilk şehidimizHaki Karer’in cenazesinde de bulunduk,o zaman mücadelemiz bu düzeyde değil-di, ancak o şehitlerin anısı, o şehitlerinözünde varolan ülke ve insanlık sevgisi-nin bu mücadeleyi mutlaka başarıya ulaş-tıracağı inancı vardı. Nitekim BaşkanApo, Haki Karer’in devrimciliğinde bulu-nan bu özü geliştire geliştire mücadeleyibu noktaya getirdi. Mücadelemiz bugünşehitlerin yüreğinde ve beyninde bulunantüm güzelliklerin toplamı sonucu bu nok-taya geldi.

Hareketimiz bütün şehitlerin güzellik-lerinin toplamıdır. Eğer bir parti bir özgür-lük tanımı varsa, bir özgürlüğe ve bir ha-rekete bağlı olunacaksa, bütün şehitleri-mizin yaşamında varolan güzelliklerin,özlemlerin ve umutların toplamına bağlıolunacak. Bunun için de hangi koşullar al-tında olursa olsun özgürlük ve demokra-siye bağlanmak, bunun için mücadele et-mek, gücünü göstermek gerekiyor. Bu te-melde bu şehit yoldaşlarımıza, tüm şehit-lerimizin yüreğindeki ve beynindeki özleriyaşatacağımıza, bu öze bağlı kalaraktüm Kürdistan, Ortadoğu ve insanlık coğ-rafyasında bu özü yaşatacağımıza sözveriyoruz. Bu arkadaşların özgürlük umu-du ve özlemi mücadelemizde mutlaka ya-şayacaktır.

- Yaşasın Başkan Apo- Yaşasın PKK’nin özü olan fedailik - Yaşasın KADEK

27.02.2003

Hareketimiz şehitlerin güzelliklerinin toplamıdırKADEK Genel Başkanlık Konseyi Üyesi Mustafa Karasu arkadaşın çığ sonucu şehit düşen 11 arkadaşın cenaze töreninde yaptığı konuşma

YAŞADIKLARIMIZIN BEDELİ

Yukarıya baktığınız zaman Güneş gizlemiyorsa gökyüzünü sizdenve kıyılarınızdan çekilip gitmiyorsa deniz. Terk eden sevgiler gibi ıslakve kanatlarını çatınıza bırakıp kaçmıyorsakuşlarVe ap ak karınlarındaki dinamit yaralarını sofranızda saklıyorsa balıklarVe korku sarısı yüzlerinize birer tokat gibi inmiyorsa şafaklarBirileri... evet birileriyaşadığınız bu günlerin diyetini ödediği içindir.

Şehit Doktor Seyit Rıza Laç (....)

Bêdengiya Şevê

GovendDi bêdengiya Şevê de barîna berfêDi bêdengiya şevê de xemgîniya nesîmDana giyan di bêdengiya şevê deQetlîam bêdengiya şevê deÊêê...ê heval

Di bêdengiya şevê de dostaniya mirin û jiyanêHer weku dengê bilbil Ya ku awazê giyanê dixwîneErê pir cewazêDi bedengîya şevê de wek ku bêdengiya biyebanÇûyînên bê xatir Her weku rêwîtiyên dûrVebûna şeş stêrkanCivîna şeş dilan

Di bêdengiya şevê deZivistana têmexwarYa ku giyanên evîndaran digire Merheba Nûjiyan, Sarya giyanHer ji bo rêhevalên we yên dinDi bêdengiya şevê de Evîndarên rojêYên çiraya jiyanê hilkirinÛ berê xwe dane baxçeyê evînêŞeş rêwîŞeş evîndar di rêya evînê deDi Bêdengiya şevê de Çûyînên bê xatirRêwîtiyên dûr Di bêdengiya şevê de

Mahabat Penaber

(Çığda şehit düşen 6 bayan arkadaşın anısına)

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 31: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

Sayfa 32 SerxwebûnMart 2003

İlk büyük kar yağdığında Seyit Rızaarkadaşı ve Xebat arkadaşı şehit ver-miştik. Daha sonra MDKO Türkçe

Şube’de Argeş arkadaşın olayı ve onun ar-dından MDKO Kürtçe İkinci Şube’de Botanarkadaşın aniden hastalanıp şehit düşmedurumu yaşandı. Son yağışta ise DAB’daZamanî arkadaş şehit düştü, çığ altında ka-lan gruptaki diğer arkadaşlar kurtarıldı. Altıbayan arkadaş 20 Şubat günü şehit düştü.Bunlar Zozan, Sarya, Dirok, Çiçek, Nujiyanve Bengin arkadaşlardır. Öğrendiğimiz ka-darıyla henüz diğer alanlarda yaşanan böy-le olumsuz olaylar yok.

Kış genelde herkesi etkiliyor, fakat belliki bütün çabalarımıza rağmen tedbirlerimizyetmedi. Bazı arkadaşlar “uğursuz bir kış”diyorlar. Ağır geçen bir kışın yaşandığıaçıktır. Birçok bakımdan zorlayıcı oluyor.İnsan kaderci bakınca arkadaşların söyle-dikleri gibi anlamlandırmak durumunda ka-lıyor. Felaket düzeyinde yaşadığımız doğaolayları belli ki bizim için olabilecek kötülük-lerin en kötüsü oldu. Bir ailenin kızı ya daoğlu gitse, dünya o ailenin başına yıkılır. Bukış bizim 11 arkadaşımız birden şehit düş-tü. Besbelli ki dayanma gücümüzü geliştir-memiz gerekiyor. Daha çok ders çıkarıcıyaklaşarak doğada yaşam gücümüzü vetedbirlerimizi arttırmak durumundayız.

Çıkartacağımız önemli dersler ve gelişti-receğimiz tedbirler olmalıdır. Olaylar hiç dü-şünmediğimiz veya tahmin etmediğimiz bi-çimde gelişti. Demek ki daha geniş düşün-memiz, dağda yaşamanın derinliklerini dahafazla anlamamız gerekiyor. Doğayla müca-deleyi ve doğa üzerindeki hakimiyet gücü-müzü daha fazla arttırmaya çalışmalıyız. Butür kazalar biraz da normali aşacak biçimdegerçekleşiyor. O nedenle olmaz dememek,yaşam üzerinde daha sıkı ve çok yönlü dur-mak gerekiyor. Vadiler, yüksek alanlarda da-ha çok riskli oluyor. Ne kadar tecrübeyle vebazı bilgilerle değerlendirme yapılsa da, do-ğa sürekli hareket halindedir. Dolayısıyla ya-pılan değerlendirmeler yetmeyebiliyor. Birsarsıntı, bir ses veya gürültü, hatta küçük bir

etki bile hiç düşünülmeyen olayların yaşan-masına yol açabiliyor. Bu sonuçlar temelindeyerleşim ve yaşam düzenimizi daha tedbirlikılmamız gerekiyor.

Bayan arkadaşların yerleşim tarzı dahakolay ve denetimli olabilir, ama aynı zaman-da fazla riskli oluyor. Bizim için en doğruolan, yaşamda, savaşta ve çalışmada geril-lacılıkta daha çok derinleşmektir. Başkaları-na öykünmemiz veya dünyada olup bitenle-re bakıp onları taklit etmek istememiz çokgerçekçi görünmüyor. Bizimki kendimize öz-gü ve koşullarımıza uygun olmak durumun-dadır. Zaten Apocu hareketin temel karakte-ri budur. Önderlik gerçekleşmesi bu esaslarüzerinde olmuştur. Bu nedenle bunun üze-rinde yoğunlaşmamız bizim için daha doğru,gerçekçi ve sonuç vericidir. Bu bakımdan üs-lenme, yaşam ve hareket tarzımızı yenidenyeniden gözden geçirmemiz gerekiyor.

Bunu yaparken geri adım atmamak veters sonuçlar çıkarmamak önemlidir. Çıkartı-lacak sonuçlar dağdan, yani sağlam daya-naklardan uzaklaşmayı değil, onlarla dahasağlam ve dayanıklı bir biçimde bütünleşme-yi getirmeli; daha akıllı, tedbirli ve duyarlı birsistem ve yaşam derinliği ortaya çıkarmalıdır.Bu konuda yanlış yapmamak gerekiyor. Tersyorumlama, gevşeklik ve duyarsızlık bu türfelaketlerin yaratıcısı oluyor. Tedbir almaz,ciddi ve duyarlı yaklaşımlarımızı derinliğinegeliştirmezsek bunun gibi hiç de hak etmedi-ğimiz olumsuzluklarla karşılaşabiliriz. O ba-kımdan yaşam gerçeklerinden kopmamakçok büyük önem taşıyor. Önderlik, bize hepyaşam gerçeğinden kopmamayı, yaşamadoğru yaklaşmayı, onu ciddiye almayı ve du-yarlı olmayı öğütledi. Bunları sağlam ilkelerolarak edinmeli ve pratiğe çok yönlü bir bi-çimde geçirmeliyiz. Çünkü bunlar bizim prati-ğimizden ve halkın uzun tarihi yaşamındançıkartılmış en sağlam insan dersleridir. Onla-ra büyük değer verip başarıyla yaşamsallaş-tırmayı her zaman esas almalıyız. Doğru veözgür yaşamı, insani yaşamı bu yaratır. Ya-şanan olaylar, olumsuzluklarıyla birlikte bugerçekleri bize bir kere daha öğretiyor.

Önderlik, Hamza arkadaşın şehadetinde“görünmez, ama hepiniz üzerinde emeğiçoktur” demişti. Bu yoldaşlarımızın hepimizüzerinde görünür emekleri var. Seyit Rıza ar-kadaş, gerçekten de bir insan canlısıydı. Bel-ki çok uzun süre gözlemleyemedik, ama in-sana hizmet etmek O’nda bir tutkuydu, hay-ret verecek kadar hizmete bağlıydı. Xıne-re’ye gelip giden arkadaşlarımızın yüzdedoksan dokuzu üzerinde emeği vardır. Çokkritik bir dönem olan geri çekilme ve değişimdöneminde, yani ağrılarımızın ve sancıları-

mızın çok arttığı, dişimizi sıktığımız bir dö-nemde gerçekten bir güç kaynağı oldu. Eme-ği, morali ve gece gündüz demeden göster-diği çabayla birkaç yılda yoldaşlar üzerindebelki de en çok emek biriktiren bir düzeyi ya-kaladı. Seyit Rıza arkadaş, her zaman bu in-sanlarda cisimleşen yönleriyle anılacaktır.

Zamanî arkadaşla, bazı zorlanmalar ya-şanmış olsa da, bedeli ağır, ama değerli ça-lışmalar yaptık. Bu biraz kaba bir çalışmaolabilir, ama üretkendi ve önemli sonuçlar or-taya çıkardı. Aydınlanmamızda, bilgi edinme-mizde, süreci derinliğine bilince çıkartmamızısağlayacak kaynaklar bulmamızda Zamanîarkadaşın emeği oldu. Bu, herkes için geçer-li olan bir emektir. Böyle bir çalışmayla dağbaşında Önderlik savunmalarından tutalım,70-80 adet kitaba kadar birçok yayının kay-nak olarak bulunmasını sağladık. Bu kitaplar,hala da bize güç veren temel inceleme kay-naklarımızdır. Eğitimimizi o kaynaklar üzerin-de yapıyoruz. Dolayısıyla görünmez, amaZamanî arkadaşın her birimize değerli biremeği geçiyor; bizim kendimizi hazırlama-mızda cisimleşiyor. Doğru öğrenmek maddi-leşen ve pratikleşen bu emeği görmekten ge-çer. Dolayısıyla doğru öğrenebilmeliyiz.

