turkuman.files.wordpress.com  · Web viewAiberg'in eserlerini baştan aşağı okumamış,...

31
Hans von Aiberg'e kurulan F TİPİ MEDYA TERTİBİ PRE-ERGENEKON: HANS VON AİBERG ARZ'IN DABBE'SİNE YAPILAN ZULÜM PRE-ERGENEKON: HANS VON AİBERG Öncesi ve sonrasıyla 1997 Medya tuzakları... KESİM -I- 1980'lerin ortasından itibaren Türkiye'de kitapları yayınlanan Hans von Aiberg'den 90'ların başından itibaren haber alamayan okurları, 6 Mart 1997 gecesi bir sürprizle karşılaşmışlardı. 7 yıllık suskunluk orucunu açarak Yaşar Nuri Öztürk'ün FLASH TV'deki Işığa Çağrı programına canlı yayında telefonla katılan Aiberg, hafif aksanlı Türkçe'siyle izleyicilerin karşısına çıkmıştı. Konuşmasında, İslam dininin, Ortodoksluk ve Katoliklik anlamlarında Sünnilik ile Şafilik süreçlerini yaşadığını, artık üçüncü bir döneme doğru gittiğini belirterek özetle şunları söylemişti: "Ali İmran Suresinin 100 İla 104. ayetleri bunun haberini veriyor. Protest bir dönemdeyiz. Ben bir Protest'im. İslam'ı çok seviyorum, buna gönül verdim. Ancak, rezil, kepaze ediyorlar benim dinimi! Buna hakları yok! Siz ve sizin gibi düşünen kişiler ve benim gibi Protestler, bu dini yıpratmaya çalışanları, Allah inşaa elbirliği ile, Allah yolunda alt etmekte başarılı olacağız. Buna gönülden inanıyorum." Sonrasında, Y.N. Öztürk ile izleyicilerin yoğun isteklerini kıramamış, bir hafta sonra, 13 Mart 1997 tarihinde, programa bu defa konuk olarak katılmıştı. "Kur'an ve Evren" konulu

Transcript of turkuman.files.wordpress.com  · Web viewAiberg'in eserlerini baştan aşağı okumamış,...

Hans von Aiberg'e kurulan F TİPİ MEDYA TERTİBİ

PRE-ERGENEKON: HANS VON AİBERGARZ'IN DABBE'SİNE YAPILAN ZULÜM

PRE-ERGENEKON: HANS VON AİBERG

Öncesi ve sonrasıyla 1997 Medya tuzakları...

KESİM -I-

1980'lerin ortasından itibaren Türkiye'de kitapları yayınlanan Hans von Aiberg'den 90'ların başından itibaren haber alamayan okurları, 6 Mart 1997 gecesi bir sürprizle karşılaşmışlardı.

7 yıllık suskunluk orucunu açarak Yaşar Nuri Öztürk'ün FLASH TV'deki Işığa Çağrı programına canlı yayında telefonla katılan Aiberg, hafif aksanlı Türkçe'siyle izleyicilerin karşısına çıkmıştı.

Konuşmasında, İslam dininin, Ortodoksluk ve Katoliklik anlamlarında Sünnilik ile Şafilik süreçlerini yaşadığını, artık üçüncü bir döneme doğru gittiğini belirterek özetle şunları söylemişti:

"Ali İmran Suresinin 100 İla 104. ayetleri bunun haberini veriyor. Protest bir dönemdeyiz. Ben bir Protest'im. İslam'ı çok seviyorum, buna gönül verdim. Ancak, rezil, kepaze ediyorlar benim dinimi! Buna hakları yok!

Siz ve sizin gibi düşünen kişiler ve benim gibi Protestler, bu dini yıpratmaya çalışanları, Allah inşaa elbirliği ile, Allah yolunda alt etmekte başarılı olacağız. Buna gönülden inanıyorum."

Sonrasında, Y.N. Öztürk ile izleyicilerin yoğun isteklerini kıramamış, bir hafta sonra, 13 Mart 1997 tarihinde, programa bu defa konuk olarak katılmıştı. "Kur'an ve Evren" konulu yayında görüşlerini ve teorilerini fırsat bulduğu ölçüde anlatmıştı.

Onun din hakkındaki açıklamalarında "Hiç bir aksaklık olmadığını" belirten Öztürk, bilimsel konularda ise "Kendi alanına girmediğini" söyleyerek sessiz kalmıştı. Ancak 20 Mart 1997 tarihindeki ikinci programa, bilimsellikle uzaktan yakından ilgisi olmayan üç kişiyi, konuğunu "Sorguya çektirmek" üzere davet etmişti.

(Işığa Çağrı, iki program birlikte tek video)

Aiberg'in eserlerini baştan aşağı okumamış, okusalar dahi anlayabilecek niteliğe sahip olmadıkları her hallerinden belli olan üç kişi, anlamsız konuşmaları ile Aiberg'i program boyunca yargılamışlardı.

Biri "Pizzacıda pizza yerken" kitaplarını okuduğunu söylemiş, diğeri "Kitapları yalnızca taradığından" söz etmişti. Niyetlerinin "Üzüm yemek değil bağcıyı dövmek" olduğu, yani ne derse desin onu hırpalamak üzere oraya geldikleri besbelliydi. (Gelirken göz attım diyen Edip Yüksel, Aiberg'in araya girmesiyle 20 yıl öncelere uzanıvermişti. Hatta aynı Edip, "ben bunun için [yani bu program için, görevli olarak] gelmedim" gibi bir açıklama yapma GEREĞİ duymuştu.)

Tutup da Cantor Kümesinden, Hilbert Uzayından, Planck Sabitinden, Heisenberg'in Belirsizlik İlkesinden vb. söz edecek halleri elbette yoktu. Ama Aiberg'in anlattıklarından hiçbir şey anladıkları da yoktu!

Yalnızca, "Danimarkalı, profesör vb." olup olmadığını, zaman zaman terbiye sınırlarını zorlayarak kendi üsluplarınca sorgulamışlardı. Kitaplarını pizzacıda okumakla veya taramakla ancak bu kadarını yapabilmişlerdi.

Hesaba çektikleri kişi ise, ekranları başında programı izleyen milyonların şahitliğinde, bir bilgin tevazu ve nezaketi içinde soruları yanıtlamaya çalışmıştı.

Aslolan kimlik bilgileri miydi, geçmişi miydi? Yoksa ortaya koyduğu eserlerindeki içerik miydi? Aslolan biçimi miydi, yoksa içi miydi? Aslolan zarf mıydı, yoksa mazruf muydu? (Evet ikinci programın sonlarında bunları soruyordu Aiberg ve o yayının başlarında "kimlik bilgileri benim için İKİNCİ planda diyordu Y.N.Öztürk.)

Üstelik ilk programda Aiberg, "Teorik fizikçi ve matematikçiler ile rahatlıkla tartışmaya hazır olduğunu" beyan etmişti. Oysa karşısında konuşlandırılıp konuşturulan zatı muhteremler, onun verdiği bilgilerin çok uzağındaydılar. Bilimsel tartışma bir yana, aynı dilden bile konuşamamışlardı.

Aiberg yıllar sonra şöyle söyleyecekti:

26 Ocak 2003

TV'de NEYSEM ONU SÖYLEMEDİM Mİ? Ötekiler gülünç olmadılar mı? Ben VAKARIMLA ve melamiliğimle ve güleryüzlü sevgimle orada HANİF ahlakıyla bulunmadım mı? Hatta beni aşırı yumuşak bile buldular.

Hayır, oraya bir TAKTİK veya ROL olarak çıkmadım, KENDİMDİM, ta kendimdim, SEVGİ doluydum, SEVGİYDİM, ORADA ben BEN olarak vardım. Sen sen değilsen, ROL yaparsın, ya da hırçınlaşıp cerbezelik yaparsın.

Şu açık oturumlarda o ROL KESENLERİ görüyorum, gördükçe de şu dürüstlüğü ÇOOOOK SEVİYORUM. ALLAH da dürüstü çok sever.

Hv.Æiberg

Ama Öztürk dürüstçe davranmamıştı. Misafir ettiği insanın yazdıklarını değerlendirebilecek bilim adamı kimliğine sahip tek bir kişiyi dahi programa davet etmemişti.

Nedeni; ilk yayından sonra Atv-Sabah Grubu tarafından bombardımana tutulmasıydı.

İşin içine kıskançlık ve çıkar ilişkileri girince kolay yolu seçmişti. Konuğunun canlı yayında rezil edilerek bir daha sokağa bile çıkamayacak hale getirilmesini sağlayacaktı.

Öncesi ve sonrasıyla 1997 Medya tuzakları...

KESİM -II-

Öztürk ikinci programda, "Olmayan bir şeyi var gösterme var. Şimdi sizin tahsiliniz nedir? Bunları nasıl..." diyerek masanın üzerine istiflediği kitapları göstermiş, sonra şöyle devam etmişti: "Diyorlar ki: Cinlerden yardımcısı var onun, Cinler yazdırıyor..."

Diyenler kimlerdi: F-Tipi-Tip’in “telekulağı” AMG ve ATV-SABAH Grubu...

Dolayısıyla, “Işığa Çağrı” programında yaşananların içeriklerine girilmeden önce, medyada kopan fırtınalara ve perde arkalarında yatan sebeplere bakılmalıydı.

Bu yazının bir önceki kesiminde açıklanan ve üstteki yazıyla yeniden hatırlatılan AMG eksenli ilişkiler yumağının dışında, ATV-SABAH Grubu cephesindeki hareketlilik “organizasyonun kamuoyuna yansıyan görünür tarafı”ydı. (Yani o günlerde adı ağza alınmayan ERGENEKON muharebesinin TARAF+ları en baştan belirlenmişti. AKP döneminde başlatılan muhabere sürecinin doğrudan muhatabı ve İLK ERGENEKON (PRE-ERG) muharebesini bizzat yaşayan ise HANS von AİBERG’ti.)

Operasyon hazırlık sürecinin 1997 yılındaki “görünen medya” tarafı şöyleydi:

6 Mart 1997: Işığa Çağrı, HvA, telefon bağlantısı.13 Mart 1997: Işığa Çağrı, HvA, program konuğu.20 Mart 1997: Işığa Çağrı, HvA, program konuğu.

14 Mart 1997 ve sonrası: ATV Ana Haber, Siyaset Meydanı19-26 Mart 1997: Aktüel Dergisi21-22-23-24 Mart 1997: Sabah Gazetesi

Yaşar Nuri ÖZTÜRK, ikinci programa çağırdığı “uzman” konukların ve telefonla bağlanan Kezban HATEMİ gibi saldırganların eşliğinde FLAH TV’de…Ali KIRCA, ATV Ana Haber ve Siyaset Meydanı’nda…Tevfik YENER ve Selahattin DUMAN ikilisi SABAH Gazetesinde…Şahin Artan ismi üzerinden organize olan “ekip” AKTÜEL Dergisi’nde…Görsel ve yazılı medyaya yansımayan perde arkası kulislerde…

“Fremen Mızıkçıları” olarak hep bir ağızdan Hans von Aiberg aleyhinde karalama kampanyası başlatmışlardı.

Örneğin “İftira atmak ve komplo kurmak konusunda tescilli bir uzman” olan Tevfik Yener, “Esrarengiz Profesör Hans Aiberg Olayı” başlığıyla üç gün boyunca iftira üstüne iftira yağdırmıştı.

