T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL...

540
T.C. GAZĐ ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL KĐMLĐK ALGILAMALARININ TÜRK DIŞ POLĐTĐKASI’NIN OLUŞUMUNA ETKĐSĐ” DOKTORA TEZĐ Hazırlayan: Kemal ÇĐFTÇĐ Tez Danışmanı: Prof. Dr. Burcu BOSTANOĞLU ANKARA-2007

Transcript of T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL...

Page 1: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

T.C. GAZĐ ÜNĐVERSĐTESĐ

SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI

“SĐYASAL KĐMLĐK ALGILAMALARININ TÜRK DIŞ POLĐTĐKASI’NIN OLUŞUMUNA ETKĐSĐ”

DOKTORA TEZĐ

Hazırlayan: Kemal ÇĐFTÇĐ

Tez Danışmanı: Prof. Dr. Burcu BOSTANOĞLU

ANKARA-2007

Page 2: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

Ek-3a: Doktora Tezi Đçin Jüri Üyeleri Onay Sayfası

ONAY

Kemal ÇĐFTÇĐ tarafından hazırlanan “Siyasal Kimlik Algılamalarının Türk Dış

Politikası’nın Oluşumuna Etkisi” başlıklı bu çalışma 05.06.2007 tarihinde yapılan

savunma sınavı sonucunda oybirliği / oyçokluğu ile başarılı bulunarak jürimiz

tarafından Uluslararası Đlişkiler Anabilim Dalında doktora tezi olarak kabul edilmiştir.

Prof. Dr. Ersin ONULDURAN (Başkan)

Prof. Dr. Hüseyin Levent KÖKER

Prof. Dr. Sertaç Hami BAŞEREN

Prof. Dr. Burcu BOSTANOĞLU(Danışman)

Prof. Dr. Haydar ÇAKMAK

Page 3: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

i

ĐÇĐNDEKĐLER

ĐÇĐNDEKĐLER…………………………………………………………………………………i KISALTMALAR……………………………………………………………………………….v GĐRĐŞ…………………………………………………………………………………………..1

BĐRĐNCĐ BÖLÜM

TOPLUMSAL BĐLĐMLERE ve ULUSLARARASI

ĐLĐŞKĐLERE KURAMSAL YAKLAŞIM

I.BĐLĐM TARĐH ve KĐMLĐKLENME/TOPLUMSALLAŞMA……………………………..12

A – BĐLĐM-ĐKTĐDAR ĐLĐŞKĐSĐ………………………………………………………...12

B - BĐLĐMSEL ĐLERLEME NASIL GERÇEKLEŞĐR ? …………………………….13

1 - Toplumsal Bilimlerde Egemen Paradigma: Pozitivizm………………17

2 – Hermeneutik / Yorumsamacı Yaklaşım………………………………20

3 – Frankfurt Okulu ve “Eleştirel Kuram”………………………………….23

C- TARĐH BĐLĐMĐ ve SOSYOLOJĐ…………………………………………………..28

1- Tarihsel Süreç- Doğa Süreci Ayrımı…………………………………..28

2 -Tarih Nasıl Đnşa Edilir ?......................................................................32

D -TARĐHSEL SÜREÇ ve TOPLUMSALLAŞMA / KĐMLĐKLENME SÜRECĐ….33 1- Kimlik Duygusunun ve Kolektif Belleğin Oluşumu……………………35

2–Ulusal Aidiyetin / Yurttaşlığın Sınırları…………………………………36

3- Kimlik ve Farklılık / "Öteki"lik…………………………………………...39

II.ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ve KAVRAMSAL ARAÇLAR…………………………..42

A-ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLERDE SIKÇA KULLANILAN BAZI

KAVRAMLAR………………………………………………………………………42

1- Ulusal Güvenlik Kavramı………………………………………………...42 2- Ulusal Çıkar Kavramı……………………………………………………45

B- KARAR VERĐCĐLERĐN ALGILAMALARININ OLUŞUMUNU ETKĐLEYEN

ETKENLER…..……………………………………………………………………49

1- Resmi Đdeoloji ya da Devlet Kimliği ya da Ulusal Kimlik……………..49

2- Raison D'etat / Devletin Varoluş Sebebi……………………………….51

3–Đmaj………………………………………………………………………...53

4–Đnançlar ve Değerler……………………………………………………...54

Page 4: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

ii

III. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLERĐN KURAMSAL ÇERÇEVESĐ………………………...56

A – ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER DĐSĐPLĐNĐ'NĐN ORTAYA ÇIKIŞI……………...56

B - ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLERĐN EGEMEN PARADĐGMASI:

GERÇEKÇĐLĐK/REALĐZM……………………………………………………….58

C - NEO – REALĐZM…………………………………………………………………65

D – “ELEŞTĐREL KURAM”IN ULUSLARARASI ALANA TAŞINMASI………….67

1 – Gramsci’nin “Hegemonya” Kavramı………………………………….70

2 – Robert Cox'un Hegemonya Kavramı………………………………...74

3 - Hegemonik Dünya Düzeninin Kuruluşu………………………………79

4 - ABD Hegemonyası’nın Kuruluşu………………………………………81

ĐKĐNCĐ BÖLÜM

TÜRK SĐYASAL KĐMLĐĞĐNĐN OLUŞUMU

I. OSMANLI DEVLETĐ’NĐN ÇÖKÜŞ DÖNEMĐ…………………………………………...87

A –DEVLETĐ KURTARMA ARAYIŞLARI…………………………………………..87

1- Kanun-i Esasi Bağımsızlık Yolunda Bir Araç………………………….90 2- Bulgaristan, Bosna-Hersek ve Girit’in Ayrılması……………………...97

3- 31 Mart Vak’ası: Đz Bırakan Đrticai Kalkışma…………………………..99

B- YENĐ BĐR AYAKLANMALAR ve SAVAŞLAR DÖNEMĐ……………………...102

1- Arnavutluk, Makedonya ve Yemen Đsyanları………………………...102 2-Trablusgarpta Đtalyanlarla Savaş………………………………………105

3- Balkan Savaşları……………………………………………………….106

C – EN ÖNEMLĐ SORUNLARDAN BĐRĐ: “RUM ve ERMENĐ AZINLIKLAR”....119

1-Balkan Komitacılığı / Çeteciliği…………..…………………………....119

2- Aydın (Đzmir) Rumları ile Yunanistan Makedonyası Müslümanlarının

Mübadelesi………………………………………………………………123

3 – Ermeniler…..………………………………………………………….126

D- OSMANLI KURTULUŞ SAVAŞINDA………………………………………….132

E - MONDROS MÜTAREKESĐ ve SONRASI…………………………………....136

II. ULUSAL MÜCADELE DÖNEMĐ………………………………………………………143

A – MĐLLĐ / ULUSAL MÜCADELE’NĐN OLUŞMASI…………………………….143

1- Ulusalcıların Dış ve Đç Düşmanları..................................................143

2- Đttihatçılar Şimdi’nin Kuvvacıları……………………………………...149 3 - Đzmir’in Đşgali ve Milli Mücadele’nin Örgütlenmesi…………………152

B –SEVR BARIŞ ANDLAŞMASI…………………………………………………..159

Page 5: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

iii

C - DIŞ GÜÇLER ve ĐSTANBUL HÜKÜMETLERĐ’NĐN ÇIKARDIĞI

ĐSYANLAR………………………………………………………………………..177

D–ULUSALCILARIN DIŞ ve ĐÇ DÜŞMANLARINDAN KURTULMASI………...184

1- Ulusalcıların Dış Düşmanlarından Kurtulması………………………184

2–Ulusalcıların Đç Düşmanlarından Kurtulması………………………...187

a – Azınlıklar………………………………………………………...187

b - Padişah, Saray, Babıâli……………………………………….190 3 - Anadolu’nun Vatanlaşması…………………………………………...192

E – LOZAN BARIŞ ANDLAŞMASI………………………………………………..196 1- Batı Trakya ve Adalar Sorunu…………………………………………199 2 - Ahali Mübadelesi ve Patrikhane Sorunu…………………………….205 3 – Boğazlar Sorunu………………………………………………………211 4 - Azınlıklar Sorunu ve Ermeni Yurdu Konusu………………………...214 5- Musul Sorunu……………………………………………………….......225 6 –Kapitülasyonların Kaldırılması………………………………………...234 7 –Siyasal Utku Anıtı Olarak Lozan Andlaşması……………………….240

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TÜRKĐYE CUMHURĐYETĐ’NĐN SĐYASAL

KĐMLĐĞĐ ve DIŞ POLĐTĐKASI

I. TÜRKĐYE CUMHURĐYETĐ’NĐN ĐNŞA EDĐLMESĐ……………………………………245 A- TÜRK SĐYASAL KĐMLĐĞĐNĐN HEGEMON ĐDEOLOJĐSĐ:KEMALĐZM……....245 B–CUMHURĐYET’ĐN/MUSTAFA KEMAL’ĐN ĐÇ DÜŞMANLARI/TEHDĐTLERĐ..255 1 - Osmanlı'dan Arta Kalanın ya da Dinsel Olanın Kontrol Altına Alınması..........................................................................................255 2 - Mustafa Kemal'in Milli / Ulusal Mücadele Arkadaşları Yeni Đç Düşman…………………………………………………………………260

3 - Etnik Bütünlük ya da Kürtlerin Islahı Meselesi……………………...264

4 - Terakkiperverden ve Đttihatçılardan Arta Kalanların Tasfiyesi…..268

5 - Güdümlü Bir "Öteki" : Serbest Cumhuriyet Fırkası………………...271 6-Atatürk Döneminde Đç Düşman-Dış Düşman Kurgusu…….……..…276

C - TÜRK ULUSUNUN YA DA KEMALĐST DEVLET'ĐN ĐNŞASI……………….284

1 - Kemalist Modernleşme ve Yeni Bir Toplum Projesi………………284

2 - Türk Ulusu’nun Kemalist Đnşası……………………………………...290

3 - Kemalist Ulusun Devletle Bütünleşmesi……………………………..310

4 –Atatürk Sonrası Döneme Kontrollü Geçiş……………………………315

D - CUMHURĐYET'ĐN YA DA KEMALĐZMĐN DIŞ POLĐTĐKASI………………. .319

1 - Atatürk Dönemi…………………………………………………………319

2 - Đkinci Dünya Savaşı Sırasında Đzlenen Dış Politika………………...327

Page 6: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

iv

E - ÇOK PARTĐLĐ DÖNEME GEÇĐŞ………………………………………………349 1 - Yeni Dünya’ da Yerini Almak Đçin Demokratik Rejim………………349

2 - Kemalist Ulusun “Öteki”leri Đktidara Taşınıyor……………………..352 3 – II. Dünya Savaşı Ertesinde Türk Dış Politikası……………………358

II. DEVLETĐN SÜREKLĐLĐĞĐNĐ SAĞLAYICI KURUMLAR DÖNEMĐ………………...372

A –ULUS ADINA EGEMENLĐĞĐ KULLANAN YETKĐLĐ

ORGANLAR…………..................................................................................372

1–Devleti Koruma ve Kollama Görevi : CHP’nin Yerine Ordu……..…375

2- Milli Güvenlik Kurulu ( MGK )………………..………………………..377

3- Cumhuriyet Senatosu, Anayasa Mahkemesi ve Özerk Kurumlar..380

B – DEVLET’ĐN “ÖTEKĐ”LERĐ : SOSYALĐSTLER ve ĐRTĐCACILAR

YA DA ĐSLAMCILAR…......…………………………………………………….381

1 – Sosyalistler…………………………………………………………….382

2 - Đrticacılar ya da Đslamcılar…………………………………………….384

3 – Đç Düşmanlara Karşı Yeni Bir Müdahale…………………………...385

4 - Cumhuriyeti Kuran Parti (CHP )’de Artık “Öteki”lerden Biri……….387

5 -1960-1980 Döneminin Dış Politikası………………………………...393

C – 12 EYLÜL 1980: ORDU KORUMA ve KOLLAMA GÖREVĐNDE………....403

1- Siyasal Partiler Baş Sorumlu…………………………………………405

2 – Đç ve Dış Düşmanlara Karşı Türk Devletinin Bölünmez

Bütünlüğü......................................................................................412 3 - 1980’li Yılların Dış Politikası…………………………………………418

III. SOĞUK SAVAŞ SONRASI’NDA DEĞĐŞEN DÜNYA ve TÜRKĐYE……………...428

A - SOĞUK SAVAŞ SONRASINDA “YENĐ DÜNYA DÜZENĐ” YA DA

TEK HEGEMONYA…………………………………………………………….428 B- 11 EYLÜL’ÜN ANLAMI ve ABD’NĐN “TERÖRĐZM”LE SAVAŞIMI…………435 1- ABD’nin Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi……………………………...441 2 – Rıza'ya Dayalı "Hegemonya"dan "Đmparatorluk" Düzenine……...443

C - SOĞUK SAVAŞ SONRASI DÖNEMDE TÜRKĐYE…………………………452 1-Türkiye’nin Đç ve Dış Tehditleri…………………………………………452 2-Türkiye’deki Đç Siyasal Gelişmeler…………………………………….458

3-Soğuk Savaş Sonrasında Türk Dış Politikası……………………….464

SONUÇ…………………………………………………………………………………….490 KAYNAKÇA………………………………………………………………………………..506 ÖZET……………………………………………………………………………………….529 ABSTRACT………………………………………………………………………………..531

Page 7: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

v

KISALTMALAR

AB : Avrupa Birliği

AET : Avrupa Ekonomik Topluluğu

Age. : Adı Geçen Eser

AKKA : Avrupa Konvansiyonel Kuvvet Đndirim Anlaşması

AKP : Adalet ve Kalkınma Partisi

ANAP : Anavatan Partisi

AT : Avrupa Topluluğu

Bkz. : Bakınız

BM : Birleşmiş Milletler

CHF : Cumhuriyet Halk Fırkası

CHP : Cumhuriyet Halk Partisi

DDKO : Devrimci Doğu Kültür Ocakları

DEP : Demokrasi Partisi

DĐSK : Devrimci Đşçi Sendikaları Konfederasyonu

DP : Demokrat Parti

DSP : Demokratik Sol Parti

DYP : Doğru Yol Partisi

FMS : Yabancı Askeri Satışlar

HADEP : Halkın Demokrasi Partisi

HEP : Halkın Emek Partisi

IBRD : Uluslararası Đmar ve Kalkınma Bankası

IMF : Uluslararası Para Fonu

ITO : Uluslararası Ticaret Örgütü

ĐKÖ : Đslam Konferansı Örgütü

ĐT : Đttihat Terakki

ĐTC : Đttihat ve Terakki Cemiyeti

KKTC : Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti

MASK : Milli Askeri Stratejik Konsept

Page 8: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

vi

MBG : Milli Birlik Grubu

MGK : Milli Güvenlik Kurulu

MHP : Milliyetçi Hareket Partisi

MNP : Milli Nizam Partisi

MSP : Milli Selamet Partisi

PKK : Yasadışı Kürdistan Đşçi Partisi

RP : Refah Partisi

SCF : Serbest Cumhuriyet Fırkası

SEĐA : Savunma ve Ekonomik Đşbirliği Anlaşması

SHP : Sosyal Demokrat Halkçı Parti

SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği

T.C. : Türkiye Cumhuriyeti

TCF : Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası

TĐP : Türkiye Đşçi Partisi

TÖS : Türkiye Öğretmenler Sendikası

TSK : Türk Silahlı Kuvvetleri

UAĐ : Uluslararası Đlişkiler

UAP : Uluslararası Politika

Page 9: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

1

GĐRĐŞ

Türkiye’deki uluslararası ilişkiler çalışmalarına bakıldığında,

devlet – merkezli ve güvenlik ağırlıklı bir bakış açısının hakim olduğu

görülmektedir. Yalnız Türkiye’de değil, dünya’nın başka yerlerinde de,

özellikle Soğuk Savaş yıllarında, devlet – merkezli ve güvenlik ağırlıklı bir

bakış açısı hakim paradigma olarak ağırlığını sürdürmüştür. Soğuk Savaş

yıllarında Türkiye’nin güvenliği Batı güvenliğinin bir boyutu olarak

çalışılmıştır. Bunun bir sonucu olarak diğer NATO üyesi ülkelerin de

paylaştığı “sınırların dışından” kaynaklanan güvenlik sorunları araştırmalarda

ön planda yer alırken “sınırların içinden” kaynaklanan başka bazı sorunlara

görece az değinilmiştir. Halbuki Türkiye, gelişmekte olan bir ülke olması

itibariyle asıl ikinci grup sorundan muzdarip olagelmiştir. Ancak,

Amerikan/Batı tecrübesine dayalı olarak geliştirilen “standart “ güvenlik

kavramı, ülke sınırları içindeki güvenlik sorunlarının çözümlenmiş olduğu

varsayımından hareketle güvenliği “dışarıya yönelik” olarak tanımlamıştır.

Dışarıdan gelen tehdidin askeri olacağı varsayıldığından “standart” güvenlik

kavramı aynı zamanda askeri odaklıdır. Bu kavramın üçüncü bir özelliği de

devlet merkezli olmasıdır. Halbuki tarihi boyunca karşılaştığı güvenlik

sorunları değerlendirildiğinde diğer gelişmekte olan ülkeler gibi Türkiye’nin de

“sınırların içinden “ kaynaklanan, askeri-odaklı olan ya da olmayan, bazen

devlete ama çoğunlukla rejime yönelik pek çok tehditle baş etmek

durumunda kalmış olduğu görülür1.

1 Pınar BĐLGĐN: “Uluslararası Đlişkiler Çalışmalarında ‘Merkez-Çevre‘:Türkiye Nerede?,”Uluslararası Đlişkiler, Cilt:2, Sayı: 6 (Yaz 2005), 10-11.

Page 10: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

2

Uluslararası ilişkiler alanında yapılan çalışmalarda dikkat çeken

hususlardan birisi de ağırlıklı olarak güncel konuların çalışılması, güncel olay

incelemelerinin giderek popülerleştiği bir sürecin yaşanıyor olmasıdır.

Çalışmalarda, Irak savaşında veya Filistin sorununda olduğu gibi uluslararası

kamuoyunun ilgisini üzerinde yoğunlaştırdığı uluslararası sorunlarla ilgili

güncel siyasal olayların kronolojik bir sıralaması verilmekte, olayların tarihsel

geçmişine bakma ihtiyacı duyulmamaktadır. Bu durum ise kavramsal ve

teorik bir zemin üzerinde uluslararası ilişkiler disiplininin gelişimini

engellemektedir.

Türkiye’de Türk dış politikası alanında 1960’lı yıllarda hazırlanmaya

başlanan kitaplar yıllarca Türk üniversitelerinde temel ders kitabı olarak

okutulmuşlar, devletin bakış açısı ile yazıldıkları, “yarı resmi” nitelikte

oldukları eleştirilerine uğramalarına karşın, araştırmacılar tarafından temel

başvuru kaynağı olarak kullanılagelmişlerdir.

Bu çalışmalarda, devletlerarası ilişkiler dışında kalan uluslararası ilişkiler

ağı genellikle ya görmezlikten gelinmekte ya da çok sınırlı düzeyde

incelenmektedir. Bu kitaplarda daha ziyade Türkiye’nin imzaladığı

uluslararası andlaşmalar, taraf olduğu siyasi, kültürel ve askeri ortaklıklar, ya

da belli devletlerle olan askeri, siyasi ve ekonomik ilişkileri incelenmektedir.

Öte yandan, askeri konular ya da krizler üzerinde yoğunlaşıldığından, Türk

dış politikasının iç dinamizmi ve ona süreklilik sağlayan unsurlar ihmal

edilmektedir2.

2 Berdal Aral, “Türk Dış Politikası Söylemine Eleştirel Bir Yaklaşım: Türkiye-Avrupa Birliği Ortaklığı”, Liberal Düşünce, C. 4, No. 13 (Kış 1999), 58-59.

Page 11: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

3

Türkiye’nin dış politikasıyla ilgili olaylar kronolojisi verilmekte, bu

olayların betimlemesi yapılmakta, dış politika davranışlarını belirleyen

ideolojiler, inançlar, toplumsal değerler ve bütün bunlara bağlı olarak oluşan

toplumsal belleğin karar vericilerin algılamalarının oluşum sürecine etkileri

göz ardı edilmektedir. Türkiye’nin iç siyasal düzeniyle dış politikası arasında

kesin bir ayrım yapılmakta; devletin belirlemiş olduğu “ulusal çıkar”

kavramının ve bu kavram ileri sürülerek alınan dış politika kararlarının bir

eleştirisi veya “ulusal çıkar”ın farklı kararlar ve uygulamalarla daha üst

düzeylerden sağlanabileceği veya “ulusal çıkar” kavramı öne sürülerek alınan

kararların aslında “ulusal çıkar”a aykırı sonuçlar oluşturabileceğinin eleştirisi

yapılmamaktadır. Türkiye’nin taraf olduğu her uluslararası meselede ya da

sorunda, adeta Türkiye’nin haklılığı kanıtlanmaya çalışılmaktadır3.

Dış politika, iç politikanın üzerinde görülmektedir. Böylece, dış politika,

iç politikadan bir nevi bağımsızlaştırılarak “devletin bazı kurumları”nın

inisiyatifine bırakılmaktadır. Dış politika, hatta hükümetlerden de

bağımsızlaştırılmakta, “devletin dış politikası” olarak sunulmaktadır. Üstelik

devletin belirlemiş olduğu dış politika, devletin siyasal kimliği veya bu kimliğin

oluşum süreci dikkate alınmaksızın, ulusun, üzerinde uzlaşısının her zaman

olması gereken bir alanmış gibi inşa edilmektedir. Devlet politikası karşıtı

görüşler “ulusal çıkar”ı anlamamak veya ihanet etmekle kınanabilmektedir.

Türk dış politikasının bir “devlet politikası” olduğu ve hükümetlerce

değiştirilemeyeceği yolunda sıkça duyduğumuz ifadeler, dış politikanın halk

tercihlerine değil devlet seçkinlerinin tercihlerine dayandığı izlenimi

3 a.g.e., 61.

Page 12: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

4

vermektedir4.

Türkiye’nin devlet yapısı Hobbesian bir nitelik taşımaktadır. Olduğu

kadarı ile, sivil toplumsal ve ekonomik kuvvetler, objektif ve subjektif olarak

başlı başına bir varlığa dönüşen “şeyleşmiş” bir merkezi otoritenin baskısı

altındadır. Ulusal çıkar tanımı, devletin tek taraflı olarak belirlediği kavramlar

ve ideolojilerle oluşmakta, politika da bu şekilde tanımlanan çıkarlara göre

biçimlenmektedir5.

Ancak, Türk dış politikasını eleştirel ve sorgulayıcı bir yaklaşımla ele

alan, iç ve dış dinamikler arasında bağlantılar kuran, iç dinamiklerini

bilmeden devletlerin dış politikalarının sağlıklı bir değerlendirmesinin

yapılamayacağını ileri süren çalışmalar da ortaya çıkmıştır ve giderek bu tarz

çalışmaların sayısı artmaktadır6. Kuramsal çalışmaların da popülerleşen ve

giderek daha fazla kamu oyunun ilgi odağı haline gelen uluslararası ilişkiler

içerisinde daha fazla ilgi çekmeye başladıklarını ifade etmek gerekir.

Uluslararası ilişkileri “güç modeli” çerçevesinde anlatmaya çalışan geleneksel

teorilerin Soğuk Savaş dönemi sonrasını açıklamakta yetersiz kalmaları

neticesinde, henüz egemen bir paradigma konumuna gelme noktasından

uzak olmalarına karşın eleştirel yaklaşımların etkinliklerini arttırdıkları, daha

fazla taraftar buldukları bir süreç yaşanmaktadır.

4 Đhsan D. DAĞI: “Les Liaisons Dangereuses: Akademya, Devlet ve ‘Uluslararası Đlişkiler’”, Liberal Düşünce, C. 1, No. (Bahar 1996), 82. 5 Burcu BOSTANOĞLU: “Türkiye’nin Ulusal Çıkar Kavramlaştırmasının ABD ile Đlişkileri Çerçevesinde Epistemolojik Bir Eleştirisi,” A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Araştırma Dergisi, No. 2 (Aralık 1997), 12. 6 Bkz. Uluslararası Đlişkiler dergisinin “Kitap Đncelemesi” bölümü, Cilt:2, Sayı: 6 ( Yaz 2005), 173 – 201.

Page 13: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

5

Đnsanlar bilinçli çabalarıyla doğaya müdahale ederler ve kendi

dışlarındaki belirlenmişlikleri kendi istemleri doğrultusunda değiştirmeye

çalışırlar. Kendi dışlarındaki belirlenmişlikleri ne kadar çok kendi istemleri

doğrultusunda değiştirebilirlerse o ölçüde özgürlüşebilirler. Đnsan, bir bakıma

doğaya karşı ve birbirine karşı verdiği mücadelelerin sonucunda tarihini

yaratabilmiştir. Zamanı tarih haline getiren insanın özgürlük mücadelesi

olmuştur.

Đnsanların oluşturdukları ve kuşaktan kuşağa aktardıkları sürekli

değişen, yenilenen, kendini oluşturan düzenler vardır. Bu düzenler içerisinde

oluşturucu ve hakim paradigmanın ürünü konumunda olan karar vericiler

kendi düşüncelerini/algılamalarını var oldukları topluma benimsetmeye

çalışırlar. Yeni kuşaklara kendi ideolojilerini, inançlarını, iyi/kötü, dost/düşman

kavramlarını aktarmaya çalışırlar. Sosyalleşme süreçleri içerisinde bu

kavramları alan toplum üyeleri, karar verici makamlara geldiklerinde benzer

şekillerde hareket etme eğilimi içerisine girerler.

Bu nedenle bir ülkenin dış politikasını anlayabilmek için karar verici

makamlarda bulunan kişilerin ideolojilerine, inançlarına, iyi/kötü, dost/düşman

kavramlarına yani ülkelerinin ve dünyanın tarihsel süreçlerinin kendi

zihinlerinde kuruluş biçimlerine ve bunun toplumların algılayış biçimlerine

nasıl yansıdığına, başka bir deyişle siyasal kimliklerine bakmak gerekir.

Türkiye’nin dış politikasını anlayabilmek için de Türk siyasal kimliğinin

oluşum süreçlerine bakmak gereklidir. Türk siyasal kimliği, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun 1683 tarihindeki Viyana yenilgisi sonrasında, sürekli bir

biçimde Avrupa’daki devletler karşısında askeri yenilgilere uğramaya ve

Page 14: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

6

toprak kaybetmeye başlaması sonucu orduyu, daha üstün bir düzeye ulaşmış

oldukları kabul edilen Avrupa ordularının standartlarına kavuşturma

girişimleriyle birlikte oluşmaya başlamıştır. Avrupalıların baskı ve istemlerini

bertaraf edebilmenin, başka bir ifadeyle geçiştirebilmenin bir politikası

olmasının yanı sıra giderek tüm imparatorluğu/devleti Avrupalıların

standartlarına kavuşturarak devamlılığının sağlanabileceği yönündeki bir ön

kabulle birlikte, ironik bir biçimde, şekillenmiştir.

Avrupa devletlerinin, Osmanlı Đmparatorluğu içerisinde kapitülasyonlar

yoluyla özerklikler elde etmeleri, Fransız ihtilalinin etkisiyle ortaya çıkmaya

başlayan ulusalcılık temelli isyanlar ve bu isyanların diğer Avrupa

devletlerince desteklenmesi ve ilerleyen yıllar içerisinde devletin giderek

artan miktarlarda toprak kaybetmeye başlaması, başta Avrupa’dan örnek

alınarak oluşturulmuş olan okullarda verilen bir eğitim sürecinden gelen

Osmanlı subayları ve sivil aydınların imparatorluğu/devleti kurtarmak için

çeşitli arayışlar içerisine girmelerine yol açmıştır. Bu arayışlar devam ederken

önce Müslüman olmayan toplulukların devletten ayrılmaları; daha sonra

müslüman toplulukların da devletten ayrılmaya başlamalarıyla birlikte

ulus-devlet temelinde bir devlet oluşturulması düşüncesi ağırlık ve yaygınlık

kazanmaya başlamıştır.

1900’lerin başlarındaki Osmanlı subayları ve sivil aydınları, kısa süre

içerisinde bir çok deneyim yaşamışlardır. Bu dönemin subaylarından birisi

olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal de, 1908’den önce

Şam’a sürülmüştür. ”Hürriyet“ cemiyetini kurmuştur. Selânik’te Đttihatçıdır. 31

Mart’ta, Bingazi’de, Çanakkale’de, Rus cephesi karşısında, Suriye ve Filistin

Page 15: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

7

cephesinde, her yerde vardır7. Benzer süreçlerden geçen ve ortak duyuş,

düşünüş ve algılama biçimlerine sahip olan subaylar ve sivil aydınlar,

Mustafa Kemal’in liderliğinde kaybedilen bir imparatorluktan sonra yeni ulusal

bir devletin kuruluşunu gerçekleştirebilmişlerdir.

Mustafa Kemal’in hayat hikayesinde simgeleşen deneyimlerin, Türkiye

Cumhuriyeti’nin iç yapısının oluşturulması ve dış politikası üzerinde derin

etkileri olmuştur. Cumhuriyetin iç siyasal/toplumsal yapısı ve dış politikası

geçmişin ağır ve olumsuz sonuçları üzerine şekillenmiştir. Geçmişten alınan

derslerle devletin iç düşmanları olduğu ve bu iç düşmanların dış düşmanlar

tarafından desteklendiği hatta bu düşmanların devletin bütün kademelerini

bile ele geçirmeye çalışabilecekleri hatta ele geçirebilecekleri düşüncesi,

karar vericilerin algılamalarının oluşumunda temel teşkil eder olmuştur.

Cumhuriyetin ilk yıllarında esasları ortaya çıkan/oluşan siyasal kimlik,

oluşturulan kurumlar aracılığıyla kuşaktan kuşağa aktarılmış, hakim siyasal

kimlikten sapmalar yaratabilecek gelişmeler ortaya çıktığında ise devlet,

oluşturduğu yeni yapılarla kendisini yeniden fakat daha güçlü bir biçimde

üretebilmiştir.

Türkiye’nin dış politikasını “eleştirel” bir bakış açısıyla ele almayı

amaçlayan ve genel çerçevesi yukarıda verilen bu çalışmanın birinci

bölümünde, ilk önce toplumsal bilimlere bakış açısı ortaya konulacak ve bu

bağlamda kimlik kavramı üzerinde durulacaktır. Yaşadığımız dünyada kimlik

kelimesinin kendisinin, akademik dünyanın içinde ve dışında merkezi bir

konuma yerleştiğini, giderek yaygınlaşarak kullanıldığını, hem kuramsal hem

7 Falih Rıfkı ATAY: Çankaya, Đstanbul, Pozitif Yayınları, Eylül 2004, 354.

Page 16: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

8

siyasal olarak ciddi tartışmalara yol açtığını ve günlük yaşamın üretim ve

yeniden üretim süreçlerinde ciddi sonuçlar yaratan bir işlev gördüğünü

gözlemliyoruz8.

Uluslararası ilişkilerde giderek artan bir önem kazanan kimlik kavramı

üzerinde durulduktan sonra bir toplumsal bilim dalı olan uluslararası ilişkiler

disiplininde sıkça kullanılan; ancak içeriği üzerinde pek tartışılmayan “ulusal

güvenlik” ve “ulusal çıkar” kavramları ele alınacak ve karar vericilerin

algılamalarının oluşumunu etkileyen etkenler açıklanacaktır. Bir toplumsal

bilim dalı olan uluslararası ilişkiler disiplininine bakış açısının ortaya

konulduğu kuramsal çerçeve oluşturulacaktır. Bu bölümde, son olarak ise

uluslararası ilişkiler disiplinine bakış açısını şekillendiren kuramsal yaklaşım,

II. Dünya Savaşı sonrasında hegemonik bir güç haline gelen Amerika Birleşik

Devletleri(ABD) örneği ile birlikte netleştirilecektir.

Đkinci bölümde, Türkiye cumhuriyetini kuran kişilerin ortak bellekleri

daha net bir ifadeyle kimliklerinin oluşum süreci, Osmanlı Devleti’nin çöküş

sürecindeki olaylar bağlamında ele alınacaktır. Bu dönemdeki olayların,

belleklerde bıraktığı izler bağlamında Türkiye’nin raison d’etat’ının/varoluş

sebebinin kavranmasına katkı yapacağı düşünülmektedir.

Üçüncü bölümde, kurucu kişilerin siyasal kimliklerinin, Türk ulusunun

oluşturulması süreci içerisinde toplumsal bellek haline dönüştürülmeye

çalışıldığı ve bir nevi kurucuların siyasal kimliğinin, Türk ulusal kimliği ve

devlet kimliği ile özdeşleşmiş olduğu ileri sürülecektir. Türkiye Cumhuriyeti

8 E. Fuat KEYMAN: “Kimlik ve Demokrasi,” Devlet ve Ötesi, Der. Atila ERALP, 1. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2005, 217.

Page 17: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

9

kurulduktan sonraki dönemde, hegemonik bir konuma ulaştığı iddia edilecek

olan Türk siyasal kimliğinin, oluşturulmuş olan kurumlar aracılığıyla ve genel

kullanımla “Kemalist” ideoloji çerçevesinde “süregiden bir tarihi oluşum”

içerisinde kendi varlığını var olan temeller üzerinde yenileyebildiği ve

kurumlardaki karar verici kişilerin, kuşakların değişmesine karşın sürekliliğini

sağlayabildiği savı kanıtlanmaya çalışılacaktır. Son olarak ise, Türk siyasal

kimliğinin algılamalarını oluşturan olgular ve Türk dış politikasına süreklilik

sağlayan belirleyiciler üzerinde genel bir değerlendirme yapılarak çalışma

sonuca ulaştırılacaktır.

“Türk Siyasal Kimlik Algılamalarının Türk Dış Politikası’nın Oluşumuna

Etkisi” konulu bu çalışmanın bütününe hakim olan temel vurgu, iç politika ve

dış politikanın birbirinden ayrı alanlar olarak ve karar vericilerin siyasal

kimliklerinden bağımsız ele alınmasının doğru bir yaklaşım olmadığı

noktasından hareketle, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi ideolojisi konumunda

bulunan “Kemalizm” çerçevesinde şekillendirilmiş olan Türk siyasal kimlik

anlayışının, Türkiye’de hegemonik bir düzeyde bulunduğu, bu nedenle de

Kemalist hegemonyanın oluşum süreci ve onun bağlamında oluşturulan Türk

siyasal/ulusal/devlet belleğini kavramaksızın Türkiye’nin dış politikasının

anlaşılamayacağı savıdır.

Page 18: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

BĐRĐNCĐ BÖLÜM

TOPLUMSAL BĐLĐMLERE ve ULUSLARARASI

ĐLĐŞKĐLERE KURAMSAL YAKLAŞIM

Akademik çalışmalar, belirli kuramsal yaklaşımlar çerçevesinde

benimsenen bilimsel bir temel üzerinde inşa edilmektedirler. Temel

tartışmalardan birisi, doğa bilimleri ve toplumsal bilimler şeklindeki ayrımdan

sonra bu iki bilim alanında “gerçek”lere ulaşabilmek için izlenecek yöntemler

üzerinden sürdürülmektedir. Bu nedenle, doğal dünya ile insanın inşa etmiş

olduğu toplumsal dünya arasındaki ayrımın açıklanması gerekmektedir. Bu

açıklama, iki alan arasındaki farklılığın görülmesine olanak sağlayacak ve bu

bağlamda insan ürünü olan toplumsal dünyanın anlaşılabilmesi ve

değiştirilebilmesi için deney, gözlem, ölçme, istatistiksel verilerin kullanılması

esasına dayanan ve doğa bilimlerinde kullanılan pozitivist yöntemin,

toplumsal bilimler için yeterli olmadığı anlaşılacaktır.

Toplumsal bilimler, tarihsel süreç ve bu sürecin oluşumunu kavramak

bağlamında ele alınmalıdırlar. Tarihsel süreç ve bu sürecin oluşumunun

şimdiye yansıması ise kimlik kavramına götürmektedir. Günümüz dünyasında

giderek merkezi bir konuma yerleşen ve yaygın bir şekilde kullanılmaya

başlanan kimlik kavramı üzerinde durmak gerekmektedir. Uluslararası ilişkiler

disiplininde sıkça kullanılan “ulusal güvenlik” ve ulusal çıkar” kavramlarının

içerikleri üzerinde pek fazla durulmadığı dikkat çekmektedir. Bu iki kavramın

içerikleri, karar vericilerin siyasal kimliklerine göre değişkenlik

Page 19: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

11

gösterebilmektedirler. Bu nedenle de kimlik bağlamında tartışılmalıdırlar.

Daha sonra, karar vericilerin algılamalarının oluşumunu etkileyen ve kimlik

bağlamında ele alınmaları gereken, “resmi ideoloji”, “raison d’etat” , “imaj”,

“inanç ve değerler” gibi etkenler açıklanacaktır. Bu bölümde, son olarak ise

bir toplumsal bilim dalı olan uluslararası ilişkiler disiplinine bakış açısını

şekillendiren kuramsal yaklaşım, Amerika Birleşik Devletleri(ABD) örneği ile

birlikte netleştirilecektir. Uluslararası ilişkiler disiplinindeki kuramsal

yaklaşımlar açıklanırken Gramsciyan bir hegemonya kavramı üzerinden

uluslararası ilişkilere bir bakış açısının vurgulandığı görülecektir.

Page 20: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

12

I. BĐLĐM TARĐH ve KĐMLĐKLENME/TOPLUMSALLAŞMA

A – BĐLĐM-ĐKTĐDAR ĐLĐŞKĐSĐ

Bilimsel çalışmalar, zamanımızda genel olarak akademik çevrelerce

gerçekleştirilmekte ve gerek iç gerekse de uluslararası alandaki egemen

anlayışların beklentileri doğrultusunda yürütülen bir uğraşa dönüşmektedir.

Dolayısıyla bilimsel çalışmaların, bilimsel etkinliklerin içinde yürütüldüğü

toplumun, kültürün ve o toplumun başat ideolojisinden, dünya görüşünden,

onun siyasal ahlâk ve bakış açısından tamamen bağımsız olarak

yürütülebileceğini, sürdürülebileceğini düşünmek olanaksızdır1. Bilimsel

çalışmaların yürütüldüğü kurumlar, siyasal iktidarlar tarafından

yönlendirilmeye, kontrol edilmeye ve egemen ideolojinin gereksinimlerini

karşılayacak ürünler ortaya çıkarmaları için teşvik edilmektedirler. Siyasal

iktidarlarla egemen bilim yapma anlayışları arasında ve ortaya çıkan bilimsel

ürünler arasında doğrudan bir ilişki oluşmaktadır.

Immanuel Wallerstein’dan aktarılan aşağıdaki sözler bilimsel

çalışmalarla egemen anlayışlar arasındaki ilişkiyi göstermesi bakımından

dikkat çekicidir:

”…teoride, bütün araştırmacılar ve bilimciler kendilerini soyut doğruluğa adamışlardır ve hikâyeyi gerçekte nasılsa o şekilde anlatırlar, çünkü araştırmaları dünyayı anlamalarını sağlamaktadırlar. Araştırma konularını sadece içsel bilimsel ya da akademik değerlerini düşünerek, araştırma yöntemlerini de geçerlilik ve güvenilirliklerini göz önünde bulundurarak

1Hasan DEMĐRTAŞ: “Bilim-Đktidar Đlişkisinin Niteliği ve Bilim Đnsanının Sorumluluğu” Eğitim Araştırmaları, Yıl:3, Sayı: 11, Bahar 2003, 37.

Page 21: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

13

seçtiklerini iddia ederler. Kamu alanı için geçerli hiçbir sonuca ulaşmazlar. Hiçbir toplumsal baskıdan korkmazlar. Ulaştıkları sonuçları veya bunlarla ilgili raporlarını düzenlerken mali ya da siyasi hiçbir baskıyı dikkate almazlar. Bu güzel bir peri masalıdır, ama belli bir süre üniversitede ya da bir araştırma kurumunda bulunup da buna hâlâ inanan biri, kendisi farkında mıdır bilinmez ama, naif biridir. Entelektüellerin üzerlerinde muazzam maddi baskılar vardır, kariyer baskıları da en az onlar kadar büyüktür, yok bu ikisi de işe yaramıyorsa siyasi baskılar her zaman devreye sokulabilir. Mesele ortada artık Galileo’lar olmaması değildir. Bir çok Galileo vardır ve bazıları “Eppur si muove” diye mırıldanmaktan da daha fazlasını yapmaktadır. Ama en liberal devlette bile sürüden ayrılmak cesaret ister”2.

Yeni görüşlerin yerleşmeleri, farklı bilim anlayışlarının etkinlik

kazanmaları, egemen olan bilim anlayışlarının egemen ideolojinin

ihtiyaçlarına cevap verememesi sonucunda iktidar değişikliklerine yol açan

tarihsel süreçlerin içerisinde meydana gelir. Örneğin on altıncı yüzyılda adı

bile geçmeyen Kopernik sistemine, mekanikçi düşüncenin iktidara geldiği

tarihsel sürecin bir parçası olarak 17. yüzyılda geçilmeye başlanmasıyla

Kopernik sistemi devrimci bir güç haline gelmiştir3.

B - BĐLĐMSEL ĐLERLEME NASIL GERÇEKLEŞĐR ?

Bilimsel ilerlemenin nasıl gerçekleştiği konusunda iki temel anlayış

bulunmaktadır. Đlki, tümevarımcı anlayıştır, ki buna göre bilim, sürekli bir

birikim sürecidir. Tümevarımcı anlayışa göre bilimde zamanla artan bir

kesinlikle, daha çok olgu keşfedilir; böylece teoriler daha genel ve evrensel

2 Immanuel WALLERSTEIN: Amerikan Gücünün Gerileyişi, Çev.Tuncay BĐRKAN, Birinci Basım, Đstanbul, Metis Yayınları, 2004, 165. 3 Bkz. Max HORKHEĐMER: “Geleneksel ve Eleştirel Kuram” Geleneksel ve Eleştirel Kuram, Çev. Mustafa TÜZEL, 1. Baskı, Đstanbul, Yapı Kredi Yayınları, Ağustos 2005, 345.

Page 22: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

14

bir kimliğe kavuşur. Đkincisi, hipotetikodedüktif anlayıştır ki burada da bilim,

sürekli bir kuram formulasyonu ve reddi ile gelişir. Hipotetikodedüktif anlayışa

göre bilimin ilerlemesi ne süreklidir ne de birikimli(dir). Bilim tarihi, gözlem ve

deney yoluyla gerçeklenemeyen hipotezlerin terk edilme tarihidir. Ama

ilerleme yine de olur; her ne kadar hiç kimse mevcut kuramların doğru

olduğundan asla emin olamazsa da bunlar en azından yanlışlanmış

olanlardan daha çok, doğruya yakındır4.

Thomas Kuhn’un düşüncesine göre de bilim tarihi, bilimsel gelişimin,

kesintisiz bir birikim halinde değil, aksine, bilgiyi büyük kesintilere hatta

kopmalara uğratan devrimsel dönüşümlerle gerçekleştiğini göstermektedir.

Devrim sözcüğünün de gösterdiği gibi, birbiriyle çatışma yahut rekabet

halindeki birçok karşıt bilim “söylemi” söz konusudur5. Bilimsel devrimleri,

eski bir bilim yapma geleneğinin bir yenisiyle değiştirilmesi olarak tanımlayan

Kuhn, birbiriyle yarışan farklı bilimsel yaklaşımlara “paradigma” adını

vermiştir.

Kuhn, “paradigma” kavramını, belli bir bilimsel yaklaşımın doğayı

sorgulamak ve doğada bir ilişkiler bütünü bulmak için kullandığı açık ya da

örtülü bütün inançları, kuralları, değerleri ve kavramsal/deneysel araçları

kapsayacak biçimde ele almıştır.

Yeniliklerin ortaya çıkması, bilimi yönlendiren paradigmayı, doğadan

elde edilen gözlemlere ve olgulara uydurmakta karşılaşılan aykırılıklar ve

4 Russel KEAT ve John URRY: Bilim Olarak Sosyal Teori, Çev. Nilgün ÇELEBĐ, 2. Baskı, Ankara, Đmge Kitabevi, Kasım 2001, 45. 5 Thomas S. KUHN, Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Çev. Nilüfer KUYAŞ, 5. Baskı, Đstanbul, Alan Yayıncılık, Mayıs 2000, 9-10.

Page 23: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

15

aksaklıklar sayesinde olmaktadır. Uzun süren aykırılıklar ve aksaklıklar, belli

bir paradigmada tıpkı toplumsal buhranlara benzer bunalımlar yaratmakta, bu

bunalımdan kurtulmak için ileri sürülen farklı yaklaşımlar da devrimsel bir

çatışma sonucu ağır basarak çok farklı bir paradigmanın yerleşmesine neden

olmaktadır6. Dünya aynı dünyadır ve insanlar yaşamlarını aynı şekilde

sürdürmeye devam etmektedirler. Fakat yine de paradigma değişiklikleri

gerçekten bilim adamlarının, araştırma ile bağlanmış oldukları dünyayı farklı

şekilde görmelerine olanak sağlamaktadır. Söylenmek istenilen, bu dünyayla

olan ilişkileri yalnızca gördükleri ve yaptıkları ile sınırlı kaldığı ölçüde, bilim

adamlarının bir devrimden sonra farklı bir dünyayla ilişki kurduklarıdır7.

Kurulan bu ilişki biçiminde neyin doğru, neyin ilerleme olduğunu belirleyen

sadece yöntem değil, içinde bilim yapılan dünyanın, toplumun ve tarihin

koşullarıdır.

Yeni bilimsel kuramlar, var olanların üzerine eklenmekten çok, eski

kuramların yeniden kurgulanması ve eski olguların yeniden

değerlendirilmesine bağlı, uzunca süreçlerin sonuçlarıdır. Tarihi süreç

gözden kaçarsa, bilimsel yenilikleri birbirinden kopuk birer aşama olarak

görmek de mümkündür8.

Eski Yunan’da dünyanın düzenini, evreni anlamaya çalışan bir zihinsel

faaliyet uğraşısı olarak oluşmaya başlayan bilim anlayışı, felsefeyle

örtüşmektedir. Bu dönemde yansız olmak, değerler karşısında tarafsız

kalmak gibi bir zorunluluk bulunmamaktadır. Tam tersine, bilgi ile değerlerin

bir çeşit iç içeliği söz konusudur.

6 KUHN, 12. 7 a.g.e., 14. 8 Burcu BOSTANOĞLU: Türkiye-ABD Đlişkilerinin Politikası, 1. Baskı, Ankara, Đmge Kitabevi Yayınları, Aralık 1999, 33.

Page 24: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

16

Kopernik devrimiyle birlikte bu anlayış, tümüyle değişmiştir. Bilgiye

ulaşmanın yolu olarak, değerler karşısında mutlak bir yansızlık gerektiği

görüşü hâkim olmaya başlamıştır. Olguları incelerken bilim artık “olması

gerekeni” değil, “olanı olduğu gibi” incelemeyi hedeflemiştir. Ondokuzuncu

yüzyılda pozitivizmin doruğa çıkardığı bu yaklaşımda bilimin değerlerle olan

bağlantısı koparılmakta ya da gözardı edilmeye çalışılmaktadır. Bilim

adamının temel kaygısı evreni ya da toplumu tanımak, onlar hakkında

bilgilenmektir. Ürettiği bilginin oluşum süreci üzerinde düşünmek ya da

bilginin bir oluşun sonucu olduğunu değerlendirmek değildir.

Günümüzde ise, bilimin bu ikinci aşamasındaki hakim görüşten tümüyle

vazgeçilmiş değilse de, Frankfurt Okulu’nun vaz ettiği eleştirel yaklaşımın ve

A. Giddens’in toplumbilim için önördüğü düşünümsel incelemelerin giderek

artan boyutta yaygınlık kazandığını görüyoruz9.

Bilim, doğadaki bilinmeyeni bilinir hale getirerek doğa karşısında

duyduğumuz korkuyu yenmemize, aydınlanma ve düşünsel ilerleme

sayesinde kendi gücümüzün farkına varmamıza olanak sağlamıştır.

Libchaber’in ifade ettiği gibi “Bilim dünya kadar saçmalığa karşı mücadele

verilerek inşa edilmiştir.” 10

9 Nur VERGĐN: Siyasetin Sosyolojisi, Birinci Basım, Đstanbul, Bağlam Yayınları, Mart 2003, 154. 10 James GLEICK: Kaos: Yeni Bir Bilim Teorisi, Çev. Fikret ÜÇCAN, 12. Basım, Ankara, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu ( TÜBĐTAK ), Ağustos 2003, 230.

Page 25: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

17

1 - Toplumsal Bilimlerde Egemen Paradigma: Pozitivim

Toplumsal bilimlerde pozitivist epistemolojiye dayalı bir araştırma

programının II. Dünya Savaşı ertesinde özellikle Anglo-Amerikan akademik

çevrelerinde egemen paradigma haline geldiğini görüyoruz.

Auguste Comte’un adını verdiği pozitivizmin toplumsal konulara doğal

fenomenlerle aynıymışçasına yaklaşması, akademik çevrelerde zamanla

belirli eleştirilerin ortaya çıkmasını da beraberinde getirmiştir. Auguste

Comte’a göre, insan zihni, doğası gereği, tüm araştırmalarında, her şeyden

önce karakterleri farklı olan ve hatta kesinlikle birbirine zıt olan üç felsefe

yapma yöntemini kullanır; önce teolojik yöntem sonra metafizik yöntem ve

son olarak pozitif yöntem. Bundan dolayı, üç çeşit felsefe ya da tüm

fenomenlere dair üç çeşit genel kavramlar sistemi birbirlerine ters düşer:

Birincisi insan zihninin zorunlu hareket noktasıdır; üçüncüsü insan zihninin

sabit ve belirgin halidir; ikincisi yalnızca bir geçişi teşkil eder11. Auguste

Comte, isim babası olduğu sosyolojiye önce “toplumsal fizik” adını vermiştir.

Bu bile, Comte’un toplum bilimlerinde doğa bilimi yöntemlerinin uygulanması

konusunda oynadığı öncü rolü göstermektedir. Comte, pozitivist bir bilim dalı

saydığı sosyolojinin, insan ve topluma ait konuları, gözlem, karşılaştırma ve

deneye dayanan “pozitif” yöntemle incelemesi gerektiği görüşündedir12.

Comte pozitif bilgiyi tanımlarken, pozitif olarak adlandırdığı bu bilgi

türünün metafiziksel düşünceden tümüyle arınmış olduğunu, yani böylelikle

de bilimsel olduğunu vurgulamak istemiştir. Bilimsel olmayı da (doğa bilimleri

11 Auguste COMTE: Pozitif Felsefe Kursları, Çev. Erkan ATAÇAY, Đstanbul, Sosyal Yayınlar, 2001, 32-33. 12 BOSTANOĞLU: Türkiye-ABD Đlişkilerinin Politikası, 38.

Page 26: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

18

için yürütülen zihinsel işlemlerden esinlenerek ) ussal yollardan ve deneyle

elde edilen bilgiye ulaşmak olarak tanımlamıştır. Pozitivist yaklaşımı

benimseyen araştırmacı, toplumsal olguları çözümlemek için sadece

gözlemlenebilir olanları seçmekte ve gözlemlenebilenin analizini

yapmaktadır. Gözlemlenebilen olguların ve/veya olayların ardında yatan

“anlamları” analizinin kapsamına almamaktadır, çünkü pozitivist öğretiye

göre, insanoğlunun zekâsı bu görülmeyen, gözlemlenemeyen ve dolayısıyla

da gizli olan anlamları kavrayacak güce sahip değildir. O halde,

pozitivizmden esinlenen sosyolog için ancak ve ancak gözlemlenebilen ve

ölçülebilen olgular bilimsel obje teşkil edebilirler. Gözlem dışı veya

ölçülebilirliği olmayan olgular ise – şimdilik – bilinmez olarak kabul ediliyor13.

Durkheim, Comte’un öğretisine sadık kalarak bu önermeleri daha da

geliştirmiş ve “sosyolog incelediği toplumsal olgulara nesneler gibi bakmalı”

görüşünü bir yöntemsel kurala dönüştürmekle pozitivist yolda bir adım daha

ileriye gitmiştir. Durkheim, sosyolojinin subjektiflikten (öznellikten) arınarak

objektif (nesnel) ve dolayısıyla da yansız bir bilim olmasını amaçlamış ve

bunun için de toplumsal olguların nesnel gözlemini saptıracak tüm

önyargılardan, kanaat ve duygulardan arınmayı öğütlemiştir14. Durkheim’e

göre, bir sosyal olgunun üç ayırt edici göstergesi vardır: Sosyal olgular bize

dışsaldırlar, toplumda geneldirler ve kişinin iradesinden bağımsız olarak her

bireye empoze ettikleri zorlayıcı bir güce sahiptirler. Dışsal sosyal baskı,

insanları belirli bir tarzda davranmaya zorlar. Böyle bir baskı, dolaysız fiziki

zorlamadan, bireyin dışsal bir sosyal gücü bilinçsizce içselleştirmesine kadar

sıralanan çeşitli formlar alabilir. Bu zorlayıcı ölçütün bir güçlüğü, en çok

13 VERGĐN, 156. 14 a.g.e., 157.

Page 27: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

19

gözlenebilen zorlama çeşidinin yasalar, yasaklamalar iken, en etkili olanın

bireyce içselleştirilen ahlaki veya normatif inançlar olmasından kaynaklanır15.

Durkheim’a göre, toplumsal olgular şeylerden ibarettirler ve şeyler

olarak ele alınmaları gerekir. Gerçekten de, verili olan, kendisini gözleme

sunan, ya da, dahası, gözleme kendisini empoze eden her şey “şey”dir.

Fenomenleri şeyler olarak ele almak, onları bilimin hareket noktasını

meydana getiren veri niteliğinde ele almaktır16. Bilimin tanıdığı tek şey, hepsi

aynı değeri ve aynı önemi taşıyan olgulardır; bilim, bu olguları gözlemler,

onları açıklar, fakat yargılamaz; bilim için ayıplanacak olgu yoktur. Bilimin

gözünde iyi ya da kötü diye bir şey olamaz. O, hangi nedenlerin hangi

sonuçları meydana getireceğini söyleyebilir bize, hangi amaçların güdülmesi

gerektiğini değil17.

Pozitivizm, Viyana Çevresi olarak bilinen okulu oluşturan

araştırmacıların çalışmalarında da yankı bulmuş ve “mantıksal pozitivizm” adı

altında gelişerek 1920’li yıllardan itibaren bilim felsefesinde köklü bir yer

edinmeyi başarmıştır. Neurath, Carnap ve Hahn gibi Viyana okulunun ileri

gelen teorisyenleri içinde ampirizm bilimsel eylemin temel taşını

oluşturmaktadır. Bu okulun yaklaşımına göre, bilgi edinmenin tek yolu

deneyden, araştırmacının karşısına somut birer veri olarak çıkan olguların

deneyinden geçmektedir. R. Carnap’ın dediği gibi, “bilim dolaysız deney

üzerinde temellenen bir önermeler sistemidir.” Doğa bilimleriyle sosyal

bilimlerin ortak bir mantığa sahip oldukları, hatta olaki, ortak bir metodolojik

15 Russel KEAT ve John URRY, 137. 16 Emile DURKHEIM: Sosyolojik Metodun Kuralları, Çev.Enver AYTEKĐN, Đkinci Basım, Sosyal Yayınlar, Ekim 1994, 66. 17 a.g.e., 89-90.

Page 28: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

20

temele dayandıkları fikrine dayanan bu yaklaşım uyarınca esas olan “bilimin

birliğidir.” 18

2 – Hermeneutik / Yorumsamacı Yaklaşım

Sosyal bilimleri doğa bilimlerinden bağımsızlaştırmayı, onların özgül

nitelikleri üzerinde inşa edilecek bir özerkliği isteyen Dilthey’e göre, sosyal

bilimler herşeyden önce insanların özel yaşantılarıyla ilgilidir. Yaşantılar da

pozitivistlerin öngördüğü biçimde ölçülebilir somut olgular değildir, onları içten

bir bakış açısıyla anlama yöntemi ile aydınlatmak mümkün olabilir19.

Dilthey’e göre, doğayı açıklayabiliyorsak da toplumsal ve beşeri olguları

açıklamamıza gerek yoktur çünkü onları “anlıyoruz”. Bu yaklaşıma göre,

sosyolojinin gerçek konusu “yaşanılan durumlar”dır, aslî görevi bunları

incelemektir. Oysaki, bu yaşanılan durumları soyutlamaya gerek yoktur

çünkü sosyal bilimlerin objesi olan bu durumlar, henüz hakkında herhangi

“pozitif” bir bilgi edinmeksizin de bizce anlaşılabilmektedir20. Gelinliğini giymiş

bir kızın belediye sarayının merdivenlerinden hangi maksatla çıktığını

bilmemiz için anket yoluyla “pozitif” bilgi edinmemize gerek yok. Cenaze

arkasında ağlaşan insanların da niçin ağladıklarını açıklamak için pozitivist

sosyolojinin öngördüğü araştırma yöntemlerine başvurmamıza gerek yok21.

Durkheim psikolojik yorumlamalardan uzak kalmayı emrediyordu.

Weber ise sosyolojiyi anlama yöntemine bağlı öznel bir analize dayandırmak

istemektedir. Şöyleki, anlama yöntemini kabul eden bir sosyolog, dinin

ekonomik davranış ve eylem üzerindeki etkisini belirlemek için pozitivist bir

sosyoloğun yapacağı gibi, örneğin, yalnızca din faktörüyle farklı ekonomik

gelir grupları arasındaki ilişkiyi tespit etmekle yetinmemelidir. Weber, bu etkiyi

18 VERGĐN, 158-159. 19 a.g.e., 160. 20 a.g.e., 160. 21 a.g.e, 161.

Page 29: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

21

belirleyebilmek için şu veya bu dinsel öğretinin anlamını anlamanın

gerektiğini ileri sürmekte ve ancak bu anlam kavrandığı takdirde dinin

inananların ekonomik yaşamı üzerindeki etkilerini saptayabileceğimizi

düşünmektedir.

O halde, Weber’e göre, toplum bireylerin eylemleri aracılığı ile ve bu

eylemlerin sonucunda biçimlenen bir bütün teşkil etmektedir. Bu eylemi

anlamak için araştırmacının eylemde bulunan bireyin bakış açısını, görüşünü

ve güdülerini tespit etmesi gerekir22.

Toplumsal bütünün sosyoloğa gösterdiği düzenlilikleri pozitivistlerin

yaptığı gibi açıklamak yerine, anlama yöntemindeki maksat bu düzenlilikleri

yaşayan bireyler açısından anlamlandırmaktır. Bu durumda, sosyolog ile

gözlemlenen toplumsal aktör, eylem halindeki birey arasındaki mesafe,

zaman ya da mekân açısından ne kadar büyük olursa olsun, incelemeyi

yapan araştırmacıyla incelediği toplum arasındaki kültürel mesafe ne kadar

aşılmaz gibi gözükürse gözüksün, sosyolog yine de incelediği bireyi

anlayabilecektir. Tabii, incelediği birey ya da bireylerin eylemlerinin

gerçekleştiği toplumsal, ekonomik, kültürel ve siyasal ortam hakkında yeterli

bilgiyi önceden edinmiş olması kaydıyla23.

Her dil, o dili konuşan insanların oluş süreçlerinde kök salmış düşünsel

ve pratik birikimlerini şimdiye taşımaktadır. Herhangi bir toplum içerisinde

değişik kesimleri oluşturan aydınlar, bürokratlar, işçiler, köylüler kendi bakış

açılarını, algılamalarını kullandıkları dille ortaya koymaktadırlar. Söz konusu

kesimlerde yer alan kişilerin kullandıkları sözcüklerin taşıdıkları anlamı, o

sözcüğü kullanan kişileri gözlemleyerek ya da sözcükleri istatistiksel verilere

22 a.g.e., 163. 23 a.g.e., 163.

Page 30: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

22

tabi tutarak anlamak/kavramak olanaklı değildir. Aynı durum, pozitivist

yöntemlerle, dilleri, kültürleri, dünyayı anlama ve anlamlandırma biçimleri çok

daha belirgin bir şekilde farklı olan, farklı bir belleğe sahip bulunan

toplumların davranışlarının anlaşılmasını/kavranmasını daha da

zorlaştırmaktadır.

Dilini bilmediği bir ülkeye gelen bir antropolog gözlemlediği

etkileşimlere, kendi dilsel önanlaması temelinde bir kural atfeder; bu tahmini

ancak, bu kurala göre davrandığında, kuralın işleyip işlemediğini görmek için,

gözlemlediği iletişime en azından gücül olarak katılarak, sınayabilir. Yapılan

kabulün uygunluğunun kıstası, önceden alışılmış bir iletişime başarılı bir

biçimde katılmaktır: etkileşimlerin bozulmayacağı bir biçimde eyleyebilirsem,

kuralı anladım demektir. Bundan ancak iletişimin içinde emin olabilirim24. Dili,

atfedilen anlam dizgeleri içerisinde kavrayabilmek gerekir. Jürgen

Habermas’ın aktardığı aşağıdaki açıklama anlam dizgelerinin önemini net bir

şekilde ortaya koymaktadır:

“Bizim yağmuru salt meteorolojik nedenlere dayandırmamız, yabanılların ise tanrıların, ruhların ya da büyünün yağmura etki edebileceğine inanması, bizim beyinlerimizin onlarınkinden farklı işlediğinin bir kanıtı değildir……Bu sonuca kendim, gözlem yapma ve sonuç çıkarma yoluyla varmadım; aslında yağmura yol açan meteorolojik olaylar hakkında çok az bilgim var. Ben sadece, toplumumuzdaki başka herkesin kabul ettiği şeyi, yağmurun doğal nedenleri olduğunu kabul ediyorum….. Buna benzer bir biçimde, elverişli doğal ve ritüel koşullarda uygun büyü yöntemleriyle yağmura etki edilebileceğine inanan bir yabanıla daha az zeki bir insan gözüyle bakılamaz. O, böyle bir inanışa kendi gözlemleri ve çıkarımları sonucunda varmamıştır, tersine, bu inanışı öteki kültürel kalıtı aldığı biçimde, yani kendi kültürünün içine doğmakla almıştır. Đkimiz de, içinde yaşadığımız toplumların bizim için hazır bulundurduğu düşünce kalıplarıyla düşünüyoruz. Yağmur hakkında yabanılın mistik, bizim ise bilimsel bir biçimde düşündüğümüzü söylemek anlamsız olur. Her iki durumda da benzer türden zihinsel süreçler devreye girmiş ve düşünce içeriğine benzer

24 Jürgen HABERMAS: Sosyal Bilimlerin Mantığı Üzerine, Türkçesi: Mustafa TÜZEL, Birinci Basım, Đstanbul, Kabalcı Yayınevi, 1998, 272-273.

Page 31: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

23

bir yoldan ulaşılmıştır. Ancak, bizim yağmur hakkındaki düşüncemizin toplumsal içeriğinin bilimsel olduğunu ve nesnel olgularla örtüştüğünü, buna karşılık yabanıl düşüncenin toplumsal içeriğinin bilimsel olmadığını, çünkü gerçeklikle örtüşmediğini ve üstelik, duyu ötesi güçlerin varlığını kabul ettiği sürece mistik olduğunu söyleyebiliriz.” 25

Hemen belirtmek gerekir ki, buradaki anlamak fiili sosyoloğun incelediği

toplumun bireyleriyle benzer duygulara kapılması, onaylaması ve/ya da

anlayış göstermesi anlamına gelmemektedir. Weber’in anlamaktan kastettiği

bir yandan, gözlemlenen birey(ler) ile onun ya da onların içinde bulundukları

koşullarla eylemleri ve saikleri arasındaki ilişkileri saptayabilmek ve, diğer

yandan, kendisinin de aynı toplumun üyesi olması ve aynı duruma tâbi

olması halinde muhtemelen aynı eylemde bulunabileceği, aynı duyguları

besleyebileceği ve bulunduğu eylemlere aynı anlamı yükleyeceği konusunda

kendisinin ikna olmasıdır. Burada sözkonusu olan araştırmacıyla incelenen

toplumun bireyleri arasında gelişen bir duygu birliği, hoşgörü ya da

benimseme değil(dir)26.

3- Frankfurt Okulu ve “Eleştirel Kuram”

“ Frankfurt Okulu” nitelemesi, yaygın, ancak dağınık bir biçimde hem bir

grup entelektüeli hem de özgül bir toplum kuramını belirtmek için

kullanılagelmiştir. Okul’un geliştiği kuramsal temel, Almanya Eğitim

Bakanlığı’nın bir kararnamesiyle 3 Şubat 1923’te resmî olarak kurulan ve

25 Jürgen HABERMAS: Đletişimsel Eylem Kuramı, Çev. Mustafa TÜZEL, Birinci Basım, Đstanbul, Kabalcı Yayınevi, Şubat 2001, 70-71. 26 VERGĐN, 164.

Page 32: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

24

Frankfurt Üniversitesi’ne bağlanan Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü’ydü27.

Sonradan “Frankfurt Okulu” adıyla anılan kurumun temeli, Horkheimer’ın

1930’da Enstitü yöneticiliğine atanmasıyla atılmıştır. Frankfurt Okulu

kuramının çekirdeğini Horkheimer, Marcuse, Adorno ve Fromm’un

çalışmaları oluşturur28.

Horkheimer’in ekibi tarafından geliştirilen niteleme “eleştirel toplum

kuramı”dır. Bu kuramın içeriği en açık biçimde Horkheimer’in 1937’de

“Geleneksel ve Eleştirel Kuram” başlığıyla kaleme aldığı makalede ortaya

konulmuştur. Horkheimer’in çalışmaları 1960’larda yeniden yayımlandığında,

Enstitü’nün eski yöneticisi yazdığı önsözde, çalışmasının taşıdığı önemi

“eleştirel toplum kuramı”na dayanarak açıklamış ve yazılarının “Eleştirel

Kuram” ortak başlığı altında toplanmasına izin vermiştir29.

Bir toplumsal grubun konumuyla bir düşünce üslubu arasında bir bağın

olduğunu savunan Horkheimer, sosyal bilimlerle ilişkili olarak bir bilim

felsefesi ya da bilgi kuramı olarak bir pozitivizm eleştirisi ortaya koymuştur.

Horkheimer’in eleştirisi genel olarak “bilimciliğe” (scientism) ve “bir birleşik

bilim” tasarısı şeklinde Viyana Çevresi üyelerince ifade edilen doğal ve

toplumsal bilimlere ortak evrensel ve bilimsel bir yöntem düşüncesi, özel

olarak da pozitivizmin, bilimin “(tek) bilgi ve (tek) kuram” olduğu iddiası ve

27 Tom BOTTOMORE: Frankfurt Okulu, Çev. Ahmet ÇĐĞDEM, 2.Basım, Ankara, Vadi Yayınları, Eylül 1997, 7. 28 Phil SLATER: Frankfurt Okulu Kökeni ve Önemi, Çev. Ahmet ÖZDEN, Birinci Baskı, Đstanbul, Kabalcı Yayınevi, 1998, 7. 29 Max HORKHEIMER: Akıl Tutulması, (Orhan Koçak’ın Yazdığı Önsöz’den), Çev. Orhan KOÇAK, Beşinci Basım, Đstanbul, Metis Yayınları, Şubat 2002, 62.

Page 33: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

25

felsefenin “……. yani bilime yönelik her eleştirel tavrın” alçaltılmasına karşı

yöneltilmiştir30.

Horkheimer’in “Geleneksel ve Eleştirel Kuram”(1937) adlı

çalışmasında “geleneksel kuram” pozitivizm/ampirizm biçiminde modern

felsefede ifade edilen modern doğal bilimlerin açık ya da örtük dünya görüşü

olarak yorumlanmıştır. Her şeyin ötesinde Horkheimer, bu kuram kavramının

“doğal bilimlerin yönlendirmesini takip etmeye çalışan insan ve toplum

bilimlerindeki yayılımıyla” ilgilidir. Buna karşıt toplumsal düşünce biçimi,

eleştirel teori, salt dışsal bir bakışla kavramsal sistemlerin aracılığıyla nesnel

olguları belirleme işlemini reddeder ve “toplumun üretiminden

kaynaklandıkça, olguların, toplumun üzerine temellendiği emek–süreci

ilişkileri, ve bireyin amaçlılığı, kendiliğindenliği ve ussallığı arasındaki gerilimi

gerçek olarak aşmak ve karşıtlığı ortadan kaldırmak çabasıyla harekete

geçirilen eleştirel düşünce için aynı derecede dışsal değildir” düşüncesini

savunur31. Horkheimer’e göre bilim adamı “olarak” uzman aydınlar, toplumsal

gerçekliği ürünleriyle birlikte dışsal olarak görürler ve yurttaş “olarak” bu

gerçeklikle ilgilerini siyasal makaleler, partilere ya da hayır kuruluşlarına

üyelik ve seçimlere katılmak olarak algılarlarken, bu ikisini ve başka birkaç

davranış tarzını da kişilikleriyle, olsa olsa psikolojik yorumlama yoluyla

ilişkilendirip, bunun dışında bir ilişkilendirmeye girmezler; eleştirel düşünce

ise günümüzde bu gerilimi somut olarak aşma, bireyde bulunan hedefin

bilincinde olma, kendiliğindenlik ve akılcılık özellikleri ile toplum açısından

temel oluşturan çalışma sürecinin ilişkileri arasındaki çelişkiyi ortadan

kaldırma çabasıyla güdülenmiştir. Eleştirel düşünce, bu özdeşlik kurulmadığı

30 BOTTOMORE, 29. 31 a.g.e., 15.

Page 34: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

26

sürece kendi kendisiyle çelişen bir insan kavramını içerir. Akılla belirlenen

eylem insana ait ise, varoluşu ayrıntılarına dek belirleyen mevcut toplumsal

pratik insanlık dışıdır32.

Eleştirel kuram kendisini insanın kendi maddi ve kültürel varlığını korku

olmaksızın yeniden üretebileceği daha iyi bir toplumun üretilmesi ideasına

adamıştır. Bu idea insanın bütün etkinliklerinde içkin olarak vardır, fakat

bireyler tarafından somut olarak kavranılamamaktadır.

Bireyleri bunu yapmaktan alıkoyan şey, ister çıplak formlarında olsun

isterse insan türünün oluşmasındaki kurucu öğelere yerleşsinler, ideoloji ve

güç ilişkileridir33.

Thomas Hobbes, fizikçinin karşılaştığı dünya(doğa) ile siyasal

düşünürün karşılaştığı dünyanın(toplum) arasındaki temel farkı çok açık bir

şekilde getirmektedir. Fizikçi incelediği dünyayı kendi yaratmamıştır, o dünya

hakkında sadece bir dil, kavramsal bir sistem yaratmıştır. Doğa bilimcisinin

kullandığı dil ve kuram, doğal gerçeği “dışsal” bir biçimde betimlemeye

yöneliktir; çünkü düzenini kurmadığımız doğal dünyayı “içeriden” anlamak ve

değiştirmek olanağımız yoktur. Toplum, doğadan farklı bir nitelik taşır;

toplumu insan yaratmıştır, düzenini insan kurmuştur. Insanın yarattığı “yapay”

gerçek yine insan tarafından değiştirilebilir34.

32 HORKHEIMER: Geleneksel ve Eleştirel Kuram, 358. 33 Ahmet ÇĐĞDEM: Akıl ve Toplumun Özgürleşimi, 2. Baskı, Ankara, Vadi Yayınları, Nisan 1997, 127-128. 34 Đlkay SUNAR: Düşün ve Toplum, 1. Baskı, Ankara, Birey ve Toplum Yayınları, Mart 1986, 62.

Page 35: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

27

Pozitivistlerin anladığı biçimiyle modern bilim, esas olarak olgularla ilgili

önermelerle uğraşır ve bu yüzden de genel olarak hayatın, özel olarak da

algılamanın şeyleştiğini varsayar. Dünyaya bir olgular ve şeyler dünyası

olarak bakar; ve dünyanın olgulara ve şeylere dönüşmesinin toplumsal

süreçle olan ilişkisini göremez35. Eleştirel düşüncenin görevi sadece çeşitli

olguları tarihsel gelişmeleri içinde anlamak değil, olgu kavramının ötesini

görebilmek, olgunun ortaya çıkışını ve dolayısıyla göreliliğini anlamaktır.

Pozitivistlere göre tek bilimsel yöntem olan niceliksel yöntemlerle kesinlenen

sözde olgular, çoğu zaman, altta yatan gerçekliği açığa çıkarmaktan çok

gizleyen yüzey görüngüleridir36.

Pozitivizm, doğal bilimlerin gözlem, ölçme, deney, istatistiksel verilerle

sonuca ulaşma gibi yöntemlerine özenip taklit etmektedir. Yandaşlarına göre,

toplumun bilimini yapmak için doğal bilimlerin gelişmiş metodolojik tekniklerini

kullanmaktadırlar. Đkinci bakışın, sosyolojinin hermeneutik/yorumsamacı

geleneğinin yandaşları, toplum çalışması için doğal bilimlerin doğru bir model

olduğu önermesine karşı çıkmaktadırlar. Sosyal aktörlerin kendi sahip

oldukları eylemlerin anlamını açıklamak ve onlara anlam vermek için sahip

oldukları yetenek nedeniyle doğal-bilimsel araştırma nesnelerinden

ayrıldıklarını ileri sürmektedirler. Hermeneutik/yorumsamacı yaklaşım bu

yüzden toplumsal ve doğal bilimler arasındaki ayrımda ısrar etmektedir.

Eleştirel sosyal kuram ise, insan öznelerin kendi belirlenmişliğinin daha

yüksek düzeyini elde etmek için eşsiz bir yeteneğe sahip olduğu varsayımıyla

bu bakış açılarından ayrılmaktadır. Topluma eleştirel bir yaklaşım, sosyal

ilişkilerin insan öznelerinin özgürlüğünü nasıl gereksiz bir şekilde sınırladığını

saptamayı amaçlıyor ve egemen kültürün insan özerkliğine nasıl bir engel

olduğunu anlamaya çalışmaktadır.37

35 HORKHEIMER: Akıl Tutulması, 111. 36 a.g.e., 111 37 Andrew LINKLATER: Beyond Realizm and Marxism: Critical Theory and International Relations, 1. Baskı, London, The Macmillian Press Ltd., 1990, 9.

Page 36: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

28

C - TARĐH BĐLĐMĐ ve SOSYOLOJĐ

Tarih, insanın doğaya bilinçli müdahalesiyle gerçekleşmiş değişimlerin

bir toplamıdır ve insanın bu müdahalesi olmasaydı, insanlık ezeli-ebedi bir

“şimdiki zaman”ı yaşıyor olurdu. Đnsanın özgürleşmesi, insanın doğa

üzerindeki egemenliğini ilerletmesinin ve doğal halden farklılaşmasının bir

ürünü olmuştur. Max Horkheimer’in ifadesiyle “Özgürlüğün tanımı, tarih

kuramıdır; tersinden alırsak tarih de özgürlüğün gelişme öyküsüdür.” 38

1- Tarihsel Süreç- Doğa Süreci Ayrımı

Tarihsel süreç, pozitivistler için, türü bakımından doğal süreçle özdeşti

ve doğa biliminin yöntemlerinin tarihin yorumlanmasına uygulanabilir

oluşunun nedeni buydu39. Tarihte devri hareketler olduğunu, her dönemin

yerini başka bir döneme bıraktığını söyleyen Vico, tarihte tekrarın olmadığını

belirtmektedir. Bu nedenle Vico'nun devreleri bir çember değil, sarmal (spiral)

biçimde gelişmektedir. Çünkü her dönem, bir öncekinden yeni yeni unsurlar

almakta ve bu yeni unsurları kendi içinde eriterek, değiştirerek bir sonraki

döneme bırakmaktadır. Tarihsel süreç bu şekilde sürmektedir40. Vico tarihsel

süreci insanların dil, gelenek, hukuk, hükümet vb. dizgeleri kurup geliştirdiği

38 HORKHEIMER, Akıl Tutulması, 173. 39 R. G. COLLINGWOOD: Tarih Tasarımı, Çev. Kurtuluş DĐNÇER, 2. Baskı, Ankara, Gündoğan Yayınları, Haziran 1996, 165 40 Bkz. Oral SANDER: Türkiye’nin Dış Politikası, Der. Melek FIRAT, Ankara, Đmge Kitabevi, 1. Baskı, Mart 1998, 18-19.

Page 37: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

29

bir süreç diye görmektedir; tarihi insan topluluklarının ve onların kurumlarının

tarihi olarak düşünmektedir.

Hegel’e göre, tarihi olaylar yalnız incelenmekle kalmayacak, tarihi

olayların niçin böyle olduklarının nedenlerinin anlaşılması asıl çaba olacaktır.

Hegel'in tarih görüşü ile ilgili olarak söylenebilecek ikinci şey, tarihe doğa yolu

ile varmayı reddetmesi(dir). Ona göre tarih ile doğa iki ayrı uğraşıdır. Tarih

kendini asla tekrarlamaz, fakat Vico'dan esinlenerek, sarmal bir biçimde

sürer. Örneğin, tarihin her döneminde savaşlar vardır ama her savaş,

insanoğlunun bir önceki savaştan bazı şeyler öğrenmiş olması nedeni ile,

yeni bir savaştır. Hegel, Tarihin Felsefesi başlıklı yapıtında, tarihi sürecin asıl

nedeni olan itici gücün akıl olduğunu ileri sürmektedir. Yani, tarihte olanlar

insan iradesi ile olur, çünkü tarihi süreç insan davranışlarından oluşur ve

insanoğlunun iradesi ise eyleme geçen akıldan başka birşey değildir. Bu

mantığı sürdürürsek, tarih insan davranışlarından oluştuğuna göre bütün tarih

"tek bir tarihtir" ve bu da siyasal tarihtir. Çünkü Hegel’e göre tek bir akıl

vardır41. Hegel tarihe doğadan yaklaşmayı reddetmekte, doğa ile tarihin

farklı şeyler olduğunu vurgulamaktadır. Her biri bir süreçtir ya da süreçler

kümesidir; ama doğa süreçleri tarihsel değildir: doğanın tarihi yoktur. Doğa

süreçleri döngüseldir; doğa döner durur ve böyle dönüşlerin yinelenmesiyle

hiç bir şey oluşturulmaz ya da kurulamaz. Her gündoğumu, her bahar, her

gel-git bir önceki gibidir; döngü kendini yinelediğinden, döngüyü yöneten

yasa da değişmez42. Örneğin, bir taş ancak onunla etkileşen şeyler ve

süreçler üzerindeki etki ve tepkileri boyunca aynı şey olarak, bir taş olarak

kaldığı sürece bir taştır. Yağmurda ıslanır; baltaya direnir; ezilmeden önce

41 Oral SANDER: Türkiye’nin Dış Politikası, Der. Melek FIRAT, Ankara, Đmge Kitabevi, 1. Baskı, Mart 1998, 21. 42 COLLINGWOOD, 150-151.

Page 38: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

30

belli bir ağırlığa dayanabilir. Bir –taş- olmak taş üzerinde etkiyen her şeye

karşı sürekli bir direniştir; sürekli bir oluş ve bir taş olma sürecidir. Hiç

kuşkusuz, ”oluş” taş tarafından bilinçli bir özne olarak yerine getirilmez. Taş

yağmur, balta ve ağırlık ile etkileşimlerinde değişir; ama kendini

değiştiremez43. Sadece insanın kendini oluşturma ve değiştirme gücü vardır.

Tarih, hiçbir zaman kendini yinelemez; onun hareketleri daireler üzerinden

değil, sarmallar üzerinden geçer ve görünüşteki yinelemeler hep yeni bir şey

edinmiş olmakla farklılaşmıştır44. Collingwood’un da dediği gibi, örneğin

savaşlar tarihte zaman zaman yeniden ortaya çıkar, ama her yeni savaş,

insanların son savaştan öğrendikleri derslerden ötürü, bir bakıma yeni bir

çeşit savaştır.

Tarihi sürecin bir başka önemli yorumu olan maddeci tarih görüşünü

sistematik bir biçimde ilk kez ortaya koyan Karl Marx, Hegel'in esas olarak,

belirli bir durumda, bu durumun aksinin belirmesi ile ikisi arasında beliren

gerginliğin /verimliliği, yani dinamizmi olarak ifade edilebilecek olan diyalektik

yönteminden esinlenmiştir. Tarihin maddeci yorumunu geliştiren Marx,

Hegel’in diyalektiği ile tarihi olayları incelemektedir. Tarihte her olayın bir aksi

belirmekte, ikisi arasındaki gerginlik tarihi olayın gelişimine neden olmaktadır.

Tarihi süreç bu biçimde oluşmaktadır. Marx'a göre tarihi süreçte ortaya çıkan

bu gerginlik sınıflar arasındadır ve bunun temelinde de ekonomik etkenler

vardır45.

43 Herbert MARCUSE: Us ve Devrim: Hegel ve Toplumsal Kuramın Doğuşu, Çev. Aziz YARDIMLI, 2. Baskı, Đstanbul, Đdea Yayınevi, 2000, 17. 44 COLLINGWOOD, 151. 45 SANDER: Türkiye’nin Dış Politikası, 22.

Page 39: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

31

Tarih süreçleri, doğa süreçleri gibi salt olay süreçleri değil, düşünce

süreçlerinden oluşan bir iç yanı bulunan eylem süreçleridir; tarihçinin aradığı

şey de bu düşünce süreçleridir. Her tarih düşünce tarihidir46. Tarihçiler,

sadece olayların meydana geldiği durumları değil, insanları motive eden

tarihi, kültürel, dini, siyasal, psikolojik faktörleri de dikkate alarak karar

vericileri harekete geçiren nedenleri de açıklamalıdırlar. Yalnız şimdiki

zamanda insan davranışlarını gözlemek, ölçmek, onların yalnız nesnel

görünümünü tasvir etmek ve bunlarla bir toplumdaki ilişkileri açıklamaya

kalkışmak en gerçeksiz bir sonuç ve en kötü soyutlama uydurmak demektir47.

Đncelenen toplumsal olgunun gerçekliğe sadık bir resmini çekmeyi hedefleyen

bu tür bir araştırma bize içinde bulunduğumuz toplumsal gerçeklik hakkında

verimli bir analizi yapabilmemiz için gözardı edilemeyecek ampirik verileri

sağlar. Çekilen resim bize elzem olan bilgiyi verir. Ama bu bilgi ne kadar

gerçekliği yansıtıcı nitelikte ve dakik olursa olsun geçici ihtiyaçlara cevap

vermekten öteye gitmez çünkü bize ancak olan hakkında bilgi verir, incelenen

olgunun oluşum sürecine ışık tutmaz48. Belirli bir anda ve belirli bir sistem

içindeki ilişkileri genetik olarak yani oluş hareketleri içinde tanımak gerekir.

Çünkü her birey, yalnız bugünkü ilişkilerin sentezi değil, bu ilişkilerin tarihidir

de; yani tüm geçmişin bir özetidir49. Geçmiş, insan bilincinin sürekli bir

boyutu; insan toplumunun kurumları, değerleri ve diğer kalıplarının

kaçınılmaz bir bileşenidir50. Đnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama

kendi keyiflerine göre değil; kendi seçtikleri koşullar içinde değil, doğrudan

karşı karşıya kaldıkları, belirlenmiş olan ve geçmişten gelen koşullar içinde

yaparlar51.

46 COLLINGWOOD, 257. 47 Doğan ERGUN: Sosyoloji ve Tarih, 2. Baskı, Đstanbul, Der Yayınları, 1982, 22. 48 VERGĐN, 169. 49 Antonio GRAMSCI: Hapishane Defterleri, Çev. Adnan CEMGĐL, 3. Baskı, Đstanbul, Belge Yayınları, Eylül 1997, 54. 50 Eric HOBSBAWM: Tarih Üzerine, Çev. Osman Akınhay, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 1999, 17. 51 Karl MARX: Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, Çev. Sevim BELLĐ, Üçüncü Baskı, Ankara, Sol Yayınları, 2002, 13.

Page 40: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

32

2 - Tarih Nasıl Đnşa Edilir ?

Tarih burada ve şimdi tasarlanır ve yazılır. Bu tasarlayış ve yazışla

tarihçi, bugünün kavramları ve düşünüş biçimiyle, geçmişi zihninde yeniden

canlandırır; adeta geçmişi yeniden kurar. Birbirini izleyen iki tarihsel olay,

ancak, şimdiki durumları, geleceğin tahmin edilmiş durumları açısından

değerlendirilebilen, eyleyen öznelerin, geriye aktarılmış bağlantı sistemi

içinde, geçmiş bir şimdiki zamanın geçmiş bir gelecekle ilişkisinden

anlaşılabilir52.

Çevremizde algıladıklarımız, kentler, köyler, tarlalar ve ormanlar,

işlenmişlik damgasını üzerlerinde taşırlar. Đnsanlar sadece giyim kuşamları ve

görünüşleriyle, biçimleri ve duygu tarzlarıyla tarihin bir ürünü olmakla

kalmazlar; görme ve dinleme tarzları da, binlerce yılda gelişmiş bulunan

toplumsal yaşam süreçlerinden koparılamaz. Duyuların bize sunduğu olgular,

çifte bir biçimde; algılanan nesnenin tarihsel karakteri ve algılayan organın

tarihsel karakteri yoluyla, toplumsal olarak önceden biçimlendirilmişlerdir53.

Tarihsel süreçler incelenirken amacın olayların meydana geliş sıralarını

yani kronolojisini vermek olmaması gerekir. Olayların ardında yer alan

dinamiklerin anlaşılmasına ve kavranmasına yönelik çözümlemelerin

yapılması çok daha doğru olacaktır.

52 HABERMAS: Sosyal Bilimlerin Mantığı Üzerine, 301. 53 Max HORKHEIMER: “Geleneksel ve Eleştirel Kuram” Geleneksel ve Eleştirel Kuram, Çev. Mustafa TÜZEL, 1. Baskı, Đstanbul, Yapı Kredi Yayınları, Ağustos 2005, 349.

Page 41: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

33

Okullarda öğretilen şekliyle tarih, inanç ve tutumların oluşumuna önemli

bir katkı yapar. Tüm rejimlerin kendi gençlerine okulda bir miktar tarih

öğretmelerinin nedeni nedir? Kuşkusuz buradaki amaç, onların toplumlarını

ve toplumlarının nasıl değiştiğini anlamaları değil, kendi ülkelerini

onaylamaları, kendi ülkeleriyle iftihar etmeleri, iyi yurttaşlar olmalarıdır54.

Çocuklar en küçük yaştan itibaren sistemin öngördüğü ideolojiyle

yoğrulmakta ve resmi ideoloji doğrultusunda toplumsallaşmaktadır. Derslerde

egemen sınıfın ideolojik unsurları aşılanmakta ve bunların içselleştirilmesi

sağlanmaktadır55. Eğitim yoluyla elde edilmiş her bilginin doğru olduğu

yanılsaması içindeki öğrenci, bu durumdan çıktığı ve kendi kendine bazı

sorular sormaya ve cevaplar aramaya başladığı zaman gerçeğin farklı

olabileceğinin de farkına varmaktadır. Kendisine aktarılan olgulara, bu fark

edişten sonra yeni bir gözle bakmaya başlar.

D - TARĐHSEL SÜREÇ ve TOPLUMSALLAŞMA / KĐMLĐKLENME

SÜRECĐ

Jung’a göre; savaşlar, hanedanlar, toplumsal karışıklıklar, toprak ele

geçirmeler ve dinler; bütün bunlar, bireyin gizli ve temel ruhsal davranışının

en yapay belirtileridir ve bunların bilincinde olmadığından da davranışları

tarihçinin gözünden kaçmaktadır. Önemli olan bireyin öznel yaşamıdır ve

54 HOBSBAWM, 56. 55 VERGĐN, 84.

Page 42: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

34

tarihi oluşturan da budur56. Đnsan beyni insanlığın derin ve eski

deneyimleriyle toplumsallaşma süreci içerisinde biçimlendirilmekte ve

etkilenmektedir. Đnsanın içinde yer aldığı grup veya toplumun normlarına,

değerlerine veya davranış modellerine katılımını sağlayan sosyalleşme

süreci, sosyal bağın oluşumunda önemli bir rol oynar. Çocuk, bu süreç içinde

aile, okul, akran grupları, kitle iletişim araçları ve diğer kurumların etkisiyle,

toplumda mevcut norm ve referans sistemlerine bağlanır. Sosyalleşme

sürecinde çocuk, bir yandan çevresiyle ilişki içerisinde biçimlenirken, diğer

yandan değişik bağlamlarda kendi kendini keşfederek kendi benini kavrar. Bu

açıdan, çocuğun gelişimi onun çevre tarafından basitçe şekillendirilmesi

anlamını taşımaz; çocuk kişiliğini çevreyle etkileşimsel bir dinamik içinde

kazanır ve sosyalleşme, çocukluk döneminden sonra çeşitli gruplar içinde

devam eder57. Toplum her yeni üyesini kendi istemleri doğrultusunda

biçimlendirmeye çalışır. Dil ve çevre, bireyin düşüncesinin niteliğini

belirlemekte etkili olmakta; ama yine de kalıplanmaya çalışılan bireyle

toplumun istemleri arasında çatışmalar çıkabilmekte, bu da toplumsal

değişmelerin yolunu açmaktadır. Toplumun, bireyleri genel bir modele uyma

yönündeki tüm zorlamalarına rağmen, azınlıklar ve sapanlar, hem baskıya

direnmekte ve hem de bazen yeni yaşama, düşünme, davranma tarzları

yaratmayı ve çoğunluğun bunlara katılmasını sağlamayı başarmaktadır58.

Toplumsal değişmelerin yarattığı ya da getirdiği yeni ortam, insanın etrafında

yeni bir uyarıcı ağı ve çok değişmiş yaşama koşulları yaymaktadır. Ve

böylece dönüşmüş bulunan ortamın çok çeşitli baskısı, genel olarak insanın

56 Bkz. Carl Gustav JUNG: Đnsan Ruhuna Yöneliş, Çev. Engin BÜYÜKĐNAL, 5. Baskı, Đstanbul, Say Yayınları, 2004, 54. 57 Nuri BĐLGĐN: Đnsan Đlişkileri ve Kimlik, Đkinci Basım, Đstanbul, Sistem Yayıncılık, Aralık 2001, 7-8. 58 a.g.e., 66.

Page 43: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

35

ruhsallığı, özel olarak insanın duyma, düşünme, algılama ve isteme tarzlarını

etkilemektedir59.

1- Kimlik Duygusunun ve Kolektif Belleğin Oluşumu

Đnsan tarihsel bir varlıktır; çünkü insan toplumların tarihinin bir ürünüdür

ve içinde bulunduğu çevrede ilişkileriyle şartlandığına göre bütün halleri

toplumunun tarihinin bir özeti sayılır. Her toplumdaki hareket ve değişme,

toplumların özel tarihsel süreçleri ile açıklanabilir60. Đnsanın, içinde yer aldığı

grup veya toplumun normlarına, değerlerine veya davranış modellerine

katılımını sağlayan toplumsallaşma süreci, sosyal bağın oluşumunda önemli

bir rol oynar. Toplumsallaşma sürecinin sonucu olarak, bir kimlik duygusu

oluşur. Kişi, toplumda mevcut norm ve referans sistemlerine bağlanır.

Kişinin, toplumda mevcut norm ve referans sistemlerine bağlanması,

içinde yer aldığı toplumun kolektif kimliğini bireysel

psikolojisinde/ruhsallığında içselleştirmesi demektir. Kolektif kimlik, bir takım

semboller, anılar, sanat eserleri, töreler, alışkanlıklar, değerler, inançlar ve

bilgilerle yüklü bir gelenekten, geçmişin mirasından, kısacası kolektif

bellekten hareketle inşa edilir61. Kolektif bellek, toplumun geçmişinden kalanı

ve süregeleni ve toplumun ne yaptığını ifade etmektedir. Türkiye’de yapılan

bir araştırmada, toplumumuzda en çok sevilen ülkelerin/ulusların sırasıyla

Japonlar, Bosna – Hersekliler, Đtalyanlar, Türkmenler, en az sevilen

ülkelerin/ulusların ise Sırplar, Bulgarlar, Ermeniler, Yunanlılar, Almanlar,

59 ERGUN, Sosyoloji ve Tarih, 34-35. 60 a.g.e., 18. 61 Nuri BĐLGĐN: Kimlik Sorunu, 1. Baskı, Đzmir, Ege Yayıncılık, Ocak 1994, 53.

Page 44: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

36

Ruslar olduğu şeklinde sonuçlara ulaşılmıştır62. Bizler, hiç bir Almanla,

Ermeni ile veya Japonla karşılaşmamış olsak bile belleğimizdeki

duyuşumuza göre birtakım kategorileştirmeler yaparız.

Geçmiş, bellekte olduğu gibi kalmaz. Đlerleyen şimdiki zamanın

değişken ilişkileri çerçevesinde sürekli olarak yeniden örgütlenir. Yeni

olanda, sadece yeniden kurulan geçmiş biçiminde ortaya çıkabilir.

Gelenekler yalnız geleneklerle ve geçmiş yalnız geçmişle değiştirilebilir.

Toplum yeni fikirleri alıp, geçmişin yerine koymaz, sadece geçmişi o zamana

kadar etkili olmuş başka gruplardan farklı biçimde devralır63.

2 – Ulusal Aidiyetin / Yurttaşlığın Sınırları

Kişi, günümüz devletleri de dahil olmak üzere, anne babası öyle

olduğu ya da orada doğduğu için bir devletin vatandaşı/yurttaşı olmaktadır.

Kişi doğuştan bir toplumun üyesi olarak var olmakta, içinde doğduğu

toplumun ve yurtaşı olduğu devletin kuşaklararası aidiyet kurallarının

taşıyıcısı haline gelmektedir. Devlet, yasalarıyla kimin o ülkeye ait olup

olmayacağını belirleyen kurallar koymakta, belirlediği aidiyet kurallarına

uymadığı takdirde kişiyi yurttaşlıktan çıkarabilmektedir.

Anne ya da baba soyundan gelmiş olmaya göre bazı farklılıklara ve dile

hakim olma şartlarına rağmen, kalıp oldukça açıktır.Yurttaşlık önce soy

62 Araştırma sonuçlarına ilişkin olarak Bkz. Nuri BĐLGĐN: Đnsan Đlişkileri ve Kimlik, Đkinci Basım, Đstanbul, Sistem Yayıncılık, Aralık 2001, 101-102 . 63 Jan ASSMANN: Kültürel Bellek, Çev. Ayşe TEKĐN, Birinci Basım, Đstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2001, 45-46 .

Page 45: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

37

çizgisine ilişkin fikirlere ve sonra evlilik, ülke toprağı ve muhtemelen dil

konusundaki uylaşımlara dayanır64.

Belli bir yerde doğmanın kişiyi bir üye yapması politik bir otoriteyle

toprak arasında bağı olumlar; egemenliği tikelleştirir ve somutlaştırır65.

Bir topluma aidiyet bir dili konuşmakla, kültürel bir duyarlılık göstermekle,

gelenek ve göreneklerine, yaşam biçimlerine uyum sağlamakla ya da o

toplumun tarihine katılmakla birlikte gelir. Bu nedenle, devlete aidiyetin

koşulu, asıl olarak kişinin etnik kökenini belirleyen doğumu çağrıştıran

pratikler değil, kişinin içinde doğduğu ulusun etnikliğini almasında bulunur.

Yurtaşlık anlayışı, geleneksel olarak, kişilerin ayrı egemen devletlerin

üyeleri olarak belirli yasal, siyasal ve sosyal haklara ve yükümlülüklere sahip

olmaları anlayışına dayanmaktadır. Fakat, toplumların ahlaki ve siyasal

sınırlarının, tümüyle, bir noktada birleştiğini ileri süren yaklaşımların çekiciliği,

yurttaşlık kavramının içeriğini değiştirmektedir. Avrupa Birliği(AB) Maastricht

Antlaşması’nın 8. maddesindeki düzenlemesiyle, yurttaşlık kavramını yeni bir

aşamaya taşımaktadır. Her bir AB üyesi, diğer üye devletlerin yurttaşlarının

kendi yerel seçimlerinde, aday olma ve oy verme hakkını, seçimlere

katılabilmelerini ve her biri, Avrupa Parlamentosu için seçimlere ilişkin benzer

hakları kabul etmektedirler66.

Çevresel tahribatın insan türleri ve henüz doğmamış nesiller için ortaya

çıkaracağı risk hakkındaki çağdaş/modern endişeler ve nükleer savaş

hakkındaki daha önceki endişeler, ulus – devletler tarafından hala büyük

ölçüde hakim olunan bir dünyada sosyal hareketlere ve hükümet – dışı

organizasyonlara daha büyük desteğin yanında yeryüzünün geleceği için

64 Jacqueline STEVENS: Devletin Yeniden Üretimi, Çev. Abdullah YILMAZ, Birinci Basım, Đstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2001, 198. 65 a.g.e., 211. 66 Andrew LINKLATER: “Cosmopolitan Citizenship,” Citizenship Studies, Vol.2, No.1, 1998, 29.

Page 46: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

38

daha derin bir kişisel sorumluluk hissine yol açmaktadır67. Herkesin yasal,

siyasal, sosyal ve kültürel haklarını güvence altına alacak ulusaşırı

kuruluşların oluşturulması, bir dünya yurtaşlığı anlayışının oluşturulabilmesi

için gerekli olmaktadır.

Đnsan, değişmeyen bir varlık değildir ve kendisinin ve çevresinin

rasyonel kontrolünü daima arttırma yoluyla özgürlüğünü genişletme

yeteneğine sahip olmuştur. Gerçekten, eşsiz insan gücü, kendi sahip olduğu

akıl ve özgürlüğü ifade eden, “ikinci bir doğa”yı inşa ederek, kendisinin

oluşturduğu bir dünyada yaşama yeteneğini göstermiştir. Đnsanlar, tarihsel

iletişim yoluyla özgürlüklerinin en olumlu koşullar içerisinde

gerçekleştirilebilmesi için elverişli amaçları kavramanın farkına

varabilmektedirler68. Hem insan özgürlüklerinin, en iyi devletler ve devlet

sistemi içinde geliştiğini savunan bir yaklaşım (komünitariyen ), hemde insani

özgürlüklerin, sadece, tam olarak post-egemen kurumlar içinde

gerçekleştirilebildiğini savunan bir “insanlık toplumu (community of

mankind )” (kozmopolitan ) yaklaşımı, her ikisi de, normların eleştirel olarak

ele alınması ve devletler ile kişiler, kişiler ile devletler ve diğer/öteki devletler

ile devletler arasında moral/ahlâki ilişkilerin doğru yapısının çerçevesini

oluşturma inanışını paylaşmaktadırlar69.

67 a.g.e., 29. 68 Andrew LINKLATER: Men and Citizens in the Theory of International Relations, Second Edition, Printed in Hong Kong, The Macmillan Pres Ltd., 1990 , 135. 69 Bkz. Molly COCHRAN: Normative Theory in International Relations: A Pragmatic Approach, First Published, Printed in the United Kingdom at the University Press, Cambridge University Press, 1999, 7.

Page 47: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

39

3 - Kimlik ve Farklılık / "Öteki"lik

“Öteki” ve “ötekileştirme” sözcükleri kimliklerin oluşum süreçlerinin

açıklanmasında sıkça kullanılmakta olan kavramlardır. Bir kimlik, toplumsal

olarak kabul edilmiş bir dizi farklılıkla olan ilişkisi yoluyla oluşturulur. Bu

farklılıklar onun varlığı için hayati önem taşır. Kimlik varolmak için farklılığa

gereksinim duyar ve kendi kesinliğini güven altına almak için farklılığı

“öteki”liğe dönüştürür70. Her kimlik, öteki içselleştirilerek inşa edilir.

Farklılıkların tehdit oluşturması ya da tehdit olarak algılanarak

“ötekileştirilme”si salt tanımlama işlevinin ötesinde kimliği kuvvetlendirme

işlevi görür. Günlük yaşamda, zaman zaman, insanların (bizim veya

başkaları tarafından ), gizli bir hesabın peşinde olmak, karanlık işler çevirmek

ve gizli bir planı gerçekleştirmeye çalışmakla suçlandığına tanık

olunmaktadır71. Osmanlı Đmparatorluğu’nun parçalanmasının, Türkiye’de

yaşanan terörün ve komşu ülkelerle ilişkilerde yaşanan sorunların dış güçlere

ve onların içerideki işbirlikçilerinin faaliyetlerine bağlandığı görülmektedir.

Devleti yöneten rejim, oluşturmaya çalıştığı kolektif kimliğin kesinliğini

korumak için, kendi farklılığını ortaya koymaya çalışırken, kendi öteki veya

ötekilerinden önemli ölçüde yararlanır. Kolektif kimliğe karşı iç ve dış tehditler

ortaya çıktığında veya böyle bir tehdit algılaması içerisine toplum girdiğinde

ulusal sadakatin yöneldiği başta gelen yerin devlet olduğu da dikkatten

kaçmamalıdır.

Tarih süreci içinde Avrupa’nın değişik “öteki”leri olmuştur. Bütün

Ortaçağ boyunca Avrupa’nın “öteki”si Đslam’dır. On beşinci yüzyıldan on

sekizinci yüzyıla kadar genelde Đslam, özelde Türkler(Osmanlı Đmparatorluğu)

Avrupa’nın etkili “öteki”sidir. Birbirleri ile hep mücadele içinde olan Avrupalılar

70 William E. CONNOLY: Kimlik ve Farklılık, Çev. Ferma LEKESĐZALIN, 1. Baskı, Đstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1995, 93. 71 BĐLGĐN: Đnsan Đlişkileri ve Kimlik, 127.

Page 48: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

40

Osmanlı’nın doğudaki varlığı ve baskısı sayesinde birlik ve bütünlük

düşüncesine ve bilincine sahip olmuşlardır. Bütün kimliklerde görülen dış

güçler sayesinde birlik ve bütünlük oluşturma süreci modern Avrupa’da da

Osmanlı ile gerçekleşmiştir72. Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakerelerinin

başlamasına muhalefet eden ülkelerin başında gelen ve halkının da ağırlıklı

bölümünün Türkiye’nin üyeliğine karşı çıktığı ileri sürülen Avusturya’nın kimlik

oluşum sürecindeki Türk’lerin ötekiliği bugünün politikalarında yansımasını

bulmaktadır. Avusturya’nın önde gelen dergilerinden Profil’in yazarı Georg

Hoffman,

“Tüm okul kitaplarında Türklerle kimin savaştığından, 1683’te Hıristiyan dünyasını Türk işgalinden kimin kurtardığından bahsediliyor”

demekte, tüm bu olayların Avusturya kimliğinin oluşmasındaki önemli rolüne

işaret etmektedir73.

Sonraları, kim Avrupa için tehdit olarak algılanmışsa, o etkili olan öteki

haline gelmiştir. Soğuk savaş döneminde, “öteki”nin değişen imajı komünist

kimlik olmuştur. “Komünist” sözcüğü, Batı”nın iyilik, güzellik, doğruluk, insan

özgürlüğü, demokrasi gibi evrensel değerlerine karşı çıkan bütün kötülüklerin

kaynağı ve taşıyıcısı olan bir kavram olarak Batılı insanın zihninde

kurulmuştur74.

1990’larda Doğu Bloku’nun dağılmasıyla birlikte yaşanan gelişmelerle

birlikte Batı, bir askeri ittifak olan NATO’dan başlamak üzere, kendini “yeni

öteki”ye göre şekillendirmeye başlamıştır. Batı’nın yeni başta gelen "öteki"si

“Đslam fundamentalizmi” olurken eski tehdidin yerini alacak tehditler de ortaya

çıkmıştır. Yeni tehditler etnik ve dini çatışmalar, nükleer ve kimyasal

72 a.g.e., 63 73 “Avusturya Yalnız Değil”, Cumhuriyet, 4 Ekim 2005 74 Bkz. Ali BULAÇ: “Öteki’nin Kimliği ve Đmajı”, Birikim, No. 71-72 (Mart-Nisan 1995), 79.

Page 49: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

41

silahlanma, terörizm, ekonomik ve politik istikrarsızlıklar veya önceden

tahmin edilemeyen gelecekte ortaya çıkabilecek çeşitli karanlık ve

istenmeyen gelişmeler olarak saptanmıştır.

Görüldüğü üzere, Batı, tarihsel süreç içinde farklı coğrafyaları, farklı

kimlikleri “öteki” olarak inşa etmekte ve bu ötekileri, “modernleştirmeye”,

“denetlemeye” ve “dönüştürmeye” çalışmaktadır. Modern uluslararası

ilişkilerin devletlerarası ilişkiler olarak kurgulanma döneminde de 1945

sonrası devletler yanında uluslararası örgütlerin önem kazandığı dönemde

de, 1980’lerden itibaren başlayan uluslararası ilişkilerin küreselleşme

döneminde de ve 1990'Iardan bugüne yaşadığımız Soğuk Savaş sonrası

dönemde de, kimlik olgusu ve siyaseti hep önemli bir rol oynamıştır75.

Türkiye’nin karar vericilerinin kimliklerini şekillendiren “öteki”lerini

kavramaksızın Türkiye’nin iç ve dış politikasını anlamak olanaklı olmadığı

gibi, yeni muhafazakarlık olarak adlandırılan bir ideolojiyi ABD’de 2000

yılında iktidara taşımış olan Bush yönetiminin, kimlik çözümlemesini

yapmaksızın da, zora dayalı bir hegemonik düzen kurmaya yönelen ABD dış

politikasını anlamak olanaklı olmayacaktır. Devletlerin egemen kimliklerinin

oluşum süreçlerinin kavranması, gerek devletlerin iç politikaları gerekse de

dış politikalarının anlaşılması bakımından merkezi bir önem taşımaktadır.

75 KEYMAN: “Kimlik ve Demokrasi”, 222-223.

Page 50: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

42

II. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ve KAVRAMSAL ARAÇLAR

A- ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLERDE SIKÇA KULLANILAN BAZI

KAVRAMLAR

Ulusal güvenlik ve ulusal çıkar kavramları uluslararası ilişkiler içerisinde

son derece önemli bir yer tutmaktadırlar. Ulusal güvenlik ve ulusal çıkar

kavramlarını, araştırmacılar çok sık kullanmalarına karşın, çalışmalarda bu

kavramların içeriği/muhtevası üzerinde fazla durulmadığı görülmektedir.

Söz konusu kavramlar, araştırmacıların kimliklerine ve kimlikleri

çerçevesinde oluşan algılamalarına göre farklı içeriklerde ele alınmakta,

yorumlanmakta ve tanımlanmaktadır. Ülkelerin dış politikalarının esas olarak

ulusal güvenliklerini sağlamak ve ulusal çıkarlarını elde etmek amacına

yönelik olarak yürütüldüğünü düşündüğümüzde ulusal güvenlik ve ulusal

çıkar kavramları üzerinde durmak bir gereklilik haline gelmektedir.

1- Ulusal Güvenlik Kavramı

Devlet güvenliği/ulusal güvenlik kavramı, özellikle II. Dünya Savaşı

sonrasında uluslararası ilişkiler çalışmalarında sıkça kullanılmaya başlanmış

ve devletlerarası ilişkilerin bir fonksiyonu olarak kabul edilmiştir. Devletler,

uluslararası alandaki öğeler tarafından tehdit edilebilmektedirler ve

uluslararası çevrelerinde meydana gelen değişmeler tehdit algılamalarında

Page 51: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

43

da değişikliklere yol açabilmektedir. Fakat, devlet, dış tehdidin potansiyel tek

hedefi değildir. Toplumlar da normlarını, değerlerini ve hatta onların halkları

tarafından algılandığı biçimiyle modern toplumlarının temellerini

çökertebilecek uluslararası çevreden kaynaklanan olaylar tarafından tehdit

edilebilmektedirler76. Tehdidin gerçek olmasından daha çok tehdit

algılamasının oluşmuş olması iç siyasal yaşamı ve dış politika kararlarını

etkilemektedir.

Geleneksel olarak, ulusal güvenlik kavramı, korunması gereken

değerler olarak siyasal bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü içermektedir; fakat

bazen başka değerler de ilave edilmektedirler77. Soğuk Savaş sırasında

Batılı ülkelerin ulusal güvenliğine karşı “komünist tehdit” algılaması söz

konusuyken ve bu algılamaya göre politikalar saptanırken, 1990’lı yıllar

içerisinde Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte, “komünist tehdit”in yerini

yeni tehdit değerlendirmeleri almaya başlamıştır.

Her devlet, kendi varlığını, devamlılığını ve bütünlüğünü hedef alan iç ve

dış tehditlere karşı, bir Ulusal/Milli Güvenlik Politikası tespit etmek ve bunu

uygulamak durumundadır78. Her ülkenin çıkarlarına göre saptadığı Ulusal

Güvenlik Politikası’nın uygulamasını biçimleyen usul ve metodlarını ortaya

koyan, ulusal güvenlik hedeflerinin gerçekleşmesini sağlayacak olan bir

stratejinin de belirlenmesi gerekir. Ulusal güvenlik stratejisi denilen bu

stratejinin uygulanmasında, iç ve dış tehdit değerlendirmelerindeki

değişmeler ve önceliklere göre değişiklikler yapılması, başarılı sonuçlar

alınması bakımından önemli görülmektedir.

76 Manus I. MIDLARSKY: “The Impact of External Threat on States and Domestic Societies” International Studies Review, Vol. 5, Issue 4, December 2003, 13. 77 David A. BALDWIN: “The Concept of Security”, Review of International Studies, C. 23, No. 1 (January 1997), 13. 78 Devletin Kavram ve Kapsamı, Ankara, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Yayınlarından No:1, 42.

Page 52: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

44

Türkiye’nin kuvvet komutanlarını ve üst düzey sivil yöneticilerini biraraya

getiren ve fiilen en yüksek karar alma organı konumunda bulunan Milli

Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği tarafından yayımlanan “Devletin Kavramı

ve Kapsamı” adlı kitapta,

“…devletin ulusal güvenlik konularının korunması ve kollanması, hükümetlere düşen başlıca bir görevdir.”

denilmektedir. Ancak bu görevin yerine getirilmesinde ortaya çıkabilecek

ihlaller, zafiyetler telafisi devlete ve millete/ulusa çok pahalıya mal olacak ve

bazen telafi edilemeyecek kayıplara yol açabilir, denilmekte; bu nedenle

ulusal güvenliğin korunması ve kollanması amacıyla araştırma, inceleme,

değerlendirme, karar alma, uygulama vb. işlemlerinin; demokratik düzen

içinde ve özelliği dolayısıyla ihtisas kuralına daha fazla uymayı sağlayan bir

ulusal güvenlik sisteminin oluşturulması gerektiği ifade edilmektedir79.

Dolayısıyla ulusal güvenlik konularının hükümetlerden özerk devlet kurumları

tarafından saptanması ve saptamalara göre politikaların uygulanmasının

doğru olacağı savunulmaktadır. Gerçek ve tüzel kişilerin, her türlü resmi ve

özel kurum ve kuruluşların, politik birimlerin, siyasi partilerin ve devletin yargı,

yürütme, yasama ve temsil organlarının devletin varoluş nedenine uygun

ulusal hedeflerin elde edilmesi konusunda ortak bir bilinç; tutum ve davranış

biçimi içinde bulunmalarının sağlanması gerekir80. Aynı kitaba göre birlik ve

bütünlüğün sağlanması için her şeyden önce devletin bireyleri arasındaki

“siyasi, etnik ve gelişim farklılıklarının” azaltılması veya ortadan kaldırılması

gerekir. Dış güçler; çeşitli yol ve yöntemlerle, hedef ülkedeki siyasi, etnik ve

gelişim mesafelerini etkileyip kendi amaçlarına uygun düzenlemeye

79 Bkz. Devlet’in Kavram ve Kapsamı, 44. 80 a.g.e., 47.

Page 53: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

45

çalışırlar81. Türk siyasal kimliğinin, sürekli bir yok olma tehdidi altında

kendisini hissetmesi, iç ve dış düşmanların sürekli bir şekilde kendi varlığını

ortadan kaldırmaya çalıştıkları algılaması içerisinde bulunması, sürekli bir

güvenlik arayışı içerisinde olunmasını da beraberinde getirmektedir.

Güvenliğin sağlanabilmesi ise hükümetlerden öte devletin kurumlarının bir

görevi haline getirilmektedir. Siyasal, etnik ve gelişim farklılıklarının ortadan

kaldırılması suretiyle birlik ve bütünlüğün sağlanabileceğine inanılmaktadır.

Birlik ve bütünlüğün sağlanması, dış güçlerle işbirliği yapabilecek potansiyel

iç düşmanların ortadan kaldırılabilmesiyle doğrudan ilintili kılınmaktadır.

2 - Ulusal Çıkar Kavramı

Ulusal çıkar, tüm devletlerin dış politikalarını belirleyen, fakat kendisi

belirlenemeyen esrarengiz bir kavram haline dönüşmüştür. Tüm devletler,

çeşitli davranışlarını ve/veya davranış arzularını bu kavrama dayandırarak

haklı göstermeye çalışmışlar, böylece ulusal çıkar, Mahatma Gandhi’nin

Hindistan’da Đngiliz yönetimine karşı uyguladığı pasifist politikalardan Adolf

Hitler’in “lebensraum” dediği ve Almanların diğer ülkelerin topraklarını ele

geçirmelerini meşru kılan yayılmacı “hayat sahası” politikasına kadar çeşitli

eylemlere bir gerekçe oluşturmuştur82.

Ulusal çıkar karar vericilerin almış oldukları dış politika kararlarını

meşrulaştırıcı güçlü ve karşı çıkılması zor olan bir kavram olarak karşımıza

çıkmaktadır. Kuşkusuz, alınan her kararda ulusal çıkar kavramı dile

81 a.g.e., 56. 82 Faruk SÖNMEZOĞLU: Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, 2. Baskı, Đstanbul, Filiz Kitabevi, 1995, 211-212.

Page 54: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

46

getirilmemektedir. Ancak bu durumlarda bile dış politikanın ulusal çıkara

uygun olduğu içsel olarak varsayılmaktadır83.

Geleneksel eğilimin temsilcileri arasında ulusal çıkar kavramına önem

kazandıran uluslararası politika alanındaki ilk genel kuram oluşturma

çabasının sahibi Hans Morgenthau, uluslararası politika alanında

“gerçekçi/realist” olarak adlandırdığı kuramında, gerçekçiliğe yolunu

bulmakta yardım eden en önemli “nirengi noktası” olarak güç terimi ile ifade

ettiği “çıkar” kavramını görmektedir. Uluslararası politikayı kavrayıp anlamaya

çalışan akıl ile, anlaşılması gereken gerçekler arasındaki bağlantıyı bu

kavram sağlamaktadır84. Morgenthau’ya göre bir devlet adamının izleyeceği

dış politika ile bu devlet adamının felsefesini ve siyasal eğilim ve

sempatilerini birbirine karıştırmamak gerekir. Özellikle çağdaş koşullar

altında, devlet adamları, halk kitlelerinin destek ve sevgisini kazanmak

amacıyla izledikleri dış politikayı felsefî ve siyasî sempatileri açısından

sunma alışkanlığında bulunabilirler. Fakat günümüzün devlet adamları ulusal

çıkar açısından düşünmek ve eylemde bulunmak şeklindeki “resmî görev”

anlayışları ile, kendi moral değerlerinin ve siyasal ilkelerinin bütün dünyada

uygulandıklarını görmek şeklindeki “kişisel arzuları” açısından farklı kişiliklere

sahiptirler85.

“Ulusal çıkar” halkın toplumsal bilincinde kök salmış, tamamen soyut

nitelikte olan bir çok iyi ve güzel fikirleri içermektedir86. Ulusal çıkar kavramı,

83 Đlhan UZGEL: Ulusal Çıkar ve Dış Politika, 1. Baskı, Ankara, Đmge Kitabevi Yayınları, Mayıs 2004, 53-54. 84 Hans J. MORGENTHAU: Uluslararası Politika, Çev. Baskın ORAN ve Ünsal OSKAY, Cilt:1, Türkçe Birinci Baskı, Ankara, Türk Siyasal Đlimler Derneği Yayınları, 1970, 4. 85 Bkz. Hans J. MORGENTHAU: Uluslararası Politika, Cilt:1, 7. 86 Mehmet GÖNLÜBOL: Uluslararası Politika, Ankara, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1978, 86.

Page 55: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

47

uluslararası alanda bir eylemde bulunan bir devletin neden o şekilde

davrandığını açıklamaya yarayan bir araç olmaktadır. Bazıları, ulusal çıkarı,

“... karar alıcı neye karar verirse odur” şeklinde tanımlamaktadır87. Suat

Bilge’ye göre ulusal çıkar, bir memleketin kanaatini yansıtan halk oyu ve

devlet adamlarının bir memleketin bağımsızlığı, ülke bütünlüğü, güvenliği,

maddi ve manevi yaşayış şekli bakımından hayati saydığı hak ve

menfaatlerdir88.

Đç politika ile dış politika arasındaki ilişkiyi sistematik bir biçimde

çözümleyen ilk düşünürlerden Karl Marx ve Friedrich Engels’e göre egemen

sınıfın düşünceleri, bütün çağlarda, egemen düşüncelerdir, başka bir deyişle,

toplumun egemen maddi gücü olan sınıf, aynı zamanda egemen zihinsel

güçtür. Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, aynı zamanda,

zihinsel üretim araçlarını da emrinde bulundurur, bunlar o kadar birbirinin

içine girmiş durumdadırlar ki, kendilerine zihinsel üretim araçları

verilmeyenlerin düşünceleri de aynı zamanda bu egemen sınıfa bağımlıdır.

Egemen düşünceler, egemen maddi ilişkilerin fikirsel ifadesinden başka bir

şey değildir, egemen düşünceler, fikirler biçiminde kavranan maddi egemen

ilişkilerdir, şu halde bir sınıfı egemen sınıf yapan ilişkilerin ifadesidirler; başka

bir deyişle, bu düşünceler, onun egemenliğinin fikirleridirler. Egemen sınıfı

meydana getiren bireyler, başka şeyler yanında, bir bilince de sahiptirler ve

sonuç olarak düşünürler; bu bireyler, bir sınıf olarak egemen oldukça ve

tarihsel çağı bütün genişliğince belirledikçe, elbette ki, bu bireyler sınıflarının

bütün genişliğince egemendirler ve öteki şeyler bakımından olduğu kadar,

düşünürler, fikir üreticileri olarak da egemendirler ve kendi çağlarının

düşüncelerinin üretimi ve dağıtımını düzenlerler; o halde onların düşünceleri,

87 SÖNMEZOĞLU, 219. 88 A. Suat BĐLGE: Milletlerarası Politika, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1966, 314.

Page 56: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

48

çağlarının egemen düşünceleridir89.

Her bir yeni sınıf, amacını gerçekleştirmek için kendi çıkarlarını bütün

toplumun üyelerinin çıkarı olarak gösterir ve bunu da ideal bir biçim içinde

sunar. Kendi düşüncelerine evrensellik boyutu katmak zorundadır ve bunları

tek geçerli evrensel ve akılcı düşünceler olarak ortaya koyar90. Devletin

çıkarları ya da ulusal çıkarlar, aslında toplum içindeki egemen sınıfın

çıkarlarından başka bir şey değildir. Đç politikada olduğu gibi, dış politikada

da, devlet mevcut düzeni dış tehlikelerden koruyan ve egemen sınıfın

dışarıdaki çıkarlarını yürüten başlıca araçtır91.

1917 Rus devriminden sonra, 1920’lerde Đtalya’da faşizmin, 1930’larda

Almanya’da Nazizmin, 1958’de Küba’da ve 1979’da Đran’da meydana gelen

rejim değişiklikleri sonrasında yani hakim ideolojinin yerine başka bir

ideolojinin gelmesinden sonra bu ülkelerin karar vericilerinin "çıkar"

algılamalarında farklılıklar olmuş ve dış politikalarında, iç yapılarında

meydana gelen değişmelerle birlikte farklı yaklaşımlar oluştuğu

gözlemlenmiştir.

Türkiye’nin çıkar değerlendirmelerinin, Türk siyasal kimliği tarafından

yapıldığını ve onun adına devletin ilgili kurumlarınca uygulandığını ifade

etmek gerekir. Çıkar kavramı, toplumun üzerinde her zaman uzlaşısının

olması gereken bir alan olarak inşa edilmektedir. Belirlenen ulusal çıkar

doğrultusunda uygulanan politikalara muhalefet eden anlayışlar ise,

89 Karl MARX ve Friedrich ENGELS: Alman Đdeolojisi, Çev: Sevim BELLĐ, 5. Baskı, Ankara, Sol Yayınları, 2004 , 75. 90 UZGEL, 62. 91 GÖNLÜBOL: Uluslararası Politika, 246.

Page 57: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

49

dışlanmakta, “öteki”leştrilmekte ya da dış güçlerin hizmetinde olmakla

suçlanabilmektedirler. Türkiye’nin dış politikası hegenomik bir konumda

bulunan “Kemalizm”in şekillendirdiği siyasal kimliğin algılamaları

doğrultusunda oluşmakta ve uygulanmaktadır. Söz konusu kimlik, hegemonik

vasfını kaybettiği ölçüde Türkiye’nin dış politikasının da farklı çıkar

değerlendirmeleri ve uygulamaları içerisine girmesi mümkün hale

gelebilecektir.

B- KARAR VERĐCĐLERĐN ALGILAMALARININ OLUŞUMUNU

ETKĐLEYEN ETKENLER

1- Resmi Đdeoloji ya da Devlet Kimliği ya da Ulusal Kimlik

Hemen hemen bütün ülkelerde devlet/hükümet tarafından açık ya da

örtük biçimde oluşturulan bir ideolojiden söz edilebilir92. Đdeoloji, olay ve

olguları algılama ve bu algılama sonucunda oluşan düşünceler ve bu

düşüncelerin eyleme geçirilmesine ilişkin bir inançlar setidir.

Bununla beraber, burada söz konusu olan tek tek bireylerden

kaynaklanan inançlar değil, bir anlamda onların dışında siyasal sistem

içerisinde yer alan ve bireylere hayatları boyunca yaşadıkları sosyalizasyon

süreci çerçevesinde etkide bulunan ve onlarca çeşitli düzeylerde kabul gören

92 SÖNMEZOĞLU, 485.

Page 58: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

50

bir inançlar setidir93.

Bir ülkede egemen olan ideolojinin devamlılığı ve egemenliğini

sürdürecek kurumlar/yapılar aracılığıyla toplumun ortak algılama ve duyuş

biçimini oluşturmada önemli bir işleve sahip olduğunu vurgulamak gerekir.

Hemen her toplumda ideolojinin başta gelen rollerinden biri, sistemi ve

önderlerin eylemlerini meşrulaştırmak için bir araç olarak kullanılmasıdır94.

Ulus-devletleşme sürecinin aracı olan “ulusal kimlik” oluşumu, modern

çağın ürünüdür. Daha doğru bir ifadeyle, bu süreçte devletin kimliği ile devleti

oluşturan yurttaşların varsayımsal kimliği örtüşmüştür95. Bu kimliğe uymak ya

da farklı bir kimliği hakim kılmak isteyenlerse örtülü ve açık eylemlerle hakim

kimliğin egemenliğini sarsmaya çalışmaktadırlar. Bir devlete hakim olan

ulusal kimlik, aynı zamanda o devletin kimliği anlamına gelmektedir. Devletin

çizmiş olduğu sınırlar içerisinde politikalar geliştirmeye çalışan ve bu

politikalarını uygulamaya geçirmek isteyenlerse devletin algılama biçiminin

devamlılığını sürdürmede birincil öneme sahip kurumlarla çatışmama ve bir

çatışmaya girmeyecekleri çerçeve içerisinde kalmak durumundadırlar. Devleti

yönetmeye aday egemen ideoloji dışı siyasal kimlik anlayışları ise egemen

ideoloji tarafından ötekileştirilecek ve egemen ideoloji durumuna

gelemedikleri sürece bu durum devam edecektir.

Türkiye’nin egemen hatta hegemonik düzeyde varlığını sürdüren kurucu

ideolojisi olan “Kemalizm”, oluşturduğu kurumlar aracılığıyla, eğitim

93 a.g.e., 486. 94 GÖNLÜBOL: Uluslararası Politika, 211. 95 Suavi AYDIN: Kimlik Sorunu, Ulusallık ve Türk Kimliği, Ankara, Öteki Yayınevi, Mayıs 1998, 22.

Page 59: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

51

sistemiyle, aydınlarıyla toplumu şekillendirmeye, kendisinin toplumun bireyleri

tarafından içselleştirilmesini sağlamaya, ortak bir duyuş, düşünüş ve algılayış

biçimi oluşturmaya çalışmaktadır. Kendini devletle/ulusla özdeşleştiren

Kemalizm, bu durumdan sapmalar olduğunu veya toplum içerisindeki

hegemonik etkinliğinin zayıfladığı algılaması içerisine girdiği dönemlerde iç

düşmanlarının dış düşmanların desteğiyle güç kazandığına, etkinliklerini

arttırdığına inanmaktadır.

2- Raison D'etat / Devletin Varoluş Sebebi

Tarihçiler, belirli devletlerde yetkili pozisyonlarda bulunan yetkililerden

bağımsız olarak kullanılan gücün amaçları ve yöntemlerinin bir istikrarı ve

devamlılığını gözlemişlerdir.

Bu durum, ulusal çıkar ya da daha doğru bir ifadeyle, herhangi bir belirli

devlet için içe dönük olarak yurttaşları ya da tabiyetlerine, dışa dönük olarak

öteki devletlere ya da dış güçlere atıfla gücünü koruması için gerekli olan

eylemde bulunabilme mantığı olan raison d’etat kavramına götürmektedir96.

Raison d’etat’ın iç ve dış uygulamaları tutarlı ve bölünmezdir. Bir

devletin, toplumunu düzenleme çabası ve kendisini devletlerarası bağlamda

koruması ve amaçlarını elde etmeye çalışması arasında uygulamalı bir ilişki

96 Robert W. COX: Production, Power, And World Order, New York, Columbia University Press, 1987, 409.

Page 60: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

52

vardır97. Devletler kuşkusuz belirli bir özerklikle hareket ederler. Her bir

devlet, kendi sahip olduğu kurumları ve pratikleriyle, kendi özel raison d’etat

diye adlandırılabilen yönetim şekilleri ve belirli istikrarlı çıkar kavramlarıyla

gelişir. Bu özerklik, bununla beraber, hem iç hem de dış sınırlamalarla

koşullanmıştır98.

Toplumların yapısında meydana gelebilen derin değişiklikler raison

d’etat’ın da değişmesine yol açmaktadır. Hükümet değişiklikleri ya da

yönetim kadrolarında meydana gelebilen değişiklikler ise raison d’etat’ın

istikrarlı sürekliliğinde kesintiye yol açmamaktadır.

Türkiye’nin raison d’etat’ı / varoluş sebebi, önce iç ve dış düşmanların

işbirliği halinde Osmanlı Devleti’ni çökertmeleri süreci içerisinde devletin

toprak bütünlüğünün ve varlığının korunması anlayışı çerçevesinde oluşmaya

başlamış, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da temelde Türklerin

sığındıkları son toprak parçası olarak görülen Anadolu’nun iç ve dış

düşmanlar tarafından tekrar parçalanmasına yol açılmasının engellenmesi

anlayışına dayanmıştır. Türkiye’nin raison d’etat’ı / varoluş sebebi ile Osmanlı

devletinin raison d’etat’ı / varoluş sebebi arasında bu açıdan bir süreklilik

olduğu ileri sürülebilir. Örneğin, Bulgar ayaklanmasına karşı silahlı çetelerle

yürütülen mücadelede Türk halkına silah dağıtılmış, ayaklanmaların

bastırılmasında gönüllü halk kuvvetleri kullanılmıştır. Đkinci Balkan Savaşı’nda

hükümetçe, ordunun Meriç nehrini geçmeyeceği taahhüt edilmişse de, ordu

mensubu olan kişilerin bütün Trakya’yı ele geçirmeleri, “Batı Trakya Geçici

Đslâm Hükümeti”ni kurmaları sağlanmış ve daha sonra Osmanlı devletinin

kararıyla bu devlete son verdirilmiştir. Cumhuriyet döneminde Kıbrıs’ta 1958

97 a.g.e., 107. 98 a.g.e., 399.

Page 61: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

53

yılında Türk subaylarının örgütlemesiyle Türk Mukavemet Teşkilatı(TMT)

kurdurulmuş ve o bağlamda bir mücadele yürütülmüştür. Bu örnekleri daha

da genişletmek mümkündür. Türkiye’deki hegemon siyasal kimlik, iç ve dış

düşmanlarına karşı kendi varlığını koruyabilmek için açık ve örtülü eylemde

bulunabilme yeteneğine süreklilik kazandırabilmiştir.

3 - Đmaj

Aynı toplum içerisinde eğitimi, dili, deneyimi ve kültürü paylaşan

bireylerin nesneleri görüş tarzları ve uyarıları işleyişleri birbirine yakın

olmaktadır. Đmaj kavramı, kişinin bir nesneye ilişkin olarak geçmiş ve şimdiye

ilişkin algılamalarını ve bu algılamalar sonucunda oluşan düşünce ve

değerlendirmeleri de kapsamaktadır.

Đmajlara dayanılarak, doğru ya da yanlış bir algılama sonucunda, karşı

karşıya bulunulan durum belirlenmektedir. Đmaj, bir nesnenin insanın zihinsel

sistemi içerisindeki görüntüsüdür. Đmajın temelinde bir nesnenin algılanışı yer

alır. Bir uyarının alınması ile bir duyumun algılanması arasında çok miktarda

kognitif işlem meydana gelmektedir. Bu konuda kesin olarak bildiğimiz birkaç

şey arasında şunları sayabiliriz: Çok farklı uyarılar aynı duyumları

üretebilirler, aynı uyarı çok farklı duyumlar yaratabilir ve nihayet, uyarıdan

duyuma giden süreç bir ölçüde eğitimle koşullandırılmıştır. Karar verici

makamlara gelen kişilerin, eğitim süreçleri içerisindeki koşullanmaları, onların

algılamalarını ve bu algılamalara göre imajlarının oluşumunu etkilemekte, bu

ise kararlara yansımaktadır. Türk siyasal kimliği, Osmanlı Devleti’nin çöküş

Page 62: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

54

sürecini ve daha sonraki dönemde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu,

devletin temel nitelik ve özelliklerini, iç ve dış düşmanlarını toplumun her

üyesine eğitim yoluyla öğretmeye çalışmaktadır. Sadece Türk okullarındaki

eğitim yoluyla değil, toplumsallaşma süreçleri içerisindeki etkileşimler yoluyla

da Türklerin algılama biçimleri şekillenmekte ve imajları oluşmakta, dost

olduğu öğretilenler dost, düşman olarak nitelenenler düşman olarak

algılanmaktadırlar.

4 – Đnançlar ve Değerler

Algılamaların oluşumunda inançların da önemli bir payı vardır. “Đnanç”

sözcüğü eskiden dinsel doğmayla ilintilendirilirdi. Ancak sözcük anlam

genişlemesine uğramıştır. Bugün ise, bir öznenin kendine özgü, kendi

“görüşü “olarak ( zira herkesin bir görüşü olmak durumundadır), herhangi bir

nesnel hakikat ölçütüne vurulmaksızın, sahip olma hakkını duyumsadığı

hemen her şeye uygulanmaktadır99.

Đnançlar, doğrulukları kanıtlanmasa da, karar alıcıların doğru olarak

kabul ettikleri varsayımlar, önermelerdir. Bir inanç sistemi, sahip olunan

çeşitli toplumsal değerler, bir başka deyişle “iyi”, “kötü” kategorileri ve bireyin

kendisine ve dışındaki dünyaya ilişkin bütün düzenli bilgileri çerçevesinde

oluşan, geçmişe, şimdiye ve geleceğe yönelik çeşitli imajlardan meydana

gelmektedir100.

99 T.W. ADORNO: Otoritaryen Kişilik Üstüne Niteliksel Đdeoloji Đncelemeleri, Çev. Doğan

ŞAHĐNER, 1. Baskı, Đstanbul, OM Yayınevi, 2003, 271. 100 SÖNMEZOĞLU, 184.

Page 63: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

55

Dış politika kararları, karar vericilerin, inanç ve kanı süzgecinden

geçtikten sonra; çoğu kez bilinçaltı nitelikte olan sosyo-psikolojik nedenler,

kararların alınmasında önemli roller oynarlar.

Đnsan psikolojisinde dostların dostça, düşmanların da düşmanca

davranış göstermeleri beklendiğinden, gerçek amaçları ve nitelikleri ne olursa

olsun davranışların bu bekleyiş çizgisine göre değerlendirilmeleri eğilimi

vardır101.

Bir karar verici göreve geldiğinde ait olduğu toplumun çoğunluğu

tarafından benimsenen ve kendisinin de paylaştığı değerleri ve inançları da

beraberinde getirir. Değerler politika yapıcılarının görüşlerini etkiledikleri gibi,

onların saptamış oldukları hedefleri, verdikleri kararları ve giriştikleri eylemleri

haklı göstermelerine de yardım ederler102.

Her ülkede karar vericiler toplumsal değerlerin etkisi altında hareket

ederler. Bir toplumda bireylerin düşünme biçimine egemen olan, o toplumun

yaşantı biçimini etkileyen, kısacası toplumun iç ve dış politikasını yönlendiren

değer sisteminin tümüne birden ideoloji denilmektedir. Bir toplumun değer

sistemi gelenekler ve inançlardan oluşur103.

101 GÖNLÜBOL: Uluslararası Politika, 193. 102 a.g.e., 194. 103 a.g.e., 209.

Page 64: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

56

III. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLERĐN KURAMSAL ÇERÇEVESĐ

A – ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER DĐSĐPLĐNĐ'NĐN ORTAYA ÇIKIŞI

Herhangi bir bilimsel disiplinin ortaya çıktığı toplumsal ortamdan kopuk

biçimde var olabileceğini söylemek olanaksızdır. Uluslararası ilişkiler de,

ABD’nin bir dünya gücü niteliğini kazanması sürecinde Amerikan uluslararası

politika ve uygulamalarını incelemek ve ışık tutmak hatta belli konularda

yönlendirmek gereksinmesi doğrultusunda doğan bir akademik ilgi alanıdır104.

Uluslararası ilişkiler disiplininin ortaya çıkması, üzerinde çalışılması

I. Dünya Savaşı’ndan sonra başlamıştır. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce

uluslararası ilişkiler konusunda okutulan dersler yalnız diplomasi tarihi,

devletler hukuku ve uluslararası ekonomiye ilişkin derslerdi. Birinci Dünya

Savaşı’ndan hemen sonra uluslararası ilişkiler ve uluslararası örgütler

adlarını taşıyan dersler rağbet görmeye başladı. 1930’da bunlara

uluslararası politika, siyasi coğrafya ve uluslararası toplum/halk efkârı dersleri

ilave edildi. Bir çok üniversiteler uluslararası ilişkiler konusunda Master of

Arts ve Ph. D. diplomaları vermeğe başladılar105.

Uluslararası ilişkiler, I. Dünya Savaşı sonrasında, dönemin ABD

başkanı Wilson’un 14 ilkesi çerçevesi içerisinde şekillenmeye başlayan

104 BOSTANOĞLU: Türkiye-ABD Đlişkilerinin Politikası, 15-16. 105 Türkkaya ATAÖV: “Milletlerarası Münasebetler Nedir ve Üniversitelerde Nasıl Okutulabilir?” Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt: XV, No:2 ( Haziran 1960 ), 184.

Page 65: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

57

“idealizm” kuramı ile, bir araştırma/çalışma alanı haline gelmiştir. I. Dünya

Savaşı’ndan galip çıkan devletlerin öncülüğünde adil bir dünya düzeninin

oluşturulması, savaşın tekrar yaşanmaması için ilkelerimiz neler olmalı,

sorusuna cevap aranmış, savaş ertesindeki statükoyu koruma yanlısı ABD ve

Đngiltere’nin politikalarının düşünsel çerçevesi oluşturulmaya çalışılmıştır. II.

Dünya Savaşı daha başlamadan “idealizm” kuramı kuramsal olarak

geçerliğini kaybetmiştir.

II. Dünya Savaşı sonrasında bir akademik disiplin kimliği kazanabilen

uluslararası ilişkilerin tek kuramsal hatta paradigmatik çerçevesi, Amerikan

akademik çevrelerinde en yaygın biçimde benimsenen pozitivist epistemolojik

yaklaşımı uluslararası ilişkilerin analizine taşıyan realizm olagelmiştir.

Realizm, uluslararası ilişkilerin, çıkarlarını maksimize edecek politikaları

rasyonel biçimde izleyen devletlerin, bir güç dengesi içinde oluşturdukları

hiyerarşik bir yapılanma çerçevesinde gerçekleştiğini varsaymaktadır.

Realizm, bütün dünyada uluslararası ilişkiler (UAĐ ) ve uluslararası politika

(UAP) incelemelerine egemenliğini kabul ettirmiş ve “objektif, ideolojiden

arınmış, gözlem ve ölçüme dayanan” görünümü ile bilimselliğin ölçütü haline

gelmeyi başarmıştır106. ABD’deki sadece akademik çevreler değil, yönetim

çevreleri de realist bakış açısını benimsemiştir.

106 Burcu BOSTANOĞLU: “Türkiye’nin Ulusal Çıkar Kavramlaştırmasının ABD ile Đlişkileri Çerçevesinde Epistemolojik Bir Eleştirisi”, 5.

Page 66: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

58

B- ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLERĐN EGEMEN PARADĐGMASI:

GERÇEKÇĐLĐK/REALĐZM

Uluslararası ilişkilerin hakim epistemolojisi olan

gerçekçiliğin/realizmin ilkelerini, ilk kez E. H. Carr ve Hans Morgenthau

belirlemiş, daha sonra Reinhold Niebuhr, John Herz ve Henry Kissenger gibi

yazarların da katkısı ile biçimlenerek uluslararası politik akademik

çalışmalarda tek geçerli yaklaşım halini almıştır107.

Uluslararası ilişkilerin akademik bir disiplin olarak kabul edilmesine ilk

olarak 1948’de yazdığı ve daha sonraki yıllarda değiştirilerek, ekler yapılarak

ve yenileştirilerek yeni baskıları yapılan “Uluslararası Politika” adlı kitabıyla

büyük katkı yapan Morgenthau’ya göre uluslararası alanda geçerli olan tek

gerçek, “güç” unsurudur. Güçlü olan üstün duruma geçer ve sözünü geçirir.

Bundan dolayı uluslararası arenada sürekli olarak bir güç mücadelesi hüküm

sürer. Devletler durmadan kuvvet kazanmaya ve karşılarındakini güçsüz

bırakmaya çabalarlar. Bu çabaların sonucu, ortaya uluslararası barışı

koruyacak tek düzen olan “güç dengesi” çıkar. Uluslararası plânda geçerli tek

gerçek olan “güç” gene karşı bir “güç” tarafından dengelendiği zaman barış

ve düzen hüküm sürer. Morgenthau, uluslararası hukuk, uluslararası ahlâk

gibi öğeleri, “ulusal güç” ve “ulusal çıkar” kavramları karşısında ancak ikinci

derecede unsurlar olarak görür.

Uluslararası politika alanındaki teorik anlayışına gerçekçilik/realizm adı

verilen Morgenthau’ya göre siyasal gerçekçiliğin altı temel ilkesi

bulunmaktadır. Bu ilkeler;

107 BOSTANOĞLU: Türkiye-ABD Đlişkilerinin Politikası, 73.

Page 67: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

59

1.Siyasal gerçekçilik, genel olarak toplum gibi siyasetin de kökleri insan

doğasında bulunan objektif yasalarca yönetildiğine inanır. Siyaset yasalarının

derinliklerine kök saldığı insan doğası, Çin’in, Hindistan’ın, ve Grek

dünyasının klâsik felsefelerinden bugüne kadar değişmiş değildir.

2. Uluslararası politika denen geniş alanda siyasal gerçekçiliğe yolunu

bulmakta yardım eden en önemli “nirengi noktası” güç terimi ile ifade edilen

çıkar kavramıdır. Uluslararası politikayı kavrayıp anlamaya çalışan akıl ile,

anlaşılması gereken gerçekler arasındaki bağlantıyı bu kavram

sağlamaktadır.

3. Gerçekçilik en temel kavramı olan güç şeklinde tanımlanan çıkar

kavramını hiç değişmeyen ve sabit bir anlam içinde hapsetme niyetinde

değildir ve böyle bir görüş taşımaz. Tarihin belli bir döneminde siyasal eylemi

belirleyen çıkar türü dış politikanın formüle edildiği siyasal ve kültürel içeriğe

(muhtevaya) bağlıdır. Ulusların kendi dış politikalarında izlemiş olabilecekleri

amaç ve erekler her ulus için, ya izlemiş olduğu ya da izlemiş olması

mümkün çok çeşitli amaçlara uygun olarak, sayısız denecek kadar farklıdır.

4. Siyasal gerçekçilik siyasal eylemin moral öneminin farkındadır. Fakat

çoğu zaman başarılı bir politikanın gerekleriyle ahlâkın emirleri arasında

giderilmesi güç bir gerilim olduğunu da gözden kaçırmaz.

Gerçekçilik, evrensel moral ilkelerinin, evrensel soyut formüller biçimi

içinde, devletlerin eylemlerine uygulanamayacağı, görüşündedir ve bu

ilkelerin zaman ve yer konusunda somut şartlara göre ayıklanması

gerektiğine inanır. Bireyler kendi başlarına, “Fiat justitia, pereat mundus”

(Dünya yıkılsa da bırak adâlet yerini bulsun) diyebilirler. Ama devletler,

geleceklerinden sorumlu olduğu insanlar adına böyle bir söz söyleme

Page 68: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

60

hakkına sahip değillerdir. Birey olsun, devlet olsun, özgürlük gibi konularda,

siyasal eylemi evrensel moral ilkelerle düşünüp değerlendirmek

zorundadırlar. Fakat bununla beraber, bireyler böyle bir moral ilke uğruna

kendilerini feda etmek hakkına sahip oldukları halde devletin başarılı bir

siyaset izlemek için özgürlük ilkesinden sapmış olmayı moral açıdan

onaylamamaya hakkı yoktur. Her siyasal ahlâkilik, ahlâki görünen bir eylemin

siyasal sonuçlarını hesaba katmak zorundadır.

5. Siyasal gerçekçilik, belli bir ulusun ahlâki hareket edip etmediğini

belirleyip anlamakta dünya çapındaki moral yasaların ölçüt olarak alınması

görüşünü kabul etmez.

6. Siyasal gerçekçilik ile diğer düşünce ekolleri arasında gerçek ve

önemli bir fark vardır. Bununla beraber siyasal gerçekçilik kuramının büyük

kısmı, siyasal meselelere karşı, entellektüel ve moral tutumu inkâr edilmese

de, yanlış anlaşılmış ve yanlış yorumlanmış olabilir.

Entellektüel açıdan, siyasal gerçekçiler, iktisatçıların, hukukçuların, ve

ahlâkçıların kendi konularında yaptıkları gibi, siyasal alanın da kendi başına

ve bağımsız bir alan olduğuna inanırlar. Đktisatçının servet ve zenginlik

şeklindeki çıkar anlayışı açısından düşünmesine; hukukçunun eylemin yasal

kurallara uygunluğu; eylemin ahlâk kurallarına uygunluğu açısından

düşünmesine karşılık, siyasal gerçekçi güç şeklinde tanımlanan çıkar

açısından düşünür. Đktisatçılar, “Bu politikanın toplumun veya toplumun bir

kesitinin zenginlik ( veya serveti) üzerinde ne gibi etkileri olacaktır?” diye

düşünürler. Hukukçular, “Bu politika hukuk kurallarına uygun mudur?” diye

düşünürler. Ahlâkçılar, “Bu politika moral ilkelere uygun mudur?” diye

düşünürler. Siyasal gerçekçiler ise, “Bu politika ulusun güç gücünü ne yönde

etkileyecektir?” diye düşünürler.

Page 69: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

61

Siyasal gerçekçiler, siyasal olmayan düşünce standartlarının

varlığından ve bunların da konu ile ilgili olabileceğinden habersiz değillerdir.

Siyasal gerçekçi, bu standardları bir tarafa bırakmaz; siyasal-olmayanları

siyasal-olanlara bağımlı kılar. Siyasal gerçekçi olarak da, politika alanından

olmayan standardları politika üzerine empoze etmek istediklerinde, bu gibi

düşünce ekollerinden ayrılır108.

Morgenthau’nun ifadesiyle A, B üzerinde bir siyasal güç kurmuş veya

kurmak istiyor demek, her zaman, A’nın B’nin düşüncesini nüfuzu altına

alarak, B’nin belirli eylemlerini denetlemeye muktedir olduğu, veya muktedir

olmak istediği demektir.

Bir dış politikanın da, ham madde kaynaklarını ele geçirmek, deniz

yollarının denetimini sağlamak, veya sınır değişiklikleri sağlamak gibi maddi

hedefleri ne olursa olsun, bütün bunların amacı diğerlerinin düşünceleri

üzerinde nüfuz kurarak onların eylemlerini kontrol altına almaktır109.

Günümüzde savaşın (bir ulusa kabul ettirilebilmesi ) için, savaşın, o

ulusun dış politikasının hesaplı ve plânlı bir hareketi olarak değil, doğal bir

felâket, düşman ulusun mel’unca bir hareketi olarak ortaya çıkması

gerekmektedir. Savaşın olmaması gerektiğini savunan ahlâk kuralının

ihlâlinden dolayı ortaya çıkacak ahlâki engellemelerin, bütünüyle olmasa da,

kısmen giderilmesi mümkün olmaktadır110. Modern tarihte hemen hemen

hiçbir devlet "savaşçı" bir dış politika izlediğini iddia etmemiş ve

etmemektedir. Hitler, Avrupa'yı ateşe verirken amacının Avrupa'ya barış

getirmek olduğunu söylemişti; ABD Vietnam'a barışçı düşüncelerle müdahale

108 Hans J. MORGENTHAU’nun siyasal gerçekçiliğin ilkeleri konusundaki açıklamaları için Bkz. Uluslararası Politika, Cilt: 1, 1- 14. 109 MORGENTHAU, Cilt:1, 34. 110 a.g.e., 313.

Page 70: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

62

etmişti; Sovyetler Birliği Afganistan'da "barışçı" amaçlarla bulunmuştur.

Ayrıca, modern tarihte kurulan ittifakların hiçbiri saldırı amacıyla

kurulmamıştır; hepsi statükoyu korumak ve üye ülkelerin toprak bütünlüğünü

güvence altına almak için örgütlenmişlerdir111.

Pozitivist uluslararası ilişkiler kuramı realizm, “tarihsellik” ve “ahlaksallık”

konularında Morgenthau’dan beri benimsenen evrensel bir insan doğası

kavramından hareket etmektedir. Sosyal bilimin amacı, insanın farklı sosyal

yapılarda nasıl belirgin biçimlerde davranacağını saptamak ve öngörmektir.

Dolayısıyla, bilimin esas konusu olan insanın doğasından kaynaklanan

siyasal davranışında, tarihe bağlı değişmeler, özde bir değişiklik

yaratmamaktadır. Ayrıca, öyle bile olsa, realist kuram, eski Yunan’dan 20.

yüzyılın son yarısına kadar, tarih boyunca da devletin güç maksimizasyonu

peşinde koşan, etkinliğini artırmaya çalışan uluslararası sahnenin başlıca

aktörü olduğunu zaten saptamıştır112.

“Gerçekçilik” ya da “Realizm”in temel dayanak noktalarından birisi olan

insan doğası kavramının felsefi geçmişine kısaca değinmek yerinde olacaktır.

