rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi...

51
REKABET FORUMU HUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır Editörler: Erdal Türkkan, İbrahim Gül, Kemal Erol, Nurkut İnan,Tamer Müftüoğlu Yazı Kurulu:, Aydın Ayaydın, Ercan Kumcu, Ercüment Erdem, Gamze Öz, Hamdi Pınar, , Kamil Mutluer, , Kubilay Atasayar, Mümin Erkunt, Nahit Töre, Nejdet Karacehennem, Nurkut İnan, Onur Arı,Osman Sevaioğlu,Şevket Özügergin, ,Tuna Yurtseven,Uğur Özgöker, Yavuz Ege,Yılmaz Aslan İleti Adresi : PK 649 Yenişehir / Ankara Yazışma Adresi: Necatibey caddesi, 94/8 Sıhhiye / Ankara Telefon: 0 533 668 56 09 İrtibat tel: (312) 230 66 44 Faks: (312) 232 01 69 e-posta: [email protected] WEB: www.rekabetdernegi.org : Banka:T.C.Ziraat Bankası 0795 Necatibey Şubesi Hesap No: 647 654 VERGİ No:Ankara Başkent Vergi Dairesi:7340430101i.org İLK YAZI-YORUM VERGİ POLİTİKASI VE REKABET Prof Dr. Erdal TÜRKKAN S.2 MAL PİYASALARINDA REKABET TÜRK DEMİR ÇELİK SEKTÖRÜNDE REKABET Dr. Veysel YAYAN s.3 REKABET HUKUKU *COMPETITION LAW AND TURKEY’S ENTRANCE INTO THE EUROPEAN UNION:A CHANCE TO EXPAND THE RULE OF LAW Larry WHITE s.11 *REKABETİN KORUNMASI VE KAMU KURUMU NİTELİĞİNDEKİ MESLEK KURULUŞLARI K. Burak ÖZTÜRK s.16 *ÇİMENTO TOPLANTISININ ARDINDAN (Uyumlu Eylem, Paralel Davranış Ve İspat Yükümlülüğü) Nejdet KARACEHENNEM s. 20 *REKABET KURULU’NUN “TÜRK TELEKOMÜNİKASYON A.Ş. ADSL KARARI” KARAR NOTU Ethem AKILLIOĞLU s.25 *“KAMU YARARI VE REKABET” ÜZERİNE BİR NOT Prof DR.TEKİN AKILLIOĞLU s.29 *REKABET KURULU 13 TEMMUZ 2005’TEN SONRA SEKİZ KİŞİYLE KARAR 1 1

Transcript of rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi...

Page 1: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

REKABET FORUMUHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA

Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır

Editörler: Erdal Türkkan, İbrahim Gül, Kemal Erol, Nurkut İnan,Tamer Müftüoğlu

Yazı Kurulu:, Aydın Ayaydın, Ercan Kumcu, Ercüment Erdem, Gamze Öz, Hamdi Pınar, , Kamil Mutluer, , Kubilay Atasayar, Mümin Erkunt, Nahit Töre, Nejdet Karacehennem, Nurkut İnan, Onur Arı,Osman Sevaioğlu,Şevket Özügergin, ,Tuna Yurtseven,Uğur Özgöker, Yavuz Ege,Yılmaz Aslan

İleti Adresi : PK 649 Yenişehir / Ankara Yazışma Adresi: Necatibey caddesi, 94/8 Sıhhiye / AnkaraTelefon: 0 533 668 56 09 İrtibat tel: (312) 230 66 44 Faks: (312) 232 01 69e-posta: [email protected] WEB: www.rekabetdernegi.org :

Banka:T.C.Ziraat Bankası 0795 Necatibey Şubesi Hesap No: 647 654 VERGİ No:Ankara Başkent Vergi Dairesi:7340430101i.org

İLK YAZI-YORUM VERGİ POLİTİKASI VE REKABET Prof Dr. Erdal TÜRKKAN S.2MAL PİYASALARINDA REKABETTÜRK DEMİR ÇELİK SEKTÖRÜNDE REKABET Dr. Veysel YAYAN s.3REKABET HUKUKU *COMPETITION LAW AND TURKEY’S ENTRANCE INTO THE EUROPEAN UNION:A CHANCE TO EXPAND THE RULE OF LAW Larry WHITE s.11*REKABETİN KORUNMASI VE KAMU KURUMU NİTELİĞİNDEKİ MESLEK KURULUŞLARI K. Burak ÖZTÜRK s.16*ÇİMENTO TOPLANTISININ ARDINDAN (Uyumlu Eylem, Paralel Davranış Ve İspat Yükümlülüğü) Nejdet KARACEHENNEM s. 20*REKABET KURULU’NUN “TÜRK TELEKOMÜNİKASYON A.Ş. ADSL KARARI” KARAR NOTU Ethem AKILLIOĞLU s.25*“KAMU YARARI VE REKABET” ÜZERİNE BİR NOT Prof DR.TEKİN AKILLIOĞLU s.29*REKABET KURULU 13 TEMMUZ 2005’TEN SONRA SEKİZ KİŞİYLE KARAR ALMIŞSA?Prof Dr.Tekin AKILLIOĞLU s. 31DOĞAL MONOPOLLER VE DÜZENLEMELER DPT’NİN SESİ VE TAŞ DUVARLAR Prof. Dr. Osman SEVAİOĞLU s.33

NOT:Bültendeki yazılar kaynak göstermek kaydı ile aynen kullanılabilir ve aktarılabilir. Bültendeki yazılar yazarların görüşünü yansıtır. Rekabet Derneğini bağlamaz.Rekabet Forumu’nun ilk 16 sayısı Rekabet Haber Bülteni adı altında yayınlanmıştır. Eski sayılar için: www.rekabetdernegi.org adresine bakınız.

1

1

Page 2: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

İLK YAZI-YORUM VERGİ POLİTİKASI VE REKABET

Prof Dr. Erdal Türkkan (Rekabet Derneği Başkanı)

Türkiye’de dolaylı vergilerin toplam vergiler içindeki payı giderek artmış ve uluslar arası standartların üzerine çıkmıştır. Ayrıca dolaylı vergiler nispi fiyatları bozacak biçimde bazı mal ve hizmetler üzerinde yoğunlaşmış durumdadır. Vergi politikalarında dolaylı vergilere ağırlık verilmesinin vergi adaleti açısından sakıncalar yarattığı bilinmekte ve bu açıdan sık sık eleştirilere konu olmaktadır. Dolaylı vergilerin rekabet süreci üzerindeki olumsuz etkileri de en az vergi adaleti kadar önemli bir konudur. Bu etkileri dört boyutta ele almak mümkündür.İlk olarak yüksek oranlı dolaylı vergiler pazarı suni olarak daraltıcı etkiler yaratmakta ve rekabeti sınırlamaktadır. Bu durum bazı dayanıklı tüketim mallarında (otomobil) ve haberleşme hizmetlerinde dikkat çekici boyutlara ulaşmıştır. Yüksek oranlı dolaylı vergiler fiyatı önemli ölçüde yükselterek talebi kısıcı etkiler yaratmakta, bu durumda birim maliyetleri yükselen ve ölçek ekonomilerinden yararlanamayan firmalar fiyat rekabetine girme konusunda isteksiz davranmaktadır.Diğer taraftan yeteri kadar kızlı gelişmeyen bir piyasada pay alma yarışı da zorlaşmakta ve firmalar rekabetin adeta pasivize edildiği bir ortamda mevcut durumun devamını sağlamak için çaba sarf etmeyi tercih etmektedir. Yüksek oranlı dolaylı vergilerin rekabet süreci üzerindeki ikinci olumsuz etkisi, kayıt dışı faaliyeti ve vergi kaçakçılığını cazip hale getirerek haksız rekabetin boyutunu arttırmasıdır. Kayıt dışılığın artması beklenen vergi gelirlerini olumsuz etkilediğinden vergi yükünün daha da ağırlaştırılması sonucunu doğurabilmekte ve böylece kendi kendini besleyen bir süreç yaratılmaktadır. Bu tür haksız rekabetin akaryakıt dağıtım sektöründe çok önemli boyutlar kazandığı, ayrıca alkollü içkiler ve sigara piyasalarında da ciddi boyutlara ulaştığı bilinmektedir.Vergi kaçakçılığı veya kayıt dışı ekonomi yoluyla haksız rekabet bazı durumlarda hakim durumda olan ve kayıt dışına kayamayan firmaları bu haksız rekabete, rekabet ihlalleri ile cevap vermeye itebilmektedir. Bu argüman şarap piyasasında rekabet ihlali yaratmakla suçlanılan firmalar tarafından açıkça ifade edilmektedir.Yüksek oranlı dolaylı vergiler rekabet marjını ve eğilimini azaltmakta, aynı piyasada çalışan rakip firmaları fiyat rekabetinden uzak durmaya teşvik etmektedir. Bu durum özellikle fiyat esnekliğinin nispeten düşük olduğu piyasalarda kendisini hissettirmektedir. Fiyat esnekliğinin nispeten düşük olduğu sektörlerde vergilerin fiyatın önemli bir oranını teşkil etmesi nedeniyle firmaların toplam fiyat içinde nispeten küçük oranlarda kalan fiyat indirimleri pazar paylaşımını etkileyecek sonuçlar doğuramamaktadır. Kardan önemli fedakarlık yapılarak gerçekleştirilen fiyat rekabetinin satış hacmi üzerinde minimum gerekli etkiyi yapmaması rekabet yapma eğilimini azaltıcı sonuçlar doğurmaktadır. Çeşitli mal ve hizmetlere göre oranları çok büyük farklılıklar gösteren dolaylı vergiler nispi fiyatları da önemli ölçüde değiştirerek, rekabet sürecinin genel olarak kaynak tahsisini etkinleştirici sonuçlarını da saptırıcı ve yozlaştırıcı etkiler yaratmaktadır. Çünkü kaynak tahsisini rekabet sürecinin doğal olarak belirlediği nispi fiyatlar değil, dolaylı vergi oranları farklarının suni olarak belirlediği nispi fiyatlar belirlemiş olmaktadır. Dolayısıyla yüksek oranlı dolaylı vergilerin nispi fiyatları tayin ettiği bir ortamda rekabet süreci etkin bir biçimde işlese bile bu sürecin etkin kaynak dağılımını sağlaması mümkün olmamaktadır.Bu koşullar altında Türkiye’de rekabet sürecinin iyi işleyebilmesi ve rekabet sürecinden beklenilen faydaların elde edilebilmesi için yüksek ve farklı oranlı (nötr olmayan) dolaylı vergilere dayalı vergi sisteminin mutlaka değişmesi gerekmektedir. Rekabet Kurumu başta olmak üzere rekabet savunuculuğu yapan tüm kişi ve kurumların hükümetlere sürekli olarak bu gerçeği hatırlatması büyük önem taşımaktadır.

2

2

Page 3: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

MAL PİYASALARINDA REKABETTÜRK DEMİR ÇELİK SEKTÖRÜNDE REKABET

Dr. Veysel YAYAN (Demir - Çelik Üreticileri Derneği Genel Sekreteri)

Türkiye’de çelik sektörüne ilişkin ilk yatırımlar, 1. ve 2. sanayii planları kapsamında, 1930’lu yıllarda

gerçekleştirilmiş ve sektör uzun yıllar kamu kesiminin tekelinde, entegre tesis ağırlıklı olarak gelişmiştir.

1928 yılında kurulan MKEK’den sonra, 1939 yılında Kardemir, 1956 yılında Metaş ve 1965 yılında Erdemir

kurulmuştur.

Mevcut durum itibariyle, Türk demir çelik sektöründe 18 Elektrik Ark Ocaklı ve 3 entegre tesis

faaliyet göstermektedir. EAO’lu tesislerin 3’ü vasıflı çelik, geri kalan 15’i uzun ürün üretmekte, entegre

tesislerin ise, 2’si uzun ürün, 1’i yassı ürün üretimine yönelik olarak faaliyet göstermektedir.

1980 yılından sonra, sektörün ağırlıklı bir şekilde EAO’lu tesislere yönelmesi, elektrik ark ocaklı

tesis yatırımlarının, entegre tesislere kıyasla çok daha küçük ölçekte finansman gerektirmesinden ve

Türkiye’de entegre tesislerin temel hammaddesi olan zengin cevher yataklarının bulunmamasından

kaynaklanmıştır. EAO’lu tesis kapasitelerindeki hızlı artış sayesinde, sektör Türkiye’nin ödemeler dengesi

açığının kapatılmasına ciddi ölçüde katkı sağlamıştır.

Entegre tesislerin temel hammaddesi cevherken, EAO’lu tesislerin temel hammaddesi hurdadır.

Entegre tesisler ile EAO’lu tesislerin maliyet yapıları birbirlerinden büyük farklılıklar göstermekte, hatta

EAO’lu tesisler arasında dahi, tesisin bulunduğu bölgeden, girdi kaynaklarına yakınlığına, hammadde

anlaşmalarından, finansal durumuna ve ulaşım imkânlarına kadar pek çok faktör, maliyet ve dolayısıyla

kârlılık yapısını etkilemektedir. Üreticiler arasındaki maliyet farklılıkları, uluslararası piyasanın ve yurtiçi

piyasanın şartlarına göre, fiyatlara yansımaktadır.

Özel kesimin sektördeki ağırlığı, 1980’li yıllarda ekonomik istikrar tedbirleri kapsamında sağlanan

teşvikler sonrasında artmaya başlamıştır. Özel kesimin de demir-çelik üretimine yönelmesi ile, 1980

sonrasında sektörde kapasite hızla büyümeye başlamış ve 1990 yılında, yaklaşık 5 misli artışla, 20 milyon

ton seviyesine ulaşılmıştır.

Ancak, 1980 sonrasında ekonomide yılda ortalama % 6-7 büyüme öngörüsüyle verilen teşvikler,

sözkonusu öngörünün gerçekleşmemesi ve bilhassa ekonomik krizler nedeniyle, inşaat sektöründeki

büyümenin beklentilerin gerisinde kalması, uzun ürünlerde kapasite fazlasına yol açmıştır. Uzun ürünlerde

oluşan ihtiyaç fazlası kapasite, bir taraftan kapasite kullanım oranlarını olumsuz yönde etkilerken, diğer

taraftan da, sektörün daha fazla ihracata yönelmesi sonucunu doğurmuştur.

Elektrik Ark Ocaklı tesisler ağırlıklı bir şekilde ihracata yönelik olarak faaliyet göstermektedir. Bu

nedenle, Sivas Demir Çelik haricinde kalan sektör kuruluşlarının tamamı deniz kenarında kurulmuştur.

3

3

Page 4: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

Deniz kenarında kurulmayan Sivas D.Ç., nakliye maliyetlerinin artması ve ihracat imkânının sınırlı olması

nedeniyle, 1997 yılında üretimini durdurmuş, 2005 yılında yeniden üretime başlamıştır.

Sektörde oluşan kapasite fazlasının ihracat yolu ile eritilebilmesi için, 1990’lı yılların ilk yarısında,

uzun yol navlun primi gibi uygulamalar ile, devlet tarafından da sektöre aktif destek sağlanmıştır. Ancak

1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren, gerek devlet desteğinin asgariye inmesi, gerekse 1997 yılından

sonra gelişen Asya ve Rusya krizleri sonrasında , sektör Uzak Doğu ve diğer uluslararası piyasalara

yönelik ihracatta ciddi güçlükler ile karşılaşmıştır.

Öyle ki, 1993 yılında Uzak Doğu ülkelerine yönelik ihracatımız 4.4 milyon ton ile toplam demir çelik

ürünleri ihracatımız içerisinde % 72 paya sahip iken, 1998 yılında Uzak Doğu’ya yönelik ihracatımız

930.000 tona, toplam ihracatımız içerisindeki payı ise, % 15’e gerilemiştir.

1990’lı yılların ikinci yarısında, AKÇT ile yürütülmekte olan Serbest Ticaret Anlaşması görüşmeleri

ve uluslararası piyasalarda yaşanan krizler sebebiyle, sektör kuruluşları devletin ilgili birimlerine müşavirlik

desteği sağlamıştır.