İftiracı olduğu ona bir iftira değildi çünkü bunu bizzat kendisi itiraf etmişti. Hatta başka gazeteciler, örneğin Hasan Karakaya (Akit), Hasan Sutay ve Selahattin Karakış (Zaman, 7.2.1999) tarafından haber yapılmıştı. Yener’in kendi kaleminden Sabah gazetesinde aşağıdaki makale yayınlanmıştı:

“Ben gazete yönetiyordum. Barış Manço müzisyendi. Barış'ı alaycı bir dille eleştiren yorum-haber yaptırdım. Barış susmadı. Başka bir gazetede, aynı alaylı dili kullanarak yanıt verdi. Barış'ın da dili kılıçtan keskindi. Bayağı öfkelenmiştim.Aradan onbeş gün geçti. Muhteşem Lunapark Gazinosu açılıyordu. Gazete ilanına baktım. Barış Manço ve Kurtalan Ekspres kadrodaydı. Ve Mehter Takımı kılığında şov yapacaklardı.Bu ilanı görünce 'Hah!.' dedim 'Şimdi bak neler olacak?'Muhabir arkadaşım Erkan Özmen'e aynen şunları söyledim: -Lunapark Gazinosu'na git. Sofra kur. Barış sahneye çıkınca, rakı şişesini görüntüye sokarak fotoğraf çek!.Ertesi gün Erkan, istediğim fotoğrafı getirdi. Önde kocaman yeni rakı şişesi, ardında Mehter ve Yeniçeri giysileriyle Barış Manço ve Kurtalan Ekspres. Birinci sayfanın tam göbeğine kocaman koydum o fotoğrafı. Başlık şöyleydi:'Mehter Takımı rakı mezesi oldu'.Tepkilerden çekinen gazino, Barış Manço'nun programını hemen kaldırdı. Bunu öğrenince içim 'cızz..' etti. Ben toydum ve avanaklık etmiştim. Çok üzüldüm.Üç dört gün sonra bir tomar mektup masamın üstüne kondu. Hepsi de Barış Manço hayranlarından geliyordu.Adana'dan geleni asla unutmadım. 14 yaşında, Ebru adında bir kız şöyle yazıyordu: Lütfen Barış Manço'yu bir daha üzmeyin. Kırıcı olmayın, barışçı olun. İmza: Barışsever Ebru. Bu mektup; gazetecilik hayatımın en önemli derslerinden birisiydi. Çok geçmedi Barış ile birbirimizi yakından tanıdık. Saygın dostum oldu.Kısa süre önce karşılaşmıştık. Eski günlere gitmiştik. Ben: 'Barış, o mehter haberinden hala utanıyorum?' demiştim. Sadece şunları söyledi Barış: '27 Kasım 1973 idi.' 26 yıl sonra günü gününe hatırlıyordu. İz bırakmıştı demek ki o haber. 'Buna daha çok üzüldüm.' dedim. O da 'Hıncımı aldım ya!.. Oh olsun!' demişti, gülmüştük.Aradan 26 yıl geçti.Hala utanıyorum. 35 yıllık gazetecilik yaşamımda, üzüntüsünü hep taşıdığım üç hatamdan birisi Barış'a yaptığım haksızlıktı.Barış beni affetmişti; ama bir daha özür diliyorum.”

Yener, alaycı davranan kendisi olduğu halde, benzer yaklaşım karşısında hoşgörüsünü koruyamayıp öfkeye kapılmıştı. Yalnızca şan-şöhret arzusunun ardına takılıp haber peşinde koşmak, doğru olmasa da bir yere kadar belki anlaşılabilirdi. Ne var ki Tevfik Yener’in tutumu farklıydı: PLANLI ve ORGANİZE biçimde (ekip-örgüt hazırlayarak, tuzak-komplo kurarak) suç işlemişti.

Durduk yerde Hans von AİBERG aleyhinde yazmasının sebebi, yalnızca içinde yeraldığı medya ekibine borazancılık yapmak ya da arkadaşlarını kıramamak mıydı? Oysa o grupta çok sayıda gazeteci vardı. Karalama kampanyasına katılmak ona mı kalmıştı?

Aktüel’de olduğu gibi yeni yetme yazarlardan birilerine haber yaptırılabilirdi. Ama o öyle davranmadı ve öne çıkarak “Hans”a kendisi saldırdı, üç gün boyunca yazıp çizdi. Alıp veremediği neydi? Kişisel hesaplar peşinde miydi?

“Hippi” görünümlü, “gazeteye işe aldığı genç” bir delikanlının, “Boynuz kulağı geçer” misali yükselişini mi hazmedememişti? “Hans'ı yakından tanırım, onu medyatik şahsiyet yapan benim” sözleriyle “Hans”ı kıskandığını mı anlatmak istemişti? Çünkü “Hans” kısa sürede basamakları birer birer (çok hızlıca yukarılara) tırmanmış, o ise yerinde saymıştı. Şöyle ki;

Daha önce Günaydın Gazetesinin Genel Yayın Müdürü olan Aiberg, Sabah Gazetesinde yine aynı göreve getirilmişti. Müdürlük görevi bekleyen Yener de kıyameti koparmıştı. Anlaşılan o günleri unutamamıştı.

Selahattin Duman’ı Sabah gazetesinde işe alan Aiberg sonradan “istifa” ederek gazeteden ayrılınca, yerine müdürlük görevine Zafer Mutlu getirilmişti. Selahattin Duman onun yardımcısı yapılırken, Tevfik Yener yine birşey olamamıştı.

Belki de “Hans’ı TV programına çıkarmayı” düşünmüştü, ama bunu Yaşar Nuri Öztürk başarınca kıskanmıştı. Sonra da Barış Manço örneğindeki gibi bir plan yapmış; kendisi gibi “Asabi” olan Ali Murat Güven’in, Resul Tosun yönetimindeki Yörünge dergisinin kapağına yerleştirdiği SAHTE "Hans" fotoğrafını alıp Sabah’ın sayfalarına taşımıştı.

Öncesi ve sonrasıyla 1997 Medya tuzakları...

KESİM -III-

Tevfik Yener, üç gün boyunca iftiralarını sıralarken, yine de yaşadığı, tanık olduğu ya da anlayamadığı gerçekleri saklayamamıştı. Baştan aşağı çelişkiler yumağını andıran yazılarında Yener, düşüncelerini okurlarıyla şöyle paylaşmıştı:

“Müthiş adamsın Hans.Televizyonda bir göründün ortalığı karıştırdın.İlahiyatçı Profesör Sayın Yaşar Nuri Öztürk, bizim Hans'ı Flash TV'deki programına davet etmiş. Yayın canlı. Yaşar Bey'i tanırsınız. TV'deki din sohbetlerinden, dini yazılarından bilirsiniz. Gerçek din bilgini. Çağdaş, aydın insandır.Yani demek istiyorum ki; Profesör Yaşar Nuri Öztürk güvenilir kişidir. İlahiyat Fakültesi Dekanı'dır.Hans Ayberg de bir başka profesör. 10 adet kitap yazmış adam. Bunlar kolay yazılır kitaplar değil. Din, dünya, Tanrı, yaratılış gibi konuların ilimini, bilimini, felsefesini yapmış. "İnciğini, cinciğini çıkarmış."13 Mart gecesi Flash TV: Saat: 21.00. Işığa Çağrı programı.Programı yöneten Prof. Yaşar Nuri Öztürk ve Prof. Hans Von Ayberg de gecenin konuğu.Vay sen misin davet eden? Hans öyle şeyler söylüyor ki herkes dilini yutuyor, nefesini tutuyor. Çenesiyle "Arz'dan Arş'a" çıkıyor. Anlaşılmayan "bilimsel" sözcüklerine hayranlık büyük:"-Vay canına, bizde böyle adamlar yetişmiyor. Baksana Alman'mış." Hans, muhabbetin gazıyla uzayda geziniyor.Bu TV programından sonra herkes Profesör Hans Von Ayberg'i konuşuyor.Ertesi gün TV haberlerinde Hans'tan söz ediliyor, dergiler, gazeteler yazıyor. Hepsi aynı soruyu soruyorlar: Kimdir bu Profesör Doktor Hans Von Ayberg?*Kendisinin söylediği gibi; Danimarkalı asil bir ailenin Alman pasaportlu aristokrat oğlu mu? Yoksa, kimliğini gizleyen bir Türk mü?*Önce Hıristiyandı da, sonra mı Müslüman oldu? Yoksa Anadolu'nun bir yerinde Müslüman mı doğdu?*Kopenhaglı mı, Denizlili mi, Sivaslı mı, Ispartalı mı? Yoksa Konyalı mı?*Gerçekten profesör mü? Doktorası, profesörlüğü Heidelberg, Freiburg, Sorbon Üniversiteleri'nden mi, yoksa kaldırım üniversitesinden mi?*Saçları gerçekten sarı mı? Yoksa aslında siyah saçlı da, sarıya mı boyuyor?*Acaba saçları takma mı, kendi saçı mı. Firkete ile mi tutturuyor? Yoksa ekme saç mı?*Şarlatan mı, bilgin mi?Herkes işte bu soruları soruyor.Bu arada, Hans'ı programına çıkarıp "günün adamı" yapan Prof. Yaşar Nuri Öztürk'ün bir sözü dikkatten kaçıyor "-Ortada adamın 10 kitabı var kardeşim."Yani, TV programına çıkardığı Hans'ı kaldırımdan toplamadı Yaşar Bey. Ben, televiyon programı yapsaydım Hans her defasında alırdım, ratingi de tavana vurdururdum. Rakip tanımazdım. Hatta bir yıl önce hazırladığım bir TV programının planında Hans sürekli vardı. Çünkü Hans "çok ilginç" bir kişidir. TV programım gerçekleşseydi Hans'ı daha önce tanıyacaktı herkes. Ama her hazırladığım TV programı gibi o da buzdolabında kaldı.Demek ki Hans'ı TV programında düşünmekte isabet etmişim. Konuk olduğunda bile ortalığı nasıl karıştırdı.Şimdi yukarıdaki sorulara tek tek cevap vermeye çalışayım.Hans'ı yakından tanırım. Çünkü onu "medyatik şahsiyet" yapan benim.1983 yılında, Mazlum Göknel arkadaşımla birlikte Posta adında aile gazetesini yayına sokmuştuk.Gazetemiz 700.000 gibi çok önemli satışa ulaşmıştı.Bir hanım okurumuz telefon ederek "Yıldız Falı tatmin edici değil, daha genişletemez misiniz?" dedi.Hemen bir astroloji uzmanı aratmaya başladık. Kim tavsiye etti hatırlamıyorum "Bu işi çok iyi bilen biri var" dediler. "-Getirin o zaman" dedik.Ertesi gün odaya bir hippi girdi. Uzun boylu, zarif, temiz yüzlü bir genç. Elini kibarca uzattı:"-Bendeniz Doçent Doktor Hans Von Ayberg."Mükemmel bir Türkçe ile konuşuyordu. Alman veya Danimarkalı vurgusu yoktu dilinde. Kanarya sarısı saçları başına bir firkete ile tutturulmuştu.Ben şaşırmıştım. Yıldız Falı uzmanı olarak beklediğimiz kişi Alman çıkmıştı. Oturmasını rica ettim ve sordum:"-Siz Alman mısınız Herr Von Ayberg?""-Hayır Danimarkalı'yım, fakat Alman vatandaşıyım."Enteresan.Hans, ufak bir para karşılığı "fal" köşemizi yazıyordu. Onu merak ediyordum.Yazısını getirdiği bir gün Almanca çevirmen arkadaş işten ayrılmıştı. Hans'a bu işi teklif ettim. Alman değil miydi, o zaman Almanca'dan çeviri yapabilirdi.Hemen kabul etti. İşte onu, birlikte çalışınca tanımaya başladım.Çevirilerindeki Türkçe'sinin güzelliği dikkat çekiciydi.Bir süre sonra Hans'ın sadece Almanca'dan değil, İngilizce'den, Fransızca'dan, İtalyanca'dan, İspanyolca'dan çeviriler yaptığını gördüm. Hayret ki ne hayret.Adam hiç ses etmeden, kafası önünde çalışıyor da çalışıyor.Bu arada senli benli olmuştuk:-Hans sen kaç dil biliyorsun?" diye sordum.-Hemen hemen bütün dilleri..." cevabını verdi.-Yani?-Rusça, Arapça, Farsça ne bileyim biraz Hintçe filan bilirim işte...Esrarengiz adamdı. Nezaket icabı özel yaşamıyla ilgili soru da soramıyordum. Hans'ın anlattıklarıyla yetiniyordum.Almanya'da Heidelberg ve Freiburg, Fransa'da Sorbon Üniversitelerinde okumuştu. Doçentti. Ne doçenti? Soramadım, o da söylemedi.Ancak; hangi dilden çeviri yapsa mükemmel yapıyordu. Bilimsel zor konuları bile uzmanlara parmak ısırtacak ustalıkta çeviriyordu.Kadınlar Hans'ın peşindeHans'ın kimliği, geçmişi hakkında merakım iyice artmıştı. Bu sırada okurlardan gelen telefonlar ve mektuplar dikkatimi çekti. Hemen herkes Hans'tan "bir çare" bekliyordu. Yıldız Falı ve astroloji konusundaki yazıları okuru çarpmıştı.Hans ile tanışmak, fallarına baktırmak istiyorlardı.Bir süre sonra gazetenin kapısını Hans'ın okurları kuşatmaya başladı.Kadınlar, görevlilerle kavga ediyor, Hans'ı görmeden gitmek istemiyorlardı.Mazlum'la karar verdik Hans'ın astroloji köşesini hemen yarım sayfaya çıkardık. İlgi her gün arttı. Yetmedi tam sayfa yaptık. Mektuplar çuvallarla geliyordu. Yetmedi bir buçuk sayfa yaptık. O da yetmedi iki sayfaya yaydık Hans'ı. Şimdi o, tam iki gazete sayfasının yazarıydı."Yüzüğümü kim çaldı Sayın Ayberg?"Hans'tan çare bekleyenler neler sormuyordu ki? Hatırlıyorum bir kadın yazmıştı:"Sayın Hans Ayberg. Çok kıymetli tek taş yüzüğüm evde kayboldu. Yüzüğümü nerede bulacağımı söyler misiniz?"Bizim Hans da gazeteye şöyle bir cevap yazmış:"Yüzüğü görümcen çaldı. Sen üzülesin diye yaptı. Bir haftaya kadar yüzüğü getirip yatağının altına bırakacak. Bekle, sakın üstüne gitme yoksa kan çıkar."Bunları okuyunca Hans'a dedim ki:"-Gözünü seveyim böyle şeyler yazma. Kadın gidip görümcesinin boğazına sarılırsa?"Hans kendinden emin cevap verdi:"-Merak etmeyin efendim. Kan çıkmayacak. Kadın yüzüğüne kavuşacak."Hans'ın davranışları zaten garipti. Fazla üstelemedim. Aradan 10 gün geçti. Yüzüğünü kaybeden kadın gazeteye gelerek Hans'ın ellerine sarılmaz mı? Yüzüğü yatağın altında bulmuştu. Hem de görümcenin misafir geldiği gece.Acaba Hans bizi etkilemek için bir tanıdığına "yüzük oyununu" mu oynatmıştı? Bu kuşkum uzun sürmedi. Hans'a teşekkür için gelen kadın sayısı o kadar arttı ki, bu kadar oyuncu tanıdık bulamazdı. Bir çok isabetli kehanetlerde(?) bulununca Hans'ın şöhreti iyice arttı. Kadınlar ağızdan ağıza Hans'ın ününü yayıyordu.Her sabah gazetenin kapısında gördüğümüz 10-12 kadar hanımın Hans'ın okuru olduğunu biliyorduk artık.Yabancı Profesörlere karşı bizim Doçent Hans AybergBir gün ünlü bir bilim dergisinden çeviri yapıyordu. (New Scientist veya American Scientist olabilir.) Birden durdu. Bana geldi:"-Bu dergide verilen formüller yanlış."Öf, sıkılmıştım artık:"-Hans çok işim var. Allahaşkına tiyatroyu bırak, zamanımı çalma. Yani, o derginin profesör yazarları yanlış biliyor öyle mi?"-Evet. Yanlış yazmışlar.-Doğrusunu sen biliyorsun ha?-Evet efendim. Bu kimyasal formüllerin sonucu yanlışa götürüyor.-Sen nereden biliyorsun peki?Bu soruma yanıt vermedi. Kırılmıştı, gitti yerine oturdu. Söylenmeye başladı:"-Formüller yanlış işte..."Çok yorgundum, sinirliydim. Fırladım, elinden dergiyi kaptım ve bağırdım:"-Yaz bakalım doğrusunu o zaman."Hemen karalamaya başladı, Hans'ın yazdığı kağıdı ve dergiyi bir arkadaşımıza vererek:"-Hıfzısıhha'ya veya Kimya Fakültesi'ne git. Nereye gidersen git, güvenilir bir kurumdan hangisi doğruymuş öğren. Doğruyu da, yanlışı da tasdik ettir." dedim. Yaptığı ukalalığa karşı Hans'a "mahçubiyet" cezası verecektim.Amma velakin.İşte bundan sonrası gerçekten ilginç.Hans'ın yazdığı formül doğru çıktı. Yahu nasıl olur? Bayağı şaşırmıştım. Derken; bir ay sonra şaşkınlığım müthiş bir meraka döndü. Çünkü aynı dergi, bizim tartışmalı formülle ilgili, bir önceki sayısında yaptığı hatadan dolayı özür diliyor "düzeltme" yayınlıyordu. Düzeltme Hans'ın yazdığı ve bizim profesörlerin onayladığı gibiydi.Böyle bir şey olamazdı. Hans başıma dikilmiş dergiyi gösteriyordu. Donuk bakışlarla yüzüme bakıyordu. Ben de ayağa kalktım:"-Bana bak. Formülün doğrusunu nasıl bildin söyle bakalım" dedim."-Bakın. Ben kimyacı değilim. Ama her konuyu herkesten iyi bilirim. Çünkü benim temasta olduğum cinler, ruhlar var. Onlara danışıyorum. Dünyanın en zor problemlerini, fizik-kimya formüllerini saniyede çözerim. Çünkü ruhlar bana hemen doğrusunu iletiyor."-Yaaaaa?-Evet öyle Tevfik Bey. Size garip gelebilir ama doğrusu budur.Ben şimdi ne diyeyim? Belki tesadüfen bildiği bir formül karşısına çıkmıştı. Ama biliyordu ya.Hans ile çalışmaya devam ettik.Onun Alman pasaportlu Danimarkalı olduğuna asla inanmamıştım. Doçent olduğuna da. Yıllarım geçti Avrupa'da. Bir Türk'ü Alman diye yutmam mümkün değildi.Bence Heidelberg veya Freiburg Üniversiteleri'ni de bitirmemişti. Sorbon'u da.Gelgelelim bu kadar bilgiyi nasıl edinmişti?"Sen hangi okulda okudun? Gerçeği söyle arkadaş." diye sormak kabalık olmaz mıydı?Bir hekim kadar tıp bilgisine, bir profesör kadar fen bilgisine sahip gözüküyordu. Dikkat: "Gözüküyordu" diyorum, "sahipti" demiyorum.Çünkü biz gazeteciydik, hekim veya kimyager veya fizikçi değildik. Ama, uzmanlara her kontrol ettirdiğimde Hans'ın yazdıkları hatasız çıkmıştı. Az bilinen dillerden çevirilerini bir bilene sorduğumda "doğru tercüme" yanıtı almıştım.Ne diyeyim? Demek ki çok bilgili çocuktu.Bilgilerini cinlerden ve ölmüş bilim adamlarının "arkadaş olduğu" ruhlarından aldığını söylüyordu. İşte o kadarını bilemem."Sana cinlerimi gönderiyorum Ali!"Bir gün gazeteci arkadaşımız Ali Galip Vural nedense Hans'a kızdı. Bir işi aksatmıştı herhalde. Çünkü Hans, bir gün atom karınca gibi çalışır, iki gün işi sallardı. Üç gün biyonik adam olur, iki gün kaybolurdu.Ali Galip epey söylendi. Daima sakin tabiatlı olan Hans:"-Ali Bey. Bana hakaret ettiniz. Size cinlerimi gönderiyorum. Onlar sizi cezalandıracak" dedi. Ali ve hepimiz güldük.Üç gün sonra Ali Galip bana geldi, bakın ne dedi:"-Abi şu Hans'a söyleyin cinlerini üstümden çeksin. Üç gündür her işim ters gidiyor. Arabayı çarptım, aileden ağır hastalanan oldu, maddi manevi hasar görüyorum."-Ali, herhalde dalga geçmiyorsun?-Abi lütfen. Böyle nezaketsizlik benden bekler misiniz.Ali Galip, aklı başında bir arkadaşımızdır. Doğaüstü olayları da iyi bilirdi, din konularını da. Ters giden işlerinden "öyle bunalmıştı ki, kurtulmak için Hans'ın cinlerini bile kabule razıydı" diye değerlendirmiştim. Belki de çok kişi Hans'ın "gücünü(?)" böyle durumlarda hissetti(!).Adnan Kahveci sormuştu "Hans nedir?"Hans, yazılarıyla artık şöhret olmuştu. Gazeteden uzaklaşmaya başladı. İşleri iyice aksatıyordu. Bir gün ciddi olmasını söyledim. Başını eğdi:"- Dört çocuğum ve bir karım var. Çok kazanmam gerekiyor. Fal bakıyorum, iyi para veriyorlar."Hans evliliğini de şöyle anlatmıştı:"-Sokakta dört çocuklu bir gariban kadın gördüm. Kadın - Açım, çocukların babası beni sokağa attı- dedi. Ben de tuttum o kadınla evlendim."Bir süre sonra tamamen kaybolan Hans'tan haber aldığımda Ankara'daymış. Rahmetli Adnan Kahveci bir gece evden aramıştı:"-Yahu bu Hans Ayberg diye biri var. Olağanüstü yeteneklerinden söz ediliyor. Senin gazetede çalışmış. Nasıl biridir?" diye sormuştu.Ben de Adnan Kahveci'ye "Fal mı baktıracaksın?" diye sordum. Gülmüş şunları söylemişti:"-Ankara barlarında servet karşılığı fal baktığını söylediler. Bir de kitap yazmış. Boş adam da değil. Kafa karıştıran bir tip. Bunlar sonradan cemaat, tarikat kurmaya kalkarlar bela olurlar. Gerekirse takibat yaptıracağım."O zaman bakan olan Kahveci'ye, Hans'ın "o bildiği tür" din taciri üçkağıtçılar kadar uyanık olmadığını, saf bir "uçuk" olduğunu söylemiştim. Yıldız Falı bakıyor, Tarot açıyor, kehanetlerde bulunuyordu. Anlattığı "bilimsel masallar" çevresini heyecanlandırıyor ve topladığı ilgiden mutlu oluyordu.Eğer Ali Kalkancı'nın ticari zekası Hans'ta olsaydı şimdi trilyon yapmıştı.Neyin nesi bu Hans Ayberg?Kendisine "Hans Ayberg" diyor. Gerçek ismini asla öğrenemedim. "Bizim Hans"ın rüzgarına dikkat edilmeli. Yazdığı 10 kitap neden rekor sayıda okuyucu buluyor? İlahiyatçılar, fizikçiler, biyologlar ve diğer bilimciler ne sebepten Hans'a ilgi duyuyor?10 kitap dolusu yazı yazmış. Bu kadar bilgiyi nasıl toplamış?Cahil deli mi, bilgili deli mi? Dahi mi, anasının gözü tezgahtar mı?Yazdıkları tamamen saçma mı? Peki, kim incelemiş?Bu soruların cevabı yok. Yazdıklarını yalanlayan bir uzman da duymadık. Belki de "deli saçması" diye bilim adamları kitaplarını okumuyor. Bir okusunlar.***Peki Hans neden "profesörüm, quantum fizikçisiyim" diye yalan söylüyor?Bunun adına "ruhsal ben" derler (psychological me). Yani: Ruhsal ben'ci, kendinde bütün bedensel ve ruhsal niteliklerin varolduğuna inanır. Bu kadar bilgi kimde bulunabilir? Ancak bir profesörde. O zaman "profesörüm" diyeceksin. Yutarlar mı?Bazı bazı yutturdu işte. Tercüman Gazetesi 10 yıl kadar önce Hans'ı "Allahtanımazken Müslüman olan Alman Profesör" diye tanıtmıştı. Hans orada bir "Alman profesör olarak" gazetenin anonsuna göre: Allahtanımazlıktan kurtulmanın yolunu anlatacaktı.Anonsu görür görmez Tercüman'a telefon ederek uyarmıştım. Sanırım ya rahmetli Kemal Ilıcak Bey'i ya da Nazlı Ilıcak Hanım'ı aramıştım. Çok yıl oldu unutmuşum.Büyük rezalet olacaktı. Anonslar hemen durduruldu. Hans ortadan kayboldu.Yalan söylemeseydi...Hans boş değil. Bir kaç dili iyi biliyor. Din bilgisi güçlü. Fen bilimlerinden haberdar. Hayli kitap okumuş. Felsefe, sosyoloji de biliyor. Astrolojide uzman. Ancak; çok önemsediği psikoloji konusunda kendine hiç eğilmemiş.Eğer "Alman, Danimarkalı, Hans, Prof." gibi gereksiz palavralara sapmasaydı saygın bir yer kazanabilirdi. Kendisine "şarlatan" dedirtmezdi.Hans olayı, Türk toplumu için önemli bir uyarıdır.Hans'ın bu kadar ilgi görmesinin sebebi; Yıldız Falı, kehanet tutkunları ve din tartışması meraklısı cahillerin ilgisi. Hans da zaten ortamını "cahil bilmişler" arasında buluyor.Yıldız Falı'na umut bağlayanlar, kehanete inananlar Hans'ın profesörlüğünü mü araştırır. Fal baktıranlar ne söylerseniz inanmaya hazır tiplerdir. Onların kendisine verdiği önemden Hans sarhoş oldu, attı tuttu: Quantum fizikçisi profesör. Alman ve de Danimarkalı. Bir sürü üniversiteden diploma, doktora ve tezler, tezler.Çok şey biliyordu ama hiçbirisi değildi.O kendine bu ünvanları yakıştırıyor, profesörlüğün anasının ak sütü gibi hakkı olduğuna inanıyor ve yalan söylüyor. Yutturuyor da.O tutulan kitaplarında nedir acaba Hans'ın yaptığı? Alman filozofu Prof. Reichenbach'ın "Setzung" diye adlandırdığı "ortaya atmak, koymak"tır. "Ortaya kumar parası gibi koyulan yargı veya bilgi. Doğru da olabilir, yanlış da. Kazanmak kadar, kaybetmek de var.""Setzung- yargı koymak" ciddi tezler için söylenmiş. Hans bunu "yersen"e mi uygulamış acaba? Kitaplarını okumadım, fikrim yok.Din tartışmalarında medyanın büyük hatasıSon yıllarda Türkiye'de "Din Deliliği" yaygınlaştı. Osmanlıca'da "Cinneti diniye" denilen delilik türüne yakın aşırılıkta "din tartışmaları" medyaya yerleşti. Hıristiyanlar'ın da "Folie religieuse" dediği "din deliliği" diyebileceğimiz tartışmalar Müslümanlığa hiç yakışmıyor.Özellikle TV'lerde her gün din tartışması olunca, dini istismar edene de fırsat doğuyor. Bir takım hokkabazlar bilgin, şeyh diye takdim ediliyor.Allah'ın buyrukları yorumlanıyor, büyük hata yapılıyor.Yapılmaması gereken yorumlarla saf insanların kafası karıştırılıyor. Üç kağıtçı yorumcular bu yüzden vurgun ortamı buluyor. Cahil din dolandırıcıları, şeyh ve cemaat sahibi kisvesi altında öyle zengin oluyorlar, öyle semiriyorlar ki uçkurlarını tutamayıp kendilerine sığınan kızların ırzına geçiyorlar.Şimdi; dini yorumlamak, Allah'ı açıklamak Hans'a, Ali Kalkancı'ya şuna buna mı kalmış?Oysa:"Allah'ın buyurdukları yorumlanamaz.Yorum bir tahmindir. Allah'ın buyrukları üstünde tahminlere dayanarak fikir yürütmek doğru değildir. Çünkü tahminde yanılıp; bir ayeti, Allah'ın kasdına aykırı yorumlama da olabilir. Bu ise sapkınlık olur. Ayetlerin dış anlamına inanmak (zahirine inanmak) ve iç anlamlarını (batınını) Allah'a bırakmak gerekir."Yukarıdaki yorum Sahabe (Hz. Muhammet'in yakınındakiler) tarafından yapılmıştır.Yaratılışı, evreni, Allah'ı kimse "tam ve doğru" yorumlayamaz. Çünkü evrenin yaratılışından beri, başlangıçtan bugüne akıp gelmek gerekir. Bu mümkün mü? Bir filmin karelerine tek tek bakarak filmi anlayamazsınız. Başından sonuna hareketli olarak izlemeniz gerekir.Din konularını TV haberlerinde, tartışmalarda şova çevirenler iyi yapmıyorlar.Cahiller kitap yazıyor, yoruma kalkışıyor çıkar için veya "aferin budalası" olduklarından günaha giriyorlar. Yapmayın.***Bizim Hans'a dönelim. Kültürlü, efendi, iyi bir çocuktur. Onun ihtiyacı "profesörlük ve Almanlık" iddiasından kurtulacağı esaslı bir tedavidir.Hans ve benzerleri nasıl ortam buluyor?Feodal-dinsel cahillik sürüyor. Tanrı hakkında bilgisizlik "din çıkarcılarının" işine yarıyor. Ölüm korkusu, ölümden sonrasının merakı, Tanrı nedir, yaratılış nasıl olmuştur gibi sorular bazı kimselerde ruhsal bozukluk yaratıyor. O zaman, cahillerin tarifeli akıl hocası yarı cahiller müşterisini buluyor. Yarı cahiller hiç bir konuda bilgi sahibi olmadığından din bilgini kisvesine bürünüyor. Birbirlerini de "alim" diye gösteriyorlar.Din konusunda sorusu olanlar ve sadece doğruyu öğrenmek isteyenler Diyanet'in "Fetva Bürosu"nu arasın.”