Bayan arkadaşların da eğitim çalışma-larımıza önemli katkıları oldu. Biz okuldatartışma yaparken, onlar küçük bedenlerinesığdırdıkları dev yürekleriyle karda ve tipidebizi beklediler. Bu anlamda eğitimimizin gü-venliği açısından önemli bir rolleri vardı.Büyük bir fedakarlık ve yüreklilikle zorlukla-rı göğüsleyerek eğitimimize güç kattılar. Butemelde daha sağlıklı ve güçlü tartışmalaryaptık, kendimizi hazırlamaya çalıştık. Buda büyük bir emek yoğunlaşması veyaemek cisimleşmesi oluyor. Bunu da doğruanlamamız, bu arkadaşları her zaman say-gı ve minnetle anmamız gerekir.

Bedeli ağır olan bir çalışma yürütüyoruz.Eksikliklerimiz ve duyarsızlığımız bu tür so-nuçların ortaya çıkmasında rol oynuyor ola-bilir. Öte yandan büyük cesaret ve fedakarlıkgösterilerek bu çalışmaların yapılması sağla-nıyor. Yürütülen çalışmaların bedeli hiç dehafif değildir. Parça parça bakınca bireye çokucuz görünüyor veya kişi fazla kavrayamı-yor; fakat toplu ele alınca, daha derin bakın-ca nelerin bu çalışmada cisimleştiği çok netgörülüyor. Esas olan bunu anlayabilmektir.Vicdan budur, doğru bakış açısı budur. Ön-derliğin istediği militan duyarlılık tam da bukavrayışa ulaşmayı ifade ediyor. Bunlar sağaveya sola saptırılmadan, dosdoğru bir biçim-de ve çizgi doğrultusunu anlayabileceğimiz,bize gerçekleri anlatabilecek olgulardır. Duy-guysa doğru duygu, bilinçse doğru bilinç,

davranışsa doğru davranış bu kadar açık birbiçimde önümüzde duruyor. O nedenle eğiti-mimizin en güçlü yanı budur. En çok bundanders çıkartarak kendimizi hazırlamalıyız; ör-gütlemeli, eğitmeli, pratik ve yaşam karşısın-da güçlü kılmalıyız. İnsan bencilliğinin girda-bından tümüyle çıkabilmeliyiz. Bu değerlerbizi kendi karanlıklarımızdan, insanın içinealındığı girdaplardan çekip çıkartacak büyükve yüce değerlerdir. Onları doğru anlayaca-ğız, derin kavrayacağız ve iyi özümseyece-ğiz. Bu yaşam gerçeklerimizle sağlam bütün-leşeceğiz. Bunu yaptığımız zaman en doğru,tutarlı ve eğitimli insanlar haline gelebiliriz.

İnsanı, yaşamla ölüm arasındaki çelişkiterbiye eder. Şu çok iyi anlaşılıyor ki, böylebir çelişki olmasa bir insani terbiye de geliş-mez. Yaşamın değeri, anlamı ve güzelliği deburada ortaya çıkıyor. İç sorgulama, her tür-lü bencilliği aşma, toplumsallaşma, dayanış-ma ve sosyalite insanın yaşam ve ölüm çe-lişkisinden böyle bir sonuç çıkarabilmesiyle,yani yaşam ve ölüme anlam verebilmesiyleoluşuyor. Hayvanlar bunu içgüdüleriyle yaşı-yorlar; insanlar ise akılları, yani anlayış vekavrayışlarıyla yaşıyorlar. Böyle olunca ya-şamın en anlamlı ve değerli bir biçimde ge-lişmesine, yine insani özelliklerin her bakım-dan en derin gelişmesine yol açmak duru-mundadır. Biz de böyle bir yaşamın sahibi-yiz. Bu yoldaşlarımızdan bunu öğreniyoruz.Onlarda sıkıştığımız her zaman başvurupgüç alacağımız bir değer buluyoruz. Bu ne-denle doğru sorgulayarak dersler çıkarmak,anıyı doğru özümseyip sahiplenmek açısın-dan çok önemlidir. Bizi insan yapacak, insanolarak derinleştirecek; yaşamımızı güzel,zengin, onurlu ve şerefli kılacak olan bu nok-tadaki duyarlılığımız ve derinleşmemizdir.Bu, her türlü insani gelişmenin başlangıç öl-çüsü olarak görülebilir. Bu olaylar vesilesiylebunu da görebilmeliyiz.

Madem insani gelişme yollarını arıyor vekendimizi eğitmeye çalışıyoruz; o zaman bu-nu gerçekçi, tam ve bütünlüklü olarak yapa-bilmeliyiz. Gerçek bir yoldaş olmanın gerek-lerini her zaman yerine getirebilmeliyiz. Birmilitan veya bir insan olarak; düşünen, ken-dini örgütleyen ve yaşamına yön veren bircanlı olarak doğru tutum sahibi olmak böyleyapmaktan geçer. Bu bakımdan, acı da olsa,yaşadığımız olaylar çalışmalarımızı çok güç-lendirdi; yaşamı nasıl anlayıp üretmemiz ge-rektiğini bize öğretti, herkes için en temeleğitim ve öğrenim kaynağı oldu. Çalışmala-rımız bununla büyük derinlik ve güç kazanı-yor. Bu olaylardan çıkardığımız derslerle veyoldaşlarımızın yarattığı güçle en büyük so-nuçları alacağımızı umut ediyoruz. Bunu

önümüzdeki dönemde göstereceğiz. Bu eği-tim devrelerimizin mücadelemizin her alanı-na katacağı güç ve destek; zorlukları göğüs-leme azmi, bilinci, fedakarlığı ve kararlılığıbu gerçekleri ortaya çıkaracaktır. Özgürle-şen insanın, özgürleşen kadının baş eğmezdik duruşu ve tatlı gülüşü her zaman gözü-müzün önünde olacak ve bize yol göstere-cektir. Eğitim devremiz, bu yürekli ve fedakaryoldaşlarımızın yüce özlemlerini gerçekleş-tirme andı içecek, başarımız bunun üzerindeşekillenecektir.

Bu yoldaşlarımız bize her zaman yaşamve mücadelede başarı gücü verecekler.Çalışmalarımızı bu esaslar üzerinde yürü-tüyoruz. En ciddi sorgulama, özeleştiri, in-sani olanı tanıma ve kendini bu kötülükler-den temizleme bu biçimde gerçekleşiyor.

Yürüttüğümüz tartışmaların buradan ala-cağı büyük bir güç var. Bizi zorluyor olabilir,yaşam karşısında güçlenmek ve kötülükler-den arınmak kolay olmuyor. O bakımdanböyle büyük fedakarlıklardan ve cesarettenaldığımız güçle, kendi çalışmalarımızı dahabaşarılı ve sonuç alıcı bir biçimde yaptığımı-za inanıyoruz. Onlar, özeleştiri ve iç sorgula-ma yapmamızı kolaylaştırmışlardır. Önderlikzindan şehitleri için “fedakarlıklarıyla özgüryaşama köprü oldular” demişti. Bu yoldaşla-rımız da kendimizi eğiterek düzeltmemizinve ciddi bir özeleştiriyle çizgi militanı halinegetirmemizin köprüsü oldular. Bunu yapma-mızın önünü açtılar. Beynimizde ve yüreği-mizde yarattıkları etkiyle bunu gerçekleştir-memizi sağladılar. Bize en büyük güç vedesteği onlar verdiler. Bu temelde en güçlüsonuçların alındığına inanıyoruz. Bundandaha güçlü, etkileyici ve gerçekleri daha ya-lın gösteren bir durum olamazdı. Bunlar in-kar edilemeyecek, saptırılamayacak veyagörmezden gelinemeyecek kadar büyükgerçeklerdir. Bu bakımdan çizginin gerektir-diği sonucu başarıyla almış olmalıyız. Çıkar-dığımız derin sonuçlarla nasıl dönem milita-nı olunacağı sorusunu çözümlemiş olmalı-yız. Zaten ulaşmayı hedeflediğimiz noktabuydu. Bu bakımdan yürüttüğümüz çalışma-larla birlikte yaşadığımız olaylar da bizi dahaçok eğitiyor ve sonuç almamızı sağlıyor. Bu-nu gerçekleştirdiğimize inanıyoruz.

Bu temelde ant içiyoruz ki, Şehitler ölmez Onlar doğru yaşamın gerçek sahipleri ve yol göstericileridir Zilan çizgisinde fedaileşen ve özgürleşen kadın doğru yaşamın kendisidir.Biji Serok APO!

24 Şubat 2003İdeolojik Merkez

fiEH‹TLER‹M‹Z‹N ANILARI GERÇEK GÜÇ KAYNA⁄IMIZDIR

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 32: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

Umudun rengi ve zamanı varmıdır? Nedir umudun rengive ne vakit güler insan? Doğ-

duğum ülkede anlatılan yaşanmış biröykü vardır. Derler ki, gecenin bize gözkırpan utangaç sevgilileri, yıldızların bi-le ışıltısının görünmez olduğu karanlık-lara boğulan gecelerde insanlar bir yu-dum güneşe susarlarmış. Zirveleşenkaranlığın boğucu ve soğuk soluğununkendi bitişini de içinde barındırdığını bi-lenler lacivert, gururlu, başı dik duranbinyıllık dostları, zirvelere dönerlermişyüzünü. Yürekler orada atar ve onlaracan veren aceleyle koşuşturan sular ay-dınlıkla yıkanmanın hasretine düşerler-miş. Kızıl renkli şafağın sadakatine ina-nan büyük yürekler onunla buluşmanınvaktini kollarmış. İşte böyle zamanlardagüzel insanlar öne çıkar ve şafağa yolgöstermek için gider o zirvelerde birateş yakarlarmış. “Gür bir ateş” Sonra omevsimin yaşam tablosuna kızıl birdamla düşermiş. Kızıl ton gökyüzününmavi derinliklerinde giderek yayılırmış.İşte o zaman umudun, gençliğinin kör-peliğinin heyecanını yudumlarmış in-sanlar. Ve umut o kızıl giysileri ile gü-lümseyen şafak adıyla girermiş yürekle-re. Büyüdükçe büyürmüş umut. Sonrasancılar içindeki gök bir ateş topu doğu-rurmuş. Öykünün sonunda güneşin hergünkü zorlu savaşının ardından insanlı-ğa gülümseyişi anlatılır.

Bu topraklarda yaşayan herkes bilirbu öyküyü. Bu topraklar, bu topraklar kiinsanlar hep hüzünlerini yerlermiş. Ku-ru arpa unu ekmeğe katık edecek baş-ka bir şeyleri olmazmış çünkü. Ne va-kittir merak etmekteyim umudun rengi-ni. Çocukluğum bu öyküyü dinlemeklebüyüdü. Umudun rengi neydi? Bir çalı-kuşu fısıldamıyor kulağıma. Yaşam ya-nı başımda kurallarını sergilerken öğre-niyorum: Benim ülkemde umudun ren-gi kızıldı. Güneşin müjdecisi şafak, yü-reğimizi umutla sularken yaşam tablo-muzun gök kubbesini hep bu renge bo-yar çünkü.

Zaferden daha değerliydi umut. Endeğerli o muydu o zaman? Hayır, on-dan daha değerli olanı vardı. Umuduyaratan, büyüten emekti bu. Umudunrengi yüreklerimizde “gür bir ateş”yakmaktadır. Ve o renkten daha ötesi-ni merak ediyorum sonra. Umudu ya-ratanı. Öykünün başına tekrar dönüpumut emekçisinin bu öykünün hangikaresinde olduğunu aramaya koyulu-yorum. Yaşananlar tarih olarak ad alıpyazılmaya başladığı günden bu yanadevam eden bu öykünün her döne-mindeki milyonlarca umut emekçisinitoplayıp belleğime not düşüyorum.Karanlığın en dayanılmaz anında şa-fağın yol göstericisi dağ ateşlerini,“gür ateşleri” Preomete’nin ateşini bir-birine elden ele devredenlere.