Antikçağ düşünürlerinden Platon ( Eflatun )’a göre bir insanın içinde iki yan

vardır: Biri iyi, biri kötü. Bu iki yan devlette de vardır113. Đyi ve kötü yanlar

birbirleriyle savaş halindedirler. Yaklaşık bin yıllık bir süreyi kapsayan

Ortaçağ felsefesinde, Antikçağ felsefesi yeniden yorumlanarak dinsel bir

içeriğe büründürülmüştür. Bu dönemin anlayışına göre insan doğuştan

günahkardır. Ancak Tanrıya sığınarak ve onun karşısında kendisini

aşağılayarak kurtuluşa ulaşabilir. Antikçağda insanın iyiyi seçme gücüne

111 SANDER: Türkiye’nin Dış Politikası, 127. 112 BOSTANOĞLU: Türkiye-ABD Đlişkilerinin Politikası, 60. 113 PLATON(EFLATUN): Devlet, Çev. Sabahattin EYUBOĞLU ve M.Ali CĐMCOZ, 8. Baskı, Đstanbul, Türkiye Đş Bankası Kültür Yayınları, Ekim 2004., 109.

Page 71: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

63

sahip olumlu bir özyapıya sahip olabileceği yönündeki hümanist görüşler

bulunmasına karşın, bu dönemde insanın doğal ve doğuştan kötülüğü temel

görüştür114. Đnsanın kötülüğe karşı koyması, aslında kendi doğasına karşı

koyması olarak düşünülmektedir.

Đnsan doğası kavramını uluslararası ilişkilere taşımış olan realizm, insan

doğasını devletin davranışlarına yansıtmış; rasyonellik ve gerçeklik iddiasına

rağmen pozitivist psikoloji tarafından da yadsınan bir kavrama, devletlerin

rasyonel çıkar arayışlarına belirli bir rol atfetmiştir. Böylece, devlet tarihin

başladığı günden bugüne erişen süreç içinde, aynı psikolojik etkenler

doğrultusunda davranarak tarihi üreten bir aktör konumuna gelmektedir. Bu

koşullarda belki de, insan doğasının yanında bir de “devlet doğası”ndan söz

etmek gerekecektir115.

Pozitivizmin modern, “burada ve şimdi” toplumu, “zamanın sonul

aşaması” gibi algılayan; tarihi, belirli davranış süreçlerine indirgeyerek

durağanlaştıran; global özellikleri yalnızca o ana ilişkin yerel özellikler

çerçevesinde kavrayan yaklaşımını, realizm de tamamen benimsemiştir116.

Köklerini, “…en değerli şey güçtür; insanın bencil doğası ve ilkel

dürtüleri, devletin buyurgan otoritesiyle dengelenmelidir”117 diyen Hobbes’a

dayandıran realist uluslararası ilişkiler teorisi, evrensel moral ilkelerin

olmayacağını, olsa bile bunun devletler arası ilişkilerde bir kılavuz rolü

114 Ayhan AYDIN: Düşünce Tarihi ve Đnsan Doğası, Gendaş’ta Birinci Baskı, Đstanbul, Gendaş A.Ş. , Ekim 2004, 65. 115 BOSTANOĞLU: Türkiye-ABD Đlişkilerinin Politikası, 64. 116 a.g.e., 65. 117 Ayhan AYDIN, 198.

Page 72: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

64

üstlenemeyeceğini ileri sürer. Bireyler arasında mevcut olan “ahlaklılık”

sorunsalı ve ilişkisi, devletler arasında yoktur. Çünkü bu arenada devletlerin

ahlaklılığı evrensel moral ilkelerle değil devletin gücünü ve çıkarını

arttırmasıyla ölçülür118.

“Güç” öğesine bu denli önem veren Morgenthau, kendiliğinden,

uluslararası alanda kaba ulusal gücüne dayanarak politikasını yürüten bir

büyük devletin, yani kendi ülkesinin dış politikasının teorisyeni olarak ortaya

çıkmaktadır. Morgenthau’ya göre, insan doğası gereği bencil, çıkarlarına

düşkün, hatta kötü bir yaratıktır; günahkârdır ve günahkârlığı iyiye yöneldikçe

düzelebilecek bir kaza değil, kaçınılmaz ve insanın varlığına anlam veren bir

gerekliliktir. Bu mantıkla yola çıkan Morgenthau, alternatif ahlak

yaklaşımlarını, gerçek dünyayı kökten yanlış anlayan ütopya, idealizm ve

ideolojiler olarak nitelemektedir119.

Egemen devletler arasındaki ilişki, sürekli bir savaş potansiyeli

ortamında cereyan etmektedir. Uluslararası sistem, her an olası bir anarşiye

yuvarlanma riskiyle karşı karşıyadır. Hobbes’un felsefesinden kaynaklanan

bu yaklaşım çerçevesinde, devletlerin birbiriyle ilişkileri, iç yapılarına,

ideolojilerine ve liderlerin kişilik ve tutumlarına atıf yapmadan incelenebilir120.

Klasik / geleneksel uluslararası ilişkilerin temeli “iç işler-dış işler”

ayrımına dayanır. Bu ayrımla, aslında dış dünyayla olan ilişkilerin moral ve

pratik özerkliği sağlanmaktadır. Yani iç siyasetten farklı olarak dış siyasetin

özgül bir mantığı, kuralı ve gereği olduğu bu biçimde dış siyasetin moral dışı,

118 Đhsan D. DAĞI: “Uluslararası Politikada Devletin Yeri: Liberteryan Bir Eleştiri,” Liberal Düşünce, C.1, No. 1 (Kış 1996), 100. 119 BOSTANOĞLU: Türkiye-ABD Đlişkilerinin Politikası, 80. 120 a.g.e., 80-81.

Page 73: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

65

değerlerden bağımsız objektif ulusal çıkar maksimizasyonuna dayanan bir

alan olduğu düşünülür121.

Realizmin temel özelliği olan iç ve dış siyasi sistem ayrımı uluslararası

sistemdeki değişimin incelenmesini zorlaştıran önemli bir unsurdur. Bildiğimiz

gibi, önemli dönüşüm süreçlerinde değişimin unsurları önce iç yapıda

şekillenmekte ve sonra uluslararası sistemde ifadesini bulmaktadır. Đç

yapılardan kaynaklanmayan değişim durumlarında bile iç ve dış faktörlerin

etkileşimi söz konusudur122.

Günümüzde birçok önemli uluslararası sorunun temelinde devletlerin iç

yapılarından kaynaklanan etnik ve kimlik sorunlarının olduğunu

düşündüğümüzde, realist bakışla bu tür gelişmelerin anlaşılmasının ne kadar

zor olduğunu görebiliriz123.

C - NEO - REALĐZM

Uluslararası alandaki ekonomik ağırlıklı gelişmeler ve özelikle,

Vietnam’da ABD’nin zayıf bir devlet karşısında yenilmesi, Realizm’in yeniden

gözden geçirilmesini gerektirmiş, bu işlevi Waltz’ın yapısal olarak da

tanımlanan ve uluslararası sistemin anarşik yapısının devletleri aynı yönde

davranmaya ittiğini savunan Neorealist perspektifi yerine getirmiştir124.

121 Đhsan D. DAĞI: “Normatif Yaklaşımlar: Adalet, Eşitlik ve Đnsan Hakları”, Devlet, Sistem ve Kimlik, Der. Atila ERALP, 2. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1997, 203. 122 Atila ERALP: “Uluslararası Đlişkiler Disiplininin Oluşumu” Devlet, Sistem ve Kimlik, Der. Atila ERALP, 2. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1997, 87. 123 a.g.e., 87. 124 a.g.e., 87.

Page 74: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

66

Klasik realizm, dikkatini politik ve askeri ilişkiler üzerinde

yoğunlaştırmış, ilişkilerin ekonomik boyutunu hemen hemen hiç göz önüne

almamıştır. Neorealistlere göre ekonomik ilişkiler ve süreçler, güç ve siyaset

açısından önemli etkiler yapabilmektedir125. Neorealizm, politik praxisi, onu

çevreleyen, yönlendiren ve sınırlayan yapısal bir bütünlük içinde ele

almaktadır. Bu yüzden yapısalcı diye anılan neorealistlerin inceledikleri

başlıca kategoriler, modern devletler arasındaki hegemonya mücadelesi,

mücadelenin araçları ve arenalarıdır126. Neorealist yaklaşım, devletlerin

hegemonya kurma veya hegemonya alanlarını artırma çabalarını uluslararası

ilişkilerin ilgi alanına doğrudan katmaktadır.

Uluslararası düzenin varlığı, güçlerden bir ya da birkaçının ötekileri,

“onlardan etkilendiğinden daha fazla etkileyebilecek” düzeye yükselmesi ve

bir güçler hiyerarşisinin oluşmasına bağlıdır. Bu hiyerarşinin doğal sonucu da

daha fazla güce sahip olan devletin diğerleri üzerinde hegemonik konuma

yerleşmesidir127. Hegemonya kavramı, burada, özellikle askeri olmak üzere

dünya gücünün sahip olduğu ve dünyanın geri kalan kısmına bir dizi kuralı ve

düzenlemeyi dayatmasını ve böylece uluslararası sistemde istikrar

yaratmasını sağlayan materyal güçlerle tanımlanan bir “tahakküm” ilişkisi

anlamına128 gelmekte; hegemonun düşüşü sistemin istikrarsızlığının ön

koşulu olarak telakki edilmektedir. Devletin gücünün arkasında herhangi bir

şekilde onu oluşturan ve çıkarlarını belirleyen toplumsal bir baskının izine

rastlanmamaktadır.

Genel olarak bakıldığında, uluslararası ilişkilerde idealizmin, I. Dünya

125 Bkz. Burcu BOSTANOĞLU: Türkiye-ABD Đlişkilerinin Politikası, 85. 126 BOSTANOĞLU: Türkiye-ABD Đlişkilerinin Politikası, 86. 127 a.g.e., 96-97. 128 E. Fuat KEYMAN: Küreselleşme, Devlet, Kimlik/Farklılık: Uluslararası Đlişkiler Kuramını Yeniden Düşünmek, Çev. Simten COŞAR, Đstanbul, Alfa Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti, Ekim 2000, 159.

Page 75: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

67

Savaşı ve II. Dünya Savaşı arasındaki dönemde galiplerin kendi görüşlerine

ve çıkarlarına uygun bir barışı yönetme dönemini; realizmin, Amerika’nın ve

Sovyetler Birliği’nin en büyük uluslararası güç olarak ortaya çıktığı Soğuk

Savaş dönemini, kuramsal olarak anlamaya ve açıklamaya çalışan

yaklaşımlar oldukları görülmektedir. Post – Realizm akımlar ise 1989 yılında

Doğu ve Batı Blokları arasındaki ayrımın simgesi niteliğindeki Berlin

duvarının yıkılması ve Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında ABD’nin tek

süper güç olarak kaldığı ve yeni bir küreselleşme sürecinin yaşandığı dönemi

kuramsal olarak anlamaya ve açıklamaya yönelik yaklaşımlardır. Bir başka

anlatımla, pozitivist yaklaşımı ile realizmin küreselleşme sürecindeki dünyayı

açıklamakta yeterli gücü gösterememesi; eleştirel kuram gibi, uzun süredir

akademik çevrelerde marjinal olarak tartışılan kuramların ciddi alternatifler

olarak gündeme getirilmesine olanak vermiştir.

D – “ELEŞTĐREL KURAM”IN ULUSLARARASI ALANA TAŞINMASI

Eleştirel Kuram uluslararası ilişkiler disiplinine Robert Cox, Richard

Ashley, Andrew Linklater, Mark Hoffman, Jim George, Stephen Gill gibi

yazarlar aracılığıyla girdi. Başta Ashley olmak üzere James Der Derian, R. B.

J. Walker, David Campbell gibi yazarları doğrudan kategorik olarak Eleştirel

Kuramcılar olarak tanımlamak güç olsa da bu çerçeveyle kesişen ürünler

verdiler129. Frankfurt Okulu geleneğine dayanan görece köklü bir felsefi

temel üzerinde biçimlenen Eleştirel Kuram, henüz, Kuhnian anlamda bir

paradigma olarak kabul edilmeye elverişli, tümel ve kapsayıcı bir teoriden

çok, uluslararası ilişkileri özgül tarihi süreçler içinde hareketli olarak ele

almayı öneren ve adıyla anılabilecek biçimde, var olan politik veya akademik

129 UZGEL, 42.

Page 76: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

68

sistemi eleştirerek doğrularını oluşturmaya yönelen, realizmi de bunu

yapmadığı için, her yönüyle “eleştiren” bir yaklaşımdır130.

Eleştirel yaklaşımın özelliği en iyi Frankfurt Okulu’nun politik teorisiyle

açıklanmıştır. Frankfurt Okulu’nun üyeleri, insan aklının aydınlanması ve

özgürleşmesinin bir aracı olarak klasik Yunan düşüncesini yeniden

keşfetmeye çalıştılar. Onların yaklaşımı, derin bir biçimde, Marx’ın “insanlar

kendi tarihlerini tıpkı kendilerinin istediği gibi yaparlar; kendileri tarafından

seçilmiş koşullar altında tarihi yapmazlar, doğrudan doğruya geçmişte

yaşanmış, verilmiş ve aktarılmış koşullar altında yaparlar” argümanı

tarafından etkilenmişti. Bu temelde Frankfurt Okulu, Marx’ın, sosyal teorinin,

“ölü kuşaklar” tarafından yaratılmış yabancılaşan sosyal ve siyasal yapıdan

insan varlığını kurtarmaya yardım edebilecek eleştirel bir eylem olduğu

görüşünü kabul etmiştir131.

Sosyolojinin geleneksel biçimlerinin 1960’lar ve 1970’lerde saldırıya

uğramalarıyla birlikte eleştirel teorinin önemi artmaya başlamıştır. Yandaşları,

sosyolojinin amacının egemen devletler alanı içerisindeki sosyal etkileşimi

anlamak olduğu şeklindeki ortodoks görüşün doğruluğunu

sorgulamamalarına karşın sosyolojik araştırmanın yeni kurallarının

benimsenmesini istemişlerdir. Sosyolojinin artık uluslararası ilişkilere

uygulanması gerektiği görüşü, eleştirel sosyal teorinin en son argümanlarının

önemli bir boyutunu oluşturmuştur132.

Uluslararası ilişkiler ve sosyolojinin çalışma alanları, aynı noktaya

130 BOSTANOĞLU: Türkiye-ABD Đlişkilerinin Politikası, 19-20. 131 LINKLATER: Beyond Realizm and Marxism: Critical Theory and International Relations, 22. 132 a.g.e., 27.

Page 77: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

69

yaklaşmaya başlamıştır. Đlk kez, birinden bir diğerine göreli ayrımın ortadan

kalktığı, iki sosyal ve politik araştırma alanının, ortak bir araştırma gündemi

geliştirmeleri gerektiği görülmüştür133.

Realizmin karşısında yer alan başlıca yaklaşımlardan Eleştirel Kuram,

Frankfurt Okulu’nun toplumsal olgular ile insanların yaşantıları ve tarihsel

oluşumlar ile kuramlar arasındaki bağın kavramsal şemalara aktarılması

gerektiği görüşünden yola çıkarak uluslararası kuram ile gücün gündelik

yaşamdaki yansımaları arasında bir ilinti kurmaya çalışmaktadır. Böylece,

yaşamı nasıl “bildiğimiz” ve “gerçeği” bu bilgi çerçevesinde nasıl

biçimlendirdiğimiz konusundaki tarihi tartışma, Uluslararası Ilişkilerin bilimsel

platformunda bir kez daha açılmıştır. Eleştirel Kuram, gerçeğin “sürekli bir

şimdiki zamanda” varolduğu yönündeki pozitivist-realist açıklamayı

reddetmekte, olguları “süregiden bir tarihi değişim” perspektifiyle anlamayı

yeğlemektedir. Var olan kurumlar ve güç ilişkileri, kendi başlarına kalıcı ve

veri gerçekler değil; belirli tarihsel süreçlerin her an değişmelere uğrayan

veya uğrayabilecek olan ürünleridir134.

Eleştirel kuram uluslararası sistemin yapısı ve dinamikleri üzerinde

sadece bir sistemin tarihsel olarak nasıl kurulduğunu değil, aynı zamanda bu

sistemi değiştirmenin ihtimallerini ve sınır(lar)ını da anlamamızı sağlar135.

Uluslararası ilişkiler her şeyden önce insan eylemlerinin bir sonucu

olduğundan, var olan yapıların nasıl dönüştürülebileceği sorununa, doğal

olarak insanların hangi süreçler içinde bu eylemlerin özneleri haline geldiğinin

133 a.g.e., 163. 134 BOSTANOĞLU: Türkiye-ABD Đlişkilerinin Politikası, 486-487. 135 KEYMAN: Küreselleşme, Devlet, Kimlik/Farklılık: Uluslararası Đlişkiler Kuramını Yeniden Düşünmek, 283.

Page 78: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

70

incelenmesi sonucunda açıklık kazandırılabilir136.

Realizm, devletlerin dış politikada toplumsal etkenlerden ciddi biçimde

özerk olduklarını varsayarken, Eleştirel Kuram, devletlerin örgütlenme ve

davranışında iç yapılarının önemine dikkat çekmektedir137. Eleştirel Kuram da

Realist Kuram gibi uluslararası politikayı güç, yapı ve hegemonya

kavramlarıyla açıklamaktadır. Ancak “Eleştirel Kuram”da kullanılan ve

Antonio Gramsci’nin ortaya koyduğu ve Robert Cox’un uluslararası ilişkilere

taşıdığı “hegemonya” kavramı, Realist kuramdaki “hegemonya” kavramından

farklı bir anlam taşımaktadır.

1- Gramsci’nin “Hegemonya” Kavramı

Frankfurt Okulu, I. Dünya Savaşı’nı izleyen Hegelci Marksizm’in

mirasçısıdır. Savaşın yıkıntıları içinde doğan ve bir an, kısa bir an, Avrupa’nın

yazgısını değiştirecekmiş gibi duran işçi konseyleri, bugün daha çok, “Batı

Marksizmi” olarak adlandırılan Hegelci Marksizm’e gelişme ortamı

sağlamıştır. Bu dönemde, Torino işçi konseylerinin başlıca teorisyeni olan

Antonio Gramsci, diyalektiğin Hegel’deki köklerini ve kuram-pratik birliğini

öne çıkaran bir Marx yorumu önermiştir138.

Gramsci’nin yaşadığı toplumla ilgili siyaset analizlerini derinleştirmek

maksadıyla ortaya attığı hegemonya kavramı onun siyasal olguyu sadece

136 Oktay F. TANRISEVER: “Yöntem Sorunu: Gelenekselcilik-Davranışsalcılık Tartışması”, Devlet, Sistem ve Kimlik, Der. Atila ERALP, 2. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1997, 127. 137 BOSTANOĞLU: Türkiye-ABD Đlişkilerinin Politikası, 192. 138 Bkz. HORKHEIMER: Akıl Tutulması, 18.

Page 79: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

71

devlet katında değil, toplum katında da ve tüm toplumsal ilişkileri kapsayıcı

bir şekilde var olduğunu görmesine yardımcı olmuştur. Hegemonya, kapitalist

toplumda belirli bir egemen sınıfın başka sınıf fraksiyonlarıyla (kesimleriyle )

kurduğu ittifaklar ve siyasal uzlaşmalar sayesinde egemenliğini topluma

kabul ettirebilmesini ve yönetici konumunu sürdürebilmesini, dolayısıyla da

işçi sınıfı devriminin engellenmesini ya da ertelenmesini ifade etmektedir. Bu

itibarla da, hegemonya kavramı siyasal analiz için önemli bir araç

oluşturmaktadır.

Gramsci’ye göre, bir sosyal sınıfın ekonomik olarak egemen olması,

onun aynı zamanda hegemonik olduğu anlamına gelmez. Ekonomik güç

hegemonya için yeterli değildir. Hegemonya, ekonomik gücün yanı sıra belirli

bir siyasal sermayenin de var olmasını gerektirir ve bu siyasal sermaye

ekonomik gücü elinde bulunduran her burjuvazinin harcı değildir.

Burjuvazinin belirli bir kapitalist toplumda hegemonik konuma gelebilmesi için

kendi sınıf kültürünü, kendi fikirlerini ve dünya görüşünü toplumun diğer

sınıflarına ve katmanlarına kabul ettirmesi lâzım gelmektedir. Başka bir

deyişle, söz konusu burjuvazinin kültür alanında varlık göstermesi ve özgün

bir kültür politikasına sahip olması gereklidir. Toplumun kültür haritasını

oluşturmaya muktedir olmalıdır. Bu konuda başarılı olmanın da, işte,

ekonomiyle, yani para gücüyle doğrudan ilgisi yoktur. Toplumun entelektüel

hayatına damgasını basabilmek için tabii, burjuvazinin kendi aydınlarını

üretebilmesi gerekmektedir139.

Gramsci, burjuvazinin sivil toplum katında mutlak bir egemenlik

sağladığını düşünmektedir. Sivil toplumdaki egemenliğinden ötürüdür ki,

burjuvazi ideolojisini toplumun tüm katmanlarına kabul ettirebilmiştir. Bunlara

139 VERGĐN, 75-76.

Page 80: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

72

ezilen bir sınıf olarak işçi sınıfı da dahildir. Proleteryaya da dinini, dünya

görüşünü, ahlâk kurallarını ve değerlerini benimsetmeyi başarmıştır. Bu

nedenle, burjuvazinin durumu bir hegemonya durumudur ve bu yaklaşıma

göre, hegemonya başarılı bir sınıf iktidarı anlamına gelmektedir. Bu

hegemonya tartışılmaz bir biçimde başarılı bir sınıf iktidarını ifade etmektedir;

çünkü toplumun tüm katman ve sınıfları sözkonusu hegemonyayı doğal,

gerekli ve vazgeçilmez olarak algılamaktadırlar. Gerçekten de, egemen

sınıfın değerleri diğer sınıflar tarafından kabullenildiği ve içselleştirildiği

ölçüde egemen sınıfın iktidarı meşru olarak algılanılmaktadır ve, hal böyle

olunca, sözkonusu iktidarın kendini idame ettirmek için zora başvurmaya,

baskı uygulamaya gereği yoktur. Hegemonya oydaşma yaratan bir sınıf

iktidarı anlamına gelmektedir140.

Gramsci’ye göre, bir egemen sınıfın aynı zamanda hegemonik konumda

olması aydınların ifa etmeleri gereken bir işlevin sonucudur; çünkü onlardır

bir toplumda kültür ve ideolojinin yayılmasının başlıca aktörleri. Bu aydınlar

egemen sınıfa bağlı olan ve onun safında yer alan aydınlardır. Gramsci

bunlara egemen sınıfın “organik aydınları” adını vermiştir; çünkü bu organik

aydınlar sözkonusu sınıfla tümüyle bütünleşmiş durumdadırlar. Egemen

sınıfın sivil toplum üzerinde hakimiyet kurmasının başlıca mimarları bu

aydınlardır. Sivil toplumun fikir yapısını ve zihniyeti belirleyen ve ona yön

veren bu organik aydınlardır. Örneğin, feodal toplumda egemen sınıfların

organik aydınları Kilise’ye bağlı din adamlarıydı. Burjuvazinin egemenlik

kazanmasıyla birlikte bunlar yavaş yavaş üniversitenin ürettiği seküler

aydınlar tarafından ikame edilmeye başladılar. Günümüzde ise, bir kısım

sinemacı, medya mensupları ve teknokratlar egemen sınıfın hegemonyasını

140 a.g.e., 79.

Page 81: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

73

gerçekleştiren ve pekiştiren toplumsal kategoriyi, organik aydınlarını

meydana getirmektedirler.

Aydınların sınıf hegemonyasında oynadıkları rolü saptadıktan sonra

Gramsci tarihsel blok kavramını geliştirmekte ve tanımlamaktadır. Tarihsel

blokta, Gramsci’ye göre, sosyo-ekonomik alt-yapı ile üst-yapı birbiriyle sıkı

ilinti içerisindedir. Gramsci marksist metodolojiye uygun olarak, tarihsel bloku

ilk aşamada alt-yapının meydana getirdiğini, üst-yapının da alt-yapının bir

yansıması olduğunu ileri sürmektedir. Fakat ona göre, tarihsel blok bir kez

oluştuktan sonra tarihsel dinamik, yani değişim üst-yapının içerisinde

meydana gelmektedir. Ve, üst-yapı öylesine belirleyici olabilmektedir ki,

zaman zaman alt-yapının gelişmesini bile engelleyebilmektedir.

Bu teorik önermelerden hareket ederek Gramsci bir dizi siyasal

sonuçlar çıkarmakta ve siyaset pratiğine ilişkin çözümlemelerde

getirmektedir. Bazı toplumlarda proleteryanın devrimci bir kültürden yoksun

olması onun devrimci mücadele gücünü zaafa uğratmakta ve hatta

alt-yapının gelişmesine ket vurmaktadır. Bunun içindir ki, proleterya kendisine

bağlı, kendi organik aydınlarına sahip olmak zorundadır. Çünkü devrimci

gücü bu aydınlar geliştirecek ve burjuvazinin hegemonyasını aşındırarak yeni

bir tarihsel blokun meydana gelmesine yol açacaktır. Batı toplumlarında eğer

proleterya egemen sınıf olmak ve toplumun yönetimini ele geçirmek istiyorsa

şimdiden kendi değer sistemini ve dünya görüşünü empoze etmeyi

başarmalıdır. Şimdiden gözetmesi gereken hedef toplumun kültür ve ahlâk

konusunda yönetimi ele geçirmektir. Devrimci güçlerin amacı egemen sınıf

olmadan önce sivil topluma nüfuz etmek olmalıdır141.

141 a.g.e., 80-81.

Page 82: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

74

2 - Robert Cox'un Hegemonya Kavramı

Gramsciyan eleştirel kuramın Uluslararası Ilişkiler’e uygulanmasına

öncülük etmiş ve önemli bir katkıda bulunmuş Robert Cox’a göre toplumsal

gerçeğin bilgisi toplumsal pratikle iç içedir. Bu nedenle “kuram her zaman

birisi ve bir amaç için” olup belli bir toplumsal ve siyasal ortamın kuramıdır.

Cox’a göre iki türlü kuram vardır. Mevcut olan düzende problemlerin

çözümüne yönelik olan kuramlar sorun çözme kuramıdır. Bu tür bir kuram

dünyayı varolan toplumsal ve güç ilişkileriyle birlikte ele alıp bu ilişkileri

sorgulamaz. Mevcut yapıların sürekliliğini varsayar. Eleştirel kuram ise,

kuram sürecinin bizzat kendisini sorgular ve dünyanın düzenine ilişkin

alternatif görüşler geliştirir. Sorun çözme kuramları mevcut düzen ile

ilgilenirken, eleştirel kuramın varolan düzeni aşan bir yapısı vardır. Sorun

çözme kuramlarının tersine eleştirel kuram mevcut kurum ve bunların

temelinde yatan sosyal ve güç ilişkilerini veri olarak almayıp tam tersine

bunların kökenlerini ve nasıl değişebileceklerini veya değişmekte olup

olmadıklarıyla ilgilenir. Varolanın devamını varsaydığı için sorun çözme

kuramları tarihsel değildir. Eleştirel kuram ise, bir tarih kuramıdır ve değişen

bir gerçek ile ilgilendiği için kavramlarını sürekli olarak değişen nesnesine

göre uyarlar. Nihayet, eleştirel kuramın mevcut toplumsal ve siyasal düzenin

dışında alternatif bir toplumsal ve siyasal düzen öngördüğü için normatif bir

yanı vardır. Mevcut düzendeki dönüşüm potansiyelini ortaya çıkarmaya

çalışır ve alternatif bir düzenin ortaya çıkarılması için gerekli eyleme rehber

oluşturur142.

142 Faruk YALVAÇ: “Uluslararası Đlişkiler Kuramında Yapısalcı Yaklaşımlar”, Devlet, Sistem ve Kimlik, Der. Atila ERALP, 2. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1997, 179.

Page 83: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

75

Eleştirel kuram, konvansiyonel uluslararası ilişkiler anlayışının dışında,

toplumsal güçlerin ve devlet biçimlerinin gelişmesindeki temel süreçleri de

hesaba katarak incelemektedir. Cox, uluslararası ilişkiler ve dünya düzeni

konusunda söylemeye değer bir sözü olan ve geçerliliği süren düşünce

akımlarını Marksizm ve Realizm olarak sınırlamaktadır. Bu akımların her ikisi

de, iki tür kuramdan da yararlanmakla birlikte, ağırlıkla, Realizm, sorun

çözücü, Marksizm, eleştirel kuramdan bilgi kaynaği olarak

yararlanmaktadır143.

Cox bir yandan toplumsal sınıflar, üretim, eşitsizlik, devletin rolü ve

işlevi gibi Marksizm’den gelen kavramları kullanabilirken, öte yandan

Gramsci’den de yararlanarak hegemonya kavramına uluslararası ilişkiler

bağlamında yeni bir içerik kazandırabilme olanağı elde edebilmektedir.

Bunun yanında, Cox aynı zamanda devletle sivil toplum arasında ilişkiyi

inceler. Vico’dan aldığı argümanla devletlerin tarihsel yapılar olduğunu ve

sivil toplumdan ayrılamayacağını savunur. Devlet bu analizde, üretici güçler

tarafından belirlenen toplumsal güçler ile devletler sistemi ve global ekonomi

arasında bağlantı noktası olarak önem taşır144.

Cox, Antonio Gramsci’nin kavramları ile “gündemdeki Uluslararası

Đlişkiler teorisinin revizyonunu” amaçlar. Dünya düzeninin sarmal bir döngü

içerisinde yeniden ve farklı bir biçimde üretiminin anlaşılması için

“Uluslararası ilişkiler kuramının temel konusu olması gereken devlet/sivil

toplum bağlantısı” üzerinde odaklaşmak gerekir. Cox, devletin, toplumsal

sınıfların ve dünya düzeninin tarihsel eklemlenme tarzlarını çözümlemeyi

amaçlamaktadır.

143 BOSTANOĞLU: Türkiye-ABD Đlişkilerinin Politikası, 182-183. 144 UZGEL, 46.

Page 84: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

76

Cox ve genel olarak eleştirel kuramlar, Vico’nun tarihin bir döngü değil,

sarmal(spiral) bir diyalektik içinde oluştuğu; kendisini hiçbir zaman

yinelemediği; dolayısıyla önceden kestirilemeyeceği görüşünü

benimsemiştir145. Cox’a göre, eleştirel bir kuram, sadece belirli bir dünya

düzenini korumak ve sürdürmek değil; düzenlerin nasıl dönüşeceği ya da

dönüştürülebileceği üzerinde de odaklaşmak durumundadır. Cox’a göre,

kuram, daima, değişen praxise ve tarihin ampirik incelemelerine dayanmak

zorundadır146.

Gücün maddi ve ideolojik unsurları, hegemonya kavramında

birleşmiştir. Hegemonik dünya düzeni hem devletleri hem de o devletlerin

yer aldığı toplumsal yapının iç dinamiklerini ihtiva eder. Bundan dolayı, Cox’a

göre hegemonya devlet-sivil toplum karşılıklı ilişkilerinin bir uzantısı olan

kurulmuş dünya düzenini, diğer bir deyişle kapitalist üretim tarzının

uluslararasılaştırılması sürecine anlam verir. Böylece hegemonya, dünya

düzeni, toplumsal güçler ve devletler arasında "bir eklemlenme noktası"

olarak tanımlanır147.

Cox’un önermesi hegemonik dünya düzeninin, küresel ilişkilerin kurucu

öğeleri olan toplumsal oluşumların içsel dinamiklerinden

ayrıştırılamayacağına işaret eder.

Cox, hegemonyayı, Uluslararası Đlişkilerdeki alışılagelen, güçlü bir

devletin daha az güçlü olanlarla ilişkisi anlamında değil, devletlerle birlikte

devlet dışı kuruluşların da yer aldığı, uluslararası sistemin tümüne nüfuz

145 BOSTANOĞLU: Türkiye-ABD Đlişkilerinin Politikası, 176-177. 146 a.g.e., 177. 147 E. Fuat KEYMAN: “Eleştirel Düşünce: Đletişim, Hegemonya, Kimlik/Fark” Devlet, Sistem ve Kimlik, Der. Atila ERALP, 2. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1997, 246.

Page 85: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

77

eden bir düzene ilişkin değerler yapısını tanımlayacak biçimde

kullanmaktadır. Bu değer ve anlam yapısının altında, bir devletin

diğerlerinden daha baskın olduğu bir güç yapısı yatmaktadır. Tek başına

baskın(dominant) güç, hegemonya için yetersizdir. Hegemonya, baskın

devletin veya devletlerin egemen tabakalarının eylem ve düşünme

biçimlerinden beslenir; ancak, bu eylem ve düşünme biçimlerinin diğer

devletlerin egemen tabakalarınca da benimsenmiş olması şarttır.

Hegemonyanın temelini bu açıklama ve meşrulaştırma pratikleri ve ideolojileri

oluşturmaktadır148.

Tek bir dünya gücünün baskınlığından daha geniş anlamı olan

hegemon terimi, baskın devletin ideolojik olarak gerçekte liderlik eden devlet

ya da devletlerin ve liderlik eden sosyal sınıfların sürekli üstünlüğünü fakat

aynı zamanda daha az güçlünün bir ölçüde ya da tatmin olma olanağı veren

genel prensiplere göre işleyen geniş bir rıza ölçüsüne dayalı bir düzen

oluşturan hakimiyetin özel bir biçimi anlamına gelmektedir. Böyle bir

düzende, belirli ülkelerdeki üretim, dünya ekonomisinin mekanizmalarıyla

bağlanmış ve dünya üretim sistemleriyle birleştirilmiş hale gelmiştir. Baskın

ülkenin sosyal sınıfları diğer ülkelerdeki sınıflar içerisinde müttefikler

bulmuşlardır. Belirli devletleri yakınlaştıran tarihsel bloklar, farklı ülkelerdeki

sosyal sınıfların karşılıklı çıkarları ve ideolojik bakış açıları yoluyla bağlanmış

ve global sınıflar oluşmaya başlamıştır. Başlangıç aşamasındaki/yeni

oluşmaya başlayan dünya toplumu devletlerarası sistem çevresinde, ortaya

çıkmıştır ve devletler, kendileri mekanizmalarını ve politikalarını dünya

düzeninin ritimlerine uydurarak uluslararasılaşmışlardır149.

148 BOSTANOĞLU: Türkiye-ABD Đlişkilerinin Politikası, 189. 149 Robert W. COX: Production, Power, And World Order, 7.

Page 86: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

78

Dünya düzeninin kuruluşu ve yeniden üretimi sürecinde önemli bir role

sahip olan ideolojik biçimler ve söylemsel pratiklerin sadece ulus devletler

tarafından yaratıldıkları söylenemez. Cox, uluslararası örgütlerin, Amerika

Birleşik Devletleri’nin hegemonyası altında, bu düzenin ayrılmaz parçaları

olduklarını ileri sürer. Böylelikle, dünya düzeninin temel ideolojileri ve

söylemsel normları bu örgütler vasıtasıyla ve bu örgütlerin içinde üretilmiş ve

evrensel olarak tanıtılmıştır150.

“Tahakküm” kavramı ile eş anlamlı olarak kullanılan realist hegemonya

kavramı, tahakküm altındaki ülkelerin dünya üzerindeki egemenliğini

sağlamlaştıran hegemona verdikleri “rızanın” oluşturulmasını ve imalini

dikkate almaz. Gramscici hegemonya kavramını değerli kılan, hem

tahakkümü hem de rızayı hegemonyanın iki temel boyutu olarak

kapsayabilmesidir. Gramsci “tahakküm” sorununa iki ayrı açıdan yaklaşır. Bir

açıdan, zora dayalı siyasal bir kontrol biçimi olarak, ideolojik manipülasyona

ya da rızaya dayanan hegemonyadan ayrıştırmaya çalışır151. Gramsci-Cox

çizgisinde hegemonya, zorlama sonucu değil, devletlerin güç odakları

etrafında o gücün etkisini kabul ederek kendi rızaları ile oluşturdukları bir ilişki

sistemidir.

Hegemonya, sadece, entelektüel bir şekilde kavranabilen ortada

olmayan gizli bir güçtür, görünmezdir. Fakat, hegemonya kurumların

hayatiyetinin/varlığının gizidir. Bazı kurumlar, diğerleri başarısız olurken,

başarılı bir şekilde, değişen bir hegemonyaya adapte olmaktadırlar.

Uluslararası kurumların etkililiği, hüküm süren hegemonyaya onların uymaları

yoluyla ölçülmektedir

150 KEYMAN: Küreselleşme, Devlet, Kimlik/Farklılık: Uluslararası Đlişkiler Kuramını Yeniden

Düşünmek, 114. 151 a.g.e., 159.

Page 87: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

79

Hegemon gücün değişmesi, karşı – hegemonik bir gücün ortaya

çıkması yoluyla olabilmektedir. Gücün ikili yapısı – maddi ve ideolojik

unsurların birleşmesi – zihinde doğunca, karşı – hegemonik güç, (a) bir

ikincil/alt grubun maddi kaynakları elde edebilmesindeki artış, ve (b) hüküm

süren konsensusun/oydaşmanın meşruluğuna meydan okuyan ikincil/alt

grubun taleplerinin birleşik ve direngen yoğunlaşmasının sonucunda

gerçekleşebilecektir152.

3 - Hegemonik Dünya Düzeninin Kuruluşu

Cox’a göre Uluslararası Đlişkilerde, kurumsallaşma ile Gramsci’nin

“hegemonya” kavramları arasında yakın bir ilişki vardır: Herhangi bir yapının

altında yatan maddi güç ilişkilerinde bir zorlama potansiyeli bulunmaktadır.

Güçlü, gerekli gördüğü takdirde, zayıfı kuvvet kullanarak ezebilmektedir.

Ancak, zayıfın var olan güç hiyerarşisindeki ilişkileri meşru kabul etmesi

halinde, güçlünün, baskınlığını garanti etmek üzere kuvvet kullanmasına

gerek kalmamaktadır. Güçlüler, misyonlarını baskıcı ve diktatoryal olarak

değil de, sadece “hegemonik” olarak icra ettikleri; bir başka deyişle,

önderliklerini kendi çıkarlarından ziyade evrensel ve genel çıkarın

hizmetindeymiş gibi tanıtabildikleri, zayıfların da önderliğe rıza göstermelerini

sağlayabildikleri takdirde baskınlıklarını kanıtlamak için kuvvete başvurmak

zorunda kalmayabilmektedirler. Hegemonik yapının ilişkilerde rızaya dayanan

temeli, bilinçlerde güce göre daha ön planda yer tutmaktadır. Hegemonik

olmayan yapılarda ise, ilişkilerin gücü odakta tutarak yönetimi öncelik

152

Robert W.COX ve Harold K. JACOBSON: “Decisionmaking,” International Social Science Journal, Vol.29, No.1 ( February 1977) , 127.

Page 88: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

80

taşımaktadır153.

Cox’ın Gramsci’den hareketle geliştirerek uluslararası politikaya

uyguladığı hegemonya kavramı, gücün davranışsal yönü yanında, yapısal

görünümüyle de birlikte anlaşılmasını sağlayabilmektedir. Gramscici kuram,

hegemonya da fikirlerin ve kültürün de tercihleri yönlendirmek ve “mümkün

olanın algılanma sınırlarını” belirtmek suretiyle rol oynadığı görüşündedir.

Algılama sınırları, hegemonun öngörülebilen tepkilerine göre belirlenen

rasyonel kısıtlamalardan ziyade, rasyonel hesaba dayanmayan, doğal ve

kaçınılmaz hissedilecek kadar içselleştirilmiş değerler tarafından

biçimlendirilmektedir154.

Hegemonyanın işleyebilmesi için elitlere önemli bir rol düşmektedir.

Hegemonun değerlerine uygun biçimde toplumsallaşan modernleşme

sürecindeki ikincil ülke elitleri, uluslararası düzenin sürmesi yönünde

politikaları benimsemektedir. Hegemonun gücünü kullanımı ve itaat

mekanizmalarını sağlaması, belli değerleri diğer ülke elitlerine

yansıtabilmesine ve benimsetebilmesine bağlıdır155. ABD, II. Dünya Savaşı

sonrasında hür dünyanın ve demokratik değerlerin temsilcisi olarak kendisini

sunmuş ve rızaya dayalı hegemonyasını dünya genelinde kurmayı genel

olarak başarmıştır. Bu nedenle, ABD, rızaya dayalı hegemonya kavramının

açıklanabilmesi bakımından önemli bir örneği teşkil etmektedir.

153 BOSTANOĞLU: Türkiye-ABD Đlişkilerinin Politikası, 186. 154 a.g.e., 197. 155 a.g.e., 200.

Page 89: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

81

4 - ABD Hegemonyası’nın Kuruluşu

Amerikan hegemonyası, liberal düşünce ve değerlerin Batı Avrupa ve

Üçüncü Dünya ülkeleri elitlerince büyük ölçüde benimsendiği; öte yandan da

bunları reddeden “karşı kamp”ın etkin biçimde çevrelendiği 1945 sonrası

dönemde kurulmuştur.

ABD’nin üstün maddi kaynakları yanında ideolojik yönden liberal retorik

ile desteklenen hegemonyası, kurumsal etkinlik ile de kuvvetlendirilmiştir.

Marshall Planı, Batı Avrupa’da aşamalı bir biçimde, 1946’da öngörülen açık

ekonominin yürürlüğe girmesi için, temel koşullar olan ticaretin

serbestleştirilmesi ve döviz konvertibilitesine öncülük etmiştir156.

Đkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan güç dengelerinin örgütü olarak

ortaya çıkan Birleşmiş Milletler’in ( BM ), organizasyon yapısı içerisindeki

Güvenlik Konseyi’nin daimi beş üyesinden birisi olan ABD, BM bütçesinin

% 25’ini karşılarken, Güvenlik Konseyi’nin bir diğer daimi üyesi Çin bütçenin

ancak % 0,9’unu ödemektedir157. Aynı durum Uluslararası Para Fonu

(IMF-International Monetary Fund) ve Uluslararası Đmar ve Kalkınma Bankası

(IBRD-International Bank of Reconstruction and Development) içinde

geçerlidir. Uluslararası Para Fonu’nu ve Uluslararası Đmar ve Kalkınma

Bankası’nı kuran uluslararası andlaşmalar oy verme gücünü mali katkıya

156 Robert W. COX: Production, Power, And World Order, 215. 157 Đsmet GĐRĐTLĐ: Birleşmiş Milletler ve Reform Sorunu, Türkiye, 25 Eylül 1998.

Page 90: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

82

dayandırmaktadırlar. Sonuç olarak, ABD her iki örgütte de en az oy verme

hakkına sahip olan devletten yüzlerce defa fazla oya sahiptir158.

Amerikan egemenlik ve denetimini kurmaya dönük bu süreçte ABD,

Đngiliz tarzı bir üstünlük iddiasını benimseyerek değil, kurumsal

düzenlemelerle ortak çıkarları koruduğu gerekçesi ile hegemonyasını

pekiştirmiştir. Esasen, ABD hegemonik politikası ile Đngiliz emperyalizmi

arasındaki fark, görüntüden ibarettir159.

Amerikan güvenlik ittifakları sisteminin görünür amacı, “karşı kamp”

olarak sunulan Sovyet Blok’undan gelebilecek tehdidi sınırlamaktır. Ancak,

bu ittifaklar, aynı zamanda Amerika’nın hegemonik baskınlığını kabul ettirdiği

bölgelerdeki çıkarlarını kollamanın da aracı olmuştur. ABD, bu konuda, başta

Đngiltere olmak üzere, rekabetlerini alt ettiği müttefiklerini, kendi ekonomik ve

güvenlik çıkarlarına ve bunların korunmasına ortak yapmıştır. Özellikle Batı

ve Üçüncü Dünya ülkeleri arasında, serbest ticaretin ve yabancı sermayenin

her ekonomi için yararlı olduğu savı ekonomik bir ideoloji olarak

yayılmıştır160.

Oluşturulan ekonomik sistemin sürekliliği açısından da, hegemonyanın

siyasal boyutu da, güvenlik amacına dönük paktlar ve örgütler ile

kurumsallaştırılmıştır. Böylece, ABD, zaman zaman rakipleri karşısında eskisi

kadar güçlü durumda olmasa da, dünya politik ve ekonomik düzeninde en

158 Hans J. MORGENTHAU: Uluslararası Politika, Çev. Baskın ORAN ve Ünsal OSKAY, Cilt : 2, Birinci Baskı, Ankara, Türk Siyasi Đlimler Derneği Yayınları, 1970., 417. 159 BOSTANOĞLU: Türkiye-ABD Đlişkilerinin Politikası, 232-233. 160 a.g.e., 249.

Page 91: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

83

güçlü ses olmayı sürdürmüştür161.

ABD, 1945-1970 dönemi arasında, dünya ekonomisi ve siyaseti

üzerindeki hegemonyasını yapısallaştırmış; 1970 sonrasında,

uluslaraşırılılaşmasının ve globalizasyonun yaygınlaştığı, ilişkilerin daha

karmaşıklaştığı; güç ve etkinlik farklarının azaldığı; ekonomide belli alanlarda

rakiplerinin gerisine düştüğü dönemlerde de, bu yapısallaşma sayesinde

hegemonik belirleyici rolünü sürdürmüştür162.

Uluslararası sistem içerisinde başat aktör konumundaki ülkeler,

müştereken geç-sanayileşmekte olan ülkelerin kalkınma seçeneklerinin

parametrelerini belirlemişlerdir. Üçüncü dünya elitleri hegemonyanın

oluşumunda başat aktör konumundaki ülke elitleriyle aynı etkin statüyle yer

almamışlardır. Bununla beraber, başat aktör konumundaki ülkeler, ideolojik

olarak yeni üyeler kazanmış ve Üçüncü Dünya ülkeleri içinde anahtar

pozisyonlarda bulunan ajanlar/örgütler bulmuşlardır. Uluslararası sermayenin

bu ülkelere akışı sayesinde, hegemonik düzen içerisinde, hegemonun

kurallarını/normlarını toplumlarına yayan merkez bankaları ve ekonomi

bakanlıkları gibi kurumlarda, “ortak değerleri” paylaştıkları insanlar

bulmuşlardır. Bu insanlar çoğunlukla gelişmiş kapitalist ülke

üniversitelerinden mezun olmuşlardır ve çoğunlukla IMF kurumu ve

uluslararası sermaye/finans çevreleriyle kişisel temas içerisindedirler163.

Önemli bir bölümü eğitim gördüğü ülkenin toplumsal düzenini kendi

ülkesinin toplumsal düzeninden üstün görmekte ve kendi ülkesine

yabancılaşmaktadır. Kendi ülkesine geldiğinde devlet mekanizması ve

161 a.g.e., 250. 162 a.g.e., 251. 163 Bkz. Robert W. COX: Production, Power, And World Order, 260-261.

Page 92: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

84

toplum içerisinde söz sahibi olabilmekte, Batı hegemonyasının ortak değerler

ve ortak çıkarlar şeklinde sunularak toplumun yönlendirilmesinde etkili

olabilmektedirler164.

164 Bkz. Latif BOLATOĞLU: ABD Dünyayı Nasıl Yönetiyor, Aydınlık Gazetesi, 12 Mart 1994.

ABD hegemonyasının kurulmasında Amerikan üniversitelerinde eğitim

görmüş kişilerin katkıları olmuştur. Daha genel olarak ele alırsak Batılı ülke

üniversitelerinde ve kurumlarında eğitim görmüş kişiler ülkelerinde

cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, dışişleri bakanlığı gibi görevlere

gelebilmişlerdir.

Elbetteki bu liste müsteşar, danışman, merkez bankası başkanı,

general, gazete ve televizyon genel müdürü gibi görevler şeklinde uzatılabilir.

Bu kişiler, istisnalar olmakla beraber, düşünsel olarak benimsemiş oldukları

ABD hegemonyasını, kendi ülkelerinde ortak değerler ve ortak çıkarlar

şeklinde bir rasyonelleştirmeyle, pekiştirmişlerdir.

Page 93: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

ĐKĐNCĐ BÖLÜM

TÜRK SĐYASAL KĐMLĐĞĐ’NĐN OLUŞUMU

Ulusal kimliğin oluşumunda modern devletin müdahalesinin belirleyici

rolü olmuştur. Kendiliğinden bir süreçle gerçekleşmeye en yakın olan Đngiliz

ve Fransız örneklerinde bile devlet müdahalesi vardır1. Türk ulusal kimliğini

ise devleti kuranlar, kendi algılamaları doğrultusunda oluşturmaya çalışmışlar

ve bir nevi oluşturulmaya çalışılan ulusal kimlikle-devlet kimliği

özdeşleşmiştir.

Bugün, Türk ulusu, büyük bir imparatorluktan yok olma noktasına

düşülmesinin ve sonra ana ülkesini ve ulusal bağımsızlığını korumak için

tekrar mücadele edişinin derin etkilerini taşıyor. Emperyal bir geçmiş ve

büyük bir kültürel mirasla birlikte uluslararası arenada reelpolitiğin oyunu ve

var olmak için mücadele, Türkiye’nin ulusal felsefesi ve halkının karakteri

üzerinde güçlü etkiler bırakmıştır2.

Türk siyasal kimliği, Osmanlı Đmparatorluğu’nun çöküş dönemi

içerisinde iç isyanlar, Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı,

Ulusal/Milli Mücadele süreci içerisinde yetişmiş, olgunlaşmış ve aynı

zamanda yeni bir heyecanla Cumhuriyeti kurmuş kadroları motive eden tarihi,

kültürel, dini, siyasi ve psikolojik faktörlerin izini taşımaktadır. Bu nedenle,

“Cumhuriyet”in temellerinin inşa edilmesi sürecinde ve bugün halen

1 YURDUSEV: Türkiye ve Avrupa, 28. 2 Mustafa AYDIN: “Determinants of Turkish Foreign Policy: Historical Framework and Traditional Inputs, “Middle Eastern Studies, C.35, No. 4 (October 1999), 156.

Page 94: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

86

karşılaşılan etnik, dinsel, kültürel veya politik sorunlara karşı karar vericilerin

takındıkları tutum ve davranışları kavrayabilmek, Türk dış politikasını

anlayabilmek bakımından Osmanlı devletinin çöküş dönemini yaşayan ve

aynı zamanda Türklerin yeniden varoluşunu temsil eden ulusal mücadeleyi

gerçekleştiren kadroların bu süreç içerisinde oluşan zihinsel koşullanmalarına

daha yakından bakmak gereklidir. Böylelikle Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş

mantığını ve ideolojik çerçevesini daha anlaşılabilir kılmak mümkün olacaktır.

Page 95: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

87

I. OSMANLI DEVLETĐ’NĐN ÇÖKÜŞ DÖNEMĐ

A –DEVLETĐ KURTARMA ARAYIŞLARI

Dış baskılar sonucu, elde kalan son Avrupa topraklarının da ıslahat

yapılmadığı bahanesiyle yitirileceğini kavrayan genç subaylar, devleti

kurtarmak adına örgütlenmeye girişmişlerdir3. Kanun-i Esasi’nin yürürlüğe

konulması suretiyle oluşacak parlamenter bir siyasal rejim isteği, özgürlüğün

gerçekleştirilmesinde bir araç olmaktan çok, devletin farklı "milliyetçilik

akımları” sonucu parçalanmasını önlemek için ortaya atılmıştı. Yani

parlamentonun yerleşmesini istemek, özgürlüğün gerçekleştirilmesi için değil,

devletin güçlendirilmesi ve kurtarılması içindi4.

3 1889’da Đstanbul’da Askeri Tıbbiye öğrencileri tarafından kurulan Đttihad- ı Osmani Cemiyeti’nin amacı, 1876’da ilan edilmiş, ancak 1877-1878 Osmanlı – Rus savaşından sonra rafa kaldırılmış olan Kanun- i Esasi’yi ve parlamentoyu geri getirebilmekti. Sonraki birkaç yıl boyunca bu cemiyet çok yavaş büyüdü. Cemiyetin bazı üyeleri padişahın zaptiyesi tarafından tutuklandı. Bazıları ise dışarıya, çoğunlukla da Paris’e kaçarak tutuklanmaktan kurtulabildiler. Dışarıya kaçanlar, Pariste mülteci Osmanlı meşrutiyetçilerinden küçük bir topluluk buldular. Onlarda Đttihat ve Terakki Cemiyeti (ĐTC)adında küçük bir cemiyet kurmuşlardı. Bkz.Eric Jan ZURCHER: Modernleşen Türkiyenin Tarihi, Çev. Yasemin Saner GÖNEN, 9. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2000, 131. Đfade etmek gerekir ki, kendi dönemlerindeki yöneticiler tarafından dış güçlerin desteğinde devlete karşı gelen iç düşman kategorisi içerisindeydiler. Padişah II. Abdülhamit, 1897’de gizlice toplanan ĐTC kongresini hafiyelerinden öğrenmiş ve şu değerlendirmede bulunmuştu: “Bu gençlerin, birkaç kendini beğenmiş entrikacı idarecinin izinde sürüklenmiş olmaları çok yazık! Milleti aydınlatmak, terakki ettirmek gibi riyakârane bahaneler bularak mevcut düzeni yıkıp, atalarının asırlardır yaptıklarını mahvederek sözde yenilik getirmek istiyorlar; hakikatte istekleri hükümetimin tecrübeli idarecilerini devirerek yerlerine geçmek ve iktidara sahip çıkmaktır. Bunlar dinlerini, vatanlarını inkâr eden riyakâr, sefil bir çetedir. Öyle olmasa can düşmanımız olan Hıristiyan kuvvetleriyle anlaşarak vatanlarının, dindaşlarının mahvına çalışmazlardı.” Bkz. Sultan ABDÜLHAMĐT: Siyasi Hatıratım, 4. Baskı, Đstanbul, Dergah Yayınları, Nisan 1984, 82-83. 4 Levent KÖKER: Modernleşme Kemalizm ve Demokrasi, 9. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2005, 130.

Page 96: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

88

Şinasi’nin, Ziya Paşa’nın, Ebuzziyya Tevfik’in, Namık Kemal’in,

Abdülhak Hamid’in, Đzmirli şâir Eşref’in okunması resmen yasaklanmış

eserlerini okuyan ve Harbiye’den mezun olurken “millete, devlete, pâdişaha”

sadık kalmak üzere yemin eden gençler, mevcut idareye karşı, derin bir

nefret ve Padişah’ın etrafındakilere karşı anlatılmaz bir husûmet

duyuyorlardı5.

1902’de başlayan ve durmadan devam eden Makedonya’daki

isyan bahanesi ile Makedonya’da bir Genel Müfettişlik kurulmuş, bir yabancı

kontrolü başlamış, Avrupalı subayların kumandasında yeni bir jandarma

kuvveti meydana getirilmiş ve yabancı uzmanların kontrolünde idari ve mali

reform yapılmak istenilmişti. Fakat işler bir türlü, Balkanlı politikacıların,

terörist/tedhişçi çetelerin çıkardıkları huzursuzluk ortamı yoluyla amaçlarına

bir an evvel ulaşmak istemeleri nedeniyle, düzelemiyor, âsayiş temin

olunamıyordu. 1908'de, Đngiltere Kralı ile Rus Çarı’nın Reval’de buluşup,

Makedonya'da Osmanlı ordusunun kaldırılmasını kararlaştırmaları,

Rumeli'nin parçalanması tehlikesini ortaya çıkarmıştı6. Tehlikenin en çok

hissedildiği yerlerdeki ulusalcı hareketlerle ve özellikle gerilla faaliyetleriyle

yüz yüze gelen subayların örgütlenmeleri, devleti kurtarma arayışlarına ivme

kazandırmıştır7.

5 Bkz. Hüsamettin ERTÜRK: Đki Devrin Perde Arkası, Haz. Samih Nafiz TANSU, Birinci Basım, Đstanbul, Sebil Yayınevi, 1996, 9, 19 ve 21. sayfalar. 6Bkz. Celâl BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Gidiş, Cilt:3, Đstanbul, Sabah Kitapları, 1997, 70 ve 87-88. 7 Eylül 1906’da Selanik’te genç bürokrat ve subaylar tarafından kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kurulan yeni gruplardan biriydi. Makedonya’da hızla yayılan Cemiyete, 3. Ordu (Selanik ) ve 2. Ordu’dan (Edirne ) subayların katılmaları çok önemli bir gelişme olmuştur. Selanik’teki grup, 1907’de Paris’teki mültecilerle temas kurmuş ve ĐTC’nin geleneksel adını kendilerine mal etmişlerdir. Ancak bu ada rağmen imparatorluktaki muhalefet hareketine hakim olan merkez, Paris’teki değil, Selanik’teki merkez olacaktır. Bkz. ZURCHER: Modernleşen Türkiyenin Tarihi, Çev. Yasemin Saner GÖNEN, 9. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2000, 134-135.

Page 97: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

89

1906’da yüzbaşı rütbesiyle Erkânıharbiye’yi bitirdikten sonra, Edirne’ye

2. Ordu’ya gönderilen Türkiye Cumhuriyeti’nin önde gelen mimarlarından ve

ulusal kahraman Đnönü’nün hatıralarından bazı aktarmalar yapmak o

dönemdeki haleti-ruhiyeyi/ruhsal durumu yansıtması bakımından yararlı

olacaktır. Đnönü şöyle demektedir:

“Bir büyük imparatorluğun çökmekte bulunduğu kaygısı ve memleketi kurtarmak ödevinde olduğumuz düşüncesi, bizim gençlik yıllarımızın en unutulmaz hatırasıdır...Đmparatorluğun çöküşü içinde vazife yapmaya çırpınırken, hesapsız şehitler ve felakete uğrayanlar arasından, yaşayarak çıkmak gibi bir umulmadık olay başımdan geçti.” 8

Balkan milletlerinin her dördü ile - Yunan, Bulgar, Sırp, Karadağ –

ulusalcılık akımları ulusların bilincine hâkim olduktan sonra bir güvensizlik ve

mücadele ortamı oluşmuş, bu mücadele ortamı en aşırı şekliyle bu döneme

rastgelmiştir. Đnönü’nün ifadesiyle Balkan devletlerinin hırsları ve büyük

devletlerin baskıları ülke için apaçık bir tehlike oluşturmaktaydı. Oysa,

Saray’ı, oluşan tehlike hiç kaygılandırmamaktaydı. Subaylar, Balkan

komitacılarının takibinden canlarını kurtarabilirlerse, üstelik bir de yabancı

komiserlerin kovuşturmasından sakınmaya çalışmaktaydılar.

Đmparatorluğun çöküş süreci içerisinde birçok şehitler verilirken ve

felaketler yaşanırken hayatta kalmak bile düşük bir olasılıktır. Gerek Balkan

devletlerinin politikaları gerekse de büyük devletlerin baskıları Osmanlı

devletinin geleceği için açık bir tehlike oluştururken, devletin en üst karar

vericisi durumundaki Padişah’ın tehlikeyle ilgilenmediği algılaması, genç

subayların vatan kaygısını iyice yükseltiyordu. Đnönü’nün deyimiyle her

derdin devasının Kanun - i Esasi’de olduğu, iman halinde genç subayların

8 Đsmet ĐNÖNÜ: Hatıralar, Yayıma Hazırlayan: Sabahattin SELEK, 1. Kitap, 1. Basım, Ankara, Bilgi Yayınevi, Ekim 1985., 13.

Page 98: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

90

zihinlerinde yerleşmişti. Kanun - i Esasi, iç politika ve dış politikanın bütün

olumsuzluklarını ortadan kaldıracak ve hiç güçlüğe uğramadan saat gibi

düzgün işleyen bir idare kurulacaktı9. Devletin devamlılığının Kanun - i

Esasi’nin yürürlüğe konulması ile birlikte oluşacak olan parlamenter bir

siyasal rejim ile sağlanabileceğine inanılmaktaydı.

1- Kanun-i Esasi Bağımsızlık Yolunda Bir Araç

Đttihat ve Terakki Cemiyeti, Abdülhamid rejimine karşı savaşımda

ülkenin her yanındaki milliyetçi gruplarla ortaktır. Ancak bu gruplarla olan

beraberlikleri çok kısa sürecektir. 1913 yılında Rumeli sorunu Balkan

Savaşları ile Osmanlı’nın Edirne’ye kadar bütün topraklarını kaybetmesiyle

çözümlenecektir. Đmparatorluğun ağırlığı Asya’daki topraklarına kayacak

Ermeni ve Arap sorunları öne çıkmaya başlayacaktır. I. Dünya Savaşı

sonrasında ise yeni bir durum oluşacaktır.

Đttihat ve Terakki Cemiyeti’nin 1907 Aralık ayında Paris’te yapılan

kongresine Osmanlı’daki farklı etnik grupların oluşturdukları komiteler de

katılmışlardır. Türk ihtilâl komitelerinin bütün Osmanlı topraklarında, yeni tek

bir “Osmanlı milleti” yaratmak şeklinde ifade edebileceğimiz bakış açısı,

Ermeni, Bulgar, Rum, Arnavut, Arap ihtilâl komitelerince kabul görmemiştir.

Çünkü, Onlar “siyasî ademi merkeziyet idaresi” istemektedirler10.

9 Bkz. Đsmet ĐNÖNÜ: Hatıralar, 1. Kitap, 34 - 45. 10 Bkz. Cemal PAŞA: Hatıralar, Haz. Behçet CEMAL, Đstanbul, Çağdaş Yayınları, Nisan 1977, 415.

Page 99: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

91

Siyasi ademi merkeziyet demek ise bu değişik etnik ve dinsel grupların

yaşadığı bölgelere geniş özerklikler vermek ve hepsini “ Osmanlı

Đmparatorluğu“ ismi altında idare etmeye çalışmak demekti. ĐTC’nin

önderlerinden ve 1913-1918 arasında süren doğrudan ĐTC iktidarının etkili

ismi Cemal Paşa;

“Eğer Osmanlı Đmparatorluğu’nun parçalanmasını bütün can ve gönülleriyle arzu eden ve bunun için bin türlü entrikalara kalkan dış düşmanlar olmasaydı, “Đttihat ve Terakki” cemiyeti ........ bu prensibi kabul etmekte bir dakika tereddüt etmezdi. Fakat Suriye’ye göz dikmiş olan Fransızlarla Mezopotamya’ya ve bütün Lübnan yarımadasına sahip çıkan Đngilizler ve Doğu Anadolu vilayetlerini ele geçirmek fırsatını gözetleyen Ruslar ve Makedonya’yı paylaşmak isteyen Bulgar, Sırp ve Yunanlılar ve Arnavutluk’a el atmaya çalışan Avusturyalılarla Đtalyanlar ve yine Akdeniz adalarını benimseyen Yunanlılar “siyasi ademi merkeziyet idaresi” prensibinin vücuda getireceği bu vilayetleri birer birer yutmak için acaba hiç güçlük çekerler miydi?“11

diye sormaktadır.

II. Abdülhamid, 10 Temmuz 1908’de Meclis-i Mebusan’ı toplanmaya

davet eden çağrısında, Kanun-i Esasi’nin zaten yürürlükte olduğunu,

Meclis’in, içinde bulunulan durumun olağanüstülüğü nedeniyle bir müddet için

tatil edildiğini ve gelinen noktada yabancıların müdahalesine sebep

verilmemesi ve ülkenin asayişi bakımından Meclis’in toplanmasının zaruri

telakki edildiğini, belirtmekte ve seçimlerin mevcut usule göre yapılmasını

istemektedir12. Olağanüstü durum bir türlü geçmemiş olacakki tatil süresi

uzamıştır.

11 Cemal PAŞA: Hatıralar, Haz. Behçet CEMAL, Đstanbul, Çağdaş Yayınları, Nisan 1977, 415. 12 Bkz. Suna KĐLĐ ve Şeref GÖZÜBÜYÜK: Türk Anayasa Metinleri, 2. Baskı, Đstanbul, Türkiye Đş Bankası Kültür Yayınları, Mayıs 2000, 75-76.

Page 100: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

92

II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinden ya da zaten yürürlükte olan Kanun-i

Esasi’nin hükümleri uyarınca Meclis’in toplanmasına karar verildiğinin

açıklanmasından sonra hocalarla papazların, Müslümanlar’la müsliman

olmayanların kucaklaştığı görülüyor, Tanin, Millet, Hürriyet gibi yeni isimler

altında yeni gazeteler çıkmaya başlıyor, kalabalık, gece yarılarına kadar

sokaklardan çekilmiyordu. Birçok hatip, hep 33 seneden bahsediyordu.

Namık Kemal’in “Vatan Piyesi”, en çok seyredilen, çılgınca alkışlanan bir eser

olarak Đstanbul’u meşgul ediyordu13.

Đttihat ve Terakki Cemiyeti, seçimlerde aday göstermemiş; fakat seçim

nedeniyle bir bildiri yayınlamıştı. Bildiride, Osmanlı toprağında oturan ve

yaşayan Đslam, Hıristiyan bütün insanların, aynı vatanın evladı oldukları, millî

menfaatler ve medeni haklardan faydalanmak hususunda biri diğerinden

farklı olmadığı, bu milletin Đslam ve Hıristiyan bütün evladının aralarında bir

Đttihat ve Terakki Cemiyeti kurarak ve canlarını tehlikeye koyarak tam bir

metanet ve iyi niyetle yıllarca çalıştıktan sonra başlarının belası olan zalim

idareyi bir gün içinde mahv ve harap ettikleri ifade ediliyordu. Şimdilik bütün

yabancı devletlerin, Osmanlı Devleti’ne karışmaktan el çektikleri, eğer

adamakıllı medeniyet ve ilerleme yolu tutarak kardeşlik içerisinde o yolu

muhafaza ederlerse Osmanlı’ya yardım edecekleri ve birleşmelerine ve

anlaşmalarına can atacakları açıklanıyordu14.

Seçimler yapıldıktan sonra Meb’usan Meclisi 17 Aralık 1908’de

Abdülhamid’in açış konuşmasıyla çalışmalarına başlar. Meclise 126 seçim

bölgesinden 275 milletvekili gelmiştir. Bu 275 milletvekilini etnik kökenlerine

göre dokuz grupta toplamak mümkündür: Türk ( 142 ), Arap ( 60 ), Arnavud

13 Hüsamettin ERTÜRK: Đki Devrin Perde Arkası, Haz. Samih Nafiz TANSU, Birinci Basım, Đstanbul, Sebil Yayınevi, 1996, 32. 14 Bkz. Celal BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Gidiş, Cilt:2, 70-71.

Page 101: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

93

( 25 ), Rum ( 23 ), Ermeni ( 12 ), Yahudi (5), Bulgar ( 4 ), Sırp ( 3 ),

Ulah ( 1 )15.

Abdülhamid, Meclis’i açış konuşmasında, 1876’da yürürlüğe koymuş

olduğu Kanun-i Esasî’nin uygulanması noktasında bazı güçlüklerle

karşılaştığını ve o zamanki devlet yöneticilerinin/ricalinin gösterdiği lüzum

üzerine, Meclis-i Mebusân’ı geçici bir süre için tatil ettiğini söylemektedir16.

II. Abdülhamid’in 1876’daki Meclis’i açış konuşmasındaki ifadeleri de

algılamadaki sürekliliği göstermesi açısından önemlidir. II. Abdülhamid, o

zamanki konuşmasında Osmanlı Devleti’nin gücünün dünyaya yayılmasının

yönetimin adaletli olması ve tebaasının her sınıfının hak ve çıkarına saygı

göstermesiyle meydana geldiğini ve Fatih Sultan Mehmed’in din ve mezhep

serbestliğinin sağlanması hakkında gösterdiği müsaadenin herkesçe

bilindiğini söylemektedir. Âyin ve mezheb serbestliğine daha sonrada halel

getirilmediğini ifade eden Abdülhamid, altı yüz seneden beri tebaanın

milliyetlerini, dillerini ve mezheblerini muhafaza etmelerinin Osmanlı’nın âdil

yönetiminin doğal bir sonucu olduğunun inkâr edilemeyeceğini ileri

sürmektedir. II. Abdülhamid, Hersek ayaklanmasının bir takım kışkırtmalar ve

karışıklık çıkarıcıların eseri olarak meydana geldiği ve Sırbistan ve Karadağ

savaşları nedeniyle meydana gelen büyük karışıklıkların etkisiyle devletin

büyük bir buhrana uğramış olduğu bir zamanda tahta çıkmıştır. Devletin o

zamana kadar karşılaşmadığı derecede büyük olan buhranda Abdülhamid,

devletin varlığının/hukukunun korunması için altı yüz bin kadar askeri silâh

15 Halil MENTEŞE: Halil Menteşe’nin Anıları, 1. Baskı, Đstanbul, Hürriyet Vakfı Yayınları, Kasım 1986, 12. Nisan 1914’te yapılan seçimler Trablusgarp Eyâleti ile Rumeli Vilâyetleri’nin ve Ege Adaları’nın elden çıkmış olmaları yüzünden 94 seçim bölgesinde yapılmış ve toplam 245 milletvekili çıkmıştır. Bu milletvekillerinin 142’si Türk, 69’u Arap, 16’sı Rum, 15’i Ermeni ve 3 tanesi de Musevi’dir. Bkz. Halil MENTEŞE, 42. 16 Bkz. Hüsamettin ERTÜRK: Đki Devrin Perde Arkası, 33.

Page 102: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

94

altına aldırmaya mecbur kaldığını ve bu karışıklığın tamamıyla savılması ve

giderilmesi için devletce ıslahat yapılması yöntemiyle çare aramayı ve bu yol

ile bağımsızlığı sürekli bir güvence altına almayı yapılması gerekli bir görev

olarak telakki ettiğini, söylemektedir.

Kanun-i Esasi’nin ilan edilmesiyle II. Abdülhamid konuşmasının

devamında, bütün tebaanın bir vatanın evlâdı olarak ve tamamının bir

kanunun koruması altında yaşayacaklarını ve saltanatın unvanı olan Osmanlı

adıyla anılacaklarını ifade etmektedir17.

1908’de yürürlüğe tekrar sokulan Kanun-i Esasi18 Osmanlı Devleti’nin

tabiyetinde bulunan herkesi din ve mezhep ayrımı yapılmaksızın istisnasız

Osmanlı olarak adlandırmaktadır. Osmanlı tebaası olanların devlette

istihdam olunmaları için devletin resmi dili olan Türkçeyi bilmeleri şarttır.

Meclis-i Umumî, Heyet-i Âyan ve Heyet-i Mebusan’dan oluşmaktadır.

Heyet-i Âyan’ın üyelerini doğrudan doğruya padişah belirlemektedir.

Heyet-i Âyan üyeliği ömür boyu sürmektedir ve milletvekilliği/vükelâlık, valilik,

mareşallik/ordu müşirliği, kazaskerlik, elçilik, patriklik ve hahambaşılık

görevlerinde bulunmuş olanlardan ve karacı ve denizci

generallerden/ferikandan ve gerekli özellikleri taşıyan diğer kişilerden uygun

görülenleri tâyin edilmektedirler. Kendi talepleriyle devletce başka göreve

tâyin edilenlerin üyelikleri düşmektedir. Heyet-i Âyan, Heyet-i Mebusandan

verilen tasarıları incelemektedir. Eğer bunlarda din işlerine ve padişahın

17 Konuşmanın tam metni için Bkz. Suna KĐLĐ ve Şeref GÖZÜBÜYÜK, 56-59. 18 1876’da yürürlüğe sokulan Kanun-i Esasi 119 maddeden oluşmaktaydı. Aynı anayasa 1908’de tekrar yürürlüğe sokulmuş ve 1909’da yapılan bazı değişikliklerle madde sayısı 121 olmuştur.

Page 103: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

95

hukukuna/hukuk-ı seniyesine, hürriyete, Kanun-i Esasî hükümlerine, devletin

toprak bütünlüğüne, iç güvenliğine, vatanın savunması ve korunmasına,

genel ahlaka halel verir bir şey görür ise değerlendirmesini ilâve ederek ya

kat’iyen red veyahut değişiklik yapılması ve düzeltilmesi için Heyet-i

Mebusan’a iade etmektedir. Kabul ettiği tasarıları ise onaylıyarak sadarete

sunmaktadır. Heyet-i Mebusan’ın üyeleri ise Osmanlı tebaası arasından her

ellibin nüfus için seçilen vekillerden oluşmaktadır. Heyet-i Mebusan için

üyeliğe seçilebilmek için Türkçe bilmek, ilk seçimden sonra yapılacak

seçimlerde Türkçe okumak ve mümkün olduğunca yazmak da

gerekmektedir. Heyet-i Mebusan üyeleri sadece seçildikleri bölgenin değil

tüm Osmanlıların vekilidirler. Kanun-i Esasi’ye göre Osmanlı tebaasının

tamamı için eğitim ve öğretimin ilk kısmı mecburidir19.

II. Meşrutiyetin ilanından sonra da Ittihat ve Terakki genel merkezi

Osmanlı topraklarında bulunan çeşitli siyasi ihtilâl cemiyetlerini bir “Osmanlı

camiası” siyasi cemiyeti halinde birleştirmek için girişimlerde bulunur. Ancak,

üç dört ay devam eden görüşmelere rağmen hiçbir milletin siyasi ihtilâl

komitelerinin Ittihat ve Terakki Cemiyeti içine alınması konusundaki

çalışmalar sonuca götürülemez. ĐTC’nin bir diğer önde gelen ismi Tâlat Paşa

ile birlikte görüşmelere katılmış olan Cemal Paşa, siyasi ihtilal cemiyetlerinin

amacının farklı olduğunu, II. Meşrutiyet ilan edilinceye kadar birçok tehlikeye

maruz olarak gizlice yaptıkları bağımsızlık teşviklerini bundan sonra açıkça

yapmak ve amaçlarına daha çabuk kavuşmak istediklerini söylemekte ve

esasen hepsinin talimatlarını dışarıdan aldıklarını ve ĐTC’ye yalnızca

yapmacık/zahiri bir güleryüz gösterdiklerini ifade etmektedir.20 Kanun-i

Esasi’nin verdiği özgürlük sayesinde, ilk uygun fırsatta hükümete karşı

gelmek ve Avrupa tarafından yapılacak bir müdahale sonucunda bağımsızlık

19 Kanun-i Esasi’nin tam metni için Bkz. Suna KĐLĐ ve Şeref GÖZÜBÜYÜK, 43 - 55. 20 Bkz. Cemal PAŞA, 421-422.

Page 104: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

96

sağlamak amacıyla, bir kısmı Anadolu’da ve bir kısmı da Rumeli’de büyük bir

hızla ve pek açık bir şekilde milli varlıkları için çalışıyorlardı21.

Đnönü’ye göre, Đttihat ve Terakki Cemiyetinin kısa zamanda Rumeli’de

ihtilal doğurabilmesinin başlıca sebebi olan Batı Rumeli’deki müfettişlik

teşkilatı, Meşrutiyetin ilanı ile kendiliğinden kaybolmuştur. Đnönü şöyle

demektedir:

“Hatırladığım şudur: Selânik, Manastır ve Kosova vilayetlerinde kurulmuş olan sözde Osmanlı müfettişliği, gerçekte, Batı Rumeli’nin milletlerarası bir idareye tabi tutulmasıydı. Rusya ve Avusturya ‘ajan sivil’leri bölgeyi bizim umumi müfettiş ile beraber idare ediyorlar ve bir Đtalyan generali jandarma teşkilatını tensik ederken, memleket asayişini ve çetelere karşı takibatı kontrol ediyordu. Ayrıca bir mali komisyon, bu üç vilayette devletin mali işlerini yürütüyordu. Her manası ile milletlerarası, müşterek bir idare kurulmuştu. Meşrutiyetin ilanı üzerine bu idare kalkmış, üç vilayet öteki vilayetlerimiz gibi kayıtsız şartsız Osmanlı Devleti’nin idaresine geçmişti. Bu netice, Meşrutiyet Đnkılabının ilk semeresi ve tek başarısı olsa da, her zahmete ve her fedakârlığa değecek kıymette idi. Birden bütün hayaller muvaffakıyet heyecanı ile genişledi ve istikbalin daha parlak olacağı intibaı kuvvetlendi: Gene müspet başarılardan sayılabilecek bir olay olmak üzere, o zamana kadar can düşmanları olan komite reisleri Türk şehirlerine inmişler, kendilerini takip etmiş olan subaylar ve idare amirleriyle dostluk ve beraberlik akitleri yapmışlardı.” 22

Osmanlı’nın bütün unsurlarını bir araya getirerek güçlü bir devlet

oluşturmak ve dış müdahalelere son vermek için bir “Osmanlı” kimliği

oluşturulabileceği düşünülüyordu. Kanûn-i Esâsî gereğince resmî dil ve orta

ile yüksek öğretim dilinin Türkçe olması ise unsurlarca Türklüğün baskısı

şeklinde algılanıyordu23. Türkçe öğretimin ilerlemesi Türkler dışındaki

unsurların da bir dereceye kadar Türkleşmesine yol açacaktı. Unsurların

21 Talât PAŞA: Talat Paşa’nın Anıları, Haz. Alpay KABACALI, 1. Basım, Đstanbul, Türkiye Đş Bankası Kültür Yayınları, Şubat 2000, 23. 22 ĐNÖNÜ: Hatıralar, 1. Kitap, 46. 23 Bkz. Celal BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Gidiş, Cilt:3, Đstanbul, Sabah Kitapları, 1997, 60.

Page 105: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

97

kendi ulusal bağımsızlıklarına ulaşma programlarından vazgeçmek

istemediklerinin farkına varan Đttihat ve Terakki’de “Osmanlılık”

düşüncesinden uzaklaşmaya başladı. Ermeni siyasi partilerinin Đttihad ve

Terakki Fırkası’nı desteklemekten vazgeçmeleri ve Ermeni sorununu

uluslararasılaştırmaya çalışmaları; Rumların ise Venizelos’un “megalo

idea”sını desteklemeye başlamaları ile Đttihad ve Terakki önderleri tam

anlamıyla Türk ulusçuluğu politikasını benimsemeye başladılar. Artık,

devletin kurtarılabilmesi için, en büyük ve aynı zamanda da en sadık etnik

grup olan Türklere dönmekten başka çare yoktu24. Türklere dönüş ise diğer

etnik grupların kopma sürecinin hızlanmasını da beraberinde getirecektir.

2-Bulgaristan, Bosna Hersek ve Girit’in Ayrılması

1877-1878 Osmanlı – Rus savaşından sonra 13 Temmuz 1878’de

imzalanan “Berlin Andlaşması“ ile Bulgaristan, Osmanlı devletinin egemenliği

altında, özerkliği bulunan ve vergi verir bir prenslik haline getirilmiş,

Bosna-Hersek’in Avusturya–Macaristan tarafından işgali kararlaştırılmıştı.

Girit adasında ise ıslâhat yapılacaktı25.

24 M. Çağatay OKUTAN: Tek Parti Döneminde Azınlık Politikaları, 1. Baskı, Đstanbul, Bilgi Üniversitesi Yayınları, Haziran 2004, 51-52. 25 Berlin Andlaşması’nın maddeleri için Bkz. Tevfik BIYIKLIOĞLU: Trakya’da Milî Mücadele, Cilt:1, 3.Baskı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1992, 35-40. Osmanlı Đmparatorluğu’nun yenilgisiyle sonuçlanan 1877-1878 Osmanlı – Rus Savaşı sonunda büyük güçlerin etkisiyle toplanan Berlin Konferansı sonunda imzalanan Berlin Andlaşması, Rusya ile Osmanlı Đmparatorluğu arasında savaş sonunda imzalanmış olan Ayastefanos Andlaşması’nın koşullarını hafifletmiş, ancak iptal etmemişti. Romanya, Sırbistan ve Karadağ yine bağımsızlıklarını kazanmış, ama Sırbistan ve Karadağ’ın toprak kazançları çok azaltılmıştı. Özerk bir Bulgaristan ortaya çıkarılmış, ama başlangıçta öngörülenden daha küçük olmuş ve Balkan dağları boyunca ikiye bölünmüştü; güney kısmı, özel bir yönetim biçimine tâbi, başında Hıristiyan valisi olan bir Osmanlı vilayeti olarak kalıyordu. Rusya’nın, liman kenti Batum dahil Asya’daki kazançlarının çoğu olduğu gibi kalıyordu. Ayrıca, hem Avusturya hem Đngiltere müdahalelerinin karşılığını zorla koparmışlardı; Avusturya (genel anlamda Osmanlı Đmparatorluğu’nun parçası olarak kalmış olan) Bosna-Hersek’i Đngiltere ise Kıbrıs’ı işgal etmişti. Bkz. ZURCHER: Modernleşen Türkiyenin Tarihi, Çev. Yasemin Saner GÖNEN, 9. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2000, 115.

Page 106: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

98

Osmanlı Devleti II. Meşrutiyet sonrası seçimlerle uğraşırken, fırsattan

istifâde eden Avusturya 5 Ekim 1908’de Bosna – Hersek’i ilhak ettiğini

açıkladı. Avusturya’nın bu şekilde davranmasının sebebi 1908’de Osmanlı

Meclis’i Mebûsanı’na Bosna–Hersek’ten milletvekili seçilmesi ve bu durumun

Bosna–Hersek’le Osmanlı Devleti arasındaki bağı daha da kuvvetlendireceği

endişesi idi. Bu yüzden Avusturya, daha Meşrûtiyet’in heyecanı yatışmadan,

Berlin Andlaşması’nda kazanmış olduğu bu toprakların işgal ve idaresi

hakkını kaybetmek istememişti. Aynı gün Girit adası da Yunanistan ile

birleştiğini ilân etti.

Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhakından önce, Avusturya ile anlaşan

Bulgaristan ise, Slav dünyasının bu ilhaka gösterecekleri tepkiyi önlemeye

söz vermişti. Buna karşılık Avusturya, bağımsızlığını ilân etmeye kararlı olan

Bulgaristan’a askerî ve diplomatik yardımda bulunacaktı. Bu şekilde

Avusturya’nın da desteğini sağlayan Bulgaristan, 6 Ekim 1908 günü

bağımsızlığını ilân etti. Zaten son yıllarda Avrupalı büyük devletler tarafından

tam bağımsız bir devlet olarak görülen Bulgaristan Prensliği’nin Osmanlı

Devleti ile olan tek bağı, verdiği vergilerdi. Böylece Bulgaristan kendisine,

Osmanlı Devleti’ne tam manasıyla tâbi olduğu günleri hatırlatan bu bağdan,

bağımsızlığını ilân etmekle kurtulmuş oluyordu26. Osmanlı Đmparatorluğu

içeride bir rejim değişikliği yaşarken; adeta vatanın kurtuluşu için tek çare

olarak görülen Kanun-i Esasi yürürlüğe konulmuşken; Đsmet Đnönü’nün

deyimiyle,

“Vatan severler fırsat bekleyen düşmanlar tarafından suratlarına vurulmuş bir şamarın acısını duyuyorlardı.”27

26 Ahmet HALAÇOĞLU: Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri (1912 – 1913 ), 2. Baskı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1995, 11. 27 ĐNÖNÜ: 1. Kitap, 47.

Page 107: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

99

Đhtilâlciler Falih Rıfkı Atay’ın ifadesiyle halkı kazanmak için, çoktan

kaybedilmiş olan Girit’i Yunanistan’a vermemek, Bosna – Hersek’i

Avusturya – Macaristan Đmparatorluğu’ndan geri almak, Bulgaristan’ın

bağımsızlığını tanımamak gibi bir irredantizm söylemi içerisindeydiler. Atay’ın

aktarımlarından, o dönemdeki toplumsal bellekte de, Osmanlı Devleti’nin

gerileme ve çöküş dönemlerinde kaybedilen toprakların hatıralarının halk

türkülerinde yaşatıldığı ve izlerinin taşındığı anlaşılmaktadır. Kaybedilen eski

yerlerin düşmandan geri alınması bir düş olarak belleklerdeki yerini

korumaktadır28.

3 - 31 Mart Vak’ası: Đz Bırakan Đrticai Kalkışma

31 Mart Vak’ası olarak adlandırılan olayın, Osmanlı’nın yeni rejimine

karşı bir ayaklanma olduğunu görüyoruz. Ayaklanmayı teşvik edenlere göre,

Đttihatçılar ve onların devlet adamları, ülkeye “gâvurluğu” getirmişler,

müslümanlık elden gitmiş, halk kâfir olmuştu. Bunun sorumluları hükûmet

adamları olmakla beraber, askerlerin başlarındaki genç ve okullu subayların

da bu işte payları büyüktü.

Ayaklanan avcı taburları şeriat isteğinden başka Bakanlar

Kurulu’nun/Meclis-i Vükelâ’nın istifasını, mebusların dağılmasını, şeriat

düzeninin uygulanmasını ve alaylı subayların tekrar yerlerine iâdesini şart

koşuyorlardı29.

28 Bkz. ATAY, 58. 29 ERTÜRK, 35.

Page 108: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

100

II. Abdülhamid’inde rolü olduğu düşünülen ayaklanma, taşra

şehirlerinde müthiş bir etki yaratmış, Üçüncü Ordunun merkezinin bulunduğu

Selânik’ten yola çıkan ve Hareket Ordusu diye adlandırılan ordu, Đstanbul’a

gelmiş ve ayaklanmayı bastırmıştı. Zafer gene ittihat ve Terakki’nin ve onun

tuttuğu askerlerindi30.

Đnönü’nün ifadesiyle 31 Mart faciası Osmanlı tarihinin en büyük irtica

hareketlerinden biridir. Din ve şeriat namına ve siyasi, askeri ıslahat aleyhine

yapılmıştır31. Türkiye'de istikrarlı bir demokrasi rejiminin kurulmasını ulusal

çıkarlarına uygun bulmayan yerli ve yabancı unsurlar, ayaklanmayı

alkışlamaktadır. Meydan, tamamıyla bir irtica ocağı olan Đttihat-ı Muhammedî

Cemiyeti ile onun organı Volkan gazetesinin başyazarı Derviş Vahdetî’ye ve

benzerlerine kalmıştır32. Derviş Vahdeti “Volkan Gazetesi “ ile Đttihat ve

Terakkicilere “Rumeli Eşkiyası” diye hitab etmektedir33. “Vak’a” planlanan

hedefe ulaştırılamayınca ayaklanmayla özdeşleştirilen Muhammedi’ler

yenilmiştir ve bu yenilgiyi çok ağır ödemişlerdir. Örfi idare ilan edilmiştir.

Divan-ı Harp kurulmuştur. Derviş Vahdeti idam edilmiştir. Onun’la beraber

eylemlere katılan birçok kişi idam ve ağır cezalara mahkum edilmiştir34.

Ahrâr Fırkası’nın da ayaklanmadan yararlanmak istediği ve ayaklanma

ile bağlantısı olduğu kabul ediliyordu. Ahrar, Đttihat ve Terakki’ye karşı

tutumunun faturasını, olaylar bastırıldıktan sonra ağır şekilde hayatı ile

30 ATAY, 60. Yeşilköy’de toplanan Milli Meclis Şeyhülislâm’dan fetva alarak Padişah Abdülhamit’i tahtından indirmiş ve onun yerine Sultan Reşad’ı Halife ve Padişah yapmıştır. Hareket ordusu içinde Mustafa Kemal dahil birçok Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde yer almış isim de vardır. 31 ĐNÖNÜ: Hatıralar, 1. Kitap, 53. 32 BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Gidiş, Cilt:1, 134. 33 ERTÜRK, 37. 34 Tarık Zafer TUNAYA: Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt: 1, 1. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1998, 229.

Page 109: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

101

ödemiştir. Takibe uğrayan üyelerinin bir kısmı tutuklanmış, yargılanmıştır. Bir

kısmı da ülke dışına kaçmıştır35.

Olayın bastırılmasından sonra, niteliğinin saptanması, Osmanlı siyasal

hayatını, özellikle parlamentoyu zaman zaman meşgul etmiştir. Genel ve

klasikleşmiş bir inanca göre, “31 Mart Vak’ası” ile “irtica” sözcükleri

eşanlamda idiler ve kaynaşmışlardır. Üstelik, bu öyle gelip geçici ve sınırlı bir

irtica olayı da değildi36. Đnönü’nün ifadeleri ayaklanmanın yaratmış olduğu

tedirginliğin büyüklüğünü göstermektedir. Đnönü,

“III. Selim zamanındaki nizamı cedit aleyhtarı irtica ile 1909’daki 31 Mart irticaından hangisinin vatan için daha çok zararlar getirmiş olduğunu mukayese edemiyorum. 31 Martı her hatırladığım zaman bir büyük binanın yıkıldığını görürüm. Bu facia yeni kurulan, büyük ümitlerle dolu Meşrutiyet rejimini, hemen sekiz ay sonra aksi istikamete yöneltmeye sebep olmuştur. Đç idaremizde bir vehim ve emniyetsizlik havası girmiş, bu havayı tasfiye etmek bir daha mümkün olmamıştır. Kurulan Örfi Đdare ve Divanıharpler sonuna kadar baki kalmıştır.” 37

demektedir. 31 Mart Vak’ası’na kısaca bir göz attığımızda ayaklanmada

irticacıların, rejim düşmanlarının, devletin en üst karar vericisi konumundaki

Padişahın, Osmanlı’da istikrar istemeyen yerli ve yabancı unsurların, Ahrar

Fırkası gibi dönemin önde gelen muhalefet partisinin rolü olduğu şeklinde bir

algılamanın oluştuğu ve günümüzde de bu algılama biçiminin belleklerdeki

yerini koruduğu görülmektedir. Üstelik söz konusu algılama, daha eski

dönemlerdeki Osmanlı’nın modernleşmesi yönündeki girişimlerine karşı

gerçekleşen ayaklanmalarla bağlantılandırılarak aktarılmaktadır.

35 a.g.e., 186. 36 a.g.e., 219. 37 ĐNÖNÜ: Hatıralar, 1. Kitap, 50.

Page 110: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

102

B- YENĐ BĐR AYAKLANMALAR ve SAVAŞLAR DÖNEMĐ

1- Arnavutluk, Makedonya ve Yemen Đsyanları

1908-1911 tarihleri arasında Yemen, Makedonya ve Arnavutluk’ta

askeri müdahaleyi gerektiren ayaklanmalar oldu. Arnavutlar’ın Mart 1910’da

başlayan ayaklanmalarının ise belleklerde ayrı bir yeri olduğunu ifade

edebiliriz. Çoğunluğu Müslüman olan ve gerek Osmanlı yönetiminde gerekse

de ĐTC içerisinde önemli pozisyonlarda bulunan Arnavutların ayaklanması

tam bir darbe olarak algılanmıştır. Meclis'te ve üyesi oldukları Hürriyet ve

Đtilâf Partisi içinde, gerçek meşrutiyet ve hürriyet prensiplerini ülkenin çıkarına

korumak için bulunduklarını ileri süren Arnavut kökenli Đsmail Kemal Bey,

Hasan Piriştine, Esat Toptani ve Müfit Flora gibi mebusların, gerçekte Meclis’i

de muhalefet perdesi altında ayrılık amaçlarını gerçekleştirmek için bir araç

olarak kullandıkları düşünülmektedir38. Arnavut çeteleri de, Makedonyalı

Bulgar ve Rum komiteleriyle birlikte çalışmaktadırlar. Yüzyıllardır sadakatle

bağlı bulunduklarını söyledikleri devleti parçalamak, yıkmak isteyen yabancı

devletlerle işbirliği yapmak yolunu onlarda tutmuşlardır39.

II. Meşrutiyetin ilanı ile Makedonya'da meydana gelen olayların arkası

kesilmiş, hiç olmazsa bir duraklama ve bekleme devri başlamıştı. Hatta

devrim ile alakalarını göstermek amacı ile 31 Mart irticasını söndürmek için

Hareket Ordusu'na katılarak Đstanbul'a kadar gelen Hıristiyan gönüllüleri

olmuştu.

38 Bkz. BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Gidiş, Cilt:2, 115. 39Bkz. Halil MENTEŞE: Halil Menteşe’nin Anıları, 22-23.

Page 111: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

103

Yabancı kontrolü altındaki idare kaldırılmış, burada çalıştırılan Avrupalı

subaylar geri çağrılmıştı. Makedonya’da hükümet otoritesinin sağlanması

Kanun-ı Esâsi hükümlerinin yürütülmesi, ayrılık, bozgunculuk hareketlerine

son verilmesi için esaslı tedbirler alınmaya başlandı. Sık sık ayaklanan

ahâlinin silahlarını toplamak yoluna gidildi. Siyasi çetelerin takip ve tenkilinde

başarı gösterildi40. Makedonya’nın Türkler’in belleğinde ayrı bir yeri vardır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Makedonya’da doğdu ve

büyüdü. Makedonya on yedinci asrın sonlarına kadar Viyana kapılarına

doğru giden Osmanlı ordularının fetih destanları havası içinde idi.

Makedonya’da yerleşen Türklerin bir adı da ”evlâd-ı fatihan”, “Fâtihlerin

çocukları”dır41. On yedinci yüzyıldan beri Osmanlı Đmparatorluğu ülkeler

kaybederken Makedonya, devleti kurtarmak isteyenlerin yeşerdiği verimli bir

ova olacaktır. On dokuzuncu asrın sonlarına doğru “ can çekişen” hasta

adamın en zayıf yeri Makedonya’dır. Avusturya – Macaristan Đmparatorluğu

Selânik’e inmek, Yunanistan Kuzeye, Sırbistan Güney’e doğru genişlemek,

Bulgaristan büyümek istemektedir. Türkler ise bir ürperti içerisindedirler.

Osmanlı tarihinde “serhad “ denen şey, ileri yürüyüşlerin daima başka

yurtlara doğru uzaklaşan müjdecisi iken, artık geri dönüşlerin, gitgide, bir kara

haberci kıldığı serhad, sanki bütün Avrupa Türkiye’sinin topraklarına

yayılmıştır. Eski hasretler, destan ve türküleri ile, yeni korku, şüphe ve

rivayetleri ile, serhad, bütün Makedonya’nın şehirleri ve köyleri içindedir42.

Đkinci büyük isyan Yemen’de çıkmıştır. Birçok Osmanlı askeri Yemen’de

sonu gelmeyen küçük çaplı savaşlarda yaşamını yitirdi. “Yemen” halk

türkülerinde, Osmanlı/Türk askerinin kötü durumuyla eşanlamlıydı. Đsyanın

bastırılması için I. Dünya Savaşı sırasında Đngilizlerle işbirliği yaparak

Osmanlı’yı arkadan vuracak olan Şerif Hüseyin’le işbirliği yapıldı. Yemen’e

40 BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Gidiş, Cilt:3, 88. 41 ATAY, 23. 42 a.g.e., 29.

Page 112: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

104

sevk edilen kuvvetler Rumeli’nden getirilmiş, çoğu 2. Ordu bölgesinin iyi

yetişmiş, o zaman yeni olan makineli tüfekler ve seri ateşli dağ topları ile

teçhiz edilmiş kıtalardı. Bu dönemde Đstanbul’da Arnavutlara karşı güvensizlik

artmış ve Arnavutluk’ta da Yemende’ki gibi seferler yapılmışken, dönemin

Genelkurmay Başkanı Ahmet Đzzet Paşa’yla birlikte Yemen’e gitmiş olan

Đnönü’nün ifadesiyle;

“Arnavutluk’un bir kısım seçme evladının uzak diyarlarda devlete sadakatle hizmet etmesi insanı düşündürüyordu.”43

Yemen’e gönderilen 35-36 taburdan oluşan ordunun, hemen hemen

tamamı Yemen’de hastalıktan, iklimden ve çarpışmalardan dolayı eriyecektir.

Arnavutların isyan etmelerinin bellekteki izlerine baktığımız zaman

devlet yönetiminde ve iktidar partisi içerisinde etkin konumlarda bulunmuş

olmalarına ve hem de Müslüman kimliğini taşımalarına karşın, onlarda dış

güçlerin işbirlikçisi olarak algılanmışlardır. Đktidar partisine karşı muhalefet

partisini desteklemişler, Meclis’i, rejimi ve hürriyet ilkelerini ülkenin çıkarları

doğrultusunda savunduklarını söyleyerek aslında gizli amaçları olan ayrılık

noktasına ulaşmak için bir araç olarak kullanmışlardır. Ancak, bir kısım

seçme Arnavut’un başka bir isyanı bastırmak için devlete sadakatle hizmet

etmeleri üzerinde durulması gereken bir başka noktaya işaret etmektedir. Bu

durum ise Arnavutların hepsinin hain veya dış güçlerin işbirlikçisi olarak

algılanmadığını göstermektedir. Türkiye Cumhuriyeti dönemindeki ayaklanma

girişimleriyle ilgili olarak bazı siyasetçilerin, yasal olanakları kullanarak örtülü

amaçlarını gerçekleştirmeye çalıştıkları yönündeki yaygın algılama biçiminin

oluşmasında, toplumsal belleğin de önemli bir payı olduğunu ifade edebiliriz.

43 ĐNÖNÜ, 64.

Page 113: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

105

Makedonya sorunu, Türklerin belleğinde, yaşanılan toprakların veya

vatan olarak görülen bir toprak parçası üzerinde gerek iç gerekse de değişik

dış güçlerin emellerinin olduğu algılamasının ve iç ve dış düşmanlara karşı

tedirginlik ve teyakkuz durumunun oluşmasına önemli bir katkıda

bulunmuştur. Yemen ise Türk askerinin uzak diyarlarda yokluklar içerisinde

eriyip gitmesinin simgesidir ve günümüzde de halk Türküleri aracılığıyla

belleklerdeki canlılığını muhafaza etmektedir.

2 – Trablusgarp’ta Đtalyanlarla Savaş

Yemen isyanı devam ederken Türkler, Libya’da Đtalyanlarla savaş

halindeydiler. 28 Eylül 1911 tarihinde Đtalya’nın Đstanbul’daki maslâhatgüzârı

Sinyor Martino, Hükûmetinin Trablusgarp ve Bingazi’nin tahliyesi ile Đtalya’ya

teslimini isteyen notasını Bâbıâli’ye verir44. Osmanlı’nın Libya’da şavaşacak

gücü olmadığını düşünen Đtalyanlar, Osmanlı’nın iç siyasal çatışmalarından

da yararlanmak istemişlerdi. Türkiye bu gasp ve oldu bittileri protesto etmek

amacıyla Đtalya’ya karşı savaşmak zorunda kaldı. Libya’ya içlerinde Mustafa

Kemal ve Enver Bey’inde yer aldığı gönüllü subaylar gönderildi. Yerli halkı

örgütleyen bu subaylar, Đtalyanlar’ın karşısında ciddi bir direniş gösterdiler.

Osmanlı’nın bir amacı da, başka devletlerin iştahlarını kapamak ve yeni “oldu

bitti”lere engel olmaktı45.

Đtalya’nın Osmanlı’dan bir toprak parçasını bir nota ile istemesi, dış

güçlerin devletin zayıf anlarını gözettiği, zayıf düşüldüğü anda iç ve dış

güçlerin iş birliği halinde devleti parçalamak için harekete geçecekleri

şeklindeki bir algılama biçiminin belleklerde yer etmesine katkıda

44 MENTEŞE, 24. 45 Bkz. Talât PAŞA, 25.

Page 114: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

106

bulunmuştur. Bu durum aynı zamanda, zayıf düşmemek için içerideki

düşmanların hakkından gelmek ve bu suretle dış düşmanlara bekledikleri

fırsatı vermemek şeklinde ifade edebileceğimiz bir dersin çıkarılmasına da

yol açmıştır. Toplumsal bellekte, güçlü devlet imgesi vardır ve bu imgenin

sürekliliği sağlanmaya çalışılmaktadır.

3 - Balkan Savaşları

Balkanlarda Rus Çarı’nın aracılığı ile 13 Mart 1912’de imzalanan

Sırp – Bulgar ittifak anlaşmasını, 29 Mayıs 1912’de Bulgar – Yunan ittifakı

izledi. Arkasından Ağustos 1912’de Karadağ ile Bulgaristan sözlü bir ittifak

gerçekleştirecekler, 6 Ekim 1912’deki Karadağ-Sırbistan ittifak anlaşması ile

zincir tamamlanacaktır. Balkan Devletleri, aralarında bu anlaşmaları

yaparken, Balkanlar da günden güne karışmaktadır. Sırp-Bulgar Đttifâkının

imzâsından sonra Bulgaristan’da Osmanlı Devleti aleyhine gösteriler başladı.

Bulgaristan ve Sırbistan’ın kışkırtmaları ile Makedonya’da komitacılık

faaliyetleri birdenbire arttı ve anarşi hortladı. Bulgaristan, Makedonya’daki

karışıklıkları bastıramadığı için Osmanlı Devleti’nden şikâyet ediyor; Bulgar

kamuoyu savaş istiyordu. Makedonya’daki Yunan tedhişçileri de

kışkırtmalarına hız verdiler. 1912 Ağustos’undan itibaren Yunanistan Osmanlı

sınırına asker yığmaya, Karadağ ise Bulgaristan’la anlaşır anlaşmaz Osmanlı

sınırında olaylar çıkarmaya başladı. Bu sebepten Eylül 1912‘de

Osmanlı-Karadağ ilişkileri iyice gerginleşti46. Karadağ’ın 8 Ekim 1912

tarihinde Đstanbul’daki elçileri Bâbıâlî’ye, hükümetinin savaş ilan ettiğini

resmen bildirdi. Balkanlı müttefik devletler arasında ilk silaha sarılan devletin

Karadağ olması diğerlerinin de savaşa karar verdiklerinin işareti anlamına

geliyordu.

46 HALAÇOĞLU, 13.

Page 115: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

107

Fransa'nın öncülüğü ile hazırlanan 10 Ekim 1912 tarihli Avrupa büyük

devletlerinin bir ortak notası Avusturya-Macaristan, Đngiltere, Fransa, Rusya

ve Almanya adına Avusturya ve Rusya büyükelçileri tarafından Babıâli'ye

verildi. Nota’yla, ıslâhat yapılması konusunda Osmanlı Hükümeti tarafından

açıktan açığa meydana vurulan fikir ve niyeti senet tuttuklarını, Rumeli

Osmanlı vilayetleri idaresince gereken ıslâhatı ve bu ıslâhatın, halkın çıkarına

uygun şekilde yapılmasını temine yarayan tedbirleri, Berlin Antlaşması'nın

23. maddesiyle 1880 tarihli nizamnamenin anlamı içinde Osmanlı Hükümeti

ile derhal bahis ve müzakere etmeye başlayacaklarını ve bu ıslâhatın

Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğüne noksanlık getirmeyeceğinin

kararlaştırılmış bulunduğunu Bâbıâli'ye bildiriyorlardı.

Büyük devletlerin notasından sonra Bulgaristan’da, müttefikleri

Sırbistan ve Yunanistan adına da olmak üzere 13 Ekim 1912’de Babıâli'ye bir

nota gönderdi. Daha ileri ve kesin bir sonuç elde etmek için çok ağır ve hazmı

zor bir nota ile bütün bağları koparmak istemiş oldukları anlaşılmaktaydı.

Nota’da, Büyük altı devletin Osmanlı Avrupası idaresinde ıslâhatın fiilen

uygulamaya geçirilmesi hususunu, ele almayı taahhüt ettikleri; Bulgaristan,

Yunanistan ve Sırbistan hükümetlerinin Đmparatorluk vilayetlerindeki

Hıristiyan ahâlinin tarihî sefaletlerini gidermenin, Osmanlı Avrupası'nda

sükûn ve düzeni kuvvetlendirmenin, Osmanlı Devleti ile Balkan hükümetleri

arasında sağlam bir barış sağlanmasının, iyi niyetle uygulanacak temel bir

ıslâhat ile mümkün olacağını bildirmektedirler.

Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan hükümetleri, Bâbıâlî'yi derhal

büyük devletler ve Balkan hükümetleri ile birlikte Avrupa'daki Osmanlı

vilayetleri hakkında Berlin Antlaşması'nın 23. maddesince ifade edilen

ıslâhatı düzenlemeye ve bu ıslâhatı unsurların milliyet fikri esasına,

vilayetlere idari muhtariyet verilmesi, Belçikalı veyahut Đsviçreli valiler

tayinine, seçilmiş vilayet meclisi kurulması, jandarma teşkilatı, serbest

Page 116: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

108

öğretim, milis askeri meydana getirilmesi hususlarına dayandırmaya ve

islâhatın uygulanmasını Đstanbul'daki büyük devletler elçileri ile dört Balkan

devleti elçisinin nezareti altında bulunacak ve sayıları eşit Đslâm ve Hıristiyan

üyelerden meydana gelecek yüksek bir meclise bırakmaya davet

etmektedirler. Osmanlı Devleti’nin gerek notada belirtilen gerekse de notaya

bağlı ek notada yazılı ıslâhatın altı aylık bir süre içinde uygulanacağına dair

isteklerini kabul ettiğini açıklamasını da beklemektedirler47.

Osmanlı Devleti, bu notayı Balkan Devletleri ile olan ilişkilerini kesmekle

cevaplandırdı. Büyük devletlerin notasına Osmanlı hükümeti 14 Ekim 1912

tarihinde verdiği cevabında;

“Biz esasen bahis konusu ıslâhatı her çeşit yabancı müdahalesinden uzak olarak yapmak istiyorduk. Bu hâl ve şartlar içinde ıslâhatın yapılması buradaki çeşitli unsurların topluluğu olan ahâli arasında dostluk ve iyi geçinmeye sebep olacağını bildiğimiz ve inandığımız içindir ki kabul ettik. Adı geçen vilayetlerde ıslâhat yolunda atılan adımlardan beklenen semere şimdiye kadar tamamiyle elde edilmemiş ise, bu gecikmenin başlıca sebeplerinden biri de fesat ve tahrik merkezlerinden çıkan, hakiki ve asıl maksatları asla şüphe götürmeyen cinayetlerin yarattığı karışıklık ve huzursuzluk olduğunun inkârı kabil değildir.

Bununla beraber Osmanlı Hükümeti, büyük devletlerin bugünkü hali dolayısıyla yapılmasını münasip görmüş olduğu yeniliğin esas ve mahiyetinin dostça olduğunu takdir eder ve medeniyet âleminin bütün uzlaştırıcı yollarla bertaraf etmek isteyeceği felaketli bir savaş tehlikesinin önünü almak için harcanan gayrete bütün kalbiyle katılır. Osmanlı Hükümeti bu hareketi ile büyük devletlerin halletmeye çalıştıkları korkunç meselenin karşısında kendilerine düşen bu insani görevi kolaylaştırdığı kanısındadır. Çünkü Berlin Antlaşması'nın birçok maddelerinin anlamlarına aykırı olarak yürütülmüş olmasından Osmanlı menfaatlerinin pek ziyade bozulduğunu düşünmek istemeyerek özellikle, adı geçen antlaşmanın 23.

47 Bkz. Celal BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Gidiş, Cilt: 3, 67-69.

Page 117: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

109

maddesinin diğer maddelerinden fazla olarak hüküm ve kuvvetinin bugün ne dereceye kadar muhafaza edilmiş olduğunu, Osmanlı Hükümeti bir tarafa bırakarak, 1880 tarihli projesini 48 devletin Kanun-ı Esâsî'ye uyarak açılacak önümüzdeki devrede Parlamento’nun tasvibine sunmaya ve yüksek tasdikden geçirmeye kendi arzu ve ihtiyarı ile bu kerre karar vermiş olduğunu beyan eyler. Büyük devletler, nizamname yürürlüğe girer girmez Osmanlı memurlarının bunu süratle ve tamamen tatbik edeceklerinden emin olabilirler. Diğer bir idareye has ve az çok kasdî ve iltizamî olan birtakım eski müsamahalara bakılıp da bugünkü meşrutî Osmanlı Devleti'nin, geçmişin hatalarına kesin olarak son vermeye, akıl ve mantık dairesinde karar vermeyeceğine ve karar vermeye muktedir olmayacağına hükmedilmesi ve bu hususta bazı mertebe mevcut olan şüphe ve tereddüt yüzünden hem memleketin hem de bizzat ahâlinin menfaati ile uzlaştırılması mümkün tedbirlerden ayrı tedbirlere başvurulması pek büyük haksızlık olur.” 49

denilmekteydi. Osmanlı yöneticileri Balkanlardaki ıslahatı aslında herhangi bir

dış müdahale olmaksızın yapmak istediklerini ifade etmekte, ıslahat

yapılması yolunda atılan adımlardan beklenen sonucun tam olarak elde

edilememiş olmasının nedenini, fesat ve tahrik merkezlerinin faaliyetlerine

bağlamaktadırlar. Osmanlı devletinin yöneticileri, 1878 tarihli Berlin

Andlaşması’nın birçok maddesinin taşıdıkları anlamın dışında, Osmanlı

devletinin çıkarlarına aykırı olarak uygulanmış olduğunu düşünmektedirler.

Bununla birlikte, ıslahata konu olan Andlaşma’nın 23. maddesinin diğer

maddelerden ayrıştırılarak uygulanmak istenmesinin nedenlerini bir tarafa

bırakan Osman Hükümeti, ıslahat konusunu Kanun-i Esasi doğrultusunda

Parlamento’nun onayına sunmaya kendi arzusu ile karar vermiştir. Meşrutiyet

öncesi Osmanlı yönetiminden farklı olarak, meşruti Osmanlı Devleti’nin,

geçmişin hatalarına düşmeyeceği, akıl ve mantık çerçevesinde karar

vereceğinden şüphe edilmemesi gerektiği bildirilerek, dış müdahalenin önüne

geçilmek istenmektedir. 8 Ekim’de savaş ilan etmiş olan Karadağ’ın

48 Abdülhamid döneminde Dışişleri Bakanı Asım Paşa’nın başkanlığında uluslararası bir komisyon tarafından 1880’de hazırlanan proje o zamandan beri Babıali evrak deposunda beklemeye sevk edilmişti. Bkz. Celâl BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Gidiş, Cilt:3, 240. 49 BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Gidiş, Cilt:3, 67-68.

Page 118: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

110

arkasından 17 Ekim’de Bulgaristan ve Sırbistan, 19 Ekim’de de Yunanistan

Osmanlı Devleti’ne savaş ilân ederek, yılların biriktirdiği ihtiraslarını

gerçekleştirmek gayesiyle harekete geçtiler50. Đtalya ile savaş devam ederken

kendi bünyesinden çıkmış olan dört devlet, Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ

ve Yunanistan Osmanlı Devleti’ne Đtalya ile savaşın uzun sürmesi yüzünden

ve fırka itilafları (parti anlaşmazlıkları) dolayısıyla içerde baş gösteren

kargaşalıklardan yararlanmak istemişlerdi. Sonuçta Osmanlı Devleti’nin

askerî durumu birkaç hafta içinde ancak fecaat olarak nitelendirilebilecek bir

hâle gelmiş, hemen bütün Rumeli Bulgarların eline geçmişti. Türkler, tarihinin

hiç bir döneminde bu derece ağır bir hezimete uğramamışlardı51. I. Balkan

savaşında, Cemal Paşa’nın ifadesiyle, Osmanlı orduları birbiri ardı sıra her

taraftan felâkete uğradıkları sırada, fırsatı ganimet bilen Moskof siyasetiyle

Fransız siyaseti de işe başlamıştı.

Fransızlar, Arapları Suriye ıslahatı isteğinde bulunmaya teşvik ettikleri

gibi, Ermeni ıslahatını Ermenistan’ın Ruslar tarafından işgali için atılmış bir

adım telakki eden Đstanbul’daki Rus sefiri de 26 Kasım 1912’de Rusya

Dışişleri Bakanı’na yazdığı telgrafla Ermenistan meselesini uyandırmaya

başlamıştı52.

Çatalca hattına kadar gelen Bulgaristan ile 3 Aralık 1912’de ateşkes

anlaşması imzalandı. Bulgaristan bu ateşkes anlaşmasını hem kendi adına,

hem de Karadağ ve Sırbistan adına imzalamıştır. Yunanistan çok aşırı

isteklerde bulunduğundan ve Osmanlı Devleti de bu istekleri kabul

etmediğinden, ateşkes anlaşmasını imzalamayıp, sadece barış

görüşmelerine katıldı.

50 HALAÇOĞLU, 14. 51 a.g.e., 16. 52 Bkz. Cemal PAŞA, 434-436.

Page 119: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

111

Taraflar arasındaki Londra Konferansı 17 Aralık 1912’de toplantılarına

başladı. Osmanlı Devleti ile Balkan Devletleri arasındaki barış görüşmeleri,

Arnavutluk meselesini inceleyecek olan ve “Büyükelçiler Konferansı” denen

uluslararası konferansın başladığı gün ve adı geçen bu konferansın

aracılığında ilk toplantısını yaptı.

Barış Konferansı çok uzun süre devam etmesine rağmen, Arnavutluk,

Ege Adaları ve Edirne’nin bırakılmak istenmemesi yüzünden dağıldı53.

Şeyhislam Cemalettin Efendi, Vekiller Heyeti'ne Babıâli'ye yapılan

barış teklifinin, Saltanat Şurası’nda görüşülmesini teklif etti. Devletin, savaş

ilanı, barış yapılması gibi önemli işlerinin görüşüldüğü Saltanat Şurası

toplantılarına, padişah ve söz sahibi çeşitli meslekten yüksek dereceli devlet

adamları katılırdı54. Padişahın iradesiyle Dolmabahçe Sarayı'nın üst kat

salonunda toplantı yapıldı. Saltanat Şurası’nda mutad konuşmalardan sonra,

'barışın kabul ve yapılmasının zarurî olduğuna' büyük çoğunlukla karar

verildi. Bu çeşit toplantılarda daima hükümetlerin dediği olmuştur. Burada

Yargıtay Başsavcısı Hakkı Bey aleyhte konuştu:

"Bu şekildeki barış şartlarının kabulünün devletin istiklal ve haysiyeti ile bağdaşamıyacağını, savaşa ne pahasına olursa olsun devamın gerektiğini,”

söyledi55. Herkesi teessür ve hiddetten çılgına döndüren haber şuydu:

“Hükûmet, Edirne’yi Bulgarlar’a terk ediyor, bütün Rumeli’den vazgeçiyor!..”

53 HALAÇOĞLU, 18.

54 Bkz. BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Gidiş, Cilt: 4, 2. 55 a.g.e., 2-3.

Page 120: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

112

haberiydi. Bu haber özellikle Đttihatçı subaylar üzerinde derin bir psikolojik etki

yaratmıştı. Hüsamettin Ertürk’ün ifadesiyle, ecdad kanı ile sulanmış, fâtih

beylerin binbir akınlarla at sürdüğü ovalar, yamaçlarında eşkiya kovalanmış

dağlar, delikanlıların kahkaha atarak yüzdüğü köpüklü sular, dereler, yeşil

vadi kenarları, hepsinin düşmana bırakılacağı şeklindeki söylenti müthiş bir

feveran uyandırmıştı56.

Saltanat Şûrası'nın da kabul ettiği kararı Babıâli'de hükümet cevabî

nota olarak hazırlarken 23 Ocak 1913 tarihinde Đttihatçı önderlerden Enver

Paşa, Cemal Paşa ve Talat Bey’in de aralarında bulunduğu kişilerce yapılan

Babıali baskını ile Sadrazam Kamil Paşa istifaya zorlandı. Bu suretle kararın

büyük devletlere bildirilmesi önlenmiş oldu.

“Bâb-ı Alî Baskını“ adı verilen hükümet darbesiyle Đttihat ve Terakkî

mensupları iktidarı tekrar ele geçirdi ( 23 Ocak 1913 ). Mahmud Şevket Paşa

sadarete getirildi. Yeni hükümet siyasi ilk iş olarak barış yapılması konusunu

ele almıştı. Esasında Bâbıâlî baskını Mahmut Şevket Paşa’nın iktidara gelişi,

Avrupalıların tekliflerinin açıktan reddi demekti. Şimdi, 30 Ocak 1913’de

Avrupalıların yapmış olduğu tekliflere verilen cevabî notada özetle şöyle

deniliyordu:

“Edirne tam bir Müslüman şehri, Osmanlı Đmparatorluğu’nun ikinci başkentidir. Onun terk edileceği sözünün bile ortaya çıması bütün memlekette heyecan yaratmaya sebep olur. Nitekim böyle bir heyecan daha önceki hükümeti çekilmek zorunda bırakmıştır. Bununla beraber son bir barış ve uysallık gösterisinde bulunmuş olmak için Osmanlı Hükümeti Edirne şehrinin Meriç’in sağ kıyısına düşen kısmını bırakabilir.

56 Bkz. ERTÜRK, 91-92.

Page 121: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

113

Ege adalarına gelince: Çanakkale’ye yakınlıkları dolayısıyla Boğaz’ın emniyeti ve korunması bakımından son derece önemlidir. Diğerleri de Anadolu’nun çok yakın birer parçasıdır, ayrılamazlar. Ayrıldıkları takdirde birer fesat ocağı olurlar. Anadolu kıyılarında da durum Makedonya’nın haline döner ( yani tahrik ve anarşi başlar ). Bu yönleri göz önünde tutmak şartıyla adaların ‘mukadderatının tayini’ işi takdirlerine bırakılabilir.”

Bundan başka yine hükümet gümrük özgürlüğünü, (mali ve iktisadi

bağımsızlık ) modern, serbest hukuk esaslarına dayanarak karşılıklı ticaret,

antlaşmaları yapabilmek hakkını, Türkiye'deki yabancıların da Osmanlı

mükellefleri gibi vergi ödemelerini, bunlar oluncaya kadar gümrüklerin yüzde

dört artırılmasını, yabancı postanelerin kapatılmasını dilemekte ve genel

olarak kapitülasyonların kaldırılacağı yolunda büyük devletlerden söz

istemektedir57.

Hükümetin cevabî notasını büyük devletlere verdiği gün Bulgar Orduları

Başkumandanlığı mütarekenin sona erdiğini Osmanlı Orduları

Başkumandanlığına bildirdi. Savaş yeniden başladı. 26 Mart 1913’te

Bulgarların yaptıkları ani bir hücumla Edirne teslim oldu. Bunun akabinde

Yanya Yunanlılara, Đşkodra da Karadağlılara teslim olmak zorunda kaldı. Bu

aleyhte gelişmeler üzerine Osmanlı Devleti Nisan ortalarında savaşı

durdurup, tekrar barış masasına döndü. Barış antlaşması 30 Mayıs 1913’te

Londra’da imzalandı. Bu barış ile Osmanlı Devleti Arnavutluk’un

bağımsızlığını tanıyor, Yunanistan Selânik, güney Makedonya ve Girid’i,

Sırbistan orta ve kuzey Makedonya’yı, Bulgaristan ise Kavala, Dedeağaç ve

Edirne ile bütün Rumeli’yi alarak, Ege Denizi’ne çıkıyordu. Böylece bu

anlaşmayla Osmanlı Devleti Midye - Enez çizgisinin batısında kalan bütün

57 BAYAR: Ben de Yazdım: Milli Mücadeleye Gidiş, Cilt:4, 95-96.

Page 122: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

114

Avrupa topraklarını kaybediyor ve Balkanlarda sadece Bulgaristan’la sınır

komşusu oluyordu58.

Mahmut Şevket Paşa, 15 Haziran 1913 tarihinde Đttihat ve Terakki

karşıtlarınca suikaste uğradı. Sadrazam Mahmut Şevket Paşa'nın yerine

Hariciye Nâzırı Prens Sait Halim Paşa, sadrazam vekili tayin edildi.

Londra Antlaşması'nın imzalanmasından kısa bir süre sonra, Bulgar

Ordusu 3 Temmuz 1913'de müttefikleri Sırbistan ve Yunanistan'a karşı

hücuma geçti. Diğer taraftan Romenler de genişlemiş, kuvvetli bir

Bulgaristan'dan endişe duyuyorlardı. Romanya orduları hiç bir mukavemet

görmeden Sofya'ya doğru ilerlemeye başladı.

Balkanların bu genel durumu karşısında Edirne'nin geri alınması

meselesi önemli bir problem halinde Babıâli'nin ayaklarına kadar gelmişti;

bundan faydalanmak lâzımdı. Talât Bey bu fırsatı kaçırmak istemiyordu; hiç

olmazsa Edirne şehrini kurtarıp Midye-Enez çizgisinin arasına sıkışan

Osmanlı’nın Avrupa sınırlarını Meriç’e kadar genişletmeyi düşünüyor:

"Bir defa Edirne'ye girdikten sonra bizi oradan kimse çıkaramaz,"

diyordu59. Bâbıâlî 20 Temmuz'da, elçileri yolu ile Avrupalı büyük devletlere şu

bildiride bulundu:

“Bulgaristan, Londra'da barış esaslarını imzalamak için büyük bir istek gösterdiği halde, sonradan Osmanlı Devleti'ne kalacak yerleri boşaltmaktan kaçınmıştır. Bundan da kendisine, ‘Midye-Enez’ hattı tabirine verdiği yanlış mananın tefsirine göre, bir sınır sağlamak istediği anlaşılmaktadır. Ancak, Osmanlı Devleti sabrı tükenip ordusuna işgal

58 HALAÇOĞLU, 19. 59 Bkz. Celâl BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Gidiş, Cilt:4, 132-133.

Page 123: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

115

emrini verdikten sonra Bulgaristan bu yerleri boşaltmıştır. Osmanlı Devleti ayrıca delillerini de göstererek Enez'den başlayan bir sınırın, Boğazlar emniyetinin sağlanabilmesi için Meriç Nehri boyunca kuzeye doğru çıkması gerektiğini ileri sürmüştür. Osmanlı Devleti bu konuyu diplomasi yoluyla halletmeyi tercih ederdi. Ancak Bulgarların bu yerler halkına yaptığı ve müttefiklerin de şahit olduğu zulümler bizi daha fazla bekleyemez hale getirmiştir. Bu yüzden Osmanlı Devleti şimdiden Meriç hattını ele geçirmek zorundadır. Osmanlı Devleti, Trakya'nın mukadderatını, büyük devletlerin tayinine razı olmayı ve bu sınırı hiç bir bahane ile aşmamayı taahhüt eder. Bundan dolayı eğer yeniden savaş başlarsa bunun mesuliyetini Bulgaristan'ın şimdiden üzerine alması gerekecektir.” 60

Osmanlı Hükümeti’nin Edirne’yi geri almaya karar verip de ordularına

ileri harekat emrini verir vermez itirazlar gelecektir. Balkan devletlerine

Türkiye’ye savaş ilan etme ve savaş sonunda kendileri için arazi koparma

hakkı tanındığı halde, Türkiye’ye Bulgaristan’a savaş ilan etme ve beş yüz

yıldan beri sahibi bulunduğu arazi parçalarını geri alma hakkı tanınmıyordu61.

Türkiye’nin ortadan kalkmasıyla tehdit ediyorlardı. Đngiliz Dışişleri Bakanı Sör

Edward Grey, Avam Kamarası’nda yaptığı bir konuşmada:

“Türkler Bulgarların duçar oldukları felâketten istifade ederek Londra Muahedesini yok addetmeye ve Edirne’yi istirdada kalkışırlarsa, sonradan uğrayacakları ceza pek şiddetli olacaktır. Değil yalnız bütün Avrupa’daki mülklerinden mahrum olmak, belki Đstanbul’u bile kaybedeceklerdir.” 62

diyordu. ĐTC’nin önde gelen isimlerinden ve ĐTC iktidarının en etkili ismi

Enver’in yönetiminde bir küçük rütbeli subay topluluğu ĐTC’nin desteğiyle

inisiyatifi ele alıp 21 Temmuz’da Edirne’yi geri aldı. Talat Paşa’nın ifadesiyle

Edirne’nin yeniden ele geçirilmesi, manen ezilmiş olan milletin maneviyatını

60 Celâl BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Gidiş, Cilt:4, 139. 61 Talât PAŞA, 27. 62 Cemal PAŞA, 62.

Page 124: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

116

yükseltti, çalışma ve yaşama umudunu tekrar canlandırdı63.

Ordunun Edirne üstüne hareketi sırasında hükümetçe yayımlanan

açıklamada, ordunun Meriç nehrini geçmeyeceği açıkça taahhüt edilmişse

de, Cemal Paşa’nın deyimiyle, o zaman ordu zihniyetinin ruhu olan bazı

kimseler bu taahhüdün isabetsizliğini dikkate alarak hükümete bağlı olmayan

yarı resmi bir, 1911’de ĐTC tarafından kurulmuş olan, “Teşkilât-ı Mahsusa”nın

Meriç nehrinin öte tarafında kendi istediği gibi hareket etmesine göz yummak

esasını Başkumandanlığa ve Hükümete kabul ettirdiler ve bu

Teşkilat-ı Mahsusa akıllı ve süratli bir hareketle Mesta Suyu vadisine kadar

bütün Trakya’nın işgalini gerçekleştirmeyi başardı. Bu bölgede Müslüman

halkın ileri gelenlerinin katılımıyla bir kongrenin toplanması sağlanıldı ve “Batı

Trakya Geçici Đslâm Hükümeti” ismi altında bir hükümetin kurulduğu ilan

ettirildi64.

Osmanlılar, anlaşmayı bozmakla suçlanıyorlardı. Gönüllülerden oluşan

kuvvetler, hükümete rağmen hareket ettikleri görüntüsü vermektedirler.

Hareketleriyle hükümeti sorumlu duruma düşürmek istemediklerinden

yaptıklarının sorumluluğu da kendilerine ait bulunmalıdır. Gönüllü kuvvetlerin

başında bulunan Kuşçubaşı Eşref,

“Millî hareketler her vakit olagelmiştir. Hükümetlerin rızasına aykırı da olsa millî hareketler ekseriya iyi netice vermiştir. Mesela, 1293 ( 1877-1878 Osmanlı – Rus Savaşı) Harbi'nde Bulgarlara Kırcaali'nin verilmesine karşı halkın hareketi başarı ile sonuçlanmıştı. Bu da aynen böyle, millî bir hareket olduğunu takdir ediyoruz. Bu noktadan hükümetimizi de müşkülata sokmadan bir şeyler becermek istiyorduk.” 65

63 Bkz.Talât PAŞA, 27 64 Bkz. Cemal PAŞA: Hatıralar, 63-64. 65 BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Gidiş, Cilt:4, 153.

Page 125: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

117

demektedir. Geçici yeni hükümetin başkanlığına, halkın ileri gelenlerinden

Salih Efendi getirildi. Eşref Kuşçubaşı, millî kuvvetler ve genel çeteler

kumandanı, kardeşi Sami, genel millî kuvvetler ve çeteler müfettişi, Süleyman

Askerî (takma Zeynel Abidin adı ile) genelkurmay başkanı oldu. Yönetim

(icra) işleri bunların elindedir. Aynı zamanda askerî idare de emirlerindedir.

Millî66 hükümet bunlardan, askerî idareden emir ve direktif almak zorundadır67.

Ancak, 1913 Temmuz ortasından Eylül ortasına kadar yaşayan hükümetin

Bulgaristan’la 29 Eylül 1913 tarihinde imzalanan Đstanbul Antlaşması

hükümleri gereğince varlığına son verildi. Buna göre Kırklareli ve Edirne

Osmanlı Devleti’nde kaldı, Türk – Bulgar sınırı genel olarak Meriç’in batı

kısmında kalan Dimetoka Türk sınırları içine alındı.

1699 yılındaki Karlofça antlaşmasından beri ilk defa Osmanlı devleti

elden çıkarmak zorunda kaldığı bir toprağını askerî zafer ile ve Avrupa’nın

baskısına karşın geri alabilmişti. Edirne’nin geri alınmasının yarattığı olumlu

psikolojik etkiye karşın, 1912-1913 Balkan savaşları, Osmanlı

genelkurmayının da, halkının da mümkün olabileceğini düşünmediği ölçüde

66 Altı yıl sonra, millî mücadele başlarında Batı Anadolu’da Yunan işgaline karşı millî cepheler kurulduğu sıralarda ve Büyük Millet Meclisi’nin açılmasına kadar geçen devrede Anadolu’da kullanılmış olan Kuvayı Milliye, Kuvayı Milliye kumandanı, Genel Çeteler Kumandanı gibi tâbirlerle daha evvel Batı Trakya’da kullanılmış olan millî unvanların benzerliğinin, hattâ birliğinin dikkati çektiğini ifade eden Tevfik Bıyıklıoğlu, “Bu müşahede, bizi, aynı zaruret ve ihtiyaçların aynı müesseselerin kurulmasına ve aynı vasıtaların kullanılmasına götürebileceğini açıkça göstermektedir. Yalnız, ortada, her iki teşebbüs arasında, çok mühim bir fark olduğunu unutmamak gerekir. Batı Trakya’da girişilen millî ayaklanma ve millî teşkilâtı ne yazık ki, bu hareketi destekliyenlerin idaresizliği ve beceriksizliği yüzünden sönüp gitmişti. Anadolu’da ise, Yunan işgaline karşı kurulan millî cepheler ve Kuvayı Miliye birkaç gün sonra Anadolu’ya geçerek millî harekâtın idaresini eline alan dâhi ve kahraman Mustafa Kemal Paşa’nın cesaret ve azmi sayesinde, bütün Türk milletinin benimsediği gerçekten bir millî hareket halini almış ve bütün dünyaya karşı, Türk milletinin ve Türk vatanının kurtuluş ve istiklâlini sağlayan bir uyanışın temel taşı olmuştu. Aynı hareket ve aynı teşebbüslerin beklenilen neticeyi vermesinin, idare ediliş tarzına bağlı olduğu meydandır.” demektedir. Bkz. Tevfik BIYIKLIOĞLU: Trakya’da Milî Mücadele, Cilt:1, 3. Baskı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1992, 81. 67 Celâl BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Gidiş, Cilt:4, 155.

Page 126: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

118

bir felaketti. Balkan Savaşlarında uğranılan kayıp çok fazlaydı. Đmparatorluk

Avrupa’daki topraklarının neredeyse tamamını, yaklaşık dört milyon insanın

yaşadığı 150 bin kilometrekarenin üstündeki toprağını yitirmişti. Rumeli’de ve

Ege denizindeki Osmanlı hakimiyeti sona eriyor, Anadolu’daki toprakların

kara suları içinde olanlarla birlikte Ege’deki bütün adaları, Đtalya’nın işgali

altında bulunan Oniki Ada hariç, Yunanlıların eline geçiyordu. 1878’de olduğu

gibi Đstanbul yine her şeyini yitirmiş Müslüman mültecilerin akınına uğradı68.

Ağır tifo ve kolera salgınları oldu, mülteciler arasında ölüm oranı çok

yüksekti. Göç edenler, devlet tarafından Anadolu’ya yerleştirilmeye çalışıldı.

Önemli bir bölümü mahvoldu.

Ama iş daha da derinlere gidiyordu; yitirilen bölgeler (Makedonya,

Arnavutluk, Trakya), beş yüz yılı aşkın zamandır Đmparatorluğun köklerini

oluşturmuş bölgelerdi. Buraları en zengin ve en gelişmiş eyaletlerdi ve

Osmanlı yönetici seçkinlerinin çoğu buralardan çıkmıştı. Her şeyin ötesinde

Selanik ĐTC’nin beşiği idi69. Türklerin Rumeli’den çıkarılması, Türkiye

Cumhuriyetinin kurucusu ve ulusal önder Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği

gibi “her Türk’ün yüreğinde sonsuz ve unutulmaz bir acı yaratan büyük

yıkım”dı70.

68 Đmparatorluğa Müslüman göçü 18. yüzyıl sonlarından beri Osmanlı yaşamının bir özelliği olagelmişti. Rus imparatorluğunun Karadeniz kıyılarında ve Kafkasya’daki sömürgeci yayılımı nedeniyle, birçok Müslüman, kimi zaman aşiretlerin tamamı, Hıristiyan yöneticilere tâbi yaşamaktansa Osmanlı topraklarına göç etmeyi tercih etmişti. Đmparatorluğun Avrupa’da 1878’e kadar elinde tutmuş olduğu topraklarda genellikle çok sayıda Müslüman nüfus olmamıştı. 1878 yenilgisinden sonra ise, nüfusun önemli bir kısmı Müslümanlardan ve Türklerden oluşmuş olan bölgeler ilk kez olarak yabancıların işgali altındaydı; üstelik bu, Müslüman köylülerin büyük çapta katliama uğramalarına göz yuman bir işgaldi. Sonuçta 800.000’in üstünde insan arta kalan Osmanlı bölgelerine kaçtı. Bu insanların bir çoğu Đstanbul’da kalmış, ama daha çoğu, çok büyük zorluklarla Anadolu’ya, Osmanlı Balkanlarına, Girit ve hatta Suriye’ye yerleştirilmişti; bunun 19. yüzyıl sonlarında bir güç haline gelecek olan Hıristiyanlık aleyhtarlığı duygusuna katkısı olmuştu. Bkz. ZURCHER: Modernleşen Türkiyenin Tarihi, Çev. Yasemin Saner GÖNEN, 9. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2000, 123. 69 Eric Jan ZURCHER: Modernleşen Türkiyenin Tarihi, Çev. Yasemin Saner GÖNEN, 9. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2000, 161. 70 Bkz. Mustafa Kemal ATATÜRK: Söylev, Yayına Haz. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, 35. Basım, Đstanbul, Çağdaş yayınları, Eylül 2000, 404.

Page 127: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

119

C –EN ÖNEMLĐ SORUNLARDAN BĐRĐ:“RUM ve ERMENĐ

AZINLIKLAR”

Rumeli topraklarını kaybettikten sonra Anadolu, Türklerin sığındıkları

son göç durağı, çekilme hattı haline gelmiştir. Rumeli coğrafyasında yaşayan

Bulgar, Rum, Sırp, Makedon gibi farklı etnik grupların, dış güçlerin

desteğinde oluşturdukları ihtilalci çetelerin Türkleri bu coğrafyadan kovmak

için geliştirdikleri metodu ve bu metodu öğrenen Türklerin zihinsel

koşullanmalarını kavramadan günümüzde de güncel politikada yansımasını

gördüğümüz azınlıklar veya unsurlar meselesinin derinliğini çözmek mümkün

olamayacaktır. Türklerin Balkanlardan çıkarılması sürecinde geliştirilen

Balkan komitacılığı/çeteciliğine daha yakından bakılması, son göç durağı

durumuna gelen Anadolu’daki özellikle Rum ve Ermeni azınlıklarla Türkler

arasında ortaya çıkan sorunların da kavranmasına imkan oluşturacaktır.

1- Balkan Komitacılığı / Çeteciliği

1862 yılından itibaren Bulgarların ihtilal hareketi önceleri çetecilik

hareketi şeklinde başlamıştır. O tarihten önceki çeteler “eşkıya çeteleri”, o

tarihten sonrakiler ise “ihtilalci çeteler” olarak görülmektedirler. Doğrusu,

dünkü eşkiyalar bir çırpıda ihtilalci oluvermiş değildir. Bu ihtilalcilerin bir

eşkiyalık tarafı vardır, hattâ bazen eşkiyalıkları ihtilalcilikten ağır bile

basmaktadır71. Sınır dışında hazırlanıp silâhlandırılan çeteler, bir merkezden

71 Bilal ŞĐMŞĐR: Rumeli’den Türk Göçleri, Cilt: II, Ankara, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1989, LXI.

Page 128: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

120

yönetilmektedirler. Sınırdan içeriye girdikten sonra Bulgarları

ayaklandıracaklardır. Bulgar ayaklanması çıktıktan sonra da Büyük Devletler

ve özellikle Rusya, şu veya bu şekilde meseleye müdahale edeceklerdir.

Böylelikle Bulgarlar Türk yönetiminden kurtulup bağımsızlığa

kavuşacaklardır72. Oluşturulan strateji, çeteler yoluyla Bulgar halkını

ayaklandırmak, Türk/Osmanlı makamlarının müdahale ederek ayaklanmayı

bastırma girişimlerini uluslararası kamuoyunun gündemine Türklerin

Hristiyanları katlettikleri şeklinde taşıyarak Büyük devletlerin müdahale

etmelerinin yolunu açmak şeklindedir. Dış müdahale ise bağımsızlıklıklarına

kavuşmalarının yolunu açabilecektir.

1875’teki Bulgar ayaklanmasında ilk defa silahlı Bulgarlarla silahlı Türk

köylüleri karşı karşıya gelmişlerdir. Türk halkından da ölen ve yaralananların

olduğu çatışmalar sonucunda, Bulgarlarla Türkler arasındaki ilişkiler

zedelenmiştir. Silahlı çetelerle yürütülen mücadelede sivil Türk halkının

kullanılması, yeteri kadar asker ve subay bulunmaması nedeniyle bir

gereklilik olarak görülmüştür. Ancak, bu politika, her iki halk arasında

düşmanlık duygularının giderek artmasına yol açmıştır. 1875 ayaklanma

denemesinden sonra asıl Bulgar ayaklanması 2 Mayıs 1876’da çıkmış ve

ayaklanma bastırıldıktan sonra “Türk mezalimini” tahkik için yabancı

konsolosluk ve diplomatik temsilcileri görevlendirilmişlerdir.

1876 Bulgar ayaklanmasında da ayaklanmanın halk gönüllüleriyle

bastırılması yoluna gidilmiştir. Edirne Valisi Akif Paşa’nın izniyle Filibe

sancağındaki Türk halkına silâh dağıtılmış, gönüllü halk kuvvetleri

kurulmuştur. Biraz küçümseme anlamında “başıbozuk” adı verilen bu gönüllü

halk birlikleriyle yer yer karşı saldırıya geçilmiştir. Bulgar ayaklanması kısa

sürede bastırılmış; ancak, başta Rusya ve Đngiltere olmak üzere yabancı

72 a.g.e., LXIII.

Page 129: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

121

devletlerce uluslararası gündeme taşınmıştır. Yabancı devletler, özellikle

Đngiltere, suçlu olarak gördükleri Türklerin cezalandırılmasını istemişlerdir. Bu

konuda da Osmanlı devleti üzerinde baskı kurmuşlardır. Baskılar sonunda,

1876 Temmuz ayından itibaren Başıbozukların astırılmasına başlandığını

ifade eden Bilal Şimşir, Osmanlı devletinin yenilgisiyle sonuçlanan

1876 -1877 Osmanlı – Rus savaşına giden ve Osmanlı devletinin yenilgisiyle

sonuçlanan bu süreç içerisinde, sadece Tuna ve Edirne vilâyetinin ancak iki

bölgesinde Türk nüfusunun toplu halde kalabildiğini vurgulamaktadır. Birinci

bölge, “Dört Kal’a bölgesi”de denen Şumnu–Rusçuk–Silistre-Varna

bölgesiydi ki, buraya Ruslar savaşla girememişlerdi, Đkinci bölge Rodoplar

bölgesiydi. Buraya da Ruslar tamamen hâkim olamamışlar ve buradaki

Türkler, Rus – Bulgar yayılmasına karşı bir millî mukavemet hareketine

girişmişlerdi. Diğer bölgeler, Türk unsurundan hemen hemen tamamen

temizlenmişti73.

Savaş sonunda imzalanan Berlin Andlaşması ile Sırpların,

Karadağlıların ve Romanyalıların bağımsızlıkları kabul edilirken; Bulgarlar,

Arnavutlar ve Makedonyalılar bu durum dışında kalmışlar ve Osmanlı ülkesi

içindeki yerlerini korumuşlardır. 1878’den 1908’e ve 1912’ye değin bu

unsurlar, komitacılık ve çeteciliğe devam edeceklerdir.

Rumeli çete ve komite üretmektedir. Osmanlı Türkleri ve Araplar bu

sürecin dışında kalmışlar, Ermeniler ise 19. yüzyılın sonlarında bu oluşa

katılmışlardır.

73 Bkz. Bilal ŞĐMŞĐR: Rumeli’den Türk Göçleri, Cilt: II, 1989, LXXII – CLXXXII.

Page 130: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

122

Çeteler ( ve komiteler) siyasal partilerle ideolojik ve organik bağlar

kurmuşlardır. Çeteler yerli halkı örgütlemekle de görevli olmuşlar,

Batı kamuoyu da onlara daima destek çıkmıştır.

Osmanlı Türkleri - özellikle Ordu - Abdülhamit rejimine karşı kabaran

Balkanlı muhalefet sistemine, bu ortamın yarattığı kurumların örneğinde

“teşkilâtlanarak” katılmışlardır. Onlar da “Niyazi’ler Enver’ler” olarak,

Makedonyalılar gibi “çete”ye çıkmışlardır. Örgütlenme Balkanlıdır. Yemin

Balkanlıdır. Yemin töreni Meşrutiyet ilan edildikten sonra bile aynıdır.

Balkan Savaşları’ndan sonra 1913’ten itibaren Rumeli perdesi

kapanacak, benzer eylemler Arap ülkelerinde devam edecektir. Ermeni

çetelerinin Doğu’daki hareketleri artacaktır74. Ancak, Rumeli topraklarını

kaybeden Türkler, artık çeteciliği de komitacılığı da çok iyi öğrenmişlerdir.

Đttihat ve Terakki’nin örgütsel ve fikirsel dünyası Balkan etkisi taşıdığı

gibi uygulayacağı sevk ve iskân politikasında da bu etki çok net

hissedilecekti. Balkan Savaşı sonrası gelen muhacirlerin sayısı “memleketin

asayiş ve inzibatını” bozacak derecede büyüktü. Bu sorunun çözümüne

yönelik uygulamaya sokulan, Müslüman olmayanların yerinden edilmesi

politikası, Edirne mebusu Mehmet Faik Bey tarafından şu sözlerle

anlamlandırılacaktı: “Biz tehciri komşularımızdan öğrendik.” 75

74 Bkz. Tarık Zafer TUNAYA: Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt: 1, 1. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1998, 535-536. 75 Fuat DÜNDAR: Đttihat ve Terakki’nin Müslümanları Đskân Politikası ( 1913 – 1918 ), 2. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2002, 34.

Page 131: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

123

2- Aydın (Đzmir) Rumları ile Yunanistan Makedonyası

Müslümanlarının Mübadelesi

Balkan Savaşları’ndan sonra Bulgaristan ve Yunanistan’a bırakılan

topraklarda yaşayan Türkler, yapılan antlaşma hükümlerine aykırı olarak,

yönetimi altına girdikleri devletlerin, hükûmetleri veya halkı tarafından

uğradıkları baskılar nedeniyle, Osmanlı ülkesi sınırları içerisinde kalan

bölgelere göç etmeye başladılar. Beklenmedik şekilde çok sayıda göçmenin

gelmesi sıkıntıları da beraberinde getiriyor, sığınan göçmenlerin uğradıkları

felaket ve perişan durumları milli duyguları harekete geçiriyordu. Çalışma

metodları Rumelideki tecrübelerden alınan derslerle kavranmış olan

unsurların yeni ihanetlerine maruz kalmaktansa göç etmelerini sağlayacak

koşulları oluşturarak kurtulmak bir çözüm yolu olarak ortaya çıkıyordu.

Makedonya’nın Balkan Savaşları sonucunda Osmanlı devletinin

egemenlik alanından çıkarılmasından sonra Osmanlı sınırları içerisinde

sadece Kırklareli’nin kuzey sınırındaki birkaç köyde Bulgar unsuru yaşamaya

devam ediyordu76. Eylül 1913’te Bulgaristan ile Osmanlı Đmparatorluğu

arasında imzalanan Đstanbul Antlaşması, ortak sınır boyunca belirli bir

bölgede yaşayan nüfusun karşılıklı mübadelesini öngören bir hüküm

içeriyordu. Bu bölgede iki taraftan mübadeleye tâbi olması öngörülen nüfus –

kabaca 50.000 kişi – zaten kaçmıştı, bundan dolayı antlaşmanın şartları

sadece mülk meselelerinin düzenlenmesi anlamına geliyordu77. Osmanlıyı en

çok uğraştırmış ve zarar vermiş olan unsurlardan birisi olan Bulgarlardan

tümüyle kurtulduktan sonra sıra Rum unsuruna gelmişti.

76 Bkz. Cemal PAŞA: Hatıralar, 94. 77 Fikret ADANIR: “Bulgaristan, Yunanistan ve Türkiye Üçgeninde Ulus Đnşası ve Nüfus Değişimi,” Đmparatorluktan Cumhuriyete Türkiye’de Etnik Çatışma, Der. Erik Jan Zurcher, 1. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2005, 23.

Page 132: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

124

Bu dönemde Cemal Paşa, en önemli unsur (azınlık) meselesinin Aydın

(Đzmir) vilayetinin sahil kısımlarında çoğunluğu oluşturan Rumlar olduğunu

söylemektedir. Balkan Savaşları esnasında bir yandan Drama’ya kadar

Makedonya’yı bir taraftan, Đtalyan işgali altında bulunan Oniki Ada hariç, tüm

Ege adalarını ele geçiren Yunanlıların bundan sonra artık Aydın vilayetini ele

geçirme girişimlerine başlayacağına inanılıyordu. Adalar sorunu nedeniyle

Yunanistan’la er geç savaşılacağı düşünüldüğünden, bu savaş durumunda,

içerdeki Rumlar tarafından hiç bir ihanete maruz kalmamak için Yunanistan

Makedonya’sında kalan ve Osmanlı topraklarına göç etmek isteyen

Müslüman ahaliyle Rumların Yunanistan’la mübadelesi, Yunan

hükümetinden talep edildi78. Bu teklif kabul edilmedi. Fakat o sıralarda,

Balkanlardan gelmiş olan yüz binlerce göçmen tarafından, en çok Aydın

vilayetinde yerli Rumlara karşı bazı saldırılar gerçekleştirilmekteydi. Cemal

Paşa, hatıralarında, hükümetin bu saldırılara kesinlikle taraftar olmadığını

vurgularken dönemin Meclis’i Mebusan Başkanı/Reisi, daha sonra Dışişleri

Bakanlığı ve Cumhuriyet döneminde milletvekilliği yapmış olan Halil

Menteşe’nin konuya ilişkin anıları farklı bir boyut taşımaktadır. Halil Menteşe

anılarında, Tâlat Bey’in, Balkan Savaşları’nda ihanetleri görülen unsurlardan

ülkeyi temizlemeyi ön sıraya aldığını ifade etmektedir. Đstanbul Antlaşması ile

Edirne, Kırklareli ve civarındaki Bulgarlar, Bulgaristan’a gönderilmişler ve sıra

Trakya’daki Rumlara gelmişti. Menteşe’ye göre, bu iş, yeni bir savaşa yol

açabileceği için çok ihtiyat isteyen bir işti. Bu nedenle alınan tedbir şu oldu:

Valiler ve diğer memur resmen işe müdahale eder görünmeyecek, Cemiyet’in

teşkilâtı işi idare edecekti. Bu talimat doğrultusunda Rumlar ürkütülecekti. Bu

ürkütmeler sonucunda Rum halkı gitmek üzere ayaklandı. 100.000’e yakın

Rum, Yunanistan’a gitti. Bundan sonra aynı tarzda Đzmir civarında girişime

başlanıldı. Urla ve Çeşme’de göç başladı. Bergama, Dikili ve Menemen

Rumları da ayaklandılar. Bu defa Venizelos protestoda bulundu. Savaş

hazırlıkları başladı. Babıâli bu işte hükûmetin bir müdahalesi olmadığını ileri

78 Bkz. Cemal PAŞA: Hatıralar, 94.

Page 133: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

125

sürdü ve Đçişleri Bakanı ile birlikte inceleme yapmak üzere birer temsilci tâyin

edilmesi için yabancı devletlere notalar gönderildi. Durumu yerinde görmek

üzere görevlendirilen temsilciler Đzmir’e gittiler. Menteşe’nin ifadesiyle, Đçişleri

Bakanı ile Đzmir Valisi halkı durdurmak için çabaladıkları halde halk durmuyor

ve vagonların üzerine ve aralarına atlıyor ve gidiyordu. Đzmir civarından da

200.000’e yakın Rum Yunanistan’a gitmişti79.

Aydın vilayetinde Rumlarla Türkler arasında yaşanan olaylar sırasında,

Cemal Paşa’nın deyimiyle “asırlık Balkan nağmelerini”80 Yunan hükümeti

ortaya atmaya başlamıştı. Aydın vilayeti Rumlarının Osmanlı hükümetinin

onayı, hatta özel girişimleriyle Türkler tarafından katliamına başlanıldığı

“yaygarası” bütün dünyaya yayılıyordu.

Makedonya’dan kovulan 240.000 Türk’e karşılık Doğu Trakya ve Batı

Anadolu’dan Rumların da çıkarılması Yunanistan için beklenmedik bir olay

idi. Makedonya’dan kovulan Türklerin, Trakya ve Anadolu’daki Rumların

yerlerini almalarının önüne geçemiyeceğini anlıyan Yunan hükûmeti, bu işi

durdurmak için savaşı da göze alamayınca bu hususta bir anlaşmaya

varmak zorunda kaldı. Osmanlı ve Yunan hükûmetleri, Makedonya’da kalan

Türklerle Doğu Trakya ve Aydın vilâyetlerindeki Rumların, karşılıklı olarak,

isteğe bağlı bir şekilde mübadelesi hususunda, 1 Temmuz 1914’de, bir

anlaşmaya vardılar. Fakat, bir ay sonra I. Dünya Savaşı’nın patlaması bu

anlaşmanın uygulanmasına imkân bırakmamıştır 81.

