ÖTÜKEN - Turuzturuz.com/storage/users/bey-1395/1386-Turklerde... · Türk" bulunduğu ve bir...

186

Transcript of ÖTÜKEN - Turuzturuz.com/storage/users/bey-1395/1386-Turklerde... · Türk" bulunduğu ve bir...

  • ÖTÜKEN

  • Prof. Dr. Nihat Keklik

    TÜRKLERDE AHLAK ve

    DÜNYA GÖRÜŞÜ

    li1 ÖTÜKEN

  • YAYIN NU: 483 KÜLTÜR SERİSİ: 198

    ISBN 975-437-355-8

    ÖTÜKEN NEŞRİYAT A.Ş. İstiklal Cad. Ankara Han 99/3 80060 Beyoğlu-İstanbul

    Tel: (02 12) 25 10350 • Faks: (02 12) 25 1 00 12 İnternet: www.otuken.com.tr

    Kapak Tasarımı: Ayşe Kalyoncu Kapak Baskısı: Birlik Ofset

    Tertip: Ötüken Baskı: Özener Matbaası

    Cilt: Yedigün Mücellithanesi İstanbul - 2001

  • Prof. Dr. NİHAT KEKLİK: Ayvalık'ta 1926 ydında dünyaya geldi. Pederi ve validesi aslen Balkanlardaki Üsküp / Kalkandelen ilçesine mensuptur. Ayvalık Cumhuriyet ilkokulunu bitirdikten sonra, İstanbula gönderilip 1939-1948 yıllan arasında Galatasaray Lisesi'nde okudu .. 1949-1953 arasında İst. Üniv. Edebiyat Fakültesinde lisans tahsilini tamamlayıp, Felsefe Bölümü'ne (1953'de) asistan tayin edildi ve aynı yd (-o zamanki ismiyle-) "Devlet lisan imtihanı"nı verdi. Mukayeseli olarak Farabi ve Aristo mantığında "kategoriler" konusundaki "doktora" tezini (1955'de) tamamladı. Sonra Avrupaya gönderildi ve 1959 ydında "askerlik" görevini ikmal etmek üzere Türkiyeye döndü. 1960/ Mayıs ayında Üniversiteye dönüşünde bazı müşkilata uğradıktan sonra, göreve yeniden tayin edildi. Ve 1961 yılında "evlendi". Ertesi yıl, (1962'de)Sadreddin Konevi'nin Felsefesi adlı "doçentlik" tezini tamamladı. "Türk-İslam Felsefesi" adlı bir "kürsü" ihdas edilmesi için, ilk resmi müracaatını 1965 senesinde yaptı.Türk-İslam felsefesinde büyük etkileri olan "Muhyiddin İbnül-Arabi" (öl.1240) konusunda birkaç eser yayınladıktan sonra 1969' da "profesör" unvanını iktisab etti. Nihayet 1970' de "Türk-İslam Felsefesi Tarihi" adlı kürsü kuruldu ve bu kürsünün başkanlığına tayin edildi. "Sertifıka" için devam eden uzun formalitelerden sonradır ki, ancak 1974 yılında ders'lere başlanabildi. Böylece 1991 yılının Şubat ayına kadar geçen 38 yıllık meslek hayatını, normal süresinden birkaç yıl önce (-ve kendi isteğiyle-) noktalayıp, "emekli" oldu.

    Kongrelerde verdiği "tebliğ"lerin yanısıra, ilmi mecmualarda (msl. Felsefe Arkivi'nde) yayınlanmış "makaleler"den ayn olarak matbu 12 tane kitabı var.

    Emekliye ayrıldığı 1991 ydından beri, üzerinde çalıştığı 10 kitap daha var ki birincisi "Türklerde Ahlak ve Dünya Görüşü" adını ta�ınıakta olan bu eserdir. Yazann diğer eserleri için bkz. sh. 175-176.

  • Rahmetli babam Nasuhi Keklik

    1900--10.8.1981

    ve rahmetli annem

    Şerife Erzaim / Keklik 1910--26.12.1994

    in aziz ruhları için

  • iÇİNDEKİLER

    Önsöz ................................................................................ 11 Giriş .................................................................................... 15 1- Tarihte Türkler ve Özellikleri ............................................ 19 il- Osmanlı Türkleri (genel nitelikler) ................................... 28 111- Kuwet, Güzellik ve Uzun Ömür ..................................... 37 iV- Ev Hayatı ....................................................................... 43 V- Beslenme Rejimi ve Temizlik ........................................ .47 VI- Sükunet, Ciddiyet ve Disiplin ........................................ 52 Vll- Konuk-severlik ve Ahiler ............................................... 58 Vlll- Hayır-severlik ve Şefkat (vakıflar-imaretler) ................. 63 IX- Osmanlı Türklerinde Kadın ................................. .......... 71 X- Örf ve Adetler ..... ..... ................... .................................... 84

  • Xl-Adalet Mülkün Temelidir ....................... ........................ 93

    Xll- Toleraans (müsamaha) ..... ......................................... 111 a) Devletin etnik yapısı ve tolerans ..................................... 112 b) Türk himayesinde Yahudiler ......................................... 115 c) Hıristiyanlar ve Ayasofya ................................................ 117 d) Toleransa mukabil ihanet .............................................. 119 e) Şayet assimilasyon olsaydı ............................................. 122

    Xlll- Devlet ............................ ......................................... . . 127 XIV-Askerlik Sevgisi ve Ordu ............................................ 140 XV- İslamiyet-Kur'an ve Hz. Muhammed .......................... 153 XVI- Sonuç: Türk-İslam Ahlakı .......................................... . 162 Kısaltmalar ........................................................................ 169 Bibliyografya .................... . . . . . . ............................................ 171 Yazarın Diğer Eserleri ........................................................ 175 Şahıs İndeksi ..................................................................... 177 Terimler İndeksi ................................................................. 180

  • ÖN SÖZ

    Miladi 9' uncu asırdan 20' nci asra kadar devam eden (-1100 senelik-) geniş bir zaman diliminde ahlak ve dünya görüşü'müzü merak eden Araplar ile Avrupalılar, bu alanda birçok eserler ve seyahatnameler yayınlamışbr.

    Ben bu tür kitapları okurken kendi kendime şunu sordum: Her biri, ayrı bir pencereden Türkiyeyi seyretmekle birlikte, "ortak" sayılabilecek görüşlere de sahip olan bu eserlerin müellifleri şayet aynı yıllarda yaşamış olsalardı ve yuvarlak bir masa etrafına toplanıp da "ortaklaşa" bir eser yazsaydılar, o kitap acaba nasıl bir eser olurdu?

    İşte bu sorudan yola çıkarak, onların görüşlerini sistemleştirmek ve ortak olan yönlerini tesbit ederek, hepsi için müşterek sayılabilecek görüşler içeren bir kitap hazırlamayı bu sebeple faydalı gördüm.

    Fakat şunu da gördüm ki A vrupalılann eserlerinde, yalnız hoşumuza gidecek güzel görüşler değil, aynı zamanda aleyhimizde olan tasavvurlar ve art niyetler de var. Bu sebeple, Türklerde Ahlak ve

  • 12 /TÜRKLERDE AHLAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

    Dünya Görüşü konusunu incelerken, onların kasıtlı olarak aleyhimizde ortaya athğı (-ve sergilenmesini meraklılarına havale ettiğim-) iftiraları görmezden gelmek suretiyle, sadece olumlu yargılarından yola çıkarak bunlar arasında "ortak" sayılabilecek değerlendirme ve hükümleri (konularına göre-) düzenlemek düşüncesi, bu kitabın metod'unu teşkil etmiştir.

    Kitabın amac'ına gelince: Giriş olarak, baş kısma koyduğum "tarih özeti"nden maksat, ele alınan konuların odak noktasını teşkil eden T ü r k kavramının hudutlarını belirlemek içindir. Özellikle son zamanlarda moda olan bir deyimle global'leşen dünya görüşüne ayak uydurmamıza dair tavsiyeler, esasen "kürre" şeklinde (=global) olan dünyamızı (-coğrafya bakımından-) küreleştirmeğe çalışmak, Amerikayı yeniden keşfe çıkmak gibi "abesle iştigal" sayılır.

    Fakat "küreleştirmek"den maksat şayet "insan hakları" ve "ahlaki değerler" ise, Türk milleti olarak Avrupa' dan bizlerin değil, Avrupalıların bizlerden öğreneceği çok şey vardır. Nitekim, elinizdeki kitap, bunu da isbata yöneliktir.

    Demek ki "global"leşen bir "dünya görüşü" içinde milli benliğimizi kaybederek yeni bir "kimlik" aramağa lüzum yoktur. Çünki bizim yapmamız gereken şey, atalarımızın bizden daha başarılı olmasının sebeplerine dikkat ederek (-ki bu kitap bunu sağlamağa çalışıyor), bugün mevcut hatalarımızı da görmüş oluruz ve bunları düzeltmek için yann neler yapmamız gerektiğini tesbit edebiliriz.

    Meseleye "tarih" açısından bakmamızın sebebi işte budur. Çünki tarih' deki olaylar ezberlenmek için değil, bugün'ü anlamak içindir ve şayet bugün'ü anlayacak olursak, yarın'lara yön vermemiz de mümkün olur. Kaldı ki, 1919 senesinden beri yayınlanmış

  • TÜRKLERDE AHLAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ / 13

    olan birkaç eserin ortak hedefi, "milli Türk kültürü "nü devam ettirmek olmalıdır*.

    Türk kültür ve felsefesi için yıllardan beri gece gündüz çalışarak hazırlamakta olduğum birkaç eser daha var. Allah kısmet ederse, birbiri ardından hepsini yayınlamayı ümid ediyorum. Yeter ki iyi niyetli okuyucular "hayır dua"lannı esirgemesin.

    Prof. Dr. Nihat Keklik

    • Bu konuda, başkaları tarafından yayınlanmış birkaç eser bulunmakla birlikte, elinizdeki kitap onlardan tamamen farklıdır. Mesela:

    a)Ahmed Djevad, Les Turcs d'apres les auteurs ce/ebres; divers temoignages et opinions; (Publication du Congres National), İstanbul, 1919 (tere. Yağmur yay.) -1919 yılında Türkiye işgale uğradığı zaman yayınlanan bu kitap 151 sayfadır, Avrupalı bazı yazar ve bilginlerin eserlerinden (-hiçbir yoruma tabi tutulmaksızın-) yapılmış alıntılardan meydana gelmiştir.

    b)İsmail Hami Danişmend, Garp Menbalanna göre Eski Türle Seciyye ve Ahlakı (İst. Kitabevi Yay. 3'üncü baskı) İst.1982 (243 sayfa olup, konulara göre tasnif edilmiştir.)

    c)Ramazan Şeşen, İslam Coğrafyacılanna göre Türkler ve Türk Ülkeleri, (TKAE yay. ) Ank. 1985 (293 sayfa olan ve Arapça kaynaklardan yapılmış tercümeler' den müteşekkil bu kitabın ismi, içeriğini göstermektedir.)

    d)Nihayet: Mutlu Altay, Tiirlcler İçin Ne Diyorlar? (TKAE yay.) Ank. 1984 (50 sayfa) ve bir de Turhan Tan, Tarihte Türkler İçin Söylenen Büyük Sözler, (Boğaziçi yay. İst.1994

  • GiRİŞ

    Birkaç sayfada özetlemeğe çalışacağım Türk tarihi'nde dikkatimizi çekmesi gereken önemli nokta şudur: Bazı Türk devletlerinin "uzun ömürlü", bazılarının da "kısa ömürlü" olduktan görülecektir. Bunun sebebi acaba neydi?

    Gök-Türk hükümdarı Bilge Kağan (öl.734), Orhun Yazıtlarından birincisi olan Kül-Tigin (Gültekin) kitabesinde Türk devletlerinin ömrünü kısaltan d ö r t sebep bulunduğunu ifade etmektedir:

    1) Türk beğleri, Türk isimlerini bırakıp Çin isimlerini almış,

    2) Türkler, Çinlilerin (:düşmanların) ipekli kumaşlarına ve tatlı sözlerine kanmış,

    3) Düşmanlar Türk halkı ile Türk beğlerini birbiri aleyhine kışkırtarak kardeşi kardeşe düşman etmişler,

    4) Gençler ağabeylerine ve oğullar da babalarına itaat etmez olmuştu. İşte bu gibi hatalar sonucunda, 630-680 yılları arasında Türkler, (-elli yıl süreyle-) Çin esaretinde kalmıştı. Böyle bir felaketin bir daha olmama-

  • 16 /TÜRKLERDE AfllAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

    sı için Bilge Kağan (öl.734) diyor ki: Türk milleti, irkil ve kendine dön!*

    Bilge Kağan(öl.734)'ın burada zikretmediği fakat kendisinden çok önceleri, aynı şekilde bir Gök-Türk hükümdarı olan İşbara Kağan (bük. 581-587) tarafından vurgulanan Türkçe ve Türk töresi de ilave edilince Türk devlet görüşünü belirleyen prensipler ortaya çıkmaktadır.