Bu arada, yurtiçinde ve yurtdışında yaşanan ekonomik krizlerin de etkisi ile, 1980-2005 döneminde,

sektöre yoğun bir şekilde giriş çıkışlar gözlenmiştir. Sektöre giriş ve çıkışlar hiçbir şekilde sınırlanmadığı

gibi, bazı kuruluşlar, piyasa koşulları doğrultusunda, geçici veya uzun süreli olarak üretimlerini durdurmak

mecburiyetinde kalmışlar, bazıları kapanarak, farklı isimlerle yeniden faaliyete geçmişler, bazıları ise,

kapasitelerini birkaç misli arttırmışlardır. Bu açıdan, serbest piyasa mekanizmasının sektörde tüm yönleri

ile işlediğini söylemek mümkündür.

1985-2005 döneminde, özellikle inşaat demiri üreten kuruluşların üretimindeki % 3000’i aşan

olağanüstü artışlar dikkat çekmektedir. Ülkenin toplam ham çelik üretiminin % 83 oranındaki bölümünün

uzun ürünlere yönelik olması nedeniyle, uzun ürün üretiminin ihtiyacın üzerinde gerçekleşmesi, sektörün

ihracat ağırlıklı çalışmasını zorunlu kılmıştır. Yassı ürünlerde ise, üretimin talep seviyesini karşılayacak

seviyede bulunmaması, açığın ithalât yoluyla karşılanması zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır.

1990’lı yıllar, sektördeki yassı-uzun üretimindeki dengesizliğin yoğun bir şekilde tartışıldığı yıllar

olmuştur.

Bu durum, 1996 yılında gerçekleştirilen AKÇT Anlaşmasına da yansımış ve anlaşma çerçevesinde

devlet yardımları yasaklanırken, anlaşmanın 8. maddesi kapsamında, sektörün toplam sıcak hadde

kapasitesini arttırmadan, yeniden yapılandırma ve dönüştürme projelerinde, 5 yıl süreyle devlet

yardımlarından yararlanabilmesine imkân sağlanmıştır.

1996-2001 yıllarında, yatırımlardaki artışa rağmen, sektördeki modernizasyon ve dönüştürme yatırımları

tamamlanamamıştır.

Öyle ki, yassı-uzun ürün dengesizliğinin giderilmesindeki temel enstrüman olarak görülen İsdemir’in

yassı ürün üretimine dönüştürülmek amacıyla Erdemir’e satılması, AKÇT Anlaşmasının sona erdiği 2001

yılının Ağustos ayından 5 ay sonra, 1 Şubat 2002 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Sektör yeniden

yapılandırma ve dönüştürüm yatırımlarını tamamlayamadığı için Dış Ticaret Müsteşarlığı (DTM) AB

Komisyonu’ndan ek süre talep etmiştir.

Başlangıçta Türkiye’nin süre uzatma talebine olumlu bakan ve sözkonusu talebi süratle

4

4

Page 5: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

onaylayacağı intibaını veren Avrupa Komisyonu, daha sonra bunun, tüm sektörü kapsayan bir yeniden

yapılanma çalışması çerçevesinde mümkün olabileceğini belirtmiştir. AB’nin mali desteği ve danışman

firmalar İDOM-PROKON konsorsiyumu yanında, DTM koordinatörlüğünde, Hazine Müsteşarlığı, DPT

Müsteşarlığı, sektör kuruluşları ve derneğimizin de aktif katılımları ile, 2003 yılında Ulusal Yeniden

Yapılandırma Planı çalışmalarına başlanmıştır.

Ayrıca, Avrupa Komisyonu, ilave sürenin onaylanabilmesi için, yeniden yapılandırma planında

kapasite azaltımının öngörülmesini talep etmiştir. Bu dönemde AB Komisyonu’nun kapasite azaltma

taleplerine ısrarla karşı çıkılmış ve görüşmeler kapasite indirimi konusundaki anlaşmazlık nedeniyle

kilitlenmiştir.

Benzer şekilde, dünya çelik sektöründeki atıl kapasitelerin giderilmesini teminen, 2002 yılında

OECD tarafından başlatılan çalışmalar kapsamında da, üretici ülkelerden kapasite indirimi talep edilmesine

rağmen, Derneğimizce yapılan hazırlıklar esas alınarak, Türkiye için kapasite indirimi öngörülmemiş,

tersine kapasitede ciddi artışlar olacağı yönünde tespitlerde bulunulmuştur. Öyle ki, 1998-2005

döneminde, dünya çelik sektöründe 138 milyon ton civarında kapasite indirimi öngören resmi belgelerde,

Türkiye’nin herhangi bir indirim taahhüdü bulunmamaktadır. Tersine, sözkonusu dönemde, 5 milyon ton

civarında kapasite artışı öngörülmüştür. Kapasite gerçekleşmeleri de, bu öngörüyü teyid edici yönde

gelişmiştir.

2000’li yıllarda Çin Halk Cumhuriyeti’nin üretim ve tüketimindeki olağanüstü artışlar, dünya çelik

sektörüne damgasını vurmuştur. 2000-2005 döneminde, Çin hariç dünya ham çelik üretimindeki artış %

8.3 ve Çin dahil dünya ham çelik üretimindeki artış % 33 seviyesinde kalırken, Türkiye’nin ham çelik

üretimindeki artış % 46 seviyesine ulaşmıştır. Bu durum Türk çelik sektörünün üretimini, Çin hariç dünya

çelik üretimindeki artışa kıyasla, 5 misli, Çin dahil toplam dünya ham çelik üretimine kıyasla ise, 1,5 misli

civarında daha fazla arttırdığını ortaya koymaktadır.

Sözkonusu üretim artışı, ağırlıklı bir şekilde Rekabet Kurumu’nun demir çelik sektörüne yönelik

soruşturmasına konu olan uzun ürünlerde ve soruşturma döneminde gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde,

Türkiye’nin uzun ürün üretimindeki artış ham çelik üretimindeki artışın da üzerine çıkarak, % 50,8

seviyesinde gerçekleşmiştir.

2000-2005 döneminde, Çin dahil dünya ham çelik üretimindeki artış % 33 seviyesinde

gerçekleşirken, Çin’in ham çelik üretimi % 175 gibi son derece yüksek bir oranda artış göstermiştir. Çin’in

dünya ham çelik üretimi içerisindeki payı ise, 2000 yılındaki % 15 seviyesinden, 2004 yılında % 26 ve 2005

yılında % 31 seviyesine yükselmiştir.

Bu durum, dünya çelik fiyatlarının büyük ölçüde Çin’deki gelişmelere bağlı bir seyir izlemesi

sonucunu doğurmuştur. Çin’in üretimindeki son derece yüksek oranlı artışlar, girdi ve navlun fiyatlarının

yükselmesine sebebiyet vermiştir.

Öyle ki, 2003 yılının Haziran ayında 110 $/ton seviyelerinde bulunan hurda fiyatları, 2004 yılının

Şubat ayında 270 $/ton seviyesine, 2004 yılının sonlarına doğru ise, 300 $/ton seviyelerine kadar

yükselmiştir. Diğer temel hammaddeler arasında yer alan cevher fiyatları da, Çin’in aşırı talebi nedeniyle,

2005 yılı kontratlarında % 71.5 oranında artış göstermiştir. Kok kömürü fiyatları 2003 yılında % 300’ün

5

5

Page 6: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

üzerinde yükselmiş, üretim ve talepteki artışa bağlı olarak, ferro alyaj, elektrot gibi diğer temel girdiler ve

navlun fiyatlarında ise, % 300 civarında artışlar gerçekleşmiştir.

Girdi fiyatlarındaki artış, kademeli bir şekilde nihai çelik ürünleri fiyatlarına da yansımış ve diğer

bütün ülkeler ile birlikte, Türkiye de, bu durumdan olumsuz yönde etkilenmiştir.

Tüketiciler, başlangıçta dünya fiyatları ile paralel bir seyir izleyen Türkiye’deki demir çelik ürün fiyat

artışlarını, suni bir artış olarak değerlendirmişlerdir.

Oysa ki, Türk çelik sektörü, dünya çelik üretimi içerisindeki % 2 payı ile, fiyatları yönlendirme

gücüne sahip bulunmamaktadır.

Fiyatlar tamamen arz-talep dengesi doğrultusunda oluşmaktadır. Türkiye piyasasında, yurtdışı

piyasalardan kopuk fiyat seviyelerinin uygulanması mümkün değildir.

Nitekim, Rekabet Kurulu Başkanı Sayın Mustafa Parlak’ın, 20 Ocak 2006 tarihli Referans

Gazetesi’nde yayımlanan Erdemir’in özelleştirilmesinde OYAK’ın Arcelor ortaklığı ile ilgili yaptığı

açıklamada, demir çelik sektörü ile ilgili olarak, ticaretin bu kadar globalleştiği bir dünyada nakliyenin de

artık sorun olmadığını, mamullerin gemiyle nakledildiğini ve kolayca erişildiğini belirterek, “Türkiye’de dünya fiyatlarından bağımsız fiyatlar belirlemek pek mümkün değil. Herkes, bırakınız ilgili ürün pazarının bulunduğu yerde fiyat araştırmasını, internetten öğrenip siparişini veriyor. Erdemir’in burada çok rahat olduğunu düşünmemek gerekiyor. Dünya fiyatlarına bağımlıdır. Rusya ve Ukrayna’daki fiyat oynaklığı, hemen Türkiye demir çelik sektörüne de yansımaktadır. Dünyadan kopuk fiyat belirlemek mümkün değil” şeklindeki sözleri de, iç piyasada yurtdışından bağımsız fiyatların

uygulanamayacağı hususunun, Rekabet Kurumu tarafından da net bir şekilde anlaşıldığını açık bir şekilde

göstermektedir.

2003 yılının son çeyreğinde ve 2004 yılında, Çin’in etkisiyle artan çelik fiyatları, bu defa 2005 yılının

ilk yarısında, Çin’in ekonomiyi soğutmaya yönelik olarak almış olduğu tedbirler sonrasında, gerileme

eğilimine girmiştir. Önlemler sonucunda, Çin’in çelik tüketiminde yavaşlama yaşanırken, üretimindeki artış

hızının yavaşlamak bir yana, daha büyük ivme kazanarak yükselmeye devam etmesi, Çin’in net ihracatçı

pozisyonuna geçmesine sebebiyet vermiştir. Çin’in ihtiyacından fazla üretim gerçekleştirerek ihraç

piyasalarına yönelmesi, uluslararası piyasalarda bir taraftan nihai ürün fiyatlarının düşmesine, diğer

taraftan da hammadde fiyatlarının yükselmesine sebebiyet vermiştir. Bu dönemler arasında, Türkiye ve

dünya fiyatları incelendiğinde, tamamen paralel bir seyrin olduğu açık bir şekilde görülmektedir.

6

6

Page 7: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

Rotterdam Hurda Fiyatları (2002-2005) fob $/ton

0

50

100

150

200

250

300

350

09.0

1.20

02

09.0

3.20

02

09.0

5.20

02

09.0

7.20

02

09.0

9.20

02

09.1

1.20

02

09.0

1.20

03

09.0

3.20

03

09.0

5.20

03

09.0

7.20

03

09.0

9.20

03

09.1

1.20

03

09.0

1.20

04

09.0

3.20

04

09.0

5.20

04

09.0

7.20

04

09.0

9.20

04

09.1

1.20

04

09.0

1.20

05

09.0

3.20

05

09.0

5.20

05

09.0

7.20

05

Kıyılmış

HMS 1

HMS 1&2

7

7

Page 8: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

Hurda fiyatlarındaki aşırı dalgalanma ortamında, DTM’de yapılan toplantılarda ve bilahare DTM’nin

resmi yazısı ile AB Komisyonu tarafından belirlenmiş olan müşavir firma Idom-Prokon konsorsiyumu

tarafından tavsiye edilmesine rağmen, sektör kuruluşları bir dış ticaret şirketi kurarak, hurda alımlarını tek

elden yürütme konusunda başarılı olamamışlardır.

Çin’in net ihracatçı pozisyonuna geçmesi ve Türk çelik sektörünün temel ihraç piyasalarındaki etkinliğini

arttırması, Türk çelik sektörünün ihracatını olumsuz yönde etkilemiş ve 2005 yılında, sektörümüzün

ihracatının % 13,1 oranında gerilemesine sebebiyet vermiştir. Sektörümüz, ihraç piyasalarındaki

kayıplarını, % 20 civarında büyüme gösteren yurtiçi inşaat endüstrisine yönelerek dengelemeye

çalışmıştır.

İnşaat sektöründe gerçekleşen % 20 civarındaki büyüme, yurtiçi çelik tüketiminin % 30’un üzerinde

artmasına yol açmış, ancak buna rağmen fiyatlardaki düşüş eğilimi devam etmiştir. Bu durum, talep

seviyesi arttıkça sektörün üretimini arttırdığını açıkça ortaya koymaktadır.

Sözkonusu üretim artışı sayesinde, 2000 yılında, dünya ham çelik üretim sıralamasında 17. sırada

yer alan Türkiye, 2005 yılı itibariyle, 11. sıraya yükselmiş bulunmaktadır.

Çin’in dünya çelik sektöründe yarattığı dalgalanmalardan olumsuz yönde etkilenen global ölçekteki

çelik üreticileri, sözkonusu dalgalanmaların olumsuz etkisini asgari düzeye indirebilmek için, son yıllarda

satınalmalar ve birleşmeler yoluyla konsolidasyona ağırlık vermeye başlamışlardır.

2002 yılında, üç firmanın birleşmesiyle kurulan 50 milyon ton/yıl kapasiteli Arcelor ve bu yılın

başlarında dünyanın en büyük üreticisi konumuna gelen 75 milyon ton/yıl kapasiteli Mittal Steel, global

8

8

Page 9: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

düzeydeki konsolidasyonun bir sonucu olarak ortaya çıkan firmalardan yalnızca iki tanesidir.

Son olarak, 2006 yılının başlarında Mittal Steel’in Arcelor’u almak üzere yaptığı teklif hâlen

sonuçlanmamıştır.

Çin’in, zaman zaman piyasalardaki arz-talep dengesini bozucu etkisini, Mittal Steel, Arcelor, Corus

gibi, herbirinin kapasitesi Türk demir çelik sektörünün toplam kapasitesinden birkaç misli daha yüksek olan

büyük çelik üreticileri, üretimlerini kısarak dengeleme yoluna gitmişlerdir. Bu amaçlarında da kısmen

başarılı olmuşlardır.

Türkiye uzun ürün piyasasında, 2 entegre, 18 EAO’lu uzun ürün üreticisi, çok sayıda tüccar ve 150

civarında haddeci kuruluş faaliyet göstermektedir. Ham çelikten üretim yapan Elektrik Ark Ocaklı

kuruluşlar, ağırlıklı bir şekilde ihraç piyasalarına yönelik olarak üretimlerini sürdürmekte ve üretimlerinin

büyük bir bölümünü dış piyasalara satmaktadırlar.

Bazı üreticilerde bu oran % 80 seviyelerinin üzerinde bulunmaktadır. Dolayısıyla, üretim miktarları

sınırlı ölçüde yurtiçi piyasaya yansımaktadır.

Haddeci kuruluşların iç piyasadaki ağırlıkları ise, % 50 ile % 60 arasında değişmektedir. Bu kadar

çok oyuncunun bulunduğu bir piyasada, herhangi bir konuda işbirliği yapılması kesinlikle mümkün değildir.

Esasen Rekabet Kurulumuzca 2000’li yılların başlarında, haddeci kuruluşlar için açılan bir soruşturmada

da, rekabet hukukunun ihlal edilmediği sonucuna varılmıştı. Haddeci kuruluşların uzun ürün piyasasındaki

ağırlığına ilişkin sözkonusu veriler, DTM koordinatörlüğünde hazırlanan Ulusal Yeniden Yapılandırma

Planı’nda detaylı bir şekilde yer almıştır.

Özetle ifade etmek gerekirse, piyasada bu kadar büyük bir paya sahip olan haddecilerin rekabet

hukukunu ihlal durumunun bulunmadığının Kurul kararı ile sabit olduğu, geri kalan kısmın ise, üretim

yöntemi ve maliyet yapısı itibariyle önemli ölçüde farklılaştığı dikkate alındığında, rekabet ihlalinin ve kartel

kurulmasının mümkün olmayacağı hususu, ekonomik bir gerçeklilik olarak izahtan vârestedir. inşaat demiri

piyasası, tüccardan haddeciye, ark ocaklı üreticiden entegre tesis üreticisine kadar, maliyet yapısı, finansal

durumu ve kârlılık beklentisi itibariyle, önemli ölçüde farklılaşan, piyasalardaki gelişmelere göre, yurtiçi ve

yurtdışı geçirgenliğin, süratli bir şekilde fiyatlar üzerinde dengeleyici rol oynadığı ve bu yönüyle tam

rekabet şartlarının hakim olduğu bir mahiyet arzetmektedir. Kaldı ki, 2 entegre, 18 EAO’lu tesis, çok sayıda

tüccar ve 150 civarında haddeci kuruluşun faaliyet gösterdiği, son derece parçalı bir yapı içerisinde

bulunan Türk demir çelik sektöründe, herhangi bir şekilde ortak karar alınarak uygulanması mümkün

değildir.

