TO-Gazete-35/7

32
AKP “Devletleştikçe” Saldırıyor AKP “Devletleştikçe” Saldırıyor DİRENİŞİ BÜYÜTELİM DİRENİŞİ BÜYÜTELİM ÖZ GÜR LÜK TOPLUMSAL www.top l um sa l oz gur l uk.com İKİ AYLIK SİYASİ GAZETE SA Y I: 7/ 35 ARALIK 2010 Fİ YAT I: 1.5 TL Küresel ve yerel sermayenin tem- silcisi durumundaki AKP’nin, ege- men blok içinde ordu merkezli sta- tükocu güçlere karşı iktidar müca- delesindeki son büyük hamleleri olan 2010 YAŞ toplantısı ve ardın- dan 12 Eylül Referandumu sonuç- ları, bu partinin net biçimde üstün duruma geçmesini sağladı. Ancak ordu mücadeleyi bırakmadı ve bırakmayacaktır; iktidar alanında- ki mevzilerini olabildiğince koru- maya çalışacaktır. Nitekim, epey bir suskunluktan sonra, Kürt soru- nunun “hassasiyeti”nden yararla- nan ordu, bu alanda bir boşluk görüp, Kürtçe’nin yaygınlaşmasına karşı “cumhuriyetin laik, üniter ve ulus-devlete dayanan” yapısının koruyucusu olduğunu ilan etti. Bu, “Beni oyunun dışına itemezsin, siyasete müdahale hakkımı saklı tutuyorum” mesajıydı. Ordunun, hiçbir zaman iktidar ala- nından çıkmayacağı/çıkarılmaya- cağı, sadece sermaye lehine hisse- sinin azaltılacağı gerçeği bir yana, AKP iktidarına çok ciddi sorun çıkarabileceği açıktır. Ordu bunu hatırlatıyor. Bununla birlikte AKP, iktidardaki konumunu sağlamlaştırmış ve üstte güreşmeye başlamıştır. AKP hükümet olmaktan “iktidar” olma- ya geçiş süreciyle birlikte “devlet- leşmekte” ve devlet reflekslerini üstlenmektedir. Bir yandan “dev- let olma sorumluluğu”, diğer yan- dan kendini güçlü hissetmekten kaynaklanan bir fütursuzlukla, tüm muhalif güçlere karşı gerek söylemini, gerekse tutumunu sert- leştiriyor. Siyasi temsilcisi AKP’yle birlikte “pürüzsüz”, monolitik bir iktidara doğru hızla yol alan ser- mayenin sınıfsal gericiliği, devle- tin tarihsel ceberut geleneğiyle buluşuyor. Bunun sonucu, 21 Eylül’de sosya- listlerin uydurma gerekçelerle gözaltına alınıp tutuklanmaları; hakları için yürüyen Kürt kadınla- rın polis tarafından yerlerde sürüklenerek gözaltına alınmaları; HES’lere karşı mücadele eden yerel halk ve ekolojistlerin İsrail katliamcılarına benzeştirilerek marjinalleştirilmeye çalışılmaları; AKP ve YÖK’e karşı protesto eyle- mi yapan öğrencilerin biber gazı ve coplarla vahşi biçimde bastırıl- maları vb.’dir. Ama bunlar sadece seçilmiş birkaç örnektir, çok daha fazlası sayılabilir. Bütün “demokrasi geliyor” söy- lemlerine karşın AKP iktidarı gide- rek daha fazla diktatörlüğe dönü- şüyor ve siyasi gericilikte derinle- şiyor. Buna karşı emekçilerin ve ezilenlerin, sosyalistlerin yanıtı, saflarını yeniden düzenleyerek pekiştirmeleri, birleşmeleri ve mücadeleyi yükseltmeleri olmalı- dır, olacaktır. Bugün biz sosyalist- lere düşen acil görev, güçlerimizi birleştirmek, tüm emekçilerin ve ezilenlerin ortak mücadele cephe- sini örmektir. WIKILEAKS’İN ETEĞİNDEKİ TAŞLAR WikiLeaks kendini “akredite gazeteciler, yazılım programcıları ve ağ mühendislerince kurulmuş, kar amacı gütmeyen bir medya kuruluşu” olarak... 24. SAY FA SERAP ŞEN BREZİLYA SEÇİMLERİ Brezilya’da beklenen oldu. Başkan Lula da Silva’nın halefi Dilma Rousseff, ikinci turda oyların yüzde 56’sını alarak Brezilya’nın yeni devlet başkanı oldu. SALDIRININ İLK DALGASI TORBA YASA Hükümet ilk adımı attı ve Kasım sonunda Torba Yasayı meclise sundu. Birden fazla yasada değişiklik içeren Tasarı şimdilik 120 maddeden oluşuyor. “KORUMA” ADI ALTINDA TALAN Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu, Aralık ayı başlarında Meclis'te görüşülmeye başlandı. Tasarının adında “koruma” sözünün geçmesi ... 3. SAY FA B. AKPOLAT AKP’NİN BÜTÇESİ 23. SAY FA AZİZ KÜÇÜK 14. SAY FA İRFAN KAYGISIZ 28. SAY FA MEBRUKE BAYRAM Referandum sonrası gelişmeler öyle akı- yor ki, son 3 general olayında da bir kez daha görüldüğü gibi, uzun süredir yaşa- nan ordu-AKP çatışması, AKP’nin net bir üstünlük kurduğu yeni bir aşamaya sıçra- dı. Özel ve yeni bir durumla karşı karşıya- yız. 6. SAY FA ALP AYDIN GÜÇLER DENGESİNDE DÖNÜŞÜM AKP’nin, küresel ve yerel sermayenin tem- silcisi olarak Türkiye’yi, devleti ve toplu- muyla yeniden şekillendirmeye çalıştığı, bu dönemde emekçiler ve ezilenler olarak ne yapmamız gerekir? 10. SAY FA TUNCAY YILMAZ EMEKÇİLERİN EZİLENLERİN CEPHESİ BORÇ KRİZİ DERİNLEŞİYOR Borç krizi/mali kriz dalgası İrlanda’yı da içine alarak yayılıyor. Bir zamanlar AB’nin yatırım cenneti olan İrlanda, bugün iflasın eşiğine gelmiş durumda. VOLKAN YARAŞIR 16. SAY FA

description

Toplumsal Özgürlük Gazetesi Sayi:35

Transcript of TO-Gazete-35/7

Page 1: TO-Gazete-35/7

AKP “Devletleştikçe” SaldırıyorAKP “Devletleştikçe” Saldırıyor

DİRENİŞİ BÜYÜTELİMDİRENİŞİ BÜYÜTELİM

ÖZ GÜR LÜKTOP­LUM­SALwww.top­lum­sa­loz­gur­luk.comİKİ­AYLIK­SİYASİ­GAZETE SA­YI:­7/35­­­ARALIK­2010­­­Fİ­YA­TI:­1.5­TL

Küresel ve yerel sermayenin tem-silcisi durumundaki AKP’nin, ege-men blok içinde ordu merkezli sta-tükocu güçlere karşı iktidar müca-delesindeki son büyük hamleleriolan 2010 YAŞ toplantısı ve ardın-dan 12 Eylül Referandumu sonuç-ları, bu partinin net biçimde üstünduruma geçmesini sağladı. Ancakordu mücadeleyi bırakmadı vebırakmayacaktır; iktidar alanında-ki mevzilerini olabildiğince koru-maya çalışacaktır. Nitekim, epeybir suskunluktan sonra, Kürt soru-nunun “hassasiyeti”nden yararla-nan ordu, bu alanda bir boşlukgörüp, Kürtçe’nin yaygınlaşmasınakarşı “cumhuriyetin laik, üniter veulus-devlete dayanan” yapısınınkoruyucusu olduğunu ilan etti. Bu,“Beni oyunun dışına itemezsin,siyasete müdahale hakkımı saklıtutuyorum” mesajıydı.

Ordunun, hiçbir zaman iktidar ala-nından çıkmayacağı/çıkarılmaya-cağı, sadece sermaye lehine hisse-

sinin azaltılacağı gerçeği bir yana,AKP iktidarına çok ciddi sorunçıkarabileceği açıktır. Ordu bunuhatırlatıyor.

Bununla birlikte AKP, iktidardakikonumunu sağlamlaştırmış veüstte güreşmeye başlamıştır. AKPhükümet olmaktan “iktidar” olma-ya geçiş süreciyle birlikte “devlet-leşmekte” ve devlet refleksleriniüstlenmektedir. Bir yandan “dev-let olma sorumluluğu”, diğer yan-dan kendini güçlü hissetmektenkaynaklanan bir fütursuzlukla,tüm muhalif güçlere karşı gereksöylemini, gerekse tutumunu sert-leştiriyor. Siyasi temsilcisi AKP’ylebirlikte “pürüzsüz”, monolitik biriktidara doğru hızla yol alan ser-mayenin sınıfsal gericiliği, devle-tin tarihsel ceberut geleneğiylebuluşuyor.

Bunun sonucu, 21 Eylül’de sosya-listlerin uydurma gerekçelerlegözaltına alınıp tutuklanmaları;hakları için yürüyen Kürt kadınla-

rın polis tarafından yerlerdesürüklenerek gözaltına alınmaları;HES’lere karşı mücadele edenyerel halk ve ekolojistlerin İsrailkatliamcılarına benzeştirilerekmarjinalleştirilmeye çalışılmaları;AKP ve YÖK’e karşı protesto eyle-mi yapan öğrencilerin biber gazıve coplarla vahşi biçimde bastırıl-maları vb.’dir. Ama bunlar sadeceseçilmiş birkaç örnektir, çok dahafazlası sayılabilir.

Bütün “demokrasi geliyor” söy-lemlerine karşın AKP iktidarı gide-rek daha fazla diktatörlüğe dönü-şüyor ve siyasi gericilikte derinle-şiyor. Buna karşı emekçilerin veezilenlerin, sosyalistlerin yanıtı,saflarını yeniden düzenleyerekpekiştirmeleri, birleşmeleri vemücadeleyi yükseltmeleri olmalı-dır, olacaktır. Bugün biz sosyalist-lere düşen acil görev, güçlerimizibirleştirmek, tüm emekçilerin veezilenlerin ortak mücadele cephe-sini örmektir.

WIKILEAKS’İN ETEĞİNDEKİ TAŞLAR

WikiLeaks kendini “akreditegazeteciler, yazılımprogramcıları ve ağ

mühendislerince kurulmuş,kar amacı gütmeyen bir

medya kuruluşu” olarak...

24. SAY FA SERAP ŞEN

BREZİLYA SEÇİMLERİ

Brezilya’da beklenen oldu.Başkan Lula da Silva’nın halefi

Dilma Rousseff, ikinci turdaoyların yüzde 56’sını alarak

Brezilya’nın yeni devletbaşkanı oldu.

SALDIRININ İLK DALGASI TORBA YASA

Hükümet ilk adımı attı veKasım sonunda Torba Yasayımeclise sundu. Birden fazla

yasada değişiklik içeren Tasarışimdilik 120 maddeden

oluşuyor.

“KORUMA” ADI ALTINDA TALAN

Tabiatı ve Biyolojik ÇeşitliliğiKoruma Kanunu, Aralık ayı

başlarında Meclis'tegörüşülmeye başlandı.

Tasarının adında “koruma”sözünün geçmesi ...

3. SAY FA B. AKPOLAT

AKP’NİN BÜTÇESİ

23. SAY FA AZİZ KÜÇÜK 14. SAY FA İRFAN KAYGISIZ 28. SAY FA MEBRUKE BAYRAM

Referandum sonrası gelişmeler öyle akı-yor ki, son 3 general olayında da bir kezdaha görüldüğü gibi, uzun süredir yaşa-nan ordu-AKP çatışması, AKP’nin net birüstünlük kurduğu yeni bir aşamaya sıçra-dı. Özel ve yeni bir durumla karşı karşıya-yız.

6. SAY FA ALP AYDIN

GÜÇLER DENGESİNDEDÖNÜŞÜM

AKP’nin, küresel ve yerel sermayenin tem-silcisi olarak Türkiye’yi, devleti ve toplu-muyla yeniden şekillendirmeye çalıştığı, budönemde emekçiler ve ezilenler olarak neyapmamız gerekir?

10. SAY FA TUNCAY YILMAZ

EMEKÇİLERİNEZİLENLERİN CEPHESİ

BORÇ KRİZİ DERİNLEŞİYOR

Borç krizi/mali kriz dalgasıİrlanda’yı da içine alarak

yayılıyor. Bir zamanlar AB’ninyatırım cenneti olan İrlanda,bugün iflasın eşiğine gelmiş

durumda.

VOLKAN YARAŞIR16. SAY FA

Page 2: TO-Gazete-35/7

GİRİŞ2 ARALIK 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Gazetemizin yazarları Oğuzhan Kayserilioğlu veTuncay Yılmaz, diğer Toplumsal Özgürlük Platformuve Sosyalist Demokrasi Partisi yönetici/sözcü veüyeleriyle birlikte 3 aydır hapiste. Yoldaşlarımızkendi siyasi görüş ve faaliyetlerinden dolayı değil,farklı çizgideki bir başka örgütün üyesi olmak gibitamamen dayanaksız ve saçma bir suçlamayla hapis-te tutuluyor. Öte yandan 3 aydan beri özgürlüklerin-den yoksun bırakılan yoldaşlarımız, kendilerinisavunma olanağından da yoksun bulunuyor. Çünkühala savcılık iddianame hazırlamış değil ve dosya üze-rindeki gizlilik kararı devam ediyor. Dolayısıyladuruşma tarihi de belli değil.

İçerideki yoldaşlarımızla düzenli olarak haberleşiyorve görüşüyoruz. Moralleri ve sağlıkları yerinde. Tümokurlarımıza sevgi ve selamlarını gönderiyorlar. Vehapishaneyi, dışarıdaki yoğun koşturmaca içindedaha az zaman ayırabildikleri düşünsel/teorik çalış-malara yoğunlaşmanın fırsatı olarak değerlendiriyor-lar. Ayrıca, bu sayıda da göreceğiniz gibi, gazetemizeçeşitli biçimlerde katkıda bulunmaya devam ediyor-lar.

21 Eylül komplosuyla tutuklanan yazarlarımızı vetüm diğer sosyalist tutukluları düşmanın elindenalana kadar yılmadan, usanmadan çalışacağız. Buamaçla, diğer sosyalist ve demokratik güçlerle birlik-te oluşturulan Sıra Kimde İnisiyatifi de çalışmalarınısürdürüyor. Sıra Kimde eylemleri çeşitli illerde yürü-yüşler, basın açıklamaları, tutuklu yoldaşlara toplucakart/mektup gönderme eylemleri, bildiri dağıtma,aydın/siyasetçi toplantıları vb. şekillerde devam edi-yor. Bu çerçevede 15 Ocak’ta Ankara’da bir sempoz-yum, 21 Ocak günü de İstanbul’da bir dayanışmagecesi düzenlenecek. Bunun yanı sıra 22 Aralık’tasosyalist siyasi parti ve örgüt genel başkanları/söz-cüleri hapisteki SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan ileToplumsal Özgürlük Platformu Sözcüsü OğuzhanKayserilioğlu’na toplu bir ziyarette bulunacak.

2011 genel seçimlerinin Haziran ayında yapılacağı azçok kesinleşmiş durumda. AKP, devleti ve toplumuküresel ve yerel sermayenin çıkarları doğrultusundayeniden biçimlendirme süreci içinde bu seçimlerdengüçlü çıkmaya büyük önem veriyor. Egemen blokiçindeki kanatların iktidar mücadelesinde büyükmesafeler alan ve üstün duruma geçen AKP, yeni seçi-lecek Meclis’teki olası çoğunluğuna dayanarak kendiiktidarını kalıcılaştıracak bir siyasi sistem kurmayı,bunu yeni yapılacak Anayasa ile güvence altına alma-yı amaçlıyor.

Burjuvazi, iktidara tek başına ve “kılçıksız” biçimdesahip olma yolunda tarihsel ayakbağlarından kurtul-maya çalışırken, toplumun geniş kesimlerini “demok-

rasi geliyor”, “askeri vesayet kalkıyor” söylemiylearkasında toplamaya çalışıyor. AKP bunda epey başa-rı da sağladı. Referandumdaki “Yetmez Ama Evet”çikimi solcular bile AKP’nin arkasında sıralandılar.Oysa AKP referandumun hemen ardından devrimcisosyalistlere ve tüm muhalif güçlere yönelik saldırıla-rını şiddetlendirdi. 21 Eylül komplosuyla TÖP ve SDPkadroları uydurma gerekçelerle tutuklanırken, demo-kratik haklarını kullanarak yürüyüş yapan kadınlarave öğrencilere yönelik polis şiddeti vahşi biçimleraldı. AKP’lilerin söylemleri de son derece “devletçi” veotoriter bir renk almaya başladı.

Burjuvazi toplumu kendi çıkarları doğrultusundayeniden biçimlendirmeye çalışırken, emekçi ve ezi-lenlerin cephesinde de önemli gelişmeler oluyor.Kürt Halk Hareketi, sürekli oyalama taktikleriylehareketi gevşetmeye ve bölmeye çalışan AKP’yekarşı, mücadeleyle kazandığı meşruiyet ve özgürlükzeminini genişletme, fiili bir iktidarlaşma yönündeher gün yeni adımlar atıyor. Savunma gücü oluştur-maktan hayatın her alanında anadili kullanmaya dek,yeni hamleler yapıyor.

Öte yandan Kürt Halk Hareketi ile Türkiye emekçi veezilenlerinin kalıcı ittifakının bir biçimi olarakDemokrasi için Birlik Hareketi’nde ifadesini bulanzeminin, yeni katılımlarla genişleyip bir üst düzeyde -yeni bir adla- yeniden kurulması yönünde somutadımlar atılıyor. Enternasyonalist sosyalistler güçle-rini birleştiriyor ve cephesel bir örgütlenmeye, ortakmücadeleye girişmenin hazırlıklarını yapıyor.

Bir başka önemli gelişme, komünistlerin parti birli-ğinin sağlanması doğrultusunda gerçekleşiyor.Toplumsal Özgürlük’ün öteden beri savunduğu, poli-tik-programatik çizgileri ve ideolojik konumlanışla-rıyla birbirine yakın olan sosyalistlerin zaman geçir-meden bir devrimci partide birleşmesi görüşü, bugünartık somutlanma ve hayata geçme aşamasındadır.SDP ve TÖP arasında 2010’un baharında başlayan,Sosyalist Birlik Hareketi’nin (SBH) katılmasıyla güçkazanan birlik süreci, 21 Eylül saldırısının ardındanyeni bir ivme ve boyut kazanma olanağına kavuşu-yor. TÖP, SDP ve SBH ile Sosyalist Parti ve SosyalistGelecek Parti Hareketi, işçi sınıfının birleşik devrimcipartisini kurma hedefiyle birlikte yola çıkma konu-sunda -olumlu yönde ilerleyen- görüşmeler sürdürü-yor.

Egemenlerin cephesinin yeni saldırılarına karşıemekçiler ve ezilenler, kendi örgütlerini ve cepheleri-ni yeniden kurma ve pekiştirme yönünde umut veri-ci adımlar atıyor. Yeni sayımızda daha güzel ve umut-lu haberlerle buluşmak dileğiyle…

EDİ TÖR DEN

AKP’nin Bütçesi

B. Akpolat ...................................... 3

AKP Sermayeye Hizmette Son Virajda

Ayşe Baykal ...................................... 5

Güçler Dengesinde Dönüşüm

Alp Aydın ...................................... 6

CHP’de Neler Oluyor?

Alp Aydın ...................................... 8

Emekçilerin Ezilenlerin Cephesi

Tuncay Yılmaz .................................... 10

10. Yılında 19 Aralık Katliamı

Av. F. Ahmet Tamer ...................... 12

Görev KESK’i Yeniden Yapılandırmak

Toplumsal Özgürlükçü Kamu Emekçileri......... 13

Saldırının İlk Dalgası Torba Yasa

İrfan Kaygısız .................................... 14

Torbayı Başlarına Geçirelim

Tuncay Yılmaz .................................... 15

Borç Krizi Derinleşiyor

Volkan Yaraşır .................................... 16

Haberler

............................................................... 18

Türkiye NATO’nun Nükleer Üssü Oluyor

M. Ramazan .................................... 20

Irak’ta Siyasi Belirsizlik Sürüyor

M. Ramazan .................................... 22

Brezilya Seçimleri

Aziz Küçük .................................... 23

Wikileaks Eteğindeki Taşları Döküyor

Serap Şen .................................... 24

AKP’nin Rotası Belli

Ulaş Taştekin .................................... 25

Bedenimiz Bizimdir

E. Sandıkçı .................................... 26

Aile Hekiminizle Tanıştınız mı?

Reha Keskin .................................... 27

Doğa Ve Biyolojik Çeşitlilik Ticarete

Tabi Kılınıyor

Mebruke Bayram .................................. 28

Kahvenin Ekonomisi ve Ekolojisi Üzerine

H. Durkal .................................... 29

Çoğunluk

G. Ilgın .................................... 30

Taraftarlık Yasa İle Biter mi?

Haluk Koşar .................................... 31

AKP’nin İpliği Pazara Çıktı

Seyit Güneş .................................... 32

BİZİM CEPHEDENİYİ HABERLER

Ye­rel­Sü­re­li­Ya­yın­Sa­hi­bi­ ve­Ya­zı­ İş­le­ri­Mü­dü­rü:­Ulaş­Taş­te­kin

Ad­res: Hüseyinağa­Mah.­Süslü­Saksı­Sk.­No:­22- 24­K.­3

Beyoğlu/İstanbul

TOP LUM SAL ÖZ GÜR LÜK GA ZE TE Sİ

Bas­kı:­EZ­Gİ­Mat­ba­acılık­Sa­na­yi­Cad­de­si­Al­tay­Sok.­No:10­Ço­ban­çeş­me

YE­Nİ­BOS­NA-İS­TAN­BUL­(0212) 452­23­02

ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Page 3: TO-Gazete-35/7

ARALIK 2010 3PO Lİ Tİ KAÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Meclis komisyonlarında kabul edilen2011 bütçesi kanun tasarısı Meclis’tegörüşülmeye başlandı. Bütçeler sanı-lanın aksine, anlamsız terim verakamlarla doldurulmuş anlaşılmasızor metinler değillerdir. Bütçeler,kamunun milli gelirin ne kadarınavergiler ve kamulaştırma gelirleriyleel koyacağını, bu vergilendirmeyükünün hangi sınıfların üzerineyıkılacağını ve kamunun el koyduğubu geliri nereye harcayacağını ifadeeden belgelerdir. Bu yönüyle deoldukça siyasi, ideolojik metinlerdir.Anlamak isteyenler için, hükümetinkimin hükümeti olduğunu en fazlaaçığa vuran metinler, bütçe belgeleri-dir.

Türkiye bütçesinin hacmi, milli geli-re oran olarak 2000 yılındaki yüzde37,2’den 2010 bütçesinde 27,4 oranı-na kadar gerilemiş durumdadır. Busayılar zenginleşenlerin gelirlerinekamu tarafından vergiler ve diğeryollarla gittikçe daha az el konulduğu-nu göstermektedir. Sosyal devletigelişmiş olan Kuzey Avrupa ülkele-rinde ise bu oranlar yüzde 60’larıbulmaktadır. Ülkenin kaynaklarınıkullanarak zenginleşenlerinTürkiye’nin bütçesine yaptığı katkı-nın her geçen yıl düşmesi zenginlerin

daha da zenginleşmesinin nedenleri-ni açıklamaktadır.

2002–2007 arasında Koç Holding’intoplam varlıkları 7,3 milyar dolardan51,2 milyar dolara yükselmiştir.Sabancı Holding’in varlıkları 21 mil-yar dolardan 43,9 milyar dolara;OYAK grubunun varlıkları 4,6 milyardolardan 19 milyar dolara yükselmiş-tir. Şişe Cam’ın varlıkları 2,3 milyardolardan 4,5 milyar dolara, Çalık gru-bunun varlıkları 1 milyardan 3,3 mil-yar dolara yükselmiştir. ENKA’nınvarlıkları ise, 1,86 milyar dolardan7,86 milyar dolara yükselmiştir.Birkaç on yılda oluşan varlıklar, yalnızbeş yıl içinde ikiye, üçe, beşe katlan-mıştır.

Türkiye’nin ağır bir yoksulluğun veişsizliğin içinde bulunduğu bir yıldahazırlanan bu bütçe; yoksulu, işçiyideğil sermayeyi gözeten bir bütçeözelliği taşıyor. Bunu da en iyi şekildevergilerin kimlerden toplanacağınadair bütçede ilan edilen verilere bak-tığımız zaman anlamak mümkün.

Vergi Yükü Yoksulun Sırtında

Kriz dönemlerinde bile, alavere dala-vere ile verginin yükü yine vergihamalı alt-orta sınıflara biniyor.

Vergiden kaçanlar, vergiyi kaçıranlar,her dönemde olduğu gibi bu dönemdede yüklerini biraz daha azaltmışgörünüyorlar. ÖTV, KDV, özel iletişimvergileri, harçlar vs.den oluşan dolay-lı vergiler, yine toplam vergilerin üçteikisine ulaşıyor ve emekçi kitleler buvergileri, yoksulluk döneminde detaşıyorlar. Geliri, tükettiğinin çok çoküstünde olan varlıklı sınıflar, gelirle-rinin büyük kısmını harcayamadıkla-rı için herhangi bir vergi falan ödemi-yorlar.

Toplam vergi gelirlerinin yüzde23’ünü oluşturan gelir vergisininhamalı, işçi ve kamu emekçileri,emeklilerdir… Verginin ağırlıklıyükünü hem ÖTV, KDV’lerle hemgelir vergisi ile emekçiler yüklenme-ye devam ederken, şirketlerin, ban-kaların ödediği kurumlar vergisi“zarar edildi” gerekçesiyle azalmışgörünüyor. Zaten bu verginin top-lamdaki payı yüzde 9 bile değildir.

Böylece, bu dönemde de verginindörtte birini gelir vergisi biçiminde,önemli bir kısmını da KDV, ÖTV biçi-minde ücretli, emekli, bordrolukesim ödemiş bulunuyor. Krizde, şir-ketler zarar göstererek kurumlarvergisi yüklerini biraz daha hafifletir-ken, diğer kalemlerde de önemli bir

vergi yükü altına girmemişler.

Vergi Gelirleri NereyeHarcanıyor?

Ücretliden ve bordroludan doğrudanveya dolaylı yollarla alınan bu vergileracaba nereye gidiyor? Yüzde 55-60’ıyabancı sermayenin elinde bulunanbankacılık sistemi, yaptıkları tefeci-likten ortaya çıkan kazançlarına kar-şılık hiçbir vergi ödemezken devleteyüksek faiz oranlarıyla borç paraveriyorlar. 1980’lerin başında yüz de1–2 oranlarında olan borç faizi öde-meleri şimdi Türkiye bütçesininyüzde 26’sını oluşturur hale gelmişdurumda. 2011 yılı için 47 milyar TLborç faizi ödenmesi planlanıyor. Aynıdönemde bütün halkın hayatını ilgi-lendiren kamu hizmetlerine ise 24milyar TL’nin altında bir kaynakayrılmış. Böyle olunca da bankalar bukriz döneminde bile kârlarını yüzde40’lara varan oranlarda arttırabili-yorlar.

2011 yılı bütçe açığı 33 milyar TL,faiz ödemeleri ise 47 milyar TL ola-rak öngörülmektedir. Dolayısıyla 312milyar TL’lik bütçenin reel olarak231 milyar TL olduğunu söyleyebili-riz. Yatırıma ayrılan pay ise, 21 mil-

AKP’NİN BÜTÇESİ

Ücretliden alınan vergiler nereye gidiyor?Bankacılık sistemi, tefecilikten kazandıklarına

karşılık hiçbir vergi ödemezken devleteyüksek faiz oranlarıyla borç para veriyorlar.

1980’lerin başında yüzde 1–2 oranlarında olanborç faizi ödemeleri şimdi Türkiye bütçesininyüzde 26’sını oluşturur hale gelmiş durumda.2011 yılı için 47 milyar TL borç faizi ödenmesi

planlanıyor. Aynı dönemde bütün halkın hayatınıilgilendiren kamu hizmetlerine ise 24 milyar

TL’nin altında bir kaynak ayrılmış.

2011 bütçesi de, asgari ücretliden, işçiden

ve yoksuldan doğrudan veya dolaylı yollarla

alınan vergilerle oluşturulan bütçenin,

faiz ödemeleri adıyla sermayeye, savunma

adı altında Kürt halkının özgürlük taleplerine

karşı savaşa, emniyet adı altında emekçilerin

hak arama mücadelesini boğmaya

aktarılacağı bir bütçe olacaktır.

B. AKPOLAT

Emekçiyi Sadakaya Talim Ettirmek, Sermayeyi İhya Etmek

Page 4: TO-Gazete-35/7

PO Lİ Tİ KA4 ARALIK 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

yar TL’dir. İstihdam sorunununçözümü yatırıma bağlıdır. Ama bütçe-de kamu yatırımının bu kadar düşükolması, toplam bütçe giderlerindekipayının faizin yarısı kadar olması,işsizlik sorununun devam edeceğinigösteriyor. İstihdamda 2008 yılıöncesine hala gelinememiştir. Bubütçede, daha çok iş imkânı sağlamayerine, belli sınırlı sosyal yardımlar-la, halka dilencilik kanıksatılmayaçalışılmaktadır. Bu bütçe, ülkedekibüyümeden elde edilen kaynaklarınhalka aktarılmayacağını göstermek-tedir.

Tarımda Yıkım Politikaları

Halkın katılımından uzak, anti-demo-kratik “ben yaptım oldu” mantığıylahazırlanan bu bütçe tasarısı, halkınen temel ihtiyaçlarına sırt çevirmişbir bütçedir. Tarımın adım adım biti-rildiği, temel gıda fiyatlarının sürekliolarak yükseldiği bir ülkede yaşıyo-ruz. Tarımdaki neoliberal yıkım, buyılın domates fiyatlarındaki yüzde57’lik rekor artışta kendini gösterdi.Tarımda fiyatların bu tırmanışında,özellikle 2000’li yıllarda hızlananneoliberal politikalar en önemlietken. IMF-Dünya Bankası direktifle-riyle birçok ürünün ekimi sınırlandı-rılırken “mali disiplin” politikaları ilebirçok tarımsal üründe desteklerazaldı, üretim geriledi, kuraklıkla,tarımsal zararlılarla mücadelede tekbaşına bırakılan üretici, tarıma küstüve kitleler halinde kırlardan kentegöçtü. Sonuçta, tarımda büyümeoranları, özellikle son yıllarda hızlageriledi. 2001’de yüzde 8 küçülentarım, 2002’de yüzde 9 büyüdüktensonra, AKP’nin 2003–2009 arası ikti-darında ancak toplam yüzde 1,4büyüdü. Oysa ekonominin genelindebu dönemde yıllık büyüme oranıortalama yüzde 4,3 olarak gerçekleş-ti. Plansızlık, öngörüsüzlük, sonuçtadomatesin yanı sıra bir dizi sebze vemeyvenin üretimini de olumsuz etki-ledi. Tarımın yanı sıra hayvancılıkta-ki ihmal ve öngörüsüzlük et, dolayı-sıyla et ve süt ürünlerinde de üretimi,arzı geriletti ve fiyatları hızla tırman-dırdı. Gerileyen tarım ve hayvancılı-ğın üretim ve arzındaki düşüşü telafi

etmek için, eskiden “kendine yetin-mekle övünen Türkiye” artık tarım vegıda ürünü ithalatını hızla artırıyor.

Küresel krize girilen 2008’in sonba-harından sonra sanayi ücretleri deh-şetli gerilemiş ve yeniden büyümeyaşanan son 3 mevsimde de eskidüzeyine dönememiş. Buradan daanlıyoruz ki, Türkiye bugün sıcakpara girişi ile bir üretim yapıyorsa vebunun bir kısmını ihraç edebiliyorsa,bu ancak ve ancak sanayi işçisininücretleri geriletilerek yapılıyor.2010’un ikinci çeyrek gerçek birimücretlerinde kriz öncesine göreyüzde 13 gerileme var.