İftira atmak için komplo kurduğu kendi ağzından tescillenen Tevfik Yener; "Hans'ı yakından tanırım" derken, "Gerçeği benden dinleyin!" derken, kamuoyunun karşısına HANSOLOG edasıyla çıkmış, ancak Hans von Aiberg hakkında "çok ileri ve aydınlatıcı" bilgiler sunarken, yine kendi ağzından yakayı ele vermişti:

"Kitaplarını okumadım, fikrim yok."

Birlikte çalıştığı dönemde Aiberg’in engin, benzersiz ve şaşırtıcı özelliklerine tanık olduğu halde; bir tek kitabını dahi okumaya tenezzül etmezken, kıskançlık değilse başkaca hangi sebeplerden ötürü “Hans”a karşı saldırıya geçmişti?

İftira mı yoksa itiraf mı, sövgü mü yoksa övgü mü olduğu anlaşılamayan, baştan sona tutarsızlık kokan yazısında; kitaplar hakkında hiçbir okuyucu görüş ve/ya eleştirisine yer verememişti. Kendisi zaten okumadığı için tek laf edememişti. Ama bir insanın fikir, düşünce ve dünya görüşlerini sorgulayacağına, onu dış görünüşüyle ve çok merak ettiği halde öğrenemediği özel yaşantısıyla yargılamaktan da geri durmamıştı.

Bilimsel birikimi, altyapısı olmayan Yener, Aiberg’in ilmi karşısında işin içinden çıkamayınca, “Kendin çal kendin oyna” ya da “Minareyi çalan kılıfını hazırlar” misali, kestirmeden bir yanıt bulmuştu:

“Bilgilerini cinlerden ve ölmüş bilim adamlarının arkadaş olduğu ruhlarından aldığını söylüyordu. İşte o kadarını bilemem.”

Hans von Aiberg’in yazılarını okuyan hemen herkes bilmekteydi ki; cinler bilim ve sanat yapamazlar, uygarlık kuramazlar; ölmüş olanlar da “Berzah”tan geçemezlerdi. Anlaşılan Aiberg, Yener’i fena kafalamıştı ya da Yener hiçbir şey anlayamayıp yeni senaryo denemelerine başlamıştı.

Öncesi ve sonrasıyla 1997 Medya tuzakları...

KESİM -IV-

Aktüel, Kırca ve Yener’le kol kola, el ele, ATV-SABAH Grubunun iftira trenine binen diğer isim ise Selahattin Duman’dı. “Oksijenle sarartıldıktan sonra canlanıp kepeklenen peruğun mucidi” Duman, “Hans”ı duman (!) etmişti:

“İki üç günden beri odamın telefonları "Hans Ayberg" için çalıyor.. Arayanlar da aklı başında diye bildiğim yayın organlarının muhabirleri..Yeşim "Sizi Aktüel'den arıyorlar.. Tempo'dan arıyorlar.." dedikçe, içimden "Medyamızda yine fikir darlığı başladı.. Aklımdan sebeplenmek için arıyorlardır.." diye düşünüp, telefona yapışıyorum:- Buyrun ben Selahattin Duman.. Sorun söyleyelim.. İsteyin çalalım..- Hans Ayberg'le ilgili bir sorumuz olacaktı..Bir değil, iki değil.. Hemen her üç telefondan biri bu Hans Ayberg için çalmaya başlayınca benim de sinirlerim ufaktan ufaktan yerinden oynamaya başladı..Kendi kendime "Nasıl bir icraat yaptı ki bütün medya leşkerlerini peşine düşürdü?" diye sormaya başladım.. Bir de beni "Hans Ayberg uzmanı" yerine koymalarına içerledim..***Bu Hans Ayberg'i Günaydın gazetesinde çalışırken tanıdım.. Zayıf, avurtları çökük, yeşil camlı numaralı gözlük takan bir oğlan.. Gazeteye kimin getirdiği, Veb Ofset'te nasıl yuvalandığını bilen yok..Ama her taşın altından çıkıyor.. Sürekli daktilo başında, takır takır yazılar yazıyor.. Galiba Tevfik Yener'in çıkardığı Posta gazetesinde buna bir de köşe vermişlerdi..Astroloji, tılsım, cifir, gizli bilimler gibi konularda ipe sapa gelmez şeyler yazıp, okur mektuplarına cevaplar veriyordu..Birden şöhret oldu..Bizim ahaliye akıllı bir laf etsen, katiyen zihninde tutamaz.. Ama akla mantığa sığmayacak ne varsa sular seller gibi dinler, son harfine kadar kaçırmadan beller..Hele cindi, şeytandı lafı ettin mi eli ayağı kesilir.. Cinlerin kerametine, hükümet büyüklerimizin kerametinden daha çok inanır.. Bu Hans Ayberg de bunu bildiğinden, kaleminin kuvvetini iyice "akla ziyan" konulara verdi..Diyelim ki bir hanım okur mektubunda "sürekli baş ağrısı çekmekten" yakınıyor.. Hans'ın cevabı hazır:"Kozmik evrendeki zamansız gaz patlamaları yüzünden, kaderinizi belirleyen yıldızın yörüngesinde 3.8 derecelik bir sapma tesbit ettim.. Uzaydan gelen ultraviyole ışınlarının değişen açısı sizde baş ağrısı yapıyor.. Yıldızınız altı yıl sonra normal yörüngesine girecek, bu ağrılardan tamamen kurtulacaksınız.. Şimdilik her akşam bir asprin için.."***Böyle bir akla kim dayanabilir ki..Vatandaşın kanına biraz da Tevfik Ağabey girdi.. "Bizim memlekette yerli malı bilim adamının itibarı, bir siyasi partinin ilçe başkanından ileri gitmez.. Gel seni Alman yapalım.." deyip Hans Ayberg ismini icat etti.. Oğlanın kafasına bir de peruk uydurdular..Ama peruk esmerdi.. Alman dediğin de sarışın olduğundan uymuyordu.. Karşı eczaneden alınan iki şişe oksijen bu sorunu da halletti.. Peruğu oksijene yatırıp bir güzel sararttılar..Çok da güzel oldu.. Öyle ki hakiki Alman'a göstersen "Evet.. Bu bir Alman peruğudur.." diye fetva verir, aklına kıl kadar şüphe gelmez..Peruğu kafasına geçiren Hans Ayberg'in fotoğrafını çekip gazetedeki köşesine koydular.. Böylece okurlara daha bir itimat geldi..Gazeteye mektup yağmaya başladı.. Kelli felli köşe yazarları sabah akşam memleket meseleleri hakkında fetva verip, karşılığında bir iki mektubu zor görürken; bu Hans Ayberg'e gelen mektupları odacılar SANA kolilerine sığdıramıyorlardı..O sırada gazetenin içinde bir video çalınma olayı patlak verdi.. Gazete yönetimi ille de demirbaşa kayıtlı videoyu bulma derdine düştüğünden, günde üç beş soruşturma birden yapılmaya başlandı..Ama ne videoyu bulabildiler ne de aleti kimin zaptettiğini.. İşte Hans Ayberg'in kerametine ilk kez tanık olmamız o günlere rastlar..Video bulunuyor...Hans Ayberg gazetenin idarecilerine gidip "Merak etmeyin, video şu tarihte bulunacak.." raporunu verdi.. Allahın bir hikmeti, çalınan alet tam söylediği gün ve saatte bulunmasın mı?O andan itibaren gazetede yatıp kalkan, pisliğinden kimsenin yanına sokulmaya cesaret edemediği adam Veb Ofset'in en popüler adamı oldu.. Bırakın popüler olmayı, kendisine mürid bile peydahlandı..Hans Ayberg'in gazeteci milleti için "Bunların da dışarıdaki sersemlerden bir farkı yok.." hükmüne varıp, ağız değiştirmesi o günlerin işidir.. Başladı abuk sabuk konuşmaya:- Ben aslen Almanım.. Bohr Üniversitesi'ndeki Astrofizik kürsüsünde asistanım.. Doktora çalışmalarım için Türkiye'ye geldim..- Freiburg Üniversitesi Transpsikoloji kürsüsünde iki yıl öğretim görevlisi olarak çalıştım..- Almanya'nın en tanınmış bioritm ve teoloji uzmanıydım..***Biz "fesüphanallah.." çektikçe Hans azıtmayı sürdürdü.. Artık hayal gücü sınır tanımadığından geceleri "ot sardığını" filan düşünmeye başlamıştık:- Ben Almanya'da ateisttim.. Müslüman olduktan sonra Türkiye'de yaşamayı seçtim..O böyle konuştukça biz sinirleniyor, "Ulan kerhaneci.. Sen ne zaman Alman oldun?" diye itiraz ediyorduk.. O hiç sinirlenmeden Avrupa üniversitelerindeki akademik çalışmalarından söz ediyordu..Güzel Allahım.. Sabrımızı deniyordu herhalde.. O günlerde elimizi Hans Ayberg'in kanına bulamadıysak, gördüğümüz aile terbiyesi sayesindedir..Şimdi bunları niye anlatıyorum?İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk bu Hans Ayberg'i televizyonda yaptığı bir programa çıkarmış ve "Evren'in kurallarını Kur'an'a göre açıklayan ünlü bir kuantum fizikçisi" olarak seyircisine takdim etmiş..Hans Ayberg de televizyon sayesinde Türkiye'nin en ünlü isimlerinden biri olmuş..Böyle bir cevheri yakından tanımak hepinizin hakkıdır.. Yarın da Hans'ın UFO'larla ilişkisini anlatacağım..”