Sonuç• Dünya çelik üretimi, 2005 yılında 1 milyar 129 milyon ton seviyesine ulaşmış bulunmaktadır.

• Sözkonusu üretimin, yaklaşık 1/3 oranındaki bölümü uluslararası ticarete konu olmaktadır.

• Türkiye’nin 2005 yılı üretimi 20,96 milyon ton seviyesinde gerçekleşmiştir. Türkiye, sözkonusu

üretimin 10,5 milyon tonluk bölümünü ihraç etmiştir.

• İhtiyaç fazlası üretim sebebiyle, Türkiye ağırlıklı bir şekilde uzun ürün ihraç ederken, üretimi

9

9

Page 10: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

yetersiz kalan yassı ürünleri ithal etmektedir.

• 2005 yılında, 10,5 milyon tonluk ihracatın 9,2 milyon tonluk bölümünü nihai ürün ve kütük

ihracatından oluşan, uzun ürünler teşkil etmiştir.

• Uzun ürün üretiminde, herhangi bir sıkıntı veya sınırlama sözkonusu değildir.

• 2000-2005 döneminde, Türkiye’nin ham çelik üretimi, Çin hariç dünya ham çelik üretimindeki artışa

kıyasla 5 misli, Çin dahil dünya ham çelik üretimindeki artışa kıyasla ise, 1,5 misli artış kaydetmiştir.

• Sözkonusu üretim artışı, aynı dönemde yurtiçi tüketimdeki daralmaya rağmen, ağırlıklı bir şekilde

uzun ürünlerde gerçekleşmiştir. İç tüketim 2005 yılında artış göstermiştir.

• Türk demir çelik sektöründe yer alan üreticiler, tamamen piyasa koşulları çerçevesinde faaliyetlerini

sürdürmektedir. Sektöre pek çok firmanın giriş-çıkış yapması bunun açık bir göstergesidir.

• Türkiye’nin uzun ürün üretiminin, son yıllarda sürekli bir şekilde artış eğilimi içerisinde bulunması,

üretimin yurtiçi tüketim miktarının yaklaşık 2 misli civarında gerçekleşmesi sonucunu doğurmuştur.

• Arz miktarının sürekli olarak arttığı bir ortamda, fiyatların baskı altında kalacağı hususu izahtan

vârestedir.

• Diğer taraftan, 18 elektrik ark ocaklı ve 2 entegre tesise ek olarak, 150’nin üzerindeki haddehane

ve çok sayıdaki tüccar arasındaki keskin rekabet de, iç piyasada fiyatlar üzerindeki baskıyı

arttırmaktadır.

• Esasen yurtiçi fiyatların, ihraç fiyatlarından daha yüksek olmadığı hususu, dünya çapında yaygın bir

şekilde uygulanmakta olan ve yurtiçi fiyatların ihraç fiyatlarından daha yüksek çıkması halinde,

damping vergisi kararı ile cezalandırılan, anti-damping soruşturmaları ile de teyid edilmiştir.

• Dünya ham çelik üretiminde, % 2 oranında paya sahip olan Türkiye’nin, global piyasalardaki fiyat

seviyelerini etkileme gücü bulunmamaktadır.

• 2005 yılında, inşaat sektöründeki talep seviyesinin % 33 oranında artış göstermesine rağmen,

yurtiçi piyasada herhangi bir tedarik sıkıntısı veya fiyat artışı yaşanmamış, tersine Çin’in net

ihracatçı olmasının da tesiri ile, fiyatlar, uluslararası piyasadaki fiyatlara paralel olarak gerileme

eğilimi içerisine girmiştir.

• Bu durum da, Türk çelik sektörünün dünya çelik sektörü ile tam manası ile bütünleşmiş olduğunu,

piyasada rekabet hukukunu ihlal eden suni bir takım yaklaşımlarla, fiyatların belirlenmesinin

kesinlikle mümkün olmadığını, Türkiye’nin 4 misli civarında üretim yapan ve tek merkezden karar

alan kuruluşların dahi böyle bir imkânının bulunmadığını açıkça ortaya koymaktadır.

10

10

Page 11: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

REKABET HUKUKU

COMPETITION LAW AND TURKEY’S ENTRANCE INTO THE EUROPEAN UNION:A CHANCE TO EXPAND THE RULE OF LAW

Larry WHITE (Çankaya University)

The Republic of Turkey appears to be on its way to accomplishing a long-sought goal—

membership in the European Union (EU). With the decision of the EU on 03 October 2005 about the

framework of negotiations with Turkey, Turkey has achieved the Copenhagen criteria of maintaining a

stable democracy and market economy. Turkey can now conduct negotiations with the EU to ensure

Turkish national law and procedures adhere to the EU standards contained in the thirty-five chapters of the

EU acquis. Although the road ahead appears to be long and possibly difficult, Turkey seems to be firmly

on the path to achieving its goal of membership in a united Europe. However, ın conforming to the EU

standards, Turkey has the opportunity to expand the application of the rule of law—particularly with

regards to the are of competition law.

The concept of the “rule of law” is widely recognized as indicative of developed societies. What

the term “rule of law” means can be tough to define precisely. The European Union sets a basis for the rule

of law by establishing the standard for resolution of disputes with the union itself and within member

nations with Articles 41 and 47 of the European Charter of Human Rights. In dealing with agencies,

affected parties are entitled to a hearing before a fair and impartial officer within reasonable time.1

This principle in well-represented in Turkish law. The Republic of Turkey has a time-tested judicial

system with a nationwide system of courts and a highly-trained and professional judiciary. With a court

system that allows for appeals to separate bodies and an independant judiciary, it is fair to say that the

necessary structure to support the rule of law exists in Turkey. However, improvements can be made and

the question is how that can be done in the area of competition law.

Current Turkish competition law is a relatively recent development but has been off to an

1 European Union, “Charter of Fundamental Human Rights,” 2000/C 364/01, art. 41 and 47 (2000).

11

11

Page 12: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

outstanding start in a short period of time. In 1994, the Turkish Parliament passed law number 4054,

entitled “The Act on the Protection of Competition” (the “competition law”).1 The major provisions

governing the competition process in Turkey will look very familiar to the American antitrust and European

competition communities. For example, Article 4 of the competition law deals with agreements in restraint

of trade and looks very similar to Section 2 of the Sherman Act (US Antitrust Policy) and Article 81 of the

EC Treaty (EU Competititon Law Policy) Similarly, Article 6 deals with abuse of a dominant position

(monopoly) and looks very similar to Section1 of the Sherman Act and Areticle 82 of the EC Treaty.

Central to the oversight of competition law in Turkey is the Turkish Competition Authority (TCA).

The TCA, or Rekabet Kurumu (RK)” as it is known in Turkey, is the focal point for competition matters.

Authorized by the 1994 competition law, it was not functional until 1997.2 The TCA has won kudos for its

work in its short eight-year history. The TCA has quickly evolved into a highly regarded organization.3 Part

of its rapid rise has been its study of US competition regime--where duties are shared between the Federal

Commission, the Department of Justice, and state attorneys general—and the EU competition regime—

where duties are shared between the European Commission’s Directorate General for Competition and

national competition authorities.4 As a result, there has been a rapid development in the body of Turkish

competition law.

In Turkey, since the TCA has the status of an administrative agency, its decisions are appealable to

the Council of State. Economic cases, of which competition law cases are considered a part, are the

responsibility of the 13th Chamber5 with a second appeal possible to the plenary assembly of the Council.6

The decision of the plenary assembly of Council of State is the final administrative adjudication.7 This

differs substantially from the appeals process in the US and the EU—after the administrative decision (US

FTC or EU DG-Comp), the matter is then appeal to the judicial courts (US Circuit Courts or the European

1 7 December 1994. Published in the Official Gazete on 13 December 1994 (hereinafter “Law 4054”).2 Turkish Competition Authority, “1998 Annual Report” (1999).3 The Organization for Economic Cooperation and Development (OECD) has published two recent reviews praising the gains made by the TCA. OECD, COMPETITION LAW AND POLICY IN TURKEY, 7 (2005); OECD Policy Brief (August), “Competition Law and Policy in Turkey” (2005).4 See Ayşe Mumcu, “Competition Policy in Turkey” (2001) at http://www.econ.boun.edu.tr/papers/pdf/wp-01-17.pdf#search='turkey%20competition%20law'.5 See, e.g. Decision 2205/278 (2005).6 Republic of Turkey Council of State,”Danistay – Council of State” (2005); Law 2575.7 Id.

12

12

Page 13: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

Court of Justice).

The competition law also provides for private award of competition damages1 but this appears to be

secondary process to TCA enforcement. After the TCA has determined that a competition violation has

occurred, a second commercial lawsuit can be initiated for ratification of the TCA decision to provide a

collection mechanism.2 The High Court of Appeals has rejected lawsuits that bypasss the TCA,3 thereby

effectively preventing stand-alone suits for competition damages. Again this differs from the process in the

US—where private enforcements actions are encouraged—and the EU where private enforcement actions

are increasing.

It is clear that a functioning competition regime has been established in Turkey. By providing a

defined process for resolution of competition issues, conforming to a comprehensive written procedure that

avails itself of a fair and impartial judicial system, the competition law resolution process would meet the

minimum requirements for rule of law. However, looking at the two systems that provided the original

“inspiration” for the Turkish competition scheme (US and EU), there appears to be improvements to make,

that may not be required, but that would enhance the rule of law.

In essence, the Turkish competition regulation system creates a separate review process for

deviations from competition law because it is considered to be a regulatory process. As also shown

above, this meets the minimum requirements for rule of law in the competition arena. However, realigning

the competition law review process in Turkey may help improve the competition law process in Turkey and

be a leader for enhanced rule of law as Turkey prepares itself for entrance into the EU.

Any central question regarding competition law is where it fits into the big body of law. As

competition law deals with the delivery of good and services from businesses to its customers, it must

logically be a division of commercial law.4 Except for those regulatory issues requiring government action,

most business disputes involve two companies resolving differences. Such actions are initiated in the

Turkish trial court system5 and eventally make their way up to the High Court of Appeals on appeal—not

the Council of State. This leads to the conclusion that commercial law adjudication in Turkey is disjointed

1 Law 4054, art. 56-59.2 Conversation with Judge-Reporters of the Council of State, 16 Dec. 20053 Id.4 See definition of Commercial Law. BLACK’S LAW DICTIONARY, 2nd Pocket Ed., 111 (2001). 5 Conversations with Judge-Reporters of the Council of State and the High Court of Appeals, 16, 29 Dec. 2005.

13

13

Page 14: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

with some types of actions going one way and other types going other ways.

The relationship between competition law and consumer protection law may also provide illustrate

this dichotomy. Most antitrust or competition law matters focus more on the overall market—ensuring that

there are enough competitiors to allow markets forces to react to supply and demand. Consumer

protection law is often dealt with completely separately, but an argument can be made that overall market

considerations and consumers issues are part of the same delivery system – production to retail sales –

and should be dealt with jointly, or at least in a coordianted fashion. At least commentator has argued for

a closer relationship between consumer protection considerations and market considerations.1 In Turkey,

consumer protection is dealt with under a separate law and disputes are handled by special consumer

courts but eventually make their way up to the High Appeals Court—again, not the Council of State.2 By

aligning the appeals court process for competition law and consumer protection law, we take the first step

towards bringing these naturally close topics closer together in practice and not just in theory.

Private suits for competition damages are authorized in all three jurisdictions but this may be more

theory than practice in Turkey. Essentially now, private damages are recovered secondarily by another

suit after the resolution of the TCA actions.3 These second suits are initiated in the trial courts and find

their way to appeal again to the High Appeal Court. Both the EU and US allow private suits to start in

regular courts from the start. Allowing this same process to occur in Turkey would simplify and encourage

more private suits.

There are really three simple methods for a solution – changing the relationship between the

courts, changing the competition review process alone, or changing the initiation of suits in the courts.

As compared to the EU and US where the court system is relatively briefly addressed in the

respective constitutions4, the Turkish court system is more defined in the Turkish constution. The

constitution sets up six high courts, all co-equal. If the Turkish competition review system were to be

changed to have competition cases reviewed by the High Court of Appeals after the Council of State, this

would be a fundamental change to the process and would require a constitutional change. Possible, but 1 Spencer Weber Waller, In Search of Economic Justice: Considering Competition and Consumer Protection Law, 36 LOY. U.CHI. L.J. 631 (2005). 2 See Law 4077, The Act on Consumer Protection, art. 23, 26 (1995).3 Conversation with Judge-Reporters of the Council of State, 16 Dec. 2005.4 U.S. CONST. art III sec. 1(“The judicial Power of the United States shall be vested in one supreme Court, and in such other inferior courts as the Congress may from time to time establish.”) EU CONST. art. 28 (“The Court of Justice shall include the European Court of Justice, the High Court and specialized courts.”).

14

14

Page 15: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

more complex and would expand the time required for final resolution of cases.

The second solution is to change the review process for TCA decisions by sending them to the

High Court of Appeals rather than the Council of State. This change could just be made by a new law,

since the precise jurisdiction of the courts is set by law, not by the constitiution. Although not a given, it is

possible that the High Court of Appeals could reduce the time for review. However, allowing the TCA

cases to come to the High Court of Appeals would allow sooner consolidation of all commercial law

matters in a particular case and may result in more predictable results. The downside is that the direct

Council of State input might be lost, as well as its important coordination function of economic entities.

However, this impact could be lessened by allowing the Council of State to retain its administrative

jurisdiction of the TCA and the attendant coordination function.

The third solution is to have the competition law cases start in the trial courts rather than at the

TCA. The TCA can still initiate cases but more importantly, provide expert analysis to the courts as to the

pro- or anti-competitive nature of any questioned action in the market. There is no doubt that the TCA is a

highly-professional organization to provide expert analysis of competition matters.

The decision on which of these three solutions to implement is not exclusive; in particular, solutions

two and three could be implemented together to allow the TCA decide cases brought to it and at the same

time allow private suits to start in the courts with expert analysis from the TCA.

The Turkish government, through the Turkish Competition Authority, has set up a comprehensive

competition enforcement regime. Although the competition law system in Turkey meets the standards of a

normal rule of law analysis, the procedures for competition law are different in character from the

procedure used for closely-related areas of the law. By comparing the Turkish competition law system

with those of the American and European Union systems from which it was originally modeled, it appears it

appears that the Turkish system can be improved by allowing the judiciary system, as opposed to the

administrative adjudication system, to have the final word in competition law matters.

15

15

Page 16: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

REKABETİN KORUNMASI VE KAMU KURUMU NİTELİĞİNDEKİ MESLEK KURULUŞLARI

K. Burak ÖZTÜRK*

Rekabet Kurulu’nun faaliyete geçtiği günden bu yana birkaç kez karşılaştığı sorunlardan biri, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının tarife belirleme yönündeki işlemlerinin 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’a aykırılık oluşturup oluşturmadığı sorunudur. Sorun bir yandan 4054 sayılı Kanun’un kapsamının belirlenmesine ve uygulanmasına ilişkin bir rekabet hukuku sorunu olmakla birlikte; diğer yandan, Rekabet Kurumu’nu, dar anlamda rekabet hukukunun dışında kalan bir alana ilişkin sonuçlar içeren saptamalar yapmaya sevketmesi yönünden, kamu hukuku ilke ve kuralları açısından da değerlendirilmeyi haketmektedir.