    Milli dil (Türkçe) ve bir de Türk töresi'ne pekçok önem veren Gök-Türk hükümdarı İşbara Kağan (hük.581-587) zamanında çıkan büyük isyanların bastırılması için, komşu (-fakat ezeli rakib ve düşman olan-) Çin'den yardım istenmesi üzerine Çinliler iki şartla yardım edebileceklerini söylemişti:

    a) Türkçeyi terk edip, Çince konuşacaksınız; b) Bundan böyle Çin geleneklerini benimseyeceksi

    niz. Gök-Türk imparatoru İşbara Kağan, Çin imparato

    runa gönderdiği cevapta: Türkçe'den ve Türk töresi'nden vaz geçmenin mümkün olmadığını, çünki bu hususta bütün milletin "birlikte çarpan tek yürek gibi" olduğunu bildirmiş ve Çin teklifini geri çevirmişti.*"'

    Gök-Türk imparatorluğundan (miladi 6'ncı asırdan) beri Türkçe'nin ve Türk töresi'nin önemini idrak eden " ... Türkler .... hiçbir zaman, hiçbir yerde milli dillerine (Türkçeye) besledikleri imandan inhiraf etmemişler, eski soy hatıralarını unutmamışlardır. Miladın 800 tarihinden 1000 tarihine kadar iki asır içinde, ... üç defa DİN değiştirdikleri halde, DİL değiştirmemişlerdir .. (Soy bakımın-

    • O zamanki Türkçe ile: -Türk budun, ertin, ökün. Buradaki üç kelimenin anlamları şöyledir: budun "millet" demektir; ert-mek "vaz geçmek" manasınadır, ökün-mek ise "pişman olmak"tır.

    • • Liu Maoısai, Die Chiııesisc/ıeıı Nachrichten zur Geschichte der Ost· Türken/ T11-Ki11e,Wiesbaden,1938; s.53.

  • TÜRKLERDE AHLAK VE DÜNYA GöRÜŞÜ / 17

    dan Türk olan) Karayim Yahudileri de Tevratı İbrani harfleriyle fakat Türkçe olarak yazmışlardır ... "*

    Türklerin çok duyarlı davandıkları iki konu daha var ki, biri "vatan sevgisi", diğeri de "İslamiyet ve ahlak"tır.

    Türkler ve İslamiyet arasındaki ilk ilişkiler bakımından Hz.Peygamberden ve onun zamanındaki şairlerden itibaren, müslüman Araplardan bazıları, Türklerin çeşitli niteliklerinden bahsetmişlerdir. Nitekim (-parantez içinde verilen tarihlere dikkat edilirse-) Asya'da Gök-Türk imparatorluğu (552-630) ile aynı zaman diliminde hayatta bulunduğu görülen Hz. Peygamber (570-632)'in Türkler'den haberdar olmaması mümkün değildir. Nitekim merhum İsmail Hakkı İzmirli'nin Peygamber ve Türkler adlı tebliğine göre, Hz. Peygamber'in ashabı arasında "üç Türk" bulunduğu ve bir Ramazan ayında "Türk çadırında" ikamet ettiği, İslamiyete davet maksadıyla Türklere de bir mektup yazdırdığı ve nihayet, Türkler hakkında sözleri (hadis'ler) bulunduğu, hatta Kur'an'daki (56/18) "abariyk" kelimesinin tekil (müfred) şekli "ibrik" olup, Türkçe "ivrik" lafzından alındığı** ifade edilmektedir.

    Osmanlılardan ö n c e k i Türklerden bahseden bazı Arap şairleri de vardı. Mesela el-Nabiga ( öl.604) ile el-A 'şa (öl. 639) (- ki bu iki şair, Hz. Peygamber : 570-632 zamanında hayattaydı-) ve daha sonra İbnü'r-Rumi (Ôl.869) gibi ünlü şairler Türkleri övmekteydi.

    Gelecek sayfalardan (s.24 vd.) itibaren, Cahız ( öl.69)'den İbn Battuta ( öl.1369) ve İbn Haldun ·(öl.1406)'a kadar olan sürede (miladi 9'uncu asırdan 14'üncü asıra kadar-) müslüman Arapların (-Osmanlıdan önceki Türkler hakkında-) ortaya koyduğu görüşleri ele aldıktan sonra, Avrupada De La Broquiere ile Busbecq'

    • Leon Cahun, İntroducıion a l'Histoire de l'Asie adlı eserinden nakleden A. Cevat, tere. s. 186

    • • i. H. İzmirli, Peygamber ve Türkler, (2'inci Türk- Tarih Kongresi zabıtları,-s. 1013-1044 içinde) s. 1019

  • 18 /TÜRKLERDE AHlAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

    den (-miladi 15 ve 16'ncı asırlardan-) Pierre Loti (1850-1923) ile Claude Farrere (1876-1957)'e kadar olan sürede, Türkler hakkında Avrupalıların ileri sürdüğü görüş ve düşüncelere dair, bizzat onların kitaplarından seçtiğim ve Belgeler adını verdiğim fragınentler sayesinde ''Türklerin nitelikleri" kolayca gözlenebilecektir.

  • 1 TARİHTE TÜRKLER

    .• VE ÜZELLİKLERİ

    Miladi 9'uncu asırdan 14'üncü asra kadar olan Türklerin özellikleri Arapça kaynaklarda zikredilmiştir.*

    • Osmanlılar'dan önceki Türklerden bahseden kaynaklar olarak: 1) Cahız (öl.869)'in Fazail'ül-Etrak (Türklerin Faziletleri) adlı eseri, bu alanda ilk ve en tafsilatlı olanıdır. 2) Mes'udi (öl.956), El-Tenbih ve'l-İşraf (Hatırlatma ve gözden geçirme) isimli meşhur kitabında Türklerin "güzel"liğinden ve "bilgeler" yetiştiren bir millet olduğundan bahs edilmektedir. 3) İbn Fadlan (lO'uncu asır), Rihk (Seyahat-name) adlı eserinde, Abbasi halifesinin elçisi olarak gönderildiği Asya Türkleri (-Oğuzlar, Peçenekler, Başkurtlar ve Bulgarlar-) hakkında bilgi vermektedir. 4) Gerdizi (öl.1053)'nin Zeynü'l-Ahbar (Haberlerin Ziyneti) adlı eserinde Türklerin "güzel"liğinden bahs edilmektedir. 5) İbn Hassul (öl.1058)'ün Tafdil'ül-Etrak (Türklerin Üstünlüğü) adlı risalesinde, Türklerin nitelikleri izah edilmektedir. 6) İbn Said (öl.1070), Tabakat'ül-Ümem adlı (felsefe ve ilimlere dair-) eserinde Türklerin kalabalık bir millet olduğunu söylemektedir 7) Gazzali (öl. 1111) Nasihat'ül-mülUk (Hükümdarlara Nasihat) adlı eserini Sultan Sencer(öl.1157) için yazmış ve El-lktisad adlı eserinde Türklerin "güzel"liğinden bahsetmiştir. 8) Ali el-Hicazi el-Kayıni (öl.1153), Mefahir'ül-Etrak (Türklerin Övünçleri) adlı eserini Sultan Sencer(ö.1157)'e sunmuştur.(Bu önemli eser, zamanımıza ulaşmış değildir.) 9) İdrisi (öl. 1166)'nin Nüzhet'ül-Müştak adlı kitabında Türklerin nüfus potansiyelinden ve "güzel'1iğinden bahsetmiştir. 10) Muineddin Herevi, Tarih-i Mübarek-şahi (yazılış 1206) adlı eserinde Türkleri medh etmektedir.

  • 20/ TÜRKLERDE AHLAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

    Çok eski zamanlar bir yana bırakılmak suretiyle, Türk tarihi'ni birkaç sayfada özetlemek mümkündür. Nitekim milattan önce 1050 yılından itibaren Çinde hüküm süren Chou hanedanının Türk aslından oldukları söylenmekle birlikte, tarihte bilinen ilk Türk devleti Hun imparatorluğu'dur. Hunlar'ın milattan önce 209 senesindeki yabgu'su (=hükümdarı) Teoman (Tuman-Duman?) adını taşımaktaydı. Onun oğlu Mete, milattan önce 209-174 yılları arasında hüküm sürmekteydi. Hunlar, komşuları ve düşmanları olan Çin imparatorluğu için büyük bir tehdid haline gelmişti.

    Hun imparatorluğu milattan sonraki asırlarda zayıflayıp parçalanınca, onların bir kolu sayılan Ak Hunlar (Eftalitler), kuzey Hindistan bölgelerinde miladi 6'ncı asır ortalarına kadar devam eden büyük bir devlet kurmuştu.

    Dağılan büyük Hun imparatorluğunun yerini Tabgaçlar (m.384-552) almış ve iki asra yakın Çin'i idare etmişlerdi.

    Hunların bir kolu da Hazar denizi'nin kuzeyinden Avrupa içlerine ve oradan da Balkanlara yerleşerek, Avrupa'nın büyük kısmına hakim olan muazzam bir imparatorluk kurmuşlardı. Onlara Avrupa Hun/an adı verilmekte olup en meşhur hükümdarları Attila ( öl.m. 453)'ydı.

    Asyada kurulan büyük imparatorluklardan biri de Gök-Türk devletidir. Asena (Aşina vs.) adını taşıyan bir

    1 1) Avfi öl.1233), Cami'ul-Hilaıyat isimli kitabında Türklern nüfus yoğunluğundan bahs etmektedir. 12) İbn'ül-Kıfti ( öl.1248), İhbar'ül-ulema adlı eserinde, "lider" milletlerden birinin de Türkler olduğunu söylemektedir. 13) Kazvini (öl.1283), Asar'ül-Bilad isimli kitabında Türklerdeki yüz güzelliği 'nden söz etmektedir. 14) İbn Battuta (öl.1 369), Rihle (Seyahat-name) adlı meşhur eserinde, Türkiye'de ve Kınm'da gördüklerni anlatmaktadır. 15) İbn Haldun (öl . 1406), Mukaddime adlı eserinde Türk beğlerinin "hayırlı eserler" bina ettirdiklerini ifade etmektedir.

  • TÜRKLERDE AHIAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ / 21 '

    Türk kabilesine mensup olan Gök-Türkler'in ismi, Asyada ön plana çıkınca, aynı soydan olan fakat değişik adlar taşıyan ve Türkçe konuşan bütün Türk kavimleri için ortak isim oldu.

    Bumin Kağan ( öl.m.552) tarafından Ötüken merkez olmak üzere kurulan Gök-Türk devleti, kısa zamanda imparatorluk haline gelmekle birlikte, 78 senelik bir ömürden sonra Çinliler'in entrikaları yüzünden miladi 630 yılında yıkılmış ve elli yıl süreyle Türkler Çin esaretinde kalmıştı. Nihayet 680 yılında Kutluğ Kağan ( :İlteriş) ve yardımcısı Tonyukuk (öl.724) tarafından kurulan 2'nci Gök:Türk devleti de, kısa sürede imparatorluk haline gelmişti. Ne yazık ki o da 65 yıllık bir ömürden sonra 745 senesinde ortadan kalktı. Fakat Orhun anıtları onların en büyük eseriydi. Çünki Türk tarihi için Türkçe olarak yazılı ilk belgeler Orhun anıtları'ydı ve bunlar Gök-Türk alfabesiyle yazılmış olup, Bilge Kağan (öl. 734) tarafından yaptırılmıştı. (Anıtlardaki yazılar Danimarkalı Vilhelm Thomsen tarafından 1893'de çözülmüştür)

    Gök-Türk imparatorluğu dağılınca, onların yerine Uygurlar (m.745-840) geçmişti. Fakat 95 yıllık bir hakimiyetten sonra onlar da ortadan kalkmış ve yerlerini Kırgızlar (840-920) almış, fakat onlar da ancak 80 yıl devam edebilmişti.*

    • Orhun abideleri'nin bulunup da (1893'de) çevrilmesi ve Cha11annes, E. H. Parker ve diğer ilim adamlarının Çin tarihlerinde buldukları bilgileri çevirip yayınlamaları eski Türk tarihine birçok faydalar sağlamıştır. Milattan önce 1400'den itibaren ve özellikle m.ö. 200 yıllarında Çin yıllıkları Hiung-Nu diye adlandırılan savaşçı göçebelerden bahseder . .... Hiung-Nu'nun bir parçası olan Türkler, .. .. baştaki Wei hanedanı'ndan ayrılmış ve doğuya doğru hareket etmiş, Juan-Juan beyliğine sığınmıştır. (Gök-Türklerin mensup olduğu) Asena kabilesi, kendilerini korumalarına karşılık, .... Juan-Juanlar'ın ... demircilik, .... işlerinde çalışmayı kabul etmişler ve şimdiki Kan-sıı ilinde ... yerleşmişlerdi. Bu şehrin yakınlarında, ismini DÜRKO ya da TU-CIRJE (Tukyu= Miğfer anlamında) kelimelerinden alan bir dağ vardı. Şimdi herkes tarafından bilinen TÜRK adı bu kelimeden gelmiştir ... Aşağı yukarı yüzyıl sonra Asena beyliği iyice güçlendi. Bir Juan-Juan prensesiyle.evlenmek isteyen şeflerine pren-

  • 22 / TÜRKLERDE AHLAK VE DÜNYA GÖR ÜŞÜ

    Buradan itibaren Türkler ile İslamiyet arasında ilişkiler başlamaktaydı: Zaten dikkat edilirse Birinci GökTürk devleti (552-630) ile peygamberimiz Hz. Muhammed (570-632)'in hayatı aynı zaman dilimi içinde bulunmaktadır. Ayrıca Türklerin Tengri (Tanrı) inancı ile müslümanlıktaki Allah inancı arasında yakın benzerlikler bulunmaktaydı. Türkler ile Araplar arasında başlangıçta savaşlar olmakla birlikte, Türk kavimleri arasında İslamiyet sür'atle yayılmaktaydı. Kitle halinde ihtidalar ise Karahanlı hükümdar Satuk Buğra Han (öl.956) zamanında olmuştu. Böylece miladi 840 yılında kurulan Karahanlılar Devleti, miladi lO'uncu asır ortalarında İslam inançlarını paylaşan ilk Türk-İslam Devleti oldu. Bu arada Mısır ve Filistin'de kurulan Türk-İslam devletleri olarak Tolon-Oğulları (868-905) ve İhşid Oğulları (935-969) yanısıra, Afganistan ve Hindistan'da muazzam bir Türk-İslam imparatorluğu kuran Gazneliler(963-1184 )in ünlü hükümdarı Gazneli Mahmud (öl.1030) sayesinde müslümanlık Hindistan içlerine kadar yayılmıştı.