Selahattin Duman'ın 22 Mart tarihli ikinci makalesi ise aynen şöyleydi:

“Eğer bu Hans Ayberg'in oksijene yatırıp sararttığı peruk kendiliğinden canlanmasaydı, belki keramet sahibi olup olmadığı tartışılmazdı..Oğlanın kendisine Alman süsü vermek için taktığı peruk durduk yerde canlandı.. Kendiliğinden kepek üretmeye başladı..O günlerde çalıştığımız Günaydın gazetesi bu kepek olayı yüzünden resmen ikiye bölündü.. Gazetenin bir bölümü perukta kepek üremesini hijyenik bir sorun olarak gördüler..Bir kısmı da "Peruğa can veren Allahın hikmetinden sual olunmaz.." deyip Hans'ın yanında saf tuttular.. Hani "Şeyh uçmaz, müridleri uçurur.." derler ya! O hesap..***Oğlan boş durmuyor.. Eline Alman Stern dergisinin promosyonu olan bir astroloji çarkı geçirmiş.. Önüne gelenin istikbalini okuyor..Doğum tarihini günü ve saatiyle söylüyorsun.. Bir de annenin adını.. Alıyor mukavva çarkı.. Bir ordan döndürüp bakıyor, bir bu yandan.. Çark 12 burca göre bölünmüş ama üzerinde yazılanlar Almanca..O yüzden bu Hans'ın ne gördüğünü anlamak da mümkün olmuyor.. O ise Almanca tek cümle kuramadığı halde, çarkın söylediklerini bülbül gibi tekrarlıyor.. Gel de inanma..Ben şahsen böyle şeylere inanmam..Nitekim benim falıma baktığı zaman da söylediklerine inanmamıştım.. "Sen büyük bir adam olacaksın.. Herkes ağzının içine bakacak.." demişti. Ben de kafa bulmuştum..Tercüman kazığı...Günler gelip geçerken, bu Hans'ın durmadan yeni bir marifeti çıkıyordu.. Hergün hakkında yeni birşey duyuyorduk. Nitekim bir zamanlar Tercüman Gazetesi'ni de kazıkladığı anlaşıldı..Gitmiş gazeteye.. "Ben aslen Almanım.. Lahey Üniversitesinde nükleer fizik uzmanıydım.. Allaha inanmazdım.. İslamiyeti seçtikten sonra Türkiye'ye yerleştim.." demiş..Tercüman gazetesi de solcularla nizalı ya! Hemen kaleme sarılıp kocaman bir anons hazırlamışlar ve Hans'ı gazetenin tepesinden okurlarına takdim etmişler.."Ben bir Allahsızdım.." başlığının altına döşemişler yazıyı.. Artık akıllarına ne ilham geldiyse.. Anons aynen şöyle:"Almanya'da doğdu.. İyi bir hristiyan olarak yetiştirildi.. ""Hristiyanlık onu tatmin etmediğinden ateist (Tanrı Tanımaz) oldu..""Ateist bir toplum yaratmak için savaş açtı.. Ateistlik bir felsefe değildi.. Marksist oldu..""Lahey Üniversitesi'nde profesörlük yaptı..""Arayış dönemine girdi.. Kur'an'la tanıştı.. Ve hidayete ererek Muhammed Hans Ayberg oldu.."Eğer o sıralarda birinin aklına "Ulan bu herif profesörse diploması nerede.. Almansa pasaportu nerede?" sorusu gelmese bizim Hans Ayberg'in anlattıklarını dizi dizi yayınlayacaklarmış.Hans'a "İtimatsızlık gibi olmasın ama şu belgelerini getirsen de bir görsek.." demişler.. Bizimki anında ortadan kaybolmuş.. Ondan sonra da kapağı, bizim çalıştığımız dönemdeki Günaydın'a atmış..***Bizim gazetedeki UFO merakını da bu Hans Ayberg çıkardı.. Bir UFO muhabbeti başladı ki bitmek bilmiyor..UFO'lar gelip gidiyor.. Lakin bizim Hans Ayberg'den başka göreni de yok.. Kendine uydurduğu tipleri de yanına alıp geceleri gazetenin çatısına çıkarıyor.. Sabaha kadar UFO gözcülüğü yaptırıyor..Mevsim yaz, hava açık olduğundan vücuda bir zararı yok. Lakin akla ziyan bir iş.. Bizim gazetedeki aşırı Hans Aybergçiler ancak yaz bitiminde duruma uyandılar.. Hans'ın bunlara UFO'ları neden hedef gösterdiği meydana çıktı..Nevale meselesi...Yaz ortasında bir gazetenin çatısında tüneyip UFO beklemek nasıl mümkün olur.. UFO dediğin şey, askeriyenin nizamiye nöbetçisi gibi kaskatı beklenmez ki.. Oturacaksın, muhabbet edeceksin.. Birşeyler yiyecek, cıgara tellendireceksin..Hans da aynen böyle yapmış.. Kurduğu UFO tarikatının üyeleri yaz boyunca nevaleyi çatıya taşımışlar..O da yemiş içmiş, bol bol cıgara tellendirmiş.. Bu arada bol bol UFO hikayeleri anlatıp inançlarını pekiştirmeyi de ihmal etmemiş.. Böylece elini cebine atmadan bütün bir yazı karnı tok, sırtı pek geçirmiş..İşleri yolundaydı.. Fakat paraya ve maddiyata düşkünlüğü başını yedi.. Taksitle mal aldığı mağazaların elemanları, borç taktıkları birer ikişer kapıya dizilmeye başladılar.. Şikayetler artınca Hans'a da yol göründü.. Geldiği gibi aniden, sessiz sedasız ortadan kayboldu..***Hans Ayberg'in son zuhuru yeniden medya marifetiyle oldu..Oturup altı kitap yazmış.. "Arzdan Arşa" en tutulanı.. Bu arada Almanya'nın istikbalini pek hayırlı görmediğinden olacak, Danimarka kimliğine geçmiş.. Yazdıklarını doktora tezi kabul edip kendini profesörlüğe terfi ettirmiş..Bir de imzasına "Von" sözcüğünü ekletmiş.. "Von" aristokratlar tarafından kullanılan bir sıfat.. Alimliği zaten tartışılmayan Hans Von Ayberg böylece asaletini de ikmal etmiş..O perukla başka türlü görünmesi mümkün değildi zaten.. Asaleti taa uzaklardan belli olurdu.. Koy Prens Charles ile yanyana.. Hangisi daha asil ayırt edemezsin..Son olarak da "NASA'da bir bilimadamı olarak 2.5 yıl gizli müslümanlık yaptığı" hikayesini diline dolamış..Ramazanda oruç tuttuğu anlaşılmasın diye dudaklarına ketçap sürüp öyle dolaşıyormuş ki hamburger yedi zannetsinler..(Yazarın dualı notu: Aklıma mukayyet ol yarabbi..)İki gündür neden Hans Ayberg'i anlattığımı da söyleyip artık bu mevzuyu kapatayım..Benim korkum bu adamın Tansu Hanım'ın yakın çevresine kadar sokulmasıdır.. Bir becerirse Özer Bey'i de kendine uydurur.. Çünkü onun da böyle fizik ötesi şeylere merakı var..Ondan sonra ayıkla pirincin taşını.. Artık askerler bile memleketi ellerinden geri alamaz..”

Öncesi ve sonrasıyla 1997 Medya tuzakları...

KESİM -V-

Selahattin Duman, sayfalarını işgal ettiği gazetede ve de geçmişte, aleyhinde iki gün yazı döşediği kişiyle birlikte çalıştığı halde, onun Günaydın gazetesine nasıl ve kim tarafından alındığını bilen birine rastlayamamıştı. Üstelik o kişi hem Günaydın hem de Sabah’ta müdürlükler yapmakla kalmamış, kendisini işe almıştı.

“İki büyük gazetenin müdürü ve genel koordiratörü, genel yayın danışmanı oldum. Benim yerime Zafer Mutlu geçti. Ben istifa ettim ve ayrıldım. Çünkü adımı falcıya çıkarmışlardı insanlar ve okuyucular.”Hv.Æiberg

Sabah gazetesinde Duman’ı işe alan üstteki satırların sahibi Aiberg istifa edip de yerine Zafer Mutlu müdür olduğunda, onun yardımcılık görevine getirilen kendisi değil miydi? Ne unutkandı (!) şu insanoğlu ve ne nankör (nan=ekmek, kör, adı üstünde)…

Yazdığı bir doğru vardı Duman’ın: Aiberg’i Tevfik Yener ALMAN yapmıştı. Gerçekten de Aiberg hiçbir zaman ve hiçbir yerde “Almanım” dememişti. Çünkü değildi. Ama iş “Almanca”ya gelince Duman yine çuvallamıştı.

“Almanca TEK KELİME kuramadığı halde…” diyerek HİÇ ALMANCA BİLMEDİĞİNİ iddia (iftira) ettiği Hans'ın, Almanca’sının nasıl olduğunu aynı gazetede Yener de yazmış, Duman’ı yine yalancı çıkartmıştı:

“Hans, ufak bir para karşılığı "fal" köşemizi yazıyordu. Onu merak ediyordum.Yazısını getirdiği bir gün Almanca çevirmen arkadaş işten ayrılmıştı. Hans'a bu işi teklif ettim. Alman değil miydi, o zaman Almanca'dan çeviri yapabilirdi.Hemen kabul etti. İşte onu, birlikte çalışınca tanımaya başladım.Çevirilerindeki Türkçe'sinin güzelliği dikkat çekiciydi.Bir süre sonra Hans'ın sadece Almanca'dan değil, İngilizce'den, Fransızca'dan, İtalyanca'dan, İspanyolca'dan çeviriler yaptığını GÖRDÜM. Hayret ki ne hayret.”