Anayasa’nın 135 inci maddesi uyarınca kanunla kurulan ve kamu tüzel kişiliğine sahip olan kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının 4054 sayılı Kanun’a tâbi olup olmadıklarının belirlenmesi, üzerinde durulması gereken ilk noktadır. Rekabet Kurulu, bu konuda esaslı bir duraksama yaşamaksızın, anılan kamu tüzel kişilerinin 4054 sayılı Kanun anlamında “teşebbüs birliği” niteliğinde olduklarına karar vermiştir1. Gerçekten de, 4054 sayılı Kanun’un 3 üncü maddesinde teşebbüs birliği, “(t)eşebbüslerin belirli amaçlara ulaşmak için oluşturduğu tüzel kişiliği haiz ya da tüzel kişiliği olmayan her türlü birlikler” biçiminde tanımlandığına göre; belirli bir mesleğin üyelerinden oluşan ve mesleki amaçlarla kurulan kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının da bu tanım içerisinde yer aldığı sonucuna varılabilir. Bu kuruluşların, kamu tüzel kişiliğine sahip olması, onların hukuk sistemi içerisinde özel hukuk kişilerinden farklı konumlandırılması sonucunu doğursa da; 4054 sayılı Kanun’da bu konuda bir istisna getirilmediğinden, en azından rekabet hukuku alanında, teşebbüs birliği niteliğindeki özel hukuk tüzel kişileriyle kamu tüzel kişileri arasında bir farklılık gözetilmediğini söylemek mümkündür2. Ancak, tanımlama aşamasında kendisini göstermeyen bu farklılık, olası rekabet ihlalinin değerlendirilmesi söz konusu olduğunda çözümü kolay olmayan güçlükler yaratabilmektedir.

Bu güçlükler, esas olarak, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının asgari ücret tarifesi belirleme işlemleri dolayısıyla su yüzüne çıkmıştır. Rekabet Kurulu’nun bu konuda geliştirdiği yaklaşımın, ana hatlarıyla ortaya çıktığı söylenebilir. Buna göre, Rekabet Kurulu, asgari ücret tarifesi belirleme işlemlerinin rekabet düzenini ihlal eder nitelikte olduğunu benimsemekle beraber, kuruluş kanunlarında asgari ücret belirleme konusunda açıkça yetkilendirilen kamu

* Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı1 Belirleyebildiğimiz kadarıyla, Kurul’un bu konudaki ilk kararı, Elektrik Mühendisleri Odası’nın teşebbüs birliği olarak nitelendirildiği, 19.2.1998 tarih ve 53/384-44 sayılı kararıdır (R.G. 20.11.1998 – 23529). Aşağıda farklı vesilelerle atıf yapılan tüm Rekabet Kurulu kararlarından da, en azından dolaylı olarak, bu yolda bir çıkarım yapılması mümkündür. 2 Bununla birlikte, 4054 sayılı Kanun’da yer alan teşebbüs birliği tanımında, “teşebbüslerin (…) oluşturduğu (…) birlikler” ifadesine yer verilmesinin, bu “oluşma”nın teşebbüslerin kendi iradeleriyle gerçekleşmesi gerektiği izlenimini de doğurmaya elverişli olduğu; anılan tanım böyle yorumlandığı takdirde ise, kanunla kurulan ve oluşumu üyelerinin serbest iradesine dayanmayan -üyeliğin zorunlu tutulduğu- kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının bu tanım kapsamında görülmesinin güçleşeceği de belirtilmelidir.

16

16

Page 17: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları hakkındaki şikâyetlere ilişkin olarak herhangi bir işlem yapılmamasına; ancak, asgari ücret tarifesi belirleme konusunda yetki veren yasa hükümlerinin 4054 sayılı Kanun’a aykırı oldukları gerekçesiyle, yasal düzenleme değişikliği talebi ile TBMM, Başbakanlık ve ilgili Bakanlık nezdinde girişimde bulunulmasına karar vermektedir1. Bir başka anlatımla, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının asgari ücret tarifesi belirleme işlemleri, Rekabet Kurulu’na göre, 4054 sayılı Kanun’a aykırıdır; ancak, anılan kuruluşları bu konuda açıkça yetkilendiren yasa hükümleri varken, bu rekabet ihlallerine yaptırım uygulanması olanağı bulunmamaktadır.

Kurul’un bu yaklaşımının, rekabet düzeninin tam olarak sağlanması amacının gerçekleştirilmesi bakımından yetersiz kaldığı yolundaki eleştiriler2, konunun rekabet hukuku boyutuna ilişkindir. Bu yaklaşımın dolaylı kimi sonuçlarının kamu hukuku bakımından değerlendirilmesi ise, sorunun farklı bir yönünü ortaya koymaktadır. Öncelikle, Kurul kararlarında açıkça zikredilmemekle birlikte kurulduğu ortada olan genel hüküm – özel hüküm ilişkisinin, sorunun çözümü açısından yeterli olup olmadığı tartışılmalıdır.

Konunun, 4054 sayılı Kanun’un genel niteliği karşısında, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının kuruluş kanunlarının asgari ücret tarifesi belirleme konusunda açıkça yetki veren hükümlerinin öncelikle uygulanırlığı sorunu olarak ortaya konması, bu kuruluşların varlık nedenleri ve görevlerinin bütünsel olarak değerlendirilmesini bir yana bırakarak, sorunu basit bir norm çatışmasına indirgemektedir. Nitekim Rekabet Kurulu’nun TMMOB’a ilişkin bir kararında3, bu kuruluşun açık bir yasal yetkiye dayanmaksızın asgari ücret tarifesi belirlediği gerekçesiyle para cezası ile cezalandırılmasına karar vermesi4, bu indirgeyici yaklaşımın bir sonucudur. Ayrıca, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına asgari ücret tarifesi belirleme konusunda açık yetki veren yasa hükümlerinin, rekabetin korunması konusunda gereken tedbirleri almayı devlete yükleyen Anayasa’nın 167 nci maddesine aykırılığı savunulurken yapılan açıklamalarda5, aynı Anayasa’nın 135 inci maddesinden hiç söz edilmemesi de bu çerçevede değerlendirilebilir.

Esasen, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının Anayasa’nın 135 inci maddesinde ve kuruluş kanunlarında öngörülen amaçlarının, rekabet düzeniyle herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır. Anayasa koyucu, rekabetin korunmasında kamu yararı görerek bu konuda gerekli önlemleri almayı devlete görev olarak yükleyen 167 nci maddeye Anayasa’da yer verdiği gibi, belli bir mesleğe mensup olanların mesleki ihtiyaçlarının karşılanması ve mesleki menfaatlerinin geliştirilmesi amacıyla Anayasa’nın 135 inci maddesinde meslek kuruluşlarını hükme bağlamıştır. Her ne kadar, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına üye olan gerçek ve tüzel kişiler çoğu zaman 4054 sayılı Kanun anlamında teşebbüs niteliği taşısalar da; kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, kuruluş amaçları ve varlık nedenleri dikkate

1 Rekabet Kurulu’nun Türk Tabipleri Birliği’ne ilişkin 30.10.2003 tarih ve 03-70/851-369 sayılı kararı (R.G. 23.03.2004 – 25411), Türkiye Barolar Birliği’ne ilişkin 13.11.2003 tarih ve 03-73/876(a)-374 sayılı kararı (R.G. 09.04.2004 – 25428) ile Türk Dişhekimleri Birliği’ne ilişkin 13.11.2003 tarih ve 03-73/876(b)-375 sayılı kararı (R.G. 09.04.2004 – 25428). 2 Oğuzkan Güzel, Rekabet Hukukunda Teşebbüs ve Teşebbüs Birlikleri, Rekabet Kurumu Yayın No: 116, Ankara 2003, s. 66 v.d.; Mehmet Özden, Profesyonel Meslek Birlikleri, Rekabet Kurumu Yayın No: 151, Ankara 2004, s. 72 v.d. 3 Rekabet Kurulu’nun 22.01.2002 tarih ve 02-04/40-21 sayılı kararı (R.G. 26.05.2003 – 25119). Danıştay 10. Dairesi’nin 17.11.2003 tarih ve E. 2003/2564 – K. 2003/2705 sayılı kararıyla, anılan Rekabet Kurulu kararının yürütülmesi durdurulmuş; daha sonra ise, Danıştay 13. Dairesi’nin 8.7.2005 tarih ve E. 2005/916 – K. 2005/3436 sayılı kararıyla iptaline karar verilmiştir. Danıştay’ın iptal gerekçesi, kararın –dar anlamda- esasına ilişkin olmayıp; soruşturmayı yürüten heyete başkanlık eden Rekabet Kurulu üyesinin, ilgili soruşturma sonucunda Kurulca verilen karara katılması ve oy kullanması nedenine dayanmaktadır. 4 Oysa, Rekabet Kurulu daha eski tarihli bir kararında, TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası’nın Teknik Uygulama Sorumluluğu (TUS) uygulamasının rekabet ihlali teşkil edip etmediğini değerlendirirken, TMMOB kuruluş yasasında mimar ve mühendis odalarına bu konuda açık yetki veren bir hükmün varlığını aramamış; odaların ve TMMOB’un görevlerini genel olarak düzenleyen yasa hükmünü yeterli görmüştür. Bkz. dn. 1’de atıf yapılan Rekabet Kurulu kararı. 5 Özden, a.g.e., s. 73 v.d.

17

17

Page 18: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

alındığında, “teşebbüslerin birliği” olarak tasarlanmadığı, “belli bir mesleğe mensup olanların zorunlu birliği” biçiminde düşünüldüğü ortadadır1. 4054 sayılı Kanun’da yer alan tanımların bu kuruluşları da kapsıyor olması, bunların işlem ve eylemlerinin değerlendirilmesinde rekabet hukukunun alanı dışında kalan hiçbir mülahazanın dikkate alınmayacağı anlamına gelmez.

Konuya bu açıdan bakıldığında, kuruluş kanunlarında kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına yüklenen görev ve tanınan yetkilerin, salt rekabet hukuku perspektifinden değerlendirilmesinin pozitif hukuk açısından sağlıklı sonuçlar doğurmayacağı açıktır. Bu kuruluşlara, mesleki menfaatlerin gerçekleştirilmesi ve mesleki ihtiyaçların karşılanması için verilen görevlerin, ilgili kuruluş kanunlarında açıkça öngörülmeyen durumlarda dahi kimi yetkilerin kullanılmasını gerekli kıldığı hususu gözden kaçırılmamalıdır. Kuşkusuz bu yetkilerin kullanılması, yürürlükteki yasalara ve bu bağlamda 4054 sayılı Kanun’a aykırı olmamalıdır. Bununla birlikte, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının yetkilerinin sınırı belirlenirken, kuruluş kanunlarının getirdiği düzenlemenin bütünsel analizi tamamen göz ardı edilerek, konuya yalnızca 4054 sayılı Kanun’un penceresinden bakılması düşünülemez.

Anayasal düzeyde de sorunun Anayasa’nın 167 ve 135 inci maddeleri arasındaki bir değer çatışması olarak görülmesi mümkündür. Bu anlamda, anılan iki anayasa hükmü arasında bir değer farkı gözetilmesi pozitif hukuk bakımından mümkün olamayacağından, farklı amaçlarla öngörülmüş bu iki düzenlemenin bağdaştırılması zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Aslen yasa koyucu tarafından yapılması gereken bu bağdaştırma, yasal düzenlemelerin yetersizliği ölçüsünde uygulamacıya düşmektedir.

Bununla birlikte, rekabetin korunmasını sağlamak amacıyla oluşturulan Rekabet Kurulu’nun, bu amaç dışında kalan hususları da gözeterek yukarıda sözü edilen türden bir bağdaştırma faaliyetine girişmesini beklemek, Kurul’un işlevine ters düşmektedir2. Kaldı ki, Kurul’un yukarıda anılan TMMOB kararı, pratik sonuçları bakımından da, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına ilişkin olarak verilen Rekabet Kurulu kararlarının yaratabileceği sorunlara iyi bir örnek oluşturmaktadır.

Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının asgari ücret tarifesi belirlemeye ilişkin işlemlerinin, düzenleyici idari işlem niteliğinde olduğu kuşkusuzdur. Rekabet Kurulu’nun bu işlem dolayısıyla işlemi tesis eden kuruluşa para cezası uygulaması bir tarafa bırakılacak olursa, rekabet düzenini ihlal ettiği belirlenmiş olan bu işlemin hukuksal geçerliliği konusu tartışılmayı hak etmektedir. 4054 sayılı Kanun’un 4 ve 6 ncı maddelerinde, rekabet düzenini ihlal eden işlem, eylem ve davranışların hukuka aykırı ve yasak olduğu hükme bağlandığına göre; sözgelimi, bu türden bir idari işleme karşı idari yargıda açılacak bir iptal davasında, idari yargı yerinin 4054 sayılı Kanun hükümlerini de dikkate alarak bir karar vereceği tartışmasızdır. Bununla birlikte, Rekabet Kurulu’nun yetkilerini düzenleyen 4054 sayılı Kanun hükümleri uyarınca, Kurul’un böyle bir idari işlemin geçerliliği hakkında herhangi bir karar veremeyeceği de aynı ölçüde açıktır. Esasen, 4054 sayılı Kanun’un, rekabet düzeninin idari işlemler aracılığıyla da ihlal edilebileceği olasılığını öngördüğünü söylemek pek de mümkün görünmemektedir. Anılan Kanun’un 56 ncı maddesinde, bu Kanun’un 4 üncü maddesine aykırı teşebbüs birlikleri kararlarının geçersiz olduğu hükme bağlanmış ise de, 56 ncı maddenin, rekabetin sınırlanmasının özel hukuk

1 Kuşkusuz, meslek birliklerinin kamu kurumu niteliğinde olması ve kanunla kurulması evrensel bir zorunluluk değildir. Bu birliklerin özel hukuk tüzel kişileri olarak örgütlenmeleri ve meslek mensuplarının iradesini esas alan bir oluşum biçimine kavuşmaları arzu edilebilir. Ancak Türk pozitif hukuku açısından, Anayasa’nın 135 inci maddesinde değişikliğe gidilmediği sürece, bu teşekküllerin kanunla kurulan kamu tüzel kişileri olduğu açıktır. 2 Her ne kadar, 4054 sayılı Kanun’un muafiyeti düzenleyen 5 inci maddesi hükmünde, teşebbüs birlikleri kararlarının Kanun’un 4 üncü maddesi uygulamasından –Rekabet Kurulu tarafından- muaf tutulmasına olanak tanınmış ve muafiyet koşulları arasında “(m)alların üretim veya dağıtımı ile hizmetlerin sunulmasında yeni gelişme ve iyileşmelerin ya da ekonomik veya teknik gelişmenin sağlanması” ve “(t)üketicinin bundan yarar sağlaması” gibi hususlara yer verilmiş ise de, muafiyetin diğer koşulları incelendiğinde, doğal olarak, bu müessesenin de rekabetin korunması açısından ele alındığı ve yukarıda sözü edilen değer çatışmasını çözmeye elverişli olmadığı söylenebilir.

18

18

Page 19: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

alanındaki sonuçlarını düzenleyen beşinci kısımda yer alması karşısında, bu hükmün idari işlem niteliği taşıyan teşebbüs birlikleri kararları hakkında da uygulanabileceği sonucuna varmak olanaksızdır1. Bu durumda, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının rekabet düzenini ihlal eden idari işlemlerinin kendiliğinden geçersiz olacağı söylenemeyeceği gibi; Rekabet Kurulu’nun bu işlemlerin geçerliliğine ilişkin bir karar vermesi de düşünülemez.

O halde, kural olarak hukuka uygunluk karinesinden yararlanan bu idari işlemlerin geçersiz kılınması, işlemi tesis eden idare tarafından işlemin geri alınması ve kaldırılması durumları dışında, idari yargı yerlerine ait bir yetkidir. İptal davası aracılığıyla harekete geçirilen idari yargı yeri işlemin iptaline karar vermedikçe, ilgili idari işlemin geçersizliğinden söz edilmesi mümkün değildir. İdari işlemlerin, kamu gücüne dayanan tek taraflı irade ile tesis edildikleri ve ilgililerinin rızası aranmaksızın onlar üzerinde hukuki sonuç doğurdukları düşünüldüğünde, Rekabet Kurulu tarafından rekabet düzenini ihlal ettiği saptanan bir meslek kuruluşu işleminin, idari yargı yerince yürütülmesi durdurulmadığı veya iptal edilmediği sürece, o meslek mensuplarını bağlayacağı açıktır. Özellikle, Rekabet Kurulu’nun rekabet düzenini ihlal ettiği gerekçesiyle yaptırıma bağladığı bir idari işlemin, idari yargı yerince hukuka uygun bulunarak iptal edilmemesi durumu, gerek meslek birliğinin, gerek o birliğe üye meslek mensuplarının ne şekilde hareket edeceklerini belirleme olanağını neredeyse ortadan kaldırmaktadır.

Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, Anayasa ve kuruluş kanunlarıyla kendilerine verilen görevleri yerine getirmek için tesis ettikleri idari işlemlerle rekabet düzenini ihlal etmeleri sorunu, yalnızca rekabet hukuku yönünden değerlendirilmesi mümkün olmayan bir sorundur. Bu konuda yapılacak bir değerlendirmede, bu kuruluşların varlık nedenleri ve amaçlarının da dikkate alınması zorunludur. Böylesi bir değerlendirmenin, temel amacı rekabet düzeninin korunmasını sağlamak olan Rekabet Kurulu tarafından yapılmasının, gerek anayasal düzeyde eşdeğer sayılması gereken 167 ve 135 inci madde hükümlerinin bağdaştırılması, gerek idari işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi yönünden doğurabileceği olası pratik sorunlar dikkate alındığında, sağlıklı bir çözüm yolu olduğunu söylemek kolay değildir. Özellikle idari işlemler ile rekabet düzeninin ihlal edilmesi durumunda, Kurul’un bu idari işlemin iptali için idari yargıya başvurması ve uyuşmazlığın idari yargı yerince verilecek iptal kararıyla çözümlenmesi2, olası sorunları önemli ölçüde azaltacak bir yol olarak savunulabilir3.

1 Rekabet Kurulu’nun yukarıda anılan TMMOB kararında, asgari ücret tarifesi belirlemeye ilişkin idari işlemlerin, 4054 sayılı Kanun’un rekabetin sınırlanmasının özel hukuk alanındaki sonuçlarını düzenleyen 56 ncı maddesi uyarınca “geçersiz” olduğunu saptarken dayandığı akıl yürütme biçimi, açıklamayı gerektirmektedir. 2 Nitekim, Danıştay 10. Dairesi’nin 05.12.2003 tarih ve E. 2001/4817 – K. 2003/4770 sayılı kararında (Danıştay Kararlar Dergisi, Yıl 2, Sayı 5, 2004, s. 290-300) bir kamu teşebbüsü niteliğinde olan Kömür ve Asfalt İşletmeleri Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’nin 4054 sayılı Kanun hükümlerine tâbi olduğu kabul edilmekle birlikte, “kamu teşebbüslerinin asli faaliyetlerinin yerine getirilmesinin rekabetin sınırlanmasına göre daha üstün bir menfaat doğurduğu hallerde rekabet kurallarının uygulanıp uygulanmayacağının da değerlendirilmesi gerek”tiği belirtilerek, yukarıda anılan türden bir bağdaştırma çabasına girildiği görülmektedir. 3 Rekabet Kurumu’nca hazırlanan “4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanunda Yapılması Öngörülen Değişikliklere İlişkin Taslak Metin”de, 4054 sayılı Kanun’un 8 inci maddesinin ikinci fıkrası olarak, “Kurum, mal veya hizmet piyasalarında rekabeti engelleyici, sınırlayıcı veya bozucu etkiye sahip idari işlemleri veya düzenlemeleri tespit etmesi halinde, söz konusu işlemlerin veya düzenlemelerin bir kısmının veya tamamının iptali için yargı yoluna gidebilir” hükmüne yer verilmesi önerilmektedir. Böyle bir hüküm olmasa da, rekabetin korunması amacıyla kurulmuş olan Rekabet Kurumu’nun, rekabet düzenini ihlal ettiği kanısına vardığı idari işlemlerle arasında bir menfaat ilgisi bulunduğu ve bunların iptali için idari yargıya başvurabileceği söylenebilir.

19

19

Page 20: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

ÇİMENTO TOPLANTISININ ARDINDAN(Uyumlu Eylem, Paralel Davranış Ve İspat Yükümlülüğü)

Nejdet KARACEHENNEM

Rekabet Derneği’nin düzenlediği çimento sektörüne ilişkin toplantıdan sonra Rekabet Forumu’nun 19. ve 20. sayılarında Doç.Dr.Nunkut İnan, Prof. Dr. Tekin Akıllıoğlu ve Türkiye Çimento Müstahsilleri Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Adnan İğnebekçili’nin makaleleri yayınlandı.

- Nurkut İnan, özetle oligopol pazarlarda salt fiyat paralelliğinin o pazarda uyumlu eylem olduğunu göstermediğini, bu durumda teşebbüsler arasında iletişimin de ispatlanması gerektiğini, esasen Rekabet Kurulu’nun da şimdiye kadarki kararlarında bu yöntemi uyguladığını, ancak 2.12.2004 tarih ve 04-37/1108-277 sayılı kararında uyumlu eylem karinesini kullanarak ilk kez bir çimento kararında ceza verdiğini, belirtmekte ve Rekabet Kurulu “fiyat artışları nedeniyle teşebbüslere ceza vermiştir” demektedir.

- Adnan İğnebekçili, Rekabet Kurulu’nun ekmek mayası pazarındaki soruşturmada teşebbüsleri uyumlu eylem karinesini kullanarak (Daha önce aynı pazarla ilgili kararlarında bu yönteme baş vurmamasına rağmen) cezalandırdığını, bu durumun çimento sektöründeki teşebbüsleri tedirgin ettiğini, belirtmiştir.

- Tekin Akıllıoğlu ise, “Çimento kesiminde fiyat artışı olduğu sürece Rekabet Kurulu’nun ceza vermesi hukuka uygundur” demiştir. Bu beyanda bulunurken, ihlalin unsurlarının gerçekleşmiş olması halinde ceza verilmesinin hukuka uygun olduğunu kastettiğini düşünmekteyim, çünkü devamla “fiyat artışı, fiyat düşmesinde olduğu gibi, ister istemez birlikte harekete zorlar.” demektedir.

Öncelikle belirtmeliyim ki, bu konunun tartışmaya açılması fevkalade faydalı olmuştur.

Teşebbüsler tarafından iki konunun Rekabet Otoritelerinin denetimi dışında kaldığı kabul edilmektedir. Bunlardan birincisi, oligopol pazarlarda liderin veya öncü teşebbüsün fiyat artırması halinde diğer teşebbüslerin paralel olarak fiyat artırmaları kendileri için rasyonel bir davranıştır ve bunu rekabet otoriteleri denetleyemezler. İkincisi ise, Rekabet Otoriteleri fiyat denetleme kuruluşları değillerdir. Bu genel yargı sonucu, teşebbüsler, rekabet hukukunun oligopol pazarlarda paralel davranışlar bakımından kendilerine bir serbest bölge tahsis ettiğini kabul etmektedirler. Rekabet Kurulu’nun bu serbest bölgeye müdahale etmeye başladığı düşüncesiyle yukarıda değinilen tedirginlikler ortaya çıkmıştır.

Bu bakımdan, başlatılan tartışma, bir yandan oligopol pazarlarda sadece paralel davranışların mevcudiyeti nedeniyle uyumlu eylem karinesine başvurulmasının olanaklı olup olmadığının belirlenmesi ve bu suretle teşebbüslerin piyasa davranışlarını sağlıklı yürütmelerini sağlayacak şekilde bilgilendirilmeleri bakımından önem taşımaktadır.

O halde, konunun iyi anlaşılabilmesi için “uyumlu eylem”, “ paralel davranış”, “uyumlu eylem karinesi” ve “uyumlu eylemde ispat yükümlülüğü” kavramlarının kısaca açıklanması faydalı olacaktır

20

20

Page 21: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

Uyumlu Eylem:

ATAD’a göre “Uyumlu eylem, bir anlaşmanın varlığı aşamasına gelmemekle birlikte; ürünün yapısı, teşebbüslerin önem ve sayıları, pazarın büyüklüğü ve yapısı dikkate alındığında normal şartlar altında pazarda bulunması gereken koşullara uymayan rekabet koşullarının ortaya çıkmasına yol açan, teşebbüslerin rekabet risklerine karşı bilerek (kasıtlı) ikame ettikleri, aralarında pratik işbirliği sağlayan bir koordinasyon şeklidir”

Görüldüğü üzere uyumlu eylem özel bir “koordinasyon şeklidir”. Bu koordinasyon şeklinin dayanakları aynı zamanda “uyumlu eylemin unsurları” olup, iki önemli unsur ise şunlardır:

1- Rekabetin sınırlanması ( Tanımda geçen koşulların meydana çıkması)2- Uyumlu eyleme özgü koordinasyon şeklinin ( rekabet risklerine karşı bilerek ikame edilen

aralarında pratik işbirliği sağlayan) mevcut olması.

Paralel Davranış:

Rakip teşebbüslerin aynı istikamette davranışlarıdır. Görüldüğü üzere, paralel davranış uyumlu eylemin bir unsuru değildir. Paralel davranış olmadan da uyumlu eylem gerçekleşebilir.(rekabeti sınırlama “amacı” taşıyan veya rekabeti sınırlama etkisi doğurmasa bile “bu etkiyi doğurabilecek nitelikte olan” uyumlu eylemlerde olduğu gibi) Uyumlu eylem ile paralel davranışın çoğu zaman bir arada telaffuz edilmelerinin nedeni, paralel davranışın, uyumlu eylem yoluyla gerçekleştirilen rekabet ihlallerinin kanıtlanmasına yardımcı olabilecek bi rçok delilden biri, ancak önemli bir “delil” olmasıdır.

İspat Yükümlülüğü

MK’un 6. maddesine göre, iddiada bulunan iddiasını ispatla mükelleftir. İspat yükünün dağılımına ilişkin genel kurala göre, taraflar, önce Rekabet Kurulu ihlal olduğuna veya olmadığına dair iddiasının dayanaklarını ispat edecektir. Buna karşılık, soruşturmaya muhatap kuruluş da savunmalarında ihlalin olmadığına dair savunmasının dayanaklarını ispat edecektir. Hatta, şayet Rekabet Kurulu ihlal olmadığını iddia etmekteyse, ihlalden meşru menfaati zarar gören şikayetçi de ihlalin mevcudiyetini ispat edebilecektir. Uyumlu eylem dışında kalan ihlallerde taraflara ait ispat keyfiyetinin bu şekilde olacağı söylenebilir.

Kanun, ispat külfetini taraflardan birine yükleyebilir. Bunun birçok örnekleri mevcuttur. Bu örneklere 4054 sayılı Kanunda da ( m.4/4 ve m.59/1) rastlanılmaktadır. Konumuz bakımından burada sadece m.4/3’ e değinilecektir. Bu maddeye göre;

“Bir anlaşmanın varlığının ispatlanamadığı durumlarda piyasadaki fiyat değişmelerinin veya arz ve talep dengesinin ya da teşebbüslerin faaliyet bölgelerinin, rekabetin engellendiği, bozulduğu veya kısıtlandığı piyasalardakine benzerlik göstermesi, teşebbüslerin uyumlu eylem içinde olduklarına karine teşkil eder.

Ekonomik ve rasyonel gerekçelere dayanmak koşuluyla taraflardan her biri uyumlu eylemde bulunmadığını ispatlayarak sorumluluktan kurtulabilir.”

Görüldüğü üzere bu madde Uyumlu Eylem Karinesini öngörmüştür.

Karine, bilinen bir vakıadan bilinmeyen bir vakıanın doğru olacağına karar verilmesidir. Madde 4/3’ teki karine ise, bilinen bir vakıadan ( yani, piyasanın rekabetin sınırlandırıldığı piyasalardakine benzerlik göstermesi) bilinmeyen bir vakıa ( piyasanın belirtilen şekilde oluşması için teşebbüslerin bilerek ikame ettikleri pratik işbirliği sağlayan koordinasyon şeklinin- yani uyumlu eylemin) hakkında Rekabet Kurulu’nun –aksi ispatlanıncaya kadar - bir sonuç çıkarmasıdır.

Bu genel açıklamadan sonra, konumuzun esası olan paralel davranışların uyumlu eylemin tespitinde

21

21

Page 22: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

ne derece delil olabileceği veya paralel davranışa dayanılarak uyumlu eylem karinesinin işletilip işletilemeyeceği konusuna dönebiliriz.

OLİGOPOLİSTİK BAĞIMLILIĞIN YÜKSEK DERECEDE OLDUĞU pazarlarda, fiyatlarda lider veya öncü firmanın takip edilmesi pazar koşullarının bir gereğidir. Bu tür pazarlar şeffaf oldukları ve anında öncü teşebbüsün fiyatlarının uygulanmasına her bir teşebbüs kendi iradesi ile anında katılabileceğinden, teşebbüsler arasında işbirliğine gidilmesine de ihtiyaç bulunmamaktadır. Bu tür pazarlarda, teşebbüsler bir koordinasyonu girilmesine gerek kalmadan rasyonel bir davranış olduğu için kendiliklerinden paralel davranışta bulunabileceklerinden, paralel davranış uyumlu eylemin delili olma niteliğini büyük ölçüde yitirmektedir. Paralel davranmanın maksadı, rasyonel bir davranış olmasıdır.(1)

Teşebbüslerin kendi iradeleri ile başvurdukları paralel davranışlar bir koordinasyona dayanan paralel davranışlar gibi piyasaya etki edecek ve piyasa rekabetin sınırlandırıldığı piyasalara benzerlik gösterecektir. Durum böyle olmakla beraber, bu tür pazarlarda paralel davranışlara dayanarak uyumlu eylem karinesinin işletilmesi mümkün bulunmamaktadır. Karine, bilinenden hareketle bilinmeyen hakkında bir sonuç çıkarmadır. Burada ise, bilinmeyen yoktur. Paralel davranışın varlığı bilindiği gibi, bunun bir koordinasyona gidilmesine gerek olmadan gerçekleştirilmesinin olanaklı olduğu da bilinmektedir.

OLİGOPOLİSTİK BAĞIMLILIĞIN SÖZ KONUSU OLMADIĞI PAZARLAR DA ise (çok sayıda firmanın bulunduğu,firmaların ve ürünlerin homojen olmadığı, pazarın şeffaf olmadığı ..vb) pazarın yapısına uygun olmadığından, teşebbüslerin kendi iradeleri ile paralel davranışa geçmeleri olanaklı olmamakta, paralel davranış için teşebbüsler arası koordinasyon gerekli bulunmaktadır. Dolayısıyla, bu tür pazarlarda paralel davranış uyumlu eylemin çok kuvvetli bir delilidir. Yani, bu tür piyasalarda paralel davranışlar, teşebbüsler arasında rekabet risklerini kaldırmaya yönelik bilerek başvurulan pratik bir işbirliği sağlayan koordinasyon şeklinin yani uyumlu eylemin varlığına işaret eder.

Dolayısıyla, bu tür pazarlarda paralel davranış tek başına dahi uyumlu eylemin varlığını ispatlayan bir delil olduğu için ayrıca karineye dahi başvurmaya gerek kalmamaktadır. Ancak, olayın özellikleri nedeniyle uyumlu eylem karinesinin işletilmesi de sakıncalı değildir. Çünkü ister karine işletilsin ister işletilmesin, soruşturmaya muhatap teşebbüs savunmasını dayandırdığı olguları ispata çalışacaktır.

Demek ki, oligopolistik bağımlılığın tam olduğu pazarlarla hiç olmadığı pazarlar bakımından bir sorun yoktur. Ancak, bu iki tür pazar arasında kalan KISMEN OLİGOPOLİSTİK BAĞIMLILIĞIN OLDUĞU PAZARLARDA ise durum farklıdır. (Türkiye’de rekabet soruşturmalarına konu olan pazarların çoğu bu tür pazarlaradır)

Bu tür pazarlarda paralel davranışlar; Teşebbüslerin RKHK tarafından yasaklanmayan bireysel kararları ile olabileceği gibi, teşebbüsler arasında RKHK tarafından yasaklanan bir koordinasyon sonucu da olabilir.

Dolayısıyla, m.4/3 Rekabet Kurulu’na uyumlu eylem karinesini uygulama yetkisi vermesine rağmen, bu tür pazarlarda bu karine uygulanabilir mi? Çünkü yetki başka, uygulanabilirlik başka bir keyfiyettir. Bu tür pazarlarda bilinen olay “ paralel davranış”tır. Bilinmeyen olay ise biri kanunun yasakladığı, diğeri de yasaklamadığı davranış şeklidir. İhtimalilik çok artmıştır. Paralel davranıştan, teşebbüslerin bağımsız ve ferdi iradeleriyle giriştikleri eylem sonucunu çıkarmak mümkün olduğu gibi, kanunen yasaklanan uyumlu eylem sonucunu da çıkarmak mümkündür. Sonucu iki olan vakıalara karine uygulanamaz. Demek ki, bu tür pazarlarda sadece paralel davranışa dayanılarak uyumlu eylem iddia edilemeyecek, başka delillerin (Örneğin, firmalar arası görüşmeler, birlikte davranışın mantıklı nedeni, bilgi alışverişi , rekabet risklerine ortadan kaldırmaya yönelik kolaylaştırıcı eylemler.. vb gibi) de mevcudiyeti gerekecektir. Diğer deliller ile desteklendiği zaman uyumlu eylem ispatlanmış olacağından ayrıca karinenin uygulanmasına da gerek kalmayacaktır.