Nurhak dağının eteklerinde yaşa-yanlar da Zerdeşt’in diğer torunları gibiateşi kutsal sayar ve de aydınlığı. Ka-ranlık ve aydınlığın o bitmez mücadele-sinde aydınlığa taraf olanlardandırlar.Gece ateşlerine su dökmez, sabahın ilkışıklarına dönerler yüzlerine. Yürekle-rinden geçen umudu bir kez de onlarasöylerler. İbadetleri bu özde varolan yü-rekten söylenmiş sözlerdir. Şafağın at-ması, Nurhak’ın yalçın yüceliklerininüzerinden olur orada. Yani umudun öy-küsü laciverdi, asi bir dille anlatılır. Ozirvelerde de şafağın yol göstericileri“gür ateşler” hiç sönmemiştir. Ne var kiorada atan yürekler bir daha dönmeye-cekleri özlemi ile dolmuştur. Aydınlığınsancısı zorlu olmuş, Nurhak nice evla-dını güneşin ardı sıra uğurlamıştır.Umut yüklü şafaklar olmasa kaldıra-mazmış yürekler bu özlemi. Ama bilinir-miş ki, şafağın ardı sıra gidenlerle do-ğarmış güneş. Ona yol gösteren ve ka-ranlıkları keskin bir kılıç ucu ile yırtan“gür gece ateşleri” ile.

Adı gibi yaşamının da anlamı buy-du Argeş yoldaşın. Karanlıklar içinde-ki bir ülkenin çocuğu olarak yaşamı-nın anlamı, atası Demirci Kawa’nın is-yan ateşini devralan ve aydınlığa taşı-yan bir mücadelenin içinde bu dahada büyüdü. Halkının yüreğinde umu-du yeniden yeşerten bir dağ ateşi, tıp-kı binlercesi gibi.

Lügatımızdan bir türlü çıkaramadığı-mız o kelime: Keşke. Geçip giden za-manın bir daha dönmeyecek olduğunu,acımasızlığı karşısında boynu bükük,teslim olmuş, anlamsız ve teslim olmuşçaresiz bir sözcük. Ve ben bununlabaşlamak zorundayım cümleme ne ya-zık ki. Keşke Argeş yoldaş gibi güzel birinsanı daha erken tanıyabilmiş olsay-dım. Hep sözü edilen, canlı, heyecanıve içtenliğini daha uzun bir zaman ara-lığında paylaşabilmiş olsaydım. Benonu insan sevgisi ile dolu yüreğindenakan mısralarından tanıdım daha çok.Ve güler yüzlü merhabalarından. Sus-kunluğunun içte kanayan çağlayanıolurdu şiirleri. Ve şafağa gizlese de enbüyüğünü, her gün insan olanla, güzelolanla buluşmanın sevinci ile merhabaderdi yoldaşlarına.

Çocukluk dinletilerinde hep Kabesiinsan olan bir felsefenin bağlamadansüzülen melodileri vardı. Aslolan in-sandır öğüdünü duyardı kulakları. İn-san sevgisi demlenirdi yüreğinde. Oy-sa en güzel olan insandı ve en çirkinolan da. Yaşam denen o zorlu kavga-nın hangi zaman aralığında fark ettibunu? İnsana dair olana el uzatılma-sın diye davrandığı vakit. Güzelle çir-kinin en üst sınırını da insanda keşfet-ti ve bu koca çelişki yine de onun ya-şamının anlamı oldu. Güzel olan,doğru olan kurtulmalıydı.

Ayın yıldızlara küstüğü, göz gözügörmez gecelerde bu kurtuluşu düş-lerdi. Sonra çelişkinin diğer yanı hort-lar, tutsak etmek isterdi düşleri ve kur-tuluşa dair umudu. Öyle ya, yol göste-reni olmazsa akmazdı şafak ve doğ-mazdı güneş. O vakit zirvelere çevri-len düş yüklü yüzler karanlığın pençe-sinde ezilmeliydi. Bunun karşısına dü-şen sonucu karışık denklemin içindeçözüp çıkardı: Ateş olmalıydı yürek,“gür bir ateş.” Kurtuluş düşüne koşu-şu, en hızlı solukla oldu ve zirvelereulaştığında düş düşlüğünden sıyrıl-mış, yakın bir geleceğin umudu ol-muştu kurtuluş. İnsanın yaşam yolcu-luğunun her karesinde kendisine sor-duğu ve yanıtının peşi sıra ilerlediği osoruyu yanıtlayalı çok olmuştu: Nasılyaşamalı insan? Niçin yaşamalı?Yüksek bir sesle yazdı her harfini ya-nıtın: Özgürlük için. Ve yüzünü gökyü-zü denizine çevirdi. “Şafaaak bura-dan” ve ilerledi. Şafağın peşi sıra gi-denlerin hanesine yazdık adını. Dağın“gür ateşini” bir yıldız yapıp ardı sırauğurladık şafağın. Yaşam tablosunaaydınlığın rengi . Umudun rengi...

Anıları mücadelemize ışık tutacak

Mücadele yoldaşları adınaMizgîn Nurhak

Serxwebûn Sayfa 33Mart 2003

fiafa¤a yol gösteren ‘gür bir atefl’

Kar ve o beyaz... Mevsim bir felaketti ve o gün tufanın

yenildiği gündü. Bine yakın gerilla beyazdağlardan iniyor ve metrelerce yükselenkar üzerinde yürüyerek şehitler düzlü-ğünde toplanıyordu. Tören kalabalığınınönünde on bir tabut ve dayanılmaz birhüzün vardı. Seninle birlikte on bir arka-daşımızın buzdan bedenlerine bakıp,açıktan ve gizliden gözyaşları dökerken,konuşmacı arkadaş koca bir kar kütlesi-nin üstünde beliriverdi. Hüzün, inat vesöz karışımı, kasvetli ve farklı duruşuylazaferi görebiliyorduk. “Hiç kimseninadım bile atamadığı bu dağlarda yaşa-mak...” dedi. Kısa bir sessizlikte yutku-nur gibi olmuştu ve devam etti: “İşte hal-kımız ve tüm insanlık , bu dağlarda vebu koşullarda yaşadığımızı gördükçeözgürlüğe olan inancı artıyor ve bu on-lara umut veriyor. Bu dağlarda kalıp ya-şayabilmek bile bir özgürlüktür.”

Bu ayrılıkların anlamı ve dağa olansınırsız sevgimizi anlatıyordu.Konuşmacı arkadaş ve hepimizin için-deki yas, hüzün bu konuşmayla coşku-ya dönüştü. Bir kez daha tazelendik.Size vereceğimiz en büyük cevap, budağları daha çok sevmekti. Göksel vebütün yeryüzü tanrılarına inat özgürkalmak ve özgür yaşamaktı. Tufanlar-da şarkılar söylemekti. Ne karanlığıntanrıları, ne de uygarlığın canavarlarıbizi yenip, sizin unutuluşunuza nedenolamayacaktı.

Zoru her zaman seveceğiz. “Hayatkolaylıkta biter” diyordu Başkan Apo.Bunu şimdi daha iyi anlıyoruz ve tufan-

larla uğraşmaya devam ediyoruz. Her-kes sizin gittiğiniz saatlere dönüyor ...ve herkes sizi anlatıyordu. Senin gidi-şinle başlamıştı her şey.

O akşam kar, bize ölümü bir kez da-ha hatırlatmıştı. Tedirgin bekleyişin hu-zursuz saatlerinde sabahı getirirken ilksenin haberin geldi. Seninle birlikte, de-ğişik coğrafyalarda, sekiz canı o akşamkaybetmiştik.

İşte SEYİT!Gidişin o kadar ani oldu ki, haberini

bir boşluğa düşer gibi aldık. Ne ağlaya-bildik, ne de hüzün yetti bu ana. Karölümlerini ne de olsa bilirdik. Anlamı enzor ve kabulüne acılı bir inatla direndiği-miz gidişlerdi bunlar.

Şimdi sizin yokluğunuzu en sıcak öl-çülere vuruyoruz. Anılarımız, bütün ya-şadıklarımız ve yarım kalan planlarımız-la sizi hatırlamak sıcak olacak, ama gi-dişinizin o soğuk maviliğini, o karlı günü-nü asla unutamayacağız. Gidişinizle ya-rım kalan her şeyi, sizi alan o soğuk öl-çülere vuruyor ve herkes sizi hatırlıyor ogün... Ve siz yoksunuz!

Çok içten selamla ve içten bir gülüm-semeyle bizleri karşıladığın o ilk günlergeliyor aklımıza. Belki de herkes seni osahra hastanesiyle tanıyor. Derme çat-ma, sayısız beton çatlağıyla haşır neşir-ken, kapıyı aralayanlara her sabah rast-lanılan biri gibi gelmiyorsun. Bir doktorolsan da odana astığın gitarın ve hariku-lade sesin şaşırtıyor herkesi. Daha ilkgün herkesle kurduğun ilişkinin güzelli-ğini buluyoruz. İşte seni tanıyanlar ilkgünü böyle anımsıyorlar.

Hatırlar mısın arkadaşlıkların güçbuldukça tavizsizliğin de artıyordu. Veişte biz seni en çok bu ilişkiyle tanıyo-ruz. Sende, ilişkiyi büyüten bir kavga bi-çimiydi bu.

Sen gittiğinde bir çok meselin söy-lendi:

“Seyit, bir mektepli gibi görünse de,aslında bir emekçiydi” diye. Seni bu me-selle, ördek ve kekliklere takıldığın; bah-çe ekip, tavşanları kovaladığın o neşelive zevkli koşuşturmalarla bir kez dahaanımsıyoruz. Seni dağa getiren gerçe-klerin bu sözle ilişkisini anlıyoruz. Dok-tordun ve ellerinde koca nasırlar büyüt-müştün.

Kaçakçılar, yolcular ve sürgün olan-larla bütün canlılar geçerdi o sahra me-kanından ve sen onlara zevkle bakar-dın.

Hatırlar mısın? Kasığından vurulanbir at getirmişlerdi. Beyaz önlüğünlesanki ona karışmıştın. Seni uzun zamanbekleyenler kızamadı. Beyaz at acıylakıvrandıkça ona bir insana yaklaşır gibibaktığını herkes fark etti. Uğraşların hercanlıya hayat verdi.

İşte bu uğraşlar büyütmüştü seni. Vebiz bununla seni bir kez daha tanıdık.Belki yarım kaldı. Bütün gerilla dişleriniyenileyemedin, balık tutamadın, Zagroszirvelerinde doyuncaya dek gezip, rüz-gara şarkılar söyleyemedin, bu küçükayrıntılar yarım kaldı.

Küçük de olsa bu ayrıntılar anlatıyorsizi. Tıpkı bir şiir gibi. İnsani değerler-den, ölümsüz özlerden, yaşam koşulla-rından, kavgasından kopmazlığıyla, bü-

tün o şifa dağıtıcılarından daha sahicive güzelsiniz.