    Nihayet Horasan'da kurulan Büyük Selçuklular Devleti (1038-1194) Asya'daki Türk kavimlerini birleştirip büyük bir imparatorluk haline geldikten sonra idari bakımdan birkaç bölüme aynlmıştı ki, bunlar arasında en güçlü ve uzun ömürlü olanı Türkiye Selçukluları (1074-1308)'ydı. Fakat Uzak Doğu'dan kopup gelen Moğollar'ın 1243 senesinde Sıvas yakınlarındaki Kösedağ Savaşı'nda Türk ordusunu yenmesinden sonra Selçuklular ortadan kalkrnağa başlayınca, 1299 yılında Batı Anadoluda Osmanlı Devleti kuruldu.

    sesin verilmemesinden çıkan bir münakaşa sonucu Asena kabilesi ayaklandı. Juan-Juanlor yenildi ve yok edildi .. . . Türkler, .. . şaşırtıcı bir ilerleme gösterip, birkaç yıl içinde Çin ve Bizans'la münasebetler kuran büyük bir güç haline geldiler. Bu gücün kurucusu Tumen ya da Bumin 552'de ölünce yerini istemi (Shi-ti-mi), o da ölünce yerini 575'de Tardu (Ta-teu) aldı .... Sonra Türkler, (soydaşları olan) Ak Hunlar(Eftalitler)'ı da yendiler ve Türk zafer dalgası batıda Semerkand bölgesinden İran'ın kuzey sınırlarına kadar yayıldı .... " (Sir Charles Eliol, il 92-93)

  • TÜRKLERDE AHlAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ / 23

    Dipnot'da zikredilen diğer bazı Türk devletlerinin tarihlerine ve kurulduktan bölgelere dikkat edilirse bir zamanlar batı Çin'den Güney Rusya'ya (-hatta Attila zamanında Fransa'ya-) ve ayrıca Balkanlar'a kadar olan geniş bir coğrafyada Türkler hüküm sürmekteydi* ve karşılarında başka rakip bulunmadığı için birbirlerini kırmakla meşgul olmuşlardı. Aynca görüyoruz ki Büyük Selçuklular'dan beri İran ülkesi Kaçarlar hanedanı'na (1924 yılına-) kadar daima Türkler tarafından idare edilmişti.**

    Tarihçesini özetlediğimiz Türkler, bugün kimi yerlerde yoğun, kimi bölgelerde seyrek olarak, Adriyatik kıyılarından Çin Seddi'ne kadar geniş bir coğrafyada (-ve bir süreden beri de Avrupa, Amerika ve Avustralya'da-) yaşamaktadır.

    Şimdiki nüfusları 100 milyon (-bazılarına göre 200 milyon) olan Türklerin günümüzdeki bu nüfus potansiyeli, miladi 11 'nci asırdan itibaren Arap asıllı bazı bilginlerin de dikkatini çekmiş olmalı ki, mesela ll'inci asırda Endülüslü İbn Said (öl.1070), daha sonra 12'nci asırda İdrisi (öl.1166) ve 13'üncü asırda Avfi (öl.1233) Türklerin nüfus yoğunluğundan bahsetmişlerdir. (Belgeler no.1-2-3) • Türklerin menşeine ve eski tarihine dair araştırmalar 19'uncu asır sonla

    rında başladığı için, 16'ncı, 17'nci ve 18'inci asırlardaki Avrupalı diplomasi çevrelerinin, Türkler ve Osmanlı imparatorluğu hakkındaki müşahedeleri sadece bu asırlara inhisar etmiş ve ancak 19'uncu asıra mensup Avrupalı diplomat ve seyyahlar eski Türk tarihinden bahsetmek imkanını bulmuşlardı.

    •• Yukarıda adları geçenlere ilave olarak (-dünyanın çeşitli ülkelerinde-)" Türklerin kurduğu devletler arasında: Harzemphlar (Harezın: 1077-1231), Altın Onla Hanlığı (Güney Rusya ve batı Sibirya: 1226-1502), Çağatay Hanlığı (Maveraünnehir ve doğu Türkistan: 1227-1370), İlhanlılar (İran: 1256-1353), Timurlular (Maveraünnehir ve İran: 1370-1506), Memluklar (Mısır ve Suriye: 1250-1517), Kara Koyunlular (Azerbaycan ve Irak: 1380-1468), Ak Koyunlular (Diyarbakır, Doğu Anadolu ve Azerbaycan: 1378-1508). Safeviler (İran ve Azerbaycan: 1501-1732), Şeybaniler (Maveraünnehir: 1500-1598), Babür imparatorluğu (Kuzey Hindistan: 1528- 1858), Afprlılar (İran: 1736-1795), Kaçarlar (İran: 1779-1924) vs. gibi birçok devletler Türklerin eseriydi.

  • 24 /TÜRKLERDE AHIAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

    Günümüzdeki Asyalı soydaşlarımızın antropolojik olarak beden yapısı ve sima bakımından Türkiye Türklerinden azçok farklı görünmelerine rağmen, bazı antropologların tasvir ve ifadelerine dikkat edilirse, söz konusu farklar o kadar büyük ve önemli değildir. (Belgeler no.4-5-6)

    Türklerin üstün niteliklerinden özel olarak bahsedilmesi, miladi 9'uncu yüzyılda Kelam filozofu Cahız ( öl.869)'in Fazail'ül-Etrak (Türklerin Faziletleri) adlı kitabıyla başlamaktadır. (Belgeler no. 7-8-9-11-12) Eserinden seçilen birkaç fragmentte görüleceği üzere Cahız, Türklere çok hayran kalmış Araplardan biriydi. Ondan sonra, ünlü tarihçi Mes'udi ( öl.956), İbn Hassul ( öl.1058) ve Muineddin Herevi (12'inci asır) gibi ünlü şahsiyetler de çeşitli yönleriyle Türklerden bahsetmişlerdir. (Be1geler no 13-.14 -15-16-17)

    Nihayet Osmanlı devletinin kuruluş zamanlarında (-14'üncü asır ortalarında) Türkiye'yi ziyaret eden kuzey Afrikalı seyyah İbn Battuta (öl.1369), bu ülkenin güzelliklerine ve Anadolu halkına hayran kaldığını söylemektedir. (Belge no.-18-19-20)

    Belgeler (1-20)

    1 ) Onbirinci asırda yaşayan Endülüslü fikir tarihçisi İbn Said (öl . 1070) , Çinlilerin Türk hükümdarlarına "Arslanların sultanı" adını verdiklerini ve Türklerin bütün dünyaya yayılan kalabalık bir millet olduğunu söylemektedir. (İbn Sa'ld, Tabakatül-Ümem, Mısır; 11 ) ·

    2) Onikinci asırda yaşayan İdrisi (öl. l 166)'nin Nüzhet'ül-Müştak adlı eserine göre Türkler çok yaygın bir millet olduğu için, sayılmayacak kadar çok kabilelere ayrılmıştır . .. " (Şeşen, s. 100)

    3) Onüçüncü asırda yaşayan Avfi (öl . 1233)'nin Cami'u/- Hikôyat adlı eserinde, Türklerin "kalabalık bir millet'' olduğu; bu sebeple birçok sınıflara (kısımlara) ayni-

  • TÜRKLERDE AHLAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ / 25

    dıkları ve kabilelerin sayısının sonsuz olduğu belirtilmektedir. . (Şeşen, s. 90)

    4) Antropologlara göre Türklerde "Turani" bir ırk özelliği vardır: Kuzeydeki guruplarda Moğola benzer simaya rağmen güneydekiler orta uzunlukta bir yüz, düz burun, dik ve yüksek alın ile orta ve narin vucut yapısına sahiptir. (Brockelmann, İslam Milletleri ue Deuletleri Tarihi. s. 172)

    5) (Antropolojik olarak) Türkmenler, . . . . orta boylulardan daha uzunca ve daha mütenasiptir. Bedenlerinin kasları bilhassa göze çarpacak derecede gelişmiştir. "Güçlü, kuwetli" . . . . ve tamamen sağlığı yerinde'dir. Cildi beyaz, çehresi yuvarlak, elmacık kemikleri öne doğru çıkık ve alnı geniştir. . . Gözleri badem şeklinde çe-kiktir . . . . Bakışları canlı ve manalıdır . . . . . . Burunları ge-nellikle küçük ve yukarı doğru kalkıktır. Çehre hatları keskin ve dudakları kalındır . . . . . (Blocqueville, s. 48)

    6) Elysee Ruclus'un 1884'te çıkan bir yazısına göre Anadolu Türklerinin " . . . umumiyetle buğday tenli, siyah gözlü ve saçları koyu renkli, elmacık kemikleri hafifçe çıkık olup, büyük bir beden kuwetine sahip oldukları . . . " ve daima yavaş ve ciddi hareket ettikleri; bol biçimli kıyafetleri sebebiyle hareketlerinin daha da ağırlaştığı ifade edilmektedir. (A. Djevad, Les Turcs d'apres /es auteurs celebres 1919,/ s.32)

    Türkler hakkında ilk defa olarak kitap yazan el-Cahız(öl .869) Arap asıllı bir Kelam filozofudur. Eseri, "Fazailül-Etrak"(Türklerin Faziletleri) adını taşımaktadır. Osmanlılardan asırlarca ewel yaşamış olan Cahız bu eserde diyor ki :

    7) Bir Türk başlı başına bir millettir . . . (Cahiz, s.68)

    8) Türkler iyi bildikleri bir hususun tamamını sağlam yapar; her işini bizzat kendi yapar; içi dışı gibidir: hiçbir

  • 26/ TÜRKLERDE AHLAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

    netice çıkmayacak ( = boş) şeylerle uğraşmaz. (Cahız, s. 75)

    9) Türk eli kolu bağlı olarak bir kuyuya atılsa da bir çaresini bulup mutlaka kurtulur . (Cahız, s.74)

    10) Cahız'e göre, " . . . Türkler yaltaklanma, münafıklık, kovuculuk, yapmacık ve riya, . . . kibirlenmek, akrabalanna karşı fenalık ve bid'at nedir bilmezler . Çeşitli fikirler onlan bozamamıştır. Kitabına uydurup da başkalannın malını helal saymazlar. (Cahız, s. 79)

    1 1 ) Türkler vatan sevgisi'ne en fazla sahip olan millettir . -Türklerde vatan sevgisi (herkesten) daha fazla ve daha köklüdür. (Cahız, s.77 ve 78 ve 79)

    12) Türklerin ruhi kuwetleri bedeni kuwetlerinden daha fazladır ; onlar ateşli, hararetli ve anlayışlı insanlardır. (Cahız, s.79)

    13) Tarihçi Mes'udi (öl .956) diyor ki : Yeryüzünde bilge (filozof) yetiştiren "yedi millet" var ki bunlardan biri de Türkler'dir . " (Mes'udi, El-Tenblh; Fr.terc. s.121) Mes'udi'ye göre Türkler güzel bir millettir . (bkz. Belse-59)

    14) İbn Hassul (öl .1058)'ün Tafdil'ül-Etrak (Türklerin Üstünlüğü) adlı eserine göre " .. Allah, Türkleri arslan suretinde yaratmıştır . (İbn Hauul, s. 259)

    15) Yalnız Türkler'dir ki . . . icabında az bir nesne ile günlerini geçirmeğe katlanırlar . . . . Bu hususta katlandık-lan meşakkatın (güçlüğün) dereceleri yüksektir. O kadar ki yorulmuş ve takatlan kesilmiş zannedildikleri bir durumda bile . . . tehlikelere atılmak ve yolu izi belli olmayan yerlere girmekte Türkler , ilk neşat ve neşvelerini muhafaza ederler . (İbn Hauul, s. 259)

    16) Türklerden . . . hiç biri, yeme içme, gezme ve binmede efendisinden aşağı kalmağa razı olmaz . . . Türkler , kölelerin yaptıklan işlerde kullanılamazlar . . . . Türkler , . . . askere başbuğ olmak veya . . . bir fırkanın başına geç-

  • TÜRKLERDE AHLAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ / 27

    mek veya bir cemaate emir ve nehy'de bulunmak ( = bir topluma kumanda ebnek)' den başka bir işe razı olmazlar . . . " (İbn Hassul, s.259-260)

    17) Onikinci asır tarihçisi (ve Türk asıllı olan-) Muineddin Herevi'nin Tarih-i Mübarek§ahi adlı eserinden naklen şunları okumaktayız:

    a) Türkler müslüman bir ülkeye ulaştıkları zaman orada saygı görürler . . . ve orduya kumandan olurlar . . . .

    b) Türkler, denizin derinliğinde midye kabuğunda saklı olan "inci"ye benzer : Değerlerinin takdir edilmesi için, kralların tacını ve gelinlerin kulağını süslemesi lazımdır (Rasonyı, Tarihte Türklük, s. 6)

    Kuzey Afrikalı İbn Battuta(öl . 1369) 'ya göreyse:

    18) Türkiye dünyanın en güzel memleketidir . . . Burada dünyanın en temiz halkı yaşar ve en nefis yemekler burada pişirilir. (İbn Battuta, s. 3)