79 Bkz. Halil MENTEŞE: Halil Menteşe’nin Anıları, 165-166. 80 Asırlık Balkan nağmesi, Hıristiyanların Müslümanlar tarafından katledildiğinin büyük devletlere duyurulması; büyük devletlerin bir veya birkaçının himayesi sağlandıktan sonra Osmanlı devleti üzerinde baskı yaptırarak geniş özerklikler elde edilmesi ve Osmanlı Đmparatorluğu’nun zor durumda bulunduğu sıralarda da, yine büyük güçlerin desteği ve himayesiyle oldu bittilerin Osmanlıya kabul ettirilmesi şeklinde belleklere yerleşmiştir, diyebiliriz. 81 Tevfik BIYIKLIOĞLU: Trakya’da Milî Mücadele, Cilt:1, 3. Baskı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1992, 92.

Page 134: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

126

Birinci Dünya Savaşı sırasında bir ihtiyatî tedbir olarak Đzmir’de ve Ege

Denizi sahillerinde ikamet eden Rumlar, Vâli Rahmi Bey’in emriyle içerilere

nakledilmişlerdi. Mondros Mütarekesi imzalanınca Rumlar, Đzmir’e ve

sahillere geri dönmeye başlamışlar, Yunanlılar’da sefalete uğramış yiyecek

ve giyecek sıkıntısı çekmekte olan bu halka yardım iddiasiyle sandıklar içinde

eşya getirmeye başlamışlardır. Hüsamettin Ertürk, gizli teşkilâtlarının

getirilenlerin, askerî elbiseler, her çeşit silâh ve külliyetli miktarda cephâne

içerdiğini tesbit ettiğini ifade etmektedir.

Savaş sonunda, son Đttihat ve Terakki kabinesi çekildikten ve Đzmir’in

son Đttihatçı Valisi Rahmi Bey de değiştikten sonra, bu şehre Nureddin Paşa

Vali tayin edilmiş, Paşa’da Yunanlılar’ın gizli gizli Rumlar’ı donattığını haber

almış ve Babıâli’nin dikkatini bu hususa çekmişti. Bir taraftan da Nureddin

Paşa, muhtemel bir işgale karşı önlemler almağa başlamıştı. Đngilizler, Vali

Paşa’nın bu faaliyetini daha başlangıçta öğrenmişler, Osmanlı Hükûmeti

üzerine Nureddin Paşa’nın değiştirilmesi hususunda baskıya başlamışlardı.

Sadrazam Damad Ferid Paşa’da, Đzzet Bey’i Đzmir Valiliği’ne getirecek,

Nureddin Paşa’nın oluşturduğu millî teşekkülleri dağıtacaktı82.

3 - Ermeniler

Rumeli’den sonra parçalanma sırası Osmanlı Asyasına gelmiştir.

Osmanlı Devleti, Araplık meselesi ile karşı karşıya idi. Ruslar Doğu

Anadolu’da bir Ermenistan kurma peşinde idiler. Kürdistan meselesi de

82 Bkz. Hüsamettin ERTÜRK: Đki Devrin Perde Arkası, 292-293.

Page 135: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

127

ateşlenmek üzere idi83. Ama, Đzmir Rumlarının mübadelesinden sonra

azınlıklar meselelerinde en önemli mesele olarak, artık Ermeni meselesi

kalmıştı. Rusya, Talat Paşa’nın sözleriyle, Türkiye’yi küçültmek için

Rumeli’de buyruklarını yerine getirmeye hazır sandığı Bulgaristan ve

Anadolu’da kurmak istediği bağımsız Ermenistan sayesinde Türkiye’yi

çember içine almak ve böylelikle Rusya için her türlü tehlike ortadan

kalktıktan sonra Türklerin Kafkasya’daki Müslümanlarla ilişkisini de büsbütün

kesmek istiyordu. Bundan sonra Đstanbul hakkındaki planlarını uygulamak,

Rusya için artık kolay bir iş olacaktı84.

1913 yılında, Edirne’nin geri alınışından sonraki günlerle I. Dünya

Savaşı’nın başlangıcı arasındaki kısa dönemde, Ermeni ıslahatı

sorunu – Rusların baskısı altında boyutlanarak – ortaya atılmıştır. Masa

üzerine getirilen ıslâhat istekleri, Rusların hazırlamış olduğu, eski projedir85.

1877-78 Osmanlı-Rus savaşında Rus ordusu Đstanbul’un savunma

hattı Çatalca’ya kadar geldiği zaman, Patrik Nersis Varzabetyan,

Başkumandan Grandük Nicolas'a başvurarak, Ermenilerin bulundukları doğu

vilayetlerinde bağımsızlıklarının ilanına izin verilmesini, hiç olmazsa Rus

kontrolü altına alınmalarını rica etti. Bu istek Ayastafanos (Yeşilköy)

Antlaşması'nda 16. maddenin yer almasına sebep oldu. Daha sonra bu

madde değiştirilerek, Berlin Antlaşması’nın 61. maddesiyle son şeklini aldı.

61. madde şöyledir:

83 ATAY, 130. 84 Talât PAŞA, 27. 85 TUNAYA: Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt: 1, 601.

Page 136: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

128

“Osmanlı devleti, Ermenilerle meskûn vilâyetlerde ıslâhat yapmayı ve Ermenileri, Çerkez ve Kürt tecavüzlerine karşı korumayı taahhüt eder. Devletler, bu ıslâhatın tatbikini kontrol edeceklerdir.” 86

Islahat yapılacak yerlerin altı vilayet ile Trabzon bölgesi olması ve iki

müfettişliğe ayrılması, müfettişlerin Avrupalı olup gösterilecek beş adaydan

seçilmesi hakkının Osmanlı devletine bırakılması karara bağlandı. Fakat bu

kağıt üzerinde kaldı.

11 Haziran 1880’de altı büyük devlet Babıali’ye bir nota vererek,

yapılması taahhüt edilen ıslahatı yapmalarını istediler. Cevap ve ona cevap

uzayıp gitti87. Fakat Balkan savaşları’ndan sonra Kazım Karabekir’in

ifadesiyle Berlin Antlaşmasının 61. maddesini –Pek geç te olsa siyaset oyunu

icabı – ısrarla istemek ve bir savaş durumunda doğu vilayetlerini ve bütün

Ermeni kavmini istenildiği tarzda harekete geçirmek lazım geliyordu88.

Ermeni komitelerinin girişimleriyle Avrupa’nın, doğu illerinde ıslahatlar

yapılmasını istemesi karşısında, Rumeli’deki topraklarını da hep bu ad

altında yapılan müdahaleler yüzünden kaybetmiş olduğunu pek iyi bilen

Babıâli (Osmanlı hükümeti), bu seferki müdahalenin de öteden beri

Türkiye’ye karşı düşmanca bir siyaset izleyen Rusya’nın kışkırtmalarına bağlı

olduğunu anladığından, bir müdahale teklifi gelmeden önce kendi girişimiyle

ve Avrupalı uzmanlar aracılığıyla, sözü geçen illerde (Erzurum, Sivas,

Trabzon, Van, Bitlis, Elazığ), ıslahatlar yapmaya karar verdi. Dışişleri

Bakanlığı bu niyetini Đngiliz hükümetine, Londra elçisi Tevfik Paşa aracılığıyla

bildirdi ve yeteri kadar uzman gönderilmesini rica etti89.

86 Bkz. Tevfik BIYIKLIOĞLU: Trakya’da Milî Mücadele, Cilt:1, 39. 87 Kazım KARABEKĐR: Ermeni Dosyası, Haz. Faruk ÖZERENGĐN, 6. Baskı, Đstanbul, Emre Yayınları, Mart 2005, 133. 88 Bkz. Kazım KARABEKĐR: Ermeni Dosyası, 134. 89 Talat PAŞA, 58.

Page 137: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

129

Başlangıçta Đngilizler tarafından kabul edilmiş olan teklif, sonradan

Ruslar’ın istemi doğrultusunda reddedilmiştir. Bu ise amacın “ıslahat”

olmayıp, bu yerlerin Rus nüfuzuna bırakılması olduğu anlamına geliyordu.

Ermenilerin ıslahat istemeyip Rus müdahalesiyle özerklik ve sonra da

bağımsızlıklarını sağlamak istediklerini Osmanlı yöneticileri pek iyi anlıyordu.

Kazım Karabekir’den yapılan aşağıdaki aktarım Osmanlı yöneticilerinin neyi

pek iyi anladıklarını da açıklığa kavuşturmaktadır,

“….Avrupa’nın bunca yıllardan beri ıslahat yaygarası Türkiye’nin tedrici olarak parçalanması maksadına matuftur. Islahat ne kadar radikal olursa Türkiye arazisinin bir parçasının, başkasının eline geçmesi o kadar çabuk olur.” 90

8 Şubat 1914’te Rusya maslahatgüzarı Gulkeviç ve Sadrazam Sait

Halim Paşa arasında altı aydan fazla devam eden müzakerelerden sonra bir

anlaşma imzalandı. Buna göre; iki genel müfettiş Doğu Anadolu’ya

gönderilecekti. Birisi Erzurum, Sivas, Trabzon vilayetlerini içeren bölgeye,

birisi de Van, Bitlis, Harput (Elazığ) vilayetlerini içeren bölgeye gidecekti91.

Ermeni ıslahatı meselesi bu şekilde gündeme getirilip Osmanlı

hükümeti üzerinde baskıların artırıldığı bir dönemde, 22 Haziran 1914’te,

Avusturya veliahdının öldürülmesiyle başlayan uluslararası krizin savaşa

dönüşmesi, Osmanlı hükümetini rahatlattı. Çünkü artık Anadolu’nunda

parçalanması süreci başlamıştı ve savaş bu durumu değiştirebilirdi. Doğu

Anadolu vilayetleri için seçimi ve atanması 25 Mayıs 1914’te yapılmış olan iki

90 KARABEKĐR: Ermeni Dosyası, 18. 91 Anlaşmaya göre Osmanlı hükümeti çeşitli cemaatlere mensup kişilerin kendilerine ait okullarını idare etmelerine asla karşı gelemez. Đdare meclislerine seçilen üyeler eskisi gibi yarı yarıya Müslim ve gayrı-Müslim olacaktır. Polis ve jandarma kaydı hususunda -genel müfettişlerce bir mahzur görülmediği takdirde- iki bölgede Müslim ve gayrı-Müslimler arasında eşitlik esası tatbik olunacaktır. Yine bu iki bölge dahilinde aynı eşitlik esası mümkün olduğu kadar diğer memuriyetlerin dağıtımı hususunda da tatbik olunacaktır. Anlaşma metni için Bkz. Cemal PAŞA: Hatıralar, 461-464.

Page 138: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

130

genel müfettişin görevlerine son verildi.

I. Dünya Savaşı’nda Ermeniler, Türklere ihanet edecekler, Doğu

Anadolu’da çeşitli çetecilik ve isyan hareketleriyle Rus ordularına yardımcı

olacaklardır.

Meclis-i Mebusan’da yer alan Erzurum mebusu Karakin Pastırmacıyan

( Garo takma adıyla ), Kozan mebusu Hamparsum Boyacıyan ( Murat takma

adıyla ), Van mebusu Vahan Papazyan fiilen savaş içinde ve çetelerinin

başında bulunacaklardır.

Olayların ulaştığı bu aşamada ciddi önlemler alınması kararlaştırılmıştır.

Đlk önlem ordudaki Ermeni askerlerinin “muharip“ ( savaşan ) sınıflar dışına

çıkarılarak inşaat, yol ve demiryolu, depo birliklerine verilmiş olmasıdır.

Đçişleri Bakanı Talat Bey’in imzası ile yayımlanan bir tezkere ( 24 Nisan

1915 ) Ermeni’ler hakkındaki operasyonları başlatmıştır. Buna göre komite

ele başıları tutuklanacak ve askeri mahkemelere sevkedileceklerdir92.

Ermenilerin yoğun bulundukları yerlerden Diyarbakır güneyine, Fırat

vadisine ve Urfa yöresine nakledilip yerleştirilmeleri ayrıntılı olarak istenir.( 26

Mayıs 1915 ) Aynı gün Đçişleri Bakanı Talat (Paşa) imzalı bir yazı

Sadr-ı âzâma gönderilir. Ve tehciri fiilen başlatır. Aslında bir hükümet kararı

olarak yayınlanması gereken bu belge, Đttihatçı bir yöntemle, tek Bakan

tarafından çıkarılmıştır.

Bir gün sonra, kısaca “Tehcir Kanunu” denilen kanun çıkacaktır.Talat

Bey’in Meclis-i Vükela’dan ( hükümetten ) istediği karar ise birkaç gün sonra

yayınlanacaktır.

92 TUNAYA: Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt: 1, 603.

Page 139: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

131

Bu mevzuat gereğince tehcir operasyonu hukukileşmiştir. Ve bu

operasyonu güvence altına almak için de başka kanunlar çıkarılacak, kararlar

alınacaktır 93.

Ermeni meselesi Anadolu'nun kaderi bakımından tarihi bir dönüm

noktası oldu. Savaş şiddetle devam ettiği sıralarda Fransa, Đngiltere ve

Rusya devletleri basın ajansları yolu ile Bâbiâlî'ye ilettikleri 24 Mayıs 1915

tarihli notalarında:

“Türk, Kürt ahâli, hükümet memurları ile birlikte ve çok zaman bunların yardımı ile Erzurum, Tercan, Bitlis, Muş, Sason, Zeytin ve bütün Klikya çevresinde Ermenilerin 'katliam' edildiğini; Van civarında yüze yakın köylerin ahâlisi öldürüldüğü gibi Osmanlı Hükümeti'nin Đstanbul'daki zararsız Ermenilere de musallat olduğunu, Türkiye'nin insaniyet, medeniyete karşı bu yeni cinayetlerinden dolayı Osmanlı Hükümeti üyelerini bu gibi katliamlara katılmış ve katılacak olanları şahsen sorumlu tutacaklarını”

açıklıyorlardı94. Fransız Dışişleri Bakanı 10 Ocak 1917 tarihinde,

“Yüksek savaş amaçları, şimdi Türklerin cani tiranlığı altında yaşayan halkların kurtuluşunu ve Batı medeniyetine radikal bir biçimde yabancı olduğunu kanıtlamış olan Osmanlı Đmparatorluğu’nu Avrupa’dan söküp atmayı içerir.” 95

diyecektir. I. Dünya Savaşı’nın sonunda parçalanmaya çalışılan Anadolu’daki

ulusal mücadelenin karşılaşmış olduğu güçlükleri göz önüne alındığında Halil

Menteşe’nin aşağıdaki sözlerinin bir gerçekliği ifade ettiği söylenebilir.

Menteşe,

“Boğazları ve Basra Körfezi’ni kapayıp Rus ordularını mühimmatsız bırakarak mağlûbiyetlerini teminle harp bitmeden harp dışı etmemiş ve şark vilâyetlerimizi Ruslar’la işbirliği yapmış olan Ermeni komitacılarından

93 a.g.e., 604. 94 Bkz. Celâl BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Giriş, Cilt:5, 45. 95 Taner AKÇAM: “Sevr ve Lozan’ın Başka Tarihi” Đmparatorluktan Cumhuriyete Türkiye’de Etnik Çatışma, Der. Erik Jan ZURCHER, 1. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2005, 58– 59.

Page 140: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

132

temizlememiş olsaydık, millî devletimizin tekevvününe de imkân kalmıyacaktı.” 96

demektedir.

D- OSMANLI KURTULUŞ SAVAŞINDA

Osmanlı Đmparatorluğu yöneticilerini, I. Dünya Savaşı’na katılmaya

götüren varsayımları kavrayabilmek için, toplumsallaşma süreçleri içerisinde

onların düşünsel birikimlerini oluşturan değerler ve inançlar ile geleceğe

ilişkin ön kabulleri arasındaki bağlantıları kavramamız gerekir.

Dış borçlar ve kapitülasyon anlaşmaları, Osmanlı maliyesini denetim

altına alacak olan Düyun-u Umumiye ve Osmanlı Bankası gibi kurumların

ortaya çıkmasına neden olmuştur. Barış anlaşmalarıyla yabancı ülkelere

tanınan iktisadi kapitülasyonların yanında, adli ve idari kapitülasyonlarla

Osmanlı Devleti sömürülmüş, Düyun-u Umumiye ve Osmanlı Bankası gibi

kurumların özerkliği yabancı devletlerin insiyatifine bırakılmıştır. Osmanlı

Devleti üzerinde imtiyaz elde eden devletler ise ellerindeki hakları kullanarak

Osmanlı ülkesinde isyanlar çıkartmak suretiyle Osmanlı Devleti’ni zayıflatma

yönünde faaliyetler göstermişlerdir97. Osmanlı Devleti, Avrupa’nın ötekisi

konumundadır ve Avrupalıların “Şark Sorunu” olarak adlandırdıkları şey,

aslında Osmanlı topraklarının paylaşılması sorunu biçiminde ortaya çıkarılan

bir sorundur. “Türkler” Avrupalı değillerdir ve “Türklerin” Avrupadan

kovulmaları düşüncesi Đstanbul’un 1453’te fethinden beri süregelmekte olan

96 MENTEŞE, 188. 97 Ahmet Hurşit TOLON: Birinci Dünya Savaşı Sırasında Taksim Anlaşmaları ve Sevr’e Giden Yol, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi,Türk Hava Kurumu Basımevi, 2004, 8.

Page 141: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

133

bir düşüncedir. 1912-1913 Balkan savaşları sonucunda Türkler, önemli

ölçüde Avrupa’dan kovulmuşlardır. Ama şimdi sıra Osmanlı’nın Asyası’na

gelmiştir.

Osmanlı Devleti, iki bloğa ayrılmış olan Avrupa’da kendisini yalnızlıktan

kurtarabilmek için ittifak arayışına girer. Türklerin amacı, bütünlüklerine

yönelik Balkan Savaşları sonrasında kabarmış olan iştahları söndürebilmek

ve Batı Trakya ile Ege Adaları’nın Türklere geri verilmesini sağlayabilmektir.

Osmanlı Đmparatorluğu yüzyıllardan beri üzerine çöken takatsizlikten o hale

gelmiştir ki hiçbir devlet onunla ittifak kurmak istememektedir98. Đngiliz ve

Fransızlar da Ruslar gibi Türkiye'nin paylaşılması için besledikleri asırlık

emellerini değiştirmek istemedikleri için, Osmanlı devleti ile ittifaka

yanaşmıyorlardı. Çünkü, bir Osmanlı – Đtilâf ittifakı, Boğazlar üzerindeki Rus

emelleriyle Đngiliz - Fransız isteklerine bir kilit vurulması demekti99. Onlar,

Osmanlı Devleti’nin, savaş boyunca tarafsız kalmasına karşılık, 1856’daki

Paris Antlaşması’nda olduğu gibi yalnız toprak bütünlüğünü koruyacakları

şeklindeki sözlerini tekrarlıyorlardı. Osmanlı Devleti, nihayetinde önceleri o

da kendisi ile ittifaka yanaşmamış olan Almanya ile 2 Ağustos 1914’te

ittifakını kurarak yalnızlıktan kurtulabilecektir.

Cemal Paşa’ya göre, Osmanlı savaşta tarafsız kalırsa, Rusya genel

savaştan büyük bir zaferle çıkacak hatta savaşın sonunu bile beklemeden

Đstanbul’un ve Doğu Anadolu’nun işgaline imkân bulacaktı. Đttihat ve

Terakki’nin 1916 Kongresi’nde Talât Bey’in okuduğu Merkez-i Umumi

Raporu’nda Osmanlı Devleti’ni I. Dünya Savaşı’na girmeye zorlayan koşullar

uluslararası güç dengeleri ışığında değerlendirilir. Đttihatçılara göre Osmanlı

devleti sözde bağımsızdır; kapitülasyonlar vb. engellerle vesayet altında

98 BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Gidiş, Cilt:4, 182. 99 BIYIKLIOĞLU: Trakya’da Milli Mücadele, Cilt:1, 100.

Page 142: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

134

tutulmaktadır. Bu “vesayet-i düvelliye”den kurtuluş özlemi savaşa girişin

temel nedenidir. Diğer deyişle I. Dünya Savaşı, Đttihat ve Terakki için bir

“kurtuluş savaşı”dır100. Savaş sayesinde, devletin bağımsızlığına birer darbe

teşkil eden ne kadar, dış müdahale ve baskıyla alınmış karar varsa, bunların

tümünden kurtulmak ve daha sonra ülkenin kendi şartlarının gerektireceği

ıslahatları, bizzat kendileri tarafından yapılmak suretiyle, bağımsız milletler

gibi yaşamak yegane amaçtır. Nitekim Osmanlı Devleti 1914’te

kapitülasyonları kaldıracak, yabancıların birçok ıslahat talebi için ve Hıristiyan

unsurların haklarının korunmasını gerekçe göstererek müdahalede

bulunmalarının gerekçelerini oluşturan maddeleri ihtiva eden Paris ( 1856 )

ve Berlin ( 1878 ) antlaşmalarının yürürlüğüne son verecektir101.

Dört yıl süren savaşta Avrupa cephelerinde sürekli bozgunlarla

Osmanlı ordularının Filistin, Erzurum ve Bağdat’tan çekilişleri ve o yer

halkının Anadolu’ya kaçışıyla birlikte, savaşın tamamıyla kaybedileceği akla

gelmemekle birlikte, savaş bitinceye kadar Türk arazisinin tahrip olunacağı ve

Türk halkının, yani asıl nüfusunun feci yoksulluklarla karşı karşıya kalacağı

korkusu herkes üzerinde korkunç bir etki bırakmaya başlamıştır102.

Đngilizler, Bağdat’ın kuzeyinde ilerleyerek 7 Mayıs 1918’de Kerkük’ü

işgal etmişler, Đngilizler’in bağımsızlık vaatlerine kanarak Osmanlı’ya karşı

100 Zafer TOPRAK: “70. Yıldönümünde Đttihat ve Terakki’nin 1916 Kongresi,” Tarih ve Toplum, C.6, No: 33 (Eylül 1986), 6. 101 Örneğin Berlin Antlaşması’nın 23 ve 61. maddeleri Osmanlı’nın unsurları için ıslahat yapmasına ilişkindir ve Balkanlardaki unsurlar ve Anadolu’daki Ermenilerin ıslahat talepleri için dayanak noktası olmuştur. Yine aynı antlaşmanın “Osmanlı devletinde din ve mezhep hürriyetine riayet olunacaktır. Büyük devletler elçi ve konsoloslarına, mukaddes yerlerin ve papaz ve ruhanilerle hıristiyan hacıların korunması hakkı da tanınmaktadır. Kudüs’deki mukaddes yerlerde Fransa’nın haklarına ve sitatükoya riayet olunacaktır…” şeklindeki 62. maddesi Hıristiyan topluluklar üzerinde etkinlik kurmalarına yaramaktadır. Bkz. Tevfik BIYIKLIOĞLU: Trakya’da Milî Mücadele, Cilt:1, 3. Baskı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1992, 39 – 40. 102 Bkz.Talât PAŞA, 38.

Page 143: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

135

isyan eden Mekke Emiri Hüseyin’in oğlu Faysal, Hicaz kuvvetleriyle Amman’ı

aldıktan sonra Türk ordusunu arkadan vurmaya başlamıştır. Đşte 19 Eylül

1918’de Đngilizlerle yaptıkları Nablus Savaşı’nı bu şartlar altında kaybeden

Osmanlılar Şam, Hayfa, Humus gibi önemli şehirleri de terk ederek hızla

Halep’e doğru çekilmiştir. Osmanlıların Nablus savaşını kaybederek Halep’e

kadar çekilmelerinden daha ziyade Trakya’dan gelen tehlike endişeye sevk

etmiştir. Çünkü itilaf kuvvetleri Yunanistan’dan Đstanbul’a doğru harekete

geçerek Türklerle Almanlar arasındaki kara yolunu kesmiş ve Doğu Trakya

sınırlarına yaklaşmışlardır. Bu düşman kuvvetinin karşısına çıkabilecek

Osmanlı kuvvetleri yedi sekiz bin kişiyi geçmemektedir. Öte yandan 26 Eylül

1918’de Bulgarların Đtilaf Devletlerine mütareke teklif etmeleri ve 30 Eylül’de

Selanik’te bir mütareke imzalamaları Makedonya cephesinin çökmesine yol

açmış ve Osmanlı Devleti’nin Almanya ile olan irtibatı kesilmiştir. Böylelikle

Almanya’dan gelen silah ve cephane yolu da kapanmıştır. Bu durum Osmanlı

Devleti’ni büsbütün güç duruma düşürmüştür.

Almanya, 1918 yılının Eylül ayından itibaren Đtilaf Devletleri’nin ağır

taarruzları karşısında tutunamayarak geri çekilmeye başlamış ve 3 Ekim

1918’den itibaren Đsviçre vasıtasıyla Đtilaf Devletleri nezdinde barış

teşebbüsünde bulunmuştur.

Bulgarların yenilerek mütareke yapmalarından sonra yedi sekiz

tümenlik itilaf kuvvetlerinin Đngiliz Generali Milne’nin komutasında Đstanbul’a

girmek için Meriç’e yaklaşmakta olduğu öğrenilince, saray ve Babıali

çevrelerinde panik havası esmiştir103. Đtilaf Devletleri, daha savaş sürerken

aralarında yapmış oldukları gizli anlaşmalarla paylaştıkları Osmanlı

103 TOLON, 92.

Page 144: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

136

topraklarını ele geçirmek üzeredirler104. Bu gizli anlaşmalarla Osmanlı’nın

Ortadoğu’daki toprakları ile Anadolu’daki toprakları Rusya, Đngiltere, Đtalya,

Fransa ve Yunanistan arasında paylaştırılmaktaydı. Ancak, Đstanbul ve

Boğazlar vaat edilmiş olan Rusya, Ekim 1917 devriminden sonra savaştan

çekilecek ve yapılmış olan gizli anlaşmaları da dünya kamuoyuna

açıklayacaktır.

E - MONDROS MÜTAREKESĐ ve SONRASI

Talat Paşa’nın istifasının ardından 14 Ekim 1918 tarihinde kurulan ve

tanınmış bazı ittihatçıların da içinde yer aldığı Ahmet Đzzet Paşa hükümeti, ilk

iş olarak mütareke/ateşkes istemiştir. Mütarekeyi imzalama görevi de Balkan

savaşları sırasında ”Hamidiye“ kahramanı olarak tanınmış ve Ahmet Đzzet

Paşa hükümetinde Denizcilik/Bahriye Bakanı olan Hüseyin Rauf

Bey’e ( Orbay ) verilmiştir. Müttefikler adına mütarekeyi imzalamak için de

Đngiliz Akdeniz Filosu Başkomutanı Amiral Sir Arthur Calthorpe seçilmiştir. Đki

düşman denizci, 26 Ekim 1918 gecesi Limni Adasının Mondros limanında

buluşurlar. Amiral Calthorpe, Rauf Bey’i bir düşman gibi değil, saygıdeğer bir

konuk olarak karşılar. Nazik, kibar ve konuksever görünür. Türk heyetini

104 Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı Devleti’nin mirasını paylaşmak amacıyla Đtilaf Devletleri arasında yapılan anlaşmalar şunlardır: 1. Mart 1915’de Fransa – Đngiltere ve Rusya arasında, Đstanbul Anlaşması adıyla anılan nota alış verişleri, 2. 26 Nisan 1915 tarihli Londra Anlaşması (Đngiltere, Fransa ve Đtalya arasında), 3. 1916 yılında Đngiltere, Fransa ve Rusya arasında, yine nota alışverişleri biçiminde gerçekleştirilen Sykes - Picot Anlaşması, 4. Đngiltere, Fransa ve Đtalya arasında 1917 yılında yapılan Saint Jean de Maurienne Anlaşması. Bkz. Ahmet Hurşit TOLON: Birinci Dünya Savaşı Sırasında Taksim Anlaşmaları ve Sevr’e Giden Yol, 39.

Page 145: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

137

kumandan gemisinin kaptan köşkünde barındırır105. Hükümet, Mondros

Mütarekesi/Ateşkesi müzakerelerine giden delegelere hareketlerinden önce,

“Millî namusu rencide edecek her nevi talepleri reddolunacaktır…”106

talimatını vermiştir. Amiral Calthorpe, Rauf Bey’e 24 maddelik bir anlaşma

taslağı sunar ve taslağı madde madde Türk heyetine kabul ettirmeye başlar.

Görüşmeler bir dikta havasından uzaktır. ”Kayıtsız şartsız teslim“ söz konusu

edilmez. ”Savaş suçlusu“ gibi sözler de dile getirilmez. Rauf Bey, daha çok

Yunanistan’ın Osmanlı Devleti hakkındaki planlarından kuşku duymaktadır.

Bu kuşkuları giderilir. Đngiliz amirali Türkleri yatıştırıcı sözler söyler107.

Ahmet Đzzet Paşa’nın Ayân ve Mebusan Meclisleri’nin gizli oturumunda

Mütareke’nin kabulünden başka çare olmadığı yolundaki beyanları üzerine

her iki meclis oy birliği ile hükümete imza için yetki vermişti108. 30 Ekim

1918’de imzalanan ve 31 Ekim 1918’den itibaren yürürlüğe girmesi öngörülen

Mondros Mütarekesi/Ateşkesi Sözleşmesi’nin birinci maddesi Çanakkale ve

Karadeniz Boğazları’nın açılması ve Karadeniz’e geçiş sağlanması,

105 Bilâl N. ŞĐMŞĐR: Malta Sürgünleri, Đkinci Basım, Ankara, Bilgi Yayınevi, Nisan 1985, 17. 106 BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Gidiş, Cilt:1, 30.

107 Bilâl N. ŞĐMŞĐR: Malta Sürgünleri, 17. Mondros’da imzalanan mütarekenin ardından Amiral A. Galthorpe tarafından imzalanmış olarak Osmanlı Temsilci Hayeti’ne gizli bir mektup verilir: Mektubunda, Çanakkale ve Karadeniz Boğazı istihkâmında yalnız Đngiliz ve Fransız askerî istihdam edileceğine dair Đngiltere Hükümeti tarafından teminat vermeye mezun olduğunu açıkladıktan sonra istihkâmatta bulunacak işgal kuvvetleri arasında bir miktar Türk askeri bulunmasını hükümetine tavsiye ettiğini, Đstanbul ve Đzmir’e Yunan askeri gönderilmesinden, sakınılması hakkındaki talebi destekleyerek hükümetine yazdığını ve Osmanlı Hükümeti asayişi ve müttefiklerin teb’asının can ve malını muhafaza etmeye muktedir oldukça Đstanbul’un işgalinin mevzubahis olmayacağını ifade etmiş ve mektubun Padişah ile Sadrazamdan başka hiç kimseye gösterilmemesine fevkalâde itina edilmesini rica ve Osmanlı Devleti ile Đngiltere Devleti arasında dostane ilişki tesisi için elinde mevcut olan bütün araçlarla çalışacağının güvencesini vermiştir. Bkz. Celâl BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Gidiş, Cilt:1, 65. 108 BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Gidiş, Cilt:1, 59.

Page 146: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

138

Çanakkale ve Karadeniz Boğazları kalelerinin Müttefiklerce işgal edilmesi ile

ilgilidir. Dördüncü madde, Müttefik savaş tutsakları ile gözaltındaki ya da

tutsak Ermenilerin tümünün Đstanbul’da toplanarak hiçbir koşula bağlı

olmaksızın Müttefiklere teslim edilmesini, beşinci madde sınırların

denetlenmesi ve iç düzenin korunması için gerekli olan birlikler dışında Türk

ordusunun derhal terhis edilmesi, altıncı madde, Türk karasularında ya da

Türkiye’nin işgalindeki sularda bulunan bütün savaş gemilerinin teslim

edilmesi; Türk karasularında kolluk ya da benzeri amaçlar için gerekli

görülebilecek bir takım küçük gemiler dışında, bu gemilerin belirtilecek Türk

limanında ya da limanlarında gözaltına alınmasını bağıtlamaktadır. Yedinci

madde, Müttefiklerin, kendi güvenliklerini tehdit edecek herhangi bir durum

ortaya çıkarsa, herhangi bir stratejik noktayı işgal etme hakkının bulunmasını,

onbirinci madde, Türk Birliklerinin Kuzey-batı Đran’dan savaş öncesi sınırların

gerisine derhal çekilmeleri, Kafkasya–Ötesi’nin bir bölümünün Türk

Birliklerinden boşaltılması; bu bölgenin geri kalan bölümünün oradaki durum

Müttefiklerce incelendikten sonra gerek görülürse boşaltılması, on ikinci

madde, Türk Hükümetinin haberleşmeleri dışında, bütün telsiz telgraf ve

kablo istasyonlarının Müttefiklerce denetim altına alınması ile ilgilidir.

Onaltıncı madde, Hicaz’da, Asir’de, Yemen’de, Suriye’de ve Irak’da bütün

garnizonların en yakın Müttefik Komutanına teslim olmaları ve, beşinci

maddede saptanacak olan düzenin korunması için gerekenler dışında, bütün

Birliklerin Kilikya’dan çekilmeleri, yirminci madde, beşinci madde gereğince

terhis edilecek Türk ordusu bölümünün, taşıtlarını da içermek üzere, araç ve

gereçlerinin, silâhlarının ve cephanesinin kullanılış biçimi konusunda

verilebilecek buyrukların yerine getirilmesi hakkındadır. Yirmidördüncü

maddesinde,

Page 147: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

139

“Altı Ermeni ilinde karışıklık çıkarsa, Müttefikler bu illerin herhangi bir bölümünü işgal etme hakkını ellerinde tutarlar.”

denilmektedir109.

Mondros Mütarekesi, kötü niyetle yorumlanıp uygulanınca, Türkiye için

öldürücü olabilecekti. Ama Rauf Bey, Đngilizlerin kötü niyetli olabilecekleri

kanısında değildir. Amiral Calthorpe’u, “açık sözlü, dürüst, geniş görüşlü,

anlayışlı” bir kişi diye niteleyen Rauf Bey, Đngiltere’nin Türkiye’yi yok etmek

istemeyeceğini söylemektedir. Dört yıllık dünya savaşında Türkiye’de bir

Đngiliz düşmanlığı doğmadığını ileri sürmekte, Đngiltere’de de bir Türk

düşmanlığı bulunmadığına inanmaktadır. 1853-1856 yılları arasında

Rusya’ya karşı sürdürülen Kırım Savaşı’ndaki silah arkadaşlığını hatırlayan

Rauf Bey, büyük bir başarı kazanmış gibi, Mondros’tan dönecektir. Basına

verdiği demeçlerde;

“Mütarekeyi imzalamak göreviyle Đstanbul’dan yola çıkarken bugünkü gibi

övünç ve sevinçle döneceğimi hiç aklımdan geçirmiyordum.

Đmzaladığımız mütarekeyle devletimizin bağımsızlığı, saltanatımızın hukuku tümüyle kurtarılmıştır….Sizi temin ederim ki, Đstanbul’umuza bir tek düşman askeri çıkmayacaktır….Adana, eskiden olduğu gibi Osmanlı yönetiminde kalacaktır. Batum ve Kars’da şimdilik boşaltılmayacaktır. Size tekrar ediyorum ki, Đngilizler bize olağanüstü bir iyiniyet gösterdiler. O kadar ki, askerimizin ne kadarını terhis etmemiz gerektiğini saptamak hakkını bize bırakmışlardır. Evet, yaptığımız mütareke umudumuzun üstündedir.

109 Đngilizce metni geçerli olan Mütareke’nin Đngilizce metni ile Türkçe metni arasında bazı farklılıklar vardır. Örneğin Đngilizce metinde “Turkish waters”, Osmanlıca çevirisinde “Osmanlı sularındaki”, Đngilizce metinde “Turkish Government”, Osmanlıca çevirisinde “ Devlet-i Aliye”, Đngilizce metinde “Turkish Troops”, Osmanlıca çevirisinde “ kuvayı Osmaniye”, Đngilizce metinde “Mesopotamia”, Osmanlıca çevirisinde “ Irak”, Đngilizce metninde “the six Armenian vilayets”, Osmanlıca çevirisinde “ Vilâyat-ı sitte” sözcükleri geçmektedir. Söz konusu farklılıklar ve mütareke maddeleri hakkında Bkz. Seha L. MERAY ve Osman OLCAY: Osmanlı Đmparatorluğunun Çöküş Belgeleri (Mondros Bırakışması, Sevr Andlaşması, Đlgili Belgeler), Ankara, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1977, 1-5.

Page 148: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

140

Devletin bağımsızlığı, saltanatın hukuku, milletin onuru tümüyle kurtarılmıştır…”

demektedir. Bu iyimserlik ve özlem, genellikle paylaşılmaktadır. Türkiye’de

iyimserlik oldukça yaygındır. Mondros Mütarekesi Türk kamuoyuna bir

“başarı “ olarak tanıtılır.Osmanlı Parlamentosu, Mütareke anlaşmasını

oybirliğiyle onaylar110. Đnönü’de, Đstanbul’da mütarekenin yaptığı ilk tesirin

çok iyi olduğunu ifade etmektedir. Genel kanaat, Mondros Mütarekesi’nin

korkulan, elverişsiz ve tehlikeli bir mahiyetten uzak ve oldukça müsait telakki

edilecek bir karakter taşıdığı merkezindeydi, demekte ve aşağıdaki şekilde

devam etmektedir:

“Herkes mütarekeyi bir muvaffakiyet addediyor ve müttefiklerin Osmanlı Devletine karşı müsait bir davranışı sayıyordu. Gerçekten mütareke metni okunduğu zaman, açık ifade ile göze batacak mahzurlar taşımadığı intibaı uyanıyordu. Đleride, mütarekenin tatbikatı esnasında memleketin canını yakmış olan esaslı maddeler, çok kapalı ve aynı zamanda her türlü tefsire müsait bir şekilde kaleme alınmıştı. Mütareke metni içinde, fena niyetle kullanılırsa son derece zarar verecek istidatta manalı maddeler vardı. Bunlar kapalı ve müphem bir ifade taşıyordu. Bu maddelerin getirdiği mahzurları, nazari olarak, Đngiliz amiralinin mütarekeyi aktederken bizim murahhas heyetimizde münasebetinin verdiği ümitler ve itimatlar büyük ölçüde telafi ediyordu. Mütareke müzakereleri cereyan ederken, Đngiliz vis-amirali Arthur Calthorpe, bizim murahhas heyetimizi, mütareke hükümlerinin tarihi Türk Đngiliz dostluğundan mülhem olan itimat havası içinde tatbik olunacağı hususunda temin etmiş. Mütareke görüşmeleri böyle anlatılıyor, böyle söyleniyordu.” 111

Đnönü’nün işaret ettiği gibi her türlü yoruma açık maddeler, “Mütarekeyi

Uygulama” adı altında Osmanlı Devleti’nin parçalanmasına yol açacak

şekilde uygulanmaya başlanacaktır.

Türkler, Boğazlar bölgesi hariç, hiçbir yerde Osmanlı toprağının işgal

edilmeyeceği ve o tarihteki ileri hatlarının bir mütareke sınırı olarak

110 ŞĐMŞĐR: Malta Sürgünleri, 18. 111 ĐNÖNÜ: Hatıralar, 1. Kitap, 164.

Page 149: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

141

benimseneceği inanç ve umudundaydılar112. Ama, mütarekenin

imzalanmasından sonra mütareke hükümlerine uymaya gerek görmeden

çeşitli gerekçelerle yurdun çeşitli bölgelerini işgale başlayan Đtilaf

devletleri’nin, Yunanistan dahil, 55 parçalık harp filoları, 13 Kasım 1918'de

Çanakkale'yi geçerek Đstanbul’a girmiştir. Birkaç gün sonra Đtilâf Devletleri'nin

Đstanbul'daki kuvvetleri başkumandanlığına atanan General Franchet

d'Esperey, Đstanbul'a gelecektir. Đtilaf donanmasının ve Fransız generalinin

gelişi, Türkler dışında, diğer milletlere mensup halkın alkış ve gösterileri

içinde, Osmanlı devleti için onur kırıcı bir şekilde ve sanki savaşla ele

geçirilmiş bir şehirde bulunuyormuş gibi vukubulacaktır.

Falih Rıfkı Atay, sonradan Ali Çetinkaya ve bazı arkadaşlarının Rauf

Bey’i niçin eleştirdiklerini anlamanın güç olduğuna değinerek,

“Mondros mütarekesi o günkü şartlar altında seçme zorunlu olduğumuz felâketlerin en hafifi idi.Ya mütareke yapacaktık, yahut General Franchet d’Esperey, orduları ile Đstanbul’a girerek devlete el koyacaktı. Mesele namuslu hükümet adamlarının mütareke şartlarının kötüye kullanmasını önleyecek karakterde olması idi. Bir milli bütün kurmamızda, düşman pençesi altında birbirimize girmemekliğimizde idi. Bir ahlâk imtihanı geçirecektik. Bir müddet sonra limanda düşman donanmasını ve şehirde hıristiyan nümayişlerini nasıl görüp katlanabileceğimizi elimizle kalbimizi sıkarak düşünüyorduk.”

demekte ve daha beterinin de olmuş olabileceğine işaret etmektedir:

“Ya Çar Rusyası 1917’de yıkılmamış olsaydı? Müttefikerle aralarındaki anlaşmaya göre Đstanbul Sakarya kıyılarına kadar Rusların mülkü olacaktı. 1918’in o haftalarında Rus orduları kumandanı, Çar Nikola’yı Dolmabahçe Sarayının rıhtımında karşılayacaktı. Daha neye uğradığını bilmeden, Doğudan Güneye doğru, Adana’ya kadar uzayan bir Ermenistan

112 Bkz. Sina AKŞĐN ve başk.: Türkiye Tarihi (1908 – 1980 ), C.IV , 4. Basım, Đstanbul, Cem

Yayınevi, Ekim 1995, 55.

Page 150: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

142

kurulacaktı. Lenin Çarlığı devirdiği sırada, Rus ordularının nerede ise Sivas kapılarına dayanmış olduğunu unutuyorduk.” 113

Mütareke imzalandığı gün, bugünkü Türkiye toprakları işgal edilmiş

değildi. Güney cepheler, aşağı yukarı “Milli Misak “ sınırındaydı. Suriye

cephesinde Halep düşmüştü, ama Hatay henüz Türkiye’nin elindeydi. Irak’ta

cephe Musul şehrinin 60 kilometre kadar güneyindeydi. Kafkasya’da ise

durum daha da elverişliydi. Mütarekeyle bu durum olduğu gibi dondurulursa,

Anadolu parçalanmadan kalacaktı. Türk toprakları üzerinde bir Ermeni devleti

kurulmayacaktı. Ama, Türkiye’yi yok etme planları, Mütareke döneminde

uygulanmaya başlanır114.

Đtilaf devletlerinin işgallere başlamalarıyla, Anadolu’yu parçalamak

niyetinde oldukları ortaya çıkmıştır. Türkler, ellerinde kalan ana yurtlarının da

parçalanmakta olduğunun farkındadır. 9 Mayıs 1920’de Cafer Tayyar

Eğilmez,

“……Bugünkü durum müsait olsaydı, belki hepimiz buradan göç ederdik. Bizim, artık, göç edecek yerimiz yoktur…”115

demektedir. Daha önceki dönemlerde Osmanlı devleti toprak kaybettikçe

bulundukları yerlerden Osmanlı’nın elinde kalan topraklara göç eden Türk

halkının gerçekten de Anadolu’dan başka gidebileceği bir yer artık

kalmamıştır. Rumeli’den sonra Türklerin son sığınma noktası Anadolu’nun da

parçalanma süreci başlatılmıştır. Türkler, Anadolu’nun da ellerinden alınmak

istendiği algılaması içerisine girmişlerdir. Bu ortam içerisinde ulusal

mücadele, iç ve dış düşmanlara karşı, vatanlaşan Anadolu’nun bir var oluş

mücadelesi olarak ortaya çıkmıştır.

113 ATAY, 136-137. 114 ŞĐMŞĐR: Malta Sürgünleri, 21. 115 BIYIKLIOĞLU: Trakya’da Milî Mücadele, Cilt:1, 256.

Page 151: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

143

II. ULUSAL MÜCADELE DÖNEMĐ

A – MĐLLĐ / ULUSAL MÜCADELE’NĐN OLUŞMASI

1- Ulusalcıların Dış ve Đç Düşmanları

Osmanlı ülkesi bütün bütüne parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk’ün

barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son olarak, bunun da paylaşılmasını

gerçekleştirmek için uğraşılmaktaydı116. Tanzimat'ın, Osmanlı adı altında

müşterek bir siyaset ve çıkar etrafında birleştirmek istediği insanların

birbirlerinden çok farklı gelecek tasarımları ve beklentileri içerisinde oldukları

su yüzüne çıkmıştı. Bununda en kuvvetli gösterilerine Rum ve Ermeni siyasi

çevrelerinde, Osmanlı Parlamentosu'nda rastlanıyordu. Osmanlı

Đmparatorluğu’ndan ayrılmak üzere bulunan yerlerin halkını, Osmanlı

Parlamentosu’nda temsil eden milletvekilleri/mebuslar, ister Arap, ister başka

milletlere mensup olsun, ayrılık arzularını gerçekleştirebilecekleri fırsatın

ellerine geçmek üzere olduğunu görüyorlardı ve ona göre hareket ediyorlardı.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun Đstanbul’u ele geçiren padişahı Fatih Sultan

Mehmed'in yeni imtiyazlarla kuvvetlendirmiş olduğu Rum Patrikhanesi 'Sen

Sinot' Meclisi, Anadolu ve Rumeli'deki metropolitlerin çoğunu Đstanbul'a

çağırmış, bunlarla kadrosunu tamamladıktan sonra Patrikhaneyi tam bir ihtilal

merkezi haline getirmişti.

116 Mustafa Kemal ATATÜRK: Söylev, Haz. Hıfzı Veldet VELĐDEDEOĞLU, 35. Basım, Đstanbul, Çağdaş Yayınları, Eylül 2000, 43.

Page 152: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

144

Yunanistan, Osmanlı’daki Rum örgütlerine destek veriyordu. Örneğin

Yunanistan’ın verdiği destekle kurulan Mavri-Mira’ya, Yunan Đçişleri

Bakanlığı’nın gizli tahsisatından da parasal kaynak aktarılmıştı.

Anadolu'da Rum teşkilâtının en kuvvetlisi, temeli 1904 yılında Merzifon

Amerikan Koleji'nde okuyan Rumlar tarafından atılmış, 1909 tarihinde

Trabzon metropoliti yolu ile Atina'da Küçük Asya Cemiyeti'nin emri altına

girmiş olan Pontus Cemiyeti idi. Pontus Cemiyeti, eski Yunanlıların

Pont-Euxin dedikleri Karadeniz ve Trabzon, Ordu, Giresun, Samsun sahil

vilayetleri ile, içeride Amasya ve Sivas vilayetlerinin bir kısmını içine alan ve

Batum’dan Ayancık'a kadar uzanan bir bölgeyi Yunanlılaştırmak, ileride

Yunanistan'la birleştirmek üzere bağımsız bir Pontus Cumhuriyeti

kurmayı amaçlamaktaydı117.

Patrikhane’de, 25 Ekim 1918'de, Jön Türklere taviz verdiği

gerekçesiyle, görevinden istifa ettirilen V. Yermanos’un, yeni Patrik seçimi

barış kesinleşinceye kadar ertelenerek, yerine vekil olarak, Makedonya'da

metropolitken Bulgarlara karşı mücadelesiyle ünlenen ve Đstanbul'un zengin

tüccarlarıyla yakın ilişkilere sahip Bursa Metropoliti Dorotheos getirilir.

Böylece Patrikhane'nin "Venizelist dönemi" başlar. Bu dönemde Patrikhane,

"kurtarılmamış Rumların" sözcüsü durumuna gelir118. Patrikhaneye göre,

Küçük Asya Rumları beş yüzyıldır esaret altındadırlar ve şimdi haklı özgürlük

taleplerine destek beklemektedirler. Đstanbul'da Türklerin çoğunluk olduğu da

doğru değildir. Bir milyon nüfusunun 300 bini Rum, 400 bini Müslümansa da,

bu rakamı 1912 istatistiklerine göre şöyle değerlendirmek gerekir: Geneli

Türk olan 47.071 devlet görevlisi vardır. Bunların aileleri beşer kişi olarak

düşünülürse, 235 bin civarında bir sayıya ulaşılacaktır ki, onların kaderi

117 Bkz. BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Giriş, Cilt:5, 24-26. 118 Elçin MACAR: Đstanbul Rum Patrikhanesi, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2. Baskı, 2004, 65-66.

Page 153: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

145

hükümetin kaderine bağlıdır. Hükümetin yer değiştirmesi durumunda

Rumların tartışmasız çoğunluk olacakları ileri sürülmektedir. Rumların

peşinde koştukları ideali gerçekleştirmelerine, yani Yunanistan’la

birleşmelerine yardımcı olunmalıdır119. Đşgal kuvvetleri ile de işbirliği içinde

olan Dorotheos, 9 Mart 1919’da Osmanlı Rumlarının vatandaşlık

görevlerinden muaf olduklarını, Patrikhane'nin Osmanlı resmî kurumlarıyla

ilişkiyi kestiğini ilan eder. Patrikhane'ye Yunan bayrağı çeken Patriklik

Konseyi, 16 Martta Rum kiliselerinde alınan “Yunanistan'la birlik" kararını

açıklar120.

8 Aralık 1921'de yapılan Patrik seçiminde Yermanos'un aldığı iki oya

karşılık 16 oy alan, eski Atina Başepiskoposu ve koyu bir Venizelist olan

Meletios "yaşasın Venizelos!" nidaları arasında, IV. Meletios adıyla Patrik

seçilir. Osmanlı Hükümeti ise 19 Aralıkta, "bir Yunan vatandaşının patrik

seçildiğini basından öğrendiğini, bunun mevcut yasa ve yönetmeliklere aykırı

olduğunu" vurgulayarak seçimi tanımadığını açıklar. Zaten Meletios da,

Osmanlı yönetiminden berat talep etmeyen ilk patrik olur. Patrik açık olarak

Yunan ordusuna destek verir, yaralılar için kiliselerde ve evlerde para yardımı

toplar, ateşli vaazlarda bulunur121.

Mondros mütarekesinden sonra büyük tehlikelerden biri doğuda

Ermenistan kurulması idi. Bütün dünyada kamuoyu, savaş sırasındaki

“katliam ve tehcir” haberlerinin etkisi altında, Ermenileri desteklemekte idi.

Đstanbul’a gelen haberlerde “vilâyat-ı sitte –altı vilayet” denen Erzurum, Van,

Bitlis, Harput, Diyarbakır, Sivas illerinin yeni Ermenistan olacağı bildirilmekte

119 Bkz. Elçin MACAR: Đstanbul Rum Patrikhanesi, 66-67. 120 MACAR, 67. 121 Bkz. Elçin MACAR: Đstanbul Rum Patrikhanesi, 80-82.

Page 154: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

146

ve Ermeni liderlerinin Klikya’ya kadar sarkmak peşinde oldukları bilinmekte

idi122.

Nerede Ermeni ve Rum tehdidi varsa orada Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri

kurulmaya başlanmış, Mustafa Kemal’in de ifadesiyle,

“... Vilâyati Şarkiye Müdafaa-i Hukuku Milliye Cemiyeti’nin kurulmasına yol açan önemli kaygı ve nedenler, Doğu illerinin Ermenistan’a verilmesi olasılığından doğuyordu”123.

Karadeniz kıyılarındaki bölgelerde de, bir Rum Pontus hükümeti

kurulacağı korkusu nedeniyle Müslüman halkı Rumların boyunduruğu altında

bırakmayıp yaşama haklarını ve varlıklarını koruma amacıyla, Trabzon’da da

Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti kurulmuştu.

Diyarbakır, Bitlis, Elazığ illerinde, Đstanbul’dan yönetilen Kürt Teali

Cemiyeti (Kürt Yükselme Derneği) vardı. Bu derneğin amacı yabancı

devletlerin kanatları altında, bir Kürt hükümeti kurmaktı124.

Mustafa Kemal Paşa’nın müslüman Kürtlerin aşiret ve dini önderlerine

gönderdiği telgraflarda iki ana tema öne çıkmaktadır: Kâfirlerin yüce hilafet ve

saltanat makamına karşı giriştikleri saldırı ve mukaddes vatan topraklarının

Ermeniler tarafından işgali125. O zamanlar ve tüm mücadele süresince

Halifeliğin ve Đslamiyetin Kurtuluşu anlamında kullanılan milli kelimesinin “dini

olan” ve “ulusal olan” şeklinde iki anlama da gönderme yapabilmesi ve

122 ATAY, 201. 123 ATATÜRK: Söylev, 38. 124 a.g.e., 39. 125 Ahmet YILDIZ: “ “Ne Mutlu Türküm Diyebilene” Türk Ulusal Kimliğinin Etno – Seküler Sınırları ( 1919 – 1938 ),”, 1. Basım, Đstanbul, Đletişim Yayınları,2001, 100.

Page 155: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

147

Osmanlı “millet” sistemi içerisinde farklı etnik gruplardan gelen

Müslümanların “tek bir millet” olarak kabul edilmeleri Türk ulusalcılarının işini

kolaylaştırmıştır.

Erzurumda yerleşik düzenli birliklerden 15.Kolordu komutanı ve

Ulusal/Milli Mücadele sırasındaki Mustafa Kemal’in yanında tavır almasıyla

Ulusal/Milli Mücadele’nin başarıya ulaşmasında önemli bir rol oynamış

Kâzım Karabekir’in o dönemde Kürtleri mücadeleye katabilmek için izlediği

politikayı anlatan aşağıdaki sözlerini aktarmak yerinde olacaktır. 1917

Nisanında Irak Cephesinden Doğu Cephesine atanmış ve Mütareke’den

sonra Türk ordularının 1914 sınırlarına çekilmesiyle Erzurum’a gelmiş olan

Kâzım Karabekir şöyle diyor:

“Harbi Umumi’yi mütareke felaketi takip ettiği için Đttihat ve Terakki hükümeti bu havalide bir şey yapamadı. Ben mütareke bidayetinde Erzurum’a gelir gelmez Kürtlük meselesinin... müthiş faaliyetiyle karşılaştım. O zaman Đstanbul hükümetinin de Kürt istiklaline taraftar bulunduğunu gönderdiği heyetlerden anlayarak hayrete düştüm. Hatta Fevzi Paşa Hazretlerinin de bulunduğu bir heyet reisi Đlhami Bey bana heyeti muvacehesinde dedi ki:’Şark vilayetleri Ermenistan olacak, Kürtler de kıyam ile muhtariyet isterlerse Kürtlerle meskûn mıntıkalar olsun kurtulur.’ Đstanbul’un bu cahilane ve gafilane zihniyetini düzeltmeye çalıştım. Kendilerine ve bütün Kürtlere şu fikri verdim: ‘Düşmanlarımız büyük Ermenistan yapmaya çalışıyor. Buralarda ise en ziyade Kürt kardeşlerimiz oturmaktadırlar. Kürt istikbali diye çalışanlar düşmanlarımızdır. Maksatları Kürtleri bizden ayırdıktan sonra Ermenistan yapmaktır. Kürtleri mahvedeceklerdir. Bunun için Türk ve Kürt kardeşler bu felakete meydan vermeyiniz.”126

Osmanlı devletinin içerisinde bulunduğu koşullarda, asker sivil

birçoklarına göre iki ihtimal vardır: Biri Hürriyet ve Đtilâf Partisi ile Saraya ve

126 Kazım KARABEKĐR: Kürt Meselesi, Haz. Faruk ÖZERENGĐN, 2. Basım, Đstanbul, Emre Yayınları, Ekim 1995, 10.

Page 156: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

148

Bab-ı Âli’ye dayanan Đngilizler elinde parçalanmak, bölünmek, ikincisi yalvara

yakara Amerikan mandası altına girmek ve böylece yurt bütünlüğünü

korumak! Büyük devletlere meydan okuyucu bir bağımsızlık savaşı, bunlar

için, imkânsız bir şey(dir) 127.

Ulusal amaçlarla mücadeleye atılacak olanlar iki düşmanla

karşılaşacaklardır. Atatürk bunları, birbiriyle ittifak halinde iç ve dış düşmanlar

olmak üzere iki başlık altında görüyordu. Dış düşmanlar ulusal bağımsızlık

savaşını boğmak ve Türkiye’yi yok etmek isteyen yabancılar, iç düşmanlar

ise Padişah, Saray ve Babıâli’dir. 30 Ekim 1922’de Ulusal/Milli Mücadele’nin

önde gelen örgütleyicilerinden Rauf Bey’in 23 Nisan 1920’de Ankara’da

açılmış olan Meclis’te yaptığı konuşmadaki ifadesiyle:

“Osmanlı Đmparatorluğu’nun müessis ve sahibi hakikisi olan Türk Milleti, Anadolu’da hem haricî hem de o düşmanlarla birlik yapıp millet aleyhinde harekete geçmiş olan Padişah, Saray ve Babıâli aleyhine mücadeleye girişmişti.”128

Osmanlıların son padişahı olacak olan VI. Mehmet Vahdettin, daha

elverişli bir barış antlaşması elde etmek için Đtilaf Devletlerinin, bilhassa

Đngiltere’nin suyuna gitmeyi amaçlayan siyasetler izledi129. Mütareke

sonrasında yeniden örgütlenen Hürriyet ve Đtilafçılar, sırtlarını dış düşmana

dayıyarak, iktidar koltuğuna oturmayı amaçlamaktadırlar. Bu amaçlarına 4

Mart 1919 günü, Damat Ferit Paşa’nın ilk kez sadrazam olmasıyla ulaşırlar.

Damat Ferit Paşa hükümeti, Hürriyet ve Đtilâf Partisi'nin hükümetidir. 5 Mart

günü, “ Türk Savaş Suçluları“ konusundaki Đngiliz planı Babıâli’ye verilir.

127 ATAY, 209. 128 Ali Fuat CEBESOY: Ali Fuat Cebesoy’un Siyasi Hatıraları (I. Kısım), Đstanbul, “Vatan” Neşriyatı, 1957, 123. 129 ZURCHER: Modernleşen Türkiyenin Tarihi, 199.

Page 157: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

149

Sanıkların yakalanmaları istenir. Bu dönemde Đstanbul’da “savaş suçluları”

konusunda Đngilizlerle Padişah Hükümeti arasında tam bir işbirliği dönemi

başlar130.

Savaş yıllarının Đttihat ve Terakki iktidarı toptan suçlanmaktadır.

Başbakandan/Sadrazamdan bakanlara/nazırlara kadar herkese bir Ermeni

kırımı suçu yapıştırılmıştır. Đktidarda olmaları yeter görülmüştür. ”Sorumluluğu

paylaşması gerekir” denmekle yetinilmektedir. Başkaca delil aramaya gerek

duyulmamaktadır131. Divân-ı Harb-i Örfî'de (Sıkıyönetim) yargılanan, eski

iktidar üyelerine yüklenmek istenen başlıca suç, sözde “ Ermeni Kırımı”dır132.

2- Đttihatçılar Şimdi’nin Kuvvacıları

1 Kasım 1918’de olağanüstü toplanan Đttihat ve Terakki kongresinde

yaptığı konuşmada Talat Paşa, Rusya'nın, Catherina zamanından beri

Türkiye'yi parçalayarak Đstanbul'u almak istediğinin malum olduğunu, son

zamanlarda Đngiltere ve Fransa’nın, Rusya'nın Şark siyasetini tamamiyle

tasvib ettiklerini, Almanya'nın mağlubiyeti halinde siyasi denge

bozulacağından Rusya'nın senelerden beri beklediği parçalama programını

Türkiye aleyhinde tatbik edeceğine en ufak bir şüphesinin dahi olmadığını

belirtmekte ve savaşa girildiği zaman Padişah, Veliaht Sultan Vahdeddin,

130 Bkz. ŞĐMŞĐR: Malta Sürgünleri, 59-63. 131 ŞĐMŞĐR: Malta Sürgünleri, 72. 132 a.g.e., 82. 1914 – 1918 yılları arasında yaşanan I. Dünya Savaşı’nın başlarındaki Yozgat Ermeni ‘tehcir’ ve ‘kırımı’ndan dolayı mutasarrıf vekili ve Boğazlıyan ilçesi kaymakamı Kemal Bey, 8 Nisan 1919 tarihinde ölüm cezasına, Jandarma Kumandanı Binbaşı Tevfik Bey 15 sene hapse mahkûm olmuşlardı. Kemal Bey 10 Nisan 1919’da Beyazıt Meydanı'nda asıldı. Ertesi günü, Tıbbiye öğrencileri cenazeyi, üzerinde 'Türklerin büyük şehidi Kemal Bey' yazılı çelenk ile karşıladı. Halk, cenazeye gösterdiği ilgi ile özel mahkemenin kararına ve adalet işlerine karışan yerli ve yabancıların baskılarına cevap veriyordu. Bkz. Celâl BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Giriş, Cilt:5, 69-70.

Page 158: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

150

Ayan ve Mebusan Meclisleri, ülkenin kurtarılmış olduğuna kani idiler

demekte, fakat savaşın bu kadar uzun süreceğinin kestirilemediğini, son

zamanlarda savaşın gidişinin tersine döndüğünü ve mağlup olunduğunu

söylemektedir133.

Kongre’de Đttihat ve Terakki’nin tarihe karıştığını, yasal yönden ilân

etmesine rağmen, Đttihatçılar kendilerine yeni yollar aramaya devam

etmişlerdir134.

Bu dönemin siyasal yaşamında onulmaz yenilginin tek sorumlusu

sayılan Đttihat ve Terakki’nin ezeli düşmanı Hürriyet ve Đtilâf Fırkası kendisini

egemen görmektedir. Yabancı ve işgalci makamlar tarafından da

desteklenmektedir.

Ne var ki Hürriyet ve Đtilâf – tüm uğraşılarına karşın – iktidar partisi

olamayacaktır. Đttihat ve Terakki düşmanlığını kendisi için tek gerçek program

ve politika sayan Hürriyet ve Đtilâf, siyasal kutuplaşmanın bir başındadır.

Anadolu Hareketi de Đttihatçı sayıldığı için, muhalefeti bu yeni oluşumu da

133 Talat Paşa’nın konuşması için Bkz. Celâl BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Gidiş, Cilt:1, 80-82. 134 TUNAYA: Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt: 1, 69. Tevfik Paşa’yı izleyen birinci Damat Ferit Paşa kabinesi Teceddüt ve Hürriyetperver Avam fırkalarını 5 Mayıs 1919 tarihli Meclis-i Vükelâ kararıyla feshetmiştir - ve gerek Đstanbul’da, gerekse taşrada bulunan merkez ve şubelerin “hemen fesih ve seddini“ ( kapatılmalarını ) bildirmiştir. ”Mefsuh ( kapatılan )Đttihat ve Terakki Cemiyeti’nin emval ve emlâki hakkında müttehaz ( alınmış olan ) kararın bunlar hakkında da” uygulanarak kuruluş müsaadelerinin iptali ve bundan sonra da Đttihat ve Terakki “maklûbu“ (dönüşeni) olarak başka adlarla kurulmak istenecek fırka ve cemiyetlere izin verilmemesi Dâhiliye Nezaretine bildirilmiştir. Damat Ferit Paşa hükümeti kapatma gerekçesi olarak, her iki partideki yönetim kurulları üyelerinden hemen tümünün Đttihat ve Terakki Cemiyeti’nin eski üyesi olmalarını bir bölümünün de sanık ve tutuklu bulunmalarını göstermiştir. Bkz. Tarık Zafer TUNAYA: Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt: 2, 121-122.

Page 159: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

151

kapsamaktadır. Çünkü Đttihatçı olan, görünen ve gösterilen ne varsa O’nun

karşısındadır ve onları Bolşeviklikle suçlamaya hazırdır135.

Đttihat ve Terakki Cemiyeti’( ve Fırkası) hukuken ortadan kalkmasına

karşılık, henüz kapanmayan şubeleri ve kulüpleriyle Anadolu’da

( ve Trakya’da ) hâlâ ayaktadır. Örgütün Müdafaa-i Hukuk hareketinin

oluşmasında büyük etkisi olmuştur. Dolaylı olarak Đstanbul’u da etkilemiştir.

Anadolu hareketinin Đttihatçılık olduğu, Hürriyet ve Đtilâf tarafından bu nedenle

ilân edilmiş ve 1919 seçimine bu yüzden katılmadıkları da ileri sürülmüştür. O

kadar ki, 1911’de olduğu gibi, Anadolu’yu baskısı altında tutan Đttihat ve

Terakki’ye karşı bu sefer de Hürriyet ve Đtilâf bayrağı altında muhalefetin

çığlaşması önerilmiştir136.

Trakya Yunanistan’a, Doğu genişleyecek olan Ermenistan’a, Đzmir ve

hinterlandı Yunanistan veya Đtalya’ya, Kilikya Fransızlara verilmek korkusu

içindedir. Hürriyet ve Đtilâf partisi büyük devletler ne yaparlarsa hepsini haklı

bir ceza gibi görmektedir. Her vatansever ittihatçı, her ittihatçı da Ermeni

öldürmek ve Türkiye’yi savaşa sokmak suçlusu olarak görülmektedir.

Nereden bir protesto sesi gelirse ona hemen ittihatçılık damgası

vurulmaktadır. Bununla beraber bazılarının merkezi Đstanbul’da da olsa

Doğu, Güney, Ege ve Trakya’nın haklarını korumak için milli dernekler

kurulmuştur. Bunlar dağınıktır. Her biri kendi bölgesinin kaygısındadır.

Yaptıkları da o bölgelerde Türklerin çoğunlukta olduğunu gösterici istatistikler

toplamak, yayınlarda bulunmaktır. Doğu’nun batı ile, kuzeyin güneyle ilgisi

yoktur. Hükümet boyun eğicilerin elindedir137. Ama yurtta hayır sesleri de

vardır. Falih Rıfkı Atay’ın ifadesiyle,

135 TUNAYA: Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt: 2, 60. 136 a.g.e., 74. 137 Bkz. ATAY, 156-157.

Page 160: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

152

“Hele Ermeniye, Ruma köle olmak, bu Türklüğü çıldırtıcı bir şey….”138

olarak algılanmaktadır.

3- Đzmir’in Đşgali ve Milli Mücadele’nin Örgütlenmesi

Amiral Galthorpe, 14 Mayıs 1919’da Đzmir Valisi’ne verdiği notada,

Mütareke şartlarının 7. maddesi uyarınca Đtilâf Devletleri’nin kararıyla, Đzmir’in

Yunan kıtaları tarafından 15 Mayıs 1919 sabahı saat 8.00'den itibaren işgal

edileceğini bildirmiş, Damad Ferit Paşa da, 15 Mayıs 1919 sabahı verdiği

notasında Đzmir'de halen böyle bir tedbiri haklı gösterecek hiçbir sebep

olmadığını, Osmanlı Hükümeti'nin, asker sayısını arttırmak hususundaki

talebi kabul edilmiş olsaydı Đzmir'de asayişin daha mükemmel bir halde temin

edilmiş olacağını söylemekte ve Asya kıtasındaki Đzmir'in, tarih, coğrafya ve

mevcut ırkların nisbetleri bakımından, Yunanistan'la hiçbir münasebetinin

olmadığını, Hükümetin, Đzmir'in Đtilâf Devletleri tarafından işgali hakkındaki

Paris Konferansı kararlarına muhalefet etmediğini, zira, ne hükümet ve ne de

'Osmanlı milleti'nin en önemli şehirlerinden birisinin işgalinin kesin bir nitelik

almasını, bir an için bile, tasavvur edemediğini belirtmekte ve Nota şu

sözlerle sona ermektedir:

“Hükümet-i seniyye, büyük Đtilâf Devletleri hakkındaki hissiyat-ı riayetkârisi (saygı duyguları) iktizasınca, bu büyük devletlerin arzuları karşısında serfürû eyler (boyun eğer).” 139

Teslim olma fikrini savunanların gerekçesi şunlardı:

138 a.g.e., 157. 139 BAYAR: Ben de Yazdım:Milli Mücadeleye Giriş, Cilt:6, 44.

Page 161: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

153

“Yunan ordusu Đzmir'i büyük devletlerin kararı ile işgal etmiştir. Şu halde karşımızda yalnız Yunanlılar değil, Đtilaf Devletleri de vardır. Bunlarla, dört harp yılında, bizden daha kuvvetli müttefiklerimizle beraber savaştık, başa çıkamadık. Şimdi yalnız başımıza nasıl galebe çalarız? Yeniden silaha sarılmak intihar olur. ‘Serfürû etmekten, ( boyun eğmekten ) başka çare yoktur. Mukavemet, karşı koymak taraflısı olanlar, bizi bu hale getiren Đttihatçılardır. Memlekette yeniden yangın çıkarmak istiyorlar.” 140

Đzmir Valisi, Đstanbul'daki hükümetinin direktifine uyarak halkı sükûnete

davet ederken, Yunanlılara karşı müdafaa ve mukavemetin zararlı ve

'mecnûnâne' (delice) bir hareket olacağını söylüyordu. Kendi politikalarının

Avrupa'da Türklerin lehine büyük siyasi değişiklikler yarattığını iddia

ediyordu141. Đzmir’den sonra Yunanlılar Marmara sahillerini ve Trakya’yı da

işgal etmişlerdi. Falih Rıfkı Atay, Rum ve Ermeni gazetelerinin neler yazdığını

tercüme ettirip okumayı bile göze alamıyorduk, diyor ve şöyle devam ediyor:

“20 Mayıs tarihli bir Türk gazetesinde çıkan şu satırlara bakınız: ‘Đzmir’i kaybettik. Halkı avutmaya lüzum yok. Yarın Đstanbul’u da kaybedince yine bağırıp çağıracak mıyız? Buna ne hakkımız var?’ Yani hepsi cezamız. Bütün millet elbirliği ile bir cinayet işlemiştir. Bütün millet, devletini, hürriyetini, vilâyetlerini vererek ve hiç ses çıkarmayarak bu cinayetin cezasını ödemeye razı olmalıdır.”142

Đzmir’in işgalinden sonra, milli mücadelenin yaygınlaşmaya başladığı

görülmektedir. Padişah Vahdeddin, Damad Ferit ve hükümetinin siyasetlerine

rağmen, Osmanlı genelkurmayının da bu mücadelenin şekillenmesinde örtülü

bir şekilde yer aldığı anlaşılmaktadır. Ordunun açıktan bir hareketi yeni bir

savaş ilanı demek olacağından yapılacak şey, oluşturulacak millî kuvvetlere

ordudan yardım etmek biçiminde olacaktır. Birinci Dünya Savaşı'ndan kalma,

askerî silah depolarının nakil edilmesi, halka silah dağıtılması, hatta zorda

kalınırsa halka yağma ettirilmesinin yöntemler arasında bulunduğu

140 a.g.e., 68-69. 141 a.g.e., 69. 142 ATAY, 181.

Page 162: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

154

anlaşılmaktadır143. Ayrıca Đtilâf Devletleri'ne karşı Đstanbul Hükümetini zor

durumda bırakmış olmamak için göstermelik olarak isyan eden subaylar da

Kuva-yi Millîye’de çalışmaktadırlar144.

Mustafa Kemal Paşa’da Anadolu’ya geçmek için aradığı olanağı bu

dönemde bulmuş ve 16 Mayıs 1919’da, Đzmir’in Yunanlılar tarafından işgal

edilmesinin yarattığı feveran içerisinde yola çıkmıştır. Mustafa Kemal’e,

Hükümet tarafından verilen talimatta, çeşitli yerlerde birtakım şûralar

bulunduğu ve bunların asker toplamakta olduğu ve ordunun resmî olmayarak

bunları himaye ettiğinin iddia olunduğu; böyle şûralar mevcut olup da asker

topluyor, silah dağıtıyor ve ordu ile de münasebette bulunuyorsa, katiyen

engel olunması ve bu gibi kuruluş şûralarının ilga edilmesi, isteniyordu145.

Havza'da 29 Mayıs 1919 tarihinde 15. , 3. ve 20. Kolordu

Kumandanları’na yazdığı gizli telgrafda, Đtilâf Devletleri'nin ulusa

hakkaniyetsiz bir siyaset tatbik ettiklerini ve ulusal bağımsızlık ve devleti

idama mahkûm etmekte olduklarını, Đzmir'i, Manisa'yı Yunanlılara işgal

ettirmeye başlayan zalimane icraatlarının, Đtalyanların Antalya ve Konya

tarafında askerî işgallerini genişletmeleri ile bir kat daha vahim bir şekil

alacağını, Samsun ve Trabzon gibi Karadeniz çıkışlarının da aynı akıbete

uğratılması tedarikine başladıklarının anlaşıldığını, Ermenilerin arzularının

gerçekleştirilme noktasına yaklaştırılarak milletin millî hayat hakkına bir idam

darbesi indirilmesinin, uzak olmadığını, işgal altında bulunan hilâfet makamı

ve hükümet merkezinde Đtilâf temsilcilerinden adeta esir muamelesi gören

merkez hükümetinin îmâ etmek suretiyle taşraya son zamanlarda işittirdiği

sesin, içinde bulunulan elim siyasi vaziyeti gösterdiğini, Milletin esaretten

143 Bkz. Celâl BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Giriş, Cilt:6, 167. 144 Örnek için Bkz Celâl BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Giriş, Cilt:7, 43. 145 Mustafa Kemal’in görüşmeleri ve verilen talimat hakkında Bkz Celâl BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Giriş, Cilt:8, 84-89.

Page 163: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

155

kurtulması, hâkim ve bağımsız olarak topraklarında yaşayabilmesinin ancak

azimkar ve namuslu ellerin milleti kısa ve doğru yoldan hakkını müdafaaya ve

bağımsızlığa şevki ile olanaklı olacağını ifade etmektedir.

Mülkiye memurlarının, güven duyulacak kişiler ile elele vererek

bağımsızlığın müdafaası emrinde gerekli olan teşkilâta, gizlice ve dışa karşı

sezdirilmeyecek bir şekilde başlamalarını zaruri gören Mustafa Kemal Paşa,

bu işe girişmenin ihtisasları dolayısıyla askerlere düşen bir görev olduğunu

söylemektedir. Telgrafın devamında Mustafa Kemal, Doğu vilayetlerinde

yabancı işgalini iki şekilde tasavvur etmektedir:

Ya Karadeniz sahilindeki Rum halkı isyan ederek cumhuriyet ilan

edecek ve bir taraftan da kuvvetli iç ve özellikle dış çeteleri, vilayetleri yağma

edecektir. Buna karşı mukabele, jandarma ve asker müfrezeleri ile yapılacak

ve Đslam köylüleri de ellerindeki silahlarıyla köylerini müdafaa edecekler

veyahut böyle bir isyan ile küçük veya büyük yabancı kuvvetler sahile

yerleşecek ve belki içerilere de sarkacaklardır.

Çıkan yalnız Yunan kuvveti olursa halk ve askeri kuvvetlerle

kovulmaları yöntemine başvurulabilir. Diğer Đtilâf Devletleri'nin askerleri

olursa sahilde yerleşmelerinin durdurulması ve içeride karşı koyulması da

aşağıdaki şekilde ve mitingler ile millî protestolar yoluyla yapılabilecektir.

Bu kuvvetlerin içerilere sarkmasına yani ülkeyi fiili olarak işgal

etmelerine karşı tabiatiyle halk ve asker yekvücut olarak fiilen silahla karşı

koyacaktır. Bu karışıklıklarla beraber Doğu’nun Ermenistan ve Gürcistan

yönünden vuku bulacak saldırı durumu dikkate alınarak başlıca geçiş

noktalarının 'gerilla' tarzında müdafaası hususunun şimdiden hazırlığının

yapılması, sahile yakın olup yabancı kontrolları dışında kalmış yerlerdeki

Page 164: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

156

silahların, cephane ve techizat ve askerî sağlık malzemelerinin uygun şekilde

sezdirilmeden içerilere nakillerinin sağlanması, hatta kontrola tâbi olanların

da kaçırılması için de şimdiden hazırlık yapılması, köylülerin vaziyetine göre

halkın kendi köyünü müdafaa veyahut civar askerî birlikleri de takviye

etmelerine göre gerekli olan hazırlığa başlanması ve bunun için silah ve

cephanenin ve iaşe tarzının kararlaştırılması ve askeri birliklerin

mevcutlarının arttırılması gerekmektedir146

Mustafa Kemal Paşa, Amasya'dan yayınladığı 22 Haziran 1919 tarihli

çağrıda da vatanın bütünlüğünün ve milletin bağımsızlığının tehlikede

olduğunu, Hükümet merkezinin Đtilâf Devletleri'nin tesir ve kuşatması altında

bulunması nedeniyle sorumluluğunun gereklerini yerine getiremediğini ve

her türlü etkiden bağımsız bir heyet-i milliyenin oluşturulmasının elzem

olduğunu söylüyor ve bunun içinde Sivas'ta bir milli kongrenin toplanacağını

ifade etmektedir.

Amiral Galthorpe, 2 Temmuz 1919 tarihinde Harbiye Nezareti'nden

Mustafa Kemal Paşa ile Konya'da bulunan Cemal Paşa'nın 'azil' edilmelerini

istemiş; "bu talebin dayandığı gerekçeyi de Sivas ve Konya vilayetlerinde

eşkiyalardan silahlı mukavemet kuvvetleri teşkiline başlanıldığı, müttefiklerin

menfaatlerine aykırı hareketlerde bulunmak gayesiyle ciddi bir faaliyet

mevcut olduğunun alınan raporlardan anlaşılmış olmasına dayandırmıştır147.

Osmanlı Hükümeti de, Đtilâf Devletleri temsilcilerinin fikrine uyarak ve hatta

onlardan daha ileri bir gerekçe ile Mustafa Kemal Paşa'yı görevinden

uzaklaştırmayı siyasi başarısının birinci şartı sayıyor, ona göre davranıyordu.

Onun da gerekçesi aşağıdaki esaslara dayanıyordu:

146 Bkz. Celâl BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Giriş, Cilt:8, 108-109. 147 Bkz. Celâl BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Giriş, Cilt:8, 73.

Page 165: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

157

“Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa'nın memuriyet bölgesi içinde bulunan Müslüman halkı öbür unsurlar ve yabancılar aleyhine kışkırtma yolundaki davranışlarından dolayı Đstanbul'a getirilmesi Đngiltere Fevkalâde Komiserliği’nden ısrarla istenmiştir. Mustafa Kemal Paşa'nın vâki kışkırtmaları sonucu olarak asayişi bozucu haller meydana gelecek yerlere asker gönderilmesine mecburiyet hasıl olacağı ileri sürülmüştür. Kendisine durumun önem ve inceliği Harbiye Nezareti'nce, defalarca telgrafla açıklanıp memuriyetinden istifa ile Đstanbul'a dönmesi bildirilmiş olduğu halde bunları yerine getirmeyip kışkırtmalarına devam etmekte olduğu her gün yerlerinden alınan resmî bildirmelerden ve bizzat kendi tarafından gelen telgraflardan anlaşılmıştır.” 148

8 Temmuz 1919‘da Mustafa Kemal Paşa, azledilecek, Hükümet,

tutuklanması için askerî ve sivil makamlara emir verecek ve bir beyanname

yayımlayarak 'asi' tanıdığını ilan edecektir. Đstanbul Hükümeti'nin şiddetle

ve heyecanla, "yakalayın, gönderin" diye verdikleri emirler askerî

makamlara gelince önemini kaybedecektir 149.

Đnönü’nün Ocak 1920’de Ankara’ya geldiği zamanki Anadolu’daki

hareketin yürütülüşüyle ilgili değerlendirmesi önemlidir. Đnönü,

“Ankara’ya gittiğim (Ocak 1920) zaman gördüğüme göre, Anadolu’nun garbında ve cenubunda Kuvayi Milliye hemen her cephede teşekkül etmiş. Kuvayi Milliye umumi olarak mahalli teşkilatla idare ediliyor. Her yerde Kuvayi Milliye Heyetleri var, Müdafai Hukuk Heyetleri var, heyetlerin başkanları ve diğer vazifeliler var. Bu heyetler, ordu teşkilatı dışında kalan yerli müfrezelerin her türlü ikmal hizmetlerini ifa ediyorlar. Ordularla, kolordularla temas ederek Kuvayi Milliyenin silah ihtiyaçlarını ve diğer harp ihtiyaçlarını temin etmeye çalışıyorlar.

Kuvayi Milliye liderleri, cephenin muhtelif yerlerinde vazife almış olan mahalli liderler, bulundukları yerlerde kumandayı deruhte etmişler, çalışıyorlar. Bunların içinde askerler de var. Đstifa etmiş subaylar var,

148 Celâl BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Giriş, Cilt:8, 137. 149 Bkz. Celâl BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Giriş, Cilt:8, 162-163.

Page 166: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

158

orduya mensup oldukları halde kendilerine izin verilmiş muvazzaf subaylar var. Kolordu kumandanları, tümen kumandanları, kumandanlık vazifelerinden ve askerlik işlerinden çok cephelerde düşmanla, işgal kuvvetleri ile çarpışan Kuvayi Milliye ile uğraşıyorlar. Bunları beslemek için, idare etmek için kendilerini mesuliyet altına koymuşlar. Böyle bir teşkilat kurulmuş. Tabii bu hal, elde gerekli ve yeterli vasıta olmaksızın fiilen devam etmekte bulunan bir muharebenin idare şeklini göstermektedir. Bütün bu kuvvetlere direktif verme, vasıta bulma ve yardım etme vazifesini görmek durumunda olan yüksek merciin elinde hiçbir imkân yoktur. Yüksek merciin veremediklerini Kuvayi Milliye tesir ve baskı ile vilayetlerden, yani halktan, kumandanlardan, yani ordudan temin etmeye çalışıyor.” 150

demektedir. Celal Bayar’ın Büyük Erkân-ı Harbiye Reisliği Ankara

Matbaası'nda 1928 yılında basıldığını ve yazarının bir süre Mareşal Fevzi

Çakmak'ın yaverliğini yapan Süvari Yüzbaşı Ahmet Bey olduğunu ifade ettiği

Türk Đstiklal Harbi'nin Başında Garbî Anadolu'da Millî Mücadele adındaki

kitaptan aktardığı açıklamalar Harbiye Nezareti’nin Anadolu’daki hareketle

ilişkisini açıklığa kavuşturmaktadır:

“Anadolu'da doğan millî kıyam hareketinin bütün safhalarını Đstanbul'a bildirmeye cesaret edemeyen kumandanlar, raporlarında birçok noktaları meskût geçtiği ve taraflarından Yunanlılara taarruz için hiçbir tedbir ittihaz edilmediğini fakat ilerledikleri halde mani olunacağını bildiriyorlardı. Esasen Harbiye Nezareti'ni, Anadolu hareketinin tâ bidayetinden itibaren kısa zamanlarda birçok nâzırlar işgal ettiği ve bunlar arasında mücadeleyi teşvik edenler olduğu gibi milli kuvvetleri dağıtmak için tedbir ittihaz edenler de bulunduğu malûmdur.” 151

Đnönü, örneğin o zaman Đstanbul’da Harbiye Nazırı olan Mersinli Cemal

Paşa’nın, Heyeti Temsiliye’nin hükümette mümessili olarak kabul edildiğini,

Cemal Paşa’nın ve Erkânıharbiyeyi Umumiye Reisi Cevat Paşa’nın,

vazifelerinden alınmaları için Đngilizler’in hükümete bir nota vermiş olduklarını,

150 ĐNÖNÜ: Hatıralar, 1. Kitap, 179-180. 151 Bkz Celâl BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Giriş, Cilt:8, 64.

Page 167: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

159

Cemal Paşa’nın bu vaziyeti telgrafla Mustafa Kemal Paşa’ya bildirdiğini ve

telgraftan anlaşıldığına göre, Đngilizlerin isteklerine uymak için hükümetin

bunların çekilmelerine razı olduğunu ifade etmektedir152.

Cemal Paşa’nın yerine Harbiye Nazırlığına Fevzi Paşa gelmiş, Mustafa

Kemal de Fevzi Paşa’nın Harbiye Nezaretine getirilişini olumlu karşılamıştı.

Fevzi Paşa’nın Đnönü’yü Đstanbul’a çağırması üzerine Mustafa Kemal,

“Fevzi Paşa Harbiye Nezareti’ndedir, kendisi ile anlaşmak mümkündür. Senin onunla temas ederek, beraber olarak bu hazırlıkları mümkün olduğu kadar temin etmeye çalışman burada kalmandan daha faydalı olacaktır. Onun için dönmen lazım” 153

demişti. Erzurum ve Sivas Kongreleri toplanacak, Mustafa Kemal Paşa

önderliğinde bütünleşecek olan ulusal hareket 23 Nisan 1920’de Büyük Millet

Meclisini toplayacaktır, düzenli ordular kuracak ve ulusal bağımsızlığı

sağlayacaktır.

B – SEVR BARIŞ ANDLAŞMASI

Đngiltere'yi Başbakan Lloyd George, Fransa'yı başbakan Georges

Clemenceau, Đtalya'yı Başbakan Orlando, Amerika’yı başkan Wilson’un temsil

ettiği Paris Barış Konferansı 18 Ocak 1919'da açıldı. Konferans 30 Ocak

1919’da Ermenistan, Suriye, Irak, Kürdistan, Filistin ve Arabistan’ın Osmanlı

Đmparatorluğu’ndan tamamen ayrılmasına karar verdi. Đmparatorluğun diğer

152 ĐNÖNÜ: Hatıralar, 1. Kitap, 179-183. 153 ĐNÖNÜ: Hatıralar, 1. Kitap, 184. Đstanbul’a dönen Đnönü, Đstanbul’un 16 Mart 1920’de işgalinden sonra 20 günlük bir yolculuktan sonra 9 Nisan 1920’de tekrar Ankara’ya gelecektir. Bkz. Đsmet ĐNÖNÜ: Hatıralar, 1. Kitap, 188.

Page 168: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

160

kısımları hakkında ayrı bir kararın beklenilmesi gerekeceğini ilan etti154.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun toprakları Birinci Dünya Savaşı devam ederken

yapılan gizli anlaşmalar doğrultusunda parçalanıyordu.

4 Şubat 1919’da Yunan Başbakanı Venizelos konferans huzurunda

Yunanlıların arzularını anlatmıştı. Konferansta Venizelos, Yunan hak

iddialarını Wilson prensiplerine, özellikle 12’nci prensibe ve self -

determinasyon hakkına dayandırıyordu. Venizelos hiçbir dayanağı olmayan

ve doğruluk payı bulunmayan Rum Patrikhanesi’nden aldığı uydurma

istatistikleri delil olarak göstererek, Trakya bölgesinde Rum nüfusunun fazla

olduğunu ileri sürmek suretiyle bu bölgenin Yunanistan’a bırakılmasını

istiyordu155. Venizelos Batı Anadolu’da Rumların nüfusunun 1.080.000

olduğunu, buna yakındaki adaların nüfusu da eklenirse bu rakamın

1.450.000’e yükseleceğini belirtiyordu. Buna karşılık aynı ülkedeki Müslüman

nüfusunu 943.000 olarak göstererek Rumların 189.000 fazla olduğunu iddia

etmiş, bundan dolayı bu bölgenin Osmanlı Đmparatorluğu’ndaki Türk

bölgelerinin bir kısmını teşkil edemeyeceğini ileri sürmüştür156. Bu dönemde

Dorotheos, Trabzon Metropoliti Hırisantos ve Patrikhane müşaviri

Aleksandros Pappas'tan oluşan bir heyet, Barış Konferansı'na katılmak üzere

Paris'e gider ve 20 Mart'ta konferansa, Đstanbul'un Yunanistan'la birleşmesi

taleplerini içeren bir muhtıra sunar:

"Türkiye hem askeri hem de mali açıdan tükenmiş durumdadır; kaderinin onu mahkûm ettiği batışı hiçbir şey engelleyemeyecektir... Şu anda halen Türklerin işgali altında bulunan bu topraklarda 16 milyon Rum yaşıyordu. Şu andaki sayımız, aşağı yukarı üç milyona inmiştir. Uğranılan felaketler saymakla bitmez. Bunlar arasında zorla ve baskıyla din değiştirtmek, dinini değiştirmeyenleri katletmek de var... Her sene binlerce erkek çocuğumuz, yeniçeri yapılmak üzere elimizden alındı... Anadolu'da dört yıl boyunca korkunç dramlar yaşandı. Đki milyondan fazla Rum ve

154 Celâl BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Giriş, Cilt:5, 28. 155 TOLON, 119. 156 a.g.e., 120-121.

Page 169: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

161

Ermeni evlerinden barklarından kovuldu... Kurtarılmamış tüm Rumların anavatanda bir araya gelmelerini arzu ediyoruz." 157

derler. Metropolit Hrisantos’ta, konferansa sunduğu hayali söz ve

istatistiklerde Rusya’da bulunan 250.000 göçmenle birlikte Pontus Rum

ahalisini 850.000 ve aynı bölgedeki Müslümanlarında 836.000 nüfustan

ibaret olduğunu ve bunların da muhtelif milletlere mensup

bulunduklarını, iddia ediyordu158.

Venizelos Yunanistan’a bırakılmasını istediği yerlerdeki Türklerden göç

etmek isteyeceklerin gayrimenkullerini Yunan Hükümeti'nin satın almasını,

buna karşılık Osmanlı Hükümeti’nin de daralacak yeni sınırları içindeki

Rumlardan Anadolu'da eline geçecek bölgelere geçmek isteyenlerin gayri

menkullerinin satın almaya zorlanmasını istiyordu. Ege Türkleri Đç Anadolu'ya

göç edecekler, yerlerine de Anadolu'daki Rumlar getirilecekti. Bunun anlamı,

Trakya'da ve Anadolu'da Yunanlıların eline geçecek toprakların Türklerden

arındırılmasıydı159. Venizelos'dan sonra konferansta söz alan Clemenceau

da, büyük devletlerin ana hatlarında Yunan davası ile birlik olduğunu

söylemişti. Đngiltere'de de çoğunluk Türklere düşmandı. Kilise dahi

Hıristiyanların, "Katliam edildiklerini (öldürüldüklerini), Ayasofya'nın tekrar

kiliseye çevrilmesini ve Türklerin Avrupa'dan kovulmasını," ileri sürüyordu.

Din etkisi altında bulunmayanlar da Türklere düşmandı. Türkiye'nin hayatına

son vermek için hepsi birleşmişlerdi. Lloyd George bu fikrin bayrağıydı160.

Sadrazam/Başbakan Damat Ferit Paşa, Paris’te 12 Haziran 1919’da,

Onlar meclisi* önünde Türkiye’nin dünya savaşına katılması ve Şark

meselesinin çözümü üzerine Osmanlı devletinin fikirlerini açıkladı. Osmanlı

sadrazamı, “Osmanlı Milleti”nin savaş suçlusu olmadığını söyledikten sonra,

157 MACAR, 68. 158 BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Giriş, Cilt:5, 31. 159 Bkz. Celâl BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Giriş, Cilt:5, 33-34. 160 BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Giriş, Cilt:5, 34-35.

Page 170: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

162

Đngiltere’nin sempatisini kazanabilmek için, Osmanlı devletinin, millet ya da

hükümdarın haberleri olmadan, bir Alman amirali tarafından savaşa

sürüklendiğini açıklamış ve sırf bir savunma tedbiri olarak askerî zaruretler

neticesinde yapılmış olan “Ermeni Tehciri”nin sorumluluğunu Đttihatçı devlet

adamlarının üzerine atmıştı161. Sadrazam Damad Ferit Paşa, hükümeti adına

hazırladığı 23 Haziran 1919 tarihini taşıyan 'notayı' Fransız Başbakan M.

Clemenceau'ya gönderdi. Bu notada,

- Türklerin büyük bir çoğunluk oluşturdukları Batı Trakya’nın, iktisadi

sebeplerle olduğu kadar Başkan Wilson'un prensiplerine göre de Osmanlı

devletine geri verilmesi gerektiği,

- Türk toprakları, Asya'da kuzeyde Karadeniz, doğuda eski sınırları,

güneyde ise Haleb'in Akdeniz'e kadar uzanan kısmının bir parçası, dahil,

Musul ve Diyarbakır vilayetleri ile sınırlandırılmakta, Türk tarihi ve iktisadı

bakımından Küçük Asya'ya ait bulunan, sahile yakın yerlerin, kaçakçılığı

önlemek ve sahil güvenliğini temin edebilmek için geniş bir özerklik idaresi ile

Osmanlı hâkimiyeti altında kalması gerektiği,

- Erivan'da kurulmuş olan Ermenistan, müttefik devletler tarafından

tanındığı takdirde Osmanlı Đmparatorluğu’nun bu yeni cumhuriyeti, Osmanlı

Devleti'nden ayıracak olan sınır hattını, müzakereye razı olduğu ve

*Paris barış konferansına katılan Đtilâf grubuna dahil 29 devletin 68 temsilcisi arasından, konferansın devamlı olarak çalışmalarını düzenlemek üzere, Fransa, Đngiltere, Amerika Birleşik Devletleri, Đtalya, Belçika, Romanya, Yunanistan ve Çekoslovakya devletleri temsilcilerinden birer ve biri Hırvatistan’ı temsil etmek üzere iki Sırbistan delegesinden oluşan on kişilik konsey. 161 Bkz. BIYIKLIOĞLU: Trakya’da Milî Mücadele, Cilt:1, 180.

Page 171: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

163

Đmparatorluk hükümetinin, yeni cumhuriyette yerleşmek isteyen Ermenilerin

bu ülkeye gitmeleri hususunda elinden gelen kolaylığı göstereceği,

-Türk şehirlerinin güneyine düşen ve savaştan önce Osmanlı

Đmparatorluğu'nun ayrılmaz bir parçasını teşkil eden Suriye, Filistin, Hicaz,

Yemen, Irak ve bütün diğer vilayetlerin, majeste sultanının hâkimiyeti altında

geniş bir muhtariyet idaresine sahip olacakları,

ifade ediliyordu162. Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’ndan mağlup olmuş

bir devlet olarak çıktığı ve Anadolu dahil olmak üzere parçalanmakta olduğu

bir zamanda, hem de savaştan önceki sınırlarıyla korunmasını isteyen

Damat Ferit Paşa’ya ilişkin olarak, 1934 yılında dönemin, Mustafa Kemal

Atatürk dahil, önde gelen yöneticilerinin de görüşlerini dikkate alarak bir kitap

yazmış olan Yusuf Hikmet Bayur’dan bir aktarma yaparak devam etmek

yerinde olacaktır :

“Paris konferansına giden Damat Ferit... kısmen belâhati ve kısmen ihaneti yüzünden irtikâp etmedik hata bırakmamıştır. Orada 17 Haziran 1919’da Ermeni tehcirinden bahsederken harp esnasında isyan çıkarmak, Türk ordusunun gerilerini tehdit etmek ve bir sürü mezalimde bulunmak suretiyle işe evvelâ Ermenilerin başladıklarını ve irtikâp etmedik cinayet bırakmadıklarını zikre lüzum görmeyerek tehciri sırf o vakitki Osmanlı Hükümetinin bir eseri vahşeti diye tasvir etmiş, Osmanlı Đmparatorluğu’nun harpten evvelki cesamette kalmasını istemiş ve bunun için Hilâfeti ve islâmi hisleri ileri sürmüştür.”163

Fransız Başbakan Clemenceau, Damat Ferit Paşa’ya, sert, ağır

hakaretlerle dolu bir cevap vermiştir. Bu cevapta yer alan ifadeler, Batılıların

Türklere bakış açılarının kısa bir özeti niteliğindedir. Verilen cevapta,

162 Bkz. Celâl BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Giriş, Cilt:7, 23-24. 163 Yusuf Hikmet BAYUR: Türkiye Devletinin Dış Siyasası, 2. Baskı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1995, 37.

Page 172: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

164

Türkiye'nin, Almanya’ya hizmetçi bir âlet olarak hareket ettiğini, yapılan

katliamların (toplu ölümlerin) ve bile bile irtikâp edilen gaddarlıkların tarihte

benzerine rastlanmadığını kabul ettiği ifade edilmektedir. Fakat Damat Ferit

Paşa, bu suçların, Türk Hükümeti tarafından işlendiğini ve Türk halkının bu

yapılanlardan sorumlu olmadığını ileri sürmektedir. Damat Ferit Paşa’ya

göre, Müslümanlar da Hıristiyanlar kadar zarara uğramışlardır ve yapılanlar

Türk geleneğine tamamen aykırı bulunmaktadır. Türk Đmparatorluğunun

bekasının dünyanın dini dengesi için lüzumlu olduğunu ileri süren Damat

Ferit Paşa, topraklarının savaşın başlamasından önceki şekilde bırakılmasını

istemektedir.

Clemenceau, Konsey’in, ne bu sonucu, ne de onu desteklemek için

söylenilen düşünceleri kabul edebileceğini, bir milletin, kendisini, dış

politikasını ve ordularını idare eden hükümetin icraatı üzerinden takdir

edildiğini; Türkiye’nin bu doktrinin meşru kötülüğünden kurtulmayı

isteyemeyeceğini söylemektedir. Komşularını yağma için Protestan

Almanya'nın, Katolik Avusturya'nın, Ortodoks Bulgaristan’ın ve Müslüman

Türkiye’nin el ele verdiklerini, Türk Hükümetinin emri ile Hıristiyan Ermenilerin

öldürüldüğünü vurgulamaktadır164.

Paris Barış Konferansı’ndan sonra Đtilaf devletleri,

12 Şubat – 20 Nisan 1920 tarihlerinde yaptıkları Birinci Londra Konferansı ile

Osmanlı devletinin taksimine ilişkin yapacakları Sevr Barış Andlaşması

maddelerinin büyük bir bölümünü karara bağlamışlardır. Birinci Londra

Konferansı ile anlaşma sağlanamayan konular ise 18 – 26 Nisan 1920

tarihlerinde yapılan San - Remo Konferansı’nda bir araya gelen Đngiltere,

Fransa, Đtalya Başbakanları arasındaki görüşmelerde karara bağlanmıştır.

164 Bkz. Celâl BAYAR: Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Giriş, Cilt:7, 26-28.

Page 173: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

165

San-Remo Konferansı ile Sevr Barış Andlaşması’na son şekli verilmiştir165.

11 Mayıs 1920’de Osmanlı Devleti’ne önerilen Barış Andlaşması tasarısının

temel hükümlerine ilişkin düşüncelerini Osmanlı hükümeti 25 Haziran’da

Barış Konferansı Başkanlığı’na göndermiştir. Andlaşmanın içerdiği ikincil

maddelere ilişkin düşünceler de ayrıca 8 Temmuz’da Barış Konferansı

Başkanlığı’na gönderilmiştir.

Osmanlı Hükümeti 25 Haziran’da verdiği yanıtta, Türkiye’nin yabancı

baskısı altında ulusun isteğine aykırı olarak savaşa girdiğini, eğer, şiddetli bir

muhalefete karşın, savaşa katılmak gerçekleştiyse, bu durumun ancak on

yıllık iç devrimlerle, savaşların yarattığı karmaşık durum yüzünden olanak

bulabildiğini ileri sürmüştür. Bu nedenle, doğan sorumluluğu tümüyle Türk

ulusuna yüklemek haksızlık olmaktadır. Ayrıca, Türkiye’nin savaşı ve savaş

acılarını yabancı toprağına götürmemiş olduğu ve Osmanlı ordularına hiçbir

yakıp–yıkma suçlaması yüklenemediği ifade edilmektedir. 28 Haziran 1919

tarihli Versay Andlaşmasının içerdiği koşullara oranla, barış koşullarının daha

hafif olması umud edilirken, verilen barış tasarısı, Versay andlaşmasından az

şiddetli olmadığı bir yana, Osmanlı Devletine gerek Bulgaristan, Macaristan

ve Avusturya’ya ve hatta savaştaki sorumlulukları anlaşılmadık bir derecede

olan Almanya’ya kabul ettirilen koşullardan son derece ağır koşullar

yüklemektedir. Bu dört Devletin varolma hakları sarsılmamış, ulusal

topluluklar [milliyet] ilkesiyle, ulusların kendi yazgılarına egemen olmaları

ilkesi bu Devletlere, gerek onlardan yana gerek onlara karşı, eşit olarak

uygulanmıştır. Hakgözetirliğe ve - buna tümüyle uygun olup bugün her

tarafça geçerli sayılan ve veri olarak kabul edilen hukuk ilkelerine göre,

Türkiye’nin, hiç olmazsa, eski müttefikleriyle eşit ölçüde işlem görmesi

gerekirdi. Andlaşma tasarısının kapsadığı göze çarpıcı eşitsizliği, yalnız oniki

165 TOLON, 115.

Page 174: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

166

milyon Türk değil, bütün Đslam dünyası yüreği sızlayarak duyacaktır. Yanıtın

devamında, Osmanlı Devletine ilişkin andlaşma tasarısının, şiddet

bakımından hiçbir şeyle karşılaştırılamaz olduğu, çünkü söz konusu edilen

şeyin, gerçekte, [bu devleti] bölmekten başka bir şey olmadığı

belirtilmektedir. Yanıt aşağıdaki şekilde sürmektedir:

“Osmanlı toprağından, ulusal topluluklar ilkesi adına, Ermenistan ve Hicaz gibi özgür ve bağımsız Devlet durumuna çıkarılmış, ya da Irak, Filistin ve Suriye gibi bir mandataire’in koruyuculuğu altında bağımsız Devlet biçimine sokulmuş koca iller ayırmak, Đngiltere yararına Mısır’ı, Süveyş’i ve Kıbrıs’ı Osmanlı Devletinden çekip almak, Libya kıtasıyla Akdeniz adaları üzerindeki bütün haklarından vazgeçmesi Türkiye’den istenilmekle kalmayıp, üstelik Türkiye’yi, aynı ulusal topluluklar ilkesine aykırı olarak, Doğu Trakya ile Đzmir yörelerinden de yoksun bırakmağa kadar varmaktadır. Ve bu son derece haksız kesip biçme ve çekip alma işlemi, Türkiye ile savaş durumunda bulunmamış olduğu halde, yenen durumuna geçerek ve böylece yararlanmak isteyen Yunanistan yararına yapılacaktır. Bundan başka Kürdistan’ın ayrılması hazırlandığı için, ülkenin geri kalan kesimi etkinlik bölgelerine bölünmektedir.” 166

Böylelikle, yüzölçümü bakımından, Osmanlı Đmparatorluğu ülkesinin

üçte ikisi şimdiden kendisinden ayrılmış olmaktadır. Doğal zenginliklere ve

kaynaklara gelince, bu bakımdan da yitiğin tutarı olağanüstü büyüklüktedir.

Fakat, bu kadarla da yetinilmemektedir.

Andlaşma tasarısı bu ayırma ve çekip alma işlemleri ile kalmayıp,

Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığına da en ağır saldırılar içermektedir. Yasama

işlerinde, uluslararası andlaşmalarda, maliye işlerinde, yönetim, adalet,

ticaret, vb… alanlarda da Devletin bağımsızlığına geniş ölçüde saldırılarda

bulunulacak, o derecede ki, daha baştan kendisinden her yandan toprak

166 Seha L. MERAY ve Osman OLCAY: Osmanlı Đmparatorluğunun Çöküş Belgeleri (Mondros Bırakışması, Sevr Andlaşması, Đlgili Belgeler), Ankara, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1977, 8.

Page 175: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

167

ayrılmış olan Osmanlı Đmparatorluğu, en sonunda, gerek iç gerek dış

bağımsızlığın neredeyse tüm koşullarından yoksun edilmiş bulunacaktır167.

Damat Ferit Paşa hükümeti, Andlaşma tasarısının Osmanlı devletinin

kolunu kanadını kopardığının farkındadır, ama düşüncelerini, tümüyle hak ve

adalet ilkelerine dayandırarak, Đtilaf devletlerinden değişiklik taleplerinde

bulunacaktır. Đtilaf devletleri ise Osmanlı Hükümeti’nin değişiklik önerilerine

17 Temmuz 1920’de verdikleri karşı yanıtta, Büyük Devletler’in, Türkiye’nin,

savaşa girmekle, yarım yüzyılı aşan bir zamandan beri kendisine birçok kez

dostluğunu kanıtlamış olan ve kendisine karşı hiçbir düşmanca amaç

beslemeyen Devletlere karşı pek belirgin bir hayınlıkla, suç işlemiş olduğu

kanısında olduklarını ifade etmişlerdir. Đtilaf devletlerinin yanıtı aşağıdaki

şekilde devam etmektedir:

“Osmanlı Devletinin sorumluluğu o kadar geniştir ki, bu sorumluluk, Müttefiklerin Osmanlı ordularına karşı elde ettikleri utkunun gerektirdiği özverilerle ölçülemez. Büyük bir deniz ulaşım yolunu kapayarak, bir yandan Rusya ve Romanya’nın, öte yandan bunların batısındaki müttefiklerinin ulaşımını kesmekle, Türkiye, en az iki yıl savaşın uzamasına ve Müttefiklerin milyonlara varan insan yaşamıyla yüzlerce milyarlık yitiğe uğramalarına yol açmıştır. Sonsuz ve sınırsız yitikler karşılığında, dünyanın özgürlüğünü yeniden kurmuş olanlara Türkiye’nin vermek zorunda olduğu ödence [tazminat] kendisinin ödeyebileceğini çok aşmaktadır. Müttefikler, Türklerin öteki uluslar üzerindeki egemenliklerine artık sonsuzluğa dek son vermek zamanının geldiğini açıkça göstermektedirler. Savaştan önceki uzun dönemlerde, Bâb’ı Âli ile Büyük Devletler [Düvel-i muazzama] arasındaki ilişkilerin tarihi, Bulgaristan, Makedonya, Ermenistan ve öteki yerlerde işlenen ve insanlığın vicdanını kızgınlığa ve büyük tepkilere sürükleyen baskılara [zulümlere] son vermek konusunda sonuç almaksızın sürüp giden bir sürü girişimlerden başka bir şey değildir. Son yirmi yıl boyunca

167 Sevr Barış Antlaşması tasarısına verilen yanıt için Bkz. Seha L. MERAY ve Osman OLCAY: Osmanlı Đmparatorluğunun Çöküş Belgeleri (Mondros Bırakışması, Sevr Andlaşması, Đlgili Belgeler), Ankara, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1977, 7-30.

Page 176: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

168

Ermeniler işitilmemiş vahşetlerle topluca öldürülmüşlerdir. Savaş sırasında, Osmanlı Hükümetinin öldürme, göçürme [tehcir] ve kötü işlemden oluşan fetih sonuçları, geçmişte buna benzer yaptığı eylemlerini fersah fersah aşmıştır. 1914 yılından beri, Osmanlı Hükümeti, düzmece bir devrime dayanan geçersiz bahanelerle -erkek, kadın , çocuk – sekiz yüz bin Ermeni’yi topluca öldürerek ve iki yüz bin Rum ile iki yüz bin Ermeniyi yurtlarından göç ettirerek sürmüştür. Osmanlı Hükümeti, Türk olmayan uyruklarını yalnız yağma, saldırı ve öldürülmekten korumak konusunda kusur etmekte kalmayıp, üstelik, korumak zorunda olduğu halka karşı en vahşi saldırıları düzenlediğini açıklayan bir çok kanıtlar vardır. Bu nedenler yüzünden, Müttefik Hükümetler Türk çoğunluğunun oturmakta olmadığı toprakları Türk boyunduruğundan kurtarmağa karar vermişlerdir. Müttefik Devletler, Andlaşmanın Trakya ve Đzmir’in Osmanlı egemenliğinden ayrılmasını kapsayan maddelerinde hiçbir değişikliğe razı olamazlar. Zira, bu iki bölüm topraklarda Türkler azınlıktadır. Aynı düşünce, Suriye ile Türkiye arasında çizilen sınıra da uygulanır. Bundan dolayı, Büyük Devletler, Amerika Cumhurbaşkanının haklı ve insaflı bir biçimde saptayacağı bir sınır içinde, özgür bir Ermenistan kurulmasına ilişkin maddeleri hiçbir yönden değiştiremezler. Đzmir’e ilişkin hükümler, Đzmir’in ticaretini ve Anadolu ile olan alışverişini hiçbir bakımdan kısıtlamayacaktır. Tersine, limanın özgürlüğü Andlaşma ile güvence altına alınmış olduğundan, oradaki halk Đzmir’in arkasındaki ona bağımlı toprakların çıkış yeri olmasından pek çok yararlanacaklar, dürüst bir hükümetin yönetimi altında sözü geçen liman içerisinin gereksinmelerini her vakitten daha etkin bir biçimde karşılayacaktır.”168

Osmanlı Devleti’nin maliye işleri için denetleme kurulmasına ilişkin

hükümler, kendisini korumalık [vesayet] altına almak düşüncesinden doğmuş

değildir. Sözü geçen hükümlerin metne konulması, Osmanlı Devletini eskiden

yıkıma uğratmış olan ahlak kötülüklerinden ve vurgunculuktan kendisini

korumak ve en sonunda emperyalist akımlardan kurtarılmış olan Türk

ulusunun mutlu ve iyi bir yönetimi olan bir ulus olmasını sağlamak gibi,

büsbütün başka bir amaca yöneliktir. Müttefik devletler, Andlaşma’nın, Türk

Hükümetlerinin pek kıyıcı bir biçimde ve pek kötü yönettiği topraklardan

Osmanlı Devletinin egemenliğine son verdirdiğinin doğru olduğunu; ancak,

Türkiye’yi çok geniş ve verimli bir ülkesi olan bir ulusal hükümet [Devlet]

168 Seha L. MERAY ve Osman OLCAY: Osmanlı Đmparatorluğunun Çöküş Belgeleri (Mondros Bırakışması, Sevr Andlaşması, Đlgili Belgeler), 1977, 31 - 32.

Page 177: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

169

olarak, olduğu gibi tuttuğu, kararlaştırılan hükümlerden hiçbirinin, Türkiye’nin

yönetim biçimi iyileştirilirse, Türk ulusunun mutlu bir ulus olmasını

engelleyecek nitelikte olmadığı belirtmekte ve tehdit etmektedirler:

“Andlaşma, hatta Đstanbul’da Türklerin çoğunluk oluşturduğu şüpheli olduğu halde, sözü edilen kenti Osmanlı başkenti olmak üzere olduğu gibi tutmağa kadar varmaktadır. Sakınmalı ve sağgörülü davranışa uygun olup olmadığı düşünülmeğe değer olan bu kararı, Müttefik Devletler, Türklerin eski iktidarlarını kötüye kullanmış olmalarından dolayı çok büyük bir duraksama içinde almışlardır. Eğer Osmanlı Hükümeti, Andlaşmayı imzadan kaçınırsa ve üstelik imzadan sonra, Anadolu’da söz geçirmesini yeniden kurmak ve Andlaşmanın yürütülmesini sağlamak konusunda güçsüz bulunursa, Müttefikler, Andlaşmanın maddelerine uygun olarak, bu kararı yeniden incelemek ve bu kez Türkleri Avrupa’dan sonsuzluğa dek kovmak durumuna girebileceklerdir. Müttefik Devletler, Osmanlı Devleti’nin Andlaşma maddelerini kesinlikle kabul ettiğini ve imza niyetinde bulunduğunu bildirmek için on günlük bir süresi olduğunu Osmanlı temsilci heyetine bu yanıt belgesiyle bildirirler.”169

Eğer Andlaşma bu koşullar içinde imza edilmeyecek olursa, Müttefik

Devletler durumun gereklerine uygun gördükleri önlemleri alacaklarını da

ifade ederler.

Müttefiklerin, Osmanlı Hükümetinin düşüncelerine ültimatom

niteliğindeki bu kesin yanıtı üzerine, Barış Andlaşması tasarısına karşı nasıl

davranılacağı konusunda, 22 Temmuz 1920 Perşembe günü, Yıldız

Sarayı’nda, Padişah Sultan VI’ncı Mehmet Vahidettin’in başkanlığında bir

Yüce Kurul [Meclis-i Âli]/“Saltanat Şurası” toplanmıştır. Bu toplantıda

görüşmelerden sonra, Barış Andlaşmasının Hükümetçe imzalanmasına karar

verilmiştir170. Şura’da Bakanlar Kurulunca yapılmış olan görüşmelerin

sonucuna ilişkin 20 Temmuz 1920 tarihli tutanak okunmuştur. Bakanlar

Kurulu tutanağında, 11 Mayıs 1920 tarihinde Osmanlı Devletine önerilen

169 a.g.e., 33. 170 a.g.e., 35.

Page 178: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

170

Barış Andlaşması’nın, çökmekte olan Osmanlı Đmparatorluğu’nun

yıkıntılarından Trakya’nın bir parçası ile Anadolu’da yeni bir küçük Devlet

kurulmasını öngördüğü, Hükümetin [Devletin] bağımsızlığı bir sosyal

topluluğun yaşamının temeli olduğu halde, bu Andlaşmaya göre [Devlet]

eylemlerinde ve işlemlerinde tümüyle bağımsız bulunmadığı; en son ölçüde

kısıtlanan askerlik, yönetim, iktisat, maliye ve bayındırlık işlerinin denetim

altında işleyeceğinin gösterildiği ifade edilmektedir. Bakanlar Kurulu

tutanağında, Osmanlı Saltanatı ve Hükümeti’nin, iki olasılık karşısında

bulunduğu ileri sürülmektedir :

“Ya, Andlaşmayı içerdiği ağır ve korkunç koşullar ile kabul etmek, ya da red eylemek. Kabul edilirse, Đstanbul, Osmanlı Saltanatı ve Đslam Halifeliği [Hilafeti] başkenti olarak kalmak üzere, bilinen sınırlar içinde bir küçük Devlet olarak varlığını koruyabilecektir. Şu kadar ki, bu güçsüz Devlet varlığını kendini çevreleyen Ermeni Cumhuriyeti ve yakın zamanda kurulması pek olası bulunan Rus Đmparatorluğu ile Romanya ve Bulgaristan ve son olarak Eski Çağlardan beri hiçbir vakit bu derece genişlememiş olan Yunan Devletleri arasında ve acıklı bir durumda korumakla uğraşacak ve fakat zamanlar perdesi arkasında saklı geleceğin gizlerine bağlı kalarak, insan gücünün üstündeki sonsuz Tanrısal gücün dileklerine uygun biçimde korunmuş bulunacaktır. Andlaşma reddedilirse, şimdi Anadolu’da varolan savaş durumu Marmara havzasına da yeniden geri gelmekle, Osmanlı Saltanatına ve Osmanlı Hükümetine son verilerek ve Müttefik Devletler hükümetin yönetimini ellerine alarak, Đzmir ve Bursa illerinde olduğu gibi, başkaldıranların Anadolu’nun öteki yerlerinde de bastırılması yoluyla zaten varolan etki [nüfuz] bölgelerinin kesin istilâ biçimine dönüşmesine meydan verilmiş ve Devletin kalanının son bölünüşü savaşın geri gelmesinin doğal sonuçlarından bulunmuş olacaktır.” 171

Tutanağın devamında, başkentte ve dolaylarında binlerce subayın

savaş tutsağı sayılarak, olasılıkla uzak adalara gönderileceği ve savaşın

171 a.g.e., 36.

Page 179: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

171

yeniden geri gelmesinden başlayarak, sivil halkın beslenmesini sağlamakta

karşılaşılacak güçlüklerin, yalnız Đstanbul’da 650.000’den çok din kardeşinin

(Müslüman’ın) yaşamını tehlikeye sokacağı ve bu yıkımdan her tabakada

bulunan halkın etkileneceği ve acı çekeceği gibi, bunun Osmanlı Hanedanına

kadar yükselmesinin bile gerçekleşmesinin kesin bulunacağı belirtilmektedir.

Sadrazam Damat Ferit Paşa, daha sonra yaptığı konuşmada, önceleri güçlü,

görkemli ve ünü dünyayı sarmış olan koskoca Osmanlı Devleti’nin, on yıllık

korkunç yanlışlarla acıklı bir duruma düştüğünü, Đtilaf devletlerinin, Osmanlı

Devleti’ne önerdikleri andlaşmanın, düşünceleri ürkütecek ölçüde ağır ve

şiddetli olduğunu ifade etmekte ve şöyle devam etmektedir:

“Bugün varolma ya da yokolma sorunu karşısında bulunuyoruz. Şimdiki durumun kökeni ve nedenleriyle etkenleri, bütün ayrıntıları ve her yönüyle herkesçe bilindiğinden ve barış sorunu yirmi aydan beri herkesçe incelenmiş ve derinleştirilmiş olduğundan, burada bulunan saygı değer kişilerin kafasında oluşan kararın sonucunu bildirmek yeterlidir. Eğer yokoluşu varoluşa üstün tutan varsa, söz aldıktan sonra düşüncesini sözlü ya da yazılı olarak bildirerek, tutanağa imza etmesini dilerim. Söz istemeyenler, Devletin varoluşunu ve varlığını sürdürmesini yokolmağa üstün tutanlardan sayılacaklardır.” 172

Son olarak, andlaşmaya imza konulmasını kabul edenlerin ayağa

kalkmaları Padişahça istenildiğinde, Heyet-i Ayan başkanı Tevfik Paşa, eski

Sadrazamlardan Đzzet Paşa, eski Sadrazamlardan Ali Rıza Paşa, eski

Sadrazamlardan Salih Paşa’nın da bulunduğu Yüksek Meclis’de hazır

bulunanlar tümüyle ayağa kalkmışlar, yalnız Topçu Tümgenerali [Feriki] Rıza

paşa çekimser olduğunu söylemiş ve Meclis sona ermiştir173.

172 a.g.e., 38. 173 Bkz. Seha L. MERAY ve Osman OLCAY: Osmanlı Đmparatorluğunun Çöküş Belgeleri (Mondros Bırakışması, Sevr Andlaşması, Đlgili Belgeler), 39.

Page 180: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

172

Osmanlı temsilci heyeti üyeleriyle Müttefik Devletler temsilcileri

arasında, 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Antlaşması’na göre, Đstanbul

Türkler’de bırakılmıştır; ama, Türkiye, özellikle soy, din ve dil azınlıklarının

haklarına dürüst bir biçimde saygı göstermekte kusur ederse, Đtilaf Devletleri,

bu durumu değiştirebileceklerdir.

Fırat’ın doğusunda, ileride saptanacak Ermenistan’ın güney sınırının

güneyinde ve saptanan Suriye ve Irak ile Türkiye sınırının kuzeyinde,

Kürtlerin sayıca üstün bulunduğu bölgelerin yerel özerkliği oluşturulacaktır.

Süryanî – Geldanîler ile, bu bölgelerin içindeki öteki etnik ve dinsel

azınlıkların korunmasına ilişkin tam güvenceler de sağlanacaktır.

Andlaşmanın yürürlüğe konuşundan bir yıl sonra, belirtilen bölgelerdeki

Kürtler, bu bölgelerdeki nüfusun çoğunluğunun Türkiye’den bağımsız olmak

istediğini kanıtlamaları durumunda bağımsız olacaklardır. Kürdistan’ın

şimdiye dek Musul ilinde [Vilâyetinde] kalmış kesiminde oturan Kürtlerin, bu

bağımsız Kürt Devletine kendi istekleriyle katılmalarına, Başlıca Đtilaf

Devletlerince hiçbir karşı çıkışta bulunulmayacaktır.

Đzmir kenti ve çevresindeki topraklar Osmanlı egemenliği altında

kalmakla birlikte, Türkiye, Đzmir kenti ile sözü edilen topraklar üzerindeki

egemenlik haklarının kullanımını Yunanistan’a aktarmaktadır. Soy, dil ve din

azınlıklarını da içeren ve halkın bütün kesimlerinin oransal temsilini

sağlayacak nitelikte bir seçim sistemiyle, yerel bir Parlamento kurulmakta,

Andlaşmanın yürürlüğe girişinden beş yıllık bir süre geçtikten sonra, yerel

Parlamento, oy çokluğuna dayanan bir kararla, Yunanistan Krallığına

bağlanmasını isteyebilecek ve nihayetinde Türkiye’nin egemenlik hakkı sona

erecektir.

Page 181: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

173

Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis Đllerinde [Vilâyetlerinde], Türkiye ile

Ermenistan arasındaki sınırın saptanması işinin Amerika Birleşik Devletleri

Başkanının hakemliğine sunulması kabul edilmekte, sözü geçen Đller

[Vilâyetler] topraklarının tümünün ya da bir kesiminin Ermenistan’a

aktarılmasına karar verilecek olursa, Türkiye, aktarılan toprak üzerindeki

bütün haklarından ve sıfatlarından, vazgeçmeyi peşinen kabul etmektedir.

Osmanlıdan koparılan Suriye ile Mezopotamya’da manda yönetimleri

kurulmaktadır. Türkiye’deki mevcut adalet konularındaki Kapitülasyonlar

rejiminin yerini alacak bir adalet reformu tasarısı hazırlamak için bir Komisyon

kurulması kararlaştırılmakta ve bu Komisyonun, Osmanlı Hükümetiyle

danıştıktan sonra, ya karma ya da birleştirilmiş bir adalet rejiminin

benimsenmesini öğütleyeceği ifade edilmektedir. Komisyonun hazırlayacağı

tasarıyı, Başlıca Đtilaf Devletleri kabul eder etmez, Osmanlı Hükümetine

bildirecekleri ve Osmanlı Hükümeti’nin de yeni rejimi kabul etmeği şimdiden

yükümlendiği belirtilmektedir.

Bütün Osmanlı uyrukları, yasa önünde eşit olacaklar ve soy, dil ya da

din ayrılığı gözetilmesizin aynı yurttaşlık [medenî] haklarıyla siyasal

haklardan yararlanacaklardır. Din, inanç ya da mezhep ayrılığı, hiçbir

Osmanlı uyruğunun yurttaşlık haklarıyla [medenî haklarıyla] siyasal

haklardan yararlanmasına, özellikle kamu hizmetlerine ve görevlerine kabul

edilme, yükseltilme, onurlanma ya da çeşitli mesleklerde ve iş kollarında

çalışma bakımından, bir engel sayılmayacaktır. Ayrıca, Osmanlı Hükümeti,

Andlaşmanın yürürlüğe girmesinden başlayarak iki yıllık bir süre içinde, Đtilaf

Devletlerine, soy azınlıklarının orantılı temsili ilkesine dayalı bir seçim sistemi

düzenlenmesi tasarısı sunacaktır. Herhangi bir Osmanlı uyruğunun, gerek

özel gerekse ticaret ilişkilerinde, din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla

açık toplantılarında, dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama

Page 182: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

174

konulmayacaktır. Türkçeden başka bir dil konuşan Osmanlı uyruklarına,

mahkemelerde, ister sözlü ister yazılı olsun, kendi dillerini kullanabilmeleri

bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır, denilmektedir.

Soy, din ya da dil azınlıklarından olan Osmanlı uyrukları, hem hukuk

bakımından hem de uygulamada, öteki Osmanlı uyruklarıyla aynı işlemlerden

ve aynı güvencelerden yararlanacaklardır. Bunların, özellikle, bağımsız

olarak ve Osmanlı makamları hiçbir biçimde karışmaksızın, giderlerini

kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ya da sosyal

kurumlar, ilk, orta ve yüksek okullarla, başka her çeşit öğretim kurumları –

buralarda kendi dillerini özgürce kullanmak ve kendi dillerini özgürce

uygulamak hakkına da sahip olarak – kurmak, yönetmek ve denetlemek

konularında eşit hakka sahip olacaklardır.

Hıristiyan ya da Yahudi dininden Osmanlı uyruklarının önemli oranda

oturdukları kentlerde ve bölgelerde, Osmanlı Hükümeti, bu Osmanlı

uyruklarının inançlarına ya da dinsel uygulamalarına bir saldırı sayılabilecek

herhangi bir eylemi yapmağa zorlanmamalarını, ve hafta tatili günlerinde

mahkemelerde hazır bulunmamaları ya da yasal bir işlemi yerine

getirmemeleri yüzünden, haklarını hiçbir biçimde yitirmemelerini yükümlenir.

Bununla birlikte, bu hüküm, bu Hıristiyan ya da Yahudi Osmanlı uyruklarını,

kamu düzeninin korunması için, bütün öteki Osmanlı uyruklarına yükletilen

yükümlülükler dışında tutar anlamına gelmeyecektir.

Osmanlı Hükümeti, 1 Ağustos 1914 tarihinde Osmanlı

Đmparatorluğu’nun parçası bulunan herhangi bir toprak üzerinde, savaş

durumu sırasında işlenen topluca öldürmelerden sorumlu olan Đtilaf

Devletlerince istenen kişileri kendilerine teslim etmeyi yükümlenmektedir.

Müttefik Devletler, bu nedenle suçlanan kişileri yargılamakla

Page 183: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

175

görevlendirilecek mahkemeyi göstermek hakkını saklı tutarlar ve Osmanlı

Hükümeti bu Mahkemeyi tanımayı yükümlenir. Uygun bir süre içinde, Milletler

Cemiyeti, sözü edilen topluca öldürmeleri yargılamaya yetkili bir mahkeme

kurarsa, Müttefik Devletler, sözü geçen sanıkları bu mahkemeye vermek

haklarını saklı tutarlar ve Osmanlı Hükümeti bu mahkemeyi tanımayı da

yükümlenmektedir.

Türkiye’ye bir ölçüde destek olmak ve yardımda bulunmak istediklerini

ifade eden Đtilaf Devletleri, Osmanlı Hükümetiyle, danışma oyu bulunacak bir

Osmanlı Komiserinin de katılacağı ve başlıca ilgili Müttefik Devletler olan

Fransa, Britanya Đmparatorluğu ve Đtalya’nın birer temsilcisinin bulunacağı, bir

Maliye Komisyonu kurulmasını kararlaştırmışlardır. Maliye Komisyonu,

Türkiye’nin kaynaklarını korumak ve arttırmak için uygun göreceği önlemleri

alacaktır. Maliye Bakanınca, her yıl, Osmanlı Parlamentosuna sunulacak

bütçe, ilk önce Maliye Komisyonuna sunulacak ve Komisyonca uygun

bulunan biçimde Parlamento’ya sunulacaktır. Parlamento’nun getireceği

hiçbir değişiklik, Maliye Komisyonunun uygun bulması alınmadıkça, yürürlüğe

giremeyecektir. Maliye Komisyonu, Türkiye’nin bütçeleriyle malî yasalarının

ve yönetmeliklerin uygulanmasını denetleyecektir. Bu denetleme, Maliye

Komisyonunun doğrudan doğruya buyruğu altında bulunarak ve üyeleri bu

Komisyonun uygun bulmasıyla atanabilecek olan Osmanlı Maliye Müfettişliği

aracılığıyla yapılacaktır. Osmanlı Hükümeti, bu müfettişlere, görevlerini

yapabilmeleri için gerekli bütün kolaylıkları sağlamayı ve Hükümetin maliye

hizmetlerinde çalışan yetersiz görevlilere ilişkin olarak Maliye Komisyonunun

önerebileceği önlemleri almayı yükümlenmektedir. Maliye Komisyonu, ayrıca,

Osmanlı Devlet Borcu [Düyun-u Umumiye] Konseyi ve Đmparatorluk Osmanlı

Bankası ile anlaşmış olarak, Türkiye’de para sürümünü düzenlemekle ve,

Page 184: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

176

uygun ve hakgözetir görülecek bütün yollarla, bunu sağlıklı bir duruma

sokmakla da görevli olacaktır.

Osmanlı Hükümeti, Maliye Komisyonunun izni olmadıkça, hiçbir iç ya da

dış borçlanmaya girişmemeyi yükümlenmektedir.

Andlaşmalardan, sözleşmelerden ve yapılagelişlerden [teamüllerden]

doğan Kapitülasyonlar rejimi, 1 Ağustos 1914’den önce, bu rejimden

doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak yararlanan Müttefik Devletler yararına

yeniden kurulmakta ve 1 Ağustos 1914’de bu rejimden yararlanmayan

Müttefik Devletler yararına da genişletilmektedir174.

Bu andlaşma ulusalcılar için iç düşmanlar ve dış düşmanların işbirliği

halinde Türkleri yok etmesi, Rumeli’den sonra Anadolu’nun da kaybedilmesi,

Türklerin vatansız kalmasından başka bir şey değildi. Günümüz Türkiye’sinde

sıkça dile getirilen ölü doğmuş olan Sevr Andlaşması’nın hortlatılmaya,

Sevr’in yerini almış olan Lozan Andlaşması’nın değiştirilmeye çalışıldığı,

yabancıların Anadolu’yu parçalama emellerinden vazgeçmedikleri şeklindeki

algılamaların bir başka şekilde 1920’li yıllarda da var olması dikkat çekicidir.

Dönemin genç subaylarından Tevfik Bıyıklıoğlu,

“Birinci dünya harbinde, Osmanlı Đmparatorluğu’nun müttefikleriyle beraber yenilmesi üzerine, Batılı müttefiklerin, bilhassa Đngiltere’nin Mondros mütarekesi ve Sevr andlaşmasıyla yapmak istedikleri gözönüne getirilince,1829‘da ileri sürülen fikirlerden hiçbir şeyin unutulmamış olduğu

174 Sevr Andlaşması’nın maddeleri için Bkz. Seha L. MERAY ve Osman OLCAY: Osmanlı Đmparatorluğunun Çöküş Belgeleri (Mondros Bırakışması, Sevr Andlaşması, Đlgili Belgeler), Ankara, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1977, 45 -185.

Page 185: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

177

ve aynı projenin, harfi harfine uygulanmak istenildiği esefle görülür.” 175

demektedir. Yani, o zamanda Osmanlı devleti parçalanmak istenmektedir.

Atatürk’ün açtığı Millî Mücadele muvaffak olmasaydı 1829’da yapılamayan,

bütün bu korkunç ihtimallerin Mondros mütarekesinin neticesinde

gerçekleşeceğinden hiç şüphe edilmemelidir176.

C - DIŞ GÜÇLER ve ĐSTANBUL HÜKÜMETLERĐ’NĐN ÇIKARDIĞI

ĐSYANLAR

Ulusalcılar, Đsmet Đnönü’ye göre askeri bakımdan iki cephe karşısında

bulunuyordu: Đç cephe ve dış cephe. Đç cepheyi, içerideki isyanlar açmıştı.

Daha meclis açılmadan önce, birçok yerde zaman zaman isyanlar olmuştu.

Meclis açıldığı günlerde bu isyanlar büyük ölçüde yayılmaya başladı.

Dış cephe hasım devletlerle olan münasebetlerden dolayı kurulmuş

bulunan askeri cephedir. Batıda Yunanlılarla, güneyde Fransızlarla

muharebeler devam etmekteydi. Doğuda henüz muharebe şeklini almış bir

hareket yoktu. Fakat Ermeni sarkıntılıkları devam ediyordu177. Ayrıca bir de

Mustafa Kemal’in siyasal muhaliflerinden bahsetmek mümkündür.

23 Nisan 1920’de Ankara’da ulusal meclisin toplanmasına ve daha

sonra da Ankara hükümetinin kurulmasına karşı çıkan ve ulusal hükümetin

doğmasını padişaha karşı isyan olarak niteleyen gruplarca, Đstanbul

175 BIYIKLIOĞLU: Trakya’da Milî Mücadele, Cilt:1, 7. 176 a.g.e., 7. 177 ĐNÖNÜ: Hatıralar, 1. Kitap, 198.

Page 186: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

178

Hükümetinin desteğiyle çıkarılan iç ayaklanmalar yanında bağımsız bir

Kürdistan kurmak amacıyla dış destekle ortaya çıkan ayaklanmalar da vardı.

Đç isyanlar içerisinde belki de en önemlisi Anadolu’nun oldukça geniş bir

coğrafyasında yaşayan Rumlarca çıkarılan isyanlardı.

Anzavur, Bolu, Hendek Düzce, Yozgat, Konya ayaklanmaları,

TBMM’nin kurulmasını ve ulusal hükümetin oluşturulmasını padişaha karşı

isyan olarak görenlerce çıkarılmıştı. Bu isyanlar daha sonra TBMM’nin aldığı

sert önlemlerle bastırılacaklardır. Milli Aşireti (1 Haziran-8 Eylül 1920),

Koçgiri (6 Mart-17 Haziran) ayaklanmaları, Bağımsız Kürt devleti kurmak

amacıyla dış destekle çıkan ayaklanmalardı. Ulusalcılar, bir isyanla

uğraşırken bir başka yerde bir başka isyan patlak veriyordu veya bastırılan

bir isyanın tekrarı yaşanabiliyordu. Örneğin Yozgat isyanı bastırılmaya

çalışılırken, Viranşehir’de Milli Aşireti isyan etmişti. Doğuda bulunan

kıtalardan oluşturulan kuvvetle, isyan eden aşiret takip edilecek ve Suriye’ye

kaçmaya mecbur olacaktır. Đnönü,

“Bir müddet sonra kalabalık bir heyet halinde geldiler ve teslim olmak için geldiklerini söylediler. Kabul ettik, kendilerini serbest bıraktık, yerlerine gittiler. Eskiden beri âdetleri, huyları bu. Yeni bir isyan için hazırlanmaya fırsat buldular, tekrar isyan ettiler. Büyük Millet Meclisine karşı harekete geçtiklerini ilan ederek Dersim ve Elazığ’a kadar, bu bölgedeki bütün aşiretlerin başı olmak iddiası ile yeni bir isyan çıkardılar. Biz tekrar takip ettik. Bu sefer kaçtılar, Suriye’ye sığındılar ve bir daha gelmediler.” 178

demektedir. Atatürk’ün Söylev’deki ifadesiyle Pontus / Rum sorunu ise

ulusalcıları çok uğraştırmıştı. Bütün Karadeniz kıyılarındaki Müslüman

olmayanlar ayaklanmış, Pontus devletini kurmaya kıyam etmişlerdir.

178 a.g.e., s.208.

Page 187: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

179

Saray, Bab-ı âli, Hürriyet ve Đtilâf gazeteleri Anadolu direnişinin barış

şartlarını ağırlaştırmaktan başka bir şeye yaramıyacağını yazmaktadırlar.

Millî kuvvetler, “haydut çeteleri” olarak adlandırılmaktadır179.

Oysa bu “Kuvayi Milliye Çeteleri” Yunan tehlikesi ile batıda, Ermeni

tehlikesi ile güneyde, Pontus tehlikesi ile Karadeniz bölgesinde kendini

göstermiştir. Kuvayi Milliye’yi oluşturan ve direnişi sürdüren Millî çeteler daha

sonra düzenli ordular haline getirilmiştir. Đnönü savaşları, çete devrinden

çıkan Anadolu düzenli ordusu ile ilk kazanılan zaferlerdir. Bu iki zaferin

arkasından Sakarya, onun arkasında da Afyon ve Dumlupınar gelir. Sakarya,

Afyon ve Dumlupınar, sadece, yüksek bilgili sanatçı komutanların emri

altındaki düzenli ordular tarafından başarılabilecek tarihî savaşlardır. Gerilla

işleri değildir180. Esasen kumanda heyetleri, subaylar, Birinci Dünya

Savaşı’ndan çıkmış olan kadrodur. Onun için, muharebeleri, vaziyete hâkim

olarak idare etmektedirler181.

Bir ara Pontus Rum çeteleri altı yedi binden yirmi beş bine yükselmiştir.

Bunlara karşı koymak içinde Kel Oğlan veya Topal Osman gibi halk

kahramanları çıkmıştır. Topal Osman beş on kişi ile harekete geçmişti. Bir

Türk evine karşı üç Rum evi yakmak, mezarını kendine kazdırıp diri diri adam

gömmek, vapur kazanına kömür yerine canlı adam atmak gibi zulüm ve

işkenceleri ile tanınmıştır182. Sonunda, Falih Rıfkı Atay’a göre Pontus

rumluğunu iyice yıldırmıştır.

1921’den itibaren Sivas’ta konuşlanan Merkez Ordusu, Rum çetecilerle

mücadeleye başladı. Merkez Ordusu giriştiği tenkil harekâtı sonucunda

179 Bkz. ATAY, 218. 180 ATAY, 310. 181 ĐNÖNÜ: Hatıralar, 1. Kitap, 261. 182 ATAY, 259.

Page 188: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

180

10.886 çeteciyi, kısmen sığınmaları ve kısmen affedilmeleri suretiyle,

zararsız hale getirdi. Çarpışmalar sırasında ise 11.188 çeteci öldürüldü183.

Rumların, isyanlarla bir taraftan da Batı Anadolu’daki Yunan ilerleyişini

kolaylaştırmak gibi bir amaçları bulunmaktadır. Yusuf Hikmet Bayur,

“Đki aydan fazla süren Kütahya- Eskişehir ve Sakarya muharebeler silsilesi ile aynı zamanda hatta onlardan biraz evvel başlamak ve binaenaleyh üzerlerine celbettikleri kuvvetler sayesinde cepheyi zayıflatarak Yunan ordusunun işini kolaylaştırmaya çalışmak suretiyle Karadeniz sahillerimizdeki Rumların müsellâh isyanları olmuş ve istiklal mahkemesince yapılan tahkikat neticesinde hadisenin düşmanlarımızla müştereken tertip edildiği ve bir maksadın da o havalide tıpkı Đzmir’de olduğu gibi Türk ekseriyetini Rum ekalliyete tâbi kılacak bir tarzın tatbiki olduğu anlaşılmıştır.” 184

demektedir. Rumların katliamkâr ve tecavüzkâr olayları, yaklaşık dört sene

sürecek ve ancak 6 Şubat 1923’te bastırılabilecektir185.

Meclisin açıldıktan sonraki dönemde Mustafa Kemal’in başında Enver

de bir derttir. Đstanbul’dan kaçtığı vakit kendi yerine Mustafa Kemal’i Harbiye

Nazırlığı/Bakanlığı için salık veren Enver, şimdi Anadolu’daki millî kurtuluş

savaşının lideri olmak hırsındadır. Mustafa Kemal’i, hâlâ, başkumandan iken

emri altındaki ordu kumandanı gibi görmektedir.

Bir yandan Đstanbul hükümeti ve Đngilizler Anadolu hareketine Đttihatçı

damgasını vurmaktadır. Mustafa Kemal ve arkadaşları da bu tehlikeli

183 Bkz. Đsmet GÖRGÜLÜ: On Yıllık Harbin Kadrosu 1912 – 1922, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1993, 315.

184 Bkz. Yusuf Hikmet BAYUR: Türkiye Devletinin Dış Siyasası, 2. Baskı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1995, 102-103

185 Đsmet GÖRGÜLÜ: On Yıllık Harbin Kadrosu 1912 – 1922, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1993, 315.

Page 189: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

181

isnaddan kurtulmaya çalışmaktadır. Enver yalnız Đttihatçılığın değil, girdikten

çıkıncaya kadar, bütün savaş sorumluluklarının sembolüdür186.

Mustafa Kemal, ulusal mücedeleyi sonuca ulaştırabilmek için

dostluğundan geniş ölçüde yararlanacağı, para, silâh ve cephane yardımı

alabileceği bir devletin yardımına ihtiyaç duymaktadır. O devlet 1917’de bir

devrim yaşamış olan Türklerin geleneksel düşmanı Çarlık Rusyası’nın ardılı

Sovyet Rusya olacaktır. Mustafa Kemal, bu yardımı talep ederken Sovyet

Rusya’nın da Çarlık Rusya’sı gibi emperyalist olduğuna tamamen

inanmaktadır. Fakat Ruslar’la birleştiği önemli bir nokta vardır. Bu nokta her

ikisinin de bu dönemde ortak bir düşmanla mücadele etmekte oluşlarıdır. Bu

durumda, Ruslar’ı rejimlerine taraftar gözükmekle hattâ bu rejimi kabul ettiğini

ilân etmekle aldatmak, bu yardımı temin etmek, diğer taraftan Dünya

Savaşı’nın gâliplerini, bolşevikliğin Anadolu’ya sirayet ettiğini göstererek

korkutmak, bu sûretle de kendi fikir ve amaçlarına ulaşmak, şeklinde bir

politika oluşturulmuştur.

Ankara’da Türkiye Komünist Partisi, Türkiye Đştirakiyyun Fırkası,

Türkiye Yeşilordu Teşkilâtı adı altında bir takım teşekküller meydana

getirilmiş ve bunlara da bir çok milletvekilinin/mebusun katılımı teşvik

edilmiştir. Ayrıca, Millî Hükûmet’in Đçişleri Bakanlığı resmî bir tebliğ ile,

hükûmetin komünistlik teşkilâtını kurduğunu Dünya’ya ilân etmişti. Bu sayede

özellikle doğuda Ermeniler’e karşı giriştiği kanlı savaşlarda gereksinim

duyulan silâh ve cephane temin edilerek Kâzım Karabekir ve Halid Paşa’ların

emrindeki kuvvetlerin ateş üstünlüğü sağlanabilmişti187.

186 ATAY, 277. 187 Bkz. Hüsamettin ERTÜRK: Đki Devrin Perde Arkası, 475-476.

Page 190: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

182

Mustafa Kemal Paşa’nın plânına karşı Ruslar da Ankara ve

Eskişehir’de gerçek komünistliği yürütmek için gizli iki teşekkül kurmuşlardı.

Bazı vilayetlerde bir takım şubeler açarak Türkiye’yi gerçek komünistliğin

kucağına atmak amacını güdüyorlardı.

Bu hareketlerinden Mustafa Kemal Paşa haberdar edilince harekete

geçerek bir takım önlemler aldı. Bu sırada ulusal ordu, Altıntaş Cephesi’nde

Yunan taarruzu karşısında geri çekilmeğe başlamıştı. Meclis’te kaynaşmalar

oluyordu. Bir kısım milletvekilleri/mebuslar Enver Paşa ile Đttihat ve

Terakki’nin rical – i sâbıkasını iktidara getirmeğe kalkmış ve aralarında gizli

anlaşmalara koyulmuştu. Mustafa Kemal Paşa, bu hareketlerden de

haberdar edilince gizli olarak açılmış bulunan komünistlerin Ankara ve

Eskişehir merkezlerini kapattırdı, ve Türkiye Komünist Partisi, Türkiye

Đştirâkiyyun Fırkası ve Yeşilordu Teşekkülleri’ni ortadan kaldırdı. Enver

Paşa’nın Anadolu’ya gelmesine izin vermediği gibi Đttihat ve Terakki’nin

Anadolu’ya gelmiş bulunan mühim elemanlarını da yurd dışına çıkardı188.

Hüsamettin Ertürk, yıllar sonra Fevzi Paşa ile Çankaya’daki köşkünde

görüşürken aralarında geçen aşağıdaki konuşmayı aktarmaktadır:

“Paşa, ‘Hüsameddin!..’ demişti; ‘eğer o zamanlar Enver Paşa Anadolu’ya gelmiş ve Büyük Millet Meclisi’ndeki taraftarları ile birleşmiş olsaydı, ben bu memleketin bir köşesine çekilerek sonuna kadar O’nun iktidara gelmemesi için çarpışırdım!..’ Ben de Paşa’ya: ‘ Peki amma Mareşalim! Sovyet Rusya ile anlaşmağa lüzum var mıydı, bu derece sıkı bir işbirliği tehlikeli değil miydi?!.’ deyince Paşa: ‘ Tehlikeli idi, fakat Mustafa Kemal’in hareketi pek mükemmeldi. Zira Ruslar bize yardımı bahane ederek Anadolu’ya Kızılordu’dan bir takım kolordular sokacaklar, müşterek düşmana karşı dövüşüyoruz bahanesiyle

188 Bkz. ERTÜRK, 476-477.

Page 191: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

183

maazallah memleketi işgal ve istilâ edeceklerdi. Dostça içeri giren bu düşmanı, bağrımızdan çıkarmak belki de mümkün olmıyacaktı. Lenin’in itimadına mazhar olan Mustafa Suphi Bey’de, komünist Türkiye’nin Cumhurreisi olacaktı. O’nun komünist zabitlerle Trabzon’a kadar bir heyet halinde geldiğini pek iyi bilirsin. Onlar Ankara’ya gelecek ve Moskova’nın emriyle Büyük Millet Meclisi’ni dağıtarak sözde yeni bir intihabla komünistliği bu memlekette devamlı olarak kuracaklardı. Mustafa Kemal Paşa’nın meziyeti, bir işe ne zaman başlanacağını, nasıl yürütüleceğini ve ne zaman o işe son verileceğini bilmesindeki emsalsiz kabiliyeti idi. O, bu işe tam zamanında darbeyi indirmişti!..’ diye buyurmuşlardı.” 189

Moskova’daki Türk komünistlerinin başı Mustafa Suphi idi. Daha

1918’de partiyi kurmuş, Stalin’in güvenini kazanarak “Yeni Dünya” gazetesini

çıkarmıştı. Bolşevikler Azerbaycan’ı alınca o da parti merkezini Bakü’ye

götürmüş, oradan vatanlarına dönecek Türk esirlerine komünist eğitimi

vermiştir. Onun çabası ile 14 Temmuz 1920’de Ankara’da üçüncü

enternasyonalin merkezi kurulmuştur. Türk komünistleri daha ilk “ Doğu

Milletleri Birinci Kongresi’nde Mustafa Kemal’i karşılarına almışlardır190.

Falih Rıfkı Atay, Mustafa Suphi ve on yedi arkadaşının Yahya kaptanla

adamları tarafından bir takaya bindirilerek denize atıldıkları bilgisini

vermektedir191. Hüsamettin Ertürk’ün aşağıdaki anlatımı Mustafa Kemal ve

arkadaşlarının ulusal mücadeleyi sonuca ulaştırmak için yürütmüş oldukları

derin politikaları hakkında fikir vermektedir:

189 ERTÜRK, 477. 190 ATAY, 279. 191 a.g.e., 282. “Mustafa Suphi ve arkadaşlarının bilâhare ne oldukları öğrenilememişti. Rusya‘ya güvenmenin ve O’na bel bağlamanın cezasını Mustafa Suphi’de diğerleri gibi herhalde çekmiş olacaktı.” diyen Hüsamettin Ertürk’ün kitabının dipnotunda ise aşağıdaki açıklama yer almaktadır: “Mustafa Suphi’nin âkıbeti meçhul değil, bellidir. M. Kemal’in emriyle Trabzon’da Kayıkçılar Kâhyası Yahya Kaptan tarafından denize demirlenip boğdurulmuştur. Bir istihbaratçının bunu bilmemesi imkânsızdır. Fakat müellif dâima M. Kemal’i korumak istediğinden işine gelmiyen gerçekleri setretmektedir. Halbuki Yahya Kaptan da bilâhare başka bir sûrette M.Kemal tarafından öldürtülmüştür.” Bkz. Hüsamettin ERTÜRK: Đki Devrin Perde Arkası, Haz. Samih Nafiz TANSU, Birinci Basım, Đstanbul, Sebil Yayınevi, 1996, 481.

Page 192: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

184

“Çok defa müsâade ve müsâmaha edilmiş görülen bazı işler vardır ki; günün birinde o mesele hakkında birdenbire tahkikat açılması, haklarında muâmele ifası bir zarûret olur ve o zaman da yürüyen resmî işi kimsenin durdurmağa, ne kudreti ve ne de cesareti yeter. Ankara ve Eskişehir’de kurulup faaliyete geçen ve mebuslardan da bir kısım azası bulunan, Moskova’dan para alan ve Mustafa Kemal Paşa’nın muvafakati olduğu kulaktan kulağa söylenen “ Türkiye Komünist Partisi” günün birinde Đstiklâl Mahkemesi huzuruna getirilmiş ve buraya dahil olanlar hakkında tahkikat ve mûamele icrasına başlanmıştı. Đşler bir defa da bu yola girince onun önüne geçmeğe imkân kalmamıştı. Hakikatte onlar hakkında derhal takibat icrasına karar veren bizzat Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa idi.” 192

D–ULUSALCILAR’IN DIŞ ve ĐÇ DÜŞMANLARINDAN KURTULMASI

1- Ulusalcılar’ın Dış Düşmanlarından Kurtulması

Đtilâf devletleri I. ve II.Đnönü zaferleri sonrasında, Türk – Yunan

mücadelesinin gelişmesi karşısında seyirci kalmayı daha uygun bulurlar.