“Bu arada senli benli olmuştuk:- Hans sen kaç dil biliyorsun? diye sordum.- Hemen hemen bütün dilleri... cevabını verdi.- Yani?- Rusça, Arapça, Farsça ne bileyim biraz Hintçe filan bilirim işte...”

Hızını alamayan Duman, Hans'ın kafasına peruk takmış, olmadı eczaneden oksijen alıp sarartmıştı. Sonra kıvırtmış, ikinci günkü yazısının hemen başında “peruğu kepeklendirmek” suretiyle kendisini yalanlamıştı.

Önce;

“Gel seni Alman yapalım, deyip... Oğlanın kafasına bir de peruk uydurdular... Ama peruk esmerdi. Alman dediğin de sarışın olduğundan uymuyordu… Karşı eczaneden alınan iki şişe oksijen bu sorunu da halletti…Peruğu oksijene yatırıp bir güzel sararttılar…Çok da güzel oldu...”

Sonra;

“Eğer bu Hans Ayberg'in oksijene yatırıp sararttığı peruk kendiliğinden canlanmasaydı...Belki keramet sahibi olup olmadığı tartışılmazdı....Oğlanın kendisine Alman süsü vermek için taktığı peruk...Durduk yerde canlandı...Kendiliğinden kepek üretmeye başladı...”

Yani;

“Gel seni Alman yapalım, deyip... Oğlanın kafasına bir de peruk uydurdular...”“Oğlanın kendisine Alman süsü vermek için taktığı peruk...”

Duman, “Kepeklenen Peruk Mucidi” olmakla kalmamıştı. Hans'ın kafasına geçirilen o peruğu önce başkalarına, sonra Hans'ın kendisine sararttırmıştı. Ama bir tek gerçeği yazmamıştı: Peruk haberi YALANDI...

Ne diyordu Tevfik Yener: “Kanarya sarısı saçları başına bir firkete ile tutturulmuştu.”

Bir diğer ayrıntı şuydu: 6 evlilik yapan, ayrıca nişanlılıklar yaşayan Hans von Aiberg’in, oğlan ve/ya oğlancılıkla uzaktan yakından zerrece ilgisinin olmadığı, kendisini geçmişten bugüne yakından tanıyan herkesçe bilinmekteydi. Bu gerçeği diğer herkes gibi çok iyi bilenlerden olan Selahattin Duman’ın yazıları boyunca 2de1 bu kelimeyi kullanmasının sebebi neydi? Seçimler insanların kendilerini ilgilendirir elbette ve saygıyla da karşılanabilir ancak Duman’ın bu “oğlan” merakı nedendi? (Eskilerin, eşeğimin alnı sakar adını bana takar, diye bir sözü vardır ayrıca...)

(90'lardaki bu yalanların, iftiraların ve uydurmaların çook sonrasında; 2006 Haziran'ında, ama çooook daha ileri gidilerek, asılsız yalanlar ve iğrenç iftiralarla yine Hans von Aiberg, katlettirilmek amacıyla hedef gösterilecekti: bknz. Dabbetül Arz'a Yapılan Zulüm: Hans von Aiberg F TİPİ ÖRGÜT tarafından nasıl öldürülmeye çalışıldı?)

Pisliğinden yanından kimsenin geçmediği, ot çektiğinden şüphe ettiği “oğlan”a gelen mektuplar SANA koliLERine sığdırılamamıştı, ama o kadar kelli felli yazılara imza atan yazarlar, dört gözle bekledikleri halde bir iki okur mektubu alamamışlardı. (Yörünge dergisinin kapağına AMG tarafından konan, pislik içindeki SAHTE HANS fotoğrafıyla Selahattin Duman’ın yazısı arasındaki “zaman-aşırı kısa paslaşma” dikkat çekiciydi.)

“Hans Ayberg de televizyon sayesinde Türkiye'nin en ünlü isimlerinden biri olmuş.”

1997’de “Işığa Çağrı” programına çıkmadan çok önce, 1980’lerin ortasında yayınlanıp 90’larda EN ÇOK satan (BESTSELLER olan) kitapların yazarı olan Aiberg, kenarda köşede kalmış, hiçbir baltaya sap olamamış, ünlü olmanın sevdasına düşmüş, para pul peşinde koşan zavallı biriydi, öyle mi? Yoksa ortada, kimine malum kimine namalum tanısık “Eşeğimin alnı sakar, adını bana takar” gibi bir durum mu vardı?

Ve yıllar sonra Aiberg şöyle yazacaktı:

11 Şubat 2004Pek çok TV peşimde, REKLAM isteğim de yok, medyatik olmak isteğim de yok.Türkiye'nin en iyi müzisyenlerindenim. Evde müzik çalmıyorum...Cem Uzan'ın son teklifi, haftada 60 bin dolar ve 500 bin dolar transfer ücreti…AMA GİTMEDİM.Cem Şaşmaz, Duran Dündaroğlu, Muhasebe Müdürü ve hatta Sadettin Teksoy bu teklifi bana getirdiler. Alt tarafı canlı yayın yapacağım...Hanginiz bana "PARA ve REKLAM BUDALASI" diyebilir?Derseniz iftira olur.İki büyük gazetenin müdürü ve genel koordiratörü, genel yayın danışmanı oldum. Benim yerime Zafer Mutlu geçti. Ben istifa ettim ve ayrıldım. Çünkü adımı falcıya çıkarmışlardı insanlar ve okuyucular.Bugün Hans von Aiberg'i daha iyi tanıyabiliyorsunuz...Bunlar REKLAM olmayan REKLAMlardı. Reklam değildi.İsmiyle, şahidiyle ve deli paraların uçuştuğu ve ...... sisteme girmeyen bir HANS von AİBERG'i bugün biraz daha tanıdınız sanırım...Hv.Äiberg

Öncesi ve sonrasıyla 1997 Medya tuzakları...

KESİM -VI-

Selahattin Duman’ın TERCÜMAN yalanı ise bir tür fetokopiydi. Aynısını, rastlantı bu ya, yine bir 22 Mart tarihinde (1987 yılında) NOKTA dergisi haber yapmıştı. (Sonradan, 12 Haziran 2006’da, yine Fetullah'ın emriyle Ali Murat Güven tarafından ancak İbrahim Doğan imzasıyla F-Tipi organlarından AKSİYON dergisi...)

Yani onlara göre Aiberg TERCÜMAN’ı kandırmış, deyim yerindeyse kafalamıştı. Oysa olayın aslı astarı bambaşkaydı:

“Tercüman batmak üzereydi o zamanlar. Nazlı Ilıcak, okutmaya çalışıyordu çıplaklar gazetesi Bulvar'ı. Taha Akyol yönetmendi. Ercan Arıklı denen bir ... da Nokta dergisindeydi. Sansasyon üzerine satış yapıyorlardı. İkisi anlaşmışlar ve Hans Aiberg'i MANŞET yapmışlardı. Kim kimi kandırdı acaba?”Hv.Aiberg

Yani o dönemde Bulvar-Tercüman-Nokta bir ekipti. Aiberg’in haberi dahi olmadan hakkında “sansasyon” vb. amaçlarla haber yapılmıştı. Sabah-Atv-Aktüel de bir ekipti. Duman’ın “Aktüel’den, Tempo’dan telefonlar geliyordu” yaygarası anlaşılacağı üzerine yine düzmece ve dümendi.

Zaten ATV-SABAH GRUBU’nun çıkardığı “Aktüel Dergisi” iki hafta boyunca (19 ve 26 Mart 1997 tarihlerinde) Hans von Aiberg’i aşağılayıcı ve Yaşar Nuri Öztürk’ü UYARICI nitelikte haberler yayınlamıştı.

19 Mart’ta, "İlahiyatçı Dekana Canlı Yayın Tuzağı" başlığıyla çıkan yazıda; Aiberg’in bir şarlatan olduğu, Öztürk’ün aldatıldığı gibi hiçbir geçerli bilgiye-belgeye dayanmayan asılsız ve haksız iddialarda bulunulmuştu. (Aktüel dergisindeki haberleri yapan Şahin, 1989’daki kitap fuarındaki fedailerden biri olan Şahin miydi?)

Aktüel’in, ATV ve Sabah ile paralel yürüttüğü karalama /iftira atma kampanyanın amacı, Aiberg’in yeniden ekrana çıkmasını önlemekti. (ATV-Sabah Grubu açısından mesele, aşağılık ve iğrenç de olsa; reyting, rant, kıskançlık vb. “basit” kişisel ihtiraslardı. Ne var ki işbirliği yaptıkları F TİPİ TERÖR organizasyonun amacı; Aiberg’i “basit” bir TV programından “geçici” olarak men etmek değil, kamuoyu önüne çıkmasını “ebediyen” engellemekti.)

26 Mart 1997 tarihinde Aktüel dergisi, Aiberg’in üvey kardeşi müzisyen Ferdal ERATAK ile yaptığı röportajı yayınlamıştı:

“- Ağabeyinizin adı nedir?- Buradaki nüfus cüzdanına göre, “Bülent Ayberk”. Çift ad olarak şey yapılıyor.  Kütükten öğrenmişsiniz zaten.- Peki, kendini neden Danimarkalı olarak tanıtıyor?- Tanıtma olayı yok canım. Türk tabiyetine geçti. Çift hüviyetli yani.- Annenizin ilk eşi yabancı mıydı? Adını biliyor musunuz?- Bilmiyorum da, bana söylenen, küçük yaştayken evlat alınmış.- Hangi okullarda okuduğunu biliyor musunuz?- Almanya’da Freiburg Üniversitesi’nde eğitim görmüş. Belli bir eğitimi var yani. Dışarıda okumuş. Tam olarak şey yapamıyorum, kopukluk var dedim ya ben size. İstanbul’dan Ankara’ya, oradan İzmit’e geçtik ve ayrı kaldık.- Peki, Türkiye’ye kaç yaşında geldi?- Benim bildiğim değil de, bana söyleneni söyleyebilirim. 20’den önce olması gerekir. Çünkü askerliğini de burada yaptı. Orada da yapmış. İki askerlik yapma olayına girmiş. Herhalde 17 falan olması gerekir. Konuşması biraz bozuktu. Türkçe’yi tam olarak öğrenememişti. Son zamanlarda bayağı ilerletmiş.- Askerliğini nerede yaptı?- Sivas, Konya, daha sonra da Kıbrıs’a gitti.- Türkiye’ye geldiğinde siz kaç yaşındaydınız?- Daha evvelden. Ama ben 10 yaşından sonrasını hatırlıyorum. Kendisi bazen anlatırdı. Onları ben hatırlamıyorum bile. Size kesin bir yaş veremem.”

Rahmetli Eratak, üvey kardeşinin sonradan Türk uyruğuna geçtiğini vurguladığı halde; Aktüel dergisi söyleşiyi yayınladığı sayfalarda, Aiberg’i yalancı çıkarıp kamuoyu önünde küçük düşürebilmek için, onun ezelden Türk olduğunu ileri sürmüştü (dahası kürt, arap vs. artık hangisini tutturabilirlerse sallayıp sıkıyorlardı).

Aktüel’i o dönemde takip eden okurlar tarafından, sözkonusu derginin satış yapabilmek için olayları saptırdığı, hatta asılsız senaryolar yarattığı bilinmekteydi. Bu durum diğer basın organlarınca da zaman zaman ortaya konulmuştu.

Ferdal Eratak, Aiberg’in yabancı uyruklu olduğunu bilen, kamuoyu önünde bu gerçeği kanıtlayabilecek neredeyse tek kişiydi. Ne var ki 2005 yılı Ocak ayında ŞÜPHELİ biçimde vefat edecekti.