Ölüm denir mi buna, bilmiyoruz. Sizvarsınız, yaşıyorsunuz gibi oluyoruz. Gi-dişiniz bütün ağızlarda yaşadığınız son-suz bir ana dönüşüyor. Görünmez, amabütün bir kavgayı var eden altı fedai, oküçük bedenli, ama içinde dünyalarasığmaz ve yenilmez altı kadın fedainindev yüreğiyle birliktesin. Bengin, Çiçek,Zozan, Nujiyan, Dîrok ve Sarya. Bu na-rin yüzlü dev yürekler, Sen ve Xebat gi-derken yaşıyorlardı. Günler sonra, fela-ket azgınlaştığında senin ve Xebat’ınacısına onlar da eklendi. Çığ onları sizingibi gecenin karanlığında yakaladı. Sa-bah, gün aydınlandığında her yanımız-da beyaz bir yangın vardı. Savaşlarınen acımasızını yaşıyorduk ve ruhumuzbu savaşta büyüyordu. Gücümüz yara-lanmalarla tazeleniyordu. Sizin gidişiniz-le ruhumuzun sonsuz sorgusuna dalı-yorduk.

İşte SEYİT! Mevsim bu... Bizi yakan ve çoğaltan

mevsim. Biz bu mevsimleri yendikçe bü-yüyoruz. Sizin anlamınız bu mevsimler-de çoğalıyor.

İşte SEYİT! Soğuk ve beyazlar içinde bir gece

vakti fırtınalara karışıyorsun ve kaybolu-yorsun. Senin bütün sıcaklığını anımsa-tan o renk, gidişinin soğukluğunu getiri-yor. Kar, beyaz önlüğünle alıyor seni.Seni var eden renk, yokluğuna karışıyor.

Su hortumunu bağlamak için çıktı-ğın kapıdan bir daha geri dönmüyor-sun. Beyazlar içinde bir gece vakti fırtı-

naya karışıyorsun ve kaybediyorlar izi-ni... Çığlıklar çağırıyor seni .... Senyoksun!

İşte SEYİT, görüyorsun ya! Bir inat gibi sizi yaşıyoruz. Sizi anlat-

manın şimdiki zamanı hep sürecek. Sizive sizin gibi dağ yüzlü savaşçıları unut-mak, ihanetimiz olacak. Ağlamıyoruz vesizi yaşıyoruz.

Şimdi gidiyorsunuz. Çevrenizde tu-fanlara ve sizi götüren mevsimlere ye-minli bin koca yürek var. Bugün soğukişlemiyor bize. Sizinle birlikte gelen vegidişi tıpkı ismi gibi zamansız olan Za-manî yoldaş da var. O sonsuz bir zama-na giderken, bıraktığı bu zamanı emek-leriyle anacağız. Argeş’i o hiç dinmeyentebessümüyle hatırlayacağız ve delice-sine hayaline kapılıp yaşamak istediğibu dağları bütün güzellikleriyle koruya-rak yaşayacağız. Botan’ı alan hastalıkiçimizde büyüyen özgürlük salgınındakaybolacak...

İnanıyoruz ki sizi tanıyanların hiç biriağlamayacak. Ve sizi bir gerilla gibi hepyaşayacak. Sizi... Sizi büyüten uğraşlarherkesin olacak. Sizi sevenler gidişinizi,emekle ve fırtınalarla büyüyen ve bir şi-ir kadar ince olan bu dağlarla anacak.

İşte böyle Seyit! Senden geriye umudun sesini söyle-

yen bir gitar ve hiçbir zaman bitmeyeceközgürlük kavgan kaldı.

Bunlar sizi hep yaşatacak ... Ama yi-ne de sizin gidişinize inanmak zor ola-cak...

Şehit Sefkan Kültür ve Sanat Okulu

F›rt›nalar ço¤alt›yor bizi

X›nere’de k›fl aylar›nda flehit düflen 11 arkadafl›n an›s›na

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 33: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

Sayfa 34 SerxwebûnMart 2003

Şu sonuç ortaya çıkmıştır: Mevcut hü-kümetler, siyasetçi ve politikacılar sorun-larımızı çözemiyor, sorunlarımıza güç ge-tiremiyor. Bu konuda bir zihniyet değişimiyaşamıyorlar. Halen eski dönemlerdenkalma politikalarla Ortadoğu’da yönetimve iktidar olmaya devam etmek istiyorlar.Bunun da Ortadoğu halklarına en büyükzararı verdiği kesindir. Bu yönetimlerin bi-le bu anlayış ve kafayla yönetimlerini sür-dürmeleri mümkün değildir. Dış müdaha-leler de soruna çözüm olamaz. Sorunlarıağırlaştırmaktan başka işe yaramaz. Biryerde sorunu çözüyorum derken buna ikisorun ekler. Dış müdahalelerin bundanbaşka sonucu olamaz. Bu açıdan dışgüçlerin sorunları çözeceği sorunlarayardımcı olacağını beklemek mümkündeğildir. ABD’nin müdahalesi bölgeye ye-ni sorunlar getireceği kesindir. Dış müda-haleler sorunlara çözüm getiremezler ge-tirdikleri de görülmemiştir. Ancak dış mü-dahalelerin bazı sorunları gerçekleri orta-ya çıkarması ve bunun sonucunda da çö-züm arayışını hızlandırması gerçeği detarihin bir diğer tanıklık ettiği doğrudur.Geçmişten beri dünyanın birçok yerindedış müdahaleler yerel halklardaki arayış-ları arttırmıştır. Dış müdahale yapanlarkaybetmiştir, ama sonuçta da bölge halk-ları, yerel güçler kendi doğal dengelerineuygun bir düzen kurma çabası içine gir-mişlerdir. Tarihte barbarların yıkıcılığın-dan söz edilir. Dışarıdan gelen barbarla-rın bazı şeyleri yıkmasından söz edilir vebu yıkıntılar üzerine de halkların dinami-ğinin ortaya çıktığı söylenir. Belki ABD’ninmüdahalesinin sorunlara çözüm bulama-yan anlayışların daha fazla görülmesinisağlama açısından bir rolü olabilir. Nite-kim birçok çevre bu müdahalenin neden-lerini tartışıyor. Ortadoğu halkları bunudaha da tartışacak. Bu müdahaleden

ABD’ye teslim olma değil bölgede bir da-ha dış güçlerin müdahalesi olmaması içinneler yapılması gerektiği konusunda birsonuca varmaya çalışacaklar. Bu konudadüşünceler, politika ve pratikler de zamaniçinde gelişecektir. Nitekim daha şimdi-den bu tartışmalar başlamıştır.

KKüürrtt ssoorruunnuunnaa ççöözzüümm OOrrttaaddoo¤¤uu ssoorruunnllaarr››nnaa

ççöözzüümmddüürr

Sonuç olarak Ortadoğu halklarını güçyapacak bir politik yaklaşımı geliş-

tirmek gerekiyor. Başkan Apo’nun De-mokratik Uygarlık Manifestosu’nda bunuen iyi biçimde ortaya koyduğunu düşünü-yoruz. Tüm Ortadoğu halklarının, aydın-ların, demokratların, bu çözümlemeleriinceleyerek değerlendirmesinin gerektiği-ni düşünüyoruz. Demokratik değişimle,dönüşümle, zihniyet devrimiyle düşünce-de bir hamle yapmak gerektiği görülüyor.Özellikle Irak, İran, Suriye ve Türkiye’ninKürt sorununu çözerek demokratikleşme-si ve bu temelde kendilerini güçlendirme-leri önemlidir. Bunun sonucu da temel so-runlar çözüldüğü için bütün bölge halklarıarasında ilişkileri gelişecek, bu ilişkileriKürt sorunu bastırma biçiminde değil,Kürt sorununa çözüm getirilmesindengüç alarak yalnız Ortadoğu’nun dünyakarşısında daha bir güç olarak tarih sah-nesine çıkmasını sağlayacak gelişmelerortaya çıkaracaktır. Kürt sorununun çözü-mü sadece bir halkın çözümü olmayacakOrtadoğu demokrasisinin özgürlüğününgelişmesi açısından da çok önemli bir dü-zey açığa çıkaracaktır. Dünyaya örnekolacak bir demokrasi ve özgürlüğün ge-lişmesi gündeme gelecektir.

Ortadoğu halkları arasındaki sosyal,ekonomik, kültürel siyasal ilişkiler en üstdüzeyle varacaktır. Irak, Türkiye, Suriye,

İran Kürt sorununu çözemedikleri için sü-rekli birbirlerine kuşkuyla bakıyorlardı.Kürt sorununu çözemedikleri için Kürthalkına kuşkuyla bakıyorlardı. Artık birbir-lerine kuşkuyla bakan ülkeler olmaktançıkacaklardır. Aslında bu kuşkuları tü-müyle yersiz de değildi. Sorun çözülme-diği müddetçe bu kuşkular devam ede-cektir. Bir İngiliz diplomatın dediği gibiKürt sorunu çözülmedikçe dış güçler ve-ya bölgedeki birçok güç gerektiğindeKürtleri bir yağlı paçavra gibi ateşleyipbirbirinin üzerine atacaktır, atmaktadır.Kürt sorunun çözümü bu tür kuşkularıkaygıları giderecektir.

Bütün Ortadoğu halklarının Kürtlerekarşı tarihi sorumlulukları vardır. Binyıl-lardır kardeşçe ve birlikte yaşadıklarıhalka karşı çok yönüyle ortak kültürüpaylaştıkları, aynı dili paylaştıkları Kürthalkına karşı bu kadar adaletsiz, haksız,çözümsüz, inkarcı küçümseyici bir yakla-şım kabul edilemez edilmemelidir. Özel-likle bütün Ortadoğu’daki, İran ve Türki-ye’nin sorumlu çevreleri ve düşünen çev-releri doğru politik tutum takınarak hemkendileri hem de Kürtler açısından olum-lu gelişme yaratabilmelidirler. Daha öncede belirttiğimiz gibi ne Arap, Türk, Farsmilliyetçiliği bölgede Kürt sorununu çö-zebilir ne de Kürt milliyetçiliği sorunu çö-zebilir. Milliyetçilikten uzak birlik ve kar-deşlik çözümü önemlidir. Kürtler şimdiböyle bir ideolojik çizgi ve silaha sahiptir-ler. Başkan Apo’nun bütün yaşamı, halk-larla kardeşlik ve demokratik birlik çerçe-vesinde olmuştur. Bunu en başta daArap aydınları ve toplumu bilmektedir. Ozaman bölge halkları açısından da, Kürt-ler açısından da Başkan Apo’nun bu se-çeneğine şans vermek gerekir. Kürt so-rununun ancak bu şekilde çözüleceğiniKürtlere göstermek hem de bölge halkla-rına Kürtlerle sorunun çözüm yolununkolaylaştığını göstermek Başkan Apo’-

nun çizgisinden hareketle ve zihniyetlesorunların çözülmesi gerektiğini teşviketmek gerekir. Başkan Apo’nun AİHM’esunduğu savunmada ortaya koyduğudemokratik özgür birlik çizgisi yalnızKürt halkının özgürlük ve demokrasi çiz-gisi değil, bütün Ortadoğu halklarının öz-gürlük ve demokrasi çizgisidir. Ve bu çiz-ginin demokratik Ortadoğu birliğiniamaçladığını da biliyoruz. DemokratikOrtadoğu birliği ile amaçlanan Ortadoğuhalklarını birbiriyle çekişerek, zayıflama-sını değil de, tarihinde varolan doğal fe-derasyonu, doğal birlik içinde yaşamayısiyasal bir düzeye çıkararak, Ortadoğu’-nun başlı başına dünyada bir güç olma-sını sağlamak olmaktadır. Bu çizgi, Kürt-lerle Türklerin, Kürtlerle Arapların, Kürt-lerle Farsların, Türklerle Arapların, Fars-larla Arapların kavgası söz konusu değil-dir. Tamamen Ortadoğu tarihine yakışırbiçimde geçmişte varolan ortak değerler-de buluşmak, ortak paydalarda buluş-mak ve buna dayanarak da yeni bir siya-sal ve ekonomik çıkış yapmayı önünehedef koymaktadır. Eğer Başkan Apo’-nun çizgisi anlaşılır, uygulanabilirse Or-tadoğu halkları kendi sorunlarını kendile-ri çözebilir. Ortadoğu halkları kardeşlikve birlik içine girerek dış güçlerin müda-hale etmesini engelleyebilir. Sorunlarınçözüldüğü bir Ortadoğu’da da dünyanınen süper güçleri olsa bile müdahale gü-cünü kendisinde bulamazlar.