Sermayedarlar, gerçek ücretleri,insanları işsizlikle korkutup yüzde 13oranında gerileterek, bundan rekabetgücü buluyorlar. Ücretlinin sırtınavurarak ihracat yapmanın neresiyleövünülür? Sanayi işçilerinin sayısıöyle böyle değil, 5,5 milyonu buluyor.Yani yaklaşık 13 milyon tarım dışıücretlinin yüzde 40’ı. Sanayi işçisiningerçek ücretlerinin geriletilmesi ger-çeği, çoğu ticaret ve hizmet ücretlile-ri için de söz konusu. Bu nasıl oluyor?Basit: Ücretli sayısı 13 milyon amasendikalı sayısı 3 milyonu, toplusöz-leşme yapan sayısı ise 1 milyonu bul-muyor. Sendikalar kuyruklarını kısıpoturuyorlar. Sevsinler böyle sendika-sız demokrasiyi…

AKP Küçük EsnafıTasfiye Ediyor

AKP iktidarı, esnaf ve sanatkârlar içinde sadece yoksulluk ve sefalet politi-kaları uyguluyor. AKP hükümeti, ter-cihini açıkça büyük sermayeden yanayapıyor. Tayyip Erdoğan birçokkonuşmasında esnafa “Artık küçükdükkânlarınızı koruyamazsınız,büyük mağazalara katılın” diye ses-lendi. Bu mağazaların yönetimi vehisselerinin çoğunluğu büyük serma-yedarların elinde olduğuna göre,esnaf ve sanatkâr için öngörülen, yokoluş ve sefalettir.

Sefalet, emekliler için farklı mı?Sayıları 2 milyona yaklaşan ve 5 mil-yon nüfusu geçindiren memur emek-

lileri ortalama 1080 TL maaşla geçin-meye çalışıyorlar. Sayıları 5,5 milyo-nu bulan işçi emeklilerinin aylıklarıne kadar dersiniz? Ortalama 780 TL…Ve baktıkları aile ferdi sayısı yaklaşık10 milyon… Düşünün, 1080 TL aylık-lı 2 milyon memur emeklisi 5 milyon-luk ailesi ile; 780 TL aylıklı 5,5 milyonişçi emeklisi yaklaşık 10 milyonlukailesi ile geçinmeye çalışıyor.Ortalama bir SSK emeklisi, 700 TL’likmaaşını harcarken yüzde 18 KDV veÖTV ödüyor. Maaşın 200 TL’si vergiolarak genel bütçeye gidiyor. Geriye500 TL maaş kalıyor. Harca harcabitmez. Ve gerçek ücretlerin bu kadargeriletildiği, emeklilerin bu kadarsefil emekli maaşına talim ettirildik-leri bir ülkede, her şeyin güllük gülis-tanlık olduğu ve dünyanın bu ülkeyegıpta ile baktığı arsızca konuşuluyor,yazılıyor, çiziliyor… İnsaf yahu!..

2011 bütçesi de, asgari ücretliden,işçiden ve yoksuldan doğrudan veyadolaylı yollarla alınan vergilerle oluş-turulan bütçenin, faiz ödemeleri adıy-la sermayeye, savunma adı altındaKürt halkının özgürlük taleplerinekarşı savaşa, emniyet adı altındaemekçilerin hak arama mücadelesiniboğmaya aktarılacağı bir bütçe ola-caktır. Ve bizler işçi ve emekçiler ola-rak, halk olarak kendi kaderimizikendi elimize almadığımız sürece,kendi iktidarımızı kurmadığımızsürece bu devran böyle gidecektir.

Bu, sermayeye kaynak aktarma büt-çesine karşı, halkın bütçesini yarat-ma mücadelesi vermezsek bu iktidarbize yoksulluğu bile fazla görüp açlığıdayatacaktır.

Taleplerimiz

• Zamlar geri alınsın, zam yapan, işçiçıkaran, iflas gösteren şirket ve işlet-meler kamulaştırılsın! Kamulaştırmaişlemi emekçilerin denetimindeyapılsın!

• Sosyal Sigortalar ve Genel SağlıkSigortası Yasası iptal edilsin!

• Ücretlerimize, insanca yaşamamızayetecek kadar zam yapılsın!

• Kredi kartları borçlarımız silinsin!Bankalar kamulaştırılsın, borsa kapa-tılsın!

• IMF, Dünya Bankası ve AB ile ilişki-ler kesilsin, dış borçlar iptal edilsin!

• Sermayeye servet vergisi konsun,az kazanandan az, çok kazanandançok vergi alınsın!

• Devlet gelirleri istihdam yaratmayave emekçilerin çıkarlarına dönük kul-lanılsın. Kamuda yatırım seferberli-ğiyle işsizliğe son!

• Yoksulluğumuzun nedenlerindenbirine dönüşen asalak hal düzenineson verilsin! Üretici birlikleri ile tüke-tici ve üreticinin de tarım bezirgânla-rı tarafından sömürüsüne son veril-sin.

• Asgari ücret vergi dışı bırakılsın!

2002–2007 arasında

Koç Holding’in toplam

varlıkları 7,3 milyar

dolardan 51,2 milyar

dolara; Sabancı

Holding’in varlıkları 21

milyar dolardan 43,9

milyar dolara; OYAK

grubunun varlıkları 4,6

milyar dolardan 19

milyar dolara

yükselmiştir. Birkaç on

yılda oluşan varlıklar,

yalnızca beş yıl içinde

ikiye, üçe, beşe

katlanmıştır.

Page 5: TO-Gazete-35/7

ARALIK 2010 5PO Lİ Tİ KAÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Önümüzdeki dönemin sınıf mücade-lesinin hangi dinamikler üzerindenyükseleceği hükümetin hazırladığıOrta Vadeli Program’ın (OVP) kabu-lünden sonra daha da netleşti.Yaklaşık üç yıllık bütçe planlamasınınilk adımını oluşturan bu belge, hükü-metin gelecek yıllarda uygulayacağımali planın hangi başlıklar altındagerçekleşeceğini ortaya koyuyor.OVP esas itibariyle şirketlerin karoranlarını yükseltmeye, özcesi ser-mayenin palazlanmasına imkân sağ-layacak tüm önlemleri içeriyor.TÜSİAD’ın, hükümetin hazırladığıprogram ve mali plandan duyduğumemnuniyet ve planın kabulününardından borsada gözlemlenen yük-seliş, emekçilerin değil sermayeninihtiyaçlarının gözetildiğinin kanıtıdır.Mali politikanın asıl hedefi kamukesiminin kaynak kullanımındakipayını azaltmaktır. Bunun sonucu daemekçi halkın sırtına yüklenecekvergi artışı ve emek dünyasına yöne-lik hak gasplarının artışı olacaktır.

Peki, neye karşı mücadele edeceğiz,mücadelemizin eksenini ne oluştura-cak? Sendikalar, sermaye-hükümetbirliğine karşı ortak mücadele hattınıbelirlediler. Program her ne kadar“2001 krizinden sonra insanımızınyaşam kalitesini arttıracak reform-lar” diye tanımlansa da, çok sayıdasendikanın ortak vurguladığı noktahükümetin çok kapsamlı bir saldırıprogramını uygulamaya koyduğudur.Kıdem tazminatı, esnekleştirme, sen-dikalaşma önünde artacak engeller,bölgesel kıdem tazminatı gibi pek çokkonu sendikaların birlikte mücadelekararı aldığı konular arasında. DİSK’ebağlı Birleşik Metal İş Sendikası’nında vurguladığı üzere Avrupa’daki“güvenceli esneklik” uygulamasınınbir versiyonu hayata geçirilmeye çalı-şılıyor. MESS ile Türk Metal’in gizlice

imzaladığı sözleşmenin içeriğinde debu gözlemleniyor. Ayrıca sendikanıntespitlerine göre kriz döneminde işçisınıfının içine girdiği işsizlik vegüvencesizlik korkusu, işçilerinmücadeleci sendikalardan yüz çevi-rip işveren yanlısı sendikalara belbağlamasına sebep oldu. Bu çokönemli tespit MESS sürecinde TürkMetal’in arkadan dolanabilmesini deaçıklamaktadır.

Esnekleşme karşıtı mücadele, emekhareketinin sürekli gündemindeolan, belki de en önemli başlıktır.OVP ile hedeflenen, bugüne kadarsendikaların mücadelesi ile engelle-nen esnekleştirme uygulamasınınyasal zemine oturtulmasıdır. “İşgücüpiyasasını daha esnek hale getirecekpolitikaların uygulanması” maddesiyaygın bir esnekleştirmenin devreyesokulacağını ve bunun sonucu olaraksendikasızlaştırmanın artacağınıgösteriyor. Asıl hedeflenen kuşkusuz“kısa çalışma ödeneği ve işsizliksigortası ödeme koşullarında iyileş-me” denilerek emek maliyetinin azal-tılması, İşsizlik Sigortası Fonu yükü-nün işverenden alınması ve esneklik-tir. İşgücünün esnekleşmesi, işçiningerek görüldüğü takdirde işten çıka-rılması, düşük ücretle ve daha kötüşartlarda, güvencesiz çalıştırılmasıdemektir. Kıdem tazminatı ve bölge-sel asgari ücret de çok önemli nokta-lar. Kısacası esneklik arttıkça sendi-kasızlaşma artıyor, sendikalarınolmadığı yerde işveren istediği gibiişten çıkarıyor. Sarı sendikalarınolduğu yerde ise bu haklar konu bileedilmiyor. Hükümet şu an kıdem taz-minatını alma oranının asgari düzeyegetirilmesi için işverenlerle uyumlubir formülün peşinde. Bölgesel asgariücret de esnekleştirmeye paralel ola-rak asgari ücretin belirlenmesindebölgesel farklılıklara gidileceği anla-

mını taşıyor. Özet olarak “İstihdamınartırılması ve kayıt dışılığın azaltılma-sı amacıyla, güvenceli esneklik yakla-şımı çerçevesinde esnek çalışmamodelleri teşvik edilecek ve yaygın-laştırılacaktır” maddesinde her şeyapaçık ortadadır.

Hükümet ve sermaye çevreleri sade-ce istihdam alanında yapılacakdüzenlemelerle hak gasplarına yönel-miyor. Aynı zamanda neoliberaldönüşümleri hızlandıracak bir süreçyaratarak işçi sınıfının hayati ihtiyaç-larına yönelik de hak gaspları yaratıl-maktadır. Özel sektöre kaynak aktarı-mında artış sağlamak için kamugiderlerinde azalmaya gidilecek.Emekçi halkın üzerindeki vergi yüküarttırılacak, eğitim ve sağlık alanlarıbaşta olmak üzere kamuya yönelikkaynak aktarımı azaltılacak. Sağlıktailaç, kontrol ve tedavi hizmetlerinde-ki katkı bedellerinin arttırılacağı,“gereksiz ilaç ve hizmet kullanımınıönleyici tedbirler” alınacağı, yararla-nıcıların sistemin maliyetine katılı-mının sağlanacağı, eğitimde ise ser-mayenin ihtiyaçlarına yönelik politi-kalar yürütüleceği ve özelleştirmeninyaygınlaşacağı apaçık ortaya kon-muştur. Belgenin “eğitimin işgücü

talebine duyarlılığının artırılması veişgücü piyasasında talep edilen nite-lik ve nicelikte insan gücünün yetişti-rilmesi temel amaçtır” maddesindebu beyan edilmiştir.

OVP ve bu program temel alınarakhazırlanan mali plan tam da buesnekleştirmeye ve sosyal hak gasp-larına karşı yükseltilecek bir müca-dele zemini ile teşhir edilmelidir.Birleşik Metal İş, Hava İş, Petrol iş veDİSK başta olmak üzere çok sayıdaemek örgütü ,“kurşuni günler” diyeadlandırılan bir saldırı sürecinin için-de bulunduğumuzu ve bu belgeninönemini vurgulamıştır. Avrupa baştaolmak üzere sınıf mücadelesininhareketlendiği şu günlerde ortakmücadele zeminini güçlendirmeninsadece bulunulan yerle sınırlı kalma-ması, enternasyonal anlamda geniş-letilmesi de şarttır. AKP’nin referan-dum sonrası takındığı emek düşmanıtutum ve genel seçim öncesi başvura-cağı olası taktikler her yerde teşhiredilmeli, mali planın sosyal haklarüzerinden yarattığı yıkım vurgulan-malı ve emek örgütlerinin tüm engel-lemelere karşı birlikte mücadelezemini zorlanmalıdır. Kurşuni gün-lerden başka türlü çıkışımız yok!

AKP SERMAYEYEHİZMETTE SON

VİRAJDA

OVP ve bu program temel alınarak hazırlanan

mali plan esnekleştirmeye ve sosyalhak

gasplarına karşı yükseltilecek bir mücadele zemini

ile teşhir edilmelidir. Birleşik Metal İş, Hava İş,

Petrol iş ve DİSK başta olmak üzere çok sayıda

emek örgütü ,“kurşuni günler” diye adlandırılan

bir saldırı sürecinin içinde bulunduğumuzu ve bu

belgenin önemini vurgulamıştır.

OVP esas itibariyle şirketlerin karoranlarını yükseltmeye, özcesi sermayenin

palazlanmasına imkân sağlayacak tümönlemleri içeriyor. TÜSİAD’ın, hükümetin

hazırladığı program ve mali plandanduyduğu memnuniyet ve planın kabulünün

ardından borsada gözlemlenen yükseliş,emekçilerin değil sermayenin ihtiyaçlarının

gözetildiğinin kanıtı.

AYŞE BAYKAL

Orta Vadeli Program’ın Satır Başları

Page 6: TO-Gazete-35/7

PO Lİ Tİ KA6 ARALIK 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

GÜÇLER DENGESİNDEDÖNÜŞÜM

ALP AYDIN

Yerel sermaye, iç içeliğini sürekli güçlendirdiğiküresel sermaye güçleriyle ilişkisini daha rahat

yürütebileceği, kendi hareketinin daha hızlı, rahat veyoğun gerçekleşebileceği bir yeni politik düzenin

AKP eliyle inşasına yön veriyor.Emperyalist politikodaklar ise, bir yandan küresel sermayenin

Anadolu’daki hareketini kolaylaştırırken; öte yandan,Türkiye’nin merkezinde olduğu coğrafyada

yürüttükleri savaş ve işgal politikalarınadaha çok ve daha hızlı hizmet verecek bir Türkiye’nin

inşasını destekliyor, yönetiyorlar.

Referandum sonrası gelişmeler öyleakıyor ki, son 3 general olayında dabir kez daha görüldüğü gibi, uzunsüredir yaşanan ordu-AKP çatışması,AKP’nin net bir üstünlük kurduğuyeni bir aşamaya sıçradı. Özel ve yenibir durumla karşı karşıyayız.

Çatışmanın başlangıcında, AKP2002’de iktidar olduğunda, ordununAKP’nin etrafını devletin tüm kurum-larıyla çevrelediği ve sürekli baskıla-dığı bir dönem yaşandı. AKP, kendiözgün sürecini ilerlettikçe, ordununAKP üzerindeki basıncı da artıyordu.AKP’nin yürütücüsü olduğu sürecindestekçisi ise, yerel sermaye veemperyalist güçlerdi. AKP, elbetteyürütücü olmanın sağladığı avantajıkullanıyor ve sürece kendi “İslami”rengini vermeye çalışıyordu.

Sürecin hedefi ise, ordunun, kurucuönderi olduğu TC’deki özerk merkeziirade olma ve iktidarın merkezindesermayeyle ortaklaşmış siyasal-aske-ri konumunun tasfiyesi; ve aynı süreçiçinde, iktidarın yapısında, yerel biri-kimini ve küresel sermayeyle enteg-rasyonunu sıçratmış sermayeninyeni taleplerini karşılayacak yeni biriktidar düzeneğinin kurulmasıydı.

Sermaye daha hızlı ve rahat hareketedebileceği imkânlar peşindeydi vebunun için de mutlak iktidar istiyor-du.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesin-deki çatışma, kritik eşik oldu. O mev-zinin ele geçirilmesi, devletin diğermerkezi organlarının da AKP tarafın-dan ordunun elinden alınmasınınönünü açacaktı. Ordu ise, bu kurum-larla iç içe geçip merkezine yerleştiğibir iktidar sistematiğini sürdürüyor,iktidarının yürütücü organlarını kay-betmemek için CumhurbaşkanlığınıAKP’ye kaptırmak istemiyordu.

Ancak, öyle oldu ki, AKP yolunadevam etti ve ordu darbe yapamadı.Ordu, kendi iktidarının arkasındakiyerel sermaye ve emperyalist güçler-den destek alamayınca, boşluğasürüklendiğini gördü ve bir uzlaşmaarayışına girdi.Cumhurbaşkanlığının AKP’ye geçme-si kabullenildi ve çatışmanın uzlaş-mayla iç içe girdiği bir yeni dönemegirildi. Ünlü “Dolma bahçe görüşme-si”, bu kritik kararın temelinin atıldığıdönüm noktasıdır.

Karşılıklı hamlelerle geçen sonraki

süreçte, sonuçta her seferindeAKP’nin bir adım daha ileri attığı yeniçatışmalar ve yeni uzlaşmalar yaşan-dı. En son YAŞ toplantısı ve Refe -randumla birlikte AKP’nin, “Dolma -bah çe” sonrası yeni bir kritik eşiğidaha aştığı ve güçlü bir hamleyle yenimevziler kazandığı görülüyor. Artık,yargı kurumları da ele geçirilmiş vesendeleyerek geri çekilen orduyakarşı moral üstünlük kazanılmıştır.

Artık, güç dengeleri AKP’nin kesinüstünlük sağladığı bir yeni zemineyerleşiyor. Ve aslında, KemalistCumhuriyet yerine, içinde Kema -lizm’in de bir öğe olarak yer alacağıyeni bir cumhuriyet ve onun iktidarsistemini kurma zemininde ilk adım-lar atılıyor. Eski, ordu merkezli ikti-dar odağının etrafında oluşan politikzemin, kimi direnmeler gösterse de,artık sahneden çekilmekte. Bütünpolitik güçler, o arada bizzat ordu da,yeni zeminde kendilerine yer bulma-ya çalışıyorlar.

AKP, güç dengelerindeki net üstünlü-ğüne dayanarak üst üste hamleleryapıyor ve ekonomik-politik ve aske-ri alanlardaki mevzilerini süreklidaha ileri noktalara kuruyor, alan

kazanıyor, yürütücüsü olduğu süre-cin oluşan iktidar alanında kalıcılaş-maya çalışıyor.

İktidarın özünde, oligarşik-totaliterniteliğinde ise, bir dönüşüm yaşanı-yor. O özün yürütücü gücü ordununyerini AKP ve temsilcisi olduğu güçleralıyor; iktidardaki ordu-sermayeortaklığı, sermayenin tek başına mut-lak iktidar olma yönündeki hamlele-riyle çözülüşünü sürdürüyor. Yerelsermaye, iç içeliğini sürekli güçlen-dirdiği küresel sermaye güçleriyleilişkisini daha rahat yürütebileceği,kendi hareketinin daha hızlı, rahat veyoğun gerçekleşebileceği bir yenipolitik düzenin AKP eliyle inşasınayön veriyor. Emperyalist politikodaklar ise, bir yandan küresel ser-mayenin Anadolu’daki hareketinikolaylaştırırken; öte yandan, Türki -ye’nin merkezinde olduğu coğrafyadayürüttükleri savaş ve işgal politikala-rına daha çok ve daha hızlı hizmetverecek bir Türkiye’nin inşasını des-tekliyor, yönetiyorlar.

Sürecin netleşmesi, genel seçimlersonrası, mutlak bir AKP çoğunluğuve inşa edilen yeni politik düzenin omutlak çoğunluğa dayanarak anaya-

Artık, güç dengeleri AKP’nin kesin üstünlüksağladığı bir yeni zemine yerleşiyor. Veaslında, Kemalist Cumhuriyet yerine, içindeKemalizm’in de bir öğe olarak yer alacağı yenibir cumhuriyet ve onun iktidar sisteminikurma zemininde ilk adımlar atılıyor. Eski,ordu merkezli iktidar odağının etrafındaoluşan politik zemin, kimi direnmeler göstersede, artık sahneden çekilmekte. Bütün politikgüçler, o arada bizzat ordu da, yeni zemindekendilerine yer bulmaya çalışıyorlar.

AKP Sermayenin Monolitik İktidarının Kuruculuğunu Yapıyor

Page 7: TO-Gazete-35/7

ARALIK 2010 7PO Lİ Tİ KAÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

sal statüye/güvenceye kavuşacağı biryeni Anayasa ile olacaktır. Tabii, ola-bilirse…

Sermaye tarafından orduya karşı bir“maşa” olarak kullanılan AKP, güçlüdurarak, bizzat yürütücüsü olduğusürecin sonunda kurulan yeni düzeneözel damgasını vurmak ve yeni ikti-darda kalıcı olarak konumlanmakistiyor. Üstelik, yerleşik yerel serma-ye güçlerine bir “sürpriz” yapıp,henüz yeterince güçlenemese dekendi sermaye gruplarını devlet des-teğiyle sürekli büyüterek, bizzat ser-mayenin iç bileşiminde de bir dönü-şüm yaratmak ve kendine ait bir alankazanmak istiyor.

Ordu ise, NATO ile daha yoğun birilişkilenmeye girerek ve bölgeseloperasyonlarda yer alarak, kurulanyeni düzen içinde de iktidarın çekir-değinde yer almak istiyor. Ve, içinde-ki “marazi” unsur“Ergenekoncuların” temizlenmesineonay vererek, yerel ve küresel ser-maye güçlerine güven vermeye çalışı-yor. Evet, artık ordu açısından“eski”yi korumak değil, “yeni” içindegüçlü tutunmak ve “yeni” iktidardayer almak kaygısı öndedir. En son 3generalle ilgili karar da, bu eğiliminordu içindeki gücünü gösteriyor.Marazi unsurlar temizlenecek vekapitalizmin güncel ihtiyaçlarına tambir uyum sağlanacak, yeni iktidarında içinde konumlanma çabasınınmeşruiyeti yaratılacaktır. Ordu, yeniiktidarın ve düzenin niteliğine değil,

“İslami” tonuna karşı konumlanıyorve burada tutunmaya çalışıyor. Otutunma arayışlarına yol verecek fır-satları bekliyor.

Sermaye, AKP’nin oluşturduğu yenidüzenden memnun; ama onun tepe-sinde AKP’nin kalıcılaşma çabaların-dan ve kendi iç bileşimine yapılanmüdahalelerden, “pasta”ya yeniortaklar çıkmasından rahatsız olduğugörülüyor.

AKP, güçlü ve hızlı davranarak kendikonumunu kalıcılaştırmaya çalışıyor.

“Sıcak para” hareketleriyle “şişirilen”Türkiye ekonomisi, hızlı bir “çıkış”la“söndürülebilir” de. Üstelik dünyaekonomisindeki gelişmeler böylesi“çıkış”ları zorunlu hale de getirebilir.Ve nihayet, Türkiye’nin içine çekildi-ği bölgesel çatışmalar ve üstüneAKP’nin “macera”ya dönüşme riskinide içeren kimi yönelimlerinin yakıngelecekte hangi anaforları doğuraca-ğını kim bilebilir?

BAZI SONUÇLAR

Sürecin temel motifi olan, ülkedebiriken sermayenin ve ortağı olduğuküresel sermayenin yeni-günceltalepleri doğrultusunda, Türkiye’ninsiyasal sistemini dönüştürmek, esa-sında AKP gibi ordunun da uyum sağ-layıp desteklediği bir süreçtir.Sermaye, siyasal sistemin bir mono-blok halinde yoğunlaşıp güçlenmesi-ni ve sermayenin hareketine “pürüz”çıkaran kimi “özerk” yapılarınbudanmasını talep ediyor. Güncelbirikim düzeyi ve kriz koşullarındasertleşen rekabet ortamı, zorlananbirikim süreçleri ve düşen kâr oran-ları, sermayeyi böylesi bir yönelimezorluyor. Bölgesel açılım da, aynışekilde, sermayenin ulaştığı birikimdüzeyinin gündeme getirdiği ucuzemek ve yeni pazarlar ihtiyacınınürünüdür. Buralarda ortaklaşma net-tir ve referandum sonrasında, hedefeana hatlarıyla ulaşılmış, eski yargısisteminin çıkarttığı kimi “pürüz”lertemizlenmiştir.

Ortaklaşma buradan sonra bozuluyorve ordu ile anlaşmazlık, yürütülensürecin önemli bir öğesi olan ordu-nun ve etrafındaki devlet kurumları-nın da “özerklik”lerinin budanmasın-da çıkıyor. Şimdi, Referandum sonra-

sında, süreç, bu “pürüz”ün de epeyaşındırıldığı ve şimdiki duruşuylaçözülmeye zorlandığı bir noktaya sıç-ramış oldu. Yürütmenin merkezindeolduğu, yasama ve yargı başta olmaküzere, devletin bütün temel kurumla-rının (o arada ordunun da) eskisin-den daha yoğunlaşmış bir monolitikiktidar yapısında toplanması, ana hat-larıyla sağlandı. Bu, yeni bir durum-dur ve başka bir Türkiye’nin yapı taş-larının konduğu anlamına geliyor.Ordu, kimi dirençler gösterse de veyine eski düzenin kimi güçleri kimisürtünmeler yaşatsa da, artık herkes(o arada ordu ve CHP de) kurulanyeni düzen içinde yer almaya çalışı-yor. Ordu eski “özerk” ve “iktidarortağı” konumunu yeni düzen içindede, uygun bir biçime kavuşturarakoluşturmaya çalışıyor.

Nihai hedef ise, yeni düzen ve bumonolitik iktidar alanının bir “baş-kan”da, Türkiye’ye özgü bir başkanlıksisteminde somutlaşmasıdır. Veseçim sonrası oluşturulması hedefle-nen yeni Anayasa’da, sürecin tümöğeleri ve o arada başkanlık sistemide bir anayasal güvenceye/statüyekavuşturulmak istenecektir. 2011Haziran seçimleri sonrasındaMeclis’te oluşacak güç dengeleri, yenianayasanın içindeki güç dengelerinide belirleyecektir; tarihsel önemde-dir. Elbette, beklenmedik gelişmelerve bir “geriye dönüş” olasılığı damümkündür, ancak bunun zayıf birolasılık olduğu görülüyor.

Sürecin şimdiki aşamasında, serma-ye ile AKP arasında kimi pürüzleroluşmaya başlıyor. Sermayenin“evdeki hesabı”, yeni monolitik ikti-darı mutlak tekeline almak ve AKP’yio iktidar alanının düzeni içindeki birpolitik güç olma noktasında sınırla-maktır. AKP ise, bir ileri adım dahaatmaya çalışıyor ve “başkan”lığa ken-disi (Tayyip Erdoğan) talip oluyor;burada da durmayıp devam ederek,rejimin eski “Kemalist” ideolojisininyerine, sermayenin güncel çıkarlarıyönünde politikleştirilmiş “İslami”bir ideolojik kimliği, yeni siyasi siste-min toplumsal meşruiyet üretmekaynağı haline getirmek istiyor.“Kemalizm” ve uzantısı modernist-pozitivist ideolojilerin de güçleri ora-nında yeni rejimde yer almalarını“şimdilik” kabullenmiyorlar.

Sermaye ve AKP arasında sürecin buaşamasında oluşan pürüzlerin “çat-lak” yaratma potansiyeli taşıdığıgörülüyor.

Öte yandan, bir ABD projesi olanneo-Osmanlı egemenlik alanı yarat-ma süreci de, AKP eliyle ve “İslami”bir vurguyla (ve tam da bu yüzdenkimi yerlerde ABD’nin güncel tutum-larıyla çelişip gerginlikler yaratarak)yürütülüyor. Bu bölgesel sürecindevamı, tümüyle ana küresel eğilim-lerin akışına bağlıdır. Türkiye’ninböyle bir süreci “bağımsız” ve “ege-men” bir güç olarak yürütme kapasi-tesi yoktur; ABD ve küresel güç den-geleri onay verdiği oranda yol alacak;çelişik gibi görünse de, çıkar ilişkile-rinin yapısal gerçekliğine dayanarak,ABD’nin zayıflıklarından yararlana-rak süreç içindeki kendi etki alanınıbüyütmeye çalışacak; ABD’nin zayıf-laması küresel dengelerde oynamayaratacak düzeye gelirse, boşluğadüşecek ya da başka küresel güçlere“çıpa” atarak tutunacağı dengelerioluşturmaya çalışacaktır. Türkiye’de -ki politik gelişmelerin akışında, AKPve “İslami” vurgu geri düşse bile,yerine gelecek güç de, yerel sermaye-nin en önemli güncel talebi bu yöndeolduğu için, bölgeye açılım sürecinidevam ettirmek zorundadır. Küreselsermaye güçleri açısından ise sorun,“kontrole alınmış” bir Türkiye eliyle,kapitalizmle bütünleşmesi oldukçapürüzlü/sorunlu olan, bir dizi diren-çle sürtünmeler yaratan İslam’ı veİslam coğrafyasını, daha derinden veyoğunlaşmış olarak dünya kapitalistsistemine içermek, sermayenin hare-ketine karşı çıkan pürüzleri temizle-mektir.

KÜRESEL KRİZ VE AKP

Küresel sermaye, 70’lerde girdiğiyapısal “uzun dalga” krizinden çık-mak için bir dizi hamle yapsa da2008 Eylül’ünde krizin zirve yapma-sını ve sistemi tam da kalbinden vebeyninden, ABD-AB ve Japonya’danvurmasını engelleyemedi. 70’lerdenberi süregelen “kriz yönetimi”2008’de iflas etti ve şimdi de bütünçabalarına, trilyonlarca doları devre-ye sokmalarına rağmen, krizin zirve-de konumlanıp gittikçe artan sancılaryaratmasını engelleyemiyorlar.

Üstelik, 11 Eylül sonrasında bir“imparatorluk” hamlesi yapanABD’nin şimdi, krizin zirve yapma-sıyla hegemonik lider olma kapasite-sinin de oldukça yıpranması ve bazıgüçlü küresel aktörlerin küresel güçolma arayışları; krizden çıkış içinbelirleyici önemde olan koordinelidavranışı zaafa itiyor ve bağlı olarak,kimi küresel çatışma ve hatta kaosdinamikleri güç kazanıyor.

İşte, AKP’yi iktidara getiren ve orduile çatışarak sermayenin güncelçıkarları doğrultusunda bir yeni düze-nin zeminini oluşturmasında, belirle-yici desteğini sürekli devrede tutanküresel güçlerdeki her gerginlik veyaboşluk, AKP’yi ve iktidarını doğrudanetkileyecektir.

Sürecin şimdikiaşamasında, sermayeile AKP arasında kimipürüzler oluşmayabaşlıyor. Sermayenin“evdeki hesabı”, yenimonolitik iktidarımutlak tekeline almakve AKP’yi o iktidaralanının düzeni içindekibir politik güç olmanoktasındasınırlamaktır. AKP ise,burada da durmayıpdevam ederek, rejimineski “Kemalist”ideolojisinin yerine,sermayenin güncelçıkarları yönündepolitikleştirilmiş“İslami” bir ideolojikkimliği, yeni siyasisistemin toplumsalmeşruiyet üretmekaynağı halinegetirmek istiyor.

Page 8: TO-Gazete-35/7

PO Lİ Tİ KA8 ARALIK 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Sözgelimi, metropollerdeki bir “na kit” sıkıntısı veya

“yükselen piyasalardan çıkışı” gerektirecek başka

herhangi bir durum, AKP’nin “ekonomide başarı”

balonunu hızla söndürecektir. Birçok ülke kendi

sınırlarını “sıcak para”ya karşı tahkim ederken,

ülkenin bütün sınırlarını “sıcak para”ya sonuna dek

açan ve neredeyse her şeyini bu “giriş”e bağlayan,

üstelik elinde satacağı kamu malı da gittikçe azalan

AKP’nin oldukça hassas dengelerin üstünde durdu-

ğu açıktır.