Burada önemli olan bir diğer husus da şudur: Oligopolistik bağımlılığın tam olduğu pazarlarlarda paralel davranışın delil olma kabiliyeti en düşük, oligopol bağımlılığın hiç olmadığı pazarlarda ise paralel

22

22

Page 23: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

davranışın delil olma kabiliyeti en yüksek (tek başına da yeterli delildir) derecededir. İlgili pazarın bunlar arasında bulunduğu yere göre, paralel davranışın delil ağırlığı değişebilecektir. Dolayısıyla örneğin oligopolistik bağımlılığın olmadığı pazara yakın seviyedeki pazarlarda paralel davranış önemli bir delil olabileceğinden olayın özelliği ve pazar yapısından çıkan sonuçlara göre karinenin uygulanabilirliği tartışılır hale gelebilecektir.

Rekabet Kurulu Kararı Yanlış mı?

Şimdi, bu genel nitelikteki değerlendirmelerden sonra, konunun özüne dönüp, eleştiri konusu olan Rekabet Kurulu’nun 2.12.2004 tarih ve 04-37/1108-277 sayılı kararının değerlendirilmesine geçebiliriz. (Bu karar muhtemelen idari yargıya intikal edeceğinden kararın genel bir değerlendirmesi yapılmayacaktır, esasen bu yazının konusu da kararın genel eleştirisi değildir. Sadece, toplantıda ifade edildiği gibi Rekabet Kurulu’nun paralel davranışlara uyumlu eylem karinesini uygulayıp uygulamadığı konusu irdelenecektir)

Rekabet Kurulu Kararı’nda konuya ilişkin belirlemeler aşağıda açıklanmıştır:

Pazarın yapısına ilişkin olarak özetle; pazarda az sayıda aktörün bulunduğu, pazarda yer alan Çimentaş, Batıçim ve Akçansa’nın optimum kapasite büyüklüklerine sahip oldukları (Yani hakim durumda bir teşebbüsün bulunmadığı), pazara girişin zor olduğu, teşebbüslerin kapasite kullanım oranlarının düşük olduğu, talebin fiyat esnekliğinin zayıf olduğu, pazarın şeffaf olduğu, doygun hale gelmiş sektörde üretim fazlasının ihraç edildiği, ürünün (çimento) homojen olduğu, alternatifinin bulunmadığı, anlaşılmaktadır.

Fiyat hareketleri konusunda ise şu olgular saptanmıştır.

Nisan 2002’de 2.000.000.- Tl/torba olan fiyat, bu tarihten itibaren kısa fasılalarla artırılarak Ağustos 2002 sonlarına doğru 4250.000.- Tl/torba fiyatına yükselmiştir. Aynı altı aylık dönemde enflasyon artışı % 20, döviz kurlarındaki artış % 22 iken çimento fiyatlarındaki artış % 100’ün üzerinde gerçekleşmiştir.

Çimento maliyeti Nisan 2002’den önceki dönemle aynı olmasına rağmen fiyat artışları gerçekleşmiştir.

Körfez Bölgesinde ise, Uzan Grubunun elektrik sektöründe meydana gelen sorunlar nedeniyle bu Gruba bağlı Eskişehir Çimento ve Edirne Lalapaşa Çimentonun bu bölgeye mal sevk etmesinin durduğu Haziran 2003 tarihi ile Aralık 2003 arasındaki altı aylık dönemde mevcut teşebbüslerin paralel davranışları ile fiyatlar 3.200.000 TL’den 5.000.000.- Tl’ye yükseltilmiştir. Fiyatlardaki artış oranı %50 civarında iken, aynı dönemde enflasyon % 2,2 artmış, döviz kurları ise % 2 seviyesinde azalmıştır.

Fiyat artışlarında teşebbüslerin paralel davrandıkları tespit edilmiş ve uyumlu eylemin bir delili ortaya çıkarılmıştır.

Kurul, ayrıca, ilgili coğrafi pazarda normal şartlar altında bulunması gereken koşullara uymayan rekabet koşullarının ortaya çıkıp çıkmadığını ilgili coğrafi pazarla kısmen rekabetçi olan Ankara pazarı’nı karşılaştırmak suretiyle yapmıştır. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu husus uyumlu eylemin bir unsurudur. Uyumlu eylem davalarında bu unsurun ispatı fevkalade zordur. Çünkü normal şartlar altında bulunması gereken koşulların belirlenmesi gerçekten güçtür. Ancak, Kurul ilgili pazarı Ankara pazarı ile karşılaştırarak bu güçlüğü çözmüştür. Sonuçta, Ankara pazarında fiyatların soruşturmaya tabi dönemde daima Ege Bölgesi fiyatlarının altında kaldığı ve zaman zaman Ege Bölgesindeki fiyatların Ankara fiyatlarının % 65 üstünde olduğu saptanmıştır. Bu suretle, normal şartlarda oluşacak piyasa ile rekabetin sınırlandırıldığı piyasa koşulları arasındaki fark ortaya konulmak suretiyle uyumlu eylemin bir unsuru ispatlanmıştır.

Uyumlu eylemin diğer unsuru ise, yukarıda değindiğimiz koşulların tarafların bilerek gerçekleştirdikleri koordinasyona dayanmasıdır.

Soruşturmada firmalar arası ilişkiyi ortaya koyan iki belge bulunmuştur. Birinci belgede “İzmir için başlangıç görüşmesi 23 Temmuz’da yapıldı” denilmekte ve devamla görüşme konuları arasında birçok ihlal yanında fabrikalar arası fiyat düşmelerine mani olmak amacı da açıkça belirtilmektedir. İkinci belgede ise uzunca rekabet ihlallerine yönelik tedbirler mey anında “fiyat rekabetinin önlenmesi” de konu edinilmektedir. Bu suretle firmalar arası toplantılar yapıldığı, yani uyumlu eyleme uygun koordinasyon şeklinin mevcudiyeti belirlenerek uyumlu eylemin ikinci unsuru da tespit edilmiştir.( Bu unsurların tespitinde

23

23

Page 24: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

hata yapılıp yapılmadığı bu yazının konusu değildir, sadece usulü olarak konu ele alınmaktadır)

Sonuç olarak, söz konusu çimento kararında sadece paralel davranışa dayanılarak uyumlu eylem karinesi işletilmemiş ve sadece fiyat artışları cezalandırılmamıştır. Hatta bu olayda uyumlu eylem karinesinin işletilmesine dahi gerek bulunmamaktadır. Uyumlu eylemin iki unsuru da kanıtlandığına göre, Rekabet Kurulu doğrudan uyumlu eylem ile ihlal sonucuna ulaşmalıydı. Kararın sadece bu yönüyle eleştirilebilir olduğu kanaatindeyim.

Diğer taraftan eleştiri konusu edilen maya kararında ise, eleştirilere aynen katılmaktayım. Çünkü, sadece paralel davranışa dayanılarak uyumlu eylem karinesi uygulanmıştır. Bilindiği üzere, oligopolistik bağımlılığın olduğu pazarlarda öncü teşebbüsün fiyatlarına diğer teşebbüslerin bağımsız kararları ile uymalarından maksat ekonomik menfaatlerinin olmasıdır. Bu amaç makul ve rasyonel bir amaçtır. Taraflar arası ilişkiye dayanmadığı sürece de yasaklanamaz. Bu konu savunmalarda açıklanmasına ve bir Kurul Üyesi karşı oy kullanmasına rağmen dikkate alınmamış ve buna gerekçe olarak da “ .. Pazar koşullarında objektif herhangi bir değişme olmaksızın üretim maliyetleri ve enflasyon oranlarının hayli üzerinde fiyat artışına gitmelerinin .. uyumlu eylemden başka bir iktisadi gerekçesi bulunmamaktadır” denilmiştir.

ESAS SORUN

AB uygulamaları uyarınca, yukarıda da belirttiğimiz gibi, tamamen veya kısmen oligopolistik bağımlılığın olduğu pazarlarda paralel davranış ve piyasanın normal şartlar altında oluşması gereken piyasadan farklılığı tespit edilmiş olmasına rağmen, teşebbüsler arasında bilinerek gerçekleştirilen pratik işbirliğine dayalı koordinasyonun tespit edilememesi halinde ( Giderek bunu tespit güçleşmektedir) rekabet hukuku bakımından ihlal olabilecek eylemleri yasaklayamamak söz konusu olabilmektedir.

Bu durumda da açıkçası, teşebbüsler arası ilişkiyi gizleyebilenler ödüllenmekte, gizleyemeyenler cezalandırılmaktadır. Sorun, koordinasyona dayanan ancak bu koordinasyon ispatlanamayan uyumlu eylemlerin nasıl yasaklanacağıdır.

Örneğin, Tekin Akıllıoğlu Hocamız, HO Chi Minh Kenti Mühendislik Fakültesi üyesi Nguyen Kim Anh’ın çimento piyasasına ilişkin değerlendirmelerini özetleyen “fiyat artışı, fiyat düşmesinde olduğu gibi, ister istemez birlikte harekete zorlar” düşüncesinden hareketle “çimento sektöründe fiyat artışları olduğu sürece Rekabet Kurulu’nun bunu cezalandırmasının hukuka uygun olduğunu” belirtmektedir. Bu açıklamalarıyla, çimento sektöründe süreklilik arz eden fiyat artışlarının taraflar arasında bilinerek gerçekleştirilen işbirliğinin mevcudiyetini ortaya koymaya yettiğini belirtmiş bulunmaktadır. Hocamız, bu öneriyi yapmakta ve ardından da kabul görmeyeceğini bildiği için mizahi tarzda o zaman sorunu düzenleyici kurula havale etmektedir. (Rekabet Kurulu, yukarıda değindiğimiz Maya Kararında da aynı yöntemi benimsemiş bulunmaktadır)

Bu saptama dahi sorunun önemini ortaya koymaktadır. (Yani, kısa bir dönemde maliyetteki artışa bağlı olmaksızın iki katını aşan fiyat artırmalarını mademki rekabet hukuku çözememektedir, o halde kamu yararına aykırı olan bu işlemi fiyat düzenleme kurulları halletsin. Bunu da liberal ekonomi kesinlikle reddedeceğine göre sorun nasıl çözülecektir.) Yukarıda da açıkladığımız gibi, sadece fiyat artışlarına dayanarak ihlal sonucuna ulaşmak mümkün bulunmamakta ve bu durum Komisyon tarafından da reddedilmektedir.

Peki, ne yapılacaktır? İşte bu konunun rekabet hukukçuları tarafından irdelenmesi ve tartışılması gerekmektedir. Mesela, 4 .madde kapsamında soruna çözüm bulamıyorsak hakim durumun (birlikte hakim durum) kötüye kullanılmasına ilişkin 6.madde bu tür olaylara çözüm olabilir mi? Tartışmayı başlatan iki değerli hocalarımız Prof.Dr. Tekin Akıllıoğlu ve Doç.Dr.Nurkut İnan’dan tartışmayı bu boyutuyla da devam ettirmelerini beklemekteyiz. Bu tartışmalara Derneğimizin diğer üyelerinin ve Rekabet Kurulu’nun değerli mensuplarının da katkı sağlayacağını ummaktayız.

Ancak bu şekilde rekabet hukukunun bu en zor konularından biri açıklığa

24

24

Page 25: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

kavuşturulabilecektir.__________________________________________________________

(1) Daha fazla bilgi için bnz: Rekabet Kurumu Rekabet Uzmanlarından;- Aydın Çelen’in “ Oligopolistik Pazarlarda Gözlenen Paralel Davranışların Rekabet Hukuku Açısından Değerlendirilmesi: Uyumlu Eylem ve Birlikte Hakim Durum” (Uzm.Tez.Seri No:40)- Onur Yelda Yüksel’in “Rekabet Hukukunda Uyumlu Eylem” (Uzm.Tezi, Seri No:61)

REKABET KURULU’NUN “TÜRK TELEKOMÜNİKASYON A.Ş. ADSL KARARI”1

KARAR NOTUEthem AKILLIOĞLU

Kavramlar: “Hakim durum”, “hakim durumun kötüye kullanılması”, “telekomünikasyon (iletişim) hizmetleri pazarı”, “şebeke erişim hizmetleri pazarı”, “fiyat sıkıştırması”, “alt pazar”, “üst pazar”, “maliyet”, “zorunlu unsur”, “evrensel hizmet”, “evrensel hizmet yükümlülüğü”.

Karar konusu: Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nin (Türk Telekom) öğretmen, öğretim üyeleri ve öğrencilere yönelik düzenlediği ADSL kampanyasının 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un (Rekabet Kanunu) 6. maddesini ihlal ettiği iddiasıdır.

Yorum özeti:Kararın ilginç yanı; ilk defa sosyal yükümlülük kavramı ile rekabet ihlali ilişkisinin incelenmesine uygun bir olayın Rekabet Kurulu önüne getirilmiş olmasıdır. Bu durum, Türk Telekom A.Ş.’nin kampanyasının hedef kitlesinden kaynaklanmaktadır. Teşebbüsün bu davranışı tek başına ekonomik etkileri olan bir piyasa davranışı olarak açıklanamaz görünmektedir. Hedef kitlenin (emekli, öğrenci ve öğretmen) genişliği göz önüne alınırsa, kampanya ile amaçlananın “evrensel” bir hizmet olması gereken iletişim hizmetlerinin bu niteliğinin zedelenmemesi olduğu ileri sürülebilir.

Şikayet dilekçesinde yer alan iddialar: Türk Telekomünikasyon A.Ş.’nin (Türk Telekom), internet hizmeti ve altyapı sağlama pazarı da dahil olmak üzere telekomünikasyon pazarında hakim durumda olan bir teşebbüs olduğu ve internet altyapısı sağlama pazarında tekel durumunda olduğu; internet servis sağlayıcıları’nın (İSS) ADSL teknolojisini kullanarak internet erişimi sağlama hizmetini Türk Telekom’dan altyapı alarak verebildikleri; Süperonline ile Türk Telekom arasında 31.03.2005 tarihinde 100.000 adet ADSL portunun “yeniden satış (resell)” modeliyle satışını kapsayan İnternet Servis Sağlayıcılığı Sözleşmesi imzalanmış olduğu, Süperonline’ın bu sözleşme çerçevesinde Türk Telekom’dan yürürlükte olan toptan ADSL port tarifesi uyarınca son kullanıcı fiyatı üzerinden %18 indirim ile ADSL port almakta ve son kullanıcıya satmakta olduğu; Türk Telekom’un ADSL satışlarında 21.06.2005-15.10.2005 tarihleri arasında geçerli olmak üzere ilk ve orta öğretim ile yüksek

1 Bkz 05-55/833-226 sayılı 08.09.2005 tarihli Rekabet Kurulu kararı: http://www.rekabet.gov.tr/pdf/05-55-833-226.pdf. (Erişim tarihi 30.11.2005)