    19) Ülke bütünüyle İmam Ebu Hanife mezhebinde (Hanefi) olup, sünni'dir. (İbn Battuta, s. 4)

    20) Türkler iyi karakterli, kuwet ve şiddet sahibi insanlardır. (İbn Battuta, s. 72)

  • il OSMANLI TÜRKLERİ

    (Terbiye-Temenna-Doğruluk-Milli birlik-Sağduyu- Dostlara yumuşak, düşmanlara sert olan Gerçek Türkler)

    15'inci asırdan 20'inci asra kadar Avrupalı birçok yazarlara göre Osmanlı Türkleri:- nazik ve terbiyelidir. Bu sebeple onlarda kavga ve çirkin sözlere rastlanmaz. Türk köylüsü bile asalet sahibi ve muhteşem'dir. (Belge: 22-23-24-25-26-27)

    Aralarındaki selamlaşma şekline temenna denilir. Birbirlerine karşı gösterdikleri saygı ve nezaket'te aşırılık yoktur çünki dalkavukluk'tan hoşlanmazlardı. (Belge-28-29-30)

    Osmanlı Türkleri yalan'dan nefret eder ve daima doğnı konuşurlardı. Kimseyi aldatmazlar, verdikleri sözü mutlaka tutarlardı. Onların sözü, en sağlam senetlerden daha muteberdi. O kadar dürüst ve namuslu'ydular ki, herkesi kendileri gibi "dürüst" zannettikleri için kolayca aldatılmaları mümkün olmaktaydı. (Belge: 31-32-33-34-35-36-37-38-39) İlerde görüleceği üzere "yalancı şahitler"e çok ağır cezalar verilmekteydi. (bkz. Konu-XI)

  • TÜRKLERDE AHLAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ / 29

    İçki, dans ve kumar'dan da hoşlanmayan Türkler (Belge: 40-41), israftan kaçınan "cömert" insanlardı. (Beıge-42) *

    Birlik (:milli birlik) duygusu çok kuvvetli olan Türkler, (Belge:4J-44-45), dost bildikleri kimselere daima "yumuşak" ve "şefkatlı" davranmakla birlikte, tahrik edilip de öfkelendikleri zaman çok sert hareket ederler ve adeta zapt edilmez duruma gelirlerdi. (Belge-46-47-48-49-50)

    Schopenhauer(öl.1860)'in dediği gibi "sağduyu" (akl-ı selim), Türklerin özellikleri arasındaydı ve bu sayede Türkler "irade"lerini daima "akıl" vasıtasıyla kontrol eden nadir milletlerden biriydi. (Belge: 51-51 •-52)

    Üç hilal'li Türk bayrağının gölgesinde yaşayan birçok milletlerin kültüründen etkiler almasına rağmen, Türklerin yine de milli benliğini koruyarak T ü r k kalabilmeleri olağan-üstü bir özelliktir. (Belge· 53-54)

    Çeşitli ülkelere yayılan bir millet olduğu için, muhtelif kavimlerle de azçok karışmış olan Türkler ile gerçek Türkler arasında ne gibi farklar vardır? sorusu, herhalde daha 17'nci asırda bazı Avrupalıları meraklandırmış olmalı ki, Jean de Thivenot tarafından Gerçek Türkler deyimi kullanılmıştır. Fakat bu deyim, yukarda sayılan vasıflara sahip olan Türkler'i kasdetmesi gerekirken, ismi geçen Avrupalı diplomat, kavmiyetçi bir görüşle: Gerçek Türkler'in sonradan müslüman olan ve Türkleşen gayri müslimler (=mühtediler) değil, doğrudan doğruya ''Türk ve müslüman olarak dünyaya gelenler" olduğunu söylemektedir. (Belge no.41) Onun bu fikrine katılmak elbette ki mümkün değildir, çünki Gerçek Türk kavramı Atatürk'ün Ne Mutlu Türküm diyene vecizesiyle yeterince tarif edilmiştir. ..

    Böyle bir tasavvurdan yola çıkan Avrupalılara göre ancak Anadolu'da aranması gereken gerçek Türkler'in niteliklerinden bazıları şunlardır:

    • Nitekim kötü olan "savurganlık" (israf) ile, aynı şekilde kötü sayılan "pintilik" (cimrilik) arasındaki "orta yol" a cömertlik denilmektedir.

  • 301 TÜRKLERDE AHLAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

    a) Kendilerine yapılmasını istemedikleri bir şeyi başkasına yapmazlar ve hangi dinden olursa olsun, "bütün insanlar için" iyi şeyler isterler (:tolerans sahibidirler).

    b) Biraz "aristokrat" olmalarına rağmen, nazik ve yumuşak huyludurlar,

    c) Başka milletleri assimile etmeğe çalışmış değildirler.

    d) Feth ettikleri ülkelerden çeşitli etkiler almış olsalar da. T ü r k olarak kalmayı başarmışlardır. (Belgeler: 55-56)

    Belgeler (no. 22-56)

    Onbeşinci asırdan bu yana Türklerden bahseden Avrupaltlar tarafından : " . . . asalet ve nezaket sahibi, efendi, terbiyeli . . . " olarak tasvir edilen Türkler'in (-en üst tabakadan en basit insanlanna vanncaya kadar-) hepsinin "asil ve muhteşem" (soylu ve görkemli) olduktan belirtilmektedir. Mesela :

    22) Türkler " . . . efendi ve nazik' tir . . . "(Howard, s.101) 23) Türkler her seviyede çok terbiyeli insanlardır.

    (Fontmagne, s. 251)

    24) (Abbe Toderini'nin De La Litterature des Turcs -1 789 adlı eserine göre) ;-- Türk beyleri, Saray adamları , hademeleri, hiç bir millette rastlanmayacak derecede nezaket ve terbiye sahibi olarak yetiştirilirler. Türkler birçok Avrupalı yazann da fark ehniş olduğu gibi, aralannda nezaketin en ince kaideleri'ne riayet ederler. (A. Cevat, tere. s.85)

    25) Türkler, çok terbiyeli ve seçkin insanlardır. Hangi mevkide bulunurlarsa bulunsunlar, bu özellikleri değişmez. Nereden gelirlerse gelsinler, . . . "terbiye" yönünden harikulade kimselerdir. Gemi direğindeki tayfa, bir amiral kadar, bir . . . köylü, bir paşa kadar muhteşemdir. . . " (Howard, s. 51)

  • TÜRKLERDE AHLAK VE DÜNYA GÖR ÜŞÜ / J 1

    26) (G. Murray' ın Les Turcs-1878 adlı eserine göre-) -Türkler yeryüzünün en nazik milletlerinden biridir .. (A. c-t, tere. s.85).

    27) Ondokuzuncu asırda Türkiye hakkında eser yazan Vanda'ya göre "Türk köylüsü" bile asil-zade gibidir... (A. Cevat. tere .. s.37)

    Asalet ve nezaket bakımlarından böylesine hayranlık uyandıran atalarımızın birbirlerini "selamlama" şeklinde de aynı zarafet vardı:

    28) Osmanlı devrinde Türklerin selamlaşma şekli olan " .... temenna, sağ eli önce ağıza, sonra alna götürerek verilen selam'dır. Bu resmisidir. Daha samimi olan, eli kalbe veya göğse götürmek suretiyle verilir. (•Ublclnl, 2/ 48)

    29) (Osmanlılarda) selamlaşma şekilleri basit ve tabiidir: Eşit olan vatandaşlar birbirlerini, ellerini göğüslerine götürmek suretiyle selamlaşırlar. Kendilerinden üstün olanları selamlamak için de, el önce ağıza sonra da alna götürülür. Bir devlet büyüğünün yahut yüksek mev,ki sahibi birinin huzuruna çıkıldığı zaman önce sağ el yere doğru uzatılarak eğilinir, sonra doğrularak el ağız ve alna götürülür. Hükümdarın huzuruna çıkıldığı zaman ise, eli yere değdirecek kadar eğilmek şarttır. (D'Oh .. on. s. 214)

    30) (Fakat) yüksek mevki sahipleri, göstermek zorunda oldukları "saygı ve nezaket"in sınırlarını asla aşmak istemezler, aksi takdirde bu saygının . . . bir dalkavukluk şeklinde yorumlanacağını bilirler ... 11 (Rycaut, s.254)

    Türklerin yüksek vasıflarından biri de "dürüstlük" olup, "yalan ve hiyle"'den nefret etmeleriydi. Kimseyi aldatmaya tenezzül etmedikleri gibi, verdikleri sözü de mutlaka tutarlardı : Sözleri, en sağlam senetlerden daha muteberdi. Nitekim:

  • 32/TÜRKLERDE AHIAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

    3 1 ) "Doğru konuşmak" ruh yüceliğini gösterir. Bir Türk'ün cesaretle "yalan" söylediği pek azdır. " (Montagu, s 136) (Oysa) İngiltere'de yalancılar, yaptıklarıyla övünürler. (L. Montagu, s. 107)

    32) Hans Barth'a göre Eskişehirli . . . bir Ermeni dedi ki:- Bir Türkle mi iş yapacağım, mukavele (sözleşme) yapmağa lüzum görmem. Onun sözü kafidir . . . . . (A. Cevat, tere. s.55)

    33) (Bosworth'a göre)- Hakiki Osmanlı asil tabiatlı ve vatanperverdir . . . Onun sözü, taahhüd demektir ve bu taahhüd tam bir garanti mahiyetindedir. (A. Cevat, tere. s . . 84)

    34) Lord Byron'a göre: -Türklerde yalancılık, hilekarlık ve cinayet yoktur. (A. Cevat, tere. s.76)

    35) Theophile Gauthier'nin La Turquie Pittoresque 1855 adlı eserine göre-) . . . . Türkün sözü, dünyanın en sağlam senet ve imzalan kadar muteberdir. (A. Cevat, tere.88)

    36) (G. Murray' ın Les Turcs-1 878 adlı eserine göre-) - " . . . Türkler, az ve öz konuşurlar. O kadar dürüst ve namusludurlar ki, başka türlü olunabileceğini düşünemediklerinden ve herkesi kendileri gibi sandıklarından daima aldatılırlar. (A. Cevat, tere. s.86)

    37) (Cesar Cantu'nün Les Trentes Demieres Annees adlı eserine göre)-Türklerin söze sadakat'lan ve misafır-perverlikleri, -/ /- . . . . şefkat ve merhametleri dillere destandır . . . " (A.Cevat, tere. s.86-87)

    38) (Cesar Vimercati'nin Constantinople-1 854 adlı eserine göre)-Türk kendisine itimad edeni asla aldatmaz, sözüne sadakatı dini bir vecibe telakki eder; hiçbir zaman kötü ve bayağı metodları kullanmağa tenezzül etmez. (A. Cevat, tere.s. 84)

  • TÜRKLERDE AHlAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ J 33

    39) (Türkler daima doğru söyleyen insanlardı. Bu bakımdan, mesela alış-veriş sırasında-) genel bir kaide (olarak): &meniye istediği fıyabn yansını, Ruma üçte birini, Yahudi'ye dörtte birini verin. Fakat bir müslüman'a istediği fiyatı vermeye razı olmanız gerekir. Müslüman, tok sabcıdır ve daha fazla satış yapan komşusunu kıskanmaz. Bekler. (•Ubıcını, 21 78)

    Türklerde alkollü içki değil, "şerbet" veya "kımız" yahut da sadece "su" içilirdi. (bkz.Konu-V) "Kumar ve dans" ise, nefret edilen şeylerdi. Nitekim:

    40) Türklerde içki, kumar ve aşın eylence düşkünlüğü hiçbir yerde bulunmaz. Zira Türkler kağıt ve zar ( : iskanbil ve tavla) oyunlarını bilmez. (Buebecq, s.144-145)

    41) İngiliz elçisi Mr. Parker'e göre Türkler, kumar oynamayı çok istihkar ederler. Kumar oynayan adamın onlara göre hırsızdan farkı yoktur: öyle ki Türkiye'de kumarbazdan daha aşağı bir mahluk tasavvur edilemez.