Fransa ve Đtalya’nın yanı sıra Đngiltere’de, savaşa sürüklenmemek için,

gittikçe Yunanistan’dan sıyrılmak zorunda kalır. Đstanbul’daki Đngiliz, Fransız

ve Đtalyan komiserleri Đtilaf işgal kuvvetlerinin tarafsızlığını ve bu kuvvetler

tarafından işgal edilen bölgenin tarafsız bölge olduğunu, 18 Mayıs 1921’de,

ilân ederler193. Bundan sonraki dönemde mücadele Türk – Yunan savaşı

görünümünde devam eder. Nihayetinde Türk ordusu, 22 Ağustos 1922’de

başlayan Büyük Taarruzu neticesinde 9 Eylül’de, Yunan ordusunu bozguna

uğratarak Đzmir’e ulaşır. Falih Rıfkı Atay’ın aşağıdaki sözleri Đzmir’in tekrar

Türk ordusunun eline geçmesinin ve Yunan ordusunun Anadolu

192 ERTÜRK, 483. 193 Bkz. BIYIKLIOĞLU: Trakya’da Milî Mücadele, Cilt:1, 411.

Page 193: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

185

topraklarından atılmasının yaratmış olduğu psikolojik etkiyi anlatması

bakımından önemlidir:

“Yunan ordusunu yoketmişiz ve Đzmir’e iniyormuşuz Ben, ömrümde hiçbir edebiyat eserinde, ordulara ilk hedeflerinin Akdeniz olduğunu bildiren günlük emri okurken duyduğum zevki duymadım. Bu, bütün heyecanların üstünde bir heyecan veren, bütün şiirlerin üstünde bir şiirdi. Ne olmuştuk, biliyor musunuz? Kurtulmuştuk.” 194

“Gâvur Đzmir” karanlıkta alev alev, gündüz tüte tüte yanıp bitmiştir,

diyen Falih Rıfkı Atay, Đzmir yangınından, o zaman Ermeni kundakçılarının

sorumlu tutulduğunu, ancak, birinci ordu Komutanı Nureddin Paşa’nın da

yangında hayli marifeti olduğunu söyleyenlerin de bulunduğunu ifade

etmektedir. Bildiklerinin doğrusunu yazmaya karar verdiğini söyleyen Falih

Rıfkı Atay, aşağıdaki değerlendirmeyi yapmaktadır:

“Đzmir’i niçin yakıyorduk? Kordon konakları, oteller ve gazinolar kalırsa, azınlıklardan kurtulamayacağımızdan mı korkuyorduk? Birinci Dünya Harbine Ermeniler tehcir olunduğu vakit, Anadolu şehir ve kasabalarının oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa, gene bu korku ile yakmıştık. Bu kuru kuruya tahripçilik hissinden gelme bir şey değildir. Bunda bir aşağılık duygusunun da etkisi var. Bir Avrupa parçasına benzeyen her köşe, sanki hıristiyan veya yabancı olmak, mutlak bizim olmamak kaderinde idi. Bir harb daha olsa da yenilmiş olsak, Đzmir’i arsalar halinde bırakmış olmak, şehrin Türklüğünü korumaya kâfi gelecek miydi? Koyu bir mutaassıp, öfkelendirici bir demagog olarak tanımış olduğum Nureddin Paşa olmasaydı, bu facianın sonuna kadar devam etmeyeceğini sanıyordum. Nureddin Paşa, tâ Afyon’dan beri Yunanlıların yakıp kül ettiği Türk kasabalarının enkazını ve ağlayıp çırpınan halkını görerek gelen subayların ve neferlerin affetmez hınç ve intikam hislerinden de şüphesiz kuvvet almakta idi.’ ”195

1922’de Türkiye’nin batısında Yunan cephesinin çökmesiyle beraber ve

Yunan ordusunun bir taraftan Bursa-Mudanya öte taraftan Izmir-Çeşme

194 ATAY, 339. 195 a.g.e., 351-352.

Page 194: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

186

yönüne doğru geri çekilmeye başlamasıyla, civardaki köy, kasaba ve

şehirlerdeki yüz binlerce sivil Rum da, Yunan ordusu gittikten sonra, Türklerin

artık kendilerini buralarda yaşatmayacakları korkusu ile limanlara doğru

göçmeye başlamıştı. Sağ olarak Marmara ve Ege limanlarına ulaşabilenler

buldukları teknelerle 1922 yılının Eylül ve Ekim aylarında Türkiye’yi terk

ederek Yunanistan’a sığınmışlardı.

Đşler Patrikhane ve Yunan ordusuyla işbirliği yapan Rumlar için tersine

dönmüş, güvendikleri ordu üst üste aldığı yenilgiler üzerine Đzmir üzerinden

kaçmaya başlamıştır. Đzmir Metropoliti Hırisostomos Đzmir'in Türk ordusunca

geri alındığı 9 Eylül 1922 günü linç edilir; kolluk kuvvetleri linç girişiminde

bulunanları engellemez196.

Mudanya Mütarekesi’nden sonra Ekim 1922’de Yunan ordusunun

onbeş gün içinde Doğu Trakya’yı boşaltması işlemi başlayınca, aynı panik

orada da yaşanmış ve Trakya’nın tüm Rum halkı Yunan ordusuyla Meriç

Nehri’nin batı yakasına geçmiştir. Böylece birkaç gün gibi çok kısa bir süre

içinde bir milyondan fazla Rum’un Türkiye’yi terk ederek perişan bir halde

Yunanistan’a sığındığı gerçeği ortaya çıkmaktadır. Yunanistan ise, bu

insanlara yer bulabilmek için ülkesinde yaşayan Türklerden kurtulmanın

arayışı içine girdi197.

196 MACAR, s.82. 197 Orhan TÜRKER: “Türkiye ile Yunanistan Arasındaki Ahali Mübadelesinin 75. Yılı”, Tarih

ve Toplum, c. 29, No. 172 (Nisan 1988), 35.

Page 195: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

187

2 – Ulusalcıların Đç Düşmanları’ndan Kurtulması

a – Azınlıklar

Ulusal/Milli Mücadele önderleri, I. Dünya Savaşı sırasındaki

uygulamaları yüzünden gerek Đtilaf devletlerinin gerekse de onların

desteklediği Đstanbul’daki Đttihat ve Terakki karşıtı Osmanlı hükümetlerinin,

her türlü kötülüğün sorumlusu olarak ötekileştirdikleri Đttihatçıların devamı

oldukları ve Hıristiyanlara karşı öldürme, göç ettirme gibi benzer eylemleri

planladıkları şeklindeki suçlamalarına maruz kalmışlardır. Özellikle Anadolu

hareketinin karşıtları, M. Kemal ve arkadaşlarının eski Đttihatçı oldukları ve

Anadolu’da Hıristiyanlara yönelik yeni katliamlar planladıkları yolunda yoğun

propaganda yapmışlardır. Buna karşı Đttihatçı olunmadığı ve Hıristiyanlara

karşı iyi davranmanın bu hareketin temeli olduğu yolunda açıklamalar tüm bir

dönem boyunca sürekli tekrarlanmıştır198. Fransızların Klikya’yı işgali

sırasında Ermeni askerlerini kullanması ve Ermenileri silahlandırması ile

köylerin tahribi, kadınlara tecavüz edilmesi halkı ayaklandırmış, oluşan savaş

ortamında Fransızlar Urfa ve Maraş’tan çekilmek zorunda kalmışlardır.

Türklerin de misilleme yaparak köyleri yıktığı, Ermenileri öldürdüğü haberleri

yayılmıştır199. Đstanbul’un 16 Mart 1920’de işgal edilme nedenlerinden birisi

de Ocak – Şubat aylarında Maraş bölgesinde bu tür katliamların yapılmış

olduğu iddiasıdır. Lord Curzon, Paris Barış Görüşmelerinde, Đstanbul’un

işgalinin gerektiği üzerine konuşurken, Maraş katliamı nedeniyle “Türklerin “

cezalandırılmasını önemli nedenlerin başında sayar. Bu nedenle, Đtilaf

Devletlerinin Đstanbul’u işgallerinin hemen akabinde, bölgelere gönderilen ilk

198 AKÇAM: Đmparatorluktan Cumhuriyete Türkiye’de Etnik Çatışma, 75-76. 199 Orhan DURU: Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları, Üçüncü Basım,Đstanbul,Türkiye Đş Bankası Kültür Yayınları, Ocak 2004, 74.

Page 196: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

188

genelgede bu konu ele alınır. Genelgede, “Bugünler zarfında vatanımızda

yaşayan Hıristiyan ahali hakkında göstereceğimiz muamele-i

insaniyetkâranenin kıymeti pek büyük olduğu“ söylenerek, Hıristiyanlara karşı

kötü muamele yapacak olanların en sert şekilde cezalandırılacakları

bildirilir200. Ancak, Türklerin Hristiyanlara karşı mezalim yaptıkları şeklindeki

kökleşmiş düşüncelerinin bu dönemde de değişmediğini süreç

kanıtlayacaktır.

Türk ordusu’nun Yunan ordusunu Anadolu’dan çıkarması ve 15 Ekim

1922 Mudanya Ateşkes Anlaşması sonrasında Doğu Trakya’nın

boşaltılmasının ardından toplanması kararlaştırılan Lozan Konferansı

öncesinde, Đngiliz emperyalizmi her konferans öncesinde olduğu gibi havayı

bulandırmaktan ve Türkler aleyhinde propaganda yapmakta ve bunda

kısmen de başarılı olmaktadır. Đngiliz propagandasında ulusal hükümetin,

Anadolu’da bulunan ve Müslüman olmayan unsurları zorla çıkarmaya

başladığı ve Đslâm ve Türk’ten başka hiçbir kimsenin ülkede yaşamamasına

karar verdiği ileri sürülmektedir201.

30 Ocak 1923’te Lozan Antlaşması’nın bir parçası olarak Yunan ve

Müslüman -Türk Nüfuslarının Mübadelesi’ne ilişkin sözleşme imzalanmış ve

ahali mübadelesine başlanmıştır.

Mübadeleye tâbi tutulacak nüfusu belirlemede dinin temel kriter olarak

kullanılması, yeni ulusal kimliğin inşasında, söz konusu dönemde, hem pratik

bir zorunluluğun, hem de Müslüman etnik azınlık oluşturmama isteğinin bir

sonucudur202. 1923’te başlayan mübadele süreci sonucunda, Anadolu

200 AKÇAM: Đmparatorluktan Cumhuriyete Türkiye’de Etnik Çatışma, 79. 201 Bkz. CEBESOY, Ali Fuat Cebesoy’un Siyasi Hatıraları (I. Kısım), 176. 202 Aptülahat AKŞĐN: Atatürk’ün Dış Politika Đlkeleri ve Diplomasisi, Ankara, Türk Tarih

Kurumu Yayınları, 1991, 117.

Page 197: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

189

tarihinde ilk defa Istanbul’un surları arasına sıkışmış küçük bir Müslüman

olmayan azınlık dışında, hemen bütünüyle Müslüman unsurların vatanı

haline gelmiştir203.

TBMM’de bütün mebuslar Türk – Yunan nüfus mübadelesinin zaten

gerekli olduğu konusunda fikir birliği içindedir. TBMM Zabıtlarında nüfus

mübadelesinin yaratacağı bazı ekonomik sonuçlardan bahsedenlere hiç

rastlanmaz.

Meclis araştırması açılması ile ilgili olarak konu tartışıldığı zaman,

TBMM’deki genel hava, Anadolu’daki azınlıklardan kurtulmanın Türkiye

açısından bir varoluş sorunu olarak algılandığını göstermektedir. Burada

milletvekillerini/mebusları rahatsızlığa sevk eden mesele, Anadolu’da

Müslüman olmayanlar yaşamaya devam ettiği sürece azınlıklar ile Müslüman

Türkler arasında muhtemel çatışmaların çıkması ihtimali değil, aksine Avrupa

devletlerinin Müslüman olmayan azınlıkların varlığını bahane ederek

Türkiye’nin iç işlerine karışması ihtimalidir. Bu ihtimalin tamamen ortadan

kalkması için, Müslüman olmayan azınlıklardan kurtulmak en emin yol gibi

görünmektedir204. Osmanlı Devletinin son döneminin ve Milli Mücadele

dönemindeki azınlıkların dış düşmanların iç işbirlikçisi olarak

ötekileştirilmeleri ve düşman olarak algılanmalarının belleklerdeki sıcaklığının

bu düşüncenin derinleşmesinde önemli bir rolü olmuştur.

203 a.g.e., 114. 204 Ayhan AKTAR: Varlık Vergisi ve ‘Türkleştirme ‘ Politikaları, I. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2000, 42-43.

Page 198: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

190

b - Padişah, Saray, Babıâli

23 Nisan 1920’den itibaren Ankara’da çalışmaya başlamış bir Türkiye

Büyük Millet Meclisi vardı. Bir hükümet kurmuştu. Ordular toplayarak

düşmanı mağlup etmiş ve bunun bir neticesi olarak da I. Dünya Savaşı’nın

galip devletleri bir barış konferansı toplamağa karar vermişti205. Ulusal

önderlerden Ali Fuat Cebesoy 30 Ekim 1922’de Meclis’te yaptığı konuşmada;

“Milletimizin bunca fedakarlık ve kahramanlığından sonra önümüzdeki sulh konferansında fitne çıkaracak ve ikilik ihdas edecek saray ve hükümetinin Türk milleti üzerinde hiçbir vaziyeti kalmadığı hakkındaki kararımızı bütün cihana ilan edelim ve bu suretle düşmanlarımızın sonuncusu olan saray ile hükümetini ortadan kaldıralım.”206

diyordu. 1 Kasım 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin aldığı tarihi bir

kararla Saltanat ve Hilafet ayrıldı ve Saltanat lağvedildi. Meclis, oy birliğiyle

kabul ettiği kararda, birkaç yüzyıldır saray ve Babıâlinin bilgisizlik, zevk ve

eğlence içerisinde bulunması yüzünden devletin azim felâketler içinde müthiş

bir şekilde çalkalandıktan sonra nihayet tarihe intikal ettiği bir anda Osmanlı

Đmparatorluğu’nun kurucusu ve gerçek sahibi olan Türk ulusunun Anadolu’da

hem dış düşmanlarına karşı başkaldırdığı, hem de o düşmanlarla birleşip

ulus aleyhine harekete geçmiş olan saray ve Babıâli aleyhine mücadeleye

atılarak Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun hükûmeti ve ordularını teşkil

ederek dış düşmanlar, saray ve Babıâli ile fiilen ve silahlı bir şekilde ve

bilinen ağır güçlükler ve elim yoksunluklar içinde mücadeleye girişmiş olduğu

ve bugünkü kurtuluş gününe ulaştığı ifade edilmektedir. Kararın devamında,

Türk Ulusu’nun, saray ve Babıâlinin ihanetini gördüğü zaman Teşkilatı

205 CEBESOY: Ali Fuat Cebesoy’un Siyasi Hatıraları (I. Kısım), 111. 206 a.g.e., 123-124.

Page 199: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

191

Esasiye Kanunu kabul ederek onun birinci maddesi ile hâkimiyeti Padişahtan

alıp bizzat ulusa ve ikinci maddesi ile yürütme ve yasama kuvvetlerini onun

yed-i kudretine verdiği, yedinci madde ile de savaş ilânı, barış antlaşması gibi

bütün egemenlik hakkını ulusun benliğinde birleştirdiği belirtilmektedir. Bunun

üzerine, o zamandan beri eski Osmanlı Đmparatorluğu tarihe intikal edip

yerine yeni ve ulusal bir Türk Devleti yine o zamandan beri padişahlık

kalkmış olup yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi var olmuştur. Yani bugün

Đstanbul’da bulunan heyet varlığını usulen himaye edecek hiçbir meşru ve

yabancı olmayan kuvvete ve Milli desteğe sahip olmayan bir gölge halindedir.

Ulus kişisel hükümranlık ve saray halkı ve etrafının zevk ve eğlencesi esası

üzerine kurulmuş bir saltanat yerine, asıl halk kütlesinin ve köylünün

hukukunu himaye ve mutluluğunu üzerine alan bir halk hükûmeti yönetimi

tesis etmiş ve onun yerine koymuştur207.

1 Kasım’da alınan kararla Saltanat’ın Đstanbul’un işgal tarihi olan 16

Mart 1920‘den itibaren ve ebediyen kalktığı kabul edilmiş, 4 Kasım’da

Sadrazam Tevfik Paşa Hükümeti’nin istifasıyla Osmanlı hükümeti tarihe

karışmıştı, padişah da Đngilizlere sığınarak ülkeyi terketti, ancak ulusalcıların

dış ve iç düşmanları bitmeyecektir208.

207 Bkz. Suna KĐLĐ ve Şeref GÖZÜBÜYÜK, 105. 208 Mart 1921’deki Đkinci Đnönü Savaşı öncesinde Bursa istikametinden gelen ve içinde subay ve ailelerinin de bulunduğu bir kafileye rastlayan Đsmet Đnönü şöyle diyor: “Đlerlemekte olan düşmandan kaçıyorlar. Kafile hem yürüyor, hem söyleniyorlar, mırıldanıyorlar. Kulak verdim, ‘Ne olacak, ne yapacağız, nedir bu bizim başımıza gelenler?’ tarzında konuşuyorlar. Kafileyi durdurdum. Subayları bir kenara topladım: ‘Bana bakın,’ dedim. ‘Đçinde bulunduğumuz vaziyeti bilesiniz. Bundan başka subay olarak da yerinizi bilmelisiniz. Padişah düşmanınızdır. Yedi düvel düşmanınızdır. Bir kısım halk sizin yüzünüzden muharebe devam ediyor, zannındadır. Her tarafta fesatçılar var. Bunlar da düşmanınız sayılır.’ “. Bkz. Đsmet ĐNÖNÜ: Hatıralar, 1. Kitap, 249. Đsmet Đnönü’nün bu sözleri dış güçlere olan güvensizliğin yanında belki farklı nedenlerle de olsa, daima içeriden birilerine de duyulan güvensizliğin bariz bir göstergesi olarak kabul edilebilir.

Page 200: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

192

3- Anadolu’nun Vatanlaşması

Osmanlı – Türk Đmparatorluğu içinde Rumeli’nin Anadolu’ya denk bir

yeri vardır. Marmara kıyısına yakın biryerde kurulan Osmanlı Devleti, hem

Anadolu’da hem de Rumeli’de genişlemişti. Đlk başkenti, Anadolu’da Bursa,

ikinci başkenti ise Rumeli’de Edirne olmuştu. Đstanbul’un 1453’te feth

edilmesi sonrasında ise Đstanbul başkent haline gelmişti.

Türklerin, 1071’deki Malazgirt savaşı sonrasındaki Anadolu’ya olan

göçleri sürekli bir şekilde devam etmiş, Osmanlı’nın Rumeli topraklarında

genişlediği dönemlerde Anadolu’nun Türk nüfusu Rumeli’de feth edilen

yerlerde iskân edilmiştir.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun Rumelideki nüfus durumuna objektif bir

gözle bakılınca görülen durum şuydu: Đleri sürülenlerin aksine, Rumeli’de

Türk – Müslüman nüfusu öyle pek azınlıkta değildi. Hele Đstanbul’un

hinterlandı durumunda olan ve beşyüz yıldan beri Türk idaresinde bulunan

Edirne ve Tuna vilâyetlerinde Türk–Müslüman nüfusu büyük bir yekûn

tutuyordu. Fransa’nın Rusçuk Viskonsolosu Aubaret, 6 Ekim 1876 günü

Hükümetine şunları yazıyordu :

“Avrupa Türkiye’sinde küçük bir Müslüman azınlığı bulunduğu yolundaki yanlış kanaati bu vesileyle düzeltmek faydasız olmayacaktır. Yalnız Tuna Vilâyetinde … 1.130.000’i Bulgar olan 1.233.500 gayrimüslime karşılık 1.120.000 Müslüman bulunmaktadır. Niş sancağı buna dahil değildir, fakat bu hiçbir şeyi değiştirmez… Şu halde rakamlardaki eşitlik hemen hemen tamdır.”

Page 201: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

193

Bu bilgiye göre, Rusların “Bulgaristan” olarak adlandırageldikleri Tuna

Vilâyetinde Bulgar nüfusu, genel nüfusun yarısı kadardı. Türk – Müslüman

nüfus ile Bulgar nüfus arasında hemen hemen tam bir eşitlik vardı209.

1877 – 78 yıllarındaki Osmanlı – Rus savaşı’nın Osmanlı’nın toprak

kaybetmesi ile sonuçlanması sonrasında Rumeli’den göçler başlamış ve göç

etmiş bulunan büyük göçmen kitlelerinden bir kısmı Anadolu’ya ve Suriye’ye

yerleştirilmiştir. “Doksanüç Muhacereti” diye tarihe geçen 1877–78 kitle

göçlerinin, yüzlerce yıllık bir ağacın tâ kökünden alabora olması, Rumeli

topraklarının baştan başa yerinden oynaması ve başdöndürücü bir erozyona

kapılıp kayması gibi ürpertici bir görünüşü var(dır)210. Balkan savaşının

başlaması ve Osmanlı Devleti’nin mağlubiyeti ile sonuçlanması üzerine acı

tablolar sergilenerek başlayan göçler, Balkan facialarının en acıklı safhasını

teşkil etmiştir211.

Balkanlardan Türk göçlerinin yakın Türk tarihi içinde önemli yeri vardır.

Bu göçler, Türk’ün Avrupa’dan çekilmesi veya atılması anlamı taşır ve

Osmanlı – Türk Đmparatorluğunun Balkanlardan çekilmesi tarihiyle doğrudan

doğruya bağlantılıdır. Balkanlardan Türk ordusu ve idaresi safha safha çekilir

veya atılırken, bunların yanısıra oralardaki yerli Türk halk kitleleri de

yerlerinden yurtlarından sökülmüşler ve dalga dalga göç etmişlerdir212.

Osmanlı sancağının indiği yerlerde Türklerin varlıklarını sürdürmelerine

imkan kalmamakta ve Osmanlı’nın elindeki topraklara göç başlamaktadır.

Barış için masaya oturulduğunda, Osmanlı’dan toprak koparmayı

amaçlayan Balkanlı devletler, Avrupa kamuoyuna talep edilen topraklarda

209 ŞĐMŞĐR: Rumeli’den Türk Göçleri, Cilt: II, CLXVII. 210 a.g.e., XXX. 211 HALAÇOĞLU, 31. 212 ŞĐMŞĐR: Rumeli’den Türk Göçleri, Cilt: I, 9.

Page 202: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

194

Türklerin azınlıkta kaldığını ispatlamayı ve işgal ettikleri toprakların

kendilerine bırakılmasını sağlamayı amaçlamaktaydılar. Bunun içinde bir

taraftan Türklerin/müslümanların göç etmelerine yol açacak tedbirleri

uygulamaya sokarlarken bir taraftanda kendi soydaşlarını

yerleştirmektedirler. Bunda da bir ölçüde başarıya ulaştıkları söylenebilir.

Hatta aynı politika Osmanlı Devleti’nin elinde kalan Trakya bölgesi ile

Đzmir’de de oynanmak istenmiştir, bunun için kendi sınırlarına yakın bu

bölgelerde iskân çalışmalarında bulunmuşlardır. Öte yandan I. Dünya Savaşı

sonrasında, buna benzer bir durum doğuda Ermeniler, batıda Rumlar

tarafından tatbik edilmek istenmiştir213.

Anadolu, Rumeli Türk göçmen kitlelerinin son durağı, son sığınağı

olmuştur. Dalga dalga gelen göçmenler sâyesinde, Anadolu’da Türk nüfus

yoğunluğu artmış, Türk – Müslüman nüfusun Müslüman olmayan nüfusa

oranı yükselmiştir. Türk nüfusu Rumeli’de azalmış Anadolu’da ise

çoğalmıştır214. Sürekli toprak kayıpları, Balkanlar’dan Anadolu’ya sürülen

insanlar ve Anadolu’daki Müslüman olmayanlar arasında ulusal kimliğin

giderek güçlenmesi gibi faktörlerle Anadolu’ya başka gözle bakılmaya

başlanır; bu faktörler, geçmişte ihmal edilmiş “Türk Anadolu’nun yaratılması

fikrini doğurur.“ Artık Anadolu vatan olacaktır215.

Rumeli’den gelen Müslüman – Türk göçmenlerin Anadolu ve Trakya’da

Müslüman olmayanların yaşadığı yerlere, bilhassa Ege adaları karşısındaki

bölgelerde bulunan Rumların yerine yerleştirilmeleri ve bu sayede Trakya ve

Anadolu’yu ilerisi için birçok fitne ve fesattan korumak düşüncesi hükûmetin

ana prensibi olmuştur. Nitekim bu durum semeresini çok kısa sürede, daha

Millî Mücâdele sırasında vermiştir216.

213 HALAÇOĞLU, 43. 214 ŞĐMŞĐR: Rumeli’den Türk Göçleri, Cilt: I, 9. 215 Fuat DÜNDAR, 36. 216 HALAÇOĞLU, 134.

Page 203: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

195

Rumeli’nin Osmanlı Đmparatorluğu’nun elinden çıkması, Türk

edebiyatına, sanatına, folkloruna da yansımıştır ve Türk kimliğinin

şekillenmesinde önemli bir etki oluşturmuştur. Enver Paşa, Balkanlar’ın

kaybından sonra,

“Ecdad kaniyle sulanmış o ovaları, o yaylaları insan nasıl unutur? Tam dört

yüz sene, Türk akıncılarının at koşturdukları o meydanları, câmilerimiz,

türbelerimiz, tekkelerimiz, köprülerimiz ve kalelerimizle onları dünkü

uşaklara bırakmak, ve Rumeli’nden kovularak Anadolu’ya geçmek, insanın

tahammül edemiyeceği bir şeydir. Bulgarlar’dan, Yunanlılar’dan,

Karadağlılar’dan intikam almak için, ömrümün bundan sonraki yıllarını seve

seve fedâya hazırım!” 217

demektedir. Đsmet Đnönü’nün aşağıdaki açıklaması, Rumeli’nin de Türkler için

vatan olarak telakki edilmekte olan bir toprak parçası olduğunu

göstermektedir. Đnönü,

“Bizim yetiştiğimiz devirde Batı Rumeli’nde biz kendimizi gitmek üzere olan

bir idare mahiyetinde asla görmüyorduk. Beş yüz sene zarfında burada

yerleşmemiz derin kök salmış bir varlık halindeydi.” 218

demektedir. “Muhacirler, kaybedilmiş ülkelerimizin millî hatıralarıdır.” diyen

kendisi de Rumeli doğumlu bir Türk olan Mustafa Kemal Atatürk’ün de, diğer

bir çok Türk gibi, doğduğu ve büyüdüğü toprakların kaybedilmesinin yarattığı

derin etkilerin izlerini taşıdığı muhakkaktır. Yeni kurduğu devletin tam

bağımsızlığı üzerindeki kararlılığının ve iç ve dış düşmanlar üzerindeki

hassasiyetinin oluşmasında bu durumun da etkisi vardır. Falih Rıfkı Atay,

“Yakınları son hasretlerinden biri, iyi olursa bir yaylaya çıkmak, orada

artık yalnız serin kaynak suları ve süt içmek özlemesi olduğunu

217 ERTÜRK, 116. 218 ĐNÖNÜ: Hatıralar, 1. Kitap, 82.

Page 204: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

196

söylemişlerdi. Rumeli yaylalarındaki koyun sürülerinin çan sesleri

kulağında, bu vatan ve milletin kurtarıcısı, bir gurbet ve sıla acısı

içinde idi.” 219

demektedir.

E – LOZAN BARIŞ ANDLAŞMASI

I. Dünya Savaşını kaybeden Osmanlı Đmparatorluğu’nun müttefiki

olan imparatorluklar, sadece, aldıkları andlaşma projelerini imzalamak

durumunda kalmışlarken Türkiye, herkesin 1918’de bitirdiği savaşa,

daha dört sene devam etmişti. Đnönü’nün ifadesiyle Büyük galip

devletler, yardım ettikleri küçük ortaklarıyla, savaşı devam ettirmişler,

ve dört sene içinde, Türkiye’yi, içeriden Padişah Hükümeti, karışıklıklar

ve sona kadar Yunan ordusuyla boyun eğdireceklerini zannetmişler,

başarılı olamamışlar, 1918 galibiyetinden farklı bir vaziyete düşerek,

Türkiye’yi barış masasına çağırmışlardır. Lozan Konferansı’na çağrılan

Büyük Millet Meclisi Türkiyesi’ne göre, imparatorluk mağlup olmuştu ve

zaten imparatorluk, ülke içinde de, düşmüş ve lağvedilmişti. 1918

mağlubiyetini üzerine almıyordu. Galip devletler ise, 1918 galipleri

durumunda ısrar etmek istiyorlardı. Bu şartlar altında 20 Kasım 1922’de

toplanan Lozan Konferansı’nda Baş Temsilci olarak, Đsmet Paşa

Mudanya Mütarekesinden geldiğini söylerken Đngiltere Baş Temsilcisi

Lord Curzon ise, Mondros Mütarekesini hatırlatmağa çalışıyordu220.

219 ATAY, 535. 220 Đsmet Đnönü’nün yazdığı “Önsöz” bölümü için Bkz. Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler (Genel Oturumların Protokolleri ve Birinci Komisyon Tutanakları ile Raporları ( Ülke ve Askerlik Sorunları )), Çev. Seha L. MERAY, Birinci Takım, Cilt I, Kitap I, 2. Baskı, Đstanbul, Yapı Kredi Yayınları, Mayıs 2001, IX-XIII.

Page 205: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

197

Türk delegasyonu, Lozan Konferansı’nı daha önce üzerinde anlaşmaya

varılmış koşullar üzerinde kimi değişiklikler yapılması öngörüsüyle toplanmış

bir konferans olarak kabul etmeyi reddetti221. Müzakereye başlanıldığı

zaman, Türkiye’nin eşit şartlarla müzakere edeceğinin nazari/teorik

olarak kararlaştırıldığını ifade eden Đnönü,

“1918 galipleri bu şartı nazari olarak kabul ederler ve uygulamada ağırlıklarını başka istikametlere yöneltmeğe çalışırlardı. Đlk günden itibaren, Konferansın eşit şartları, milletlerin istiklali havası ve hakkının münakaşasını, her vesile ile yenilerdik.” 222

demektedir. Eşit şartlarda Konferans’ta yer alınması konusundaki

hassasiyetin arkasında belleklerdeki Osmanlı Đmparatorluğu’nun barış

masalarında bir çok haksızlıklara ve kayıplara uğratıldıkları şeklindeki

algılama biçiminin önemli bir etkisi olduğu düşünülmektedir. Türkler

savaşlarda kahraman; fakat barış zamanında toleranslı olarak

değerlendirilirlerdi ve Osmanlı Đmparatorluğu’nun barış zamanında bazen

tatlılık bazen de bazı saygı sınırlarını aşan emrivakilerle savaşlar sonucunda

muhafaza ettiği birçok haklarını kaybetmesi durumlarına sıklıkla

rastlanılırdı223. Ali Fuat Cebesoy’un Lozan görüşmeleri sırasındaki havayı

yansıtan aşağıdaki sözleri böyle bir duruma maruz kalmaktan duyulan

endişeyi göstermesi bakımından dikkat çekicidir.

“Türk’ün harp meydanında kazanmış olduğu muzafferiyeti yeşil masa etrafında kaybettiği sözleri dillere destan olmuştu. Meclis mehafili bir emrivaki karşısında kalmamak telaş ve heyecanı içinde yaşıyordu.”224

221 Vamık D VOLKAN ve Norman ITZKOWITZ: Ölümsüz Atatürk, Đstanbul, Bağlam Yayınları, 1999, 298-299. 222 Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler (Genel Oturumların Protokolleri ve Birinci Komisyon Tutanakları ile Raporları ( Ülke ve Askerlik Sorunları )), Çev. Seha L. MERAY, Birinci Takım, Cilt I, Kitap I, 2. Baskı, Đstanbul, Yapı Kredi Yayınları, Mayıs 2001, IX. 223 Bkz. BAYUR, 150. 224 CEBESOY: Ali Fuat Cebesoy’un Siyasi Hatıraları (I. Kısım), 300.

Page 206: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

198

20 Kasım 1922’de Lozan’da Konferansın açılış toplantısı yapılmış ve 21

Kasım’dan itibaren’de oturumlar başlamıştır. Đngiltere baştemsilcisi Lord

Curzon’un başkanlık ettiği Birinci Komisyon “Ülke ve Askerlik Sorunları

Komisyonu; Boğazlar Rejimi” ile ilgili, Đtalya baştemsilcisi Marki Garroni’nin

başkanlık ettiği Đkinci Komisyon “Türkiye’de Yabancılar ve Azınlıklar Rejimi”

ile ilgili, Fransa baştemsilcisi M. Barrere’nin başkanlık ettiği Üçüncü

Komisyon “ Maliye ve Đktisat Sorunları Komisyonu; limanlar ve demiryolları;

sağlık sorunları” ile ilgili konuları ele almak üzere kurulmuştur. Ayrıca bu

komisyonlar alt-komisyonlar ve uzmanlar komiteleri kurabileceklerdir. Lozan

Konferansı, Osmanlı Đmparatorluğu ile Batı arasında var olan sorunların

muhasebesinin yapıldığı bir arenaya dönüşmüştür. Başlangıçta gerek

Türkler, gerekse Batılılar konferansın birkaç hafta içinde biteceği

kanısındadırlar. Buna rağmen görüşmeler 8 ay devam etmiştir. Görüşmelerin

uzamasına yol açan hususlar, yeni Türkiye'nin sınırları sorunu ile Osmanlı

Devleti ve Batı arasındaki bir taraftan Osmanlı Borçları (Düyunu Umumiye)

diğer taraftan da iktisadi ve adlî kapitülasyonların kaldırılması konusudur225.

Atatürk, 17 Şubat 1923’te toplanan Đzmir Đktisat Kongresi'nde Lozan

görüşmelerinden söz ederken,

"Konferanstaki muhataplarımız bizimle üç dört senelik değil, üç yüz ve dört yüz senelik hesapları görüşüyorlar -diyordu- ve hâlâ muhataplarımız Osmanlı Devleti'nin tarihe karıştığını ve bugün yeni Türkiye'nin mevcudiyetini, bunu kuran milletin çok azimkar, imanlı ve celâdetli olduğunu, tam istiklâl ve milli hakimiyetinden zerre kadar fedakârlık yapamayacağını hâlâ anlamamışlardır." 226

diyordu. Konferansta, Đtilaf devleti temsilcilerinin ve özellikle dönemin en

güçlü devletleri Đngiltere, Fransa ve Đtalya’nın Sevr Antlaşması’nda

somutlaştırdıkları politikalarıyla, Lozan Antlaşması’nda büyük ölçüde

somutlaşan Türk temsilcilerinin ortaya koydukları politika anlayışları ve yeni

ulus devletin kimliğine ilişkin yaklaşımları arasındaki farklılıklar, Türk dış

politikasındaki önemli bazı sorunlar üzerindeki güncele yansıyan etkileriyle

225 Bkz. Taner TĐMUR: Türk Devrimi ve Sonrası, 5. Baskı, Ankara, Đmge Kitabevi, Ocak 2001, 44. 226 Taner TĐMUR: Türk Devrimi ve Sonrası, 5. Baskı, Ankara, Đmge Kitabevi, Ocak 2001, 59.

Page 207: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

199

önemini ve sürekliliğini sergilemektedir. Bu nedenle Lozan müzakereleri ve

Lozan Antlaşması’nda somutlaşan bazı konular üzerinde durulmasının, Türk

siyasal kimliğini ve Türk dış politikasındaki sürekliliği anlamak bakımından

önemli olduğu düşünülmektedir.

1- Batı Trakya ve Adalar Sorunu

Batı Trakya ve Ege Adaları konusundaki sorunlar, Türkiye ve

Yunanistan arasında güncelliğini sürdürmekte ve gerek azınlıklar

konusundaki gerekse de Türkiye ve Yunanistan’ın önemli birer taraf oldukları

1955’yılından beri uluslararası bir sorun haline gelmiş bulunan Kıbrıs

konusundaki yansımalarıyla Türkiye’nin dış politikasında önemli bir yer işgal

etmektedir. Bu nedenle, konunun Türklerin belleğindeki yerini anlamak

bakımından üzerinde durulmuştur.

Lozan Konferansı’nda Lord Curzon’un başkanlığındaki 1. Komisyon’un

22 Kasım 1922 Oturumu’nda Đsmet Đnönü, Batı Trakya için bir plebisite

başvurulmasını istemiş, plebisite başvurulmasını istediği topraklarda,

Demotika bölgesinde, Balkan Savaşları’ndan önce de sonra da, Türklerin

çoğunlukta bulunduklarını, ekonomik nedenlerin de Türk isteklerini

desteklediğini ifade etmiştir 227.

Yunanistan baştemsilcisi M. Veniselos ise, Yunan Hükümeti’nin, Doğu

Trakya ile Đzmir ve hinterlandını, Müttefiklerin uğrunda savaştıkları ilkelere

uygunluğuna inandığı için istemiş olduğunu söylemiştir. O’na göre, bütün bu

. 227 Bkz. Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler (Genel Oturumların Protokolleri ve Birinci Komisyon Tutanakları ile Raporları ( Ülke ve Askerlik Sorunları )), Çev. Seha L. MERAY, Birinci Takım, Cilt I, Kitap I, 21. .

Page 208: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

200

topraklarda, hiç değilse Balkan Savaşları’nın sonuna kadar, bir Türk

çoğunluğu yoktu. O zamanlardan beri, özellikle Doğu Trakya’dan Bulgarlar

çıkartılmış ve yerlerine Bosna Müslümanları getirtilmiştir; bu yüzden, halkların

birbirine oranı biraz değişmiştir; bununla birlikte, bu değişikliklerden sonra

bile, salt çoğunluk Türkiye’ye geçmemiştir. Venizelos’a göre, Đzmir’de de bir

Türk çoğunluğu yoktur; fakat Yunanistan, Müttefiklerin kendisinden

istediklerine uygun olarak, Đzmir ve Doğu Trakya’dan vazgeçmektedir228.

Veniselos’a göre, 1914’ten beri, Türk Hükümeti, Türk olmayanlardan

kurtulmak için, toptan öldürmelere kadar gitmese bile, kütle halinde

sürgünlere ve sınırdışı etmelere koyulmuştur. Yunanistan, bu yüzden,

kendisine sığınmış olan bir milyon göçmene geçim yolları bulmak zorunda

kalmıştır; sığınan bu göçmenlerin sayısı belki daha da artacaktır.

Öte yandan, M. Veniselos, Yunanistan’ın Đzmir’e ve Küçük Asya’ya

gitmiş olmasını haklı göstermek için, ülkesinin oralardaki hareketlere

kendiliğinden kalkışmadığını, Müttefik ve Ortak Hükümetlerin, M.

Veniselos’un iddia ve isteklerinin haklı temellere dayandığını kabul ettiklerini;

hatta bunların, Đzmir’i Yunanistan’a bırakmağa razı olmazdan önce, Başlıca

Müttefik ve Ortak Devletlerden üçü, Yunanistan’ı Küçük Asya’da savaşa

girmeğe çağırdıklarını ifade etmektedir. Şüphe yok ki, bütün Müttefikler adına

başlatılmış olan savaş, Kral Constantin’in tahta geçişinden sonra,

Müttefiklerin rızası olmaksızın sürdürüldü. Kralın geri dönüşü ittifakı bozdu;

bundan sonra da, düello yalnız Yunanistan ile Türk Devleti arasında sürüp

gitti229. Küçük Asya’yı kaybeden Yunanistan, Doğu Trakya’yı askerî

228

Bkz. Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler (Genel Oturumların Protokolleri ve Birinci Komisyon Tutanakları ile Raporları ( Ülke ve Askerlik Sorunları )), Çev. Seha L. MERAY, Birinci Takım, Cilt I, Kitap I, 22. 229 Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler (Genel Oturumların Protokolleri ve Birinci Komisyon Tutanakları ile Raporları ( Ülke ve Askerlik Sorunları )), Çeviren: Seha L. MERAY, Birinci Takım, Cilt I, Kitap I, 23.

Page 209: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

201

hareketler yüzünden değil, Mudanya – Silâh – bırakışımı [Mütareke]

sözleşmesi uyarınca kaybetmiştir. Venizelos devam etmektedir.

“Bu bölgenin kaderi ( Batı Trakya), Sevres Andlaşmasından apayrı bir andlaşma ile düzenlenmiştir. Konferans, Sevres Andlaşmasını yeniden düzenlemek için toplantıya çağrılmıştır; yoksa Müttefiklerce imzalanmış, onanmış ve uygulanmakta bulunan öteki diplomatik senetleri yeniden tartışma konusu yapmak için toplanmamıştır. Söz konusu bölge Neuilly Andlaşmasında göz önünde tutulmuştur; bu bölge savaştan önce Türkiye’ye ait bulunmadığından, anılan bu Andlaşmanın Ankara Hükümeti ile hiç bir ilgisi olamaz.”230

Lord Curzon’a göre, Türk Temsilci Heyeti, 1913’te kaybettiği sınırının

yeniden kabul edilmesini istemekte ve böylece de şimdi savaştan önceki

sınırlara dönmek iddiasında bulunmaktadır231.

Söz alan Đnönü demektedir ki en yetkili tarihçiler – örneğin Maspero,

Histoire des Peuples d’Orient ve Dr. Morgan, Etude Scientifique du

Caucase – en eski çağlardan beri Anadolu halkının Türk soyundan olduğunu

kabul etmektedir232. Göçmenlerden söz ederken, M. Veniselos, Yunanistan’ın

karşılaştığı güçlükleri belirterek, sığınmak üzere bir milyon göçmenin

Yunanistan’a ve özellikle Batı Trakya’ya gitmiş olduğunu iddia etmiştir. Bu

sayı, Batı Trakya’nın kendisine verilmesini istememekte olan Türk Temsilci

Heyetine gerçekten aşırı görünmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi

Hükümeti, Yunan istilası ve yakıp – yıkmaları nedeniyle, aynı sorunu daha

ağır bir şekilde yaşamaktadır233.

25 Kasım 1922 oturumundaki konuşmasında Lord Curzon, Türkiye’nin

isteklerinin, bugün öne sürüldüğü biçimiyle, Batı Trakya’nın Türkiye’ye geri

verilmesini öngörmediğini; Türk Temsilci Heyeti’nin bir plebisit teklif etmekle

230 a.g.e., 24. 231 a.g.e., 33. 232 a.g.e., 43. 233 a.g.e., 45.

Page 210: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

202

yetindiğini; böyle bir plebisitin konusunun yalnız siyasal nitelikte olacağını;

böyle bir plebisitin, Türklerin bu bölgede çoğunlukta olduklarını

gösterebileceğini; bunun böyle olduğunun da su götürmediğini; böylece,

Türkiye’nin, bu bölgede çok büyük hakları olduğunun bu yoldan ortaya

konması ve ileride buraları yeniden alabilmesi için Türkiye’ye bir şans

tanınmasının sağlanmış olabileceğini ifade etmektedir. Curzon, Müttefikler’in,

Türkiye’ye böyle bir hak tanıma eğiliminde olmadıklarını, Türk Temsilci

Heyeti’nin, halkların kaderlerini kendilerinin saptaması doktrininden ve Wilson

ilkelerinden söz ettiğini, M. Wilson’ın, bir çok yönlerden, büyük bir adam

olduğunu; fakat, M. Wilson’un “self-determination” sözünü bulup ortaya

atmakla, dünya barışına korkunç bir darbe indirip indirmediğini kesin olarak

bilemediğini söylemektedir. Eğer Türkiye bu ilkeyi belirli bir bölgede kendi

yararına öne sürmekteyse, bu ilke, başka yerlerde Türkiye’ye karşı da öne

sürülebilir. Türk Hükümeti, sözü geçen ilkeden, Türklerin çoğunlukta

bulunduklarını bildiği yerlerde yararlanmak istemektedir. Curzon, sözlerinin

devamında, son zamanlara kadar, Türkler’in Đstanbul’da çoğunlukta

olmadıklarını, bu şehirde, Wilson ilkelerine dayanarak, halka danışılmış

olması durumunda, Türkler’in, belki başkentlerini, az bir zaman sonra kapı

dışarı edilmek üzere, ele geçirmiş duruma düşmüş olacaklarını

belirtmektedir234.

Đnönü, kimsenin itiraz edemeyeceği bir bildiride bulunmak zorunda

olduğunu, başka bir deyimle, Türklerin Đstanbul’da çoğunlukta bulunduklarını

ve yalnız şimdiki ülkelerinin herhangi bir yerinde değil, başkentlerinde de

plebisitten korkmadıklarını açıklamak istediğini söyledi. Đnönü, dünyanın her

yanındaki halklarda kendi kaderlerini kendileri saptayabilselerdi, dünya

barışına daha iyi hizmet edilmiş olacağı kesin kanısında bulunduğunu da

sözlerine ekledi235.

234 a.g.e., 92-93. . 235 a.g.e., 98.

Page 211: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

203

Oturumun devamında Đnönü, coğrafya bakımından, Küçük Asya’ya

bağlı parçalar olan Akdeniz ve Ege Denizi adalarının, Anadolu’nun huzuru ve

güvenliği için büyük bir önem taşıdıklarını söyledi; bu adalar, kıyıdan az

uzaklıkta ve karasuları içinde bulunan ufak adalarla, büyük adaları

kapsamaktadır. Karasuları içindeki ufak adalar, Küçük Asya’nın barışını pek

yakından tehdit edebilirler; bu bölgenin tamamlayıcı birer parçası

olduklarından, bu adaların Türkiye’nin egemenliği altına konulmaları kesin

olarak zorunludur. Kaldı ki, bunlar Türk karasuları içinde bulunduklarına göre,

bunların Türk egemenliği altında olmaları da gerekmektedir.

Büyük adalara gelince, 17/30 Mayıs 1913 tarihli Andlaşma uyarınca

Büyük Devletlerce saptanması gerekli olan Bozcaada ve Đmroz üzerinde

Türkiye’nin hakları, aynı devletlerin 14 Şubat 1914 tarihli ortak notalarıyla

doğrulanmıştır; bu yüzden, bu iki ada Türk egemenliği altına konulmuş

bulunmaktadır.

Öte yandan, Türk kıyısı ile Boğazlar’ın yakınında bulunan Semadirek

adasının da, Türkiye’de kalması gereklidir ve hakgözetirliğe uygundur.

Limni, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikerya adaları, Büyük Devletlerce

Yunanistan’a bırakılmıştır. Türkiye’nin güvenliği bakımından bu adalar hayat’i

bir önem taşımaktadırlar. Üstelik bu adaların ekonomik ihtiyaçlarının

karşılanabilmesi de Küçük Asya ile birleşmelerini zorunlu kılmaktadır; işte bu

yüzden, [Büyük] Devletlerin bu adalara ilişkin olarak aldıkları kararı Türkiye

kabul etmemiştir. Bu adaların kaderini saptama işinin Büyük Devletlere

bırakılmış olması, bu işte ilgili tarafların çıkarlarına uygun bir karar alınması

şartına bağlıydı; Büyük Devletlerce teklif edilen çözüm, bu şartı yerine

getirmediği için, Türkiye’yi tatmin edememiştir.

Yunanistan’ın, Anadolu’yu işgal hareketi, Anadolu’da bir Yunan

Đmparatorluğu kurmak için kendi ülkesinde yapmacık tutkular yaratan bir

Page 212: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

204

Yunanistan elinde, adları yukarıda belirtilen bu adaların nasıl bir tehlike

yaratacağını Türkiye’ye göstermiştir.

Böyle olunca, genel barış yararına, bu adaları tüm olarak askerlikten

arındırma yükümünün benimsenmesi zorunludur236.

Lord Curzon, bu adaların, bir andlaşma uyarınca meşru olarak

Yunanistan’a ait olduğunu ve bunların nüfusunun bütünüyle Rumlardan

oluştuğunu söylemektedir. Eğer Türk Temsilci Heyeti, başvurmuş olduğu

“Wilson Đlkeleri” uyarınca düşünmekteyse, bir plebisitin sonucu, şüphesiz, bu

adaların Yunanistan’a bırakılmasından yana olacaktır. Fakat Türk Temsilci

Heyeti bir plebisit istememektedir; yalnız, özerklik biçiminde bir çeşit anayasa

denemesine girişmek istemektedir237.

Lozan Andlaşması’nda Meriç nehri sınır olurken Đmroz (Đmbros) adası

ile Bozcaada (Tenedos) ve Tavşan adaları dışında, Doğu Akdeniz

adaları, Đtalya'nın egemenliği altına konulan adalara ilişkin hükümler

saklı kalmak üzere Yunanistan’a bırakılmıştır. Andlaşmada aykırı bir

hüküm bulunmadıkça, Asya kıyısından 3 milden az bir uzaklıkta

bulunan adalar, Türk egemenliği altında kalacaktır.

Barışın sürekli olmasını sağlamak amacıyla, Yunan Hükümeti,

Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adalarında, aşağıdaki tedbirlere

uymayı yükümlenmiştir:

1. Bu adalarda hiç bir deniz üssü kurulmayacak, hiç bir istihkam

yapılmayacaktır.

236 a.g.e., 100. 237 a.g.e., 103.

Page 213: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

205

2. Yunan askeri uçaklarının Anadolu kıyısı toprakları üstünde

uçmaları yasak olacaktır. Buna karşılık, Türk Hükümeti de askeri'

uçaklarının bu adalar üstünde uçmalarını yasaklayacaktır.

3. Bu adalarda Yunan askeri kuvvetleri, askerlik hizmetine

çağrılmış ve bulundukları yerde eğitilebilecek normal asker sayısından

çok olmayacağı gibi, jandarma ve polis kuvvetleri de, bütün Yunan

ülkesindeki jandarma ve polis kuvvetlerine orantılı bir sayıda

kalacaktır.

Türk egemenliği altında kalan Đmroz adasıyla Bozcaada, yerel

[mahalli] yönetim ile can ve mal güvenliği bakımından, Müslüman-

olmayan yerli halka gerekli bütün güvenceyi sağlayan, yerel

unsurlardan kurulu bir özel yönetim örgütünden yararlanacaktır. Bu

adalarda düzenin korunması, yukarıda öngörülen yerler yönetim

örgütünün aracılığıyla yerli halktan seçilmiş ve bu örgütün emrinde

bulunan bir polis kuvvetince sağlanacaktır238.

2 - Ahali Mübadelesi ve Patrikhane Sorunu

Osmanlı Đmparatorluğu’nun çöküş süreci içerisinde etnik unsurların dış

düşmanlarla işbirliği içerisinde devletin parçalanmasında önemli bir rol

oynadıkları şeklinde bir algılama biçimi, Türk kimliğinin önemli bir bileşenini

oluşturmaktadır. Ulusal mücadele döneminde daha keskin bir şekilde ihanet

eden bir konuma yerleştirilen etnik azınlıklar içerisinde en önemlisi Rum

238 Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler (Konferansda Đmzalanan Senetler), Çeviren: Seha L. MERAY, Đkinci Takım, Cilt II, Kitap 8, 2. Baskı, Đstanbul, Yapı Kredi Yayınları, Mayıs 2001, 5-6.

Page 214: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

206

azınlık olmuştur ve Yunanistan’ın Müttefik devletlerin desteğiyle işgallerine

başlaması üzerine Anadolu’nun değişik yerlerinde Yunan işgaline destek

vermişlerdir. Verilen bu desteğin örgütlenmesinde Đstanbul’daki Rum

Patrikhanesi’nin de önemli bir payı olmuştur. Türk ve Yunan halklarının, Batı

Trakya ve Đstanbul ile Đmroz ve Bozcaada istisna edilmek suretiyle, karşılıklı

göçe tabi tutulmalarının ardından her iki ülke de azınlıklarından önemli

ölçüde kurtulmuşlardır. Đstanbul’daki Rum Patrikhanesi’nin ise Türkiye dışına

çıkarılması istenilmiş olmasına karşın, bu başarılamamış ve bazı koşullarla

Đstanbul’daki varlığını sürdürmesi kabul edilmiştir. Türk kimliğinde, dış

düşmanların işbirlikçisi olarak kavranmakta olan gerek az sayıdaki Rum

azınlık ve gerekse de Đstanbul Rum Patrikhane’si, Türkiye’nin dış

politikasında, özellikle ABD ve Avrupa Birliği ile ilişkilerinde, giderek artan bir

sorun haline gelmekte ve güncelliğini korumaktadır. Bu bakımdan, Lozan

müzakerelerinde konunun ele alınış biçimine değinmek, Türk karar

vericilerinin günümüze yansıyan algılamalarını göstermesi bakımından

önemlidir.

Konferansın, 1 Aralık 1922 oturumunda, Dr. Nansen, dört büyük

devletin Đstanbul’daki temsilcilerinden, azınlıkların mübadelesini sağlamak

üzere bir andlaşma yapılmasını gerçekleştirme amacıyla, Türk ve Yunan

Hükümetleri arasında bir görüşme kapısı açmağa çalışmasını isteyen bir

çağrı aldığını; böyle bir mübadeleyi dört Büyük Devletin istenir bir şey

saydıklarını ifade etmekte ve Yunan Hükümeti’nin rızasını almış

bulunduğunu, Ankara Hükümeti’nin temsilcileriyle yaptığı görüşmelerin de az

çok ilerlediğini söylemiştir239.

239 Bkz. Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler (Genel Oturumların Protokolleri ve Birinci Komisyon Tutanakları ile Raporları ( Ülke ve Askerlik Sorunları )), Çev. Seha L. MERAY, Birinci Takım, Cilt I, Kitap I, 118-119.

Page 215: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

207

Đsmet Đnönü, eğer böyle bir nüfus mübadelesi yoluna gidilecekse, bu

mübadelenin Đzmir ve Đstanbul’u da içine almak üzere, Türkiye’nin bütün Rum

nüfusunu kapsamasını istemiştir 240. M. Veniselos ise Türk nüfusunun

Yunanistan’dan zorla ayrılmasını istemediğini söylemekte, nüfus

mübadelesinin isteğe bağlı olmasını öngörmektedir. M. Veniselos Đstanbul’da

oturan ve Trakya ile Anadolu’dan sığınmağa gelmiş pek çok göçmenin de

kendilerine katılmış bulunduğu binlerce Rumun Đstanbul’dan ayrılmak

zorunda bırakılmasını kabul edememektedir241.

Kurulan Nüfus Mübadelesi Alt- komisyonunda Türk Temsilci Heyeti,

nüfus mübadelesinin, Batı Trakya'dakiler dışında Yunanistan'daki bütün

Müslüman azınlıklarla, Đstanbul'daki Rumları da içine almak üzere, Türkiye'de

yerleşmiş [etablis] bütün Rumları kapsamasını ısrarla istemekteydi. Yunan

Temsilci Heyeti ise, Türk Temsilci Heyetince Batı Trakya Müslümanları

yararına istenilen kural-dışılığın, Đstanbul Rumlarına da uygulanmasında

direnmekteydi. Türk Temsilci Heyeti, ilke olarak, Rumların, az sayıda olmak

üzere, Đstanbul'da kalmasına razı oldu. Buna razı olurken Türk Temsilci

Heyeti’nin öne sürdüğü şartlardan birisi de Evrensel Patrikliğin, bütün

organları ve kurullarıyla birlikte, Đstanbul'dan uzaklaştırılmasıydı. Yunan

Temsilci Heyeti ise, bu şartın kabulüne kesin olarak karşı çıkmıştır242.

Türk Temsilci Heyeti, Alt – komisyonda, bu kurumun, şimdiye kadar

Türkiye'de her zaman politikayla uğraştığını ve politikayla uğraşmağa ara

vermeyeceğini ifade etmiştir. Türk Temsilci Heyeti, son savaş sırasında,

240 a.g.e., 125. 241 a.g.e., 125. 242 Bkz. Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler (Genel Oturumların Protokolleri ve Birinci Komisyon Tutanakları ile Raporları ( Ülke ve Askerlik Sorunları )), Çev. Seha L. MERAY, Birinci Takım, Cilt I, Kitap I, 336-337.

Page 216: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

208

Patrikliğin Devlete karşı davranışının çok düşmanca olduğuna işaret ederek,

Patrikliğin Đstanbul'da kalmasının yeni anlaşmazlıklara yol açacağı kanısında

olduğunu belirtmiştir. Yunan Temsilci Heyeti, Patrikliğin Đstanbul'da

kalmasının vazgeçilmez olduğunu savunmuştur; bu şehri bırakıp gitmek

zorunda kalsa bile, Patrik, her zaman, Đstanbul Patriği ve Başpiskoposu

unvanını taşıyacaktır. Meşrutiyet'in ilânına kadar Patrik, Rum ulusunun

başıydı, yetkileri, kendisine Türk Hükümetinin verdiği beratlarla

doğrulanmıştır; Patriğin Türk uyruğu olması gerekmektedir; Devlet memurları

aşama sırasında, vezir rütbesini taşımaktadır.

Türk Temsilci Heyeti görüşünden vazgeçmemiş ve Halife'nin dünya

işlerine ilişkin yetkilerine son veren Türk Hükümetinin, Evrensel Patrikliği

Đstanbul'dan uzaklaştırmağa kesin olarak karar verdiğini söylemiştir.

Đstanbul'un Rum halkı bu şehirde kalmak istiyorsa, Patrikliğin Đstanbul'dan

çıkartılması zorunludur; böyle olmazsa, Rum halkının Đstanbul'dan çıkıp

gitmesi gerekecektir; Türk Temsilci Heyeti, Patriklik sorunu çözümlenmezse,

Alt-komisyonun incelenmesine havale edilmiş bulunan öteki sorunların

çözüme bağlanması için teklif edilen yollara ilişkin olarak, esas bakımından

açıkladığı rızasını geri alacağını da sözlerine eklemiştir243.

Lord Curzon’un başkanlığı altında açılan 10 Ocak 1923 oturumunda

nüfus mübadelesi konusu ele alındı. M. Montagna, bir bütün meydana getiren

anlaşmanın, Türk Temsilci Heyetinin öne sürdüğü bir şart - Patriklik sorunu -

nedeniyle sonuca ulaştırılamadığını söylemiştir244. Lord Curzon, Patrikliğin

ruhanî ve kilise işlerine ilişkin yetkilerinden söz ettikten sonra; Patrikliğin,

kamu işleriyle yönetim alanlarında bir takım başka yetki ve görevleri de

olduğuna değinmiştir. Türk Temsilci Heyeti, Patriğin, bu yetkileri sonradan

siyasal amaçlarla kullandığını, üstelik, Patrikliğin siyasal bir kışkırtma merkezi

243 a.g.e., 341-342. 244 a.g.e., 323.

Page 217: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

209

olduğunu bile iddia etmiştir. Bu iddialar doğruysa, Patrikliğin siyasal

ayrıcalıklarını şüphesiz değiştirmek, kısıtlamak ya da bunlara son vermek

için, bunlar, yeterli bir neden sayılabilir. Böyle bir teklif - Patriğin yetkilerini

kötüye kullandığı ya da bu yetkilerin Türk Devleti için bir tehlike yarattığı

ispatlanırsa - öncelikle göz önünde tutulmak gerekir. Ne olursa olsun, bu

iddialar, Patriğin ruhanî konulara ve kilise işlerine ilişkin yetkilerine son

vermek için bir neden sayılamaz. Patriğin siyasal alanlarla yönetim

alanlarında bütün yetkileri elinden alınmakla birlikte, ruhanî konularda ve

kilise işlerinde yetkilerini kullanmağa devam etmemesini gerektirecek bir

neden de yoktur. Tam, tersine, ruhanî konulara ve kilise işlerine ilişkin bu

yetkilerine son verilecek ve Patriklik, yerleşmiş bulunduğu Đstanbul'dan

uzaklaştırılacak olursa uygarlık dünyasının vicdanı yaralanmış olur. Lord

Curzon, yapmış olduğu teklifin, bu soruna en iyi çözüm olduğu kanısındadır.

Bu bakımdan tam bir görüş birliği içinde bulunan Müttefik Temsilci Heyetleri

adına, Lord Curzon, Patriklik kurumunun ileride siyasal niteliği ile yönetim

alanındaki yetkilerinden yoksun bırakılması ve gene Đstanbul'da kalmakla

birlikte, salt bir din kurumu halini alması gerekeceğini, Müttefik Devletlerin

kabul ettiklerini bildirmek istemektedir. Lord Curzon, Türk Temsilci Heyetine

ve Komisyona bunu teklif etmektedir245.

Đnönü, “Türk Temsilci Heyeti, Batı Trakya'nın kaderini saptamak için

plebisite başvurulmasını istediğinden, bu bölge halkının mübadele dışı

tutulmasını da istemiş bulunmaktadır.”demektedir. Bir uzlaşma zihniyetiyle

davranan Türk Temsilci Heyeti, Đstanbul Rumlarının, ilke olarak, mübadele

dışı tutulmasını öngören öteki Temsilci Heyetlerinin isteğini kabul etmeğe razı

olmuştur. Patriklik sorununa gelince, Đsmet Paşa, Patrikliğin siyasal ya da

yönetime ilişkin işlerle bundan böyle hiç uğraşmayacağı, yalnız salt din

245 Bkz. Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler (Genel Oturumların Protokolleri ve Birinci Komisyon Tutanakları ile Raporları ( Ülke ve Askerlik Sorunları )), Çev. Seha L. MERAY, Birinci Takım, Cilt I, Kitap I, 325-328.

Page 218: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

210

alanına giren işlerle yetineceği konusunda, Konferans önünde, Müttefik

Temsilci Heyetlerinin ve Yunan Temsilci Heyetinin yapmış oldukları resmî

konuşmaları ve verdikleri garantileri senet saymaktadır. Đnönü, başkanlığını

yaptığı Temsilci Heyetinin uzlaşıcı eğilimlerinin en büyük bir kanıtını ortaya

koymak üzere, belirttiği şartlar içinde ve senet saymış bulunduğu garantilere

dayanarak, Patrikliğin Đstanbul'dan uzaklaştırılmasına ilişkin tekliften

vazgeçmektedir246. Rum Patrikliğinin 25 Nisan 1861 tarihinde yürürlüğe giren

Nizamnamesine göre, Patrik, kaydı hayat şartıyla seçilmekte ve irade-i

seniyye ile memuriyeti tasdik edilmekteydi. Patrik, Ortodoks Hıristiyanlarının

dünyevî ve din alanına giren meselelerinde, nizamname hükümleri içinde söz

sahibiydi247. Ancak, Lozan’da sadece din alanına giren işlerle yetinmesi

kaydıyla Đstanbul’da kalması kabul edilen Patrik, Cumhuriyet döneminde, 6

Aralık 1923 tarihli Đstanbul valilik tezkeresine dayanan bir hukuksal süreç

içerisinde Türkiye vatandaşı ve seçim sırasında Türkiye sınırları içinde görev

yapan metropolitlerden oluşan Kutsal Meclis tarafından seçilmektedir. Kutsal

Meclis, TC vatandaşı olan ve makamları TC sınırları içinde yer alan

metropolitler arasından, patrik adayları listesini Đstanbul Valiliği'ne sunmakta,

valilik gerekçe göstermeden, seçilmesini istemediği adayları listeden

çıkarabilmektedir. Valilik'ten gelen listedeki adaylar, Kutsal Meclis'te

oylanmakta, aday sayısı üçe düşürüldükten sonra biri patrik olarak

seçilmektedir248.

30 Ocak 1923’te imzalanan Yunan ve Türk halklarının mübadelesine

ilişkin sözleşme ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile Yunan

Hükümeti, Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk

uyrukları ile, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan

246 Bkz. Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler (Genel Oturumların Protokolleri ve Birinci Komisyon Tutanakları ile Raporları ( Ülke ve Askerlik Sorunları )), Çev. Seha L. MERAY, Birinci Takım, Cilt I, Kitap I, 331-332. 247 Bkz. Bilal ERYILMAZ: Osmanlı Devletinde Millet Sistemi, Đstanbul, Ağaç Yayıncılık, 82-83. 248 Patrik seçimine ilişkin olarak Bkz. Elçin MACAR: Đstanbul Rum Patrikhanesi, 29.

Page 219: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

211

uyruklarının, 1 Mayıs 1923 tarihinden başlıyarak, zorunlu mübadelesi

konusunda anlaşmışlardır. Bu kimselerden hiç biri, Türk Hükümetinin izni

olmadıkça Türkiye'ye, ya da Yunan Hükümetinin izni olmadıkça Yunanistan'a

dönerek orada yerleşemeyecektir. Mübadele:

a) Đstanbul'da oturan Rumları [Đstanbul'un Rum ahalisini];

b)Batı Trakya'da oturan Müslümanları [Batı Trakya'nın Müslüman

ahalisini] kapsamayacaktır249.

Lozan Andlaşması’yla Rum ve Türk halklarının mübadelesine ilişkin

olarak Türkiye ile Yunanistan arasında kararlaştırılmış ya da

kararlaştırılacak olan hükümler, Đmroz ve Bozcaada adaları halkına da

uygulanmayacaktır250.

3 – Boğazlar Sorunu

Lozan müzakerelerinde ele alınan ve Türkiye’nin dış politikasında

önemli bir yer tutan konulardan birisi de Đstanbul ve Çanakkale Boğazları’na

ilişkin uluslararası düzenlemelerdir. Türk ulusal kimliğinin şekillenmesinde ve

belleğinin oluşumunda stratejik önemleri nedeniyle, dış güçlerin Boğazları ele

geçirmek istedikleri şeklinde bir algılama biçiminin süreklilik taşıdığı

249 Bkz. Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler, Genel Oturumların Protokolleri ve Birinci Komisyonun Tutanakları ile Raporları ( Ülke ve Askerlik Sorunları ), Çev. Seha L. MERAY, Birinci Takım, Cilt I, Kitap II, Yapı Kredi Yayınları, Mayıs 2001, 17. 250 Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler (Konferansda Đmzalanan Senetler), Çev. Seha L. Meray, Đkinci Takım, Cilt II, Kitap 8, 6. .

Page 220: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

212

görülmektedir. Özellikle Osmanlı Đmparatorluğu döneminde, denizden ve

karadan komşu olan Çarlık Rusyası’nın Boğazları ele geçirmek istemesi,

1917 yılında Çarlık rejiminin yıkılması sonrasında kurulan Sovyet Sosyalist

Cumhuriyetler Birliği’nin ( SSCB), II. Dünya Savaşı sonrasında bir süper güç

olarak ortaya çıkması ve Boğazlarda üs istemesinin yarattığı tedirginlik ve

1991 yılında SSCB’nin dağılması sonrasında ise Karadeniz’in uluslararası

ilişkilerde daha fazla gündeme gelmeye başlaması ve özellikle Rusya’nın

Batılı güçler tarafından kuşatılması ve Hazar Bölgesi enerji kaynaklarının

uluslararası pazarlara ulaştırılması bakımından taşıdıkları önem nedeniyle,

Boğazlar konusu Türklerin belleklerindeki güncelliğini korumaya devam

etmektedir.

Lozan Konferansı’nın 4 Aralık 1922 oturumunda Rusya, Ukrayna,

Gürcistan adına Boğazlar Rejimi konusunda okuduğu bildiride Sovyet

Rusya’nın Đstanbul’un Rusya’ya verilmesini öngören bütün anlaşmalara,

hiçbir karşılık istemeksizin son verdiğine, bütün Akdeniz havzası devletlerini,

Çarlığın yüzyıllar boyunca sürüp giden tutkularının eski tehdidinden

kurtardığına değinen Tchitcherine, Sovyet Federasyonu’nun ekonomik hayatı

için Boğazlar’ın özel öneminden bahsetmektedir. 1910 istatistiklerine göre,

Rusya’nın bütün buğday ihracatının %70’inden çoğunun, Karadeniz ve Azak

Denizi limanlarından dışarıya gönderilmiş olduğunu söylemek, Boğazların

özel önemini göstermek bakımından yeterli olacaktır. Bildiri aşağıdaki şekilde

devam etmektedir.

“Mondros silâh-bırakışımının [mütarekesinin] kurmuş olduğu deniz rejimi altında Devletlerin donanmaları engelsiz olarak Karadeniz’e girebildikleri yakın zamanlarda, Sovyet Cumhuriyetlerinin güney kıyılarının ne durumda kaldığını hatırlatmak yetecektir. Müttefiklerin, Odesa, Nikolaief, Kherson, Sivastopol, Batum ve Karadeniz’in öteki kıyı şehirlerini işgallerini hatırlamak da yeterli olacaktır. Entente Devletleri güney bölgelerimizde Wrangel ve Denikine’in ordularını meydana getirme ve bu orduların Rusya ile müttefikleri olan Hükümetlere karşı savaşmasını destekleme olanağını, ancak, Müttefik deniz kuvvetlerinin Boğazlar’dan geçebilmesiyle elde edebilmişlerdir. 1921’de bile, Müttefik deniz kuvvetleri, Gürcistan

Page 221: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

213

kıyılarında, kendi memleketlerinde iktidarı ele geçirmiş olan Gürcü halkına karşı savaşmaktaydılar. Fakat, söz konusu olan yalnız Rusya ile müttefiklerinin çıkarları değil, aynı zamanda Türk halkının da çıkarlarıdır.” 251

19 Aralık 1922 oturumunda Đnönü, kurulması tasarlanan Boğazlar

Komisyonu’nda,

“Ne Büyük Devletlerden ne de Karadeniz Devletlerinden biri olan Yunanistan’ın temsilci bulundurması kabul edilemez.”

demektedir. Boğazlar’dan ticaret gemileriyle savaş gemilerinin, gerek barış

gerekse savaş zamanında geçişleri, Boğazlar’ın serbestliğine ilişkin

tasarıdaki özel kurallara bağlanmıştır.

Bu tasarının bir maddesi, iki Boğaz arasında ve Karadeniz’de

bulunabilecek olan savaş gemilerinin sayısını sınırlandırmaktadır.

Oluşturulması tasarlanan Boğazlar Komisyonu’nun yapabileceği tek görev,

çeşitli ulusların savaş gemilerinin sayısına konmuş sınıra uyulmasına göz

kulak olmaktır252. 20 Aralık 1922 oturumunda Đnönü,

“Komisyonun görevleri, savaş gemilerinin geçişine ilişkin olarak Boğazlar’ın serbestliği konusundaki tasarıya konmuş hükümlerin gereği gibi uygulanmasını sağlamaktan başka bir şey olmamalıdır.”

demektedir. Askerlikten arındırılmaya ilişkin tedbirlerin böyle bir komisyonca

denetlenmesi, ne şekilde olursa olsun, aslâ kabul edilemez. Gerçekte,

12.000 kişiyi aşmaması gereken Đstanbul’daki kuvvetin 13.000 kişiye

251 Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler (Genel Oturumların Protokolleri ve Birinci Komisyon Tutanakları ile Raporları ( Ülke ve Askerlik Sorunları )), Çev. Seha L. MERAY, Birinci Takım, Cilt I, Kitap I, 135. 252 a.g.e., 275.

Page 222: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

214

çıkarılmadığına inanabilmek için bu komisyonun neler yapabileceğine

değinen Đnönü, Komisyonun, bunu sağlamak için, Đstanbul’daki bütün

yönetimi denetlemesi gerektiğinin öne sürülebileceğini, jandarmanın

silâhlarının kararlaştırılmış hükümlere uygun olup olmadığını anlamak için,

Gelibolu’daki jandarmayla ilgili bütün işleri denetlemek isteğinde bulunmağa

da kalkışabileceğini ifade etmektedir. Türkiye, buna benzer sistemleri

yaşamış bulunmaktadır. Egemenliği altındaki ülkenin bir parçasında, her ne

şekilde olursa olsun, bir müdahaleye karşı açık olmak, bir Devlet için

ölümden beter bir yıkımdır253.

24 Temmuz 1923’te imzalanan Boğazlar Rejimine Đlişkin Sözleşme’ye

göre “Boğazlar Komisyonu” yetkilerini Boğazlar’ın suları üzerinde

kullanacaktır. Komisyon, bir Türk temsilcisinin başkanlığı altında, Fransa,

Đngiltere, Đtalya, Japonya, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Rusya ve Sırp-

Hırvat-Sloven Devleti temsilcilerinden kurulu olacaktır. Söz konusu

Sözleşme, 20 Temmuz 1936’da imzalanan ve Boğazlar Komisyonu’nu

ortadan kaldıran ve Boğazları bütünüyle Türkiye’nin egemenliğine bırakan

Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile ortadan kalkacaktır.

4 - Azınlıklar Sorunu ve Ermeni Yurdu Konusu

Türklerin belleğinde, azınlıklar, Osmanlı Đmparatorluğu’nun çöküş

dönemindeki dış güçlerin iç işbirlikçisi olarak yer etmişlerdir. Cumhuriyet

döneminde de, sayısal olarak bir hayli azalmış olmalarına karşın, azınlıklara

yönelik bu bakış ve algılama biçiminin sürekliliğini koruduğu görülmektedir.

Osmanlı döneminde sadece Müslüman-olmayan azınlıklar söz konusu iken

253 a.g.e., 289.

Page 223: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

215

ve Lozan Andlaşması’nda da bu durum Đtilaf devletleri tarafından, onların

arzularının aksine, Türk Temsilci Heyeti’nin ısrarları karşısında kabul edilmiş

iken, ilerleyen yıllarda hem Müslüman-olmayan azınlıklar hem de Müslüman

olan fakat etnik kökenleri farklı olan unsurların azınlık haklarının gündeme

getirilmeye başlanması, Türklerin belleğinde Osmanlı dönemindeki azınlıkları

hatıra getirmekte ve Türkiye’nin de Müslüman etnik azınlıklar kullanılarak

parçalanmaya çalışıldığı şeklinde bir algıya yol açmaktadır. Böyle bir

algılama içerisinde bulunulması ise tepkisel politikaları da beraberinde

getirmektedir. Uluslararası ilişkiler içerisinde azınlık haklarının giderek artan

bir ilgi görmeye başlaması ve devletlerin iç işlerine karışabilmenin bir aracı

haline gelmesi, Türkiye’nin dış politikasının da azınlık konusu üzerinde

yoğunlaşmasına yol açmaktadır. Türkiye’deki Müslüman olmayan

azınlıkların, özellikle Rum Patrikhanesi’nin çevresinde odaklanan, bazı hak

taleplerinin yanı sıra Müslüman etnik toplulukların azınlık haklarının

korunması konusu da Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkilerini etkilemekte ve

belleğin canlanmasına imkan vermektedir.

Türkiye’nin dış politikasındaki temel uğraşı konularından birisi de I.

Dünya Savaşı sırasında Anadolu dışına sürülen ve Lozan müzakerelerinin

önemli konularından birisi olarak Đtilaf devletleri tarafından gündeme getirilen

Ermeni sorunudur. Türklerin belleğinde, Ermeniler Osmanlı devleti içerisinde

refah içerisinde yaşamakta ve devletin üst kademelerinde görevler

üstlenmekte iken, I. Dünya Savaşı sırasında Türklere ihanet etmişler ve bu

nedenle de o dönemde Osmanlı toprağı olan Anadolu’nun güneyine göç

ettirilmişlerdir. Bu dönemde Türklere göre, olağanüstü şartlar içerisinde

göçler sırasında Ermenilerden ölenler olmuştur; bu ölümler sistemli bir yok

etme operasyonunun sonucu değildir. Đtilaf devletleri ise Türklerin Hıristiyan

Ermenileri katletmeleri olarak algılamışlardır. Ermenilerin Anadolu’da topluca

bulunacakları bir yurt edinmelerine izin vermeyen Türkiye’nin dış

Page 224: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

216

politikasında Ermeni sorunu önemli bir yer işgal etmeye devam etmektedir.

Türkiye’nin ABD ve Avrupa Birliği ve diğer birçok ülke ile ilişkilerinde Ermeni

sorunu gündeme gelebilmektedir. SSCB’nin dağılmasından sonra Türkiye’nin

doğusunda bağımsız bir Ermeni devletinin ortaya çıkması ve Türklerin

soykırım yaptığına ilişkin iddiaları uluslararası ilişkilerinde gündeme

getirmesi, Türklerin belleğinin bu konuda da sürekliliğinin sağlanmasına

olanak vermektedir.

Lozan Konferansı’nın 12 Aralık 1922 oturumunda Lord Curzon,

“Müttefikler savaşa sürüklendikleri zaman, güttükleri amaçlardan birisinin, Küçük Asya’da pek çok sayıda bulunan Hıristiyan azınlıkların korunması ve mümkünse, bunların kurtarılmasıydı. Özellikle Ermenistan’a ilişkin olarak bu amaç güdülmekteydi. Bu konuda verilmiş ve sık sık yenilenmiş olan sözler herkesçe bilinmektedir. Bu konuda verilmiş sözlerin, elli yıl önce Berlin Andlaşmasıyla başladığı söylenebilir.”254.

demiştir. Lord Curzon, Đstanbul’daki Rum nüfusu ile Yunan Hükümetinin Batı

Trakya’da bırakmağa hazır olduğu 124.000 kişiye, azınlıklara ilişkin

hükümlerin uygulanacağını, bundan başka, Đstanbul’da, sayısı 130.000 kişi

olarak kestirilen, Ermeni nüfusunun olduğunu, Küçük Asya’da nüfus

mübadelesi ile Anadolu Rum nüfusunun hemen hemen bütünüyle ortadan

kalkması sonucunu yaratacağını ifade etmektedir.

Ayrıca, Kürdistan dağlarının çeşitli yerlerinde ve Türk – Đran sınırı

üzerinde yaşayan önemli bir Nesturî ya da Asurî Hıristiyanları topluluğu

vardır. Đngiltere, Fransa ve Amerika, özellikle, son savaşın

boğazlaşmalarından ve felâketlerinden çok çekmiş olan bu halkın kaderi ile

pek yakından ilgilenmektedirler. Bundan başka, şurada burada, dağınık

Yahudi toplulukları ve başka küçük gruplar da kalacaktır.

254 a.g.e., 181.

Page 225: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

217

Lord Curzon, Ermenilerin, yalnız, kuşaklar boyunca katlandıkları ve

uygar dünyanın dehşet ve acıma duygularını üzerlerine çeken çok büyük

acılar yüzünden değil, fakat gelecekleri bakımından kendilerine özel olarak

verilmiş sözler yüzünden de, özellikle göz önünde tutulmaları gerektiğini

söylemektedir. Şimdi bir Sovyet Cumhuriyeti olan eski Rus vilâyeti Erivan’da,

aşağı yukarı 1.250.000 nüfuslu, fakat her yerden gelmiş göçmenlerle çoktan

dolmuş taşmış ve daha kalabalık bir nüfus kabul edemeyecek durumda

bulunan, bir sözde Ermeni Devleti vardır.

Öte yandan, Kars, Ardahan, Van, Bitlis ve Erzurum’un Ermeni nüfusu

neredeyse yok olmuştur. Fransızlar Kilikya’yı boşalttıkları zaman, bu vilâyetin

paniğe kapılan Ermeni nüfusu, onların ardından gitmiştir; şimdi de

Đskenderun, Halep, Beyrut şehirlerinde ve Suriye sınırı boylarında dağınık bir

durumdadırlar. Lord Curzon, Türkiye’nin Asya’daki ülkesinde bir zamanlar üç

milyona varan Ermeni nüfusundan, şimdi ancak 130.000 kişi kadarının

kaldığını, yüzbinlercesinin Kafkasya’ya, Rusya’ya, Đran’a ve komşu bölgelere

sığınmak üzere dağıldıklarını ifade etmektedir. Bir ulusal Ermeni Yurdu

kurulmasına ilişkin olarak, Lord Curzon, güçlü bir kişiliği, trajik de olsa dikkat

çekici bir tarihi ve belirli bir ulusal duygusu olan bir halkın, kendi toprağında

oturmak özleminde bulunmasını doğal saymak gerektiğini, bu halkın, Erivan

Cumhuriyetinde zaten böyle bir ülkesi olduğu söylenecek olursa, buna, söz

konusu bölgenin yoksul, nüfusunun kalabalık olduğu ve orada yürürlükteki

rejimden Ermenilerden pek çoğunun tiksindiği karşılığı verilmesi gerektiğini

ifade etmekte ve konuşmasının devamında,

Page 226: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

218

“…Türkiye, Asya’daki ülkesinin bir yerinde – ister Kuzey-Doğu vilâyetlerinde, ister Kilikya’nın Güney-Doğusu ile Suriye sınırlarında – Ermeniler için, bunların diledikleri bir toplanma merkezi bulmalıdır.”255

demektedir. Đnönü, Türkiye’deki azınlıklar sorununa, üstün durumdaki

ulustan dinleri ve kültürleri yüzünden ayrı olan unsurlara nasıl davranıldığı

konusunda, Osmanlı Đmparatorluğunun tarihini kısaca gözden geçirmeksizin

hakgözetir bir çözüm yolu bulunamayacağını ifade etmiştir. Bu objektif

inceleme, azınlıklara karşı birkaç yüzyıldır güdülen politikayı bütün gerçek

durumuyla ortaya koyacaktır; bu incelemeyle, söz konusu azınlıkların, hangi

koşullar içinde refaha kavuştukları, haklarının – hatta varlıklarının – hangi

koşullar içinde tehdit edildiği de görülecektir. Osmanlı Đmparatorluğu

tarihinde, azınlıklar sorununun, özellikle, Türklerin Đstanbul’u almalarıyla

başladığına değinen Đnönü, Fatih Sultan Mehmed’in, fethedilen şehirlerdeki

Müslüman olmayan topluluklara din ve yönetim bakımından pek büyük bir

özgürlük tanıdığını belirtmekte, tarihçilerin görüş birliği içinde olduklarını ifade

etmektedir256. Đnönü;

“… azınlık haklarının varlığına rağmen, özellikle XVIII’nci yüzyılın başlarından beri, bir yandan Müslümanlar, öte yandan Müslüman olmayan çeşitli topluluklar arasındaki dostça ilişkilerde, ard arda gelen değişiklikler olmuştur; o zamana kadar sürüp gelen karşılıklı iyi geçinme, yerini, karşılıklı bir güvensizliğe bırakmağa başlamış ve bundan doğan üzücü olaylar, gerek çoğunluğun gerekse azınlıkların acı çekmelerine yol açmıştır. Bu olayların kaynağı, her şeyden önce, zaten kötü niyetli komşularının kesintisiz saldırılarıyla oldukça güçsüz düşmüş büyük bir Đmparatorluğun göçüp gitmesini hazırlamak amacı güden, dış kışkırtmalardır.”257

255 Bkz. Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler (Genel Oturumların Protokolleri ve Birinci Komisyon Tutanakları ile Raporları ( Ülke ve Askerlik Sorunları )), Çev. Seha L. MERAY, Birinci Takım, Cilt I, Kitap I, s 2001, 183-184. 256 Bkz. Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler (Genel Oturumların Protokolleri ve Birinci Komisyon Tutanakları ile Raporları ( Ülke ve Askerlik Sorunları )), Çev. Seha L. MERAY, Birinci Takım, Cilt I, Kitap I, 188. 257 Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler (Genel Oturumların Protokolleri ve Birinci Komisyon Tutanakları ile Raporları ( Ülke ve Askerlik Sorunları )), Çev. Seha L. MERAY, Birinci Takım, Cilt I, Kitap I, 189.

Page 227: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

219

demektedir. Đsmet Paşa’ya göre tarih, azınlıklar sorununda iki ana etkenin

gözden uzak tutulmamasını öğretmektedir:

1 – Dış politika etkeni: Bu etken, bir takım Devletlerin, azınlıkların iç

işlerine karışma istekleriyle beslenmekte, bu karışmayı, ilkin kışkırtmalarda

bulunarak ve karışıklıklar çıkartarak gerçekleştirmeyi öngörmektedir.

2–Đç politika etkeni: Bu etken de, yukarıda belirtilen yoldan

cesaretlendirilmiş olan azınlıkların, bağımsız Devletler kurmak amacıyla

özgürlüklerini kazanma isteği olarak ortaya çıkmaktadır.

Türkiye’de azınlıklar ne çekmişlerse bu iki etken yüzünden çekmiş

oldukları için, azınlıkların kaderini iyileştirmek – Müttefik Devletler bunu

gerçekten istemekteyseler – işte bu iki etkeni kesin olarak etkisiz kılmaya

bağlı bulunmaktadır258.

31 Aralık 1922 oturumunda Đnönü, Yahudilerden söz etmek

istemektedir. Son zamanlara kadar adı hiç bir andlaşmada geçmeyen bu

çalışkan ve zekî unsur, kendi halinde ve her türlü sarsıntıdan uzak yaşayışla,

öteki unsurlara örnek olarak gösterilmelidir. Yahudilerin verdiği örnek, şunu

açıkça göstermeğe yetmektedir: Türkiye’de, kendi halinde bir yurttaş için,

bütün haklardan yararlanmada en iyi yol, dışarıyla şüpheli ilişkiler kurmamak

ve dışarıdan gelen özel bir ilgiye konu olmamaktır.

Türkiye’nin doğu sınırlarında yaşayan Nesturîler ve Asurîler, büyük

savaşa gelinceye kadar hiçbir yakınmada bulunmamışlar ve savaş süresince

başkalarının da çekmediği, hiç bir özel acıya katlanmak durumunda

258 a.g.e., 198. .

Page 228: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

220

kalmamışlardır; şüphe yok ki, barışa dönüş, onlara, yurttaşlarıyla dostça

ilişkilerini yeniden kurma yollarını açacaktır.

Bugün Türkiye’de bulunan Ermenilere gelince, savaşın uzun yıllarından

önce de görüldüğü gibi, bunların Türk yurttaşlarıyla tam bir anlaşma içinde

geçinerek, çalışkan ve refah içinde bir yaşayış sürdürmelerine hiç bir engel

yoktur.

Türk Temsilci Heyeti, barışın – acılar doğuran siyasal nitelikteki

nedenleri yok ettikten ve ermeni sorununu bir geçim yolu ya da siyasal bir

silâh sayarak dışarıda çalışan Ermeni komitelerinin her türlü varlık nedeni

ortadan kalktıktan sonra – Türklerle Ermenilerin karşılıklı olarak ve tam bir

içtenlikle, savaşın açmış olduğu yaraları sarma olanağı sağlayacağına kesin

olarak inanmaktadır. Đnönü, Türkiye ülkesinin parçası olan bir toprağın

Ermeni Yurdu kurulmak üzere Türkiye’den ayrılmasını, Türkiye’nin

bölünmesine yeni bir girişim saymak zorundadır. Şu var ki, bu gibi girişimlerin

meşru olmadığı ve gerçekleşemeyeceği bol bol ispat edilmiş bulunmaktadır.

Türkiye’nin doğu vilâyetlerinde ya da Kilikya’da, Türk çoğunluğunun

bulunmadığı ve her ne yoldan olursa olsun anayurttan ayrılabilecek bir karış

toprağı yoktur.

Kaldı ki Türkiye, zaten var olan bağımsız Ermenistan’la – başka bir

deyimle, Erivan Sovyet Cumhuriyeti’yle – Devletler hukuku ve yürürlükteki

kurallar uyarınca andlaşmalar yapmış ve iyi komşuluk ilişkileri kurmuş

bulunmaktadır. Bundan başka bir Ermenistan’ın var olduğunu düşünmek,

Türkiye’nin andlaşmalarına aykırı düşer. Đnönü, Ermeni Ulusal Yurdu’na

ilişkin olarak yaptığı açıklamaların yeterli sayılacağını ummaktadır259.

259 a.g.e., 211-212.

Page 229: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

221

14 Aralık 1922 oturumunda Đnönü, daha önceki istatistiklerle

karşılaştırıldığı zaman, bugün eksik görülen Ermenilerin ne olduğu, son

zamanların savaşlarıyla, Türkiye’ye zorla yaptırılan savaşlarda aranmalıdır,

demektedir. Bu savaşlar, Anadolu’nun en mutlu, en varlıklı ve en ünlü

parçalarını bir yıkıntı alanına çevirme sonucunu da doğurmuştur. Doğu

vilâyetlerinde Müslüman nüfusun sayısı 4.000.000 iken 3.000.000’dan az bir

sayıya, istilâya uğrayan Batı vilâyetlerinde de 3.500.000’den aşağı yukarı

2.000.000’a düşmüştür. Arada eksik olanlar – başka bir deyimle, 2.500.000

kadar insan – savaş yıllarının kurbanlarıdır. Fakat, Lord Curzon’un dilediği

gibi ve onun verdiği örneğe uyararak, Đsmet Paşa’da geçmişi bir yana

bırakmak istemektedir; çünkü Đsmet Paşa da ileriye yürümek ve barışa

erişmek arzusundadır260.

Lord Curzon, Türkiye gibi geniş bir ülkede Ermenilere bir köşe bulunup

bulunamayacağını sormuş olduğu için, Đnönü, bu konuya ilişkin olarak,

Türkiye’nin yüzölçümü ile kıyaslanamayacak kadar büyük toprakları olan

Devletlerin bulunduğunu hatırlattı. Üstelik, Türkiye’den pek yakın bir geçmişte

ayrılmış olan ülkeler de çok geniş toprakları kapsamaktadır; Türkiye’ye

bırakılan ülkeye gelince, burada bir Türk çoğunluğu oturmaktadır ve bu

ülkenin her parçası birbirinden ayrılmaz bir bütün meydana getirmektedir.

Doğu vilâyetlerindeki Türk halkı - örneğin Kilikya halkı gibi – yurtlarını

yabancı istilâsına ya da işgaline karşı savunmak için hesapsız fedakârlıklara

katlanmıştır; oturdukları yerleri hiçbir şekilde başkalarına bırakamazlar261.

Azınlıklar-alt komisyonunun 15 Aralık 1922 oturumunda, Rıza Nur

Bey, Türkiye’de din azınlıkları bulunduğunu, fakat soy(ırk) azınlıklarının

bulunmadığını söyledi. Böyle olunca, Türk Temsilcisi Heyeti soy ya da dil

260 a.g.e., 221. 261 a.g.e., 221-222.

Page 230: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

222

azınlıklarının korunması ilkesini kabul etmemektedir, dedi.

M.Montagna, soy azınlıklarının varlığının bir gerçek olduğu, karşılığını verdi.

Rıza Nur Bey, Türkiye’de yalnız Türklerin ve Kürtlerin bulunduğunu

sözlerine ekledi. Kürtler, kaderlerinin,Türklerin kaderiyle ortak olduğu

görüşündedirler; azınlık haklarından yararlanmak istememektedirler. Museviler

de bu çeşit haklar isteğinde değillerdir. Yalnız Rum azınlıkları bunları

istemektedirler262. 19 Aralık 1922 oturumunda Rıza Nur Bey, “azınlıklar”

teriminin, ”Müslüman–Olmayan“ sıfatının eklenmesi ile açıklığa

kavuşturulmasını istedi.

M.Veniselos, Rıza Nur Bey’in sözlerinin, azınlıkların korunması

konusunda çağı geçmiş bir düşünceye dayanır göründüğünü söyledi. Böyle

düşünmek doğru değildir. Azınlıkların korunması son savaş sırasında ortaya

çıkmış,özü bakımından çağdaş bir düşüncedir. Öte yandan, Türk devletinin,

teokratik bir monarşi olmaktan çıkmış bulunması, Türkiye’de azınlıkların

korunmasını daha az gerekli kılmış da değildir. Türk Temsilci Heyetinin sanır

göründüğü gibi, bu korumayla, yalnız din alanı göz önünde tutulmuş

değildir263.

M.Veniselos, ”azınlıklar” teriminin ”Müslüman – olmayan” sıfatının

eklenmesi ile kısıtlanmasına karşıdır; ona göre asıl güvence altına alınması

gereken, bir ulusal topluluktan olma hakkıdır; azınlıkların, kökenlerine ve bir

başka Devletle hısımlıklarına ilişkin, bilinçleridir. Özellikle, azınlıklara, ulusal

tarihlerini içten yakınlık duygularıyla düşünmek olanağının sağlanması

önemlidir264.

262 Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler, Genel Oturumların Protokolleri ve Birinci Komisyonun Tutanakları ile Raporları ( Ülke ve Askerlik Sorunları ), Çev. Seha L. MERAY, Birinci Takım, Cilt I, Kitap II, 152-153. 263 a.g.e., 169. 264 a.g.e., 170.

Page 231: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

223

Rıza Nur Bey, Türkiye’de Müslüman azınlıklar olmadığı için, bu noktada

daha çok direnmektedir; Türkiye - Suriye sınırında birkaç Arap kabilesi varsa,

bunlar, aslında, göçebedirler ve sınır boyunca, sınırın aynı zamanda hem

ötesinde hem de berisinde yaşarlar. Kürtlere gelince, bunlar, Türk halkına tüm

bağlıdır ve onlara özel koruma sağlamak için kaygılanmak söz konusu

değildir265.

Birinci Komisyon’un 9 Ocak 1923 oturumunda Azınlıklar

Alt – komisyonunun çalışmalarına ilişkin olarak Azınlıklar Alt – Komisyonu

Başkanı M. Montagna, Türkiye’de oturan bir takım etnik topluluklara ilişkin

sorunlarda bir anlaşmaya varılamadığını söylemiştir. Alt-komisyon, Ermeni

sorununu, Asurîler–Keldanîler sorununu ve her iki Trakya’nın Bulgar

göçmenleri sorununu incelemek üzere Komisyona geri göndermek zorunda

kalmıştır. Bütün bu sorunlara ilişkin olarak, Alt–komisyon, Türk Temsilci

Heyeti’nin kesin red cevabı ile karşılaşmıştır266.

Đnönü, özel yurtlar sorununa geçerek, Müttefiklerin bu konuda öne

sürdükleri teklifin Türkiye’yi parçalamak anlamına geleceğini söyledi. Bu

yüzden, Türk Temsilci Heyeti böyle bir sistemin görüşülmesine girişmeye bile

imkân görmemektedir.

Bulgar azınlıklarına gelince, Đsmet Paşa, Türkiye ile Bulgaristan

arasında on yıl önce yapılmış sözleşmeye dayanarak, nüfus mübadelesi

sorununa yeniden dönmenin mümkün olmadığını hatırlatmakla yetindi267.

Lord Curzon, Alt -komisyonun Türk Temsilci Heyetine iki büyük tâviz

verdiğini ifade etmektedir. Alt-komisyon, önce, bütün etnik azınlıkların, başka

265 a.g.e., 172. 266 a.g.e., 296. . 267 a.g.e., 298.

Page 232: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

224

bir deyimle, Müslüman-olmayan azınlıklar gibi Müslüman azınlıklarında –

örneğin Kürtlerin, Çerkeslerin ve Arapların – tasarıdaki koruma tedbirlerinden

yararlanmalarında direnmişti. Türk Temsilci Heyeti, bu azınlıkların korunmaya

ihtiyaçları olmadığını ve Türk yönetimi altında bulunmaktan tamamiyle

memnun olduklarını söylemiştir. Lord Curzon, durumun gerçekten böyle

olduğunu ummak istediğini söyledi. Ne olursa olsun, Alt-komisyon, bu

inandırıcı sözler üzerine, koruma tedbirlerini, yalnız, Müslüman-olmayan

azınlıklara sınırlamayı kabul etmiştir268.

Đsmet Paşa’ya göre, "Azınlık" terimine sınırlı bir anlam verilmesi,

Müttefiklerce, Türk Temsilci Heyetine yapılmış önemli bir tâviz gibi

gösterilmektedir. Türk Temsilci Heyeti, durumu böyle görmemektedir.

Türkiye'de hiç bir Müslüman azınlık yoktur; çünkü kuramsal yönden olduğu

kadar uygulamada da, Müslüman nüfusun çeşitli unsurları arasında hiç bir

ayırım gözetilmemektedir. Lord Curzon, söz konusu Müslüman unsurların

Türk halkıyla tam bir anlaşma içinde iyi geçinecekleri umudunu açıklamıştır.

Đnönü, geleceğin, bu umudu haklı çıkaracağına kesin olarak inanmaktadır.

Müslüman-olmayan azınlıklara gelince, Türkiye, bunlara, bir takım Avrupa

Devletleri arasında yapılmış andlaşmalarda bulunan hükümleri esas alan

haklar vermeğe razı olmuştur269. Lozan Andlaşması’nın 37’nci maddesinden

45’inci maddesine kadar olan hükümleri “azınlıkların korunması”yla ilgilidir.

Türkiye, azınlıkların korunmasıyla ilgili maddelerin, Türkiye'nin

Müslüman-olmayan azınlıklarıyla ilgili olduğu ölçüde, uluslararası

nitelikte yükümler meydana getirmelerini ve Milletler Cemiyeti’nin

güvencesi [garantisi] altına konulmalarını kabul etmektedir270.

268 a.g.e., 301. 269 a.g.e., 306. 270 Lozan Andlaşması’nın “azınlıklar”la ilgili maddeleri için bkz.Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler (Konferansda Đmzalanan Senetler), Çev. Seha L. MERAY, Đkinci Takım, Cilt II, Kitap 8, 10-13.

Page 233: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

225

5 - Musul Sorunu

Musul sorunu, Türklerin belleğindeki sıcaklığını korumakta ve Türk dış

politikasının uğraş alanlarından birisi olmaya devam etmektedir. Musul, 28

Ocak 1920’de son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde kabul edilmiş olan “Ulusal

And/Misakı Milli”nin yeni Türkiye’nin sınırları içerisinde kabul ettiği; ancak

sınırları içerisine katılamamış bir toprak parçasını ifade etmektedir. Türklerin

belleğinde Musul, Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra ateşkes

kurallarına aykırı olarak Đngilizler tarafından işgal edilmiş ve zengin petrol

kaynaklarına sahip olması nedeniyle de tekrar Türklere verilmemiştir. Lozan

sonrasına ertelenmiş olan Musul’dan, dış güçlerin desteğinde çıkarılan Şeyh

Sait isyanıyla uğraşmak zorunda kalan Türkler, vazgeçmek zorunda

kalmışlardır. Musul sorunu, Irak’taki iç gelişmelere bağlı olarak Türk dış

politikasının ilgi alanında kalmaya devam etmektedir. Irak’ın 1990 yılında

Kuveyt’i işgal etmesi ve ABD liderliğindeki koalisyon güçlerinin müdahalesi

sonrasında ortaya çıkan siyasal gelişmeler çerçevesinde daha fazla

gündeme gelmeye başlamıştır. 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında

ise Irak’ın yeniden yapılandırılması ve Türkiye’nin Kuzey Irak’taki Kürt

grupların politikalarından duyduğu tedirginlik bağlamında önemli bir yer işgal

eder duruma gelmiştir.

Lozan müzakelerelerinde, Birinci Komisyon’un 23 Ocak 1923

oturumunda, Musul sorunu ele alınmıştır. Đnönü, okuduğu bildiride Musul

sorununun, Türk ve Đngiliz Temsilci Heyetleri arasında, gerek sözlü gerekse

yazılı olarak bir görüşmeye konu olduğunu ifade etmiş, tarafların öne

sürdükleri iddiaları ve Türkiye'nin Musul vilâyetinin bir başka Devlete

bırakılmasına razı olmayışının nedenlerini, açıklamıştır. Bu nedenleri

etnografik, siyasal, tarihî, coğrafî, ekonomik ve askerî olarak sınıflandıran

Page 234: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

226

Đnönü, Musul vilâyetinde yerleşik nüfusun 503.000 kişiye vardığını; Vilâyet

içinde, bundan başka, Kürt, Türk ve Arap göçebe aşiretlerin de bulunduğunu;

bunların aşağı yukarı 170.000 kişi kadar olduklarını ifade etmiştir.

Resmi son Türk istatistiklerine göre, Süleymaniye, Kerkük ve Musul

sancaklarından oluşan Musul vilayetinin yerleşik nüfusunu meydana getiren

503.000 kişinin, 263.830’u Kürt, 146.960’ı Türk, 43.210’u Arap, 18.000’i

Yezidi ve 31.000’i Müslüman olmayan unsurlardan oluşmaktadır271.

Musul vilayeti’nde Kürtlerle Türklerin çoğunlukta olduğunu, Đngiliz

Hükümeti’nin kendisi de kabul etmektedir. Musul'da oturanlar, hiç bir vakit, ne

Arap, ne de Irak halkının bir parçası sayılmışlardır. Đngiliz Temsilci Heyeti,

Tel-Afr şehrinin bir Türk şehri olduğunu ve Musul’un çevresinde pek çok Türk

köyü bulunduğunu kabul etmektedir272. Đnönü,

"Kürt halkının Đran kökenli olduğu öne sürülmüştür; oysa, bu iddiayı, Kürtlerin Turan kökenli olduğunu kabul eden, Encyclopaedia Britannica yalanlamaktadır.

Zaten, Anadolu'yu tanıyanlar bilirler ki, gerek töre, gerek gelenek ve görenek bakımından, Kürtler, hiç bir yönden Türklerden farklı değildirler; ayrı diller konuşmakla birlikte, bu iki halk, soy, inanç ve görenek bakımından tek bir bütün meydana getirmektedir.” 273

demektedir. Yüzyıllardır bu iki halk, soy, inanç, özlem ve töre bakımından

olduğu kadar, gelenek ve görenek bakımından da ortak bağlarla birleşmiş

olarak tam bir uyum içinde yaşamaktadırlar; Kürtlerin kendi istekleriyle Türk

271Bkz. Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler (Genel Oturumların Protokolleri ve Birinci Komisyon Tutanakları ile Raporları ( Ülke ve Askerlik Sorunları )), Çev. Seha L. MERAY, Birinci Takım, Cilt I, Kitap I, 344-345. 272 a.g.e., 346. 273 a.g.e., 347.

Page 235: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

227

yönetimi altına geçtiklerini ve kaderlerini Türkiye'nin kaderine bağladıklarını

tarih göstermektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Türklerin olduğu

kadar Kürtlerin de Hükümetidir; çünkü, Kürtlerin gerçek ve meşru temsilcileri

Millet Meclisine girmiştir ve Türklerin temsilcileriyle aynı ölçüde ülkenin

Hükümetine ve Yönetimine katılmaktadırlar. Kürt halkı ve yukarıda belirtilen

temsilcileri, Musul Vilâyetinde oturan kardeşlerinin Anayurttan ayrılmalarına

razı değillerdir; böyle bir ayrılmaya engel olmak için bütün fedakârlıklara

katlanmaya hazırdırlar. Musul Vilâyeti nüfusunun çoğunluğunu meydana

getiren Kürtlerle Türklerin, vilâyetlerinin Türkiye'nin tamamlayıcı bir parçası

olarak kalmasını sağlamak için, bütün güçleriyle mücadele etmekten bir an

bile geri durmayacaklarına şüphe yoktur. Bu halk, pek az bir süre önce,

Türkiye Büyük Millet Meclisine başvurarak, 1918 silâh-bırakışımdan sonra

işgal edilen ülkelerinin Türkiye'ye geri verilmesini sağlamak bakımından

sarsılmaz kararlarını bildirmiştir. Musul Vilâyetinde oturanların yüreğinde bu

isteğin ne ölçüde derin kökler salmış olduğunu ispat etmek için, Vilâyetin -

haklı gösterilmesine imkân olmayan -işgalinden bu yana patlak vermiş ve

çoğu da Đngiliz bildirileriyle ilân edilmiş olayları göz önünde tutmak yeterli

olacaktır274. Đsmet Paşa, “Đngiltere Kürtlere özerklik vermek isteğinde imiş de,

Türkiye bunu vermeğe yanaşmıyormuş.” şeklindeki Đngiliz Temsilci Heyeti’nin

açıklamasına karşı aşağıdaki açıklamayı getirmektedir:

“Kürtler, Türkiye'de her zaman yurttaşlık haklarından yararlanmışlardır, siyasal ve sosyal bakımlardan, her zaman işbirliği yaptıkları Türk Hükümetini hiç bir zaman yabancı bir Hükümet saymamışlardır. Büyük Millet Meclisinde milletvekilleri vardır, hükümet ve yönetim işlerine etkili olarak katılmaktadırlar.

274 a.g.e., 348-349.

Page 236: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

228

Kullanılan ad ne olursa olsun, gerçekte bir sömürge olacak bir ülkede, yabancı bir Devletin uyruğu durumuna geçmek üzere, şimdiki durumunu değiştirmek isteyecek tek bir Kürt bile yoktur.

Böyle bir durumda, kendilerini temsil etmiyecek bir Hükümet ve Parlamentoca uzaktan yönetilecek olan ülkelerinin kaderi üzerinde hiç bir gerçek etkileri olmayacağını Kürtler bilmektedirler.

Yurttaşlık haklarını ve yetkilerini kapsamayacak olan ve sözde özerk bölgelerin halklarına tanınacağı söylenen haklar, Kürt soyu gibi üstün bir soyu hiç tatmin etmiyecektir.

Musul Kürtleri için olduğu kadar, Anadolu'nun öteki yerlerindeki Kürtler için de geçerli olan bu düşünceler, Musul Vilâyetinin doğu kesiminde oturanlara dört yıldan beri sözverilen yalancı özerkliğin, kendilerine neden hiç çekici görünmediğini ve gerçekte sömürge yönetimi altına alınmış bir halk durumuna düşürülmüş insanların kaderine ortak olmağı kabul etmeğe onları neden inandıramadığını açıklamaktadır.” 275

Đnönü, özetle, Musul halkının büyük çoğunluğunun Türk ve Kürt

olduğunu, bu vilayette oturanların yeniden Türkiye’ye bağlanmayı ısrarla

istediklerini, coğrafi ve siyasal bakımlardan Musul’un Anadolu’nun

tamamlayıcı bir parçası olduğunu ve ancak Anadolu’ya bağlı kalmakla gerçek

çıkış yerleri olan Akdeniz limanlarıyla sıkı ilişki kurabileceğini, hukuk

bakımından hâlâ Osmanlı Đmparatorluğunun bir parçası olan bir ülkeye ilişkin

olarak Đngiltere'nin yapmış olabileceği bütün andlaşmaların, anlaşmaların ve

sözleşmelerin hukuk açısından hiç bir değeri olamayacağını,

Anadolu'nun güney kesimlerini birleştiren yolların kavşak noktası olan

Musul'un, Türkiye’nin ticari ilişkileri ve bu bölgesinin güvenliği bakımından,

Türkiye’nin elinde olmasının zorunlu olduğunu ve Musul’un, Türkiye’nin bir

çok başka parçaları gibi, savaşın durmasından sonra ve yapılmış

sözleşmelere aykırı olarak, Türkiye’den alındığını, bu yüzden, aynı durumda

275 a.g.e., 350.

Page 237: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

229

kalmış öteki bölgeler gibi, Musul'un da geri verilmesi gerektiğini ileri

sürmüştür276.

Đnönü’den sonra Lord Curzon,

“Bütün Mezopotamya, Dünya savaşı sırasında Đngiliz ordularınca işgal edilmiştir. Dünya savaşı, Türk ordularının yenilgisiyle son bulmuştur; bu savaşın sonucu olarak, Türk Hükümeti bu ülkeden dışarı atılmıştır; az sonra, o vakte kadar Mezopotamya demekte olduğumuz bu ülkeye, bölge halkının daha çok alışmış olduğu, Irak adı verilmiştir. Türk Hükümetinin davranışı yüzünden savaşa girmek zorunda kaldığımız ve ilk defa Irak'ta ilerlediğimiz zaman, ülkenin halkına, zaferi kazanırsak, ileride Türk yönetiminden kurtarılacağı yolunda söz verdik. Aynı zamanda, Melik [Kıral] Hüseyin'e karşı da eş bir yükümü - başka bir deyimle, bu bölgede Arapların bağımsızlığını desteklemek yükümünü - kabul ettik. Zaferimizle biten savaş sonunda, bu yükümleri yerine getirmek için elimizden geleni yaptık…..…..Bu ülkede oturanlara, gelecekte hepsinin - başka bir deyimle, topluca Musul'un, Bağdat'ın ve Basra'nın - birleşmek mi, yoksa birbirlerinden ayrılmak mı istediklerini sorduk. Bu bölgelerden üçü de bölünmez bir bütünün parçaları oldukları ve birbirlerinden ayrılmak istemedikleri cevabını verdiler.” 277

demektedir. Curzon, Đnönü’nün, öne sürdüğü rakamları kabul etmediğini

söyledikten sonra Musul vilâyeti nüfusuna ilişkin olarak rakamlar vermektedir.

Bu rakamlara göre, Musul’da 186.000 Arap, 455.000 Kürt, 66.000 Türk,

62.000 Hıristiyan, 17.000 Yahudi yaşamaktadır.

Lord Curzon,

“Kürtlerin Türk soyundan olduğunu tarihte ilk defa bulup çıkaran, belgelerinden birini kaleme alırken, Türk Temsilci Heyeti olmuştur. Bu güne kadar hiç kimse, bunun böyle olabileceğini aklına bile getirmemiştir. Bu

276 Bkz. Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler (Genel Oturumların Protokolleri ve Birinci Komisyon Tutanakları ile Raporları ( Ülke ve Askerlik Sorunları )), Çev. Seha L. MERAY, Birinci Takım, Cilt I, Kitap I, 354-355. 277 a.g.e., 355-356.

Page 238: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

230

halkın kökeni oldukça karanlıktır. Dipnotlarından birinde, Đsmet Paşa, Kürtlerin Turan asıllı olduğu görüşünü öne süren tek bir kaynak göstermiştir; fakat bu görüşe en yetkili yazarlar katılmadıkları gibi, gerçekte de, bildiğim kadarı, bu görüşü hiç kimse paylaşmamaktadır. Kürtlerin Đran soyundan olduğunda, genel olarak herkes birleşmektedir; Kürtler, bir Đran dili konuşmaktadırlar; görünüşleri Türklerinkinden tamamiyle başkadır; görenekleri ve kadınlarla ilişkileri bakımından da Türklerden ayrılmaktadırlar.” 278

demiştir. Savaş sırasında, bu bölgenin Kürtleri’nin, Türklere, ne şekilde olursa

olsun, hiç bir yardımda bulunmadıklarını, gerçekte, savaşanlardan birine

herhangi bir yardımda bulunmuşlarsa, bu yardımın Đngilizlere yapıldığını ifade

etmektedir. Konuşmasının devamında Lord Curzon,

“Đsmet Paşa, Ankara Parlâmentosunda bir çok Kürt milletvekili olduğunu söylemiştir. Olabilir; fakat Parlâmentoda güney Kürdistan'ın tek bir Kürt milletvekili olduğunu ciddî olarak iddia etmekte midir? Herhangi bir zaman, Süleymaniye'den tek bir milletvekili çıkmış mıdır? Ankara'nın Kürt milletvekillerine gelince, onların nasıl seçilmiş olduklarını kendi kendime sormaktayım. Halk oyuyla seçilmiş tek bir milletvekili var mıdır? Bütün bu insanların doğrudan doğruya atanmış oldukları ve bunlar arasında bir takımının, dil bilmedikleri için, Meclisin çalışmalarına katılmadıkları herkesçe bilinmektedir. Bu yüzden, Ankara'da, Kürt topluluğunun [cemaatının] Parlâmentoda temsil edildiği iddiasına çok ağırlık vermek gerektiğini sanmamaktayım. Türklerle Kürtler arasındaki genel ilişkilere gelince, Kürtlerin, Türk yönetiminden hoşnutsuzluklarını sürekli olarak açıkladıklarını herkes bilmektedir. Dört yıldır, Đngiliz Hükümetine hayal kırıklığına uğramış Kürtlerden gelen ve Kürdistan'ın özerkliği ya da bağımsızlığıyla ilgilenmemizi isteyen protestolar yağmaktadır. Fakat Türk Temsilci Heyetinden, Đngiltere'nin bir tek Kürdü bile Đngiliz sisteminin [British system] içine sokmasını bir an bile düşünmemesini rica ederim. Aldığımız bütün bilgiler göstermektedir ki, Kürtlerin kendi bağımsız tarihleri, görenekleri, gelenekleri ve karakterleriyle, özerk bir soy olarak ortaya çıkmaları gerekmektedir. Yönetimimizin amaçlarından ve gerçekten - tam olmasa bile - elde edilen sonuçlardan biri, bu bölge için bir özerklik sistemi kurmak olmuştur; bu mahallî özerklik sisteminin kendi yönetimi ve yazılı bir Kürt dilini öğretmeye çalışacak kendi okulları olacaktır. Bu koşullar altında, neden bu halk Ankara'ya teslim edilsin ve niçin orada bir plebisite baş

278 a.g.e., 359.

Page 239: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

231

vurulsun? Bu plebisiti isteyen Ankara'dır; Kürtler hiç bir zaman plebisit istememişlerdir. Bu zavallı halk bunun ne anlama geldiğini de bilmemektedir. Bu yerlerde yaşayan Araplarla Türkler de hiç bir zaman plebisit istememişlerdir. Plebisit isteyenler, yalnız Ankara Türkleridir.” 279

demektedir. Lord Curzon’un değinmek istediği bir konu da Đngiliz

Hükümetinin, Musul'u elinde tutma isteğine ilişkin davranışının petrol

sorununa bağlanmasıdır. Curzon, Đngiliz tezini, kendi başına ve bu ülkede var

olabilecek doğal kaynakları hiç bir şekilde göz önünde tutmaksızın öne

sürdüğünü ifade etmektedir. Musul dolaylarında ne kadar petrol

bulunabileceğini, ya da işletmenin verimli olup olmıyacağını, yoksa bu

masalın boş bir hayal mi olduğunu bilmemektedir. Tezinin gücü ne olursa

olsun, Türk Temsilci Heyetinin tezinden daha zayıf bir tezin uluslararası bir

konferansa hiç bir zaman sunulmamış olduğunu söylemek cesaretinde

bulunan Lord Curzon,

“….madem ki anlaşamıyoruz ve madem ki taraflardan her biri öne sürdüğü çözüme böylesine güven duyar görünmektedir, Hükümetim, haklı olduğu inancı içinde, bu işin soruşturma yapılmak ve karara bağlanmak üzere, bağımsız bir organa havale edilmesiyle yetinecek ve verilecek hükme boyun eğecektir.” 280

demektedir. Türk Temsilci Heyetini, kendisine sunduğu bu teklifini, yalnız,

özü bakımından doğru ve hakgözetirliğe uygun olduğu için değil, Milletler

Cemiyeti’nin böyle bir incelemeyi yapabilecek en tarafsız ve en yetkili tek

mahkeme olmasından da değil, fakat Türk Temsilci Heyetinin, bu son haftalar

boyunca, barışın yapılmasından hemen sonra, Milletler Cemiyeti’ne üye olma

isteğini açıklamakla, bu kuruma güvenini belirtmiş olduğu için, Türk Temsilci

Heyetini bu teklifi kabul etmeğe çağırmaktadır281.

279 a.g.e., 360. 280 a.g.e., 364. 281 a.g.e., 365.

Page 240: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

232

Lord Curzon'un yaptığı konuşmadan sonra, Đnönü, Lord Curzon’un öne

sürdüğü iddiaların zayıflığını belirtti. Đngiliz Temsilci Heyetinin rakamları kabul

edilse bile, Arapların, Musul nüfusunun ancak dörtte biri olduğu

gözükmektedir Bir ülkenin toplam nüfusunun ancak dörtte birini bulan bir

etnik unsura verilmesini, savunmak, gerçekten güçtür. Lord Curzon, Kürt

milletvekillerinin Büyük Millet Meclisine seçilmelerinin dürüstlüğünden şüphe

eder görünmüştür: Bütün dünya bilmelidir ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi,

Türk halkının gerçek ve serbestçe seçilmiş temsilcilerinden meydana

gelmektedir. Türkiye'de oturan herkes - Türkler gibi Kürtler de - aynı ölçüde

seçmendirler; onların seçtikleri kimseler Büyük Millet Meclisi’nde eşit

haklardan yararlanırlar; Büyük Millet Meclisi, böylece, bir ulusun, en yetkili

temsilcileriyle doğrudan doğruya yönetilmesinin en belirtici örneğini dünyaya

vermektedir. Üzülerek söylemek gerekir ki, Musul milletvekilleri bu Meclis'de

bulunmamaktadırlar; fakat onların yokluğu, yalnız, işgal yüzünden serbestçe

seçim yapılmasının imkânsızlığındandır. Bu örnek, Kürtlerin Büyük Millet

Meclisi’nde temsil edilmemiş olduklarını değil, fakat seçimlerin Türkiye’de ne

ölçüde dürüst ve düzenli olduğunu bir kez daha ispatlamaktadır282.

Đnönü, petrol sorunu üzerinde de görüşünü kısaca açıklamak gerektiği

kanısındadır. Türkler Musul'u, her zaman, ülkelerinin tamamlayıcı bir parçası,

anayurdun bir kesimi saymışlardır. Đnönü’nün gerek resmî gerekse özel

çıkarların temsilcileriyle, daha ilk görüşmesinde, Musul sorununun bir ülke

sorunu mu, yoksa bir petrol sorunu mu sayıldığı kendisine sorulmuştur.

Đnönü, hep, Türkler için, her şeyden önce ve her şeyin üstünde, bir ülke

sorununun söz konusu olduğu cevabını vermiştir. Bununla birlikte, Lord

Curzon'un da kabul ettiği gibi, dünyanın petrol işlerine duyduğu ilgi de

görmezlikten gelinemez. Bu konudaki Türk görüşü, bu bölgeler anayurda

282 a.g.e., 368.

Page 241: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

233

döndükten sonra, dünyayı bu bölgelerin petrol yataklarından yoksun

bırakmamak yolunda olmuştur ve gelecekte de böyle olacaktır. Türkiye, bu

petrollerden dünyanın meşru bir şekilde yararlanması için mümkün olan her

türlü kolaylıkları sağlıyacağına söz vermektedir283.

Son teklifinin, Fransız ve Đtalyan meslekdaşlarınca, kendi Temsilci

Heyetleri adına, yürekten desteklendiğini belirten Lord Curzon, teklifinin,

Komisyona, Müttefiklerin tam desteğiyle sunulmuş olduğunu, Türkiye’nin

kendi dâvasına o kadar az güvendiği için, bunu herhangi bir hakemliğe

sunmağa cesaret edemediğini söylemektedir284. Lord Curzon, Türk Temsilci

Heyeti’nin teklifini gerçekten reddettiğini ve ret edişte direnmesi durumunda,

sorunu bu durumda bırakamayacağını, bu durumun, dünya barışını büyük

ölçüde tehlikeye sokacağını ileri sürmektedir. Basında gördüğü ve elindeki

bilgilere göre bilmektedir ki, bu sorun, Türk Temsilci Heyeti’nin dilediği yoldan

çözümlenmezse, Türk birlikleri Anadolu'dan Musul'a doğru harekete

geçirilecek, sınıra bir saldırıda bulunabilecek, sorun askerî yollardan

çözümlenmeğe kalkışılabilecek, çatışmalar çıkabilecek, savaş

patlayabilecektir. Türk Temsilci Heyeti teklifini reddederse, Lord Curzon,

Hükümeti adına, "Milletler Cemiyeti Misakı”nın 11’nci Maddesi uyarınca

hemen Milletler Cemiyeti Meclisine baş vurarak, uluslararası barışı ve barışın

dayandığı iyi geçinmeyi bozacak nitelikte bir durumun ortaya çıktığını

bildireceğini, bu sorunu incelemek üzere Meclis’in hemen toplanacağını,

Meclis’in Türk Hükümetini, dâvasını açıklamağa çağıracağını ve Türk

Hükümeti buna yanaşmazsa Misakta öngörülen bütün zorlama tedbirlerinin

harekete geçirileceğini belirtmektedir. Đsmet Paşa'yı, teklifinin, sorunu

çözümlemek bakımından, en doğru tek yol olduğuna inandırmak

283 a.g.e., 369. 284 a.g.e., 372.

Page 242: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

234

istemektedir285. Sonuç olarak, Lozan Andlaşması’nda Türkiye ile Irak

arasındaki sınırın, Andlaşmanın yürürlüğe girişinden başlayarak dokuz

aylık bir süre içinde Türkiye ile Đngiltere arasında dostça bir çözüm

yoluyla saptanmasına, öngörülen süre içinde iki Hükümet arasında bir

anlaşmaya varılamazsa, anlaşmazlığın Milletler Cemiyeti Meclisi’ne

götürülmesine, sınır çizgisi konusunda alınacak kararı beklerken, Türk

ve Đngiliz Hükümetleri’nin, kesin geleceği [kaderi] bu karara bağlı olan

toprakların şimdiki durumunda herhangi bir değişiklik yapacak nitelikte

hiç bir askeri ya da başka bir harekette bulunmamayı karşılıklı olarak

yükümlenmeleri, kararlaştırılmıştır286.

6 – Kapitülasyonların Kaldırılması

Kapitülasyonlar, Türklerin belleğinde, Osmanlı Đmparatorluğu’nun iktisadi

ve mali bakımlardan dış güçlerin kontrolü altına geçmesinin ve ekonomik ve

siyasal bağımsızlığını kaybetmesinin en önemli nedenlerinden birisi olarak

algılanmaktadır. Osmanlı Đmparatorluğu, bir lütuf olarak bazı ülkelere

imtiyazlar vermiş; ancak giderek genişleyen bu imtiyazlar, Đmparatorluğun

gerileme ve çöküş dönemlerinde kötüye kullanılmışlardır. Türkiye, Lozan’da

kapitülasyonların tümünü kaldırmayı başarmış; ve böylelikle tam bağımsız bir

devlet olarak kendisini tüm dünyaya kabul ettirmiştir. Türkiye’nin güncel

politikasında Osmanlı dönemindeki kapitülasyonların yaratmış olduğu

olumsuz sonuçlara sıkça atıflar yapılmaktadır. Türkiye’nin ekomomi

politikaları, devletçilik ilkesi, özelleştirme politikaları ve uluslararası finansal

kuruluşlarla yapmış olduğu anlaşmalar, kapitülasyonların tekrar belleklerde

285 a.g.e., 374-375. 286 Bkz.Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler (Konferansda Đmzalanan Senetler), Çev. Seha L. MERAY, Đkinci Takım, Cilt II, Kitap 8, 3.

Page 243: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

235

canlanmasına yol açabilmektedir. Lozan’daki müzakereler esnasında en çok

üzerinde durulan konuların başında kapitülasyonların kaldırılması gelmektedir.

Kapitülasyonlar konusunu ele alan Đkinci Komisyon’un 2 Aralık 1922’de

Marki Garroni’nin başkanlığında açılan oturumunda Marki Garroni, aşağıdaki

söylevi okumuştur:

"Komisyonumuza, görevlendirilmiş olduğu çalışmalara girişmeden önce, Kapitülasyonların, başlangıçta yabancılara, ülkenin ticaretini ve kaynaklarını geliştirmek için, gerekli güvencelerle [garantilerle], kendi töre ve görenekleri uyarınca yaşama olanaklarını sağlayarak, onları Osmanlı Đmparatorluğu'na çekmek isteyen Türk Hükümeti’nin gönüllü bir davranışı ile verilmiş olduğunu hatırlatmayı ödev saymaktayım. Şunu da eklemem gerekir: Kapitülasyonlarla tanınan ayrıcalıklar, çağın ihtiyaçlarına, hem yabancıların hem de bu ayrıcalıkları tanıyan Devletin çıkarlarına öylesine uygun düşmekteydi ki, Kapitülasyonlar, sonradan, çeşitli andlaşmalarla bir çok kez doğrulanmıştır. Bununla birlikte, şunu da kabul etmek gerekir ki, çağdaş hukuk anlayışına göre, Kapitülasyonlar olan rejimi, bağımsız bir Devletin egemen güçlerini kısıtlayıcı niteliktedir; Türkiye'nin, artık çağı geçmiş olan bu rejimin ortadan kalkmasını istemesi de anlaşılır bir şeydir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bu haklı isteğini, ilke olarak, tümüyle desteklemek eğiliminde isek de, öte yandan, Türkiye'de yerleşmiş ve orada önemli işlere girişmiş bulunan yabancıların andlaşmaların kendilerine sağladığı güvencelere inanç duyarak böyle davranmış olduklarını da kabul etmek gerekir. Böyle olunca, yabancılar bakımından, göz önünde tutulması ve korunması gereken, kazanılmış [muktesep] haklar vardır. Bunun gibi, bağımsızlığını ve egemenlik haklarını savunan ve elde etmek istemekte olan Türkiye'nin de, gelecek bakımından, ülkesinde şimdilik büyük ölçüde işletilmemiş çeşitli kaynaklarını değerlendirmeğe ve geliştirmeğe katkıda bulunmak için işbirlikleri gerekli olan, yabancıların girişimlerini ve çabalarını çekebilmekte daha az çıkarı vardır denilemez. Bu yüzden, Türk Hükümeti, ortadan kalkmış olduğunu görmek istediği Kapitülasyonlar rejimi yerine, başvuracak herkese güven duygusu vermeğe elverişli nitelikte yasalar ve gene bu nitelikte bir yargı [adalet] yönetimi

Page 244: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

236

güvencelerini koymak gereğini, şüphesiz, göz önünde tutmak durumundadır287.

demektedir. Đnönü, Marki Garroni'nin sözlerinden, Đtalyan Baştemsilcisinin,

Kapitülasyonların, bir ulusun bağımsızlık haklarıyla, varlığına ve egemenlik

haklarına ilişkin olarak duymakta olduğu kaygı ile bağdaşmazlığını kabul

ettiği anlamını çıkarmaktadır. Đlke niteliğindeki bu doğrulamayı Đnönü senet

saymaktadır. Türkiye, uzun yıllardır, hem hukuk hem de olgular alanında,

Kapitülasyonlardan vazgeçmenin mümkün olduğunu zaten birçok kez

ispatlamış bulunmaktadır288. Đnönü, [Türk] Hükümeti’nin, Kapitülasyonların

özünü olduğu gibi tutup da, yalnız bunların adını ve biçimini ortadan

kaldırmağa yönelebilecek görüşleri, hiç bir bakımdan kabul edemeyeceğini

açıkça belirtmek istediğini söyledi. Böyle bir rejim karmaşık sorunlar

yaratacak yeni bir kaynak olabilecek ve ilişkileri, geçmişten daha da güç

kılabilecektir. Türkiye'de yabancıların durumu, uygar ve kendi kaderlerini

kendi ellerinde tutan bağımsız ulusların kanunlarına benzer genel kanunlarla

güvence altına alınmış bulunmaktadır289.

Lord Curzon konuşmasında, Kapitülasyonlar adı altında,

andlaşmalardan doğmuş haklar ve düzenlemelerin anlaşıldığını; bunların,

böylece, karşılıklı rıza ile yaratılmış olduklarını ve bu sistemin yüzyıllardır

yürürlükte kaldığını; bu Kapitülasyonların, öteki tarafın rızası olmaksızın ve

yerlerine yeni bir rejim konmaksızın yalnız bir tarafça sona erdirilemeyeceğini

ileri sürdü. 1914 Ekiminde, Büyük Savaş başladıktan sonra, Türk Hükümeti,

Kapitülasyonların sona erdiğini açıklamak için fırsattan yararlanmıştır.

287 Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler, Đkinci Komisyonun Tutanakları ile Raporları ( Yabancılara Uygulanacak Rejim ), Çev. Seha L. MERAY, Birinci Takım, Cilt II, Kitap III, 2. 288 a.g.e., 3. 289 a.g.e., 3.

Page 245: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

237

Türkiye'nin müttefikleri olan Almanya ile Avusturya'yı bile içine almak üzere,

andlaşmalara dayanan hakları olan bütün Devletler, hemen, bir andlaşmanın

taraflardan yalnız birinin kararıyla sona erdirilemeyeceğini öne sürerek,

Türkiye'nin bu davranışını protesto etmişlerdi. Lord Curzon, kulağa hoş

gelmeyen "Kapitülasyonlar" terimini kullanmaktan kaçınmanın istenir

olduğunda Đsmet Paşa'yla aynı görüştedir; fakat Marki Garroni'nin de belirttiği

gibi, hem Türkiye'nin hem de yabancıların çıkarları bakımından, birtakım

güvenceler [garantiler] de gereklidir290.

Đnönü, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, çağdaş Devlet kavramıyla

kamu hukuku ilkelerine doğrudan doğruya aykırı olan Kapitülasyonların

yeniden konulmasına kesin olarak katlanamaz, demiştir. Kaldı ki, öteki

Avrupa Devletleri’nin hiçbirinde, Yunanistan ve öteki Balkan Devletlerinde

bile, böyle bir rejim olmadığı herkesçe bilinmektedir.

Türk Hükümeti, aslında Kapitülasyon niteliğinde olacak başka herhangi

bir rejim de kabul edemez. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ilgili

Hükümetlerle, karşılıklı olmak [mütekabiliyet] şartına ve Devletler hukuku

[uluslararası kamu hukuku] ilkelerine dayanan, ticaret, yerleşme, suçluların

geri verilmesi andlaşmalarıyla konsolosluk sözleşmeleri yapmağa hazırdır291.

6 Ocak 1923’te Marki Garroni’nin başkanlığında açılan oturumda

Đnönü,

“Hükümetimin ve benim, barışın yapılmasını sağlamak için harcadığımız ve bundan böyle de harcamaktan geri kalmayacağımız çabaları anlatmanın gerekli olduğunu sanmıyorum. Bize her konuda

290 a.g.e., 4. 291 a.g.e., 14.

Page 246: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

238

önderlik eden ve görüşlerimizi her türlü ard düşünceden arınmış olarak içtenlikle öne sürmeğe yönelten, haklarımızın tanındığını görmek umududur. En geniş bir uzlaşma ve uyuşma duygusuyla doluyuz ve başkalarının haklarını çiğneme isteğinden çok uzak bulunmaktayız. Her vakit söylediğim gibi, Türk ulusu yeni olaylara ve çok büyük acılar ve inanılmaz fedakârlıklardan sonra elde edilen sonuçlara rağmen, meşru istemlerini, hiç bir biçimde genişletmemiştir; Türk halkı, tarihinin en bunalımlı dönemini geçirdiği 1920 yılında düzenlenmiş olan Misak-ı Millî’sinin hükümleriyle kendini her zaman bağlı saymıştır. Bu yüzden, daha ilk günden söylemekle onur duyduğum sözleri yeniden belirtmek isterim: Türk egemenliğinden çok söz etmiş olmamızdan yakınılmıştır. Biz, burada, bağımsızlığının bilincine varmış ve adaletli bir barışa ulaşmak isteyen bir ulusu temsil etmekteyiz; biz, Konferansa eşitlik içinde işlem göreceğimiz güvencesiyle geldik; egemenliğimizden sık sık söz etmek durumunda kalmışsak, bize egemenliğimizi çiğneyecek nitelikte yapılmış tekliflerle buna zorlanmış olmamızdandır; egemen başka hiç bir Devlet, Yunanistan bile, bu nitelikteki tekliflerle karşılaşmamıştır. Türk halkının, her şeyden önce, bağımsız başka herhangi bir ulus gibi işlem görmeğe hakkı vardır. Böyle olunca, Konferansda söz konusu edilen bütün sorunlarda, bize verilmiş güvenceler uyarınca, egemenliğimize ve yaşama hakkımıza saygı gösterilerek, bize, tam bir eşitlik içinde davranmağa razı olunduğu anda, barışın yapılması için de hiçbir engel kalmayacaktır. Görülüyor ki, barışın anahtarı sizin ellerinizdedir”292

demektedir. Türkiye'nin iktisat ve maliye açısından gelişmesi, onun tam ve

eksiksiz bağımsızlığına bağlıdır. Bu, Türkiye'nin varlığının temel şartıdır.

Bağımsız her ulus gibi, Türk ulusunun da, ekonomik özgürlüğünü engelleyen

bütün kısıtlamalardan kurtulması zorunludur. Bu vesile ile, Türkiye Büyük

Millet Meclisi Hükümeti, uluslararası ekonomik ilişkilerinde ve bu ilişkileri

düzenlemek için yapacağı andlaşmalar ve sözleşmelerde, egemenliğinin ve

bağımsızlığının gereklerine uygun davranacağını bildirir. Her ulusun

292 a.g.e., 53.

Page 247: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

239

gelişmesindeki etkenlerden biri olan bu ilke, Türkiye'nin gelecekteki ulusal

ekonomisinin de dayanağı olacaktır293.

Lozan Andlaşması’nın 28. maddesinde,

“Bağıtlı Yüksek Taraflar, her biri kendi yönünden, Türkiye'de Kapitülasyonların her bakımdan kaldırıldığını kabul ettiklerini bildirirler.” 294

hükmü yer almıştır. Lozan Andlaşması’nda, Osmanlı Devlet Borcu [Düyun-u

Umumiye-i Osmaniye], Türkiye, 1912-1913 Balkan Savaşları sonucu olarak

kendilerine Osmanlı Đmparatorluğu'ndan topraklar katılmış Devletler, bu

Andlaşma da toprak parçası kendilerine bırakılmış olan Devletler ve, son

olarak, bu Andlaşma uyarınca Osmanlı Đmparatorluğu'ndan ayrılmış Asya

toprakları üzerinde yeni kurulan Devletler arasında, bölüştürülmüştür. Bir

yandan Türkiye, ve öte yandan (Yunanistan dışında) öteki Bağıtlı

Devletler, bu Devletlerle (tüzel kişileri de kapsamak üzere) uyruklarının,

1 Ağustos 1914 tarihiyle bu Andlaşmanın yürürlüğe giriş tarihi arasındaki

süre boyunca uğramış oldukları, gerek savaş eylemleri, gerekse

zoralım, haciz, dilediği gibi kullanma ve elkoyma tedbirlerinden doğan

kayıp ve zararlardan dolayı her türlü parasal istemde bulunma

hakkından karşılıklı olarak vazgeçmişlerdir. Türkiye, Osmanlı

Hükümetince Đngiltere'ye ısmarlanmış ve Đngiliz Hükümetince 1914’de

elkonmuş olan savaş gemileri için ödenmiş bulunan paranın geri

verilmesini Đngiliz Hükümetinden ya da Đngiliz uyruklarından istememeyi

kabul etmiştir.

Yunanistan, Anadolu'da, savaş yasalarına aykırı olarak, Yunan ordusu ya da Yunan yönetiminin eylemleriyle işlenmiş zararları onarma

293 Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler, Üçüncü Komisyonun Tutanakları ile Raporları ( Đktisat ve Maliye Sorunları ), Çev. Seha L. MERAY, Birinci Takım, Cilt III, Kitap IV, 3. 294 Bkz.Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler (Konferansda Đmzalanan Senetler), Çev. Seha L. MERAY, Đkinci Takım, Cilt II, Kitap 8, 9.

Page 248: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

240

yükümünü kabul etmiş, öte yandan, Türkiye, Yunanistan'ın, savaşın uzamasından ve savaş sonuçlarından doğan mali durumunu dikkate alarak, onarımlar karşılığı olarak, Yunan Hükümetine karşı yöneltebileceği her türlü zarar-giderim isteminden kesinlikle vazgeçmiştir295.

7- Siyasal Utku Anıtı Olarak Lozan Andlaşması

Đtalyan Temsilci Heyeti başkanı M. Montagna, 17 Temmuz 1923

oturumunda, Lozan Barış Andlaşması’nın, tam bir eşitlik düzeyinde

görüşüldüğünü; Türkiye'nin egemenliğini kullanmasına ve bağımsızlığına

ilişkin özlemlerinin, tam olarak gerçekleştiğini ifade etmektedir296. Lozan

Andlaşması ile Osmanlı Devleti adına Damat Ferit Paşa hükümetinin var

olma ya da yok olma sorunu olarak ortaya koyduğu ve Devletin varlığını

sürdürebilmesi için imzalanmasını zorunlu gördüğü Sevr Antlaşması’yla

karşılaştırılamayacak derece de farklı bir sonuç elde edilmiştir. Lozan

dönüşünde, Đsmet Paşa’nın Meclis’te uğradığı sataşmalardan birinde, iki elini

kır düşmüş şakaklarına götürerek:

“Ben bu saçları nerede ağarttım?”

diye haykırdığı anda adeta gözlerinin yaşardığını ifade eden Yakup Kadri

Karaosmanoğlu,

295 Bkz.Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler (Konferansda Đmzalanan Senetler), Çev. Seha L. Meray, Đkinci Takım, Cilt II, Kitap 8, 13-.21. Lozan Konferansı, 4 Şubat 1923’te kesintiye uğramış, 23 Nisan 1923’te tekrar toplanmıştır. Bu dönemde Lord Curzon gelmemişti. Đngiltere heyetine Sir Horace Rumbold, Fransız heyetine, M. Barrere’nin yerine General Pelle, Đtalyan heyetine de Marki Garroni’nin yerine M. Montagna başkanlık etmiştir. 296 Bkz. Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler Konferansın Đkinci Dönemine Đlişkin Tutanaklar ile Belgeler ( 23 Nisan – 24 Temmuz 1923 ), Đkinci Takım, Cilt I, Kitap II ( 7. Kitap ), 132.

Page 249: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

241

“Evet, daha yedi sekiz ay öncesine kadar bir ak tel bile gözükmeyen ve şimdi enikonu kırlaşmış şakakları Đsmet Paşa’nın Sulh Konferansı’nda neler çektiğini apaçık belirtiyordu. Kaldı ki, birkaç gün önce aramızda geçen bir hasbıhalde, bana ‘Anamdan emdiğim süt burnumdan geldi’ deyişi de ayrıca içime işlemiş bulunuyordu.”297

demektedir. Mustafa Kemal, Lozan Antlaşması Meclis’te görüşülürken,

muhalefet edenlere;

“Yemen çöllerinde kavrulup yok olan Anadolu çocuklarının sayısını biliyor musunuz? Suriye’yi, Irak’ı korumak için, Mısır’da barınabilmek için, Afrika’da tutunabilmek için, kaç insan şehit oldu, bunu biliyor musunuz? Sonuç ne oldu görüyor musunuz?” 298

diye sesleniyordu. Mustafa Kemal’in ifadesiyle, Lozan Andlaşması, Türk

Ulusu’na karşı yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Andlaşması ile

tamamlandığı sanılmış, büyük bir yok etme eyleminin(suikastın) kırılıp

önlenişini bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir

siyasal utku anıtıdır!299 Osmanlı Hükümeti, ulusu mahva sürüklemek üzere o

zamanki düşmanlarla birlikte çalışırken Büyük Millet Meclisi Hükümeti askeri

ve siyasi cephelerde Lozan neticesini almak için mümkün ve gayri mümkün

ne varsa yapmıştır300. Bunun sonucunda da geniş ölçüde Misak - ı Milli301

297 Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU: Politikada 45 Yıl, 3. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2002, 40. 298 ATATÜRK: Söylev, 348. 299 a.g.e., 362. 300 BAYUR, 63. 301 Osmanlı Mebusan Meclisi’nin 28 Ocak 1920 tarihindeki gizli oturumunda oluşan Misak-ı Milli, 17 Şubat 1920 tarihinde oy birliği ile benimsendi. Misak-ı Milli’nin 1. maddesinde, Osmanlı ülkesinin, yalnızca Arap çoğunluğunca oturulan ve 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Anlaşması’nın yapıldığı sırada düşman ordularının işgali altında kalan bölümlerinin kaderi, yapılacak seçime göre belirlenmeli denilmekte, ateşkes sınırları içinde ise Osmanlı-Đslam çoğunluğunun oturduğu toprakların bölünmez bir bütün olduğu ifade edilmektedir.

Page 250: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

242

sınırları içerisinde tam bağımsız bir devlete sahip olabilmiştir. Bu nedenle

Lozan, siyasi alanda, büyük bir Türk zaferi olarak görülmektedir.

Birinci Dünya Savaşı’ndan önceki kilise nüfus kayıtlarına göre (çünkü

doğrusu bunlardır) Anadolu’da Türk ve Müslüman olmayanların nisbeti yüzde

kırka yaklaşmakta idi302. “Yirminci Asır, Türk’ün ölümü asrı idi.” diyen Falih

Rıfkı Atay,

“Birinci Dünya Harbinde, kendi isyanları ve Çar orduları ile işbirliği etmeleri yüzünden, Ermeni faciası303 olmuştur. Ne acıklı şeydir ki, bu facia olmasaydı, Kuvay-ı Milliye hareketi tutunamazdı. Muzaffer devletler mütarekenin daha ilk günlerinde Kafkas sınırlarından Kilikya’ya doğru uzanan Ermenistan devletini kuracaklardı. 1918 mütarekesi ile beraber Anadolu Yunan egemenliği tehlikesi altına girmişti. Bu egemenlik, Batı Anadolu ile Karadeniz kıyılarında bulunan Rum nüfusa dayanmakta idi. Atatürk kurtuluş zaferini kazanınca, Trakya ve Anadolu’yu her fırsatta kendini gösteren bu tehlikeden tasfiye etti. Đstanbul surları dışında bütün Türkiye, som bir Müslüman Türklük vatanı haline geldi. Böylece bir millî birlik taslağı küçük Asya tarihinde ilk defa görülüyordu.”304

302 ATAY, 488. 303 Ermeni komiteciler 1915’te Kafkas cephesinde savaşan Türk orduları arkasında ve daha gerilerde isyanlar çıkartmışlar, Osmanlı ordusundan firar eden Ermeni askerler Rus ordusuna katılmışlar ve oluşturdukları çetelerle Doğu vilayetlerinde Yusuf Hikmet Bayur’un ifadesiyle “Türklüğü Đmhaya” kalkmışlardır. Bkz. Yusuf Hikmet Bayur, 15. Bunun üzerine Đttihat ve Terakki Hükümeti, Ermenileri, savaşın gidişatını olumsuz olarak etkileyebilecek bölgelerden, özellikle Doğu Anadolu ve Mersin-Đskenderun bölgesinden Irak ve Suriye içlerine “ihraç etmeye” karar vermiştir. Hükümet Ermeni cinayetlerinden Türk ve Kürt ahaliyi ve Osmanlı Ordusu ile Osmanlı siyasi mevcudiyetini korumak için tehciri acil ve müessir bir çare gibi telakki etmiştir. Bkz. Talat PAŞA: Talat Paşa’nın Anıları, Haz. Alpay KABACALI, 1. Basım, Đstanbul, Türkiye Đş Bankası Kültür Yayınları, Şubat 2000, 68; Cemal PAŞA: Hatıralar, Haz. Behcet CEMAL, Đstanbul, Çağdaş Yayınları, Nisan 1977, 443 ve 445. Gerek göç ettirmeler, gerek isyan yüzünden Cemal Paşa’ya göre altı yüz bin Ermeni diğer taraftan bir buçuk milyon Türk ve Kürt yere serildi. 304

ATAY, 489.

Page 251: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

243

diyor. Ermenilerin I. Dünya Savaşı sırasında, Rumların Yunan mağlubiyeti

sonucunda 1923’teki Türk-Rum nüfus değişimi ile Anadolu dışına çıkarılması

ile Türkler, dış güçlerin desteğiyle Osmanlı’ya karşı sürekli sorun çıkaran ve

devleti parçalanma sürecine sokmuş olan Hıristiyan unsurların önemli bir

bölümünden kurtulmuşlardır. Ama Türkiye 1923’te, halen ulusal bir devlet

haline gelmiş değildir.

Page 252: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TÜRKĐYE CUMHURĐYETĐ’NĐN SĐYASAL KĐMLĐĞĐ ve DIŞ POLĐTĐKASI

Türk siyasal kimliği, yeni Türk devletinin 29 Ekim 1923 tarihinde ilan

edilmesi sonrasında ulusal kimlik/devlet kimliği ile özdeş bir hale gelmiştir. Bu

kimliğin hegemon ideolojisi olan Kemalizm, uzun bir tarihi geçmişten alınan

tecrübeler üzerine inşa edilmiş olmakla birlikte, esas itibariyle XIX. yüzyılın

son yarısında yoğunluk kazanmaya başlayan iç isyanlar, Balkan Savaşları,

I. Dünya Savaşı, Milli/Ulusal Mücadele ve onu takip eden “Cumhuriyet”in ilk

on beş yılı içerisinde şekillenmiştir. Yeni devletin kurucularının Osmanlı’nın

çöküş ve ortadan kalkma sürecindeki deneyimleri, bilimsel esaslar üzerinde

çağdaş bir toplum inşa etme zaruretine onları inandırmıştır.

Bu dönem içerisinde Cumhuriyet rejimi, Osmanlının çöküş ve dağılış

süreci içerisinde var olan iç ve dış sorunların süregiden etkisinden kendisini

kurtaramadığı gibi ulus - devlet yaratma süreci içerisinde, devletin yeni

aidiyetlerine direnç gösteren ve dış destekle elinde kalan ata yurdu

Anadolu’yu da parçalamak istediklerini düşündüğü yeni iç ve dış düşmanlarla

da baş etmek zorunda kalacaktır. Cumhuriyet iktidarına karşı gösterilen her

muhalefet, içeriğine bakılmaksızın, iç ve dış düşmanların işbirliği halinde yeni

devlete karşı koyuşları olarak algılanacaktır. Bu algılayış biçimi, Türkiye’nin

uluslararası alandaki tüm aktörlere ön yargılı olarak yaklaşmasına yol açacak

ve dış politikasının oluşumunu da etkileyecektir.

Page 253: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

245

I. TÜRKĐYE CUMHURĐYETĐ’NĐN ĐNŞA EDĐLMESĐ

A-TÜRK SĐYASAL KĐMLĐĞĐNĐN HEGEMON ĐDEOLOJĐSĐ:KEMALĐZM

Geçmişte meydana gelen olayların açıklaması yapılırken, kararları alan

ve uygulayanları motive eden tarihi, kültürel, dini, siyasi ve psikolojik faktörleri

de dikkate almak gerekir. Ancak oluş sürecini esas alan bir metodolojik

yöntemle toplumsal bilimlerde “gerçek” sonuçlara ulaşılabilir. Đyi ya da kötü,

doğru ya da yanlış, tarihsel tecrübeler siyasal sistemdeki olaylara ve güçlere

bir ulusun tepkisini etkiler1. Ulusun belleğini bilmeksizin ise onun

davranışlarını kavramak ve öngörüde bulunabilmek olanaklı hale getirilemez.

Đnsanlar, genellikle çocukluklarından itibaren, sosyalleşme süreçleri

içerisinde, toplumlarının tarihini kendi hayatlarının bir parçası gibi görmeye

başlarlar. Her toplumsal formasyonda, o formasyona damgasını vuran

egemen bir ideoloji ve egemen üst-yapı kurumları vardır. Bunlar bir ölçüde o

toplumun gerçeğini oluşturur, bir ölçüde de onu yansıtırlar2. Türk siyasal

kimliğinin egemen ideolojisi olarak oluşan Kemalizm de Mustafa Kemal ve

ulusal mücadeleyi yürüten ve sonrasında yeni bir devletin kuruluşunda rol

alan kişilerin deneyimleri ve bilimsel bir temel üzerinde inşa edilmeye

çalışılan Türk toplumunun/devletinin gerçeği ve onun yansıtıcısı olmuş,

ilerleyen yıllar içerisinde ise Kemalizm, hegemonik bir konuma gelmeyi

başarmıştır. Bugün modern Türk Devleti'nin kuruluşunda ve belli bir süre

genel politikasının yürütülmesinde temel olan fikir ve ilkelerin bütününe

1 Mustafa AYDIN: Middle Eastern Studies, 157. 2 Taner TĐMUR: Osmanlı Kimliği, 3. Baskı, Ankara, Đmge Kitabevi Yayınları, Mart 1998, 9.

Page 254: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

246

"Kemalizm" diyoruz3. “Kemalizm”, bu çalışmada, Türk siyasal kimliği ile

örtüştürülmekte ve Türk ulusunun ve devletinin inşa edilmesi sürecinde, yeni

bir toplumsal ve siyasal düzenin oluşturulması ve sürekliliğinin sağlanmasını

olanaklı kılan fikir ve ilkeler bütünü olarak ele alınmaktadır.

Kemalizmin, devrimler süreciyle birlikte yeni bir ulus-devlet kurma,

buna bağlı olarak devletin ulusunu tanımlama, bu yeni ulusun kimliğini

kurgulama amacına yönelirken, bu temel amaçlarını modernleşmeci ve

pozitivist paradigmalar bağlamında gerçekleştirmeye çalıştığını da gözden

kaçırmamak gerekir4. Atatürk bir kuramcı değildi, olağanüstü bir tarih bilincine

sahip bir eylem adamıydı. "Kuramcı değildi" demek, elbette belli bir dünya

görüşünden yoksundu demek değildir. Timur’un ifadesiyle, Atatürk'ün dünya

görüşünün temelinde "pozitivist bir espri” yatmaktadır. Atatürk kendi

eylemlerinin bilançosunu çıkarmış, tarihle hesaplaşmıştır5. Osmanlı devletini

çöküşe götürmüş olduğunu düşündüğü her ne var ise hepsini ortadan

kaldırarak, onları ötekileştirerek bilim ve akıl eksenli dolayısıyla da pozitivist

esaslar üzerinde ulus–devlet inşasına girişmiştir. Pozitivist dünya görüşü

doğrultusunda ilerlemek ve çağdaş medeniyetler arasında yerini almak

isteyen Türk ulusu, bu amaca ulusal bütünlüğünü sağlayarak ulaşabilecektir.