Ayrıca, ABD’nin bölgedeki askeri-politik hamleleri-

ne kendi kaderini bağlayan AKP, bölgeye doğru

“neo-Osmanlı” hamlelerini yaptıkça, kendi bağımsız

“oyun alanı”nın daraldığını ve gerçek güçler denge-

sinin çelikten yasaları karşısında “bağımsız” gücü-

nün yetersizliğini görüyor. En son “Füze

Kalkanı”nın kuru gürültüyle üstü kapansa da uysal-

ca kabullenilmesi, Irak hükümetinin kuruluşu ve

Cumhur başkanlığı seçimlerindeki hamlenin boşlu-

ğa düşmesi ve Azerbaycan’ın WikiLeaks belgelerin-

de açığa çıkan Türkiye hakkındaki hiç de “kardeşçe”

olmayan tutumu gibi somut gerçekler, hem AKP’nin

sözüm ona kafa tutar görünürken ABD ile nasıl bir

yandaşlık/taşeron ilişkisi içinde olduğunu ve hem

de gücünün sınırlarını bir kez daha gösterdi. Gene

WikiLeaks belgelerinde açıklanan ABD büyükelçile-

rinin yorumları da, ABD-TC ilişkisinin görüntüdeki

gerilimlerden çok daha derinde bir ortaklaşmaya

bağlandığını gösteriyor.

AKP, ABD odağına bağlanarak ve küresel sermaye-

nin çıkarlarıyla uyumlu hale gelmiş bir İslami coğ-

rafya yaratma sürecinin yürütücü gücü/taşeronu

olarak, kendi ağırlığını artırmak ve “bağımsız” da

davranabilme olanaklarını yaratmak istiyor. Böl -

gedeki her hamlesi, gizli-açık askeri-politik güç

dayatmalarıyla önceden kodlanmış bir arazide yürü-

meye benziyor ve her adımında, şayet ayağını mayı-

na basmak istemiyorsa, o kodları ABD’den almak

zorunda.

ABD ile kimi zaman çıkan gerginlikler, sürecin

yürümesinin doğal sancılarıdır ve “sahicilik” ihtiya-

cıyla zorlanan Türkiye’nin rolünü oynayabilmesinin

zorunlu hamlelerinin ürünüdür. Ve zaten, kendisi de

“İslami” gelenekten gelen AKP’nin sürecin genelini

yürütürken kimi özel “rötuşlar” yapmayı sürekli

deneyeceği açıktır. Bu gerginlikler sadece “oyun”

değil (ki, epeycesi de düpedüz “oyun”dur); kimi

zaman da gerçeklik payı taşıyor.

Ancak, sürecin akışında yaşanan doğal çatallanma-

lar, sürecin genelini zorlayacakları belli bir kritik

eşiği/açıyı geçemez; geçtiği anda, Türkiye, bölgede

boşluğa düşecek ya da “marazi” maceralarla baş

başa kalacak ve Ortadoğu’nun kanlı labirentlerinde

kaybolmaya yönelecektir. Ancak, küresel ve yerel

sermayenin Türkiye’deki çıkarları, böylesi macera-

lardan AKP’yi vazgeçirecek önlemleri hemen devre-

ye sokacaktır. Ve, böylesi önlemleri alacak imkânla-

rı fazla ve güçlüdür.

Evet, küresel kriz ortamında yaşanacak her geliş-

me, AKP’yi doğrudan etkileyecek ve belirleyici sar-

sıntılar yaratacaktır. Önümüzdeki kısa dönem ise,

böylesi gelişmeleri doğurma potansiyeliyle dolu.

Küresel zirveler, laf kalabalığıyla ve diplomatik cam-

bazlıklarla geçiştiriliyor ve gerginlik ekonomik

alandan politik alana hızla kayarken, çatışma ve

kaos dinamikleri güç topluyor.

9.12.2010

Deniz Baykal’a yapılan komplogenellikle AKP’ye alternatif birgüç çıkarma arayışı olarakgörüldü. Gerçekten de, komplo-nun içeriğinin bir yönü bunuhedefliyor. Öte yandan,AKP’nin de yeni düzenin den-gesini kurmak ve meşruiyetinigüçlendirmek için, yenilene-cek yeni düzenle uyum sağla-mış CHP gibi bir odağa ihtiyacıyok mu? Var, ve komplonuniçeriğinin diğer bir yönü deburada konumlanıyor.

Baykallı CHP tıkaç olmaktanöte gidemeyen bir zeminde,artık AKP’nin yürütücüsü oldu-ğu dönüşümün önünde bir

engel olma yeteneğini bileyitirmişti. “Gevezelik yapanelitistler kulübü” ithamı boşu-na değil. Ancak, artık bir yenidurum yaratma kapasitesineulaşan dönüşümün toplumsalmeşruiyeti açısından CHP’denalınacak utangaç da olsa bironay, kalıcılık açısından önem-liydi.

Önce Baykal sonra aynı kuma-şın adamı olan Önder Sav itele-nerek, gürültü patırtı içinde“yenilenmeye” çalışılan CHP,öyle görünüyor ki, istenenonayı, yaşadığı iç dönüşümünsersemliğini henüz atlatama-dan vermek zorunda kalacak,

ve sonra da o “onay” üzerindenyeniden yapılanacak. Üstelik,pek isteksiz de görünmüyor-lar. Siz bakmayın kopan sertmuhalefet gürültülerine, yeniCHP yeni statükonun kabulü veyeni statünün gereksindiğidengeleri kurma mekânıdır.

Sosyal Demokrasi Siyasibir Mevtadır

Evet, hemen belirtelim ki,CHP’den en genel anlamıylasosyal demokrat bir parti çık-maz ama; yeni düzenin muha-fazakâr-İslamcı ilk iktidarınınmodernist-Batılı muhalefeti vealternatif iktidar adayı çıkar.Üstelik, yeni düzenin kalıcılaş-ması için eksik kalan onay alı-nır, gerekli dengeler kurulur.

Sosyal demokrasi, 20. yüzyılınbaşlangıcının özgün tarihselkoşullarında özellikle BatıAvrupa’da oluşmuş, 20. yüzyı-lın sonlarında, öyle görünüyorki, tarihsel misyonunu yitirmişve ismen sürse de içeriğinikaybederek kabuğa dönüş-müş, kendisi olmaktan çıkmışbir siyasi mevtadır. Sosyaldemokrat isimli partiler, küre-sel hegemonyasını kurmuşsermayenin neoliberal politi-kalarının klasik muhafazakârkanadından pek de farklı olma-yan merkez partilerine dönü-şüyor, çoğu yerde de küçülü-yor, ufalanıyorlar.

İşçi hareketinin yükselişi, bir-

CHP’DE NELER OLUYOR?

İşçi sınıfı hareketinin ve siyasal duruşunun merkezinde olduğu bir

siyasal alanda, Kürt halkının devrimci-demokratik-yurtsever

uyanışını, Alevi toplumunun komünal-demokrat tarihsel dinamiğini,

kadın kurtuluş hareketini, barış hareketini ve kendini açık eden

ekolojik yıkıma karşı şehirlerde ve kırlarda yaşama hakkını savunan

toplumsal hareketleri birleştiren bir politik atak, CHP’yi hak ettiği

merkeze sıkıştırarak yayılım alanını daraltacak, kendisi hakkında

yanılsamalar yaratmasını engelleyecektir.

CHP, Kemal Kılıçdaroğlu hamlesiyle kendisi hakkındaki

yanılsamaları yeniden canlandırıp kaybettiği motivasyonunu

ve etki alanını yeniden konsolide edebilir mi? Belki. Şayet,

komünistler, devrimci-demokratlar ve yurtsever Kürt halkı

özel bir politik güç alanı olamazlarsa, yeniden ve

isteksizce bir CHP’ye sürükleniş yaşanabilir.

ALP AYDIN

Yeni Düzenin Kadrolu Muhalefeti ve Yedek Partisi

Page 9: TO-Gazete-35/7

ARALIK 2010 9PO Lİ Tİ KAÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

çok kapitalist merkezde iktidarın zor-lanması, Sovyetler Birliği’nin kurul-ması; 20 yüzyıl başında, işçi hareke-tinin içinde uzun süredir mayalanankapitalist sistemle uzlaşma arayışla-rında billurlaşma ve siyasal güç ola-nağını tanıdı. İşçi hareketi tarafındanzorlanan Batı Avrupa’daki sermayegüçleri, işçi hareketindeki uzlaşmaarayışı içinde olan kimi öğelerleişbirliği yapmayı kabullenerek, bugüçlerin sermaye düzeni içinde yeralmalarına olanak tanıdılar.

İşte sosyal demokrasinin kurucuları,işçi hareketinin içinde çıkıp geldilerve küçük adımlarla Marksizm’denuzaklaşıp sistem tarafından içerildi-ler ve işçi hareketinin devrimci kana-dına karşı sistemin savunma gücüolarak, sistem içi politik bir güç hali-ne geldiler.

Emperyalist metropollerdeki serma-ye güçleri, yeryüzünü talan ederekelde ettikleri maddi zenginliğin birkısmını, “kırıntılarını”, işçi sınıfınınuzlaşmacı kanadıyla paylaştı ve buyoldan işçi sınıfının küçük bir azınlı-ğından bir işçi aristokrasisi yaratarakkendi tarafına çekip, sınıfın bütünü-nü kontrol etmeye çalıştı. Hedefi,olası bir toplumsal devrimi ve işçiiktidarını engelleyebilmek için sınıfıbölmekti. Nitekim, Batı Avrupa’dahedefine ulaştı.

CHP’den Sosyal DemokrasiÇıkmaz

Eğer, bu sürecin Türkiye’de illaki birbenzerini ararsanız, “Yetmez amaevet”çi cepheye bakabilirsiniz. Özel-likle EDP ve Birikim çevresi baştaolmak üzere kimi “sosyalist” aydın-lar, böylesi bir yönelim içindeler.Ama, özel bir güç alanı oluşturama-dıkları görülüyor. Sermayenin medyaeliyle yürüttüğü özel “şişirme” ham-leleri de sonuç yaratamıyor.

Sınıf hareketinin siyasal biçimlere debürünerek yükselişi ve alternatifiktidar adayı haline dönüşmesi,“belki” sermaye açısından bu “sosyaldemokrasi” adayı güçlere yönelikdaha özel maddi ve politik teşviklerinönünü açabilir. Ya da, sınıf savaşınınyükselmesinin yaratacağı sıcaklıktan“kaçan” kimileri için bir toplanmaalanı da olabilirler. Keza, BDP içindeve dışında kimi Kürt güçlerinin de bir“sosyal demokrat” parti arayışınagirmeleri ilerde gerçekleşebilir. Ama,günümüzde Kürt hareketi içinde dev-rimci-demokrat damarın egemenlikkurduğu ve kopuşları engellediği yada kopanların güçlenmesini durdura-bildiği görülüyor.

Ve zaten, bu yeni oluşumlar günümü-zün ürünü olarak görülmeli ve 20.yüzyılda oluşan sosyal demokratharekete bire bir benzemeleri debeklenmemelidir. Onlar da kendileri-ni, terminolojik olarak “radikaldemokrat” diye adlandırıyorlar.

Öte yandan, her ülkede mutlaka güçlübir sosyal demokrat parti olacak diyebir evrensel politik kural da yok.

Sermaye açısından istenir olan,ABD’de olduğu üzere, merkezdekümelenen ve birbirlerinden serma-yenin temel yönelimleri konusundahiçbir fark taşımayan, sermayenin ikifraksiyonunu oluşturan iki partili birsistemdir. Partiler arasındaki ayrımı“çekici” kılacak farklar, o ülkeninözgün politik-kültürel geçmişindençıkıp gelecektir.

CHP’den bir sosyal demokrat partiçıkmaz ama, merkezin solunda tutu-nan ve böylece merkezin dengesinioluşturan bir merkez-demokrat parti“belki” çıkabilir. Merkezin sağındayer alan AKP ile bir tahterevalli kuru-lur ve birinin inip ötekinin çıkmasısahnede oynanırken, sermaye de, heriki durumda da kendi birikimini son-suzca yürütür.

CHP, TC devletinin Kemalist dönemi-nin kurucu partisidir. 90 yıllık geçmi-şi, CHP’ye, yüksek politik reflekslerve güçlü bir kadro ağı yaratmıştır.Ana eğilimleri, “devleti korumak” ve“Batılı modernlik” kanallarında bil-lurlaşır. İşçi hareketiyle ilişkisi bir“tenezzülen kabullenme” düzeyinde-dir ve genel olarak bütün halka aynı“yukardan” bakışla bakar.

Ancak, elbette, gerçekler böyle olsada büründüğü biçimler ve görünüm-ler farklı olabilir ve CHP gerçektensolcu, demokrat, ilerici, sosyal demo-krat ve hatta devrimci-demokrat bazıdinamikleri içinde barındırabilir.Türkiye’nin orijinal siyasi tarihinde,özellikle 60’lı ve 70’li yıllarda böyleoldu ve halen de bu dönemin kimiuzantıları CHP içinde barınıyor.Ancak, 80’li yıllarda Kürt halkındakihareketlenme ve 90’larda sosyalistsistemin çözülüşüyle ülkedeki işçi vesosyalist hareketteki geri çekilme vealan kaybı, yanıltıcı görünümleri sön-dürüp CHP’nin devletçi özünü rahatçaaçığa çıkarmasına yol verdi. Ve CHPiçinde toplanan kimi halkçı güçler,CHP dışına çıkma eğilimine girdiler.

Yanılsamayı Önlemek Solun Elinde

Şimdi CHP, Kemal Kılıçdaroğlu ham-lesiyle kendisi hakkındaki yanılsama-ları yeniden canlandırıp kaybettiğimotivasyonunu ve etki alanını yeni-

den konsolide edebilir mi? Belki.Şayet, komünistler, devrimci-demo-kratlar ve yurtsever Kürt halkı özelbir politik güç alanı olamazlarsa,yeniden ve isteksizce bir CHP’yesürükleniş yaşanabilir.

İşçi sınıfı hareketinin ve siyasal duru-şunun merkezinde olduğu bir siyasalalanda, Kürt halkının devrimci-demo-kratik-yurtsever uyanışını, Alevi top-lumunun komünal-demokrat tarihseldinamiğini, erkek egemenliğinekarşı ayağa kalkıp direnmeye başla-yan kadın kurtuluş hareketini,emperyalist savaş pratiklerine karşıbarış hareketini ve HES’ler, RES’lerinöne çıktığı bir güncellikle kendiniaçık eden ekolojik yıkıma karşı şehir-lerde ve kırlarda yaşama hakkınısavunan toplumsal hareketleri birleş-tiren bir politik atak, CHP’yi hak etti-ği merkeze sıkıştırarak yayılım alanı-nı daraltacak, kendisi hakkında yanıl-samalar yaratmasını engelleyecektir.Günün görevi, CHP’nin ne olacağınıtartışmaktan daha çok, onun ne olaca-ğını belirlemektir.

Ancak, şurası açık ki, merkezinsağında muhafazakâr-İslamcı birAKP (ve bütün diğer sağın bununiçinde erimesi, MHP’nin ise, olasıpolitik kriz koşullarında kullanılmaküzere ölmeyecek bir durumda tutul-ması) ve merkezin solunda Batılı-modern bir CHP (ve mümkün olan engeniş alana yayılacak en güçlü yanıl-samayı yaratıp ilerici-demokrat güç-lerin kontrole alınması, komünist vedevrimci-demokrat alanın marjinali-ze ve terörize edilerek daraltılması vekontrole alınması, Kürt hareketininliberalize edilerek CHP’nin yedeğinetakılması veya başka biçimlerde sis-teme içerilmesi…) işte, sermayeninpolitik güçlerinin hedefindeki idealde, böyle bir siyasal alandır. Bu ikilipolitik güç (AKP-CHP) arasındakurulacak bir tahterevalli, sermaye-nin somut-tarihsel hareketinin herikisinin iktidarında da kendi birikimi-ni mümkün olan en hızlı ve yoğunbiçimde yapmasını sağlayacak birpürüzsüz-monolitik siyasal alanoluşturacak ve sermayenin hizmeti-ne sunacaktır.

CHP’den bir sosyal demokrat parti çıkmaz ama,

merkezin solunda tutunan ve böylece merkezin

dengesini oluşturan bir merkez-demokrat parti

“belki” çıkabilir. Merkezin sağında yer alan AKP

ile bir tahterevalli kurulur ve birinin inip ötekinin

çıkması sahnede oynanırken, sermaye de, her iki

durumda da kendi birikimini sonsuzca yürütür.

Page 10: TO-Gazete-35/7

PO Lİ Tİ KA10 ARALIK 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

AKP’nin, küresel ve yerel sermaye-nin temsilcisi olarak Türkiye’yi, dev-leti ve toplumuyla yeniden şekillen-dirmeye çalıştığı, Ordu’dan CHP’yekadar siyasi sistemin temel güçleri-nin kendilerini yeni düzen içindekonumlandırma gayreti içinde oldu-ğu bu dönemde emekçiler ve ezilen-ler olarak ne yapmamız gerekir?

Bu soruya verilecek en önceliklicevap AKP’den, CHP’den ve egemen-lerin bilcümle siyasal aktörlerindenbağımsız bir odağı/cepheyi yarat-makta ısrardır. Kendi düzenimizikurma hedefimizden bir an olsunvazgeçmemekle birlikte, hükümetinde, muhalefetin de ordunun da ser-mayenin de demokrasi için en ufakbir adım atmasının dahi tüm ezilen-lerin ve emekçilerin ortak cephesiniyaratarak mücadeleyi yükseltmemi-ze bağlı olduğunu unutmamaktır.

Bu söylediğimin yeni bir şey olduğu-nu iddia etmiyorum elbette.2008’den bugüne yürütücülerindenolduğum (ve hatta bugün cezaevindeolmamın önemli nedenlerinden biriolan) Çatı Partisi Girişimi/De -mokrasi İçin Birlik Hareketi (DBH)

çalışmaları, bizzat bu hedefi hayatageçirmek için çıkılmış yollardı;ol(a)madı.

Bugün bu hedefler daha hayati vedaha acil hale gelmiştir sadece. Sonotuz yıldır yaşadığımız hayat, KürtHalk Hareketiyle Türkiyeli emek,demokrasi ve özgürlük güçlerininortak mücadelesini zorunlu halegetirmiştir. Özellikle Kürt Hareke -ti’nin, eşit, demokratik ve gönüllübirliktelik yaklaşımı, emekçilerin veezilenlerin birlikte mücadelesinidaha da mümkün kılmıştır.

Politikada “Ben üzerime düşeni yap-tım, gerisine karışmam” gibi bir yak-laşıma yer yoktur. Politika, savunu-cusu olduğun ekonomik, kültürel,sosyal, ekolojik düzenin kurulabil-mesi ve yaşar kalabilmesi için, gere-ken örgütsel ve siyasal hamleleribelirleme sanatıdır. Sonuç alamadı-ğın sürece, üzerine düşen bitmemişdemektir. Ulusalcı/liberal savaş vesömürü güçleri karşısında, emek-barış ve özgürlük güçlerinin bağım-sız ve birleşik cephesini yaratarakdevrimci dönüşümü sağlamadıkça,alınan “risk” karşısında hepimizin

görev ve sorumlulukları devam edi-yor demektir.

Neden Olmadı?

Alevi kesimin temsilcilerinden,emek örgütü temsilcilerine, sosya-list parti ve çevrelerden liberallere,demokratlara oldukça geniş birkesimle yapılan görüşmelerin ardın-dan başlayan “Çatı Partisi Girişimi”maalesef istenilen sonuçlara ulaşa-madı. Böylesi geniş bir perspektiflebaşlatılan sürecin sonunda kala kala“her koşulda” Kürt halkının yanındaolan enternasyonalist sosyalistlerkaldı.

Çatı Partisi/DBH’nin neden dar kal-dığının ayrıntılı bir tahlili başka biryazının konusu olmayı hak ediyor.Ancak, sonuç olarak AKP ve CHP,yani liberal ve ulusalcı kamplaşmakarşısında bağımsız bir 3. Cephe’ninçekim noktası olmasını başarama-dık. Başlangıçta göz ucuyla da olsagirişimi takip edenlerin bir kısmı“yetmese de” AKP’yi destekleyerek,bir kısmı ise “şimdilik de” olsa BDPile aynı fotoğrafa girmeyerek daha“hayırlı” bir iş yaptıklarını düşündü-

ler.

Hayat durmadı, aktı. Seçimler, refe-randumlar yaşandı ve bugün bir kezdaha olanca aciliyeti ve gerçekliğiyleaynı soru karşımızda duruyor: süre-ce etki etmek için, emekçilerin veezilenlerin birlikte yaratacakları bircepheye mi güveneceğiz yoksasağından solundan düzen güçleriningölgesi altında küçük kırıntılarla mıyetineceğiz.

Daha yakın zamanda, anayasa refe-randumunda, bağımsız bir odağın nekadar etkili olabildiğini hep birliktegördük.

DBH Zemini ve 3. Cephe

Kimileri bizlere sürekli “rasyonelolmayı” salık veriyor. Küçük kaza-nımları kutsarken -ki bunlar da kim-senin lütfu değildir- kaybedilmekteolanı “görünmez” kılmaya çalışıyor.Oysa kazanmak için yapmamızgereken tüm açıklığı ile orta yerdeduruyor.

Stratejik bir yan yana duruş tanımla-masını hak eden DBH önemli olmak-la birlikte sürecin görevlerini karşı-

EMEKÇİLERİNEZİLENLERİN CEPHESİ

Politika, savunucusu olduğun ekonomik,kültürel, sosyal, ekolojik düzenin kurulabilmesive yaşar kalabilmesi için, gereken örgütsel ve

siyasal hamleleri belirleme sanatıdır.Ulusalcı/liberal savaş ve sömürü güçleri

karşısında, emek-barış ve özgürlük güçlerininbağımsız ve birleşik cephesini yaratarak devrimci

dönüşümü sağlamadıkça, alınan “risk”karşısında hepimizin görev ve sorumlulukları

devam ediyor demektir.

AKP’den, CHP’den ve egemenlerin bilcümle

siyasal aktörlerinden bağımsız bir odağı/cepheyi

yaratmak bugün mümkün ve gereklidir. Kendi

düzenimizi kurma hedefimizden bir an olsun

vazgeçmemekle birlikte, hükümetin de,

muhalefetin de ordunun da sermayenin de

demokrasi için en ufak bir adım atmasının dahi

tüm ezilenlerin ve emekçilerin ortak cephesini

yaratarak mücadeleyi yükseltmemize bağlı

olduğunu unutmamalıyız.

TUNCAY YILMAZ

Egemenlere Karşı 3. Cephe Mümkün ve Gereklidir

Page 11: TO-Gazete-35/7

ARALIK 2010 11PO Lİ Tİ KAÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

lamakta yeterli değildir. DBH zemini-ne yakın zamanda olabilecek katılım-lar stratejik ittifakı güçlendirecekolsa da demokratik anayasa ve güçlübir seçim ittifakı için yine eksik kala-caktır.

Bu haliyle (kimi yeni katılımlarla)“Emekçilerin ve Ezilenlerin BoykotCephesi”ne tekabül eden bu odakEMEP, ÖDP, Halkevleri ve TKP ile ger-çekleştireceği bir yan yana gelişle,AKP ve CHP karşısında “Emek, Barışve Özgürlük” taleplerini bayrak edi-necek bir 3. Cephe’nin temelini atmışolacaktır.

Bu konuda talepleri ve sınırları kolek-tif biçimde belirlenmiş, gecikmedenatılacak bir adım, şu ya da bu sebepledüzen güçlerinden umar bekler duru-ma gelmiş ya da umutsuzluk içerisin-de kenarda bekler durumdaki herkesimden demokratı hızla çevresindetoplayacaktır.

3. Cephe Mümkün mü?

Dikkat ederseniz burada iki ayrı düz-lemden bahsediyorum. Birincisi,“stratejik ittifak” düzlemi. Yani sınır-ları sadece seçim ittifakı ve demokra-tik anayasa çalışmalarıyla sınırlıolmayan, daha geniş bir programetrafında “ortak duruşu” hedefleyenkesimleri işaret ediyorum. Hemenhemen üç yıldır devam eden ÇatıPartisi/DBH çalışmaları daha uzunvadeli bir programatik ittifakın ara-yış zemini oldu bugüne kadar.

1974’ten itibaren ayrı kanallardanakmaya başlayan Türkiye veKürdistan emek-demokrasi nehirleri-nin, yeniden buluşma imkânlarınınarayışı oldu DBH. Bu stratejik anla-mıyla da misyonunu tamamlamak biryana, daha işin başındadır. Bir bölgedevriminin devrimci odağının oluşu-muna, şüphesiz ki buarayışların/yoklamaların önemli kat-kısı olacaktır. Ve bu haliyle de ismi neolursa olsun, bu perspektifi taşıyanyapıların böyle bir ortak araca ihtiya-cı vardır. Ve DBH (mantığı) döneminihtiyaçlarına uygun biçimler alarakkendisini devam ettirmelidir.

İkinci düzlem ise daha çok “konjonk-türel/taktik ittifak” düzeyidir. Belirlibir dönemde, belirli hedeflerle yanyana gelebilecek siyasal güçlerinortak kazanımını esas almalıdır. Buyüzden de sınırları belirginleştirilme-miş, hedefleri netleştirilmemiş bir

yan yana duruş zorlaması birleştiriciolmaktan çok dağıtıcı olabilir bu düz-lem için.

3. Cephenin İmkân veKazanımları

Hepimiz böyle bir yan yana gelişinzorluklarının (çeşitli programatik vepratik mesafeler) farkındayız. Ancakaynı zamanda böyle bir yan yana geli-şin imkânlarının ve kazanımlarınında farkında olmamız gerekiyor.

Kapitalizmin neoliberal politikaları-nı, krizini, 12 Eylül’ün (ve öncesininde) yasakçı zihniyetini, 30 yıldır sür-dürülen kirli savaşı ve şovenist pro-pagandayı, CHP’nin, MHP’nin statü-kocu batağını, AKP’nin islamo-faşistekonomik ve sosyal yıkım politikala-rını karşısına alan ve kendi alterna-tiflerini propaganda eden bir 3.Cephe, her birimizi kendi programla-rımıza biraz daha yakınlaştıracaktır.

Bir süredir AKP eliyle yürütülen yeniimha-inkâr politikaları karşısındaKürt hareketinin izlediği başarılıpolitik tutumun yarattığı atmosfer, 3.Cepheyi oluşturacak olan ama kimikaygıları bulunan güçlerin de ellerinirahatlatmıştır. BDP’yle ittifak yapma-nın kimi örgütlerin tabanında yarata-bileceği rahatsızlık, seçim sonrasınakadar uzatılan eylemsizlik kararınınoluşturduğu politik ortamda kolaycagöğüslenebilecektir. Öyle ki, BDP-CHP ittifakı bile “konuşulabilir” birortam oluşturmuştur.

Yeri gelmişken böyle bir ittifakın neKürt Halkına ne de Türkiyeli emekçi-lere ve ezilenlere bir hayrı dokunma-yacağını ve de gerçekleşemeyeceğinidüşündüğümü belirteyim. Ancakbuna rağmen CHP’deki şovenizminetkisini kırmak, Kürt sorununundemokratik çözümü tartışmalarınınönünü açmak/normalleştirmek açı-sından iyi bir gündem olmuştur.

Gerek emek politikalarını, gereközgürlükler politikasını, gerekse deimha-inkâr ısrarı karşısında barış vedemokratik çözüm politikalarınıgündemlerinin ilk sırasına koyanlariçin, küresel ve yerli sermayenin AKPeliyle yürüttüğü ekonomik ve sosyalyıkım politikalarına karşı mücadelebirincil önemdedir. AKP’nin “sahtedemokrasisine” karşı, ezilenlerin veemekçilerin “gerçek demokrasisini”büyütmek ortak hedefimizdir.

Egemenlerin değil, ezilenlerin lehinebir demokrasiyi kazanmak, AKP eliy-le kurulmaya çalışılan “yeni statüko-yu” karşımıza almak kadar, CHP veMHP tarafından kurulmaya çalışılanulusalcı-Kemalist-darbeci “eski statü-koyu” da karşımıza almamızı zorunlukılmaktadır.

3. Cephenin Köşe Taşları

Sermayenin “yeni statükosu”nuntemsilcisi AKP’den ve “eski statüko-su”nun temsilcisi CHP’den bağımsız;halklarımızın “emek, barış ve özgür-lük” taleplerini bayrak edinecek bir 3.Cephenin programatik köşe taşlarıneler olabilir?

Öncelikle belirtmek gerekir ki buprogramın ruhu, Türkiyeli emekçile-rin ve ezilenlerin Kürt Halkının talep-lerini; Kürt Halkının da Türkiyeliemekçilerin ve ezilenlerin taleplerinianlaması ve sahiplenmesi üzerineinşa olacaktır.

Kurulacak dilden, öne çıkartılacaktalepler/hedefler manzumesinekadar her ayrıntı bu “iki taraflı” has-sasiyeti tanıyarak, kabul ederekkurulmalıdır. Üstelik de bu çalışmaeklektik bir yamalı bohça biçimindedeğil, bütünlüklü, ikna edici bir prog-ramatik bütünlük arz etmelidir.

Yani herkes oluşturulacak programınsadece “bir kısmını” değil, tamamınısavunarak sürece en üst düzeydekatılım göstermelidir.

3. Cephenin Görevleri

Birinci köşe taşı, kapitalizmin neoli-beral politikaları ve tekelci sermaye-nin insana değil kâra dayanan sistemisonucunda kuralsız, güvencesiz,sınırsız bir sömürüye, saldırıya,örgütsüzleştirilmeye tabi tutulan işçi-lerin, işsizlerin ve çiftçilerin hakkayıplarını durduracak ve yenidenkazanımların önünü açacak politika-ları savunmaktır.

Sosyal güvenlik sağlık ve eğitim gibitemel hakların paralılaştırılarak piya-sanın insafına bırakılmasına karşı,tüm bu hizmetlerin pazarsız, bilim-sel, nitelikli ve ana dilde verilmesinisağlayacak, anti-tekel “sosyal düzen”isavunmaktır.

İkinci köşe taşı, nihai olarak devletintemel tanımlarından etnisiteyi çıkar-mayı hedefleyerek, Kürt sorununundemokratik çözümü çerçevesinde,Kürt halkının bütün siyasal, sosyal vekültürel taleplerini kolektif bir hakolarak savunmaktır.

Bir an önce imha ve inkâr politikala-rından vazgeçilerek, Kürt halkınınher düzlemdeki meşru temsilcilerininde katılabildiği özgür bir diyalogzemininin koşullarını yaratmaktır.

Üçüncü köşe taşı, patriarkanın(erkek egemenliğinin) binlerce yıllıkbirikimi ve sermayenin “ucuz işgü-cü” olarak görme yaklaşımına ek ola-rak, AKP’nin muhafazakâr politikala-rıyla üzerlerindeki tahakküm ve

sömürü daha da ağırlaşan kadınların,eşcinsellerin eşitlik ve özgürlüktaleplerinin savunucusu olmaktır.

Kadın kurtuluş ve LGBTT hareketleri-nin, 3. Cepheye kuruluş çalışmaların-dan itibaren katılmaları sağlanarak,temel taleplerini oluşacak ortak prog-rama dâhil edebilmelerinin imkânıyaratılmalıdır.

Dördüncü köşe taşı, “yaşanabilir birdoğa” savunusunu temel taleplerin-den biri haline getirerek, sermayeninsınırsız bir kaynak olarak gördüğüdoğayı fütursuzca tahrip etmesinekarşı, insan-doğa bütünlüğünü yeni-den geliştirecek politikaları belirle-mektir. Coğrafyamızın, tarihimizin vekültürümüzün dört bir yanı hidro-elektrik, termik ve nükleer santrallerile yok edilmek istenmekte, tarımGDO’lar aracılığıyla gıda tekellerineterk edilmektedir.