Aiberg, özkardeşi gibi sevdiği ERATAK’ın gerek vefatının ardından gerekse sonradan, duygu ve düşüncelerini dile getirecekti. Paylaşımlarından biri şöyleydi:

24 Ocak 2005"Türkiye’deki tek akrabam, biricik yegane akrabam FERDAL ERATAK geçen hafta vefat etti. O kim derseniz, Müfide Atalay’ın yegane oğlu, yani benim özden öte cankardeşim. 41 yaşındaydı... Artık Türkiye’de tek bir akrabam bile kalmadı. Dostlar sağolsun! Ben onun cenazesinde bulunamadım :((( Mezarının bile neresi olduğunu bilmiyorum. Zamanla öğreneceğim... Türkiye’de bir tek akrabası bile olmayan tek insan benim herhalde. (1965’den beri buradayım ve bir tek akrabam dahi yok.) Bütün basın organları benim akrabalarımı araştırmışlar ve bir tek tane bile bulamamışlardı. KARDEŞİM Ferdal’ı sadece Aktüel dergisi bulmuştu."Hv.Æiberg

Bülent Ayberk olarak T.C kimlik bilgileri üzerinden 2006 Haziran ayında kayıtlara geçen Emniyet ve Savcılık ifadelerinde; Hans von Aiberg’in ilk-orta-lise eğitimini İstanbul ilinde tamamladığı yazılacaktı.

T.C bilgilerine göre Bülent AYBERK'in doğum tarihi 1947 olduğuna göre (18 yaşının altında olduğu için TC kaydına geçerken 1945 değil 1947 yazılmıştı), bu tarihten taa 1960'lı yılların ortalarına kadar kendisini tanıyan  (Mahalle komşuları, okul arkadaşları, öğretmenler vb.) kim vardı? Biri çıkıp da "Evet ya beraber top oynardık... Mahallenin haşarısıydı... Zeki öğrenciydi... vs... vs..." diyen bir tek kişi var mıydı?

Ayrıca Aiberg ailesinin bir süre ikamet ettiği Balıkesir ili Sındırgı İlçesindeki 2 katlı eski bir yapıda çok sonradan yangın çıkmıştı. Binanın alt katı Emniyet iken, üst katı Nüfus dairesi idi. Tuhaf olansa, komple yani alt-üst AHŞAP olan binanın yalnızca üst katının küle dönmesiydi.

Kısacası; yıllarca Aiberg’in geçmişini deşmeye çalışanlar, ellerine geçirdikleri -ki resmi kayıtlarda zaten varolan- T.C kimlik bilgileri üzerinden atıp tutmuşlar; ancak onun Türkiye’de doğup okuduğuna tanıklık edecek bir tek yakınını bulamamışlardı. Sonunda bir kişiyi yakalamışlardı, Aiberg’in üvey kardeşini, ama yine çuvallamışlardı. Çünkü Rahmetli Ferdal ERATAK -ki tek canlı tanıktı- Aktüel dergisinin TUZAK sorularına verdiği yanıtlarda gerçekleri bildiği kadarıyla açıkça ifade etmişti.

Hal böyle iken; hiçbir araştırma yapma gereği duymadan, sorgulamadan, aynı haber kaynaklı bir dergi, gazete ve TV kanalının yaptığı yayınlardan etkilenen (?) Öztürk, “Din tüccarlarına ve yobazlara karşı onun safında yeralmak isteyen” Aiberg’e destek vermemiş, aksine, “İşin içinden paçayı sıyırarak nasıl çıkarım?” diyerek kolay yolu seçmişti: İkinci programa önceden anlaştığı üç kişiyi çıkartarak, Aiberg’i sözde yargısız infaz etmek istemişti.

Yayınların ardından tuzağa (!) düştüğüne inanmış, ikinci programda Aibreg'in "Siz tuzağa düşmüş değilsiniz hocam" demesine rağmen, aklınca Aiberg’i “bu defa” kendisi tuzağa düşürüp temize çıkmaya çalışmıştı. Gerçekten kolay ama kalleş bir yol seçmişti. Ancak yaptığı seçimle, hem el verdiği hareketin vebalini üstlenmiş, hem de Aiberg’i daha yakından tanıma fırsatını kaçırmıştı.

Eğer medyadan bu kadar tırsmayıp /etkilenmeyip biraz iyi niyetli davranmış olsaydı, kuldan değil ALLAH'tan korkasaydı, ikinci programa, Aiberg ile bilimsel tartışmaya girebilecek, hiç değilse bilim adamı kimliği taşıyan en az birini çıkartırdı.

Öztürk’ün tutumu, canlı yayına telefonla katılan okurlar tarafından bozulmaya çalışılmıştı. Aiberg’i tanımayan salondaki birkaç izleyici bile yapılan zulüm karşısında “vicdanen” müdahale etmek zorunda kalmıştı.

Ancak ne Öztürk ne de “uzman” konukları, Aiberg’i ve okurlarının söylediklerini anlayıp değerlendirebilecek kapasitede değillerdi. Gereksiz tartışmalar yaratarak tarafsız izleyicilerin kafalarını karıştırmışlar ve ilk kez bir TV programında toplumun karşısına çıkan Aiberg’in anlaşılmaması için ellerinden geleni artlarına koymamışlardı.

Tüm olumsuzluklara ve “Öztürk’ün tarihi HAKEM REZALETİ tekerrürü”ne rağmen Aiberg, ulaşması gereken yerlere ve alacaklı olan kişilere gerekli mesajları vermeyi başarmıştı.

Öncesi ve sonrasıyla 1997 Medya tuzakları...

KESİM -VII-

Aynı Öztürk, programa telefonla katılan, Türk düşmanlığına yönelik çıkışları kamuoyunca bilinen ve tescillenen Kezban HATEMİ’nin söylemleri karşısında önce afallamış, bocalamış, ne var ki ardından Hans von Aiberg’in Türkiye’de yayınlanan kitaplarının BEST-SELLER olduğunu itiraf etmek zorunda kalmıştı. Hatta konukları arasında yeralan bir Cağaloğlu uzmanından (Akif K.) teyit alarak BİRBUÇUK MİLYON (dil sürçmesiyle birbuçuk MİLYAR diyordu) satış rakamını vurgulamıştı. Sözde 3. Baskıyı bir türlü geçemeyen ve gayrıresmi-karaborsa yayınları bilinmeyen kitapların 1997 yılındaki RESMİ SATIŞ RAKAMLARINA ULAŞMASI yabana atılır türden miydi?

Üstelik bu rakamlar 1997'de dile getirenlerdi. Yalnızca karaborcasıların değil; yayınevinin de gayrıresmi bastığı kitapların sayısı neydi? (Hans von Aiberg, iki baskı izni vermişti onlara ve gelirini de BOSNA'da zulme uğrayan insanlara hibe etmişti.) Yani kitapların hep 1. ve 2. baskıları ortalıkta dolanıyor, bir türlü devamı gelmiyordu, öyle mi? Ama milyonlarca satılıyordu. Bırakalım dünü, bugün bile bir yayınevi kaç yüz bin baskı yapabiliyor? (100 bin bastıkları zaman devasa reklamlara girişiyorlar ki çok istisnai yazarlar için çok özel durumlarda bu ancak mümkün olabilir.) Sözün özü: 2000'lerin başlarında, Aiberg'in "Arz'dan Arş'a" kitapları milyonlarca insana ulaşmıştı.

Milyonlarca insanın okuduğu eserlerin içerikleri üzerinde uzun uzadıya ve derinlemesine durup düşünmek gerekirken, Hatemi’nin “Diploma, kimlik bilgileri vb.” isteklerine boyun eğen Öztürk, canlı yayında milyonların gözü önünde “Hazır Hans’ı yakalamışken” fırsatını elinin tersiyle tepmişti.

İlerleyen yıllarda gizli tanıklık yaparak Sevgi Ererenol’un da aralarında bulunduğu ulusalcıların tutuklanmalarını sağlayacak olan Patrikhane Avukatı Hatemi’nin bozgunculuğu yetmezmiş gibi, programa hangi amaçla katıldığı dahi anlaşılamayan (!) bir diğer provakatör Edip Yüksel’in edepsizliklerine Öztürk neden ve nasıl katlanmıştı?

Aiberg'i hiç tanımadığını söylemeye yeltenen edepsiz, “Sakalını ne yaptın Edip?” diye soran Aiberg’in karşısında tuhaf biçimde sırıtmış, 6 ay boyunca aynı mekanda (Asır Ajans) birlikte çalıştıkları halde kendisini “15 dakika tanıdığını” gözlerinin içine baka baka -YALAN- söylemişti.

Yaşar Nuri Öztürk'ün programında Aiberg’e saldırması karşılığında hem röportaj yapacaklarını hem de Amerika gidiş-dönüş biletini sağlayacaklarını söyleyen “Aktüel Dergisinin Şahin Organizasyonu”yla Aiberg’in karşısına oturtmuşlardı ve bu vatandaş (pardon ABD vatandaşı) üç kuruşluk uçak bileti uğruna eski arkadaşını tanımamazlıktan gelmişti. Yani karşılığında “15 dakikadan fazla tanışmıyoruz” diyerek yalancılığın daniskasını yapmıştı. (Edip Yüksel’in bizzat kendisi ve 19org militan havarileri tarafından 2001-2003 yıllarında Aiberg’e internet üzerinden nasıl saldırılar düzenlediğine dair örnekler, ileride bi izni ALlah inşaa ayrıntılanacaktır.)

Kezban Hatemi ile Edip Yüksel’in “Hadi bakalım, göster de görelim!” tavırlarına çanak tutan Öztürk’e, hukukçuları aracılığıyla istenen tüm belgeleri sunacağını belirten Aiberg’in ikinci programın ardından ortadan kaybolması üzerine, kimlik bilgilerini vb. veremeyeceği için kaçtığı söylenmişti.

Oysa komplonun kurulduğu programda Öztürk, canlı yayında kendisine kekeleyerek “Siz kimlik taşıyor musunuz?” diye sormuş, ceketinin iç ceplerinde kimliğini arayan misafirinin karşısında (Kameralar önünde "kimliği olmadığını düşündüğünden olsa gerek" tavrı-rolü sergileyerek) tuhaf bir yüz ifadesi takınmış, Aiberg kimliğini çıkartıp uzattığında ise mahcup olup utanmış, kimliğe elini uzatamamıştı. (Oysa program öncesi o kimliği görmüştü.)

Katılımcılardan, TV karşısındakilere kadar; programı canlı yayında izleyenler, Y.N. Öztürk’ün utancına tanık olmuşlar, onu ve diğerlerini kınamışlardı. Ne var ki Aiberg kaçmış (!) ve kayıplara karışmıştı (öyle mi) .!?

Sevgideğer Äiberg, 2001 yılında yeninden ortaya çıktığında ise, biriken ve yağmur gibi gelen özel soruları da yanıtlamaya başlayacaktı. Gerek kimliği ve geçmişi ile ilgili ayrıntıları, gerekse Yaşar Nuri Öztürk’ün programına nasıl katıldığını, o sırada ve sonrasında neler yaşandığını örnekler vererek açıklayacaktı:

30 Mart 2003Hv.Äiberg

Geçici belgeyle yaşadığınızı duymuştum. Öztürk hocanın yıllar önce yaptığı programda nüfus cüzdanınızı göstermişsiniz. Vatandaşlıktan mı çıkartıldınız, yoksa o programda geçici belge mi gösterdiniz?