Medeniyet ya da medenileşme, maddi alanda olduğu kadar fikri alanda da,

yurttaşların hem düşünceleri ve düşünme biçimleri, hem kıyafetleri-

konuşmaları, hem de yaşantıları-davranışları temelinde başarılmak

durumundadır6. Medeniyete giden yol, zihinsel dönüşümlerin yanında dış

görünüş ve yaşam biçimlerinin değiştirilmesinden de geçmektedir. Böylece,

diğer Türk-Đslam devletlerinin akibetine, Osmanlı’nın akibetine uğramamak

3 TĐMUR: Türk Devrimi ve Sonrası, 108. 4 Đsmet PARLAK: Kemalist Đdeoloji’de Eğitim, 1.Baskı, Ankara, Turhan Kitabevi Yayınları, 2005, 112. 5 Bkz. Taner TĐMUR: Türk Devrimi ve Sonrası, 249-250. 6 PARLAK, 323.

Page 255: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

247

olanaklı hale gelecektir. Parlak’a göre, Kemalizm'in pozitivist temelli

modernleşme projesi, yeni bir vatan, yeni bir ulus, yeni bir toplum, yeni bir

kimlik ve hatta yeni bir tarih tanımlamış, üstelik bütün bu yeni tanımlamalar

bireyler için siyasetin statüsü ve anlamını da değiştirmiştir7. Mustafa Kemal

ve ulusal mücadeleyi yürüten kişilerin belleklerini anlamaya çalıştığımız

zaman Osmanlı imparatorluğu/devletinin çöküş sürecindeki dramatik

olayların derin etkiler bırakmış olduğu sezilmektedir.

XIX. yüzyılın son yarısında Osmanlı Đmparatorluğu’nun çeşitli

bölgelerinde, özellikle Rumeli vilayetlerinde, birçok ayaklanmalar olmuş;

Đmparatorluk Hükümeti ayaklanmaları bastırmak için Anadolu Türk’ünü

kullanmıştır. Yemen çöllerinde birçok erkek evladını şehit vermiş olan

Anadolu Türk’ü, duyduğu duygu yoğunluğunu anlatabilmek için, bugün halen

Türk halk türkülerinde etkisini gördüğümüz, yanık yanık türküler yakmıştır. En

son olarak, I.Dünya Savaşı bir yeni trajediyi oluşturmuştur. Üç kıt’ada ve

sekiz cephede iki buçuk milyonu aşkın askerle çarpışan Osmanlı Devleti’nin

tarihi 1918 yılı sonlarında Mondros Mütarekesi’ne gelmiş dayanmıştır8. Bu

sefer, Türklerin elinde kalan son sığınma noktası Anadolu’nun da Türklerin

elinden alınması tehlikesi ortaya çıkmıştır. Rumeli’den sonra Türkler artık

Anadolu’da da barınamayacaklarının, barındırılmak istenmediklerinin farkına

varmışlardır. Bu ortam içerisinde ulusal mücadele bir var oluş mücadelesi

olarak oluşmuştur. Yusuf Hikmet Bayur’un ifadesiyle;

“Türk ulusu/milleti başını eğmemiş, içlerinde dünyanın en cengaver ve en büyük fatihleri olarak tanınmış milletlerin bazıları da bulunan cihan harbi galipleriyle tek başına ve silahlarının çoğundan tecrit edilmiş olarak boy ölçüşmeyi kabul etmiştir. Bu mücadelede zamanın icabatına nazaran

7 Bkz. Đsmet PARLAK: Kemalist Đdeoloji’de Eğitim, 134. 8 TUNAYA: Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt: 1, 36.

Page 256: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

248

kendisinin tabiî reisleri olması lazım gelen padişahı, halifesi ve onun hükümeti de düşmanlar ile birleşmişti. Söylev’in sonunda Büyük Gazi’nin gençliğe hitabından bütün hususiyetleri ile tasvir ve mütalaa edilmiş olan böyle bir vaziyette Türk milleti, düşmanlarının bir kısmını yenmiş, bir kısmını usandırmış ve yıpratmış, bir kısmına sulhü aramaktan başka çare bırakmamış ve neticede Misakı Milli’sini dört senelik bir mücadeleden sonra onların hepsine kabul ettirmiştir.”9

29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilmiş, Mustafa Kemal Paşa

cumhurbaşkanı10, Fethi Bey Meclis başkanı, Đsmet Paşa da başbakan

olmuşlardır. Đsmet Paşa, aynı zamanda, fırka umumi reisi olan Mustafa

Kemal Paşa’ya vekâleten Halk Fırkası’nın başına geçmiştir11.

Cumhuriyet rejimi Osmanlı subaylarının %93’ünü mülkiye

memurlarının ise, %85’ini devralmıştı. Cumhuriyetin önderleri dahil

subayların büyük çoğunluğu eski ittihatçıydı ve hepsi uzun yıllar

savaşmışlardı.12 Osmanlının çöküşüne yol açan nedenleri ortadan kaldırmak,

geçmişten alınan derslerle sağlam temeller üzerinde iç ve dış düşmanlara

karşı teyakkuz halinde bir ulusal devlet inşa etmek, Cumhuriyet’in önder

kadrolarının başlıca amaçlarındandır. Bunu başarabilmek için ise ulusal birlik

ve bütünlüğün sağlanması gerekmektedir. Kemalizm için üzerinde durulan

9 BAYUR, 148. 10 Mustafa Kemal, ĐTC’nin başından beri üyesiydi. Çekirdek kadrodaki eylemci subaylardan biriydi. 1908 Devrimi’nde ve 1909’daki “Hareket Ordusu”nda yer almış, 1911’de Libya’da görev yapmıştı. Sözü geçen bir ittihatçı subay olan Ali Fethi (Okyar)’a yakın olmuştu. Ali Fethi, Enver’in rakibiydi. 1912-1913 yıllarında Fethi ve Mustafa Kemal’in Enver’le olan kişisel ilişkileri çok gerginleşmişti. Bu nedenledir ki, Ocak 1913’teki Babıâli baskını sonrasında Enver önde gelen askeri lider olarak ortaya çıkar çıkmaz Mustafa Kemal iktidar merkezinin dışında bırakıldı. Bkz. ZURCHER: Modernleşen Türkiyenin Tarihi, 207. Ali Fethi, Sofya’ya Büyükelçi olarak gönderilirken Mustafa Kemal de ataşemiliter olarak görevlendirilmişti. Enver’in Đstanbul’da Mustafa Kemal için “tatmin edilmesi mümkün olmayan biri” dediği söylenir. Ona göre Mustafa Kemal paşalıktan terfi etmek, nihayet padişahlığa kadar yükselmek isteyecekti. Bkz. Vamık D. VOLKAN ve Norman ITZKOWITZ, 138. 11 Sina AKŞĐN ve başk.: Türkiye Tarihi (1908 – 1980 ), C.IV , 90. 12 Şaban ĐBA: Ordu, Devlet, Siyaset, 1. Baskı, Đstanbul, Çiviyazıları, Temmuz 1998, 142.

Page 257: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

249

konu ulusal birlik ve bütünlüğün, huzur ve güvenin ve böylece de

bağımsızlığın korunması olarak ortaya çıkmaktadır13.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün 1927’de

Cumhuriyet Halk Partisi’nin 15 - 20 Ekim günleri arasında Türkiye Büyük

Millet Meclisi'nin büyük salonunda toplanan ikinci kurultayında okuduğu

“Söylev”inde, Osmanlı Đmparatorluğu’nun dağılış nedenlerini açıklamakta,

Milli Mücadele yıllarında karşılaşılan güçlükleri aktarmakta ve “Söylev”inin

sonunda genç “Cumhuriyeti”, Türk gençliğinin koruyuculuğuna bıraktığını

ifade etmektedir. Atatürk’ün “Ey Türk Gençliği!” hitabıyla başlayan sesleniş

metninin yakın bir incelemesi, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucu

mantığını kavrayabilmek bakımından, ciddi ipuçları vermektedir.

Atatürk, kendi liderliğinde gelişen Milli Mücadele öncesinde, sırasında

ve sonrasında karşılaşmış olduğu güçlüklerin bir tasvirini yapmakta ve

benzer koşullarla ilerleyen yıllarda tekrar karşılaşılması durumunda Türk

bağımsızlığı ve “Cumhuriyet”in kurtarılması için iç ve dış düşmanlarla

mücadeleden kaçınılmaması gerektiğine vurgu yapmaktadır. Ancak Atatürk

ve kendisiyle benzer deneyimleri yaşamış olan arkadaşları, Osmanlı’nın

sonunu getirdiğine inandıkları koşulların tekrar oluşmaması için, öncelikle

Osmanlı'yı "öteki"leştirerek yeni devleti ve O'nun ulusunu inşa etmişlerdir.

Güvenlik kaygıları her zaman için ön planda tutulmaktadır. Devletin

sanayileşme planlarını iç kaynaklarıyla gerçekleştirmeye çalışması,

yabancıların elinde bulunan demiryollarını, limanları, telefon, elektrik, tramvay

vb. şirketleri satın alması, yeni devleti, Osmanlı Devleti’nin aksine, bütünüyle

13 Bkz. Levent KÖKER: Modernleşme Kemalizm ve Demokrasi, 9. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2005, 159.

Page 258: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

250

dış güçlerin etkilerinden kurtarma anlayışına dayanmaktadır. Askeri ve sosyal

kaygıların da etkisiyle yatırımlar belli bir bölgede toplanmayıp, yurdun dört

köşesine dağıtılmışlardır. Böylece doğuda Malatya'dan batıda Nazilli'ye kadar

birçok fabrika Anadolu'ya serpiştirilmiştir14.

Türkler, bir ulusal kurtuluş mücadelesi vermişlerdi. Bu kurtuluş

mücadeleleri ile benzer ülkelerin kurtuluş dâvalarına da ışık tutmuşlardı.

Şevket Süreyya Aydemir,

“…Birinci Dünya Harbi'nden sonra tarih sahnesinden silinmek ihtimalleri geçiren bu millet, hem kendisini kurtarmak, hem de cihanda kurtuluş bekleyen bize benzer memleketlere bir Millî Kurtuluşun ilk ve önder misâlini vermekle, çağımızın büyük ve tarihî bir şerefi ile taçlanmıştı.” 15

demektedir. Türk ulusunun vermiş olduğu kurtuluş mücadelesi, böylelikle

dünya çapında etkileri olan bir boyuta ulaşmaktadır. Türk ulusunun

kazandığı, sadece bir askerî zafer değil, aynı zamanda yeni bir devletin

kuruluşu demektir.

Yeni devlet, imtiyazsız, sınıfsız yeni bir ulus yapısının tohumlarını

hamurunda taşımaktadır. Aydemir, Türk devriminin amacını şöyle

açıklamaktadır.

“Đçerde imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir millet yapısı ve dışarıya karşı kayıtsız şartsız, siyasî, iktisadî istiklâl ve bu arada bütün dünya milletleri ile,

14 TĐMUR: Türk Devrimi ve Sonrası, 153. 15 Şevket Süreyya AYDEMĐR: Đnkılâp ve Kadro, Beşinci Basım, Đstanbul, Remzi Kitabevi, Temmuz 2003, 13.

Page 259: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

251

eşit şartlar altında siyasî ve iktisadî işbirliği... Đşte Türk Millî Kurtuluş Hareketini temsil eden Türk Đnkılâbının hedefi ve gayesi budur...” 16

Amaçlanan “ideal” ulus/millet yapısı, kendi içinde, çelişme, çatışma ve

sosyal kavgalara, çözülme ve parçalanma unsurlarına hayat hakkı vermeyen

bir ulusal toplumdur. Oluşturulması hedeflenen ulus, hem uluslar arasında

eşit olacak, hem kendi içerisinde tezatlıkları barındırmayacaktır17.

Đdeolojik adlandırmayla Kemalizm, egemen bir paradigma olarak Türk

kimliğini/ulusal kimliği/devlet kimliğini temsil etmektedir. Gramsciyan anlamda

bir Kemalist hegemonya ve onun oluşturduğu paradigma çerçevesindeki

algılamalara göre sürdürülen bir Türk dış politikası söz konusudur. Bir

toplumda var olan egemen siyasal-ekonomik-toplumsal ilişkiler düzeninin

yeniden üretilerek meşrulaştırılmasını sağlayan düşünce, söylem ve pratikler

bütünü olarak ideoloji, eğitim süreci boyunca meşrulaştırılarak ahlaki bir

temelde bireylere benimsettirilmekte, dolayısıyla çocukluk çağından itibaren

yurttaşların zor değil rıza temelinde, var olan düzene itaat etmeleri ve sadakat

göstermeleri sağlanabilmektedir18. Ulus inşa sürecinde, ulusun her yeni

doğan üyesinin sosyalleşme süreci içerisinde o toplumun belleğini alması,

düşünüş, algılayış ve anlamlandırma biçimlerini edinmesinin sağlanması

büyük önem taşımaktadır. Bunun sağlanmasının en önemli aracını da eğitim

kurumları oluşturmaktadır. Ulusun bireyleri, eğitim kurumları içerisinde küçük

yaşlardan itibaren egemen ideolojinin taşıyıcısı konumuna getirilmeye

çalışılmakta ve toplumun egemen ideolojisinin kavramları çerçevesinde

oluşturulmuş olan belleğini edinmeleri ve içselleştirmeleri sağlanmaya

çalışılmaktadır. Ne kadar etkili bir şekilde bu başarılabilirse, egemen

ideolojinin devamlılığı o derece garantilenebilmektedir. Kemalizm, sadece

16 a.g.e., 98. 17 Bkz. Şevket Süreyya AYDEMĐR: Đnkılâp ve Kadro, Beşinci Basım, Đstanbul, Remzi Kitabevi, Temmuz 2003, 156-157. 18 PARLAK, 4.

Page 260: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

252

örgün eğitim kurumları olarak okullar aracılığıyla değil, CHP, halkevleri, halk

odaları, ordu, kitle iletişim araçları, hukuk sistemi vb. araçları kullanarak

kendisini halka kabul ettirmeye çalışmıştır. Okullardan, gazete ve radyo-

televizyon kanallarına, aileden orduya kadar pek çok kurum ve yapı, bireyleri,

egemen iktidara baskıdan çok rıza üreterek bağlamaktadır19. Gramsci’nin

hegemonya kavramında olduğu gibi Kemalizm de müttefiklerinin rızasına

dayalı olarak egemenliğini sürdürürken, muhalifleri/iç düşmanları üzerinde ise

tahakküm kurmaktadır. Siyasal mücadele ise bu çerçevede sürdürülen bir

uğraşı olmaktadır.

Devlet, resmi ideoloji “Kemalizm”i, yeniden üretebilmekte ve toplumda

bu üretim doğrultusunda, gerçekliği algılamaktadır. Üretilen ulusal kimlikle,

resmi ideolojinin tercihlerinin örtüşmesi sağlanmaya çalışılmaktadır. Ancak

çocuk ya da gençlere aktarılan ideolojik söylem ya da meşrulaştırılmaya

çalışılan değerlerin, toplumun tüm bireylerince aynen benimsendiği ya da

içselleştirildiğini de düşünmemek gerekmektedir. Çünkü, toplumun tüm

bireyleri, devletin ideolojik aktarımlarını bütünüyle benimsememekte veya

resmi ideoloji dışı söylemler doğrultusunda yönlendirilebilmektedirler.

Böylelikle, hegemonik süreç kendi içinde bir karşı-hegemonya da

doğurabilmektedir.

Kemalizm, Türkiye’nin siyasal düzeninin meşruiyet çerçevesini

oluşturmaktadır. Devleti yönetmeyi amaç edinen siyasi partilerin, sistem

içinde kalabilmek ya da iktidara gelebilmek için Kemalist fikir ve ilkelere

muhalefet etmemeleri gerekmektedir. Kemalizm, cumhuriyetin kuruluş

döneminde olduğu gibi bugün de kendisini yeniden üretebilmektedir.

19 a.g.e., 46.

Page 261: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

253

Hegemonik bir konumda bulunan Kemalizm, tüm topluma mal edilebilmiş, bu

süreçte, aydınlar ve askerler önemli bir roy oynamışlardır ve oynamaya da

devam etmektedirler. Kemalizmde ulusal birlik ve bütünlüğe, iç ve dış

düşmanlara sürekli vurgu yapılmaktadır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün 1938 yılında ölümünden sonra da

Kemalizm'in siyasi, kamusal ve kültürel alanlarda merkezi yerini

korumasında, Đnönü ve Bayar gibi Atatürk’le benzer zihinsel koşullanma

süreçlerini yaşamış ve yeni devletin kuruluşunda yer almış olan Atatürk’ün iki

başbakanının Kemalist mirası korumayı sürdürmeleri, TSK'nin Kemalist fikir

ve ilkeleri devletin devamlılığı açısından da önemseyerek içselleştirmesi ve

sapıldığını düşündüğünde müdahalelerde bulunmaktan kaçınmaması,

Kemalizmin hegemonik bir konuma gelmesi sonrasında gerek oluşturulan

anayasal kurumlarıyla, gerekse aydınlarıyla ve gerekse de sembolleriyle

kendisine eleştirel yaklaşan siyasal oluşumları ve parlamenter sistem

içerisinde zaman zaman hükümet kurma noktasına gelebilen sosyalist

eğilimli ya da Đslamcı olarak nitelendirilen siyasal partileri veya siyasal

kadroları kendi mekanizmaları içerisinde eritebilmeyi/etkisizleştirmeyi

başarabilmiş olması, ve belki de en önemlisi ulus-devletlerin en önemli

yurttaş oluşturma aracı olan eğitim kurumları yoluyla genç kuşakların

zihinlerinde Atatürk fikir ve ilkelerinin sürekli olarak üretilmiş olması önemli rol

oynamıştır20. Bugün, en az ilkokul mezunu olmuş olan herkes, hatta

olmayanlarda, Mustafa Kemal Atatürk’ün ““Ey Türk Gençliği!” hitabıyla

başlayan seslenişini ezbere bilmekte, ezbere bilmese bile taşıdığı anlamı

kavramaktadır. Ayrıca, ilk öğretim kurumlarının her sınıfındaki öğrenci her

20 Bu konudaki daha geniş değerlendirmeler için Bkz. Đsmet PARLAK: Kemalist Đdeoloji’de Eğitim, 1.Baskı, Ankara, Turhan Kitabevi Yayınları, 2005, 113-115.

Page 262: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

254

gün derslere başlamadan önce bahçede veya dershanelerde ‘Öğrenci

Andı’nı söylemektedir21. Ulusu yüceltici sözlerle genç beyinler mensubu

oldukları uluslarıyla gurur duymayı, uluslarını sevmeyi amaç edinmekte ve

Mustafa Kemal Atatürk’ün açtığı yolda, gösterdiği hedefe durmadan

yürüyeceklerine and içmektedirler. Her sınıfta Atatürk portresi, Türk bayrağı,

Đstiklâl Marşı, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi, Türkiye haritası ve ilköğretim

sınıflarında bunlara ek olarak Öğrenci Andı bulunması zorunluluk haline

getirilmiştir22. Ders kitaplarında genel olarak Đstiklâl Marşı, Atatürk resmi,

Öğrenci Andı, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi, tarih, coğrafya, sosyal bilgiler ve

edebiyat kitaplarında hem Türkiye haritası, hem de “Türk dünyası haritası “,

bütün ders kitaplarının son sayfalarında Türkiye haritası ile Öğretmen Marşı

bulunması gerekmektedir23. Çocuk yaşlardan itibaren iç ve dış düşmanlarına

karşı mücadele etmeleri gerektiğini öğrenen ve kendilerine Atatürk’ü referans

olarak alan toplum bireyleri ve cumhuriyetin kurumları, her zaman güçlüklerle

karşılaştıklarında Osmanlı’nın çöküş dönemlerini ve Mustafa Kemal

liderliğinde yedi düvele karşı verilen ve başarıya ulaşan benzersiz

21 Bkz. Đsmail KAPLAN: Türkiye’de Milli Eğitim Đdeolojisi, 3. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2002, 354. “Öğrenci Andı”nın sözleri şöyledir: “Türküm, doğruyum, çalışkanım. Đlkem, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm yükselmek, ileri gitmektir. Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime and içerim. Varlığım, Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türküm Diyene!’ “ 22 Bkz. Đsmail KAPLAN: Türkiye’de Milli Eğitim Đdeolojisi, 3. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2002, 354. 23 Bkz. Đsmail KAPLAN: Türkiye’de Milli Eğitim Đdeolojisi, 356. “Öğretmen Marşı” Đsmail Hikmet Ertaylan tarafından yazılmıştır. “Öğretmen Marşı”, yeryüzünde Türk’e denk hiçbir soy olmadığını ve olamayacağını ilan eder. Marşın ilk kıtası şöyledir: Alnımızda bilgilerden bir çelenk, Nura doğru can atan Türk genciyiz. Yeryüzünde yoktur, olmaz Türk’e denk; Korku bilmez soyumuz.

Page 263: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

255

savaşımdan güç almakta ve Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni

hatırlamaktadırlar. Denilebilir ki Türkiye’nin iç toplumsal yapısının

şekillendirilmesine ve dış politikasına Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nde

şekillenen bir algılayış biçimi yön vermektedir.

Kemalizm, yakalara takılan Atatürk rozetleri ile, ülkenin bütününde

ilköğretim okullarından üniversitelere, cadde, sokak, kültür merkezi gibi

kamusal alanlara verilen Atatürk isimleriyle, Atatürk’ün heykelleri-büstlerinin

yaygınlığıyla, Atatürk’ün sözlerinin tüm kamusal mekanlarda yer almasıyla,

ulusal bayramlardaki resmi ve resmi olmayan kutlama ve törenlerle,

cumhuriyetin iç ve dış tehditlerine ilişkin yapılan konuşmalardaki atıflarla

sürekli bir şekilde yeniden üretilmektedir. Bu tür simge ve sembollerle,

Kemalizmin veya Atatürkçü fikir ve ilkelerin içinin boşaltıldığı eleştirileri

yapılmaktaysa da daha geniş bir bakış açısıyla ve tarihsel süreklilik açısından

yaklaşıldığında, Kemalizmin sürekliliğinin sağlanmasında önemli bir etkiye

sahip oldukları anlaşılmaktadır.

B – CUMHURĐYET’ĐN / MUSTAFA KEMAL’ĐN

ĐÇ DÜŞMANLARI / TEHDĐTLERĐ

1 - Osmanlı'dan Arta Kalanın ya da Dinsel Olanın Kontrol Altına

Alınması

Osmanlı Đmparatorluğu’nun dağılmasıyla onun çekirdeğinde kurulan

Türkiye Cumhuriyeti geniş ölçüde bir redd-i mirasta bulunmuştur. Sadece

Page 264: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

256

Đmparatorluğun eski topraklarında hak talebinde bulunmaktan vazgeçmemiş,

aynı zamanda, Đmparatorluğun aidiyetini belirleyen temel değerler ve

kurumları “öteki”leştirerek kendini kurmuştur.

Yabancı istilasını, işbirlikçiliğini, vatan ve halk düşmanlığını

simgeleştiren Đstanbul, halkı, vatanseverliği ve kurtuluşu simgeleştiren

Anadolu ya da Ankara’nın karşısındaki blok düşmanı oluşturuyordu.

Padişahlığın sürdürülmesini isteyenlerin düşüncelerini, yavaş yavaş

uygulama alanından uzaklaştırmak gerekiyordu. Halife ve sayısız Đslâmi

kurum varlığını sürdürdükçe eski rejim taraftarlarının daima Đslâm’ın

sembollerini reformculara ve onların programlarına karşı güçlü bir silah olarak

kullanabilecekleri apaçık ortadaydı24.

Türkiye Cumhuriyeti’nde Hilâfetin son dönemini, gerçekte

Cumhuriyetçiler ile Cumhuriyete karşı bir seçenek gözü ile bakılan ve

altından yeni bir saltanat rejimi doğması muhtemel Hilafet arasındaki açık

çatışma olarak gelişti. 1923’de Türkiye’de, medreseler, tekkeler, şeyhler ve

derebeyleri halk yığınlarına hâkimdir. Başkentin Ankara olmasından ve

cumhuriyet idaresinin kurulmasından rahatsızlık duymaktadırlar. Topyekün

Ankara’ya cephe alan Đstanbul gazetelerinin tahriklerinden de kuvvet

almaktadırlar25.

Yusuf Hikmet Bayur’un aşağıdaki ifadesi yeni dış destekli iç düşmanın

24 Feroz AHMAD: Modern Türkiye’nin Oluşumu, Çev. Yavuz ALOGAN, Đstanbul, Sarmal

Yayınevi, Ekim 1995, 82. 25 Bkz. Falih Rıfkı ATAY: Çankaya, 399.

Page 265: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

257

dramatik bir göstergesidir.

“Cumhuriyetin ilanı ile hilafetin ilgası arasında geçen devir bütün irtica kuvvetlerinin ve Türkiye’nin asrileşmek sayesinde kuvvetlenmesinden endişe eden bir takım harici kuvvetlerin el ele vererek yeni rejime karşı amansız bir mücadele açtıkları devirdir”26.

Đstanbul’da Ankara’ya rakip olabilecek tek siyasi seçenek Halife

Abdülmecit Efendi idi. Hilâfet sorunu, aslında bir rejim sorunuydu. 3 Mart

1924 tarihinde TBMM Hilâfet’in kaldırılmasına karar verdi. Aynı gece Halife

Abdülmecit Efendi yurt dışına çıkarıldı. Aynı yasa uyarınca Osmanlı

Hanedanı’nın üyeleri de yurt dışına çıkarıldılar. Artık dinsel otorite

kalmamıştı. Din müessesesini temsil eden iki Bakanlığın/Vekâletin

hükümetten çıkarılması ile önemli bir adım daha atıldı. Dini konularla

ilgilenmek üzere yeni bir örgüt yaratıldı: Diyanet Đşleri Başkanlığı. Bu örgüt,

bağımsız ya da özerk değildi. Hükümete bağımlıydı. Böylece dini kurum

tamamen hükümetin denetimine geçmiş oluyordu27.

TBMM Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu kabul etti. Yasaya göre, öğretimin

birliği kabul ediliyor ve bütün okullar Eğitim Bakanlığı’na bağlanıyordu. 8

Nisan’da dinsel mahkemeler kaldırılarak bu kez de yargı organlarının birliği

sağlandı. Ali Fuat Cebesoy’un ifadesiyle, sinsi ve gizli bir irtica hareketi baş

göstermişti. Yine Ali Fuat Cebesoy’a göre,

“O tarihlerde kim, şahsi idarenin kuruluşuna itiraz etmek cüretini göstermiş ise, hep mürteci, inkılâp aleyhtarlığı ile itham edilerek üzerine bir sürü

26 BAYUR, 153. 27 Sina AKŞĐN ve başk., Türkiye Tarihi (1908 – 1980 ), C.IV , 95.

Page 266: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

258

entrikacılar ve partizanlar hücum ettirilmişti.”28

Hilafetin kaldırılmasının, o dönemde Batılı çevrelerce her kötülüğün

kaynağı gösterilerek yerilen Bolşevikliğe bağlanması, hem Müslüman

çevrelerdeki tepkiyi artırmak hem de çöküşte akibetlerinin benzer olacağı

kanısını yaratmak için kullanılmaktaydı. Đslam dünyasındaki tepkinin yanı sıra

Türkiye’de ayaklanmalar olacağı, rejimin devrileceği Mustafa Kemal ve Đsmet

Paşa’ların cezalarını hayatlarıyla ödeyecekleri ve bunun bir intihar kararı

olduğu sıkça söylendi. Tam aksi noktadan bakarak olayı değerlendiren ve

kararı yerinde bulan Bolşevikler bile, kararın ayaklanma ve Kemalistlerin

devrilmesi ile sonuçlanacağı şeklindeki yargıya katılıyorlardı. Onlar Ankara’yı

yeterince ihtilalci davranmamak ve “siyasi saflık ve sınıf çekingenliği ile”

Osmanlı Hanedanını ülke dışına gitmekte serbest bırakmakla suçluyorlardı.

Çar ailesi gibi yok edilmemeleri sebebiyle “Abdülmecit’in ve din adamlarının

mutlaka Cumhuriyete karşı yürütülecek kampanyaya zemin hazırlayacakları”

inancındaydılar. Kemalist düşüncede cumhuriyete komplo psikozunun aşırı

düzeye erişmesinde bu dış etkenler önemli rol oynamıştır29.

Kemalizmin, “öteki”lerinden biri olan irtica, dünyadaki en güçlü, en

yapıcı, en kutsal, en dinamik ve inananlarına her zaman “ilerlemeyi” isteyen

din olan Đslâm’dan değil, onu bize yüzyıllardır yanlış aktaranlardan

kaynaklanıyordu. Bu çerçeve içinde Đslâm, modern Türk’ün (milli) kimliğinin

bir unsuru olarak tanınmış, modernleştirici amaçlara paralel olarak en

rasyonel, en akla yatkın din olarak, özellikle Diyanet Đşleri Başkanlığı

vasıtasıyla, “doğru” bir şekilde yeniden yorumlanmış, bu yorum da

28 Ali Fuat CEBESOY: Siyasî Hâtıralar (II. Kısım), Đstanbul, Doğan Kardeş Yayınları A.Ş. Basımevi, 1960, 93. 29 Orhan KOLOĞLU: Cumhuriyet’in Đlk Onbeş Yılı (1923-1938), 1. Basım, Đstanbul, Boyut

Yayıncılık, Haziran 1999, 181.

Page 267: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

259

resmileştirilerek Đslâm kontrol altına alınmıştır30. Daha doğru bir ifadeyle

kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. Dini, devlet işlerinden ayrı ve bireyin

vicdanıyla ilgili bir inanç sistemi olarak görmek ve göstermek sorunu

çözememiştir. Çünkü Đslâmiyet din ve dünyanın, din ve devletin birlikteliğine,

içiçe geçmiş olmasına dayanmaktadır. Dolayısıyla Đslâm dininin egemen

olduğu bir toplumda laiklik ilkesinin gerçekleştirilmesi için, önce dinin devlet

tarafından denetim altına alınması, sonra da din ve devletin birlikteliği

inancının, bireysel düzeyde değiştirilmesi gerekmektedir31. Kemalist laiklik

ilkesi, sıkça tekrarlandığı gibi din ve devletin ayrılmasına değil, tersine dinin

devlet tarafından kontrol altına alınmasını gerçekleştrimeye çalışmıştır. Din

eğitimi de devlet tarafından verilecektir. Halkın büyük bir çoğunluğunca

benimsenmiş olan dinsel içerikli değerler sistemi, öncelikle siyasal iktidar

bakımından, sonra da arzulanan toplumsal yeniliklerin gerçekleştirilmesi

açısından Kemalistler'in en etkili ideolojik rakibi olmuştur. Dolayısıyla

Kemalizm, kültürel ve iktisadı programı çerçevesinde halkın duygu ve

düşünüş biçimleriyle çatışmıştır32.

Đnönü, Hilafetin kaldırılmasında, Saltanatın kaldırılmasından daha çok

direnç gördüklerini söylemektedir. Saltanatın kaldırılması daha kolay olmuştu.

Çünkü, hilafetin baki kalması, Meclisteki saltanat taraftarlarını tatmin

ediyordu. Fakat bu şekil sonsuza kadar iki başlı olarak devam edemezdi.

Saltanat taraftarları; zamanı gelince, münasip anında hilafet şekli altında

hükümdar idaresi avdet eder, ümidini muhafaza ediyorlardı33. Hilafetin

kaldırılması bu umudun da sönmesine yol açmış ve daha derin bir etki

30 Menderes ÇINAR: “Postmodern Zamanların Kemalist Projesi”, Birikim, No. 91 (Kasım 1996), 33. 31 KÖKER, 166. 32 a.g.e., 169. 33 Đsmet ĐNÖNÜ: Hatıralar, 2. Kitap, Birinci Basım, Ankara, Bilgi Yayınevi, Kasım 1987, 188.

Page 268: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

260

yaratmıştır. Daha sonraki dönemlerde de başlıca tartışma konularından biri

olmaya devam etmiştir.

2 - Mustafa Kemal'in Milli / Ulusal Mücadele Arkadaşları Yeni Đç

Düşman

Türkiye’nin dış düşmanlarının bozguna uğratılmasından sonra, Mustafa

Kemal, Đsmet Paşa ve Fevzi Paşa’ya, dolayısıyla kendisine muhalif olan ve

17 Kasım 1924’te kurulan ve kurucuları arasında Ali Fuat Paşa, Kâzım Paşa,

Adnan Bey, Rauf Bey’inde bulunduğu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası

içinde örgütlenmeye başlayan eski mücadele arkadaşlarını yeni düşman

olarak görmeye başladı. Bu sırada, doğuda Şeyh Sait Đsyanı patlak verince,

bu yeni düşmanın ortadan kaldırılması için uygun fırsat doğmuş oldu.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın başkanı General Kazım

Karabekir’dir. Rauf Bey ve Adnan Bey (Adıvar) Genel Başkan yardımcıları,

Ali Fuat Paşa ise Genel Sekreter olmuştur. Kara Vasıf, Hüseyin Avni, Cafer

Tayyar, Refet Paşa, Bekir Sami, Hüseyin Cahit ve Halk Fırkası

kurucularından Sabit Bey (Sağıroğlu) Fırka’nın ileri gelenleri arasındadır34.

Ali Fuat Cebesoy’un ifadesiyle “ifratçılar” yalnız âsileri ve

mürtecileri/irticacıları cezalandırmakla kalmayıp, eski ve yeni muhaliflerini

34 Hikmet BĐLA: CHP Tarihi 1919–1979, Birinci Baskı, Ankara, DMS Doruk Matbaacılık

Sanayi, 1979, 77.

Page 269: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

261

hakiki âsilerin ve mürtecilerin/irticacıların saflarına kadar sürerek onları da

orada aynı suçlarla cezalandırmışlardı35.

Atatürk, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası liderlerinin kendisine karşı bir

komplo içinde olduklarından kuşkulanıyor ve onları Kürtlerin ayaklanmasının

sorumlusu olarak görüyordu. Başbakan Fethi Bey, sorunu kontrol altına

almaya, dikkatleri Terakkiperver Fırka’dan ziyade Kürtler üzerinde

yoğunlaşmasını sağlamaya çalıştı. Parti liderlerinden partiyi kapatarak

hükümetin Kürt ayaklanmasını bastırma girişimlerine destek vermelerini

istedi. Liderler partiyi dağıtmayı reddettiler, ancak hükümetin ayaklanmayı

bastırmaya yönelik önlemlerine destek vereceklerini bildirdiler36.

Bu uzlaşma ne ayaklanmanın bastırılmasına, ne de Mustafa Kemal’in

kuşkularının dağılmasına yetti. Hemen Ankara’ya gelen Đsmet Paşa, sert

önlemlerin arayışında olan meclisteki milletvekillerinin başına geçti. 1937

yılına kadar sürdüreceği başbakanlık görevine yeniden döndü.

Mustafa Kemal Söylev’de “karşıcıllar maskelerini atmak zorunda

bırakıldılar.” diyor. O’na göre karşıcılların kurduğu “Terakkiperver Cumhuriyet

Partisi”nin parti programını da “gizli eller” düzenlemişti.

Mustafa Kemal;

“ ‘Cumhuriyet’ sözcüğünü söylemekten bile çekinenlerin; Cumhuriyet’i, daha doğduğu gün boğmak isteyenlerin kurdukları partiye ‘Cumhuriyet’,

35 CEBESOY: Siyasî Hâtıralar (II. Kısım), 183. 36 Vamık D. VOLKAN ve Norman ITZKOWITZ, 329.

Page 270: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

262

hem de ‘Đlerici Cumhuriyet’ adını vermeleri, içten gelme ve inanılır bir davranış sayılabilir mi?”37

diye sormaktadır. Gizli amaçlarla düzenlenmiş, genel ve gerici Doğu

başkaldırısının, önemli ve belirli nedenleri arasında, Terakkiperver

Cumhuriyet Partisi’nin dinsel konularda verdiği sözler ve Doğu’ya

gönderdiği sorumlu yazmanın kurduğu örgütler ve yaptığı kışkırtmalar

olduğunu Atatürk ifade etmektedir.

Đki maddelik “Takriri Sükûn” kanununa, Terakkiperver Fırkası

mensuplarının şiddetle muhalefet ettiklerini söyleyen Đnönü,

“Saltanat 1922’de kaldırılmış; 1923’te cumhuriyet ilan edilmiş. 1924’te hilafetin ilgası, Şeriye ve Evkaf Vekâletinin kaldırılması, tedrisatın birleştirilmesi hakkında kanunlar tatbike konmuş. Cumhuriyet henüz bir yılını yeni doldurmuş. Memleketin her tarafında irtica alabildiğine tahrik ediliyor. Memleketin bir köşesinde silahlı bir irtica ayaklanması başlamış, hadise süratle yayılıyor. Bütün bu şartlar içinde Takriri Sükûn kanunu ve istiklal mahkemeleri gibi radikal tedbirlere müracaat etmeden cumhuriyeti, yeni rejimi korumak mümkün müdür?” 38

diye sormaktadır. Olağanüstü önlemler alan hükümet ve Meclis, 4 Mart

1925’te Takrir-i Sükûn Yasası’nı çıkardı, Đstiklal Mahkemelerini kurdu.

Ordunun savaşa hazır sekiz, dokuz tümenini ayaklananları yola getirmek için,

uzun süre görevlendirdi ve en nihayet Atatürk’ün ifadesiyle “Terakkiperver

Cumhuriyet Partisi” denilen dokuncalı siyasal kuruluşu (3 Haziran 1925 )

kapattı39. Bu karşıcıllar, son bir girişim daha yaptılar. Bu da Đzmir’de

37 ATATÜRK: Söylev, 404-405. 38 ĐNÖNÜ: Hatıralar, 2. Kitap, 200. 39 ATATÜRK: Söylev, 408.

Page 271: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

263

düzenlenen cana kıyma girişimidir. Cumhuriyet mahkemelerinin ezici eli, bu

kez de, Cumhuriyet’i cana kıyıcıların elinden kurtarmayı başardı40.

Takrir-i Sükun Kanunu ve Đstiklal Mahkemelerinin gölgesinde isyan

bastırıldıktan sonra, olağanüstü durum sürdürülür. Kanunun süresi iki yıl

daha uzatılır ve bu Kanunun yaptırım gücü altında, şapka giyilmesi, tekke,

zaviye, türbe, şeyhlik, dervişlik, müritlik vs. nin yasaklanması ve kapatılması,

harf, dil, giyim ve benzeri ileri girişimlerin gerçekleştirilmesi başarıya ulaştırılır

ve kabul ettirilir41.

Đnönü'nün 4 Mart 1929'da Takrir - i Sükun kanununun süresinin bitmesi

nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisi oturumunda yaptığı konuşma,

dönemin iç düşman algılamalarını yansıtması bakımından dikkat çekicidir.

Daha dikkat çekici olan bir tarafı da sözkonusu konuşma metninin,

Türkiye’nin Genelkurmay Başkanlığı tarafından 11 Haziran 1997'de gazete

ve televizyon mensuplarına "Türkiye'deki irticai faaliyetler"le ilgili sunulan

brifingde dağıtılmış olmasıdır. Geçmiş iç tehdit algılamalarının ve bu

tehditlere karşı sürdürülen "mücadele"nin şimdinin siyasasına etkisi

bakımından bu durum üzerinde durulmaya değer. Đnönü'nün konuşması

şöyledir;

"Vatandaşların kulağına en çılgın dini ifsadı (fesadı ) üfleyen bir akıntı, çoğu Suriye'de yerleşen her çeşitli düşmandan gelir. Orada Türkiye aleyhinde kaç cemiyetin, kaç firarinin çalıştığını sayamam. Bunların bir habercisi bir şehrimize girerse, öteki şehirde camilere haç, put takıldığını yayar.

Vergilerin ağırlığından, Büyük Millet Meclisinin dağılması lüzumundan

40 a.g.e., 408. 41 Hikmet BĐLA, 79.

Page 272: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

264

tutturarak her çeşit cumhuriyet aleyhtarının yardakçılığına yeltenen bir gizli propaganda da komünist adını taşıyan mahdut (sınırlı ) bir zümreden yayılır ki bunlarında marifetlerine zabıta ve adliye havadisi sırasında ara sıra rast gelirsiniz.....

Bizim politikamızın mesnedi (temeli ) şudur. Bu memlekette bu meclisten büyük kudret yoktur. Bu meclis memleketimizi harici, dahili sayısız düşmanın pençesinden nasıl kurtardıysa ... Bu meclis yüzlerce yılların ezgilerini, göreneklerini yenerek nasıl cumhuriyeti kurduysa ... Bu büyük meclis cumhuriyeti şimdiye kadar bin kötü niyete karşı nasıl koruduysa ... Gelecek günlerde de, cumhuriyet kanunların ve kendi iradesinin, hale ve ihtiyaca göre dahili, harici herhangi tehlikeye karşı, derhal alacağı tedbirlerle ve yenilmez gücü ile behemehal ( mutlaka ) müdafaaya muvaffak olacaktır."42

Kendisini Kemalist rejimin mirasçısı addeden Türk ordusu, duruma ve

ihtiyaca göre iç ve dış kaynaklı hertürlü tehlikeye karşı tedbir almaya ve

cumhuriyet rejimini mutlak surette muhafaza etmeye bugünde devam

ettiğinin mesajını, böylelikle vermektedir.

3 - Etnik Bütünlük ya da Kürtlerin Islahı Meselesi

Halifeliğin kaldırıldığı yıl olan 1924’te başkaldırma hareketleri başladı ve

Atatürk dönemi baştan başa sürekli Kürt ayaklanmaları ve bunlara karşı

Cumhuriyet ordusunun hareketleri ile geçti43. 1924’teki isyan üzerine,

Başbakan olan Đsmet Paşa, Takrir-i Sükûn Kanunu’nu, Meclise kabul ettirdi.

Bu kanunun;

42 Đsmet Đnönü’nün 1929’daki Tarihi Konuşması, Radikal, 12 Haziran 1997. 43 Baskın ORAN: Atatürk Milliyetçiliği, 4. Basım, Ankara, Bilgi Yayınevi, Mart 1997, 211.

Page 273: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

265

“Đrtica ve isyana ve memleketin içtimai nizamını, huzur ve sükûnunu ve emniyet ve âsayişini ihlâle bais bütün teşkilât, tahrikât, teşvikât, teşebbüsat ve neşriyatı hükümet, Cumhurreisinin tasdikiyle re’sen ve idareten men’e mezundur. Đşbu ef’al erbabını hükümet Đstiklal Mahkemesine tevdi edebilir.”

maddesine dayanarak Đsmet Paşa hükümeti, ülkenin mutlak hakimi haline

geldi44.

Đnönü, Milli Mücadele esnasında ve Lozan müzakereleri devam

ederken, Kürtlerin genel olarak Türklerle birlikte bulunduklarını ve memleket

birliğini muhafaza etmek, milli hükümeti kuvvetli bulundurmak için arzu ile

yardımcı oldukları ifade etmektedir. Sevr Andlaşması ile Kürtlerin de, Türkler

gibi kendi vatanlarını tehlikeye maruz gördüklerini; çünkü Sevr Andlaşması

hükümlerine göre, Doğu Anadolu’da Ermenistan sınırı bitişiğinde bir

Kürdistan devleti kurulacaktı, diyen Đnönü,

“Kürtler, Türk vatanının kendileriyle beraber, bilhassa doğuda, Ermeni tehlikesine maruz kalacağını biliyorlardı. Milli Mücadelenin devamınca canla başla beraberlik gösterdiler Sonra, Lozan Muahedesi yapılırken de Kürtler vatansever olarak Türklerle beraber bulunmuşlardır. Kürtler Ermeniler gibi Lozan’a gelip bize müracaat etmediler. Hatta biz Lozan’daki konuşmalarımızda, milli davalarımızı ‘biz Türkler ve Kürtler’ diye bir millet olarak müdafaa ettik ve kabul ettirdik. Şeyh Sait isyanı, Kürtlerin bu umumi tutumundan ayrılan ilk işarettir.” 45

şeklinde devam etmektedir. Đsyan bastırılıp adli mekanizma işlemeye

başlayınca, ilk asayiş tedbirleri olarak doğudaki şeyhlerin, ağaların ve

beylerin oradan alınarak, batıya taşınmaları kararlaştırılmıştır. Şeyh Sait

isyanı kısa bir zaman içinde silahlı kuvvetlerle bastırıldıktan sonra ve âsilerle

44 Bkz. Rauf ORBAY: Hatıraları ve Söyleyemedikleri ile Rauf Orbay, Haz. Feridun KANDEMĐR, Đstanbul, Yakın Tarihimiz Yayınları: 4, 1965, 142. 45 ĐNÖNÜ: Hatıralar, 2. Kitap, 202-203. Şeyh Sait ve arkadaşları (toplam 29 kişi) 28 Haziran’da idama mahkûm edildiler ve karar 29 Haziran’da infaz edildi.

Page 274: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

266

isyanı tahrik ettikleri sanılan kimseler – ki bunların en başında Đstanbul

muhalefet basınının bazı yazarlarının olduğu düşünülüyordu – Đstiklâl

Mahkemeleri’ne verildikten ve Takrir-i Sükûn Kanunu işlemeye başladıktan

sonra, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ifadesiyle, Đsmet Paşa gayet durgun

bir siyasi hava içinde, son derece “comfortable” bir iktidar koltuğuna

oturmuştu. Karaosmanoğlu,

“Artık, ortada ne rakibi, ne muarızı kalmıştı. Kendisini pek rahatsız ettiğini bildiğim muhalif gazetecilerin sesi de kısılmıştı. Gerçi, bunlar Đstiklâl Mahkemeleri’nin, hemen hiç bir halk veya ihtilal mahkemesinde misli görülmeyen âdilane yargıları sayesinde hürriyetlerine kavuşmuşlardı ama, Takrir – i Sükûn Kanunu kendilerine yeniden harekete geçmek ve yeniden seslerini yükseltmek imkânını vermiyordu. Đşte, Đsmet Paşa, bazı müşkül durumlarda Atatürk’ün yardımlarına da dayanmak suretiyle, böylece uzun, hayli uzun bir süre, öteden beri dilediği ve özlediği gibi, Türk Cumhuriyeti Hükümeti’nin ortak kabul etmez, vazgeçilmez başkanı olarak kalacaktı.” 46

demektedir. Ankara’daki cumhuriyet hükümeti, isyanı Türk ulusuna karşı

düşmanları tarafından sürdürülegelen komplonun yeni bir aşaması olarak

algıladı. Bununla beraber, Kürt hareketinin ulusalcı özelliğinin kesinlikle

farkındaydı. Şeyh Sait ve arkadaşlarını idama mahkûm eden

değerlendirmesinde, Đstiklâl Mahkemesi aşağıdaki iddiaları ileri sürdü:

“Ayaklanma, Peygamberin bayrağını yüceltme bahanesi altında gerçekleşti. Oysa, asıl amacı, Türk vatanının bir kısmını ayırmak ve vatanın bütünlüğünü yok etmektir…Ebedi Türk vatanının doğu vilayetlerinde en son ayaklanmayı ateşleyen nedenler ve kaynaklar, Bosna – Hersek’te […] ateşleyen şeylerle [...] veya Arnavutları Türkleri arkasından […] vurmaya […] sevkeden şeylerle aynıdır. Kürt ayaklanmasını çıkartanların sebep ve gayeleri, Suriye ve Filistin’dekilerle aynıdır… Bazılarınız bencillikle, diğerleriniz ecnebi propagandasının etkisiyle veya siyasi hırsla hareket ettiniz. Fakat hepiniz bir nokta üzerinde hemfikirdiniz: bağımsız bir

46 Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU, 78.

Page 275: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

267

Kürdistan’ın kurulması. Yıkılan evlerin ve dökülen kanın hesabını darağacında ödeyeceksiniz.” 47

Đstiklal Mahkemesi’nin değerlendirmesinden de anlaşıldığı üzere

Cumhuriyeti kuran kadrolar, Şeyh Sait isyanının, Osmanlı döneminde

meydana gelen ayrılıkçı ayaklanmalarla ve o ayaklanmalara yol açan

nedenlerle özdeşleştirerek ele almaktadırlar.

Etnik bütünlük sorunu, Ulusal/Milli Mücadele içinde Mustafa Kemal’in

bütün konuşmalarında “Türkiye milleti” deyimiyle karşılanmış, savaş sonrası

konuşmalarında ise böyle bir sorun olmadığı, bu deyimin yerine “Türk milleti”

deyiminin kullanılmaya başlanmasıyla belirtilmek istenmiştir48. Ulusal devlet

kurulduktan sonra Kemalist önderler, Kürtlerin de tıpkı Osmanlı devletindeki

Hıristiyan unsurlar ile Müslüman Arnavut veya Araplar gibi dış güçlerin

desteğinde Anadolu’nun parçalanmasının aracı olarak kullanılabileceklerinin

farkındadırlar. Kâzım Karabekir, Şark harekâtına, sorumluluk alanındaki Kürt

aşiretlerini de iştirak ettirdiği için artık Ermeni-Kürt dostluğu ve meselesi

kalmadığını; yalnız, Kürtlerin ıslah ve hüsnü idaresi meselesinin pek mühim

olduğunu ve bu meselenin artık Ankara hükümetinin en önemli işi olacağını,

söylemektedir49. Kürtlerin ıslahı meselesi önemli bir mesele olarak

görülmektedir.

Kâzım Karabekir’in Kürt ıslahına yönelik önerileri arasında, çocuklara

Türkçe öğretilmesi; bu suretle aradaki lisan ve his ayrılığının kaldırılması;

önemli merkezlerin ve güzergâhların Türk unsuru ile kuvvetlendirilmesi; aşiret

47 Hamit BOZARSLAN: “Türkiye’de Kürt Milliyetçiliği:Zımnî Sözleşmeden Ayaklanmaya (1919-1925)” Đmparatorluktan Cumhuriyete Türkiye’de Etnik Çatışma, Der.Erik Jan ZURCHER, 1. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2005, 114 . 48 ORAN: Atatürk Milliyetçiliği, 208. 49 Bkz. Kazım KARABEKĐR: Kürt Meselesi, 11.

Page 276: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

268

yapısının mümkün olduğu kadar ufak kısımlara ayrılması gibi öneriler vardır.

Doğu’da bir genel müfettişlik kurularak uygulanabilir bir programla uzun

seneler uğraşılması gereği de Kâzım Karabekir'in tespitlerindendir50.

Kemalist yetkililerin kısmen basılan daha sonraki gizli raporlarında, ifade

edilen ortak korku, Kürdistan’ın en sonunda kaybedilmesiydi. Bundan dolayı,

Fırat nehrinin batı yakasının savunulması ve Türkleştirilmesi, Türkiye

Cumhuriyeti’nin uzun dönemli stratejik amacı olarak belirlenmekteydi51. Bu

stratejik amacın gerçekleştirilmesi yönünde Kazım Karabekir’in önerileri

doğrultusunda önemli ilerlemeler kaydedilmesine karşın, Kürt sorunu

Anadolu’nun parçalanması kaygılarına süreklilik kazandırmaya devam

etmektedir.

4 - Terakkiperverden ve Đttihatçılardan Arta Kalanların Tasfiyesi

Mustafa Kemal’e Đzmir Suikastı ihbarından sonra Ankara Đstiklâl

Mahkemesi, 26 Haziran 1926’da Đzmir’de (aralarında Kâzım, Ali Fuat, Refet,

Cafer Tayyar, Bekir Sami ve Rüştü (Dadaş) Paşaların da bulunduğu) 49

tutuklu sanığı yargılamaya başladı. Mahkeme sonunda 15 kişi idama

mahkum oldu. Kâzım, Ali Fuat, Refet, Cafer Tayyar ve Mersinli Cemal

Paşalar, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın talebi üzerine, 10 gün

süren hızlı yargılamalardan sonra 13 Temmuz 1926’da beraat ediyordu.

Fakat bu beraat kararı onları tam olarak aklamıyor, aksine sürdürülen

yargılama ve kamuoyunda yaratılan hava siyasal yaşamlarını bitiriyordu52.

50 KARABEKĐR: Kürt Meselesi, 172. 51 BOZARSLAN, “Đmparatorluktan Cumhuriyete Türkiye’de Etnik Çatışma” , 115 . 52 ĐBA: Ordu, Devlet Siyaset, 138.

Page 277: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

269

Đdama mahkum olanlar arasında ise, Rüştü Paşa, Đsmail Canbulat ve

Halis Turgut Beyler gibi, eski Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na mensup,

hatta partinin kurucusu da olan eski milletvekilleri vardı. Refet Paşa, 1

Kasım’da istifa ederek milletvekilliğinden ayrıldı. O sırada hâlâ asker olan

Kâzım, Ali Fuat, Refet ve Cafer Tayyar Paşalar ise 5 Ocak 1927 tarihinde

askerlikten emekliye ayrıldılar. Yargılanan ve beraat eden milletvekillerinin

Meclis üyelikleri bir süre daha devam etti. 1927 yılında yapılan genel seçim

sonucunda bu milletvekilleri de siyasal yaşamdan ayrılmak zorunda kaldılar.

Đnönü, cumhurbaşkanı seçildikten sonra Atatürk’ün 1926’dan beri

siyasetin dışında tuttuğu kişilerin seçilmelerine izin verdi. Kâzım Karabekir,

Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele gibi eski generallerin ve Hüseyin Cahit Yalçın

gibi gazetecilerin itibarları iade edildi ve bunlar 26 Mart 1939 parlamentosuna

CHP delegeleri olarak seçildiler53. Fethi Okyar CHP milletvekili oldu. Rauf

Orbay 22 Ekim 1939’da yapılan ara seçimde CHP Kastamonu milletvekili

seçildi.

Suikast davası ile daha önce kapatılmış olan Terakkiperver Cumhuriyet

Fırkası arasında yakın bir bağ kurulmuştu; öte yandan, gerek suikast gerekse

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile 1918 yılında kendini fesh ederek

“Teceddüt Fırkası” adı altında yeniden örgütlenmeye çalışan Đttihat ve

Terakki arasında yakın ve organik ilişkiler olduğu öne sürülmüştü.

Milli mücadelenin önder kadroları içinde Đttihatçı kökenli çok sayıda

asker-sivil bürokrat vardı. Gerçekte Milli Mücadeleyi yöneten asker-sivil

kadrolar, büyük ölçüde Đttihat ve Terakki Cemiyeti’nden geliyordu. Đttihat ve

Page 278: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

270

Terakki Cemiyeti’nin gerek Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yurt dışına

çıkmak zorunda kalmış kadroları, gerekse yurt içinde kalmayı başarabilmiş

kadroları, Milli/Ulusal Mücadeleye destek olmuşlardı, ancak bu kadrolar

Mustafa Kemal’in Ankara’da gittikçe artan otoritesine karşı da hep kuşkulu

davranmışlardı. Ankara Hükümeti de yurt içinde ve yurt dışında Milli/Ulusal

Mücadeleye destek veren Đttihatçı eski kadroların bir kısmını tamamen kendi

yanına almayı başarmışsa da, Đttihatçı kadroların geniş bir kesimi (özellikle

Đstanbul’da kalan Đttihatçı kadrolar) Ankara Hükümeti (dolayısıyla da Mustafa

Kemal Paşa) ile bütünleşmekten sonuna kadar kaçınmışlardı. Cumhuriyetin

ilânından sonra da yurt içinde ve dışında yeniden bir araya gelerek eski Đttihat

ve Terakki Cemiyeti tabanında örgütlenmeye çabalayan siyasal iktidar

mücadelesinde Ankara Hükümeti açısından ciddi siyasal rakip sayılan eski

Đttihatçıların siyasal girişimleri yakından izleniyordu. Terakkiperver

Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşunda ve faaliyetlerinde de Đttihatçıların rolü

üzerinde durulmuştu54.

Đzmir suikastı davası ile hem Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’ndan

arta kalmış olan muhalefet grubu, hem de Meclis içinde ve dışında kalan

Đttihat ve Terakki Cemiyeti’nin son siyasal kadroları tasfiye edilmek istendi.

Bu amaçla da Ankara Đstiklal Mahkemesi Đzmir’deki yargılamaları bitirdikten

sonra, yeniden Ankara’ya döndü ve burada eski Đttihatçıları 2 Ağustos’ta

yargılamaya başladı. Mahkeme sonunda, aralarında Đttihat ve Terakki

Cemiyeti’nin eski Maliye Nazırı Cavit Bey, Dr Nâzım, Hilmi ve Nail Beyler de

olmak üzere, dört kişi idama mahkûm edildi. Eski Başbakanlardan Rauf Bey

ile birlikte yedi kişi de on yıl sürgün cezasına çarptırıldı. Ancak Rauf Bey, o

53 AHMAD: Modern Türkiye’nin Oluşumu, 101-102. 54 Sina AKŞĐN ve başk.: Türkiye Tarihi (1908 – 1980 ), C.IV , 103.

Page 279: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

271

sırada yurt dışında bulunduğundan gıyaben mahkûm olmuştu. Rauf Bey

ancak Cumhuriyetin 10.yılı dolayısıyla çıkan af yasasından sonra yurda

dönecektir55.

Bu arada Milli Mücadele’nin önder kadrosu içindeki parçalanma da son

aşamasına erişmiş ve Mustafa Kemal Paşa’nın yanında kalan grup diğer

grubu yargılama noktasına kadar gelmişti. Davanın sonucunda Mustafa

Kemal Paşa’nın iktidarına karşı geriye kalan cılız nitelikteki son muhalefet de

siyaset sahnesinden silindi56.

5 - Güdümlü Bir "Öteki" : Serbest Cumhuriyet Fırkası

1930’un büyük siyasi olayı, Đnönü’nün ifadesiyle Serbest Fırka

tecrübesidir. Serbest Fırka teşebbüsü, Atatürk’ün önce Fethi Beyle

görüşmesi ve kararlaştırması ile meydana çıkmıştır57.

Bir muhalefet partisi, aslında gizli olarak var olan, fakat siyasal baskılar

nedeniyle görünmeyen siyasal muhalefeti ve bu muhalefetin gücünü de

ortaya çıkarabilirdi. Mustafa Kemal, Fethi Bey’e, ülkede muhalif bir fırka teşkil

etmenin gerekli olduğunu, böyle bir fırka kurulursa Mecliste tartışmaların

daha serbest olacağını ve Fethi Bey’in böyle bir fırkanın başına geçmesini

istediğini söylemiştir58. Mustafa Kemal, Türkiye’nin mevcut manzarasının

55 a.g.e., 103-104. 56 a.g.e., 104. 57 ĐNÖNÜ: Hatıralar, 2. Kitap, 225. 58 Fethi OKYAR: Fethi Okyar’ın Anıları, Haz. Osman OKYAR ve Mehmet SEYĐTDANLIOĞLU, 2. Baskı, Ankara, Türkiye Đş Bankası Kültür Yayınları, Şubat 1999, 96. Fethi Okyar, ailesinden hatıraların vefatından ancak 50 yıl sonra açıklanmasını istemiştir. Bkz. Fethi Okyar’ın Anıları, 96.

Page 280: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

272

aşağı yukarı bir diktatörlük manzarası olduğunu, bir meclisin bulunduğunu,

fakat içte ve dışta dikkatör nazariyle bakıldığını söylemekte ve öldükten sonra

ulusa miras olarak bir baskı müessesesi bırakmak ve tarihe o şekilde geçmek

istemediğini ifade etmektedir59. Mustafa Kemal, Fethi Bey’e, ülkede birçok

kişinin kendisinin arkasından gelebileceğini, hatta Kâzım Karabekir Paşa,

Refet Paşa gibi kişilerin de kendisiyle çalışmasında da hiçbir sakınca

görmediğini söylemekte; yalnız Cumhuriyet Halk Fırkası’nın sağında hiçbir

teşekküle izin veremeyeceğini, yeni teşekkülün ancak Halk Fırkası’nın

solunda olması gerektiğini vurgulamaktadır. Fethi Bey ise, kendisinin öteden

beri hürriyet taraftarı olduğunu, teşkil edeceği fırkanın liberal bir fırka

olacağını, böyle bir fırkanın Halk Fırkası’nın solunda bir mevki alacağını ileri

sürmektedir60. Yeni fırkanın adını da koyan Mustafa Kemal, Fethi Bey ve

Đsmet Paşa ile Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın sahip olacağı milletvekili

sayısını da görüşmüşlerdir. Fethi Bey 120 milletvekili isterken, Đsmet Paşa

50’den fazla vermeyeceğini söylemiş, Mustafa Kemal’in müdahalesi ile

nihayet 70 mebusun yeni fırkaya verilmesine rıza gösterilmiştir61. Halk

Fırkası’nın kuvvetli bir şekilde kök salmış olduğu düşünüldüğü için, yeni bir

fırkanın kendi başına meydana çıkması ve Halk Fırkası’nın elinden

milletvekillerini alabilmesine ihtimal bile verilmiyordu62. 9 Ağustos’ta, Kütahya

milletvekili Nuri ve Erzurum milletvekili Tahsin Bey’lere Mustafa Kemal,

Serbest Fırka’ya geçmeleri için emir verdi. Onlarda, “Emredersiniz Paşam”

diyerek kabul ettiler. Daha sonra Reşit Galip Bey’e aynı emir verildi. O da,

“Başüstüne Efendim” diyerek kabul etti. Fırka, o günden itibaren, Ağaoğlu

Ahmet Bey, Kütahya milletvekili Nuri Bey, Erzurum milletvekili Tahsin ve

Aydın milletvekili Reşit Galip Beyler’den teşekkül ediyordu63.

59 OKYAR, 98. 60 Bkz. Fethi OKYAR: Fethi Okyar’ın Anıları, Haz. Osman OKYAR ve Mehmet SEYĐTDANLIOĞLU, 2. Baskı, Ankara, Türkiye Đş Bankası Kültür Yayınları, Şubat 1999, 100. 61 Bkz. Fethi OKYAR: Fethi Okyar’ın Anıları, 100-106. 62 OKYAR, 107. 63 a.g.e., 118-119.

Page 281: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

273

11 Ağustos tarihli gazeteler fırka teşkili için Fethi Bey’in Mustafa

Kemal’le daha önceden kararlaştırmış oldukları mektubu yayımladılar. Fethi

Bey, mektupta,

“…Binaenaleyh tam ve hakiki cumhuriyetçi ve bütün mânasiyle lâik ve fakat Cumhuriyet Halk Fırkası’nın malî ve iktisadî ve dahilî ve haricî siyasetlerinin birçok noktalarına muarız bulunan ayrı bir fırka ile siyasi mücadele sahnesine atılmak azmindeyim…….”64

diyordu. 12 Ağustos’ta da gazeteler Mustafa Kemal tarafından fırka teşkili

hakkında Fethi Bey’e verilen cevabı yayınlamışlardır. Mustafa Kemal,

mektubunda,

“……Reisicumhur bulunduğum müddetçe reisicumhurluğun uhdeme tevdi eylediği yüksek ve kanunî vazifeleri, hükümette olan ve olmayan fırkalara karşı âdilâne ve bîtarafâne ifa edeceğime ve lâik cumhuriyet esası dahilinde fırkanızın her nevi siyasî faaliyet cereyanlarının bir maniaya uğramıyacağına emniyet edebilirsiniz…”65

dedi. Böylelikle, Fethi Bey, Mustafa Kemal’in talep ve talimatı üzerine 12

Ağustos 1930 tarihinde Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF)’nı kurmuş oldu.

Serbest Cumhuriyet Fırkası, bir program ile “Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın

Yasası” adı altında bir de tüzük kabul etti. Parti, ekonomik alanda liberalizmi

savunuyordu... Yabancı sermayenin kabul edilmesini, özel girişimin esas

tutulmasını, tekellerin kaldırılmasını, bürokrasinin azaltılmasını, tek dereceli

seçim ile kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınmasını istiyor; vicdan,

fikir ve çalışma özgürlüğünün temel alınmasını talep ediyor, yürütme

organının denetlenmesi gereğini vurguluyor, halkın yönetime katılmasını ve

yöneticilerini denetleyebilmesini talep ediyordu66.

64 a.g.e., 140. 65 a.g.e., 141. 66 Sina AKŞĐN ve başk.: Türkiye Tarihi (1908 – 1980 ), C.IV , 107.

Page 282: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

274

Parti, kısa süre içinde o zamana kadar siyasal alanda temsil

olanağından yoksun kalmış geniş yığınların desteğini sağlamaya ve

yaygınlaşmaya başladı. Bunda, ülkedeki “gayrımemnun” yığınların bir inanç

eksenine bağlı olmaksızın, yalnızca yönetime muhalif olduğu için Serbest

Cumhuriyet Fırkası’nı desteklemesinin önemli rolü oldu. Böylece 1930 yılında

ülkedeki potansiyel muhalefet birdenbire canlandı.

Partinin ülke savunması ve ekonomik kalkınma bakımından önemli

görülen demiryolu politikasını eleştirmesi, Đsmet Paşa’nın Sivas’ta CHF’nin o

zamana kadar sürdürdüğü liberal ekonomi anlayışını terk ederek “devletçilik”

olarak adlandırılan yeni bir anlayışı benimsediğini açıklaması ile sonuçlandı.

SCF, Ekim ayında yapılan belediye seçimlerinde başarılı sonuçlar aldı.

Fırka sadece Samsun’da seçimi kazanmıştı ve seçime baskı ve hile

karıştırıldığını ileri sürüyordu. Beklenmeyen bir ilgi gören Serbest Fırka,

CHF’nin hedefi haline gelmeye başladı.

15 Kasım 1930 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yapılan toplantıda

eleştiriler Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın rejim düşmanlığı ile suçlanmasına

kadar varmış, özellikle Ali Bey (Çetinkaya ), Rasih Bey (Kaplan ) ve Recep

Bey ( Peker )’in suçlama ve saldırıları yeni fırkanın kapatılmasını istemelerine

kadar uzanmıştır. Kürsüye ilk kez Serbest Fırka lideri Fethi Bey çıkmış ve

Đçişleri Bakanlığı’na yönelttiği eleştirileri sıralamıştır. Türkiye’de ilk defa olarak

yapılan belediye seçimlerinin, halkın iştirakinin yüksek oluşunun, Türk

halkının siyasal olgunluğunun ispatı olduğunu belirtti. Ancak, Halk Fırkası’nın

Serbest Fırka’ya olan yoğun ilgiden telaşa düşerek, Serbest Fırka’ya oy

Page 283: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

275

verenleri koministlik, irtica ve anarşistlikle suçlamaya başladığını ifade etti.

Fethi Bey konuşmasında bu suçlamalara şöyle karşılık veriyordu:

“Serbest Fırka’dan evvel, bütün memleket halkının hükümetten memnun olduğu tarzında sözler söyleniyordu. O zamanlar hükümetten memnun olan halk, belediye seçimlerinde neden birden bire mürteci oluverdi? Bu irtica nasıl göründü? Halk laikliği istemiyoruz, halifeyi istiyoruz mu dedi? Hayır efendiler, halkın davranışını irtica olarak takdim edenler, halkın reyini inhisar altına almak isteyenlerdir.” 67

Bir gün sonra, 16 Kasım’da Mustafa Kemal’le bir kez daha görüşen

Fethi Bey, fırkanın kapatılması kararını almıştır. 17 Kasım günü partili

arkadaşlarıyla hazırladığı bildiri, Çankaya Köşkü’nde Đsmet Paşa, Fethi Bey

ve Nuri Bey (Conker )’inde katıldıkları bir toplantıda, Cumhurbaşkanı ile bir

kez daha görüşülerek kararlaştırılmış ve karar yazısı, aynı gün, 17 Kasım

1930’da Đçişleri Bakanlığı’na gönderilmek suretiyle Serbest Cumhuriyet

Fırkası resmen fesh edilmiştir68.

Serbest Fırka’nın kapatılmasından bir ay kadar sonra, 23 Aralık 1930

günü, yeni bir irticai kalkışma hareketi olarak zihinlerde yer etmiş olan,

Menemen olayı çıktı. Görevlendirilen askeri mahkeme 28 sanığı idama

mahkum etti. Olay büyük yankılar uyandırdı. Kimileri, bu gericilik olayını

Serbest Fırka ile ilişkilendirerek, Fırka’nın kapatılmasının yerindeliğine bir

kanıt olarak göstermişlerdir69. Đnönü, Serbest Fırka deneyimine ilişkin olarak,

“1924’te Terakkiperver Fırka kuruldu ve 1925’te nihayet buldu. Serbest Fırka kurulduğu zaman 1930’dayız. Aradan beş sene geçmiş. Beş sene bizim için büyük bir zaman. Öyle görüyoruz. Bize, büyük bir zaman geçmiş gibi geliyor. Hadiseler, böyle kararlarda beş senenin, on senenin temin ettiği tekâmülün kâfi olmadığını ispat edinceye kadar, biz, meselenin ne kadar inatçı tabiatta olduğunu fark etmiş değildik. Böyle değerlendirmedik.

67 OKYAR, 81. 68 a.g.e., 86-87. 69 Sina AKŞĐN ve başk.: Türkiye Tarihi (1908 – 1980 ), C.IV , 108.

Page 284: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

276

Nitekim ondan sonra benim teşebbüsüm de nihayet sekiz sene, on sene sonra olmuştur.” 70

demektedir. Dikkat edilmesi gereken husus, Mustafa Kemal’in, Cumhuriyet

Halk Fırkası’nın sağında hiçbir teşekküle müsaade edemeyeceğini söylemesi

ve kararlaştırılan mektuplarda da Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın lâik

cumhuriyet esası içerisinde kalmak kaydıyla siyasî faaliyetlerinin bir engelle

karşılaşmayacağının ifade edilmesidir. Bu ifadeler, aynı zamanda Kemalist

rejimin Mustafa Kemal Atatürk tarafından belirlenmiş olan sınırlarını da tarif

etmektedir. Bu sınırlar, esas itibariyle günümüzde de geçerliliğini

sürdürmektedir.

Cumhuriyet rejimi ulusal egemenlik düşüncesinin en mükemmel olarak

gerçekleştirildiği bir rejim olarak kabul edilmektedir. Ancak bu rejimi her türlü

tehlikeye karşı korumak düşüncesi, halkın siyasal tercihlerinin serbestçe

belirlenebileceği bir çok partili siyasal yaşama izin vermemenin gerekçesi

olarak görülmektedir. Bir diğer deyişle, bir yandan ulusal egemenlik

düşüncesi savunulurken, diğer yandan ulusun egemen olduğu bir siyasal

rejime karşı yıkıcı tehlikelerin yine ulus içinden gelebileceği

düşünülmektedir71.

6-Atatürk Döneminde Đç Düşman-Dış Düşman Kurgusu

Eğitim yoluyla genç kuşaklara aktarılan iç ve dış düşman kurgusunun

Kemalist hegemonyanın süreklileştirilmesi üzerinde önemli bir katkısı olduğu

düşünülmektedir. Parlak’ın 1928 yılı ile 1946 yılları arasında ilk ve orta

70 ĐNÖNÜ: Hatıralar, 2. Kitap, 226. 71 KÖKER, 149.

Page 285: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

277

öğretimde okutulan tarih ve yurttaşlık bilgisi ders kitaplarını inceleyerek

ortaya koyduğu bulgular, Cumhuriyetin erken dönemindeki iç ve dış düşman

kurgusunu anlamamıza olanak sağlamaktadır. Dikkat çekici olan şey,

Kemalist ideolonin iç ve dış düşman kurgusunun günümüzde de benzer bir

şekilde sürekliliğinin kılınabilmiş olmasıdır. Şüphesiz devlet ve onun rejimi

olarak cumhuriyet, yıllarca savaşlarla yaşamak zorunda kalmış ve savaş

zaferleri üzerinde kurulmuş olduğundan, devletin tanımlanması da temelde

güvenlik rolü çerçevesinde yapılmaktadır. Nitekim bu düşünce mantığıyla

hareket edildiğinde devlet, ordu, mahkeme ve askeri birimleriyle hem içerden

hem de dışardan gelebilecek tehlikelere karşı milleti korumakla yükümlüdür.

Bunun ötesinde devlet, milleti medenileştirmeye ve geliştirmeye çalışan bir

varlık olarak da ele alınmaktadır72.

Özellikle düşman, iç düşman ve dış güçler temalarının toplumu

teyakkuzda tutması bakımından anlamlı birer gösterge olduğu

düşünülmektedir. Nitekim, sürekli olarak dışardan ve içerden gelebilecek

tehlikeler karşısında bir uyarı yapılması; insanların kanunlara, idarecilere ve

onların emirlerine ve hatta aile içerisinde anne-babaya, orduda komutanlara

itaat etmeleri gerektiği, birlik ve beraberlik halinde bulunulması gerektiği,

birlik ve beraberlik halinde bulunulmaması durumunda ise dışarıdaki

düşmanların içerdeki 'hain'lerle ittifak halinde devleti ve milleti zayıflatacağı,

hakimiyetin elden gideceği ve esir bir millet olunacağı söylemi, bireyleri ve

toplumu her an uyanık olmaya davet etmekte, Türkün Türkten başka dostu

olmadığı düşüncesine yöneltmekte ve bu da içerde birlik ve beraberliğin,

‘tesanütün', dayanışmanın önemle yaşatılması gerektiğine vurgu

yapmaktadır73.

72 PARLAK, 262. 73 a.g.e., 378.

Page 286: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

278

Parlak’ın aktarımlarından, Atatürk döneminde, Osmanlı geçmişi içinde

özellikle Abdülhamit ve Vahdettin ile bunların saray adamları ve hükümet

adamları, ayrıca mürteci-irticai kesimlerle, taassup çevrelerinin, hatta Milli

Mücadele içerisinde Çerkez Ethem ve kardeşlerinden hareketle Çerkezlerin,

birer iç düşman olarak, dış düşman olarak ise Osmanlı döneminde başta

Rusya ve Avusturya olmak üzere, nankörlüğü ile Fransa'nın, ayrıca

Đngilizlerin, Đran'ın, KaramanoğuIIarı ve Akkoyunlular'ın, l. Dünya Savaşı

döneminde Đngilizler özelinde Đtilaf Devletleri'nin, ardından Yunanlıların, en

büyük dış düşman olarak, kurgulandığı anlaşılmaktadır74.

Azınlıklar, özellikle Osmanlı dönemine ilişkin olarak

olumsuzlanmaktadırlar. ĐTC, 1. Dünya Savaşı öncesinde izledikleri yanlış

politikalar sonucu imparatorluğu ‘düşüncesizce ve yanlış hesaplarla' savaşa

sürüklemeleri, kendi çıkarlarını düşünmeleri ve izledikleri Türkçülük

politikalarındaki hataları ile eleştirilmektedir. Cumhuriyet döneminde ise

devrim politikalarına ters düşmeleri ve izledikleri politikalarla 'mürteci-irticai'

kesimlerin eline koz vermeleri, laik cumhuriyeti yıkmaya yönelik hareketlere

güven vermeleri temelinde TCF ötekileştirilmektedir. Buna karşın SCF,

TCF'den farklı olarak, içerdeki muhaliflerin harekete geçmelerini görüp,

partiyi 'kendi elleriyle kapatmaları' ve rejim düşmanlarına fırsat vermemeleri

nedeniyle 'taktirle anılmaktadır'75.

Đç düşman olarak anlatılanların, bir kere Milli Mücadele ve cumhuriyetin

kuruluşu sürecinde padişahlar (özellikle Abdülhamit ve Vahdettin), son

Osmanlı hükümet adamları, mürteci-irticai gruplar ve taassup sahibi

kesimler, Osmanlı'nın son yüzyılı içerisinde ve yine Milli Mücadele

döneminde devlet aleyhine ayaklanan ya da Türk ordusuna karşı silah

kullanan azınlıklar, Çerkes Ethem ve kardeşleri ile özellikle Mecliste ortaya

74 Bkz. Đsmet PARLAK: Kemalist Đdeoloji’de Eğitim, 378-379. 75 PARLAK, 388-389.

Page 287: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

279

çıkan ikinci grup olduğu belirtilmelidir. Daha da önemlisi, bütün bu iç düşman

olarak olumsuzlanan grupların, dış düşmanların elinde yeni Türk devleti için

birer 'piyon' rolü üstlenmiş olmaları ve fakat bunu onların görememiş

olmalarıdır76. Bütün bu iç düşmanların arkasında, aslında dış düşmanların

oyunları ve hilelerinin olduğu algılaması vardır.

Çerkes Ethem ve kardeşleri savaşta açıkça düşman saflarına

katılmışlardır. Çerkes Etem’in, çetesiyle gördüğü hizmetler, milletçe

beğenilmiş, bundan dolayı kabaran, kendini bir şey sanan bu adam,

Yunanlılarla anlaşarak düşman tarafına geçmişti.

Düşman uçakları, ulusalcı karşıtı fetvaları ülkenin içine dağıtmış,

Anzavur isminde Türk olmayan birinin çeteleri, Bolu, Düzce taraflarında da

padişahçı başka çetelerle ulusalcıların karşısına çıkmışlardı. Hilafet ordusu

adı verilen bu çetelerle de uğraşılmak zorunda kalınmıştı. Mustafa Kemal

yalnız, yabancı düşmanlara değil, yerli düşmanlara karşı durmaya da mecbur

olmuştu.

Atatürk'ün Meclis dışında kalması için, 'bir yerde beş yıl ve daha fazla

ikamet etme' şartı getirmeye çalışan bir kısım muhalefet vatan kurtaran

Gazinin vatandaşlık hakkını çalmak isteyecek kadar azıtmıştı. Türklerin

ulusal tarihlerinde görmeğe pek alışık oldukları bu nankörlük misali milletin

ibret hafızasında yer tutmağı sürdürmektedir77.

Yasal bir süreçle kurulmalarına rağmen gerek TCF gerekse SCF özelinde

muhalefet olgusunun olumsuzlanması da iç düşman imgesi açısından

düşünüldüğünde daha anlamlı bir hal almaktadır. Rejimle-devletle-milletle

özdeşleşmiş CHP dışında tüm partiler, hainlerin ve iç düşmanların

odaklandığı örgütlenmeler nazarıyla değerlendirilmiştir. Ancak SCF

76 a.g.e., 423. 77 Bkz. Đsmet PARLAK: Kemalist Đdeoloji’de Eğitim, 426-427.

Page 288: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

280

yönetiminin, tüm dünyada görülen dünya ekonomik buhranının etkilerinin

yaşandığı bir döneme denk düşen muhalefetinin, rejim için önemli sorunlara

yol açabileceğini gördüğünü ve "yeni fırkanın başında veya teşkilatında

bulunan samimi cumhuriyetçilerin" partiyi kendi elleriyle kapattıkları da ifade

edilmektedir. Yöneticilerin bu tavrıdır ki, SCF'nin TCF gibi tümüyle hain bir

parti ve yöneticilerinin de hain politikacılar olarak adlandırılmasını

sınırlandırmıştır. TCF yöneticileri ve partilileri bizzat rejime karşı olmakla

suçlanıp ve Şeyh Sait isyanının çıkmasına da dolaylı olarak katkıda

bulundukları söylenirken; SCF idareci ve partilileri kendi elleriyle partiyi

kapatmaları nedeniyle "samimi cumhuriyetçiler" övgüsünü almaktadırlar78.

Şeyh Sait Ayaklanması iç ve dış düşmanın birlikte hareket ettiğine ilişkin

algılamayı güçlendiren önemli bir örnek oluşturmaktadır. Dini referans alan

ve esas amaçları devrimlere ve cumhuriyete karşı olmak olan, halkı bu

amaçla cahil bırakarak bireysel çıkarlarını sürdüren softa ve şeyhler, bu ilk

grubun temel rahatsızlık ve yumuşak noktalarını kullanan hain politikacılar ile

bu iki grubu birden kullanan üstelik Đslamla da ilgisi olmayan yabancılar üçlü

bir düşman ittifakı kurmuşlardır79.

Son olarak iç düşman olarak azınlıkların nasıl değerlendirildiği ve ele

alındıklarına bakılacak olursa, Osmanlı Đmparatorluğu'nun son yıllarından

milli mücadeleye kadar olan süreçte Ermeni ve Rumlar başta olmak üzere

etnik köken olarak farklı grupların Osmanlı'ya ya da milli mücadele

döneminde milli kuvvetlere karşı silah kullanmaları ve isyanları bağlamında

eleştirildikleri görülecektir. Diğer bir deyişle Ermeni, Rum, Kürt gibi etnik

farklılıkların 'iç düşman' olarak tanımlandıkları ve ele alındıkları

söylenebilir80. Doğudaki Kürt Teali Cemiyeti'nin amacı doğrudan Ermenilere

verilmesi düşünülen toprakları korumak, "Ermenilerin vilayetlerde çokluk

olduklarını, eskiden beri bu memlekette bulunduklarını, Müslümanların

78 PARLAK, 428-429. 79 Bkz. Đsmet PARLAK: Kemalist Đdeoloji’de Eğitim, 430-431. 80 Bkz. Đsmet PARLAK: Kemalist Đdeoloji’de Eğitim, 434.

Page 289: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

281

Ermenileri ikide bir toptan öldüren vahşiler olduğunu söyliyerek yaptıkları

propagandaya" karşı argümanlar ürettikleri ve bu bağlamda esas

amaçlarının da "ecnebi, himayesinde bir 'Kürt Hükümeti' kurmak" olduğu

ifade edilmektedir. Böylece Kürtlerin, Anadolu ve Rumeli Milli Müdafaa

derneklerinin kurulduğu güne kadar, ulusal hedefler taşımadıkları üzerinden

eleştirildikleri görülmektedir.

Daha açık ve olumsuz bir takım sıfatlarla ötekileştirilenler ise özellikle

Rum, Ermeni ve Yahudi azınlıklardır. "Memleketimizde oturan Ermeni-Rum-

Yahudiler, hepsi de bize düşmandı..."; Yunan askerlerinin Đzmir'e çıkmaları ile

ilgili olarak da Rumlar "Türklerin battığını en ziyade onlar istiyorlardı...düşman

gemilerini görünce, sevinçten çıldırdılar... çocuklarını topladılar, ellerinde

bayraklar, düşmanı karşıladılar. Düşman askerlerini, el çırparak alkışladılar";

"Rumlar evlerine ve dükkanlarına hep Yunan bayrağı astılar, 'bizi Türklerden

kurtardı' diye Yunan başvekili’nin resmini dükkanlarının camekanlarına

koydular...Ayasofya camiini kilise yapmak için haç hazırladılar... Türklere

yapmadık hakareti bırakmadılar" biçiminde anlatılmaktadır. Anlaşıldığı üzere

azınlıklar, milli mücadele yıllarında Türk hakimiyetine karşı düşman

tarafında olmaları ve üstelik de yüzyıllar boyunca Türklerin hoşgörülü idaresi

altında yaşadıkları, Ermenilerde olduğu gibi 'sadık millet’ olarak

addedildikleri ve devlet idaresinde üst düzey görevlere kadar yükseldikleri

halde, bu kesimlerin düşmanla birlikte Türklere saldırmaları ve daha da

önemlisi kadın, yaşlı, çocuk gibi 'zavallı halka’' en ağır işkence ve hakarette

bu lunmalar ı , bu olayların anlatıldığı ifadelerin gerek rejim ve gerekse ders

kitabı yazarları açısından yaşanan hayal kırıklığı ve bu hayal

kırıklığının yarattığı güven zedelenmesi ile birlikte nefret duyguları

barındırmalarına yol açmıştır81.

81 Bkz. Đsmet PARLAK: Kemalist Đdeoloji’de Eğitim, 434-435.

Page 290: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

282

Faşizm, Komünizm, Nazizm ya da Sosyalizm temelde özgürlükçü,

milli hakimiyetçi ve halka dayanmayan sistemler oldukları için

eleştirilmektedir. Bütün bu olumsuzlanan ideolojilere karşı Türk

milliyelçiliğinin "...milli olmayan cereyanların memlekete girmesini ve

yayılmasını istemez" denilerek, bütün bu karşı ideolojilerin rejim tarafından

kesinlikle yasaklandığı ve aslolanın Türk milliyetçiliği olduğu belirtilmektedir.

Çünkü "bizim milliyetçiliğimiz...bütün Türkleri hangi dinden olurlarsa

olsunlar derin bir kardeşlik hissile candan sevmek, onların refah ve inkişafını

candan dilemekle beraber kendisine siyasi iştigal hududu olarak Türkiye

Cumhuriyeti hudutlarını kabul" etmiştir. Türk milliyetçiliği dışında farklı fikir ve

ideolojilere yer olmadığı açıkça ifade edilmiştir.

Eğer bu yasağa uymayan yurttaşlar olursa, onların ötekileştirileceği ve

iç düşman kategorisine dahil edileceği de açıktır82.

Osmanlı döneminin anlatıldığı bölümlerde düşman, yükseliş-

duraklama-gerileme-dağılma dönemlerine göre değişime uğramaktadır.

Örneğin, devletin yükseliş döneminde Balkanlarda yapılan savaşlarda

karşı taraf ya da düşman genelde "Hıristiyan orduları'' ya da

"Hıristiyan devletlerinin ittifakı" olarak anılmaktadır. Düşmanın amacı ise

gelişmesinden korkulan Osmanlı Türklerini balkanlardan atmak' olarak

ifade edilmektedir. Đmparatorluğun duraklama ve gerileme döneminde ise

Avusturya ve Rusya'nın iki esas düşman olarak sık sık Osmanlıya karşı

birleşmeleri anlatılmaktadır. Özellikle bu devletlerin (Alman-Leh-Venedik-

Rus-Avusturya vb) çıkarları birleştiğinde Osmanlı Türklerine karşı bir araya

geldikleri, üstelik de Osmanlı ile dost olsalar bile çıkarları birleştiğinde,

Osmanlıya karşı ittifaklar kurabildikleri yoğun biçimde dile getirilmektedir.

82 PARLAK, 440.

Page 291: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

283

Yine, Mısır ve Đran da belli dönemlerde düşman kategorisindedirler.

Fransa ise yine kimi zaman dost kimi zaman düşman olarak, fakat daha da

önemlisi 'dost gibi görünen ancak çıkarları için nankörlük eden bir münafık'

olarak tanımlanmaktır. Özellikle Kanuni'nin bizatihi verdiği desteğe, Fransa

kralının kurtarılması için kralın annesinin bizzat Osmanlı padişahından

yardım talebinde bulunmasına ve bunu Kanuni'nin önemseyerek yardım elini

uzatmasına rağmen, başta kapitülasyonlar olmak üzere bir takım imtiyazların

Fıransızlar tarafından kötüye kullanıldığı ve Osmanlı'nın en zor

dönemlerinde, Osmanlının düşmanı Avrupalı devletlerle ittifak ederek

Osmanlıyı daha da zor durumda bıraktığı, altı çizilerek ortaya konulmaktadır.

Biz'imle dost olan devletlerin bu dostlukları da 'dostluk adına' değil milli

çıkarları adına sürdürdükleri söylenmektedir. Yunan isyanı döneminde

Yunanlıları desteklemeleri Avrupa'nın Türklere karşı devam eden

haksızlıklarının yeni bir tezahürü olarak algılanmaktadır. Hakim olan şey,

Türklere Türkten başka dost olmadığı söylemidir. Özellikle Avrupa devletleri,

Milli Mücadele dönemi de dahil olmak üzere, yüzyıllara yayılır bir biçimde

Türklere düşmanlık ve daha da önemlisi haksızlık yaptığı temelinde

anlatılmaktadır. Örneğin, 1. Dünya Savaşı sonrasında Wilson ilkelerine göre

her milletin kendi mukadderatını tayin hakkı olması gerekirken, "Türklerin ve

Türk olmayan unsurların, memleket hudutları tayin edildiği zaman milliyet ve

lisan meseleleri, ciddi bir surette göz önünde bulundurulmadı. Ahalisinin çoğu

Türk olan Đstanbul ile sırf Türklerle meskun vilayetlerin bile, mukadderatı galip

devletler tarafından tayin olunmak istendi" denilmektedir. Avrupalı devletler,

ortaya konulan ilke kararlarını ya da anlaşmaları bile sadece kendi çıkarları

doğrultusunda gözetmekte ve uygulamaya geçirmektedirler. Dolayısıyla

Avrupalılara güvenilemeyeceği şeklinde bir sonuca ulaşılmaktadır83.

Avrupalı devletler ki, bunların başında da Đngiltere ve Fransa

gelmektedir, Kurtuluş Savaşı süresince gerek Rumlara ya da Yunanlılara

83 Bkz. Đsmet PARLAK: Kemalist Đdeoloji’de Eğitim, 441-444.

Page 292: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

284

gerekse Ermenilere, Kürtlere ve Araplara verdikleri destekle, bunlar

üzerinden Türkleri yıprattıkları ve bunların isyan ya da saldırılarının ‘Türkleri

yola getirmek için' bir koz olarak kullanıldığı ifade edilmektedir84.

Dış güçler ve düşmanın çokluğu karşısında yapılması gereken, daima

uyanık olunmasıdır. Bu durum ise yabancılara karşı güvensizliği de

beraberinde getirmektedir. Tehdit algılaması bağlamında kurgulanan bir

söylemin sürekliliğini günümüzde de korumaya devam etmesi Kemalist

hegemonyanın yeniden üretimindeki nedenlerin sorgulanmasına gereksinim

olduğuna işaret etmektedir.

C – “TÜRK ULUSU”NUN YA DA KEMALĐST DEVLET'ĐN ĐNŞASI

1 - Kemalist Modernleşme ve Yeni Bir Toplum Projesi

Bütün düzeltimler, devlet eliyle, yukarıdan aşağıya gelen buyruklar

biçiminde gerçekleştirilmiştir. Yapılacak işlerin ölçütü bilinçsiz kitlelerden

gelen (daha doğrusu, gelmeyen) istemler değil, ülkeyi kalkındırmak yolunda

kararlı olan seçkinlerin kafalarındaki modeldir85. Cumhuriyetin kurucu

kadroları için temel sorun, toplumsal ve siyasal yeniden yapılanmaydı.

Đmparatorluktan kalan mevcut sınırlar içinde yeni bir anlayışla ulus

yaratılacaktı ve bunun için de uzun yılların beklenmesi mümkün değildi.

Dolayısıyla, toplumun hızlı bir şekilde “yukarıdan” dönüştürülmesi

84 PARLAK, 445. 85 ORAN: Atatürk Milliyetçiliği, 185.

Page 293: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

285

gerekiyordu86. Bilindiği gibi millet kavramı, Osmanlı siyasal ve toplumsal

düşüncesinde dinsel nitelikte bir kavramdır; hemen tümüyle dinsel nitelikte

olan bir semboller sistemini, aidiyeti simgeler. Bu niteliğiyle millet, bir yandan

devletin uyruklarını tanımlama aracı olarak kullanılırken, diğer yandan da

devlet içinde yaşayan insanların kendi kimliklerini ifade ediş biçimi

olmaktadır. Millet kavramının bu dinsel niteliği, bu kavramın dinsel olmayan

farklılaşmaları giderici, birleştirici bir özellik ve işlev kazanmasında da ortaya

çıkmaktadır. Đslâm dininin etnik farklılıkları giderici bu işlevinden, Cumhuriyet

öncesinde -ve Cumhuriyet'e giden yolda- yararlanıldığı da bilinmektedir.

Örneğin, ilk Büyük Millet Meclisi'nde hükümet teşkilâtı konusundaki

görüşmelerde Mustafa Kemal Paşa şunları söylemektedir:

"….Burada maksut olan ve Meclisi âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürd değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mûrekkeb anasırı islâmiyedir, samimî bir mecmuadır. Binaenaleyh bu heyeti âliyenin temsil ettiği, hukukunu, hayatını, şeref ve şanını kurtarmak için azmettiğimiz emeller, yalnız bir unsuru Đslama münhasır değildir. Anasırı Đslâmiyeden mürekkeb bir kitleye aiddir. Bunun böyle olduğunu hepimiz biliriz.” 87

Yeni ulus, hâkim etnik topluluk olan Türkler üzerine temellendirildi.

Milli Mücadele döneminde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında önemli bir birleştirici

harç olarak görülen dinin, toplumsal ve siyasal alandan tasfiyesi işlemleri

1920’lerin sonuna doğru tamamlandı. Bu aşamadan sonra ulus, Türk etnik

kimliği çerçevesinde tanımlandı. Dolayısıyla Türklerin, ülke içinde tek hâkim

unsur olması yolunda politikalar üretildi88.

86 OKUTAN, 4. 87 KÖKER, 150-151. 88 OKUTAN, 5.

Page 294: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

286

M. Kemal Atatürk’e göre, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına

Türk milleti denir” ve “Türk milleti, halk idaresi olan cumhuriyetle idare olunur

bir devlettir.”Buradan da açıkça anlaşılacağı gibi, Kemalist ideolojide devlet

ile millet aynı şeydir. Devlet ile millet özdeş varlıklar olarak kabul edilmekte

ve bu özdeşlik de, aslında toplumdaki en üstün güç olarak egemenliğin

millete ait olmasıyla açıklanmaya çalışılmaktadır89.

Yeni rejimin modernleşme projesi ile Anadolu kitlelerinin yaşam dünyası

arasındaki mesafenin sebep olduğu gerilim, cumhuriyet hükümetlerinin

reformları gerçekleştirme kararlılığında en ufak bir sarsıntıya dahi yol açmadı.

Aksine, reform işinin kaçınılmazlığından bir an için bile olsa şüphe edilmedi.

Dolayısıyla, izlenecek patika belli olmuştu: Batıcı önderlerin sembolik rejimi

ile Anadolu kitlelerinin sembolik rejimi arasındaki mesafeden doğan gerilim,

bu sembolik rejimlerden ikincisinin reddi ile giderilmeye çalışılacaktı90.

3 Mart 1924’te, halifeliğin kaldırılması, Osmanlı hanedanının yurtdışına

çıkarılması, Şer’iye ve Evkaf Vekâleti’nin [Din Đşleri ve Vakıflar Bakanlığı’nın ]

lağvedilmesine ilişkin yasalarla birlikte Millet Meclisi tarafından kabul edilen

Tevhid –i Tedrisat Kanunu, eğitim alanındaki en önemli reformdu. Bu yasayla

Şer’iye ve Evkaf Babanlığı/Vekâleti’ne bağlı bütün medreseler ve okullar

Eğitim Bakanlığı’na devredildi. Tevhid–i Tedrisat Kanunu’nun yürürlüğe

girmesiyle bütün bilim ve eğitim kurumları Eğitim Bakanlığı’na bağlanmış

oluyordu. Yasanın gerekçesine göre, bu önlemle, eğitimde amaç birliği ve

denetim birliği sağlanacak ve “milletin düşünce ve duygu bakımından birliği”

güven altına alınacaktı.

89 KÖKER, 154-155. 90 Mesut YEĞEN: Devlet Söyleminde Kürt Sorunu, 1. Baskı,Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1999, 180-181.

Page 295: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

287

Tevhid –i Tedrisat Kanunu çok kapsamlı sonuçlara yol açtı. Birincisi,

Eğitim Bakanlığı’na devredilen 479 medrese, 1924 yılı içinde hemen

kapatıldı. Kapatılan bu medreselerin yerine aynı yıl 29 Đmam ve Hatip

Mektebi ile Đstanbul Darülfünunu’nda [ eski Đstanbul Üniversitesi’nde ] bir

Đlahiyat Fakültesi açıldı. 1925 -1926’da Đmam Hatip Mekteplerinin sayısı 20’ye

düştü. 1926 – 1927’de ikisi dışında bu okulların hepsi kapatıldı.

1929 – 1930’da ise Đmam ve Hatip Mekteplerinin tamamı tasfiye edildi.

Đkincisi, 1927 yılında din dersleri ilk ve orta okul programlarından

çıkarıldı. Bunun tek istisnası köy ilk okullarıydı. Köy ilk okullarında din

dersinin 1940 yılına kadar haftada 1 saat verilmesine devam edildi.

Üçüncüsü, Arapça ve Farsça dersleri orta okul müfredatından

1929 – 1930 öğrenim yılı itibariyle çıkarıldı.

Dördüncüsü, uluslararası andlaşma ve anlaşmalara göre faaliyetini

sürdüren azınlık okulları ile yabancı okullar Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. Bu

okullarda din derslerini müfredattan çıkarmak ve Türk Dili, Türk Tarihi,

Türkiye Coğrafyası ve Yurt Bilgisi derslerini müfredatlarına almak zorunda

bırakıldı91. 20 Eylül 1932 ile 13 Ağustos 1933 tarihleri arasında görev yapan

Dr. Reşit Galip’in bakanlığı sırasında üniversitelerin ve yüksek okulların

programına Türk Đnkılap Tarihi dersi konmuştur. Đlk okullarda derslere

başlamadan önce törenle söylenen “And” da Reşit Galip döneminde

uygulamaya girmiştir. And içme töreni daha sonra yönetmeliklere de girmiş

ve zorunlu tutulmuştur92.

91 Đsmail KAPLAN: Türkiye’de Milli Eğitim Đdeolojisi, 3. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2002, 159-160. 92 a.g.e., 191.

Page 296: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

288

Şapka devrimi, tekke ve zaviyelerle türbelerin kapatılması ve bütün

tarikatlarla, şeyhlik, dervişlik, müritlik, çelebilik, falcılık, büyücülük, türbe

bekçiliği vb. birtakım sanların kaldırılması ve yasaklanması, uluslararası saat

ve takvim, yeni toplumun temellerini atan Medeni Kanun,1924

Anayasası’nda yer alan ve devletin resmi dininin Đslâm olduğu yolundaki

hükmün kaldırılması, Latin harflerinin kabulü Takrir-i Sükûn Yasası’nın

yürürlükte olduğu 1925-1929 döneminde yapılacaktır. 1928 yılında

Anayasa’da yapılan değişiklikle “Türkiye Devletinin dini, din–i Đslamdır.”

maddesinin kaldırılması, laikliği gerçekleştirme yolunda atılan bir adımdı.

Arap harflerinin yerine Latin harflerinin kabulü de dini zayıflatmaya yönelik

bir önlem olarak düşünülmüştü. Alfabenin değiştirilmesi, öte yandan, kökleri

eskiye dayanan okuma yazma bilmeme sorununu bir çırpıda çözecek sihirli

çare olarak görülüyordu93. Parlak’ın aktardığına göre, Vala Nurettin yeni

alfabenin kabulünü milli kurtuluş hareketinin en modern silahı olarak

değerlendirmekte ve "inkılâbı, halkın ruhuna sindirmek için en mükemmel

vasıtanın yeni harfler" ve "halkın, bilgi ve kültür seviyesini yükseltmek için

yeni harflerin en kuvvetli bir manivela" olduğunu ifade etmektedir. Nitekim bir

siyasal-toplumsal düzen için dil birliğinin sağlanması, herkesin aynı dili

konuşup yazması ve bu dilin tüm ulusça anlaşılır olması, devrimci kadro için

ulusal kimlik ve bilinç oluşturmada en önemli etkenlerden birisi olarak

algılanmıştır94.

1932 başlarında Kur’an’ın Türkçe çevirisi hazırlanmıştı ve minarelerden

ezan artık Arapça “Allahu ekber” olarak okunmuyor, Türkçe “Tanrı uludur”

diye okunuyordu. Gerçekte Atatürk’ün verdiği ilk emir ezan ve namazın

93 a.g.e., 160. 94 PARLAK, 71.

Page 297: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

289

Türkçeleşmesi idi. Falih Rıfkı Atay’a göre, muhafazakârların sözcülüğünü

yapan Đnönü, Atatürk’e yalvarmış, önce ezanı Türkçeleştirelim, sonra namaza

sıra gelir, demişti. Arkadan dil ve Kur’an metni meseleleri çıkıp namazın

Türkçeleştirilmesi gecikmişti. Atatürk sağ kalsaydı ibadet reformu

olacağından da şüphe yoktu95.

Ezan’ın Türkçe okunması konusunda ABD’nin Ankara büyükelçisi

Sherril, Gazi’nin kutsal kitabın Türkçe’ye çevrilmesini onaylamakla göze

aldığı müthiş sosyal, siyasi, dini riski anlayabilmek için Đslam dünyasında bir

süre yaşamış olmak gereklidir dedikten sonra şu eklemeyi yapıyor:

“Bir sürü tartışmalarımız sırasında onunla anlaşamayacağımızda anlaştığımız tek husus, onun dini anlamakla halkın ondan uzaklaşacağı fikrine karşı benim daha da dindarlaşacaklarını düşünmemdi”96

3 Nisan 1930’da Türk kadınlarına belediye seçimlerinde seçme ve

seçilme hakkı, 26 Ekim 1933’te ise muhtar, köy ihtiyar heyeti seçimlerinde

seçme ve seçilme hakkı tanındı. 5 Aralık 1934’te de, Türk kadınlarına

milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanıyan yasa TBMM tarafından

benimsendi. 21 Haziran 1934 tarihinde Soyadı Kanunu kabul edildi. 26

Kasım 1934’te ise Efendi, Bey, Paşa gibi lâkap ve ünvanlar kaldırıldı.

Böylece, Osmanlı toplum modelinden tamamen farklı bir temelde,

Osmanlıdan arta kalan gelenekler, inançlar, değerler olumsuzlanarak , iyiyi,

doğruyu , gelişmişi temsil ettiği düşünülen Batılı bir toplum oluşturulmaya

çalışılıyordu.

95 ATAY, 430. 96 KOLOĞLU: Cumhuriyet’in Đlk Onbeş Yılı (1923-1938), 298.

Page 298: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

290

Batı’nın “öteki”si Doğu’ydu. Kemalist modernleşme projesi, Batılılaşma;

yani Batı gibi olmaya çalışmakla Batı ile özdeşleşerek Batı’nın “öteki”si

olmaktan çıkmak, farklılığın üstesinden gelmek istiyordu. Böylece, Batı,

kendisiyle özdeş bir ulusu bölmek, zayıflatmak, içişlerine karışmak için

bahaneler bulmak için çaba harcamayacak; tam aksine onun güçlenmesi,

gelişmesi için katkı yapacaktı. Kemalist modernleşme projesi, Batı gibi olan

bir devlet, Batı gibi bir toplum oluşturarak, Batılı gibi düşünebilen insanlar

yetiştirerek kendi eşitliğini, kendi varlığını kabul ettirebilmeyi ve bütünlüğünü

sürdürebilmeyi amaçlıyordu.

Bu durum, ulus-devletin kuruluşundan bu yana Türk kimliğinin

kurulması temelinde yatan bir paradoksa işaret etmektedir. Bir Türk’ün

kendisini Batı kültürü ile özdeşleştirebilmesi ne ölçüde olanaklıdır ve belli bir

özdeşlik zemini yaratılabilse bile Batı, nereye kadar Türk’ü kendi kimliğinin bir

parçası olarak tanıyacaktır?97

2 - Türk Ulusu’nun Kemalist Đnşası

29 Ekim 1923’te cumhuriyet kurulduğunda, cumhuriyet yöneticilerinin

önlerindeki en önemli sorun Türkiye coğrafyası içerisinde toplumu milletten

ulusa dönüştürecek bir Türk kimliği inşasını gerçekleştirmek ve inşa edilecek

olan bu kimliği farklı aidiyetleri kimliklerinin parçası olarak gören halka

97 Nur Betül ÇELĐK: “Kemalist Hegemonya Üzerine Bir Kavramsallaştırma Denemesi”, Birikim, No. 105-106 (Ocak-Şubat 1998), 32.

Page 299: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

291

benimsetmekti. Bu süreçte Ziya Gökalp’in, 1924’te yayımlanan “Türkçülüğün

Esasları” kitabında savunusunu yaptığı, ulus ve ulusal devlet görüşü, Atatürk

devrimlerinin esin kaynaklarından biri olmuştur. Kitap, çağdaşlaşma yolunda

yapılacak işlerin bir gündemi niteliğindedir98.

Ulusallık “ülkü”sü önce Müslüman olmayanlarda, sonra Arnavut ve

Araplarda ve en sonunda Türklerde ortaya çıktı. Türklerin en sona kalması

sebepsiz değildir. Osmanlı devletini oluşturmuş olan Türkler, ilkin sezgisel bir

sakınmayla, bir ülkü için (var olan ) bir toplumu tehlikeye düşürmekten

çekinmişlerdi. Bunun için Türk düşünürleri, “Türklük yok, Osmanlılık var,”

diyorlardı. Tanzimatçılar ona:

” Sen yalnız Osmanlısın, sakın başka uluslara bakarak sen de ulusal bir ad isteme! Ulusal bir ad istediğin anda Osmanlı Đmparatorluğu’nun yıkılmasına neden olursun”

demişlerdi. Güçsüz Türk, yurdumu yitiririm korkusuyla

“Vallahi Türk değilim, Osmanlılıktan başka hiçbir toplumsal çevreye bağlı değilim”

demeye zorunlu kılınmıştı99.

Tanzimatçılar, tarihsel bir anlamı olan eski “Osmanlı” sözü yerine, ulusal

renklerden tamamıyla arınmış olmak üzere, yeni bir anlam yakıştırmışlardı.

Tanzimatçı Türklerden başka bunu kabul eden olmadığını söyleyen Ziya

Gökalp,

98 Bkz. Ziya GÖKALP: Türkleşmek Đslâmlaşmak Muâsırlaşmak, Haz. Kemal BEK, Đstanbul, Bordo Siyah Klasik Yayınlar, Mart 2004, 18. 99 Ziya GÖKALP: Türkçülüğün Esasları, Haz. Mahir ÜNLÜ ve Yusuf ÇOTUKSÖKEN, 6.

Baskı, Đstanbul, Đnkılâp Kitabevi, 2001, 42.

Page 300: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

292

“Sırf uyrukların bir arada tutulması amacıyla, ‘Ben Türk değilim, Osmanlı’yım’ diyen Türkler, uyruklarını ne yolda anlaşmaya râzı edebileceklerini, sonunda pek acı biçimde anladılar. Ulusallık duygusunun egemen olduğu bir memleketi, ancak ulusallık zevkini benliğinde duyanlar yönetebilirler. Türklerin ulus ülküsünden kaçınmasının devlet için zararlı, uyruklar için rahatsız edici olduğu gibi, Türklüğün kendi varlığı için de ölümcüldü. Türkler ulusallığı, ‘var olan bir ulus’ olan devlet ile aynı anlamda saydıkları için, toplumsal ve ekonomik varlıklarının soysuzlaşmakta olduğunu bilmiyorlardı.”100

değerlendirmesini yapmaktadır. Tanzimatçılar, Türklüğün yüzüne aldatıcı bir

örtü çekmek istemişlerdi. Ulusal bir Türk dili yoktu; uyruklararası ortak bir

Osmanlıca vardı. Bütün uyruklar kaynaşmış, yeni bir kavim örneği, tarihsel bir

ırk, bir Osmanlı ulusu ortaya çıkmıştı. Bu ulusun özel bir dili olduğu gibi,

kendisine özgü bir tarihi de vardı.

Meşrutiyet’ten sonra bu örtüye daha da önem verilince, uyruklar, “Bizi

Türkleştirmek istiyorsunuz!” diye bağırmaya başladılar. Gerçekten, bu

Osmanlılaştırmak siyaseti, Türkleştirmek için gizli bir araçtı. Osmanlılık’tan

maksat “devlet” ise, zaten her Osmanlı uyruğu, bu devletin bir bireyi idi. Yok,

bundan maksat dili “Osmanlıca” olan bir yeni “ulus” yaratmak idiyse,

Osmanlıca Türkçe’den başka bir şey olmadığı için, bu yeni ulus başka ad

altında bir Türk ulusu olacaktı. Bunu uyruklar pek iyi anladılar ve

ulusallıklarını savunmak için maddî ve mânevi örgütlerini daha da

güçlendirerek düzenlediler101.

Ziya Gökalp’e göre, toplumsal nitelikler, bireylere kalıtım yolu ile

geçmemekte, yalnız eğitim yoluyla geçmektedir. Bu nedenle de eğitim

yoluyla kültür kuşaklara aktarılmaktadır. Toplumsal dayanışmayı oluşturan

ise kültür birliğidir. Her birey, duyguları aracılığı ile belirli bir ulusa

100 Ziya GÖKALP: Türkleşmek Đslâmlaşmak Muâsırlaşmak, Haz. Kemal BEK, Đstanbul, Bordo Siyah Klasik Yayınlar, Mart 2004, 25. 101

a.g.e., 61-62.

Page 301: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

293

bağlanmaktadır. Bireyin bağlandığı ulus, o bireyin içinde yaşadığı ve eğitildiği

toplumdan başkası değildir. Çünkü bu birey, içinde yaşadığı toplumun bütün

duygularını eğitim aracılığıyla almış, bütünüyle ona benzemiştir102. Ziya

Gökalp’e göre bu görüşlerden çıkaracağımız elle tutulur sonuç şudur:

“Ülkemizde bir zamanlar dedeleri Arnavutluk’tan ya da Arabistan’dan gelmiş, ulusdaşlarımız vardır. Bunları Türk eğitimiyle büyümüş, Türk ülküsüne çalışmaya alışmış görürsek öbür ulusdaşlarımızdan hiç ayırmamalıyız. Yalnız mutluluk dönemlerinde değil, yıkım dönemlerinde de bizden ayrılmayanları nasıl ulusumuzun dışında sayabiliriz. Özellikle bunlar arasında ulusumuza karşı büyük esirgemezlik göstermiş, Türklüğe büyük hizmetler yapmış olanlar varsa, nasıl olur da bu esirgemez kişilere ‘Siz Türk değilsiniz’ diyebiliriz. Gerçekte atlarda soy sop aramak gerekir, çünkü meziyetleri içgüdüye dayanan ve kalıtsal (irsi ) olan hayvanlarda da soyun büyük bir önemi vardır. Kişilerde ise soyun toplumsal niteliklere hiçbir etkisi olmadığı için soy – sop aramak doğru değildir. Bunun tersi bir yol tutacak ülkemizdeki aydınların ve düşün savaşımcılarının birçoğunu atmak gerekecektir. Bu durum doğru olmadığından ‘Türk’üm’ diyen her bireyi Türk tanımaktan, yalnız Türklüğe hayınlığı görülenler varsa, cezalandırmaktan başka yol yoktur.” 103

Türk ulusal kimliği, etnik kökenlerine bakarak insanları dışlama yoluna

gitmemiş, aksine 1924 anayasasının 88. maddesinde ifade edildiği gibi

Türkiye’de din ve ırk ayırdedilmeksizin vatandaşlık bakımından herkes

‘ Türk’ kabul edilmiştir. Bu durumu en iyi şekilde Mustafa Kemal Atatürk’ün

“Ne mutlu Türküm diyene” deyişi ifade etmektedir. Bununla birlikte ulusal

kimlik Türk kültürü esas alınarak oluşturulmuş ve farklı etnik kökenlerden

gelen veya farklı din veya mezheplere mensup insanların toplumsallaşma ve

eğitim süreçleri içerisinde Türk ulusunun bir parçası haline gelmeleri

istenilmiştir. Bu sürecin dışında kalmak isteyenler veya direnç gösterenlerse

dışlanmışlardır. Şimdi, Türk ulusunun inşası konusuna daha yakından

bakabiliriz.

102

GÖKALP: Türkçülüğün Esasları, 17. 103

a.g.e., 19.

Page 302: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

294

Osmanlı Đmparatorluğu’nda Ortodoks Hıristiyanlar, Ermeniler ve

Yahudiler gibi müslüman olmayan cemaatlerin her biri, bir millet olarak

görülmekteydi... Müslümanlar etnik ve dini farklılıklarından bağımsız olarak

tek bir millet olarak telakki edilmekteydi104.

Müslüman-olmayanlar, imparatorluğun neresinde yaşarlarsa yaşasınlar,

hangi dili konuşurlarsa konuşsunlar yönetim merkezi Đstanbul’da olan bir

milletin üyesiydiler. Devletle ilişkilerini, millet yönetimleri aracılığı ile

yürütmekteydiler105. Đstanbul’un fethinden sonra, Ortodoks ve Ermeni

milletlerine olduğu gibi Yahudilere de, Hahambaşıları liderliğinde kendi

havralarına sahip olma, bunları yönetme, dinî ve sosyal hizmetlerini inanç ve

geleneklerine göre yürütme hakkı tanındı106. Her millet, gerek dinî, adlî, idarî

ve eğitimle ilgili işleri ve gerekse hükümetle ilişkilerini yürütmek için güçlü

birer teşkilat kurdular. Ortodoksların cemaat işlerini Fener Patrikhanesi;

Musevilerinkini Hahamhane; Ermeni cemaatının işlerini ise Ermeni

Patrikhanesi yürütüyordu107. Büyük devletler, kendilerinin Osmanlı’daki

Müslüman-olmayanları koruma hakkına sahip olduklarını ileri sürüyorlar ve

konuyu Osmanlı devletinin iç işlerine karışma gerekçesi olarak

kullanıyorlardı. 1878 yılında imzalanan Berlin Andlaşması’nın 62. maddesi

bariz bir hükme sahiptir. Adı geçen madde,

“Osmanlı devletinde din ve mezhep hürriyetine riayet olunacaktır. Büyük devletler elçi ve konsoloslarına, kutsal yerlerin ve papaz ve ruhanilerle hıristiyan hacıların korunması hakkı da tanınmaktadır. Kudüs’deki kutsal yerlerde Fransa’nın haklarına ve statükoya riayet olunacaktır………”108

104 YILDIZ, 50. 105 Bilal ERYILMAZ: Osmanlı Devletinde Millet Sistemi, Đstanbul, Ağaç Yayıncılık, 13. 106 a.g.e., 24. 107

a.g.e., 33. 108

BIYIKLIOĞLU: Trakya’da Milî Mücadele, Cilt:1, 39-40.

Page 303: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

295

şeklindedir. Millet sistemi benzeşim ve özümsemeyi değil, farklılıkları koruma

amacına yöneldiği için farklı toplulukların bağımsız varlıklarını

süreklileştirmekte, böylece Müslüman-olmayan milletlerde ulusçu duygu ve

ihtirasların uyanmasını kolaylaştırmaktaydı.

Meşrutiyetçi muhalefetin en temel hedeflerinden birisi farklı etnik

unsurların müşterek bir Osmanlı kimliği çerçevesinde birleştirilmesiydi. Ancak

Müslüman-olmayan topluluklar, Meşrutiyet yönetimlerini kendi

bağımsızlıklarına ulaşma yolunda atılmış ileri bir adım olarak görmüşler ve

Osmanlı kimliğini kabul etmek yerine, dış güçlerin desteğini sağlayarak,

Osmanlının zayıf kaldığı dönemlerde oldu bittilerle kendi bağımsızlıklarını

elde etme arayışı içinde olmuşlardı. Bu durum, Türk ulusçu reformistlerini,

millet sisteminin kesin olarak ilga edilmesi gereğine inandırmıştı.

Ermenilerin I. Dünya Savaşı sırasında, Rumların Yunan mağlubiyeti

sonucunda 1923’teki Türk-Rum nüfus değişimi ile Anadolu dışına çıkarılması

ile Anadolu tarihinde ilk defa Đstanbul’un surları arasına sıkışmış küçük bir

müslüman olmayan azınlık dışında, hemen bütünüyle Müslüman unsurların

vatanı haline gelmişti. 1913 yılında Müslüman Arnavutların, 1916 yılında da

Arapların Osmanlı Đmparatorluğu’ndan ayrılmaları, Müslüman Kürtlerin dış

güçlerin desteğini aramaya başlamaları millet sisteminden duyulan

hoşnutsuzluğu miras alan Kemalist ulusçu hareketi, ulusal birliği sağlamak

için Türk kültürü esas alınarak, farklı etnik grupların Türkleştirilmesi, şeklinde

ifade edebileceğimiz bir politikayı uygulamaya geçirmeye sevketmiştir. 1925

yılında Doğu Anadolu’da patlak veren Şeyh Sait Ayaklanması, hükümeti

başta Kürtler olmak üzere değişik etnik ve dinî kökene mensup vatandaşları

Türkleştirme konusunda daha da duyarlı kılmıştır. Ayaklanmanın bastırılması

ve Şeyh Sait’in yakalanmasından sonra Đsmet Paşa Türk Ocakları’nın Đkinci

Page 304: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

296

Kurultayı vesilesiyle kendisini ziyaret eden delegelere yaptığı konuşmada bu

zorunluluğu şöyle ifade etti:

“Vazifemiz Türk vatanı içinde bulunanları behemehal Türk yapmaktır. Türklere ve Türklüğe muhalefet edecek anâsırı kesip atacağız.” 109

Đnönü’nün ifade ettiği politika doğrultusunda adeta “Bir devlet, bir halk,

bir dil” anlayışı içinde, Türklük yurttaşlıkla özdeşleştirilmiştir. “Böylelikle,

devletin inşa ettiği resmi Türk kimliği dışında kendini algılayan unsurlar

devletin mevcudiyetine tehdit olarak algılanmışlardır.” 110

Türkleştirme politikalarından kasıt, sokakta konuşulan dilden okullarda

öğretilecek tarihe; eğitimden sanayi hayatına; ticaretten devlet personel

rejimine; özel hukuktan vatandaşların belli yörelerde iskan edilmelerine kadar

toplumsal hayatın her boyutunda, Türk etnik kimliğinin her düzeyde ve

tavizsiz bir biçimde egemenliğini ve ağırlığını koymasıdır111 .

1923 yılından itibaren basında yer alan tartışmalarda, kamuoyunun ve

siyasi iradenin zihnini en çok meşgul eden konulardan biri azınlıkların

Türkleşmeleri oldu. Azınlıkların Türkleşmelerinin önündeki en önemli engel

Lozan Andlaşması’nın azınlıklara tanımış olduğu özel imtiyazlardı. Genç

Cumhuriyet, imtiyazsız ve tam kaynaşmış bir ulus–devlet inşa ederken,

azınlıkların, kendilerine Lozan Andlaşması ile tanınmış olan haklardan dolayı

Osmanlı Đmparatorluğu içindeki “millet“ düzenine benzer bir şekilde

109 Rıfat N. BALĐ: Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Bir Türkleştirme Serüveni [1923-1945], 6. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2003, 106. 110

Artun ÜNSAL: “Yurttaşlık Zor Zanaat” 75 Yılda Tebaa’dan Yurttaş’a Doğru, ed. Artun ÜNSAL, Đstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, Aralık 1998, 14. 111

AKTAR, 101.

Page 305: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

297

yaşamaya devam etmelerini kabullenemedi112. 15 Eylül 1925 günü,

Hahambaşılık Meclis-i Umumi üyesi olan cemaatin önde gelen kırkiki kişisi

Hahamhane’de bir araya gelip aile hukuku ve şahsi hükümler bakımından

artık ayrı bir muameleye tâbi olmak ihtiyacını duymayan Yahudi cemaatinin

Lozan Antlaşması’nın 42.maddesinin birinci ve ikinci paragraflarından feragat

ettiğini Adliye Bakanlığı/Vekâleti’ne resmen bildirdiler. Bu kararı hükümete

tebliğ edecek beş kişilik bir heyet de kuruldu. Hahambaşı Becerano

Yahudilerin Lozan Andlaşması’nın azınlıklarla ilgili maddelerinin, ruhanî

konularla ilgili olanlar hariç olmak üzere, tamamının lüzumsuz olduğuna

inandıklarını ve hahamların da artık ruhanî kıyafetleriyle umumî yerlerde

dolaşmayacaklarını belirtti113. Yahudi cemaatinin bu feragat beyanını Ermeni

cemaatinin 17 Ekim 1925, Rum cemaatinin de 29 Ekim 1925 tarihindeki

kararları takip etti114.

Öteki cumhuriyet kurumları gibi, kırsal alanda Halkevlerinin yanı sıra

uygulamaya konulan Halk Odaları ile Köy Enstitüleri ulusal bir kültürün ve

ulusal bir kimliğin inşasına yardımcı olan kurumlardır. Kemalist ideolojinin

halka öğretilmesi ve halk tarafından içselleştirilmesini sağlayıcı kurumlardır.

Recep Peker'in belirttiği gibi, halkevlerinin gayesi "Ulusu katılaştırmak,

sınıfsız, katı bir kitle haline getirmek" tir115.

Türk ulusal kimliğinin inşa edilmesi sürecinde Güneş Dil Teorisi ve

Türk Tarih tezi, Türklerin kendilerine Osmanlı Đmparatorluğu ve Đslamiyet

öncesinden övünebilecekleri birtakım özelliklere sahip oldukları duygusunun

verilmesine yardımcı olmaları bakımından önemlidir.

112 BALĐ, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Bir Türkleştirme Serüveni [1923-1945], 98-99. 113

a.g.e., 64. 114

Bkz. Rıfat N. BALĐ: Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Bir Türkleştirme Serüveni [1923-1945], 65. 115 TĐMUR: Türk Devrimi ve Sonrası, 173.

Page 306: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

298

Güneş Dil Teorisi, bütün dillerin başlangıçta Orta Asya’da konuşulan,

tarihin en eski dönemlerine ait olan tek bir dilden çıktığını, bütün diller içinde

bu kökene en yakın olanın Türkçe olduğunu ve bütün dillerin Türkçeden

geçerek bu en eski döneme ait olan dilden gelişmiş olduklarını kabul

ediyordu. Kuergic adındaki Viyanalı bir “doğubilimcisi” tarafından icat edilen

bu kuram, Türk dilbilimcileri arasında kuşkuyla karşılanmıştı, buna rağmen

Mustafa Kemal Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ne bu kuramın ayrıntısıyla

incelenmesini emretmişti. Cemiyet’in 1936’daki üçüncü kurultayı bu kuramı

resmen kabul etti ve Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde

bu kurama ilişkin kurslar zorunlu hale getirildi116.

Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin (sonradan Türk Tarih Kurumu) 1932’de

Ankara’da yapılan birinci kurultayında “Türk Tarih Tezi” ilk kez ortaya atıldı.

Mustafa Kemal tarafından kuvvetle desteklenen bu kuram, Türklerin aslen

Orta Asya’da yaşamış olduklarını ama kuraklık ve kıtlık yüzünden Çin,

Avrupa ve Yakındoğu gibi başka bölgelere göç etmek zorunda kalmış

olduklarını kabul ediyordu. Böylelikle Türkler dünyanın yüksek uygarlıklarını

yaratmışlardı. Sümerler ve Hititler aslında ilk Türklerdi. Türkiye’de “Türk’ün

(yeniden) icadı, tarihsel bir özne olarak “Müslüman”ın yerini aldı. 5.000 yıllık

bir halkın, Hititler’in vb. torunları olarak düşünülen “Türkler”di117. (1930’larda

kurulmuş olan iki büyük devlet bankasına Sümerbank ve Etibank adlarının

verilmiş olması bir tesadüf değildir. Ne yazıkkı adı geçen kuruluşlar “babalar”

gibi özelleştirilmiş ve daha sonrada ortadan kalkmışlardır.) Atilla ve Cengiz

Han, uygarlaştırma misyonunun icracıları olarak tanımlanmıştı. Bu kuram

Türklere kendi geçmişleri ve kendi ulusal kimlikleri için yakın geçmişten yani

Osmanlı döneminden bağımsız bir övünç duygusu vermeyi amaçlıyordu.

116 ZURCHER: Modernleşen Türkiyenin Tarihi, 276-277. 117 Bobby SAYYID: “Zamanın Göstergesi: Dokuzuncu Haçlı Seferinde Savaşan Kâfirler ve Zındıklar,” Siyasal Kimliklerin Oluşumu, Der. Ernesto LACLAU, 1. Baskı, Đstanbul, Sarmal Yayınevi, Aralık 1995, 326.

Page 307: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

299

Hititlerin (ve Truvalıların) ilk Türkler olduklarının söylenmesi, Anadolu’nun çok

eski zamandan beri bir Türk ülkesi olduğunu kanıtlama konusunda ayrıca bir

yarara sahip olup; Cumhuriyet yurttaşlarının köklerini böylece yaşadıkları

topraklara uzandırmış oluyordu.118 Bu iddia ile kanıtlanmak istenen Türklerin

ezelden beri bu topraklarda var olduğu, dolayısıyla modern Türk devletinin

Anadolu’nun “doğal mirasçısı” olarak uluslararası arenada tanınması

gerektiği idi119. Özellikle tarih ders kitaplarında, genç kuşaklara, Türk

ulusunun üstünlüğü, medeniyeti yaratanın Türk ulusu olduğu, büyük bir

geçmişe sahip olmaktan dolayı tarih boyunca düşmanlarının çok olduğu, bu

nedenle uyanık olunması gerektiği vb. söylemlerin sürekli olarak aktarıldığı

anlaşılmaktadır120. Ulusal kimlik inşası gerçekleştirilirken, ulusun geçmişi

Orta Asya'dan Anadolu'daki eski uygarlıklara kadar uzatılarak kendisine yeni

değerler atfetmesi, kendi geçmişiyle gurur duyması, atfedilen değerlerin

içselleştirilmesi amaçlanmıştır. Atatürk, ders kitaplarında sıklıkla yer verildiği

üzere, söylevlerinde Türk milletinin yüksek karakterini, çalışkanlık ve

zekiliğini, geçmişte büyük medeniyetler kurmuş olduğunu sıkça belirtmiştir.

Ulusun bu şekilde yüceltilişi, yoktan varedilmiş bir özellik de değildir. Bu

meziyetlerin yüzyıllar öncesinden gelen bir yetenek olduğuna ve fakat uzun

yıllardır unut(tur)ulmuş olduğuna ilişkin vurgu da dikkati çekmektedir. Ulusa

yönelik bu övücü sözler ona yeniden özgüven kazandırma amacını taşıdığı

gibi, aynı zamanda Atatürk'ün karizmatik konumunu da güçlendirdiği

söylenebilir. Dolayısıyla ulusun yüceltilmesinden hareketle, kişi kültüne ve

yüceltmeye bir geçişin olduğu da görülmektedir121.

118 ZURCHER: Modernleşen Türkiyenin Tarihi, 277-278. 119 Aslı GÜR: “Üç Boyutlu Öyküler: Türkiyeli Ziyaretçilerin Gözünden Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve Temsil Ettiği Ulusal Kimlik,” Türkiye’nin Toplumsal Hafızası, Der. Esra ÖZYÜREK, 1. Baskı, Đletişim Yay., Đstanbul, 2001, 221. 120 PARLAK, 96. 121 a.g.e., 135.

Page 308: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

300

Türkleştirmenin bir başka boyutu da Türkçe olmayan yerleşme yerleri iIe

tabiî yer adlarının ulusal varlıkla yakından ilgili görülerek Türkçeleştirilmesidir.

Köy adları ve tesbit edilebilen "bağlı"larının adları, istasyon adları, karakol

adları, deniz fenerleri, burun, körfez, koy adları, incelenmiş, bunlardan Türkçe

olmayanlar Türkçeleştirilmişlerdir. Ad değiştirme çalışmalarında bütün ağırlık

yerleşme yerleri ile "bağlı"larına verilmiş, bunu müteakip tabiî yer adlarının

Türkçeleştirilmesi çalışmalarına geçilerek tabiî yer adları da

Türkçeleştirilmiştir. Köy adları ve bunların bağlı bulunduğu idari bölümleri

gösteren çalışmalara 1928 yılında başlanmıştır. Đlerleyen yıllarda yabancı

kökten geldiği anlaşılan ve karışıklığa yol açtığı tespit olunan, yaklaşık

olarak, 12.000 köy adı Đçişleri Bakanlığı bünyesinde çalışan «Yabancı

Adları Değiştirme Komisyonu» tarafından incelenerek Türkçe adlarla

değiştirilmiş ve kullanma alanına konmuştur. Günümüze gelinceye kadar

Türkiye’nin hemen hemen her tarafında Türkçe olmadığı düşünülen yerleşme

yerleri iIe tabiî yer adları değiştirilmiştir122.

Mustafa Kemal Atatürk, yeryüzünde Türk ulusundan daha büyük, daha

eski, daha temiz bir ulus olmadığını ve bütün insanlık tarihinde de

görülmediğini söylüyor123 ve Türkiye sınırları içerisinde yaşayan farklı

Müslüman etnik topluluklarla ilgili, bugünde sıkça tekrarlanan bir

değerlendirme de bulunuyor.

Atatürk şöyle diyor:

122 Bkz. T.C. Đçişleri Bakanlığı Đller Đdaresi Genel Müdürlüğü tarafından 1968’de Ankara’da yayımlanan “Köylerimiz” adlı kitabın “Giriş Bölümü”nde ve T.C. Đçişleri Bakanlığı Đller Đdaresi Genel Müdürlüğü tarafından 1977’de Ankara’da yayımlanan “Yeni Tabiî Yer Adları” adlı kitabın “Giriş Bölümü”nde çalışmaların amacı açıklanmaktadır. Adları değiştirilen yerleşme yerleri iIe tabiî yer adlarının eski ve yeni adları da söz konusu yayımlarda görülebilir. 123 Bkz. Mustafa Kemal ATATÜRK: Yurttaşlık Bilgileri, Haz. Nuran TEZCAN, Cumhuriyet, Haziran 1997, 13.

Page 309: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

301

“Bugünkü Türk ulusunun siyasal ve toplumsal birliği içinde kendilerine Kürtlük, Çerkezlik, Lazlık ya da Boşnaklık düşüncesi aşılanmak istenmiş yurttaş ve ulustaşlarımız vardır. Ancak geçmişin zorbalık dönemlerinin bir sonucu olan bu yanlış adlandırmalar, -düşmana alet olmuş birkaç, gerici/mürteci beyinsiz dışında- ulus bireyleri üzerinde üzüntüden başka bir etki yaratmamıştır. Çünkü ulusun bu bireyleri de genel Türk toplumu gibi aynı ortak geçmişe, tarihe, ahlak anlayışına ve hukuka sahip bulunuyorlar.”124

Atatürk’e göre, Türk, zorbalık ve tutsaklık zincirlerini koparabilmek için,

iç ve dış düşmanlar karşısında kendi yaşamını ortaya atmış; çok kanlı ve

tehlikeli savaşımlara girmiş, sayısız özverilere katlanmış; başarılı olmuş,

ancak ondan sonra özgürlüğünü kazanmıştı. Bu nedenle özgürlük, Türk’ün

yaşamının ta kendisiydi125. Atatürk’ün söylemine daha yakından bakıldığında,

Çerkezliğin, Lazlığın, Kürtlüğün ya da Boşnaklığın gerçekte olmadığı, bu tür

etnik sıfatların ya da adlandırmaların yurttaşlara dışardan verilmeye

çalışıldığı, bazı düşmana alet olmuş gerici/mürteci dışında, yurttaşlar

üzerinde bu tür sıfat ya da adlandırmaların etkisinin olmadığı

söylenmektedir. Elbetteki bunu yapanlar iç ve dış düşmanlar olarak

kurgulanmaktadır. Söz konusu bu düşmanlar arasında en tehlikeli olanlar da

'istibdat/zorbalık devrinden kalma mürteci beyinsizler' olarak

ifadelendirilmektedirler126.

Türdeş ve homojen bir ulus inşa edilirken, iç düşman bu türdeşliği ve

homojen yapıyı bozabilecek bir tehdit ve tehlike olması bağlamında

ötekileştirilmektedir. Đçerdeki düşman kadar dışarıdaki düşman da, devrimci

kadronun gözünde, milletin en zayıf anını kolladığı için, içerdeki birlik ve

beraberlik, tüm millet fertlerinin kardeşçesine birbirine bağlanmaları, devletin

ve milletin geleceği açısından çok önemli görülmektedir. Örneğin Serbest

124 Mustafa Kemal ATATÜRK: Yurttaşlık Bilgileri, Haz. Nuran TEZCAN, Cumhuriyet, Haziran 1997, 23-24. 125 Bkz. Mustafa Kemal ATATÜRK: Yurttaşlık Bilgileri, 63-64. 126 Bkz. Đsmet PARLAK: Kemalist Đdeoloji’de Eğitim, 194-195.

Page 310: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

302

Cumhuriyet Fırkası'na atfedilen ''dahildeki tahrikleri" elverişli dereceye varmış

sayan "hariçteki fesatçılar ve memleketimizin karışmasından çok faydalar

uman yabancıların, içerdeki fesadı körüklemekteki gayretlerini arttırmalarına

yol açtığı, hatta bazı şeyhlerle cahil halk kütlelerini ayaklandırdıkları, batıda

"düşman yangınından henüz çıkmış olan memleket”in, doğuda (Şeyh Sait

isyanı kastedilerek) yeni bir ateş içinde kaldığı açıkça ifade edilmektedir.

Oysa ki, siyasal, toplumsal, kültürel ve manen türdeş ve yek vücut bir toplum

olunabildiği takdirde, devlet ve millet/ulus ne içerden ne de dışarıdan bir fesat

ile karşılaşmayacaktır127.

Sınırlı bir toprak parçasına geri çekiliş, bu son kalenin de parçalanma

tehdidi, Anadolu’daki Müslüman farklı etnik grupları Türk kültürüne

yakınlaştırma politikalarıyla, dış güçlerle işbirliği yapabilecek potansiyel iç

tehditler olmaları durumundan hızla çıkarılmaları gereğini ortaya

koymaktaydı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dili ve eğitim dili Türkçe’ydi. Millet

sistemi ortadan kaldırılıp, ulus inşa edilirken farklı Müslüman etnik grupların

Türk kültürü çerçevesinde birleştirilmeleri gerekiyordu. Ayrıca

Müslüman-olmayanlar da ulus inşa sürecinin kapsamındadırlar. Böylelikle

devleti ve ulusu ile bölünmez bir bütün oluşturacak, ortak bir kültür, duyuş,

düşünüş biçimi oluşturulabilecekti. 1945 yılında Türkiye’de anadili Türkçe

olanların oranı yüzde 88; dini Đslam olanların oranı yüzde 98; kırsal kesimde

yaşayanların oranı yüzde 75; kentli oranı yüzde 25’ti128. Uluslaşma

politikasında kısmen başarılı olunduğu görülüyordu.

127 PARLAK, 196. 128

Bozkurt GÜVENÇ: “Cumhuriyet ve Kimlik: Konu, Sorun, Kapsam ve Bağlam” 75 Yılda Tebaa’dan Yurttaş’a Doğru, Editör: Artun ÜNSAL, Đstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, Aralık 1998, 122.

Page 311: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

303

“Şark vilayetlerinin ıslahı”, Kürt meselesinin Kemalist söylemdeki

adıdır. Đskân politikası esas itibariyle geleneksel Kürt bölgelerine Kafkas ve

Balkan göçmenlerinin yerleştirilmesini hedeflemiştir. Şark Islahat Planı’nda

(1925 tarihli) önerilen bu politikanın kanuni çerçevesi, 2510 sayılı ve 10

Haziran 1934 tarihli Đskân Kanunu’na dayanır129.

Đskân Kanunu nüfusu "ırk" esasına göre yeniden yerleştirmeyi amaç

edinen bir kanundur. Kanun "Türkiye'de Türk kültürüne bağlılık dolayısıyla

nüfus toplanış ve yayılışının bu kanuna uygun olarak icra vekillerince

yapılacak bir programa göre düzeltilmesini" (md.1) öngörmektedir. Buna göre

Türkiye'de, Türkler, Türklüğe kazanılacak olanlar ve yasak bölgeler olmak

üzere üç yerleşme bölgesi tesbit edilmektedir. Fakat kanun, yerleştirme ve

özümleme politikası ile beraber bir de köylüyü toprak sahibi kılma amacı

gütmektedir130. Kanun ırkçı bir yerleştirme politikası ile birlikte feodal şeyhlik

ve ağalık kurumlarını da yok etmek istemiştir. Kanunun 10. maddesi, "Aşiret

reisliği, beyliği, ağalığı ve şeyhliği ve bunların herhangi bir vesikaya veya

görgü ve göreneğe müstenit her türlü teşkilat ve taazzuvları kaldırılmıştır"

demektedir. Bunlara ait topraklar devlete geçecek ve dağıtılacaktır131.

Kanunda "ırk" ve "Türk kültürüne bağlılık" sözleri sık sık geçmektedir.

Gerekçe bölümünde Kanun'un amacı şöyle anlatılmaktadır: "Ana dili Türkçe

olmayan nüfus terakümlerinin menine ve mevcutlarının dağıtılması şekillerine

ve bu suretle hars vahdetinin korunmasına ait tedbirlerin ittihaz ve tatbiki için

Hükümete kanunî selâhiyet alınması düşünülmüştür." Meclis'teki görüşmeler

sırasında da bir milletvekili kanunu şöyle savunmuştur: "Türk olmanın şeref

ve değerini bu topraklarda yaşayanların iliklerine kadar işletecek olan

Yerleştirme kanunu, inkılabın ana kanunlarından bir belli başlısı olmak

mümtazlığındadır."132

129 YILDIZ, 248. 130 TĐMUR: Türk Devrimi ve Sonrası, 145. 131 a.g.e., 146. 132 a.g.e., 169.

Page 312: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

304

Doğu kalkınması meseleleri ile uğraşırken, bunun bir ucundan iskân

meselesine dayandığını da fark ettiklerini söyleyen Đnönü,

“Karadeniz bölgesinden Muş civarına, Van ve Diyarbakır bölgelerine muhacir getirdik, yerleştirdik.” 133

demektedir.

Zorunlu göç, iskân politikasının bir başka yüzüdür. Şeyh Said Đsyanı,

askeri ve idari tedbirlerin yanı sıra, bölgenin yeniden teşkilatlandırılmasına da

yol açmıştı. Đsyanla ilişkisi olduğu sanılan ya da problem çıkarabilecek

nitelikte olduğu düşünülen kişi ve gruplar Batı bölgelerine göç ettirilirken,

yerlerine Türk göçmenler iskân edilmişti... Ancak Kürtlerin zorunlu göçü, esas

itibariyle 1934 Đskân Kanunu ve 1935 “Tunceli Vilayeti Hakkında Kanun”dan

sonra gerçekleştirilmiştir (1946’da yürürlükten kalktı.)134

Zorunlu göç uygulaması Türk olmayan Müslüman unsurlarla sınırlı

kalmamış, Müslüman-olmayan unsurları, özellikle de Ermeniler ve Yahudileri

de içine almıştır. Đskân Kanunu çıkarılmadan önce, Đç Anadolu’nun kırsal

kesimlerinde yaşayan Ermeniler, azınlıkların toplu olarak bulundurulduğu bir

merkez olarak tasarlanan Đstanbul’a zorla göç ettirilmişlerdir. Trakya

Yahudilerinin Đstanbul’a göç ettirilmesi ise Müslüman-olmayan azınlıkların

tehciri ile ilgili en önemli olaydır135. Đskan Kanunu aslında Kürtleri hedef

alarak hazırlanmıştı, ancak azınlıkların asimile edilmeleri amacıyla yoğun

olarak yaşadıkları bölgelerden göçe zorlanıp başka bölgelerde iskân

edilmelerini de amaçladı. Trakya bölgesi bu açıdan özel bir önem arz etti.

Geçmişte birçok kere işgale uğramış olan Trakya’da meydana gelebilecek

muhtemel bir savaşa karşı Boğazlar’ın ve bölgenin askerî açıdan tahkim

133 ĐNÖNÜ: Hatıralar, 2. Kitap, 270. 134 YILDIZ, 252-253. 135 a.g.e., 253.

Page 313: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

305

edilmesine başlandı. Bu nedenle bölgede yaşayan ve daima kuşku ile

bakılan azınlıkların buradan uzaklaştırılmaları tasarlandı. Buna ek olarak

Trakya’da yerleşik Yahudi tacirlerin ve tefecilerin bölgedeki köylüler ve küçük

esnaf üzerinde kurduğu hâkimiyet de bölge halkını rahatsız ediyordu136. Rıfat

N. Balı, Đskan Kanunu’nun kabul edilmesinden yaklaşık iki hafta sonra Edirne,

Çanakkale, Uzunköprü, Kırklareli, Babaeski gibi yerleşim merkezlerindeki

Yahudi mahallelerine karşı bir yağma ve kıyıma girişildiğini, olaylarda

Yahudilere ait evler ve mağazaların yağmalandığını, kadınlara tecavüz

edildiğini, Yahudi tüccar ve esnafın dükkânlarının boykot edildiğini, bu olaylar

sonucunda Yahudilerin evlerini ve eşyalarını geride bırakarak veya yok

pahasına satarak Đstanbul’a kaçtıklarını ileri sürmektedir137. Olaylar meydana

geldikten hemen sonra hükümet duruma el koyacak, Đçiçleri Bakanı Şükrü

Kaya bölgeyi denetleyecek ve olaylara katılmış olan bir kısım kişiler

tutuklanacaktır. Ayhan Aktar da Trakya olaylarının sahneye konulması,

oynanması ve kötü etkilerinin ortadan kaldırılması sürecinin yönetimin bilgisi

ve yönlendirmesi sonucu gerçekleştiğini ileri sürmektedir138.

Türkiye, cumhuriyet kurulduğunda hemen hemen bütünüyle

Türk-Müslüman unsurların vatanı haline gelmişti. Ama, Đstanbul’daki ve

Đstanbul dışında Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki ekonomik açıdan varlıklı az

sayıdaki Müslüman olmayan unsurlar, geçmişten bırakmış oldukları izlerin

etkisiyle tehdit olarak algılanmaya devam ediyorlardı. Onların da

Türkleştirilmeleri ve Türkçe konuşmaları lazımdı. Azınlıkların isimlerinin

Türkçeleştirilmesi, Türkçe’nin anadil olarak benimsenmesi ve kamusal

mekânlarda (umumi yerlerde) Türkçe konuşulmasının zorunlu kılınması,

136 BALĐ: Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Bir Türkleştirme Serüveni [1923-1945], 247. 137 Bkz. Rıfat N. BALĐ: Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Bir Türkleştirme Serüveni [1923-1945], 246. 138

AKTAR, 82.

Page 314: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

306

Türkçe’nin genele mal edilmesinin politik araçları olarak ortaya çıkmıştır139.

Türk Ocakları’nın 1927 yılında düzenlediği Dördüncü Kurultay’da belli başlı

müzakere konularından biri azınlıkların Türkçe konuşturulmaları idi. Besim

Atalay, belediyelerin Türkçe konuşmayan halkı ikaz, telkin, hatta tehdit

ederek Türkçe konuşturabileceğini söyledi. Böyle bir tavra örnek olarak da

Türkçe konuşmayanlara para cezası uygulayan Balıkesir Belediyesi’ni, bir

diğer delege de Bergama Belediyesi’ni gösterdi.15 Ekim 1927 tarihinde

toplanan CHF büyük kurultayında kabul edilen tüzükte fırkanın amacı

“vatandaşlar arasında en kavî râbıtanın dil birliği, his birliği, fikir birliği

olduğuna kani olarak Türk dilini ve Türk kültürünü bihakkın tamim ve inkişâf

ettirmek“ olarak belirtildi. Fırka’ya girebilmek için de Türk kültürünü kabul

etmek şart koşuldu.

Dâr-ül–fünûn Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti’nin 13 Ocak 1928

tarihinde düzenlenen yıllık kongresinde, tarihe “Vatandaş Türkçe

Konuş!“sloganıyla mal olacak olan, azınlıkları Türkçe konuşmaya mecbur

eden bir kampanyanın başlatılmasına karar verildi. Bu karar, azınlıkları

Türkleştirme sürecinde yeni bir sayfa açtı140.

3 Mart 1924 tarihli Tevhid –i Tedrisat Kanunu ile, ülke içindeki bütün

okulların Eğitim Bakanlığı’na bağlanmasının hemen ardından yayınlanan bir

genelgeyle, azınlık okullarının uyacağı kurallar tespit edildi. Buna göre, sözü

geçen okullarda, dinî esasa dayalı eğitim ve din propagandası yapılmayacak,

okul binalarında dinî semboller ve işaretler bulundurulmayacak, salipler

indirilecek ve okul kitaplarındaki Hıristiyan din büyüklerinin resimleri

139 YILDIZ, 286. 140

BALĐ: Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Bir Türkleştirme Serüveni [1923-1945], 134-135. 1928 yılının Ocak ayında başlayacak olan “Vatandaş Türkçe Konuş!” kampanyasının hızı Nisan ayında yavaşladı, ancak Rumlar ve Yahudiler vapurlarda Rumca ve Đspanyolca konuşmaktan kaçınmaya devam ettiler. Bkz. Rıfat N. BALĐ: Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Bir Türkleştirme Serüveni [1923-1945], 147.

Page 315: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

307

çıkartılacaktı. 26 Eylül 1925 yılında düzenlenen 3965 sayılı genelgeyle de,

azınlık okullarında yürütülen derslerde Türkler, Türk devleti ve Türk tarihi

aleyhinde herhangi bir ifadenin kullanılması yasaklandı. 1926 tarihli

genelgede de, azınlık okullarında okutulacak olan Türkçe, Türk Tarihi ve Türk

Coğrafyası derslerini verecek olan öğretmenlerin Bakanlıkça tespiti

öngörüldü141. Azınlık okullarındaki Türkçe eğitim konusundaki denetim,

Kasım 1937’de Eğitim Bakanlığı’nın her azınlık okuluna bir müdür yardımcısı

atamasıyla devam etti. Azınlık okullarında Türkçe, Tarih, Coğrafya ve Yurt

Bilgisi derslerini verecek olan Türk öğretmenlerin seçiminin Eğitim

Bakanlığı’nın görev kapsamına alınması ve bu öğretmenlerin seçiminde

oldukça titiz davranılmasıyla, adeta azınlık okullarına devam edecek

öğrencilerin bu dersler aracılığıyla Türk kültür ve tarihinin bir parçası

yapılmaları amaçlanmıştır142.

Adların Türkçeleştirilmesi azınlıkların Türkleşmeleri ve

algılanmalarındaki farklılıkları kaldırmada önemli bir rol oynamıştır.

Kendilerinin topluma bağlılıklarının bir ispatı olarak veya dışlanmamak için

Türkçe adlar almaya başlamış olan azınlıklar için bu süreci hızlandıran bir

olay da 21 Haziran 1934 tarihinde TBMM’de kabul edilen Soyadı Kanunu

oldu. Bu kanunla, her Türk vatandaşı öz adından başka bir de soyadı

taşımaya mecbur kılındı. Soyadı Kanunu’nun 3. maddesi “aşiret ve yabancı

ırk ve millet” adlarının soyadı olarak kullanılmasını yasakladı. Buna neden

olarak da bu tür soyadlarının “millet birliği mefkûresini rencide edeceği”

gösterildi. Rumlar soyadlarından –dis ve -pulos takılarını attılar. Aynı

soyadların alınmasını önlemek için gazeteler okurların seçtikleri soyadlarını

yayımladılar. Musevî Lisesi kâtibi Baruh bu alanda Yahudiler arasında

öncülük yapmak isteyip “kuvvetli” anlamına gelen Batu soyadını almak

istediğini söyledi. Bu vesileyle azınlıkların öz Türkçe adlar almakta biraz

gayret etmeleri gerektiği, Türk soyadı almakla Cumhuriyet yasalarınca

141 OKUTAN, 167-168. 142 a.g.e., 171-172.

Page 316: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

308

kendilerine tanınmış olan eşitliğe karşı onların da sevindiklerini

gösterebilecekleri hatırlatıldı. Azınlıkların toplum içinde yadırganmalarının

yabancı ad ve soyadları yüzünden olduğu ileri sürülerek azınlıkların öz

Türkçe adlar almaları halinde ruhen ve şeklen Türkleşecekleri ve böylece

hiçbir kapının artık yüzlerine kapanmayacağı savunuldu143.

Cumhuriyet kurulduğu dönemde, Osmanlı Devleti döneminde egemen

konumda bulunan Rum ve Ermeni tüccar ve esnafın büyük bir bölümünün

Türkiye’yi terk etmelerinden sonra özellikle perakende ticaret alanında doğan

boşluğu Yahudi tüccarlar doldurmuştu. Ticari rekabet ve azınlıkların halen

ticarete egemen olmalarının yaratmış olduğu bir tepki vardı. Türkleştirme

politikaları iktisadi yapının da Türkleştirilmesini içerdi. Đkinci Dünya Savaşı

yıllarında, 11 Kasım 1942 günü TBMM’de görüşülerek kabul edilen 4305

sayılı Varlık Vergisi Kanunu bu anlamda önemli bir aşamayı oluşturdu.