Beşinci köşe taşı, inanç özgürlüğü-nün ve devletin inançlara müdahale-sinin kaldırılmasının savunulmasıdır.Başta Aleviler olmak üzere, tüminançların kendi ibadetlerini veinançlarının gereklerini, devletin her-hangi bir desteği/müdahalesi olma-dan, kendi yarattıkları imkânlarlayaşayabilmelerini savunmaktır.

Altıncı köşe taşı, emperyalist devlet-lerin/tekellerin kendi çıkarları uğru-na halkları birbirine düşürerek düş-manlaştırma politikalarına karşı dur-mak; bu politikaları boşa düşürmekiçin ülkede ve bölgede halklar arasıdayanışmayı, birliği büyütecek politi-kaları savunmak.

Bir köşe yazısının sınırları çerçeve-sinde yalnızca en genel hatlarınıbelirttiğim bu programatik zeminin,şüphesiz ki tartışılmaya, geliştirilme-ye ihtiyacı var.

Şimdi bizlere düşen, bu zeminin hemsiyasal öznelerle, hem de onların özörgütlülükleriyle tartışılıp sonuçlandı-rılacağı mekanizmaları yaratmaktır.

Kapitalizmin neoliberal politikalarını, krizini, 12

Eylül’ün (ve öncesinin de) yasakçı zihniyetini, 30

yıldır sürdürülen kirli savaşı ve şovenist

propagandayı, CHP’nin, MHP’nin statükocu

batağını, AKP’nin islamo-faşist ekonomik ve

sosyal yıkım politikalarını karşısına alan ve kendi

alternatiflerini propaganda eden bir 3. Cephe,

her birimizi kendi programlarımıza biraz

daha yakınlaştıracaktır.

Egemenlerin değil,

ezilenlerin lehine bir

demokrasiyi kazanmak,

AKP eliyle kurulmaya

çalışılan “yeni

statükoyu” karşımıza

almak kadar, CHP ve

MHP tarafından

kurulmaya çalışılan

ulusalcı-Kemalist-

darbeci “eski

statükoyu” da

karşımıza almamızı

zorunlu kılmaktadır.

Page 12: TO-Gazete-35/7

PO Lİ Tİ KA12 ARALIK 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

19 Aralık katliamının üzerinden 10yıl geçti.

10 yıl sonra devlet katliama karışan-ların ancak küçük bir kısmına göster-melik davalar açtı.

Bazı davalar zamanaşımından düşü-rüldü, bazıları sürüncemeye bırakıldı.Hiçbirinden sonuç çıkmadı, çıkmaya-cak.

Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahke-mesi’nde şu anda 1’i astsubay, 38’i erolmak üzere 39 kişi BayrampaşaCezaevi’ndeki 12 kişinin yaşamınıyitirdiği katliama karışmaktan yargı-lanıyor.

İsimleri güçbelâ tespit edilebilmişolan üst rütbeli subaylar hakkındaise takipsizlik kararı verildi.Avukatlar bu karara itiraz ettiler.

Güçbelâ tespit edildi, zira Türk SilahlıKuvvetleri yıllarca katliama karışanpersonelinin isimlerini savcılığa bil-dirmedi. Uzun ve yavaş ilerleyen aşa-malardan sonra savcı bazı isimlereulaşabildi, bunlardan da sadece erlerve bir astsubay hakkında dava açtı.İsim vermeyen komutanlarla, görev-lilerle ilgili hiçbir işlem yapılmadı.Avukatlar işlem yapmayan görevlilerhakkında suç duyurusunda bulundu.

Asıl sorumlular, dönemin Adalet,İçişleri Bakanları, askeri ve sivil ege-menler yargı önüne getirilemedi.

Savcı iddianamede adeta yakılan,öldürülen, yaralanan mahpusları suç-ladı ve katliama karışanların TCK25/2’de yazılı “…ağır ve muhakkakbir tehlikeden kurtulmak veya başka-sını kurtarmak zorunluluğu ile vetehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanı-lan vasıta arasında orantı bulunmakkoşulu ile işlenen fiillerden dolayıfaile ceza verilmez” hükmünden fay-dalanmasını istedi.

Ön inceleme raporlarında mahpusla-rı odalarda, koğuşlarda kıstırdıklarını,üzerlerine gaz bombası atarak etkisizhale getirdiklerini, zor kullandıklarınıbelirten erler mahkemede hiçbir şeyhatırlamaz oldular, önceki beyanları-nı kabul etmediler, susma haklarınıkullandılar. Anlaşıldı ki mahkemedenasıl ifade verecekleri konusundaeğitilmişlerdi ve önceki ifadelerinireddetmenin aleyhlerine durumyaratmayacağı hususunda da kendile-rine güvence verilmişti.

19 Aralık 2000’de çeşitli cezaevlerin-de gerçekleştirilen katliamlar huku-ka, yasalara aykırıydı. Operasyonlarbırakalım vatandaşa yönelik devletşiddetini sınırlandıran yasalara veuluslararası sözleşmelere, düşmanlamücadelenin çerçevesini çizen savaşhukukuna da karşıydı. Savaş hukukukimyasal gazı, düşmanların diri diriyakılmasını, silahsız ve bir alana kıs-tırılmış karşı güçlere ateş açılmasınıyasaklamaktadır. Ancak 19 Aralık’tacezaevlerinde bunlar yaşandı.

Bir işkence olan tecrit uygulamasınadirenen mahpuslar katliamdan geçi-rildi. Tıpkı yakın dönemde Irak’ta, SriLanka’da, Afganistan’da emperyalistgüçlere ve işbirlikçilerine karşı sava-şanlara yapıldığı gibi.

Cezaevleri tarihin her dönemindeaçık şiddetin yaşandığı yerler olmuş-tur.

Fiziksel şiddet olmasa bile dört duvaresasında insana yönelik en ağır şid-det araçlarından biridir. Bu duvarla-rın daha da daraldığı hücreler ise tec-rit mekânları olarak açık bir işkence-hanedir.

Bugün sistem cezaevlerinde bu ses-siz işkenceyi tercih ediyor. Zamanzaman yaşanan fiziksel saldırılarıelinden geldiğince az tutmaya çalışa-rak işkenceci yüzünü mümkün mer-

tebe saklamak istiyor. Böylesi kendi-leri için daha temiz ve sorunsuzgözüküyor.

Ancak bu işkenceci yüz gençlere,işçilere, köylülere yönelik saldırılardakendini açık ediyor. Polisin insanlıkdışı şiddetinin en üst siyasi birimlertarafından onay görmesi ve herhangibir üzüntü mesajının verilmemesi“uygar” görüntünün ardındaki saldır-ganlığı ortaya koyuyor.

Cezaevleri ise tecrit işkencesininyarattığı sessizlik ve bulanıklık altın-da gözlerden ırak bir duyarsızlıklakarşı karşıya.

Bir ve üç kişilik tecridin yanı sıraağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıalanlar günde 23 saat 10 m2’lik hüc-relerinde tutuluyorlar. Sadece 1 saatve tek başlarına havalandırmayaçıkartılıyorlar. Bunun işkence olduğu-nu söylediğimizde yetkililer öfkeleri-ni içe atmak zorunda kalmanın sıkın-tısıyla mevzuata sığınıyorlar. Hâlbukibaskıcı mevzuat bile bu kadarınıemretmiyor.

Adını tabii ki söylemeyeceğim bir Ftipi savcısı, bir zamanlar, bu cezaev-lerinin normal bir yer olmadığını,ölüm mekânlarına benzediğini, bir

an önce bu görevden kurtulmak iste-diğini söylemişti.

Onca sömürüye, haksızlığa, eşitsizli-ğe rağmen sistemin kendi yüzünükitlelerden saklayabilmesi, maskele-mesi gerçekten üzerinde düşünmeye,açıklanmaya muhtaç bir konu.

Cezaevleri de aynı maskenin geçiril-diği yerler durumunda. Tecrit, çeşitlihak gaspları en ağır biçimde sürme-sine rağmen buralar ya farklı biçimdetopluma yansıtılıyor ya da kendi dert-lerine gömülmüş insanların hemfiziksel hem de düşünsel gündemle-rinden çıkarılıyor.

Ancak görünen o ki buralar dahafazla muhalifle, devrimci ve sosyalist-le dolacak. Sistem artık hiçbir yasadı-şı faaliyeti olmayan gruplara ve kişi-lere karşı bile tahammül edemez halegeliyor, komplolar düzenliyor.

Biz bu cezaevlerini daha çok konuşa-cağız. Ama yine de içeride bile olsaözgürlüğünü yaşatanlar ve dışarıdaözgürlük mücadelesi verenler kaza-nacak. Çünkü özgürlükten başka şan-sımız yok.

Kaybettiklerimize, yaralananlarımızaselam olsun. Onlarlayız.

Yasalar, Uluslararası Sözleşmeler ve Savaş Hukuku Çiğnendi

19 Aralık 2000’de çeşitli cezaevlerinde gerçekleştirilenkatliamlar hukuka, yasalara aykırıydı.

Operasyonlar bırakalım vatandaşa yönelik devletşiddetini sınırlandıran yasalara ve uluslararası

sözleşmelere, düşmanla mücadelenin çerçevesiniçizen savaş hukukuna da karşıydı. Savaş hukukukimyasal gazı, düşmanların diri diri yakılmasını,silahsız ve bir alana kıstırılmış karşı güçlere ateşaçılmasını yasaklamaktadır. Ancak 19 Aralık’ta

cezaevlerinde bunlar yaşandı.

10. YILINDA 19 ARALIK KATLİAMI

Av. FAZIL AHMET TAMER

19 Aralık 2000 tarihinde

neredeyse tüm gazeteler

devlet tarafından

şekillendirilmiş yalan

haberlerle çıkarken bunların

en akıllarda kalanı, sloganı

“Basında Güven” olan

Milliyet gazetesinin

yandaki manşetiydi.

Page 13: TO-Gazete-35/7

ARALIK 2010 13EMEKÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Kamu emekçileri mücadelesi, en acıdeneyimlerden süzülmüş, en zorlumücadelelerle meşrulaşarak kurum-sallaşmıştır. KESK, fiili meşru müca-dele çizgisiyle, “Haklar verilmez alı-nır” şiarıyla, sınıf mücadelesinin dev-rimci bir mevzisidir. Yürüttüğü pra-tikle yarattığı değerler ve ilkelerleemeğin, emekçilerin en önemli kaza-nımlarındandır.

Kadınların, gençlerin, ezilen halklarıneşitlik ve özgürlük mücadelesindeçoğu zaman yanlarında buldukları birkonfederasyon olan KESK’te uzunzamandır işler iyi gitmiyor. Bürok -ratikleşme illeti bizi de vurdu. Bununyanında yasalara kendini uyarlama,sendikanın çıkarlarını dar grupçıkarlarına feda etme, konfederasyo-numuzun rutinine dönüşmeye başla-dı.

Bütün bu sorunların üzerine bugün-lerde bir de KESK Genel SekreteriEmirali Şimşek’in itham edildiği“taciz” olayı eklendi.

Mağduriyet GiderilmelidirOlayın bütün karmaşasından, doğura-cağı sonuç ve sorunlardan bağımsız-laşarak baktığımızda görmemiz gere-ken ilk ve son şey, ortada kadınlarınpatriyarka tarafından ezilmişliğinindoğurduğu bir kadın sorunu olduğu-dur. Ne yazık ki, bu patriyarkal siste-me son vermedikçe, kadınlar karmaörgütlerde yapı ne kadar feminizas-yona uğratılsa da bu sistemin sonuç-larından kaçamıyorlar.

Konfederasyonumuz Türkiye’de ka -dın sek reterliklerinin bulunduğu ye -gâne konfederasyondur. ÖzellikleEğitim-Sen’in her şubesinde kadınsekreterlikleri mevcuttur. Kadınlarınpatriyarkal kapitalizm tarafındanmaruz bırakıldığı mağduriyetler vesömürü üzerinden KESK’teki kadın-lar, kendilerine bir mücadele alanıörmüştür. Hatta Eğitim-Sen’de kadın

kurultayları gerçekleştirmişlerdir.

KESK’li kadınların mücadeleleriyleelde ettikleri haklara ve alanlara rağ-men bu olayda kadın hareketininstandartlaşmış ilkeleri KESK MYK’sıtarafından hiçe sayılmıştır.

“Kadının beyanı esastır’. Beyanındoğru olup olmadığını ispatlamayükümlülüğüyle karşı karşıya olanerkektir. Bu temel ilke mevcutken bubeyan, neden bir türlü dikkate alınıpkurullar işletilerek olay çözülmeyeçalışılmamıştır? Geçen bütün süreçniye kadının aleyhine işletilmiştir?Olay karşısında, tüm üye ve kamuo-yunun vicdanı ve bilinci neden rahat-latılmamıştır? Örgütün merkezindetacize uğradığını söyleyen bir kadınınsorunu çözülememiş, bu sorun aylar-ca iç görüşmelerle (sümenaltı edile-rek) bekletilmiştir. Kadın çalışanınistifa etmesiyle olay açığa çıkmıştır.Olayın örgütün kurullarından öncebasına yansıması neyle açıklanabilir?

Esas Sorumlu KESK MYK'sıdırTüm MYK üyeleri disiplin kurulunasevk edilmesi gereken bu olayı, işle-yişi hiçe sayarak kendi aralarındaçözmeye çalışmıştır. Olay kamuoyu-na yansıdıktan sonra, MYK üyeleri budurumu kendi sendikal grupları ilepaylaşırken, kimileri bunu dedikodukonusuna dönüştürürken KESK’in

organlarına getirmeyerek suç işle-mişlerdir.

Kendi içlerinde çözmeye çabalasalarda, ne olayı açıklığa kavuşturabilmişne de krizi yöneterek çözebilmişler-dir. Bir kere daha görülmüştür kiKESK yönetimi çözümsüz ve irade-sizdir.

İstifalar KaçıştırSoruna çözüm getirmek için “GenelSekreter Emirali Şimşek’in istifasınıda içeren bir dizi çözüm önerisi yap-tıklarını ancak karşılık bulmadığı içinistifa ettiklerini, böylece “onurlu” birduruş sergilediklerini söyleyen SamiEvren ve Adnan Gölpunar istifaların-da samimiyetsizdirler.

Örgüt işleyişi ile çözülebilecekken,birçok kadın arkadaştan destek alabi-lecekken, Sami Evren’in bu bilgiyiKESK kadın sekreteri de dâhil hiçbirkadınla paylaşmaması çok mu onurlubir davranıştır? Sınıfa hizmet yeriolması gereken sendika yönetimleri-ne ikbal kapısı olarak bakanlar kimbilir hangi dar çıkarlarının sonucun-da bu istifayı gerçekleştirmiştir.

6 ay boyunca haberli olunan bir olayKESK kurullarına getirilmeyerek,dedikodusuyla pazarlıklar yapılarakmı yaratılan değerlerin arkasındaduruluyor? Bu olay, zamanında KESKkurullarına getirilseydi KESK’li

kadınlar yarattıkları değerlere kendi-leri sahip çıkarlardı. Yapılanın rolkesmek dışında hiçbir anlamı bulun-muyor.

KESK’i Savunmak ve YenidenYapılandırmak Görevimizdir

Bu olayın prizmasında bir kere dahagörüyoruz ki KESK, büyük bir çıkma-za girmiştir. Başlı başına olayın orta-ya çıkışı, duyuruluşu, krizi yönetişbiçimi, kurumların işlevsizleşmesiKESK’te “yapısal “bir sorun olduğunubir kere daha gün yüzüne çıkarmıştır.Ancak her ne sebeple olursa olsunolaydan hareketle “fırsatçılık” yapıla-rak siyasi nemalanmalara izin veril-memelidir. İçindeki şovenist zehribolca dökebileceği bir alan bulduğu-nu, hep sorun olarak gördüğü amakatlanmak zorunda kaldığı Kürtemekçilerin sendikal örgütlülüğünedarbe vurabileceğini düşünenlerinbu hevesi kursağında kalmalıdır.

Kadının beyanını esas kabul edip,soruşturma açması gerekirken busoruşturmayı açmayan, KESK’inhukukunu ve kurullarını hiçe sayan,KESK’in yıpranmasına neden olan,bu yönetim bütünüyle istifa etmeli-dir.

Sonrası mı? Militan kamu emekçilerisendikal hareketinde, KESK’i kenditemelleri üzerinde tekrardan kurmagücü ve iradesi fazlasıyla vardır.Kapitalizmin zoru karşısında iradekırılmasıyla kamu emekçileri sendi-kal hareketini bu noktaya getirenle-rin karşısına bir sendikal hat, örgütiçi demokrasi ve mücadele progra-mıyla çıkmanın tam zamanıdır.

KESK 8 Ocak 2011’de OlağanüstüGenel Kurula gidecektir. Biz görevi-mizi biliyoruz. Görevimiz; KESK’iyeniden devrimci dinamiğine, zaafdeğil değer üreten, mücadeleci yapı-sına kavuşturmaktır. Kamu emekçile-ri hareketini kendi var olduğu zemin-

KESK’li kadınların mücadeleleriyle elde ettiklerihaklara ve alanlara rağmen bu olayda kadın

hareketinin standartlaşmış ilkeleri KESK MYK’sıtarafından hiçe sayılmıştır. “Kadının beyanı esastır”.

Beyanın doğru olup olmadığını ispatlamayükümlülüğüyle karşı karşıya olan erkektir. Bu temel

ilke mevcutken bu beyan, neden bir türlü dikkatealınıp kurullar işletilerek olay çözülmeye

çalışılmamıştır? Geçen bütün süreç niye kadınınaleyhine işletilmiştir?

TOPLUMSAL ÖZGÜRLÜKÇÜ KAMU EMEKÇİLERİ

GÖREV: KESK’İ YENİDENYAPILANDIRMAK

Taciz İthamında İlk Yapılacak İş İç Hukuku İşletmektir

Page 14: TO-Gazete-35/7

EMEK14 ARALIK 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Hükümet ilk adımı attı ve Kasımsonunda Torba Yasayı meclise sundu.Birden fazla yasada değişiklik içerenTasarı şimdilik 120 maddeden oluşu-yor. Ancak, Tasarıya meclis komisyon-larında yeni maddeler eklenip duruyor.

Tasarının önemli bir bölümü sermaye-nin borç ertelemelerine ayrılmışdurumda. Devlet, sermayedarlarınborçlarını “yeniden yapılandırıyor” veborçların gecikme faizini vb. affedereködeme kolaylığı getiriyor. Yapılan açık-ça kamu kaynaklarının sermayeyetransferi. Kamu kurumlarına küçükmiktarda borçları bulunan birçok kişi,bunun sermayeye yapılan müthiş biriyilik olduğundan öte, kendi küçük bor-cunun ödenme kolaylığını düşünüroldu. Oysa kamuya olan borçlar içer-sinde işçi ve emekçilerin borçlarıdeyim yerindeyse devede kulak kala-cak cinsten.

Torba tasarı, kamuya olan borçlarnedeniyle çeşitli yasalarda değişiklikdışında, Sosyal Güvenlik Yasası’nda,İşsizlik Sigortası Kanunu’nda, İşKanunu’nda, Devlet MemurlarıKanunu’nda ve diğer bazı kanunlardaçok sayıda değişikliği içeriyor.

Şimdi meclise sunulan Tasarı, Ulusalİstihdam Stratejisi kapsamındaki köklüdeğişim girişiminin yalnızca ilk adımı-dır. Yakında tüm diğer değişikler degündeme gelecektir.

Torbada Neler Var?

Torba Yasa ile sermayenin sadeceborçları affedilmiyor, yeni teşviklerlede kaynak aktarımı yapılıyor. Çırak,stajyer ve özürlü çalıştırmada kolaylıkgetiriliyor. Asgari ücret 16 yaş altında-kiler için ayrı belirlenirken yaş sınırı18’e yükseltiliyor. Yani, daha önce 16 -18 yaş arasındakiler daha yüksek asga-ri ücret alırken, şimdi bu yaş aralığındaolanlar daha düşük miktarda belirlenen

asgari ücret alacaklar. Böylece serma-yenin işgücü maliyetleri düşüyor veucuz işgücü kaynağı yaratılıyor.

İş yasasında yapılan değişiklikle, ikiesneklik biçimi (evden çalışma veuzaktan çalışma) yasa maddesi halinegetiriliyor. Böylece, sermayedarlarişçileri işyeri dışında çalıştırma yönte-mi ile birçok maliyetten kurtulmuş ola-cak. 2 aylık deneme süresini, 25 yaşaltındaki işçiler için dört aya çıkarmagibi İş Kanunu’nda başka değişikliklerde söz konusu.

“İstihdamı artırmaya yönelik politika-larda kullanmak” amacıyla İşsizlikSigortası Fonu’ndan devlete kaynakolarak aktarılan miktar epeyce artırılı-yor. Böylece devlet işçilerin birikimle-rine bir kez daha el koyuyor.

657 Sayılı Devlet MemurlarıKanunu’nda da önemli değişikliklersöz konusu. Torba Yasadaki 657 ileilgili maddeleri kapsayan bir başkatasarı zaten meclise sunulmuştu. Şimdibu tasarıdaki maddeler küçük değişik-liklerle torba yasaya konmuş durumda.Değişikler iş güvencesi, esnek çalışma,sicil, performans, uzmanlık ve disiplinmaddeleriyle kamu personel rejimindeönemli bir değişim sürecinin adımıdır;ayrıca kamu personel rejimine yönelikbütünlüklü bir değişimden vazgeçildi-ğinin, parçalı ilerleyişin devam edece-ğinin de göstergesidir.

Sermaye ÖrgütleriNe İstemişti?

2009’un ortasında 3 sermaye örgütübir rapor yayınladı ve krize karşı talep-lerini sıraladı. TİSK, TOBB veTÜSİAD’ın “ Esneklik KonusundakiOrtak Görüş ve Öneriler” başlığı altındayayınlanan raporunda, özetle işgücüpiyasasının esnekleştirilmesi gerektiğibelirtildi.

OECD de 2010 yılı raporunda; işgücümaliyetlerinin yüksekliğinden ve işgü-cü piyasası düzenlemelerinin katılığın-dan söz etti. Yine raporda, ilk olarakyapılması gerekenleri “kıdem tazmina-tı reformu, geçici çalışmanın serbest-leştirilmesi ve asgari ücretin düşürül-mesi” olarak sıraladı.

Hükümet zaten Ulusal İstihdamStratejisi adıyla hazırlıklarına Aralık2009’da başlamış ve çerçeve metniHaziran ayında kamuoyuna açıklamış-tı. Stratejinin içinde şimdilik küçükadımlarla başlanılan, ama yakında dahakapsamlısı gündeme gelecek işçi sınıfı-nın kazanımları adına ne varsa yer alı-yor. Hükümet, Strateji ile işçilik mali-yetlerini düşürmeyi hedeflediğini açık-lamıştı ve bunu parça parça hayatageçirmeyi hedefliyor.

Niye Çıkarıyorlar?

Torba tasarının hangi amaçla düzen-lendiği genel gerekçesinde de belirtili-yor. Gerekçeden bazı başlıklar şöyle:

- Özel sektörün kamuya olan borçyükünü azaltmak,

- İşgücü piyasasındaki katılıkları gider-mek,

- Çalışma hayatındaki esnek çalışmabiçimlerinin uygulanabilirliğini artır-mak, yaygınlaştırmak

- Memurların esnek çalışabilmelerinisağlamak.

Bize yorumlamak, açıklamak adınafazla söz kalmıyor. Kendileri yapmakistediklerini zaten açıkça belirtmektesakınca görmüyorlar. Sermaye vehükümet el ele işçi ve emekçilere yenidönemin saldırı işaretini verdi.Kuralsızlık, güvencesizlik giderek artı-yor ve artacak.

SALDIRININ İLKDALGASI

TORBA YASAKamu kurumlarına küçük miktardaborçları bulunan birçok kişi, bununsermayeye yapılan müthiş bir iyilik

olduğundan öte, kendi küçük borcununödenme kolaylığını düşünür oldu. Oysakamuya olan borçlar içersinde işçi veemekçilerin borçları deyim yerindeyse

devede kulak kalacak cinsten.

İRFAN KAYGISIZ

Sermaye ve Hükümet El Ele

Torba tasarı,

kamuya olan borçlar

nedeniyle çeşitli

yasalarda değişiklik

dışında, Sosyal

Güvenlik Yasası’nda,

İşsizlik Sigortası

Kanunu’nda, İş

Kanunu’nda, Devlet

Memurları

Kanunu’nda ve diğer

bazı kanunlarda çok

sayıda değişikliği

içeriyor.

Şimdi meclise

sunulan Tasarı,

Ulusal İstihdam

Stratejisi

kapsamındaki köklü

değişim girişiminin

yalnızca ilk adımıdır.

Yakında tüm diğer

değişikler de

gündeme gelecektir.

Page 15: TO-Gazete-35/7

ARALIK 2010 15EMEKÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Kapitalistler krizlerini erteleyebil-mek için 30 yılı aşkındır neoliberalpolitikaları uygulamaya soktular.Özelleştirmeye, güvencesizleştirme-ye ve esnekleştirmeye dayalı bu poli-tikalar da dertlerine deva olmadı. Son3 yıldır bir türlü çıkmayı başarama-dıkları krizlerinden tek çıkış yolu ola-rak, işçilerin, emekçilerin üzerindekisömürülerini arttırmayı görüyorlar.Avrupa’da, Amerika’da kazanılmışekonomik ve sosyal hakları budaya-rak, geç kapitalistleşen ülkelerde isesömürü kanallarını derinleştirecekve artı değerin kendilerine doğrudaha fazla akmasını sağlayacak poli-tikaları “acımasızca” devreye sokarakgünü kurtarmaya çalışıyorlar.

Türkiye sermayesi de ancak bir aske-ri darbeyle uygulamaya sokabileceği24 Ocak 1980 kararlarıyla bu neoli-beralizm dalgasına balıklama dalmış-tı. Özallı, Demirelli, Çillerli, Baykallı,Ecevitli ve Bahçelili yıllarda takipedilen ekonomik-politik hat, çıkarı-lan yasalar, gerçekleştirilen uygula-malar tamamen yukarıda bahsettiği-miz genel saldırının parçası oldu.Düzen partilerinden hiçbiri, ulusalcı-sıyla, liberaliyle işçiyi, emekçiyi gün-den güne yoksullaştıran, patronlarkulübünü ise günden güne zenginleş-

tiren bu uygulamalara “Dur” demedi-ler. Dur demek bir yana, şans verildi-ği ölçüde ellerinden geleni yaptılarAllah için!

Ama hiçbiri bu politikaların hayatageçirilmesinde Fethullah’ın AKP’sikadar “başarılı” olamadı. AKP hükü-mette olduğu 8 yıl boyunca, diğerhükümetlerin tamamından daha fazlakamu kuruluşunu yerli ve yabancısermayeye “özelleştirme” adı altındapeşkeş çekti. Neoliberal anlayışın entehlikeli uygulamaları olan esnekleş-tirme, güvencesizleştirme ve taşeron-laştırma uygulamalarını derinlemesi-ne çalışma yasasına soktu.Uyguladığı, istihdama yani üretimedeğil ithalata dayalı, sıcak para oyun-larına teslim olmuş büyüme modeliy-le hem cari açığı inanılmaz boyutlaraulaştırdı hem de işsizlik (resmianlamda dahi) görülmemiş yüzdelereçıktı. Ama kriz yine de teğet geçti çokşükür!

Yetmemiş olacak ki, şimdi de işçiden,emekçiden, yoksuldan topladığı dolay-lı ve dolaysız vergileri büyük serma-yeye aktarmanın bir yolu olarak birkez daha “vergi affını” gündemesoktu. Büyük sermaye zaten bir yolu-nu bulup minimum düzeyde vergiveriyor. Toplanan verginin büyük

kısmını çalışanlardan doğrudan doğ-ruya kesilen vergiler ve yine çoğuonlardan alınan KDV-ÖTV adı altında-ki dolaylı vergiler oluşturuyor. Çıkarı-lan vergi affıyla birlikte işverenlerikinci kez kayırılmış, çalışanlar bütçe-nin yükünü bir kez daha ağırlıklı ola-rak taşımak zorunda kalmış oluyor.

Ama küresel ve yerel sermayeye hiz-mette gözü kararmış durumdaki AKPtek başına “Vergi Affı”yla da yetinmi-yor. Bunun yanına özelleştirmeleri,taşeronlaştırmayı, esnek çalıştırmayı,güvencesizliği daha da hızlandıracakyeni yasal düzenlemeler ekleyerek“Torba”yı emekçiler için tam birkâbus haline getirmek istiyor.

AKP, torbaya dâhil ettiği ve “Ulusalİstihdam Stratejisi” olarak adlandırdı-ğı düzenlemelerle, mevcut yasalarlaasıl işin sadece bir bölümünde çalıştı-rılabilen taşeronu işin tamamınadâhil etmek istiyor. Esnek çalışmabaşlığı altında “evde çalışma, teleçalışma, iş paylaşımı” gibi esneklikuygulamaları devreye sokulmak iste-niyor. İşçinin ihbar tazminatından vekötü niyet tazminatından yoksun kal-masına neden olan “Belirli SüreliÇalışma”nın hem süresi 36 aya kadaruzatılıyor hem de üç kez üst üsteuygulanabilmesinin önü açılıyor.

Yani işçi 9 yıl boyunca normal bir işsözleşmesiyle değil, “Belirli SüreliÇalışma” esaslarına göre çalıştırılabi-liyor. Yine “Torba”ya atılmış durum-daki “Bölgesel Asgari Ücret” düzenle-mesiyle, bölgeler arasında yüzde 40’avaran farklı asgari ücret uygulaması-nın önü açılmış oluyor. Yani gelirdüzeyi düşük bölgeler daha da yok-sullaştırılmaya çalışılıyor. Kayıtlı ola-rak çalışabilen nüfusun dahi yüzde41’inin asgari ücretle çalıştığı gözönünde bulundurulursa bu uygula-mayla ne kadar büyük bir kesimin“daha da ucuz işçi” konumuna taşın-mak istendiği görülebilir.

Bırakınız yoksulluk sınırını, açlıksınırının bile oldukça altında kalan599 lira “asgari ücret”ten, “azamiöfke” çıkartmak; AKP’nin “TorbaYasası”nı başlarına geçirmek, büyükoranda teslim alınmış olan sendikala-ra bırakılamaz. Emeğin ekonomik,demokratik haklarıyla, ezilenlerinözgürleşme mücadelelerini buluştu-rabilecek tek güç olan“Enternasyonalist ProletaryaDevrimcileri” bu süreçte aktif rolalmalı ve işçinin öfkesini sokağa taşı-racak örgütlülüğün ve yöntemlerintaşıyıcısı olmalıdır.

8.12.2010

TORBAYI BAŞLARINAGEÇİRELİM

Bırakınız yoksulluk sınırını, açlık sınırının bile oldukça

altında kalan 599 lira “asgari ücret”ten, “azami öfke”

çıkartmak; AKP’nin “Torba Yasası”nı başlarına

geçirmek, büyük oranda teslim alınmış olan

sendikalara bırakılamaz. Emeğin ekonomik,

demokratik haklarıyla, ezilenlerin özgürleşme

mücadelelerini buluşturabilecek tek güç olan

“Enternasyonalist Proletarya Devrimcileri” bu süreçte

aktif rol almalı ve işçinin öfkesini sokağa taşıracak

örgütlülüğün ve yöntemlerin taşıyıcısı olmalıdır.

Sermayenin AKP eliyle yürüttüğü “sınıf savaşı”hızlanarak devam ediyor. Sistemlerindeki açıkbüyüdükçe saldırının dozajını da artırıyorlar.

Kapitalizmin yokuş aşağı gidişine işçileri takozyapmaya çalışıyorlar. Yeni saldırı hamlesinin ismi

“Torba Yasa”. Utanmazlıklarını bir torbaylagizlemek istemiş olmalılar ki bu ismi seçmişler.

Biz işçilere, emekçilere, ezilenlere düşen ise“torbalarını başlarına geçirmektir”.