Hans'a alışmalıyız veya alışmaya çalışmalıyız.Hans Aiberg doğduğu ülkenin vatandaşıdır.O ülke ise Avrupa Birliği'ne girmiştir.O ülke mevzuatında, "Çift vatandaşlık" anayasa ile yasaktır.Eğer başka ülke uyruğuna geçmek isterseniz, kendi ülkeniz sizi sepetler ve bir daha da sahip çıkmaz!Sizin kendi öz ülkenizi beğenmediğinizi düşünür ve kovarak cezalandırır.Ama 8 yıl kadar size "pişman olma süresi" de tanır.Bunu kullandım ve Ecevit-Erbakan Koalisyonu döneminde TC yurttaşlığına müracaat ettim.İsmimi seçmeyi bana bırakmamışlardı.Adıma Kıbrıs Fatihi Karaoğlan'ın adı olan Bülent Ecevit demişlerdi.Necmettin Erbakan von Aiberg de olabilirdim.Anlayacağınız, hasbel kader Bülent Ecevit von Aiberg ol+muş+um, ki haberim yok idi.Benim mahkeme açma belgemde yazılı olan “HUNNES von Aiberg” idi. (Soyadı değiştirilemiyor.) Arap ismi diye reddetmişler, kendileri benim işim Bakanlar Kurulu’ndan çıkmaya kadar uzamasın diye, özel kalem müdürünün işgüzarlığıyla (Kendisi “Sürpriz” diyor) bana Bülent Ecevit von Aiberg YAZMIŞLAR.Kötü bir sürprizdi gerçekten.Ben adıma çıkmasına rağmen bu kimliği hiç kullanmadım.Evlilik için yenilemek zorunda kaldım.O kimliği daha önce de Y. N. Öztürk görmüştü.Flash TV girişinde kimlik alınıyor çünkü...Merak edip bakmış Öztürk!Uyruk değiştirenler için, kimlik belgesinin en altında "önceki adı soyadı" yazan, sizin için kullanılmayan, fakat uyruk değiştirenler için doldurulan bir bölüm daha vardır.Benimkinde Hans Peter von Aiberg (VE DEVAMI) var.Bu belgeyi kendi ülkeme onaylatmadım, haberleri olmadı.Haberleri olduğunda ise geç kalmışlardı, Avrupa Birliği'ne giriş ile birlikte AB vatandaşı olmuştum ve süreç geri alınamazdı.Bülent Ecevit olmamak için o kimliği hiç kullanmadım, pasaportumu kullandım.Her pasaportluya ise "geçici ikametgah belgesi" doldurulur.Gerekirse kendi kimliğinizi kullanırsanız, bu geçici belge ortadan kalkar ve siz Türk vatandaşı sayılırsınız.Mesela: Türk kimliğiyle (Türklere konan vizeyi alamazsam) çıkamazsam, kendi pasaportumla çıkıyorum.Bütün bunlara ek olarak Green Card sahibiyim, ama yurttaşları değilim.OLAY BUNDAN İBARET!Üstelik "Şahsi soruları açıklamak" gibi bir huyum olmamasına karşılık kuralımı çiğneyip açıklama yaptım.Bende dikkat ederseniz bir değil, AB, ABD, kendi ülkem ve Türkiyem'in kimliği var.Dikkat ediniz ben aslında çok ZENGİNİM.Cebimde 5 buçuk milyon olduğunu söylerken de bunu açıklayayım:BUGÜN AĞAÇ BAYRAMI!Bunu organize ettim ve etmeliydim.Çünkü Lyons ve Rotary klüplerinin tekelindeki bu ağaçlandırmaya -alternatif- ağaçlandırma kampanyası düzenledim.Pazar pikniği tertipledim.Eşi dostu çağırdım ve “GELECEĞİM” diyenlere göre Piknik siparişi (Döner vb.) verdim.Ama “Gelemeyeceğim, vazgeçtim, işim çıktı” diyen epeyce bir insanın biletini de ben satın almak zorunda kaldım.Döndüm, kalan paramı saydım ki, 5 milyon küsur kalmış...Ben zengin miyim?Fakir miyim?Somut olarak fakirim.Soyut olarak çok zenginim.Hans'ı anlamaya çalışmak budur...

Hans von Aiberg

05 Temmuz 2001Hv.Æiberg

Turgut ÖZAL'a ve Namık Kemal ZEYBEK'e hizmet verdiğim doğrudur.Çünkü ben her teklife gitmem.Şu anda Ankara’dan çağrılıyorum. Şu anda Uzanlar'ın TV'sinden 500 bin dolar transfer ve haftalık programların da herbirine 60 bin dolar teklifler de var.Bu teklifleri, Uzan'ın muhasebecisi eşliğinde, yönetim kurulu başkanı Cem Şaşmaz, Star TV genel müdürü Duran Dündaroğlu bizzat teklif ettiler. Şu anda cebimde 15 milyon ile aybaşını getirecek kadar yoksul olmama rağmen, burada açıklayamayacağım nedenlerden dolayı bu teklifleri reddettim.Aynı biçimde sevgili dostum Hulki Cevizoğlu da bana program teklif etti. Bu nedenlerden birini açıklayabilirim:Flash TV'de Yaşar Nuri Öztürk ile Işığa Çağrı programında biri telefonla, ikisi canlı olmak üzere toplam 12 saat yayın yaptım.Bu yayınlar, diğer TV'lerin ratinglerini bozdu, Türkiye (tevazuyla söylüyorum) bize kilitlendi.Ertesi gece bir daha banttan yayınlandı.Cuma günü Siyaset Meydanı'nı da altüst edince, Ali Kırca telefon açtı ve "Cuma günü yayınlayamazsın, seni Türkiye'ye hedef gösteririm" diye terbiyesizlik yaptı.Aynı hafta Pazar günü öğleden sonra yayın bir daha tekrarlanınca bu kez "Yaşar Nuri Öztürk bey" rahatsız oldu.Çünkü kendi programı o güne kadar hiç tekrar edilmemişmiş.Öte yandan Öztürk Hoca, ATV'de Ayşe Özgün programına ve zaman zaman Siyaset Meydanı’na çıktığı için, bu gelir kapısını kapamak istemedi ve bana tavır almaya başladı.Ama öyle bir baskı yaptı ki, izleyici, beni bir daha çağırmak zorunda kaldı.Aynı gece ana haber bülteninde (Bantlarda kayıtlı, izleyenler de biliyor) benimle ilgili 25 dakika attı tuttu, iftirayı zannı sıraladı...En sonra da "Hans Ayberg sıkıysa bu gece programa çıksın bakalım, ama çıkmayacaktır" diye kendinden çok emin tehdidini gönderdi.Ben tınmadım saat 21.30'da ayakta alkışlar arasında programa çıktım.Öztürk bey bundan çok rahatsız oldu.Sonra 23.00 haberlerinde bir saat mola verildiğinde, ATV muhabiri ve kameramanı bir kız ve bir erkek geldiler, görüşmek istiyoruz dediler, kabul ettim.30 dakikalık mülakattan, ertesi gün sadece 1 dakikalık görüntü verdiler.Gelelim o geceye...Madem Flash TV beni bedava davet ediyor, can güvenliğimi de korumak zorunda değil miydi? (Ertesi gün Çillerciler Flash TV'yi bastılar zaten, kurşunlandı, bilen bilir, kırılmadık hiçbir şey kalmadı.)Yaşar Nuri Öztürk, benim can güvenliğimle ilgilenmek, beni sağsalim kaldığım otele göndermek zorunda değil miydi? (Ona Göktuğlar, “Hans bey de çalışsın mı?” diye sorduklarında, “İki cambaz bir ipte oynamaz" diye kıskançlığını bildirmiş. Zaten oradan ayrılmak zorunda kaldı iki hafta sonra...) Flash TV resmi korumaları beni geceleyin 03 cıvarı program çıkışında bekleyen 300 kadar hayranımın elinden kurtarmak için, Tepebaşı’ndaki binanın arka bodrum kapısından çıkardılar.Orada "Hocam, bu araba size tahsis edildi, biz sizi otelinize bırakacağız," dediler.Kuşkulanmadım baştan, çünkü otomobilin ön camında YÖRÜNGE dergisinin basın kartı vardı.Bindim. Gerisi çok nahoş, içeride muşta ile beni hırpaladılar.Tabancanın namlusunu boğazıma kadar soktular, "Ulan ...oğlu, sana bağıra bağıra TV'ye çıkmayacaksın demedik mi?" diye verip veriştirdiler.O gün korkunç bir kar tipisi vardı.Köprü üzerinde, ışıklı coplarla trafik çevirmesi vardı."Araçlara zincir ikazı yapılıyordu."Bir şanstı bu, onlar dehşetle paniklediler, o kabadayıların nasıl ödlek olduğunu orada gördüm."Şunu atın şarampole, ben U biçimi dönüyorum," dedi şoför...İki kırık ve üç haftada ancak geçen muşta yaralarıyla bu serüveni de tamamladım.Bildiğim, Yörünge Dergisi, Ali ile başlayan iki isim ve Güzel ya da Güven gibi bir soyadı vardı.Düşerken gördüm: Plakası 06 L 1444 idi...Otele gittiğimde saat 06. olmuştu ve orada Aktüel Dergisi muhabirleri ve başka muhabirler de vardı.Eşimi ve çocuğumu ablukaya almışlardı lobide.Eşim bunlardan ikisinin adını verdi:Erhan ve Şahin diye...Gerçekten Ali Kırca organizasyonu iyi çalışmıştı.Aktüel iki hafta beni kapaktan verdi;Şaklaban Selahattin Duman iki gün yazı yaptı.Çetenin öteki üyesi Tevfik Yener de üç gün yazı yaptı;Çetenin en başı Zafer Mutlu, Sabah gazetesinin baş sayfasında beni resimli haber verdi. (Zafer Şimdi Mutsuz, çünkü üç yıl hapsi isteniyor, dün tutuklanmış. Bu basın grubunun Böyyük Patronu Dinç Bilgin ise bildiğiniz gibi HAPİSTE... Selahattin Duman gazeteden kovuldu, Ali Kırca asansörden bir düştü ki, bu daha ilk düşüşü, sonra onu ATV'den de Star'a kovdular. Ama ben alnım açık buradayım dostum.)

Hans von Aiberg

17 Aralık 2003Hv.Aiberg

Ali Kırca ve taşeronu Yörünge dergicileri tarafından Flash TV'den hile ile kaçırılmıştım.AMG de o dergideydi.

Hans von Aiberg

05 Mart 2001Hv.Äiberg

Eşim, Y. N. Öztürk'ün programından sonra taze mason Ali Kırca’nın beni 4 saat kaçırdığını yaşadı. Daha o zaman birbuçuk yaşında olan kızım .. için "Ben Gazeteciyim, Hocam çocuğu bana emanet etmenizi söyledi, yoksa tehlikede" dediğini biliyor. (Bana soruyor ve yanıt belli: Ben öyle bir şey söylemedim, söylesem sana bizzat BEN ya da CEP'ten söylerim.)

Hans von Aiberg

14 Ocak 2004Hv.Æiberg

VATAN gazatesi denen paçavra, ZAFER MUTLU (Eski Sabah ekibi, mesela Tevfik Yener, Selahattin Duman, Ercan Arıklı, Ali Kırca) değil midir?Bunlar "Sabah kitapları" adı altında satılan Hans Aiberg kitaplarından KÖŞEYİ dönen, sonra da yayın organları olan gazetelerinde her türlü YÜFTERA iddiaları atan yüksek derece MASON grubu değil midir?VATAN nasıl bir gazetedir?Niçin Sabah grubundan ayrılmıştır?Dış haberler konusundan neden MOSSAD'ın inisiyatifine girmişlerdir?

Hans von Aiberg

28 Aralık 2003Hv.Aiberg

Mason Ali Kırca'nın beni AMG ekibine kaçırttığı gece, iki TV'nin birden işbirliği yaptığını daha sonra öğrendim.Kaçırılışımdan Flash TV de sorumludur.ATV ve Flash TV beni kandırmıştır.Kaçırtıp öldürmeye çalışmıştır....Bir şey daha var ki bunu sonra farkettik, onu da kayda geçmeliyim: O sırada eşim ve henüz bebek olan kızım... birlikte Sultanahmet’te bir otelde kalıyorduk. Benim sabaha karşı gelmem sırasında Ali Kırca'nın gönderdiği bir gazeteci, otelde "Eşimle röportaj yapmak için"(!) bekliyormuş.Otelin müdürü ve hissedarı şöyle anlattı: Ben, eşim paniğe kapılmasın, kaçırıldım, siz söylemeyin diye telefon ettimdi, benim telefonum üzerine müdür "Arayan Hans bey" diyor.Adamın ilk tepkisi şu: "Nee, sağ mı?"Bilinen tek şey, gazeteci kimliğinde adı Erhan. (Soyadını hatırlamıyor dostum.) Onunla İzmir'de tesadüfen karşılaştık ve gözümüzden kaçan bu "Ne? Sağ mı?" kelimesi ortaya çıktı. Yani ÖLÜM HABERİMİ, çoluk-çocuk kaldığımız otel lobisinden BEKLİYORLARDI.Bu ne cürettir ve bu bir ÇETE işidir!RESMEN >>> Çete!

Hans von Aiberg

İşte böyle…

pS. Ayrıca bakınız:

Hans von Aiberg F TİPİ tarafından nasıl öldürülmeye çalışıldı?F-Tipi yöntem: Her yol mübahAHC komplonun neresinde?Müfteri Mustafa KarataşEdepsizin önde gideniAKP-C-F-işleme geçmişiHv.Aiberg f.b. fan sayfası paylaşımı

...