25

25

Page 26: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

öğretim kurumlarında okuyan öğrenciler, bu kurumlarda çalışan öğretmenler ve diğer çalışanlar ile bu kurumlardan emekli olanların ve bunların birinci derecede yakınlarının faydalanabileceği bir kampanya başlatmış olduğu, bu kampanyada hedef kitlenin Türkiye Cumhuriyeti nüfusunun %25’i olduğu; söz konusu kampanya kapsamında Türk Telekom’un 256 Kbps limitli veya limitsiz ADSL abonelik başvurusu yapanlardan ADSL bağlantı ücreti olan 59 YTL’yi, bir aylık kullanım bedelini (49 YTL (limitsiz) ya da 29 YTL (limitli)) ve 256 Kbps limitli aboneliklerde 1 aylık kota aşım ücretini (MB basına 1 Ykr) almadığı; bunun da vergiler dahil son 60 kullanıcıya yaklaşık olarak 108 YTL’lik bir indirim anlamına geldiği, yıllık bazda bakıldığında indirim oranının %17,35’e tekabül ettiği; Türk Telekom’un bu kampanyayı Süperonline’dan ADSL satın alan kullanıcılara uygulamadığı ve Süperonline’a %18 indirim ile sattığı ADSL portlarını bu kampanya kapsamında son kullanıcıya da aynı indirim oranıyla satarak Süperonline’ın ADSL teknolojisini kullanarak internet hizmeti sağlama pazarına girmesini engellediği, faaliyetlerini zorlaştırdığı, ayrımcılık yaptığı ve böylece hakim durumunu kötüye kullandığı; Türk Telekom’un İnternet Servis Sağlayıcılığı Sözleşmesi şartlarını diğer İSS’na de aynen uygulamakta olduğu, ancak, Türk Telekom’un son kullanıcılara uyguladığı indirimlerin Süperonline’a veya diger İSS’na uygulanmadığı; Türk Telekom’un uyguladığı kampanyanın detayları incelendiğinde son kullanıcıya senelik olarak: Limitsiz 256 Kbps internet erişiminde %16,69 (vergiler hariç 81.20 YTL) Limitli 256 Kbps internet erişiminde %21,62 (vergiler hariç 66.17 YTL ve kota asımına tekabül eden ücretin de ilk ay tahsil etmemesi suretiyle daha yüksek olabilir) oranlarında indirim uygulandığı; Türk Telekom’un toptan tarife olarak “resell” modelinde İSS’na sağladığı indirim oranı, son kullanıcı fiyatı üzerinden %18 iken, son kullanıcıya kampanya adı altında kota asımı ile birlikte %21.62 oranında daha fazla indirim yaptığı; ayrıca Türk Telekom’un, çözüm ortaklarına elektronik ortamda sağlamakta olduğu gerçek zamanlı port kontrolü, satışı, sipariş geçme vb. imkanlarını İSS’na sağlamamasının İSS’nın işletme maliyetleri yükselttiği; sözleşme şartlarının, Telekomünikasyon Kurumu tarafından belirlenmediği ve bu konuda Kurum’un bir referans sözleşmesinin de bulunmadığı; Türk Telekom’un yayımladığı veri akış erişim (bit-stream access) tarifelerinin, İSS ve Tüm İnternet Derneği tarafından yüksek bulunduğu, bu tarifelerin maliyet esası hesabına dayanmadığı; İSS’nın bu tarifeleri baz alarak veri akış erişim modeliyle satışa geçtiği takdirde de omurga ve internet erişimi vb. ilave maliyetlere katlanmak zorunda kalacakları, bu nedenle İSS açısından son kullanıcıya internet erişim hizmeti vermenin yine de mümkün olmayacağı; özellikle en çok satılan limitli 256 Kbps ve 512 Kbps erişimler için herhangi bir fiyat duyurulmamasının bireysel pazarda İSS’nın Türk Telekom ile rekabetini imkansız kıldığı şeklindedir.

Kısa Bir Değerlendirme:Türk Telekom A.Ş., internet erişim hizmetleri ve şebeke erişim hizmetleri piyasasında hakim durumda bulunmaktadır. İSS ise internet hizmetleri piyasasında faal olabilmek için altyapı veya şebeke erişimine sahip olmak zorundadırlar. Bu altyapı ve şebekeler (ADSL ve Kablo TV) ise Türk Telekom A.Ş.’nin kontrolü altında bulunmaktadır. Bu nedenle şebekeler İSS için zorunlu unsur teşkil etmektedirler: “...Kablo TV şebekesi ve ADSL geniş bant hizmetlerin verilmesi için gerekli şebekeler olduğu, ADSL şebekesi ve Kablo TV şebekesinin yakın bir zamana kadar Türk Telekom’un sahipliğinde olduğu, dolayısıyla toptan hizmetler bakımından İSS’ler için baska bir alternatifin ortaya çıkmadığı, halihazırda İSS’ler bakımından geniş bant internet için şebeke erişim hizmetleri pazarında Türk Telekom’un fiili tekel konumunda bulunduğu, dolayısıyla her iki pazarda da Türk Telekom’un kontrolünün bulunduğu, perakende hizmetler açısından İSS’lere şebekeye erişim için farklı modeller yaratılamaması nedeniyle, yeni bir pazar olan bu pazarda yeterli rekabetin ortaya çıkarılamadığı kanaatine ulaşılmakta olduğu...”

Türk Telekom A.Ş. her iki pazardaki hakimiyetini kullanarak İSS’den ADSL hizmeti alan tüketicilere söz konusu kampanyayı uygulamadan kendi son kullanıcılarına aynı oranda indirimle ADSL hizmeti sunmaktadır. Bu durum Superonline’nın ADSL kullanarak internet hizmeti sağlama piyasasında gerekli olan kârı elde edememesine yol açmaktadır. Rekabet hukukunda hakim

26

26

Page 27: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

durumda olan teşebbüslerin bu şekilde “fiyat sıkıştırması” ile hakim durumlarını kötüye kullanmaları ihlal sebebidir. Fiyat sıkıştırmasında üst pazarda hakim durumda olan bir teşebbüs kendisi ile alt pazarda rekabet halinde olan teşebbüs/veya teşebbüslere zorunlu unsur teşkil edebilecek veya bu alt pazarda faal olabilmek için gerekli olabilecek bir girdiyi sağlamaktadır. Kararımızda bu girdi ADSL ve Kablo TV şebekeleridir. Bu durumda hakim durumda olan teşebbüs girdinin fiyatını öyle bir şekilde belirleyebilir ki, bu fiyat nedeniyle girdiyi alan rakip teşebbüs altpazarda girdi sağlayıcısı hakim durumdaki teşebbüs ile rekabet edemeyebilir. Çünkü, girdinin fiyatı altpazarda faal olan teşebbüs için bir maliyettir: “Dikey bütünleşmis bir firmanın belli bir girdi pazarında (üst pazar) hakim durumda olması ve bu girdiler kullanılarak hizmet üretilen alt pazarda hakim durumda firma ile ondan girdi alan rakiplerin varlığı, üst pazardaki girdinin alt pazarda faaliyet göstermek için zorunlu bir unsur niteliğinde bulunması, üst pazarda sağlanan girdinin alt pazardaki firmanın maliyetlerinin önemli bir kısmını oluşturması, üst pazarda hakim olan firmanın alt ve üst pazardaki fiyatlama yoluyla alt pazardaki rakiplerinin makul bir kar elde etmesini engellemesi, söz konusu davranışın dışlayıcı etki ve amacın dısında haklı bir gerekçesinin olmaması, söz konusu davranışın alt pazardaki rekabet üzerinde görülebilir etkilerinin olması.”

Fiyat sıkıştırmasının bir kötüye kullanma sayılabilmesi için başka nelere dikkat etmek gerekmektedir? Eğer girdi satın alan ve alt pazarda faal olan teşebbüs girdi fiyatından kaynaklanan maliyeti karşılayabilecek durumda ise, kötüye kullanma gerçekleşmeyecektir. Bu nedenle, alt pazardaki teşebbüse ait maliyet hesaplamalarının dikkatlice incelenmesi gerekir1.

Görüldüğü gibi Türk Telekom A.Ş.’nin iletişim hizmetleri piyasasındaki faaliyeti fiyat sıkıştırması yönünden bütün şartları taşımaktadır. Raportörlerin de bu görüşe dayanarak daha ayrıntılı inceleme için önaraştırma açılmasını talep etmelerine rağmen Rekabet Kurulu önaraştırma açılmasına gerek olmadığına karar vermiştir: “Söz konusu kampanyanın Telekomünikasyon Kurumu izin ve onayıyla yürütüldüğü tespit edildiğinden konunun 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun kapsamında değerlendirilemeyeceği ve önaraştırma açılmasına gerek olmadığı kanaatine ulaşılmıştır.”

Halbuki, Türk Telekom A.Ş. bu olayda Telekomünikasyon Kurumu’ndan bağımsız hareket etmiştir: “...ayrıca söz konusu kampanyanın Türk Telekom’un kendi isteğiyle uyguladığının ve Telekomünikasyon Kurumu’nun herhangi bir düzenlemesinin Türk Telekom’un bu konudaki iradesini etkilemediğinin görülmekte olduğu, dolayısıyla, ilgili raporda, şikayet konusu uygulamayı Telekomünikasyon Kurumu’nun kendi mevzuatı çerçevesinde onayladığı ancak teşebbüsün kendi ihtiyarı ile belirlediği bir davranışın ya da uygulamanın 4054 sayılı Kanun hükümlerinin uygulamasından bağışıklığı olamayacağının düşünüldüğü, mevcut mevzuat da (406 sayılı Kanun Md. 4 (ı)) 4054 sayılı Kanun hükümlerinin uygulaması saklı kalmak kaydıyla telekomünikasyon sektöründe serbest rekabetin sağlanması ve korunması ilkesine yer verildiği, bu nedenle dosya konusu ihlal iddialarının 4054 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde değerlendirilebileceği düşünüldüğü...”

Türk Telekom özel hukuk hükümlerine tabi bir anonim şirkettir (406 sayılı Kanun m. 1): “İnternet altyapısını, Telekomdan almak gibi, zorunlu unsur denebilecek türden tedarikleri dolayısıyla, piyasadaki varlık ve faaliyetleri; ayakta durma, varlığını sürdürme ve karlılık hedeflerine ulaşmaları, tamamiyle, tekel konumundaki teşebbüsün, “iyi niyetli” ya da rekabet düzenine uygun davranışlarıyla mümkün olacak daha küçük teşebbüslerin var olduğu bir piyasada, Telekom’un rekabete imkan vermeyecek derecede bir pazarlama ve fiyat politikası belirlemesi mümkün ise de, bu uygulamaya müsaade etmek yanlış olacaktır!” (Karşı Oy Gerekçesinden). 406 sayılı Kanun’un

1 Bkz Napier Brown-British Sugar, OJ [1988] L 284/41, [1990] 4 CMLR 196; Case T-5/97 [2000] ECR II-3755, [2001] 4 CMLR 1020; ayrıca bkz Commission Press Release (Deutsche Telekom) IP/03/717, 21 May 2003; D.G. Goyder, EC Competition Law, Oxford University Press, 2003, s. 290; Richard Whish, Competition Law, Lexis Nexis Butterworths UK, s. 714-716; Robert Klotz – Jerome Fehrenbach, “Telekomünikasyon Sektöründe Fiyat Yoluyla Rekabet İhlalleri Hakkında İki Komisyon Kararı”, Rekabet Dergisi, Sayı 15, 2003, s. 42-53.

27

27

Page 28: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

4. maddesine göre ise, genel olarak tüm telekomünikasyon alanlarında serbest rekabet ortamı sağlanması ve korunması bir ilke olarak göz önünde tutulmak zorundadır. Telekomünikasyon hizmetleri piyasasında rekabetin sağlanması ve korunması bir ilke olarak kabul edilmiş ve Türk Telekom A.Ş. karar konusu kampanyayı kendi ihtiyarı ile uygulamışken Rekabet Kurulu’nun bu kampanyayı konu alan ve Türk Telekom A.Ş.’nin fiyat sıkıştırması yaptığı yolundaki iddialara karşı verdiği cevap yetersiz görünmektedir: “Telekomünikasyon Kurumu’nun varlığı, yetkileri ve faaliyetleri, gerektiğinde, Rekabet Kurulu’nun, görev alanını kısıtlayan bir unsur ve gerekçe olsa da, prensip olarak Kurul’un devre dışı kalmasına yol açacak bir faktör değildir .” (Karşı Oy Gerekçesinden)

Evrensel hizmet ve evrensel hizmet yükümlülüğü. Rekabet Kurulu, iddialara cevaben, Rekabet Kanunu’nun 5. maddesinde yer alan muafiyet şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediğini inceleyerek bu maddenin (b) bendine dayanarak “evrensel hizmet” ve “evrensel hizmet yükümlülüğü”ne geçiş yapılabilirdi. Evrensel hizmet ve evrensel hizmet yükümlülüğü kavramı rekabet hukukumuza 16.06.2005 tarihinde kabul edilen 5369 sayılı Kanun ile girmiştir. Bu hizmetler, “kamu hizmeti niteliğini haiz, ancak işletmeciler tarafından karşılanmasında mali güçlük bulunan” hizmetlerdir (5369 sayılı Kanun m. 1). Evrensel hizmet yükümlülüğü ise bu hizmetlerin öngörülen ilkelere uygun bir şekilde tüketicilere sunumlarının sağlanması için teşebbüsler üzerine getirilen ve Kanuna dayanan bir zorunluluğu ifade etmektedir.

Bu hizmetlerin sunumunda ve bu amaçla yapılacak düzenlemelerde 5369 sayılı Kanun’un 3. maddesinde belirtilen ilkeler gözönünde tutulmak zorundadır: “Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan herkes, bölge ve yaşadığı yer ayırımı gözetilmeksizin yararlanır; evrensel hizmet, fert başına gayrisafi yurt içi hasıla tutarı da göz önünde bulundurularak karşılanabilir ve makul fiyat seviyesinde sunulur; düşük gelirliler, özürlüler ve sosyal desteğe ihtiyacı olan grupların da evrensel hizmetten yararlanabilmesi için uygun fiyatlandırma ve teknoloji seçeneklerinin uygulanabilmesine yönelik tedbirler alınır; evrensel hizmet, önceden belirlenmiş hizmet kalitesi standartlarında sunulur; evrensel hizmetin sunulmasında ve ulaşılmasında devamlılık esastır.”

Evrensel hizmetin kapsamı ise 5369 sayılı Kanun’un 5. maddesinde esnek bir şekilde belirlenmiştir: “Evrensel hizmet; sabit telefon hizmetlerini, ankesörlü telefon hizmetlerini, basılı veya elektronik ortamda sunulacak telefon rehber hizmetlerini, acil yardım çağrıları hizmetlerini, temel internet hizmetlerini, ulaşımı yalnız deniz yoluyla sağlanabilen yerleşim alanlarına yapılan yolcu taşıma hizmetleri ile denizde tehlike ve emniyete ilişkin haberleşme hizmetlerini, kapsar. Evrensel hizmetin kapsamı; ülkenin sosyal, kültürel, ekonomik ve teknolojik şartları da göz önünde bulundurularak, üç yılı aşmamak üzere belirli aralıklarla, Kurumun ve işletmecilerin de görüşlerini alarak Bakanlıkça yapılacak teklif üzerine Bakanlar Kurulunca yeniden belirlenebilir.”

Her ne kadar böyle bir yorum mümkün gözükse de, Türk Telekom A.Ş.’nin uyguladığı kampanya, teşebbüsün piyasadaki konumundan ötürü, Rekabet Kanunu’nun 5. maddesinin (d) bendindeki şartı karşılamayacak gibi görünmektedir. Muafiyet için maddede aranan şartların tamamının varlığı arandığından Türk Telekom A.Ş. uyguladığı kampanyayı rekabet hukuku açısından düzlüğe çıkaramayacaktır. Ancak, kısaca incelenen bu karar, özellikle teşebbüsler üzerine getirilebilecek veya getirilmiş birtakım sosyal yükümlülüklerin varlığını ve bu yükümlülükler ile rekabet kuralları arasındaki ilişkinin nasıl düzenleneceği sorununu ortaya çıkarması bakımından düşünsel düzeyde önem taşımaktadır.

28

28

Page 29: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

“KAMU YARARI VE REKABET” ÜZERİNE BİR NOT

Prof Dr. Tekin AKILLIOĞLU

Prof Dr. Erdal Türkkan (Rekabet Derneği Başkanı) bir önceki sayıda (no 20) ilginç

bir ayrım yaparak, kamu yararı kavramının belirlenmesinde iki yaklaşım olduğunu

aşağıdaki biçimde açıklamaktadır: “Bunlardan birincisi kamu yararının bir toplumu

oluşturan bireylerin toplam refahı ile ilişkilendirilerek tanımlanmasıdır. İkinci

yaklaşım kamu yararının bireylerden bağımsız olarak, kamu tüzel kişiliğinin yani

devletin yüksek çıkarları çerçevesinde ele alınmasıdır”. Kısacası kamu yararı bir

bakımdan toplum yararıdır. Bir başka bakımdan da kamu kuruluşlarının yararıdır.

1980 öncesi vahşete kurban edilen Prof. Dr. Ümit Doğanay da 1961 Anayasası

kurallarına daynarak toplum yararı fikrini savunmuştu. Ancak rahmetli Doğanay

toplum yararını “toplumcu” (yada “socialisant”) bir yaklaşımla açıklamakta ve

mülkiyet hakkının toprak reformuna engel oluşturmamasını telkin etmekteydi. Erdal

Türkkan da toplum yararını yeğlemekle birlikte, toplumcu yada devletçi bir

yaklaşımdan değil aksine rekabetçi ve bireyci bir yaklaşımdan hareket etmektedir.