TUNCAY YILMAZ

İşçi Düşmanı Düzenlemeleri Torba Yasaya Doldurdular

Page 16: TO-Gazete-35/7

EMEK16 ARALIK 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

BORÇ KRİZİDERİNLEŞİYOR

VOLKAN YARAŞIR

Portekiz’de 22 yıl sonra 3 milyona yakın işçiningenel greve çıkması, bir ayağa kalkışı simgeliyor.

Benzer durum İtalya’da da yaşandı.Yunanistan’da Şubat ayından bu yana 6 genel

grev ve yaygın sektörel grevler yapıldı. 1,5-2 aygibi kısa bir zamanda Fransa işçi sınıfı 7 genelgrev gerçekleştirdi. Bu deneyimler olağanüstü

birikimlerdir. Avrupa işçi sınıfı mücadeletarihinde önemli bir momente girildiğini göster-

mektedir. Özellikle Akdeniz havzası birmücadeleodağı olarak öne çıkıyor.

Borç krizi/mali kriz dalgası İrlanda’yıda içine alarak yayılıyor. Bir zamanlarAB’nin yatırım cenneti olan İrlanda,bugün iflasın eşiğine gelmiş durum-da.

İrlanda’yı Güney Kıbrıs, Portekiz,İspanya, Belçika ve hatta İtalya’nınizlemesi bekleniyor. Yunanistan kri-zini İrlanda’nın takip etmesi kriz sen-kronizasyonunu güçlendirdi ve sahi-ci kıldı. Sosyo-ekonomik yapılarıfarklı olan bu ülkelerin aynı kaderipaylaşması hiç şaşırtıcı değil.

AB’yle entegrasyon ve AB içi iş bölü-mü gereği farklı yollardan yürüselerde, aynı noktada buluştular.

Neoliberal yeniden yapılanma, ser-mayenin küreselleşmesi yönündekioperasyonlar ve finanslaşma hamle-leri bugün yaşananların zeminleriniördü.

İrlanda 1970’lere kadar Avrupa’nıngeri kalmış bir ülkesi olarak dikkatçekiyordu. Tipik bir tarım ülkesiydive kronik bir işsizlik içindeydi.

İrlanda 1973’te AB’ye üye oldu. AB içiiş bölümünde ucuz emek cenneti ola-rak konumlandırıldı. Bir dizi iç

düzenlemeyle (vergi avantajları,düşük ücret politikaları vb.) ABfinans kapitalinin cazibe merkezinedönüştü. Bunun yanında bazı uluslar-arası tekeller de İrlanda’da odaklandı.Sanayinin yanında, hizmet sektörün-de ve özellikle bilişim sektöründeciddi yatırımlar yapıldı.

Bu süreç ekonomide hızlı bir büyü-menin önünü açtı. 1990’lardaİrlanda’nın büyüme oranı % 6’larayükseldi. Beraberinde çalışanlarınücretlerinde göreceli gelir artışlarıyaşandı. Bu sürecin bir başka yansı-ması da hızlı finanslaşmaydı. İrlandaAlmanya, İngiltere ve Fransa kökenlibankaların mali sermaye varyasyon-larını gerçekleştirdiği temel ülkeler-den biri oldu. Bu bankalarınİrlanda’dan 500 milyar Avro alacağı-nın olması bu varyasyonların, serma-ye ihracının boyutunu ortaya koy-maktadır. Bugün yaşanan krizin kök-leri bu finanslaşmaya dayanmaktadır.

Finanslaşma veZombi Bankacılık

İrlanda’da 2000’li yılların ortaların-dan başlayarak, özellikle 2008’de

küresel krizin vurmasıyla birlikte,uluslararası tekellerin hızlı bir şekildeülkeyi terk ettiği ve ekonomiden çık-tığı görüldü.

Bir nevi İrlanda zombi bankacılık sis-temiyle başbaşa kaldı. Dubai nasıl kifinans kapitalin emlak mabediyse,İrlanda da AB’nin zombi bankacılıkmerkezi olarak işlev gördü.

2008’de kapitalist krizin İrlanda’yayansımasıyla bankacılık sistemi ciddisarsıntı geçirdi. Üretim beşte bir ora-nında yok oldu. Kamu sektöründeönemli kesintiler yapıldı. Emekliliksisteminin yeniden yapılandırılmasıyönünde adımlar atıldı.

İrlanda’nın en büyük bankası olanAnglo Irish Bank, Zombi bankacılıksisteminin en parlak yıldızıydı.Banka, krizle birlikte hızla çöktü.Ardından bir dizi bankada iflaslaryaşandı. İrlanda devleti kapitalist dev-letin ontolojisine uygun olarak, ban-kaları kurtarmak için bütün olanakla-rını devreye soktu. Devlet, bütçedenAnglo Irish Bank’a 23 milyar Avro,diğer bankalara da 10 milyar Avroaktardı. İrlanda’nın GSYİH’sının 160milyar Avro olduğu bilinirse, banka-

ları-mali sermayeyi kurtarmak içinalınan “önlemin”, operasyonun kapi-talist devletin niteliğini bütün çıplak-lığıyla ortaya koyması açısından oriji-nal ve çarpıcı bir örnek oluşturduğugörülebilir.

“Bu operasyonlar” yaşanan kriz orta-mıyla birlikte bütçe açığının hızla art-masına neden oldu. GSYİH’ya görebütçe açığı % 14’ten, kısa zamanda %32’ye fırladı. Bir anlamda krizi önle-me “çabaları” borç çevrimini kırdı.Yunanistan’da yaşananları anımsatanşekilde, kriz borç krizine, mali krizedönüştü. Ve İrlanda iflasın eşiğinegeldi.

Kemer Sıkma = Sosyal Yıkım

Bu durum AB’nin emperyalist çekir-değini oluşturan başta Almanya veFransa’nın hamlelerini arttırdı. Krizdenetimi modeli olarak, Yunanistan’abenzer, bir sosyal yıkım programıİrlanda’ya dayatıldı.

AB 90 milyar Avro’luk bir “yardım”paketi açıkladı. İrlanda’nın acil borç-larının ödenmesi için devreye soku-lan paket, son derece önemli yaptı-rımları içeriyor.

Evet, kapitalist kriz devrimin imkânını yaratıyor.

Ama diğer yanda yine kapitalist krizlerde (büyük

bunalımlarda) karşı devrimin mayalandığı

unutulmamalıdır. Neo-faşist hareketin bugün

Avusturya, Belçika, Bulgaristan, Danimarka,

Hollanda, Fransa, İtalya, İsveç, İsviçre, Macaristan,

Almanya’da hızlı bir gelişme göstermesi tesadüfî

değildir. Neo-faşist partiler birçok ülkede oylarını

% 200 oranında arttırdı. Yine bazı ülkelerde

üçüncü büyük parti konumuna geldi.

İrlanda Krizi ve AB’nin Yeniden Yapılanma Süreci

Page 17: TO-Gazete-35/7

ARALIK 2010 17EMEKÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Yaptırımlar, İrlanda işçi sınıfı veemekçi halkı için bir karşı devrimniteliği taşıyor. Ve sermayenin borç-larının kamulaştırılmasından başkabir anlam ifade etmiyor.

İrlanda’da zaten 2008’den sonra ciddigelişmeler yaşanmıştı. İrlanda’nın1970’lerin başında AB’ye entegras-yonu Doğu Avrupa, özellikle Polonyakökenli işçilerin İrlanda’ya göç etme-sine yol açmıştı. 2008 sonrasında tamtersi bir gelişme yaşandı. Her ay5000 bin kişi İrlanda’yı terk etti. Budemografik salınım 2008’den bugü-ne kadar 65 bine yükseldi. Bu göçle-rin yarısı Doğu Avrupa kökenli işçile-rin ülkelerine dönüşünü kapsıyor,diğer yarısı ise İrlandalılardan oluşu-yor. Bu durum 4,5 milyonluk bir ülkeiçin oldukça yüksek ve yoğun demo-grafik farklılaşım olarak dikkat çeki-yor. İçine girilen süreçle bu göçlerinartması bekleniyor. Ayrıca resmirakamlara göre işsizlik orantısal birşekilde arttı (% 14’e sıçradı).

İrlanda hükümeti hazırladığı 4 yılıkapsayan kemer sıkma politikalarıy-la 15 milyar Avro’luk “tasarruf”hedefliyor. Aslında tasarruf adınındemagojik bir yönü var, bu kavramsınıfa yönelik saldırıları perdelemekiçin kullanılıyor.

Hükümet hazırladığı planla, kamuharcamalarında 10 milyar Avro’lukazaltmaya gidileceğini ve 5 milyarAvro’luk vergi artırımı yapacağınıaçıkladı. Planın en somut yansımala-rından biri sağlık hizmetlerinde görü-lecek. Hükümet bu alanda 1,4 milyarAvro kesinti yapmayı önüne koydu.Vergilerin sistematik arttırılmasınıhedefleyen politikalar belirledi. Diğerbir saldırı ise asgari ücretin düşürül-mesinde kendini gösterdi. Asgariücretin % 12’lik bir oranda indiril-mesi amaçlanıyor. Bunun yanındadüşük gelirlilere yapılan kira yardı-mının kaldırılması gündeme getirildi.Ayrıca öğrenci burslarında % 25’likbir kesinti yapılacak.

Devletin en önemli hak gasplarındanbiri ise emeklilik fonunda biriken12,5 milyar Avro’ya el konulması ola-cak. Bu fondaki birikimin bankalaraaktarılması amaçlanıyor.

İşçi sınıfına ve emekçi yığınlarayönelik bu konsantre saldırılar, baştaişçi sınıfı ve öğrenci gençliği hareke-te geçirdi. İrlanda SendikalarKonfederasyonu (ICTU) eylemlereöncülük yapmaya hazırlanıyor.

Gelişmeler İrlanda’da sınıfsal antago-nizmayı olağanüstü şiddetlendirdi.İrlanda yeni sınıfsal öfke patlamaları-nın merkezlerinden birine dönüşebi-lir.

İlk işaret simgesel bir eylemle verildi.Bir eylemci içinde harç dolu ve üze-rinde “toksik banka” yazan bir kam-yonla, İrlanda parlamentosuna gir-meye çalıştı.

AB’nin Yeniden Yapılanması

İrlanda krizi ve yaşanan borç krizi

dalgası AB’nin yeniden yapılanmasın-da önemli bir adım oldu. Yeni birevreyi işaretledi. AB’nin iki çekirdekemperyalist devleti Almanya veFransa, bu süreçte periferisini yeni-den düzenleyerek hegemonyasınırestore ediyor. AB’nin daha homojenbir yapıya dönüşmesi yönündekistratejik hamleler, periferinin Çin’leş-tirilmesine ve yeniden sömürgeleşti-rilmesine hizmet ediyor. Bu aynızamanda AB’nin içinde yeni bir işbölümünü ve hiyerarşiyi işaretliyor.

AB’nin emperyalist çekirdeği,Yunanistan’da uyguladığı yöntemleriİrlanda’da da uygulamaya başladı.Borç krizi içinde çöken ülkeyi, ser-maye ihracıyla tam anlamıyla blokeederek, emperyalist tahakkümü kök-leştirdi. Ayrıca kapitalist kriz biryanıyla emperyalist özneler arasındahegemonya krizini dışa vurmuştu.

AB ve AB’nin içindeki dominant ikidevlet yaptığı ataklarla hegemonyasavaşlarında daha homojen bir güç vedaha hazırlıklı olmaya çalışıyor.

Olası Gelişmeler

Gelişmeler önümüzdeki birkaç yılınson derece kritik geçeceğini gösteri-yor. Borç krizi sarmalı yıkıcı sonuçlaryaratabilir. En başta Yunanistan’datam bir iflas yaşanabilir. İrlanda’dazombi bankacılık sistemi bütünüyleçökebilir. Kriz senkronizasyonu hızlıbir şekilde Portekiz, İspanya, Belçikave İtalya’yı sarabilir. ÖrneğinPortekiz’deki olası bir kriz İspanyakrizini tetikleyecek ve hızlandıracak-tır. İspanya bankalarınınPortekiz’deki yatırımları zombi ban-kacılığının başka bir örneğidir.

İspanya krizinin, ülkenin ekonomikgücü ve AB içindeki yeri itibariylebüyük alt-üst oluşlar yaratması muh-temeldir. İspanya ekonomisiYunanistan, Portekiz ve İrlanda’nınüç katı büyüklüğündedir. Ayrıcaİspanya’nın vahimleşmiş bir bütçe vecari açığı ve kamu borç yükü bulunu-yor. Yani her an İspanya mali bir kriziçine girebilir. İtalya ve Belçika’dayaşanacak olası krizler de benzersonuçlar doğurabilir.

İflaslar ve şiddetli mali krizler zincirisistemin döngüsünü sağlayan meka-nizmaları kırabilir. Bunun anlamıAlmanya, Fransa ve İngiltere ekono-milerinin ciddi sarsıntılar yaşamasıdemektir.

Bu gelişmenin bir başka yönü iseAvrupa işçi sınıfına yönelik karşıdevrimci saldırılardır. Sınıfsal antago-nizmanın şiddetlenmesidir.

Her kapitalist krizin aslında işçi sını-fına yönelik bir saldırı stratejisi oldu-ğu unutulmamalıdır. Özellikle 2011ve önümüzdeki birkaç yıl son dereceönemli gelişmelere gebedir.

Portekiz’de 22 yıl sonra 3 milyonayakın işçinin genel greve çıkması, birayağa kalkışı simgeliyor. Benzerdurum İtalya’da da yaşandı.Yunanistan’da Şubat ayından bu yana

6 genel grev ve yaygın sektörel grev-ler yapıldı. 1,5-2 ay gibi kısa birzamanda Fransa işçi sınıfı 7 genelgrev gerçekleştirdi. Bu deneyimlerolağanüstü birikimlerdir. Avrupa işçisınıfı mücadele tarihinde önemli birmomente girildiğini göstermektedir.Özellikle Akdeniz havzası bir müca-dele odağı olarak öne çıkıyor.

Avrupa işçi hareketindeki büyük salı-nımlar bugün artık bütün yakıcılığıy-la hissedilen enternasyonal bir bağınyaratılmasına ve siyasal özne ihtiya-cına cevap verecektir. Sınıf hareketi-nin iç zenginliği buna muktedirdir.

“Her Faşizm Başarısız birDevrim İşaretidir”

Önümüzdeki dönem yeni sınıf sava-şımlarına sahnedir. Mali kriz senkro-nizasyonu ve sınıfa yönelik karşıdevrimci saldırılar sınıfsal öfke vekini arttıracaktır. Kıtanın her coğraf-yasını bu sınıfsal öfkenin ve kininsarması muhtemeldir.

İşçi hareketinin bu dalgalarınınAnadolu topraklarını etkilemesi kaçı-nılmazdır. Aynı şekilde Anadolu top-raklarında yaratılacak deneyimler vepratikler Avrupa’nın Akdeniz havza-sındaki gelişmeleri besleyecektir.Önümüzdeki birkaç yıl, sınıf hareke-tinde olağanüstü sıçramaları berabe-rinde getirebilir.

Evet, kapitalist kriz devrimin imkânı-

nı yaratıyor. Ama diğer yanda yinekapitalist krizlerde (büyük bunalım-larda) karşı devrimin mayalandığıunutulmamalıdır.

Neo-faşist hareketin bugünAvusturya, Belçika, Bulgaristan,Danimarka, Hollanda, Fransa, İtalya,İsveç, İsviçre, Macaristan,Almanya’da hızlı bir gelişme göster-mesi tesadüfî değildir. Neo-faşist par-tiler birçok ülkede oylarını % 200oranında arttırdı. Yine bazı ülkelerdeüçüncü büyük parti konumuna geldi.Ayrıca tırnak içinde burjuva demok-rasilerinin hızla otoriter düzenleme-ler içine girdiği, toplumsal muhalefe-ti kriminalize etmeye çalıştığı gözardı edilmemelidir. İsviçre’de yeniçıkan göçmen düşmanı faşist yasa,Stuttgart’ta S-21 eylemleri ve yinenükleer atıklara karşı yapılan eylem-lerde polisin tutumu ortadadır.

W. Benjamin’in sözleri bu anlamdayol gösterici içeriktedir: “Her faşizm,başarısız bir devrim işaretidir”.

O zaman Fransa, Yunanistan,Portekiz, İtalya işçi sınıfının gerçek-leştirdiği genel grev ve genel direniş-lerin ruhuyla Çel-Mer fabrika işgali,UPS ve benzeri direnişlerin ruhunukaynaştırıp, her atölyede, her fabri-kada, her işçi havzasında sınıfsal öfkeve kinin açığa çıkması için yüklenme-liyiz. Enerjimizi daha fazla yoğunlaş-tırmalıyız. Varoluşumuzu sınıfınvaroluşuyla bütünleştirmeliyiz.

İrlanda krizi ve yaşanan borç krizi dalgası AB’ninyeniden yapılanmasında önemli bir adım oldu.

Yeni bir evreyi işaretledi. AB’nin iki çekirdekemperyalist devleti Almanya ve Fransa, busüreçte periferisini yeniden düzenleyerek

hegemonyasını restore ediyor. AB’nin dahahomojen bir yapıya dönüşmesi yönündeki strate-

jik hamleler, periferinin Çin’leştirilmesine veyeniden sömürgeleştirilmesine hizmet ediyor.

Page 18: TO-Gazete-35/7

HABER18 ARALIK 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

İstanbul

21 Kasım günü gerçekleştirileneylemde tutuklamaların üzerinden ikiay geçmesine rağmen iddianameninhazırlanmaması ve davada her hangibir gelişmenin olmaması gündemedildi.

Bu amaçla Galatasaray Meydanı'ndabir araya gelen Sıra Kimde İnisiyatifiüyeleri, açtıkları “İşte AKP demokra-sisi! Sıra Kimde?” pankartı arkasında“Komplolar sökmedi sökmeyecek”,“İçerde dışarıda hücreleri parçala”,“Zindanlar yıkılsın tutsaklara özgür-lük” ve “Devrimci tutsaklar onuru-muzdur” sloganları atarak İstiklalCaddesi üzerinde yürüyüşe geçti.

Eyleme SDP, TÖP, EHP, SP, ESP, SKM,SBH, SGPH ve DİP-G katıldı. Ayrıcaeyleme DİSK Genel Sekreteri TayfunGörgün, DİSK Spor SEN YönetimKurulu üyesi Cahit Albayrak, Dev-Toprak İş eski Genel SekreteriCumali Çakmaklı, İstanbul TabipOdası Yönetim Kurulu üyeleri HasanDoğan ve Lale Tırtıl katıldı. Taksim

Meydanı'na ulaşılmasıyla birlikte deinisiyatif bileşenleri arasında yer alanEmekçi Hareket Partisi İstanbul İlBaşkanı Serkan Atak, hazırlananbasın açıklaması metnini okudu.

Sıra Kimde İnisiyatifi’nin faaliyetlerikapsamında yer alan eylemlerin birparçası olarak ayrıca 4 Aralık 2010günü Galatasaray Meydanı’nda birkart atma eylemi düzenlendi.“İstismar değil adalet istiyoruz” pan-kartıyla düzenlenen eylemde Sosya -list Parti İstanbul İl Örgütü adınaGökhan Taşyapan bir konuşma yaptı.Eylemde ayrıca tutuklu ailelerineyönelik dolandırıcılık girişimleri deteşhir edildi.

Ankara

11 Kasım'da Ankara Yüksel Cad -desi’nde bir basın açıklaması gerçek-leştirildi. Kurban bayramı için verilen9 günlük tatil kastedilerek “Biz bubayramda bayram yapmıyoruz” slo-ganıyla gerçekleştirilen eylemde dev-rimci tutsakların serbest bırakılmasıtalebi yinelendi. Eylemden sonra

Yenişehir Postanesi’ne yürünerektutsaklara kart gönderildi.

Komplonun ikinci ayına yönelikeylemlerin Ankara ayağı 23 Kasımgünü TBMM Dikmen Kapısı önündegerçekleştirildi. Açıklamaya, BDP'limilletvekillerinden Sebahat Tuncel,Akın Birdal ve Nuri Yaman, çok sayı-da demokratik kitle örgütü temsilcisi,aydın ve yazar katıldı. Üzerinde tutuk-lanan SDP ve TÖP üyeleri ile BDP'libelediye başkanlarının fotoğrafları-nın bulunduğu pankartının açıldığıaçıklamada, “Tutuklular serbest bıra-kılsın” sloganları atıldı. Türkçe veKürtçe olarak yapılan basın açıklama-larını Sosyalist Parti Genel Başkanyardımcısı Mustafa Kahya ve BDPAnkara İl yöneticisi Naci Erdoğanokudu.

Eyleme ayrıca Kani Beko, AhmetTelli, Sibel Özbudun ve Temel Demi -rer'in de içinde olduğu pek çok sendi-kacı, politikacı, aydın ve sanatçı dadestek verdi.

Mersin

Mersin'de Barış Meclisi ve SıraKimde İnisiyatifi'nin düzenlediğieylemde Güneş İşhanı'nın önündenMerkez Postane’ye yüründü. Buradagerçekleştirilen basın açıklamasındatutukluların serbest bırakılması talebi

yinelendi.

Adana

Sıra Kimde kampanyasının Adanaayağının start eylemi 13 Kasım'dagerçekleştirildi. Kültür Sokağı'ndagerçekleştirilen basın açıklamasındabaşta SDP ve TÖP'lü tutsaklar olmaküzere cezaevinde bulunan tutsaklarınserbest bırakılması talep edildi.

Bursa

Bursa'da artan baskıları ve SDP veTÖP üyelerinin serbest bırakılmasıtalebini dile getirmek için gerçekleş-tirilen eylem Setbaşı-Mahfel Kafeönünden Orhan Gazi Parkı'na yapılanyürüyüşle başladı. Pekçok kurumundestek verdiği eylemde geçen ikiaylık süreye rağmen dava sürecindehiçbir gelişmenin olmaması protestoedildi.

Samsun

Samsun'da 3 Kasım günü Sıra Kimdeİnisiyatifi tarafından bir basın açıkla-ması gerçekleştirildi. SüleymaniyeGeçidi’nde gerçekleştirilen basınaçıklamasına pek çok kurum katılır-ken eylemde başta BDP, SDP, TÖP vesolun bütününe yönelik tutuklamaterörü protesto edildi. Ayrıca eylem-de Sıra Kimde İnisiyatifi’nin Samsunayağının kurulduğu ve çalışmalarına

21 Eylül komplosunun ikinci ayında

komploya tepkiler çeşitli şehirlerde yapılan

eylemlerle dile getirildi.

“SIRA KİMDE?” EYLEMLERİ SÜRÜYOR

Her yıl olduğu gibi bu yıl daYÖK'ün kuruluş yıl dönümü olan 6Kasım'da öğrenciler YÖK'ün kaldı-rılması talebiyle alanlardaydı.YÖK'ün kaldırılma ya da reformeedilme tartışmalarının canlı biçim-de yürütüldüğü bir döneme denkgelen 6 Kasım eylemlilikleri 6Kasım öncesinde pek çok şehirdedüzenlenen eylemlerle başladı.GENÇ SEN'in büyük öğrenci mitin-gi 6 Kasım'a damgasını vurdu.

İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir,Denizli, Hatay, Samsun, Mersin veBursa'da 3-4-5 Kasım tarihlerindegerçekleştirilen eylemlerde 6

Kasım'da Ankara'da düzenlenenbüyük öğrenci mitingine çağrınınyanında pek çok şehirde kampüs-ler ve kent merkezlerinde öğrenci-ler YÖK kaldırılsın talebini haykır-dılar.

Şehirlerde düzenlenen eylemler 6Kasım günü Ankara SBF önündenSakarya Meydanı'na yürünerekdüzenlenen mitingle taçlandırıldı.Sınavlara, ÖSYM'ye, YÖK düzenine,paralı eğitime, ÖGB ve polis terö-rüne yönelik tepkiler bu mitingaracılığıyla güçlü bir biçimde dilegetirildi.

YÖK DÜZENİNE KARŞI ÖĞRENCİLER ALANLARDAYDI !

Page 19: TO-Gazete-35/7

ARALIK 2010 19HABERÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

25 Kasım Kadına Yönelik Şid-detle Mücadele Günü kapsa-mında pek çok şehirde bir dizieylem ve etkinlik düzenlendi.Tacize, tecavüze, kadın katli-amlarına, işkenceye ve kadınayönelik her türlü şiddete karşısokaklara çıkan kadınlar “Şid-detinizle barışmayacağız” diye-rek kadınları mücadeleye çağır-

dı.

İstanbul, Ankara, Eskişehir,Denizli, Adana, Antakya veMersin'de kadın eylemlilikleridüzenlendi.

Ayrıca Kadın Emeği Kolektifi 23Kasım'da 25 Kasım eylemlerineçağrı amacıyla Adana, Denizli,İstanbul ve Mersin'de eylemler

13 Kasım sabahı Türk Metal ile MESSsessiz sedasız toplu sözleşme imzaladılar.

MESS’in önerisi şu maddelerden oluşu-yor:

• Deneme süresinin 4 aya çıkarılması;(Birleşik Metal İş Sendikası artık mesleksertifikasız işçi kalmayacağı için iki ayınbile fazla olduğunu belirtiyor),

• Kıdem ve ihbar tazminatlarında yasahükümlerinin uygulanması,

• Telafi çalışmasının sözleşmeye girmesi,

• Fazla çalışma ücretlerinin yüzde 75oranında düşürülmesi (bu, çalışma süre-lerinin kuralsızlaştırılması anlamını taşı-yor),

• Yeni disiplin cezaları uygulanması[örn. sigara içme yasağı (bir günlükücret kesimi), işyerinde internet kullanı-mı, e-posta gönderilmesi, izinsiz olarakarkadaşlarının bilgisayarını kullanmak(ihtar) ve cep telefonu kullanma vekulaklıkla müzik dinleme yasakları(ihtar)].

Bunun karşısında Birleşik Metal İşSendikası’nın önerisi ise şu maddeleriiçeriyor:

• Haftalık çalışma süresinin 45 saatten37,5 saate düşürülmesi,

• Cumartesi ve Pazar’ın ücretli hafta tati-li ilan edilmesi,

• 45 saat üzerinden ödeme yapılması,

• Yıllık izin süreleri artırılması.

Türk Metal yine arkadan dolandı. Bastığısınıfsal zemine uygun davrandı. MESS ilegörüştüğünü, MESS’in Birleşik Metal’esunduğu aynı teklifleri kendisine de sun-duğunu emekçilerden sakladı. Sabahakarşı kaçak olarak imzaladığı sözleşme-den içi fos bir zafer edasıyla çıktı. İşçilerhemen ertesi gün tepkilerini dile getirdi.

“30 kuruşluk zafer!!!”

İşyerlerinde ertesi gün protestolar vardı;

Kocaeli, Gebze, Bursa, Mersin, Eskişehir,Ankara ve İzmir'de işçiler sokağa çıktı.

Gebze’de Çayırova Boru, Yücel Boru,Akkardan, Makine Takım, Areva,Kroman Çelik, Sarkuysan gibi pek çokfabrikada binden fazla metal işçisi MESSdayatmasına karşı eylemdeydi. BirleşikMetal’den işçiler Boğaz Köprüsü’ndeyürüyüş düzenledi. Polis eylemcileri göz-altına aldı. Ardından 28 Kasım Pazargünü Gebze’de büyük ve güçlü bir mitinggerçekleştirildi. Mitingin çağrı metninde-ki şu satırlar her şeyi anlatıyordu:“Sermaye örgütleri (TÜSİAD-TİSK-TOBB) birleştiler, hükümet de yanların-da.” Bunun anlamı hükümetin TİSK-TOBB-TÜSİAD’ın ortak hazırladığı“güvenceli esneklik” raporuna uygun birprogram hazırladığıdır. Birleşik Metalİş’in çağrıcısı olduğu eyleme büyük birkatılım olmuştur. İşçiler güvencesizliğekarşı örgütlü mücadele edeceklerini birkez daha haykırmışlardır.

Son olarak Mersin’de Akdeniz çivi fabri-kası işçileri; sendikalı oldukları için iştençıkarıldıkları gerekçesiyle ve patronları-nın CHP’li olması dolayısıyla CHP binası-nı işgal ettiler. Bu eylem çizgisi önümüz-deki dönemin bir eşiği olacakmış gibigözüküyor. Kuşkusuz ki eylemlerin esinkaynağı tarihi Tekel direnişidir. Tüm bueylemlerde Türk Metal’in bu aymazlığı-nın kuşkusuz sırtını dayadığı işverenyalakalığından kaynaklandığı teşhir edil-miştir. Bir başka önemli nokta ise,Birleşik Metal’in de saptadığı gibi, krizleyönetilen bir ülkede yaşamsal güvence-sizliğin yarattığı güvensizlik duygusu vesınıf üzerinde yarattığı teslimiyetçi eği-limler.

Yaptıklarının vebali boyunlarına olsundemek yetmez! Bu süreçte Türk Metal’everilecek en önemli yanıt şüphesiz alan-larda gösterilecek toplu direnişler ve sarısendikadan toplu istifalardır.

TÜRK METAL SINIFDÜŞMANLIĞINADEVAM EDİYOR

KADINLAR

25 KASIM’DA

SOKAKLARDAYDI

Türk Metal yine arkadan dolandı.

Bastığı sınıfsal zemine uygun davrandı.

MESS ile görüştüğünü, MESS’in Birleşik

Metal’e sunduğu aynı teklifleri kendisine

de sunduğunu emekçilerden sakladı.

Sabaha karşı kaçak olarak imzaladığı

sözleşmeden içi fos bir zafer edasıyla

çıktı. İşçiler hemen ertesi gün tepkilerini

dile getirdi. İşyerlerinde ertesi gün

protestolar vardı; Kocaeli, Gebze, Bursa,

Mersin, Eskişehir, Ankara ve İzmir'de

işçiler sokağa çıktı.

Page 20: TO-Gazete-35/7

DÜNYA20 ARALIK 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

TÜRKİYE NATO’NUNNÜKLEER ÜSSÜ OLUYOR

M. RAMAZAN

NATO dünyadaki gelişmelere bağlı olarak etkinlik alanı

sürekli genişleyen ve artan bir güç haline getiriliyor.

Söz konusu olan ‘yeni’ bir NATO değil, bu askeri gücün,

küresel güçlerin ve uluslararası tekellerin ihtiyaçlarına

cevap verecek tarzda yeniden şekillendirilmesi. Özünde

NATO geçmişte olduğu gibi dünya halklarına ve

emekçilerine yönelik küresel kapitalist sistemin

saldırı gücü olmaya devam edecektir.

Son günlerde yaşadığımız coğrafya-nın kimyasını değiştirebilecek düzey-de gelişmeler yaşanıyor. Türkiye,bölgesel güç olma iddiasıyla tüm bugelişmelere sirayet etme, belirlemeve ön ayak olma telaşında. Sözde böl-genin “istikrarı” adına bir dizi adım-lar atılıyor. Komşularıyla ‘sıfır sorun’politikası güttüğünü iddia edenTürkiye’nin, NATO’nun Füze Kalkanıprojesinin merkezine oturmasıyla bututumunu sürdürme niyetinin/olası-lığının gerçekçi olmadığı ortaya çık-mıştır. Öte yandan SSCB’ye karşıkurulmuş olan NATO’ya 1952 yılındadâhil olan Türkiye’nin, ‘yeni’NATO’da üslendiği görevler de yavaşyavaş aydınlanıyor.

NATO: Kabuk mu Atıyor?Kimyası mı Değişiyor?