Türkiye Büyük Millet Meclisinde Đnönü, şöyle diyordu :

“Bulanık zamanı bir daha ele geçmez fırsat sayan ve elinden gelse soluduğumuz havayı bile ticaret malı yapmağa yeltenen gözü doymaz vurguncu tüccar ve bütün bu sıkıntıları politik tutkuları için büyük fırsat sayan ve hangi yabancı hesabına çalıştığı belli olmayan birkaç politikacı, büyük bir ulusun bütün yaşamına küstah bir şekilde kundak koymaktadır. Üç beş yüzü geçmeyen bu insanların, vatana, karşı açık olan zararlarını gidermek yolu, elbette vardır.” 144

Đnönü’nün bu konuşmasının üzerinden çok zaman geçmeden Varlık

Vergisi kanunu gündeme geldi. Başbakan Şükrü Saraçoğlu Varlık Vergisi

kanunuyla güdülen ulusal amacı şöyle açıkladı :

“Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen

143 BALĐ: Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Bir Türkleştirme Serüveni [1923-1945], 287-289. 144 Faik Ahmet BARUTÇU: Siyasî Anılar 1939 – 1954, Đstanbul, Milliyet Yayınları, Mart 1977, 263.

Page 317: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

309

olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz.” 145

Varlık vergisi, savaş koşullarında meydana gelen aşırı kazançları

vergilendirmeyi amaçlıyordu. Ancak uygulama tamamiyle hatalı oldu.

Uygulamada vergi tahakkuk ettirilecek kazanç sahiplerinin mükellefiyet

derecelerini tespit edecek komisyonlar bu tespitleri tamamen ırkî kıstaslara

göre yaptılar. Vergi mükellefleri Müslüman (M),

Müslüman-olmayan/gayrimüslim (G) ve Dönme (D) olarak sınıflandırıldılar.

Müslüman-olmayan/gayrimüslim ve Dönmelere, Müslümanlara oranla çok

daha fazla vergi tahakkuk ettirildi. Vergiyi ödeyemeyenlerse Aşkale ve

Sivrihisar’daki çalışma kamplarına gönderildiler146.

Azınlık tüccarları Müslüman tüccarlar tarafından ikame edildiler ve bu

da Türk toplumunun ve iş âleminin mensupları ve seçkinleri tarafından kabul

edildi. Kabul edilmesinin gerisindeki en önemli neden de Cumhuriyet’in

kuruluşundan beri süregelen azınlıkların güvenilir unsurlar olmamaları

kanaati dolayısıyla bu toprakların “aslî sahipleri” olan Türklerin ticaret

âleminde de söz sahibi olmaları arzusu ve iradesiydi147.

Bu arzu büyük ölçüde gerçekleştirilmiş olmasına karşın, zamanımızda

bile bir Yahudi, Ermeni ya da Rum kökenli birilerinin Türkiye’deki ticari

faaliyetlerine veya toprak veya gayrimenkul almasına geçmişle ilişki kurularak

kuşkuyla bakılmaya devam edildiğini açıklıkla görebiliyoruz.

Cumhuriyet hükümetleri, Türkleştirme politikalarıyla Kürtler dışındaki

Müslüman etnik grupları Türk kültürüne yakınlaştırılarak mesele olma

potansiyellerini ortadan kaldırmayı başarmışlardır. Ancak, Kürtler mesele

olacaklar ve Cumhuriyetin başından beri hem iç hem de dış politika

145 a.g.e., 263. 146 BALĐ: Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Bir Türkleştirme Serüveni [1923-1945], 434-435. 147 a.g.e., 550.

Page 318: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

310

konularında Türkiye’yi sıkıntıya sokan bir konu olarak ön sıralardaki yerini

korumaya devam edecektir.

Türkiye Cumhuriyeti, Kürtlere, Kürt oldukları için parlamentoya

seçilemeyeceklerini, hiçbir zaman söylememiştir. Bu dönemde Türkçe okuma

ve yazma bilen Kürtlerin mevcut olduğu ve bir kısım Kürt’ün parlamentoya

seçilebildikleri de bilinmektedir. Ancak bu temsilciler parlamentoya Kürt

olarak değil, Türk olarak seçildiler148.

Bu mantık, özümseme yoluyla dışlamanın, diğer bir deyişle, ulus

devletin kuruluş mantığıdır. Türk ulusunun Türk etnisi ekseninde

tanımlanması, etnik farklılıkları doğrudan ulusal farklılıklara dönüştürdüğü

için, etnik farklılıkların telaffuzu bir tabu haline gelmiş, mesela, “Kürt”

kelimesinin telaffuz edilmesi, Türkiye’de ancak 1980’lerin ikinci yarısından

itibaren resmi söylemde “spontane biçimde” meşruiyet kazanabilmiştir149.

3 - Kemalist Ulusun Devletle Bütünleşmesi

24 Haziran 1927’de CHF tüzüğünde yapılan değişiklikle milletvekili

adaylarını belirleme yetkisi parti Genel Başkanı’na bırakıldı. Bu değişikliğin

anlamı bu tarihten sonra Cumhurbaşkanı ve Cumhuriyet Halk Fırkası Genel

Başkanı Mustafa Kemal’in artık partisinin milletvekili adaylarını bizzat

kendisinin seçmesiydi.

148 YEĞEN: Devlet Söyleminde Kürt Sorunu, 120. 149 YILDIZ, 300.

Page 319: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

311

Mustafa Kemal’in Cumhuriyet Halk Fırkası’nın sorgusuz sualsiz ülkeyi

idare etmeğe başladığı bir dönem başlıyordu.

CHF’ye üye olma şartları, partinin 1923 Tüzüğü’nün üçüncü maddesine

göre, “Halk Fırkasına, “Her Türk ve Hariçten gelip Türk tabiiyet ve harsını

kabul eden her fert dahil olabilir.”di. 1927 Tüzüğü’nün sekizinci maddesi Türk

kültürünü ve partinin bütün ilkelerini benimsemeyi üyelik şartları olarak sayar.

1931 Tüzüğü üyelik şartlarına Türkçe konuşabilmeyi de ekler150.

Türkçe konuşan, Türk kültürüyle yetişmiş ve Cumhuriyet’in değerlerine

sadık herkes, Türk olarak kabul edilmektedir.

1927 yılında yapılan kongrede CHF, Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı bir

siyasi cemiyet olarak tanımlanmış ve “Parti, devlet ve millet işlerinde din ile

dünyayı birbirinden ayırmayı en önemli esaslarından sayar.” denilmiştir.

Cumhuriyet Halk Fırkası’nın ana ilkeleri sayılan ve “6 Ok” biçiminde

belirginleşen ilkeleri 10-18 Mayıs 1931 tarihleri arasında toplanan “üçüncü

büyük kongresi”nde Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık ve Laiklik

ilkelerinden sonra, Devletçilik ve Devrimcilik ilkeleri de CHP tüzük ve

programına girmesiyle Parti’nin “6 Ok”u tamamlanmıştır151.

Cumhuriyet Halk Fırkası’nın siyasal alanda tam bir tekel kurmasına ve

siyasal niteliği de olan kuruluşların parti içinde eritilmesine yönelik program,

hızla uygulamaya konuldu. Devletin toplumsal ve siyasal olanın her

150 a.g.e., 142. 151 Bkz. Sina AKŞĐN ve başk.: Türkiye Tarihi (1908 – 1980 ), C.IV , 113 ; Bkz. Hikmet Bila, 81-82.

Page 320: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

312

gözeneğine sızma çabası, Đttihat ve Terakki siyasetinin temel özelliklerinden

birisi olmuş ve bu durum ulus – devlet yaratma sürecinde Cumhuriyet Halk

Partisi kadrolarınca da uygulanmıştır.

Türk Ocakları lağvedildi ve yerine partiye bağlı olarak Halkevleri

kuruldu. Kırsal kesimde ise 1940 yılından sonra Halk Odaları kuruldu.

Halkevleri, Türk Devriminin değerlerinin korunmasına, yayılmasına ve halk

tarafından benimsenmesine çalışacaktı.

Mason Derneği 10 Ekim 1935 tarihinde malvarlığının Halkevlerine

bağışlanması suretiyle lağvedildi. Türk Kadınlar Birliği ise 19 Mayıs 1935

tarihinde kapatıldı.

Parti, parti örgütü ile devlet örgütünü birbirini tamamlayan bir birlik

olarak kabul ediyordu. Bu dönemde Cumhuriyet Halk Partisi, Recep Peker

(Genel Sekreter)’in düşündüğü gibi siyasal alanda bir tekel kurmayı başardı.

15 Haziran 1936 tarihinde parti Genel Sekreteri Recep Peker

görevden alınmış ve Parti ile Hükümetin birleştirilmesi kararı, Genel Başkan

Vekili Đsmet Đnönü’nün 18 Haziran 1936 tarihli şu genelgesiyle ilan edilmiştir:

“Cumhuriyet Halk Partisi’nin, memleketin siyasal ve sosyal hayatında güttüğü yüksek amaçların gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak ve Parti’nin gelişmesini artırmak ve hızlandırmak için bundan sonra Parti faaliyetiyle Hükümet idaresi arasında daha sıkı bir yakınlık ve daha ameli bir beraberlik sağlanmasına Genbaşkurca karar verilmiştir. Bu amaçla :

Page 321: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

313

1–Đçişleri Bakanı, Genyönkurul üyeliğine alınmış ve kendisine Parti’nin Genel Sekreterlik görevi verilmiştir.

2 –Bütün illerde, il parti başkanlığına ilin valisi memur kılınmıştır. 3– Genel müfettişler, bölgeleri dahilinde bütün devlet işlerinin olduğu

gibi, Parti faaliyet ve örgütünün de yüksek murakıp ve müfettişidirler. 4 –Đllerde ilyönkurulca seçilmiş bulunan başkanlar, üye durumunu

almış ve atanmış ya da mahallince seçilmiş milletvekili başkanların başkanlık görevleri sona ermiştir.

5–Bu beyannamenin gereklerini Parti Genel Sekreteri olmuş

bulunan Đçişleri Bakanı izleyecek ve düzenleyecektir. 6–Yukarıdaki maddeler bütün Parti örgütüne, illere ve Genel

Müfettişliklere tebliğ olunmuştur.”

Đnönü’nün bu genelgesiyle, ülkede tek parti egemenliği kesinlikle

sağlanmış olmaktadır. Öyle ki, bu karar, memurların siyasal cemiyetlere

girmesini yasaklayan Cemiyetler Kanunu’nun 9. maddesiyle çeliştiği halde,

Atatürk, bu maddenin değiştirilmesini önerenlere şu sözleri söylemiştir:

“Ben bu maddede değiştirilecek birşey görmüyorum. Çünkü burada memurların siyasi cemiyetlere girememesinden amaç, onların benim partimden başka bir partiye katılamaması demektir. Bu bakımdan bu madde hatta yararlıdır ve katiyyen değiştirilmemelidir”. 152

Parti devlet birlikteliği CHP’nin devletle bütünleşmesi anlamına geldiği

gibi, CHP’nin, devlet aygıtı içinde tamamen erimesi anlamına da gelmektedir.

Partinin, bağımsız varlığı ve örgütü, resmen, fiilen ve hukuken ortadan

kaldırılmış oluyordu.

152 Hikmet BĐLA, 116-117.

Page 322: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

314

Devlet aygıtı, devlet bürokrasisi, CHP'yi teslim alıyor ve devlet

katındaki üst düzey yönetici ve bürokratlara, aynı zamanda, CHP'yi

düzenleme ve yönetme görevi de veriliyordu153.

5 Şubat 1937 tarihinde yapılan anayasa değişikliğiyle Cumhuriyet Halk

Partisi’nin altı oku Anayasa’ya katıldı ve Türk Devleti cumhuriyetçi, milliyetçi,

halkçı, devletçi, laik ve devrimci bir devlet olarak tanımlandı.

Bu değişiklik Cumhuriyet Halk Partisi ile Türk devletinin tamamen

kaynaşmasına resmen onay verilmesi ve Kemalist ideolojinin devletin resmi

doktrini olarak ilan edilmesi anlamına geliyordu 154. Kemalist devlet düzenini

korumak ise, Atatürk’ün ölümünden kısa bir süre önce, 29 Ekim günü

Cumhuriyetin 15. yıldönümü dolayısıyla, yayınladığı mesajında ifade ettiği

şekliyle, görevi

"Türk vatanının ve Türklük camiasının şan ve şerefini iç ve dış her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan…."

Orduya düşüyordu155.

25 Ocak 1939’da Celal Bayar hükümetinin istifasının ardından kurulan

Refik Saydam Hükümeti zamanında, 29 Mayıs 1939’da başlayan Cumhuriyet

Halk Partisi’nin 5. Kurultayı’nda alınan kararla parti-devlet birlikteliğine ve

partinin bürokrasi üzerindeki denetimine son verildi.

153 Cemil KOÇAK: Türkiye’de Milli Şef Dönemi 1938-1945, Cilt:2, 2. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2003, 15-16. 154 KAPLAN, 180. 155 Bkz. Cemil KOÇAK: Türkiye’de Milli Şef Dönemi 1938-1945, Cilt:1, 113.

Page 323: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

315

Bu karara karşın, devlet Kemalist kimliğini korumaya ve sürdürmeye

devam edebildi. Türk ulusal kimliği, büyük ölçüde Cumhuriyetin ilk on beş yılı

içerisinde şekillenmiş ve daha sonraki yıllarda da oluşturulan kurumlar

aracılığıyla toplumun yeni kuşaklarına yeni birikimlerle birlikte aktarılarak

oluşumunu sürdürmüştür.

4 –Atatürk Sonrası Döneme Kontrollü Geçiş

Cumhuriyetin ilânıyla Atatürk Cumhurbaşkanı seçildiğinde Başbakan

olan Đsmet Đnönü, Cumhuriyetin ilânından itibâren, 21 Kasım 1924-2 Mart

1925 târihleri arasında görev yapan Fethi Okyar Hükümeti dışarıda tutulacak

olursa, 1937 yılının Eylül ayına kadar kesintisiz biçimde Başbakanlık

yapmıştır. Đnönü, Atatürk döneminin değişmez Başbakanı; tek-parti iktidarının

"Đkinci Adamı" olarak yeni bir devletin ve onun ulusunun kuruluşunu

gerçekleştirmişlerdir. Atatürk’e göre, bu dönemde içerideki ve dışarıdaki rejim

aleyhtarları, kalan tek ümitlerini de kendisi ile Đnönü arasında çıkacak bir

anlaşmazlığa bağlamışlardır. Bu, Đnönü’nün de hatırdan çıkarmaması

gereken bir durumdur156.

Ancak, Atatürk ve Đnönü arasında 1937 yılına gelindiğinde bazı

anlaşmazlıkların bir Başbakan değişikliğini gündeme getirdiği görülecektir. 18

Eylül 1937’de Atatürk ile Đnönü, Ankara'dan Đstanbul'a gitmek üzere birlikte

trenle hareket ederler. Atatürk’ün hükümete müdahaleleri ve özellikle Hatay

ve 10 Eylül 1937'de toplanan Nyon Konferansı ve Konferans sonunda oluşan

Nyon Antlaşması metni konusunda yaşanan görüş ayrılıklarının da etkisiyle

156 Bkz. Abdi Đpekçi ile Đsmet Đnönü’nün mülakatından yapılan aktarım için Cemil KOÇAK: Türkiye’de Milli Şef Dönemi 1938-1945, Cilt:1, 49-50.

Page 324: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

316

trende Atatürk ile Đnönü arasında yalnız geçen bir görüşme sırasında

Đnönü'nün Başbakanlıktan çekilmesi ve yerine Celâl Bayar'ın geçmesi

kararlaştırılır. Đnönü, Atatürk'ün kendisine seçenek olarak ortaya attığı Bayar

adını samimî olarak benimsemiştir157. 20 Eylül'de, Anadolu Ajansı'nca

yayınlanan resmî bir tebliğ ile, Đsmet Đnönü'nün görevinden izin alarak

ayrıldığı haberi kamuoyuna duyurulur:

"Başvekil Malatya mebusu Đsmet Đnönü'ye, talep ve ricası üzerine, Reisicumhur Atatürk tarafından birbuçuk ay mezuniyet verilmiş ve Başvekâlet vekâletine Đktisat Vekili Celâl Bayar tâyin edilmiştir." 158

Atatürk ile Đnönü arasında bir anlaşmazlığın en ufak bir belirtisinin dahi

verilmemek istendiği anlaşılmaktadır. Cemil Koçak’ın dönemin Cumhuriyet,

Tan ve Ulus gazetelerinden yaptığı aktarımlardan anlaşıldığına göre, Đnönü,

doktorların istirahat gereğini görmeleri üzerine Cumhurbaşkanı’ndan

istirhamda bulunmuştur; Başbakanın sağlık durumunda endîşe edilecek bir

durum da bulunmamaktadır. Celal Bayar’ın Başbakanlığa getirileceğinden

yabancı devletler de haberdâr edilmiştir. Değişiklik, hiçbir fikir ihtilâfından

doğmamıştır. Atatürk ile Đsmet Đnönü arasındaki arkadaşlık ve sevgi her

vakitki kadar derin ve samimî şekilde devam etmektedir. Bir büyük asker ve

diplomata ihtiyaç gösteren makam, bu yeni devrede bir iktisatçıya lüzum

göstermiştir. En kestirme yol, bu iktisatçıyı doğrudan doğruya işbaşına

getirmek; para, ziraat, iktisat şeklinde olan memleket dâvaları ile yeni bir

tarzda ve yeni usûllerle uğraşmasına imkân bırakmaktır. Celal Bayar, yalnız

Đş Bankası'nı değil, Türkiye'de modern millî bankacılık hayâtını kurmuş ve

mâliye ve iktisat âleminin Türk unsuru ile kadrolanmasını temin etmiştir.

Atatürk'ü seven herkes Celâl Bayar'ın yardımcısıdır159. Başbakanlık görevini

vekâleten yürüten Đktisat Bakanı Celâl Bayar, 25 Ekim 1937’de, Đsmet

Đnönü'nün bu görevden resmen istifası sonucunda, yeni Hükümeti kurmuştur.

157 Bkz. Cemil KOÇAK: Türkiye’de Milli Şef Dönemi 1938-1945, Cilt:1, 63-64. 158 KOÇAK: Türkiye’de Milli Şef Dönemi 1938-1945, Cilt:1, 66. 159 Bkz. Cemil KOÇAK: Türkiye’de Milli Şef Dönemi 1938-1945, Cilt:1, 70-75.

Page 325: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

317

Yeni kurulan Bayar Hükümeti ile istifa eden Đnönü Hükümeti karşılaştırılacak

olursa, yeni hükümetin, tek bir farkla, eskisinin aynı olduğu görülür. O da

Celal Bayar’la çalışmak istemediğini Atatürk’e ifade etmiş olan Refik

Saydam’dır160.

Mustafa Kemal Atatürk’ün 10 Kasım 1938’de ölmesinin ardından 11

Kasım günü toplanan Millet Meclisi, Đsmet Đnönü’yü Cumhurbaşkanı seçti.

Cumhurbaşkanı seçiminden sonra Bayar, hükümetin istifasını Đnönü'ye sunar

ve Đnönü, Bayar'a yeniden Başbakanlık görevi vererek, kendisinden yeni

hükümeti kurmasını ister. Bayar yeni hükümeti, aynı gün, 11 Kasım'da

açıklar161. Đnönü ile Bayar'ın, yâni Atatürk'ün iki eski Başbakanının,

Atatürk'ten sonra, Cumhurbaşkanı ve Başbakan olarak, birlikte görevde

bulunmaları, içte ve dışta, Atatürk dönemi ve sisteminin süreceği yolunda bir

işaret olarak yorumlanacaktır. Bu dönemde gerek içeride gerekse dışarıda

Atatürk'ün kurduğu sistemin devam edip etmeyeceği yolunda kuşkuları

olanlara böylelikle cevap verilmiş olmaktadır162.

Đnönü, Cumhurbaşkanlığına seçilmesinin ardından, değişik nedenlerle

ve değişik dönemlerde Atatürk’le ve kendisiyle anlaşmazlık içerisine girmiş

olan ve siyasal alanın dışında bırakılan kişilerin, bir geçiş döneminde, bu kez

de yeni yönetime muhalefet edebilecekleri endişe ve kuşkusunu

duymaktadır. Atatürk'ün ölümünden sonra ilk iş olarak iç güvenliğin tesisinin

gerekli olduğunu düşünen Đnönü, eski muhalifleri siyasal alanın içerisine

çekerek, onlara yönetimde görevler vererek içerideki olası siyasal

anlaşmazlıkların önüne geçmeyi tasarlamıştır 163.

Ayrıca, Đnönü, parti–devlet birlikteliğine son verilen 1939 yılındaki 5.

160 Bkz. Cemil KOÇAK: Türkiye’de Milli Şef Dönemi 1938-1945, Cilt:1, 80. 161 KOÇAK, Cilt:1, 144. 162 Bkz. Cemil KOÇAK: Türkiye’de Milli Şef Dönemi 1938-1945, Cilt:1, 151. 163 Bkz. Cemil KOÇAK: Türkiye’de Milli Şef Dönemi 1938-1945, Cilt:1, 173-174.

Page 326: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

318

Kurultay’da, Parti içinde “denetim” amacıyla bir Müstakil Grup oluşturulmasını

sağlamıştır. Oluşturulması kararlaştırılan Müstakil Grup 21 kişiden

oluşacaktır. Tamamen Genel Başkan’a bağlı olarak çalışacak olan bu Grubu

Genel Başkanca seçilecek olan bir Genel Başkanvekili yönetecek ve üyeleri,

Meclis Grup toplantılarına katılmakla birlikte oy kullanma hakkına sahip

olmayacaklardır. Müstakil Grup üyeleri hükümette yer almayacaklardır.

Böylece, Đnönü de 1943’deki 6. Kurultay’da sayısı 30’a çıkarılacak olan

Müstakil Grup’la kendi döneminin güdümlü muhalefet hareketini kontrollü bir

şekilde yaratmış olmaktadır164. Böylelikle hem CHP dışındaki muhalefet hem

de parti içindeki muhalefet Đnönü’nün liderliğindeki CHP içerisinde kontrol

altına alınmış olmaktadır.

Atatürk'ün ölümünden sonra devlet otoritesi de ancak bu şekilde

sarsılmaksızın sürdürülebilecektir. Đnönü, eski muhaliflerin yeni dönemde

yönetimde görev almalarını sağlarken, eski muhalifler de, Millî Mücâdele'deki

ve Atatürk dönemindeki siyâsî anlaşmazlıkları, çatışmaları ve siyâsî

tasfiyeleri, Atatürk ile olan anlaşmazlıklarını gündeme getirmemeyi, eski

dönemi ve yönetimi tartışmamayı, bir başka ifâdeyle, eski defterleri

kapatmayı, geçmişe sünger çekmeyi kabul ediyorlardı.165 Böylelikle Kemalist

fikir ve ilkelerin tartışmaya açılmasının, ulusal birlik ve bütünlüğün simgesi

haline gelen Atatürk’ün kişisel anlaşmazlıkların konusu haline getirilmesinin iç

ve dış düşmanları cesaretlendirmesinin de önüne geçilmiş oluyordu. Bu

dönemde Kâzım Karabekir Paşa, milletvekili seçilerek Meclis Başkanı

olurken, Fethi Okyar, Londra’daki Büyükelçilik görevini bırakarak Bolu

milletvekili seçiliyor ve Refik Saydam kabinesinde Adalet Bakanı oluyordu. Ali

Fuat Cebesoy, Ulaştırma Bakanı olmuştu. Eski Milli Mücadele liderlerinden

Rauf Orbay da milletvekili olanlar arasındaydı. Bu arada, Atatürk’ün Dışişleri

Bakanı Tevfik Rüştü Aras ise büyükelçi olarak Londra’ya atanmıştı.

164 Hikmet BĐLA, 160-161. 165 KOÇAK, Cilt:1, 181-182.

Page 327: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

319

D - CUMHURĐYET'ĐN YA DA KEMALĐZMĐN DIŞ POLĐTĐKASI

1- Atatürk Dönemi

28 Ocak 1920’de Meclis-i Mebusan’ın kabul ettiği Misak-ı Milli /Ulusal

And ile tespit edilen ilkeler, Türk dış politikasının temelini oluşturmuştur.

Hükümeti, Đsmet Paşa’ya, orduyu, Fevzi Paşa’ya emanet eden ve bu

konularda ayrıntılarda uğraşmayan Atatürk, yalnız Türkiye’nin dış politikasına

devamlı bir ilgi göstermiştir 166.

“Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır."

diyen Atatürk’ün iç ve dış politika arasındaki ilişkiye ve Türkiye’nin dış

politikasına ilişkin değerlendirmesini "Söylev"inden aktarmak yerinde

olacaktır.

“Baylar, dış siyasanın en çok ilgili bulunduğu ve dayandığı temel, devletin iç örgütüdür. Dış siyasa, iç örgütle uyarlı olmak gerekir. Batı’da ve Doğu’da, yaratılışı, kültürü ve ülküsü başka başka olan ve birbirleriyle bağdaşmayan toplumları tek sınır içine almış bir devletin iç örgütü, elbette temelsiz ve çürük olur. Bu durumda dış siyasada köklü ve sağlam olmaz. Böyle bir devletin, özellikle iç örgütü ulusal olmaktan çok uzak olduğu gibi, siyasal yöntemi de ulusal olmaz...

Đslamcılık ve Turancılık siyasasının başarı kazandığına ve dünyayı uygulama alanı yapabildiğine tarihte rastlanamamaktadır...

Dünyanın bugünkü genel koşulları ve yüzyılların kafalarda ve insanların

166 Bkz. Falih Rıfkı ATAY: Çankaya, 435.

Page 328: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

320

öz yapılarında yerleştirdiği gerçekler karşısında, düşçü olmak kadar büyük yanılgı olamaz. Tarihin dediği budur; bilimin, aklın, mantığın dediği böyledir.”167

Osmanlı Devleti’nin, çöküşüne irili ufaklı rollerle katkıda bulunan aktörler

olarak yabancı devletlere yönelik bir düşmanlık hissi gelişmiştir. Ulusal

Mücadele ise ulusalcıları Osmanlı’nın çöküşüne katkıda bulunan Batılı

devletlere yönelik olumsuz algılamalarını daha da derinleştirmiştir.

Anadolu’nun önemli bir bölümünün Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletleri

tarafından işgal edilmesi, Batı’nın, Anadolu’ya yönelik “tezgâhının” bir başka

kanıtı olarak algılanmıştır168.

1920’lerin böylesi bir hissiyat tarafından koşullanan politik iklimi, “bütün

yabancı devletlerin Anadolu’yu bölmek istedikleri” şeklinde bir komplo

teorisinin geliştirilmesi için oldukça müsait bir zemini oluşturmuştur.

15 Şubat 1924’te Đzmir’de düzenlenen ve Mustafa Kemal, Đsmet, Kâzım

Paşaların katılımıyla, Fevzi Paşa’nın idaresi altında düzenlenen Savaş

oyunları cumhuriyet yöneticilerinin tehdit algılamalarını yansıtması

bakımından dikkat çekicidir.

Lozan Barış Andlaşması’nda tatmin edilemeyen, diktatör Mussolini’nin

faşist idaresi altındaki Đtalya ile mağlup Yunanistan’ın yeniden ihtirasa

kapılarak Türkiye aleyhine ittifak ettikleri, Đtalya’nın Đzmir’le Antalya arasındaki

Türk arazisini; Yunanistan’ın Doğu Trakya’yı ilhak etmek maksadıyla karadan

167 ATATÜRK: Söylev, 228-229. 168 YEĞEN: Devlet Söyleminde Kürt Sorunu, 150.

Page 329: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

321

ve denizden Türkiye’ye taarruz edecekleri farz olunmuştu169. Đtalya’nın yeni

Türk devletini tehdit ettiği algılaması içerisindeki Atatürk, Musul işinde

fedakârlık etmekte tereddüt etmeyecek, Kürt ayaklanmaları da Türk

ordusunun çabasıyla bastırılacaktır170.

Musul Sorunu, Milletler Cemiyeti’nde görüşülürken geçmişte olduğu gibi

yine Hıristiyanlara karşı Türklerin mezalim yaptiğı iddiaları ortaya atılmıştır.

Đngiltere, Atatürk'ün Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın ifadesiyle, Fransa’yı

da ardından sürüklemiş, Milletler Cemiyeti kararını Türkiye’ye zorla kabul

ettirmek için, faşist Đtalya ile bile özel bir anlaşma imzalamaya çalışmıştır.

Karar, özetle şudur:

“Osmanlı Đmparatorluğu devrinde, Musul vilayeti olarak anılan geniş arazi, 25 yıl süre ile Đngiltere mandasına bırakılmıştır.”171

Musul hakkındaki kararı tanımamak Türkiye’yi ister istemez Đngiltere'yle

yeni bir savaşa sürükleyecekti. Faşist Đtalya, Türkiye üzerine yürümeye

hazırdı. Atatürk ve Hükümeti bunu çok iyi biliyordu. Bunun içindir ki,

Aptülahat Akşin,

"… bağrımıza taş basarak Musul’u bırakmaya razı olduk.”172

demektedir. Đnönü, Musul meselesi üzerinde varılan anlaşmanın aşağı yukarı

Lozan’da Đngiltere Hükümeti’nin takip ettiği esaslar çerçevesinde kaldığını ve

169 Ali Fuat CEBESOY: Siyasî Hâtıralar (II. Kısım), 64-65. 170 Bkz. Abdulahat AKŞĐN, 221. 171 Bkz. Tevfik Rüştü ARAS: Görüşlerim, Đstanbul, Yörük Matbaası, 1968, 215. 172 Aptülahat AKŞĐN, 130.

Page 330: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

322

şüphesiz Türkiye için tatminkâr bir netice olmadığını ifade etmektedir. Fakat

daha ileri bir netice elde etmek de mümkün değildir. Đnönü,

“Cemiyeti Akvam Meclisi, onun komisyonları, hakemleri, hiçbirisi tarafsız olarak hüküm verecek vaziyette değillerdi. Herkes başından beri Đngiliz noktainazarını savunuyordu. Đşin bu noktaya varacağı daha Lozan’da iken belli olmuştu.” 173

demektedir. Đnönü, Musul’u istediklerini, fakat kurtarmaya imkân olmadığını

ileri sürmektedir. Türkiye’nin Lozan’da yapabildiği, Musul sorunundan dolayı

barışı kesintiye uğratmamak olmuş, 1926 yılında da fedakârlık yapılmıştı.

Çünkü, barış dönemine girdikten sonra Türkiye kendi iç sorunlarıyla

uğraşırken, barışı devam ettirmek, Đnönü’nün ifadesiyle davaların en başında

geliyordu174.

Avrupalı devletlerin Osmanlı topraklarında yaşayan azınlıkları korumaya

çalışmaları ve onlar adına imparatorluktan bazı taleplerde bulunmaları,

Osmanlı devlet adamlarını özellikle inciten olgulardandı. Kâzım Karabekir,

Osmanlı’nın çökmesine yol açan önemli bir neden olarak algılanan

yabancıların ıslahat taleplerinden alınan derslerin sonucu olsa gerek;

“Avrupa’nın bunca yıllardan beri ıslahat yaygarası Türkiye’nin tedrici olarak parçalanması maksadına matuftur. Islahat ne kadar radikal olursa Türkiye arazisinin bir parçasının, başkasının eline geçmesi o kadar çabuk olur”175

demektedir.

173

ĐNÖNÜ: Hatıralar, 2. Kitap, 233. 174 Bkz. Đsmet ĐNÖNÜ: Hatıralar, 2. Kitap, 233. 175 KARABEKĐR: Kürt Meselesi, 133-134.

Page 331: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

323

Atatürk’ün dışişleri bakanı Tevfik Rüştü Aras, Birinci Dünya Savaşı

tecrübesinin gözleri önünden asla gitmediğini; mecbur olmadıkça ve

savunma gereği belirmedikçe acele ittifaklara koşmanın ne büyük yanlışlık

olduğunu iyice öğrenmiş olduklarını ifade ediyor176. Bu dönemde yapılan

andlaşmalar hep tarafsızlık, saldırmazlık, dostluk, iyi komşuluk, işbirliği

niteliğinde olan anlaşmalardır. Yunanistan ile 30 Ekim 1930'da Dostluk,

Tarafsızlık, Uzlaşma ve Hakem Antlaşması, 14 Eylül 1933'de de Samimî

Antlaşma Misâkı imzalanır. Arnavutluk ile 15 Aralık 1923'de Dostluk

Antlaşması, Bulgaristan ile 18 Ekim 1925'de Dostluk Antlaşması ile 1929

yılında Tarafsızlık, Uzlaşma ve Hakem Antlaşması ve nihayet 1933 yılında da

bu antlaşmanın beş yıl daha uzatılması için bir başka antlaşma, Yugoslavya

ile 28 Ekim 1925'de Dostluk ve Barış Antlaşması ile 27 Kasım 1933 târihinde

Dostluk, Saldırmazlık, Adlî Tesviye, Hakem ve Uzlaşma Antlaşması ve

Romanya ile de 17 Ekim 1933'de Dostluk, Saldırmazlık, Hakem ve Uzlaşma

Antlaşması imzalamıştı. 1 Mart 1921'de Afganistan ile imzalanmış Dostluk

Antlaşması, 25 Mayıs 1928'de Türk-Afgan Dostluk ve Đşbirliği Antlaşması

olarak yenilenir. 5 Kasım 1932'de Đran ile Güvenlik ve Dostluk Antlaşması

imzalanır. Irak ile 5 Haziran 1926 târihinde imzalanan Dostluk antlaşması,

1937 yılının Nisan ayında uzatılır. Türk-Đtalyan ilişkileri, 30 Mayıs 1928

târihinde imzalanan Hakem, Ademi Tecâvüz ve Bitaraflık (Tarafsızlık,

Saldırmazlık, Uzlaşma ve Adlî Tesviye) Antlaşması'na karşın, iki savaş arası

dönemde hiçbir zaman düzelmeyecek ve Đtalya'nın Kuzey Afrika, Orta Doğu

ve Akdeniz bölgesinde izlediği yayılmacı ve saldırgan dış politika nedeniyle,

Türkiye, Đtalya'dan her zaman çekinecektir177. Türkiye ile Sovyetler Birliği

arasında Milli Mücadele yıllarında başlayan yakın ilişkiler bu dönemde de

176 Bkz. Teyfik Rüştü ARAS: Görüşlerim, Đstanbul, Yörük Matbaası, 1968, 195. 177 Bkz. Cemil KOÇAK: Türkiye’de Milli Şef Dönemi 1938-1945, Cilt:1, 229-231.

Page 332: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

324

sürdürülüyor ve 17 Aralık 1925 tarihli “Tarafsızlık ve Saldırmazlık

Andlaşması” 24 Aralık 1929’de yenileniyor ve 7 Kasım 1935’te andlaşmaları

7 Kasım 1945’e dek uzatan bir protokol imzalanıyordu178.

Türkiye ulusal politikanın bir aracı olarak savaşı kullanmayı yasaklayan

Ocak 1929 Briand-Kellogg Paktı’nı ABD’den sonra onaylayan ilk ülke olacak;

1932 yılında ise ortak savunma olanağı vaat eden Milletler Cemiyeti’ne davet

üzerine üye olacaktır.

Türkiye, kendi coğrafyasında, Tevfik Rüştü Aras’ın belirttiği gibi

Balkanlar dahil, Avrupa Güneyinden, Uzakdoğu’ya kadar olan sahayı,

Đngiltere ile Sovyetler Birliği arasında, tarafsız bir dostluk camiası haline

getirmek istemekte,179 bu amaca ulaşmak için de, hiç biri kendisinden daha

güçlü olmayan ülkelerle birlikte, 1934’te Balkan ve 1937’de Sadabat

Paktlarına katılmıştır. Türkiye'nin gerek Balkanlar'da gerekse Ortadoğu'da

giriştiği ittifaklar (Balkan Antantı ve Sadâbâd Paktı) faşist Đtalya tehdidinden

kaynak almıştır180. Türkiye’nin Lozan’da silahtan arındırılmış ve uluslararası

bir komisyonun idaresine verilmiş olan Türk Boğazları rejiminin değiştirilmesi

için girişimlerde bulunmasının arkasında da Akdeniz ve Karadeniz’de Đtalyan

üslerine gereksinim duyduklarını ifade eden faşist Benito Mussolini

Đtalya’sından algılanan tehdit bulunmaktadır181.

Mussolini tarafından Habeşistan’ın işgal edilmesi, yaptırımlar sisteminin

başarısızlığa uğraması ve bunun sonucu olarak Akdeniz’de ortaya çıkan

178 Sina AKŞĐN ve başk.: Türkiye Tarihi (1908 – 1980 ), C.IV , 156. 179 Teyfik Rüştü ARAS: Görüşlerim, Đstanbul, Yörük Matbaası, 1968, 217. 180 TĐMUR: Türk Devrimi ve Sonrası, 187. 181 Bkz. Nur Bilge CRISS: “Türk Dış Politikası ve Batı (1908-1945)”, Bilanço 1923-1998, Der. Zeynep RONA, Đstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, 1999, 354.

Page 333: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

325

güvensizlik, Türk liderlerinin gözleri önünde büsbütün nazikleşen Boğazlar

meselesinin durumunu yeniden canlandırmıştı. Boğazlar rejimini kendi

himayesi altında kurduran Milletler Cemiyeti, işlemez hale gelmişti. Hitler’in

Almanya’da iktidara gelmesi, Almanya’nın yeniden silahlanması ve

askersizlendirilmiş Ren bölgesinin işgal edilmesi neticesinde bütün Versay

sistemi sona ermişti. Milletler Cemiyeti’nden Japonya'nın çekilmesi,

Đtalya’nın, Türk sahillerinin yakınındaki, on iki adada tahkimata başlaması,

bütün bu olaylar, Cumhuriyet Hükümeti’ni, Boğazlar Sözleşmesi’nin yeniden

görüşülmesi için Milletler Cemiyeti nezdinde girişimde bulunmaya sevketti182.

Türkiye Boğazlar statüsünün yeniden ele alınması konusunu Versay

askeri hükümlerinin Almanya tarafından feshinin ertesinde ortaya attı. Bu

olup bittinin doğurduğu durumu incelemek ve Almanya’nın tek taraflı olarak

giriştiği hareketi kınamak amacıyla toplanan Milletler Cemiyeti Konseyi’nin

müzakereleri sırasında, Tevfik Rüştü Aras, ülkesinin talebini, her şeyden

önce, Devletin güvenliğini sağlamak endişesine dayandırdı ve Türkiye'nin

kendi varlığını müdafâ etmek için gösterdiği uyanıklık ve barışı perçinlemeğe

yönelik bütün çabalara samimî surette katılmasının, bu ülkeyi eşitsiz bir

muameleye maruz bırakmak sonucunu doğurmaması gerektiğini ileri

sürdü. Uluslararası durumda, meydana gelecek her değişikliğin Boğazlar

statüsünde de mukabil bir değişikliği gerektireceğini belirtti.

Türkiye, Lozan Sözleşmesi’nin askersizleştirme hükmünü tek taraflı

feshine kalkışmadı, Boğazları kendi başına yeniden silahlandırmak gibi bir

yola da başvurmadı. Bunun yerine, Türkiye, Lozan Sözleşmesi’ni imzalamış

olan Devletlere 11 Nisan 1936 tarihli, birer nota göndermeği daha uygun

buldu. Bu nota ile, Cumhuriyet Hükümeti, âkit taraflara çağrıda bulunmuş ve

182 Feridun Cemal ERKĐN: Türk-Sovyet Đlişkileri ve Boğazlar Meselesi, Ankara, Başnur Matbaası, 1968, 63-64.

Page 334: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

326

onları Boğazlar statüsünü düzenlemeğe davet etmiştir. Montrö Konferansı,

Avustralya, Büyük Britanya, Bulgaristan, Fransa, Yunanistan, Japonya,

Romanya, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya hükümetlerinin katılmasıyla 22

Haziran 1936 günü açıldı183. Đtalyan hükümeti davet edildiği halde

Konferansta temsil edilmemişti.

20 Temmuz 1936’da imzalanan Montrö Sözleşmesi, Lozan

Sözleşmesi’nin yerini aldı. Đmza merasiminin ertesi günü Türk askerî birlikleri

silahsızlandırılmış bölgelere girdiler184.

Türkiye egemenlik haklarına tekrar kavuşmuştu. Feridun Cemal Erkin’in

ifadesiyle,

“Cumhuriyet Türkiyesi, her taraftan itilip kakılan ve kendi ihtiyariyle teşebbüs almaktan âciz eski ‘Hasta Adam’ değildi. Genç, kuvvetli, hareketli yeni Atatürk Türkiye'sini hesaba katmak gerekiyordu.”185

Montrö Boğazlar Sözleşmesi, artık içinde bulunulan cumhuriyet

devrinde, Osmanlı dönemindekinin aksine; çünkü Osmanlı savaş kazandığı

durumlarda bile masada kaybederdi, barış zamanında anlaşmaların Türkiye

lehinde değiştirilmeye başlandığının bir örneği olarak yorumlanmıştır186.

Đngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Londra’ya 1 Nisan 1938 tarihinde

yazdığı raporda şöyle demektedir:

183 Bkz. Feridun Cemal ERKĐN: Türk-Sovyet Đlişkileri ve Boğazlar Meselesi, 65-69. 184 Bkz. Feridun Cemal ERKĐN: Türk-Sovyet Đlişkileri ve Boğazlar Meselesi, 100. 185 ERKĐN, 120. 186 BAYUR, 179.

Page 335: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

327

“Türkiye’nin ne yitirilecek ikinci bir imparatorluğu vardır ne de böyle bir imparatorluğu yaratmak amacındadır. Elinde kalan ama yine de oldukça geniş toprakları kalkındırmak, onu bir yüzyıl oyalamaya yetecektir... Türklerin istikrarlı politikalarında maceraya yer yoktur.”187

Recep Peker, 1934 – 1935 öğretim yılında Ankara Hukuk Fakültesi ve

Đstanbul Üniversitesi’nde verdiği derslerde, dış bakımdan herhangi bir

önemsiz gibi görünen bir işte bir kere zaaf gösteren bir devletin, ondan sonra

diğer devletlerin ardı arkası kesilmeyecek talep ve baskılarıyla

karşılaşacağını, onun için bağımsızlık konusunda en ufak meselelerde bile,

ta baştan titiz ve duygulu olarak davranmak gerektiğini söylemektedir. Peker,

“…sizin karşınızda şerefli bir ulusun karşısında bulunup bulunmadığını tetkik etmekte olan yabancı, her şeyi, bu uğurda lazım olursa savaşı da göze alacağınızı katiyen bilmelidir ki, devletimizin değil kapısına, kapısının tokmağına bile elini sürmeye cesaret edemesin.” 188

demektedir. Atatürk döneminin dış politikasındaki en önemli nokta,

bağımsızlık konusunda en ufak meselelerde bile Türkiye’nin ta baştan titiz

davranacağının muhataplarınca bilinmesinin sağlanabilmiş olmasıdır.

2- Đkinci Dünya Savaşı Sırasında Đzlenen Dış Politika

Mustafa Kemal Atatürk’ün 10 Kasım 1938’de ölümünün ardından

Atatürk'ün iki eski Başbakanından birisinin Cumhurbaşkanı, birisinin ise

Başbakan olmasıyla, Kemalist rejimin sürekliliği konusunda kuşkusu olan iç

ve dıştaki fırsat kollayıcılara güçlü bir mesaj verilmiş olmaktadır. Bu mesajın

ardından Cumhurbaşkanı Đnönü’nün, bir taraftan Atatürk’e ve kendisine

187 Selim DERĐNGĐL: “Dış Politikada Süreklilik Sorunsalı: II. Abdülhamit ve Đsmet Đnönü”,

Toplum ve Bilim, No. 28 (Kış 1985), 100. 188 Recep PEKER: Đnkılâp Dersleri, 4. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1984, 105.

Page 336: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

328

muhalefet etmiş oldukları için siyasal alanın dışına çıkarılmış olan eski bazı

“iç düşman”ları, CHP’nin şekillendirdiği siyasal alanın içerisine çekmesi, CHP

içerisindeki potansiyel muhalefetin de CHP içerisinde oluşturulan Müstakil

Grup’la kontrol altına alınmasıyla, devlet otoritesi sarsıntıya uğramaksızın

sürdürülebilecek, böylelikle ulusal birlik ve bütünlük sağlanarak iç güvenlik

tesis edilebilecektir. Đçeride güvenlik tesis edilirken uluslararası alanda ise dış

güvenlik kaygılarının giderek arttığı bir döneme girilmiştir. Türkiye, Đtalya’dan

kendisine yönelik tehdit algılaması içerisindedir.

Türkiye açısından bakıldığında, özellikle, Akdenizde vahim bir manzara

vardır. Bunun nedeni olarak ise, faşist Đtalya dış politikasının bu denizi

egemenliği altına almak ve bir Đtalyan denizi haline getirmek hususunda

gösterdiği gitgide kesinleşen eğilimi görülmektedir. Bu Đtalyan arzusunun

belirtileri sadece Habeşistan’ın ve Arnavutluk’un işgali ile sınırlı değildir.

Ayrıca, Mussolini’nin, konuşmalarında, coğrafi belirginlik vermeksizin, Doğu

Akdenizi yeni Đtalyan Đmparatorluğu’nun genişleme sahası olarak göstermesi

de Đtalya’nın bir tehdit olarak algılanmasına yol açmaktadır. Türk sahilleri

civarındaki bazı adaların tahkimi Türk karar vericilerinin Đtalya’dan tehdit

algılamalarını daha da güçlendirmiştir. Akdenizde Đtalyan genişlemesi ve

yayılmasından kaygı duyan sadece Türkiye değildir. Aynı zamanda Đngiltere

ve Fransa'nın bu deniz üzerindeki çıkarları da Đtalyan tehdidi altındadır. Diğer

bir bölgede, Polonya'ya yöneltilen Alman tehditleri, nazi politikasının “Doğuya

doğru ilerleme” tasarılarını açığa vurmaktadır. Böylelikle, Sovyetler Birliği'ne

karşı da bir Alman tehdidi ortaya çıkmaktadır. Bütün bu devletlerin

çıkarlarındaki ortaklık, ortak tehdide/tehditlere karşı görüşlerini bağdaştırmak

amacıyla istişarelere girişmelerinin yolunu açmıştır189.

189 Bkz. Feridun Cemal ERKĐN: Türk-Sovyet Đlişkileri ve Boğazlar Meselesi, 124-125.

Page 337: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

329

Türkiye’nin, Avrupa’da belirmekte olan büyük tehlike karşısındaki

siyaseti, tam bir tarafsızlık şeklinde ortaya konulurken, bir taraftan da

Türkiye’nin Đtalya karşısındaki durumunu güçlendirecek önlemlerin alınması

ihmal edilmemektedir. Nitekim, 12 Mayıs 1939’da Türk – Đngiliz Yardım

Deklarasyonu imzalanmıştır. Deklarasyon, “Türkiye Hükümeti ve Büyük

Britanya Hükümeti bir saldırı hareketinin Akdeniz Bölgesinde bir savaşa

yönelmesi halinde, bilfiil işbirliği yapmaya ve güçlerinin bütünü ile yardım ve

ilgiyi birbirlerine göstermeye hazır bulunduklarını beyan ederler….”

cümlesiyle başlamaktadır. Đngilizlerle yapılan yardım deklarasyonunun bir

andlaşmaya dönüşmesi için görüşmeler yapılmaktadır. Hatay’ın geri

verilmesini kabul ettikleri takdirde, aynı şey Fransızlar için de

düşünülmektedir. Nitekim ardından Haziran ayında, Hatay sorununun Türkiye

lehine çözüme kavuşması üzerine, Fransa ile de Ortak Deklarasyon

yayımlandı. Bunların yanı sıra Sovyetler Birliği ile görüşmeler de sürmektedir.

Almanya’nın yeni Ankara Büyükelçisi Von Papen de bu gelişmeleri

görmektedir. Papen, daha ilk temaslarından itibaren bütün gayretini,

Türkiye’yi Almanya tarafına çekmeye veya hiç değilse tarafsızlığını

sağlamaya harcamıştır. Đşlediği tema şudur: Bu savaşa Đtalya katılmayacaktır,

bu yüzden Türkiye’nin girmesi için de bir nedenin bulunmaması gerekir.

Türkiye’nin tarafsızlığını istemektedir190.

5 Haziran 1939'da, Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Saraçoğlu ile birbuçuk

saat süren bir görüşme yapan ve Türkiye'nin izlediği dış politika karşısında

Alman Hükümeti'nin üzüntülerini açıklayan ve Đtalya'nın Türkiye'ye karşı

hiçbir biçimde düşmanca görüşler taşımadığını söyleyen Papen'in

açıklamaları karşısında, Saraçoğlu, Đtalya'nın tutumundan ve Almanya'nın

Đtalya'nın Türkiye'ye karşı düşmanca bir eylemden çekindiği konusunda Türk

Hükûmeti'ni ikna etme çabalarından kuşku duyulmadığını, ancak jön Türklere

190 BARUTÇU, 9.

Page 338: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

330

(Đttihat ve Terakki iktidarına) dostluk ve yakınlık gösteren Kayzer

Almanya'sının da, bir müttefiğinin (Avusturya-Macaristan Đmparatorluğu’nun)

Bosna'yı, bir diğerinin (Đtalya'nın) ise Trablusgarp’ı işgal etmesine engel

olamadığını anımsatıyordu191. Dönemin Dışişleri Bakanı Saraçoğlu,

Osmanlı’nın çöküş dönemiyle bağlantı kurarak Papen’in açıklamalarından

ikna olmadığını belli etmişti.

Türk –Sovyet görüşmelerinin devam ettiği bir dönemde, SSCB Dışişleri

Bakanı Litvinov’un yerine Molotov’un gelmesi sonrasında Sovyet dış

politikasında bir değişim olur. Bundan böyle Sovyetler Birliği, Mihvere karşı

Batılı devletlerle ortak bir tutum izlemek yerine, Batılı devletlerin Almanya’yı

kendi üzerine kışkırttığından şüphelenerek, Almanya ile iyi ilişkiler geliştirme

yoluna girecektir192. Sovyetler Birliği ile Batılılar arasında süren görüşmelerin

olumsuz sonuçlanması ve Ağustos ayı sonlarında (23 Ağustos 1939)

Almanya ile Sovyetler Birliği arasında Saldırmazlık Paktı imzalanması

Türkiye’de şaşkınlık ve tedirginlik yaratmıştır193.

Türkiye ile Sovyetler Birliği/Ruslar arasındaki görüşmeler de Đngilizlerin

bilgisi dahilinde devam etmektedir. Stalin, Đngilizlerle Türkiye arasında

hazırlanan yardımlaşma paktına, “Đngilizlerle Ruslar arasında bir harp

çıktığında bu yardımlaşma paktının Türkleri Ruslara karşı harbe

zorlamayacağına” ve Đngilizler, Romanya ile Yunanistan’a verdikleri garantiler

gereğince, harbe girdikleri takdirde, “Türkiye otomatik şekilde harekete

geçecektir” esasının kaldırılarak, “Türkiye, Đngiltere ve Fransa birbirleriyle

danışacaklardır” şekline sokulmasına dair evvelce yaptıkları tekliflerinden

191 KOÇAK, Cilt:1, 395. 192 a.g.e., 250. 193 Đngiliz-Fransız-Sovyet müzakerelerinin kesilmesi ve Berlin-Moskova yakınlaşması, Hitler'e Polonya üzerindeki amaçlarını gerçekleştirmek hususunda tam bir serbestlik veriyordu. 1 Eylül 1939 günü Alman ordusu Polonya topraklarına karşı taarruza geçiyor ve iki gün sonra Đngiltere ile Fransa Almanya'ya savaş ilan ediyorlardı. 16 Eylülde Molotov, Polonya'nın Moskova Büyük elçisine bir Polonya devleti ve hükümetinin artık mevcut olmadığı, bu durumda kendi topraklarının güvenliği hususunda ciddi endişeler duymakta olduğunu ifade ederek kızıl ordunun Polonya’ya girmesini meşrulaştırıyordu. Polonya, Almanya ve Sovyetler Birliği arasında böylelikle paylaşılmıştı. Bkz. Feridun Cemal ERKĐN: Türk-Sovyet Đlişkileri ve Boğazlar Meselesi, 129-130.

Page 339: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

331

başka iki teklif daha ileri sürerek, Andlaşmada Almanya için de bir karşı

çıkma koşulu bulundurulmasını ve bir de Boğazlar meselesine ait Möntrö

Sözleşmesi hükümlerinin bir kere de Ruslarla Türkiye arasında ayrı bir

sözleşme ile güçlendirilmesini ileri sürmüş, Saraçoğlu bunları kesinlikle

reddedince, Stalin soğukkanlı bir şekilde dinliyerek, sonuçta, “bu önerileri

yapılmamış saydığını” söylemiştir. Saraçoğlu’nun Molotof’la tekrar yaptığı

görüşmede Ankara’nın; Rusların Đngilizlerle yardımlaşma paktında

yapılmasını istedikleri ilk iki değişiklik önerisi için olumlu cevap bildirilmiş, o

zaman Molotof Saracoğlu’na, Boğazlara ve bir de Almanya’ya ait olup,

geçen toplantıda Stalin’in yapılmamış sayarak geri aldığı iki öneriyi

tekrarlamıştır. Saracoğlu, bu önerilerin tekrarı karşısında şaşırdığını

söyleyerek, bu önerileri asla görüşüp, tartışamayacağını söylemiştir194.

Saraçoğlu, çok taraflı bir sözleşmenin ikili bir revizyonunun mümkün

olmadığını ifade etmiştir195. Rusya’yla ilgili Türk karar vericilerinin bellekleri

güncellik kazanmıştır. Rusya’ya ilişkin olarak yapılan değerlendirme şudur:

“Rusya eski Rusya’dır. Siyaseti, eski slav siyasetidir. Bu nedenle Rusya’nın dostluğuna güvenmek doğru değildir. Boğazları elinde bulunduran Türkiye, kıyametin sonuna kadar Rusya’nın dost olarak düşünemeyeceği bir varlıktır. Bizim Đngilizlerle bağlantımız, ortaklaşa çıkarlarımızın zorunlu bir sonucudur. Bunun için, Đngilizlerle yaptığımız anlaşmadan, Almanya kadar Rusya’nın da memnun olmamasını doğal bulmak, o anlaşmanın bizim için bir değer taşıdığını söylemek çok yerindedir. Ama bu Pakt, bizi savaşa götürürmüş …. Olabilir, ama, yalnız kalıp Rusya’nın ağına düşmektense, Đngilizlerle geçici çıkarların değil, uzun senelerin kucakladığı sınırsız zaman içinde yapılan pakttan yararlanarak, esaslı ortaklaşa çıkarların zorlamasıyla sağlanan beraberlik sonucunda harbe girmekteki tercih nedenlerini göze almak, bin kere daha hayırlı ve yerinde olur.” 196

Saracoğlu Moskova’da iken, görüşmelerin kesintiye uğraması üzerine,

Đngilizlerle ve Hatay’ın anavatana katılmasını kabul eden Fransızlarla yapılan

194

Bkz. Faik Ahmet BARUTÇU: Siyasî Anılar 1939 – 1954, 12-13. 195 Bkz. Feroz AHMAD: “Turkey’s Foreign Policy Options, 1923-1952, Reconsidered,

“Bilanço 1923-1998, Haz. Zeynep Rona, C. 1, Đstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, 1999, 336. 196 Bkz. Faik Ahmet BARUTÇU: Siyasî Anılar 1939 – 1954, 14-15.

Page 340: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

332

görüşmeler sonucu hazırlanıp, Moskova görüşmelerinin sonucunu almak için

bekletilen Türk–Đngiliz–Fransız Yardımlaşma Andlaşması, 19 Ekim 1939’da,

Moskova görüşmelerinin kesintiye uğramasından iki gün sonra, Ankara’da

imzalandı. Đtalya’nın Türkiye’ye yönelik siyaseti karşısında yalnız kalması

tehlikesi, Türk karar vericilerini, aceleyle Đngilizlerle Yardımlaşma Paktı

imzalamaya yöneltmişti197. Türk karar vericileri, I. Dünya Savaşı öncesinde

Osmanlı Đmparatorluğu’nun düştüğü duruma düşmek istemiyorlardı.

Hatırlanacağı üzere, Osmanlı Đmparatorluğu yöneticileri I. Dünya Savaşı

öncesinde Rusya, Đngiltere, Fransa, Almanya gibi değişik devletlerle ittifak

arayışı içerisinde olmuşlar, ancak parçalamak istedikleri Osmanlıyla hiçbirisi

ittifak yapmak istememiş; ancak hemen savaş öncesinde Almanya ile ittifak

ilişkisi kurabilmişlerdi.

Fransa'nın askerî açıdan kesin yenilgisine az bir süre kala, o zamana

kadar savaşa katılmamayı tercih etmiş olan Đtalya, 10 Haziran 1940 târihinde,

Fransa ve Đngiltere'ye savaş ilân eder.

Türkiye, zâten son zamanlarda, Đtalya'nın Balkanlar'a ya da bizzat

kendisine saldıracağından endişe ediyordu. Türk Ordu birlikleri, daha Nisan

ayında, Adana ve Đzmir'de toplanmaya başlamıştı. Đzmir bölgesi ve limanı

tahkim edilmişti. Bizzat Đnönü, 5 Haziran'da, Trakya'yı ziyaret ederek, askerî

birlikleri denetlemişti.

Đtalya'nın savaşa girişi, Üçlü Đttifak Antlaşması hükümlerinin işlerlik

kazanmasını gerektiriyor ve bu suretle de Türk dış politikasında önemli bir

karârı gündeme getiriyordu.

197

Bkz. Faik Ahmet BARUTÇU: Siyasî Anılar 1939 – 1954, 19.

Page 341: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

333

Antlaşmanın ikinci maddesi gereğince, Đtalya'nın savaşa girişi ile, savaş,

bir saldırı biçiminde Akdeniz'e inmişti ve Türkiye, böyle bir durumda, tüm

gücüyle müttefiklere yardım etmekle yükümlüydü198. Đtalya'nın Đngiltere ve

Fransa'ya savaş ilânının ertesi günü, 11 Haziran'da, Đngiltere ve Fransa'nın

Ankara Büyükelçileri K-Hugessen ve Massigli, Dışişleri Bakanlığı Genel

Sekreteri Numan Menemencioğlu'nu ziyaret ederler ve Üçlü ittifak

Antlaşması'nın ikinci maddesinin derhâl uygulamaya konulmasını talep

ederler199. Ancak, Türkiye, savaşa girmek istememektedir. Savaşın dışında

kalmak için taktik Türk–Đngiliz–Fransız Yardımlaşma Andlaşması’nda yer alan

“Sovyet Çekincesi” olarak belirlendi; müttefiklere, savaşın bu aşamasında

Mihvere savaş ilanının ülkeyi Sovyetler Birliği ile çatışmaya sokabileceği

gerekçesi resmen iletildi200.

Sovyetler Birliği, 1940 yılı Haziran ayında, Baltık devletlerini fiilen işgal

etmiş, Litvanya Parlamentosu 15 Haziran'da, Letonya ve Estonya

Parlamentoları ise 17 Haziran'da SSCB'ye katılma karârı almışlardı. Katılma

kararları, Ağustos ayının ilk haftasında SSCB tarafından da onaylanmıştı.

Moskova, bundan hemen sonra, 26 Haziran'da, Romanya'ya bir

ültimatom vererek, Besarabya'yı ve Kuzey Dobruca'yı isteyecek ve Romanya

da, Sovyetler Birliğinin bu talebini derhâl kabul edecektir. Çünkü, Đngiltere'nin,

tek yanlı garanti verdiği Romanya'ya askerî açıdan etkili bir biçimde yardım

edebilmesi için tek yol Boğazlar'dan geçiyordu ve Türkiye, müttefiklerin,

Boğazların müttefik güçlerine açılması yolundaki taleplerini kabul etmemişti.

Türkiye, 14 Haziran 1940'da, yâni Paris'in Alman Ordusu tarafından işgal

198 KOÇAK, Cilt:1, 302. 199 a.g.e., 303. 200 Sina AKŞĐN ve başk.: Türkiye Tarihi (1908 – 1980 ), C.IV , 164.

Page 342: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

334

edildiği gün ve Fransa'nın ateşkes istemesine sâdece iki gün kala, savaş dışı

durumunu resmen açıklar201.

Almanya karşısında yenilgiye uğrayan Fransa’da yeni Hükümeti kuran

Mareşal Peten, “kalbim sızlayarak çarpışmaları kesmek zorunda kalıyorum”

diyordu. Almanlar ateşkes koşullarını Fransız delegelerine, 1914 – 1918

Savaşını sonuçlandıran ateşkes koşullarının Almanlara bildirildiği yerde ve

aynı vagon içinde ve o zamanki törenin karşılığı bir törenle bildirmişlerdir.

Burası Paris’in kuzeyinde Campaigne Ormanı’nda bir yerdir. 1918’de Mareşal

Foche burada kendi vagonunda ateşkes koşullarını o zamanın kurmayı olan,

şimdiki Fransız Başkomutanı Weygand’a okutturarak, Alman delegelerine

bildirmişti. Đnvalide Müzesi’nden çıkartılan bu vagon, aynı yere getirilerek,

Alman Devlet Başkanı Hitler, yanında kara, deniz ve hava kuvvetleri

başkomutanları ve Dışişleri Bakanı olduğu halde, bu vagona getirilen Fransız

delegelerine Alman Orduları Kurmay Başkanı Von Keitel’e emir vererek

ateşkes koşullarını okuttu. Giriş, 1918’de Almanlar’a kabul ettirilen haksız ve

onursuz ateşkes koşullarından, Almanların o zaman yenilmedikleri halde

Alman ulusunun ve ordusunun isteğine karşı çıkılarak kabul edilen bu

koşulları Wilson’un ilân ettiği ve Müttefiklerin onayladığı ilkelere aykırı olarak

saptandığından sözeder. Sonra, o zaman Almanların aldatılmış olduğunu,

1939 savaşını da Fransız ve Đngilizlerin nedensiz olarak Almanya’ya

açtıklarını ve sonunda Fransızların yenilerek ateşkes ricasında bulunduklarını

anlatır.

Fransız Hükümeti ateşkes koşullarını kabul ederek, iki ulusun delegeleri

anlaşmayı imzalamışlardır. Fransa tam bir boyun eğişle silahlarını bırakmak

201 KOÇAK, Cilt:1, 305.

Page 343: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

335

zorunda kalmıştır202. Fransızlar Đtalyanlarla da ateşkes anlaşmasını

imzalarlar.

Almanya zaferi Balkanlarda da yankılar uyandırmağa başlamıştır. Đlk

önce Macarlar, arkasından Bulgarlar ve sonra da Yugoslavlar Almanya’dan

yana sempati belirtileri göstermeğe başlamışlardır. Macarlar ve Bulgarlar

gösteriler yapıyorlar ve Versay andlaşmasından sonra, kendilerini de

tutsaklığa düşüren anlaşmaların kaldırılmasını beklediklerini

söylemektedirler.

Almanya ve Rus çıkarlarının Doğu Avrupa’da çatışmaya başladığı bir

döneme girilmektedir. Sovyetler Birliği ya da Ruslar, Polonya, Baltık ülkeleri

ve Finlandiya’yı ele geçirmişler, Bukovina ve Besarabya'yı ilhak ettikten

sonra, şimdide, Romanya topraklarını, Macaristan ve Bulgaristan lehine

elinden almak istemektedirler. Böylelikle Bulgaristan ile doğrudan doğruya

bağlantı kurmayı amaçlamaktadırlar. Rus ilerlemesine son vermeği nihayet

karar altına alan Almanya ile Đtalya, Ağustos 1940 sonunda Romen

topraklarının bütünlüğünü ve dokunulmazlığını garanti etmek hususundaki

kararlarını Romanya'ya bildirdiler.

Garantiyi uygulamak alanında Almanya, Romanya'ya, bu ülkeyi Đngiliz

tahrikine karşı korumak bahanesiyle oldukça önemli bir askerî kuvvet

göndermekte gecikmedi203.

Sovyet karşıtı bir bloğun kurulmasını sağlamaya girişen Almanya, Kasım

1940’da Macaristan’ı bu bloka katmıştı. Akabinde, bir taraftan Mihver, diğer

taraftan da, ona rakip olan S.S.C.B., biribirine zıt diplomatik hamlelerle

202

BARUTÇU, 110-111. 203 ERKĐN, 171.

Page 344: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

336

Bulgaristan’ı kazanma yarışına girişmişlerdi. Sonuçta, Bulgar Hükümeti,

ülkesinin bir Alman askerî işgali altına alınmasından endişelenerek çelik

pakta iltihaka karar verdi. 1 Mart 1941 tarihinde Viyana'da yapılan imza töreni

esnasında, Bulgarlar, S. S. C. B. ile de dostluk ilişkilerini geliştirme azimlerini

belirtmekten geri kalmadılar. Törenden iki saat sonra Alman kıtaları, yine bir

Đngiliz askerî darbesini önlemek amacıyla Bulgar hududunu geçmeğe

başladılar204.

Hitler, 28 Şubat'ta, Đnönü'ye kişisel bir mektup yazacak ve Alman

Ordusu'nun Bulgaristan harekâtının Türkiye'ye yönelik olmadığına ilişkin

güvence verecektir. Papen, Hitler'in Đnönü'ye yazdığı söz konusu kişisel

mektubu, Alman Ordusu Bulgaristan'a girmeye başladıktan sonra, 4 Mart'ta,

bizzat Đnönü'ye sunacaktır. Hitler, Türkiye ile geçmişteki askerlik

arkadaşlığından, geçen Dünya Savaşı’nın anılarından ve iki ulus arasında

anlaşmazlık nedeni olabilecek bir sorunun bulunmadığından, Almanya’nın

Türk topraklarında ve bütünlüğünde hiç gözü bulunmadığından ve gelecekte

iki ulusun daha dostça bir işbirliği yapacağından söz ettikten sonra, sözü

Alman askerlerinin Bulgaristan’a girmesine getirerek, bunun Türkiye’ye

yönelik olmadığı konusunda güvence vermektedir :

“Türkiyece alınacak önlemlerle zorunlu bırakılmadıkça, Alman kuvvetlerinin Türk sınırına yanaşmamalarını kıta komutanlarına emrettim.”

Hitler, I. Dünya Savaşı’nda müttefik olan iki ulusun karşı karşıya

gelmeyeceği umut ve kanısını da açıklamaktadır.

Đnönü, Hitler'in mektubunu 12 Mart'ta yanıtlayacaktır. 17 Mart'ta, Hitler’e

iletilen mesajda, “Millî Misak”ını gerçekleştirmek için savaşmış olan

204 a.g.e., 172.

Page 345: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

337

Türkiye’nin bugünkü bütünlüğünü ve bağımsızlığını savunmadan başka bir

amacı ve kararı olmadığı, tek düşüncesinin sınırlarına ve bağımsızlığına

yapılacak bir saldırıyı karşılayıp yoketmek olduğu, bunun için I. Dünya

Savaşı’nda müttefik olan iki–ulusun karşı karşıya gelmesine ve birbirlerine

silah atmasına Almanya’nın neden olmayacağı umut ve kanısı, karşılık olarak

bildirilmiştir. Başbakan Refik Saydam, savaşın Türkiye’ye daha da çok

yaklaşmış olduğunu ve verilen güvenceleri, bu zamanın güvencelerine ne

kadar güvenilirse o kadar güvenilmek üzere bir yana bırakarak Türkiye’nin

bütün önlemlerini almakta devam ettiğini söylemiştir205. Türk karar vericileri

kendi güvenliklerini sadece kendilerinin alacağı tedbirlerle

sağlayabileceklerini düşünmektedirler. Bu nedenle de dışarıdan verilen

güvencelere itibar edilmemektedir.

6 Nisan 1941’den itibaren Yugoslavya’yı işgale başlayan ve Yugoslavya

ordusunu onbeş gün içinde teslim olmağa mecbur eden Alman orduları, Ekim

1940’tan beri Đtalyanlara karşı başarı ile dövüşmekte olan Yunanistan’ı da

işgal etti. Yunanistan’ın teslim olması ve Ege denizi adalarının işgal edilmesi

neticesinde Balkan seferi sona ermiş bulunuyordu. Bu vaziyette Almanya ve

Đtalya Türkiye'yi karadan ve denizden kuşatmağa muvaffak olmuşlardı. Türk

Hükümeti kuvvetlerinin büyük kısmını Đzmir ve Trakya bölgelerine yığdı.

Hükûmet Meriç nehri üzerindeki köprüyü uçurtmuş, askerî birliklere müdafaa

hatlarına çekilmelerini emretmiş, herhangi bir taarruza karşı askerî

mukavemete hazır vaziyette, olayların gelişmesini beklemekte idi. Đngilizler

büyük miktarda askerî malzeme bırakarak Yunanistan’ı acele ile

boşaltmışlardı. S.S.C.B., Balkanlarda Alman ilerlemesine karşı gelmeğe

niyetli görünmüyor, daha ziyade Türkiye'nin doğu illerinde ve Boğazlarda

hareket serbestisi elde etmeğe çalışıyordu. Romanya'nın işgalinden sonra

205

Bkz. Faik Ahmet BARUTÇU: Siyasî Anılar 1939 – 1954, 166-167.

Page 346: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

338

hayli gerginleşen Alman-Sovyet ilişkileri yeniden dost bir hava içine girmişti.

Bulgaristan'daki Alman orduları Türkiye sınırları civarında bu ülkeyi istilâya

hazır vaziyette konaklamış bulunuyorlardı. Đstanbul'da resmi makamlar şehri

sivil halktan boşaltmak hazırlığına girmişlerdi. Yeni bir kanun ordu hizmetinde

yaş haddini subaylar için 65'e, erler için 60'a çıkarmıştı206. Türkiye, Almanya

Büyük Elçisine, Türkiye'ye karşı bir Alman veya Alman-Rus saldırısının

meydana gelmesi halinde, Türkiye’nin, saldırganın ezici üstünlüğünden en

ufak bir bezginlik göstermeksizin bütün varını seferber edeceğini ve saldırıya

karşı koyacağını söylemektedir207. Feridun Cemal Erkin’in ifadesiyle,

Türkiye'ye tehditlerle boyun eğdirmenin boşluğunu anlayan Almanlar,

Türkiye’ye dostluk paktı teklif etmeği uygun bulmuşlardır208. Nitekim,

18 Haziran 1941 târihinde Türk-Alman Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması

imzalanacaktır.

Almanya ile imzalanan saldırmazlık paktı metninde, iki hükümetin,

aralarındaki ilişkileri karşılıklı güven ve içten dostluk temellerine dayandırma

isteğiyle ve herbirinin şimdiki yükümlülükleri saklı kalmak üzere bir anlaşma

yapmağa karar verdikleri belirtildikten sonra; iki ülke topraklarının,

korunmasına ve yönetim bütünlüğüne karşılıklı uyulmasına ve doğrudan

doğruya ya da dolaylı olarak birbirleri aleyhine yönelik her türlü harekâttan

sakınılmasına karşılıklı söz vermektedirler.

Ayrıca iki ülkenin ortak çıkarlarıyla ilgili tüm sorunlarında bunların

çözümü için uyumu sağlamak üzere, aralarında gelecekte de dostça

ilişkilerde bulunmayı kararlaştırmışlardır209.

206 ERKĐN, 174-175. 207 Bkz. Feridun Cemal ERKĐN: Türk-Sovyet Đlişkileri ve Boğazlar Meselesi, 175. 208 Bkz. Feridun Cemal ERKĐN: Türk-Sovyet Đlişkileri ve Boğazlar Meselesi, 175. 209

BARUTÇU, 195-196.

Page 347: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

339

Bu dönemde, Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Papen, Türkiye’nin

Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu’nun görevden alınması gerektiğine

inanmaktadır. Papen’e göre, Đnönü, bir yandan, izlenen dış politikadan tüm

hükümeti sorumlu tutuyor, diğer yandan da, dışarıdan gelen baskılar

sonucunda Bakan değiştirmenin Osmanlı Devleti dönemine geri dönmek

anlamına geleceğinden çekinerek, böyle bir değişiklikten kaçınmaktadır. O’na

göre Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu'nun görevden alınmasına ülkedeki

psikolojik ortam engel olmaktadır210. Osmanlı Đmparatorluğu’nun çöküş

döneminde dış güçlerin talepleri uyarınca Sadrazam/Nazır atamalarının veya

görevden almaların yapıldığı hatırlandığında yeni Türk devleti, dış güçlerin

istemleriyle değişiklik yapmayacağını göstermektedir. Ancak, kendi çıkarları

gerektirdiğinde, Numan Menemencioğlu örneğinde görüleceği üzere, devlet

görevlilerini feda etmekten de kaçınmayacaktır. Berlin'in gözünde Đngiliz ve

müttefik yanlısı olan Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu, Londra'nın gözünde

ise Alman yanlısı olarak değerlendiriliyordu211. Oysaki, Saraçoğlu, Đnönü’nün

belirlediği dış politikayı sürdürmekteydi ve Đnönü tarafından destekleniyordu.

Savaşlar ve yıkımlar sürecinin canlı tanığı Đnönü’nün politikasının hedefi,

ülkeyi her ne pahasına olursa olsun savaştan uzak tutmaktı. Türkiye bir

saldırıya uğramadığı sürece savaşa katılmayacaktı; çünkü Türkler’in

kaybedecek bir imparatorluğu daha yoktu. Hedef bir kez saptandıktan sonra,

bu stratejik hedefi başarılı kılacak taktikler düzenlenmekteydi.

Türk dış ticaretinin büyük ölçüde Almanya ile sürdürülüyor olması

diplomatik ilişkileri de etkilemiştir. Gerçekten, örneğin 1929'da, Türkiye

toplam ihracatında Almanya'nın payı % 16, ithalatında ise % 23,5 iken, bu

nispet Hitler'in iktidara geçmesinden sonra süratle büyümeye başlamış ve

1937'de ihracat % 36,5, ithalat ise, % 47 oranında Almanya'ya bağlanmıştır.

210 Bkz. Cemil KOÇAK: Türkiye’de Milli Şef Dönemi 1938-1945, Cilt:1, 507. 211 KOÇAK, Cilt:1, 508.

Page 348: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

340

1938 ve 1939 yıllarında ise ihracat oranı, sırasıyla % 47,6, % 42; ithalat oranı

ise, yine sırasıyla % 51,4 ve % 53'tür212. II. Dünya Savaşı öncesi yıllarda

Türkiye’nin dış ticaretinin aşağı yukarı yarısının Almanya ile yapılıyor olması

Türk dış politikasını da etkilemektedir.

22 Haziran’da, Alman orduları Finlandiya’dan Karadeniz’e kadar, 2.400

kilometrelik bir cephe üzerinde, Fin ve Romen ordularıyla birlikte Sovyetler

Birliği’ne saldırarak, savaş halini ilan etmişlerdir. Hitler uzun bir bildiri

yayınlayarak, savaşın nedenlerini Alman Ulusuna ve Alman ordusuna

duyurmuştur. Bildiride, Molotof’un, Rusya’nın Boğazlar’dan serbest geçmeye

kesin gereksinimi olduğu ve kendi korumasına almak için Çanakkale Boğazı

ile Karadeniz Boğazı kıyıları üzerinde bazı önemli üsleri işgal etmek için

Almanya’nın onayını almak istediği, Almanya’nın Montrö Sözleşmesi’nde,

Karadeniz’de kıyıları olan devletlerden yana değişiklik yapılmasından yana

olduğu, ama Rusya’nın Boğazlar üzerinde üsler almasını onaylayamıyacağı

cevabının verildiğini de açıklamış ve bu istemde savaşın nedenleri arasında

sayılmıştır213.

Cumhuriyet Hükümeti, Alman-Rus Savaşı nedeniyle gelişen durum

karşısında, Türkiye’nin tarafsızlığını ilan etmiştir. Sovyetler’in Boğazlar

üzerindeki amaçlarının Almanlar tarafından açıklanması üzerine, Alman-Rus

savaşı Türkiye’de bir bayram havası yaratmıştır. Beş yüz yıllık tarihin

yöneltmesi ile, dönemin milletvekillerinden Faik Ahmet Barutçu’nun

ifadesiyle, bütün kalpler Almanların zaferi için çarpmağa başlamıştır214.

212 TĐMUR: Türk Devrimi ve Sonrası, 188-189. 213

Bkz. Faik Ahmet BARUTÇU: Siyasî Anılar 1939 – 1954, 204-205. 214

BARUTÇU, 195-196.

Page 349: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

341

Moskova, Almanya ile anlaşan bir Türkiye’nin, kendi üzerine

saldırabileceğini ya da Alman ordusuna transit geçiş izni verebileceğini

düşünerek tedirgin oluyordu. Dış politikada savaşın gidişine göre oynanan

denge oyunu iç politikaya da yansıyordu. Bu sırada Türkiye’de Alman yanlısı

grubun siyasal etki alanını hızla genişletmeye başlaması, Alman

denizaltılarının ve gemilerinin Boğazlardan serbestçe geçmekte oluşları,

Türkiye’de Turancı siyasal grupların artan etkinlikleri ve gerek Türk ve

gerekse Alman hükümeti ile resmi ve gayri-resmi ya da bazen gizli ilişkilere

girmeleri göz önüne alındığında Sovyetler Birliği’nin endişelerinin abartılmış

olmadığı kendiliğinden anlaşılır215.

Đnönü, savaşın bu döneminde savaşa katılmaktan kaçınmak için

müttefiklerin söz vermiş oldukları, fakat askeri güçsüzlükleri nedeni ile yerine

getiremedikleri askeri yardımı sürekli gündemde tutacaktır. Đngiltere’nin ve

daha sonra Amerika’nın sürekli ısrarlarına rağmen, Türk Ulusu’nu ateşe

atılmaktan koruyan Đnönü, Alman ordularının Türkiye’nin sınırlarına kadar

gelip dayandığı ve bu sınırları yalayarak Rusya’nın üstüne abandığı bir

zamanda, siyasi hayatının en büyük rolünü asıl o zaman oynamakta ve

Mustafa Kemal Türkiyesi’nin tarihi misyonunu asıl o zaman sağlamakta

bulunuyordu. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ifade ettiği gibi, bu, onun

Atatürk’e, Atatürk’ün desteğine dayanmaksızın, sırf kendi zekâsıyla, kendi

iradesiyle başarmakta olduğu vatan hizmetlerinden biriydi216. Đnönü,

milletvekilleri ile yaptığı bir sohbette şöyle söylemişti :

“Savaşa sürüklenmek söz konusu değildir. Saldırıya uğrama durumu başka. Yükümlülüklerimizde geçerlidir. Başka türlü savaşa girmek için kırk

215 Sina AKŞĐN ve başk.: Türkiye Tarihi (1908 – 1980 ), C.IV , 167. 216

Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU, 151.

Page 350: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

342

kez düşünürüz, sonra yine kırk kez daha düşünürüz, ondan sonra yine düşünürüz !” 217

Đngiltere ve Sovyetler Birliği, Türkiye'nin kuşku ve endişelerini

yatıştırabilmek amacı ile, 10 Ağustos'ta, ortak bir açıklama yapacaklardır. Bu

açıklamada, her iki devlet, Boğazlar'a saldırı niyetlerinin olmadığını ve

Türkiye'nin toprak bütünlüğüne saygı göstereceklerini belirtiyorlardı. Ayrıca,

Türkiye, bir Avrupa devleti, Almanya tarafından saldırıya uğrarsa, ona her

türlü yardımı yapmaya hazır olduklarını da açıklıyorlardı218.

25 Ağustos 1941’de Đran’ın Sovyetler Birliği ve Đngiltere tarafından işgal

edilmesi, Đngiliz-Sovyet işbirliğinin gücünü de gösteriyordu. Türkiye de,

Boğazlar nedeniyle ve Boğazlar'ın müttefik güçlere açılması talebi

sonucunda, bir müttefik saldırısına mâruz kalabilirdi219.

Olası bir Alman askerî zaferinin, aslında, Türkiye'nin de siyasal

bağımsızlığının sonu anlamına geleceğinin bilincinde olan Türk yöneticileri,

Sovyetler Birliği'nin Almanya karşısında uğradığı yenilgiye üzülmüyorlardı.

Fakat savaşın sonunda Almanya'nın da yeterince yıpranmasını ve

hırpalanmasını istiyorlardı. Bu arada, bir uzlaşma barışı sağlanması ümidi

içindeydiler. Yenilmiş bir Kızıl Ordu, Türkiye için artık bir tehlike

oluşturamazdı. Yeterince yıpranmış ve hırpalanmış bir Almanya ise, saldırı

siyâsetinden vazgeçmiş hâlde iken, uzlaşmacı bir barış, Türkiye'nin

bağımsızlığını ve çıkarlarını koruyabilecek tek formül gibi görünüyordu.

Türkiye, 1941 yılı sonlarında, Mihver devletleri tarafından, kuzeyden

Sovyetler Birliği, batıdan Balkanlar ve Ege Denizi, güneyden Doğu Akdeniz,

217

BARUTÇU, 53. 218 KOÇAK, Cilt:1, 699-700. 219 a.g.e., 701.

Page 351: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

343

müttefikler tarafından ise, doğudan Đran ve güneyden de Irak ve Suriye ile

çevrilmiş, savaşa henüz katılmamış bir ada durumundaydı. Savaş,

Türkiye'nin bütün sınırlarında sürüyordu.

1941 yılının Aralık ayı ise, savaşın gidişatı açısından önemli bir ay

olacaktır. Alman Ordusu'nun kış acemiliği ve ilerleme hızının kesilmesi gibi

doğu cephesinden gelen olumsuz haberler bile, ABD'nin savaşa girişi kadar

önemli değildi. ABD'nin de savaşa girişi ile bir Alman zaferi ihtimâli hayli

azalmıştı220.

Alman Ordusu'nun doğu cephesindeki yaz saldırısı 1942 yılında bütün

gücüyle devam ederken, Başbakan Refik Saydam'ın Temmuz ayında ölmesi

üzerine, Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu'nun Başbakanlığa ve Dışişleri

Bakanlığı Genel Sekreteri Numan Menemencioğlu'nun da Dışişleri

Bakanlığı’na atanması, Berlin'de de dikkatle izlenir. Aslında, Saraçoğlu,

Berlin'in gözünde, istenmeyen kişiydi. Çünkü, Üçlü Đttifak Antlaşması, onun

tarafından imzalanmıştı ve Almanya, Saraçoğlu'nu Dışişleri Bakanlığı’ndan

düşürmek için epey çaba harcamıştı. Ancak Alman basını, bu aşamada,

atamayı yine de olumlu karşılamaya dikkat edecek ve yeni Başbakan Şükrü

Saraçoğlu'nun bir yıl önce Türk-Alman Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması'nı

imzaladığını vurgulamayı tercih edecektir221.

1943 yılının ilk haftalarında, bir taraftan, Orta Don üzerine Sovyet

taarruzu ve Kursk'a doğru ilerleme kaydedilirken, öte yandan, 6. Alman

ordusunun teslim olması suretiyle Stalingrad zaferi sağlanmıştı. Bu önemli

220 a.g.e., 613. 221 a.g.e., 645.

Page 352: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

344

olaydan itibaren Rusya savaşı, artık, geri çekilme halindeki Alman ordusunun

peşinde Kızıl ordunun muzaffer yürüyüşü şeklinde tecelli edecekti222.

Türkiye Sovyetler Birliği’nin Alman ordusunu gerileterek Doğu Avrupa’ya

doğru yürüyüşünü endişe içerisinde takip edecektir. Đngilizler’e göre Rus

tehdidine karşı Türkiye'nin güvenliği bakımından alınması gereken en doğru

tutum, savaşın idaresinde olduğu kadar barışın ve gelecek dünyanın

düzenlenmesinde de, Sovyetler Birliği’nin müttefiki olan büyük Batı

devletleriyle kaderini birleştirmek olacaktır. Türkler ise Đngilizler’den bu

noktada ayrılmaktadırlar. Türkler, Rusların, Çarlık rejiminin dış politikasını

benimsemiş olduğunu düşünmektedirler ve Sovyetler Birliği’nin Almanya’dan

kurtulur kurtulmaz Türkiye üzerine yöneleceği kanaatini taşımaktadırlar.

Feridun Cemal Erkin’e göre, Đttifak görevlerine, icabına göre, yumuşama veya

sertleşme ile karışık sıkı bağlılık, savaş dışında kalma, tarafsızlık ilânı, özetle,

biribirini takip eden bütün bu davranışlar, mevcut bir sorumluluktan kaçınmak

arzusundan değil sadece sessizlik içinde meydan okuyuşu, Türkiye için yeni

dertler ve yeni toprak kayıplarının işaretini getiren kuvvetli bir komşu

karşısında varlığını savunması endişesinden doğuyordu223. Erkin,

“Rus tehlikesini ve bu tehlikeye karşı koymak için alınması gereken yönü irsi ve şaşmaz sezgisi ile hissetmek için Türk olmak gerekirdi.”224

demektedir.

Müttefik Orduları 10 Temmuz 1943’te Đtalya’nın Sicilya adasına çıkarma

yaparlar. Sicilya, Ağustos ayı ortalarında tamamen işgal edilir. Sicilya

222 ERKĐN, 191. 223 a.g.e., 202. 224 a.g.e., 202.

Page 353: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

345

harekâtından 14 gün sonra Đtalya'da Mussolini iktidardan düşer225. Đtalya, 8

Eylül’de teslim olur. Ertesi gün müttefikler Đtalya'yı işgal etmeye başlarlar.

Ancak Alman Ordusu da, bu gelişmeler üzerine, 10 Eylül'de Roma'ya girer ve

kuzey Đtalya'yı işgal etmeye başlar. Müttefik işgali altındaki Güney Đtalya, 13

Ekim'de, Almanya'ya savaş ilân eder ve bu suretle, Đtalya fiilen ikiye ayrılır226.

Đngiliz Dışişleri Bakanı Eden, 14 Haziran 1944’te parlamentoda yaptığı

bir konuşmada, ticâret gemisi şeklinde kamufle edilmiş Alman savaş

gemilerinin Boğazlar'dan geçtiğini açıklar ve bu durumu sert biçimde kınar.

Eden’e göre, Ankara, Alman gemilerini aceleyle ve yetersiz biçimde

arıyordu227. Đngiltere’nin ısrarlı talebi üzerine, Boğazlar'dan geçişi sırasında

aranan Alman Kassel gemisinin, ticâret gemisi şeklinde kamufle edilmiş, bir

Alman savaş gemisi olduğunun ortaya çıkması üzerine Türkiye, Alman

Hükûmeti'ni resmen protesto eder ve EMS ve Mannheim sınıfı Alman

gemilerinin Boğazlar'dan geçişini yasaklar. Ayrıca tüm Alman gemilerinin

Boğazlar'dan geçişleri sırasında sıkıca aranmasına karar verilir.

Türk Hükümeti, 15 Haziran'da konu ile ilgili olarak, şu açıklamayı yapar:

"Hâriciye Vekilimizin son günlerde takip ettiği politikayı Vekiller Heyeti tasvip etmemiştir. Bunun üzerine Hâriciye Vekili [Nûman Menemencioğlu] istifa etmiştir. Hâriciye Vekilliği'ni vekâleten Başvekil idare edecektir."

Bu açıklama, aslında, tamamen durumu kurtarmaya çalışan Türk dış

politikasının zaaflarını da ortaya koyuyordu. Elbette ki, Menemencioğlu'nun

politikası, ne Türk Hükûmeti'nin, ne de Đnönü'nün politikasından bağımsız ve

225 KOÇAK, Cilt:2, 169. 226 a.g.e., 170-171. 227 a.g.e., 249.

Page 354: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

346

ayrı değildi. Ne var ki, savaşta müttefik üstünlüğü ağır bastıkça ve Almanya,

gerek askerî, gerekse siyâsi açıdan geriledikçe, artık eski politikanın

geçerliliği kalmıyordu. Ankara, hızlı bir dönüş yapmak zorundaydı. Bunun için

de, basit bir dönüşüm taktiğinin tercih edildiği ve benimsendiği anlaşılıyor. Bu

taktiğe göre, sanki o zamana kadar izlenen politika, doğrudan doğruya

Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu'nun politikasıydı ve bu politika, Türk

Hükûmeti'nce onaylanmamıştı. Oysa, bunun tamamen gerçek dışı bir

açıklama olduğunu, gerek bu açıklamayı yapanlar, gerekse bu açıklamaya

muhatap olanlar da biliyorlardı. Ama artık asıl önemli olan, Türkiye'nin, bu

kritik aşamada, müttefiklerin talebi ve ısrârı karşısında, gereken politik

dönüşümü gerçekleştirmiş olmasıydı. Bu politik manevra, Numan

Menemencioğlu'nun sırtından karşılanmıştı. Nitekim, Menemencioğlu'nun

istifasından sonra, Başbakan Şükrü Saraçoğlu, Dışişleri Bakanlığı’nı

vekâleten bizzat üstlenecek ve nihayet, 13 Eylül'de, Hasan Saka, bu göreve

getirilecektir. Đlginç olan nokta ise, Türk Hükûmeti'nin politikasını

onaylamadığı Menemencioğlu'nun, çok kısa bir süre sonra, 1944 yılının

Kasım ayında, Paris Büyükelçiliği'ne atanacak olmasıdır228.

1944 Đlkbaharında savaş kesin bir dönüm noktasına varmış

görünüyordu. Normandiya'ya Müttefikler 6 Haziranda bir çıkarma

yapmışlardı. Aynı yılın yine Haziran ayında Đngiltere Hükümeti,

Normandiya'da ikinci cephe açılmış olduğuna göre, Türkiye'nin, ittifak

çerçevesi içerisinde Almanya ile siyasi ve iktisadi ilişkilerini kesmesini istemiş

ve 2 Ağustos günü Türk Hükümeti Almanya ile siyasî ve iktisadî ilişkilerini

kesmiştir. Türkiye'nin Almanya ile siyasî ve iktisadî ilişkilerini kesme kararını

kısa bir müddet sonra, yeni gelişmeler takip etti.

228 a.g.e., 250-251.

Page 355: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

347

Müttefik Orduları, Ağustos ayı sonunda, Paris'e girmişler ve Eylül ayında

da, Belçika, Lüksemburg ve Fransa'nın büyük bölümünü Alman işgalinden

kurtarmışlardı. Müttefikler, Eylül ve Ekim aylarında ise, artık Alman

topraklarında ilerlemeye başlayacaklar ve Ren nehrine ulaşacaklardır. Kızıl

Ordu ise, bir yandan, Polonya topraklarında ilerliyor ve Alman sınırına

yaklaşıyor, diğer yandan da, Balkanlar'da Romanya, Yugoslavya ve

Bulgaristan'da ilerliyordu. Alman Ordusu, Eylül ayında, Ege Adaları'ndan

çekilmişti. Kızıl Ordu, Romanya'yı Ağustos ayında, Bulgaristan'ı da Ekim

ayında Alman işgalinden kurtaracak ve aynı târihte, Yugoslavya sınırını

geçecektir. Tam bu sırada, Đngiliz ve Amerikan Orduları da, Yunanistan'a

giriyorlardı.

Türk Hükümeti, Kızıl Ordu'nun, 1944 yılının sonbahar aylarında,

Balkanlar'a hızla sarkmasından dolayı, endişe ve kuşku içindeydi229.

1944 yılı sonlarında, savaş sonu düzeni, fiilen askeri ve siyâsî duruma

göre çiziliyor ve müttefik konferansları da bu fiilî durumu meşrûlaştırıyordu.

Türkiye, daha önceki tahmininde yanılmadığını anlamıştı. Bir paylaşma söz

konusuydu ve Türkiye'nin bizzat kendisi de bu paylaşmanın içinde yer

alabilirdi. Savaş sırasında Balkanlar ve Doğu Avrupa'nın geleceği konusunda

olası Sovyet yayılması tahminleri doğru çıkmıştı. Ancak Türkiye'nin gücü bu

gerçeği değiştirmeye yetmezdi230.

4-11 Şubat 1945 tarihleri arasında toplanan Müttefiklerarası Yalta

Konferansı’nın, 10 Şubat 1945 tarihli toplantısında, Stalin Boğazlar meselesi

229 a.g.e., 269. 230 a.g.e., 271.

Page 356: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

348

üzerinde Rus görüşlerine dair bazı açıklamalarda bulundu. Stalin'e göre;

Montrö sözleşmesi olayların gerisinde kalmıştı, çünkü Batı Devletlerinin

Sovyetler Birliği’ne karşı büyük dostluk hissetmedikleri zamanda müzakere

edilmiş ve imzalanmıştı. Sözleşmenin hazırlanmasında Japonya'nın hissesi

Sovyet hissesinden daha büyük olmuştu. Nihayet sözleşme artık tarihe

karışmış olan Milletler Cemiyeti ile bağlı idi. Montrö rejiminin işleyişi

alanında, Stalin, Türklerin Boğazları, sadece savaş esnasında değil, hatta

savaş tehlikesi halinde dahi kapamak hakkına sahip olduklarına işaret etti.

Gerçi sözleşme Đngiliz-Rus ilişkilerinin pek sıkı olmadığı bir devirde

imzalanmıştı, fakat Stalin, şimdi, Đngilizlerin Rusya'yı boğmak istediklerini

sanmıyordu. Bütün bu sebeplerle Stalin, Rus menfaatlerinin hesaba

katılmasını arzu ediyor ve Türkiye'ye Rusya'nın gırtlağını sıkmak imkânını

veren bir durumu kabul etmenin tasavvur olunamayacağını belirtiyordu231.

Yalta konferansında, galiplerin savaş sonrası düzenini kurmak için 25

Nisan 1945’te San Francisko'da Müttefiklerarası bir konferans toplanması

kararlaştırılmıştır. Toplanacak konferansa, 1 Mart 1945 tarihine kadar

Mihvere savaş ilân etmiş olan devletler de davet edileceklerdir. Savaş

sonrası kurulacak düzende yalnız kalmak istemeyen ve Sovyetler Birliği

karşısında kendisine Batı’dan destek arayan Türkiye, 23 Şubat 1945

tarihinden itibaren Mihver devletleri Almanya ve Japonya ile savaş halinde

bulunuyordu. Dört gün sonra da, 27 Şubatta, Türkiye Birleşmiş Milletler

beyannamesini Washington'da imzalamış ve San Francisko Konferansına bir

heyet göndermek davetini almıştı232.

231 ERKĐN, 266. 232 Bkz. Feridun Cemal ERKĐN: Türk-Sovyet Đlişkileri ve Boğazlar Meselesi, 244-245.

Page 357: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

349

Türkiye’nin savaşa girmesinden; Ruslar, Fransızlar, Bulgarlar ve

Macarlar hoşnut değillerdir. Türklerin bedavadan savaşı savuşturdularını

düşünmektedirler. Sovyetler Birliği’nin Tass Ajansı yaptığı bir yayında,

“Türkler Müttefiklerin zaferine ortak olmak için acele ediyorlar, başkalarının kanadı üzerinde cennete girmek için. Türkler Müttefiklerin sorunlarına daha önce hizmet edebilirlerdi.”233

demektedir. Đkinci Dünya Savaşı’nın sonuçlanmasına az bir zaman kala,

Türk-Sovyet ilişkilerinde savaş yıllarında oluşan soğuma yerini ciddi bir

gerginliğe bırakacak ve savaş sonrası Türk dış politikasının Batıya yönelimini

kolaylaştıracaktır.

E - ÇOK PARTĐLĐ DÖNEME GEÇĐŞ

1 - Yeni Dünya’da Yerini Almak Đçin Demokratik Rejim

Cumhurbaşkanı Đnönü 2 Kasım 1945’te Meclis’in açılışı dolayısıyla

yaptığı konuşmada, demokrasilerin faşizm üzerinde kazandıkları zafere

göndermede bulunarak Türk sistemindeki başlıca kusurun, bir muhalefet

partisinin eksikliği olduğunu söylüyordu. Bir muhalefet partisinin kurulmasına

izin vermeye artık hazırdı. Türkiye’de artık yeni dünya da demokrasilerin

yanındaki yerini almalıydı. Đnönü’ye göre Atatürk, hale göre, zamana göre

tedbir bulmasını ve tatbik etmesini bilen insandı. Sabit fikirleri olan insan

değildi. Atatürk’te Đnönü’nün ihtiyaç gördüğü zamanlarda sağ bulunsaydı, O

233

BARUTÇU, 281.

Page 358: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

350

da aynı ihtiyacı görecek ve demokratik rejime geçecekti234.

Đngiltere ve ABD’nin yanında yer almak isteyen Türkiye gibi bir ülkenin

tek-partili bir rejimi sürdürmesi bu dönemde artık düşünülemezdi. Türkiye’de

demokratik kurumların tam olduğunu söyleyen Đnönü, tek eksiğin ikinci parti

olduğunu düşünmektedir. Đnönü,

“Eğer, Đttihat ve Terakki, Hürriyet ve Đtilaf girişimini her ne pahasına olursa olsun, anlayışla karşılayabilmiş olsaydık, iki parti geleneği ve eğitimi şimdi yerleşmiş olacaktı. Sonradan Hürriyet ve Đtilaf, iş başına geçti ve kör tutkuları onları hainliğe kadar götürdü. Cumhuriyet Döneminde Terakkiperver Fırkası’nı bizim arkadaşlarımız kurdular. Şeyh Sait Đsyanı bizi korkuttuğu için, yeni olan devrimi koruma kaygısıyla bu partiyi kapattık, ama bu iyi bir şey olmamıştır. Onu koruyacaktık, hata ettik. Korusaydık, şimdi bu gelenek de yerleşmiş olacaktı. Serbest Fırka girişimine gelince, bunu ben aşıladım, bu gereği Atatürk’e ilk ben anlattım. Çünkü kendi partimizin içinde gizli amaçların zaman zaman kendini gösteren belirtilerinden usanmıştık. Taraftarlarımız kimlerdi, bize karşı konuşacaklar kimlerdi, ne amaçla konuşacaklardı… Bunları bilemezdik, pusudan çıkar gibi çıkarlardı. Serbest Fırka kuruldu. Fethi Bey, 1931’de iktidara gelmek istiyordu. Kendisine, 1935’de iktidara gelmek üzere çalışmasını ve 1935’de iktidarı kendi ellerimle teslim edip, muhalefete geçmekle, nöbet değiştireceğimizi söyledim, kabul etmedi. Bu da onun hatası oldu. Atatürk, kuvvetli ve korkusuz bir adamdı. Ama isminin dedikodu konusu olmasına katlanamazdı. Bir gazete Serbest Fırka büyüklerinin Rumeli’li olduklarını, Genel Sekreterin Selanik’li olduğunu yazdı. Rumeli’li, Anadolu’lu …. Hedefin kendisi olduğunu anlayınca, tepkisi şiddetli oldu. Ama yine de hata ettik. Her ne pahasına olursa olsun, koruyacaktık ve ikinci partiyi yaşatacaktık. Yaşatsaydık, şimdi bu eksiğimiz de olmayacaktı. Bu eksiği tamamlayacağız. Bu kadar devrim yapmış olanlar, bunu da başaracaktır. Bu kuvveti ben kendimde görüyorum. Yalnız on yıllık bir uğraş ister. Osmanlı Đmparatorluğu’ndan ayrılan bütün uluslar, Sırplar, Bulgarlar, Yunanlılar, hatta Araplar ve Mısır becerirler de Türkler yapamazlar mı? Böyle şey olur mu? Mutlaka bunu da yapacağız. Baskı yönetimi kolaydır, önemlisi insanlık yönetimi olan demokrasiyi işletmektir. Đkinci partiyi koruyacağım, büyük partiye ezdirmeyeceğim. Bu parti Meclis’te kurulursa, ona karşı da durumumuz aynı olacaktır.” 235

234 ĐNÖNÜ: Hatıralar, 2. Kitap, 231. 235 BARUTÇU, 285-286.

Page 359: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

351

Đnönü’nün, 1 Kasım 1944 târihinde, TBMM'yi açış konuşmasında,

idarenin, demokrasi prensiplerini, Türkiye'nin bünyesine ve özel şartlarına

göre geliştirdiğini, ilk günden itibaren, taklit bir idareye düşmekten

sakındıklarını ve dâima sakınacaklarını, Đkinci Dünya Savaşı’nın başından

beri türlü değişmelere uğramış sınırlı ve kararsız vatandaşlarda uyanan taklit

prensiplere, Türk milletinin şiddetle ve muvaffakiyetle karşı koyduğunu,

Savaş sonunda ve sonrasında uyanmak istidadı gösterecek yeni taklit

arzularına da kesin olarak karşı koyacaklarını ifade etmektedir. Türkiye’de

demokrasi prensipleri geliştirilecek, fakat bu prensipler asla faşist ya da sol

ideolojiler gibi yabancılardan taklit edilen siyasal akımlar olmayacaktı. Onlar

siyasal alanın meşruiyet sınırlarının dışına çıkarılacaklardı236.

Đkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan iki kutuplu yapı içerisinde, Türkiye,

komünist bloku temsil eden ezeli düşmanı Çarlık Rusyası’nın devamı olarak

gördüğü Sovyetler Birliği’nden algıladığı tehdit karşısında demokrasiyi temsil

eden Batı blokunda kendisine yer aramış ve kendisini kabul ettirebilmek için

de iç siyasal yapısını demokratikleştirme ihtiyacı duymuştur. Duyulan bu acil

ihtiyaç, çok partili ya da daha arzu edilir şekliyle iki partili bir siyasal yapıya

geçiş sürecini hızlandırmıştır. Đnönü’nün iç işlerinin dış işlerle bağlantısı

konusundaki yaklaşımı da bu savı desteklemektedir. Đnönü,

“Ben uzun deneylerimle şunu görmüşümdür; hiçbir dış sorunu iç sorunlarla karıştırmadan ve hiçbir iç sorunu da dış sorunlarla karıştırmaksızın çözümlediğimi bilmiyorum. Biri mutlaka diğerini etkiler” 237

demektedir. Đnönü’nün bu açıklaması, Türkiye’nin iç ve dış politikasının

birbirlerinden bağımsız alanlar olarak ele alınamayacağını ve Türk siyasal

236 Bkz. Cemil KOÇAK: Türkiye’de Milli Şef Dönemi 1938-1945, Cilt:2, 361-362. 237

BARUTÇU, 316.

Page 360: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

352

kimliğinin oluşum süreçlerini irdelemeksizin Türk dış politikasının

anlaşılamayacağı şeklindeki savı desteklemektedir.

2 - Kemalist Ulusun “Öteki”leri Đktidara Taşınıyor

Đkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Türkiye’nin ulusal çıkarları

demokratik rejime geçmeyi gerekli kılmaktadır. Demokratik rejime kontrollü

bir geçiş yapıldığı takdirde, yabancılardan taklit edilen siyasal akımların rejimi

tehdit edebilme olanağı bulmalarının da önüne geçilebilecektir.

Đkinci Parti, Atatürk’ün Đnönü’den sonraki başbakanı eski Đttihatçı ve

Ulusal/Milli Mücadele döneminin Galip Hocası, Atatürk’ün kurduğu Đş

Bankası’nın genel müdürü, 1932-1937 yılları arasının Đktisat Bakanı ve

Atatürk’ün son Başbakanı Celal Bayar öncülüğünde CHP’nin içerisinden

ayrılan kişilerce 7 Ocak 1946’da kurulan Demokrat Parti olacaktır.

Demokratik rejime geçiş, kontrollü bir süreçtir. Örneğin, yasaklı Türkiye

Komünist Partisi’yle bağlantılı iki solcu parti olan Türkiye Sosyalist Emekçi ve

Köylü Partisi ile Türkiye Sosyalist Partisi kuruluşlarından çok kısa süre sonra

kapatılacaktır238.

Hükümet ile muhalefetin üzerine çıkan Đnönü, Demokrat Parti lideri

Bayar ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin Başbakanı Peker ile görüşmeler

yapacak, iki partili demokratik rejimin yerleşmesi için çaba gösterecektir.

Cumhurbaşkanı, 12 Temmuz (1947) günü bir bildiri yayınlamıştır. Bildiride,

238 KAPLAN, 199-200.

Page 361: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

353

Bayar’ın baskılardan sözettiğini, Peker’in reddettiğini, iki tarafı uzlaştırmaya

çalıştığını söylüyor ve şöyle diyordu :

“Benim bu son dinlediğim karşılıklı şikayetler içinde mübalağa payı ne olursa olsun, gerçek payı da vardır. Đhtilalci bir kuruluş değil, bir yasal partinin yöntemleri ile çalışan muhalif partinin iktidar partisi koşulları içinde çalışmasını sağlamak gerekir. Bu alanda bir devlet başkanı olarak kendimi her iki partiye karşı eşit derecede görevli görürüm.”

Böylece devam ediyordu:

”Varmak istediğim sonuç, başlıca iki parti arasında temel koşulun, yani güvenliğin yerleşmesidir. Bu güvenlik bir bakımdan ülkenin güvenliği anlamını taşıdığı için benim gözümde çok önemlidir. Muhalefet güvence içinde yaşayacak ve iktidarın kendisini ezmek niyetinde olmadığından müsterih bulunacaktır. Đktidar, muhalefetin kanun haklarından başka bir şey düşünmediğinden müsterih olacaktır. Büyük vatandaş kütlesi ise, iktidarın bu partinin ya da öteki partinin elinde bulunması ihtimalini vicdan rahatlığı içinde düşünecektir.” 239

Đnönü’ye göre, iki parti arasındaki rekabetin çatışmaya dönüşmesi

ihtimali ülke güvenliğini tehdit edebilecek bir durumun oluşmasına yol

açabilecektir. Beklenen, Atatürk ilke ve devrimlerini kabul etmiş olan her iki

partiden birisinin iktidara gelmesi rejimin işleyişini değiştirmeyecektir. Halk da

iktidardaki partinin değişmesinden kaygı duymayacak, iktidar değişimleri

nöbet değişimi gibi olacaktır. Cumhurbaşkanı ise partiler arasında hakem rolü

oynayacaktır.

DP’nin programı, iktidardaki partinin programından pek farklı değildi.

Onlar da anayasa gereğince “Kemalizm’in altı ilkesi”ni benimsiyor, ancak bu

ilkeleri zamanın gereklerine göre yorumlayacaklarını söylüyorlardı. Başlıca

239 Hikmet BĐLA, 217.

Page 362: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

354

hedeflerinin demokrasiyi geliştirmek olduğunu öne sürdüler. Bunun anlamı,

hükümet müdahalesini mümkün olduğu kadar azaltmak, bireyin hak ve

özgürlüklerini artırmaktı. Halkçılığı ve halkın egemenliğini vurguluyor ve

siyasal inisiyatifin yukarıdan, partiden değil; aşağıdan, halktan gelmesini

talep ediyorlardı. Demokratlar kısa süre içinde özel girişimin sözcüleri oldular

ve liberal entelijansiyanın yanı sıra işadamlarının da desteğini kazandılar240.

CHP’den DP’ye doğru her gün devam eden kayma, üst düzeydeki

geçişlerle birleşmişti. Đsim sahibi bürokratların CHP’den ayrılmaları ya da

DP’ye geçmeleri ise, birer darbe niteliğindeydi. 1947 Kurultayı’ndan sonra,

yerini arayan CHP’den kopmalar hızlanmıştır. Hamdullah Suphi Tanrıöver,

Muammer Alakant, Behçet Kemal Çağlar, Fahrettin Kerim Gökay, Suat Hayri

Ürgüplü 1950 Mayısına kadar CHP’den ayrılan ünlüler arasındaydı. Ama

bunlardan hiçbiri Milli Mücadele’nin en önemli isimlerinden Ali Fuat Cebesoy

ve Rauf Orbay’ın istifası kadar yankı yapmamış ve CHP üzerinde etki

yaratmamıştır.

Atatürk’ün hem yakın arkadaşı hem de hasımı olan Rauf Orbay 13 Ekim

1949 günü, “muhalefetteki vatandaşların demokrasi yolunda büyük

hizmetlerde bulunduğunu” söyleyerek CHP’den ayrılıyordu.

26 Mart 1950’de de, General Ali Fuat Cebesoy da Parti’den istifa

edecekti. Cebesoy, “gaye, düşüncelerinin DP’ninkilerle aynı olduğunu”

söylüyor ve 29 Mart günü DP’ye kaydını yaptırıyordu. Milli Mücadele’nin bu

generali 27 Nisan 1948’de CHP oylarıyla Meclis Başkanlığına seçilmişti241.

240

AHMAD: Modern Türkiye’nin Oluşumu, 151. 241 Hikmet BĐLA, 239.

Page 363: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

355

14 Mayıs 1950 seçim sonuçları CHP’de, devlet bürokrasisinde ve ordu

içinde adeta şok etkisi yaptı. Demokrat Parti, Kemalizm’in “öteki”lerini siyasal

yaşamın içine çekerek iktidara taşımıştı.

Cumhurbaşkanı olan Celal Bayar, Başbakanlığa da 1930 yılında

kurulmuş olan Serbest Fırka’nın Aydın Đl Başkanlığı görevinde bulunmuş,

daha sonrada CHP milletvekili olarak Meclis’te yer almış olan Adnan

Menderes’i getirdi. Başbakan’a göre,

“Atatürk devrimleri artık millete mal olmuştur. Bunlar büyük bir dikkatle korunacaktır. Hükûmet, aşırı sağ ve sol akımların karşısında yer almaktadır. Lâyıklık, din düşmanlığı değildir. Tersine, devletin, bütün dinlere karşı eşit saygıda olması, yürütüm ve yönetimde bunlardan esinlenmemesi, yararlanmamasıdır.” 242

Ana Muhalefet Partisi konumuna düşen CHP‘de, 18 Mayıs tarihli Ulus

gazetesinde, “komünizme ve irticaya karşı olacağız.” diyordu. Bayar’a göre

DP’de komünizme ve irticaya karşıydı. Devlet Başkanı olarak hem kendisinin,

hem de Başbakan olarak Adnan Menderes’in, aralıksız irtica konusu üzerinde

durduklarını, halkı ve çevreyi uyardıklarını, fakat Demokrat Parti iktidarının

yine de irticayı himaye etmekle suçlanmağa devam edildiğini

söylemektedir 243.

DP’nin hükümet programında, oluşmaya başlayan iki kutuplu

uluslararası düzende Batı’nın en büyük “öteki”si olarak inşa edilen Sovyet

tehdidi ve anti-komünizm teması işlenirken, gericilik de bir komünist taktiği

olarak tanımlanmaktadır. Aslında, son CHP hükümetleri, dine baskı diye

görülen bazı noktalarda, ödünler vermeye başlamışlardı. DP çoğunluklu yeni

TBMM’de 16 Haziran’da oybirliği ile Arapça Ezan yasağını kaldırarak bu

242

Celâl BAYAR: Başvekilim Adnan Menderes, Der. Đsmet Bozdağ, Đstanbul, Tercüman Gazetesi, 1986, 109. 243

Bkz. Celâl BAYAR: Başvekilim Adnan Menderes, 149-152.

Page 364: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

356

yolda bir adım daha attı244. Kenan Evren,

“Büyük bir çoğunlukla iktidara gelen ve hükümet olan Demokrat Parti’nin almaya başladığı bazı kararlar ve yaptığı icraat bizim gibi Atatürkçü gençler üzerinde bazı olumsuz etkiler yapmaya başlamıştı. Bunların başında Türkçe okunan ezanın yeniden “ezanı Muhammedi” propagandası ile Arapçaya dönüştürülmesi oldu.”

demekte ve bununla DP’nin yobaz ve gerici, tutucu zümreyi memnun etmek

ve onların desteğini sağlayarak uzun süre iktidarda kalabilmeyi amaçladığını

ifade etmektedir ve şöyle devam etmektedir.

“Ne Celal Bayar, ne Adnan Menderes ve ne de birçok bakan ve milletvekili dinine düşkün beş vakit namaz kılan, oruç tutan kişiler değildi. Kaldı ki Atatük’ün döneminden gelmiş bir hayli bakan ve milletvekili aralarında mevcuttu. Kur’an – ı Kerim’i iyi etüd etmediklerinden ve dini politikaya alet etmek istediklerinden dolayıdır ki bu kararı aldılar. Đşte alınan bu karar ve verilen bu tavizdir ki o zamana kadar sinmiş olan ve fırsat bekleyen yobaz ve gerici zümreyi ayağa kaldırmış, istekler istekleri kovalamış, tavizler tavizleri takip etmiştir. O zamana kadar Atatürk’ün heykellerine değil saldırmak el sürmeye bile kimse cesaret edemezken, yer yer Atatürk heykel ve büstlerine saldırılar başlamış, gittikçe çoğalma gösterince Atatürk heykel ve büstlerine saldıranları cezalandıran kanun çıkarma zorunluluğu doğmuştur.” 245

Halkevleri ve Köy Enstitüleri sessiz sedasız ortadan kalktı. Türkiye’nin iç

politikasında temel bir taş olan kalkınma arzusu ve bu arzunun gerçeğe

dönüşebilmesi için ABD yardımından çare umulması, Ankara’nın kendi isteği

ile ABD’nin mimarı ve öncüsü olduğu uluslararası sistem içinde yer

almasında belirleyici rolü oynamıştır. DP döneminde iç ekonomik ve politik

244 Sina AKŞĐN ve başk.: Türkiye Tarihi (1908 – 1980 ), C.IV , 178. 245 Kenan EVREN: Kenan Evren’in Anıları, Cilt : 1, Birinci Baskı, Milliyet Yayınları, Kasım 1990, 89.

Page 365: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

357

sloganlardan biri “Küçük Amerika olmak” iddiasıdır. Ancak, ekonomik

yardımın hiçbir zaman istenen bollukta sağlanmaması, Türk dış politikasında

önemli bir endişe yaratmıştır: Türkiye, alacağı yardımı, Amerika’nın

kendisinden umduğu çıkarların gerçekleşmesine endeksli olarak yorumlamış,

Türkiye’den beklentilerinin azalması halinde yardımın da sona ereceğinden

çekinmiştir246.

ĐTC’nin 1913’te doğrudan iktidara gelmesiyle sağlanmış olan

hükümet – devlet birlikteliği, Ulusal Mücadele sonrasında da CHP – devlet

özdeşliği ile devam etmiş, ancak bu özdeşlik Demokrat Parti’nin iktidara

gelmesiyle bozulmuştur.

Demokratlar, kendilerinin “Paşa faktörü” dedikleri şeyle, ordunun ve

bürokrasinin önderlik ettiği “zinde kuvvetler”i temsil eden Đnönü’yle karşı

karşıya bulmuşlardır. On yıl süren yönetimlerinin tarihi bu faktörle

uzlaşamamaları biçiminde özetlenebilir247.

Demokrat Parti’nin kurucularının ve yönetici kadrolarının önemli bir

bölümünün Milli Mücadele döneminden geldiği, Atatürk döneminde CHP

kadroları içerisinde yer aldıkları bilinmektedir. Laik cumhuriyet ilkesini

içtenlikle kabul ettikleri de ileri sürülebilir. Ancak, zayıf ama etkin bir azınlığın

CHP’yle birlikte anılan, batılılaşmış, laik kültürü karşısında, halk kitlelerinin

Đslam’la birlikte anılan yerli kültürü, 1930’daki Serbest Fırka döneminde

olduğu gibi kurucularının kimliğine bakılmadan, sırf CHP’nin dışında ve

246 BOSTANOĞLU: Türkiye- ABD Đlişkilerinin Politikası, 332. 247 AHMAD: Modern Türkiye’nin Oluşumu, 158.

Page 366: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

358

karşısında yer alması nedeniyle, Demokrat Parti içerisinde kendine yer

aramıştır. Tabanın baskısı ve beklentileri doğrultusunda, oy kaygısıyla

hareket eden DP’li yöneticiler, Cumhuriyetin kazanımlarından ödün verir bir

pozisyona düşmüşlerdir.

3 – II. Dünya Savaşı Ertesinde Türk Dış Politikası

Türkiye, savaştan zaferle çıkan Sovyetler Birliği’nde kendi aleyhine bir

plânın hazırlanmış olduğunu sezmektedir. Bu sezgisi, 19 Mart 1945’te,

Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı Molotov’un, ülkesine dönmekte olan Türkiye

Büyük Elçisi Selim Sarper'i kabulü esnasında, kendisine, Sovyet

Hükümetinin, günün şartlarına ve savaşın getirdiği değişikliklere uymadığı

için esaslı tadilleri gerektiren 17 Eylül 1925 tarihli Türk-Sovyet tarafsızlık

antlaşmasını feshettiğini bildirmesiyle, gerçeklik kazanacaktır248. Söz konusu

antlaşma ile Türkiye ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği(SSCB), iki

devletten birine karşı üçüncü bir veya birkaç devlet tarafından saldırıda

bulunulması halinde, diğerinin tarafsız kalmasını, her birinin, diğerine karşı

saldırıdan kaçınmasını ve diğer tarafa veya onun askerî ve denizsel

güvenliğine karşı yöneltilen hiçbir ittifaka veya politik anlaşmaya katılmamağı,

taahhüt ediyorlardı249.

Büyük Elçi Sarper, 7 Haziran 1945 günü, Türkiye'de başlanan

konuşmaları yeniden ele almak ve sonuca götürmek amacıyla Molotov'u

248 Bkz. Feridun Cemal ERKĐN: Türk-Sovyet Đlişkileri ve Boğazlar Meselesi, 246-247. 249 Antlaşma ile ilgili maddeler ve fesh edilmesi sonrası değerlendirmeler için Bkz. Feridun Cemal ERKĐN: Türk-Sovyet Đlişkileri ve Boğazlar Meselesi, 248-251.

Page 367: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

359

ziyaret etti. Görüşme esnasında Molotov, Sovyet dostluğunu kazanmak için

Türkiye'nin gereken bedeli ödemesi gerektiğini bildirdi. Öncelikle Türkiye,

Kuzey komşusu yararına sınır düzeltmesine rıza göstermeli ve Birinci Dünya

Savaşı’ndan zayıf ve yaralı olarak çıkmış olan Sovyetler Birliği’nin 1918

yılında komşusuna terk etmek zorunda kaldığı Kars ve Ardahan vilâyetlerini

kendisine geri vermeli idi. Đkinci şart olarak, Molotov, Türkiye'nin, Akdenizden

gelebilecek bir taarruza karşı Çanakkale boğazını başarı ile savunma

kudretinden şüphe göstererek Sovyet kuvvetlerine Boğazlarda üs verilmesini

ve iki taraf arasında Montrö antlaşmasının tadili için bir prensip mutabakatına

varılmasını istedi250. Sarper, Ankara'dan aldığı talimatla Molotov'a Türkiye'nin

toprak statüsü ve egemenlik hakları ile bağdaşması imkânsız olan talepleri

kesinlikle reddettiğini bildirdi251.

Uluslararası alandaki siyasal ve psikolojik duruma bakıldığında ise

görünen manzara şu şekildeydi: Almanya teslim olmuş, Avrupa’da savaş

sona ermişti. Balkanlar’da Kızıl ordu Türkiye'nin sınırlarına kadar gelmiş

durumdaydı. San Fransisko Konferansı çalışmaları devam ediyordu. Barışın

korunması ve daha mükemmel bir dünyanın hazırlanması için Birleşmiş

Milletler’e güven duyulmaktaydı. Orduların terhis edilmesi yönünde genel bir

arzu vardı ve Sovyetler Birliği uluslararası kamuoyunda hayranlık uyandıran

bir güç olarak ortaya çıkmıştı. Ruslar böyle bir uluslararası ortam içerisinde

Türklere, karşılıklı dostluk bağlarını yeniden kurmak için şartlarını

bildirmişlerdi252.

Đngiltere Hükümeti, Đngiltere’ye haber verilmeksizin Boğazlar için

250 ERKĐN, 253. 251 a.g.e., 254. 252 Bkz. Feridun Cemal ERKĐN: Türk-Sovyet Đlişkileri ve Boğazlar Meselesi, 254.

Page 368: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

360

Türkiye’ye bildirilen Rus isteklerinden hayret ve şaşkınlık duyduğunu ve bu

sorunu Üçler Konferansında ortaya getireceğini, Doğu sınırlarıyla ilgili

isteklerin de San Fransisko’da imzalanan Birleşmiş Milletler Anayasası’nın

kapsamına giren ve Güvenlik Konseyi’ne verilmesi gereken bir konu

olduğunu Moskova Hükümeti’ne bildirmiştir. Postdam’da toplanan Üçler

Konferansı’nın 23 ve 24 Temmuz tarihlerindeki oturumlarında Türkiye’yle ilgili

Rus istekleri görüşülmüştür. Amerika Başkanı Truman, Boğazlar’ın Üçler’in

de içlerinde bulunacağı bir denetleme rejimine bağlanması için Türkiye’ye

girişimde bulunmayı kendi üzerine aldığını bildirmiştir. Stalin, bu şeklin

üslerden beklenen yararı sağlamayacağını söylemiş ve doğu sınırlarında

istedikleri düzeltme yapılmadıkça, Türklerle anlaşma yapamayacaklarını

söylemiştir. Bu konu kararsız kalmakla birlikte, Amerikan Başkanı üzerine

aldığını söylediği girişimi yapacağını yineleyerek ayrılmıştır253.

7 Ağustos 1946’da, Sovyetler Birliği Türkiye’ye Boğazlar konusundaki

görüşlerini içeren bir nota vermiştir. Bu notayla Sovyetler Birliği;

- Boğazlar rejiminin kurulması yalnız Türkiye’nin ve Karadeniz’e sahili

olan diğer devletlerin yetkisi dahilinde olmalıdır;

- Türkiye ve Sovyetler Birliği, Boğazların diğer devletler tarafından

Karadeniz’e sahili bulunan devletler aleyhine kullanılmasının önüne geçmek

amacıyla bunların savunulmasını müştereken temin etmelidir.

demişlerdir.

253

Bkz. Faik Ahmet BARUTÇU: Siyasî Anılar 1939 – 1954, 319-320.

Page 369: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

361

Sovyetler Birliği’nin Boğazlar ile ilgili düzenlemelerin Karadeniz’e kıyısı

olan devletlerce belirlenmesi şeklindeki görüşü yeni değildi. Ancak, II. Dünya

Savaşından bir süper güç olarak çıkan Sovyetler Birliği karşısında, kendini

zayıf ve yalnız hisseden Türk karar vericileri, Batı’nın, özelliklede ABD’nin

desteğini alarak ülkelerinin güvenliğini sağlamaya çalışmışlardır.

Türkiye ile birlikte Amerika ve Đngiltere’ye verilen bu notaya 19 Ağustos

1946’da ABD verdiği cevapta,

“Türkiye, Boğazların savunmasında başlıca sorumlu kalmaya devam etmelidir. Eğer Boğazlar bir saldırgan tarafından bir saldırı ya da bir saldırı tehdidine konu olursa, bundan doğacak durum uluslararası güvenlik için bir tehdit ve BM Güvenlik Meclisi’nin harekete geçmesi için açık bir sebep teşkil edecektir”

demiştir.

ABD aynı tarihlerde Akdeniz’e büyük bir Amerikan deniz kuvvetinin

gönderileceğini de açıklamıştır.

Türkiye, 22 Ağustos 1946’da verdiği karşılık notasında Montrö

Sözleşmesiyle kurulan rejimin kaldırılması ve Boğazların ortaklaşa

savunulması konusundaki Sovyet isteklerini reddetmiştir.

Sovyetler Birliği 24 Eylül 1946’da Boğazlar konusundaki isteklerini

tekrarlayan ikinci bir notayı daha Türkiye’ye vermiştir. ABD, Sovyetler

Birliği’ne verdiği 9 Ekim 1946 tarihli notada görüşlerini tekrarlamıştır. Đngiliz

ve Amerikan Hükümetleri tarafından desteklendiğini gören Türk Hükümeti, 18

Page 370: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

362

Ekim 1946 tarihinde Sovyet Hükümeti’ne verdiği karşılık notasında, eski

görüşlerinde ısrar etmiştir254.

Sovyetler Birliği’ne karşı ABD ve Đngiltere’nin Türkiye’yi desteklemeye

başlamaları, uluslararası alandaki ideolojik mücadeleyle doğrudan

bağlantılıdır. Sovyetler Birliği savaş sonrası dönemde sadece Türkiye

üzerinde siyasî ve askerî baskı oluşturmakla kalmıyor, Yunanistan ve Đran

üzerinde de benzer bir strateji yürütüyordu. Yunanistan'da Komünist olanlarla

olmayanlar arasında iç savaş vardı ve izlenen hedef Yunanistan'da bir

komünist yönetim kurulmasıydı. Sovyetler Birliği, bu şekilde Akdenizde bir

Đngiliz ileri karakolunu yıkmayı ve aynı vesile ile Çanakkale Boğazı dışında,

Đtalyan Barış konferansınca, Sovyet hükümetinin de rıza göstermesi ve

hararetli desteğiyle Yunanistan'a verilmiş olan Oniki Adanın kontrolünü de

elde etmeği umuyordu. Moskova, Yunanistan’da komünist bir yönetim

kurulduktan sonra, bütün doğu Akdeniz bölgesinin siyasi ve iktisadi

bakımdan kendi nüfuzu altına gireceğine inanmaktaydı. Bu yüzden

Türkiye'nin de durumu sarsılacak, Atina Sovyet nüfuzunun Đtalya'ya yayılması

için uygun bir sıçrama tahtası sağlayacaktı. Bir kelime ile, Akdenize

komünizmin, bütün sonuçlarıyla, yerleşmesi için fırsat elde edilmiş olacaktı.

Sovyet müdahaleleri Đran'da da vahim bir buhrana sebep olmuştu.

Moskova, Tahran'da itaatli bir hükümet kurmağa, Azerbaycan’ı ilhak ve, ülke

üzerinde doğrudan doğruya kontrol tesis etmeğe, Đngiliz nüfuzuna son

vermeğe ve gerek kuzey, gerek güneydeki petrol rezervlerine el koymağa

çalışıyordu. Bütün bu plânların Yunanistan, Türkiye ve Đran'da ahenkli bir

tarzda uygulanması adî bir tesadüf eseri değildi. Yunanistan ve Đran'da koşut

olarak yürütülen kampanya, görünüşte mahallî bir anlam taşıyordu, fakat

254 Mehmet GÖNLÜBOL ve başk.: Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1995), 9. Baskı, Ankara, Siyasal Kitabevi, 1996, 209.

Page 371: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

363

gerçekte daha yaygın nitelikte idi. Asıl amaç, bu iki ülkeden yöneltilen ve

kuzeyde Bulgar askerî birliklerinin hareketleriyle daha da ağırlaştırılan baskı

sayesinde, «inatçı» Türkiye'nin dayanma kuvvetini tüketmek idi255. Đngiltere

ve ABD, Sovyetler Birliği karşısında böyle bir ortamda tutum almak

gereksinmesi duydular. 19 Ekim 1939 ittifakı ile, Türkiyenin en büyük

dayanağı olan Đngiltere’nin, 1947 Şubatında Türkiye ve Yunanistan

konusunda Amerikaya verdiği ve artık bu iki devleti destekleyemiyeceğini

söylediği notalar üzerine, Başkan Truman, 12 Mart 1947’de Kongre önünde

yaptığı ve Truman Doktrini adını alan konuşması ile, Türkiye ve Yunanistan’a

yardım kararını açıklayarak, Sovyet Rusyanın bu iki ülke üzerindeki

tasarılarına bir set çekmeyi başarmıştı. Truman Doktrini, Amerika’nın Yakın

ve Orta Doğu politikasında bir dönüm noktası teşkil ettiği kadar, Türkiye’nin

dış politikasında da yeni bir dönemi açmakta idi. Şimdi Türkiye, Rusya’ya

karşı geleneksel ve tarihi olarak Đngiltere’ye dayanırken, Đngiltere’nin Rusya

karşısında denge unsuru olan niteliğini kaybetmesi üzerine, Rusya’ya karşı

daha güçlü bir denge unsuru olarak gördüğü Amerika Birleşik Devletleri’ne

dayanma yolunu seçmek istiyordu. Truman Doktrini, Türkiye açısından çok

mühim bir "Amerikan Desteği" idi256.

Türkiye’nin II. Dünya Savaşı sonrasında Batı’ya yönelimini sadece

Sovyet tehdidi algılamasıyla açıklamak yetersiz kalacaktır. Batı yanlısı ve bu

yüzden Sovyetler karşıtı politika benimsemeleri için Türk siyasal elitlerini

harekete geçiren iç faktörlerde Türkiye’de vardı. Türkiye ekonomik, siyasal ve

askeri gelişmesini kendi iç kaynaklarıyla sağlayamayacağına inandığı için

ABD’nin yanında yer alırsa bu kaynağı komünizme karşı savaş açan

ABD’den alabileceğini düşünmüştür. Fener Rum Patrikhanesi de, bu

255 ERKĐN, 342-343. 256 Fahir ARMAOĞLU: Belgelerle Türk – Amerikan Münasebetleri, Ankara, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1991, 188.

Page 372: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

364

dönemde ABD’nin komünizme karşı politikasının bir aracı olarak ele

alınmıştır. 1930'dan beri Kuzey ve Güney Amerika Başepiskoposu olan

Athinagoras Türkiye vatandaşı yapılacak ve 1 Kasım 1948'de de gıyabında

patrik seçilecektir. ABD komünizme karşı açtığı savaşta, Ortodoks Kilisesi'ni

bir dış politika aracı olarak kullanmak isterken, Türkiye ise Batı'yla daha hızlı

bütünleşebileceği ve Marshall Planı çerçevesinde yardım alma sürecini

hızlandıracağı düşüncesiyle, Patrikhane'yi ABD ile ilişkilerinin bir aracı haline

getirmiştir257.

Truman Doktrini, Sovyet tehdidi karşısında Türkiye ile Yunanistan’ın

askeri gücünü arttırma amacına yönelmişti ve bu bakımdan da daha ziyade

askeri niteliğe sahip bulunuyordu. Ancak, asıl önemli sorun, Avrupa’nın altı

yıllık savaşta ekonomileri tahrip olmuş olan ülkelerinin bir kalkınma temposu

içerisine sokulamamış olmasından kaynaklanıyordu. Kitleler fakirleştikçe

oluşan şartlar, Moskova'dan idare edilen komünizmin propagandasının

etkisini çok kolaylaştırıyordu. Sovyetler, Avrupanın iki büyük endüstri ülkesi

olan Fransa ve Đtalyayı hedef seçmişler ve komünist partileri aracılığıyla

çıkarttıkları genel grevlerle, bu iki ülkenin ekonomisini büsbütün felce uğratıp,

Komünist partilerinin iktidara geçmesini sağlamak istiyorlardı258.

Sovyetlerin karşısında Amerika’nın bulduğu formül, Dışişleri Bakanı

George Marshall'ın 5 Haziran 1947 günü Harvard Üniversitesi’nde yaptığı bir

konuşma ile ortaya atıldı. "Marshall Planı" denilen bu konuşma, 16 Nisan

1948’de Avrupa Đktisadi Đşbirliği Teşkilatı'nın (O.E.C.D.) kurulmasını

sağlamıştır259. Amerika Dışişleri Bakanı George Marshall'ın 5 Haziran 1947

konuşması üzerine, Avrupanın, Türkiye’de dahil, 16 ülkesi, Marshall Planı'nın

öngördüğü Avrupa Kalkınma Planı'nı hazırlamak üzere, 1947 Temmuzundan

257 Athinagoras’ın Patrik seçilmesiyle ilgili olarak Bkz. Elçin MACAR: Đstanbul Rum Patrikhanesi, 188-192. 258 ARMAOĞLU: Belgelerle Türk – Amerikan Münasebetleri, 165. 259 a.g.e., 165.

Page 373: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

365

itibaren Paris'te çalışmalarına başladılar ve hazırlanan kalkınma planını Eylül

ayında Amerikaya verdiler. Amerikan Kongresi, bu ortak planı finanse etmek

üzere 3 Nisan 1948’de Ekonomik Đşbirliği Kanunu'nu kabul etti. Diğer ülkeler

gibi Türkiye'de, bu Kanun'dan yararlanabilmek için 4 Temmuz 1948 tarihinde

Amerika ile bir Ekonomik Đşbirliği Anlaşması imzaladı260.

Birleşmiş Milletler’e giren, 1946’da çok partili rejime geçen, Truman ve

Marshall yardımlarından yararlanan Türkiye, 1949’da Batılıların oluşturdukları

Avrupa Konseyi’ne katılmış ve aynı yıl kurulan Kuzey Atlantik Paktı (NATO-

North Atlantic Treaty Organisation) üyeliğine doğru girişimlere başlamıştır.

NATO’ya girmesi ancak Kore Savaşı’na katılmasından sonra, 17 Ekim

1951’de gerçekleşecektir.

Türkiye’nin, Sovyet tehdidi algılamasına karşı bir güvence olarak

gördüğü NATO'ya girmesi II. Dünya Savaşı sırasında izlemiş olduğu oyalama

politikası sonucunda, savaşın galipleri tarafından oluşturulmaya başlanan

yeni dünya düzeninde yalnız kalma korkusunun giderilmesi anlamına

gelmektedir. Yönetici kadroların Osmanlı'nın son döneminin yıkımlarla dolu

koşulları içerisinde ve Rusya'nın Osmanlı'nın can düşmanı olarak

değerlendirildiği bir zihinsel koşullanmadan geldiklerini, savaştan Sovyetler

Birliği'nin güçlenerek çıkmış olduğunu dikkate aldığımızda Cemal Paşa'nın I.

Dünya Savaşı'na Osmanlı'nın katılmaması ve Rusya'nın galip çıkması

durumunda zavallı Türkiye'ye neler olabileceği şeklindeki değerlendirmesi

akla gelmektedir.

Đngiltere'nin Kıbrıs’tan çekilmesinin kesinlik kazanmasından sonra

adada olayların bir buhran haline gelmesi üzerine Đngiltere, Türkiye ve

260 a.g.e., 168.

Page 374: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

366

Yunanistan'ı, Kıbrıs dahil Doğu Akdeniz'de bu ülkeleri ilgilendiren stratejik ve

diğer sorunları görüşmek üzere, 29 Ağustos 1955'te Londra'da toplanacak bir

konferansa davet etmiştir261. Londra Konferansı 29 Ağustostan 7 Eylül

1955'e kadar devam etmiş; fakat bir sonuca varamadan Đstanbul'da meydana

gelen 6-7 Eylül olayları gerekçe gösterilerek dağılmıştır262. DP iktidarının

Londra’daki Kıbrıs görüşmelerinde elini kuvvetlendirmek için tezgahladığı ve

6 Eylül 1955 günü, bir Đstanbul gazetesinde, Yunanlıların Atatürk’ün

Selanik’te doğduğu eve bomba attıkları haberinin yayımlanması sonrasında

Đstanbul Rumlarına ve Yunanistan temsilcilerine karşı başlayan taşkın halk

hareketi biçiminde devam eden 6-7 Eylül olayları, tertipçilerin bile ummadığı

ölçüde büyük bir tahribata yol açtı. Olayların gerçek failleri bilindiği halde

dışarıdan yoğun baskılar gelince suçlu olarak daha önce fişlenmiş

komünistler toplanmaya başlandı. Aralarında Aziz Nesin’den Asım Besirci’ye,

Hasan Đzzettin Dinamo’dan Nihat Sargın’a, Kemal Tahir’den Hulusi

Dosdoğru’ya, Can ve Müeyye Boratav’dan Aslan Kaynardağ’a kadar

tanınmış birçok aydın yer alıyordu263.

Daha sonra (Yassıada Muhakemeleri sırasında), Selanik’teki

provokasyonun DP tarafından bir ajana yaptırıldığı, halk gösterilerinin de

önceden planlandığı, ama yaygınlaşmasına (genel bir azınlık serveti

düşmanlığı haline gelmesine) engel olunamadığı anlaşılacaktı264.

Adanın Đngilizlerin çekilmesinden sonra Rum-Yunan egemenliği altına

girmesinden çekinen Türkiye, Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesi için silahlı

mücadele yürüten EOKA saldırılarının, hem Türklere yönelmesi hem de

261 Fahir ARMAOĞLU: 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1980, Ankara, Türkiye Đş Bankası Kültür

Yayınları, 1983, 531. 262 Mehmet GÖNLÜBOL ve başk.: Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1995), 341. 263 DP Đktidarının Planladığı 6-7 Eylül Olaylarında Fişli Olduğu Đçin Göz Altına Alınan Saygın: Aknoz Paşa Đdamımızı Đstedi, Cumhuriyet, 28 Eylül 2005. 264 Sina AKŞĐN ve başk.: Türkiye Tarihi (1908 – 1980 ), C.IV , 184.

Page 375: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

367

adanın jeopolitik ve stratejik konumunu dikkate alarak, EOKA'ya karşı gizli bir

örgüt kurmaya karar verdi. Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) 1 Ağustos

1958'de kuruldu. TMT'nin görevi T.C. Hükümeti'nin Kıbrıs politikasının askeri

yönden desteklenmesi ve Türklerin Rumlara karşı can ve mal güvenliğini

sağlamak, gerektiğinde Rumlarla savaşmaktır265. 1958 yılı Ağustos ayı

sonundan itibaren Anamur ile Kıbrıs Erenköy (Koççina) arasında haftada iki

defa silah sevkiyatı yapılmaya başlanmıştır. Kıbrıs'a öğretmen, ateşe,

müfettiş gibi kimliklerle subaylar gönderilmiştir. Örgüte alınan bütün personel

Ankara'da veya Kıbrıs'ta eğitimden geçirilecektir266.

Uzun yıllar ve bugün de Türkiye’nın dış ilişkilerini etkileyen ve hatta

Türk dış politikasını yönlendiren Kıbrıs sorunu 1955’ten itibaren gitgide önem

kazanmış ve Yunan ve Türk Başbakanları Karamanlis ve Menderes ABD'nin

ve NATO'nun aracılık ve baskıları ile 5-11 Şubat 1959'da Zürih'te bir araya

gelmişler ve yapılan görüşmelerde bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti

kurulmasına karar verilmiştir. 19 Şubat 1959'da Londra'da Türkiye, Đngiltere

ve Yunanistan ile Kıbrıs Türk ve Rum toplumlarının temsilcileri tarafından

imzalanan andlaşmalarla Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur.

Đsrail ile Đngiltere ve Fransa'nın, Mısır’ın Süveyş Kanalı’nı

millileştirmesine karşı çıkarak Mısır'a saldırmaları şeklinde ortaya çıkan 1956

Arap–Đsrail savaşı sırasında, Sovyet Rusya'nın bu üç devlete ağır tehditler

yöneltmesi ve hatta Orta Doğu'ya asker göndermekten söz etmesi üzerine,

Amerika, bu üç devlete baskıda bulunarak savaşın sona ermesini sağlamıştı.

265 Đsmail TANSU: "Kıbnsın Özgürlük Mücadelesinde T.M.T. ve Dr. Fazlı Küçük ile Rauf Denktaş" Kıbns Mektubu, C.9, No. 7 ( Kasım 1996), 7. 266 Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı’nın kurulması ve çalışması yöntemleriyle ilgili daha geniş bilgi edinmek için bkz. T.M.T’nin kurucularından Emekli Albay Đsmail Tansu’nun Kıbrıs Mektubu, C.9, No. 5, 6, 7 ve C.10, No. 1.

Page 376: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

368

Ancak, Batı Orta Doğu'da prestij kaybına uğrarken Sovyet Rusya sanki Arap

dünyasının kurtarıcısı olmuştu. Bu durumda, ABD, bölge ülkelerinin

ekonomik sıkıntılarının giderilmesine yardımcı olmak suretiyle bölge

ülkelerini güçlendirmek ve ister ikili, ister kollektif ilişkiler yoluyla, bu ülkelere,

komünizm hegemonyasının neler getirebileceğini anlatmak ve bunların

uluslararası komünizme karşı koymalarına yardım etme kararı aldı. ABD

başkanı Eisenhower’in adıyla anılan doktrine Türkiye’de 22 Mart 1957’de

katıldığını açıklamıştır. Türkiye tarafından Orta Doğu’nun komünizme karşı

güvenlik altında olması, Amerikan ulusu ile Orta Doğu uluslarının ortak çıkarı

olarak görülmektedir. Uluslararası komünizm Orta Doğu’da egemen olduğu

takdirde, bütün hür dünyanın güvenliği tehlikeye girmiş olacaktır. Türkiye

hükümeti, Amerikan hükümetinin komünizmin önüne set çekmek için,

ABD’nin uluslararası komünizmin kontrolu altında bulunan bir ülke tarafından

bölgedeki herhangi bir millete vuku bulacak silahlı bir tecavüzünü önlemek

için tecavüze uğrayacak devlet veya devletlerden talep gelmesi şartıyla,

böyle bir tecavüze karşı, ABD’nin silahlı kuvvetlerini kullanmasını, komünist

tecavüzüne karşı iç güvenlik ve meşru müdafaa olanaklarını güçlendirmek

için askeri yardımda bulunmasını, bölgedeki devletlerin kalkınmalarını

gerçekleştirmeleri ve aynı zamanda komünizmin, bozuk iktisadı durumları

istismar etmesini önlemek için iktisadi yardımda bulunması hususlarını

onaylamaktadır267. Arap dünyasındaki Batı aleyhtarlığının yükseldiği bir

dönemde, Suriye'nin de hızla sola kaymaya başlaması ve Sovyetler Birliği’ne

yakınlaşması Türkiye'de ciddi endişeler uyandırmıştır. Suriye’nin 1957

Temmuz’unda Sovyetler Birliği ile bir takım anlaşmalar imzalası ve bu

anlaşmaların 6 Ağustosta açıklanması ile 1957 Suriye buhranı patlak verdi.

Zira bu anlaşmalarla Suriye Sovyet Rusya'nın kontroluna giriyordu. Oluşan

267 “Eisenhower Doktrini” ve Türkiye’nin Eisenhower doktrinine katılmasına ilişkin olarak Bkz. Fahir ARMAOĞLU: Belgelerle Türk – Amerikan Münasebetleri, 240-250.

Page 377: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

369

genel kanaate göre, Sovyetler Suriye'de bir "köprübaşı" elde ediyorlardı268.

Suriye'deki gelişmelerin Türkiye'yi endişelendirmesinin sonucunda,

Türkiye-Suriye ilişkilerinin gerginleşmesinin, Türk-Sovyet ilişkilerinde

yankılanması ve Suriye'nin "hamisi" Sovyet Rusya'nın Türkiye'yi füzelerle

tehdit etmesi, Türkiye'nin NATO müttefiki Amerika'yı harekete geçirmiş ve

Amerika, Ekim ayında, Türkiye'nin yanında yer aldığını, tartışmasız bir

şekilde açıklamıştı. Gerek bu kesin tutum, gerek hem Amerika'nın ve hem de

Türkiye'nin krizi yumuşatma çabaları netice vererek gerginlik nisbeten

ortadan kaldırılmış ise de, bu kez Aralık ayında Amerika'nın Türkiye'ye ilk

defa güdümlü füze verdiği görülmüştür269.

Bağdat Paktı, 24 Şubat 1955’de imzalanan bir anlaşma ile önce

Türkiye ile Irak arasında kurulmuştu. 4 Nisan 1955’de Đngiltere, 23 Eylül

1955’de Pakistan ve 3 Kasım 1955 ‘de de Đran, Bağdat Paktı'na katıldılar.

Bağdat Paktı, Arap dünyasını ikiye bölmüştü. Mısır Devlet Başkanı

Nasır'ın yürüttüğü kampanya ile, Suriye, Suudi Arabistan ve Yemen bu

pakt'a karşı cephe alırken, Ürdün ve Lübnan kenarda kalmayı tercih etti.

Bağdat Paktı'na şiddetle karşı gelen bir başka devlet de Đsrail idi. Đsrail,

Bağdat Paktı'nın, Orta Doğu ülkelerini kendisine yönelen bir ittifak içinde

birleştirmesinden korkmuştur.

Arap dünyasının tepkileri bu durumda iken, Irak'da 14 Temmuz 1958

günü General Kasım liderliğinde yapılan bir askeri darbe ile monarşinin

yıkılması, Kral Faysal ile, Bağdat Paktı'nın kurucularından Başbakan Nuri

said Paşa'nin öldürülmesi, Bağdat Paktı'na büyük bir darbe oldu.

268 Bkz. Fahir ARMAOĞLU: Belgelerle Türk – Amerikan Münasebetleri, 251. 269 ARMAOĞLU: Belgelerle Türk – Amerikan Münasebetleri, 253.

Page 378: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

370

Irak'daki darbe, Bağdat Paktı devlet başkanlarının 14-17 Temmuz

1958 günleri için Ankara ve Đstanbul'da düzenledikleri toplantı sırasında

meydana geliyordu. Bu sebeple, Irak Kralı II. Faysal ile Başbakan Nuri

Said Paşa'nın öldürülmüş olmalarından ve darbenin Moskova yanlısı

olmasından endişe duyulmuş ve 17 Temmuz 1958 günü yayınlanan

Bağdat Paktı bildirisinde doğrudan doğruya Amerika'nın Bağdat Paktı'na

destek vermesi istenmiştir270. Sonraki gelişmelerin de gösterdiği gibi,

general Kasım'ın bir "sol" darbe yapmış olması ve darbenin Moskova

tarafından hararetle desteklenmesi, en fazla Türkiye'de endişe ve tepki ile

karşılandı. Zamanın hükümetinin Irak'a müdahale edeceğine dair

söylentilerin çıkması ise, Türkiye ile Sovyet Rusya'nın ilişkilerini

gerginleştirdi. Sovyetler Türkiye’ye verdikleri bir notada açıkça tehditkar bir

tutum aldılar. 1957 yazında Suriyenin, Sovyetlerle imzalamış olduğu

anlaşmalarla adeta Moskova'nın bir "uydusu" haline gelmesi de zaten, bir

yandan Türkiye-Suriye, öte yandan da Türk-Sovyet ilişkilerini

gerginleştirmişti. Türkiye, kuzeyden ve güneyden kendisini Sovyet Rusya'nın

baskısı altında hissederken, şimdi buna güneyde Irak da yeni bir unsur

olarak eklenmekteydi. Türkiye'nin endişe ve tepkisinin sebebi buydu. Kaldı ki,

bu endişe ve tepki Đran ve Pakistan için de söz konusu olmaktaydı.

Türkiye, Đran ve Pakistan'a, Türkiye'nin Kafkas sınırlarından Pakistan'ın

Hayber geçidine kadar olan 3.000 millik bir bölgenin savunma garantisi veren

Amerika ile Türkiye arasında 5 Mart 1959 da Ankara'da "Đş Birliği Anlaşması”

imzalanmış ve bu Anlaşma, T.B.M.M. tarafından 9 Mayıs 1960 tarihinde

onaylanmıştır271.

270 Bkz. Fahir ARMAOĞLU: Belgelerle Türk – Amerikan Münasebetleri, 255-257. 271 Bkz. Fahir ARMAOĞLU: Belgelerle Türk – Amerikan Münasebetleri, 258.

Page 379: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

371

Türkiye, çoğunluğunu Arap ülkelerinin oluşturduğu Ortadoğu’da nasıl

algılandığını ve değerlendirildiğini bir süzgeçten geçirmeden önderlik rolü

üstlenmeye çalışmıştır. Ortadoğu ülkeleri açısından Türkiye, tarihsel, kültürel

ve dini bağlara rağmen, bir lider olarak görülmemiştir272. Bölgede politik

etkinliği olan Mısır ve Suriye gibi ülkeler Türkiye’yi kendi çıkarlarını birlikte

oluşturup savunabilecekleri bir ortaktan çok, Batı’nın çıkarlarının temsilcisi

olarak görmüşlerdir273. Kendi çıkarları ile Batı’nın çıkarlarını özdeş olarak

algılayan bir Türkiye, aynı zamanda kendi bölgesinde Batı’nın çıkarlarını da

temsil etmiş olmaktadır. Buna karşıt olarak, karşıt kutup olan Sovyetler Birliği

ile çıkarlarını özdeşleştiren ülkelerin Türkiye’den farklı çıkar algılamaları

içerisinde bulunmaları da normal bir durumdur.