Türkkan’a göre gerçek anlamda kamu yararı yönetsel kuruluşların çıkarına olan

işler değil fakat halkın refah düzeyini artıran işlerdir.

Yönetim hukukunda kamu yararı içerik yada öz olarak değil fakat sadece biçimsel

bir varsayım olarak kullanılır. Kanunların (her ne konuda olursa olsun) salt millet

iradesi ile yapıldıkları için kamu yararını ifade ettiği varsayılır. Kanunlara

dayanılarak yapılan yönetsel işlemler de aynı varsayımdan yararlanır.

29

29

Page 30: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

Toplumbilim açısından her kuruluş yada örgüt kendi örgüt çıkarının peşinden gider.

Kamu yönetimleri de bundan ayrık değildir. Dolayısyla yönetsel işlemleri sadece

biçimsel olarak kanuna uygunlukları açısından değil fakat özü itibariyle denetlemek

gerekir. O zaman ölçüt ne olmalıdır? Türkkan’ın dediği “bireylerin toplam refahı”

kolayca belirlenir, nicel ölçülere bağlanabilir bir şey midir?

Çalışanların temel hakkı sayılan “adil ücret” de böyledir. Nicel sanılır. Bir bakıma

öyledir. Ancak belirlenmesinde sayısız güçlük var. Kime ne kadar ödeniyor?

Ortalaması nedir? Hangi ortalama? gibi sayısız sorunun içinden çıkma olasılığı

kolayca bulunmuyor.

Amacım “bilinmezcilik” savunması değil. Kamu yararının özü açısından

belirlenmesinde sayısız yarar var. Yönetsel yargı Cumhuriyetin ilk yıllarından bu

yana bu ölçütü kullanıyor. Çoğu zaman duyguları, tecrübeleri ile, toplumsal tepkileri

dikkate alması ile işin içinden çıkmaya çalışıyor. Günümüzdeki gelişmeler idari

yargıda nicel ölçütler kullanılarak, masraf ile beklenen gelir karşılaştırılarak, yada

yararlananlar ile külfet altına girenlerin kayıpları karşılaştırılarak bir denge arayışı

her ülkede görülüyor. Çağımız yargısı akılcı ve inandırı olmak zorunda.

Ancak Türkkan’ın sorunu kamu yararı ile toplum refahı arasında karşılaştırma

yaparak açıklamaya çalışması kanımca yeterli değil.

Asıl sorun, kamu kuruluşlarının yapılarında tekel, özgüleme (tahsis), birlikte

hareket, yoğunlaşma gibi sayısız rekabet karşıtı öge bulunmasından

kaynaklanmaktadır. Yönetim hukuku ortamında Rekabet Kanunu uygulanamıyor.

Rekabet Kurulu sadece özel hukuk özneleri arasında rekabeti korumaya çalışıyor.

Acaba kamu hukukunda geçerli bir rekabet ilkesi var mı? Başka bir anlatımla

serbest rekabet ilkesi hukukun genel ilkeleri düzeyinde midir? Olmalı mıdır?

Anayasa’dan hareketle “anayasal rekabet ilkesi” olduğundan söz edilebilir mi?

Yönetim rekabete uyma zorunda olmalı mıdır? Aslında yönetimde verimlilik,

yönetişim, etkililik gibi kavramlar doğasında rekabet ilkesini barındırıyor. Kamu

30

30

Page 31: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

yönetimi reformlarında da hukuksal uygulanabilirliği düşünülmeden bu kavramlar

bolca kullanılıyor. Hatta kamu reform kanunlarına da giriyor. İşte bütün bunları

çağrıştırıyor Erdal Türkkan’ın yazısı.

REKABET KURULU 13 TEMMUZ 2005’TEN SONRA SEKİZ KİŞİYLE KARAR ALMIŞSA?

Prof Dr.Tekin AKILLIOĞLU

2.7.2005 tarih ve 5388 sayılı kanunla değişik 22. maddeye göre daha önce 11 olan üye sayısı

7’ye, 8 olan toplantı yeter sayısı da 5’e indirilmiştir. Aydın Ayaydın Sabah gazetesindeki

yazılarında (17 ve 18 mart 2006) bu duruma değinerek, Kanun değişikliğinin yürürlüğe girdiği

tarihten sonra Kurul’un 8 üye ile aldığı kararların (idare hukukçularına sorduğuna göre) yok

hükmünde olduğunu, 60 günlük dava süresi geçmiş olsa bile her zaman dava edilebileceğini

belirterek “şimdi ne olacak” diyor.

Kurul Başkanı Mustafa Parlak’ın Ayaydın tarafından aktarılan ifadesine göre 60 günlük dava

süresi geçmiş kararlar bakımından sorun çıkmaz. Şu kadar ki, bozukluk yokluk derecesinde ise

sorun vardır. Yokluk her zaman tespit ettirilebilir. Bu defa yok olduğu tespit edilen Kurul

kararlarının tekrar alınıp alınamayacağı, süre aşımı olup olmadığı (Kubilay Atayasar’ın yazısı

tekrar tekrar okunarak) üzerinde durulacak. Kısacası, hayli iş çıkmış durumda!

Kanun değişikliği 13 Temmuz 2005 tarih ve 25874 sayılı Resmi Gazetede yayınlanmış ve aynı

gün yürürlüğe girmiştir. 13 temmuzdan bu yana eski toplantı yeter sayısı olan (Başkan ve İkinci

Başkan dahil) 8 üye katılımı ile verilen kararların hukuki açıdan bozuk olup olmadıkları, bozuk ise

bunun “yokluk” veya “mutlak bozukluk” türü mü olduğu sorulabilir.

Bozukluk yoktur görüşü: Geçici Madde 4- “Kurul üye sayısı yediye ininceye kadar boşalan

üyelikler için seçim ve atama yapılmaz” biçimindedir. Bu kuraldan hareketle, zorlama bir yorumla

kanun koyucunun bir geçiş dönemi öngördüğü, bu dönemde eski oranların geçerli olduğu öne

sürülebilir. Başka deyişle üye sayısı 7’ye düşene değin eski oranlarla toplanma ve karar alma

31

31

Page 32: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

hukuka uygundur. Doğrusu bu durumun açıkça bir geçiş hükmü ile belirtilmesi tercih edilmeliydi.

Bozukluk vardır: Toplantı ve karar yeter sayıları etkili işlemlerin yapılışında öze dokunan (esasa

müessir) biçim koşullarındandır. Bu nedenle bunlara uyulmaması yapılan işlemi mutlaka sakatlar.

Yokluk mu? Yönetim hukukumuzda yokluk az incelenmiş bir kavramdır. Yokluk ile işlemde

açıkça olması gereken, buyurucu nitelikte bir ögenin bulunmaması anlaşılır. Olayda Kanun

değişikliği en fazla toplantı yeter sayısı 7, en az toplantı yeter sayısı da 5 olarak açıkça belirtilmiş

olduğundan bunları kamu düzeni yada buyurucu saymak olasıdır.

Mutlak bozukluk? İşin garip tarafı öğreti mutlak bozukluğu yokluktan ayırırken sonuçları itibariyle

ayırmış ama tanımlar arasındaki ayrılığı ortaya koyamamıştır. Buna göre mutlak bozukluk da

buyurucu yada kamu düzeni sayılan, işlemin önemli ögelerinden birinin hiç bulunmayışı yada

öngörüldüğü gibi olmamasıdır. Yokluk tanımı da aynıdır. Mutlak bozukluk dava açma süresi içinde

açılan bir dava öne sürülmelidir yada hakim bunu kendiliğinden göze alır. Buna karşılık yokluk her

zaman öne sürülebilir dava açmaya bile gerek yoktur. Yok olan işlem icra da edilemez.

Çözüm: Kimsenin ayrımını ortaya koyamadığı yokluk-mutlak bozukluk konusunda, “yokluk

vardır” deyip dava açma süresini geçirmiş olanlardan yana çıkmak yada “mutlak bozukluk var

ama süre geçmiş” demek bana adil görünmemektedir. Danıştay’ın hak arayanlardan yana çıkıp,

yokluk vardır diyerek ceza kararlarını (iptal etmek yerine, yokluğu tespit etmesi lazım ve kafidir)

iptal etme olasılığı uzak değildir. Doğrusu Rekabet Kurulu’nun usul hatasını tespitle kararlarını,

geri alıp yeni oranlara uyarak, yeniden almasıdır. Sürenin ihlâl tarihinden başladığı, usul işlemleri

ile kesilip (eskisine eklenme biçiminde değil) tam olarak yeniden başladığı kanısındayım.

Çimento notu: Nurkut İnan Rekabet Kurulu’nun çimento cezaları ile sonuçlanan

soruşturmalarında salt fiyat artışına bakılarak başkaca araştırma yapılmaksızın ceza verildiğinden

yakınarak benim bu durumu onayladığımı varsaymaktadır. Çimento ceza kararlarına baktım,

İnan’ın endişelerini doğrulayacak bir şey göremedim. Fiyat artışının birlikte hareket (uyumlu

eylem) eseri olmadığını ortaya koymanın zor olduğunu kabul ediyorum. Ancak bu zorluk bizi

rekabetin tek koruyucusu olan güzel biri kuruluşu salt bu nedenle eleştirmeye sevketmemelidir.

32

32

Page 33: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

DOĞAL MONOPOLLER VE DÜZENLEMELERDPT’NİN SESİ VE TAŞ DUVARLAR (1)

Prof Dr. Osman SEVAİOĞLU (ODTÜ Elektrik- Elektronik Mühendisliği Bölümü,Öğretim Üyesi)URL: http://www.eee.metu.edu.tr/~sevaiogl/

Bir yandan otel köşelerinde; “Artık AB Direktifleri doğrultusunda üretim, iletim, dağıtım ve satış faaliyetleri birbirinden ayrılmıştır” diyeceksiniz. Öte yandan da, çıkardığınız bir değişiklik ile 4628’i; “Dağıtım şirketleri, dağıtım veya perakende satış faaliyetleri dışında, üretim lisansı almak ve hesaplarını ayrı tutmak kaydıyla üretim tesisi kurabilir” şeklinde sessiz sedasız çarpıtacaksınız.

4628’e açıkça aykırı olan bu şark kurnazlığına, sektörde rekabeti ve dikey ayrıştırmayı savunan birkaç akademisyen dışında, Rekabet Kurumu, EPDK, Ankara’daki AB Türkiye Delegasyonu dahil, herkes adeta taş duvar gibi ilgisiz davranmıştır. Sesini çıkaran bu birkaç kişiye de; “Gitsin o, bu fikirlerini öğrencilerine anlatsın” denilmiştir. Bu arada birileri ceketinin düğmelerini ilikleyerek Bahçelievlerdeki bir kapıyı tıklatacak ve fısıltı halinde; “Efendim, bu değişiklikler olmaz ise, dağıtım ihalelerini unutun” demiştir.

Tam; “Acaba herkes haklı da, ben mi abartıyorum ?” diye ümitsizliğe kapılma üzere iken DPT’den bu taş duvarlara doğru manifesto gibi bir ses yükselmiştir;

“Özel sektör üretim şirketlerinin yatırımlarının kredilendirilebilmesi amacıyla dağıtım şirketlerinin bunlarla uzun vadeli enerji anlaşması yapmaları şartı konulmuş, ancak bununla da yetinilmeyerek, dağıtım şirketlerine bölgelerindeki tüm talebi karşılayabilecek büyüklükte üretim tesisi kurma ve işletme hakkı getirilmiştir. Ayrıca, perakende ve dağıtım faaliyetlerinin birleştirilmesi ile bölgelerde üretim, dağıtım ve perakende faaliyetlerinin tümünü yürüten yeni bölgesel şirketlerin altyapısı oluşturulmuştur. Böylece, sistemde dikey ve yatay ayrıştırma ve çok sayıda oyuncu ile farklı faaliyet dallarında rekabeti esas alan 4628 Sayılı Kanunun amaçlarının tersine, bölgesel elektrik tekellerine doğru bir gidişe yol açılmış olmaktadır.”

Sektörde rekabetin geliştirilmesi yönünde asli görevi olan bunca kuruluş varken, DPT’nin, rekabeti savunması aslında ilginçtir.

Öte yandan, Şubat 2004’te; “Enerji Sektöründe Yeniden Yapılanma, Sorunlar ve Çözüm Önerileri” başlıklı rapordaki;

“4628 sayılı Kanun, elektriğin üretiminden tüketimine kadar olan sürece çok sayıda aşama eklemekte ve karmaşık, yönetimi zor bir sistem getirmektedir. Rekabetin tesisi için getirildiği ifade edilen toptan ve perakende satış şirketlerinin sisteme ve rekabete katkısı tartışmalıdır.

4628 sayılı Kanun, dönüşü olmayan bir yol önermektedir. Kamu elindeki santrallar ve dağıtım işletmeleri varlık satışı şeklinde özelleştirilecektir. Lisanslar verildikten ve piyasa açıldıktan sonra geri dönüş

33

33

Page 34: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

tamamen imkânsız hale gelecektir. Bu nedenle, uygulamada yaşanabilecek başarısızlıkların ülkeye çok ciddi maliyetleri olabilecektir.

Yatırımlar için özel şirketlerce yeterli müracaat olmaması halinde, EÜAŞ'ın "gerektiğinde yeni üretim tesisi kurabilir, kiralayabilir ve işletebilir" maddesinin bir yaptırımı yoktur. Yeni sistemde EÜAŞ'ın kısa sürede özelleştirilerek yok edilmesi amaçlanmaktadır, yani ihtiyaç duyulduğu takdirde EÜAŞ diye bir şirket mevcut olmayacaktır.

Kanunda DSİ'nin yeri yoktur. Bundan sonra DSİ'nin enerji yatırımlarının devam edip etmeyeceği hususu belirli değildir. Ülkenin en büyük linyit yatağı olan, büyük bir yatırım organizasyonu ve finansman gerektiren, Afşin-Elbistan Havzasının özel şirketlerce geliştirilmesini beklemek aşırı iyimser bir beklenti olacaktır.”

şeklindeki inanılmaz ve akıl almaz ifadeler de yine aynı DPT’ye aittir. İşin daha da ilginç tarafı, bu iki yazıyı yazanların da muhtemelen aynı kadro olmasıdır.

İki yılda anlayışlar değişmiştir ve rekabete dayalı serbest piyasa adına yapıldığı söylenen, fakat aslında modeli delmeye yönelik uygulamalar artık görülmeye başlanmıştır. DPT, daha dün ÇEAŞ faciasının yaşandığı bu ülkede kamunun kendi elleri ile yeni bölgesel tekeller oluşturulmasını istememektedir. DPT, siyasi iradenin, ortada hiçbir önemli enerji yatırımı olmamasına karşın; “2009-2011 yıllarından önce elektrik açığı ortaya çıkmayacağı” yönündeki öngörülerini aşırı iyimser, sağlıksız, endişe verici bulmakta ve tek başına kalmak pahasına da olsa, bunu cesaretle ifade etmektedir.

DPT enerji açığının çözümünü yine kamu yatırımları olduğunu düşünenlere; “Tüm bu (olumsuz) gelişmeler ve yaşananlar paralelinde, elektrik arz açığına, 4628 sayılı Kanun amaç ve hedeflerinden sapmadan, özelleştirmeden geri dönülmeden, rekabet ortamını bozucu ve tekelleşmeye gidici yollara başvurmadan, kamu kuruluşlarına tekrar yatırım yaptırma noktasına gelinmeden, öncelikle özel şirket kaynak ve projeleri ile çözüm bulunması gerekli görülmektedir. Bu konuda durum tespiti, sorunların analizi ve çözüm yollarının oluşturulması anlamında düzenleyici kuruluş EPDK'ya ciddi görevler düşmektedir” diyerek onları AB Direktifleri çizgisine çekmektedir.

DPT’nin rekabete dayalı piyasa modelini öğütleyen bu saygın manifestosuna, bu taş duvarlardan bir cevap gelmesini beklemek hakkımızdır.

(1): Global Enerji ‘den alınmıştır.

34

34

Page 35: rekabetdernegi.org · Web viewHUKUK-EKONOMİ-POLİTİKA . Sayı:21 / Tarih:20 Mart 2006 / Sahibi :Rekabet Derneği adına Prof Dr. Erdal Türkkan / Ayda Bir Yayınlanır . Editörler:

1

1

35

35