Lizbon’da yapılan toplantıda yeniaskeri stratejik konseptini belirleyenve bir bakıma 21. yüzyılda nükleerstratejik yönelimlerini ortaya koyanNATO zirvesinin merkezinde Türkiyebulunuyordu. NATO’nun yeni kon-

septinin şekillendirilmesindeTürkiye’nin merkez ülkelerden biriolarak seçilmesi hiç şüphesiz ki,emperyalist sistemin Ortadoğu veAsya politikalarıyla doğrudan bağlan-tılıdır. ABD oluşturmuş olduğu 21.yüzyıl stratejisinde bölgesel güç iliş-kilerini yeniden analiz ederek, AB ilebölgesel-uluslararası ilişkilerini yeni-den düzenledi. Böylece NATO’nun,uluslararası kapitalist sistemin ihti-yaçlarına göre yeniden konumlandı-rılması ve küresel askeri bir güç ola-rak daha fonksiyonel hale getirilmesiiçin ‘yeni’ politik stratejiler belirlen-di. Bu NATO’nun Avrupa, Balkanlar,Orta ve Güney Asya, Ortadoğu veKuzey Afrika ülkelerini kapsayacakşekilde genişletilmesini ve NATO’nunaskeri gücünün Amerika Kıtası dâhilher bölgede kullanılabilmesini içer-mektedir. NATO, İstanbul zirvesindealınan kararlar doğrultusunda Batı’yısavunma gücü olmaktan çıkarılaraktam anlamıyla bir saldırı gücüne dön-üştürülmektedir. Yapılan değerlen-dirmeler ışığında NATO’nun emper-yalist sistemin işgalci askeri gücü

olacağı aşikârdır.

NATO dünyadaki gelişmelere bağlıolarak etkinlik alanı sürekli genişle-yen ve artan bir güç haline getiril-mektedir. Söz konusu olan ‘yeni’ birNATO değil, bu askeri gücün, küreselgüçlerin ve uluslararası tekellerinihtiyaçlarına cevap verecek tarzdayeniden şekillendirilmesidir. ÖzündeNATO geçmişte olduğu gibi dünyahalklarına ve emekçilerine yönelikküresel kapitalist sistemin saldırıgücü olmaya devam edecektir.

Küresel Kapitalist GüçlerinYeni Bölgesel Hamleleri:Türkiye’ye Biçilen Roller

Ortadoğu denince özellikle de İranüzerinden sürekli gündemde tutul-maya çalışılan nükleer güç, küreselkapitalizmin sürdürücülerine siste-min devamı açısından güven verdiğigibi, aynı zamanda kendi iç ilişkileri-ni dengelemede de önemli bir işlevesahiptir. Ortadoğu üzerine yürütülenpazarlıklar esasen dünya küresel sis-

teminin en önemli halkasının biçim-lendirilmesidir. Özellikle Çin’in önle-nemeyen yükselişi ve küresel süpergüç olma yolunda attığı adımlar, dik-katleri yeniden Ortadoğu üzerindeyoğunlaştırmıştır. ABD’nin önceAfganistan’ı daha sonra Irak’ı işgaletmiş olmasının da, kısa vadeli birpolitikanın sonucu olmadığı, küreseldüzeyde yürütülen hegemonyamücadelesinin bir başlangıcı olduğu,artık ABD kökenli politik stratejiuzmanları tarafından da açıkça vur-gulanmaktadır. Yaşadığımız coğraf-yanın işgal edilmesi küresel güçleraçısından önemli bir halkayı oluştur-sa da, elde edilen sonuçlar açısındanyetersiz ve işlerini kısmen zorlaştı-ran bir noktaya dönüşmüştür.

Kapitalizm 21. yüzyıla uygun birdönüşüm geçirmektedir. Bu dönüşü-me bağlı olarak yeni bir küresel pay-laşım savaşı yaşanmakta, ancakbiçimsel olarak daha önce yaşananpaylaşım savaşlarına benzememek-tedir. Uluslararası kapitalist bloklararasındaki rekabetin ‘azami kar

Küresel kapitalist güçler arasındaki savaşta,

hem bölge halkları birbirine kırdırılmakta hem

de petrol-doğalgaz ve silah tekellerinin

zenginlik alanları genişletilmektedir. Yeni

dönem sömürge stratejisine uygun olarak

küresel kapitalist blokların güç ilişkilerine göre

pay sahibi oldukları ‘bölgesel’ sömürgecilik

politikası gündeme oturmuş durumdadır.

Komşularla ‘Sıfır Sorun’ Politikasının Altından Füze Kalkanı Çıktı

Page 21: TO-Gazete-35/7

ARALIK 2010 21DÜNYAÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

yasasına’ uygun olarak enerji mer-kezlerine doğru yoğunlaşmaları kaçı-nılmaz olmaktadır. Küresel kapitalistgüçler arasındaki savaş buralardayürütülmekte, hem bölge halkları bir-birine kırdırılmakta hem de petrol-doğalgaz ve silah tekellerinin zengin-lik alanları genişletilmektedir. Yenidönem sömürge stratejisine uygunolarak küresel kapitalist bloklarıngüç ilişkilerine göre pay sahibi olduk-ları ‘bölgesel’ sömürgecilik politikasıgündeme oturmuş durumdadır.

Rusya-Çin-İran’a KarşıABD-NATO Konumlanması

Dünya; ABD ve onun müttefikleri ileAvrasya üçlüsü- Rusya, Çin ve İran -ve bunların diğer bağlaşıkları arasın-daki mücadelenin yaşandığı bir dizibölge ile kuşatılmış durumda. Bu böl-gelerdeki mücadeleler şekil ve boyutitibariyle değişkenlik gösterse de,tümü birbiri ile bağlantılı. Bu müca-delelerin yoğunlaştığı bölgelerKafkaslar, Balkanlar, Doğu Afrika,Ortadoğu (Doğu Akdeniz dâhil), HintOkyanusu, Orta Asya, Güney Asyaveya Hindistan alt kıtası, GüneydoğuAsya, Doğu Asya, Latin Amerika ileKarayipler ve Kuzey Kutup Dairesi.

Çin, Rusya ve İran, etki alanlarınıkendi bulundukları bölgelerin ötesi-ne genişletmek için uzun vadeli pro-jeler, yeni silahlar ve asimetrik savaştaktikleri geliştiriyorlar. Rusya Putindönemiyle birlikte arka bahçesinitoparlayarak, ABD ve NATO deneti-mindeki bölgelerde etkinlik alanınıgiderek genişletmeye, enerji kaynak-larıyla gücüne güç katmaya devamediyor.

ABD Ortadoğu’da, özellikle de Irak’taçok ciddi bir kırılma yaşamasına rağ-men halen bölgenin kontrolünü elin-de tutmaktadır. İran’ın çok yönlü birşekilde hedefe oturtulması esasenİran’ın rejiminden çok bölgenin yeni-den biçimlendirilmesi amacındankaynaklanmaktadır. Yani hem bölgeyisömürgeleştirme hem de bölge dev-letlerinin prekapitalist ilişki ve yapı-larını, tarihsel dinamikleriyle birlikteparçalayarak küresel kapitalist sis-temle bütünleştirme hamleleridir.

NATO’nun Yeniden Şekillendirilme-sinde Önemli bir Adım: LizbonZirvesi

ABD Başkanı Obama’nın NATO’nunFüze Kalkanı ve yeni nükleer silahla-rının Türkiye’ye yerleştirilmesiniistemesi de tamamen Ortadoğu’yayönelik izlenen politikalarla ilişkili-dir. Türkiye, 21. yüzyılın küreselNATO’sunun nükleer askeri güç mer-kezi olarak işlev görecektir.

ABD yeni dönemde, Türkiye’nin,Ortadoğu’yu denetim altına alacakstratejinin ana üssü haline getirilme-sini hedeflemektedir. Görünen o kiTürkiye egemen güçleri ve finanskapitali Lizbon zirvesinde yapılanpazarlıklar sonrası buna ikna edilmişdurumda. ABD’nin Türkiye iç denge-lerinde ordu merkezli sermaye gru-bunun yerine Ilımlı Sünni İslamcıbölgesel politikalarıyla ön planaçıkan AKP merkezli sermaye grubu-nu desteklemesinin önemli sebeple-rinden bir tanesi de NATO’nun yeninükleer savaş konseptidir.

Aslında Türkiye’de ne hükümetin nede ordunun bu talebi reddetmesimümkün değildir. AKP dikkatleriüzerine çekmemek için doğrudanCumhurbaşkanı Gül’ü devreye sok-muştur. Bu şekilde projeyi kamuoyu-na bir devlet politikası olarak yansıt-mak istemektedir. Böylelikle AKPçok açık olarak Türkiye’yi NATO’nunnükleer deposu haline getirmektedir.

Herkesin bildiği gibi aslındaNATO’nun ana hedefinde Ortadoğu vekonjonktürel olarak da İran bulunu-

yor. Son dönemki dış politikasındaTürkiye’nin ağzından düşürmediğikomşularla ‘sıfır sorun’ politikasınınaltının boş olduğu açığa çıkmışdurumda. Bir taraftan İran ile yakınilişkiler geliştirirken diğer taraftanküresel güçlerin bu planlarına ortakolması, yürütülen siyasetin ikiyüzlü-lüğünü gün yüzüne sermektedir.

İkinci önemli nokta ise Türkiye’ninçok övündüğü üzere hedefte hiçbirülkenin adının geçmemesidir. Bunubir başarı olarak yansıtan AKP,NATO’nun yeni konseptini imzalaya-rak aslında İslam dünyasının bütünü-nü hedef tahtasına oturtmuştur.Herhangi bir ülkenin adının geçipgeçmemesinin hiçbir önemi yok.Hedefte Ortadoğu, Kafkaslar veAvrasya’nın olduğunu sağır sultanbile duymuş durumda.

Türkiye Kürt KartınıMasaya Koydu

AKP, NATO’nun gündemine Kürtsorununu taşıyarak pazarlık masası-na yerleştirmiştir. İmzalanan metin-de yer alan ‘toprakların ve nüfusun

tamamının korunması’ ve ‘güvenliğinbölünmezliği’ ifadeleri Kürt sorunu-na ilişkin yapılan eklemelerdir.ABD’nin, Obama’nın ağzından ittifa-kın temelini oluşturan ve 5. maddedegeçen ‘içimizden birine yönelik birsaldırı hepimize yöneltilmiş bir saldı-rı olarak değerlendirilir’ taahhüdü-nün, Türkiye’nin beklentilerinecevap verir tarzda yeniden aktif veişlevli olacağını açıklaması, bu yöndeatılan önemli bir hamledir.

Türkiye’ye getirilmesi kararlaştırılansilahların bir kısmının İzmir’e, birkısmının Eskişehir’e, önemli bir kıs-mının ise Kürt coğrafyasına yerleşti-rilmesi planlanıyor. Türkiye bu doğ-rultuda kendi kartlarını oynamaktave bunun karşılığında pazarlık masa-sına ve NATO’nun hedefine Kürtözgürlük hareketini oturtmaktadır.Kürt hareketinin yürüttüğü mücade-leyi, bir başka gücün saldırısı olarakgösterip, bir bakıma NATO askerigüçlerini bu kirli savaşta doğrudankullanmayı amaçlamaktadır. Önü-müzdeki dönem tüm bu gelişmelerinsonuçlarının yaşanacağı bir süreçolacaktır.

Türkiye’ye getirilmesi

kararlaştırılan

silahların bir kısmının

İzmir’e, bir kısmının

Eskişehir’e, önemli bir

kısmının ise Kürt

coğrafyasına

yerleştirilmesi

planlanıyor. Türkiye bu

doğrultuda kendi

kartlarını oynamakta

ve bunun karşılığında

pazarlık masasına ve

NATO’nun hedefine

Kürt özgürlük

hareketini

oturtmaktadır.

Page 22: TO-Gazete-35/7

DÜNYA22 ARALIK 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Seçimlerden 8 ay sonra nihayetIrak’ta hükümet kuruldu. İkinci birŞii-Kürt ittifakı söz konusu. 7 Mart’tayapılan seçimlerden bu yana 8 ayboyunca sürece müdahil olan tümkesimler hükümeti kurdurmamaküzerinden politika yürüttü. DışarıdaABD, Türkiye, Suudi Arabistan biryanda, İran diğer yanda, içerideyseŞii, Sünni ve Kürtler koparabilecekle-ri maksimum tavize kadar beklediler.

Başbakanlığa seçimlerden 89 sandal-ye ile ikinci çıkan Şii kökenli Malikigeçti. En büyük rakibi İyad Allavi iseyeni kurulması planlanan StratejikPolitikalar Belirleme Yüksek KuruluBaşkanlığı görevini üstlenecek.Meclis başkanlığına İyad Allavi gru-bundan Usame Nuceyfi seçilirken,birinci yardımcılığa Sadr grubundanKusay Süheyl getirildi. Henüz İyadAllavi ile Nuri El-Maliki’nin hangi yet-kileri ne şekilde paylaşacakları netlikkazanmış değil. Aynı şekilde, bakan-lıkların paylaşımı, petrol yasası, BAASPartisi üyelerinin geri dönüşü, fede-ralizm ve tartışmalı bölgeler gibitemel siyasi sorunlar üzerinde de netür bir uzlaşma sağlanacağı belirsiz-liğini korumaktadır.

Başbakanlığa getirilen Maliki, söylen-diği gibi İran yanlısı değil ama ABDbastırınca İran’ın yanında gibi durdu.Kürtler, ABD ve Türkiye’nin tercihi-nin tersine sonuna kadar direnerekCumhurbaşkanlığını aldılar. Sünnilerise seçimlerde en fazla sandalyeyikazanmalarına rağmen sadece mec-lis başkanlığı ile yetinmek zorundakaldı.

Türkiye ve ABD, liderliğini İyad

Allavi’nin yaptığı, laik Şii veSünnilerin oluşturduğu Irakiye gru-buna oynadı ve kaybetti. Seçimdenbirinci çıkan Allavi’nin Irakiye grububölünürken, bir kısmı meclis dışındakaldı. Türkiye’nin yoğun çabaları veABD’nin yarattığı basınç, ne Şiileri nede Kürtleri Sünni kökenli TarıkHaşimi’nin Cumhurbaşkanlığı içinikna edemedi.

Irak’ta Kürtlerin geçmişte yaşanankatliamlar nedeniyle daha uzunca birsüre Sünnilerle yıldızının barışmasızor görünüyor. Sünniler, Kürtler içinBAAS rejiminin ve Arap milliyetçiği-nin anımsatıcıları durumunda. AyrıcaKürtler "bizi dışlarsanız biz de kendiyolumuza gideriz" kartını kullanıyor-lar. Irak bunu kaldırabilecek durumdadeğil. Bu yüzden hükümet kurmasürecinde Kürtler çözümün anahtarı-nı ellerinde tuttular. Türkiye bunlarıbilen bir yerden Celal Talabani’yiekarte ederek Kürtlerin hükümetindışında kalmasını istedi. Çünkü güçlüve birleşik bir Irak yerine daha zayıf,kırılgan ve kendisine daha bağımlı biryapıyı tercih eder konumda.Kürtlerin Irak’ta dışlanması veTürkiye’nin güdümüne girmesi,Türkiye’nin bölgesel hamleleri açı-sından daha istenir bir durumdur.Türkiye son anda yaptığı manevra-larla durumu kurtarmak için belkiyeni hükümetin kurulmasında etkinrol oynadı ama istediği hükümetkompozisyonunu oluşturamadı.Kürtler, ABD ve Türkiye’nin manev-rasına direndi ve kazandı. İran dakendine yakın bir hükümet kurdura-mamasına rağmen bu süreçten karlıçıktı.

Hükümetin kurulması Irak’ta şimdi-lik siyasi belirsizlik sürecine son ver-miştir. Bunun önümüzdeki dönemdeçeşitli yansımaları olabilir. Tüm siya-si grupların hükümetin içine girme-siyle beraber muhalefette kimse kal-mamış ve bir denge hükümeti olmaözelliği ortaya çıkmıştır. Önümüzdekidönem hükümet içi muhalefetin yan-sımaları ortaya çıkacak gibi görünü-yor. Bir diğer olası durum ise, Kuzey

Irak Bölgesel Kürt Yönetimi hükümetkurma sürecinde aktif ve kilit bir roloynamış olsa da, bu durumun PKKaçısından değişken sonuçlar yarata-bilecek olmasıdır. Irak’taki siyasibelirsizliğin aşılmasıyla beraberPKK’nin hareket alanı daraltılabilir.Sünnilerin önemli bir kısmının hükü-metin dışında kalması ise önümüzde-ki dönemde suların durulmayacağı-nın göstergesi.

Irak’ta Hükümet Kuruldu...

Türkiye, güçlü ve birleşik bir Irak yerine

daha zayıf, kırılgan ve bağımlı bir yapıyı

tercih eder konumda. Kürtlerin Irak’ta

dışlanarak Türkiye’nin güdümüne girmesi,

Türkiye’nin bölgesel hamleleri açısından

daha istenir bir durum. Türkiye son anda

yaptığı manevralarla belki yeni hükümetin

kurulmasında belirli bir rol oynadı ama

istediği hükümet kompozisyonunu

oluşturamadı.

SİYASİ BELİRSİZLİKSÜRÜYOR

Tüm siyasi grupların hükümetin içine girmesiyleberaber bir denge hükümeti ortaya çıkmıştır.Önümüzdeki dönem hükümet içi muhalefetin

yansımaları ortaya çıkacak gibi görünüyor. Bir diğerolası durum ise, Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin

hükümet kurma sürecinde oynadığı rolün, PKKaçısından değişken sonuçlar yaratabilecek olmasıdır.

Irak’taki siyasi belirsizliğin aşılmasıyla beraberPKK’nin hareket alanı daraltılabilir.

M. RAMAZAN

Page 23: TO-Gazete-35/7

ARALIK 2010 23DÜNYAÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Brezilya’da beklenen oldu. BaşkanLula da Silva’nın halefi DilmaRousseff, ikinci turda oyların yüzde56’sını alarak Brezilya’nın yeni devletbaşkanı oldu. 8 yıl önce bir sendikacıve işçi olan Lula’yı seçen Brezilyahalkı bu sefer de bir ilke imza atarakeski bir gerillayı başkan yaptılar.Ayrıca Rousseff ülkenin tarihindeseçilen ilk kadın başkan oldu.Rousseff görevine 11 Ocak’ta başla-yacak. Seçimin kıta açısından önemibüyüktü.

Seçimlere Dair

2005 yılı Lula ve partisi için kritik biryıl oldu. Basında yolsuzluk, adamkayırma, rüşvet gibi iddialar günde-me geldi. Lula’ya en yakın isimler busüreçte birer birer tasfiye oldular,birçok senatör ve parti üyesi gör-evinden alındı veya istifa etti. BöyleceRousseff’in başkan olmasına gidenyol da açıldı ve Lula, planlı ve istikrar-lı bir şekilde Rousseff’e kritik görev-ler verdi.

Seçim sürecinde muhalefetin pozis-yonuna kısaca değinmek gerekiyor.Tartışmalar özellikle dış politikayakilitlendi. Küba ve Venezüella ile iliş-kiler ve Honduras’ta yapılanAmerikan destekli askeri darbe ençok tartışılan konular oldu. Yükselenbir küresel güç olarak Brezilya’nınOrtadoğu’da dahil olduğu İran-Türkiye-Brezilya arasındaki “uran-yum takası” anlaşması da seçimlerdegündeme geldi.

Seçimlerde Rousseff ’in rakibi JoseSerra’ydı. Rousseff’in eski bir gerillaolması muhalefetin seviyesizleşmesi-ne yol açtı, öyle ki Serra’nın eşiRousseff’e “bebek katili” diyebildi.

Serra, Venezüella’yı FARC’a sığınaksağlamakla, Bolivya’yı “uyuşturucukaçakçılığı” yapmakla suçladı. Lula veyönetiminin Honduras darbesindekitavrını şiddetle eleştirdi. Bilindiği gibiBrezilya, devrik lider Manuel

Zelaya’ya Honduras’taki elçiliğini aça-rak, ülkesine girmesini sağlamıştı.Bugün hala halk nezdinde meşruluğuolmayan cuntacı hükümeti Brezilyadevleti tanımıyor.

İşçi Partisi’ninSeçim Başarısı

İşçi Partisi (PT) seçimlerde 18 eyalet-te zafer kazandı. Özellikle ülkeninkuzey ve kuzeydoğusundan yüksekoy topladı, ki bu bölgeler Brezilya’nınen yoksul kesimleri. Bugün PT der-ken geniş bir koalisyondan bahsedi-yoruz. Seçim sürecinde Rousseff’i 13parti ile birçok toplumsal hareketdestekledi. Örneğin Topraksız İşçiHareketi (MST), PT ittifakı içersinde10 parlamenter seçtiriyor. Bunundışında işgal fabrikalarından BrezilyaKomünist Partisi’ne dek geniş biryelpaze destekledi. Örneğin ülkeninspor bakanı Brezilya KomünistPartisi’nden.

Çelişkiler Ülkesi

Lula dönemine kıyasla PT’nin elinindaha güçlü olacağı söyleniyor.Venezüella seçiminin tersine çoğun-luğu elde eden Rousseff ve ekibi, ana-yasa değişikliği dâhil birçok yasaldüzenlemeye imza atabilir. Luladöneminde durum böyle değildi.Elinin daha güçlü olacağını söylerkenPT içinde çözülmeyi bekleyen birik-miş sorunlar olduğu da not edilmeli.Partiyi destekleyen kitlelerin durumuile uygulanan politikalar arasındakitutarsızlıklar gerilimlere neden olu-yor. Yoksulluğun derinleşmesi, artansuç oranları, yerli halkların durumu,topraksız köylülerin aleyhine gelişti-rilen politikalar ilk akla gelenler.Rousseff ve PT artık bu gerçeklerleyüzleşmek zorunda. Lula dönemindeçokça kullandıkları “evet, başkanlıkbizde ama parlamentoda çoğunlukdeğiliz, elimizden bu geliyor” limanı-na sığınamayacaklar.

Lula’ya Yapılan Eleştiriler

Bugün Brezilyalılar tarafından“Brezilya çok zengin bir ülke. Bizyoksulluk açısından da çok zenginiz,85 milyon insan açlık sınırı altındayaşıyor,” değerlendirmesi yapılıyor.Lula 2002 yılında iktidara geldiğinde,Brezilya, gelir dağılımındaki eşitsizli-ğin korkunç boyutlara vardığı, kent-lerin çevresini kuşatan gecekondumahallerinde yoksulluğun daha daderinleştiği ve topraksız köylülerinkölelik koşullarında çalışmaya zor-landığı bir ülke idi. Bu durum Luladöneminde de devam etti. İktidaragelmeden önce vaat ettiği kapsamlıtoprak reformu hala gerçekleşmişdeğil. Hatırlanacağı gibi MST geçtiği-miz yıllarda Lula’yı protesto eden bir“uzun yürüyüş” düzenlemişti.

PT’nin en büyük başarısı solun sen-dikal mücadele ile siyasi mücadeleveren örgütlerini birleştirmesiydi. Butemelde, partinin seçmen kitlesinisanayi işçileri, topraksızlar ve kentliorta sınıflar oluşturuyordu. Ancakuygulanan politikaların sonuçlarıüzerinden düşünüldüğü zaman enfazla yıkıma uğrayan da bu kesimleroldu. Brezilya’daki sınıf mücadelesiaçısından bugün en dinamik gücütopraksızlar oluşturuyor (Brezilya’dabir karayolu şirketinin Belçikabüyüklüğünde toprağı var, gerisinivarın siz düşünün). Öngörülen radi-kal bir toprak reformu yerine birta-kım küçük reform ve programlarlaruygulandı. Ayrıca büyük ulusötesişirketlerle yapılan anlaşmalar üzerin-den Amazon ormanları pazarlandı.Bugün ülkemizde de AKP aracılığı ileuygulanmaya çalışan HES projeleri,Amazon ormanlarında doğanın veyerlilerin öldürülmesi ile gerçekleşti-rilmeye çalışılıyor.

Yükselen Güç: Brezilya

ABD emperyalizmi Afganistan veIrak’ta bataklığa saplandı. Şimdi yeni

ortaya çıkan çeşitli güç merkezleridünya siyaset sahnesinde söz sahibiolmaya çalışıyorlar. Brezilya da bun-lardan biri. Petrol ve uranyum açısın-dan çok büyük rezervlere sahip.Kıtada Brezilya sermayesinin ciddibir zemini var. Özellikle Uruguay,Paraguay ve Ekvador gibi ülkelerlegeliştirdiği ticari ilişkiler son yıllardaBrezilya sermayesinin büyümesinisağladı. Bunun yanı sıra Brezilya dev-leti, artan iktisadi gücü güvenceyealabilmek için ciddi bir silahlanmaiçinde. Kıtanın belirsiz siyasi iklimin-de, komşu ülkelere yapılan büyükyatırımları koruyabilmek için şartolduğu gerekçesiyle, Fransa ile top-lam 12 milyar doları bulan silah alımanlaşması imzaladı.

Popülizm ve Yolun Sonu

Tüm bunlara rağmen, tıpkı Lula gibiRousseff de “kötünün iyisi olarak”değerlendiriliyor. Dış politikadaKüba ve Venezüella ile geliştirilenilişkiler yanılsamalara neden oluyor.“Castro öncelikle, Brezilya’nın veLula’nın baş düşman ABD emperya-lizmini zayıflatıyor gördüğü jeopoli-tik gücüne bakıyor.”* Brezilya zen-ginleri açısından PT iktidarı bir tehli-ke arz etmiyor. Finans sektörü zen-ginliğine zenginlik katıyor. Finanskapital Türkiye’de olduğu gibi devleteborç para verip yüksek faizle geri alı-yor.

Resmi rakamlara göre 11 milyonyoksul aileye yardım edildi. Çeşitlisosyal programlarla 30 milyon insa-na ulaşıldığı söyleniyor. Ancak bunlarson derece yetersiz. Önümüzdekisüreçte Türkiye ve dünya soluBrezilya’ya ilişkin başka tondakonuşmak zorunda kalabilir. 2002yılından beri beklenti içinde olanBrezilya emekçileri yeni birliklere vearayışlara girebilir. Nedeni Lula’nınyaratığı hayal kırıklığıdır.

* Immanuel Wallerstein, “Solun ezeliaçmazı: Brezilya vakası”, 15.3.2010

BREZİLYA SEÇİMLERİBrezilya’da beklenen oldu. Lula’nın halefi Dilma

ikinci turda oyların yüzde 56’sını alarak

Brezilya’nın yeni devlet başkanı oldu. 8 yıl önce

bir sendikacı ve işçi olan Lula’yı seçen Brezilya

halkı bu sefer de bir ilke imza atarak eski bir

gerillayı başkan yaptılar. Ayrıca Roussef ülkenin

tarihinde seçilen ilk kadın başkan oldu.

AZİZ KÜÇÜK

Eski Kadın Gerilla Artık Devlet Başkanı

Page 24: TO-Gazete-35/7

DÜNYA24 ARALIK 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

WIKILEAKSETEĞİNDEKİ TAŞLARI

DÖKÜYOR

SERAP ŞEN

WikiLeaks esas belgeleri 2010’dayayınlamaya başladı. Bağdat'ta aralarında

iki Reuters muhabirinin de yer aldığı 12kişinin ölümü ile sonuçlanan bir ABD

helikopter saldırısının gizli video görüntülerive Afganistan'daki savaşa

ilişkin 92.000'den fazla belge ile Irak SavaşGünlükleri büyük ses getirdi.

WikiLeaks kendini “akredite gazete-ciler, yazılım programcıları ve ağmühendislerince kurulmuş, karamacı gütmeyen bir medya kurulu-şu” olarak tanımlıyor. Amacını “kay-nakların gazetecilere bilgi ulaştırmasıiçin yenilikçi, güvenli ve anonim(kimliği deşifre etmeyen) yollar sağ-lamak”, temel aldığı ilkeleri ise “ifadeve basın özgürlüğünün korunması,bilgi üzerindeki tekelin ve sansürünortadan kaldırılması ve tüm insanlıkiçin ortak bir tarihi belleğin geliştiril-mesi” olarak belirtiyor.

İlk belgesini 2006’da yayınlayanWikiLeaks’in belge arşivi, savaş suç-larından çokuluslu şirketlerin ticarisırlarına, devletlerin ifade ve basınözgürlüğüne yönelik gizli/örtülü sal-dırı ve ihlallerine, küresel ısınmayailişkin gerçekleri manipüle eden“bilimsel” araştırmalara dek geniş biryelpazeyi kapsıyor. Özellikle ABD’ninIrak ve Afganistan’daki savaş suçları-na, sivil ölümlerinin nasıl hasıraltıedildiğine, NATO şemsiyesi altındagerçekleştirilen katliamlara, BM“barış” gücü askerlerinin fuhuş vetecavüz siciline ilişkin yayınladığıbelgeler büyük etki yarattı.WikiLeaks hem doğrudan belgelerleçalıştığı hem de özel olarak sadece buişle ilgilendiği için, Ebu Gureyb ceza-evindeki işkenceler ya da ilaç tekelle-

rinin Afrikalıları kobay olarak kullan-ması gibi, ya münferit vakalarmışgibi patlatılıp söndürülen ya da sade-ce sol basında yer bulabildiği içingeniş kamuoyu açısından marjinalkalan gerçeklerin tüm dünyaya malolmasını sağlıyor. Yani muktedirlerinkirli çamaşırlarının ortaya çıkarılma-sına özel olarak odaklanması ve doğ-rudan belgeleyerek ifşa etmesi etkisi-nin asıl nedeni.

WikiLeaks’in sağladığı belgeleriyayınladığı için eleştirilen gazeteler-den Guardian, kendisini şu sözlerlesavunuyor: “Medyanın, muktedirleriutanç verici durumlardan korumakgibi bir görevi yok.” [1]

Derin BelgelerleSığ Sularda Yüzmek

WikiLeaks temsilcileri, amaçlarınailişkin olarak şu sözleri de kaydetmiş:

“WikiLeaks, kaynağı deşifre etmeksi-zin yığınsal belge sızdırma konusun-da, Wikipedia'nın sansürlenemeyenbir versiyonu olacak. Esas olarakAsya, eski Sovyet Bloğu, Sahara AltıAfrika ve Ortadoğu'daki baskıcırejimlerle ilgileniyoruz. Ancak Batı’dakendi hükümetlerinin ve şirketleri-nin etik dışı davranışlarını açığaçıkarmak isteyenlerden de katkı bek-

liyoruz.” [2]

Bu beyan, ABD’nin dış politika çıkar-ları ve NATO’daki son dönüşümleaçıkça örtüşüyor. AyrıcaWikiLeaks’in belgeleri paylaşmakiçin seçtiği gazetelerden biri olanNew York Times da (diğerleri DerSpiegel ve Guardian), WikiLeakskonusunda soru işaretlerine nedenoluyor. New York Times, bilindiğigibi ABD’nin Irak işgalini meşrulaş-tırmak için “Irak rejiminin kitle imhasilahlarına sahip olduğu” yalanınıyayan medya kuruluşlarının başındageliyor.

Ayrıca WikiLeaks’in, benzer iş görenbaşka sitelerce yayınlanan ve temsil-cilerinin kurulmadan önce yaptığı e-posta yazışmalarını ortaya koyan bel-gelerde, ABD’nin dış politikasınıbelirleme ve yabancı ülkelere müda-hale zemini hazırlama misyonunasahip çeşitli “sivil” toplum örgütlerinidanışma kuruluna davet ettiği açığaçıkmış. Bu kuruluşlardan biri olanFreedom House, Washington bazlıbir "bekçi örgüt". Başkanı Reagan veBush yönetimleri dönemindeDışişleri Bakanlığı yasal danışmanlı-ğını yürütmüş.

Öyleyse WikiLeaks’eNasıl Bakmalı?

WikiLeaks belgeleri size deTürkiye’nin son yıllarına damgasınıvuran, egemen iktidar blokları ara-sındaki bilek güreşinde faş edilengömülü silahları, cephanelikleri,darbe senaryolarını, ses kayıtlarınıvb. hatırlatmadı mı? Türkiye’nin sonyıllarına damgasını vuran Ergenekonoperasyonunu hatırlayalım. Internetortamında yayınlanan Ergenekoniddianamesi bizlere ne olup bittiğinisöylemiyordu, ta ki Ertuğrul Mavioğluve Ahmet Şık’ın iki ciltlik

Ergenekon’u Anlama Kılavuzu çıkıpda dezenformasyon, bilgi bombardı-manı ve kirliliği enformasyona dönü-şene dek.