Irak’a müdahalenin halkların çözümüaçısından başlangıç hale getirilmesi ge-rektiğini düşünüyoruz. Bu müdahaleninbütün Ortadoğu halklarında bir sarsıntıyaratması, bir uyanış yaratması ve buuyanışla birlikte özgürlük ve demokrasitemelinde, çağdaş değerler temelinde,ama Ortadoğu kimliğine bağlı olarak yenibir uygarlıksal hamle gerektiğini düşünü-yoruz. Ortadoğu’da demokrasi ve özgür-lük birikimi az değildir. Ortadoğu halkları

hem kendi tarihine dayanarak hem deson yüzyılda verdiği mücadele ile önemlibir özgürlük ve demokrasi birikimi ortayaçıkarmışlardır. Bu birikimlerin onurlu, gör-kemli tarihlerini dünyanın her tarafındagelişen demokrasi ve özgürlük hareketiy-le birleştirerek, 20. yüzyılda gelişen bilimve tekniği de kendi hizmetlerine koşarakOrtadoğu’da demokrasi ve özgürlüklerçağını başlatabilirler. Bunun tek çare ol-duğu artık açığa çıkmıştır.

Biz şuna inanıyoruz, artık halkların za-manı gelmiştir. Despotların, teokratik, oli-garşik rejimlerin çağı geçmiştir. Yine as-keri gücü, siyasi gücü, ekonomik gücükullanarak dünyaya hakim olacak impa-ratorların, emperyalistlerin, süper güçle-rin çağı da geçmiştir. Halkların çağınınzamanı gelmiştir. Dünyada gelişen barışhareketleri de, Ortadoğu’da halkların öz-gürlük ve demokrasi özlemi de, bu çağıngücünü ortaya koymaktadır. Biz de Orta-doğu halkları olarak halkların zamanınıngeldiğini düşünerek, geçmiş binyıllardahalkların zamanlarının en fazla da bura-larda yaşandığını görerek, insanlık tari-hindeki ilk özgürlük hareketlerinin, muha-lefet hareketlerinin, zalimlere karşı müca-delenin yine bu coğrafya da geliştiğini bi-lerek gerekeni yapacağımız günler gel-miştir. Artık halkların konuşma zamanıdır,halklar konuşacaktır. ABD’nin müdahale-si, gelişen savaş belki acılar getirecektir.Ama bu acılar sonucunda bugüne kadarbölgede etkin olan iktidar anlayışlarınaşılacağı gibi kendi askeri ve siyasi gücü-ne dayanarak Ortadoğu’ya hakim olandış güçlerde, halkların demokrasi ve öz-gürlük gücü, halkların kendi sorunlarınaçözüm getirme gücü karşısında tası ta-rağı toplayıp gideceklerdir. Ortadoğuhalklarıyla sadece ve sadece eşit ve öz-gür temelde ilişki kurma dışında başkabiçimde Ortadoğu’da kalınamayacağınıgöreceklerdir.

ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ZAMANIDIRBafltaraf› sayfa 2’de

Zilan yoldaşın strateji ve taktiğe hakimeylemselliğinden özünü alan bu eylem-sellik, aynı Zilan arkadaşın eyleminde ol-duğu gibi kadının Önderliğe olan bağlılığıve sahiplenme düzeyini ortaya koyan;ihanet direniş, güzel çirkin ve doğru yan-lışın sınırlarını keskinleştiren, netleştirenbir işlev kazanmıştır. Anlamlı ve daha gü-zel yaşamlar gerçekleştirmek için kendinifeda etme, bununla bile yetinmeme ye-tersizlikler karşısında yeterliliğin ne oldu-ğunu gösterme açısından özgürlük çizgi-siyle eş değer anlam taşıyan bu şehadet-lere bağlılığın gerekleri en güçlü bir tarz-da yerine getirilmek durumundadır.

Kadın özgürlüğü perspektifi

olmayan hiçbir çizgi

başarıya ulaşamaz

Kadının örgütlenmesinin ve hatta gi-derek ordulaşma, birlik düzeyine

ulaşma ve en son parti düzeyinde ifadeyekavuşmasının kaynağında bu etmenleryer almaktadır. Mart ayında Özgür KadınPartisi’nin (PJA) 13 Mart 1999’da kurulu-şunun yıl dönümü de kutlanmaktadır. Ka-dın özgürlüğünde emeği olan ve bedellervermiş yoldaşlara bağlılığın bir göstergesiolarak yarım kalmış çalışma olarak Önder-liğimizin değerlendirdiği çalışma uluslara-rası Komplo ile Başkan Apo’nun esir alın-masından sonra partileşerek komploya vekomploculara önemli bir yanıt vermiştir.

21. yüzyılın “cins çelişkisinin keskin vederinlikli yaşanacağı bir yüzyıl olması”tespitinden hareketle ele aldığımızda buyüzyılda kadın sorununun gündemdeönemli bir yer teşkil ettiği ve kadınlarınözgürlük arayışları açısından oldukçagüçlendikleri bir yüzyıl gerçeği ile karşıkarşıya olduğumuzu belirleyebiliriz. Biraraya geliş ve örgütlenme çabalarınınyaygınlaştığı, ortak eylem zeminlerindehareketliliklerin geliştiği ve dünyanın so-runlarına ilişkin kadınların tavır ve inisiya-tiflerini sergileyerek söz ve eylemlerinigüçlendirdikleri bir yüzyılı yaşadığımızaçıktır. Bunun en güçlü yaşandığı zemin-lerden birisi de bulunduğumuz coğrafyaolmaktadır. Kadının yüzyıllardır uzağındakaldığı ya da kendine ait tarzıyla bir girişyapamadığı siyaset olgusuna yaklaşım-da belli gelişmeler yaşanmakta, kadınaait bir siyaset ile dünyanın, bölgenin so-runlarını çözüm perspektifi ile özgün ör-gütlenmelerin zemin ve birikimleri güç-lenmektedir. Önderlik geçtiğimiz 8 Mart’tabütün bu gelişmelerin yarattığı umut veheyecanı tarihsel bağlantılarını da vurgu-layarak “kara, sert kışları aşıp çiçekle-nen kardelenler gibi, kadın baharlaş-malarının yaşanması” temelinde ortayakoyduğu beklentiyle ifadelendirmişti. Bu,Kürdistan kadınına düşen rol ve görevle-rin ağırlığıyla birlikte Ortadoğu ve dünyakadınlarına öncülük temelinde yerine ge-tirilmesi gereken sorumluluk ve tarihselaçıdan kaybedilmemesi gereken fırsatlaranlamına da gelmektedir.

Çağımızda gerçek anlamda demokra-si, özgürlük, eşitlik, hak, adalet vb kav-ramların yaşamsallaşması ancak ege-menlikli sistemin özünü ifade eden cinslerarası eşitsizliğin ortadan kalkması ve buçelişkinin kaynağında gerçekleştirilecekköklü çözümle mümkündür. Kadın özgür-lüğü perspektifi olmayan hiçbir çizgininOrtadoğu’da kalıcı demokratik, özgürlük-çü ve eşit bir çözümü getirmesi mümküngörülmemekte, eşitsizliklerin ve sakatlan-manın kaynağında kurutulması önem ta-şımaktadır. Hele günümüzde tüm yakıcılı-ğıyla savaşın yıkımlarını izlediğimiz birdönemde bölgedeki hastalıkların çözümiksiri kadının öncülüğünde gelişecek halk-lar arası demokratik ve eşitlik mücadelesiolmaktadır. Bunu gerçekleştirecek önemlibir miras ve deneyim mevcuttur.

8 Mart etkinliklerinde gerek Kürdistan,Türkiye, gerekse Suriye, Rusya, Balkan-lar, Avrupa’da yaşayan kadınların aktifkatılım ve güçlü iddiaları ile verdikleri me-saj şudur ki; bugüne dek kadının irade verengi yadsınarak oluşturulan yasalar iflasetmiş, inkar ve eşitsizlik ekseninde şekil-lenen ilişki sistematiği ne sevgi, ne barış,ne özgürlüğü üretebilmiş, bunu gizlemekiçin gerçekleştirilen “sahte eşitlikçi ve de-mokratik” model ve çözümler miadını dol-durmuştur. Kadınlar artık siyasal müca-delenin öncülüğüne aday olduklarını,sahte ve kendi iradelerine dayanmayansözleşmeleri, savaş vb çözümsüzlükleribenimsemediklerini; güçlü, iradeli ve bi-linçli bir tarzda geliştirdikleri örgütlülük ve

eylem düzeyiyle neolitik kültürün tarihinderinliklerinden kaynağını alan gücüyleyeniden yeşertme, büyütme iddiasındaolduklarını açık ve net bir tarzda ortayakoymuşlardır. Ne savaş, ne barış dayat-masını ve çürütmesini bu aktivite ve ka-rarlılık düzeyiyle sonuna dek barış ısrarıile iflas ettirecek olan bu düzeydir.

Kadında özgürlük umutlarını doğu-ran; kendine güven ve irade sahibi birgüç olmasının arayışlarını yaratan Baş-kan Apo’nun yaşam felsefesi ve ideolojikçözümleme düzeyi, yine egemenlikli sis-teme alternatif olarak yeni yaşam yarat-ma ısrarı emperyalizm cephesinde enbüyük tehlike ve engel olarak görülmek-tedir. Egemenlikli sistemin uluslararasıkomployu gündeme getirmesinin kayna-ğında yatan, Apocu ideolojinin Ortadoğuhalklarına sunduğu demokratik ve özgüryaşam alternatifi karşısında içine düşe-ceği çözülme, dağılma ve Önderliğin ye-ni, ama kökleri tarihte yatan kadın erkekilişki ve yaşam düzeyi idi. Bu temeldeÖnderliğimizin esaretiyle yeni yaşamumutları, kadınlar ve halklar açısındandemokrasi, özgürlük eşitlik idealleri ka-rartılmak, yok edilmek istenmiş ve Orta-doğu bir zindana dönüştürülmeye çalışıl-mıştır. Demokratik çözüm çabalarıyla busüreci de bir çözüm sürecine dönüştürenve yüzyıllara yetecek ideolojik, politik,felsefik düzeyi Özgür İnsan Savunmasıile topluma mal eden Önderliğimize ver-diğimiz bir 8 Mart armağanı da yaratılanözgürlük düzeyini korumaya ve geliştir-

meye yönelik olarak kurulan Özgür Ka-dın Partisi olmuştur. Önemli bir deneyimve tecrübeye dayalı olarak gerçekleştiri-len partileşme olgusunda ciddi adımlaratılmakta, dünyanın her yerinde kadınınyaşamaya devam ettiği taciz, tecavüz,açlık, yoksulluk, işsizlik, sağlık sorunlarıvb kadına ait çözüm bekleyen ve kayna-ğını egemenlikli sistemden alan sorunla-rın çözümüne yönelik projeler geliştiril-mektedir. PJA sadece Kürt kadınına de-ğil, bölge ve dünya kadınlarına da KadınKurtuluş İdeolojisi ekseninde öncülük id-diasını taşımaktadır.