Türkiye, çıkarını soğuk savaş ile ve bu savaşta ABD kampında yer alma

ile özdeş biçimde yorumlamıştır. Diplomasisinin esasını, Truman

Doktrini’ndan Kore Savaşı’na katılmaya, Đsrail’i tanımaktan NATO’ya girmeye

kadar, her fırsatta göstermek arzusu oluşturmuştur. Başlıca çıkar algılaması,

ittifakın bir üyesi olmak ve kalmak biçiminde belirmiştir274. Türkiye’nin siyasal,

iktisadi, toplumsal yapılanması Batı ile bütünleştirilmek istenmiş, iç ve dış

tehdit algılamalarındaki örtüşme Türkiye’nin dış politikasının da ABD’yle

paralellik göstermesine olanak yaratmıştır. Türkiye’nin, II. Dünya Savaşı

sonrasında, iki süper güçten birisi olan ve kendisinden tarihsel olarak tehdit

algılaması içerisinde bulunduğu Sovyet Rusya’ya karşı ABD’nin yanında yer

alması, II. Dünya Savaşı sonrası koşullarında aynı zamanda, Kemalist rejimin

devamlılığını sürdürebilmesine de olanak yaratmıştır. Batı ile bütünleşen bir

Türkiye’nin, Batı tarafından bölünmesi/parçalanması için de artık bir neden

kalmayacağı düşünülmektedir.

272 BOSTANOĞLU: Türkiye-ABD Đlişkilerinin Politikası, 334. 273 a.g.e., 335. 274 a.g.e., 337.

Page 380: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

372

II. DEVLETĐN SÜREKLĐLĐĞĐNĐ SAĞLAYICI KURUMLAR DÖNEMĐ

A – ULUS ADINA EGEMENLĐĞĐ KULLANAN YETKĐLĐ ORGANLAR

9 Temmuz 1961 tarihinde kabul edilen Türkiye Cumhuriyeti Anayasası,

Türkiye Devleti’nin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğunu ifade

etmektedir.(Madde-3) Anayasa’ya göre egemenlik kayıtsız şartsız Türk

Milletinindir ve Millet, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre,

yetkili organlar eliyle kullanacaktır. (Madde-4) Anayasa’da sözü edilen yetkili

organlar Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu’ndan oluşan Türkiye Büyük

Millet Meclisi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu, bağımsız mahkemeler ile

1961 anayasasıyla kurulmasına karar verilen Milli Güvenlik Kurulu, Anayasa

Mahkemesi, Devlet Planlama Teşkilatı, bilimsel ve idari bir özerkliğe

kavuşturulan üniversiteler ulus adına egemenliği kullanan yetkili organlar

olarak adlandırılabilirler. 12 Ocak 1959 günü toplanan CHP 14. Kurultayı’nda

kabul edilen Đlk Hedefler Bildirisi’nde yer alan konuların 1961 Anayasası’nda

genel olarak yansımasını bulduğu görülmektedir275.

275

Đlk Hedefler Bildirisi’nde yer alan konular özetle şöyledir : 1–Anti – demokratik kanunlar kaldırılacaktır. 2–Anayasa, halk egemenliği, hukuk devleti, sosyal adalet ve güvenlik esasına göre değiştirilecektir. Anayasa’da : - Irk, cins, din, mezhep, siyasal fikir, sosyal köken, doğuş ve servet farkı olmaksızın ana hak ve özgürlükler yeralacaktır. Düşünce ve söz, basın, ilim ve sanat, din ve vicdan özgürlüğü, mal ve mülk güvenliği, çalışma ve ekonomik girişim özgürlüğü, grev hakkı, sendika ve mesleki örgütler kurma hakkı, yasa önünde eşit işlem görme ve kamu hizmetlerinden eşit yararlanma hakkı, devlet yayın araçlarının tarafsızlığı sağlanacak ve bu hak ve özgürlükler güvence altına alınacaktır. Anayasa Mahkemesiyle yasaların Anayasa’ya uygunluğu denetlenecektir. - Devlet Başkanlığı tarafsızlığa kavuşturalacaktır. - Yasama organının yürütme üzerindeki denetimi fiili ve etkin hale getirilecektir. - Yasa yapımında uyum ve dengenin sağlanması için ikinci bir meclis kurulacaktır. - Yargıç güvencesinin sağlanması için Yüksek Hukuk Şurası kurulacaktır. - Yargı denetimi bütün idari tasarrufları kapsayacaktır. / - Sosyal adaletsizlik ve dengesizlikten uzak bir Türkiye için herkese bedeni, fikri ve sosyal gelişme olanağı sağlamak ve aileyi korumak için sosyal haklar tanınacaktır. Bkz. Hikmet BĐLA: CHP Tarihi 1919–1979, 317-318.

Page 381: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

373

Celal Bayar’ın 1924 Anayasası ile 1961 Anayasası arasındaki Millet

adına yetkinin kullanımına ilişkin ayrım hakkındaki değerlendirmesi dikkat

çekicidir. Bayar,

“Üstünde çatışılan, fakat bir türlü ifade edilemeyen fikir şudur: Türkiye’de Demokrasi, ‘Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir ve bunu Millet bizzat kullanır’ ilkesinden hareket edilerek mi uygulanacak, yoksa bazı yerlerde örnekleri olduğu gibi özerk kuruluşlara ve kurullara dayanan ‘Yumuşak bir Halk Hakimiyeti’ esasına bağlı olarak mı yürütülecektir? Đnönü’de, biz de Demokrasiyi, bin yıllık geleneğimizin içinden gelen Devlet anlayışının temellerine oturtmak düşüncesindeydik. 1961 Anayasası, Sayın Đnönü’nün 1950’den bu yana açıktan savunduğu fikirleri ihtiva eder. Öyle ise, bu Anayasanın genel karakterine bakarak Đnönü’nün Türk Demokrasisine bakışını değerlendirmek mümkün olacaktır.” 276

demektedir. Bayar’a göre iki anayasa arasındaki en önemli ayrılık, “Ulusal

Egemenliğin” “Kimin tarafından” ve “Nasıl” kullanılacağı noktasındaki

ayrılıktır. 1924 Anayasasına göre:

“Madde 4 – Türk milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil eder ve Millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır.”

1961 Anayasında da “Hakimiyet, kayıtsız şartsız Millete” bırakılmıştır.

Ama, kullanış biçimi değiştirilmiştir. Yeni Anayasaya göre;

“Madde 4– Egemenlik Kayıtsız şartsız Türk Milletinindir. Millet, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır.”

Bayar’a göre, 1961 Anayasası, Ulusal Egemenliğin kullanılışına, yeni

ortaklar getirmektedir. Vatandaş oyunun kuracağı Millet Meclisinin bu

egemenliği iyi kullanabileceği noktasında kuşku vardır. Bu Ulusal

Egemenliğin kullanılışını güvenle yerine getirmek için müesseseler ihdas

edilmiştir. Senato, Anayasa Mahkemesi, Millî Güvenlik Kurulu, özerk TRT,

276 BAYAR: Başvekilim Adnan Menderes, 10.

Page 382: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

374

Plânlama v.b. Ulusal Egemenliğin “Kanun yapma gücü” Senato, Anayasa

Mahkemesi, Cumhurbaşkanlığının Anayasa muhafızlığı görevi ile

daraltılmakta, firenlenmekte, barajlanmaktadır. Bu daraltma, frenleme ve

barajlama, Vatandaş oyuna karşı duyulan, fakat açıklanmayan güvensizliği

gösterir277.

Bayar, Anayasa’nın karakterine bakarak Millet yönetimindeki yeni

ortakları, ordu ve aydın diye nitelemektedir. Ordu, Millî Güvenlik Kurulu ile,

aydın, Anayasa Mahkemesi, Üniversite, TRT, Plânlama ve hattâ Senato’nun

seçim dışı gelen üyeleri ile devlet ortaklığına girmektedir. Bu ise, bir bakıma

bin yıllık devlet yönetimi geleneğimize uygundur, denilebilir278.

Cumhuriyet Halk Partisi, 1961 Anayasasını hazırlayan Kurucu Meclis’te

elde ettiği eğilim çoğunluğuyla, bütün muhalefet süresince savunduğu fikirleri

noksansız olarak bu Anayasaya koymağa muvaffak olmuştur.

Öyleyse, bu Anayasa, Cumhuriyet Halk Partisi’nin 10 yıl boyunca

savunduğu ilkeleri içine alan bir Devlet görüşünün Anayasasıdır, diyebiliriz279.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 9 Temmuz 1961 tarihinde kabul edilen

Anayasasıyla tesis edilen kurumlar aracılığıyla, Türkiye’de Kemalist rejimin

sürekliliği güvence altına alınmaya çalışılmıştır. Özellikle Kemalist rejimin

ilkeleri ile iç ve dış güvenlik politikalarının belirlenmesinde ve uygulamaya

geçirilmesinde, “Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye

Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumak” görevini üstlenmiş olan ve bir nevi

devleti temsil eden ordu ve anayasal kuruluşlar ile hükümetler arasında bir

ayrım oluşmaya başlandığı sezilmektedir.

277

a.g.e., 10-11. 278

a.g.e., 11. 279

a.g.e., 13.

Page 383: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

375

1– Devleti Koruma ve Kollama Görevi : CHP’nin

Yerine Ordu

Atatürk devrimleri ile rejim olarak Kemalist cumhuriyet ortaya çıkmıştır.

Madem ki, Kemalist cumhuriyetin duyarlılıkları ve kaygıları bugün de

paylaşılmaktadır ve yasa koyucu Atatürk, cumhuriyeti, “nazik coğrafyada”,

ateş çemberi” içinde kurmuş ve ilkelerini belirlemiştir, onların değişmemesi,

değiştirme girişimlerine karşı da korunması gerekir. Düzeni kuran CHP oy

yarışına girmek zorunda kaldığından, bu düzeni koruma rolünü de bırakmıştır

ya da ancak oy getireceğine inanırsa düzeni savunur. Rejim olarak Kemalist

cumhuriyeti tabandan gelecek girişimlere karşı koruma görevini de, iç hizmet

kanununda da ifade edildiği gibi, Silahlı Kuvvetler üstlenmiştir. Bu kuvvet,

bilindiği gibi, yürüyüş kolunun bozulduğuna kanaat getirince, zaman zaman

müdahalelerle düzenlemeler yapmıştır280.

Kendini Atatürk’ün mirasının bekçisi addeden ordu içerisinde, DP’nin

Kemalist geleneklere ihanet ettiği kanısı çok güçlüdür. 27 Mayıs 1960

müdahalesini gerçekleştiren Milli Birlik Komitesi’nin 12.06.1960 tarih, 1 sayılı

kararı müdahalenin gerekçesini açıklamaktadır. Bu gerekçe şöyledir:

“Đktidar Partisi idarecileri tarafından Anayasa çiğnenmiş, Türk Milletinin bütün fert ve insanlık hak ve hürriyetleri ve masuniyetleri ortadan kaldırılmış, muhalefet murakabesi işlemez hale getirilerek tek parti diktatöryası kurulması suretiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi fiilen bir parti grubu durumuna düşürülmüş ve meşruluğunu kaybetmiştir. Bu durum karşısında Dahilî Hizmet Kanununun 34’üncü maddesi ile “Türk yurdunu ve Teşkilatıesasiye Kanunu ile tâyin edilmiş olan Türk Cumhuriyetini kollamak

280 Hasan ÜNDER: “Kemalist Cumhuriyetçiliğin Klasik Ruhu,” Birikim, No: 115 (Kasım 1998), 73.

Page 384: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

376

ve korumak“ vazifesi kendisine verilmiş olan Türk Ordusu, vatandaşı birbirine düşürmek suretiyle Türk Vatanını ve millî varlığı tehlikeye koymuş olan eski iktidara karşı bu mukaddes kanuni vazifesini yerine getirmek ve Hukuk Devletini yeniden kurmak için, Türk Milleti adına harekete geçerek, Milleti temsil vasfını kaybetmiş olan Meclisi dağıtıp iktidarı, geçici olarak, Milli Birlik Komitesine emanet etmiştir281.

27 Mayıs 1960 müdahalesi’ni yapanlar da ülkenin ikiye bölünmesi

tehlikesi karşısında “Devleti kurtarmak” isteyenlerdi. 27 Mayıs 1960 Askeri

Müdahalesi’nden günümüze kadar, askeri ve siyasi tüm argümanlarda sık sık

anımsatılan TSK Đç Hizmet Kanunu’nun 35. Maddesindeki,

“TSK’nın görevi Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır”

şeklindeki vurgu ile TSK Đç Hizmet Yönetmeliğinin 85. Maddesindeki;

“Vazifesi Türk yurdu ve Cumhuriyeti’ni içe ve dışa karşı lüzumunda,

silahlı korumak olan Silahlı Kuvvetler’de her asker kendi üzerine düşeni öğrenmeye ve öğrendiğini öğretmeye ve icabında son kuvvetini sarf ederek yapmaya mecburdur.”

tanımlaması, bu ideolojik perspektifin teorik zeminini oluşturmaktadır282.

281 Suna KĐLĐ ve Şeref GÖZÜBÜYÜK, 144. 282 Şaban ĐBA: Milli Güvenlik Devleti, 1. Baskı, Đstanbul, Çiviyazıları, Eylül 1999, 81.

Page 385: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

377

2 - Milli Güvenlik Kurulu ( MGK )

27 Mayıs 1960 müdahalesini gerçekleştiren subayların, siviller ile

birlikte yeni dönemin siyaset mekanizmalarını kararlaştırırken, Türkiye’nin

siyasal gelişmesinde ordunun... anayasaya yerleştirilen bir organ (Milli

Güvenlik Kurulu) aracılığıyla adeta siyasal parti (Devlet Partisi) konumuna

yükseltilmesinde önemli paya sahip bulundukları kabul edilmelidir. Milli

Güvenlik Kurulu (MGK) ile ordu zirvesi (genelkurmay başkanı ve kuvvet

komutanları), parlamentonun dışında, hükümetin üstünde, cumhurbaşkanının

başkanlığındaki yarı-askeri komitede anayasaya göre temsil hakkı elde

etmişlerdir. Dolayısıyla generaller, istemeseler bile siyasetin içinde yer almak

zorundadırlar283.

Milli Güvenlik Kurulu, hükümetlerle ordu arasında sürekli bir

eşgüdümün sağlanmasını ve ordu komutanlarının ülkenin temel politikaları

konusunda söz sahibi olmaları için oluşturulmuş ve devletin fiilen en üst karar

organı konumuna gelmiştir.

Önemli olan bir husus, 1961 Anayasasıyla Milli Güvenlik Kurulu’nun

kurulması yoluyla orduya ilk kez anayasal bir rol verilmesiydi. Milli Güvenlik

Kurulu Aralık 1962’de yasayla kuruldu. Cumhurbaşkanının (onun yokluğunda

başbakanın) başkanlık ettiği Milli Güvenlik Kurulu, hükümete iç ve dış

güvenlik hakkında tavsiyelerde bulunuyordu284. Kuvvet temsilcileri,

genelkurmay başkanı ve ilgili bakanlar, memuriyetlerinden dolayı Milli

Güvenlik Kurulu’nun resmen üyesiydiler ve Kurul’un kendi sekretaryası ve bir

283 Sina AKŞĐN ve başk.: Türkiye Tarihi (1908 – 1980 ), C.IV , 193. 284 a.g.e., 193.

Page 386: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

378

takım daireleri vardı. Kuruluşunu izleyen yirmi yıl içinde, MGK giderek devlet

siyaseti üzerinde nüfuzunu genişletti ve kimi zaman gerçek iktidar merkezi ve

karar oluşturma merkezi olarak kabinenin yerini alarak devletin güçlü bir

bekçisi haline geldi285.

1982 Anayasasında ise,

“MGK, Devletin milli güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili kararların alınması ve gerekli koordinasyonun sağlanması konusundaki görüşlerini Bakanlar Kurulu’na bildirir. Kurulun, devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin korunması hususunda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar, Bakanlar Kurulu’nca öncelikle dikkate alınır.”

şekline sokuldu.

Böylece bu kurula hükümetin dışında ve üstünde bir yer ve rol verilmiş

oldu. Nitekim MGK bu çerçeve içinde Erzurum Atatürk Üniversitesi

bahçesindeki ağaçların kesilip kesilmemesinden, TRT program saatlerine,

dış tanıtmadan Dış Đlişkilere kadar, ele aldığı konuları genişletti. Güvenlik

sorunlarının da dışına çıkıldı. Yeni yetkilerle donatılmış Cumhurbaşkanı,

Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının bulundukları toplantıda;

Başbakan, Dışişleri ve Milli Savunma Bakanlarına, Cumhurbaşkanı ile Türk

Silahlı Kuvvetleri’nin görüşleri, duyarlıkları üst düzeyde anlatılmakta, TSK

belirli oranda ülke yönetimine katılmaktadır286.

Ordunun devlet içindeki özerkliğinin yarattığı geleneksel askeri tutum ile

hükümetlerin kısa sürelerle değişmesinin yarattığı siyasal durum

değişiklikleri, MGK’da komutanların lehine bir durum yaratmaktadır.

285 ZURCHER: Modernleşen Türkiyenin Tarihi, 358. 286 M. Ali BĐRAND: Emret Komutanım, Birinci Baskı, Milliyet Yayınları, Kasım 1986, 461-462.

Page 387: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

379

MGK’daki komuta heyeti, hiyerarşik sistem içerisinde ve nöbet değişimiyle de

olsa, orduyu kurum olarak daha düzenli ve sistemli bir şekilde temsil

etmektedir. Đktidardaki siyasal parti veya partilerin oluşturduğu koalisyon

hükümetlerinin konumu ise, ülkede yaşanan siyasi ve uzun süreli bir kalıcılığı

içermemektedir287.

1990’lı yıllara gelindiğinde gerek dış dünyada meydana gelen

değişmeler gerekse iç ve dış bağlantılarıyla ülke iç ve dış siyasetini etkileyen

PKK terörünün tırmanması ve uluslararası alanda kendini kabul ettirmeye

başlaması gerekse de siyasal Đslâm’ın içeride dış destekle birlikte güç

kazandığı algılaması ve siyasal iktidarların gerekli kararlılığı göstermedikleri

düşüncesi orduyu ve onunla birlikte Milli Güvenlik Kurulu’nu ülke iç ve dış

siyasetinde merkezi bir konuma getirmiştir.

Aralık 1996’da MGK’nın çalışmalarını konu alan bir söyleşi sırasında,

dönemin Cumhurbaşkanı Demirel MGK’yı “Türkiye’nin en iyi çalışan

müessesesi” olarak değerlendirmiştir. Demirel;

“Devletin iyi çalışan kurumları var. Milli Güvenlik Kurulu da bunlardan biridir... Bakanlar Kurulu siyasi bir müessesedir. Ama Milli Güvenlik Kurulu devlettir, ve Türkiye’nin en iyi çalışan müessesesidir. Her defasında bir tebliğ verirler. Bunlar fevkalade iyi hazırlanmış tebliğlerdir... MGK çok önemli. Ülkenin bütün meselelerinin ele alındığı bir müessese. Bir gün Türkiye, MGK zabıtlarını yayımlama imkânına sahip olursa bakın neler oluyor.”288

demektedir.

287 ĐBA: Milli Güvenlik Devlet, 205-206. 288 Gencer ÖZCAN: “Doksanlarda Türkiye’nin Ulusal Güvenlik ve Dış Politikasında Askeri Yapının Artan Etkisi,” En Uzun On Yıl, Der. Gencer ÖZCAN ve Şule KUT, 1. Basım, Đstanbul, Boyut Yayın Grubu, Kasım 1998, 76.

Page 388: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

380

3 - Cumhuriyet Senatosu, Anayasa Mahkemesi ve Özerk

Kurumlar

1961 Anayasası ile Türkiye Büyük Millet Meclisi, Millet Meclisi ve

Cumhuriyet Senatosu şeklinde iki kanada ayrılmıştır. Millet Meclisi, genel

oyla seçilen dörtyüzeli milletvekilinden oluşurken Cumhuriyet Senatosu,

genel oyla seçilen yüzeli üye ile Cumhurbaşkanınca seçilen onbeş üyeden

kuruludur. 13 Aralık 1960 tarihli ve 157 sayılı Kanunun altında adları bulunan

Millî Birlik Komitesi Başkanı ve üyeleri ile eski Cumhurbaşkanları, yaş kaydı

gözetilmeksizin, Cumhuriyet Senatosunun tabiî üyesidirler. Cumhuriyet

Senatosuna üye seçilebilmek için kırk yaşını doldurmuş ve yüksek öğrenim

yapmış bulunmak ve milletvekili seçilmeye engel bir durumu olmamak

gerekir.

Cumhurbaşkanınca seçilecek üyelerin ise, çeşitli alanlarda seçkin

hizmetleriyle tanınmış ve kırk yaşını bitirmiş olmaları gerekir289.

Bütün yasalar her iki meclisten geçmek zorundaydı. Senato’nun vetosu

Millet Meclisi’nin üçte iki çoğunluğunca reddedilebiliyordu.

TBMM açıldığında yeni anayasaya göre tabii senatör olarak 27 Mayıs

1960 ihtilalini yapan subaylardan oluşan Milli Birlik Komitesi üyeleri, Milli Birlik

Grubu (MBG) adıyla Cumhuriyet Senatosu’nda yer almışlar, 12 Eylül 1980’e

kadar seçilmiş üyelerin yanında 19 yıl görev yapmışlardır.

Anayasa Mahkemesi, kanunların ve Türkiye Büyük Millet Meclisi

Đçtüzüklerinin Anayasaya, Anayasa değişikliklerinin de Anayasada gösterilen

289

Bkz. Suna KĐLĐ ve Şeref GÖZÜBÜYÜK: Türk Anayasa Metinleri, 193-194.

Page 389: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

381

şekil şartlarına uygunluğunu denetlemekle görevlendirilmiştir.

Üniversiteler, 1961 Anayasasına göre ancak Devlet eliyle ve kanunla

kurulurlar ve bilimsel ve idarî özerkliğe sahip kamu tüzel kişileridir.

Đktisadî, sosyal ve kültürel kalkınma plâna bağlanmıştır. Kalkınma bu

plâna göre gerçekleştirilecektir. Bu işle görevlendirilen kuruluş ise Devlet

Plânlama Teşkilâtı’dır.

Anayasaya aykırı gördüğü yasaları reddedebilen bağımsız bir anayasa

mahkemesi, yargı kurumu, üniversiteler ve kitle iletişim örgütlerinin tam

özerklikleri güvence altına alınmıştı290. Böylelikle, Kemalist rejimin

korunması, seçim yarışları içerisine girdiklerinde laik cumhuriyet hedefinden

saptırtabilecek hükümetlerin dışında, devletin organlarına emanet edilmiş

oluyordu.

B - DEVLETĐN “ÖTEKĐ”LERĐ : SOSYALĐSTLER ve ĐRTĐCACILAR

YA DA ĐSLAMCILAR

“Komünizm”in en büyük iç ve dış tehdit olarak algılandığı bu dönemde,

komünist - sosyalist ve irticacı düşünce ve eyleme konan kısıtlamaların

sürmesine rağmen, 1961 Anayasası, düzenlemeleriyle rejimi, sivil topluma

açan bir anayasa niteliğindedir.

290 ZURCHER: Modernleşen Türkiyenin Tarihi, 357.

Page 390: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

382

Nisbi temsil sisteminin arka arkaya uygulanan değişik biçimleriyle,

küçük partiler siyasette gerçek güçlerinin çok üzerinde rol oynama olanağı

bulabilmişlerdir. Bu ise, rejimi zaafa uğratan ve büyük partiler arasında

görülen kutuplaşmayı körükleyen etken diye söylenmiştir291.

1961 Anayasası’ndan sonra işçi sınıfı ve kendi çıkarlarını 1971’de

kurulan kendi örgütüyle, TÜSĐAD’la daha ileri düzeyde savunmaya kararlı

olan sanayi burjuvazisi iki yeni dinamik güç olarak ortaya çıkmıştır.

1 - Sosyalistler

Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren “öteki” kavramı içerisinde yer alan

sosyalistler, II. Dünya Savaşı ertesinde Sovyetler Birliği’nin süper güç olarak

ortaya çıkması ve Türkiye’nin de içerisinde yer almaya çabaladığı Batı’nın en

büyük “öteki”si olmalarının ardından Türkiye’nin de en büyük “öteki”si

olmuşlar ve Türkiye’nin iç ve dış politikası bu ”öteki”den gelen tehdit

algılamasına göre şekillenmeye başlamıştır.

1961 Anayası’nın getirdiği özgürlükçü ortam içerisinde yasal zeminlerde

örgütlenme olanağı bulan sosyalistler, 13 Şubat 1961’de bir grup sendikacı

tarafından kurulan Türkiye Đşçi Partisi (TĐP) aracılığıyla Türk Amerikan

ilişkilerini ve NATO’yu tartışma platformuna getirmişlerdir.

291 Sina AKŞĐN ve başk.: Türkiye Tarihi (1908 – 1980 ), C.IV, 205.

Page 391: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

383

TĐP’in Ekim 1965 seçimlerinde yüzde 2.9 oyla 15 sandalye elde ederek

TBMM’de yer alması, TBMM’yi Türkiye’nin iç ve dış sorunlarının tartışıldığı

bir forum haline getirecektir. TĐP, 1969 seçimlerinde ise 2 sandalye

kazanacaktır. Türkiye Đşçi Partisi, modern Türkiye tarihinde parlamentoya

temsilci gönderen tek sosyalist partidir ( 1965 – 1969 ve 1969 – 1971 ).

Türkiye Đşçi Partisi, 12 Mart 1971 rejimi tarafından kapatılmıştır. Partinin

kapatılması, özellikle son Đşçi Partisi Kurultayı’nda Kürt halkının varlığını ve

ana dilinde eğitim görme hakkı da içinde olmak üzere haklarını tanıma kararı

alınması nedeniyle devleti yöneten çevrelerin partiyi ağır biçimde

cezalandırma isteğine bağlanır292.

Đç ve dış siyasal gelişmelerin etkisiyle 1968’den itibaren üniversite ve

eğitim alanı dışında solcu öğrenciler, Türkiye’nin bağımsızlığı ve kalkınma

modeli gibi mücadele alanlarına kayacaklardır. Onlar da “devleti

emperyalizmin boyunduruğundan kurtarma” mücadelesi veriyorlardı. Seçim

sistemindeki değişikliklerle sosyalist adaylara parlamento yolunun

kapatılması, parlamento dışı muhalefet düşüncesini savunmalarına yol

açmıştır. 1970’e gelindiğinde genelde öğrenci hareketinin; özelde sosyalist

eylemin ideolojik ve fiili önderliği, devrim için silahlı eylem birlikleri şeklinde

örgütlenmek isteyen ve silahlı mücadeleyi savunun Marksist-Leninist

grupların denetimine geçecektir293. Bu dönemde özerk üniversiteler

ülkelerinin geleceğinden endişe duyan öğrencilerin örgütlenme ve seslerini

duyurma alanlarıdır. Kenan Evren, zamanın bazı rektörlerinin emniyet

kuvvetlerini üniversite kampüsü içerisine sokmadıklarını, sebep olarak da

Anayasa’da üniversitelerin özerk olmasını gösterdiklerini söylemektedir. Bu

durum karşısında ise Evren,

292 KAPLAN, 295. 293 Sina AKŞĐN ve başk.: Türkiye Tarihi (1908 – 1980 ), C.IV, 226.

Page 392: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

384

“Anayasaya göre polis üniversite içerisine giremediğine göre yanlış bir taktikle üniversitelerde solun karşısına sağ güçleri çıkarmak ve böylece bir denge kurma kararı alındı. Bu sefer sağcı ve solcu olarak evvela üniversitelerde, arkasından üniversiteler dışında ve diğer okullarda teşkilat kurulmaya başlandı. Bunun sonucu olarak karşılıklı silahlı saldırılar başladı. Devletin gücü yerine bu güçler birbirleriyle çarpıştılar. Üniversitelerde ilk olaylar başlar başlamaz devletin gücü bunların üzerine sevk edilebilse ve yılanın başı küçükken ezilebilseydi, 1971 – 1972 krizine gelmeyebilirdik. Parlamento ise bu konu üzerinde anlaşamıyor, milletvekilleri karşı partiyi

suçlamakla vakit geçiriyorlardı.” 294

demektedir.

2 - Đrticacılar ya da Đslamcılar

Cumhuriyet’in temel ”öteki”lerinden biri olan irticacılar ya da

Đslamcılar’da 1961 anayasası sonrasında yasal olarak örgütlenme olanağı

bulmuşlar ve giderek daha fazla dikkat çeker olmuşlardır. “Komünist tehdit”

hem devletin hem de dönemin hükümetlerinin tehdit algılamaları içerisinde

yer alıyorken, DP’nin devamı niteliğindeki AP’nin kurmuş olduğu

hükümetlerin, Đslamcılara karşı aynı algılama içerisinde olmadığını söylemek

yanlış olmayacaktır.. Đslamcı hareketin partisi, 26 Ocak 1970’te kurulan Milli

Nizam Partisi(MNP), Atatürk’ü ve Kemalizm’i, silahlı kuvvetleri öfkelendirecek

şekilde açıkça reddediyordu295.

294

EVREN, 142. 295 AHMAD: Modern Türkiye’nin Oluşumu, 205.

Page 393: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

385

3 – Đç Düşmanlara Karşı Yeni Bir Müdahale

12 Mart 1971’de, Batı’nın ve onun değerlerinin en büyük tehdidi olarak

algılanan ve her türlü demokratik hak talebinin komünist oyunu / taktiği olarak

algılandığı bir dönemde kendisini Batılı değerlerin ayrılmaz bir parçası olarak

telakki eden ordu, siyasal iktidara müdahalede bulundu.

Ordu, Parlamento ve Hükümeti, ülkeyi anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve

ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş olmakla, Atatürk’ün hedef olarak

verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidinden uzaklaştırmakla ve

Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğini ağır bir tehlike içine düşürmekle

suçluyordu.

Çözüm, parlamento içerisinde aranıyor ve partiler üstü bir anlayışla

mevcut anarşik durumu giderecek ve Anayasa’nın öngördüğü reformları

Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve devrim kanunlarını uygulayacak kuvvetli

ve inandırıcı bir hükümetin kurulması isteniyordu. Aksi takdirde,

“Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır.”296

denilmekteydi. Bu uyarıdan sonra hükümet istifa etti, bağımsızlardan ve

Meclis dışından alınanlarla yeni bir hükümet kuruldu. Đşler daha sıkı

296 Sina AKŞĐN ve başk.: Türkiye Tarihi (1908 – 1980 ), C.IV, 228-229.

Page 394: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

386

tutulmaya, Meclis de Anayasa değişikliklerini ele almaya başladı.

Genelkurmay Başkanlığı’nın yapılmasını istediği değişiklikler tam olmamakla

birlikte bazı değişiklikler gerçekleştirildi297.

12 Mart 1971 muhtırasından sonra, Türkiye Đşçi Partisi ve Milli Nizam

Partisi kapatıldı. TĐP önderleri komünist propaganda yapmakla ve

Cumhuriyetin ulus – devlet modelini tehdit eden Kürt ayrılıkçılığını

destekleyerek anayasayı ihlal etmekle; MNP, faaliyetlerinde dini ön plana

alarak laikliğe aykırı davranmakla suçlanıyordu.

12 Mart dönemindeki siyasal yargılamalarda, yasalara göre kurulmuş

olan DĐSK, Dev-Genç, DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları), TÖS (Türkiye

Öğretmenler Sendikası) gibi örgütlerin yöneticileri, kurucuları, üyeleri gizli

örgüt mensupları diye suçlanmışlar ve 5-15 yıl arasında değişen ağır hapis

cezalarına çarptırılmışlardır.

Bu dönemde, rejim düşmanı bilinen ve dışarıdan, özellikle iki kutuplu

dünyada Türkiye’nin içerisinde yer aldığı kampın karşıtı sosyalist ülkelerden

dış destek aldığı düşünülen, özellikle sosyalist örgütlenmelere karşı, devleti

koruma ve kollama görevi yerine getirilmiştir.

297

EVREN, 154.

Page 395: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

387

4 - Cumhuriyeti Kuran Parti (CHP )’de Artık “Öteki”lerden Biri

27 Mayıs 1960 müdahalesinden sonra Partilerin liderleri, demokratik

rejimin çalışması için çalışmada anlaşmışlar ve komutanların önünde bu

konuda bir protokol imzalamışlardır. Parti grupları, Cumhurbaşkanlığı adayı

göstermeyecek ve Cemal Gürsel’i destekleyeceklerdir. Đnönü’nün kişiliği de,

hükümete katılma konusunda başlıbaşına bir etkendir. 77 yaşındaki Đsmet

Paşa, “çekilecek misin” sorusuna karşılık şöyle konuşmaktadır 1961

Ekiminde :

“Hayır … Ben yetişmem itibariyle çekilmeyi geniş zamanda düşünürüm. Vaziyet nezaket kesbettikçe benim sebatım çelikleşir.”

der. Nihayet Đnönü 10 Kasım 1961 günü hükümeti kurmakla görevlendirilir ve

20 Kasım 1961 günü, 27 Mayıs sonrasının ilk Bakanlar Kurulu açıklanır.

Đnönü, 24 yıl sonra yeniden Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olur ve kendisini

rejimin güvencesi olarak gören Đnönü, Parti örgütünün hükümet dışında

kalınması yönündeki istemlerine karşın,13 Şubat 1965’de Hükümet bütçesine

225 red oyu verilmesi sonrasındaki istifasına kadar üç koalisyon hükümetinin

kuruluşunu gerçekleştirir298.

Bu dönemde ülkede önemli gelişmeler olmaktadır. 1961 Anayasası’nın

getirmiş olduğu özgürlükçü ortam içerisinde hem sosyalist hem de irticai

örgütlenmeler siyasal sistem içerisinde kendilerine yer aramaktadırlar.

Türkiye’nin iç siyasal sistemi ve dış politikası sorgulanmaktadır ve

eleştirilmektedir. Üniversitelerde solcu öğrencilerin önemli bir etkinliği vardır.

1965 seçimlerinde varlığını ortaya koyan işçi ve köylü hakları konusunda

298

Bkz. Hikmet BĐLA: CHP Tarihi 1919–1979, 348-383.

Page 396: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

388

radikal çözümler öneren TĐP’e bir yönelme vardır. Her gün CHP’nin

geleneksel güçlerinden biri de olan gençliği de parça parça CHP’nin altından

kaydırmaya başlamıştır299.

CHP yeni bir kimlik arayışı içerisindedir. Bu arayış içerisinde “ortanın

solu” hareketi ortaya çıkar. Đnönü, 29 Temmuz 1965 günü şöyle

konuşmaktadır:

“CHP, bünyesi itibariyle devletçi bir partidir ve bu sıfatla elbette ortanın solunda bir anlayıştadır. 1923’deki harap ülkede devletçilik nasıl tek, eşi ve yardımcısı olmayan bir kalkınma çaresi idiyse, bugün de ekonomik hayatımızın temel bir unsurudur”.

Đnönü, bu konuşmadan iki hafta sonra da şu sözleri söylemektedir:

“Çağdaş uygarlığın üstüne çıkmak, ancak devletçilikle mümkündür. Kalkınmamızı yaparken, ekonomik bakımdan, sosyal bakımdan bugünkü uygarlıkta kullanılan solcu, sağcı deyimlerinin son ölçüsünü verelim istedik. Kırk yıldır devletçiyiz, derken aynı şeyi söylüyoruz. Bunun için ortanın solundayız dedim. Aslında laikiz dediğimiz günden beri ortanın solundayız. Halkçıysan, ortanın solunda olursun.”

Bu sözleriyle Đnönü, CHP’nin kırk yıldır ortanın solunda olduğunu,

devletçilik, halkçılık ve laiklik ilkelerinin ortanın solu anlamına geldiğini

söylemektedir. Ama, Genel Başkan’a göre, çağdaş gelişmeler gerektirdiği için

bu ilkelere “ortanın solu” adının verilmesi, kırk yıl gecikmiştir300. Ekim’de ise

Đnönü Samsun’da:

“Ortanın solunda bir anlayış, ülkeyi komünizme, faşizme götürmeyecek tek politika anlayışıdır. Bunu biz temsil ediyoruz. Ortanın solunda yer almış CHP, ülke için büyük güvencedir.” 301

299

Bkz. Hikmet BĐLA: CHP Tarihi 1919–1979, 432-433. 300

Hikmet BĐLA, 393. 301

a.g.e., 394.

Page 397: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

389

demektedir. Ortanın soluna karşı, Parti içinden ve Parti dışından gelen sert

ve seri baskılar karşısında gerileyen bir Đnönü ve o Đnönü’nün şu sözleri

ortaya çıkmaktadır :

“Ülke tam sola kayıyordu. Ortanın solunun gerekçesi tam sola gidişin önlenmesidir. Ben dönmeyeceğim, lüzumu vardır”. “Marksizm ve aşırı ucu komünizmle tam karşı karşıyayız.” “Ortanın solu, ortanın çok soluna da çok sağına da bir duvardır.”

Đnönü’nün bu sözlerindeki düşüncesi yeni değildir302. Đnönü, Kemalist

rejimin, aşırı sol ve aşırı sağ veya geleneksel nitelendirmeyle komünist ve

irticai örgütlenmelerin toplum içerisinde etkinliklerini arttırmaya başlamalarıyla

tehlikeye düştüğü algılaması içerisine girmiştir. Bu algılama içerisinde,

özellikle iki kutuplu sistemin bir tarafını oluşturan komünist blokun da dış

destek verdiğine inanılan komünist örgütlenmeler daha öncelikli olarak ele

alınmıştır. Pragmatik bir yaklaşımla “ortanın solu” özellikle bu tehdide karşı

ortaya çıkmıştır, denilebilir. Ankara eski Valilerinden Nevzat Tandoğan’ın

söylediği ileri sürülen, “gerekirse komünizmi de kapitalizmi de biz yaparız”

anlayışı sezilmektedir. Ancak, Bülent Ecevit’in “ortanın solu” söylemine

yaklaşımının farklı olduğu anlaşılmaktadır. Ecevit ve arkadaşları, CHP’nin

Türkiye gerçeklerini kavrayan Batı tipi bir sosyal demokrat parti kişiliğine

girmesini savunmaktadırlar303. Nitekim, 1968 sonlarında Đnönü’nün Genel

Sekreter’i Ecevit ve yandaşlarından ayrılmaya başladığı gözlemlenecektir.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin “ortanın solu” çizgisini benimsemesinden

sonra partiden kopmalar olmuş, ayrılanlar 12 Mayıs 1967 tarihinde Güven

Partisi’ni kurmuşlar ve sonradan Cumhuriyetçi Güven Partisi adını alan bu

Parti, komünizmi, sosyalizmi ve liberalizmi açıkça reddeden ve Atatürk

302

a.g.e., 403. 303

a.g.e., 407.

Page 398: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

390

milliyetçiliğini şaşmaz bir rehber olarak benimseyen bir pozisyon takınmıştır.

12 Mart 1971 muhtırasından sonra kurulan hükümetlerde etkili olan bu Parti,

siyasal yaşamda askeri çevrelerin temsilcisi olarak değerlendirilmiştir304.

Cumhuriyeti kuran Parti’nin bazı sıkıyönetim savcılarının iddialarıyla

muhatap olmak zorunda kaldığı bir döneme gelinmiştir. Ankara sıkıyönetim

savcısı Baki Tuğ DEV–GENÇ iddianamesinde CHP’yi ağır bir dille suçlamış

ve Parti hakkında soruşturma açılması için girişimler başlatılmıştır.

Đddianamede “solun üçüncü sızma yolu da CHP’nin araladığı ortanın solu

kapısıdır” denilmektedir. Savcılık Ecevit hakkında inceleme yapmaya

başlamıştır. Sıkıyönetim savcılarının, bu iddiaları başta Đnönü olmak üzere

birçok CHP’linin sert tepkisiyle karşılanacak,”görevleri dışına çıkan

savcıların” bu davranışı bir “tecavüz” olarak nitelenecektir. Kahraman

sıkıyönetim savcıları da bu cesaretlerinden perde perde indirim yapmak

zorunda kalacaklardır305.

6 Mayıs 1972’de Đnönü, Ecevit’in emrine girmeyeceğini, Ecevit’in

kazanması halinde devlet hayatının tehlikeye gireceğini söylemiştir. Ancak

5.Olağanüstü Kurultay’da Đnönü’nün son tehditleri de sonuç vermemiş 8

Mayıs’ta, Đnönü CHP Genel Başkanlığı’ndan çekilmiştir. 14 Mayıs 1972 günü

toplanan “Genel Başkanlık Seçimi Özel Kurultayı”nda CHP’nin Üçüncü Genel

Başkanı artık Bülent Ecevit’tir. 30 Haziran 1972 günü toplanan CHP 21.

Kurultayı’nda Đnönü, karşısında ceketini iliklediği Ecevit’e kesin cephe

almamış, hatta, “yeni Genel Başkan’a başarılı olması için elbirliğiyle yardım

etmemiz gerekir” demiştir. Ancak, 3 Kasım 1972’de, hükümetten bakanları

çekme yetkisi Genel Başkan Ecevit’e verilecek ve 4 Kasım 1972 günü

CHP’nin hükümetten çekilme kararı açıklanacaktır. 5 Kasım 1972 günü ise,

304

Bkz. Đsmail KAPLAN: Türkiye’de Milli Eğitim Đdeolojisi, 284-286. 305

Bkz. Hikmet BĐLA: CHP Tarihi 1919–1979, 521.

Page 399: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

391

Đnönü, hayattayken, doğuşunu yaşadığı CHP’den istifa edecektir. Đnönü’nün,

istifa dilekçesi oldukça kısadır :

“CHP Genel Başkanlığı’na, 12 Mart şartlarının nazik mahiyetini ciddiyetle muhafaza ettiği bir zamanda, Parti politikasının memleket için sakıncalı gördüğüm şekil ve istikamette değiştirilmesi sebebiyle CHP’den ayrılmış olduğumu bilgilerinize saygılarımla sunarım.”

CHP’den ayrılanların ve diğer eleştiri yöneltenlerin, o günlerde

işledikleri ortak bir tema vardır. Özetle şu:

“Solcular, sosyalistler, Atatürk’ün ve Đnönü’nün partisi CHP’yi ele geçirmişlerdir; Parti’yi ve ülkeyi sosyalizme, anarşiye sürükleyeceklerdir….”306

Ecevit, Türkiye’nin Avrupa’nın dışında kalmasını ya da NATO’dan

çıkmasını hiç istemiyordu. Đstediği tek şey, tıpkı Đttihatçıların da istedikleri gibi

ülkesine eşit ortak olarak davranılmasıydı.

26 Ocak 1974 günü Đslâmi düşünceyi savunan bir parti ile (MSP) devleti

kuran ve lâikliği titizlikle yerleştiren CHP’nin günün birinde iktidar ortaklığı

yapabilecekleri daha önce düşünülemeyecek bir şeydi.

1975 yılından itibaren Adalet Partisi liderliğinde içerisinde MNP’nin

yerine kurulan MSP ile Đslamcı ve ırkçı özellikler taşıyan Milliyetçi Hareket

Partisi (MHP)’nin de yer aldığı ve aslında, CHP dahil, sola karşı bir nitelik

taşıyan Milliyetçi cephe hükümetleriyle, devlet örgütü içerisinde, ilerleyen

yıllar içerisinde devletin en büyük dış destekli iç düşmanı haline gelecek olan

306

Bkz. Hikmet BĐLA: CHP Tarihi 1919–1979, 535-566.

Page 400: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

392

kadrolar, kadrolaşma olanağı bulacaklardır.

1978 yılında tekrar hükümet kurma olanağı bulabilen CHP ve onun

önderi Ecevit, devletten ya da daha net tanımlamayla Kemalist devletin

mirasçısı ordudan gerekli desteği bulamayacaktır.

Bu dönemde gerek basında ve gerekse Mecliste bilhassa milletvekili

Süleyman Genç’in başını çektiği bir kısım parlamenterler kontr gerilla

konusunu sık sık gündeme getiriyorlardı. Genelkurmay Başkanı evvela

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bütçe konuşmaları dolayısıyla Senatör

Niyazi Ünsal ile Milletvekili Süleyman Genç’in kontr gerilla münasebetiyle

Silahlı Kuvvetlere sataşmalarından duyulan rahatsızlığı dile getiren ve gereği

için Başbakana ve bilgi için Cumhurbaşkanına ve Milli Savunma Bakanı’na

kişiye özel bir yazı yazmıştı. Silahlı Kuvvetler kendisine saldırıldığını

düşünüyordu. Dönemin Genelkurmay Başkanı olan Evren,

“Kontr gerilla dedikleri ise 1952 yılında kurulmuş Özel Harp Dairesi teşkilatıydı. Düşman işgali karşısında yürütülecek gayri nizami harple iştigal eden bir kuruluştu. Kontr gerilla tabiri sonradan uydurulmuş bir tabir olup Silahlı Kuvvetleri yıpratmak için ele alınmıştır. Maalesef bu maksatlı beyanlara ve yazılanlara Ecevit ve hükümeti de inanmış görünüyordu.” 307

demektedir. Ordunun başındakiler, teröre ve Kürt ayrılıkçılığına karşı

“yumuşak” saydıkları Ecevit’in tutumundan giderek hayal kırıklığına uğradılar.

1979 yazında ordu üst kademesinin, artık kaçınılmaz addettiği bir darbenin

hazırlıklarını başlatma kararı aldığının güçlü göstergeleri vardır308.

307

EVREN, 186. 308 ZURCHER: Modernleşen Türkiyenin Tarihi, 381.

Page 401: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

393

Dikkat çekici olan bir durumu ifade etmek gerekir. Ecevit, 1990’lı yılların

sonlarına gelindiğinde Đnönüleşmiştir. O’da artık Kemalist rejimin irticai,

bölücü ve aşırı sol tehditlere karşı kurucusu ve lideri olduğu Demokratik Sol

Parti’yi ve kendisini rejimin koruyucusu bir noktaya oturtacaktır.

5 – 1960-1980 Döneminin Dış Politikası

1960’lı yıllar boyunca gelişme, Đkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren biraz

aşırı bir şekilde sürdürülen Amerikancı dış politika stratejisinin SSCB ve

Bloksuz ülkelerin oluşturduğu güç merkezleriyle bir miktar dengelenmeye

çalışılması şeklinde olmuştur.

Yeni dış politika stratejisinin benimsenmesinde içerde ve dışarıda

önemli bazı gelişmelerin etkisi vardır. Bunlar arasında belkide en önemlisi 5

Haziran 1964 tarihli ve Türkiye’yi Kıbrıs’a askeri müdahale konusunda ikaz

eden Johnson Mektubu’dur. ABD Başkanı Lyndon B. Johnson'ın 5 Haziran

1964 tarihinde Türkiye Başbakanı Đsmet Đnönü'ye yazdığı mektup,

Türkiye-ABD ilişkilerinin yanı sıra Türk dış politikasında da önemli

gelişmelere ve değişmelere yol açmıştır.

Başkan Johnson'ın mektubu 5 Haziranda Ankara’ya ulaştığında

Rumların Kıbrıs’ta Türklere karşı saldırıları iyice şiddetlenmişti. Türk

Hükümeti, 25 Aralık 1963, 15 Şubat 1964, 23 Mart 1964 ve 5 Haziran 1964

günlerinde olmak üzere dört defa, asker göndermek sureti ile Kıbrıs'a

müdahalede bulunmak istemiş, fakat, 1959 Garanti Andlaşmasının

Page 402: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

394

4.maddesine göre böyle bir müdahaleye yetkili olmasına rağmen, bu

teşebbüsler her seferinde çeşitli sebeplerle geri bırakılmıştır309.

1964'te, Kıbrıs olayları nedeniyle, Fener Rum Patriği Athinagoras ve

Đstanbul Rumları, Makarios ve Kıbrıs Rumları ile ilişki içinde olmakla

suçlanmaktadırlar. Đnönü hükümeti, Türkiye ve Yunanistan arasında 30 Ekim

1930 tarihli Đkâmet, Ticaret ve Seyrisefain Anlaşması'nın iptal etme kararı

alır. Bunun sonucunda, Türkiye'ye yerleşmiş Yunan uyruklulardan 12.000 kişi

sınırdışı edilir ve onların evlilikleri dolayısıyla da yaklaşık 28.000 Rum, yani

Patrikhane'nin cemaaatinden yaklaşık 40 bin kişi, Yunanistan'a gitmek

zorunda kalır310.

ABD Başkanı Truman döneminde 12 Temmuz 1947’de Türkiye ile ABD

hükümetleri arasında imzalan “Türkiye’ye Yapılacak Yardım Hakkında

Anlaşma”nın, aslında tamamen ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarını sağlama

almayı amaçladığını, 1964 yılında başka bir ABD Başkanı Johnson itiraf etti.

5 Haziran 1964 günü Kıbrıs’a müdahale kararı alan Türk hükümetinin

Başbakanı Đsmet Đnönü, ABD Başkanı Johnson’dan bir mektup aldı. Johnson

mektubunda :

“ Kıbrıs'ı bir askeri kuvvetle işgal etmek üzere müdahalede bulunmaya karar vermeyi tasarladığınız haberi beni ciddi endişeye sevk etti. Kıbrıs'a yapılacak askeri bir müdahale, Sovyetler Birliği'nin konuya doğrudan doğruya karışmasına yol açabilir. NATO müttefiklerimizin tam rıza ve muvafakatları olmadan Türkiye'nin girişeceği bir hareket sonucunda ortaya çıkacak bir Sovyet müdahalesine karşı Türkiye'yi korumak mükellefiyetleri olup olmadığını müzakere etmek fırsatını bulmamış olduklarını takdir buyuracağınız kanaatindeyim. Türkiye ile aramızda mevcut Temmuz 1947 tarihli anlaşmanın IV. Maddesi mucibince, askeri yardımın, veriliş maksatlarından başka

309 ARMAOĞLU: Belgelerle Türk – Amerikan Münasebetleri, 266. 310 MACAR, 201-202.

Page 403: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

395

amaçlarla kullanılmaması için, hükümetinizin ABD'nin onayını alması icap etmektedir. Mevcut şartlar tahtında Türkiye'nin Kıbrıs'a yapacağı bir müdahalede Amerika tarafından temin edilmiş olan askeri malzemenin kullanılmasına ABD'nin muvafakat etmeyeceğini bütün samimiyetimle ifade etmek isterim...”

diyordu. Bu tehdit mektubuna Đsmet Đnönü'nün cevabı sertti:

“ Mesajınız gerek yazılış tarzı, gerek içindekiler bakımından Amerika ile ittifak münasebetlerimizde daima ciddi dikkat göstermiş olan Türkiye gibi bir müttefikinize karşı hayal kırıcı olmuş, ittifak münasebetlerine değinen muhtelif konularda önemli görüş ayrılıkları belirtilmiştir. Mesajınızın, Kıbrıs'ta girişilecek bir harekát sonucunda, Sovyetler'in müdahalesine maruz kaldığı takdirde, NATO müttefiklerinin Türkiye'yi savunma yükümlülükleri konusunda tereddüt izhar eden kısmı, aramızda büyük görüş farkı olduğu intibaını vermektedir. Bu bizim için büyük bir teessür ve ciddi bir endişe kaynağı olmuştur. NATO'nun bünyesi, mütecavizin iddialarına kapılacak kadar zayıfsa, tedaviye muhtaç demektir. NATO Andlaşması, üye devletlere, taarruza uğrayan üyeye derhal yardım etmek vecibesini yüklemektedir. Diğer üyeler, Sovyet müdahalesine maruz kalan NATO üyesinin haklı olup olmadığı, müdahaleyi kendi davranışı ile tahrik edip etmediği gibi hususları tartışmaya kalkışır ve tartışma sonucuna göre yardım mükellefiyeti olup olmadığını tesbit cihetine giderse, NATO ittifakının temel direkleri sarsılmış ve anlamı kalmamış olur.” 311

Özetle Johnson, Türkiye Başbakanı’na ‘ABD silahlarını Amerikan

çıkarları dışında kullanamazsınız” diyordu. 1961 Anayasasının geniş hürriyet

sistemi içinde, 1962’den itibaren, Türkiyede sol akımların da suyun yüzüne

çıkmaya başladığı gözönüne alınırsa, Johnson Mektubu'nun ne derece

talihsiz bir teşebbüs olduğu kolaylıkla görülür. Đşte bu atmosfer içinde dir ki,

Türkiye’de sol çevreler "ikili anlaşmalar" meselesini ortaya atmaya

başlamıştır.

311 Kurthan FĐŞEK: Ankara’nın Telefonları Ankara’nın Mektupları, Hürriyet, 19 Aralık 2000.

Page 404: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

396

"Đkili Anlaşmalar" konusu Türkiye NATO'ya katıldıktan sonra ortaya

çıkan bir meseledir.

NATO kurulduktan sonra üye devletler arasında 1951 Haziranında

"Kuvvetler Statüsü Anlaşması" denen ve üye devletlerdeki Amerikan

kuvvetlerinin statüsünü düzenleyen bir anlaşma imzalanmıştı. Türkiye

NATO'ya katıldıktan sonra 10 Mart 1954’de bu anlaşmaya o da katılmış ve

bu çerçeve içinde Amerika ile Türkiye arasında 23 Haziran 1954’de Askeri

Kolaylıklar Anlaşması imzalanmıştır. Bundan sonra bu anlaşmaya

dayanarak, Amerika ile Türkiye arasında, daha doğrusu Amerikan makamları

ile Türk makamları arasında, bir takım ikili anlaşmalar yapılmıştır. Bu ikili

anlaşmalar esas itibari ile iki konu üzerinde toplanmaktaydı: Birincisi

Amerikalılara sağlanan üs ve tesislerdi. Đkinci kısım anlaşmalar ise, Amerikalı

personelin Türkiye’de sahip olacağı yetkileri ve ayrıcalıkları tesbit ediyordu.

Bilhassa bu yetki ve ayrıcalıklar, zamanla o kadar genişletilmiştir ki, bunlar,

Türkiye’nin egemenlik haklarına ters düşen kapitülasyon mahiyetini almış ve

uygulamada da Amerikalı personel ile Türkler arasında sürtüşmelere ve

sosyal rahatsızlıklara sebep olmuştur.

Türk Dışişleri Bakanlığı’nın 21 Ocak 1967’de yaptığı açıklamaya göre,

bu ikili anlaşmalar 54 tane olup, üçü 1950’den önce, 31 tanesi 1950-1960

arasında ve 20’si de 1960-1965 arasında yapılmıştı. 1965 Ekiminde iktidara

gelen Adalet Partisi zamanında hiç bir ikili anlaşmanın yapılmadığı o

zamanki Dışişleri bakanı tarafından açıklanmıştır.

Kamu oyunun baskısı üzerine Türk hükümeti, 7 Nisan 1966’da ABD

hükümetine verdiği bir notada bu anlaşmaların "tedvin ve ıslahı"nı yani

Page 405: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

397

konsolidasyonunu istemiştir.

Türkiyenin bu müracaatı üzerine başlayan, ikili anlaşmaların

konsolidasyonu müzakereleri sonunda 3 Temmuz 1969’da Türk-Amerikan

Savunma Đşbirliği Anlaşması imzalanmıştır.

Gizli olan bu anlaşma, 1970 Ocak ayında Büyük Millet Meclisi ile

Senato'nun gizli oturumlarında üyelere açıklanmış ve 7 Şubat 1970’de de

Başbakan Süleyman Demirel tarafından yapılan bir basın toplantısında bu

anlaşmanın ancak temel prensipleri hakkında bilgi verilmiştir.

Türk-Amerikan Savunma Đşbirliği Anlaşması'nın metni 16 Mart 1975 ve

17 Mart 1975 günlerinde Hürriyet gazetesi tarafından kamu oyuna

açıklanmıştır. Bu açıklamanın, Türkiye’ye karşı 5 Şubat 1975‘de

uygulanmaya başlanan Amerikan silah ambargosundan sonra yapılması

dikkati çekmektedir312.

1974’te Kıbrıs’a asker çıkaran Türkiye, ABD’nin yine benzer bir tutumu

ile karşılaştı. 1974’te Yunanistan desteğinde Kıbrıs’ta bir hükümet darbesi

yapılması üzerine Türkiye, andlaşmalarda tanınmış garantörlük hakkını

kullanarak ada’ya askeri müdahalede bulunmuş ve Kıbrıs’ın bir kısmında

askeri kontrol kurmuştur.

Türkiye’nin Kıbrıs’a askeri müdahalesi toprak, nüfus ve güvenlik

açısından yeni koşullar yaratmıştır. Rumlar Kıbrıs’ın güneyine göç ederken,

Türkler de adanın Kuzeyine göç etmişler, böylelikle de etnik bakımdan

birbirinden ayrılmış iki bölge oluşmuştur. Türklerin dışarıya göçleri nedeniyle

312 ARMAOĞLU: Belgelerle Türk – Amerikan Münasebetleri, 277-278.

Page 406: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

398

daha da bozulmuş olan nüfus dengesi Türkiye'den Kıbrıs'a nüfus aktarması

yapılmasıyla bir ölçüde giderilecektir313.

Türk-Yunan ilişkilerinde hem Kıbrıs hem de Ege ve Batı Trakya

konularında sürmekte olan sorunlar bu dönemde artmıştır. Türkiye’nin

Kıbrıs’a müdahalesinden sonra 5 Şubat 1975 tarihinde ABD, Türkiye’ye silah

ambargosu uygulamaya başlamıştır. Türkiye’nin 1974 Kıbrıs harekatında

Amerikan silahlarını kullanmış olması, Amerikan Kongresi’nin tepkisine

sebep olmuş ve Kıbrıs'ta barışçı bir çözümü kabul edinceye kadar, Türkiye’ye

silah satılmaması hususunda, Eylül 1974’ten itibaren, Amerikan Kongresinde

bir faaliyet başlatılmıştır. Başkan Ford yönetimi ise, Kongre'nin ambargo

faaliyetini önlemek için harekete geçmiş ise de, bir kaç ay süren bu

mücadeleyi Kongre kazanmış ve 93-559 sayılı kanunla Türkiye’ye silah

ambargosu uygulanmasına karar verilmiştir. 5 Şubat 1975 tarihine kadar,

Türkiye’nin ateşkese riayet etmemesi, Kıbrıs'taki askerlerini arttırması veya

Kıbrısa yeniden asker ve silah sevketmesi halinde, ambargonun bu tarihte

uygulanmasını öngören bu kanun Senato'da 43’e karşı 49 oyla 17 Aralık

1974’de (8 kişi oylamaya katılmamıştır) ve Temsilciler Meclisi'nde de 189 a

karşı 209 oyla (36 kişi oylamaya katılmamıştır) kabul edilmiş ve 30 Aralık

1974’de de kanunlaşmıştır314. Öngörülen şartların hiçbiri 5 Şubat 1975

tarihine kadar gerçekleşmediği için de Amerikanın silah ambargosu bu

tarihte yürürlüğe girmiştir. Türkiye'nin Amerikan silah ambargosuna cevabı

ise, 13 Şubat 1975 de, Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin kuruluşu olmuştur.

Bundan sonra Türkiye ile Amerikan Kongresi arasında bir mücadele

başlamıştır. Başkan Gerald Ford, bu durum karşısında, bir yandan Kongre'yi

yumuşatmaya çalışırken, öte yandan da Türkiye'nin Kıbrıs konusunda taviz

vermesini sağlamak için çaba harcamıştır.

313 Kıbrıs’a Türkiye’den nüfus aktarımı hakkında Bkz. Özker ÖZGÜR: Kıbrısta Demokrasi Bunalımları, 1. Baskı, Cem Yayınevi, 1992, 326. 314 ARMAOĞLU: Belgelerle Türk – Amerikan Münasebetleri, 286.

Page 407: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

399

Başkan Ford'un Kongre nezdindeki çabaları, 19 Mayıs 1975’te,

Senato'nun, ambargoyu kaldırma kararı alması neticesini vermiş ise de,

Temsilciler Meclisi bu karar karşısında hiç bir harekette bulunmadı.

Bunun üzerine Türk Hükümeti, 17 Haziran 1975 günü Amerikan

Hükümetine bir nota ile, Türkiye'deki 20 kadar Amerikan üs ve tesisinin

statüsü hakkında Türkiye ile 30 gün içinde müzakereye girmediği takdirde,

"yeni bir durumun" doğacağını bildirmiştir.

Türkiye'nin bu baskısı üzerine Temsilciler Meclisi, Senato'nun 19

Mayısta kabul ettiği, ambargonun kaldırılmasına ait kararını, 24 Temmuz

1975’de ele aldı. Ancak, kanun tasarısı, yine aynı gün, 206 oya karşılık 223

oyla reddedildi.

Bunun üzerine Türk Hükümeti, 25 Temmuz 1975 günü yapılan kabine

toplantısında, 3 Temmuz 1969 tarihli Savunma Đşbirliği Anlaşması'nı fesh etti

ve aynı gün bu karar bir nota ile Amerikan Hükümeti'ne bildirildi315.

Türkiye'deki bütün Amerikan üs ve tesisleri Türk Silahlı Kuvvetleri'nin "kontrol

ve gözetimi” altına konuldu. 1975 yılı sonlarından itibaren iki tarafın karşılıklı

tutumlarında bazı yumuşama işaretlerinin belirmesi üzerine, Türkiye, Amerika

ile yeni bir savunma işbirliği anlaşması imzalamaya razı oldu ve yeni

anlaşma konusundaki müzakereler tamamlanarak, bu yeni anlaşma 26 Mart

1976’da Washington'da imzalandı. Arkasından da hemen basına açıklandı.

Bu anlaşmanın bazı özellikleri vardır: 1) Anlaşma, Türkiye'ye uygulanan

ambargonun kalkmasından sonra yürürlüğe girecekti. 2) Bu anlaşma Kongre

315 Bkz. Fahir ARMAOĞLU: Belgelerle Türk – Amerikan Münasebetleri, 287.

Page 408: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

400

tarafından onaylanacaktı. 3)Türkiye'ye yapılacak yardımın miktarı anlaşmada

belirtilmiştir. Buna göre, Amerika Türkiye'ye, 4 yılda 1 milyar dolarlık yardım

yapacak ve bunun 200 milyon doları hibe olacaktı. 1977 yılı sonunda

Süleyman Demirel Başkanlığındaki Adalet Partisi Hükümeti’nin istifa

etmesinin ardından kurulan Bülent Ecevit başkanlığındaki Cumhuriyet Halk

Partisi hükümeti 26 Mart 1976 anlaşmasını benimsemedi. Bu anlaşma

Türkiye tarafından onaylanmadı ve yürürlüğe girmedi316.

1979 Ekimindeki ara seçimleri CHP'nin kaybetmesi üzerine Ecevit

Hükümeti istifa etti. Yerine Süleyman Demirel Başkanlığındaki AP ağırlıklı

koalisyon hükümeti işbaşına geldi. Tabii bu arada, 1978 Eylülünde,

Amerikan Kongresi, 5 Şubat 1975’ten beri devam etmekte olan silah

ambargosunu da sona erdirmişti. Dolayısıyla, Demirel Hükümeti ile Amerika

arasında yapılan müzakereler sonunda, 29 Mart 1980’de Ankara'da,

Savunma ve Ekonomık Işbırlığı Anlaşması imzalandı317.

1977'de ABD Başkanı Jimmy Carter'a ambargodan kaynaklanan yedek

parça eksikliği yüzünden 400 uçağımızın 240'ının uçamaz hale geldiğini

anlattığımı hatırlıyorum, diyen Türkiye eski cumhurbaşkanı Süleyman

Demirel, Türk-Amerikan ilişkilerinin o dönemde dibe vurduğunu da ifade

ediyor 318.

ABD’nin silah ambargosu uygulaması, Türkiye’yi ABD’nin güvenilmez

müttefik olduğu; düşüncesine götürmüş daha kararlı bir biçimde kendine yeni

dostlar aramaya ve diğer bölgelerde daha bağımsız politikalar izlemeye

316 Bkz. Fahir ARMAOĞLU: Belgelerle Türk – Amerikan Münasebetleri, 288. 317 Bkz. Fahir ARMAOĞLU: Belgelerle Türk – Amerikan Münasebetleri, 300. 318 Ben Demokrasi Mühendisiyim, Hürriyet, 02 Ekim 2003.

Page 409: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

401

yöneltmiştir.

Johnson Mektubu'nun metni o zaman kamu oyuna açıklanmamakla

beraber, mektubun gelişini uzun müddet saklamak mümkün olmamıştır.

Çünkü, gerek bu mektup, gerek Başbakan Đnönü'nün bu mektuba cevabı,

gönderilmeden önce, TBMM’nin gizli oturumunda okunmuştur. 319

Johnson mektubundan Türk kamuoyunun, Hürriyet gazetesinde,

mektubun tam metninin, 13 Ocak 1966'da Cüneyt Arcayürek tarafından

yayımlanmasından sonra haberi olmuştur. Hürriyet gizli tutulan mektubu

yayımlayınca, 15 Ocak 1966'da dönemin iktidarı, Đnönü'nün verdiği yanıtı da

açıklamak zorunda kaldı320. Türkiye’de Amerikan karşıtlığının artmasında

Johnson mektubu önemli bir rol oynamıştır. “Go Home”larla başlayan bir

Amerikan aleyhtarlığı Ankara sokaklarını kaplamıştı. Devrin Başbakan'ı o

soğuk savaş yıllarında, ABD'ye kafa tutarken, "Gerekirse duvarın öteki

tarafına geçeriz" diyerek gözdağı veriyordu. Deneyimli devlet adamı Đsmet

Paşa bile "Dünya yeniden kurulur ve Türkiye o yeni dünyada yerini alır"

diyordu. O günlerin koşullarında bu tepkiler olağandı ve dünyayı bir "Güç

dengesi" etkiliyordu. CHP içinde bile, "NATO'ya hayır" diyenler, sadece bir

savunma paktı olan NATO'yu yerden yere vuranlar az değildi. 321

Türkiye'deki anti-Amerikan hareketlere bir ivme sağlayan mektup,

NATO'nun ve Türk dış politikasının 'tabu' konular arasından çıkmasında

önemli rol oynamış, Türkiye, artık Sovyetler ve Ortadoğu ülkeleriyle de

ilişkilerini geliştirmesi gerektiğinin farkına varmıştır. Türkiye, Sovyetler Birliği

ve Arap devletleri dahil, Doğu Bloku ülkeleri ve üçüncü dünya ülkeleriyle

ilişkilerini geliştirme politikası izlemeye başlamıştır. Sovyetler Birliği ile

319 ARMAOĞLU: Belgelerle Türk – Amerikan Münasebetleri, 266. 320 Johnson’un Mektubu Gibi, Hürriyet, 07 Temmuz 2003. 321 Kurtul ALTUĞ: Nereden Nereye?, Gözcü , 17 Kasım 1999.

Page 410: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

402

ilişkilerin gelişmesi daha çok ekonomik ilişkilerin arttırılması yoluyla olmuştur.

Mart 1967’de Türkiye Moskova ile o zamana kadar hiçbir ülkeyle

imzalamadığı, en geniş kapsamlı sanayi yardımı anlaşmasını imzalamıştır322.

Eylül 1969’da, Türkiye, Rabat’ta (Fas) toplanan ilk Đslam Zirvesi

Toplantısı’na gözlemci olarak katılmıştır. Ortadoğu ihtilafında Türkiye

Filistinliler ve Arapları destekleyen bir politika izlemiş, Đsrail’le ilişkilerini sınırlı

düzeyde sürdürmüştür.

Türkiye çok yönlü politikasında başarılı olmuşsa da Birleşmiş Milletler ve

diğer uluslararası platformlarda Kıbrıs sorununda umduğu desteği elde

edememiştir.

Türkiye’nin farkına vardığı bir başka şey ise silah açısından ABD’ye

bağımlı olmanın istenmeyen sonuçlar yaratabileceğiydi. Bu mektuptan sonra

Türkiye çıkarma gemileri yapmaya başlayacak, ulusal silah sanayisini

geliştirme arayışı içerisinde olacaktır.

Türk-Amerikan ilişkilerindeki etkisiyle, Türk dış politikasının sınırlamaları

konusunda açtığı yeni perspektiflerle “Johnson mektubu”nun titreşimleri,

bugün de devam etmektedir. Diplomasi tarihinde etkileri bu kadar derinlere

giden bir ikinci belge bulmak gerçekten zor(dur). 323

ABD eski başkanı Clinton’ın, 1998 yılında dönemin Cumhurbaşkanı

Süleyman Demirel’e ABD’nin Körfez'e yönelik politikasına Türkiye’nin

desteğini isteyen kabalık ve tehdit içeren bir mektup gönderdiği ileri

322 Süha BÖLÜKBAŞI: “Türkiye ve Đsrail: Mesafeli Yakınlıktan Stratejik Ortaklığa,” Liberal Düşünce, C. 4, No: 13 (Kış 1999), 142. 323 Đnönü'den ABD'ye Tarihi Çalım, Radikal, 22 Nisan 2002.

Page 411: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

403

sürülmüştür324. Mektuba ilişkin olarak, kıdemli siyasetçi eski Başbakan Bülent

Ecevit’in;

"Amerika, Türkiye'nin hiçbir zaman tehdite boyun eğmeyeceğini bilir. Onun için mektupta bir tehdit uslubu kullanmış olabileceğine ihtimal vermek istemiyorum. Türkiye öteden beri sorunlarını diğer uluslara sorun çıkarmadan kendi haklarını gözetmiş bir ülkedir. Tehditler tepki uyandırır." 325

şeklindeki değerlendirmesi, Kıbrıs çıkarmasından sonra ‘Johnson mektubu’

kriziyle en ağır sarsıntısını geçiren Türkiye-ABD ilişkilerini, Kuzey Irak'ta 11

Türk askerinin gözaltına alınıp, Bağdat'a götürülmesinin “Johnson mektubu”

kadar sarstığı şeklindeki yorumlar326, “Johnson mektubu”nun uluslararası

alanda, genelde Batıyla, özelikle de ABD ile yaşanan sorunlarda hem bir

kendine güven hem de ABD’ye güvensizlik kaynağını teşkil eden bir önemli

unsur olarak, belleklerdeki yerini korumaya devam ettiğini göstermektedir.

C – 12 EYLÜL 1980: ORDU KORUMA ve KOLLAMA GÖREVĐNDE

12 Eylül 1980’e gelindiğinde, Türkiye’de sosyalist sol etkinliğini

arttırmış, terör olayları gittikçe artan bir seyir izlemeye başlamış, doğu ve

güneydoğu bölgesindeki ayrılıkçılık hareketleri artmış, irticacılar 6 Eylül’de

Konya’da büyük bir gösteri yapabilecek kadar güçlü bir konuma

324 Melih AŞIK: “BĐZE MÜSTEHAK ”, Milliyet , 05 Şubat 1998. 325 Tehditleri Sevmeyiz, Milliyet, 05 Şubat 1998. 326 Bkz. Johnson’un Mektubu Gibi, Hürriyet, 07 Temmuz 2003.

Page 412: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

404

gelebilmişlerdi. 6 Eylül’de Milli Selamet Partisi(MSP)’nin Đsrail’in Kudüs’ü

işgali dolayısıyla Konya’da düzenlediği mitingde Türk Đstiklâl marşını

söyleyenler protesto edilmiş, Arapça pankartlarla, ilâhiler söylenerek yürüyüş

yapılmış ve adeta 1908’deki irticai kalkışmanın ( 31 Mart olayı) bir tekrarı

gerçekleştirilmek istenmişti. Bu olay, Kemalist rejime karşı irticai kalkışma

olarak algılanmış ve askeri müdahale öncesi bardağı taşıran son

damlalardan birisi olmuştu.

Türkiye’nin iç düşmanlarının Kemalist rejim için ciddi tehdit

oluşturdukları veya bu şekilde algılandıkları bir noktaya gelinmişti. Kemalist

rejimin üç önde gelen iç düşmanı da ciddi bir güç kazanmışlardı. Anarşi ve

terörün önlenememesinden Demokrat Parti’nin misyonunu taşıyan Adalet

Partisi genel başkanı Süleyman Demirel’in başbakanlığındaki hükümet de

tedirgin ve huzursuzdu. Ancak Evren’e göre, hükümet alınması zorunlu

tedbirleri alamamakta, özel mahkemeler kurduramamakta, en önemlisi de

Türkiye’deki tırmanışı Türkiye’nin bir numaralı meselesi olarak

görmemektedir. Yine Evren, sosyalistlerin karşısında yer alan aşırı sağ ve

kendisini ülkücü olarak nitelendiren kuruluşların dönemin koalisyon

hükümetlerinin içerisinde yer alan Milliyetçi Hareket Partisi Genel

Merkezinden yönlendirildiklerinin daha sonra ortaya çıktığını da

söylemektedir327. Đslamcı kimlikli Milli Selamet Partisi de koalisyon

hükümetlerinin üyesidir. Bu durum rejimin korunması için oluşan zaafiyete

işaret etmektedir. Bunlara ilaveten kördüğüm olmuş görünen bir siyasal

sistem ve harap olmuş bir ekonomi var(dır)328.

327 Bkz. EVREN, 224. 328 ZURCHER, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, 391.

Page 413: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

405

1- Siyasal Partiler Baş Sorumlu

27 Aralık 1979’da Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve Kuvvet

Komutanları, bir uyarı mektubunu Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e verirler.

Mektupta, ülkenin içinde bulunduğu ortamdan devletin bekası, milli birliğinin

sağlanması, halkın mal ve can güvenliğinin temini için; anarşi, terör ve

bölücülüğe karşı parlamenter demokratik rejim içerisinde Anayasal

kuruluşların ve özellikle siyasi partilerin, Atatürkçü milli bir görüşle

müştereken tedbirler ve çareler aramalarının kaçınılmaz bir zorunluluk olarak

görüldüğü ifade edilir. Milli Güvenlik Kurulu’nda alınan kararların muhalefete

mensup siyasi partilerin kısır tutum ve davranışları yüzünden olumlu

sonuçlara götürülemediği belirtilir. Milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç

duyulduğu ifade edilen bir dönemde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin görüşleri, Mili

Güvenlik Kurulu Başkanı olan Cumhurbaşkanına sunulmaktadır. Bu mektuba

ilişik Türk Silahlı Kuvvetleri’nin görüşünü aksettiren mektupta ise Anayasa’nın

getirdiği geniş hürriyetlerin kötüye kullanılarak, Đstiklal Marşı yerine komünist

enternasyonali söyleyenlere, şeriat düzeni davetçilerine, demokratik rejim

yerine her türlü faşizmi getirmek isteyenlere, anarşiye, yıkıcılığa ve

bölücülüğe milletin tahammülünün kalmadığı, iktidar olan siyasi partilerin

bütün devlet kademelerini kendi siyasi görüşleri doğrultusunda hareket

edecek kişilerle doldurması nedeniyle, kamu görevlilerinin ve vatandaşların

bölündüğünü, siyasi partilerce yaratılan bu bölünmenin giderek anarşi ve

bölücülüğü destekleyen iç kaynakların şekillenmesine, himayesine, polis,

öğretmen ve diğer birçok kuruluşun birbirine düşman kamplara ayrılmalarına

neden olduğu ifade edilmektedir.

Türk Silahlı Kuvvetleri, ülkenin siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlarına

bir çözüm getiremeyen, anarşi ve bölücülüğün ülke bütünlüğünü tehdit eden

Page 414: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

406

boyutlara varmasını önleyemeyen, bölücü ve yıkıcı gruplara tavizler veren ve

kısır siyasi çekişmeler nedeni ile uzlaşmaz tutumlarını sürdüren siyasi

partileri uyarmaya karar vermiştir.

Türkiye’nin bölgesindeki gelişmeler Orta Doğu’da her an sıcak bir

çatışmaya dönüşebilecek durumdadır. Đçte anarşist ve bölücüler yurt

genelinde genel bir ayaklanmanın provalarını yapmaktadırlar.

Ülkede birlik ve beraberliğin, vatandaşın can ve mal güvenliğinin

süratle sağlanabilmesi için gerekli kısa ve uzun vadeli tedbirlerin TBMM’de

en kısa zamanda kararlaştırılması o zamanki ortam içinde hayati bir önem

taşımaktadır. Ülkenin içinde bulunduğu bu durumdan bir an evvel kurtulması

hükümetler kadar diğer siyasi partilerin de görevleri arasında görülmektedir.

Türk Silahlı Kuvvetleri, iç hizmet yasası ve kendisine verilen görev ve

sorumluluğunun idraki içinde ülkenin hayati sorunları karşısında siyasi

partilerin, bir an önce Türkiye’nin ulusal çıkarlarını ön plana alarak,

Anayasa’nın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek

anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere

karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer Anayasal kuruluşların

da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir329. 20 Ocak 1980’de

Cumhuriyetçi Güven Partisi Genel Başkanı Turhan Feyzioğlu ile görüştüğünü

söyleyen Evren,

“Feyzioğlu ile Ecevit hükümeti zamanında Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında beraber olur ve yurt meselelerini acı acı dile getirirdik. Yine içinde bulunduğumuz korkunç durumu görüştük. Kendisine Silahlı Kuvvetlerin bir müdahalesini bu aşamada düşünmediğimizi, ancak işleri daha da karıştırarak bizleri buna mecbur etmemeleri gerektiğini de söyledim. Feyzioğlu’nu, açık konuşmasından, Atatürkçülüğe gönülden bağlı

329 Bkz. Kenan EVREN: Kenan Evren’in Anıları, Cilt : 1, 330-332.

Page 415: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

407

olmasından, kötü politikacı olmadığından, memleket menfaatlerini parti ve şahsi menfaatlerinin önünde tutmasından dolayı sever ve takdir ederdim.” 330

diyor. Ecevit’in karşısında yer alarak “ortanın solu” anlayışına karşı çıkmış

olan Feyzioğlu’nun rejime ilişkin yaklaşımıyla Genelkurmay Başkanı’nın

yaklaşımının örtüşmesi dikkat çekicidir. CHP “öteki”lerden birisi haline

gelirken CHP’den kopan bir grubun kurduğu Parti, zayıf ama Kemalist rejimin

savunucusu olarak ön plana çıkıyordu331.

Cumhurbaşkanlığı süresi 6 Nisan 1980’de sona eren Fahri Korutürk’ün

yerine, meclisin, 100 tur oylamadan sonra bile bir yenisini seçmekten aciz

olduğunun görülmesi, orduyu tekrar Kemalist devlet düzeninin koruyucusu

olarak ön plana çıkardı.

3 Ağustos 1980’de Demirel’in başkanlığında yapılan 7. ve son

Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı’nda Demirel, soldaki anarşist ve

teröristlerle, sağdaki eylemcilerin giriştikleri eylemleri karşılaştırmış ve soldaki

eylemcilerin mevcut düzeni yıkarak yerine Marksist ve Leninist bir rejim

getirmeye uğraşırken; sağdakilerin devletin yanında yer aldığını, mevcut

rejimi korumaya çalıştığını ifade etmişti. Arkasından bunları söylemekle

sağda eylem yapanları, adam öldürenleri koruyor değilim, kim suç işlerse

cezasını görmelidir demek suretiyle kendisinin yanlış anlaşılmasını önlemeye

çalışmıştı.

330 EVREN, 342. 331 Kenan Evren, yönetime el koyduktan sonra kurulacak hükümete Başbakan olacak kişi ile, bakan olacaklar üzerinde düşündüğünü ve Kuvvet Komutanı arkadaşları ve Đkinci Başkanla bu konuyu görüştüğünü, Başbakan olarak Turhan Feyzioğlu’nu en münasip bulduklarını; ama tam olarak karar vermediklerini ifade etmektedir. Bkz. Kenan EVREN: Kenan Evren’in Anıları, Cilt : 1, 520.

Page 416: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

408

Demirel aslında bunu yeni söylemiyordu. Yurt genelinde yaptığı

konuşmaların birisinde de buna benzer bir beyanat vermişti. Demirel, devlete

silah çekenle, ona mani olmaya çalışanları bir tutmuyordu332.

12 Eylül 1980’de ordu yönetime el koymuş ve üç yıl sürecek olan askeri

yönetim dönemi başlamıştır. Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet

Komutanları’ndan oluşturulan Milli Güvenlik Konseyi’nin 12 Eylül’de yaptığı ilk

bildirisi olan 1 numaralı bildiri müdahalenin gerekçesini açıklamaktadır.

Büyük Atatürk’ün emanet ettiği ülkesi ve milletiyle bir bütün olan, Türkiye

Cumhuriyeti Devleti, dış ve iç düşmanların tahriki ile, varlığına, rejimine ve

bağımsızlığına yönelik fikrî ve fizikî haince saldırılara maruz kalmaktadır.

Devlet, başlıca organları ile işlemez duruma getirilmiş, Anayasal kuruluşlar

tezat veya suskunluğa bürünmüş, siyasi partiler kısır çekişmeler ve uzlaşmaz

tutumları ile devleti kurtaracak birlik ve beraberliği sağlayamamışlar ve

lüzumlu tedbirleri almamışlardır. Böylece yıkıcı ve bölücü mihraklar

faaliyetlerini alabildiğine arttırmışlar ve vatandaşların can ve mal güvenliği

tehlikeye düşmüştür. Bildiride,

“Atatürkçülük yerine irticaî ve diğer sapık ideolojik fikirler üretilerek, sistemli bir şekilde ve haince, ilkokullardan üniversitelere kadar eğitim kuruluşları, idare sistemi, yargı organları, iç güvenlik teşkilâtı, işçi kuruluşları, siyasi partiler ve nihayet yurdumuzun en masum köşelerindeki yurttaşlarımız dahi saldırı ve baskı altında tutularak bölünme ve iç harbin eşiğine getirilmişlerdir. Kısaca devlet güçsüz bırakılmış ve acze düşürülmüştür.”

denilmekte ve şöyle devam edilmektedir:

“Đşte bu ortam içerisinde Türk Silahlı Kuvvetleri; Đç Hizmet Kanununun verdiği Türkiye Cumhuriyetini kollama ve koruma görevini Yüce Türk Milleti

332

Bkz. Kenan EVREN: Kenan Evren’in Anıları, Cilt : 1, 437-438.

Page 417: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

409

adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünü ile el koymuştur.

Girişilen Harekâtın amacı, ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmaktır. Parlamento ve hükümet feshedilmiştir. Parlamento üyelerinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır.

Bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilmiştir. Yurt dışına çıkışlar yasaklanmıştır.” 333

Kenan Evren’in 12 Eylül’de yaptığı konuşma da dikkat çekicidir ve

rejimin tehditlerden arındırılması için izlenecek yöntem konusunda ipuçları

vermektedir:

“Birçok tutum ve davranışlarıyla demokratik özgürlükçü parlamenter sisteme inancını defalarca kanıtlayan Türk Silahlı Kuvvetleri, en kısa zamanda Bakanlar Kurulu’nu kurarak, yürütme sorumluluğunu bu Kurula bırakacak ve hür demokratik parlamenter sistemin şimdi olduğu gibi dejenere edilmesine ve tıkanmasına mani olucu ve Türk toplumuna yaraşır bir Anayasa ve Seçim Kanunu ile Partiler Kanununu hazırlamayı ve bunlara paralel düzenlemeleri yapmayı müteakip insan hak ve hürriyetlerine saygılı, milli dayanışmayı ön plana alan, sosyal adaleti gerçekleştirecek, ferdin ve toplumun huzur, güven ve refahına önem veren özgürlükçü demokratik, laik ve sosyal hukuk kurallarına dayalı bir yönetime ülke idaresini devredecektir.” “……..Tüm işverenlerin iş barışının koşullarını sağlayacak esaslardan ayrılmadan üretimin arttırılması ve ihracata yönelik gayretlerin gelişmesine yardımcı olmaları için ter türlü tedbir alınacaktır.” “Eğitim ve öğretimde Atatürk Milliyetçiliğini yeniden yurdun en ücra köşelerine kadar yaygınlaştıracak tedbirler en kısa zamanda alınacaktır. Yarının teminatı olan evlatlarımızın Atatürk ilkeleri yerine yabancı ideolojilerle yetişerek sonunda birer anarşist olmasını önleyecek tedbirler alınacaktır. Bu maksatla hepimizin tek tek saygıyla andığımız öğretmenlerimizin Der’li, Bir’li derneklere üye olarak bölünmelerine

333

EVREN, 546-547.

Page 418: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

410

müsaade edilmeyecektir. Her düzeyde öğrencinin amacı Atatürk ilkeleri ve milliyetçiliği ile pekişmiş ve üretime yönelik bilgi ve becerisini kazanmak olacaktır.” 334

Yeni bir Anayasa, yeni bir Seçim Kanunu ile Partiler Kanunu

hazırlanacak ve laik rejimin sürekliliğini sağlayacak, ülke çıkarlarını her şeyin

üzerinde tutacak partilerin içerisinde var olabilecekleri yeni bir düzen

oluşturulması amaçlanmaktadır. Bu yeni düzende, eğitim ve öğretimde

Atatürk milliyetçiliği yeniden yurdun en ücra köşesine kadar

yaygınlaştırılacak; böylelikle genç beyinlerin yabancı ideolojilerin etkisinde

kalarak birer ulusal rejim düşmanı/iç düşman haline gelmelerinin önüne

geçilmeye çalışılacaktır. Bunun yanı sıra, 24 Ocak 1980’de alınan ekonomik

kararların uygulanabilmesi ve verimliliğin arttırılarak ihracatın geliştirilmesi de

ulaşılması amaçlanan hedefler arasındaki yerini almıştır. 12 Eylül yönetimi

ekonomiyi, 1977 seçimlerinde Đslamcı MSP'den milletvekili adayı

olduğunu bildiği halde, 24 Ocak kararlarının mimarı Turgut Özal'a teslim

etti. Đran ve Afganistan şoklarının yaşandığı bir dünyada ABD’nin

hegemonyasını devam ettirme araçlarından birisi olan IMF, bu dönemde

Türkiye'nin borçlarını yeniden yapılandırmasına, ertelemesine ve yıllık

ödemeleri hafifletmesine izin verirken, IMF’yle ülkelerin her zaman

yaptıkları 1'er yıllık sözleşmeler yerine dünyada ilk kez Türkiye’yle 3 yıllık

anlaşma yapmış ve Türkiye'yi “örnek ülke” ilan etmişti335.

En yaşlısı Cumhuriyet’in kurucusu CHP olan siyasal partilerin tümü,

mevcut sorunların sorumlusu olarak görüldüklerinden 16 Ekim 1981 tarih ve

2533 sayılı Kanunla feshedildiler. Eski parlamenterler ve parti

334

Kenan Evren’in konuşma metni için Bkz. Kenan Evren’in Anıları, Cilt : 1, 553-555. 335

Bkz. Baskın ORAN ve başk.: Türk Dış Politikası, Cilt:I, 11. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2005., 16-18.

Page 419: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

411

yöneticilerinden bazıları hakkında beş ya da on yıllık siyasal faaliyet yasakları

getirilecektir336.

Milli Güvenlik Konseyi parti kurucularını veto etme yetkisini eline almıştı.

Ardından milletvekili adaylarını süzgeçten geçirme hakkını kendinde buldu.

Veto sistemiyle iki-üç partiyle istikrar sağlanacağına inanılıyordu.

Yeni seçim sistemi, büyük partilerin son derece lehine düzenlenmiş

bulunuyordu, çünkü yasayı yapanlar, küçük partilerin 1980 öncesindeki

ölçüsüz ağırlığını sistemin yıkılışının nedenlerinden biri olarak

görmekteydiler337.

MGK içinde yapılan tartışmalar sonrasında deniz kuvvetleri eski

komutanı Bülent Ulusu başkanlığında bir hükümetin kurulması kararlaştırıldı

ve bu hükümet 21 Eylülde göreve başladı. Bu hükümette Turgut Özal

ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı oldu ve ekonominin yönetimini

eline aldı338. 7 Kasım 1982’de yeni anayasa kabul edildikten sonra 6 Kasım

1983'te seçimler yapıldı. Seçimde emekli orgeneral Turgut Sunalp'in genel

336 Askerin partilere bakışına ilişkin olarak Mehmet Ali Birand’ın değerlendirmesi şöyledir: -1980’lere kadar CHP, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne daima Atatürk’ün, ardından da eski komutan Đnönü’nün mirası olarak sempatik görünmüştür. Daima CHP’den etkilenmiştir. Hele subayın kökenindeki fakir – orta halli kesit, CHP’nin Sosyal Demokrat yaklaşımlarını sempatiyle izlemiş, sıcak bakmıştır. CHP’nin hükümet döneminde ise, özellikle yüksek düzey subayların Kürtçülük ve Komünizm akımlarına açık bir kadro gibi görmeye başladıkları CHP, bu dönemde ordu içindeki eski prestijini yitirmiştir. - Önce Demokrat Parti, ardından da Adalet Partisi’ne subayın bakışı “genelde” fazla sıcak değildir. Özellikle Demokratların 27 Mayıs sonrasındaki gelişmeleri unutmamaları ve genel bir kampanya yürütmeleri de, Adalet Partililere karşı yaklaşımlarını etkilemiştir. Đçlerinden bazıları daha ılımlı yaklaşmakla birlikte, genelleştirmek gerekirse, bu kanadı temsil eden politikacılara karşı rahatsızlık sürmektedir, denilebilir. - Dinci grupları temsil eden partiler ordu için en kabul edilmeyecek olanlardır. - Eski MHP eğilimli partililer TSK içinde dinciler kadar itilmezler. Benimsenmemekle birlikte, aynı katılıkta olumsuz bir yaklaşım yoktur. Sevilmez, ancak tamamen de dışlanmaz. Bkz.M. Ali BĐRAND: Emret Komutanım, 474-475. . 337 ZURCHER: Modernleşen Türkiyenin Tarihi, 411. 338

Baskın ORAN ve başk.: Türk Dış Politikası, Cilt:II, 8. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2005., 39.

Page 420: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

412

başkanlığını yaptığı Milliyetçi Demokrasi Partisi’nin (MDP) kazanması ve

rejimin bu parti aracılığıyla sürdürülmesi için uğraş verildi. Ama seçimleri

Turgut Özal'ın Anavatan Partisi (ANAP) kazandı. Buna rağmen 12 Eylül

dönemi, K. Evren'in cumhurbaşkanlığının 1989'da sona ermesine kadar

sürdü 339.

2 – Đç ve Dış Düşmanlara Karşı Türk Devletinin Bölünmez

Bütünlüğü

Gerek Milli Güvenlik Konseyi’nin 1 numaralı bildirisindeki, gerekse

Kenan Evren’in 12 Eylül’de yaptığı konuşmadaki hususlar yansımasını 7

Kasım 1982’de kabul edilen yeni Anayasa’da bulacaktır. Anayasanın

başlangıcı ve bütününe hakim olan husus, “Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle

bölünmez bütünlüğü”ne ve “Atatürk milliyetçiliği”ne yapılan vurgudur. Bu

vurgu, tersten bir bakışla, Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle

bölünebileceğinden ve Atatürkçülük/Kemalizm dışındaki

sosyalizm/komünizm/faşizm/Đslamcılık gibi “sapık” ideolojilerin etkinliğinden

ciddi bir kaygı duyulduğu şeklinde anlamlandırılabilir. Bu nedenle de Kemalist

rejimi, 1961 Anayasası’ndan daha ileri düzeyde hükümetlerden ve

hükümetleri oluşturan, CHP dahil, tüm siyasal partilerden iyice

bağımsızlaştırıcı bir kurumsal yapılanmanın oluşturulmaya çalışıldığı ve

böylelikle iç ve dış tehditlerin daha güçlü şekilde savuşturulabileceği

anlayışının etkili olduğu sezilmektedir. Đlerleyen yıllar içerisinde Anayasa’da

bazı değişiklikler yapılmış olmasına karşın genel karakterini sürdürmeye

devam etmektedir.

339

a.g.e., 24.

Page 421: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

413

1961 Anayasası’nda olduğu gibi yine “Türk Milleti, egemenliğini,

Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanmaktadır.

Dikkat çeken değişikliklerden birisi, Cumhuriyet Senatosu’nun kaldırılması

suretiyle tek Meclis sistemine dönülmüş olmasıdır. Bununla birlikte, her biri

geçmişteki olumsuzlukların tekrar ortaya çıkmasını engelleyici fonksiyon

görmesi için tasarlanmış olan 1961 Anayasası’yla oluşturulan kurumlara

ilave olarak yeni Anayasal kurumlar oluşturulmuş, var olanlar

güçlendirilmiştir.

Devleti temsil eden Cumhurbaşkanı’nın yetkileri arttırılmıştır. 12 Eylül

Harekatı’ndan sonra askeri cuntanın oluşturduğu 5 kişilik Milli Güvenlik

Konseyi, Milli Güvenlik Kurulu’nun yerine ikame edilmiştir. MGK Genel

Sekreteri Milli Güvenlik Konseyi’nin sekreterliği görevini üstlenmiş ve kurum

tüm teşkilatı ile konseyin emrinde çalışmıştır340. 12 Eylül yönetimi, 27

Mayıs'tan sonra kurulan MGK'nın asker üye sayısını ve yetkilerini artırarak

ordunun karar verme sürecindeki etkisini genişletmeye çalıştı. Burada en çok

dikkat çeken hukuksal düzenleme, ulusal güvenlikle ilgili olarak MGK'nın

alacağı kararları hükümetin "öncelikle dikkate alacağı" hükmünün getirilmesi

oldu. Bunun yanında, askeri yönetim, iktidarı yeni hükümete teslim etmeden

önce, 1982 Anayasasının 118. Maddesiyle düzenlenmiş olan MGK'nın

yetkilerini, 9 Kasım 1983'te çıkarttığı 2945 sayılı "Milli Güvenlik Kurulu ve Milli

Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği" kanunuyla güçlendirdi ve MGK Genel

Sekreterliğine diğer yetkilerinin yanında "uygulamaları takip ve kontrol etmek"

yetkisi tanıdı341. Böylelikle, Millî Güvenlik Kurulu’nun etkinliği arttırılmış ve

Kurulun, Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği,

340 ĐBA: Milli Güvenlik Devleti, 208. 341

Baskın ORAN ve başk.: Türk Dış Politikası, Cilt:I, 11. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2005, 81.

Page 422: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

414

toplumun huzur ve güvenliğinin korunması hususunda alınmasını zorunlu

gördüğü tedbirlere ait kararlar Bakanlar Kurulunca öncelikle dikkate alınması

gereken kararlar haline gelmiştir. Bununla birlikte, 1983’ten itibaren piyasa

ekonomisinin ön plana çıkması ve bu politikanın uygulayıcısı Başbakan

Turgut Özal’ın etkinliği, ordunun, anayasal ve yasal düzenlemelere paralel

şekilde, iç politikanın aksine dış politikanın oluşum sürecinde yer almasını

engellemiştir. Aslında, ordunun da Türkiye'nin uluslararası kapitalist sistemle

bütünleşmesine ve içte de kapitalist gelişmeye bir itirazı yoktu ve 12 Eylül

zaten bunun koşullarını hazırlamıştı. Ama iş çevreleri ekonomik olarak

güçlendikçe iç ve dış politikada daha fazla ağırlık arayışına girmişler ve bazı

konularda orduyla fikir ayrılığına düşmüşlerdi.

12 Eylül askeri yönetiminin yaptığı tüm hukuksal düzenlemelere karşın,

ordu Özal ve iş çevrelerinin dış politikadaki atak girişimleri karşısında arka

plana düştü ve bu dönemde aktif bir aktör olmaktan çok, Özal'ın Türk dış

politikasının geleneksel çizgisini değiştirme girişimlerini engellemeye

çalışmakla yetindi342.

Yükseköğretim Kurulu (YÖK), üniversitelerin, merkezi bir kontrol altına

alınması amacıyla oluşturulan kurumlardan birisi olarak ortaya çıkmıştır.

Üniversiteler, bütün dekan ve rektörleri doğrudan atayan Yüksek Öğretim

Kurulu’nun oluşturulmasıyla sıkı merkezi denetim altına alınmıştır. Giderek

etkinliğini arttırarak rejimin temel koruyucu organlardan birisi konumuna

gelmiştir.

Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, hür demokratik düzen

ve Cumhuriyet aleyhine işlenen ve doğrudan doğruya Devletin iç ve dış

342

age, s.84.

Page 423: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

415

güvenliğini ilgilendiren suçlara bakmakla görevli Devlet Güvenlik

Mahkemeleri kurulmuştur343.

Đdarenin hukuka uygunluğunun, düzenli ve verimli şekilde yürütülmesinin

ve geliştirilmesinin sağlanması amacıyla, Cumhurbaşkanlığına bağlı olarak

Devlet Denetleme Kurulu kurulmuştur. Cumhurbaşkanının isteği üzerine,

tüm kamu kurum ve kuruluşlarında ve sermayesinin yarısından fazlasına bu

kurum ve kuruluşların katıldığı her türlü kuruluşta, kamu kurumu niteliğinde

olan meslek kuruluşlarında, her düzeydeki işçi ve işveren meslek

kuruluşlarında, kamuya yararlı derneklerle vakıflarda, her türlü inceleme,

araştırma ve denetlemeleri yapabilecektir.

Atatürkçü düşünceyi, Atatürk ilke ve inkılâplarını, Türk kültürünü, Türk

tarihini ve Türk dilini bilimsel yoldan araştırmak, tanıtmak ve yaymak ve

yayınlar yapmak amacıyla Atatürk Araştırma Merkezi, Türk Dil Kurumu, Türk

Tarih Kurumu ve Atatürk Kültür Merkezinden oluşan, kamu tüzelkişiliğine

sahip “Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu “ kurulmuştur344.

Dönemin en büyük dış tehdidi olarak algılanan “hür dünyanın düşmanı”

Sovyetler Birliği idi ve onun ideolojisi “komünizm” de en büyük iç tehdit

olarak algılanıyordu. Kemalist rejimin iç tehdidi yani sosyalistler fazlasıyla

güç kazanmıştı ve bertaraf edilmeleri gerekiyordu.

12 Eylülcülerin Atatürk ilke ve Đnkılaplarını/devrimlerini koruma adına,

toplumu yeniden düzenleme çabaları ve özellikle zamanın en büyük iç tehdidi

343

Devlet Güvenlik Mahkemeleri, 1971’de kurulmuş olup, 1982 Anayasası ile etkinlikleri artmıştır. Avrupa Birliği’ne uyum yasaları çerçevesinde 2000’li yıllarda kaldırılmışlardır. 344

1982 Anayasası ve değişiklikleri için bkz. Suna KĐLĐ ve Şeref GÖZÜBÜYÜK: Türk Anayasa Metinleri, 2. Baskı, Đstanbul, Türkiye Đş Bankası Kültür Yayınları, Mayıs 2000, 262-330.

Page 424: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

416

sosyalistlerden boşaltılan alanı Đslamcı örgütlenmeler dolduracak, onların

etkinlik kazanmaları, bir süre sonra meyvelerini verecek; 1995 seçimlerinden

sonra, bir başka “cumhuriyet ötekisi”nin, irticai kesimin partisi Refah

Partisi’nin iktidara gelmesine ve ülkede bir rejim krizi yaratmasına yol

açacaktı.

12 Eylül müdahalesinden sonra, Kürt ayrılıkçılar yurt dışına çıktılar

ve özellikle Arap ülkelerine dağıldılar. Teröristlerin, Eylül 1980 ile 1988

yılları arasında devam eden Đran-Irak savaşından yararlanarak

yurtdışında üslenmeleri "dış mihrakların tahriki" argümanıyla açıklandı.

Devlet, "güvenlik sorunu"nun yanı sıra, bölgenin azgelişmişliğinden

kaynaklanan bir "sosyo-ekonomik" sorundan başkasını kabul etmedi ve

önlemler de buna uygun olarak sürdürüldü345. Đran-Irak savaşı sırasında

Kürtlerin yaşadıkları kuzey Irak'ta oluşan iktidar boşluğu, PKK'nın bu bölgeye

yerleşmesi için uygun ortamı yaratacak ve 1980’li yılların sonuna doğru

Türkiye’nin en büyük dış destekli iç sorunu haline gelecektir.

1980’li yıllarda Türkiye, iç tehditlerini yazılı hale getirmeksizin bertaraf

etmeye devam ederken, dış tehditlerini Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi ile

yazılı devlet politikası haline getirmiştir. Hükümet, parlamento ve devletin

diğer kurumları bu Belge’nin sınırları dışına çıkamamakta, tüm icraatında bu

belgede belirlenen politik hatta uygun davranmaktadır346. 1983’te başlatılan

ve üç yıl süren bir çalışma sonucu 1 Temmuz 1986’da Genelkurmay’ın

onayından çıkmış olan Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi’nde Yunanistan,

Türkiye açısından Sovyetler Birliği’nden daha “yakın tehdit“ olarak

görülmektedir. Yunanistan’ın getirdiği tehdit “Anadolu’yu istilası” şeklinde

değil, Ege’de statükoyu değiştirme olasılığına göre nitelendirilir. Ege’deki

345

Baskın ORAN ve başk.: Türk Dış Politikası, Cilt:II, 23. 346 ĐBA: Milli Güvenlik Devleti, 106.

Page 425: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

417

Türk çıkarlarının korunması açısından, bu bölgedeki kuvvetlerin güçlü

olmalarına öncelik verilir.

Tehdit değerlendirmesinde ikinci sırayı Varşova Paktı alır. Ancak,

Varşova Paktı ile ilişkiler NATO Savunma Stratejisi çerçevesinde görülür.

Üçüncü sırada Suriye görülür. Hatay’da gözü olduğu gibi bir izlenim

veren Suriye, Đsrail ile savaş durumu nedeniyle, Türk sınırına yakın

bölgelerde kuvvet tutmamaktadır. Genelde, askeri yetenekleri oldukça büyük

olan Suriye “dikkatle izlenmesi gereken “ bir ülkedir. Bu değerlendirmeye

varılmasının asıl nedeni, Şam’ın bir zamanlar Ermeni, bu dönemde de Kürt

örgütlere, kamp, silah gibi destek verdiği yolundaki istihbarattır.

Tehdit değerlendirmesinin dördüncü sırasında Đran ve Irak vardır:

Đran’ın Türkiye’ye karşı bir toprak emeli olmadığı, ancak dogmatik fikir

sızmasını körüklediğinden kuşku duyulur. Humeyni yanlısı örgütlerin

Türkiye’deki faaliyetleri, bu izlenimin temelini oluşturur. Yine de Đran

ordusunun mevcut “yetenekleri” bir tehdit niteliğinde görülmez.

Irak, Đran ile savaştan dolayı askeri yeteneklerinin en düşük düzeyine

varmış durumdadır. Türkiye üzerinde de herhangi bir şekilde toprak alma

niyeti yoktur. Ancak sorun, Iraklıların da kontrol edemedikleri Kürt örgütlerden

kaynaklanmaktadır. Türkiye’nin bölgedeki kuvvetlerinde bir zayıflama

görüldüğü takdirde, Kürt gruplarının Irak topraklarını kullanarak faaliyetlerini

artıracakları sonucuna varıldığından dolayı, tehdit değerlendirmesinde önemli

bir yer verilir. Çünkü Kürt sorunu bir dış tehdit olarak görülür. Bölgedeki

kuvvetler, bu tehdide karşı koyacak şekilde donatılır, eğitilir ve

Page 426: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

418

konumlandırılır347. Türkiye’nin dış politikası da bu tehdit değerlendirmesine

göre şekillenecektir.

3 – 1980’li Yılların Dış Politikası

Uluslararası alanda komünizme karşı ideolojik mücadele yürüten

ABD’nin öncülüğündeki Batı Bloku, 1979’daki Đslam Devrimi’nden sonra

Đran’ı kaybetmişti. Đran’ın rejim değişikliği sonrasındaki Batı karşıtı dış

politikası, Türkiye’nin Batı için taşıdığı stratejik önemi arttırdı. Bunun yanı

sıra Sovyetler Birliği’nin 26 Aralık 1979’da Afganistan’a yaptığı müdahale,

Türkiye’nin stratejik konumunu daha da güçlendirdi.

Bu ortam içerisinde, Đran ve Afganistan’daki gelişmeler Türkiye ve

ABD arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi için uygun ortamın oluşmasına

katkıda bulundu. Müdahale sonrasında sosyalist solun dış destekli iç tehdit

olmaktan büyük ölçüde çıkarılması ve ABD’nin desteğine siyasal, askeri ve

ekonomik açılardan duyulan ihtiyaç Türkiye’yi Batı’yla ve özellikle de

ABD’yle yakınlaşmaya yöneltti. ABD açısından da Türkiye’nin stratejik

öneminin arttığı bir uluslararası ortam oluşmuştu. 21 Eylül 1980’de kurulan

Ulusu hükümeti, 29 Mart 1980 tarihinde imzalanmış olan ve Türkiye'nin

elinde bir koz olarak tuttuğu Savunma ve Ekonomik Đşbirliği Anlaşması'nı

(SEĐA) 18 Kasım 1980'de onayladı. Böylece, Türkiye ile ABD arasında,

anlaşmaya göre onay belgelerinin teati edildiği 18 Aralık 1980’den itibaren 5

yıl süreyle Türkiye’deki üslerin, savunma ve ekonomik ve askeri yardım

347 BĐRAND, 357.358.

Page 427: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

419

konularının çerçevesi belirlenmiş oluyordu348. Anlaşmanın beş yıllık

uygulaması, Amerikan Kongresi’nin, Türkiye’ye yapılacak askeri yardımı

Kıbrıs gelişmelerine bağlaması, Hükümet'in teklif ettiği yardım rakamlarını

devamlı kısması nedenlerine bağlı olarak Türkiye’nin beklentilerini

karşılamadı. Yardımın her yıl kısılması ve Anlaşma ile hiç ilgisi bulunmayan

Kıbrıs meselesi ile bağlantılı hale getirilmesi, Türkiye’nin hoşnutsuzluğuna

sebep oldu.

Diğer taraftan, Türkiye’nin bir şikayeti de, Türkiye’ye yapılan yardımın

Yunanistan'a yapılan yardımla bağlantılı olarak ele alınması ve her iki ülkeye

yapılan yardımın 7/ 10 nisbetine bağlanmasıydı. Yani Türkiye'ye 10 yardım

yapılırsa, Yunanistan'a da muhakkak 7 yardım yapılacaktı. Türkiye bu 7/10

oranının da kaldırılmasını istiyordu.

Bundan dolayı, Türkiye, beş yıl sonunda Anlaşma'nın yenilenmesi

sırasında yapılacak bir değişiklik ile, her yıl yapılacak sabit bir yardım

miktarının bu anlaşmada belirtilmesini en sağlam yol olarak gördü349.

Türk-Amerikan görüşmeleri, 30 Ekim 1985’de Ankara'da başladı.

Türkiye’nin ileri sürdüğü isteklere karşı Başkan Reagan yönetimi diretti. Türk-

Amerikan görüşmeleri çok uzun sürdü. Bu arada, (Aralık 1985’de olduğu

gibi), 24 Nisan'ın "Ermeni soykırımı" olarak kabul edilmesi için Amerikan

Kongresi’nde yapılan teşebbüsler de zaman zaman Türk-Amerikan ilişkilerini

gerginliğe sevketti.

Neticede, Anlaşma'nın değiştirilmesi ve Anlaşma'ya rakam konulması

yerine, Amerikan ve Türk Dışişleri Bakanları arasında bir mektup teatisi

348

Bkz. Baskın ORAN ve başk.: Türk Dış Politikası, Cilt:II, 39. ; Bkz. Fahir ARMAOĞLU: Belgelerle Türk – Amerikan Münasebetleri, 365. 349

ARMAOĞLU: Belgelerle Türk – Amerikan Münasebetleri, 365.

Page 428: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

420

suretiyle, Amerika’nın Türkiye’ye yapmakta olduğu yardımı arttırmak için

Kongre nezdindeki çabalarını arttırmayı, "hibe" yardımlarını en yüksek

düzeye çıkarmayı, Yabancı Askeri Satışlar (FMS – Foreign Military Sales )

kredilerinin Türkiye’ye yüklediği borç yükünün hafifletilmesini, Türkiye'de

savunma sanayiinin gelişmesini kolaylaştırmayı, Türk tekstilinin ithali başta

olmak üzere ikili ticaretin genişletilmesini öngören bir Amerikan "vaadi" ile bir

anlaşma meydana geldi350.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 15 Kasım 1983’te, yeni hükümetin

işbaşına gelmesinden kısa bir süre önce ilan edilmesi seçimleri kazanmış

olan Özal'ı rahatsız etmişti. Sadece Özal değil, 12 Eylül yöneticileri ve

özellikle Dışişleri Bakanlığı da bu karara çok sıcak bakmamıştı. Bu karar, bir

anlamda Denktaş'ın Türkiye'ye dayatmasıyla bir oldu bitti sonucu kabul

edilmişti. Dönemin Devlet Başkanı Evren ise, Amerikalıların bu kararı kabul

edişlerinin gerekçesi olarak, Kıbrıs Türkleri arasında komünistlerin her gün

daha da güçlendiklerini, bu durum devam ederse bir sonraki seçimlerde sol

grupların iktidara geçeceklerini, Rum tarafında zaten var olan komünistlerle

Türk tarafındaki komünistlerin birleşmesi durumunda Akdeniz'de tam olarak

Sovyetlerin istedikleri bir durumun yaratılacağını ileri sürecektir351.

ABD’nin, 15 Kasım 1983'te KKTC'nin ilan edilmesini kınaması,

KKTC'yi tanımak isteyen Pakistan ve Bangladeş'i vazgeçirmesi, Eylül 1984'te

24 Nisan'ı "Đnsanın Đnsana Hunharlık Günü" ilan etmesinin yanı sıra, bu

dönemde Türkiye, Đsrail ve Mısır'dan sonra üçüncü en fazla ABD yardımı

alan ülke haline geldi352. Türkiye, iç uygulamaları nedeniyle Batı Avrupa ile

sorunlar yaşarken, ABD ile bir yakınlaşma süreci içerisinde girmişti.

350

a.g.e., 365-366. 351

Baskın ORAN ve başk.: Türk Dış Politikası, Cilt:II, 108. 352

a.g.e., 31.

Page 429: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

421

Türkiye–ABD ilişkilerinde yaşanan yakınlığa rağmen, özellikle ABD'den gelen

yardım konusunda Türkiye'nin beklentileri tam olarak karşılanamadı. Ayrıca,

Ermeni sorunu, Kıbrıs ve Türk-Yunan ilişkileri gibi birçok konuda ABD'yle

ilişkilerde sorunlar yaşandı353.

Türk-Sovyet ilişkileri ilkin bir soğukluk dönemini yaşadı. Bu devletin

Afganistan’ı işgali ve Türkiye’deki bazı silahlı eylemlere etkisi olduğu kanısı

bunun başlıca nedenleriydi. 12 Eylül yönetiminin Türkiye'deki anarşiden

açıkça Moskova'yı sorumlu tutmasına karşın, SSCB yeni yönetime karşı son

derece duyarlı yaklaşmış, ülke içerisindeki yoğun tutuklamalara tepki

göstermemiştir354.1980'lerden başlayarak SSCB'nin "ideoloji"den

uzaklaştığı ve hem SSCB, hem de Türkiye açısından ekonomik alanda

"yeniden yapılanma" çabalarının yaşandığı düşünüldüğünde, ekonomi

alanındaki işbirliğinin siyasal alana nasıl yansıdığı açıkça

görülmektedir355. 18 Eylül 1984'te imzalanan Doğal Gaz Anlaşması iki

ülke arasındaki ilişkilerde bir dönüm noktası oldu. Đki yıl süren görüşmeler

sonrasında imzalanan anlaşma müteahhitlik hizmetleri ve ticari işbirliği

alanlarında yeni olanaklar yarattı356.

ABD’yle ilişkilerini geliştiren ve iç güvenliğini pekiştiren 12 Eylül rejimi;

1980 sonrası Avrupa’yla ilişkilerinde insan hakları ve demokratikleşme

konularının engelleyici bir unsur olarak ortaya çıkmasının da etkisiyle Üçüncü

Dünya ve Đslâm ülkeleriyle ilişkilerde bir yükseliş yaşadı. Đslâm dünyası ile

olan yakınlaşmanın odak noktası Đslâm Konferansı Örgütü (IKÖ) olmuştur.

Türkiye, üye olmadığı halde, ancak örgüt üyelerinin sahibi olduğu hak ve

yükümlülükleri de üstlenmiştir. 25-28 Ocak 1981'de Mekke ve Taif'te yapılan

3. Đslam Zirve Konferansı’na Türkiye ilk kez eşit düzeyde Başbakan Ulusu

353

a.g.e., 50. 354

a.g.e., 161. 355

a.g.e., 163. 356

a.g.e., 163.

Page 430: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

422

başkanlığındaki bir heyetle katıldı. Konferanstan sonra yayınlanan bildiride

"Đslam ümmeti" deyiminin kullanılması ve "Đslam'a ve Đslam ilke ve değerlerine, bir

yaşam biçimi olarak, kesinlikle bağlı kalınmasının, Müslümanların karşılaştıkları

tehlikelere karşı en önemli kalkan olduğu"nun belirtilmesi, bu bildiriye katılan

Türkiye'nin laiklik ilkesiyle çelişiyordu ama Türk heyeti konferansta Ulusu'nun

yaptığı konuşmada Türkiye'nin laik bir devlet olduğunun ve dış politikasını bu

ilkenin gereklerine uygun olarak yürüteceğinin altının çizilmiş olmasının bu

çelişkiyi ortadan kaldırdığı görüşündeydi357.

16-18 Ocak 1984'te Kazablanka'da yapılan 4. Đslam Zirve Konferansı’na

Türkiye cumhurbaşkanı düzeyinde katılarak örgüte verdiği önemi göstermiş

oldu. Đslam ülkeleri Türkiye'nin bu tavrını yanıtsız bırakmadılar;

Cumhurbaşkanı Evren Konferans başkan yardımcılığına seçildiği gibi, üç

sürekli komiteden biri olan Ekonomi ve Ticari Đşbirliği Sürekli Komitesi

başkanlığına da getirildi. Komite ilk toplantısını 14 Kasımda Evren'in

başkanlığında Đstanbul'da yaptı.

Türkiye Arap devletleriyle ilişkilerini geliştirdikçe ve ĐKÖ içinde daha aktif

bir politika izledikçe, bu örgütü kendi dış politika sorunlarında destek

sağlayabileceği bir platform olarak yönlendirmeyi düşündü. Hemen hemen

tüm Zirvelerde ve dışışleri bakanları toplantılarında Kıbrıs sorununu

gündeme getirerek KKTC'nin üye devletlerce tanınması çağrısında

bulundu358.

1980'lerde Türkiye Körfez ülkeleriyle siyasal, askeri ve ekonomik

ilişkilerini geliştirirken ve genel olarak Orta Doğu'ya yönelik aktif bir

politika izlerken, lrak ve Suriye'yle ilişkilerinde 1960'lardan beri devam

357

a.g.e., 127. 358

a.g.e., 128.

Page 431: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

423

eden iki konuda bugüne dek sürecek sorunlar yaşamaya başladı.

Türkiye'nin bu iki komşu Arap ülkesiyle ilişkilerine, gerek 12 Eylül

sonrasında Türkiye'de yaşanan baskıcı ortam, gerek Đran-Irak savaşı

nedeniyle kuzey lrak'taki güç boşluğundan beslenen Kürt sorunu ve bu

sorunla bağlantısı gözardı edilemeyecek olup GAP'ın hayata

geçirilmesiyle alevlenen Fırat ve Dicle sularının paylaşılmasında ortaya

çıkan anlaşmazlıklar damgasını vurdu359.

Irak'ın 22 Eylül 1980’de sınırın güneyinden girerek Đran topraklarını

işgal etmeye başlamasıyla sekiz yıl sürecek olan Iran-Irak savaşı başladı. 10

gün önce iktidara el koyan 12 Eylül yönetimi savaş başlar başlamaz

Türkiye’nin tarafsızlığını ilan etti ve 8 yıl boyunca Özal hükümetleri

döneminde de tarafsızlık politikasında bir değişiklik olmadı360.

12 Eylül sonrasında Türkiye'den kaçan Türk ve Kürtlerin Ermenilerle

birlikte Suriye'de faaliyet göstermeleri iki ülke arasında temel sorundu. Suriye

adalet bakanının 15-19 Haziran 1981'de Ankara'ya yaptığı ziyaret sırasında

Suçluların Geri Verilmesi ve Ceza Đşlerinde Karşılıklı Adli Yardım Sözleşmesi

imzalanmakla birlikte, bu sözleşme Türkiye'nin istediği kadar geniş kapsamlı

değildi; siyası mülteciler sözleşme kapsamında yer almıyordu. Gerçi, silahlı

eylem yapmış teröristlerin siyasi mülteci sayılmayacağı belirtilmişti ama

uygulamada iki ülke arasında kavramları yorumlama farklılığı bulunduğu kısa

sürede ortaya çıktı. Türkiye, 12 Eylül sonrasında Suriye'ye kaçmış

"terörist"lerin iadesini talep edince, Suriye kendi topraklarında terörist

bulunmadığını, varolan Türk uyrukluların siyasi mülteci olduklarını bildirdi361.

359

a.g.e., 129. 360

a.g.e., 130-131. 361

a.g.e., 131-132.

Page 432: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

424

PKK, 15 Ağustos 1984’te Siirt'in Eruh ilçesinde bir karakola saldırı

düzenleyerek silahlı eylemlerine başladı. Bunun sonrasında Türkiye, Irak

ve Suriye nezdinde sınır güvenliğinin sağlanması konusunda girişimlerde

bulundu. Dışişleri Bakanı Halefoğlu ve Genelkurmay Đkinci Başkanı

Orgeneral Necdet Öztorun'un Bağdat ziyareti sırasında 15 Ekim 1984'te

Türkiye Irak Güvenlik Protokolü imzalandı. 29 Mart 1946'da iki ülke

arasında imzalanmış olan Dostluk ve Đyi Komşuluk Antlaşması’na

dayanan söz konusu protokol iki ülkeye de diğer ülke topraklarında 5

kilometreye kadar sıcak takip hakkı tanıyordu. Türkiye, Đran-Irak

savaşının bitmesinden sonra Irak tarafından sona erdirilecek olan bu

protokolle 1986 ve 1987'de kuzey Irak'ta yaptığı operasyonlar için

hukuksal gerekçeyi oluşturmuştu362.

Türkiye, Kuzey Irak’ta dış destekli en büyük iç düşmanı haline

gelmeye başlayan ayrılıkçı PKK’ya karşı sınır ötesi askeri operasyonlar

gerçekleştirebiliyordu. Ancak, Suriye'den kaynaklanan PKK sızmalarına

karşı sınır ötesi operasyon yapabilme olanağı olmadığı gibi Sovyetler

Birliği tarafından desteklenmekte olan Suriye üzerinde Türkiye’nin baskı

kurabilmesi olanakları da bir hayli sınırlıydı. Sınıraşan Fırat ve Dicle

nehirlerinin sularının paylaşılması konusuyla PKK’ye verilen destek

birbiriyle bağlantılandırılıyordu. Başbakan Özal’ın, Temmuz 1987'de

Şam'a gerçekleştirdiği resmi ziyarette, iki ülke arasında iki protokol

imzalandı. Bunlardan ilki güvenliğe ilişkindi ve taraflar kendi toprakları

üzerinde karşı tarafa yönelik terörist faaliyetlere izin vermeyeceklerini ve

silahlı eylemlere katılmış kişileri iade edeceklerini kabul ediyorlardı.

Đkincisi ise, ekonomik işbirliğine ilişkindi. Bu ikinci protokol Suriye'ye

saniyede 500 m3 su verileceğini öngörüyordu363.

362

a.g.e., 134. 363

a.g.e., 137.

Page 433: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

425

Türkiye'nin ulusal, Đran'ın ise dinsel kaynaklı egemenlik anlayışlarından

doğan ideolojik çelişki, doğal olarak ikili ilişkileri bozan tüm etkenlere temel

oldu. Aslında, Şah döneminde de iktidarın kaynağı ve meşruiyeti konusunda

Türkiye ile Đran arasında bir çelişki vardı ama milliyetçilik ortak paydasında bir

benzerlik de söz konusuydu.

1979'da ortaya çıkan ideoloji farklılığına rağmen, ideolojik çelişki başat

sorun olmayabilirdi. Ama 12 Eylül 1980'de Türkiye'de ordunun darbe

yapması ve askeri yönetimin Kemalizm'i en azından retorikte canlandırmaya

çalışması, buna paralel olarak 1979 Đran Đslam Đnkılabının şeriat düzenini

gündeme getirmesi, ideolojik çelişkiyi ideolojik çatışmaya ve bazı dönemlerde

de krize dönüştürdü. Đki rejim birbirlerini antitez olarak algıladı. Her ikisi de

diğerinin "rejim ihracı" çabasında olduğundan endişe etti.

Đdeolojik çatışma daha çok şu sembollerde odaklaştı: Đki ülke basınında

Atatürk veya Humeyni aleyhinde yazılar çıktı; Đran Türkiye'deki başörtüsü

yasağını eleştirdi; Ankara'yı ziyaret eden Đranlı liderler Anıtkabir'e gitmekten

kaçındı; Türk basınında Đran'daki rejim "irtica yuvası" olarak nitelendi; Đran

basını Türkiye'yi "Şeytan'ın uşağı" olmakla suçladı364.

Đran PKK'nın Türkiye'ye yönelik hiçbir hareketinde kendi topraklarını

kullandırmayacağını garanti eden bir anlaşmayı Kasım 1984'te

imzalayarak Türkiye'yi rahatlatmayı amaçladı. Savaş bitene kadar da Đran

bu konuda verdiği söze uymaya çalıştı. Ama, bu sorun hiçbir zaman

tümüyle çözülemediği gibi Đran'ın PKK'ya sağladığı lojistik destek 1990'larda

ikili ilişkilerdeki belirleyici sorun olacaktır365.

364

a.g.e., 152-153. 365

a.g.e., 154-155.

Page 434: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

426

Türkiye, bu dönemde Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına

dönmesine izin vermiştir. BM Deniz Hukuku Konferansı’nın 1982’de kabul

ettiği sözleşme, kıta sahanlığı konusunda Yunanistan’ın elindeki kozu

güçlendirmiştir. Ancak, Türkiye’nin, Ege denizindeki Yunan karasularını 12

mile çıkarılmasını bir savaş nedeni (casus belli) sayacağını ilan etmesi

üzerine Yunanistan bu yola başvurma olanağı bulamadı366.

1 Ocak 1981'de Yunanistan'ın Avrupa Toplulukları’na (AT) tam üye

olarak katılmasıyla, 1950'lerin son yıllarından itibaren süregelen yarışta,

Yunan tarafı kesin bir üstünlük sağlamış olmaktaydı. Türkiye,

Yunanistan’ın gerisinde kalmıştı. Yunanistan'ın AT’ye girmesiyle, Ankara ile

Atina arasında mevcut Kıbrıs, azınlıklar, Ege karasuları, kıtasahanlığı,

havasahası, FIR hattı, gibi konular Yunanistan tarafından AT’ye taşınabilir,

AT bazı sorunların çözümünü sağlayabilmek için siyasal ya da ekonomik

yaptırımlar uygulayabilirdi. Nitekim, 18 Ekim 1981'de Yunanistan'da Andreas

Papandreu başkanlığındaki PASOK'un iktidara gelmesiyle bu endişeleri haklı

çıkartan gelişmeler yaşanacaktır367. Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile

1963 Eylül’ünde Türkiye’ye “ortak üye” statüsü veren Ankara Andlaşması’nı

imzalamış olan Türkiye'nin hızla AT’ye girerek Yunanistan'ı dengelemesi

gerekmektedir.

5 Haziran 1981'de Brüksel'de yapılan Ortaklık Konseyi toplantısında

Türkiye, ülkede demokrasiye dönüldükten sonra tam üyelik başvurusunda

bulunacağını AT’ye resmen bildirdi. AT bu gelişmeye herhangi olumsuz bir

tepki göstermedi. Bu noktada itirazın, ancak demokrasiye dönüşü

yavaşlatmaya yarayacağına inanıyorlardı. Fakat, hazırlıksız yapılan erken bir

başvurunun Türkiye'nin AT ile ilişkilerini son derece olumsuz etkileyebilecek

gelişmelere yol açabileceği de Avrupa başkentlerinde üzerinde durulan bir

366 Sina AKŞĐN ve başk.: Türkiye Tarihi 1980-1995, C. 5, 2. Basım, Đstanbul, Cem Yayınevi,

Mart 1997, 128-129. 367

Baskın ORAN ve başk.: Türk Dış Politikası, Cilt:II, 86.

Page 435: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

427

görüştü368. 12 Eylül'den hemen sonra AT’nin Türkiye’ye karşı tavrı, 1981'in

ikinci yarısından itibaren giderek sertleşmeye başladı. Özellikle, Avrupa

Parlamentosu'nun bu yaklaşımının temel ateşleyicisi, Türkiye'de

yoğunlaşmaya başlayan ve sendikaları, siyasi partileri ve sivil toplum

örgütlerini hedef alan baskılardı369. Fakat bunun yanı sıra, Türkiye'den

Avrupa'ya giden siyasi mültecilerin ya da 12 Eylül’den sonra yurt dışına çıkan

Türkiye’nin “iç düşman”larının faaliyetlerinin de etkisi vardı. Türkiye,

Avrupa’dan gelen baskıları, 12 Eylül öncesinin terör ve istikrarsızlık ortamına

dönülmesini isteyen kişilerin faaliyetlerine bağlayacaktır. Türkiye, AT’nin

çeşitli organlarından gelen uyarılara rağmen, kendi algılaması doğrultusunda

oluşturduğu politikaları uygulamaya devam edecektir. Başbakan Ulusu,

Avrupa Parlamentosu'nun girişimleri hakkında "Bizi istemeyeni biz de

istemeyiz" diyecektir370. Türkiye'de üç yıl fiilen ara verilen sivil yönetime, 6

Kasım 1983 seçimleriyle tekrar geçildikten sonra Türkiye ile AT arasındaki

ilişkiler Özal hükümetlerince düzeltilmeye çalışılacaktır. Özal, bir taraftan

ABD ve Orta Doğu ülkeleriyle ilişkileri geliştirmeye devam ederken, bir

taraftan da AT ile ilişkileri geliştirmeye çalıştı. Bunun içinde insan hakları ve

demokratikleşme konularında adım atması ve Yunanistan’ın engellemelerini

aşması gerekiyordu. Avrupa Đnsan Hakları Komisyonuna Türk

vatandaşlarının bireysel başvuruda bulunabilmesi 1987'nin hemen başında

sağlandı. Türkiye'yi demokratikleşme ve insan hakları konusunda adımlar

atmaya sık sık davet eden Avrupa Parlamentosu başta olmak üzere AT'de

memnuniyete neden olan bu hamleyi iç hukukta yapılan düzenlemelerin takip

etmesi de övgüyle karşılandı. Türkiye'deki Yunan gayrimenkullerinin satışını

yasaklayan 1964 tarihli gizli kararnameyi kaldıracağını Şubat 1988'de

açıkladı371.

Sonuç olarak, Türkiye, 14 Nisan 1987’de Avrupa Topluluklarına tam

üye olmak için resmen başvurusunu gerçekleştirdi. Türkiye kamuoyu tam

368

a.g.e., 86. 369

a.g.e., 87. 370

a.g.e., 88. 371

a.g.e., 93.

Page 436: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

428

üyelik başvurusunu olumlu karşıladı. Fakat gazetelerin başvuruyu sanki

Türkiye AT üyesi olmuş gibi yansıtmaları gereğinden fazla bir iyimserlik

havasının yaratılmasına yol açtı. AT'yi ancak gazete haberleri çerçevesinde

tanıyan halkın tam üyeliğe olan desteğinde hızlı bir artış gözlendi. Basının bu

yaklaşımı 1995'teki gümrük birliği kararı ve 1999'daki Helsinki Zirvesi

sırasında da tekrarlanacak, Türkiye tekrar tekrar "Avrupalı" ilan edilecektir372.

1980’li yıllarda, Türkiye’nin irticai ve ayrılıkçı iç tehditleri dış tehditlerle

bağlantılandırdığı, ABD ve Avrupa’yla ilişkilerinde insan hakları ve

demokratikleşme konularının, Ermeni sorununun giderek artan bir şekilde

gündeme geldiği ve Türk dış politikasının bu bağlamda şekillenmeye

başlandığı dikkat çekmektedir. Başka bir ifadeyle, bu dönemde Türkiye’nin iç

sorunları veya Ermeni sorununda olduğu gibi Osmanlı’nın çöküş döneminden

devralınmış olan sorunlar, Türkiye’nin dış politikasının uluslararası alandaki

temel uğraşıları haline gelmeye başlamıştır. Soğuk Savaş sonrası dönemde

bu durum daha belirgin bir şekilde görülebilmektedir.

III. SOĞUK SAVAŞ SONRASI’NDA DEĞĐŞEN DÜNYA ve TÜRKĐYE

A - SOĞUK SAVAŞ SONRASINDA “YENĐ DÜNYA DÜZENĐ” YA DA

TEK HEGEMONYA

Mihail Gorbaçov’un 1985 Mart’ında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler

Birliği’nde (SSCB) iktidara gelmesi; siyasal alanda Açıklık (Glastnost) ve

ekonomik alanda Yeniden Yapılanma (Perestroika) politikalarını uygulamaya

372

a.g.e., 97.

Page 437: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

429

başlaması ve bu politikalarda çeşitli nedenlerle başarısız olması yalnız söz

konusu ülkenin iç rejimindeki değişme açısından değil, dünya politikaları

bakımından da önemli sonuçlar ortaya çıkardı.

Genel dünya durumunda 1989’dan sonra önemli bir alt üst oluş

yaşanmaya başladı. 1989 Kasım’ında Berlin duvarının yıkılışından kısa bir

süre sonra iki Almanya'nın birleşmesi gerçekleşmiş, Doğu Avrupa ülkelerinde

rejim değişiklikleri olmuş, Varşova Paktı çökmüş, Körfez Krizi ve savaşından

sonra meydana gelen sorunlar bölgenin geleceğini belirsiz bir ortama itmiştir.

25 Haziran 1991’de Slovenya ile Hırvatistan’ın Yugoslavya

Federasyonu’ndan ayrıldıklarını ilan etmeleriyle Yugoslavya dağılma ve bir iç

savaş sürecine girmiş, Sovyet Imparatorluğu parçalanmış ve onu takiben

Bağımsız Devletler Topluluğu ortaya çıkmıştır.

Varşova Paktı’nın ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte,

uluslararası ilişkilerin son yarım yüzyılına damgasını vuran askeri, ideolojik

ve siyasi temellerde oluşan, iki kutuplu sistem sona ermiş, Doğu Bloğu’na ait

ülkeler coğrafyasında önemli bir güç boşluğu ortaya çıkmıştır.

Soğuk Savaş sona erdiğinde, Amerika hegemonya politikasının

meyvelerini en iyi biçimde toplayacak konumdadır: Savaştan galip çıkmış;

eski rakibi Sovyetlerin egemenlik alanlarını politik ve ekonomik bakımdan,

hegemonik potansiyeline katmıştır. Bir yandan da ekonomi alanındaki en

büyük rakipleri olan müttefikleri Almanya ve Japonya’yı denetleyebilecek

durumdadır373.

373 BOSTANOĞLU: Türkiye-ABD Đlişkilerinin Politikası, 258.

Page 438: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

430

Soğuk Savaş, ABD ve SSCB’nin 1945 sonrası global ilişkileri

örgütlemede başvurdukları ideolojik çerçeveyi oluşturmuştur. SSCB

açısından, NATO’nun kuruluşu, Batı’nın bir tehlike olarak algılanmasını

hızlandırmış ve Varşova Paktı’nın oluşturulmasına kadar varan bir tepkiler

zincirine yol açmıştır. Sonuçta, Soğuk Savaş hızlanmıştır.

Stalin’in “tek ülkede sosyalizm” tezi ile Doğu Avrupa üzerinde kurduğu

hegemonya da Churchill’in deyimiyle “demir perde”, Nikita Kruschev

döneminden itibaren, farklı bir yöntemle uygulanmaya başlamıştır. Kendi

egemenlik alanına sağlam bir şekilde yerleşen ABD tarafından “çevrelenen”

Sovyetler, nüfuz artırma alanı olarak Üçüncü Dünya’yı, aracı olarak da

sosyalist devrim “ihracını” seçmiştir. Bu yöntem kaçınılmaz olarak, hedefteki

ülkelerin içinden muhalif grupların desteğini gerektirdiği için çatışma ve

rekabet bir doğrudan müdahale değil, bir iç siyasal mücadele görünümü

altında yürütülmüştür. Böylece, SSCB, ideolojik siyasal müdahalede bulunan

bir emperyalist güç yerine, özgürlük, sosyalizm, ve bağımsızlığı destekleyen

“mücadele” retoriği ile stratejisini sürdürmüştür374.

ABD Başkanı baba George Bush zamanında, en önemli siyasal gelişme

Avrupa’da yaşanmış, Sovyet imparatorluğu dağılmış, Berlin Duvarı

yıkılmıştır. Soğuk savaş sona ermiştir. Artık bir “Yeni Dünya Düzeni” söz

konusu edilmeye başlanmıştır: Sovyet imparatorluğunun dağılmasına yol

açan süreç; özellikle Afganistan işgalinin mali yükünden sonra askeri bütçede

ve silahlanma harcamalarında önemli kesintilere giden Gorbaçov’un

politikaları ile başlamıştır375.

374 a.g.e., 266.

Page 439: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

431

Berlin Duvarı’nın Kasım 1989’da yıkılması, komünist imparatorluğun

çöküşünün psikolojik ve sembolik ifadesi olmuştur. Doğu Avrupa, 1990

başlarından itibaren bir Sovyet nüfuz bölgesi olmaktan çıkmış, SSCB’nin

kendisinde de etnik cumhuriyetler arasında yeni bir düzen ve yeni bir

sistemin beklentilerini yansıtan ayrılıkçı halk hareketleri güç kazanmıştır.

SSCB’nin ilk yıllarında etnik ve ulusal benliklerini koruma arzuları Kızıl Ordu

tarafından bastırılan Baltık Cumhuriyetleri, Kafkasya ve Orta Asya

cumhuriyetleri yanında Beyaz Rusya ve Ukrayna da Sovyetler Birliğinden

ayrılma yönünde irade beyan etmeye başlamışlardır376. Sovyetler Birliği

birçok ayrı devlete bölünerek dağılmıştır.“Yeni Dünya Düzeni” kavramında

“yeni” olanı belirleyen, SSCB’siz bir dünya politik arenasıdır. Yarım yüzyıl

boyunca ilişkilerde bir referans noktası oluşturan soğuk savaş kutuplaşması

bitmiştir377.

Yeni Dünya Düzeni terimi, ilk kez Irak’ın Kuveyt’i 1990 Ağustos’unda

işgali sonrasında Irak’a karşı ABD politikasını haklı göstermek için 11 Eylül

1990’da George Bush tarafından kullanıldı378. Başkan Bush ve ABD yönetimi,

Sovyetler Birliği’nin etkisinin kaybolduğu dünya siyasetinde ve özellikle

dönemin kritik noktası olan Ortadoğu’da, dengelerin ABD lehine değişmekte

olduğunu fark etmiş, aynen daha önceki ABD başkanları gibi, ABD’nin

dünyada liderlik edeceği bir düzenin yaratılmasını hedeflemişti. Başkan baba

Bush, “siyasi özgürlük, insan hakları ve demokratik kurumların ve hukukun

üstünlüğünün geçerli olacağı ve bölgesel çatışmaların diplomatik yollardan

çözümleneceği istikrarlı ve güvenli bir dünya düzeninin kurulacağını

375 a.g.e., 301. 376 a.g.e., 302. 377 a.g.e., 305. 378 Bkz. Michael COX: “Rethinking the End of the Cold War ,” Review of International

Studies, C. 20, No. 2 (April 1994), 187.

Page 440: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

432

düşünüyordu379.

ABD’nin, 1945 sonrasında globalleşen hegemonyası, özellikle

SSCB’nin dağılmasından sonra yapısallaşmış bir şekilde tüm dünyaya

yayılarak yürütülmektedir. “Rıza”ya dayanan bu hegemonyanın ABD’ye en az

maliyet yükleyecek şekilde yürütülebilme koşullarının oluşmuş olduğu ABD

eski Başkanı baba Bush’un, diğer ülkelerin ABD’nin karşı konulmaz

gücünden korkmadıkları için işbirliği yaptıkları şeklindeki ifadesinde adeta

itiraf edilmektedir. Ocak 1992’de “Devletin Birliği Hitabesi”nde yaptığı

konuşmada Başkan baba Bush, dünyanın tek ve en başta gelen bir gücü

kabul ettiğini söyledi. Diğer devletlerin ABD’nin gücüne güvendiğini, ABD’nin

adil olacağına, kendini frenleyeceğine ve dürüst olacağına itimat ettiklerini de

ilave etti380. Bu ifadeler ABD hegemonyasının tüm dünyaya egemen kılındığı

şeklindeki inancı yansıtıyordu.

Avrupa Birliği’nin ortak savunma, ortak para ve dış politika oluşturma

kararı alması, Rusya ve Çin’in “çok kutuplu dünya”yı ilan ettiklerini

açıklamaları, etnik ve dinsel temelli çatışmaların artması, “yeni dünya düzeni”

söylemleriyle tüm dünyaya egemen kılınmaya çalışılan, ama aslında ABD

hegemonyasının sürekliliğini sağlayıcı liberal ekonomik ve siyasal politikalara

karşı, farklı bir düzen arayışı taleplerinin artması ve etkili olmaya başlaması,

ABD hegemonyasının egemenliğini sürdürmekle birlikte, sürekliliği

konusunda kuşkuların da artmasını beraberinde getirmiştir.

379 Ramazan GÖZEN: “ Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Uluslararası Đlişkiler : Küreselleşme Perspektifi”, Liberal Düşünce, C.2, No. 7 ( Yaz 1997 ), 75. 380 Kenneth N. WALTZ: “The New World Order”, Millennium, C. 22, No. 2, (Summer 1993), 188.

Page 441: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

433

6 Eylül 2000’de başlayan Birleşmiş Milletler’in Milenyum Toplantısı’nın

parçası olarak Milenyum Zirvesi, 147 devlet ve hükümet başkanı ve 191

ülkeyi/ulusu küresel kabul gören bir toplantı da bir araya getirmiş ve

Milenyum Bildirgesi kabul edilmiştir.

Bildirgeye göre BM üyeleri, tüm halkların kalkınması için mücadeleye;

yoksulluk, cehalet ve hastalıkla mücadeleye, adaletsizlikle mücadeleye; terör

ve suçla mücadeleye; ve ortak gezegenimizin bozulması ve tahrip edilmesi

ile mücadeleye öncelik vermekteler ve bu önceliklerin tamamının gereklerini

yerine getirmede Birleşmiş Milletler’i daha etkin bir örgüte dönüştürmek için

hiçbir çabadan kaçınmayacaklarını deklare etmektedirler. Barış ve kalkınma

sorunlarına tam anlamıyla koordine edilmiş bir yaklaşım sağlanması

amacıyla Birleşmiş Milletler, bağlı kuruluşlar, Bretton Woods Kurumları,

Dünya Ticaret Örgütü ve diğer çok taraflı kuruluşlar, arasında daha geniş

politika uyumu ve daha iyi işbirliği sağlamaya; barış ve güvenlik, ekonomik ve

sosyal kalkınma, uluslararası hukuk ve insan hakları, demokrasi, kadın-erkek

eşitliği dahil olmak üzere, çeşitli alanlarda Birleşmiş Milletler ile ulusal

parlamentoların küresel üst kuruluş olan Parlamentolar Birliği arasındaki iş

birliğini daha da güçlendirmeye; örgütün amaç ve programlarının

gerçekleşmesine katkıda bulunmaları için özel sektör, sivil toplum kuruluşları

ve genelde sivil topluma daha geniş olanaklar sağlamaya karar vermiş

bulunduklarını belirtmektedirler381.

381 Birleşmiş Milletler Binyıl Paneli, Ankara, 2000.

Page 442: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

434

Dönemin ABD başkanı Clinton toplantıda yaptığı konuşmada, bugün

uluslar/milletler arasında daha az savaş olduğuna, ancak ulusların kendi

içlerinde yaşanan savaşlara dikkat çekmekte ve

“Milletlerin ulusal bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygı duymak zorundayız. Ancak, sınırlar kadar insanların canını da korumak şart. Gerekirse diplomasi, ambargo; gerekirse de 'ortak güç' kullanmamız lazım.”

demektedir. Clinton’a göre “iyi” ile “kötü” çatıştığı zaman tarafsızlık sadece

kötünün işine yaramaktadır.

Dönemin Fransa devlet başkanı Chirac'a göre ise en büyük ihtiyaç

yeniden şekillenen dünyada ortak kurallar, prensipler ve hedefler ihtiyacıdır.

Zamanın ihtiyaçlarına cevap verecek yeni bir dünya düzeni kurulabilmesi için

IMF, Dünya Bankası ve tabii ki BM gibi uluslararası kuruluşların güçlenmesi

ve işbirliğini arttımalarını sağlamak zorunluluğu bulunmaktadır.

Dönemin Almanya başbakanı Schröder ise iş çevrelerinin de BM’de

aktif görev almaları gerektiğine inanmaktadır. 1945'den sonra Batı Almanya

gelişmiş, 1989'da iki Almanya tekrar birleşmiştir. Şimdi Almanya hem AB'de,

hem BM'de demokrasi ve insan haklarına olan ısrarlı inancını ispat etmek

istemektedir. Schröder'e göre artık, dünyanın örgüt yapısının baştan aşağı

reforme edilmesi lazımdır. Ayrıca ona göre siyasi ve ekonomik alanda etkin

tüm ülkelerin BM Güvenlik Konseyi'nin karar verme mekanizmasında yer

almaları, BM'de daimi üye statüsündeki üye ülke sayısının da artması

gerekmektedir. Yani Almanya, demokrasi ve insan haklarına olan inancını

AB’nin yanı sıra BM’de Güvenlik Konseyi'nin karar verme mekanizmasında

daimi üye olarak da isbat etmek istemektedir.

Đngiltere Başbakanı Blair ise, BM’nin Mavi Bereliler ile, savaşta

ateşkes hattı oluşturmalarının yeterli olmadığına değinmektedir. Đki etnik veya

Page 443: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

435

dini grup arasındaki anlaşmalar bir gecede bozulmakta, gerillalar hemen

çatışmaya girmektedirler. Blair’e göre, BM askerlerini ve BM teşkilatını daha

etkin mücadele edebilecekleri bir sisteme kavuşturmak gerekmektedir.

Rusya Federasyonu başkanı Putin’e göre ise, yeni yüzyıl silahsızlanma

yüzyılı olmalıdır. Tarihe silahsızlanma yüzyılı olarak geçmelidir, uzayın askeri

amaçlı kullanımının da önüne geçilmelidir382.

Milenyum Bildirgesi’nde dile getirilenler, tüm insanlık tarafından genel

kabul görebilecek ve dünyanın tek süper gücü olarak ifade edilen ABD’nin

rızaya dayalı hegemonyasını pekiştirebilmesine katkıda bulunacak

düşüncelerdir. Bununla birlikte örnekleri verilen devlet/hükümet başkanlarının

yaptıkları konuşmalardan BM’de dahil olmak üzere uluslararası kuruluşların

ekonomik ve siyasal güç dengelerini yansıtacak şekilde yeni bir yapılandırma

sürecine sokulmaları gerektiği yönündeki düşüncelerin ifade edilmiş olması,

gelecekteki anlaşmazlık konularının işaretini vermektedirler.

B- 11 EYLÜL’ÜN ANLAMI ve ABD’NĐN “TERÖRĐZM”LE SAVAŞIMI

Kasım 2000’deki Başkanlık seçimlerini Cumhuriyetçi Parti adayı

George W. Bush’un kazanmasıyla, ABD’de II. Bush veya oğul Bush dönemi

başladı. Oğul Bush yönetimi ile birlikte, Clinton yönetiminin dış politikasına

muhalefet eden ve Irak’ta rejim değişikliği stratejisinin savunucuları olan

“muhafazakâr – şahinler” karar verici makamlara geldiler. Uzun zamandır en

382 Cüneyt ÜLSEVER: Dünya Liderleri Nasıl Bir Dünya Düşünüyorlar:Yeni Yüzyıla Yeni Bir Ahlak Anlayışı Lazım, Hürriyet, 11 Eylül 2000.

Page 444: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

436

muhafazakâr ABD yönetimlerinde bile hüsrana uğramış olan şahinler nihayet

Amerikan politikasına hükmetmeye başladılar. Muhafazakâr –şahinler’e göre:

“ABD muazzam bir askeri güce sahip ve sayısız yabancı lider Washington’un askeri açıdan pazı göstermesini akılsızca görse bile, ABD iradesini herkese kabul ettirdiği takdirde aynı liderler bir şey yapamazlar, yapmayacaklardır.”

Şahinler’e göre, iki nedenden dolayı ABD emperyal bir güç olarak

hareket etmelidir: Birincisi, ABD bunun altından kalkabilir. Đkincisi de,

Washington gücünü kullanmazsa, ABD gittikçe marjinalleşecektir383.

Oğul Bush, göreve gelişinin ilk günlerinde ABD'nin Clinton dönemindeki

dış politika anlayışında esastan bir değişikliğe gideceğinin sinyallerini verdi.

Clinton dönemi dış politikası "Pax Amerikana" ilkelerine dayanıyordu. Bu

dönemde ABD, küresel kapitalizm, insan hakları ve hukukun üstünlüğü

ilkeleri çerçevesinde küresel barışın garantörü ve barış koşullarını denetleyen

polis gücü görevine soyunmuştu. Birleşmiş Milletlerin desteğini de arkasına

alarak ülkeler arasındaki sorunlar kadar iç savaş ve kargaşanın önüne

geçilmesinde de aktif bir rol üstlenmişti. Günümüzde çok tartışılan insani

müdahale kavramı da aynı dönemin ürünüydü.384

1990-2000 dönemi her alanda "küreselleşmenin" yaşandığı, yine

ABD'nin savunduğu ekonomik ve politik modellerle bunların sosyal

uzantılarının tüm dünyada etkili olmaya başladığı topyekün bir geçiş

dönemiydi. Bu yıllarda, ABD, başta Kuveyt, Bosna ve Kosova'da olmak üzere

dünyanın çeşitli bölgelerinde meydana gelen gerginlik ve çatışmalara

383 WALLERSTEIN, 27. 384 Aykut ÇELEBĐ: "Inter Arma Silent Leges: "Haklı Savaş" ve Amerikan Entellektüellerinin "Sonsuz Adaleti" Düşünen Siyaset, N. 17 (Nisan 2003), 15-16.

Page 445: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

437

kimseye ihtiyaç duymadan neredeyse tek başına müdahalelerde bulundu.385

Kosova, insan hakları ve insani değerler adına yürütülen bir takım

müdahalelerin zirvesiydi. Đnsan haklarının ve insani değerlerin güç

kullanılarak da olsa savunulması, Amerikan ulusal çıkarının genel ilkesi

olarak ilan edildi. Đnsancıl müdahale doktrini ile misyon barışı koruma

amacından barışı oluşturmaya genişletildi. Birleşik Devletler'in hedefi, BM

Büyükelçisi Madeleine Albright tarafından şöyle tarif edilmiştir:

"Sürece katılmalı ve .....insanlarının başarısız devlet kategorisinden kurtulup yükselen demokrasiye geçmelerine yardımcı olmalıyız."386

Oğul Bush yönetimi ABD'yi doğrudan ilgilendirmediğini düşündüğü

sorunlar karşısındaki ilgisizliği ile "Pax Amerika"nın bittiğini dolaylı yollardan

ilan etmişti.

11 Eylül 2001 tarihinde, ABD’nin New York kentindeki Dünya Ticaret

Merkezi’nin ikiz kulelerine ve Washington kentindeki Savunma Bakanlığı’na

(Pentagon) yapılan uçaklı intihar saldırıları ABD’nin ulusal güvenlik

konusundaki algılamalarını altüst etmiştir. 11 Eylül uluslararası ilişkilerde yeni

bir döneme girildiğinin işareti olarak değerlendirilmektedir. 11 Eylül bir dönüm

noktası olmuştur.