Bu bağlamda WikiLeaks ifşaatları da,yeni küresel politikalar belirlenirken,başta öncü devlet ABD olmak üzere,dünya muktedirleri arasındaki nazikdengelerin çıkardığı çatırdama sesleriolarak görülebilir. WikiLeaks’e böylekayıtlar koymak şart ve gerekli olsada, tümden burun kıvırmak veAKP’nin her taşın altında İsrail par-mağı araması gibi komplocu düşün-mek apolitik bir yaklaşım gibi görü-nüyor.

WikiLeaks’in gösterdiği en önemlişey, 38 yıl önce ABD ordusunun iç ile-tişimi için geliştirilen Internet’in,bugün yaratıcısını “Çıplak Kral”adönüştürdüğü ve bilgiyi hızla veengellenemez şekilde yaydığı gerçe-ğidir.

Ordularıyla savaşlar çıkaran, kandöken, katliamlar düzenleyen; çoku-luslu şirketleriyle Üçüncü Dünya’yıatık çöplüğüne dönüştüren, doğayıtalan eden; üstüne bir de yasalarla busuçlarını “askeri/ticari sır” diyerekgizleyen ve medyası ile örtbas edenegemenlere karşı bizler anadanüryan şeffafız. Neden onların kendiyasalarınca bile suç olan eylemleri, 7gün 24 saat MOBESE kameraları ileizlenen, telefonları dinlenen, hesaphareketleri takip edilen, akıllı biletle,GPRS’le gittiği yer kaydedilen bizleriçin “sır” olsun/gizli kalsın?

Dipnotlar:

1. Simon Jenkins, “US embassy cables: Thejob of the media is not to protect the pow-erful from embarrassment”, Guardian,28.11.2010

2. Michel Chossudovsky, “Who is BehindWikileaks?”, Global Research, 13.12.2010

Yeni Çağın Gazeteciliği mi, Egemenlerin Yeni Dış Politika Aracı mı?

Egemenler ordularıyla savaşlar çıkarıp katliamlar

düzenlerken, çokuluslu şirketleriyle Üçüncü

Dünya’yı ve doğayı talan ederken; onların kendi

yasalarınca bile suç olan bu eylemleri, 7 gün 24

saat MOBESE kameraları ile izlenen, telefonları

dinlenen, hesap hareketleri kayıt altına alınan

kitleler için neden “sır” kalsın?

Page 25: TO-Gazete-35/7

ARALIK 2010 25GENÇLİKÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Yusuf Ziya Özcan'ın YÖK'ün başınageçtiği günden bu yana makaralardönmeye başladı ve bir film gösteri-me girdi. Bu filmin temel kurgusu,eğitimin paralı halegetirilmesi/öğrencilerin müşterileş-mesi ve üniversitenin gerek bilimseletkinlik gerekse de öğrencilere veri-len eğitimin içeriğin açısından piya-sanın ihtiyaçlarına maksimumdüzeyde yanıt verir bir biçimde dön-üştürülmesiydi.

Bunları hayata geçirmek için üniver-sitelerin dikensiz gül bahçesi halinegetirilmesi gerekiyordu. Daha önceharç zamlarını geri çektiren direni-şin bir benzeriyle karşılaşmamakiçin gereken önlemler alınmalıydı.Daha okulların açıldığı ilk hafta üni-versitelere genelge göndererek işebaşlayan YÖK'ün, bu önlemlerinyeterli olmayacağını kendisinin debildiğini, öğrencilere uygulanan şid-detin boyutlarından anlamak müm-kün.

Bütünlüklü bir planı adım adım uygu-lamaya koyarken öğrencilerle birmevzi savaşına tutuşmak zorundakalan AKP, yükseköğrenime ilişkindüzenlemelerinde bu kez büyükoynama derdinde. AKP, referandumlaaçtığı mevzilerde kalıcılaşma çabası-nın sonucu olarak YÖK'ü “reform”ladaha fonksiyonlu ve hareket kabiliye-ti daha yüksek bir konuma çekmeyiplanlarken, üniversitelerin işleyişinedaha az burnunu sokacak bir YÖKyaratarak oluşacak boşluğu da işa-damlarından oluşan mütevelli heyet-leriyle doldurmayı amaçlıyor.

Başbakan, YÖK'ün “reforme edilece-ği” tarih olarak 2011 seçimleri sonra-sını açıklamış olsa da, öğrencilerinbuna izin vermeme iradesi ve karar-lılığının bu programı ne yönde etkile-yeceğini önümüzdeki günlerde göre-ceğiz.

Sorun YÖK'ün herhangi bir biçimdekaldırılması ya da değiştirilmesi değil-dir. YÖK ancak onu YÖK yapan fonk-siyonları ortadan kaldırıldığında tamanlamıyla kaldırılmış olacaktır. Bunu

yapacak olanlar ise muktedirler değil,29 yıldan bu yana “YÖK kalkacak”diyenlerdir.

YÖK'e Hayır, Neye Evet?

Kuşkusuz bu sorunun cevabı “Nasılbir eğitim istiyoruz?” sorusuna ver-diğimiz cevaptan bağımsız düşünüle-mez. İşte, bu sorunun çok daha sıkdillendirildiği bir dönemdeyiz ve bili-yoruz ki bir sorun en çok çözümeyakın olunan zamanda dillendirilir.“Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eği-tim” talebimizi slogan soyutluğundançıkarıp gerçeğe dönüştürmeye enyakın olduğumuz zamandayız. Ve,süreç bizden ne istediğimiz konu-sunda sınırları daha belirgin çizilmişbir talepler bütünü talep ediyor.Geçmişte bir dönem “öğrenci anaya-sası” olarak da tartışılan bu talepler“mücadele eden kazanır” ilkesinigeniş kitlelere hatırlatırken en önem-li aracımız olacak.

Özgür demokratik üniversite progra-mı için kolları sıvıyoruz.

YÖK'ü kaldırma mücadelesi verirkenalternatifimizi ayrıntılandıracağımız5 temel başlık olacak:

1- Parasız eğitim, üniversite bütçeleri

2- Üniversitelerin hem yerel hem demerkezi olarak yönetimi, yönlendiril-mesi ve düzenlenmesi sorunu (mer-keziyetçilik ve anti-demokratiklik)

3- Üniversitelerde güvenlik ve özgür-lük sorunu

4- Üniversite-piyasa ilişkisi yerineüniversite-halk ilişkisi

5- Yükseköğrenime geçiş ve sınavlarsorunu

Bu beş başlığa ilişkin kafamızda pekçok cevap var. Önümüzdeki günlerbu cevapların geniş öğrenci kitleleriiçinde tartışılması, sistematize edil-mesi, ortak bir akılla geliştirilmesisüreci olacaktır.

Bu noktada;

1- Başta harçların kaldırılması olmak

üzere, beslenme, barınma ve ulaşımgiderleri gibi eğitim giderlerinintümünün devlet tarafından karşılan-ması. Eğitimin parasız hale getirilme-si.

2- Üniversitenin ve akademik birim-lerin yönetiminin; öğrenci, akade-misyen ve çalışanlardan oluşan mec-lislerce yürütülmesi. Merkezi planla-manın, bu meclis üzerinde yükselenbaşka bir meclisçe yapılması, merke-zi planlamanın yükseköğreniminsevk ve idaresindeki payının olabildi-ğince azaltılması, üniversite meclisle-rinin yerel yönetimlerle ilişkisiningüçlendirilerek merkezi planlamanınişlevlerinin daha teknik düzeye indi-rilmesi.

3- Güvenlik hizmeti adı altında üni-versitede yuvalanan ÖGB, polis, jan-darma vb.nin üniversiteden çekilme-si, güvenlik hizmetinin bu meclisle-rin denetimindeki kamu personelin-ce verilmesi.

4- “Ülkenin ihtiyaçlarına uygun insangücü yetiştirme” ya da “mesleki yet-kinlik kazandırma” adı altında üni-

versiteyi piyasanın hizmetine açan;staj, proje, teknokent vb. araçlarlaöğrencileri sömüren; üniversitelerinyönetimini mütevelli heyetlerinebırakan üniversite-piyasa işbirliği yada şirket üniversiteleri mentalitesiyerine üniversitenin halkla iletişimkurabilmesini, üretim ve hizmetetkinliğinin ürünlerinden halkınfayadalanmasını sağlayacak meka-nizmaların tarif edilmesi.

5- Eğitim hakkının önüne geçen veişsiz bırakan sınavlar başta olmaküzere eğitimde bölgesel, ulusal, sınıf-sal, cinsiyete dayalı eşitsizlikleri yara-tan tüm faktörlerin ortadan kadırıl-ması, etkisinin zayıflatılması, herkeseeşit ve parasız eğitim olanaklarınınsağlanması gibi asgari maddeler buprogramın temel köşe taşları olacak-tır.

YÖK'e karşı verdiğimiz demokrasimücadelesinin düşmanlarının bütünçarpıtma, karalama ve manipülas-yonlarına karşı;

Özgür, demokratik üniversite içinyola çıkıyoruz!

AKP’NİN ROTASI BELLİ“Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim” talebimizi

slogan soyutluğundan çıkarıp gerçeğe

dönüştürmeye en yakın olduğumuz zamandayız.

Ve, süreç bizden ne istediğimiz konusunda sınırları

daha belirgin çizilmiş bir talepler bütünü talep

ediyor. Geçmişte bir dönem “öğrenci anayasası”

olarak da tartışılan bu talepler “mücadele eden

kazanır” ilkesini geniş kitlelere hatırlatırken en

önemli aracımız olacak.

ULAŞ TAŞTEKİN

Üniversiteler Bizimle Özgürleşecek

YÖK'e karşı verdiğimiz demokrasi mücadelesinin

düşmanlarının bütün çarpıtma, karalama ve

manipülasyonlarına karşı; özgür, demokratik

üniversite için yola çıkıyoruz!

Page 26: TO-Gazete-35/7

KADIN26 ARALIK 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Göstericiler arasında bulunan ondokuz yaşında bir hanım, yediğidayakla bebeğini düşürmüş. Ondokuz yaşında, üniversite öğrencisive hamile… Tamam, “geleneksel örfve adetlerimize” olmasa bile“Avrupa Birliği standartlarına”uygun… Ama “hanım hanım, ne işinvardı o halinle orada” diye sormakkötü kişi olmaya yol açıyor… “Seninbirinci sorumluluğun bebeğine karşımıdır yoksa Kemal Kılıçdaroğlu’nakarşı mı?” diye sorsak tepki görürüz.

Engin ARDIÇ- Sabah

Kız öğrenci ismini saklıyor çünkü evlideğil ve ailesi de hamile olduğundanhabersiz. Polise bakarsanız, bu kızöğrenci hamile olduğunun farkındadeğildi. Zaten hamile birisinin polisleçatışmanın olacağı bilinen bir göste-riye katılması normal bir durumdeğil. Polisin gösterilerde uyguladığıaşırı şiddet yüzünden çocuğunudüşüren ilk kadın geçen haftaki gös-terilerde çocuğunu düşürdüğünüsöyleyen kadın değil… Daha öncebaşörtüsü gösterileri sırasında NurayBezirgan adındaki bir kadın polis şid-deti yüzünden bebeğini düşürmüş-tür. Hem de Nuray Bezirgan bu şid-dete maruz kaldığında evliydi ve ikizbebeklere hamileydi.

Nuh Gönültaş- Samanyoluhaber

4 Aralık günü, SDP ve Genç Sen üyesihamile bir kadın öğrencinin maruzkaldığı polis şiddeti sonucunda bebe-ğini kaybetmesinin ardından, yaygınmedya tarafından genç kadına şiddetuygulanmaya devam edilmiştir. Buyaşanan olayda, patriyarkal sistemin,kadın bedeni üzerinden polisin fizik-sel şiddeti ve medyanın ikiyüzlü“ahlakçılığı” ile birlikte kendini nasılyeniden ürettiğini görmekteyiz.Siyasi iktidarın ve medyanın yaklaşı-mının, patriyarkal sistemin kendiniyeniden üretmesi bağlamında irde-

lenmesi gerekmektedir.

“Önce Kadınları Vurun”

“Önce kadınları vurun” BatıAlmanya’da şehir gerillalarına karşıkurulan silahlı özel timlere veInterpol’ün aynı amaçla kurulanbütün Avrupa timlerine verdiği öğüt-tü. Eylemlerde kadınlara ayrıcalıklıolarak uygulanan şiddet aynı yaklaşı-mın devamıdır. Hamile olduğunu söy-lemesine rağmen polisin genç kadı-nın rahmine yönelik uyguladığı şid-det, savaşlarda egemen sınıfların,kadının bedeni üzerindeki hâkimi-yetleri ile karşı tarafı yenilgiye uğrat-mayı kurguladıkları yaklaşımlarınınbir uzantısıdır. Tıpkı, savaş sırasındatecavüze uğrayan Bosnalı, Kürt,Filistinli kadınların maruz kaldığı şid-det gibi. Tıpkı darbe dönemlerindetecavüze uğrayan Arjantinli, Şilili,Türkiyeli kadınlar gibi. Tıpkı dünya-nın dört bir yanında kaçırılarak veyagözaltına alınarak taciz ve tecavüzeuğrayan muhalif kadınlar gibi. Buolayda da iktidar kendine karşı muha-lefeti, kadının doğurganlığını yoketme suretiyle cezalandırmak iste-

miştir.

Erkek Medyanın Şiddeti

Medyada, kadına yönelik bu şiddetinişlenişine baktığımızda son dereceeril bir üslup ve cinsiyetçi bir dil kul-lanıldığı görmekteyiz. Kadına yönelikşiddet, taciz ve tecavüz vakalarında,patriyarkal sistemin ürettiği “sorum-lu olan kadındır” yaklaşımı bu olaydada medya tarafından açık bir şekildeifade edilmektedir. Bebeğin ölümün-den, şiddeti uygulayan polis değil,eyleme katılan hamile kadın sorumlututulmaktadır. Patriyarkal sistemdekadının yeri özel alanı olan evidir.Kamusal alanın parçası olan sokaklarerkeklerindir. Hele bir de hamile ise,kadının sokakta işi ne? Hamile birkadının eyleme katılması patriyarkalsistemde şiddeti hak etmesi anlamınagelmektedir. O nedenle bu anlayışagöre, gördüğü şiddetin ve bebeğinölümünün sorumlusu “sorumsuzkadındır”.

Medyada kadının evli olmaması veyaşının küçük olması üzerinden deikiyüzlü bir ahlakçılıkla kadının aşa-

ğılanmaya çalıştığını görmekteyiz. 19yaşının altında binlerce kadının zorlaevlendirilmesine ve çocuk sahibiolmasına, evli kadınların birçoğununaile içi şiddet görmesine, her gün üçkadının erkek şiddeti nedeniyle haya-tını kaybetmesine ses çıkarmayanmedyanın, kendi istek ve iradesi ilehamile kalan bir kadını “ahlaksızlıkla”yargılaması ikiyüzlü erkek egemenahlak anlayışıdır.

Erkek egemen medyaya kadınlar ola-rak bir kez daha sesleniyoruz:“Kadınların doğurup doğurmayacağı,kaç çocuk doğuracağı ya da hamileliksüresini nasıl geçireceği konusundakarar vermek hiç kimsenin tasarru-funda değildir. Kadınların doğurma-ması ya da doğurması herhangi birhakkının yok sayılmasına gerekçegösterilemez. Ve doğurmaları kadın-ların düşünmesi, eylemesi, çalışması,üretmesi, sokağa çıkması, itirazetmesi, haklarını aramasına manideğildir. Bunun aksini iddia etmekkadın düşmanlığı, ayrımcılık ve suç-tur.”

Eril Medya Zihniyeti Tel Tel Döküldü

Kadına yönelik şiddet, taciz ve tecavüz

vakalarında, patriyarkal sistemin ürettiği

“sorumlu olan kadındır” yaklaşımı bu olayda da

medya tarafından açık bir şekilde ifade

edilmektedir. Bebeğin ölümünden,

şiddeti uygulayan polis değil, eyleme katılan

hamile kadın sorumlu tutulmaktadır.

Patriyarkal sistemde kadının yeri özel alanı

olan evidir. Kamusal alanın parçası olan

sokaklar erkeklerindir.

BEDENİMİZ BİZİMDİR!

19 yaşının altındabinlerce kadının zorla

evlendirilmesine ve çocuksahibi olmasına, evli

kadınların birçoğunun aileiçi şiddet görmesine, her

gün üç kadının erkekşiddeti nedeniyle hayatını

kaybetmesine sesçıkarmayan medyanın,

kendi istek ve iradesi ilehamile kalan bir kadını

“ahlaksızlıkla” yargılamasıikiyüzlü erkek egemen

ahlak anlayışıdır.

E. SANDIKÇI

Page 27: TO-Gazete-35/7

ARALIK 2010 27KADINÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

1 Kasım 2010 itibariyle 1. basamaksağlık hizmeti veren kurumlar olansağlık ocakları kapatılarak ailehekimliği uygulamasına geçildi. Üze-rinde “Aile hekiminizle tanıştınız mı?”yazılı öteye beriye asılmış bez ilanla-ra, billboardlara inanıp da aile dokto-ru ile tanışmaya giden ve tıpkı filmler-deki gibi hasta olduğunda doktor çan-tası ile eve gelip hastayı muayeneeden doktorlar uman pek çok kişihayal kırıklığına uğradı zira tedaviolmak bir yana aile hekimiyle tanışa-bilmek için bile önü sıra yer alan3499 kişiyi beklemesi gerekiyordu.Çünkü bir aile hekimine düşen hastasayısı yaklaşık olarak 3500 kişi.

Aile hekimliği uygulaması ‘sağlıkreformu’, ‘sağlıkta yeniden yapılan-ma’ adı altında sosyal güvenlik siste-minde neoliberal politikalara bağlıolarak uygulanan sağlık hizmetleri-nin piyasalaşması ve ticarileşmesinoktasındaki dönüşümün bir parçası.

Sağlık OcaklarındanAile Hekimliğine

Sağlık ocaklarının görevi toplum sağ-lığını geliştirmek, güçlendirmek, sağ-lığın korunmasını sağlamaktır. Ailehekimliğine geçile birlikte, toplumayönelik koruyucu ve tedavi edici sağ-

lık hizmeti verme uygulamasındanbireye yönelik sağlık hizmeti uygula-masına geçilmiş oluyor. Toplum sağ-lığı bu uygulama ile göz ardı ediliyor.Sağlık ocakları sisteminde toplumunihtiyaçlarına göre, özellikle başvurul-muş olmasa da yerinde tespit edilenve verilen hizmetler, aile hekimliğiuygulaması ile başvuran temelindebireye özel verilmektedir. Bellisebeplerle herhangi bir sağlık kuru-luşuna başvuramayan özellikle dekadınlar, çocuklar, yaşlılar ve yoksul-lar, aile hekimliği uygulaması ilekoruyucu sağlık hizmetlerindenyararlanmak noktasında sıkıntı yaşa-yacaklar.

Sosyal güvenlik alanında yaşanandönüşüm ile sağlık hizmetleri alınır-satılır bir meta haline geliyor.Dolayısıyla temel bir insan hakkıolan nitelikli sağlık hizmetlerine eri-şim sınırlı bir azınlığın hakkı olurkenemekçilerin, ezilenlerin hakları gaspediliyor; bu temel insan hakkınaulaşması engelleniyor. Parası olanaparası kadar sağlık hizmeti veriliyor.

Kadınlar En Dezavantajlı GrupBir yandan kadın istihdamının düşükolması, istihdam edilen kadınlarınönemli bir kısmının enformel alanda

istihdam ediliyor olması ve enformelalanda çalışan kadınların sosyal hak-lardan, sağlık güvencesinden yoksunbırakılması, diğer yandan “dışarıda”bir işte çalışmayan kadınların ev için-de yaptığı işlerin -temizlik, yemek,bakım vb.- “iş”ten sayılmayarakkadınların ev içinde yaptığı işlerinpatriyarkal kapitalist sistem tarafın-dan görünmüyor olması dolayısıylakadınların ev içinde yaptıkları işlergerekçesiyle herhangi bir sağlıkgüvencesinden, emeklilik hakkındanyararlanamıyor olması, kadınları sos-yal güvenlik sisteminin dışında bıra-kıyor. Böylesi bir durumda kadınlarsosyal güvenlik sisteminden ancakbabaları ya da kocaları dolayısıylayararlanabiliyor. Bu da kadınlarıbabaya yahut kocaya bağımlı halegetiriyor.

Özel olarak sağlık hizmetlerinin,genel olarak da tüm kamu hizmetleri-nin piyasaya açılarak metalaştırılma-sı ile birlikte kadınlar sadece sosyalgüvenlik hakkından mahrum bırakıl-mıyor, aynı zamanda patriyarkal sis-temin kadınlara yüklediği roller birkat daha artıyor.

Peki Ne Oluyor?Dışarıda herhangi bir kamu kurulu-şunda sağlık ya da bakım hizmeti ala-mayan yaşlıların, çocukların, hastala-rın bakımı evdeki kadınların omuzla-rına yükleniyor. Kadınlar sadecetemizlik ve yemek yapmakla kalmı-yor aynı zamanda “aşkla” ve “sevgiy-le” bakım hizmetlerini de yerine geti-riyor. Hem doktor hem hastabakıcıhem de hemşirelik görevlerini üstle-niyor. Devlet kamusal harcamalardanelini çektikçe kadınların yükü artıyor,kadınlar ev içinde daha fazla zamanharcıyor, böylece kadınlar dahayoğun bir biçimde özel alana hapse-

diliyor.

Sağlık Çalışanı Kadınlar İçinde Hak Gaspları Sürüyor

Sağlık alanı, toplumsal cinsiyet rolle-rine bağlı olarak kadınların yoğunolarak istihdam edildiği alanlardanbiri. Bu sebeple sağlık alanındakidönüşümlerden sadece hizmet alandeğil hizmet veren olarak da kadınlaryoğun biçimde etkileniyor. Sağlık ala-nında yaşanan dönüşüm ile birliktesağlık alanında çalışanlar da tanımsızişlerde, uzun çalışma saatleri altında,iş ve sosyal güvenceden yoksun ola-rak istihdam ediyor. Örneğin dahaöncesinde sağlık ocaklarında sağlıkpersoneli olarak çalışan, bu alandaönemli bir yeri olan ve büyük kısmıkadın olan hemşireler, ebeler, sağlıkmemurları; aile hekimliği uygulama-sı ile “sağlık elemanlığı” adı altındakayıt tutmaktan hasta bakmaya kadartanımsız pek çok işi doktora yardımcıolma biçiminde yapacak.

Tüm bunlardan çıkarılacak sonuç isebu sistem sağlığımızı bozuyor! Bunakarşı herkese sağlık ve güvenli gele-cek hakkını savunmakla birlikte, pat-riyarkal-kapitalizmin liberal kabaeşitlikçi bakış açısı ile kadın ve erke-ği eşit bireyler var sayarak kadınlarınbakım emeğini, ev içi emeğini gör-mezden gelmesine karşı politikalargeliştirmek ve sosyal güvenlik siste-mini buna göre oluşturmak gereki-yor.

- "Sosyal Güvenlik Sisteminde DönüşümünKadınlara Etkisi: Gelinen Durum", MeldaYaman Öztürk Almanak 2009 Analizleri,SAV, Kasım 2010 sf. 350-359

- "Türkiye'de Birinci Basamak SağlıkHizmeti: Sağlık Ocaklarından Aile HekimliğiSistemine" Meltem Çiçeklioğlu Almanak2009 Analizleri, SAV, Kasım 2010 sf. 545-553

Kadınlar Sağlığa Artık Bir Basamak Daha Uzak

Sağlık ocakları nüfus tabanlı çalışır, belli bircoğrafyadaki kişilerin sağlık ocaklarına

başvurmasalar da sağlık bilgilerini kayıt altınaalır ve olası sağlık sorunlarına karşı bütüncül bir

işlevle koruyucu sağlık hizmeti verir. Hizmetverilen coğrafyadaki okur- yazarlık oranı, yaş vb.gibi özgül durumlar da göz önünde bulundurulur.

Dolayısıyla toplumun dezavantajlı kesimlerineulaşmak ve onların sağlık sorunlarına çözüm

bulmak, onları bilinçlendirmek, ana-çocuk sağlığıhizmeti vermek gibi toplum sağlığı açısından

temel görevleri vardır.

REHA KESKİN

AİLE HEKİMİNİZLETANIŞTINIZ MI?

Aile hekimliği ile topluma yönelik koruyucu vetedavi edici sağlık hizmeti verme uygulamasından

bireye yönelik sağlık hizmeti uygulamasınageçilmiş oluyor. Toplum sağlığı bu uygulama ile

göz ardı ediliyor. Sağlık ocakları sistemindetoplumun ihtiyaçlarına göre, özellikle

başvurulmuş olmasa da yerinde tespit edilen veverilen hizmetler, aile hekimliği uygulaması ilebaşvuran temelinde bireye özel verilmektedir.

Page 28: TO-Gazete-35/7

EKOLOJİ28 ARALIK 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Tabiatı ve Biyolojik ÇeşitliliğiKoruma Kanunu, Aralık ayı başların-da Meclis'te görüşülmeye başlandı.Tasarının adında “koruma” sözününgeçmesi kimseyi yanıltmasın. Kanu -nun asıl amacı, doğal ve kültürel var-lıkların ve biyolojik çeşitliliğin “kulla-nımının” düzenlenmesi.

Dünyada var olan bütün doğal kay-nakları birer kazanç kapısı olarakgören, doğal ve kültürel varlıklarıkazanca malzeme olmadıklarında“boşuna” var oluyor sayan çarpıkkapitalist zihniyetin yeni bir marife-tiyle daha karşı karşıyayız.

İkizdere Vadisi'nin, Trabzon Kültürve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulutarafından sit alanı ilan edilmesiylebölgede yapılması planlanan HES(hidroelektrik santral) projeleriengellenmişti. Okuduğunuz yazınınkaleme alındığı tarihte meclise görü-şülmek özere gönderilmiş olankanun tasarısıyla bu tür “kaza”larınbir kez daha gerçekleşmesinin önünegeçiliyor.

Yasa, Kültür ve Tabiat VarlıklarınıKoruma Kurullarını iptal ederekdoğal sit alanı ilan etme yetkisiniÇevre ve Orman Bakanlığı bünyesin-de oluşturulacak Ulusal BiyolojikÇeşitlilik Kurulu'na devrediyor.Kültür varlıkları hakkında kararverme yetkisi ise Kültür ve TurizmBakanlığı'nın bünyesinde kurulacakKültür Varlıklarını Koruma Kurulu'naveriliyor. Tasarıya göre bir alan bir-den fazla koruma statüsüne sahipolamıyor, yani kültürel sit alanı aynızamanda doğal sit alanı olamıyor.Doğal sit alanı niteliğinde olan pekçok arkeolojik bölge bu özelliğiniyitirmiş oluyor. Kültür ve doğa birbi-

rinden kopartılarak koruma statüsügevşetilmiş, bu sayede sözü edilenvarlıkların ticarete tabi kılınmasınınönü açılmış oluyor.

Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu'ndagörev alacak kişilerin nerelerdenseçileceği de tartışmalı bir konu.Tasarıya göre, kurulun 14 üyesiBakanlık çalışanlarından, 4 üyesi aka-demisyenler arasından 2 üyesi isesivil toplum kuruluşlarının temsilcile-ri arasından seçilecek. Kurulun içeri-sinde Bakanlık çalışanlarının bukadar ağırlıklı olması nedeniyle kuru-lun alacağı kararların bakanlık irade-si dışında gerçekleşme ihtimali yokdenecek kadar az.

Kanun'da söz edilen “üstün kamuyararı”nın nasıl belirleneceği de birbaşka tartışma konusu. Kanuna göre;tabiatı koruma alanları, yaban hayatıkoruma sahaları, gen koruma alanla-rında hiçbir kullanıma izin verilmi-yor, ancak bu alanlarda ülke düzeyin-de “üstün kamu yararı” bulunuyorsaBakanlar Kurulu kararıyla tüzel kişi-ler lehine kullanım hakkı verilebili-yor. Sözü edilen üstün kamu yararı-nın hangi ilkelere göre belirleneceğide meçhul. Kanun, daha önce birbi-riyle çelişen iki ayrı hak söz konusuolduğunda çevre sağlığının korunma-sı için hayata geçirilen “üstün kamuyararı” ilkesini çarpıtarak, doğal var-lıkların “kullanımına” izin verme doğ-rultusunda yorumlamanın yolunuaçıyor.

“Üstün kamu yararı”nın nasıl gerçek-leşeceği konusunda kanunda yer alanbazı maddeler yeterli ipucu veriyor.Sözü edilen yasayla birlikteTürkiye'nin yüksek çeşitliliğe sahipdağları, meraları, ormanları, su hav-

zaları ve bu alanlarda yaşayan canlıtürlerinin metalaştırılmasının önün-deki engeller iyice ortadan kalkmışoluyor. Kanunda “korunan alanlardaendüstriyel kullanıma konu edilecekyabani bitki ve hayvan türlerinin tabiiortamlarından toplanması, kullanıl-ması ve elverişli bir konumda muha-faza edilmeleri için gerekli tedbirlerBakanlıkça alınır veya aldırılır” deni-yor. Yani Tohumculuk Kanunu,Biyogüvenlik Kanunu vb. kanunlardagördüğümüz, sermayenin önünüaçarken yoksulların kullanım hakla-rını sınırlama uygulaması burada dakarşımıza çıkıyor. Köylülerin doğadayetişen, ilaç hammaddesi olabilecekbitkiler, tohumlar vb. maddeleri top-layarak pazarlarda satmasının önünegeçiliyor. Kanun bu maddelerin top-lanması ve satılmasını şirketlerinlehine olarak düzenliyor.

Kanunun uygulanmaya başlamasın-dan sonra başımıza nelerin gelebile-ceğini tahmin etmeye çalışalım:Kanunun ilk olarak karşımıza çıka-cak etkilerinden biri, HES projeleri-nin yapımının kolaylaştırılması. SİTalanı ilan edilme vb. uygulamalarkontrol altına alınacağı için HES'leryasal engellere takılmadan yapılabile-cek. İkinci önemli etkiyi ise kentseldönüşüm projelerinde göreceğiz.İstanbul'a yapılacak 3. köprü, tüpgeçit vb. projeler SİT engeline takıl-madan uygulanabilecek. Karadenizkıyısında, Sarıyer, Beykoz, Şile gibiilçelerde bulunan SİT alanları gönülrahatlığıyla talan edilebilecek.Kanunun önemli bir etkisini de kara-yolu, tersane, liman vb. projelerinuygulanmasının kolaylaşmasıylagöreceğiz. Sözü edilen projelerinönündeki “tarım alanı”, “deprem böl-gesi”, “SİT” vb. engeller ortadan kalk-

mış olacak.

“Tabiatı ve Biyolojik ÇeşitliliğiKoruma Kanunu”nun tabiatı kimler-den “koruyacağı” açık olarak görülü-yor. Önce yanı başından geçen dere-nin suyunu kullanması engellenenköylüler şimdi de merada yetişen otutoplayıp pazarda satamaz hale getiri-lecek. Hayatımızın her alanı kamuyararı ve piyasanın yüksek çıkarlarıbahane edilerek talana açılıyor. Busayfalarda daha önce yayınlanmışyazılarda “Toprak, toprağın altındaki-ler, dağ, taş, su, hatta canlıların genle-ri birer birer ticari meta haline geti-rilmiş durumda. Bu yağmayı durdur-mak için bir şeyler yapmaya başla-mazsak soluduğumuz hava için kiraödeyeceğimiz günler uzak değil”diyorduk. Gidişat böyle sürersekazanç hırsı uğruna doğal olan, yeşilolan her şeyi çiğneyip geçen bu anla-yışın bize soluyacak hava bırakıpbırakmayacağı da tartışma götürür.

DOĞA VE BİYOLOJİKÇEŞİTLİLİK TİCARETE

TABİ KILINIYORİkizdere Vadisi'nin, Trabzon Kültür ve Tabiat

Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından sitalanı ilan edilmesiyle bölgede yapılması

planlanan HES (hidroelektrik santral)projeleri engellenmişti. Okuduğunuz

yazının kaleme alındığı tarihte meclisegörüşülmek özere gönderilmiş olan kanuntasarısıyla bu tür “kaza”ların bir kez daha

gerçekleşmesinin önüne geçiliyor.