    Türkler umumiyetle dans'tan da nefret ederler; dans etmek için insanın sarhoş veya deli olması gerekir derler . . . (A. Cevat. tere. s. 32)

    42) (-Türklerin gözettiği prensiplerden biri de israf tan kaçınmalarıdır. Nitekim-)... Zengin ve refah içinde yaşayan Türklerin, büyük ziyafetler verdiği duyulmuş değildir. Zevk-u-safadan (savurganlık'tan) iflas etmiş bir Türke hiç rastlanmaz . . . . (Fontmagne, s.243)

    Eskiden ve bugün, Türklerin dikkat çeken özelliklerinden biri de, dış tehlike karşısında derhal "birlik olmaları" dır. Bu özelliğe ilk işaret eden de Machiavelli (öl.1535) olmuştur. Diyor ki:

    43) Türke kim saldırırsa, onlan birlik bulacağını düşünmelidir. (Machlavelll, Hükümdar, s. 14)

  • 341 TÜRKLERDE AfllAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

    44) Türkmenler dünyanın hiç bir yerinde görülmeyen bir samimiyet ve karşılıklı anlayışla birbir/erine bağlı' dırlar... . . . (Blocquevllle, s. 54)

    45) Türkmen kabilelerinden herbiri kendisine ait bir bölgede sulh ve sükun içinde yaşar fakat müşterek bir tehlike halinde . . . . göz açıp kapayıncaya kadar kısa zamanda hemen bir/e§ir/er . . . (Blocquevllle, s.54)

    46) Umumiyetle yumuşak başlı (Fontmagne, s. 145) sayılan Türkler, namuslu, vefalı ve dürüsttür: Belki katı bir görünüşleri vardır fakat zayıflara ve iyilere karşı inanılmayacak kadar yumuşaktır. (C.Farrere, .22)

    47) Normalde Türkler dürüsttür, iyi niyetlidir; çocuklara ve hayvanlara karşı şe/kat/ı'dır; çok sabır/ı'dır, fakat üzerine kauga ruhu çökmeye görsün . . . (0 zaman) Türkü tutabilirseniz tutun. (Ellot, 1/ 115)

    48) Türkler, dost bildiklerine karşı son derece iyi kalpli ve merhametli olmakla beraber, öfkelendikleri zaman gayet sert hareket ederler. (Buabecq, s. 14)

    49) (Türk dostu P. Loti'ye göre-) " . . . . . Türkler . . . Avrupalılardan daha (-merhametli-) olmakla beraber, daha sert'tirler. Çoğu zaman yumuşak başlı görünürler, fakat tahrik edildikleri zaman korkunç olurlar ve gözlerini kan bürür. (P. Lotl, s.54)

    50) (Cesar Vimercati'nin Constantinop/e-1 854 adlı eserine göre) -Türkler,. . . normal halinde ne kadar sakin ise, tahrik edilip kızdırıldığı zaman da o nisbette hiddet/i' dir . . . (A.Cevat. terc.s.84)

    51 ) Türklerin bir özelliği de sağduyu'dur (Ubıcınt, 1/218)

    51 *-(Ch. De Cherzer'nin Symime adlı eserine göre) Türkler büyük bir "sağ-duyu" sahibidir . . (A.Cevat, tere. s.80)

  • nJRKLERDE AHLAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ / 35

    52) Nitekim "sağ-duyu"(akl-ı selim} bakımından Türkleri takdir edenlerden biri de, filozof Schopenhauer(öl. 1 860) dir. "İrade ve Tasavvur olarak Dünya" adlı kitabında Türkler'in "irade"yi "akıl" yoluyla denetleyen ve bu sebeple "serin kanlı" davranan bir millet olduğunu ifade etmektedir. Ona göre bütün canlılar "irade" sayesinde hayatlarını devam ettirmektedir, fakat irade gücü kontrolsuz bırakıldığı takdirde adeta azgın bir at gibi çeşitli yönlere kaçabilecektir. Şu halde "irade"nin sadece "insan"larda var olan "akıl" tarafından "kontrol" edilmesi gerekir ki Schopenhauer' e göre böyle bir yetenek ancak Türkler'de ve İspanyollar ile İngilizler'de bulunmaktadır. (Schopenhauer, The World as Wi/I and İdea: 21 425-426)

    53) (Nihayet, ilerde Konu-X'da görüleceği üzere-) "Osmanlılar, fethettikleri yerlerdeki insanları kendilerine benzetmek (onlan assimile etmek} için hiçbir çaba harca-mamışlar, (ve) ... kendileri de bu insanlardan çok az et-ki'lenmişlerdir . . . " (Ellot, 1/110)

    54) (Türkler}, çevrelerinden çok şeyler almalarına rağmen gene de "Türk kalabilmeleri" harikulade bir hususiyettir. (Eltot, ıı 113)

    Burada sayılan vasıflara "ek" olarak, kitabın İÇİNDEKİLER sayfasında gösterilen ve ilerde teker teker izah edilecek diğer bütün niteliklere sahip kimselerdir ki, Avrupalılann icadı olan bir tabirle: Gerçek Türk sayılmaktadır. Nitekim onlara göre:

    55) Türkler, iyi kimselerdir; "kendinize yapılmasını istemediğiniz şeyi başkalanna yapmayınız" emrine çok iyi uyarlar ... Ben burada T ü r k 1 e r 'den bahs ediyorsam, . . . başka bir dinden müslümanlığa geçmiş alanlan =mühtedileri} . . . değil de "gerçek Türkleri" kasd ediyorum. Türkler müslüman, hınstiyan yahut musevi herkes için iyi şeyler isterler." (ThMnot, 143)

  • 36 /TÜRKLERDE AHLAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

    56) Gerçek Türkler, "Anadoluda" aranmalıdır. Bir Türk köyünde bir gece geçirenler bile Türk köylüsünün eşsiz vasıflarını görünce çok şaşır ı lar. Türkler naziktir, yumuşak huyludur (fakat) her Tü.rk biraz da aristokrat'tır . . . . " (Eliot, 1/ 1l5)

  • 111 TÜRKLERDE KUVVET, GüZELLİK

    VE

    UzuN ÖMüR

    Türkler beden bakımından kuvvetli (güçlü) insanlardır. Zaten Türk sözünün kuvvetli manasına geldiği de hatırlanacak olursa, bazı Avrupa lugatlarında zikredilen Türk gibi kuvvetli sözünün doğruluğu anlaşıldığı gibi, bu söz yine Avrupalı gözlemciler tarafından vurgulanmaktadır. Mesela Avusturyalı diplomat Busbecg (16'ncı asır), Türklerin bu özelliğini daha sekiz yaşında başlayıp yirmi yaşına kadar devam ettirdikleri okçuluk talimlerine bağlarken, yine bir diplomat olan Thevenot (17'nci asır)'ya göre Türkler, doğuştan kuvvetli ve sıhhatlı insanlardır. (Belgeler no. 57-58)

    Türk ırkından olan milletlerin bir özelliği de güzellik'dir. Nitekim miladi onuncu asırda Mes'udi (öl. 956)' den başlayarak 11-12'nci asırlarda Gazzali (öl.1111), onikinci asırda İdrisi ( öl.1166) ve on üçüncü asırda Kazvini (öl.1234) taraflarından Türklerin güzelliği konusunda görüşler ileri sürülmüştür. (Belgeler no. 59-63) Ayrıca biliyoruz ki, edebiyatta Türk kelimesi güzel manasına da gelmekteydi.

    Türklerin nadiren hastalanmasını ve dolayısıyla sıhhatlı ve uzun ömürlü olmalannı, ölçülü yemelerine ve

  • 38 / TÜRKLERDE AHIAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

    çok sık yıkanma'larına bağlayan Thevenot (Belge no. 64), (-bazı doktorlar yüzünden sağlam insanların bile hastalandığını ima ederek-) Türkiyede "doktor" bulunmamasını Türklerin lehinde bir şans olarak görmekte ve bu sebeple " ... Türkiye doktor'lar için cazip bir memleket sayılmaz" demektedir. (Belge no. 65)

    Türklerin umumiyetle "sağlıklı" ve "uzun ömürlü" olduğuna dair Thevenot' nun görüşlerini haklı çıkaran esas örneklerin daha 14'üncü asırda Türkiye'de mevcut olduğu İbn Battuta( öl.1369)'nın Rilıle (Seyahat-name) adlı meşhur eseri sayesinde bilinmektedir. (Belgeler no. 66-67-68)

    Nihayet günümüzde olduğu gibi, eskiden de (-sadece Türklerde değil, diğer birçok milletlerde-) saç, sakal ve bıyık modası mevcuttu. Çünki bu sayede "daha heybetli" bir görüntü kazanıldığına inanılması yanında, sırf gösteriş için veya daha saygın bir izlenim vermek amacıyla da bundan yararlanılmaktaydı. (Belgeler : 69-70-71-72-73-74)

    Belgeler (no. 57-74)

    57) Ok abnakta Türkler çok ustadır; onlar bu işe daha yedi sekiz yaşlannda başlar ve oniki sene süreyle talimlere devam ederler. Bu sebeple Türklerin kollan çok kuwetlidir ve en ufak hedeflere bile isabet ettirecek ustalığa ulaşmışlardır. (Busbecg, s .124)

    58) Türkler, "mütenasip vucut"lanyla normal bir boya sahiptirler. Avrupa . . . ülkelerinde sıksık görülen bazı kusurlar onlarda yoktur: hiç kanbur görülmez, topal azdır ve Türk gibi kuwetli sözü sebepsiz değildir. Çünki onlann ekserisi "kuwetli ve sağlam"dır . . (Thevenot, s. 82)

    Türklerin "güzel" bir millet olduğunu söyleyenlere gelince, ünlü tarihçi Mes'udi(öl. 956)'nin Müruc'üz-Zeheb adlı eserine göre :

  • TÜRKLERDE AHI.AK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ / 39

    59) Türkler arasında . . . en güzel, en boylu, en parlak yüzlü olanlar Karluklar' dır. Onlar Fergana, Şaş . ve buralara komşu olan ülkelerin üst taraflarında (yaşamakta)' dır. (Şe,en, s. 44)

    60) Büyük düşünür Gazzali (öl . 1 1 1 1 ) , İtikad adlı eserinde vehim (vehm) meselesinden bahsederken, güzel görünüşlü (yakışıklı) sayılmayan Zenciler ile Hindliler'e verilen bazı şahıs adlannın Türkler'e de verilmesi halinde, Türklerdeki "güzellik"in çağrışım yoluyla zarar göreceğini söylemektedir.(Gazzali, İtikadta Orta Yol, s. 122-123)

    61) Onikinci asra mensup olan. İçlrisi (öl . 1 166)'ye göre: "Türklerden daha güzel, daha·. nazik vucutlu ve daha yakışıklı (bir millet) yoktur . . . . " (Şe,en, s. 98)

    62) Onuçüncü asırda yaşamış olan Kazvini (öl. 1283)'nin Asar'ül-Bilad adlı eserinde Türk şehirlerinden olan Taraz (diğer adıyla Talas)'tan söz edilirken, oradaki Türklerin çok güzel olduktan ve bu dolaylarda onlardan daha güzel insanlar bulunmadığı belirtildikten sonra deniliyor ki : -Taraz'ın erkek'leri ve kadın'lan o kadar güzel'dir ki yüzlerinin güzelliği dillere destan olmuştur. (Şe'en, s. 147)

    63) Onsekizinci asra mensup Le Bryn'e göre : "Türkler, genel olarak boylu-poslu , "güzel yapılı" adamlardır . . . . Kadın'ları da aynı vazıyettedir: Boylan ile yüıilyüşlerinin ihtişamı, erkekler' den aşağı değildir . . " (Comellle Le Bryn) *

    İlerki konulanmızda, 17'nci asırdan itibaren Avrupalıların hayran kaldığı eski Türk kadınlan'nın zarafet ve güzelliği hakkında birçok örnekler verilecektir. (bkz. s . 75 vd . )

    ·

    • Corneille Le Bryn,. Les voyages dıı Corııeille le Bryn par la Moscovie el ?erse el aııx İndes Orientales, La Haye, 17 12; 1/ 422; bkz. Danişmcnd, s. 152)

  • 40/ TÜRKLERDE AHLAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

    Türklerin uzun ömürlü olmasına gelince : Böyle bir gözlem, ewela İbn Battuta (öl.1369), sonra da Avrupalılar tarafından ileri sürülmüştür. Nitekim Avrupalı gözlemciye göre Türklerin "uzun ömürlü" olmalarının iki sebebi var ki, birincisi yemek içmek'de ölçülü davranmaları (msl. bkz. Belgeler 7�2) ve ikincisi de çok sık yıkan:T'lalan'dır. Bu suretledir ki Türkler, sıhhatlı kalmakta ve sıhhat sayesinde uzun ömürlü olmaktadır. Mesela Thevenot' ya göre :

    64) "Türkler, uzun ömürlü' dür ve az hasta olurlar . . . Bizim( = Avrupalıların), maruz kaldığımız . . . tehlikeli hastalıktan onlar bilmezler. Onlann bu şekilde sıhhatli olmaları, sık sık gittikleri hamamlardan ve yeme içme konusunda "ölçülü" olmalarından olduğunu tahmin ediyorum. Çünki onlar "ölçülü" yerler; Hırıstiyanların yaptığı gibi çeşitli şeyler yemezler . .. Hiç doktor'Jarı yoktur; belki bu da onların sıhhatlı ve uzun ömürlü olmalarının sebeplerinden biridir ... Onlar balı her zaman ilaç olarak kullanırlar . . . " (lbevenot, s. 99)

    65) Yine bu Avrupalı diplomata göre " ... Türklerin ülkesi, . . . hem az hasta olmaları ve hem de doktora para ödememeleri sebebiyle, doktorlar için cazip bir yer değildir . . . . il (lbevenot, s.100)

    Kuzey Afrikalı İbn Battuta (öl. 1369) diyor ki:

    66) Erzurumda Ahi Duman'ın zaviyesine inmiştik. Bu zat, ileri bir yaşta olup "yüzotuz yaşını" aştığı söylendiği halde, bir değnek yardımı ile hala yürüyebilmekte, hafızası bütün canlılığı ile durmakta ve beş vakit namaz kılmakta idi. (ibn Battuta, s.28)

    6 7) Milas şehrinde pek uzun ömürlü bir kimse olan dindar kişilerden Ebu Şüsteri ile tanıştım. Ömrünün (yaşının) yüzelli yıldan fazla olduğu söylendiği halde gücü kuweti yerinde ve zihni melekeleri sağlam gözüküyordu.