Geçtiğimiz 4 yılda bu yönde önemliadımlar atıldığını belirtmek mümkündür.Demokratik değişim dönüşüm süreci Kürthalkı, özelde de kadınlarında bir cevapbulmuş ve barış serhildanlarının öncülü-ğünü yapan kesim kadınlarımız, anaları-mız olmuştur. Kürt kadınları Gerek 8Mart, gerek tecride karşı yürütülen etkin-likler, gerek Newroz yurtiçi yurtdışı bütünsahalarda kendi rengi, sloganları, taleple-ri ve coşkusuyla adeta kardelenler misalibaharlaşmanın havasını yansıtmıştır. Yi-ne Türkiye’deki seçim sürecindeki dina-mizmi ve çalışma düzeyiyle yaşamın heralanında kendi karar ve iradesiyle aktifkatılım sergileyeceğinin mesajını güçlübir tarzda vermiştir.

2003 bize göstermiştir ki kadın, tercih-lerinde kararlı, baharlaşmada ısısını aldı-ğı Güneşin yarattığı güçle ısrarlı ve iddia-lıdır. Bu yeniden yaratılış anlamını taşı-maktadır.

KKAADDIINNIINN TTAARR‹‹HHLLEE HHEESSAAPPLLAAfifiMMAASSIIBafltaraf› 20’de

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 34: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

Serxwebûn Sayfa 35Mart 2003

ÖZGÜRLÜK ÖNDER‹M‹ZE

Newroz, nuroj yani yeni gün, yeni doğuş anlamında can bulmuştu.Bu topraklarda yeniliklerin öncü gücü olan halkımızın, bugün ay-

nı mekanda tarihe çakılmak istendiği bir andı. Bir derviş sabrıyla yeni gü-nü karanlığın göbeğinden alan Başkan Apo’nun bu yaratılış destanınınkahramanı olma onuruyla Newrozu’nu kutluyoruz.

Newrozlarda ateşle arınmanın efsanesini canlandıran, yeni doğuşu canıpahasına ödeyen şehitlerimizi saygıyla anıyor ve her biri Newroz’u halk-ların şenliğine dönüştürüp yüreğindeki ateşi tüm Ortadoğu’ya taşırıp pay-laşan halkların kardeş canlısı halkımıza, Mazlum ve Agit yoldaşların zin-dan ve dağların eylem birlikteliğini yakalayan öncülüğün ardılı olan tümparti yapımızın bu gününü kutluyoruz.

Kara kışa, sert, dondurucu ayazları ve bütün soğuklukları ardından günışıması ve ateşin kutsal birlikteliğinde buluşan baharın yeniden gelişiylehayata kavuşmanın ilk pıhtılarıyla açılan Newroz çiçeklerinin çok renkli-liğiyle tekrardan canlı, dinamik, sıcak ve umutla yaşam olanaklarına ka-vuşuyoruz. Baharın müjdecisi Newroz dondurulmuş bedenimizde her yılbir atar damar rolü oynayarak bizi yaşam kaynağımıza döndürüyor. Canveren bu yaşam kaynağı direniş aşılayan bir anlam yüceliğidir.

Ortadoğu’nun tarihsel mirasını mücadele gerçeğimizin her anına nüfuzettiren ve bu mirası giderek büyütüp evrenselleştiren ÖnderliğimizinNewroz’u bu anlamla yücelttiği ateşle yüreklerde harmanlanmıştır. Ora-da Zerdüştlükteki ateşin arılığında dostluklar yeniden kurulmuş, Promet-heus’ların ciğerinin yenilenmesi için ölümsüz yaşam sırları paylaşılmışve direniş, Kawa’nın demir örsünde çelikleşerek kurtuluşun baharınımüjdelemiştir.

Demirci Kawa, halk arasındaki yol açıcılığıyla çalışmalarda yaşama ön-cülük eden seçkin ve saygın insanlara verilen bir isimdi ve Mazlum Do-ğan yoldaş, militanlıktaki iddiası, yoldaşlıktaki öncülüğü, direnişinin seç-kinliğiyle Çağdaş Kawa olmuştur. En zor, en karanlık bir dönemde öncüolmak, yaşam ışığını elden bırakmamak, umutlu ve inançlı olmak özgür-lüğün kendisidir. Bu anlamda Mazlum yoldaş da Kürt halkının özgürlükonurudur. Zindan direnişçilerinin uğradığı büyük vahşeti, zorbalığı ve iş-kenceli yaşamı yoldaşlığın büyüklüğünde derinden hisseden Agit yol-daş,15 Ağustos Atılımı’nın komuta gücü olmuştur. Halkımızın özündekiyiğitliğin düşmanı yenen ve özgür yaşam olanaklarını açan komutanı ol-muştur Komutan Agit.

Newroz’un büyüsünde ateşin kızları olan Zekiye, Rahşan, Ronahi ve

Berivan yoldaşlar, Kürt kadınlarının öncülüğünü yaratmıştır. Tarihsel bu-luşma böyle devam ederken, Sema yoldaş, 8 Mart’tan 21 Mart’a uzananbir köprü olma ısrarıyla canlanmış, “kadınlar küllenen Kürt ateşinin kı-vılcımlarıdır” diyerek Kürdün dirilişini bedenindeki ateşle bütünlemiştir.21 Mart-28 Mart direniş meşalesinin elden ele ulaştırıldığı kahramanlıkhaftası olmuştur.

Tabii bu, aynı zamanda bize ağır görevlerimizin, büyük sorumlulukla-rımızın olduğunun hatırlatılmasıdır da. Başkan Apo, her zamanki gönülrahatlığıyla yoldaşlık görevini yerine getirmiştir. Ortadoğu’ya layık birevlat olmanın bilinci ile tüm bu direnişleri sahiplenerek oradaki yaşamateşini sönmeyecek bir evrene taşımıştır. Artık Newroz, Ortadoğu halkla-rının gönlünde sadece başkaldırı ve direnişin değil, özlenen yarınlarınumudu ve kendi değerlerine sahiplenmenin şiarı olmuştur. Bugün bu top-raklarda kara kışlar estiren egemenlikli zihniyete karşı, Newroz’la, halk-ların baharlaşmasıyla karşı durmalıyız. Zalim Dehaklar, daha da çılgınla-şan sistemleriyle saldırmaktadır. Burada yaşanan, aslında uygarlıklar ara-sı çatışmadır. İnsanlığın neolitik özle beslendiği kahraman, soylu, yaratı-cı uygarlık ile Zeusların miras yiyiciliği ve ezilenlerin cansız bedenlerin-de yükselmiş oldukları saltanatlarındaki talan karşı karşıyadır. Bu açıdantarihi hesaplaşmaların yaşandığı bu kader belirleme kesitinde, yeniliğegebe olan değişimlerin öngününü yaşamaktayız. Yaratılacaksa bir sentez,Başkan Apo’nun Demokratik Uygarlık Manifestosu ışığında yürüteceği-miz zafer yürüyüşü ile olacaktır. Bu anlamda Newrozlar irade savaşımı-nın zihniyette ve yürekte haklarını savunma ve elde etme mücadelesininduruşudur. Bu mücadele ve duruşunun militan gücü olarak her dönemdendaha donanımlı, ısrarlı, iddialı ve kararlı olarak zafere yürüyeceğiz.

– Yaşasın Ortadoğu halklarının özgürlük kahramanı Başkan APO– Yaşasın halkların baharlaşmasının meşru savunma gücü KADEK,

PJA, HPG– Yaşasın özgürlük baharlaşması Newroz– Kahrolsun kadının ve halkların baharlaşmasından korkan her türlü gerici zihniyet.

Devrimci selam ve saygılarHPG Ana karargah PJA yönetimi

Özelde Kürdistan, genelde tüm Ortadoğu halklarınca barış, kardeşlik, bir-lik ve doğayı renklendirme bayramı olarak kutlanan Newroz’u karşılar-

ken, demokratik birlik ve özgür barış yolunda, insanlık ve barış karşıtı karanlıkgüçlerden ateşi alıp insanlığa sunan Çağdaş Prometheus Başkan Apo şahsındaKürdistan, bölge ve insanlığın Newroz Bayramını kutluyoruz.

Newroz Bayramı’nı selamladığımız bu günde, Ortadoğu yine oldukça sıcakgelişmelerin merkezi durumunda. Irak’a müdahale paralelinde Kürdistan’ı işgalplanları ve özellikle de Kongremiz, KADEK’e yönelik geliştirilmek istenen sal-dırılar göstermektedir ki, barış, kardeşlik ve demokratik çözüm çizgisine yöne-lik çok kapsamlı yönelimlerle karşı karşıya bulunmaktayız.

Demokratik Uygarlık Manifestosu’yla çağa damgasını vuran Başkan Apo ön-derliğinde ayağa kalkan Kürdistan halkı, serhildanlarıyla, kutsal direnişleriyledün olduğu gibi bugün de en güçlü ve aktif direniş odağı olarak zalim Dehakla-rın karşısında durmaktatır.Başkan Apo’yu sahiplenme temelinde gelişen halkserhildanları bir kez daha gerçek demokrasi ve barışın vazgeçilmezliğini ve buçizgiye olan derin bağlılığı ortaya koymaktadır.

Bedenlerini dirhem dirhem Newroz ateşiyle eriten Mazlumların, Zekiye veSemaların gücü ve bağlılığıyla Başkan Apo etrafında kenetlenerek, ateşten birçember oluşturan Kürdistan halkı, bölge halklarına da barışın ve demokrasiningerçek yolunu göstermekte ve aydınlatmaktadır.

Newroz gününde yaşadığımız bu sıcak gelişmeler karşısında bizler Behdinan sa-hası HPG güçleri olarak, bedenlerini Newroz’un kutsal ateşiyle yeniden dirilten,Newroz şehitlerimizden ve ateşle kavrularak çelikleşen halkımızın görkemli dire-nişlerinden aldığımız güçle Başkan Apo’ya olan bağlılığımızı yeniliyor, demokra-tik uygarlık ve meşru savunma çizgisinde daha derin bir inanç, bilinç ve fedai birruhla bu çizginin amansız takipçileri olacağımızın sözünü veriyoruz.

Bu kararlılıkla, Newroz şehitlerimizin anıları önünde saygıyla eğilirken, tek-rardan Başkan Apo şahsında tüm Kürdistan ve bölge halklarının Newroz Bayra-mı’nı kutluyoruz.

– Yaşasın demokratik uygarlık çizgisinin yaratıcısı

çağdaş Prometheus Başkan Apo– Yaşasın Kongremiz KADEK– Yaşasın halkların barış, kardeşlik ve direniş günü Newroz

Behdinan sahası HPG Ana karargah Komutanlığı

Halkların emek ve yaratıcılıklarının kaynağı olan özgürce vekardeşçe yaşama istemlerinin en canlı renklerle işlendiği New-

roz tohumu, Kürdistan topraklarında kader olarak dayatılan tüm dog-maları, trajedileri, karanlıkları yıkarak baharlaşmaya duruyor. İnsan-lığın öz değerleriyle yüklü bu özgürlük tohumunu yüreklerimize usta-ca eken, bizi hep aydınlığı ve sıcaklığıyla özgür yaşama bağlayan gü-neşimiz Başkan Apo’yu tükenmez özlemimiz ve sonsuz bağlılığımız-la Botan sahası öğrencileri olarak saygıyla selamlıyor, özgürlüğe do-ğuş bayramı Newroz’unu kutluyoruz.

Egemenliğe ve gericiliğe karşı kurtuluş bayrağının ilk dalgalandığıcoğrafyada tarih, Kürt halkına bir kez daha kölelik zincirlerini parçala-manın öncülük görevini yüklüyor. Demirci Kawa’dan devralınan meşa-le Mazlumlar, Agitler, Rahşanlar ile özgürlük yangınına dönüşerek tümOrtadoğu halklarını aydınlatıyor.