MEBRUKE BAYRAM

Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Tasarısı Yasalaşıyor

Dünyada var olan bütün

doğal kaynakları birer

kazanç kapısı olarak

gören, doğal ve

kültürel varlıkları

kazanca malzeme

olmadıklarında

“boşuna” var oluyor

sayan çarpık kapitalist

zihniyetin yeni bir

marifetiyle daha

karşı karşıyayız.

Page 29: TO-Gazete-35/7

ARALIK 2010 29EKOLOJİÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

KAHVENİN EKONOMİSİVE EKOLOJİSİ ÜZERİNE

H. DURKAL

Kahve, günümüzde küreselleşme yoluyla

yaratılan kültürün de hiç masum olmayan bir

simgesi. Sosyalleşme mekânları olarak sunulan

Starbucks, Gloria Jean’s Coffee gibi mekânlar,

kafe olmanın ötesinde topluma egemen olan

tüketim kültürünün birer örneği.

Dünya kapitalist pazarında ham pet-rolden sonra en çok ticareti yapılanürün olan kahve, oldukça kanlı birgeçmişe sahip olmasının yanı sıra,günümüzde ekolojik dengenin de enbüyük düşmanlarından birisidir.Yıllık ticaret hacmi 100 milyar dolarcivarındadır. Kahve üretiminde başıçeken ülke Brezilya olup, bu ülkeyi ElSalvador, Guatemala, Kosta Rika,Kolombiya, Vietnam, Endonezya,Haiti, Hindistan gibi ülkeler izliyor.Kahveyi en çok satın alan ülke ABD,en çok tüketenler ise İskandinavlar.Yani üretimi Üçüncü Dünya’da yapı-lır, tüketimi ise ileri kapitalist ülkeler-de.

Bir zamanlar kırk yıl hatırı olankahve, kapitalizmin dünya ölçeğindegenişlemesi, neoliberalizmin yarattı-ğı kasırgayla kapitalizmin önemli birsimgesi haline geldi. Kahve kapitalistbir meta olarak yüzyıllardır tüketil-mektedir. Fakat bir meta olmasınınyanı sıra kahve, günümüzde küresel-leşme yoluyla yaratılan kültürün dehiç masum olmayan önemli bir sim-gesidir. Sosyalleşme mekânları ola-rak sunulan Starbucks, Gloria Jean’sCoffee gibi kahve mekânları birerkafenin ötesinde topluma egemenolan tüketim kültürünün birer örne-ğidir. Üstelik son yıllarda kahvepazarına Mc Donald’s da girmiştir.

New York’tan Osaka’ya, Moskova’danMadrid’e, İstanbul’a dek her yerde,

tek tip mekânlarda tek tip içilenkahve, kapitalizmin dünyayı tek birmekâna ve kültürü tek bir kültüredönüştürmesinin örneğidir. Şüphesizburalarda tüketilen kahvelerde, LatinAmerika, Afrika, Pasifik halklarınınkan ve gözyaşlarının yanı sıra yokolan canlı türlerinin hayaletleri var-dır.

Kahvenin Dünü-Bugünü

1400’lü yılların sonlarında LatinAmerika’ya ulaşan Avrupalılar butoprakları ele geçirerek buradaki yer-altı ve yerüstü zenginlikleriAvrupa’ya taşırken yeni bir çağınkapılarını aralıyorlardı. Kıtanın kay-naklarının sömürülmesinin yanı sıra,yerli halk vahşi katliamlarla ve salgınhastalıklarla adeta kırılmış, kalanlarise köleleştirilmişti. Bununla da kal-mayarak kıtanın verimli topraklarıüzerinde tek tip plantasyonlar kurupbölgenin zengin biyoçeşitliliğine çokciddi darbeler vurmuşlardı. Ayrıca busüreçte kıta ekonomisi Avrupa eko-nomisine tabi kılınmıştır.

Avrupalıların burada kurduğu plan-tasyonlardan bir tanesi de kahve bit-kisidir. Kahve üretimi bu topraklarüzerinde günümüze kadar gelmişolup, yerli halk kendi yiyeceğiniyetiştirmek yerine bu topraklardaAvrupa ve Amerika için kahve üret-mektedir. Bu üretim elbette kıtayayoksulluk, sefalet, açlıktan başka bir

şey getirmemektedir. Kıtanın ekono-misinin Batının ve Kuzeyin ekonomi-sine tabi kılınması tarih içerisindebüyük felaketlere neden olmuştur.1960'lı ve 1970'li yıllarda çay, şeker,buğday, mısır, kenevir ve kahveninfiyatlarının düşürülmesi, Kuzeyli veBatılı tüketicilerin çıkarına ÜçüncüDünya üreticilerinin daha da yoksul-laşmasına neden olmuştur. Ayrıca2000’lerin başında kahve fiyatlarındayaşanan düşüşün Orta Amerika’danAfrika’ya kadar 125 milyon kişiyietkilediği, Dünya Bankası’nın rakam-larına göre, kahvede devamlı çalışannüfusun istihdamında %54, sezonlukistihdamda %21’lik düşüş yaşandığıbelirtilmektedir*. Bu oyunlar yeryü-zündeki kahve üretim haritasınıadeta yoksulluğun haritasına çevirdi.Kahve üretilen bölgelerde özelliklevurgulamamız gereken, yoğun olarakçocuk emeği kullanılmasıdır. EduardoGaleano dünya solunun kült kitapla-rından bir olan Latin Amerika’nınKesik Damarları adlı eserinde kahve-nin dalından Kuzey Amerikalı tüketi-cinin fincanına kadar geçirdiği deği-şimde maloluş fiyatından işçilerinaldığı payın yalnızca % 5 olduğunubelirtir.**

Kahve ve Ekolojik Dengeler

Kahve özellikle tropikal yağmurormanlarında, Vietnam, Endonezya,Hindistan ülkelerinin geniş ormanla-rında yetiştirilmektedir. Şu ana dekvarlığı bilinen 1,5 milyon canlı türü-nün yarısı bu bölgelerde yaşamakta-dır. “Biyoçeşitlilik sıcak noktaları”olarak adlandırılan bu bölgeler yer-yüzünün yalnızca % 5’ine tekabüleder. Ki buradaki canlı türlerin çokazı keşfedilmiştir. Ne yazık ki tropi-kal ormanlar çok büyük bir hızlakahve plantasyonlarına dönüştürül-mektedir. Balta girmemiş ormanlargiderek birer küçük ada misali kahvebitkisiyle çevriliyorlar. Çevrili alan-larda daha az canlı türü bulunuyor, butürler de istilacı türler nitekim. Buyüzden türler büyük bir hızla yok olu-yor. Ormanların adacıklar halindebölünmesi güneş ışığının daha fazla

girmesine ve sıcaklığın artmasınaneden oluyor. Bu ısınma sonucundahassas türler yok oluyor. Tabi ikiyüz-lü sermaye bu konuda duyarlılığınartmasıyla hemen önlem alıyor veüretilen kahvelerin üzerine “shadegrown” (gölgede üretilmiş) yazaraktalanı gizlemeye çalışıyor. Oysakikahvenin yetiştiği gölge bir başkamonokültüre ait oluyor. Kimi kahve-lerde de “bird friendly” (kuş dostu)kahve plantasyonlarının yoğun ola-rak kuşlara ev sahipliği yaptığı iddiaediliyor ancak yapılan araştırmalartersini söylemekte***. Zaten bu ifa-deden şu anlam da çıkıyor: canlı türle-rini yok etsek de kuşları koruyoruz!

Kahve üretiminin doğa üzerindeyarattığı bir diğer tahribat da serma-ye-yoğun üretime geçilmesiyle başgöstermiştir. Yüksek yoğunlukta üre-tim tekniğiyle, kahve bitkilerinin ara-sındaki mesafe azaltılmaktadır. Buteknik ile birlikte, hektar başına4.000 ağaçtan 100.000 ağaca çıkıl-maktadır. Bu durumun toprak üze-rinde yaratacağı tahribatı varın sizdüşünün.

Sonuç olarak kahve keyfinin ardındaçoğu zaman yeryüzünün canlılarınınacıları, ıstırapları, sömürüsü egemenolabiliyor. Kapitalist düzenden yal-nızca insanlar değil, mevcut tüm canlıtürleri, genel olarak gezegen zarargörmektedir. Sovyetlerin çöküşünüizleyen süreçte dünya solu uzun tar-tışma dönemlerine girdi. Bu tartışma-lar belli düzeyde de devam etmekte-dir. Ancak şimdiye dek ne olduğununanlaşılması ile yetinildi. Aslolan 21.yy.da durumu değiştirmektir. Bu tar-tışmalarda artık ekolojik hassasiyetinsu götürmez bir şekilde hareket içeri-sinde yer alması gerektiğini tekrarvurgulamaya gerek var mı?

* “İyi Pragmatizm Vesilesiyle, "Taş ÜstüneTaş Koyma Hamlesi” , Tan Morgül,www.birikimdergisi.com

** Latin Amerika’nın Kesik Damarları,

Eduardo Galeano, Çitlembik Yayınları

*** Ayşegül Birand, NTV Bilim Dergisi,Ağustos 2010 sayısı

Üçüncü Dünyanın Talanı

Tropikal ormanlar hızla kahve plantasyonlarına

dönüşüyor. Balta girmemiş ormanlar kahve

bitkisi ile parselleniyor. Bu alanlarda daha az

canlı türü bulunuyor, bunlar da istilacı türler.

Ormanların adacıklar halinde bölünmesi

güneş ışığının daha fazla girmesine ve

sıcaklığın artmasına neden oluyor. Bu ısınma

sonucunda hassas türler yok oluyor.

Page 30: TO-Gazete-35/7

SANAT30 ARALIK 2010 ÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Bir “küçük burjuvacık” hep azınlıktarifiyle işittiği-bildiği, aslında mülkemalik icat olduğundan beri sayılarıhep çok olmasına karşın azla yetin-mek zorunda olanların sokaklarında,duygularında, tenlerinde ve kokula-rında kaybolursa ne olur? Lüks birmekânın saunasında kendisine paha-lı bir terleme ısmarlayan “büyük”leri-ne katlanamayan iştahlı bir tüketimarsızı, vakit terleriyle doyanları tanı-maya gelince ne yapar? Gaye sadece(gecelere) akmakken bedeni mastür-basyondan yeğ kılan “sevişmiş”nam’ına ermekse hangi gözyaşı aşkıntenine düşer?

Soruların afili biçimlerde sorulmuşolması izahları suyun üstünde yüzen,her gün körün gözüne sokarca etrafı-mızda gezinirken gizlenmeyi iyi bilenmeselelerin yeniden deşilmesini teş-vik etmek amacı güden bir yanıltma-ca esasen. Hatırı sayılabilecek mik-tarda yanıt bulabileceğimiz Çoğunlukfilminin derdi de benzer; diğerleriyleaynı dolmuşlara binmekten dahi hazetmeyen, süründüreni değil dilenenihor görmek için tonla bahanesi olanbir sözüm ona çoğunluk mensubu-nun olağanın üstüne çıkmayan, sıra-danın sınırlarını zorlamayan öykü-süyle az sayıda talihli(!) insanı çoğun-luk, daima durumlarından ziyadesayıları tartışadurulan çok sayıdainsanı azınlık yapan görünmez tılsı-mın üstüne un dökmek…

Oldukça başarılı oyunculuk icraları,imgelere davetkâr biçimde yorumaaçık olsa da gerçekçi olabilme denge-sini yakalayabilen hayat rengi karele-

riyle izleyiciyi saran gerilimli biratmosferde geziniyor öykü. Pahalı birmekânda paraya tok karınları, sekseaç gözleri, yumurta kırmayı becere-meseler de sipariş vermek ve gıdayıağza iletmek için marifetlice kullan-dıkları elleriyle kolayca ayıt edebile-ceğimiz, sık sık karşılaştığımız, tüket-me tutkuları tükenmeyen cenahtangenç bir erkek karakter başrol konu-ğu çoğunluk perdesinin.Muhafazakâr babasından bin min-netle alabilse de lüks arabasıylaBeyoğlu ve Cihangir sokaklarını aşın-dırabiliyor genç mirasyedi; babazoruyla Cuma namazına gitse de evealkollü gelmek burjuvada gençlik ala-metinden mazur görülüyor. Teksorun arada bir aile şirketinde çalış-ması gerekiyor ki genç bunu sorunetmekte haklı; sabahtan akşamakadar masa başında bilgisayar oyunuoynamaya sabır bir yere kadar daya-nır! Ancak bir ergen burjuvanın butür sıkıntılara çok sık isyan etse de birşekilde katlanması, yaşayabilmesininyani tüketebilmesinin yegane koşulu-dur. Bu nedenle “bizimoğlan” geçimi-ni, yüzü hiç gülmese de (filmde gül-meyen yüzlerden şikayetçi tek figüranne olduğu için bu bir sorun teşkiletmiyor) baba ne derse o olur’muşgibicilik oynayarak sağlıyor. Babatoplumsal mertebesi gereği namazkılarken, genç de finansal kaygılarlababanın hemen arkasında saf tutu-yor; öyle bir fotoğraf ki sanki bababulunduğu mevkiye, genç de cebi herdaim kabarık ve cömert babaya secdeediyor, hem de evine konuk oldukları

yaradan onları ibadet halinde izler-ken... Peki, kandırmaya çalıştıklarıgerçekten Tanrı mı?

Çağ yangınından nasibini fazlasıylaalmış genç, iletişim kurmakta birhayli sıkıntılı bir kişilik sergilediğin-den, cinsel arzularını kendi kendinekotarmak zorundadır fakat bu,(a)sosyal çevresini tatmin etmemek-tedir. Bundan dolayı da kendine azı-cık yakın davranan ilk “dişi”ye cansimidi gibi sarılır. Bilmediği şudur kibu kucaklaşma azınlıkta olanlarlatehlikeli bir temasın başlangıcıdır.Artık, hep adlarını duyduğu ama hiçdeğmediği; Kürtler, dilenciler,Kuştepe gibi yoksul semtlerde ika-met edenler, kahvaltılarını dolmuştaedenler, kendisinden çok daha azınasahipken gülmeyi becerenlerle karşı-laşacak ve hayatın çelişkilerini iste-meden, niyet etmeden de olsa tanıma-ya başlayacaktır.

Settar Tanrıöğen’in “MüteahhitBaba” karakterini ustalıkla ve dengelibir oyunculukla göğüslemesi, “GençOğul” için iyi seçilmiş bir oyuncu tipive yüzü ve yönetmen Seren Yüce’nin;karaktere salık verdiği azınlık top-raklarında yolculuğunu öykü içinesıradan yaşantılar vasıtasıyla zekiceyedirmesi sayesinde film, bir “yok-sulluk belgeseli”ne dönüşmedentürüne sadık kalmayı başarıyor.Genç’in aşık olduğu kadın karakterdebazı gerçekçi olmaktan uzak,(Marmara Üniversitesi SosyolojiBölümünde aileden kaçarak kendiimkanlarıyla okuma ve yaşama irade-si sergileyen ve zeki bir portrede res-medilen bir Kürt kızının en büyükidealinin ‘yakışıklı bir erkekle evlen-

mek’ olması gibi) çelişkili bir kişilikgörülse de genel olarak karakterlerinsosyo-psikolojik gerçeklikleri perde-ye başarılı biçimde yansıyor.Herkesin kendi çöplüğündekine kafatutması şeklinde yansıtılan yaşamınsınıflı kamplara bölük oluşu için aynave cam imgelerinin eşleştirilmesi gibioldukça derin ve yorumlaya müsaitkısımlar bulmak da mümkün filmde.

Çoğunluk ve azınlık arasındaki sözdeikileme sert bir kesinlikle müdahaleediyor Seren Yüce’nin filmi; Az sayı-da insanın “çoğunluk” diye adlandırı-lışı olsa olsa “ileri gitmek, haddiniaşmak” anlamındaki “çok olmak”tantüremiş olabilir. Çoğunluk: çokolanlar…

Bizim Alice Hüsranlar Diyarında Kaybolunca…

Çoğunluk ve azınlık arasındaki sözde ikileme

sert bir kesinlikle müdahale ediyor Seren

Yüce’nin filmi; Az sayıda insanın “çoğunluk”

diye adlandırılışı olsa olsa “ileri gitmek,

haddini aşmak” anlamındaki “çok olmak”tan

türemiş olabilir. Çoğunluk: çok olanlar…

ÇOĞUNLUK

Çoğunluk filminin derdi;diğerleriyle aynı

dolmuşlara binmektendahi haz etmeyen,süründüreni değil

dileneni hor görmek içintonla bahanesi olan

bir sözüm ona çoğunlukmensubunun öyküsüyleaz sayıda talihli(!) insanı

çoğunluk; daimadurumlarından ziyade

sayıları tartışadurulan çoksayıda insanı azınlık

yapan görünmeztılsımın üstüne un

dökmek…

G. ILGIN

Page 31: TO-Gazete-35/7

ARALIK 2010 31SPORÖZ GÜR LÜKTOP LUM SAL

Her topluluğun başında sallanan birsopa bulunmalı. Yoksa o topluluklarınasıl denetim altında tutarsınız? 5149Sayılı Sporda Şiddet Yasası da böylebir sopa. Bakalım bu sopa üstündesallandığı topluluğu dağıtabilecek mi?

Her tür toplumsal sorun malumunuzolduğu üzere yasayla ve bu yasayadayalı zor ile çözülür. Çözülmese deçözüm yolları güvence altına alınır.Önemli olan ortada bir toplumsalsorunun olmasıdır, ki bunun için debir toplumsallık yani bir araya gel-mişlik gerekir. Geçen sayıdaki yazıyıokuyanlar en genel anlamıyla sportifmücadelelerde izleyenlerin nasıl biryan yana geliş sürecinden geçtikleri-ni görmüşlerdir. Dilimiz döndüğünceifade etmeye çalıştık. Bu bir arayagelişlerin sahadakine paralel yansı-ması ister istemez rekabetin oyunalanından biraz uzaklaşmasını daberaberinde getirmekte idi.

Artık futbol ve benzer sporlardan

hoşlandığını açıkça belli eden aydınkesimin çok hoşuna giden emek-ser-maye çekişmesinden din savaşlarınakadar toplumun genel olarak kökleri-ne sirayet etmiş uzlaşmazlıklarınspordaki yansımasının yanı sıra hiç-bir toplumsal kalıba sığmayan çekiş-meler de spor etrafında kümelenmişkalabalıkların birbirlerine karşıtolması için yeterli sebepleri oluşturu-yordu. Kökenini yine en genel anla-mıyla İngiltere’ye dayandırsalar datarihten de bu tip karşıtlıkları bulmakbizleri şaşırtmamaktadır. Bu karşıt-lıkların şiddete dönüşmesi taraftardeyince aklımıza gelen ilk olumsuzlu-ğu yaratmaktadır.

Oysa karşımızda bu olumsuzluğunyanı sıra kendi açısından ürettiğideğerleri ve varoluşuyla bir topluluk-lar bütünü mevcuttur. Siyasi anlamdabakacak olursak ucu her tarafa açık-tır. Toplum genel olarak siyasi duru-şunu nasıl tanımlamışsa bu oluşum-

lar da oransal olarak toplumun mini-mal eşdüşeyleridir. Ama büyükçoğunluğu kendini siyasal olaraktanımlamasa da toplumsal olanıniçinde günlük siyaset ne kadar üretili-yorsa o kadar siyaset üretilmektedir.Ülkede faşizan ulumalar arttığı andabu nüvelerin de bu havaya katılmasıkaçınılmazlaşmaktadır ama diğertaraftan da TEKEL gibi herkesi ilgilen-diren meselelerde de beklenen tavrıkoyabilmektedirler. Fakat konumuzbu değil. Konumuz bulunduğu yerdenvaroluşuna yasa düzenleyicileringetirmeye çalıştıkları engeller.

5149 Sayılı SpordaŞiddet Yasası

‘Okullar olmasaydı Milli Eğitimiyönetmek ne kadar kolaydı!’ Birdönemin diline pelesenk olmuş bircümle ama devletin genel olaraksorunlara yaklaşımını tanımlamasıaçısından önemli. Keza konumuzuoluşturan 5149 Sayılı Sporda ŞiddetYasası da aynı mantıkla örülmüş birçalışma. Yasa tamamen taraftar, taraf-tarlık ve taraftar örgütlenmeleriniyok etmeye dönük olarak tasarlanmışbulunmaktadır. Uzun uzadıya yasa vemaddeleri üzerine insanı sıkan huku-ki metinlerden kopmaya çalışarak buyasa ile spor müsabakalarının düzen-lendiği yer ve en geniş çevresindeyaşanacak her tür olayda bu dernekve birliklerin suçlu olarak gösteril-mesine çalışılmaktadır. Yasa çıkma-dan henüz yönetmelik olarak uygula-nan halinde dahi spor polisi denengasp masası polislerinin keyfi uygu-lamaları ile pek çok müsabakada işle-rin nasıl çığırından çıktığı an be angörülmektedir.

Yasa ile oluşturulan ve bu tip müsa-bakaların gerçekleşmesinden öncegerekli tedbirleri almaya yarayan İlGüvenlik Kurulu denen oluşuma İlJandarma’dan spor kulübü temsilcile-

rine kadar herkes girmekte ama ken-disi adına yapılan düzenlemelerdenedense taraftarın tek bir söz söyle-me hakkı dahi bulunmamaktadır. İliçin medyanın bile temsil edildiği bukurullarda taraftar temsilcisi kavramıdahi geçmemektedir.

Yasa ile birlikte, yaşanacak her türolaydan taraftar dernek, birlik, grupvs.leri sorumlu tutulmakta ve hattaolay sonrası karışanların görüntüler-den tespit edilmesinde bu örgütlen-melerin muhbirliğine başvurulmaktaama alınacak önlemlere dair emniyetvb. kurumların rolleri muğlâklaş-maktadır.

Müsabaka alanına meşale sokan ilekesici alet sokana aynı ceza verilmek-le, bu iki zıt nesnenin nasıl bir suçla-ma için kullanılacağının ucu gittikçeaçılmaktadır.

Bu Yasa Önlemeye DeğilDağıtmaya Yarar

Öz itibari ile görüşülen yasa güvenlikönlemlerini almaktan çok bu tip yapı-lanmaların tamamen denetim altınaalınmasına dönük hazırlanmış yasak-larla dolu ve at izi ile iti izinin birbiri-ne karıştırıldığı muğlâk bir yasadır.Sonucunda statlarda pankart asmakbile yasaklanma noktasına doğru git-mektedir. Ki pankartlar bu topluluk-ların dilidir. Dili kesmenin amacı dakonuşmayı engellemektir.

Geçtiğimiz günlerde Beşiktaş ileBursaspor arasında yaşanan vahimolaylara neden engel olunamadığıpek sorulmadı ama hemen olaylarınardından rafta duran yasanın an geç-meden kamuoyu gündemine getiril-mesi ilginçti doğrusu.

Taraftarı bitirmeye dönük bu yasaiçin egemenler ellerine geçen fırsatıkaçırmamaktan öte fırsat yaratmayıda çok iyi beceriyorlar doğrusu.

TARAFTARLIK YASAİLE BİTER Mİ?

Yasa ile oluşturulan ve bu tip müsabakaların

gerçekleşmesinden önce gerekli tedbirleri

almaya yarayan İl Güvenlik Kurulu denen

oluşuma İl Jandarma’dan spor kulübü

temsilcilerine kadar herkes girmekte ama

kendisi adına yapılan düzenlemelerde

nedense taraftarın tek bir söz söyleme hakkı

dahi bulunmamaktadır.

HALUK KOŞAR

Taraftar Örgütlenmeleri Yok Edilirken - II -

Artık futbol ve benzer sporlardan hoşlandığını açıkçabelli eden aydın kesimin çok hoşuna giden

emek-sermaye çekişmesinden din savaşlarına kadartoplumun genel olarak köklerine sirayet etmiş

uzlaşmazlıkların spordaki yansımasının yanı sıra hiçbirtoplumsal kalıba sığmayan çekişmeler de spor

etrafında kümelenmiş kalabalıkların birbirlerine karşıtolması için yeterli sebepleri oluşturuyordu.

Page 32: TO-Gazete-35/7

Sıra Kimde İnisiyatifi’nin, 25 Eylültarihinde çıkarıldıkları mahkemecehiçbir somut delile dayandırılmaksı-zın, tamamen düzmece senaryolarlatutuklanan ve aralarında SDP ve TÖPüye ve yöneticilerinin de bulunduğusosyalistlerin serbest bırakılmasınave iktidarın toplumsal muhalefeti hertürlü komplo ve hukuksuzlukla sus-turmak amacıyla yürüttüğü operas-yonların teşhir edilmesine yönelikolarak başlattığı kampanya sürüyor.

Toplumsal Özgürlük gazetesininKasım sayısında yer verdiğimiz kam-panya kapsamındaki eylem ve etkin-likleri birçok başka eylemlilik izledi.Her Cumartesi GalatasarayPostanesi’nden tutsaklara kart atmaeylemleri gerçekleştirildi. Pek çokilde, bir cezalandırma yönteminedönüşmüş olan mesnetsiz tutuklama-lara ve iddianamenin açıklanmama-sına karşı protestolar düzenlendi.Pek çok basın açıklaması ve çeşitlibasın-yayın organlarındaki program-larla, kamuoyunda bu hukuksuzluğakarşı duyarlılık oluşturularak davanınsiyasi içeriğinin teşhir edilmesineçalışıldı.

Geçen sayımızda kampanyamızı,operasyonun gerçek siyasi sorumlu-su olan AKP’ye karşı en geniş demo-kratik zeminde şekillendireceğimizibelirtmiştik. Gerçekten de Sıra Kimdeİnisiyatifi bileşenleri, kampanyanınbaşlangıcından itibaren bu anlamdaçok geniş bir zemini örgütlemeyibaşardılar.

AKP’nin “İleri Demokrasisinin”İpliği Pazara Çıktı

Hanefi Avcı gibi işkenceci bir eskiemniyet müdürünün, her yanından

tel tel dökülen bir senaryoyla dahiledildiği bu operasyon, daha ilk gün-den içeriği ve hukuki ciddiyetsizliğiaçısından kendini ele veriyordu.Ancak AKP’nin kendisi, neredeysebize hiç iş bırakmadan, referandumile geçildiğini muştuladığı “ileridemokrasi” ile neyi kastettiğini gün-begün daha da açık bir şekilde tümkamuoyuna gösteriyor.

AKP’nin, Türkiye’yi dünya kapitaliz-minin ve emperyalizmin bölgedekiçıkarlarının yeni ihtiyaçlarına göreşekillendirme konusunda gösterdiğimaharet önceki iktidarlara açık arafark atıyor. AKP bu yenilenme süreci-ni sonuna dek götürerek işi bittiğindesüpürülüp atılmayacak bir konumkazanma derdinde. Bunun için birdönem daha tek başına iktidar olmasıelzem. Hem referandumun zafer sar-hoşluğu ile içine girilen fazlasıylakibirli ve kendinden emin hava, hemde işte bu bir dönem daha iktidardakalabilme ihtiyacının yakıcılığı,AKP’nin saldırılarının dozunu artır-masına, bu arada da, kendisini elevermesine neden oluyor.

AKP Ektiğini Biçiyor

Tüm kamuoyunu günlerce meşguleden ve at izi ile it izinin birbirindenayrılmasına vesile olan son olay, 28Kasım günü polis tarafından öğrenci-lere uygulanan vahşet boyutundakişiddetti. Başbakan’ın o günDolmabahçe’de YÖK Başkanı ve rek-törlerle düzenleyeceği toplantıya alın-mamalarını protesto etmek ve içeri-deki “gizli gündeme” karşı, üniversi-telerin asli öğelerinden biri olanöğrencilerin taleplerini dillendirmekiçin yola koyulan öğrenciler polistarafından şiddetle bastırıldılar. Artık

“ileri demokrasiye” geçildiği iddiaedilen bir ülkede, sadece talepleriniduyurmak isteyen, “biz de varız, biziyok sayarak politika belirleyemezsi-niz” diyen öğrencilerin uğradığı buşiddet, AKP’nin ikiyüzlü demokratmaskesini düşürmüştür.

Basının olaya geniş şekilde yer ver-mesinin de etkisiyle kamuoyundaoluşan tepkiler, AKP’nin ve onunyandaş medyadaki kalemşorlarının,maskelerini hezeyanla bir yana bıra-karak dişlerini göstermesini sağla-mıştır. Bu olay sonrasında EmniyetMüdür lüğü’nün, cemaat medyasınınve AKP’nin sulandırılmış demokratla-rının, kendilerine Türkiye’nin yeni-den şekillendirilmesi sürecinde veri-len misyonu ne şekilde ve hangi işbö-lümü ile yerine getirdiklerinin şema-sı, bu ülkenin devrimcilerini asılsızsenaryolarla içeride tutmak için çiz-dikleri örgütsel şemalardan çok dahaikna edici bir şekilde ortaya çıkmıştır.

AKP-Cemaat Örgüt Şeması

Emniyet Müdürlüğü, en ufak birhukuki dayanağa gerek duymaksızın,ancak böylesi zafer sarhoşu bir ikti-darın bekçisinden beklenebilecekgenişlikle, 24 saat devrimcileri takipetmekte, telefonlarını dinlemekte,protesto eylemlerinde ve basın açık-lamalarında görüntülerini çekmekte-dir. Bu “zengin içerik” daha sonraEmniyetin ilgili birimlerinde (dezen-formasyon bürosu olsa gerek) belirlibir etkiyi yaratacak şekilde kırpıl-makta, kopyalanmakta, yapıştırılmak-ta, kolajlanmaktadır. Cemaat medyasıda, “Emniyetten almış olmak” kendi-lerini sorumsuz kılar zannıyla, kendi-lerine servis edilen bu içerikleri kocapuntolarla, “şok” ve “flaş” haberler

olarak yayına koymaktadır.

Bu noktadan sonra, artık hukuksuzbir operasyonun protesto edildiğibasın açıklaması yasadışı örgüte des-tek eylemi haline gelir; bu eylemler-deki göstericiler, haklarında hiçbirsuçlama, dava vb. olmamasına rağ-men cemaat medyasının foto galeri-lerinde yuvarlak içine alınarak hedefgösterilir, yargısız infaz edilir; birtelefon görüşmesinin çözümü, bıra-kınız dayandırıldığı bir mahkemekararını, hiçbir suç unsuru içerme-mesine rağmen suç delili olarakyayınlanır. “Radikal” demokratlığıyeniden tanımlayan bir gazeteningenel yayın yönetmeni, kimseyi iknaedemeyen iktidarın avukatlığınasoyunur.

Bırakalım Emniyet, medya, hükümetdiye ayırmayı, tümüne birden iktidardiyelim; çünkü hepsi aynı iktidar ref-leksleri ile ve tek merkezden düğme-ye basılmışçasına ahenkle hareketediyorlar. Peki, bu muktedirler, zaferşımarıklığı ile mi yoksa yükselen veyaygınlaşan tepkiler karşısında anlıkbir hezeyanla mı gerçek yüzlerinigösterdiler? Belki bunlar da önemlibir rol oynadı, ancak Sıra Kimdeİnisiyatifi bileşenlerinin tümünün,iktidarın baskı ve tutuklama duvarla-rına omuz omuza, kampanyanınruhunu işçi direnişlerinden kadıneylemlerine, öğrenci protestolarınadek yaygınlaştırarak, susmadık sus-mayacağız, bize gücünüz yetmez, bizkazanacağız diyerek yüklenmesiAKP’nin “suni dengesini” alt üstetmiştir. Şimdi sıra yoldaşlarımızınserbest kalmasında!

Bize gücünüz yetmez,

biz kazanacağız!

SEYİT GÜNEŞ

İleri Demokrasi Mumu Çabuk Söndü

AKP’NİN İPLİĞİ PAZ ARA ÇIKTI