  • TI)P KLERDE AHLAK VE DÜNYA GÖR ÜŞÜ / 4 1

    Bizim için duada bulundu ve duasının bereketi zamanla hasıl oldu . . . " (İbn Battuta, s. 19)

    68) Anadolu kasabalanndan biri olan Finike'de . . . zamanın dindar kişilerinden olan "pek uzun ömürlü" Şeyh Dada Emir Ali ile de tanışmak fırsatını elde ettim. Onun Atpazan civanndaki dergahına girdiğim vakit, şeyhi sırt üstü yatar bir durumda gördüm. Hizmetkarlardan biri Şeyh efendiyi elleriyle oturtup bir diğeri de elleriyle onun kaşlarını aralayınca gözleri açıldı . Benimle temiz bir Arapça ile konuştu . . . . Yaşını sorduğum zaman: - Ben Halife el-Mustansır Billah'ın (öl. 1242) yoldaşlarından idim. Halife öldüğünde ben otuz yaşında bulunuyordum. Şimdi "yüz altmış üç yaşındayım" demişti. (İbn Battuta, s.57)

    Müslüman olmazdan önceki bazı Türk kavimlerinin sakallannı traş ederek sadece bıyık bıraktıktan, fakat İslamiyetten sonraki Türkler arasında sakal modası başladığı, lO'uncu asırda Türk ülkelerine seyahat eden İbn Fadlan'ın Rihle (Seyahat-name) adlı meşhur kitabındaki ifadelerinden anlaşılmaktadır. Nitekim:

    69) Bütün Türkler sakaflannı keserler, yalnız bıyık'lannı bırakırlar. . . (İbn Fadlan, s.65)

    70) Sonra Peçenekler'e ulaşbk. Bunlar . . . gayet esmerdir. Sakartannı traş etmişlerdi. (İbn Fadlan, 66)

    71) Sonra, yolumuzda Türklerden Başkurd adı verilen bir kavmin topraklannda durduk . . . . . Bunlar da sakallannı traş ediyorlar . . . (İbn Fadlan, s. 67)

    72) Türkler saçlarını traş ederler ve uzaması için bırakan Frenkleri tuhaf karşılarlar." (Thevenot, s. 84)

    73) Bugün ( 18'inci asırda) ancak bazı tarikatlardaki dervişlerden başka "uzun saçlı" kimseye rastlanmaz . . . . Bunların dışında herhangi-/- bir Türk'ün saçlarını uzat-

  • 42/ TÜRKLERDE AHLAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

    ması, ancak kendisini maskara haline getirmesi manasına gelir. Müslümanlar uzun saçın kadına mahsus bir şey olduğunu kabul eder . . . . Uzun sakal pek o kadar yaygın değildir, fakat bıyıksız bir tek müslüman yoktur. (D'Ohsson, s. 86-87)

    74) Türkler umumiyetle gayet muntazam hatları olan bir yüze sahiptir ve ekserisinde bulunan sakal, onlara daha asil bir ifade vermektedir. (M. Miiller, s. 74)

  • IV TüRK EVLERİ'NDE HA YAT

    Osmanlıların ilk zamanları ile Gazneliler'in ve Selçuklular'ın aile hayatları ve tarihleri arasında büyük benzerlikler bulunmaktadır. (Eliot, 1/109).

    Atalarımız, gerçek mutluluğu ancak kendi evlerinde bulmaktaydı ve o zamanlar Türk evlerinin muayyen modelleö mevcuttu. Her isteyen kendi arzusuna göre ev yapamazdı: bazı kurallara uymak gerekiyordu. (Belgeler. 75-86)

    Bugün insanın hayal edebileceğinden de huzurlu ve güzel olan bu evlerde Türkler uyku'ya pek az zaman ayırırlardı. Yer yatağında uyurlar ve daima erken yatıp erken kalkarlardı. O zamanki insanlardan çoğunun üstüne güneş doğmazdı; "günün bereketi olsun diye" herkes çok erken kalkardı. (Belgeler: 87-88-89). Ne soba ne de şömine bulunmadığından, kışın içleri buz gibi soğuk (Belge-85) fakat mutluluk bakımından sıcak olan Türk evlerinin çeşitleri vardı.

    Belgeler (75-89)

    75) "Şehirlilerin ikametgahına "ev" , ileri gelenlerin oturduğu ikametgahlara ise "konak" veya "hane" denir. Padişahın veya vezir-i azam'ın (başbakan'ın) oturduğu yapı ise "saray" diye anılır . . . . Padişahın sarayına "saray-ı hümayun" fakat . . . sadrazamın sarayına "saray-ı

  • 44 1 TÜRKLERDE AHLAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

    sadr-ı ali" denir. Halk arasında bu saraya "paşakapısı" da denilmektedir. Bu kelime bütün eyaletlerin valisi olan "paşalar"ın konakları için de kullanılır. " (D'Ohason, s. 149)

    76) Türklerin mimarisinde hiç gösteriş olmadığından saraylar diğer evlerden ancak büyüklükleri ile ayrılıyorlar. . . (L. Montagu. s. 83)

    77) Türkler lüks aramaz: Zengin olduklan halde zarif bir eve sahip olan bir kimseye, bütün Türkiye'yi dolaşsanız rastlayamazsınız . (Buabecq, s.21)

    78) " . . . Türkler, kıyamete kadar kalacak binalar istemezler; yaşadıklan sürece içinde oturabilecekleri bir ev kafidir. Bunların ana duvarlarını taşlarla ve balçıkla örerler. Diğer duvarlan kerpiçtendir . . . " (Sanz, s. 27)

    79) (Ondokuzuncu asırda-) Türk ev'leri umumiyetle aynı model (-üzere yapılmıştır-) : . . ahşap iki katlı . . . ve kafesli pencerelerden, her köşede . . . aynı manzarayı. . . seyredebilmek için dikkatle yapılmıştır. Evlerini boyamak için Osmanlılann tercih ettikleri renkler san, penbe ve açık mavidir. Eşyalannı ekseriyetle koyu kırmızı ile döşüyorlar . . . . (Fontmagne, s. 219)

    80) Türk ev'lerinin döşeme tarzı iklime göredir. Zengin evleri bile sade döşenmiştir. (-Lüks yoktur-) (Fontnaene, s. 254)

    81 ) Osmanlı, bütün mutluluklan ve tatminleri kendi evinde bulan insandır. Evde, ailesinin arasında bulunmak sofadaki yerinde oturup, çocuklarının oyununu . . . seyretmek, işte onun hayatı (budur) . (•Ubıcını, 21 62)

    82) Bütün Türk evlerinde selamlık ve harem dairesi vardır. (Fontmagne, s 256)

    83) Selamlığa girince dikkati çeken ilk şey, mobilyalann ve döşeniş tarzının sadeliğidir. Bu döşeme tarzı her yerde aynı olup, odaların iki hatta üç duvannı kaplayan

  • TÜRKLERDE AHtAK VE DÜNYA GÖR ÜŞÜ ! 45

    sofa'dan ibarettir. Ne yatak, ne masa, ne iskemle. Sofa bütün bunların yerini tubnaktadır. Osmanlılar, günün dörtte üçünü orada bağdaş kurup tütün içmek ve yazmakla geçirir. Yemek saatinde hizmetkarlar önüne bir tabure sürerler ve tepsiyi bunun üzerine koyarlar. Geceleri de sofaya, mevsimine göre, yün veya pamuktan şilteler, yorgan ve yasbklar serilir. Ertesi sabah ·bütün bunlar kaldırılır ve yüke konur. Görülüyor ki bir tek oda, hem salon, hem yemek odası, hem çalışma, hem de yatak odası vazifesi görmektedir. ı•ubıctnı, 2/41)

    84) Binaların inşaatında sadelik göze çarpar. Bazı büyükler, süsleme yaptırmak isterlerse bunu ancak dahilde (ev içinde) yaparlar. Hiçbir zaman dışarda ve halkın görebileceği kısımlarda yapmazlar. . . Hiçbir vatandaş kendi keyfine göre bina yapamaz, komşusunun . . . evinin bulunduğu tarafa pencere açamaz; bu kaideye titizlikle riayet edilir. Aynı zamanda inşa edeceği binayı istediği yükseklikte de yapamaz. Binaların yüksekliği de tesbit edilmiştir . . . İstanbul'daki bütün binaların yapımının kontrolü "Mimar-Ağa" diye bir memura havale edilmiştir. Bütün yapılar üzerinde onun mutlak bir otoritesi vardır. Hiçbir kimse . onun izni olmadan inşaat yapamaz . . (D'Ohsson, s.147)

    85) Evde ne şömine, (ne de soba) bulunur. Kışın odanın ortasına bakırdan veya pişmiş kilden bir mangal yerleştirilir . . . . evlerin içi dışardan daha sıcak değildir. Bir Avrupalı o evlerde donar ı•ubıcını, 2/41)

    86) (Türklerin) yatakları . . . rahattır. Karyola yerine, halıların üstüne "döşek" denilen fitilsiz bir şilte ve onun üstüne de yumuşak bir şilte (daha) koyar ve (onun da) üzerine çarşaf yayarlar. Üzerlerine de yorgan örterler . . . . . Çok soğuk olursa uzun bir havlu (yahut) mor ve kırmızı renkte battaniye kullanırlar. (Sanz, s . 145)

  • 46 /TÜRKLERDE AHlAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

    Türklerin (-hiç olmazsa 16'ncı asırdan beri-) erken yatıp erken kalktıkları bilinmektedir; onların üzerine nadiren Güneş doğardı . Çünki:

    87) Türkler, geç vakte kadar uyanık kalmaktan hoşlanmazlar. Şafaktan önce uyanırlar ve gün-batısı'ndan iki saat sonra yatağa girerler. (•Ubicinı, 21 46)

    88) Karanlık bastırdıktan iki saat sonra, yaz olsun, kış olsun, mutlaka yatarlar . Yatsı namazını kıldıktan sonra, hemen yatağa girerler. Gün ağarırken, sabah namazını ktlmak üzere kalkarlar . . . Erkek kadın, büyük küçük herkes aynı saatte kalkar. (Sanz, s. 145)

    89) Şafak söker sökmez uyanırlar; güneş hiç kimseyi yatağında yakalayamaz. (Sanz, s. 143)

  • v BESLENME REJİMİ

    VE

    TEMİZLİK

    Önemle belirtmek gerekir ki "domuz" besleyenler ve yiyenler, Türkler tarafından hor görüldüğü gibi (Rycaut, s.255), tarihleri boyunca Türkler, domuz'dan nefret etmişlerdir. (bkz. W. Eberhard, Eski Çin Kültürü ve Türkler, s. 21)

    Türk-İslam töresine göre beslenme konusunda Türkler ılımlı davranırlar ve oburluk etmezlerdi. Türkler "yemek için yaşamazlar fakat yaşamak için yerlerdi". Uzun süre sofrada oturmaz ve çabuk kalkarlardı. Türklerin on günde tükettiği gıda maddelerini Avrupalılar bir günde silip süpürmekteydi. (Belgeler no. 90-94) Balık ve yumurta sevmezler (Belge-95), yemekte sadece su veya şerbet ve kımız içerlerdi; halk yemeklerinin türleri belliydi (Belgeler 95-101ı, fakat zengin sofralarında çeşitli yemekler bulunurdu. (Belge 102ı Devlet büyükleri dahi "gümüş kaşık ve çatal" kullanmazdı. (Belgeler no. 103-104) Türklerdeki bu adet, İslamiyetten önce de vardı. Nitekim Attila ( öl.m.453), misafirlere altın ve gümüş takımlarla verdirdiği zıyafetde, kendisi tahta kaşık ve tahta tabak kullanırdı.

    Atalarımızdan kalan tarihi hamamların şahitlik ettiği üzere, Türklerin güzel adetlerinden biri de temizlik'e büyük önem vermeleriydi. (Belgeler 105-112)

  • 48 / TÜRKLERDE AHLAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

    Temizliğe riayet konularından biri de "ayakkabı ile eve girmemek" idi. (Belgeler. 113-114) Nitekim şimdi bile Türk ve diğer müslüman evlerinin çoğunda (-ve bir de Japonya'da) bu güzel adet devam etmektedir.

    Sadece ev temizliği değil aynı zamanda "şehir temizliği" konusunda da Türkler duyarlı davranmaktaydı. Mesela 16'ncı asırda İstanbul'da herkes kendi kapısının önünü süpürüp temizlemek zorundaydı ve buna uymayanlara ceza verilmekteydi (Belge no. 11sı

    Belgeler (90-115)

    90) Türkler, fazla yemeğe düşkün olmadıklan için, ancak yaşamak için yerler . . . " (Sanz, s. 158)

    91) Türkler kanaatkardır; etin ne mikdarında ne de kalitesinde titiz değildirler. Lokantacılar orada çok iş yapamazlar. Onlann yemek için yaşadıktan değil, yaşamak için yedikleri söylenebilir. (Thevenot, s.144)

    92) Türkler kadar . . . yemek işlerine değer vermeyen bir millet yeryüzünde yoktur. Kral, senyör veya prens (padişah , paşc.. veya şehzade ) olsun, günde üç öğün için bir saattan fazla zaman harcamazlar. (Sanz, s . 143)

    93) Türkler genellikle "az yemek"tedir, o kadar az ki onlann on günde yiyebildikleri gıda maddelerinin hepsini Avrupalılar sadece bir günde yiyip bitirmektedir. (Busbecq, s.58 ve ayr. s. 145)

    94) Türkler masraflı ziyafetler vermez; bir Türkün kendi yıkımına yol açacak güzel yemekler yaptığı işitilmemiştir. Az yemek'den memnun olurlar. İyi bir aşcı bu memlekette pek iş yapamaz. Orada (lokanta yoktur) , herkes kendi yemeğini evinde pişirir . . . . " (Thevenot, s. 88)

    95) Türkler balık sevmedikleri gibi. . . . yumurta'yı da pek sevmezler . . . Buğday ve pirinc'in bünyeyi kuvvetlendirdiğini söylerler. (Sanz, s. 162)

  • TÜRKLERDE AHLAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ / 49

    96) Çorba ve etli pirinç pilavını severler-//- . .İncir sütü ile mayaladıkları süt'ten yoğurt yaparlar. (Sanz, s. 157)