Tarih ile güncel, bu topraklarda bir kez daha buluşuyor. Ninova’yı kül-ler altında bırakan tarih, zaman ve mekanla değişmeyen özgürlük fırtı-nasının İmralı’dan yaydığı enerjiyle Ortadoğu’nun yönünü umuda çevir-miş tüm yüreklerini tutuşturuyor. Tüm halklar, bu ateşin etrafında kenet-lenerek saray ve tahtları bir kez daha sarsıyor. Irak müdahalesi ve bölgerejimlerinin paniği bundan duyulan korkunun itirafı oluyor.

Çok zorlu, acılı, ama kutsal yürüyüşünüzle öğrettiğiniz özgür yaşamfelsefesiyle donanarak, güncelleşen tarihte bu rolümüzü layıkıyla oyna-ma iddiasıyla meşru savunma stratejimizi yetkince pratikleştirerek,

Newroz meşalesini devraldığımız şehitlerin huzurunda gerçekleştirmeçabamızı arttırarak, Newroz’da yenilenme ve güçlenme coşkusuyla sözü-müzün pratiğimiz olacağı kararlılığıyla özgürlük baharını karşılıyoruz.

2003 Newrozu çağdaş zulüm tecritinin parçalanması ve BaşkanApo’yla özgürlükte ve özde buluşmayla Ortadoğu baharlaşmasını yara-tacaktır.

– Yaşasın halkların özgürlük ve diriliş bayramı Newroz– Yaşasın özgürlük ve yaşam kaynağımız Başkan Apo– Bijî KADEK – Bijî serok Apo

Devrimci selam ve saygılar HPG Botan saha karargah komutanlığı

Öncülüğünüzde Demirci Kawa’nın binyıllar öncesinde yaktığı isyanateşinin yeniden canlandığı ve Mezopotamya’ya özgürlük yaydığı

dağlarımızdan, özgürlük ordusunun yılmaz savaşçıları olarak yüreğimizesığmayan sevgi ve özlemlerimizle 21 Mart Mezopotamya halklarının di-rilişi olan Newroz Bayramınızı kutluyoruz.

Newroz ateşinin özgürlük alevleriyle, insan, insani iradesinin esaretibedenlerini ateşe vererek yakan Mazlum, Zekiye, Berivan ve Ronahi yol-daşların şahsında tüm şehitlerimizi saygıyla anıyoruz.

2003 Newrozu’nu Demokratik Uygarlık Manifestosu’nun aydınlığın-da yoğrulan beyin ve yüreklerimizle karşılarken, halklarımızın, şehitleri-mizin kutsal topraklarımızın mücadele ile yaratılan tüm değerlerimizin vehepsinin ifadesi olan Önderliğimizin meşru savunma gücü olarak, çağdaşNewrozları yaratmanın azim ve gücüne sahibiz. Newroz geleneğinin çağ-daş yaratıcıları olan bizler, direniş gücümüzü Apocu düşünce, ruh ve ah-laktan almaktayız. Nasıl ki zülüm kalelerini yerle bir eden Newroz aydın-lığı olduysa, Apocu ruh da aynı rolü 21. yüzyılda oynayacaktır. Halkımı-zı ve halkları özgür yarınlara taşımamız için muhtaç olduğumuz her şeyiApocu felsefeden alıp, yüksek bir inanç ve tempoyla dönemin askeri sa-nat bilimiyle donanarak, tarihi adımları atıp nihai zaferi yakalama karar-lılığımız tamdır.

Kürt halkının çağdaş mücadelesini yaşam düzeyine çıkarma görevini,onurunu taşırken, Ortadoğu halklarına Newroz’un özüne yaraşır baharla-rı yaşatmanın sorumluluğuna layık olma bilinci içindeyiz. Görevlerimizisize layık olma temelinde özgürlük ve demokratik yaşamı gerçekleştirme-nin çabasındayız. Hepimiz başkomutanlığınızda özgürlük çizgisinin emirerleri olarak size layık olmaya, yetmez yanlarımızı Newroz ateşinde ya-karak, gerçek yoldaşınız ve savaşçınız olma kararlılığındayız.

Emek ve çabanıza özgür yaşamla buluşma temelinde layık olarak butopraklarda lanetli yaşamı yerle bir etmenin, büyük kararlılık ve iradesiy-le doğru özgürlük gerillası olma çabası içinde olacağız.

– Yaşasın özgür güç önderimiz Başkan Apo– Yaşasın 21 Mart dirilişbayramı– Yaşasın HPG – Yaşasın KADEK

Devrimci selam ve saygılar HPG Kandil batı cephesi karargah komutanlığı

Toprak ananın bir kez daha yeniden yüzü-nü güneşe çevirdiği, güneşin ışığını ve

ısısını en derinlere kadar büyük bir hasretle içi-ne çektiği yeni bir 21 Mart’tı yaşarken, bahar-laşan doğayla, baharlaşan halkımız ve baharla-şan kadınla, başta yaşam güneşimiz Önderliği-mizi ve tüm yoldaşlarımızı selamlıyor, 2003Newrozlarını büyük bir coşkuyla kutluyoruz.

Her zamankinden daha fazla barışa, özgürlü-ğe ve adalete nefes nefese ihtiyaç duyulan kut-sal Ortadoğu topraklarında, insanlığın en eski,fakat en diri en canlı özgürlük ve kardeşlikbayramı Newroz’u savaşla karşılarken; biryandan yakılan, bombalanan, yok edilmek iste-nilen, diğer yandan yaşama yeniden gözünü,yüreğini açan, özgürlüğe, umuda doğan bir Or-tadoğu gerçeği ile ölümün ve doğuşun en kes-kin sınırlarda kesiştiği gün olan Newroz’u ye-niden karşılamış bulunmaktayız.

Bilinen bir gerçektir ki, özgür yaşam, bu top-raklarda boy verdi. Özgürlük, önce filiz, sonra fi-dan, ağaç ve ardından orman oldu. Özgürlük or-manı içinde çok kasırgalar da esti; yakan, yıkan,hatta köklerine kadar sökmek isteyen kasırgalartufanlar çok esti. Köleliğin yasaları, Hamurabile-rin, Asurların yasaları kasırga oldu, tufan oldu.

Fakat tanrıça ananın kutsal, gizemli toprakla-rında hiçbir zaman bu kanunlar yer etmedi, ye-şermedi. Yaşamın yakıcı gerçeği karşısında tekboy veren, özgürlük kanunu oldu. Değişme-yen, aşılamayan özgürlük ruhu ve kanunu ol-du. İşte Newroz, tarihin dehlizlerinden günü-müze kadar uzanan özgürlük ruhunun sönme-yen, karartılamayan tek ateşi ve kanunu oldu.

Ortadoğu halkları olarak fırtınalarda, kasır-galarda şiddet cenderesinde boğdurulmak iste-nilirken,kutsal doğuş günümüz Newroz’a yü-

reğimizin ve topraklarımızın derinliklerindekiözgürlük ruhundan güç almak, bu güçle savaşakarşı barışı ve kardeşliği güçlü kılmak temelhedefimiz olmalıdır. Olacaksa savaş, barış veözgürlük için olacaktır.

Tüm günleri Newrozlaştırarak savaşa, tecri-te, katliama son verme temelinde, barışı, adale-ti, kardeşliği, toprağı tırnakla kazarcasına ya-ratmak en kutsal görevimizdir.

Önderliğimizin ve halkımızın özgürlüğü, yi-ne Ortadoğu’nun kurtuluşu için 8 Mart’la baş-layan, 21 Mart’ta zirveleşen özgürlük ateşinibahar hamlesine dönüştürerek; bu baharı, umu-dun, zaferin, özgürlüğün yeni doğuşu, yenicanlanışı yapmak, bu bağlamda Kürt kadınınınöncülüğünü bunda doruklaştırarak, özgürleşenkadınla Newroz’u karşılamak yaşadığımız çal-kantılı sürece Mazlum Doğanlar, Ronahiler,Berivanlar, Rahşanlar ve Semalar şahsında şe-hitlerimize verilecek en güçlü cevap olacaktır.

Doğuşun, bereketin, özgür yaşam karşısında-ki duruşun kutsal günü Newroz’da, yenidenözgür kadının yaratıcısı Önderliğimizi büyükbir minnettarlıkla selamlarken, acılardan, sa-vaşlardan ilmek ilmek özgürlüğü yaratma he-definde olan halkımızı ve bu baharı özgürlükhamlesiyle karşılayan tüm parti yapımızı dakadın yüreğinin en derin sevgileriyle selamlı-yor ve Newroz Bayramlarını kutluyoruz.

– Yaşasın özgür yaşam mimarı Başkan Apo– Yaşasın KADEK ve PJA– Yaşasın kutsal doğuş günü Newroz– Kahrolsun her türden tecrit ve egemenlik

Devrimci selam ve saygılaPJA Koordinasyonu

Tüm Parti Yap›m›za Özgürlük Kahraman› Baflkan Apo’ya

ÖZGÜR LÜK ÖN DER ‹M ‹ZE

Ça¤dafl PrometheusBaflkan Apo’ya

Newroz’un Günefli Baflkan Apo’ya

Yaflam kayna¤›m›zBaflkan Apo’ya

www.ars

ivaku

rd.o

rg

Page 35: Yıl: 22 / Sayı: 255 / Mart 2003 ARTIK HALKLARIN KONUfiMA ...arsivakurd.org/images/arsiva_kurd/kovar/serxwebun_sal_2003/serxwebun... · kiyor. Hatta PKK’lileşme bile bir anlamda

Serxwebûn: Önceki gün koalisyongüçlerinin hava indirme operas-

yonu ile Kuzey Irak’a girdiği, Kürtlerin deABD desteğinde Musul ve Kerkük’e gir-meye hazırlandığı yönünde haberler çık-tı. Kuzey Irak’ta ki son gelişmeleri KA-DEK nasıl değerlendiriyor?

Duran Kalkan: Irak’ın kuzeyinekoalisyon güçlerinin askeri araç

ve güç indirdiği bilgisi çok değişik kay-naklardan bize de geliyor. Bu güç vearaç nakliyesi gece havadan yapılıyor.Bunda Türkiye hava sahası kullanılıyor.Koalisyon güçlerinin indirme yaptığı sa-halar, KDP ve YNK kontrolündeki alan-lardır. KADEK’e bağlı güçlerin kontrol et-tiği Medya Savunma Bölgeleri’nde, –kibunlar Irak’ın kuzeyinin geniş dağlıkalanlarını oluşturuyor– koalisyon güçleri-ne ya da başka kuvvetlere dair askerigüç yoktur. KDP ve YNK güçlerinin Mu-sul ve Kerkük’e yönelik askeri saldırılarakatılmak için hazırlandıkları bilgileri bizede ulaşıyor. Ancak şimdiye kadar ciddibir askeri harekatta bulundukları bilgisiyok. Bu güçlerin mevcut askeri hareka-ta katılmalarının öyle kolay olacağını dasanmıyoruz. KADEK olarak, koalisyongüçleriyle birlikte Irak yönetimine karşıaskeri saldırı yapmayı ve Kürt toprakları-nın bu amaçla kullanılmasını doğru dabulmuyoruz.

– Bugün KADEK, Kuzey Irak’ta nasılbir profil çiziyor; örneğin Kuzey Irak’ta si-lahlı beş binin üzerinde KADEK’li olduğubelirtiliyor. KADEK’in Kuzey Irak’ta ki gü-cü (askeri ve sivil) nedir? Bu gücü nasılkullanma yanlısı.