    97) "Türklerin besini" sütlüler, pirinç, sebzeler, soğan ve mevsim meyveleridir . . . En sevdikleri yemek "kebab"tır . . . . Zengin olsun fakir olsun Türklerin . . . tek içkisi "su"dur. (Osman Ağa'nın evindeki) zıyafet süresince misafirlerin hepsi sadece su içtiler, hepsi de aynı bardağı kullanıyordu . . (*Ubıcını. 2/43)

    98) Türkler, ancak yer sofrasında yerlerdi . . . "pide" adını verdikleri ekmeklerini üçe bölerek sofraya getirirler. Bu parçalann üzeri tabak gibidir. Herkes etini kendi pide'sinin üzerine koyar . . . ve sofrada "tuz" kullanılmazdı . . . " (Sanz, s.154-155)

    99) Yemekte su bile içilmez, ancak yemekten sonra bol bol su içerlerdi. İçecek olarak birkaç çeşit "şerbet"'leri vardı: Kiraz, erik ve kayısı gibi meyvalan kaynatıp şeker veya bal katarlar; bozulmasın diye hergün yeniden kaynatırlar. Misafırleri "şerbet" içirmeden bırakmazlar. (Sanz, s. 160-161)

    100) "Şerbet" , Türkiye'de caiz görülen tek içkidir. Yalnız Türkiye'de değil bütün Doğu ülkelerinde çok sevilir: Su ve bal ile yapılır, içine portakal, limon, menekşe, gül, ıhlamur gibi şeyler ilave ederler. (*Ubıcını, 2/44-45)

    101) (Kınmlı Türklerin) en çok yedikleri "dan" ve "at eti"dir . . . Ekmek ve una benzer katı yiyecekler yemezler. "Davkı" denilen . . . bir dandan ve etli olarak pişirilen ve sonra da üzerine "yoğurt" konulan yemeği severler . . . (Bunun için) suyu önce ateşin üzerine koyarlar. Kaynayınca, "davkı"dan bir parça içine atarlar: Evde "et" varsa, onu liyme liyme ederek tencerede "davkı" ile birlikte pişirirler. Yemek olunca, herkesin payını tabağa koyup verirler; tabaktaki yemek üzerine "yoğurt" dökerler. Yemeğin üzerine ise kısrak sütünden yapılan "kımız" adındaki içkiyi içerler. (İbn Battuta, .s.72)

  • 50 / TÜRKLERDE AHtAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

    102) (Fontmagne, davetli olarak iştirak ettiği Türk usulü bir Osmanlı zıyafetini anlatırken sunulan yemekelerin çeşitlerinden bahsetmem ekle birlikte diyor ki) : " . . . Hepimiz Türk usulü yumuşak minderlere oturduk . . . Bize önce altın sırma işlemeli peçete dağıttılar. . . . Sonra yemekler sırayla gelmeğe başladı. Çok çeşitliydiler fakat mikdarları azdı. Geldikleri gibide hızla gidiyorlardı; hepimiz ancak kaşığın ucunu değdirebiliyorduk . . . Türklerin yemek pişirme usulleri çok değişik. İkram ve servis de misafirleri sıkmadan, zorluk çıkarmadan oluyor . . . Türk sofrasında aynı yemekten iki defa almak adet değil. Israr ve merasim de yok. Bence bu en mükemmel bir terbiye ve en ince bir nezaket ifadesidir (Fontmagne, s. 51)

    103) Gümüş kapla yemek yemeği, gümüş kaşık ve gümüş tuzluk kullanmayı men'eden müslümanlık, padişah ve şehzadeler dahil, büyük, küçük hiç kimseye bu konuda izin vermez. (S.nz, s. 156)

    104) Padişah (Kanuni Süleyman)'ın sofrasında gümüş takımlar bulunmakla birlikte , bunlar ısmarlanmış olmayıp başka ülkelerden hediye olarak gelmiştir. Padişah bunların hiç birini kullanmaz ve sadece hazinesinde saklar . . . Türkler, kalaylanmış olan bakır kaplarda yemek yerler . . . . Bütün ileri gelenler ve padişah, bu sahanlarda yemek yemektedir. Bunlar eskidikçe yeniden kalaylanmaktadır. (S.nz, s .156-157)

    105) (Türkler) yemekten sonra ellerini yıkarlar. (Rycaut. s. 246)

    106) (Çünki) temizlik konusunda büyük titizlik gösterirler . . . . Yemeğin sonunda elleri yıkamak için taslar getirilir. Alhn bir ibriğin üzerine tutturulmuş bir sabun vardır. Eller. . . (yıkandıktan sonra) peçeteyle kurulanır. (Fontmagne, s.52)

    107) Türklerin yaşama tarzında "çok temiz" oldukları, temizlik ve ibadet hususlarında çok titiz davrandıkları bir gerçektir. (Rycaut, s. 245)

  • nJRKLERDE AHLAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ / Si

    108) Türkler hem bedenlerini temiz tutmak hem de sağlık için sık sık yıkanırlar. . . (Thevenot, s. 85)

    109) Vucut temizliğine de önem verirler ve çok sık yıkanırlar. (Busbecq, s. 1 12)

    110) (Hans .Barth'a göre) Demburg diyor ki : - Anadolu halkı kadar temiz'liğe düşkün bir halka hiçbir zaman rastlamadım. Bunu farketmek için onu bir hamamda görmek kafidir. (Mesela) elbisesi yamalı bir adam çıkagelir; . . . soyununca bakarsınız ki iç çamaşırları şaşılacak kadar beyaz ve tertemizdir . . . (A. Cevat, tere. s. 69)

    l l 1) Temizlik bakımından Türkler ile Avnıpaltlar arasındaki fark şudur: - Türkler, gerçek "temizlik örneği" kimselerdir, fakat Avrupaltlar, derilerini biraz okşamakla temizlendiklerini sanırlar. (Howard, s. 22)

    l l2) İspanya'da ( 16 .ncı asırda) hiç bir erkek ve kadın , ömründe (!!) iki defadan fazla yıkanmamıştır . . . . " (Sanz, s. 175)

    l l3) Türklerde temizlik'e verilen önem, dikkat çekecek derecedeydi. Nitekim töreye bağlı ailelerde bugün olduğu gibi, eskiden de " . . . ayakkabtlar çıkarılmadan evlere girilmezdi . . ·. " (Sanz, s. 146)

    l l4) (Sadece Türklerin değil, ) Doğu evlerinde de "terliği odanın dışında bırakma" alışkısı sayesinde evler temizdir. c•ubıcını. 21 41)

    1 15) Aynı zamanda "şehir temizliği" de önem taşımaktaydı. Nitekim Sinan Paşa, İstanbul' da " . . . kendi kapısının önünü mecburen süpürmeyen hanımları ve hizmetçileri sokak ortasında dövdürürdü. (Sanz, s. 97)

  • VI SüKÜNET, CiDDİYET

    VE

    DisiPLiN

    Eski Türklerin hem ferdi, hem de sosyal hayatında dikkat çeken özelliklerinden biri de sükônet'den hoşlanmaları ve gürültü-patırtı'dan nefret etmeleriydi. İnsan zekasının derecesini göstermesi bakımından bu özellik son derece mühimdir. Çünki Alman filozofu Sclıopenhauer (öl. 1860)'in dediği gibi :-İnsanlann zekası, gürültüye tahammül güçleriyle ters orantılıdır. Demek ki Türklerin sükiinet'den hoşlanmak özelliği onlardaki zeka düzeyinin yüksekliğini gösterdiği gibi, bu özellik hem şahıslar hem de toplum bakımından önem taşımaktaydı.

    Gürültü ve patırdı yüzünden çevrenin kirlenmesine izin vermeyen eski Türk toplumunda, (Belgeler. 116-117-118) sadece yetişkinler değil aynı zamanda çocuklar da sükunet kuralına uymaktaydı. (Belge-119) Nitekim yıllarca Türkiye'de bulunmuş olan Avrupalı bir yazar "avazı çıktığı kadar bağıran bir çocuğa" ve hatta "ağlayan bir çocuğa" bile tesadüf etmediğini söylemektedir. (Belgeler. 120-121)

    Onaltıncı asırda yaşamış olan Giovanni Botero'nun dediğine göre Türklerin elindeki savaş esirleri, gecenin karanlığından yararlanp da firar etmeğe kalkışJ:ıklarında, şehrin sükiineti bozulmasın diye takip edilmez,.r ve kaçmalarına adeta göz yumulurdu. (bkz. N. Keklik, Türkler ve Felsefe, s.23-24)

  • lÜRKLERDE AHIAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ / S3

    Nakil vasıtalarında seyahat eden eski İstanbul ahalisi,-başkalarını rahatsız etmemek için- yolculukta sadece fısıltı ile konuşurlar (Belge 122) ve neş'e içinde kendini kaybederek bağırıp çağırmazlardı. Onlar, birbirlerine olan saygıda bile sessiz hareket ederlerdi (Belge-123) . Mesela Ubicini diyor ki: Bir kahvehanede saatlerce oturdum fakat kimsenin yüksek sesle konuştuğunu görmedim. (Beı§e-124) Resmi veya özel toplantılarda da bir kişi konuşurken, diğerleri onu saygı ile dinlemekteydi. (Belge-125)

    Türkçemizde "sessizlik" manasında kullanılan "sükunet" kelimesinin Arapçada asıl anlamı (-eskiden kullanılan hareket ve sükun deyiminde olduğu gibi-) "hareketsizlik"dir.

    Türkler günlük hayatlarında "sakin" (:hareketsiz) göründükleri halde, kendilerine verilen bir vazifeyi yerine getirirken çok sür'atli hareket ederlerdi. Mesela Cahız (öl.869)'ın dediği gibi:-.Türkler, başka milletlerin askerleriyle yola çıksa, başkaları on mil yol almadan Türkler yirmi mil yol alır. .. " (Cahız, s.68) Türklerin bu özelliği D'Ohsson (Belge-129) tarafından da belirtilmiştir.

    Türklerin gereksiz ve "aşırı hareket"lerden hoşlanmaz olmalarını, "ciddiyet" ve "ağırbaşlılık" kelimelerinin aynı anlama gelmesinde aramalıdır. Türkler hakkında eser yazan Avrupalılar da "ciddi" ve "ağır-başlı" kelimelerini arasıra birlikte kulanmaktadır. *

    Bu şekildeki bir ilişki, "sükunet" ve "disiplin" kavramları arasında da vardır: Çünki "sükunet" bulunan yerde "disiplin" bulunduğu gibi, "disiplinli" bir ülkede "sükfınet" bulunmaması herhalde mümkün değildir. Böylece, disiplin sayesinde toplumda arzu edilen bir düzen (nizam ve intizam) meydana gelmekteydi. Osmanlı Türk toplu-

    • Türk milletinin karakterinde ciddiyet ve ağırbaşlılık olduğu halde, Nasreddin Hoca fıkraları'ndan, Karagöz skeç'lerinden ve günümüzdeki "stand-up"çılar gibi olan meddah'ların latife'lerinden hoşlanmaları da (Belge no. 264-266) gösteriyor ki atalarımız jest değil fakat söz konıiği'nden hoşlanmaktaydı.

  • 54 /TÜRKLERDE AHLAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

    munun 620 yıllık uzun ömrünün sebeplerinden biri de herhalde buydu. Çünki atalarımız, hem ev hem de okul eğitiminde daima "sevgi"ye dayanan "ciddi ve ağır-başlı" bir terbiye sistemiyle yetiştirildiği için, onlardan teşekkül eden toplum da aynı şekilde birbirini seven, terbiyeli, nazik, ağırbaşlı, ciddi ve disiplinli bir toplum olmuştu. (Belgeler: 126-134)

    Belgeler (no. 116-134)

    1 16) Türk toplum hayatında düzen ve sükunet vardır; onlar asla gürültü patırtı etmezler. (Busbecq, s.65)

    1 1 7) Savaşta . . . (kendi arkadaşlarından) biri vurulsa bile , gürültü patırdı ettirmezler . . . " (S.nz, s. 1 14)

    1 18) Çarşılarda bulunanların (esnafın) çoğu Türk'tür. Onlar gürültücü değiller; konuşurken de seslerini yükseltmiyorlar. . . (Fontmagne, s. 1 16)

    1 1 9) Türkler eylentilerinde bile Şarklılara mahsus ağırbaşlılığı kaybetmemişlerdir. Onlann bu karakteri çocuklarda ve hayvanlarda bile görülmektedir. Ben avazı çıktığı kadar bağıran bir Türk çocuğuna rastlamadım . . . (*Ublcinl, 1/ 54)

    120) Türk çocukları, öteki ülkelerdeki çocuklara benzemezler. Üç yıl Türkiye'de kaldım, bir defa olsun bir çocuğun ağladığını görmedim. Okula gidenlere rastladıkça dikkat ettim, (adeta) yaşlı Osmanlılar gibi sakin ve-/ağırbaşlı idiler. (*Ubtcini, 2/51-52)

    121 ) (Brayer'in Neuf annees a Constantinople adlı eserine göre) : -Belli iskelelere bağlanan . . . kayıklar mevcuttur. . . Kadınlar. . . kıçta otururlar, erkeklerse ortada. Şamata yok, kahkaha duyulmaz, alçak sesle konuşulur. Ve çoğu zaman yol boyunca ses seda çıkmaz . . . (*Ubicinı. 21 83)

  • TÜRKLERDE AHLAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ / 55

    122) Bir Türk'ün bağırarak konuştuğunu duyamazsınız. Bir Türk ne kadar "az konuşur" ve ne kadar "az hareket" ederse etrafında o kadar çok saygı uyandırır. . . . Türklerin birbirlerine karşı gösterdikleri saygı bile sessizce ifade edilmektedir. (Fontmagne, s.79)

    123) Türkler dünyanın en geniş yürekli , "en sakin" insanlarıdır. Hiçbir şey anlan . . . telaşlandırmaz. Hiçbir zaman lüzumsuz tecessüs göstermezler. . . Fevkalade bir şey. . . gördükleri zaman bir an durur, soğukkanlılıkla bakar, gülümser, sonra da fazla vakit kaybetmeden yollarına devam ederler. Bir yerde toplanmak, birinin ardından gitmek, sevinç ve neş'e içinde kendini kaybedip "bağınp çağırmak" , hiçbir müslüman şehrinde görülmez . . . (D'Ohsson, s. 238)

    124) " . . . İçerde belki yirmi kişi bulunan kahvehanelerde saatlerce oturdum, bir tek kişinin sesini yükselttiğini görmedim. " (*Ublclnl, 2/67)

    125) İster devlet büyükleri, ister özel şahıslar, ister halk arasında, konuşulan mevzu ne olursa olsun . . . hiçbir zaman yüksek sesli, gürültülü patırtılı münakaşalara rastlanmaz. En kalabalık toplantılarda bile iki kişinin aynı anda konuştu!':ıu zor ·görülür. En seçkin şahıslar bile ancak sıralan geldiği zaman konuşur. Biri konuşunca, diğerleri büyük bir ciddiyetle onu dinler. . . (D'Ohsson, s.219-220)

    126) (Avrupalılara göre) " . . . . Türkler hiçbir zaman fazla hareketli olmuyorlar . . ". " (Fontmagne, s. 177)

    127) " . . . Türkler, . . . yalnızca istirahat halinde kendilerini iyi hissederler . . . ve sebepsiz hareketliliği bir türlü anlayamazlar . . . " (Fontmagne, s. 152)

    128) Fakat buna karşılık Cesar Vimercati, Constantinople-1854 adlı eserinde diyor ki: ) - Türkler çalışkan fakar ağır (olmakla birlikte) bu ağırlık, . . . (onların) kendine duyduğu derin güvenin ifadesidir. (A. Cevat, s .81)

  • 56 / TÜRKLER DE AHLAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

    Günlük hayatta yavaş hareketli olmalan, onlardaki ciddiyet'in ve sahip oldukları öz-güven'in bir görüntüsüydü . Çünki kuvvet'in alameti sükut'tur. Ayrıca biliyoruz ki Türkler, üstlendikleri bir görev sırasında çok sür'atli hareket etmekteydi . Nitekim :

    129) Ciddiyet, eylencelere karşı bigane (ilgisiz) davranmak, Türkler'in töre'lerinin bir parçası gibidir. Erkekler olsun, kadınlar olsun aşın hareket etmemeyi, telaşa kapılmamayı bir nevi büyüklük sayarlar . . . (fakat) bir görev aldılar mı bütün kabiliyetlerini en kısa zaman içinde gösterirler. Eyalette bir işe tayin edildiler mi, beşyüz fersahlık yolu, hiçbir yorgunluk duymadan alır ve yine görevlerini yerine getirirler. . . (D'Ohuon, s. 239)

    130) "Genellikle son derece "ciddi ve ağırbaşlı" olmalarına rağmen, Türkler arasında çok neş'eli, sokulgan insanlar da vardır . . . fakat terbiye daima hakimdir . . . Herkes birbirine gereken hürmeti gösterir, yüzgöz olmaz . . . Biri konuşurken , diğerleri büyük bir sessizlik içinde dinlemeyi bi!irler. " (D'Oheaon, s. 240)

    131 ) Osmanlı ırkının kaderini tayin eden, onu büyük bir millet yapan . . . hususiyetlerinden en önde geleni, onlann doğuştan gelen disiplin'leridir. Eğer bu hususiyetleri olmasaydı Türkler, Sibirya'daki Tunguzlar gibi karanlık bir devlet olarak kalacaklardı. ( 19'uncu asırda) sallantıda bulunan Osmanlı devletini ayakta tutan temel, disiplin'dir. (Ellot, 1 / 1 16-117)

    132) Türklerde askeri disiplin ve geleneklere bağlılık çok kuwetlidir. Hiçbir suç cezasız bırakılmaz. Ordudan kovulma ceza'sından, rütbelerin geri alınması, malların müsaderesi, dayak cezası ve idama kadar çeşitli cezalar verilmektedir. (Busbecq, s. 148)

  • TÜRKLERDE AHI.AK VE DÜNYA OÖRÜŞÜ / 57

    133) "Osmanlılar, Türklerin bütün yüksek vasıflannı taşırlar: cesaretli, enerjik, itaatli ve disiplinli'dirler . . " (Ellot, 1 / 1 09)

    134) Bu imparatorluğun uzun ömrünü, içte sarsılmaz sebatını ve dışta ordulannın mutlu başanlannı . . . tabiat üstü bir güce dayandırarak hayran olmamak mümkün değildir. . . " (Rycaut, s . 10)

  • VII KONUK-SEVERLİK

    VE

    AHiLER

    Konuk-severlik (misafir-perverlik) bakımından da Türkler, diğer birçok milletler arasında seçkin bir mevkiye sahiptir. Nitekim 14'üncü asırda Türkiye'yi gezen Afrikalı seyyah İbn Battuta ( öl.1369) Ahiler denilen sosyal ve dini toplulukları benimseyen Anadolu Türkmenleri'ni ve aynca Kırım Türkleri'ni konuk-severlik bakımından medh ettiği gibi (Belgeler 135-143), Avrupalı seyyahlar da Türkiyede gördükleri konuk-severliğe hayran kalmaktaydı. (Belgeler no.144-149)

    Belgeler (no. 135-149)

    135) " . . . evlenmemiş, bekar ve san'at sahibi olan gençlerle diğerlerinin kendi aralarında bir topluluk meydana getirip , içlerinden (başkan) seçtikleri bir kimseye "Ahi" denir. Bu topluluğa da "Fütüwet" (gençlik, yiğitlik) adı verilir. Önder olan kimse bir "tekke" yaptırarak burasını halı, kilim, kandil gibi gerekli eşya ve araçlarla donatır. Kardeşler (Ahiler) , gündüzleri geçimlerini sağlayacak kazancı elde etmek üzere çalışırlar ve o gün kazandıkları parayı ikindiden sonra topluca getirip öndere verirler. Bu para ile tekke'nin ihtiyaçları karşılanır, topluca yaşamak için gerekli yiyecek ve meyveler satın alınır.

  • TÜRKLERDE AHIAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ / 59

    O sırada beldeye bir yolcu gelmişse, onu da tekkede misafir ederler ve alınan yiyeceklerden ona da ikram eder-ler. Yemek zamanında . . . topluca yerler, (sonra) raks ederler, türküler çağırırlar . . . Bunlara "fityan"(gençler) , önderlerine ise . . . "Ahi" ( Kardeş) adı verilir. Ben dünyada onlardan daha güzel davranan kimse görmedim. " (İbn Battuta, s. 7-8)

    136) Ahiler, Anadolu'ya yerleşmiş olan Türkmenler' in yaşadıkları heryerde, şehir, kasaba ve köylerde bulunmaktadır. Memleketlerine gelen yabancıları karşılamak, onlarla ilgilenmek . . . gibi konularda bunların eşine . . . dünyanın hiçbir yerinde rastlamak mümkün değildir. (İbn Batuta, s.7)

    137) " (Anadolu'da bir) şehire girdiğimiz sırada, çarşıdan geçerken dükkanlarından çıkan bir takım insanların (yolumuzu kestiklerini gördük) . Bir başka gurubun ise onları durdurarak onlarla çekişmeğe başladıklarını müşahede ettik . . . Konuştuklarını anlamadığımızdan korkmağa başladık. Sonra Arapça bilen bir adamdan . . . bunların bizden ne istediklerini sordum. Dedi ki bunlar Ahiler'dir. (Bir kısmı) Ahi Sinan'ın yoldaşları, sonradan gelenler ise Ahi Duman'ın kardeşleri imiş . Her iki taraf bizim kendi yanlarında misafir kalmamızı isterler, bu yüzden çekişirlermiş . Nihayet kur'a çekerek halletmek yoluna düşüp sulh oldular. Onların gösterdikleri bu yüksek misa/ir-perver/iğe hayran olmamak elde değildi. . " (İbn Battuta, s. 15)

    138) (Anadolu illerinden birinde) Tekke'ye girdiğimizde bütün ocakları yanar bulduk. . . ateşin karşısında ısındık. Ahi, derhal çeşitli yemekler ve meyveler getirdi. Kerem sahibi ve cömert olan; yabancılara ve gariplere büyük şefkat ve muhabbet gösteren , gelene geçene yardımlarını esirgemeyen (ve) bunları en güzel şekilde sonsuz bir sevgiyle karşılayan, gelen yabancıları kendi hısım-

  • 60 /TÜRKLERDE AHLAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

    lan (yakınları) imiş gibi kucaklayan bu dervişleri Cenab-ı Hakk hayırla mükafatlandırsın. (İbn Battuta, s.54-55)

    Ahiler teşkilatının hayranlık uyandıran ko-nuk-severliği, aynı zamanda idari makamlarda bulunan şahsiyetlerde de mevcuttu . Nitekim :

    139) Bu ülke hükümdarlarının adetleri arasında, yolculara ilgi göstermek, onlarla tatlı dille konuşmak ve onlara ufak tefek hediyler vermek bulunmaktadır. (İbn Battuta, s. 17)

    İbn Battuta, Anadolu seyahatından sonra Karadeniz kuzeyinde yaşayan Türkleri ve özellikle Kırım Türklerini de ziyaret ederek orada Harezmli bir şeyh ile tanışmıştı. Bu şeyh, hükümdara hiç iltifat etmezken fakir halka olan şefkat ve merhametinden dolayı, onların gönlünü alacak şekilde davranırdı :

    140) " (Saray şehrinde) bilgin imam Hoca Numaneddin Harezmi'nin de bir zaviyesi vardır. . . . Kendisi, dervişlerin belki de en erdemlisi (ve) güzel ahlaklısı idi. . . Sultan Özbeg, her cuma günü onu ziyarete gelir (fakat) Şeyh , ne hükümdarı karşılamağa çıkar, ne de yerinden kımıldardı. Sultan, şeyhin huzurunda oturur, ona pek tatlı bir dille hitab eder ve alçak gönüllülük gösterirdi. Şeyh ise tamamen aksine bir davranış içinde bulunurdu, fakat fakirlere , yoksullara ve yolculara gösterdiği ilgi, Sultana yaptığının tam aksi idi: Onlan hoş tutar, tatlı tatlı konuşur, ikram ve iltifatta bulunurdu . . . " (İbn Battuta, s .122)

    141) Devlet işleri de bazen Ahiler tarafından yürütülmekteydi. Nitekim: " . . . Bu ülke törelerinden biri de şehirde hükümdar bulunmadığı takdirde Ahiler'in hükumeti yönetmeleridir. " (İbn Battuta, s. 25)

    Tasavvufta geçen ve bir senbol olan hırka deyimi gibi, Ahiler arasında da şalvar deyimi geçmektedir. Diyor ki:

  • TÜRKLERDE AHIAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ / 61

    142) Bu şehirde (Konya'da) , kendisi de Ahi olan ve en büyük tekke'nin önderi bulunan İbn Kalem-Şah adıyla tanınan belde kadısının dergahına inmiştik. Bu zabn kalabalık bir öğrenci topluluğu da vardı. Onlar "Fütüvvet" de kendilerini Ali ibn Ebi Talib'e . . . kadar uzanan bir tarikat kütüğüne dayarlar. Tasawuf ehli olan sufıler'in "hırka" giymeleri töresine uygun olarak, bunlar da "şalvar" giymekte özellik gösterirler" (İbn Battuta, s.20)

    143) "Türkler, gelen yabancıları nasıl ağırlayacaklarını, ne gibi yiyecekler vereceklerini (ikram edeceklerini) bilmezler; kesip yemeleri için onlara koyunlar, atlar; içmeleri için de kımız tulumları gönderirler . . . " (İbn Battuta, s. 85)

    Türk konuk-severliği'nden bahseden Avrupalılara gelince, 18'inci asır Fransız filozoflarından Rousseau (öl. 1778)'nun Emil (Emile) ve bir de Toplum Anlaşması (Le Contrat Social) adlı eserlerinde Türkler ile İslamiyet'den övgü ile söz edilmektedir.

    144) Rousseau'ya göre Türkler medeni, "konuk-sever" ve samimi olarak müslüman'dır. Türklerdeki "insanlık" ve konuk-seuerlik vasıflarının sebebi " . . . başkalarının düşkünlük ve sefaletine karşı yabancı kalmayacak derecede insanlığa daha yakın olmalarındandır. " (J. J. Rousseau, Emil (tere.), s. 167)

    145) Onsekizinci asırda Comte de Marsigli, L'Etat militaire de l'.Empire Ottomane, ses progres et sa decadence; La Haye, 1 732; s.38-39 adlı eserinde, diyor ki: " . . -Türkler, hiçbir din farkı gözetmeksizin bütün yabancılara karşı son derece konuk-sever'dirler. " (i. H. Danışmend, s. 127)

    146) Türklerin misafirlerine gösterdiği "misafir-peruerlik" çadır misafir-perverliği (= ilkel konuk-severlik) değildir; kanundan doğan bir misafir-perverlik de değildir . . .

  • 62 / TÜRKLERDE AHLAK VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

    Büyük, asil ve kendine layık bir görünüş altındaki m