– Hem Irak hem de Türkiye’deki Kürtbölgelerinde KADEK’e bağlı silahlı güç-lerin sayısı 5 binin üzerindedir. Bu güç,Irak’ın kuzeyindeki stratejik dağlık alan-ların çok büyük bir bölümüne üstlenmişdurumdadır. Ayrıca köylerde ve şehirler-de sivil halk içerisinde de KADEK çizgi-sine bağlı olan PÇDK’nin önemli bir ör-gütlenmesi vardır. Bu örgütlenme 36.paralelin kuzeyindeki kasaba ve köyler-de olduğu gibi, 36. paralelin güneyindekiyerleşim yerlerinde de mevcuttur. KA-DEK’in mevcut sivil ve askeri gücü hiçkimseye bağlı olmayıp, özgür, kendi gü-cüne ve halka dayanarak yaşayan birgüç konumundadır. Bu güç, KADEK’inmeşru savunma çizgisinde, Kürt sorunu-nun barışçıl ve demokratik yöntemlerleçözümüne bağlı, bunu esas alan bir güç-tür. Demokrasi, özgürlük ve halklarınkardeşliği dışında hiçbir değere ve gücebağlılığı yoktur. Kürt halkının demokratikçizgide bağımsız ve özgür iradesini tem-sil etmektedir. Dolayısıyla, KADEK gü-cünü barış ve Kürt sorununun demokra-tik çözümü yönünde, Kürt halkının vebölge halklarının özgürlüğü ve kardeşliğiiçin kullanıyor ve bundan sonra da kulla-nacaktır. Bu güç, gericiliğe ve dış müda-halelere alet olmayacaktır.

– Bazı Kürt gruplarının “Türkiye, baş-kalarının toprakları üzerinde plan kuru-yor” yönünde açıklamaları oldu. Türkiyede buna karşılık kendi toprakları içerisi-ne giren, Türkiye haritasının da bir bölü-münü içine alan Kürdistan haritası için,

“peki bu ne anlama geliyor?” dedi. Türki-ye’nin sınırları içerisine giren Kürdistanharitası sizce ne anlama geliyor?

– Kürdistan, coğrafi bir kavramdır.Kürt halkının büyük çoğunlukla yaşadığıtoprak parçasını ifade etmektedir ve ta-rihsel olarak oluşmuştur. Bu topraklariçin Kürdistan kavramını tarihte ilk defaSelçuklu Sultanı Sancar kullanmıştır.Dolayısıyla, esas itibariyle Türklerin kul-landığı bir kavram olmaktadır. Kürdistanolarak ifade edilen toprak parçası, bu-gün Türkiye, İran, Irak ve Suriye devlet-lerinin sınırları içinde bölünmüş bulun-maktadır. Esasen Türkiye, Irak ve Suriyesınırları içindeki Kürdistan parçaları Mi-sak-ı Milli dahilindeydi. Ancak daha son-ra Türkiye yönetiminin İngiliz ve Fransız-larla anlaşması sonucunda birer parçaIrak ve Suriye’ye bırakıldı. Biz mevcutyaklaşımlar içinde Türkiye’nin başkaları-nın toprakları üzerinde herhangi bir plankurduğunu görmüyoruz. Ancak Türki-ye’nin de, Türklerin Ortadoğu’ya ve Ana-dolu’ya gelişini gerçekleştiren Selçuklu-ların koyduğu ve Osmanlıların kullandığıKürdistan kavramının kullanılmasındanbu denli korkmalarını ve birinci derece-den yasak uygulamalarını da anlamıyo-

ruz. Bu yaklaşım, “bölücülük fobisiyle”neredeyse Türkiye’nin elini kolunu bağ-lamış ve tüm gücünü tüketiyor. Oysa neSelçuklular ne de Osmanlılar bu kavramıkullandıkları için bölünmediler. TersineOrtadoğu’yu birleştirdiler ve bir bölge gü-cü oldular. Kürtlerin yaşadığı toprak par-çası olarak, Kürdistan kavramını kullan-mak ayrı şeydir, ayrı bir devlet kurmakbaşka bir şeydir. Kürdistan demek ayrıbir devlet kurmak anlamına gelmiyor.Biz, Kürt sorununun ayrı devlet kurma-dan, mevcut sınırlar içerisinde ve de-mokratikleşme temelinde çözülebilece-ğine inanıyoruz.

– KADEK, bağımsız bir Kürt devletikonusuna nasıl yaklaşıyor?

– Bu konuya kısmen değindik. KA-DEK, Kürt halkının da, bölge halklarınında bağımsız ve iradeli olmasını istiyor.Bunun ise, ayrı siyasi devletler kurarakdeğil, düşüncesi ve vicdanıyla özgür, si-yasi ve sosyal planda demokratik bir ya-pıya kavuşmakla gerçekleşeceğine ina-nıyor. Bunun için, ayrı devlet kurmakladeğil, Kürt toplumunun ve başta Türkiyeolmak üzere tüm Ortadoğu’nun demok-

ratik dönüşümüyle ilgileniyor. Halklarınözgürlüğü ve kardeşliği temelinde de-mokratikleşmeyi ve bölgesel birliği dahadeğerli buluyor ve bunun için çalışıp mü-cadele ediyor. Bu durumu halklar için da-ha yararlı ve bölge gerçeği açısındandaha uygulanır buluyor.

– Talabani ve Barzani birlikleri ile KA-DEK arasında nasıl bir gelişme yaşanı-yor. KADEK’in bu birliklerle bir araya gel-me durumu söz konusu mu?

– KADEK ile, KDP ve YNK arasında-ki ilişkilerin kendine has bir özgünlüğüvar. Aralarında aynı toplumdan olmayadayanan bir ilişkiyle, farklı ideolojik poli-tik çizgiye sahip olmanın yarattığı birmücadele mevcuttur. Bu ilişki ve müca-dele, Kürt toplumunun yaşadığı koşulla-ra bağlı olarak da daha çok özgünlük arzediyor. Mevcut durumda çok ileri bir iş-birliği olmadığı gibi, aralarında bir çatış-ma da yok. Ortak siyasi amaçlar oluşur-sa, bu güçler bir araya gelebilir. Bunuönümüzdeki sürecin koşulları belirleye-cektir.

– Her ne kadar ABD yalanladıysa da

basında yer alan ABD-KADEK görüşme-lerini, gelinen bu son noktada nasıl de-ğerlendirmek gerekiyor? Başkanlık Kon-seyi’nden Mustafa Karasu imzasını taşı-yan ve basında ABD ile federasyon pa-zarlığı olarak değerlendirilen bu görüş-meler bu savaşta nasıl şekilleniyor?

– Şimdiye kadar ciddi bir ABD-KA-DEK görüşmesi olduğunu ve pazarlıklaryapıldığını sanmıyoruz. Bundan sonrabelirtilen biçimiyle görüşmelerin olupolamayacağını da gelişmeler göstere-cektir. Şimdiden bir şey söylemek doğ-ru olmaz. Ancak ABD, ’91 Körfez Sava-şı’ndan sonra Ortadoğu bölgesine yö-nelik en kapsamlı saldırısını Kürtlere vehareketimize karşı yaptı. Tezgahlananuluslararası komplo çerçevesinde, ABDeliyle Genel Başkanımız kaçırılıp Türki-ye’ye verildi. Buradan yola çıkarsak,soruda ifade edilen türden görüşme vepazarlıkların ABD ile TC devleti arasın-da yapıldığını düşünmek, daha doğruve anlaşılır olur. Mevcut durumda bu türbir ilişki aşılmaya çalışılıyor. Biz bunuolumlu buluyoruz. ABD ve KADEK ara-sında savaş koşullarında şekillenen birilişki ve görüşme de yok. Ancak şimdikidurumda bir çatışma durumu da mev-cut değil.

– KADEK’in bu savaşta ve savaşsonrası söz konusu gelişmeler karşısın-da rolü nedir? KADEK ne istiyor?

– Önemli bir soru. KADEK, dört yıl-dır ısrarla serhildan diye tanımladığı,demokratik kitle eylemliğini geliştirmeyeçalıştı. Bu demokratik kitle hareketi,başta Kürt toplumu olmak üzere Türki-ye’nin ve tüm Ortadoğu’nun demokratikdönüşümünü hedeflediği gibi, bir bölgesavaşını önlemeyi ve bölgede barışınıtesis etmeyi de hedefliyordu. Ancakşimdiye kadar ki çabasıyla bunu ger-çekleştirmeye gücü yetmedi ve bu ça-balara rağmen Irak’ta savaş başladı. Budurum, KADEK’in tutumunda herhangibir değişiklik yapmadı. KADEK, yine sa-vaşı önlemek ve barışı kazanmak içinmücadele ediyor. Bunun da demokratikhalk mücadelesiyle başarılacağına ina-nıyor. Dolayısıyla mevcut durumda, sa-vaşa karşı da demokratik serhildanı ge-liştirmekte ısrarlıdır. Bunun da esas iti-bariyle Türkiye’de gerçekleşeceğineinanıyor. Türkiye’de, Kürt sorununundemokratik çözümünü ve TürklerleKürtlerin stratejik birliğini, Ortadoğu’dabarışın kazanılması ve bölgenin de-mokratikleştirilmesi için anahtar niteli-ğinde görüyor. Kürt toplumunun yürüt-tüğü barış ve demokrasi mücadelesi-nin, bölgede barışın kazanılması ve de-mokratik değişimin yaşanması için ön-cü rolde olduğuna inanıyor. Bu rolü deKürt-Türk stratejik ittifakı temelinde oy-nayabileceğine inanıyor. Bunun içinTürkiye’nin tüm demokratik güçleriylestratejik ittifak ve birlik yapmak istiyor.Bu temelde ideolojik ayrım yapmaksı-zın, Türkiye’nin tüm demokratik siyasipartilerini ve sivil toplum örgütlerini De-mokratik Toplum Koordinasyonu biçi-minde birleşerek, herkes için yaşanabi-lir, yeni demokratik Türkiye’yi birlikteyaratmaya çağırıyor.

HHeerrkkeess iiççiinn yyaaflflaannaabbiilliirrddeemmookkrraattiikk TTüürrkkiiyyee’’yyii bbiirrlliikkttee yyaarraattaall››mm

KADEK Genel Başkanlık Konseyi Üyesi Duran Kalkan ile yapılan röportajdır

“KADEK, Kürt ve bölge halklarının da bağımsız ve iradeli olmasını istiyor.Bunun ise, ayrı siyasi devletler kurarak değil, düşüncesi ve vicdanıyla

özgür, siyasi ve sosyal planda demokratik bir yapıya kavuşmakla gerçekleşeceğine inanıyor. Halkların özgürlüğü ve kardeşliği temelinde demokratikleşmeyi ve bölgesel birliği daha değerli

buluyor ve bunun için çalışıp mücadele ediyor.”

“KADEK, savaşı önlemek ve barışı kazanmak için mücadele ediyor. Kürt toplumunun yürüttüğü barış ve demokrasi

mücadelesinin, bölgede barışın kazanılması ve demokratik değişiminyaşanması için önemli olduğuna inanıyor. Bu rolü de Kürt-Türk stratejik

ittifakı temelinde oynayabileceğine inanıyor. Bunun içinTürkiye’nin tüm demokratik güçleriyle stratejik ittifak ve birlik yapmak istiyor.”

HHeerrkkeess iiççiinn yyaaflflaannaabbiilliirrddeemmookkrraattiikk TTüürrkkiiyyee’’yyii bbiirrlliikkttee yyaarraattaall››mm

www.ars

ivaku

rd.o

rg