Ondan önceki tarih 1989 – 2002’ye kadar gördüğümüz gelişmeler

soğuk savaşın bitmek üzere olduğu, sonumlandığı dönemdi. Ama gerçek

anlamıyla bitip yeni bir dünyanın tanımlandığı gün olarak 11 Eylül çok

önemli(dir)387. Amerika terörizm deneyimini yaşamasına rağmen bu, genelde

385 Çağrı ERHAN: "Türkiye-ABD Đlişkilerinin Mantıksal Çerçevesi", 21. Yüzyılın Eşiğinde Türk Dış Politikası, Der. Đdris BAL, 1. Baskı, Đstanbul, Alfa Yayınları, Kasım 2001, 117. 386 Henry KISSINGER: Amerika’nın Dış Politika’ya Đhtiyacı Var Mı?, Çev. Tayfun EVYAPAN, 1. Baskı, Ankara, ODTÜ Geliştirme Vakfı Yayıncılık ve Đletişim A.Ş., Ekim 2002, 241. 387 Ali BĐLGE: “Söyleşi: Amerikanın Irak Müdahalesi ve Türk Amerikan Đlişkileri” Đktisat Đşletme ve Finans, C. 18, N. 204 ( Mart 2003 ), 42.

Page 446: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

438

yurtdışındaki ABD tesislerini hedef almıştı. Etkisi genel anlamda sembolikti

ve ABD içindeki yaşamları ve “ uygar toplumu ” tehdit edememişti.388 Bu

saldırılar, Amerikan yaşam biçimine ve hegemonyasına karşı yapılmış olan

saldırılardı.

11 Eylül saldırılarının ilk şokunun atlatılmasının ardından, saldırıların

arkasında hangi ülkenin ve terör örgütlerinin bulunduğu konusu gündeme

gelmiştir. Artık ABD’nin hedef tahtasında, terörle mücadele ve saldırıları

gerçekleştirdiğine inanılan El – Kaide örgütü ve bu örgüte yataklık eden

Afganistan’daki Taliban rejimi vardı. 20 Eylül 2001’de Amerikan Kongre’sinde

yaptığı konuşmada Bush, terörizme yardımcı olan ülkelere “ ya bizimlesiniz

ya da terörizmle” diye sert bir uyarıda bulunmuştur. Bütün işaretlerin Usame

bin Ladin’in örgütü El – Kaide’yi gösterdiğini söyleyerek, ABD’nin terörle

savaşının, El – Kaide ile başlayacağını ve dünyadaki bütün terörist grupların

köklerini kurutuncaya kadar süreceğini, bundan sonra, terörizme destek

veren bütün ülkelerin, “ düşman devlet ” olarak görüleceğini de belirtti. 389

ABD Başkanı Bush, Afganistan’daki Taliban rejiminden El – Kaide örgütünün

bütün üyelerini teslim etmesini de istemişti. 11 Eylül saldırılarının görünen

kaynağı Afganistan’dı.

Terörizme karşı, ABD’nin arkasında Đngiltere ve Türkiye’den başlayarak

AB ülkeleri, Rusya, Çin, Pakistan ve Hindistan gibi terörizmle yıllardır

uğraşan ve uluslararası alanda sıkça insan hakları ihlalleriyle suçlanan

ülkelerin de içinde yeraldığı geniş bir koalisyon oluştu. Rusya, Çeçenistan

konusundaki Amerikan ve AB baskısından kurtuldu. Çin’in başı Müslüman

Uygurlarla dertteydi. Đspanya’da ETA terörüne karşı, hükümet ülke

kamuoyunu arkasına toplayabildi. Türkiye, ayrılıkçı terörle mücadele

sürecinde yaşamakta olduğu dış baskıları hafifletme olanağına kavuştu.

388 KISSINGER, 263. 389 Bush’tan Orduya “Hazır Olun” Talimatı, 21 Eylül 2001 (http://www.ntv.com.tr/news)

Page 447: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

439

Ayrıca, yaşadığı ekonomik krizin ardından IMF’den 9 milyar dolarlık ek

kaynak sağlayabildi. Afganistan’daki Taliban rejiminin, dünyanın farklı

bölgelerindeki rejimlere karşı mücadele eden ve iç tehdit kategorisinde

değerlendirilen Đslamcı örgütleri desteklemesi ve Afgan topraklarında

barınma olanağı sağlamasının yanı sıra uluslararası medya kuruluşları

tarafından ön plana çıkarılmaya başlanan “şeriat düzeni” adı altındaki

“insanlık dışı” uygulamaları, ABD’nin Afganistan’a müdahelesi konusunda bir

“Pax Amerikana”nın oluşumunu kolaylaştırdı. ABD, Taliban rejimine karşı

başlattığı askeri harekata “Sonsuz Adalet ” ismini verdi.

ABD’nin hedefi bölgeye sürekli yerleşmek olarak değerlendirildi.

Kuzeyden Çin’i ve Rusya’yı, güneyden Orta Asya ülkelerini, doğudan Đran’ı,

batıdan ise Pakistan, Hindistan ve Kore gibi ülkeleri kontrol edecek, denildi390.

Dünyanın en önemli petrol rezervine sahip olan Körfez bölgesinin doğusunu

ve Hazar Denizi bölgesini kontrol etmeyi amaçladığı öne sürüldü 391.

Afganistan’daki savaşın, Taliban rejimi muhaliflerinin oluşturduğu Kuzey

Đttifakı’nın da desteğiyle başarıya ulaştığı ve Taliban rejiminin devrildiği

günlerde, ABD kamuoyunda “Đkinci Aşama” denilen bir kavram da ortaya

çıkmıştı. Bu kavramla kastedilen, Afganistan’ın ardından sıranın Irak’a

gelmesiydi392. Başkan Bush, ABD’nin Irak politikasına ilişkin yaklaşımını,

ABD Kongresi’nin ortak oturumuna hitaben 29 Ocak 2002’de yaptığı “Birliğin

Durumu” konuşmasında net bir şekilde ortaya koydu. ABD kamuoyunda “şer

ekseni” konuşması adını alan konuşmasında Başkan Bush, iki hedefleri

olduğunu söylemektedir. Birinci hedef olarak terörist kampları dağıtmak,

390 Savaş Uzmanları Bu Kez Yanıldı mı?, Milliyet, 09 Aralık 2001. 391 Taliban’ı Eğiten General: ABD’nin Đşi Çok Zor, 25 Eylül 2001 (http://www.ntv.com.tr/news) 392 Tuncay ÖZKAN: Bush ve Saddam’ın Gölgesinde Entrikalar Savaşı, 1. Baskı, Đstanbul, Alfa Yayınları, Şubat 2003, 233.

Page 448: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

440

teröristlerin planlarını savuşturmak ve teröristleri adalet önüne çıkartmak,

teröristlerin ve kimyasal, biyolojik ve nükleer silah edinmeye çalışan rejimlerin

ABD’yi ve dünyayı tehdit etmesini mutlaka önlemek gereği ortaya konulurken,

ikinci hedef olarak da teröre destek veren ülkelerin ABD’yi ve ABD’nin

müttefiklerini ve dostlarını kitle imha silahlarıyla tehdit etmelerini önlemek

konulmuştur. Kuzey Kore, Đran ve Irak’ın isimleri zikredilerek, bu tür devletler

ve bunların terörist müttefikleri, “şer ekseni ” oluşturmakla ve dünya barışını

tehdit etmekle itham edilmişlerdir393. Adı geçen ülkelerin teröre destek verip

vermediklerini kanıtlamaya çalışmaları, onların algılanma biçimini

değiştirmeyecektir. Irakta rejim değişikliğini savunan

“muhafazakar – şahinler”in Bush’la birlikte iktidara gelmelerinden sonra ve

özellikle ABD’nin Afganistan’da Taliban rejimini yıkmasının ardından ABD

yönetimi, Irak stratejisini, Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu ve

Bağdat’ın 1998 yılında Irak’tan ayrılmış olan BM denetçilerinin ülkeye

dönüşüne koşulsuz izin vermesi gerektiği söylemine odaklamaya başlamıştır.

Dr. Blix ve ekibinin Irak’a 18 Kasım’da ayak basmasıyla denetimler tekrar

başlamıştır. Ancak, uluslararası kamuoyu, Irak’ın BM kararlarına uyarak

denetimcilere her türlü bilgi, belge ve olanağı sağlamasından daha çok

Saddam rejimini devirmekte kararlı olan ABD’nin hangi noktada kriz

çıkaracağı konusu üzerinde yoğunlaşmıştır. ABD, Birleşmiş Milletler Güvenlik

Konseyi’nden ve NATO’dan Irak’a müdahalesini meşrulaştıracak kararlar

çıkartmak için yoğun çaba sarfetmiş, ancak istediği kararları elde edemeyince

de kara Avrupası ile arasında ciddi bir bölünmeyi göze alarak, sadık müttefiki

393 Bkz. Tuncay ÖZKAN, 244 – 245.

Page 449: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

441

Đngiltere ile birlikte Irak’a müdahale etmiş ve beklentilerin aksine, kısa bir süre

içerisinde Irak’ı işgal edebilmiştir.

ABD’nin, Irak’taki Saddam rejiminden sonra, Filistin’de hem Đsrail’le iyi

anlaşacak hem de ABD’ye yakın duracak, yeni bir yönetim arayışı içerisine

girdiği görülmüştür. Başkan Bush, 24 Haziran 2002’de Arap – Đsrail çatışması

konusuyla ilgili olarak yaptığı konuşmada

“Barış, yeni ve farklı bir Filistin liderliğinin olmasını gerektirmektedir”

diyor ve Filistin halkına yeni liderler seçmeleri çağrısında bulunuyordu. Bush,

Nobel Barış Ödülü’ne layık görülen mevcut Yaser Arafat yönetiminin terörü

desteklediğini ve bunun da kabul edilemez olduğunu ifade etmişti394. Suriye’yi

Đsrail’le barış yapması doğrultusunda baskı altına alan ABD, Đran’ı da hedef

tahtasına almıştır. ABD’nin, yeni ulusal güvenlik stratejisi doğrultusunda, ABD

yönetimine karşı duran, anlaşamayan diğer rejim ve yönetimler hedef

tahtasına gelmeye devam edecek gibi görünmektedir.

11 Eylül saldırıları sonrasında ortaya çıkan ABD’nin yeni ulusal güvenlik

stratejisine daha yakından bakabiliriz.

1- ABD’nin Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi

Başkan Bush, 1 Haziran 2002 günü ABD Harp Akademisi West

Point’te düzenlenen mezuniyet töreninde yaptığı konuşmada, geçtiğimiz

yüzyılın büyük bir bölümünde ABD’nin savunmasının “çevreleme” ve

394 Bkz. ÖZKAN, 266.

Page 450: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

442

“caydırıcılık” stratejisine dayandığını, bu stratejilerin halen kısmen geçerli

olduğunu, ancak yeni ortaya çıkan tehditlerin yeni stratejiler gerektirdiğini,

çünkü caydırıcılığın savunacak vatandaş ve ülkesi olmayan teröristler için bir

mana ifade etmeyeceğini, elindeki kitle imha silahlarını füzelerle kullanacak

veya gizlice terörist müttefiklerine verecek dengesiz diktatörler karşısında

çevreleme stratejisi uygulanmasının artık mümkün olamayacağını söyledi.

Başkan Bush, ABD’nin güvenliğinin Amerikan halkının “önleyici müdahale/

eylem” yapmada kararlı olmasıyla sağlanabileceğini belirtti395.

20 Eylül 2002’de ise Başkan Bush, ABD’nin yeni ulusal güvenlik

stratejisini basına açıkladı. Ulusal Güvenlik Stratejisi başlıklı belgenin en

önemli özelliği, Başkan Bush’un 1 Haziran günü West Point Harp

Akademisi’nde yaptığı konuşmada kullandığı “önleyici müdahele” stratejisini,

ABD’nin ulusal güvenlik stratejisinin temeli olarak kabul etmesiydi. Böylelikle,

ABD’nin Soğuk Savaş’ın başlamasından sonra yıllarca kullandığı ve

geçerliliğini halen koruyan “caydırıcılık” stratejisi resmen bir kenara

bırakılmaktaydı396.

Yeni Ulusal Güvenlik Doktrini ABD'yi küresel terörün yıkıcı

sonuçlarından korumak üzere yenilenmiş bir ulusal güvenlik anlayışına

dayanıyor. Buna göre ABD, toprak bütünlüğüne, çıkarlarına ve yurttaşlarına

yönelebilecek şiddet karşısında her düzeyde mücadele ve müdahale

konusunda hak ve yetki sahibidir. Düşman ile her düzeyde ve çok yönlü bir

mücadele kaçınılmazdır. Geleneksel devlet örgütlenmesi ve uluslararası

kurumlar küresel terör ile mücadele etmek bir yana küresel terörün

örgütlenme şemasını çıkarmaktan, küresel terör ağını anlamaktan bile aciz

395 ÖZKAN, 263-264. 396 a.g.e., 295.

Page 451: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

443

durumdadır. ABD, kendi çıkarlarını ve yurttaşlarını korumak için ve küresel

terörle her düzeyde, her yola başvurarak mücadele edecektir397.

ABD'ye göre, güvenilmeyen devletlerin tamamı ya nükleer silahlara

sahiptir ya da yakın bir gelecekte nükleer silah edinme çabası içindedir.

Nükleer silahların yakın bir gelecekte güvenilir olmayan devletlerin eline

geçme olasılığı ABD'nin güvenliğini tehlikeye düşürmektedir. Bu durumda hiç

kimse ABD'den elini kolunu bağlayıp oturmasını bekleyemez. ABD, güvenilir

olmayan devletler nükleer silahlara sahip olmadan önce onların bu silahlara

sahip olmaması için her düzeyde mücadele yürütme hakkına sahiptir. Đlk

bakışta gayet haklı ve anlaşılır gibi görünen önleyici müdahale, ABD'nin tek

taraflı güvenlik politikaları ışığında son derece keyfi, o derecede de tehlikeli

bir nitelik kazanmaktadır398. ABD karar vericilerinin, küresel terör ile savaş

retoriği içerisinde Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kuruluşları

dışladıkları ve “imparatorluk” düzenlerini hatırlatan yeni bir paradigma

geliştirdikleri anlaşılmaktadır.

2 – Rıza'ya Dayalı "Hegemonya"dan "Đmparatorluk"

Düzenine

ABD’de yeni muhafazakarlar olarak adlandırılan bir grubun George

Bush’u ABD başkanlığına getirmesi ve özellikle 11 Eylül saldırıları

sonrasında ABD’nin uluslararası kamuoyunun genel rızasına dayalı olmayan

politikalar izlemeye başlaması, ABD’nin rızaya dayalı hegemonyadan zora

397 ÇELEBĐ, 17. 398 a.g.e., 25-26.

Page 452: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

444

dayalı bir hegemonik düzene kaydığı hatta “imparatorluk”laşmaya başladığı

eleştirilerini de beraberinde getirmiştir.

ABD’nin 11 Eylül saldırıları sonrasındaki uluslararası sisteme

yaklaşımını kavrayabilmek için Soğuk Savaş sonrasının değiştirdiği koşulları

ve bu değişimlere bağlı olarak Amerikan karar vericilerinin kimliğindeki

değişimi dikkate almak gerekir. Kimlik değişimi içinde üzerinde durulması

gereken bir hususta yeni muhafazakarların dünya politikasında ABD’ye

atfettikleri rolün ne olduğuyla ilişkilidir. Samuel Huntington’a göre; 20’inci

yüzyılın son dönemlerinde Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Sovyetler Birliği’nin

çöküşü, birçok ülkede demokrasiye geçiş, ayrıca uluslararası ticaret, yatırım,

ulaştırma ve iletişimde, çoğu kez küreselleşme olarak adlandırılan büyük

gelişmeler, Amerika’yı kuşatan dış koşulları köklü biçimde değiştirdi ve

Amerikan kimliği açısından en az üç önemli sonuca yol açtı.

Sovyetler Birliği ve komünizmin çöküşü Amerika’yı sadece düşmansız

bırakmakla kalmadı, aynı zamanda tarihinde ilk kez ABD, karşısında kendini

tanımladığı “öteki”den de yoksun kaldı. 2001 yılına kadar “öteki”den yoksun

kalmak, demokrasinin yayılması, elitlerin ulusallıktan uzaklaşması ve

diyasporaların yükselişi ulusal ve çokuluslu kimlikler arasındaki farkı belirsiz

hale getirmiş bulunuyor(du)399. Amerika 40 yıl boyunca “kötülük

imparatorluğu”na karşı “Özgür Dünya”nın lideriydi. Kötülük imparatorluğu

ortadan kalktıktan sonra Amerika kendini nasıl tanımlayacaktı? Amerika için

ideal düşman ideolojik açıdan karşıt , ırksal ve kültürel açıdan farklı ve askeri

açıdan Amerika’nın güvenliğine yönelik önemli bir tehdit oluşturacak kadar

güçlü olmalıydı. 1990’lı yılların dış politika tartışmaları, büyük oranda bu

düşmanın kim olabileceğine odaklanıyordu400. 11 Eylül 2001 tarihinde Usame

bin Ladin Amerika’nın arayışına son vermiş oldu. New York ve Washington’a

399 Samuel P. HUNTINGTON: Biz Kimiz? Amerika’nın Ulusal Kimlik Arayışı, Çev. Aytül ÖZER, Birinci Baskı, Đstanbul, CSA Global Yayın Ajansı, Ekim 2004, 257-258. 400 a.g.e., 262.

Page 453: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

445

yapılan saldırıları Afganistan ve Irak savaşları izledi ve “terörizmle savaş”ın

daha yaygınlaşması, militan Đslam”ı Amerika’nın 21’nci yüzyıldaki ilk düşmanı

kıldı401.

Yeni binyılın başında, muhafazakârlar bir Amerikan imparatorluğu fikrini

benimsiyor, Amerika’nın gücünü kullanarak dünyayı kendi değerlerine göre

biçimlendirmesi olasılığını onaylıyor ve destekliyordu.

Böylelikle emperyalist dürtü Amerikan gücünün üstünlüğü ve Amerikan

değerlerinin evrenselliğiyle beslendi. Amerika’nın gücü artık diğer ulusların ve

ulus gruplarının gücünü kat kat aşıyordu ve bu nedenle, Amerika’nın

dünyada bir düzen yaratma ve kötülükle savaşma sorumluluğu olduğu ileri

sürüldü. Evrensellikten yana olan görüşe göre, diğer toplumların halkları

temelde Amerikalılarla aynı değerlere sahipti ya da henüz sahip olmamakla

birlikte sahip olmak istiyorlardı ya da sahip olmak istemiyorlarsa bunun

anlamı toplumları için neyin doğru olduğunu görememeleriydi ve bu durumda

Amerikalıların onları ikna etme, Amerika’nın savunduğu evrensel değerleri

kucaklamaları için onları bu değerlerle tanıştırma sorumluluğu vardı. Böyle

bir dünyada Amerika bir ulus olarak kimliğini yitirir ve ulusallığın ötesine

geçen bir imparatorluğun baskın bileşeni haline gelmektedir.

Ne üstünlük varsayımı ne de evrenselliğe odaklı varsayım, 21’nci

yüzyıl başlarına ait dünyada var olması gereken devleti gerektiği gibi

yansıtıyor. Amerika tek süpergüç; ancak diğer önemli güçler de var: Küresel

düzeyde Đngiltere, Almanya, Fransa, Rusya, Çin, Japonya ve bölgesel

düzeyde Brezilya, Hindistan, Nijerya, Đran, Güney Afrika, Endonezya.

Amerika, bu ülkelerin en azından bazılarıyla işbirliğine girmeden, dünya

401 a.g.e., 264.

Page 454: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

446

üzerinde hiçbir önemli hedefe ulaşamaz. Diğer toplumların kültür, değer,

gelenek ve kurumları da çoğunlukla bu toplumları Amerikan değerleri

çerçevesinde Amerika’yla uyumlu bir grup haline getirecek özelliklere sahip

değildir. Halkları genellikle yerli kültür, gelenek ve kurumlarına derinden

bağlıdır ve dışarıdan gelen yabancı kültürlerin onları değiştirme çabaları

karşısında çok büyük direnç göstereceklerdir. Ayrıca, ABD’de elitlerin hedefi

ne olursa olsun, Amerikan halkı diğer ülkelerde demokrasinin teşvik

edilmesini bir dış politika hedefi olarak hiçbir zaman öncelikli bulmamıştır.

“Demokrasinin çelişkisi”ne uygun biçimde, diğer toplumların demokrasiyle

tanıştırılması, Latin Amerika’daki ulusçu polülist hareketler ya da Müslüman

ülkelerdeki köktenci hareketler gibi, çoğunlukla Amerikan karşıtı güçleri

tetikler ve onlar için gücün kapılarını aralar402.

ABD hegemonyası bir güç olarak mı liderliğini sürdürmeye devam

edecek ? Yoksa bir imparatorluk kurmayı amaçlayan "süper güç" gibi mi

davranacak ? Đmparatorluk süreci esas olarak, tek bir ülkenin gerçek ya da

potansiyel bir şiddetle bastırma gücü sayesinde diğer ülkelerin hükümranlık

haklarını hiçe sayabilmesi, iç ve dış politika reflekslerini belirleyebilmesi

anlamına geliyor403. Đmparatorluk için esas ve belirleyici olanı ise askeri güç

oluşturuyor.

Bu bağlamda imparatorluğun devamı açısından, alanda rakipsiz bir

askeri güce sahip olmak, karşıt ittifakların şekillenmesini engelleyecek

müdahalelerin yapılabilmesine olanak sağlayan denetimli bir istikrarsızlık

402 a.g.e., 363-364. 403 Ergin YILDIZOĞLU: "ABD Sağında Irak Tartışmaları Yol Ayrımı: Hegemonya-Đmparatorluk", Stratejik Analiz, C. 3, N. 30 (Ekim 2002), 18.

Page 455: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

447

ortamı yaratmak özellikle önemlidir. Đmparatorluk için esas olan sorunların

çözümünde tek başına ve hızla davranabilmektir404.

Đmparatorluklar “kendi gerçekliklerini kendilerinin yarattıklarına

inanırlar”; uluslararası anlaşmalar, hukuk düzeni, hatta insan hakları onları

bağlamaz. Bu yüzden imparatorluklarla “haydut devletleri” birbirinden ayırt

etmek neredeyse olanaksızdır. Haydut devletler, diğer ülkelerle barış içinde

yaşayamazlar; kendi ulusal çıkarlarını kaba kuvvete dayanarak dayatır, diğer

devletlerin meşruiyetlerine saygı göstermez, “uluslararası topluluğa” karşı bir

tehdit oluştururlar. Bu devletler, uluslararası anlaşmalar, insan hakları, çevre

sorunları gibi insanlığın genel çıkarlarına önem vermezler405.

ABD, uluslararası amaçlarına güç kullanarak ulaşmaya çalışmakta, tek

taraflı hareket etmekte, uluslararası kuruluşları ve hukuku, kendisini

desteklemedikleri durumlarda, bir tarafa bırakma eğilimi göstermektedir.

ABD’nin bir “Đmparatorluklaşma” süreci içine girdiği görülmektedir. ABD, Irak’ı

işgal etmeden önce, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden karar

çıkarmak ve müttefiklerini ikna etmek için uğraş vermiştir. Fakat tek taraflı

harekat kabiliyetine sahip olan ABD, bu kabiliyetinin farkındadır ve tek taraflı

hareket edebilmektedir406. ABD’nin, BM’yi by–pass edebilmesinin ardında

Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında dünyada yaşanan güç değişmesi

yatmaktadır. Şüphesiz Amerikan şahinlerinin 21. yüzyılda kurmayı

düşündükleri Amerikan imparatorluğu vizyonu ile BM’nin bugünkü rolü ve

yapısı arasında açık bir çatışma vardır. Başkan Bush’un Irak Savaşı

404 Bkz. Ergin YILDIZOĞLU, 18. 405 Ergin YILDIZOĞLU: Đmparatorluk ve Haydut Devlet, Cumhuriyet, 16 Kasım 2005. 406 Bkz. Ali L. KARAOSMANOĞLU: “Transatlantik Çatlağı: Değien Kimlikler“ Doğu Batı, C.6, N. 23 (Mayıs, Haziran, Temmuz 2003), 183.

Page 456: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

448

sırasında söylediği, “Arkadaşlar BM’nin geleceğini de düşüneceklerdir.”

ifadesi tam da bunu ifade etmektedir407.

Hem BM Güvenlik Konseyi hem de NATO'da yapılan tartışmalar, ABD

dış politikasının uluslararası hukuku ve normları ikinci plana iten, uluslararası

örgütlerin önemini ya da önemsizliğini ABD'nin dünya vizyonuna endeksleyen

ve Irak sorunu üzerine farklı görüşleri dışlayan eğilimini çok açık biçimde

sergiledi. Bu durumun, BM ve NATO gibi uluslararası örgütler kadar,

uluslararası ilişkilerin önemli aktörleri açısından da ne kadar rahatsız edici

olduğunu Irak Savaşı öncesi dönemde gördük408. Đmparatorluk eğilimlerinin,

uluslararası alanda yarattığı muhalefete de bakarak, ABD'yi yanlızlaştırdığı

söylenebilir.

Irak'ın enkazı üzerinde yükselen yeni dünya düzeni için "imparatorluk"

tabirini kullananlar Amerikalı ve Britanyalı stratejisyenler, sınırları dışında

fiziki güce dayalı, askeri ve siyasi hükümranlığı ifade için bu kelimeyi

kullanıyorlar409. Egemenliğin yeni bir biçim aldığını ifade eden Hardt ve Negri,

tek bir hükmetme mantığı altında birleşmiş bir dizi ulusal ve ulus-üstü

organdan oluşan yeni küresel egemenlik biçimini Đmparatorluk olarak

adlandırmaktadırlar410. Emperyalizmin aksine Đmparatorluk, toprak temelli bir

iktidar merkezi yaratmadığı gibi sabit sınırları ya da engelleri de tanımaz.

Đmparatorluk, giderek bütün yerküreyi kendi açık ve genişleyen hudutları içine

407 Birol AKGÜN: Birleşmiş Milletler 'Şemsiye'sini Arıyor, Zaman, 21 Eylül 2003. 408 E. Fuat KEYMAN: "Türkiye Irak Savaşı'nı Nasıl Okumalı?" Dünya'nın Bütün Sokakları Đsyanda, Der. Osman AKINHAY ve Özcan ÖZEN, 1. Baskı, Đstanbul, Everest Yayınevi, Nisan 2003, 195-196. 409 Mümtaz'er TÜRKÖNE: Irak Sonrası ABD Đmparatorluğu: Gözler Her Zaman Yanıltır, Radikal, 22 Nisan 2003. 410 Bkz. Michael HARDT ve Antonio NEGRI: Đmparatorluk, Çev. Abdullah YILMAZ, Beşinci Baskı, Đstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2003, 18.

Page 457: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

449

katmakta olan merkezsiz ve topraksız bir yönetim aygıtıdır411. Birçok insan,

küreselleşme süreçleri ve yeni dünya düzeni üzerinde nihai otorite konumuna

Amerika Birleşik Devletleri'ni yerleştirmektedir. Hardt ve Negri’ye göre, ABD

gerçekten de Đmparatorluk içinde ayrıcalıklı bir konum işgal etmektedir412.

ABD başka ülkelerin kendisinin ya yanında ya da karşısında olacakları

teziyle yaklaşmaktadır. Bu durum ise tahakküme dayalı bir ilişkinin kurulmaya

başlanması anlamına gelmektedir. Wallerstein’in ifadesiyle başka ülkeler

Washington’a doğrudan doğruya karşı çıkmaya korkmaktadırlar, ayak

diremeleri bile ABD’yi yaralamaktadır413. Yeni dünya düzeni, Amerikan

Đmparatorluk düzeni olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor.

ABD, halihazırda, herhangi bir başka güç, büyük, süper ya da her ne ise

sahip olduğu kapasitesiyle karşılaştırılabilir olmayan tek süper güçtür.

Öngörülebilir bir gelecekte bu durumun devam etmesi büyük bir olasılık

olarak görülmektedir. Amerika Birleşik Devletleri, dünyadaki en büyük

ekonomiye sahiptir; onun şirketleri, önde gelen devlet–dışı ekonomik

aktörlerin çoğunluğunu meydana getirmektedir, teknolojinin cutting–edge

alanlarında egemendir ve küresel finansal sistemde hakim konumdadır; kendi

infotainment endüstrisi, dünyanın popüler kültüründe hakim olmuştur ve

spektrumun diğer tarafında, kendi seçkin üniversiteleri, aynı zamanda küresel

liderlerdir414.

411 Michael HARDT ve Antonio NEGRI: Đmparatorluk, Çev. Abdullah YILMAZ, Beşinci Baskı, Đstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2003, 19. 412 a.g.e., 20. 413 Bkz. WALLERSTEIN, 30. 414 Chris BROWN: “Do Great Powers Have Great Responsibilities? Great Powers and Moral Agency,” Global Society: Journal of Interdisciplinary International Relations, Vol.18, No:1 (January 2004), 10.

Page 458: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

450

Đki kutuplu bir dünya düzeninden tek süpergüç olarak Amerika Birleşik

Devletleri ile tek kutuplu bir dünyaya geçilmesi, oldukça radikal bir değişiklik

oluşturmuştur. Ortak bir konuma ulaşmak için herhangi bir gereksinim

duymaması, tek süpergücün, prensip olarak, kendi yaptığı tanımlamalarına

uyumlu biçimde kendi sorumluluklarını uygulayabilmesi anlamına

gelmektedir. Şu anda Amerika Birleşik Devletleri içinde “tek yanlılık

taraftarları” (unilateralists) ve “çok yanlılık taraftarları, “(multilateralists)

arasında belirgin bir bölünme vardır – Partilerin her ikiside, tek Büyük Güç

olarak, Birleşik Devletlerin, önemli sorumluluklara sahip olduğunu kabul

etmektedirler fakat onlar, bu sorumlulukların özellikleri bakımından radikal bir

şekilde ayrılmaktadırlar. Sadece bir süpergücün var olduğu koşullarda, Büyük

Güçlerin çoğunluğu sayesinde dünyada bulunan düzen lehindeki

muhafazakar eğilim, artık illede uygulamaya konulmamaktadır415.

Bir topluluğun başka bir topluluğun başat yapısal mantığı tarafından

dönüştürüleceği, onların birbirlerine benzemelerinin sağlanacağı nosyonu,

toplulukların dışarıdan dayatılan değişim üzerinde çalışırken sergiledikleri

yerli yaratıcılığı gözden kaçırır. Yapısal biçimlerdeki değişimler, özgün

topluluğun mit, ritüel ve “inşa edilmiş” bir gelenek aracılığıyla simgesel

yeniden yaratılmasıyla dengelenir416. Britanya’nın sömürge yetkilileri

Hükümet Konağı’nı Bağımsız yönetime terk etmek zorunda kaldıkları her

yerde kendi hükümet etme tarzlarının, hukuksal ve yönetsel kurumlarının

kopyalarını giderken geride bırakmaya çalıştılar. Bunu yaparken, yerine

geçirdikleri yapılar karşısında kendi yönetsel yapılarının barındırdığı

üstünlüğün, daha önce sömürgeleştirilmiş halkları kendi medeni benliklerinin

birer modeline dönüştüreceği gibi gayet iyi niyetli ve küstah bir varsayıma

415 a.g.e., 16-17. 416 Anthony P. COHEN: Topluluğun Simgesel Kuruluşu, Türkçesi: Mehmet KÜÇÜK, Birinci Baskı, Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, Ekim 1999, 39.

Page 459: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

451

yaslanıyorlardı417. Geride bırakılan Anglo – Amerikan demokrasinin model

yapılarına bağlı kalınacağı ve kendi “medeni” kimliklerinin benimseneceği

tezi, sömürge halklarının kimlik oluşum süreçlerinin ve belleklerinin göz ardı

edildiğinin veya hafife alındığının işaretidir. Nitekim, sömürgecilerin

çekilmelerinin ya da çekilmek zorunda kalmalarının ardından, bırakılan

modeller ya yıkılmışlar ya da sembolik olmanın ötesine geçememişlerdir.

ABD’nin tek taraflı ve güce dayalı politikalarına karşı dünya genelinde

bir muhalefet hareketinin oluştuğu gözlemlenmektedir. ABD’nin hegemonik

düzeninin sürekliliğini sağlaması bakımından önemli kurumlardan birisi olan,

IMF politikaları eleştirilmektedir. “Đmparatorluk” düzenine kayan tahakküme

dayalı tek taraflı ABD politikalarının değiştirilebilmesi ve ABD

hegemonyasının çöküşten kurtarılabilmesi, yine ABD içerisindeki farklı bir

kimliği karar verici makamlara taşıyacak olan muhalafet tarafından

gerçekleştirebilecektir. Bostanoğlu’nun aşağıdaki ifadesi ABD’nin hegemonya

sınavını verebilme yöntemini göstermektedir:

“Amerikan politikasının bir şansı, Washington’da sadece yeni muhafazakârların değil, daha ılımlıların da seslerinin yükselmesidir. ABD ancak ve ancak, kendi içinden çıkacak, dönemin ruhunu yakalamış, güç dengelerinin yanısıra siyaset yapma biçimlerinin de değişmekte olduğunun farkına varmış, yeni meşruiyet normlarının ve dünya çapındaki zihinsel akımların rüzgarını arkasına almış bir düşünsel – politik cereyanı devreye sokabildiği takdirde hegemonya sınavını verecektir.”418

417 a.g.e., 85. 418 Burcu BOSTANOĞLU: “Yeni Dünyayı Kurarken: Amerika’da Tarihi Kim Yazacak?” FP Foreign Policy, Türkiye Baskısı, Bilgi Üniversitesi Yayını, Mayıs – Haziran 2004, 41.

Page 460: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

452

C - SOĞUK SAVAŞ SONRASI DÖNEMDE TÜRKĐYE

1-Türkiye’nin Đç ve Dış Tehditleri

Türkiye’de Süleyman Demirel’in Başbakanlığında kurulan DYP-SHP

koalisyon hükümeti döneminde Bakanlar Kurulu’nun 17 Eylül 1992 tarih ve

92/3514 sayılı kararnamesiyle onaylanan Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi’nde,

Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik tehdit, iç ve dış tehdit olmak üzere iki ayrı

başlık altında incelenmiş, tehdit nevileri içinde “bölücü terör” birinci öncelikli

tehdit olarak saptanmış ve partiler üstü bir anlayışla ele alınması gereken bir

mahiyette ve bir devlet sorunu olarak görülmüştür. Yine iç tehdit başlığı

altında; bazı islam devletlerince geliştirilip desteklenen şeriat düzenine dayalı

Đslami tehdidin laik devlet düzenine karşı, ciddi bir tehlike teşkil ettiği

belirtilmiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ortaya çıkan yeni koşullarda

“Sovyetler Birliği” ve “Yunanistan”dan algılanan tehdidin yerine Türkiye’nin

güney komşularından gelebilecek tehdit ön sıraya alınmıştır.

1990 yılında Paris Şartı ile Soğuk Savaş’ın sona erdirilmesinin ve

Avrupa Konvansiyonel Kuvvet Đndirimi Anlaşması (AKKA)’nın ardından ortaya

çıkan yeni uluslararası ilişkiler çerçevesinde, Türkiye’nin iç ve dış tehdit

değerlendirmesi, Kürt sorunu ve 1984 yılından itibaren bir Kürt devleti kurmak

için devlete karşı silahlı mücadele yürüten PKK üzerine yapılmıştır. Yani milli

güvenlik siyasetinde bu sorun “devletin öncelikli sorunu” haline gelmiştir.

Dolayısıyla devletin ve hükümetlerin izleyeceği politikalar bu sorunun önceliği

üzerinden sürdürülmüştür.

28 Şubat 1997’den sonra ise iç tehdit değerlendirmesi Kürt Sorunu ve

Page 461: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

453

PKK ile birlikte irtica sorunu üzerinden yapılmaya başlanmıştır. Genelkurmay

Başkanlığı’nın 11 Ocak 1997’de Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi’nin

güncelleştirilmesine yönelik başlattığı çalışma, daha sonra da 28 Şubat

1997’de MGK kararlarının alınmasına neden olmuştur419. 31 Ekim 1997 günü

toplanan Milli Güvenlik Kurulu’nda kabul edilen Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi

ile TSK irticai faaliyetleri iç tehditte, bölücü terör ile aynı seviyeye, yani birinci

önceliğe yükseltmiş ve bu duruma bağlı olarak, irticanın üzerine gitmeye

başlamıştır. Belge bütün bakanlıklar için bağlayıcılığı olan gizli bir belge

niteliğindedir. Herhangi bir kanun ya da kararname çıkarken, herhangi bir

uluslararası anlaşma yapılırken eğer bu belge ile bir çelişki varsa, aykırılık

varsa, mutlaka giderilmektedir420.

11 Haziran 1997’de Genelkurmay Başkanlığı’nın gazete ve televizyon

mensuplarına “Türkiye’deki irticai faaliyetler”le ilgili sunduğu brifing, 1990’lı

yıllardaki iç ve dış tehdit algılamalarını yansıtması bakımından dikkat

çekicidir.

Brifingde;

1. Ermeni terör örgütleri ve uluslararası terörü yöntem olarak kullanan

devletlerin desteğindeki irticanın PKK ile ortak hareket ettiği,

2. Çok partili sisteme geçişi müteakip siyasi beklentileri nedeniyle

Atatürk Đlke ve Đnkılapları/Devrimleri aleyhine verilen tavizlerin sonucu olarak,

irticai kesimin, demokrasi şemsiyesi altında toplum içinde de teşkilatlanma

çalışmalarına hız verdiği, laik devlet olgusunun sulandırıldığı,

3. Atatürk’ün ortaya koyduğu çağdaş ve laik cumhuriyetin, tehdit altına

419 ĐBA: Milli Güvenlik Devleti, 106-107. 420 Đrtica Tehdidi Belgesi Đçin Gizli Kararname, Hürriyet, 3 Kasım 1997.

Page 462: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

454

girme temayülü göstermiş olduğu, T.C’nin temel niteliklerinin yıpratılarak,

irticai hareketlerin, maksatlı bir şekilde desteklenmek suretiyle ülke ve

ulusun, sonu olmayan bir karanlığın içine çekilmeye çalışıldığı,

4. Kuzey Irak’ta oluşan otorite boşluğundan yararlanarak ortaya çıkan

ayrılıkçılık akımlarının konuya diğer bir boyut getirdiği,

5.Türk ulusal kimliğini ve Türkiye Cumhuriyeti devletini tanımak

istemeyen düşünce sahiplerinin, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik ve

bütünlüğüne karşı, nihai hedeflerinden önce birinci adım olarak, daha

enternasyonel olan din kimliği altında faaliyetlerini sürdürerek, öncelikle

ülkenin siyasal isminin sadece Türkleri değil, tüm bu grupları da içerecek

şekilde değiştirilmesine çalışmakta olduğu,

6. Đrticai kesimin, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde ülke

bütünlüğüne yönelik yıllardır devam eden terör sorunlarına ümmetçilik

anlayışıyla yaklaşarak bölgedeki tabanlarını genişletme çalışmalarını

sürdürmekte olduğu,

ifade edilmiştir. Birifingde ifade edilen tespitler, iç ve dış düşmanlar

koalisyonunun nasıl bir işbirliği halinde, devlete karşı harekete geçmiş

oldukları algılaması içerisine, insanı ister istemez sokmaktadır. Kemalist

rejimin iki temel “öteki”si, hatta bir ölçüde üç temel “öteki”si de Soğuk Savaş

sonrası yıllarda ortak düşmana karşı işbirliği halindedirler.

Đrticai görüşe sahip bazı parti yetkilileri; PKK terör örgütünün

güdümünde bulunan Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) yetkilileriyle yoğun

temaslarda bulunmuşlardır. Đrtica yanlısı partinin ( Refah Partisi ) Diyarbakır Đl

başkanı bölücü örgüt başının kendi partisinden aday olabileceğini ifade

Page 463: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

455

etmiştir. Benzer olay 1991 yerel seçimleri öncesinde de Demokrasi Partisi

(DEP) ile Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP)’nin işbirliği yapması suretiyle

sergilenmiştir. Cumhuriyet rejimine karşı , irticai kesimin demokrasi şemsiyesi

altında toplum içerisinde örgütlenmeye çalıştığı Milli Gençlik Vakfı ile

HADEP’in ortak mücadele başlattıkları ve Avrupa’daki uzantılarının da

işbirliğine yöneldikleri hakkında da önemli tespitler yapılmıştır.

Batılı ülkelerde Türkiye’ye karşı Kürt kartından sonra, Ermeni ve irtica

kartlarının da aynı anda oynanmaya başlandığı şüphesi oluşmuştur. Đrticai

kesim, hedefine ulaşmak için Đslami terör örgütleri ve Đran, Libya, Suudi

Arabistan, Sudan gibi uluslararası terörizme destek veren ülkelerden maddi

ve manevi her türlü desteği sağlamaktadır.

Đrticai kesim nihai hedefine ulaşmak için, yani Kemalist düzeni yıkarak

şeriat esaslarına dayalı bir devlet kurmak için sinsice davranmakta; geleceğin

kadrolarını oluşturmak için öğrencileri hukuk ve siyasal bilgiler fakülteleri gibi

idareci yetiştiren okullara yönelterek devlet içinde kadrolaşmaya

çalışmaktadır. Brifingin sonunda;

“Türk Silahlı Kuvvetleri’nin görevi, 211 sayılı iç hizmet kanununun 35. Maddesinde “ Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır.” şeklinde ifade edilmektedir. Bu görev TSK, iç hizmet yönetmeliğinin 85 /1. Maddesinde ‘ Vazifesi, Türk yurdu ve Cumhuriyetini içe ve dışa karşı, lüzumunda silahla korumak ‘ şeklinde ifade edilmiştir. TSK bu görevi yapabilmek için dış tehdidi olduğu gibi iç tehdidi de değerlendirmektedir.”421

denilmektedir.

421 Brifing’in tam metni için Bkz. Radikal, 12 Haziran 1997.

Page 464: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

456

Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, 2001 yılında tekrar güncellenmiş ve

bölücü terör ve irtica birlikte öncelikli tehdit olarak algılanmaya devam

edilmiştir. 2004 yılındaki güncelleme çalışmaları ise MGK’nın son asker

Genel Sekreteri Org. Şükrü Sarıışık zamanında başlatılmış ve ilk sivil Genel

Sekreter Büyükelçi Yiğit Alpogan‘ın koordinasyonunda sürdürülmüştür.

Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ni güncelleme ihtiyacının temel kaynağını

11 Eylül New York saldırılarıyla Türkiye’ye yansıyan “küresel terör” tehdidinin

oluşturduğunu söyleyebiliriz422. Türkiye’nin 2004 yılında şekillenmeye

başlanan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde, Türkiye’nin bir bölge ülkesi

olarak etrafında bir güvenlik çemberi oluşturması gerektiği vurgulanırken, iç

tehdit unsurları olarak irticai ve bölücülüğün aynı önemde sorun olduğuna

dikkat çekilmektedir. Belgede, Kıbrıs’tan asker çekilemeyeceği, Yunanistan’ın

Ege’de karasularını 6 milin üstüne çıkarmasının savaş nedeni olacağı, ABD

ile ilişkilerin AB’nin seçeneği olmayacağı ilkeleri ayrıntılarıyla işlenmektedir.

Türkiye’nin yapısı, “tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek dil” biçiminde yer

almaktadır.

MGSB’de Avrupa Birliği (AB) sürecinin Türkiye’nin temel iç ve dış

güvenlik sorunlarını arttırabileceği ve azaltabileceği belirtilmektedir. Đç

güvenlikle ilgili olarak Türkiye’nin üniter yapısını, demokratik, laik hukuk

devleti ilkelerini korumak ve geliştirmenin gerekli olduğuna, Türkiye’nin

bütünlüğünü korumanın temel yolunun Atatürk milliyetçiliğinden geçtiğine

işaret edilmektedir. Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden temel unsurlar, irtica,

bölücülük ve aşırı sol akımlar olarak ifadelendirilmektedir.

Belgeye göre, Türkiye’nin temel kuruluş ilkeleriyle hedefleri örtüşen sivil

toplum kuruluşlarıyla ilişkiler önem taşımaktadır. Türkiye’nin bütünlüğünü

etkileyecek, temel tehdit oluşturan örgütlerin ve ideolojilerin toplum içinde

422 Fikret BĐLA: Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, Milliyet, 25 Kasım 2004.

Page 465: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

457

taban kazanmalarını önleyecek bir sosyal çalışma yapmak gereklidir. Bu

alanda istismarcı misyonerlik faaliyetlerine izin verilmemelidir. Türkiye’de

Türkçe’den başka hiçbir dilin, eğitim – öğretim kurumlarında okutulamaması

temel bir ilke olarak kabul edilmelidir.

Lozan Andlaşması’nın Türkiye’nin pek çok konudaki temel dayanağı

olduğu, azınlıklar konusunda Lozan Andlaşması hükümlerinin esas alınması

gerektiği belirtilen belgede, Türkiye Cumhuriyeti’nin etnik temele dayalı olarak

kurulmadığı, kuruluş esasının, tek devlet, tek ulus, tek bayrak, tek dil olduğu,

Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.”

sözünün temel bir ilke olduğu, Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı

bulunan herkesin ülkenin esas unsuru kabul edildiği söylenmektedir.

Đrticai faaliyetlerin içte ve dışta sürmekte olduğu ifade edilen belgede,

bunlarla mücadele ederken toplumun dini duygularını incitmemeye özen

gösterilmesi gerektiği ve bu bağlamda toplumun dini duygularını kullanmak

isteyenlere de izin verilmemesi gerektiğine değinilmektedir.

Türkiye’nin iç güvenlik sorunlarını oluşturun örgütlerin kimi komşu

ülkeler tarafından kullanılmakta olduğu, terorizm ve asimetrik tehdit

unsurlarının 21.yüzyılın başlıca sorunları olarak öne çıktıkları, Türkiye’nin

çevresindeki ülkelerin demokrasi, insan hakları, pazar ekonomisi konularında

gelişmelerinin Türkiye’nin lehine olduğu belirtilmektedir423.

423 Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi’nin geniş bir açıklaması için Bkz. Mustafa BALBAY: Đşte Siyaset Belgesi, Cumhuriyet, 14 Kasım 2005.

Page 466: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

458

2-Türkiye’deki Đç Siyasal Gelişmeler

Türkiye’deki Soğuk Savaş sonrası dönemdeki iç ve dış tehdit

değerlendirmelerinin Türkiye’nin iç siyasal yapısındaki gelişmeleri de önemli

ölçüde etkilediğini ifade edebiliriz.

Bölücü terörün birinci öncelikli tehdit olarak saptanmasının ardından,

gerek silahlı mücadele yürüten PKK’ya karşı gerekse de onun destekçisi ve

siyasal uzantısı olarak algılanan, başta DEP olmak üzere devlet örgütü

kararlılıkla harekete geçti ve mücadelenin dozajını arttırdı.

1980’deki askeri müdahale sonrasında siyasetçilerin bir bölümü için

getirilen 5 ya da 10 yıl süreli siyasi yasaklar 6 Eylül 1987 günü yapılan halk

oylamasıyla kaldırılmış ve 12 Eylül 1980 öncesi liderleri 11 yıl sonra yine tam

kadro, 1991 genel seçimlerinden sonra TBMM’deki yerlerini almışlardı.

( Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan, Alparslan Türkeş )

Bu liderler, 1990’lı yıllarda Milli Güvenlik Kurulu’nda belirlenen iç ve dış

tehdit değerlendirmelerine göre saptanan politikaların uygulayıcısı olacaklar

ve Kemalist düzenin kendisini yeniden üretebilmesine katkıda

bulunacaklardır.

2 Mart 1994’te, Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanı olmasının

ardından DYP genel başkanlığına seçilmiş olan Tansu Çiller’in Başbakanlığı

döneminde, DEP milletvekillerinin bir bölümü dokunulmazlıkları kaldırılarak

tutuklandılar.

Page 467: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

459

12 Eylül rejiminin feshetmiş olduğu partilerin yeniden açılmasına

Temmuz 1992’de tekrar izin verildi. 6 Kasım 1983 seçimlerinden sonra

Anavatan Partisi’nin genel başkanı olarak hükümet kuran ve Meclis’te

çoğunluğu oluşturan kendi partisinin desteğiyle 1989’da Cumhurbaşkanı

seçilmiş olan Turgut Özal’ın 17 Nisan 1993’te ölümüyle 16 Mayıs 1993

tarihinde Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanı seçildi ve Kemalist rejimin iç ve

dış düşmanlarına karşı, Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi doğrultusunda,

kararlılıkla mücadele yürüttü.

1994 yerel seçimlerinde irticai kesimin partisi RP’nin oy oranında ciddi

bir artış görüldü. RP yerel yönetimlerde iktidara gelmişti.

Đslamcılık akımı, türbanlı kızların üniversitelere sokulmaması üzerine,

gücünü kolayca kanıtlayabileceği çok uygun bir "dava" da bulunca Refah

Partisi 1995 seçimlerinde oyların yüzde 21,38'ini alarak birinci oldu; Đstanbul

ve Ankara'ya kendi adaylarını, Đzmir'e de sempatizanını belediye başkanı

yaptı; Temmuz 1996'da da Necmettin Erbakan'ın kurduğu koalisyon

hükümetinde büyük ortak olarak iktidara geldi.

Erbakan, başbakanlık konutuna tarikat liderlerini sarık ve cüppeleriyle

resmi yemeğe davet edecek kadar iktidarından emin davranmaya başladı.

Bu arada, bir yandan Özal zamanında Halkbank'ın ucuz kredileriyle yaratılan,

"Yeşil Sermaye" diye anılan ve MÜSĐAD (Müstakil Sanayici ve Işadamları

Derneği) tarafından temsil edilen Anadolu sermayesinin, bir yandan da yine

Özal zamanında ayrıcalıklı olarak şube açmalarına izin verilen Đslamcı özel

finans kurumlarının, Đslamcı hareketi finanse ettikleri kanısı gerek

Page 468: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

460

kamuoyunda gerekse kimi devlet makamlarında yerleşmeye başladı424.

PKK, özellikle güneydoğu Anadolu’da etkinliğini gittikçe arttırdı. Büyük

mesafe kaydederek özellikle 1990-94 arasında Türkiye'nin en büyük iç ve dış

sorunu haline geldi. Bir "parçalanma sendromu"nun ("Sevres Sendromu")

fazlasıyla yoğun olarak yaşandığı bu dönemde güneydoğuda kentlerde bile

hava karardıktan sonra sokağa çıkmak mümkün olamazken, PKK'nın

yurtdışındaki siyasal uzantıları Türkiye'deki insan hakları ihlallerini işlemek

açısından çok etkili biçimde çalıştı. Özellikle batı Avrupa ülkelerinin büyük

desteğini sağladı425. Bu dönemde, Diyarbakır başta olmak üzere Mardin,

Batman ve Đstanbul'da cinayetlerin yoğunlaşması üzerine TBMM'de bir "Faili

Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu" kuruldu. Faili meçhul cinayetlerin

sayısı 1988'den önce çok sınırlı iken; 1988'de 24, 1989'da 48, 1990'da 44,

1991'de 68, 1992'de 732, 1993'te 540'a çıktı. Bunların sıkıyönetim olan bir

bölgede bile aydınlatılamaması, "Derin Devlet" diye ün kazanan bir gizli

oluşum tarafından işlendikleri kanısını yerleştirmeye başladı426.

DYP Genel Başkanı Tansu Çiller, 1995 genel seçimleri öncesindeki tüm

seçim kampanyasını “Refah düşmanlığı” üzerine kurmuştu. Seçimlerden

sonra ANAP-DYP koalisyon hükümeti Mesut Yılmaz’ın başbakanlığında

kuruldu. Çiller kabinede yer almıyordu. Merkez sağın bir araya geldiği bu

koalisyon hükümeti uzun ömürlü olmadı. 6 Mart 1996’da kurulan hükümet 6

Haziran 1996’da istifa etti. Arkasından cumhuriyet tarihinde ilk kez “dini

kendisine referans olarak alan bir siyasal parti” RP-DYP koalisyonunun

büyük ortağı olarak iktidara geldi.

424

Baskın ORAN ve başk.: Türk Dış Politikası, Cilt:II, 219. 425

a.g.e., 219-220. 426

a.g.e., 220.

Page 469: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

461

Đslamcı akımın iktidara geçmesi üzerine, bir yandan Ankara Sincan'daki

Kudüs Gecesi olayında görüldüğü gibi gösteriler yapılması, diğer yandan

Başbakan Erbakan'ın yurtdışında Đran ve Libya ziyaretlerinde yıpratıcı olaylar

yaşanması, askerler ve Dışişleri başta olmak üzere kimi çevrelerde

huzursuzluğa yol açtı. Silahlı Kuvvetlerin kurduğu "Batı Çalışma Grubu"

Đslamcılık olgusunu incelemeye ve gücünü saptayarak kamuoyuna

açıklamaya başladı.

Sonunda, daha Erbakan iktidardayken, Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK)

askeri kanadı 28 Şubat 1997'de çok önemli bir bildirinin kabulünü sağladı.

Bildiri, Đslamcı kadroların yayılmasını durdurmak ve devrim yasalarını

uygulamak için gerekli önlemlerin alınmasını hükümetten istiyordu.

Arkasından, Silahlı Kuvvetler medyaya bir dizi brifing vererek şeriatçılığı en

tehlikeli düşman ilan etti. Durum, Ekim 1997'de MGK tarafından yayınlanan

"Milli Güvenlik Siyaset Belgesi"yle yazıya da döküldü. Belge, "Bölücü ve

irticai faaliyetler eşit ve birinci derecede önceliklidir" biçiminde nispeten

alışılmış hedefler gösterirken, "Türk milliyetçiliği bazı kesimlerce ırkçılığa

dönüştürülmek istenmektedir. Ülkücü mafya bundan yararlanmak

istemektedir. Bu da bir tehdit unsuru oluşturmaktadır" ve "Kamusal alana

kaymamak üzere mahalli ve kültürel özelliklerin geliştirilmesine yönelik

düzenlemeler yapılmalıdır" gibi o ana kadar alışılmamış hedeflere de değindi

Koalisyon protokolüne göre Başbakan Erbakan ile yardımcısı Çiller'in yer

değiştirme işlemleri sırasında, Cumhurbaşkanı Demirel görevi Mesut

Yılmaz'a verince Đslamcılar kovuşturulmaya, tarikat yurtları teftiş edilmeye,

kilit resmi görevlerdeki Đslamcılar başka yerlere tayin edilmeye, kimi vali ve

kaymakamların Đslamcı eğilimleri araştırılmaya, 1997'de sayıları 800'e

ulaşmış olan dinci vakıflar denetlenmeye başlandı. Ama hepsinden önemlisi,

zorunlu ilköğretimin 8 yıla çıkartılması sonucu imam-hatiplerin orta okulları

kapatıldı ve Đslamcı akımın 11-12 yaşındaki çocukları yetiştirerek kadro

Page 470: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

462

üretme sürecine en büyük darbe vurulmuş oldu427.

RP-DYP koalisyon hükümetinin gerek iç politikalarına gerekse de dış

politika uygulamalarına karşı gerek kamuoyu gerekse de örgütlü baskı

grupları seslerini yükseltmeye başlayacaklar; Genelkurmay Başkanlığı

Haziran 1997’de savcı ve yargıçlar, üniversite öğretim üyeleri, basın

mensupları gibi kesimlere “brifingler” verecektir. Refah Partisi hakkında 21

Mayıs 1997’de hem de iktidardaki bir parti için Yargıtay Cumhuriyet

Başsavcısı, mevcut demokratik düzene karşı çıktığı gerekçesi ile siyasal

partiler yasasına göre kapatılması için Anayasa Mahkemesi’nde dava

açacaktır ve 16 Ocak 1998’de Anayasa Mahkemesi Refah Partisi’ni 2’ye

karşı 9 oyla aldığı kararla kapatacaktır. Aynı çizginin devamı niteliğinde

Fazilet Partisi kurulacak ve onu da Anayasa mahkemesi kapatacaktır.

Arkasından ise aynı geleneği temsil edenlerin ikiye bölündüğü görülecek, bir

bölümü Saadet Partisi çatısı altında devam ederlerken, bir bölümü de 1994

yılında Refah Partisi’nden Đstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmiş

olan ve ikinci dönem tekrar Belediye Başkanlığı’nı sürdürmekte olan Recep

Tayip Erdoğan’ın başkanlığında Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kuracaklardır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Söylev”inde dediği gibi iç düşmanlar, bazı

değerlendirmelere göre dış güçlerden de destek alarak, Başbakanlık

makamına kadar gelebilecekler ama, gençlik olmasa da devleti koruma ve

kollama görevini yerine getiren ordu öncülüğünde cesaretlenen devletin millet

adına yetkili organları, modern yöntemlerle, onların hakkından gelecektir.

28 Haziran 1996 - 30 Haziran 1997 tarihleri arasında hükümet olan

Refah Partisi – Doğru Yol Partisi Hükümeti yerine Anavatan Partisi,

427

a.g.e., 221-222.

Page 471: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

463

Demokratik Sol Parti ve Demokratik Türkiye Partisi arasında Mesut Yılmaz

başbakanlığında koalisyon hükümeti kurulacak, bu hükümetin en büyük

başarısı Refah Partisi – Doğru Yol Partisi Hükümeti için sonun başlangıcı

olarak kabul edilebilecek 28 Şubat 1997’deki Milli Güvenlik Kurulu

toplantısında alınmış olan kararlardan birisini teşkil eden sekiz yıllık zorunlu

temel eğitim kanununu Cumhuriyet Halk Partisi’nin desteğiyle çıkarmak

olacaktır.

18 Nisan 1998 genel seçimleri sonrasında 57. TC hükümeti 1999 Mayıs

ayında Bülent Ecevit Başbakanlığında DSP-MHP-ANAP koalisyonu olarak

oluşturulmuştur. Bülent Ecevit’te tıpkı Süleyman Demirel gibi Kemalist rejimin

sürekliliğini ve yeniden üretimini sağlayacak olan ve Milli Güvenlik Kurulu’nda

alınan kararları kararlılıkla uygulamaya geçirmeye çalışacaktır. Ancak, 3

Kasım 2002’de yapılan genel seçimlerde TBMM’ye sadece %34 oy alan ve

seçimlerden kısa bir süre öncesinde kurulmuş bulunan Adalet ve Kalkınma

Partisi (AKP) ile %19 oy alan Cumhuriyet Halk Partisi girebileceklerdir.

Türkiye tarihinde ilk defa siyasal Đslamcı gelenekten gelen ve değiştiklerini

söyleyen bir kadro, tek başına ve hem de Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı

değiştirebilecek bir milletvekili sayısı ile TBMM’ye gelecek ve hükümeti

kuracaktır. ABD ve Avrupa Birliği çevrelerinden dış destek aldığı sıkça dile

getirilen AKP’nin hükümet kurduğu yıllarda, Mustafa Kemal Atatürk’ün

“Gençliğe Hitabesi” sık sık anımsanacak, Atatürk ilke ve devrimlerinin

korunup kollanması için devletin ulus adına yetki kullanan organlarının yanı

sıra toplumun da bahsi geçen değerlere sahip çıkması gerektiği dile

getirilecektir. Devletin ulus adına yetki kullanan organlarını temsilen yapılan

konuşmalarda adeta Đslamcı hükümetin politikaları, cumhuriyetin

kazanımlarına ve sembollerine her daim yapılan atıflarla eleştirilecektir.

Sendikalar, meslek örgütleri ve diğer sivil toplum örgütlerinden de benzer

Page 472: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

464

açıklamaların geldiği görülecektir. Bu dönemde, Türkiye’de adeta, Kemalist

rejimin sürekliliğini sağlayıcı kurumlarla, Kemalist rejimin temel bir “öteki”sinin

demokratik rejimin kurallarından faydalanarak Başbakanlık makamına kadar

gelebilmesinin ve hatta Mustafa Kemal Atatürk’ün koltuğu olarak ifade

edilebilecek olan Cumhurbaşkanlığı makamını “ele geçirmeyi”

hedeflemesinin yarattığı gerilimin giderek yükseldiği bir süreç yaşanmıştır.

3-Soğuk Savaş Sonrasında Türk Dış Politikası

SSCB, II. Dünya Savaşı’nın bitimi günlerinden itibaren Türkiye’nin

ulusal güvenliği açısından tedirginlik yaratan bir mihraktı ya da böyle

algılanıyordu. Bu yüzden de Türkiye dış ilişkilerini ve askeri ittifaklarını kuzey

komşusundan gelebilecek tehdit ve tehlikelere karşı savunma çizgisine

oturtmuştu. Sovyet tehdidinin ortadan kalkışıyla birlikte, Ankara’daki dış

politika çevrelerinde, Türkiye’nin batı güvenlik düzenlemeleri açısından

stratejik önemini yitirdiği dolayısıyla savunma yapısının ve ittifak ilişkilerinin

gelişmelerden olumsuz etkileneceği kaygısı egemen olmuştur. Körfez Krizi

sırasında, Türkiye’nin adının daha sık gündeme gelmesi, Batı ile ilişkilerin

yeniden hareketlilik kazanmasını da beraberinde getirmiş, asıl SSCB ve

Yugoslavya’nın dağılmasıyla birlikte, artık yeni Avrasya coğrafyasının tam

ortasında yer alan Türkiye kendini, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslar gibi

istikrarsızlık odakları arasında bir istikrar adası olarak görmeye başlamıştır.

Körfez Krizi’nde ABD’ye tam bir destek verilerek Türkiye’nin stratejik

öneminin devam ettiği mesajı Batı’ya verilmek istenmiştir. Hatta bu arada,

Türkiye 50 yıldır ilk kez bir uluslararası girişimin öncülüğünü üstlenmiş,

bölgesel refaha ve güvenliğe katkıda bulunmak amacıyla Karadeniz

Page 473: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

465

Ekonomik Đşbirliği Bölgesi planını ortaya atmıştır428.

Türkiye, demokratik, laik siyasal sistemi ve liberal ekonomiye geçiş

deneyimiyle Orta Avrupa’dan Orta Asya’ya kadar yeni bağımsız ülkelere

kendini model olarak göstermeye ve gösterilmeye başlanmıştır.

Yeni bağımsız olan Türk devletlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte

Türkiye’nin “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” Türk Dünyası’nın ve Balkanlardaki

Müslüman nüfusun liderliğine oynadığı sıklıkla dile getirilmiştir.

“Türkiye’nin vazgeçilmez önemi” anlayışı yeniden geçerlilik kazanmış,

hepsi birden ve neredeyse aynı zamanda ortaya çıkan sorunlarla baş edip

edemeyeceği ve önüne çıkan fırsatları değerlendirip değerlendiremeyeceği

soruları sorulmaya başlanmıştır.

Körfez Savaşı sonrasında Türkiye, savaşın yarattığı olumsuz ekonomik

sonuçların yanı sıra, Kuzey Irak’taki gelişmeler çerçevesinde ortaya çıkan

bazen insani, bazen siyasi ya da askeri boyutları öne çıkan bir sorunlar

yumağıyla yaşamaya başlamıştır. Özellikle Kürt ayrılıkçılığı sorununun,

Körfez savaşı sonrası dönemde bölgesel boyutlar kazanarak, Türkiye için,

daha da karmaşık bir uluslararası soruna dönüşmesi, bu açıdan özellikle

üzerinde durulması gereken bir konudur429.

Mart 1991’de Irak devlet başkanı Saddam Hüseyin’e karşı başlatılan

428 BOSTANOĞLU: Türkiye-ABD Đlişkilerinin Politikası, 371. 429 Gencer ÖZCAN: “Doksanlı Yıllarda Türkiye’nin Değişen Güvenlik Ortamı,” En Uzun On Yıl, Der. Gencer ÖZCAN ve Şule KUT, 1. Basım, Ankara, Boyut Yayın Grubu, Kasım 1998, 23.

Page 474: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

466

ancak başarısızlığa uğrayan ayaklanma sonrasında çoğunluğunu Kürtlerin

oluşturduğu kitleler Türkiye ve Đran sınırlarına doğru göç etmeye

başlamışlardır. Iraklı Kürtlerin korunması amacıyla Türkiye, Kuzey Irak’ta 36.

Paralel’den başlayan, Saddam rejiminin hava yoluyla müdahale etmesine izin

verilmeyecek bir güvenlik bölgesi oluşturulmasını önermiştir. Önce Ingiltere

Başbakanı John Major’ın benimsediği bu fikir, uygulamaya konmuş ve

Türkiye’nin de rızası ile, ABD, Đngiliz ve Fransız askerlerinden oluşan bir

birlik, bölgenin güvenliğini Saddam’dan korumak üzere kurulmuştur430.

Ankara’nın isteği ile oluşturulan Çekiç Güç’ün varlığının giderek ülkede

huzursuzluğa sebep olması, Ekim 1992’de Batı destekli bir Kürt Federe

Devleti’nin oluşturulması için girişimlere hız kazandırılması ve PKK’nın

zamanla Kuzey Irak’ta hareket serbestliğine kavuşarak bölgede üsler

edinmesi, Türkiye’nin güvenlik endişelerini artırmıştır. PKK teröründe ciddi bir

artış olmuş, 1993 yılında, resmi makamlarca düşük yoğunluklu çatışma

şeklinde nitelendirilecek kadar ciddi boyutlara ulaşmıştır. Gerek ayrılıkçılık

sorununun tırmanışı, gerekse Sovyetler Birliği’nin dağılması gibi gelişmeler

üzerine ulusal güvenlik politikalarına yön veren önceliklerin sıralaması

değiştirilmiş, bölücülükle savaşım 1992 yılında gözden geçirilen Milli Güvenlik

Siyaseti Belgesi’nde tehdit sıralamasının ilk sırasına alınmıştır431.

Bu dönemde Türkiye’nin ve müttefiklerinin güvenlik risklerinin bir çok

yönden farklılaştığı bir dönem olmuş; NATO, Türkiye’nin ulusal güvenlik

politikasında öncelikli yerini korumakla birlikte, NATO dışındaki ülkelerde de

ortak eğitim ve tatbikatlara ağırlık verilmeye başlanmıştır. Türkiye’nin özellikle

Ortadoğu kaynaklı tehditlere karşı NATO ittifakının desteğine

güvenemeyeceği düşüncesi, askeri alanda kendi kendine yeterlilik

430 BOSTANOĞLU: Türkiye-ABD Đlişkilerinin Politikası, 408. 431 ÖZCAN: “Doksanlı Yıllarda Türkiye’nin Değişen Güvenlik Ortamı” , 19.

Page 475: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

467

arayışlarına ivme kazandırdı432.

Ekonomik ve siyasal sorunlarla çalkalanan Rusya Federasyonu’nun

Kafkaslar ve Orta Asya’daki etkisini yitirmesi nedeniyle, bu bölgelerde ortaya

çıkacak güç boşluğunu Batı desteğiyle hareket edecek olan Türkiye’nin

doldurabileceği düşüncesi, dış politika çevrelerinde sıklıkla dile getirilen bir

beklenti olarak ortaya çıkmıştır. Rusya Federasyonu’nun geleneksel nüfuz

alanlarını kolayca terk etmeyeceği açıklık kazanmış; bölgedeki doğalgaz ve

petrol kaynaklarının dünyanın gündemine gelmesiyle birlikte, bu kaynakların

Batı’ya ulaştırılması ve güzergâhlarının güvenliği sorunu, ABD ve Türkiye’nin

bölgeye yaklaşımlarının örtüşmesine yol açmıştır. ABD ile Kafkaslar ve Orta

Asya’da, Avrupa’da, Balkanlarda işbirliği yapılırken Kuzey Irak’la ilgili olarak

Türkiye’nin algılamaları sonucunda hem bir işbirliği, hem de çatışma ve

kuşkularında olduğunu belirtmek gerekir.

24 Aralık 1994 seçimlerini izleyen dönemde üst düzeyde askeri

yetkililerin dolaysız girişimleriyle, dış politika da askeri yapının etkisinde

dikkate değer bir artış izlenmiştir. Bir yandan MGK’nın iç ve dış siyasal

gelişmeler üzerindeki etkisi ağırlık kazanmış, öte yandan, üst düzeyde askeri

yetkililerin daha sıklıkla gerçekleştirdikleri dolaysız müdahalelerin bir sonucu

olarak, dış politika askeri yapının sürekli denetim altında tuttuğu bir alan

olmuştur. Askeri yetkililer, askeri yönü ağır basan Kuzey Irak ve Kıbrıs

sorunları, Türkiye’nin Yunanistan, Đsrail, Đran gibi ülkelerle ikili ilişkileri,

savunma sanayisinin geliştirilmesi ve silah dış alımlarına ilişkin tartışmalarda

ve yeni tehdit değerlendirmeleri ışığı altında Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi

olarak adlandırılan belgenin gözden geçirilmesi gibi konularda girişim

432 Serhat GÜVENÇ: “TSK’nın Sınır Ötesi Girişim Yetenekleri: Ulusal Güvenlik Politikasında Yeni Boyut,"”En Uzun On Yıl, Der. Gencer ÖZCAN ve Şule KUT, 1. Basım, Ankara, Boyut Yayın Grubu, Kasım 1998, 140.

Page 476: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

468

üstünlüklerini korumuşlardır433. 1992 yılından başlayarak bölücülük sorununa

el atan askeri kanat, Refahyol iktidarı ile girilen 1997 yılının başlarında,

sorunu büyük ölçüde kontrol altına almıştı ve sıranın sivil otorite tarafından

toplumsal ve ekonomik önlemlerin alınmasına geldiğini söylüyordu. Ancak,

Refahyol koalisyonunun iktidara gelmesiyle, “irtica”nın ulusal güvenliğe

yönelik birincil tehdit olarak algılandığı yeni bir dönem başlıyordu. 1997

yılında ulusal güvenliğin stratejisi yeniden belirlenmiş ve bu çerçevede

bölücülük tehdidine ek olarak irtica’nın da birincil derecede tehdit oluşturduğu

saptanmıştır434.

1992’den itibaren Kuzey Irak’ta yapılan geniş çaplı askeri harekatlar;

Ocak 1996’da Yunanistan’la yaşanan Kardak bunalımı sırasında

gerçekleştirilen SAT operasyonu, Nisan 1998’de Özel Kuvvetler

Komutanlığına bağlı birlikler tarafından gerçekleştirilen Yarasa Operasyonu

olarak adlandırılan nokta operasyonu sonucunda, PKK önde gelenlerinden

Şemdin Sakık’ın Kuzey Irak’ta saklandığı yerden alınarak Türkiye’ye

getirilmesi; 1997 yılı başında Kıbrıs’a konuşlandırılması planlanan Rus

yapımı S-300 füzelerinin gerekirse vurulacağının açıklanması ve bu

politikanın başarıya ulaşması; Eylül 1998’de dönemin, Kara Kuvvetleri

Komutanı Orgeneral Atilla Ateş’in Hatay Reyhanlı’da yaptığı bir konuşmada,

“Artık sabrımız kalmadı. Eğer gerekli tedbirleri almazlarsa önlemleri biz Türk

milleti olarak alacağız” sözleriyle birlikte başlayan Türkiye-Suriye gerginliği ve

daha sonra yasadışı PKK’nın başkanı Abdullah Öcalan’ın Suriye’den

çıkarılması ve Türkiye’ye getirilmesi politikalarında askeri yapının belirleyici

rol oynadığı görülmüştür. 20 Ekim 1998’de Türkiye ve Suriye, güvenlik

meselelerine ilişkin bir anlaşma imzalamışlar ve bu çerçevede Suriye, PKK

terör örgütüne verdiği desteği sona erdirme taahhüdünde bulunmuştur.

433 ÖZCAN: “Doksanlarda Türkiye’nin Ulusal Güvenlik ve Dış Politikasında Askeri Yapının Artan Etkisi,” En Uzun On Yıl, 77. 434 Burak ÜLMAN: “Türkiye’nin Yeni Güvenlik Algılamaları ve Bölücülük,” En Uzun On Yıl, Der. Gencer ÖZCAN ve Şule KUT, 1. Basım, Ankara, Boyut Yayın Grubu, Kasım 1998, 125.

Page 477: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

469

Suriye’den çıkarıldıktan sonra Roma’da iki ayı aşkın bir süre geçirdikten

sonra Đtalya’yı da terk etmek zorunda bıkılmıştır. Bu kanun kaçağı sığınacak

hiçbir yer bulamadan birçok ülkeyi dolaştıktan sonra Nairobi’de Türk güvenlik

güçleri tarafından yakalanmış ve Türkiye’ye getirilmiştir435. Oran’a göre,

ABD, Öcalan'ın Ekim 1998'de Suriye'den çıkartılmasıyla sonuçlanan süreçte

Suriye'yi "ikna" etmekte çok büyük olasılıkla önemli rol oynamış, arkasından,

Öcalan'ın Avrupa'ya gitmesi üzerine başlayabilecek ve Türkiye için son

derece tehlikeli olabilecek bir uluslararasılaşma sürecini, büyük olasılıkla,

Avrupa ülkelerini ikna ederek önlemişti. Yine,"büyük olasılıkla" denebilecek

bir biçimde, Öcalan'ın Kenya'da bulunduğunu saptayarak, Türk uçağına

kadar getirip teslim etmiş ve 15 Şubat 1999'da PKK liderinin Türkiye'ye

getirilmesini sağlamıştı436.

Şubat 1996’dan sonra ivme kazanan Türkiye-Đsrail yakınlaşmasına

bakıldığında burada da askeri yapının belirleyici olduğu gözlemlenmiştir.

Askeri yapı ile hükümet arasındaki çekişmelerde, son kararlar Genelkurmay

Başkanlığı’nın isteği doğrultusunda olmuştur.

Tahran-Ankara ilişkilerinde sık sık krizler yaşanmış; Türkiye’deki siyasi

ve askeri elit gittikçe artan bir biçimde Đran’ı PKK’lıları topraklarında

barındırmakla ve Türkiye’deki irticai faaliyetleri desteklemekle suçlamıştır.

30 Haziran 1997’de kurulan ve Mesut Yılmaz’ın Başbakan, Bülent

Ecevit’in Başbakan yardımcısı olduğu 55. Hükümette dış politikayı DSP’nin

üstlenmesi; daha sonraki 56. ve 57. Hükümetlerde de DSP’nin dış politikayı

yürüten hükümet ortağı olması ve belli bir sürekliliğin sağlanmasının yanı sıra

435

Öcalan’ın Yakalanması Sonrasında Hazırlanan Rapor, Cumhuriyet, 21 Ağustos 2005. 436

Bkz. Baskın ORAN ve başk.: Türk Dış Politikası, Cilt:II, 230.

Page 478: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

470

“Bölge merkezli dış politika” denilen, kısaca Türkiye’nin, uluslararası

saygınlığı olan, müttefikleriyle daha eşit ilişkiler kurabilen bir aktör olabilme

şansının ancak bölge ülkeleriyle iyi ilişkiler kurmaktan geçebileceği şeklinde

formüle edilen bir dış politika yaklaşımının benimsenmesi ve askeri kanadın

da bu yaklaşıma yakın durması askeri ve siyasi yetkililer arasında bir uyum

sağlamıştır.

1980 öncesinde Avrupa Toplulukları karşıtı olan kamuoyu şimdi

neredeyse tümüyle AB'yi kurtuluş olarak görüyordu: Solcular "Onlar Ortak,

Biz Pazar" sloganını bırakmış, faili meçhul bir cinayete kurban gitmeden veya

en azından mahkemelerde süründürülmeden fikrini söyleyebilmenin ancak

AB'ye üyelikle mümkün olacağını düşünmeye başlamışlardı. Đslamcılar ise

"Yeşil Sermaye"nin sipariş alabilmesi için "Hıristiyan Kulübü" sloganının

terk edilmesi gerektiğini keşfetmiş, ayrıca, iktidara gelseler bile rejimin

kimi durumlara (şeriatçılığı sözle dahi olsa savunan parti, Meclis'e

türbanla girilmesi, haremlik-selamlık uygulamaları, vb.) izin vermemeye

kararlı olduğunu görerek, hiç olmazsa güçleninceye kadar AB'nin

kendileri için bir "demokrasi" rüzgarı estirebileceğini düşünmeye

başlamışlardı. Sokaktaki insana gelince, onun tek derdi gündelik ekmeği

çıkarabilmekti ve AB'ye girilirse Almanya'ya çalışmaya veya en azından

"bir kamyona karpuzları yükleyip Brüksel'de satmaya" gitmek hayalinin

daha yakın olabileceğini kuruyordu. Bu nedenle de, AB hakkında hiçbir

şey bilmediği halde, halkın önemli bir kısmı AB'ye girmek istiyordu437.

Türkiye, Avrupa Birliği’yle olan ilişkilerine özel önem vermiş, 01 Ocak

1996’da gümrük birliğini gerçekleştirmiş; ancak 12-13 Aralık 1997’de yapılan

AB Lüksemburg Zirvesi’nde kendisine tam üyeliğe aday statüsü verilmeyince

sert tepki göstermiş; AB ile siyasi diyaloğu askıya almıştır. Türkiye AB’ye

karşı ABD, Rusya, Çin, Kanada ve Hindistan gibi büyük ekonomilerle iş

437

Baskın ORAN ve başk.: Türk Dış Politikası, Cilt:II, 228-229.

Page 479: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

471

birliğini güçlendirme arayışına girmiştir. Rusya Başbakanı Viktor Çernomirdin

14 Aralık 1997’de Türkiye’ye gelecek; Başbakan Mesut Yılmaz 17-21

Aralık’ta ABD’ye gidecektir. ABD’yle ilişkiler stratejik ortaklık olarak

nitelendirilmeye başlanacaktır. Batı’yla bütünleşmek isteyen Türkiye, Avrupa

Birliği’ne üye olmak konusunda karşılaştığı engelleri ABD’den bulduğu

destekle dengeleyecektir. 10-11 Aralık 1999 AB Helsinki Zirvesi’nde, ABD

desteği ve bazı AB üyesi ülkelerde Türkiye‘ye daha ılımlı bakan partilerin

iktidara gelmesi gibi başka bazı etkenlerin etkisiyle, Türkiye’ye aday üyelik

statüsü verilecektir.

Türkiye’yi aday ülke statüsüne alan ve müzakerelere başlayabilmek için

Kopenhag ölçütlerinin tamamlanması gerektiğini açıklayan, AB, o tarihten

sonra Türkiye’nin önüne sürekli yeni şartlar sürmektedir. “Müzakerelere

başlamak için Kopenhag Kriterleri tek şart” açıklamasının ardından

Türkiye’den, Kıbrıs ile ticareti başlatmasını ve bu ülke ile ilişkilerini

normalleştirmesini isteyen AB, Ankara’nın Gümrük Birliği Ek protokolü’ne

imza atmasının ardından ise Türkiye’den limanlarını “Kıbrıs Cumhuriyeti”

bandıralı gemilere açmasını istemiştir. Avrupa Komisyonu Türkiye’ye

“Hükümet, IMF, Dünya Bankası ve AB’nin de bulunacağı bir komisyon” ile

Güneydoğu bölgesindeki eksikliklerin belirlenerek giderilmesini önermiştir. AB

ilerleme raporlarında da Güneydoğu’daki eşitsizliklerin Türkiye’nin üyeliğine

engel olabileceği vurgulanmıştır. Son yıllarda birçok AB ülkesinin

parlamentosunda Ermeni soykırımı kabul edilirken Đngiltere Dönem

Başkanlığı tarafından hazırlanan Çerçeve Müzakere Belgesi’nde de “Türkiye

komşuları ile olan sınır problemlerini ve ilişkilerini normalleştirmelidir”

ifadesine yer verilmiştir.438.

438 AB’nin Đstekleri Bitmiyor, Cumhuriyet, 9 Eylül 2005.

Page 480: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

472

Türkiye’nin AB ile müzakerelerin başlamasının ardından ağırlıklı olarak

Kürt sorununun gündeme geleceği anlaşılmaktadır. AB’li diplomatlara göre;

“Türkiye’de yaşayan Kürtler siyaseti parlamento çatısı altında kendi

partilerinde yapmalı. Bu demokrasinin gereği. Birçok Kürt …AKP ya da

CHP’nin çatısı altında siyaset yapabiliyorlar. Ancak birçoğu yönetim

kademesinde yer alamadığı için haklarını savunmaya fırsat bulamıyorlar.

Đsteklerini yüksek sesle dile getiremiyorlar.’’439 Kürt meselesi, Türkiye’nin iç

politikaları ve dış ilişkilerinde önemli bir faktör olmuştur. Kürt meselesi ayrıca

açık ve örtülü vasıtalarla 1984’ten beri terör uygulayan PKK’yı destekleyen

Suriye, Đran ve Yunanistan gibi komşu ülkelerle Türkiye’nin ilişkilerinde temel

problemlerden birisi haline gelmiştir. Dahası, PKK’yı bastırmayı amaçlayan

Türkiye’nin politikaları, Avrupa ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri ile

ilişkilerinde ciddi gerilimler yaratmıştır. Türkiye–AB ilişkilerinde Kürt meselesi

giderek artan bir önem kazanmaktadır. Türkiye’nin AB ile üyelik müzakereleri

süreci içerisinde Kürt halkının kültürel ve azınlık haklarının korunması

konularında Türk hükümetine önemli görevler düştüğü konusunda görüşler

ifade edilmektedir. Kürtlerin Türkiye’de anayasal tanınmasının yanı sıra

Kürtlerin haklarının yerel ve uluslararası kanunlarda tanınması üzerinde

durulmaktadır440.

Türkiye’deki Kürt toplumu adına International Herald Tribune

gazetesine “Türkiye’deki Kürtler ne istiyor?” başlıklı ve Paris Kürt Enstitüsü

imzalı yarım sayfalık ilanda, Türkiye’de 15-20 milyonluk bir nüfusa sahip olan

Kürtlerin ülke nüfusunun dörtte birini oluşturduğu ifade edilmektedir. 20.

yüzyıl boyunca büyük adaletsizliklerin kurbanı olduğu belirtilen Kürtlerin,

Türkiye’nin Kıbrıs’taki Türk azınlık için talep ettiği, Avrupa ülkelerinin Basklar,

Katalanlar, Đskoçlar, Laponlar, Güney Tirollüler ve Valonlar gibi azınlıklarına

439 Yeni koşullar, Cumhuriyet, 18 Eylül 2005. 440 Bkz. “Masada Kürtler de olsun”, Cumhuriyet, 24 Kasım 2004.

Page 481: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

473

tanıdığı hakların Kürt vatandaşları için de talep edildiği söylenmektedir. Söz

konusu ilanda,

- Kürt halkının varlığını tanıyan, eğitim ve medyada kendi dilini

kullanmasını, kültürlerinin özgürce gelişimi için kendi örgüt, kurum ve

partilerini oluşturmasını garanti altına alan yeni ve demokratik bir anayasa.

- Uzlaşma ve karşılıklı güven iklimi yaratmak ve şiddet ve silahlı

mücadele sayfasını kapatmak için bir kereye mahsus ve herkesi kapsayacak

bir genel af.

- 1990’larda tahrip edilen 3 bin 400’ün üzerindeki Kürt köyünün yeniden

inşasını ve buralarda yaşayan Kürtlerin eve dönüşünü de içerecek bölgeye

dönük bir ekonomik kalkınma programının, Avrupa’nın desteğiyle

uygulanması.

istemleri sıralandı441.

Türk alfabesinde yer almayan “X, W, Q” harflerinin nüfus kâğıdına

yazılacak isimlerde kullanım yasağının kalkması konusunda birçok kişi nüfus

müdürlüklerine başvurarak isimlerini Kürtçe olarak değiştirmek istemiş, söz

konusu yasağın 24 Eylül 2004’te yayımlanan Đçişleri Bakanlığı genelgesiyle

kalkmasından sonra ise “X, W, Q” harflerinin geçtiği Kürtçe isimlerden koyan

olmamıştı442.

Türkiye’nin yıllarca gündeminde tutulmaya çalışılan konulardan birisi

de Kürtçe eğitim ve öğretim yapılabilmesiydi. Türkiye’de Avrupa Birliği’ne

441 Bask Modeli Đstiyorlar, Cumhuriyet, 10 Aralık 2004. 442 Kürtçe Đsme Đlgi azaldı, Cumhuriyet, 4 Nisan 2005.

Page 482: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

474

uyum sağlanması çerçevesinde özel Kürtçe dil kurslarının açılabilmesine

olanak sağlandı. Açılışları ilgi gören Diyarbakır, Đstanbul, Van, Kızıltepe,

Adana, Şanlıurfa, Batman ve Doğubeyazıt’taki özel Kürtçe dil kursları kısa bir

süre sonra yeterince kursiyer bulamadıkları için kapandılar. Diyarbakır Kürtçe

Dil Kursu kurucusu Süleyman Yılmaz’a göre Kürt halkı zaten öğretmek

istenilen dili biliyordu ve anadilini öğrenmeyi değil, anadilinde eğitim ve

öğretim istiyordu443.

Büyük Birlik Partisi Diyarbakır Đl Başkanı Ahmet Çağlayan’ın aşağıdaki

sözleri Türklerin belleğindeki Osmanlı Đmparatorluğu’ndan ayrılmak için gizli

faaliyetlerde bulunan ve Meşrutiyet yönetimini amaçlarına daha hızlı ulaşmak

için bir fırsat olarak değerlendiren unsurlara ilişkin algılamaların

canlanmasına yol açmaktadır. Ahmet Çağlayan :

“HADEP’lilerin hepsi ayrı bir devlet kurmak istiyorlar. Bunların dediklerine inanmayın. Onlar eninde sonunda bağımsız Kürt devleti kurmak niyetindeler.” 444

demektedir. AB’nin bakış açısıyla Türkiye’nin bakış açısı arasındaki derin

farklılığı Türkiye kaldırabilecek midir? Kaldırabilirse ki bu devletin varoluş

felsefesinin değişmesi anlamına gelecektir, kendi bütünlüğünü devam

ettirebilecek midir? Genel kanaat, bir ülkede iki ulusun var olamayacağı

şeklindedir. Geçmişin belleğini taşıyan ve bu durumun hakkından nasıl

geleceğini bilen Kemalist rejim, gereken eylemde bulunabilme yeteneğini

geçmişte olduğu gibi günümüzde de sergilemeye devam edecek gibi

görünmektedir.

443 Talep Olmayınca Kürtçe Dil Kursları Kapandı, Cumhuriyet, 2 Ağustos 2005. 444 Oral ÇALIŞLAR: Đnsanlar Beklenti Đçerisinde, Cumhuriyet, 13 Ağustos 2005.

Page 483: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

475

AB’ye üyelik müzakerelerinin başlaması sonrasında Denktaş,

Türkiye’nin önüne konan Kıbrıs dahil diğer şartların, özellikle Atatürk

ilkelerinden vazgeçilmesinin, Lozan Andlaşması ile çözülmüş olan azınlıklar

konusunun Türkiye’yi parçalara ayıracak şekilde yeniden canlandırılmasının,

vilayetlere özerklik verilmesi gibi girişimlerin Türk ulusunca asla kabul

edilmeyeceğine dikkat çekmektedir445. Kıbrıs konusu, AKP’nin hükümet

kurması, KKTC’de Rauf Denktaş’ın cumhurbaşkanlığının sona ermesinden,

sonra, Cumhuriyetçi Türk Partisi genel başkanı Mehmet Ali Talat’ın önce

başbakan daha sonra da Cumhurbaşkanı olması sonrasında, Türkiye’nin

geleneksel veya devletin Kıbrıs politikasından farklı bir şekilde ele alınmaya

başlandı. Bu durumu eleştiren eski Başbakan Bülent Ecevit,

“Türkiye, Kıbrıs konusunda çok tehlikeli adım attı. Çözülmüş olan sorunu Başbakan yeniden çözmeye çalışıyor.”446

demektedir. Denktaş ise,

“Ben geçmiş yıllarda Türk askerini adadan çıkaracak bir anlaşmaya bir kişimizin dahi evet demeyeceğini düşünüyordum. Sonra karşımıza Annan Planı çıkarıldı. Bu halk kandırıldı ve bunda Türkiye’nin de etkisi oldu. Referandumda Annan Planı’na evet dediğimiz gün davayı kaybetmiştik. Đyi ki Rum tarafı hayır diyerek bizi felaketten kurtardı.”447

diyerek tepkisini dile getirmektedir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin

(KKTC) 2.Cumhurbaşkanı seçilen Mehmet Ali Talat ise Kıbrıs Türkleri’nin 24

Nisan 2004’teki referandumda Annan Planı’na yüzde 65’le “evet” dediğini ve

kendisinin de böylesi tarihi bir günde göreve başladığını anımsatarak,

445 Bkz. Rauf Denktaş: AB, Kıbrıs’ı Peşinat Olarak Görüyor, Cumhuriyet, 22 Eylül 2005. 446 “Hükümet Tehlikeli Yolda”, Cumhuriyet , 14 Mart 2005. 447 Denktaş Giderken Uyardı, Cumhuriyet, 16 Nisan 2005.

Page 484: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

476

“Bundan böyle vaat değil, fiili icraat bekliyoruz. Dünyayla bütünleşmek isteyen bir toplumu daha fazla dünya olanaklarından uzak tutmak doğru değildir” 448

demektedir. Türk dış politikasında cumhuriyet tarihi boyunca hükümet ile

siyasal muhalefetin yanı sıra devletin yetkili organları arasında ulusal dava

olarak nitelendirilen bir konuda bu denli bir ayrılık yaşandığını hatırlayan

yoktur.

Avrupa Birliği ile Türkiye arasında yürütülecek müzakerelerde yol

haritasını oluşturan müzakere çerçeve belgesinde,

“….Müzakerelerin ortak hedefi katılımdır. Bu müzakereler ucu açık bir süreç olup, sonucu önceden garanti edilemez. Kopenhag kriterlerinin tam değerlendirmesi, AB’nin hazmetme kapasitesi de göz önüne alınarak eğer Türkiye’nin tüm üyelik yükümlülüklerini tamamen üstlenecek konumda olmadığını ortaya koyarsa, Türkiye’nin mümkün olan en güçlü bağ ile Avrupa yapılarına bağlanması sağlanmalıdır.”

denilmektedir. AB, Türkiye’den reform sürecini sürdürmesini ve ilgili Avrupa

içtihadı da dahil olmak üzere özgürlük, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve

insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı ilkeleriyle ilgili olarak daha fazla

iyileşme sağlanması yönünde çabalamasını, özellikle işkence ve kötü

muameleye karşı mücadelede sıfır tolerans politikasıyla ve ifade özgürlüğü,

din özgürlüğü, kadın hakları, sendika haklarını içeren ILO standartları ve

azınlık haklarıyla ilgili hükümlerin uygulanmasında mevzuat ve uygulama

tedbirlerini pekiştirmesini ve geliştirmesini beklemektedir. Birliğin temelini

oluşturan özgürlük, demokrasi, insan haklarına ve temel özgürlüklere tam

saygı ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin Türkiye’de ciddi ve ısrarlı bir şekilde

ihlal edilmesi durumunda, komisyon, kendi inisiyatifiyle ya da üye devletlerin

üçte birinin talebi üzerine, müzakerelerin askıya alınmasını önerebilir ve

448 “Pusuladan Sapmayacağım”, Cumhuriyet, 25 Nisan 2005.

Page 485: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

477

müzakerelerin tekrar başlaması için karşılanması gereken koşullara yönelik

tekliflerde bulunulabilir. Konsey, Türkiye’yi dinledikten sonra, müzakerelerin

askıya alınıp alınmaması ya da müzakerelerin yeniden başlaması için

aranacak koşullarla ilgili bu tür bir öneriyi nitelikli çoğunluk esasına göre

kararlaştıracaktır. Türkiye müzakereler sürerken, başka ülkelerle

müzakerelere başlanmasını kabul ederken Türkiye’nin katılımı özlü mali

sonuçlar doğurabileceğinden, müzakereler, sadece, 2014 yılı ve sonrası

dönem için geçerli olacak finansal çerçeve belgesinin hazırlanarak yürürlüğe

girmesinden sonra ve muhtemel önemli mali reformları takiben

sonuçlandırılabilecektir449. Türkiye’nin bu süreç içerisinde iç iktidar

yapılanmasının da AB tarafından etkilenmeye çalışılacağı, Kemalist devlet

felsefesinin ve ulus-devlet kimliğinin sorgulanacağı ve toplumsal belleğin

farklılaştırılması taleplerinin gündeme geleceği öngörüsünde bulunabiliriz.

Örneğin AB Komisyonu’nun Ekim 2005’te hazırladığı Türkiye’ye yönelik

“Katılım Öncesi Aylık Genel Değerlendirme Raporu”nda, Yüksek Askeri Şûra,

Milli Güvenlik Kurulu ve ordudaki görev değişimlerine yönelik gelişmelere

ayrıntılı olarak yer verilmekte, Türkiye’de, liberal çevrelerin AB karşıtı

dönemin 1.Ordu Komutanı Orgeneral Hurşit Tolon’un görevine Genel Kurmay

Đkinci Başkanı Orgeneral Đlker Başbuğ’un gelmesini memnuniyetle

karşıladıkları ifade edilmekte, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral

Hilmi Özkök “ılımlı, demokrat, AB destekçisi” olarak tanımlanmakta, Özkök’ün

Đslami çevrelerde beğenildiği ifade edilmekte, dönemin Kara Kuvvetleri

Komutanı ve daha sonra Genelkurmay Başkanı olacak olan Yaşar

Büyükanıt’ın ise “katı çizgide” olduğu yorumu getirilmektedir450. AB

Komisyonu’nun Katılım Ortaklığı Belgesi’yle 9 Kasım 2005’te resmen

açıkladığı Đlerleme Raporu’nda Müslüman olmayan toplulukların tüzel

kişiliklerine, mülkiyet haklarına, din adamı yetiştirmelerine ve çalışmalarına

449 Müzakere Çerçeve Belgesi, Cumhuriyet, 5 Ekim 2005. 450 Bkz. AB’nin Terör Kaygısı, Cumhuriyet, 16 Ekim 2005.

Page 486: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

478

yönelik büyük sorunlar olduğu, Ortodoks, Katolik ve Protestan topluluklara ait

mülklerin geri verilmesi veya tazminat ödenmesi gerektiği ifade edilmekte,

Alevilerin yaşadığı sorunlara da değinilmektedir. Önde gelen bir sorun olarak

Fener Rum Patrikliği ve onun ekseninde dile getirilen talepler giderek artan

bir şekilde gündeme gelmektedir. Fener Rum Patriği olan Vartholomeos,

Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) ile üyelik görüşmelerine başlayacağı tarih

olarak duyurulmuş olan 3 Ekim 2005’in kendi çıkarları anlamında “milat”

olacağını ima ederek ,

“Türkiye bu tarihten sonra AB ölçütleri çerçevesinde hareket etmek zorundadır. Ruhban okulunun kapanması talihsizlik idi. Türkiye dini özgürlüklere ve azınlık haklarına saygılı olduğunu göstermek için katılım müzakerelerinin başlayacağı 3 Ekim’den sonra ruhban okulunu açmalıdır”

demektedir. Bu durumu sadece AB yetkililerine değil, görüştüğü ABD’li

yetkililere de ilettiğini söylemektedir451.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın brifinginde bir Yunanlı Gazetecinin,

Washington’ın, Đstanbul’daki Fener Rum Patriği’nin statüsünü nasıl

değerlendirdiği sorusuna, bakanlık tarafından daha sonra yazılı olarak verilen

yanıtta,

“ABD, ekümenik Patrik Vartholomeus’u, küresel pozisyona sahip bir dini lider olarak değerlendiriyor”

denildi.Açıklamada, “2005 yılı Uluslararası Dini Özgürlükler Raporu”nda dile

getirildiği gibi, ABD’nin, Türkiye’de dini özgürlük konusuna ciddiyetle eğildiği

kaydedilerek,

451 Patrik : Ruhban Okulu Açılmalı, Cumhuriyet, 15 Eylül 2005.

Page 487: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

479

“Raporda bahsedilen özel kaygılar arasında, Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasının da dahil olduğu Patrikhane’ye ilişkin konular ve diğer dini azınlıklarla ilgili meseleler yer alıyor”

ifadesi kullanıldı. Bakanlık açıklamasında ayrıca Patrikhane konusunun

son yıllarda Türk yetkililerle en üst düzeyde ele alındığı, ABD Başkanı

George Bush’un Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile haziran 2005’te yaptığı

görüşmede Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması isteğini dile getirdiği

kaydedildi452.

Patrikhane, Doğu Bloku’nun dağılması sonrasında Türkiye’nin

Yunanistan, AB ve ABD ile ilişkilerinde ayrı bir önem kazanmaya başlamıştır.

Bu durumda, uluslararası boyutta, Doğu Bloku'nun çöküşü ile birlikte,

uluslararası başat güçlerin, din ve kilise karşıtı bir rejim altında yaşamış olan

kitleleri kontrol altına alabilmek, Batı'nın değerlerini onlara kazandırabilmek

için bu ülkelerdeki kiliseler arasındaki mücadeleyi kullanmaya başlamaları

önemli bir etken olmuştur. Türkiye’nin bir "iç sorun"u olarak görülen

Patrikhane, giderek Türkiye’nin bir dış sorunu haline dönüşmüştür.

Patrikhane konusunun giderek uluslararasılaşması, Osmanlı Devleti’nin

çöküş dönemindeki gerek azınlıklara gerekse de Fener Rum Patrikhanesi’ne

ilişkin belleğin güncellenmesini ve Patrikhane karşıtı tepkilerin artmasını

beraberinde getirmektedir. Türk medyası da belleğin canlanmasına katkıda

bulunmaktadır. Patrikhane, Yunanistan'la özdeşleştirilmekte, onun bir aracı

olarak nitelendirilmektedir453.

Soğuk Savaş sonrası dönemde Patrikhane, uluslararası güçlerin

kendisinden beklediği işlevi yerine getirirken, diğer taraftan Türkiye

cumhuriyeti ile devam eden sorunlarını dışarıdan, özellikle ABD ve AB’den

452 Washington: Patrik Ekümenik, Cumhuriyet , 7 Aralık 2005. 453 Patrikhane’nin artan önemi için Bkz. Elçin MACAR: Đstanbul Rum Patrikhanesi, 19-21.

Page 488: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

480

destek alarak çözmeyi tasarlamaktadır. Patrikhane’nin Türkiye'deki cemaatini

oluşturan Rum azınlık, cumhuriyet döneminde de devam eden göçler

sonucunda, giderek azalmış ve erime noktasına gelmiştir. Patrikhane’nin bir

diğer önemli sıkıntısı ise din adamı yetiştirebilmek için kullanmak istediği

Heybeliada Ruhban Okulu'nun (HRO) açılması ile ilgilidir. Hem Patrikhane içi

ihtiyacın karşılanabilmesi hem de yurtdışında görevlendirerek, Patrikhane'nin

"ekümenikliğini devam ettirebilmesi" bakımından bu konu, yabancı

öğrencilerin de okula kabulünü içerecek şekilde, uluslararası alanda

gündeme getirilmektedir. Patrik adaylarının Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı

olma zorunluluğuna son verilmesi de istenilmektedir454.

8 Haziran 1965 tarih ve 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu'nun

bazı maddelerinin 12 Ocak 1971'de Anayasa Mahkemesi tarafından iptal

edilmesi üzerine, Đstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü'nün 12 Ağustos 1971 tarih

ve Özel Öğretim Kurumları 101787 sayılı "gizli" yazısıyla okulun yüksek

kısmı, 9 Temmuz 1971'den geçerli olmak üzere kapatılmıştır. Danıştay'a, 17

Kasım 1971'de açılan dava, Patrikhane'nin tüzel kişiliği olmadığı, yargıya

başvurma ve okul açma ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir455.

Uluslararası baskılar sonucunda okulun tekrar açılması konusunun,

gündeme getirilmesi üzerine, Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK), 14 Eylül 1999

tarihli toplantısında, Đstanbul Üniversitesi Đlahiyat Fakültesi bünyesinde, bir

"Dünya Dinleri Kültürü Bölümü"nün kurulmasına karar verir. Kuruluş işlemleri

yürütme görevi verilen Prof. Dr. Zekeriya Beyaz, cemaatlerin ruhanî

liderlerine 14 Aralık 1999'da gönderdiği bir mektupla, liderlerin öneri ve

454 Bkz. Elçin MACAR: Đstanbul Rum Patrikhanesi, 260-261. 455 HRO’nun kapatılmasıyla ilgili olarak Bkz. Elçin MACAR: Đstanbul Rum Patrikhanesi, 293-296 ; Gözde Kılıç YAŞIN: “Ruhban Okulu Çıkmazı” Cumhuriyet Strateji, Yıl : 2, Sayı : 72, 14 Kasım 2005, 20.

Page 489: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

481

manevi desteklerini ister. Ancak cemaatler ve ruhanî kurumlar bu formüle ilgi

göstermezler ve konu ortada kalır456.

Cumhuriyet kurulduğunda Türkiye’de kalan sınırlı sayıdaki azınlık

nüfusu, cumhuriyet döneminde de Türkiye’yi terk etmeye devam etmiştir.

1927’de gayrimüslimlerin toplamı 378.664 iken, 1955 yılında 260.715’e

düşmüştür. 1927 ile 1955 yılları arasında izlenen azalmanın daha sonraki

yıllarda devam ettiğini, 6 – 7 Eylül 1955 olayları ve 1964 Kararnamesi ile

Đstanbul Rumları’nın sınır dışı edilmesi gibi Türk dış politikasına endeksli

gelişmeler sonucunda, nihayet Türkiye son zamanlarda yaygın olarak ifade

edildiği gibi, “nüfusunun %99,9’u Türk ve Müslüman” bir ülke haline

gelmiştir457. Lozan azınlıklarının, sayısal olarak cumhuriyetin kuruluş yıllarıyla

kıyaslandığında çok daha azalmış olmasına karşın, Patrikhane konusu ,

adeta Osmanlı’nın çöküşüne zemin hazırlayan geçmişteki Müslüman

olmayan unsurların dış destekli talepleriyle ilgili belleği bugüne taşımaktadır.

Ve bir başka şekilde AB’nin Lozan Andlaşması’yla Müslüman halkın da etnik

kimlikleri temelinde azınlık olarak değerlendirilmesi yönündeki yaklaşımı,

Osmanlı’yı çökertmek için Müslüman olmayan unsurları kullanan Batı’nın

Türkiye’yi çökertmek için de Müslüman etnik grupları kullanmak istediği

algılamasının oluşmasına yol açmaktadır.

Türkiye’de yakın zamanlarda tartışılmaya başlanan konulardan birisi

de yabancılara taşınmaz mal satışı ile ilgili düzenlemelerdir. Yabancılara

taşınmaz mal satışının kolaylaştırılması, geçmişteki tecrübelerin belleklerdeki

izinin bugüne yansıması biçiminde ortaya çıkmakta ve bir ulusal güvenlik

sorunu haline gelmektedir. 29 Aralık 1934’te yayımlanarak yürürlüğe giren

456 MACAR, 297-298. 457 AKTAR, 208. Ermeniler’in sayısı 55.000 – 60.000, Yahudiler’in, sayısı yaklaşık 25.000 civarında, Rumların sayısı ise 1.500’ün altına inmiş bulunmaktadır. Bkz. Baskın ORAN: Türkiye’de Azınlıklar, 1. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2004, 50-51.

Page 490: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

482

2644 sayılı Tapu Yasası’nın 35. maddesiyle karşılıklı olmak ve yasal

sınırlamalara uyulmak şartıyla yalnızca yabancı gerçek kişilere taşınmaz mal

satın alma ve miras yoluyla edinme hakkı verilmişti. Bu yasa 30 hektardan

büyük toprak alımına, yabancı tüzel kişilerin gayrimenkul alımına, askeri

yasak bölgelerde toprak alımına, köy sınırlarında toprak alımına izin

vermiyordu. Buna karşın AKP hükümetinin hazırladığı ve 19 Temmuz 2003’te

Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4916 sayılı yasa ile yabancı

ülkelerde o ülkelerin yasalarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret

şirketlerine de taşınmaz mal edinme hakkı tanınmış, yabancı uyruklu gerçek

kişilerin miras yoluyla taşınmaz mal edinmesinde karşılıklılık koşulu

kaldırılmış, yabancı uyrukluların köylerde de arazi almalarının yolu açılmıştı.

Yasa ile ayrıca sınırlı ayni hakların (yararlanma hakkı, oturma hakkı, ipotek

hakkı vb. ) kullanılmasında karşılıklılık koşulu kaldırılmıştı. Yasa ile,

yabancılar 30 bin metre kare yer alabiliyorlardı. Bunun üzerine ise Bakanlar

Kurulu Karar veriyordu458. Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen

düzenlemenin yerine yenisi hazırlanacak ve AB’nin mülkiyet hakkına ilişkin

taleplerine cevap verildiği düşünülecektir.

Ordunun gayrıresmi mekanizmalarla hâlâ siyasi etkinliğini sürdürdüğü,

ordunun sadece askeri, savunma ve güvenlik konularında açıklama yapması

gerektiği; ayrıca savunma harcamaları ve ulusal güvenlik stratejileri

konusunda hükümetin kontrol sahibi olması gerektiği ileri sürülmektedir.

Türkiye’nin, limanlarına Rum kesiminden gelen gemi ve uçakları

sokmamasının, Gümrük Birliği hükümlerine aykırı olduğu, Türkiye ve

Yunanistan arasında Ege Denizi’ne yönelik anlaşmazlıkların sürdüğü,

Ermenistan sınırının hâlâ kapalı olduğu belirtilmektedir.

458 Toprak Satışında Eskiye Dönülüyor, Cumhuriyet, 2 Temmuz 2005.

Page 491: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

483

Ülkedeki yabancıların, taşınmaz mal satın almada zorluklarla

karşılaştıkları, ülkede yaşayan AB vatandaşlarının oy kullanma, AP ve

belediye seçimlerinde aday olmalarına zamanı gelince izin verilmesi

gerekeceği söylenmektedir459.

Benzer değerlendirmeler ve konular, önümüzdeki yıllar içerisinde daha

fazla gündeme gelecekler ve muhtemeldir ki Türklerin, Osmanlı’yı çöküşe

götürdüğünü düşündüğü olaylar belleklerinde bugünün olaylarıyla

bağlantılandırılarak zamanımızı daha fazla etkilemeye başlayacaklardır.

Kişilerin kimlikleri hakkında değerlendirmelerin yapılması, aynı

zamanda kimin tercih edilmesi gerektiği konusunda da yargılara

ulaşılabilmesini olanaklı kılmaktadır. Türkiye, 2014 yılından önce

gerçekleşmeyeceği kesin olan, ondan sonraki süreçte ise nasıl bir biçimde

sonlanacağı belirgin olmayan bir sürecin içerisine arzulu bir düşünceyle

sürüklenmiş gibi görünmektedir. Aslında “Müzakere Çerçeve Belgesi”

muhtemel geleceğin nasıl şekilleneceğini, amaçlananı gayet açık bir şekilde

göstermektedir. Amaç, Türkiye’yi “öteki”leştirmemek ama kendilerinden birisi

haline de getirmemektir. Türkiye’deki karar vericilerin de gerçek arzularıyla

bu durumun örtüştüğü düşüncesi net bir şekilde ifade edilmelidir. AB’nin

Türkiye’yi ilgilendiren bir konudaki değerlendirmesi Türklerin Avrupa’yı

“öteki”leri olarak algılamalarının güçlenmesine yol açacaktır.

Türkiye bölgesel boyutta bir güç olma iddiasını zaman zaman gündeme

getirirken, ağırlıklı olarak iç sorunları ile boğuşan ve dış sorunlarının baskısı

altında çıkış ve destek yolu arayan bir ülke görünümü vermektedir. Irak’a

müdahalesi öncesinde ABD Türkiye üzerinden Irak’ın kuzeyine asker

459 AB’den Reformlara Kırık Not, Cumhuriyet, 10 Kasım 2005.

Page 492: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

484

geçirmek ve Irak’a karşı kuzeyden, Kürt gruplarıyla birlikte bir cephe açma

arzusu içerisinde olmuştur. ABD’nin talepleri ile ilgili olarak Türk hükümeti

umut verici bir pazarlık süreci içerisine girmiş, uzun pazarlıklar sonucunda

hazırlanan hükümet tezkeresi, iktidar partisi içerisinden de muhalefetin

oluşması neticesinde, 1 Mart 2003’te TBMM’den yeterli desteği alamamıştır.

Türkiye üzerinden ABD askerlerinin Kuzey Irak’a geçmesine izin verilmemesi,

ABD yetkililerini hayal kırıklığına uğratmıştır. Türkiye – ABD ilişkilerinin ciddi

bir yara alacağı, bu yaranın düzeyinin ABD’nin Irak’a yönelik harekatının

uzaması ve can kayıplarının artmasıyla birlikte daha da derinleşeceği

yönünde değerlendirmeler yapılmıştır. Türkiye – ABD ilişkilerindeki gerginliğin

Kıbrıs, Türkiye-Đsrail ilişkileri, Bakü - Ceyhan ve enerji projeleri gibi alanlara

yansıyacağı, Türkiye’nin uluslararası alanda yalnızlaşacağı ve IMF ve Dünya

Bankası desteğinin sona ereceği yönünde öngörülerde bulunulmuştur.

Ayrıca, Türkiye’nin kurulacak yeni Irak’ın “yeniden yapılanmasında” rol

alamayacağı, Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti oluşumunu dışarıdan izlemek

zorunda kalacağı ifade edilmiştir460. 1 Mart tezkeresinin TBMM’de yeterli

desteği bulamaması, Türkiye’nin karar vericilerinin, bir rejimi askeri harekatla

devirmeye yönelik ABD politikalarını meşru görmemesinin yanı sıra, ABD’nin

bölgeye dönük politikalarından kuşku duymaları ve bu kuşkularına süreklilik

sağlayan bir algılama biçiminin oluşmuş olmasının önemli bir payı vardır.

1990’lı yıllarda Çekiç Güç’ün zaman zaman Türkiye’nin tepkilerini çeken bazı

güvensizlik yaratıcı davranışları, bölgede NGO’ların Kürt devleti oluşumu için

gösterdiği faaliyetler, ABD’nin Kuzey Irak’taki Kürt gruplarını müttefik kabul

ederek Türkiye’nin beklentilerini dikkate almaksızın desteklemesi ve

Türkmenlerin bir nevi Irak’ın yeniden yapılandırılması sürecinde

önemsizleştirilmesi gibi konular Türkiye’nin kuşkularına süreklilik

kazandırmışlardır. En önemli sorun olarak ABD’nin Kuzey Irak’taki PKK

460 Bkz. ÖZKAN, 497.

Page 493: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

485

varlığına karşı eylemsel bir politika yürütmemesi karşımıza çıkmaktadır.

Esasen, ABD, Irak müdahalesi öncesinde de Kuzey Irak Kürtleri’nin Türk

ordusunun Irak’a girmesine karşı tutum almaları nedeniyle bir açmaz içerisine

girmiş ve Türk ordusunun Irak’taki muhtemel rolü konusunda sürüncemeli bir

pazarlık süreci yürütülmüştür. Tezkerenin TBMM’den yeterli oyu

alamamasında, TSK’nin müdahaleye katılma konusundaki beklentilerinin

karşılanmamasının da payı olduğu muhakkaktır. Türkiye’nin eski başbakan

ve Cumhurbaşkanlarından Demirel’in söylediği,

“Amerika, orada Kürtlerle bozuşamaz. Gerçeği anlayalım. PKK’nın üstüne varmaya kalkarsanız, öbür Kürtlerin ona rızası olmayacaktır. Netice itibarıyla Kürt milliyetçiliği onlarda da vardır. Sanıyorum ki en nazik noktası budur, Kürtlerle bozuşmaktan korkmaktadır461.

şeklindeki sözleri dikkat çekicidir. ABD’nin Irak savaşı sonrasında yeni Irak’ın

devlet başkanlığı makamına Kuzey Irak’lı Kürt liderlerden Celal Talabani’nin

getirilmiş olması, Kuzey Irak’taki Kürtlerin ABD’nin Irak’taki en büyük iç

destekçisi konumunda bulunmaları, diğer Sünni veya Şii Arap halkın, ABD’ye

karşı örtülü veya belli bir direniş içerisinde bulundukları hususu dikkate

alındığında, ABD’nin Irak’taki Kürtlerle bozuşmak istememesinin nedenleri

daha iyi anlaşılacaktır. Diğer bir noktada, Irak’ın yönetim yapısı içerisinde

güçlü bir Kürt etkinliğinin bulunması, aynı zamanda içlerinde Kürt etnik

kimliğini taşıyan nüfus barındıran Türkiye, Đran ve Suriye’nin politikalarının

etkilenebilmesi ve yönlendirilebilmesi bakımından da önemlidir.

Türk karar vericilerinin gözünde, ABD’nin Avrupa Birliği ve

Bakü - Ceyhan gibi diğer konularda verdiği destek bilinçlerde ön plana

çıkmamaktadır.

461 Erdoğan Köşk’ü Tepemez, Cumhuriyet, 22 Ağustos 2005.

Page 494: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

486

ABD’nin eski dışişleri bakanlarından Kissinger’in dediği gibi, bugün artık

daha güçlü, daha müreffeh ve daha önce olmadığı kadar kendine güvenen

Türkiye, ABD çıkarlarıyla uyuşmayan politikalar uygulayarak, bölgesinde

daha bağımsız davranma dürtüsü içine girebilir. Belki de bu öngörünün bir

göstergesi, Türkiye’nin Ağustos 1998’de Öcalan’ın Şam’dan çıkarılmasıyla

sonuçlanan Suriye’yi tehdididir. Ankara’nın bu örnekteki tutumu,

Washington’u açıkça rahatsız etmiştir462.

ABD’nin temel bir diplomatik amacına ulaşabilmek için Türkiye’ye baskı

uyguladığı en ünlü olay olan 1975 – 1978 silah ambargosu çok büyük bir

başarısızlıktı. Jeostratejik önemi kartını oynayarak - toprakları üzerindeki

Amerikan üslerini kapatarak Türkiye’ye ABD’ye ambargoyu sona erdirtecek

derecede acı hissettirdi. Washington açısından ambargodan alınan ders,

ulusal çıkarı ilgilendiren konularda Türkiye’yi baskı altına almanın

güçlüğüdür463. ABD’nin Türkiye üzerindeki etkinlik kaynakları, uluslararası

finans kurumları – Dünya Bankası ve IMF – silah satışları ve Türkiye’nin

diplomatik amaçları için sunduğu destektir. Bu faktörler hep birlikte marjinal,

fakat anlamlı etkiler yaratabilmektedir. Ancak, bu faktörler Türkiye’yi ulusal

çıkarları açısından hayati gördüğü politikalarda taviz vermeye zorlaması

açısından çok az şey ifade etmektedir464.

Türkiye, kendisine efelenilmemesi için tetikte beklemektedir. Türkiye,

kendisi için temel ulusal çıkar saydığı konularda başka ülkelerin arzularına

cevap vermek amacıyla uzlaşma yapmak istemeyecektir. Herhangi bir ülke,

siyasi girişimlerine Türkiye’nin desteğini sağlayabilmek için karşılıklı çıkarlar

462 Alan MAKOVSKY: “Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye Politikası: Gelişme ve Sorunlar” Türkiye – ABD Đlişkileri, Çev. Faruk ÇAKIR ve Nasuh USLU, 1. Basım, Đstanbul, Liberte Yayınları, Ekim 2001, 334. 463 a.g.e., 391. 464 a.g.e., 392.

Page 495: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

487

ve saygı temelinde hareket etmelidir. Irak savaşı sonrası ABD’li üst düzey

yetkililerin Türkiye’ye yönelik suçlayıcı tutumları, esasında Türkiye’nin

bundan sonraki kararlarını etkilemeye yöneliktir465. Irak’ın Süleymaniye

kentinde 2003 yılı temmuz ayında 11 Türk askerinin, başlarına çuval

geçirilerek gözaltına alınmaları da aslında 1 Mart tezkeresi konusunda gerekli

liderliği göstermediği ileri sürülen Türk Silahlı Kuvvetleri’nin direncini kırmaya

yönelik bir teşebbüs olarak değerlendirilebilir. Askerler, olaydan birkaç gün

sonra Amerikan helikopterleriyle Süleymaniye’deki irtibat bürosuna

dönmüşlerdi. Bulunduğu konum itibariyle, ABD’nin global stratejisinde

Türkiye’ye önemli bir yer atfettiği ve Türkiye’den beklentilerinin bir hayli fazla

olması muhakkaktır.

Irak’ta savaşın kısa sürmesine karşın ABD bu ülkede giderek bir direniş

halini alan “farklı bir savaş” ile karşılaşmıştır. Esas savaşı 3 – 4 hafta gibi kısa

bir sürede yüz civarında asker kaybı ile bitirmeyi başaran ABD, daha uzun bir

zaman süreceği ve daha ağır zayiat verdirecek olan bir “savaş sonrası

savaş”a sürüklenmiştir. Farklı dinsel ve etnik gruplar arasında çıkan

çatışmaları da dikkate aldığımızda, ortaya karışık bir Irak tablosu çıkmaktadır.

Amerika’nın Irak’taki işgalinin, öngörüldüğü kadar kolay sürdürülemeyeceği

yönündeki işaretler artmıştır.

465 Dönemin ABD Savunma Bakanı Rumsfeld, 1 Mart tezkeresinin TBMM’de reddedilmesi üzerine ABD’nin 4. Piyade Tümeni’nin Türkiye üzerinden Irak’a Kuzeyden giremediğini, bu durumda da savaştan etkilenmeyen Saddam Hüseyin’in Sünni ağırlıklı seçkin birliklerinin şimdiki direnişi örgütlediğini ileri sürdü. Rumsfeld, “…Bağdat’ın kuzeyindeki Sünniler, gerçek anlamda hiç savaşa girmedi. Ülkenin o bölgesinde bu kişilerin yetersiz bir kısmı yakalanabildi ve öldürülebildi. Yani bunlar, ABD ordusunun gerçek gücünü görmedi. Bugün Irak’ta mevcut direnişi birçok durumda ortaya çıkaranlar, işte bu kişiler. Dolayısıyla bana göre 4. Piyade Tümeni’nin kuzeyden Irak’a girememesi talihsizlik oldu” dedi. Askeri uzmanlar ise, Rumsfeld’in görüşünü geçersiz buldu. The Washington Institute kuruluşunun uzmanı Mike Eisentadt, bugünkü Sünni direnişinin temelini oluşturan Saddam Hüseyin’in seçkin birliklerinin güneyde de savaşmadığını ve yeraltına indiğini belirtti. Bkz. Rumsfeld Türkiye’yi Suçladı, Cumhuriyet, 6 Şubat 2005.

Page 496: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

488

Amerikalı yetkililer ve Cumhuriyetçi “ think tank”çılar Đran’ın nükleer silah

geliştirme çabasını, terörizme desteğini ve Irak’taki şiileri kışkırtmasını her

fırsatta dile getirerek dünyayı ve kendi kamuoylarını koşullandırmışlardır.

ABD’nin Đran’da rejim değişikliği konusunda öncelikle diplomatik yollardan

Đran’ı baskı altına alma ve yalnızlaştırma şeklinde bir politikayı geliştirmeye

başladığı anlaşılmaktadır.

Đstanbul ve Çanakkale boğazlarının savunması, Türk strateji

planlamacılarının önde gelen tasarılarından olmakla beraber, Ankara, Rusya

başta olmak üzere, diğer Karadeniz devletlerinin güvenlik sorunları

konusunda da son derece hassastır. Türkiye’nin karar mercileri, Boğazların

ve Karadeniz’in, Rus ülkesine giden çok önemli stratejik yollar olduğunun

pekala farkındadırlar ve inanmaktadırlar ki, barış zamanında Karadeniz’de

toplanacak olan ve bölgeye ait olmayan her hangi bir deniz kuvveti endişe

yaratacak ve bölgesel istikrarı tehlikeli şekilde rahatsız edecektir466.

ABD’nin Karadeniz sahillerindeki bazı Türk limanlarından Romanya ve

Bulgaristan’da konuşlanacak askeri varlıklarına lojistik destek sağlamak için

yararlanma talebinde bulunduğu yönünde haberler bulunmaktadır467.

466 Ali L. KARAOSMANOĞLU: “Türkiye’nin Karadeniz Güvenliğine Bakışı”, Strateji 95/1, 27. 467 Örneğin 27.05.2004 tarihli NTV ve CNN Türk gibi televizyon kanallarında ABD talebine ilişkin haberler yer almıştır.

Page 497: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

489

ABD’nin ve NATO’nun Gürcistan ve Azerbaycan başta olmak üzere

bölgeye olan ilgisi ve enerji nakil hatlarının geçiş güzergahları dikkate

alındığında konu daha fazla önemli hale gelmektedir.

Karadeniz’in artan stratejik öneminin farkında olan Türkiye’nin,

Karadeniz çevresinde yer alan ülkeler üzerinde ve Kafkaslar üzerinde

etkinleşecek ABD ve AB nüfuzunun, kendi kabiliyetini sınırlandırıcı sonuçları

olabileceğini de öngörmesi gerekmektedir. Bu nedenle Türkiye’nin, Batı

nüfuzunun bölgenin tarihsel olarak başat gücü olan Rusya tarafından

dengelenebilir bir düzeyde kalmasını teşvik edici politikalara da yer vermesi

gerekmektedir.

Page 498: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

490

SONUÇ

“Siyasal Kimlik Algılamaları’nın Türk Dış Politikası’nın Oluşumuna

Etkisi” konulu çalışmanın birinci bölümünde benimsenen kuramsal

yaklaşımın çerçevesi oluşturulmuş, ikinci bölümde Türkiye Cumhuriyeti’ni

kuran kişilerin kimliklerinin oluşum süreci, Osmanlı

Đmparatorluğu’nun/Devleti’nin çöküş sürecindeki olaylar bağlamında ele

alınmıştır. Üçüncü bölümde ise kurucu kişilerin siyasal kimliklerinin, Türk

ulusunun oluşturulması süreci içerisinde toplumsal bellek haline

dönüştürülmeye çalışıldığı ve bir nevi kurucuların siyasal kimliğinin, Türk

ulusal kimliği ve devlet kimliği ile özdeşleşmiş olduğu, Türkiye’nin dış

politikasının hegemonik bir konumda bulunan “Kemalizm”in şekillendirdiği

siyasal kimliğin algılamaları doğrultusunda oluştuğu ve uygulandığı ileri

sürülmüştür.

Kuramsal yaklaşım esas itibariyle, doğal dünya ile insanın inşa etmiş

olduğu toplumsal dünyanın “gerçek”lerine ulaşabilmek için doğal ve

toplumsal bilimlerin kullandıkları yöntemlerin bütünüyle örtüşmedikleri

düşüncesine dayandırılmıştır. Pozitivist yöntemle, içinde bulunulan zaman

diliminde insan davranışları gözlemlenerek, ölçülerek, onların yalnız nesnel

görünümleri tasvir edilerek bir toplumdaki ilişkiler açıklanmaya

çalışılmaktadır. Đncelenen toplumsal olgunun gerçekliğe tam olarak uyan bir

resmini ortaya koymaya çalışan bu tür bir araştırma yöntemi içinde yer

aldığımız toplumsal gerçeklik hakkında verimli bir analizin yapılabilmesi için

Page 499: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

491

dikkate alınması gereken ampirik verileri edinmemize olanak sağlar. Ancak

elde edilen bu bilgi ne kadar gerçekliği yansıtıcı nitelikte olursa olsun sadece

olan hakkında bilgi edinilmesine imkan verir, incelenen olgunun oluşum

sürecine ilişkin bilgi edinilmesi olanağını vermez. Belirli bir sistem içindeki

ilişkileri kavrayabilmek için onları oluş hareketleri içinde tanımak gerekir.

Çünkü her birey ve içerisinde yer aldıkları toplumsal dünya, yalnız bugünkü

ilişkilerin ürünü değildir. Bu ilişkilerin tarihsel oluş sürecinin bugüne ulaşan

ürünleridir. Bu nedenle de toplumların bugüne ulaşan belleklerinin kuruluş ve

oluş süreçlerini kavramak gerekmektedir. Şimdinin karar vericileri, kararlarını

kendi isteklerine göre ve kendi belirledikleri koşullar içinde değil, oluş süreci

içerisinde belirlenmiş olan ve geçmişten şimdiye taşınan koşullar içerisinde

vermek durumunda kalmaktadırlar.

Geçmiş ele alınırken tarih sıralamasıyla olayların kronolojisini vermek

pek fazla bir şey ifade etmez. Olayların ardında yer alan ve karar vericileri

harekete geçiren siyasal, askeri, ekonomik, dinsel, ideolojik, psikolojik,

kültürel vb. dinamiklerin anlaşılmasına ve kavranmasına yönelik

çözümlemelerin yapılması çok daha doğru bir yaklaşım olacaktır.

Bu nedenle, toplumsal dünyayı oluş süreci içerisinde kavramak ve

açıklayabilmek gerekir. Toplumsal bilimler, tarihsel süreç ve bu sürecin

oluşumunu etkileyen etkenlerin kavranması bağlamında ele alınmalıdırlar.

Uluslararası ilişkiler disiplini bağlamında konu ele alındığında, II. Dünya

Savaşı sonrasında bir akademik disiplin kimliği kazanabilen uluslararası

ilişkilerde, pozitivist yöntemi realist kuramın uluslararası ilişkilerin analizine

taşıdığı görülmektedir. Đç işler-dış işler ayrımı yapan realizm, iç siyasetten

Page 500: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

492

farklı olarak dış siyasetin özgül bir mantığı, kuralı ve gereği olduğu, bu

biçimde dış siyasetin moral dışı, değerlerden bağımsız objektif ulusal çıkar

maksimizasyonuna dayanan bir alan olduğunu ileri sürmektedir.

Realizmin karşısında yer alan başlıca yaklaşımlardan Eleştirel Kuram

ise uluslararası ilişkileri özgül tarihi süreçler içinde hareketli olarak ele almayı

öneren ve var olan politik veya akademik sistemi eleştirerek doğrularını

oluşturmaya yönelen bir yaklaşım olarak karşımıza çıkmaktadır. Eleştirel

Kuram’da iç siyasal düzenle bir ülkenin dış politikası arasındaki ayrım

ortadan kalkmaktadır. Realizm, devletlerin dış politikada toplumsal

etkenlerden ciddi biçimde özerk olduklarını varsayarken, Eleştirel Kuram,

devletlerin örgütlenme ve davranışında iç yapılarının önemine vurgu

yapmaktadır. Devletlerin iç yapıları ve uluslararası sistem tarihsel oluş

süreçleri bağlamında ele alınmaktadır. Bu bağlamda, Eleştirel Kuram’ın

yaklaşımlarının Türk dış politikasının anlaşılması bakımından paylaşıldığının

ifade edilmesi gerekir.

Her toplum, kendisini oluşturan insanların geçmişlerinden şimdiye

taşıdıkları kökleşmiş duygu, düşünce, algılayış ve inanç örüntüleri içerisinde

bir anlam ifade etmektedir. Günümüz dünyasında yaygın bir şekilde

kullanılmaya başlanan kimlik kelimesi, olguların/olayların açıklanması için

yürütülen çalışmalarda giderek artan bir şekilde kullanılmaktadır.

Toplumsallaşma sürecinin sonucu olarak, bir kimlik duygusu oluşmakta

ve kişi, içinde yer aldığı toplumun mevcut norm ve referans sistemlerine

bağlanmaktadır. Böylelikle kişi, içinde yer aldığı toplumun kolektif kimliğini

bireysel psikolojisinde/ruhsallığında içselleştirmektedir. Toplumun ortak bir

Page 501: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

493

belleği oluşturulmakta ve bu bellek toplumun geçmişinden kalanı ve

süregeleni ve toplumun ne yaptığını ifade etmektedir.

Geçmiş dönemlerde de günümüzde de uluslararası ilişkilerde kimlik

olgusu ve siyaseti önemli bir role sahip olmuştur. Bir ülkenin dış politikasını

anlayabilmek için karar verici makamlarda bulunan kişilerin, mensubu

oldukları toplumlarının geçmişinden şimdiye taşıdıkları anlam örüntülerinin,

kendi belleklerindeki oluş sürecine bakmak gerekir. Bu oluş sürecinin

kavranması siyasal kimlik algılamaları doğrultusunda alınan kararların da

anlaşılmasına olanak sağlayacaktır.

Bir ülkede egemen olan ideoloji çerçevesinde şekillenen egemen

siyasal kimlik, oluşturduğu kurumlar/yapılar aracılığıyla toplumun ortak

algılama ve duyuş biçimini oluşturmakta ve kendisine bu şekilde süreklilik

sağlayabilmektedir. Atatürk ilke ve devrimlerinin, okullardaki eğitim süreci ve

toplumsallaşma süreçleri içerisinde toplumun tüm bireyleri tarafından

benimsenerek içselleştirilmesi ve bu ilke ve devrimlerin, ulusun ortak paydası

haline getirilmesine çalışılmaktadır. Bu durum kurumsal yapılar tarafından da

desteklenmekte ve süreklileştirilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’ne rengini

vermiş olan Kemalizm, anayasadan başlayarak yasal düzenlemeler ve

oluşturulan Milli Güvenlik Kurulu, Anayasa Mahkemesi, diğer yüksek yargı

organları, istihbarat örgütleri ve ihtiyaç duyuldukça oluşturulan yeni

kurumlarla rejimin sınırlarını oluşturan çerçeveyi çizmiştir. Kemalizm’i

tanımlayan ilkeler, güç ilişkileri ve siyasal mücadelenin çerçevesini belirlerler

ve siyasetin zeminini oluştururlar. Bu anlamda Kemalist bir hegemonyadan

söz etmek olanaklıdır1. Bu hegemonyaya süreklilik kazandıran önemli bir

husus, sürekli bir şekilde devletin iç ve dış düşmanların tehdidi altında olduğu

şeklinde bir paradigma çerçevesini ve bu çerçeve içerisinde kalan bir

1 ÇELĐK, 29.

Page 502: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

494

algılama biçimini oluşturabilmesidir.

Kemalist hegemonyanın inşa ettiği Türk ulusal kimliğini şekillendiren ve

Türklerin davranışlarını belirleyen, toplumun değişik kesimlerine ve

uluslararası alandaki aktörlere bakışlarının oluşumunu etkileyen olgulara

kısaca değinmek gerekir. Her düşünce, nasıl kendisinden sonrakileri şu ya da

bu ölçüde etkilerse, kendisinden öncekilerden de şu ya da bu biçimde

etkilenir; onlar tarafından hazırlanır2. Osmanlı Đmparatorluğu’nun çöküşü ve

ulusal devletin kuruluşu sürecinde, Türklerin düşünce ve eylemlerini

belirleyen, ulusal ruh dünyalarının temel direklerini oluşturan bazı düşünce,

duygu ve davranış kalıpları oluşmuştur.

Đç isyanlar, Trablusgarp, Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve en

nihayet var veya yok olma savaşı olarak Türklerin zihinlerine yerleşen

Milli/Ulusal Mücadele neticesinde bir Türk ulusal devleti kurulmuştur. Ama

sürekli yenilgiler, toprak kayıpları, iç ve dış düşmanlarla uğraşın, hor

görülmenin neticesinde tam ifadesiyle Türk ulusu “mazlum” ulus olarak

yeniden kurulmuştur.

Ulusal kimliğin oluşumunu etkileyen önemli bazı olguları aşağıdaki

şekilde sıralayabiliriz:

1. Osmanlı imparatorluğu içindeki azınlıklar, birbiri ardı sıra

ayaklanmışlar ve sürekli olarak emperyalist devletlerce desteklenmişlerdir.

Ayaklanmalar, emperyalist güçlere, Osmanlı Đmparatorluğu’nun iç işlerine

karışma olanağı sağlamıştır. Her ulus veya din grubu belli devletlerce

desteklenmiştir. Ulusalcılık, Osmanlı kavimlerinin bünyesinde doğmuştu; ama

2 ORAN, Atatürk Milliyetçiliği, 39.

Page 503: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

495

büyük devletler tarafından yönlendirilip kışkırtıldı. Osmanlı azınlıkları

üzerinde devletlerin her biri, izleyecekleri politikayı saptamışlardı. Fransa

Katoliklerin, Đngiltere kendi yarattığı Protestan cemaatinin ve Rusya,

Ortodoksların koruyucusu olarak bu konuda etkin tahripkâr bir yol

izliyorlardı3. Gerek azınlıkların ayrılmaları gerekse bu süreçte dış güçlerle

girdikleri ilişkiler, Türkler tarafından kendilerine yapılan ihanetler olarak

algılanmıştır.

2. Azınlık grupların, emperyalist devletlerin yardımıyla ve

kapitülasyonlarla elde ettikleri, Müslüman halkın sahip olmadığı bir takım

ayrıcalıklara sahip olmaları ve her bir emperyalist devletin koruyuculuğunu

yaptığı azınlık grup için durmadan yeni ayrıcalıklar talep etmesi, Hıristiyan

halka karşı derin bir nefretin oluşmasına yol açmıştır. Hıristiyan halklar,

imparatorluğun Türk-Müslüman halkı tarafından, sadece Osmanlıları

parçalamak, bölmek isteyen bozguncular olarak değil, daha da önemlisi,

kendi egemen konumlarına göz diken ve kendilerini sömürgeleştirmek

isteyen emperyalizmin uzantıları olan güçler olarak görülmüşlerdir.

Ayaklanmaların ulusal içeriğine hiçbir biçimde değinmeyen yöneticiler,

bunları ya “Rus kışkırtması” ya da yıllarca belli olanaklara sahip azınlıkların

kıymet bilmezlikleri olarak değerlendirmişlerdir4.

3. Đsyanlar bastırıldıkları durumlarda bile Osmanlılar, dış güçlerin baskısı

ile yenik sayılmışlardır. Kazandıkları askeri zaferlerden sonra bile sürekli

yenik sayılmayı kabul etmek zorunda kalmak, güçlü bir düşman karşısında

sürekli içe atılmak zorunda olan bir öfke ve kin duygusu doğurmuştur.

3 Đlber ORTAYLI: Osmanlı Đmparatorluğunda Alman Nüfuzu, 1. Basım,Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1999, 174. 4 Taner AKÇAM: Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu, 4. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1995, 40.

Page 504: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

496

4. Türk ulusal kimliği sürekli bir var olma-yok olma psikozu içinde

oluşmuştur. Dağılan bir imparatorluğun üyelerinin ruh, düşünce ve eylem

dünyalarını belirleyen esas olarak bu atmosferdir. Vatanın elden gittiği ve

kurtarılması gerektiği bir fikri sabit halinde zihinlere yerleşmiştir. Kürt, Ermeni

sorunları, komşu ülkelerle ilişkiler hep bu korkunun ışığında ele alınmaktadır.

Osmanlı Devleti, Ermeni sorunu nedeniyle, içte ve dışta önemli problemlerle

karşılaştığı gibi, bugün de aynı sorun gündeme getirilmek suretiyle Türkiye

Cumhuriyeti de güç duruma düşürülmek istenmektedir. Avrupa bakımından,

Anadolu’nun parçalanma süreci henüz tamamlanmış değildir. Tarihî korkular

ve düşmanlıklar, Avrupa’nın, Türkiye ile yakından ilgilenmesi sonucunu

doğurmaktadır. Türkiye, Osmanlı mirasının üzerinde oturduğuna göre, bu

mirasın, sorumluluğunu ve yükünü taşımaya devam edecektir5.

5. Osmanlının dağılması ve Cumhuriyetin kurulması, zihinlerde derin bir

biçimde yer etmiş; bu ulusun üyeleri olanlar, dış güçler ve yerli işbirlikçilerinin

sürekli bir biçimde kendi ülkelerini güçsüz düşürmeye, bölmeye, parçalamaya

çalıştıkları konusunda hemfikir olmuşlardır. Hatta, atasözlerinde bile

düşmanlarının parmağı olduğunu düşünmektedirler. Kazım Karabekir’in bu

konudaki aşağıda verilen sözlerine hak vereceklerin sayısı günümüzde de az

değildir:

“ Siyasî, iktisadî, dinî,ahlakî, sıhhî olarak bizi içten çürütecek, tembelliğe sevkedecek yüzlerce atasözü olarak kabul edilen sözler vardır. Özellikle buharın icadıyla iktisat dünyasındaki büyük değişimden ve mikrobun keşfiyle sağlık dünyasındaki bütün yeniliklerden sonra bizi makinadan uzaklaştırmak, mikroplardan arındırmamak için sinsice düşünülmüş, dehşet verici propagandalar vardır. Bunlar en ücrâ köylerimize kadar nüfuz etmiştir. Bizi tembelliğe, sağlığı korumaya riayetsizliğe, direncimizi kırmaya

5 ERYILMAZ, 107.

Page 505: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

497

yönelik neler varsa düşman propagandasıdır. Örnek olarak sağlık için:”Akarsu kir tutmaz”, “Bit yiğitte bulunur”, “Mikrop benim gibi oluncaya kadar ben dağ gibi olurum” gibi…Đktisad ve ahlâk için: “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar”, “Her iş bitti de iş buna mı kaldı?”, “Adam sende, geç olsunda güç olmasın”, “Akşamın hayrı sabahın şerrinden fenâdır”, “Evvelimiz Şam, ahirimiz Şam”, “Devlet malı deniz, yemeyen domuz”, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” gibi6.

6. Türkiye’nin çevresinin ülkeyi parçalamak ve yok etmek isteyen

düşmanlarla çevrildiği, “düşmanların ortasında yalnız ve tek başına kalındığı”

fikri, zihinlerde o denli yer etmiştir ki, her türlü ulusal demokratik talep, bu

yalnızlık psikolojisinin etkisiyle, ülkenin varlığını yok etmeye yönelik tehdit

olarak algılanmıştır.

Özetle söylemek gerekirse, Türk ulusal kimliğinin oluşum sürecinde,

ülkenin çevresinin “ülkenin kötülüğünü isteyen dış düşmanlarla çevrildiği”;

“içerde bunların uzantısı bazı azınlıkların olduğu”; “azınlıkların kendi haklı

taleplerini savunur görünerek, aslında emperyalizme hizmet ettikleri”;

“Türklere sürekli haksızlık edildiği” şeklindeki düşünceler derin bir rol

oynamıştır. Bu ruh halinin doğal sonucu olarak, güçlü bir dış düşmana karşı

“ülkenin varlığını korumak”, “bağımsızlığını savunmak” fikri Türk halkını

hareket ettiren ana değerler olmuştur. Dışarıdan, özellikle Avrupa’dan gelen

her şeye kuşkuyla bakmak, altında mutlaka Türkiye’nin aleyhine planlanmış

bir tezgâh, çapanoğlu aramak, bu ruh halinin doğal sonucudur7.

1718-1730 yılları arasında yaşanan Lale Devri’nin ünlü köşk ve

kasırlarının yapıldığı günlerde Sultan III. Ahmed, Patrona Halil ve

6 Kâzım KARABEKĐR: Gizli Harp Đstihbarat, Haz. Emrullah TEKĐN, Đstanbul, Kamer Yayınları, 1998, 62. 7 Bkz. Taner AKÇAM: “Ulusal Kimliğimizin Oluşumu Üzerine Bazı Tezler”, Birikim, No. 33 (Ocak 1992), 23.

Page 506: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

498

arkadaşlarınca şeriat adına tahttan indirilmişti. Osmanlı tarihinin en ilerici

sultanı diye nitelenen III. Selim de Batılı usullere göre “Nizam-ı Cedid” adında

yeni bir ordu kurmaya niyetlendiği içindir ki, 1807 yılında Kabakçı Mustafa ve

arkadaşlarınca “şeriat” adına tahttan indirilerek öldürülmüştür.

Osmanlı toplumsal yaşamının Batılı ölçütlere göre tepeden tırnağa

yeniden düzenleneceğiyle ilgili 1839 tarihli Tanzimat Fermanı’nın, II.

Mahmud’un veya yöneticilerin Batılılaşma tutkularının bir ürünü olduğunu

söyleyebilmek olanaklı değildir8. Saray, Bab-ı Âli ve uyanık Osmanlılar

anlamışlardı ki, ya Avrupalı olacaklardı, ya Düvel-i Muazzama denen yedi

pençeli emperyalist dev onları parçalayıp Asya sürülerine döndürecekti9.

Tanzimatçı’lar Osmanlı Türklüğünü bu kara kaderden kurtarabilmek için

uğraşmışlardı. Onlardan sonra gelenlerde bu uğraşı devam ettirdiler.

Cumhuriyeti kuranlar içinde bu uğraşın temel hedefi onlar gibi olarak hatta

onlardan üstünleşerek “kara kader”den kurtulmaktır. Türkiye, bugün de “kara

kader”den kurtulmak için NATO üyesidir, tüm dış ilişkilerini Batı eksenli olarak

düzenlemektedir, AB’ye üye olmak için ironik bir ilişkiyi sürdürmektedir.

Türkiye’nin Batılı ülkelerin oluşturduğu ve ABD’nin öncülük ettiği askeri

ve siyasal ittifaklar sisteminde yer almak için yoğun çaba harcamasının

temelinde, toprak bütünlüğünü bu sistemin içerisinde yer alarak

koruyabileceğine olan inancı yatar. Yeni bir Sevr ile karşılaşma korkusu

bugün bile iç ve dış politikaya yön vermektedir. Buna göre, Avrupa’nın

emperyalist devletleri, Milli Mücadele’de uğradıkları yenilginin sonucunda

Anadolu’yu hakimiyetleri altına alarak sömürmeyi hedef alan Sevr Barış

8 Bkz. Demirtaş CEYHUN: Osmanlı’da Yenileşme, Batılılaşma Tutkusunun Bir Ürünü Değildi, Cumhuriyet, 10 Aralık 2004. 9 Bkz. ATAY, 484.

Page 507: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

499

Anlaşması’nı geçici bir süre için rafa kaldırmak zorunda kalmışlardır.

Türkiye’nin jeopolitik ve stratejik konumu dolayısı ile tarihin her döneminde

olduğu gibi bugün de ve gelecekte de birçok düşmanları olacaktır. Bu

düşmanlar Ulusal Mücadele’nin başarıya ulaşmasından sonra rafa

kaldırdıkları Sevr Barış Anlaşması’nı fırsatını bulur bulmaz tekrar gündeme

getireceklerdir. Zira bugün gerek Türkiye’nin komşularının ve gerekse yurt

içindeki bölücü unsurların Türkiye’yi parçalama ve akabinde ele geçirme

faaliyetleri Sevr Barış Anlaşması’nın günümüze uygulanması çalışmalarının

devamından başka bir şey değildir. Türkiye’nin bağımsız olarak

yaşayabilmesi için ulusal birlik ve beraberliği koruyarak her zaman her

yönden güçlü olmak zorunluluğu bulunmaktadır10.

Türkiye’nin II. Dünya Savaşı sonrası Batı dünyası ile yoğunlaşan

ilişkilerinin tarihine bakıldığında, Türkiye’nin hemen hemen hiçbir Batı

kurumuna davet edilmediği görülecektir. Aksine NATO ve AET ( daha sonra

AB ) başta olmak üzere, Türkiye’nin ancak ısrarlı çabaları sonunda bu

örgütlerle ittifak ya da ortaklık ilişkisi kurulabilmiştir11.

Türkiye’nin tanınmış yazar ve gazetecilerinden Can Dündar’ın ifadesiyle

Türkiye son zamanlarda “düşmansız” başka bir ifadeyle “öteki”siz kalmıştı.

Dündar’a göre “Yunan tehdidi yok. Rusya, Suriye, Ermenistan öcüsü gitti.

PKK bitti.” “Düşman”larıyla barışmaya başlayan Türkiye’nin “savaş nedeni”

kırmızı çizgileri de silikleşiyor ve kör fanatizm, yerini evrensel başarıyı, ulusal

10 Bkz. TOLON, 283-284. 11 ARAL, 66.

Page 508: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

500

böbürlenmeye yeğleyen bir akılcılığa terk ediyordu12. Ancak, bu algılamanın

doğruluğunu zaman teyit etmemiştir ve derinliği olan ve acı deneyimler

üzerine şekillenmiş olan bir ulusal kimliğin sahibi Türkiye’nin iç ve dış tehdit

algılamaları ve bu algılamalara göre oluşturduğu politikalar, daha güçlü bir

şekilde uygulanabilmektedirler. Süleyman Demirel,

“Devlet adamlarının ve siyaset adamlarının Atatürk dahil en sık kullandıkları kelime milli birlik, beraberlik ve bütünlüktür. Birliktelik olayı Türkiye’nin her şeyden önce gelen olayıdır. Bunun zedelendiği ihtimalinin veyahut endişesinin veyahut kaygılarının veyahut varsayımlarının tartışıldığı zamanlarda Türkiye’de geçmişte askeri müdahaleler oldu.”

demektedir ve Türkiye’nin belleği hakkında aşağıdaki değerlendirmeyi

yapmaktadır:

“Türkiye, bir imparatorluğun dağılmasından sonra kurulan cumhuriyetin, imparatorluğun akıbetine uğraması korkusunu hep yaşayarak geldi. Bu korku çok kere zihinlerde. Cumhuriyet şimdi beşinci neslini idrak etmiştir. Birinci nesildeki korkuyla beşinci nesildeki korku farklıdır. Endişe, kaygı öyle diyelim. Acaba çöküverir miyiz, dağılıverir miyiz? Niye dağılalım, niye çökelim dediğimiz zaman, iyi ya işte Osmanlı dağıldı çöktü. Biz Osmanlı değiliz. Bu başka bir iş, dediğimiz yerde şu geliyor: Türkiye halkının önemli sayılabilecek bir kısmı Balkan faciasını görmüş ailelerin devamıdır. 500 sene oturduğumuz Balkanlar’dan 6 ayın içerisinde çıkıp gelmişizdir……Öte yandan Türkiye halkının bir kısmı, Türk milletini teşkil eden insanların bir kısmı da Rusların Rus çarlığının kurulmasından sonra bilhassa 1860’lı yıllarda Kuzey Kafkasya’ya yöneltmiş bulundukları yayılma siyasetinin neticesinde oralardan gelmiş halktır. Bir kısım halk ise imparatorluk dağıldıktan sonra dün Anadolu’da yaşayan halktır. Bu halkın Arap kökenlisi vardır, Kürt kökenlisi vardır, çeşitli kökenlileri vardır. Bu halkın meydana getirdiği ulus – devlet cumhuriyettir. Bir yerde ulus olacak ki, devlet olsun. Şimdi cumhuriyetin kurucusu büyük Atatürk, cumhuriyeti kuran Anadolu

12 Bkz. Can DÜNDAR: Milliyetçiliğin Sonbaharı, Milliyet, 11 Eylül 2004 ve Can DÜNDAR: “Son Düşman”ın Toprağında, Milliyet, 7 Aralık 2004.

Page 509: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

501

halkına Türk denir diyor. Tarif bu. Burada ırk konusu yok. Ondan sonra Türkiye Cumhuriyeti Anayasası bugünkü anayasa herkesi bağlayan bir dokümandır. 66. maddesinde Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türktür, diyor. Şimdi böyle bir Türkiye var orta yerde. Yani halkının tümünü etnik ve inanç ayrıcalığına tabi tutmadan halkının tümünü cumhuriyetin kurucusu ve vatandaşlık bağlarıyla bağlı olan herkesi Türk sayan ülkenin adı Türkiye, devletin adı Türk devleti, resmi dil Türkçe ve bir üniter devlet. Milletinin adı da Türk milleti. Şimdi bunu dedikten sonra şuraya geleceğim; herhangi bir kişi çıkar, bu Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı da olur, başkası da olur, Türkiye’de bir Kürt sorunu vardır, derse, Türkiye’de pek çok kişi bunun üzerine atlayacaktır. Nitekim öyle de olmuştur.” 13

“Şu Çılgın Türkler” adlı kitabın yazarı Turgut Özakman, Milli Mücadeleyi

bilmeden Türkiye’yi yönetmenin, tarihin mantığı ile karşı karşıya gelmek

anlamına geleceğini belirterek “ Tarihin mantığı galip gelir” demekte ve

Başbakan dahil Türkiye’de herkesin Atatürk’ün “Söylev”ini, Đnönü’nün

“Hatıralar”ını, Şerafettin Turan’ın “Türk Devrim Tarihi”ni, Prof. Sina Akşin’in

“Milli Mütareke ve Đstanbul Hükümetleri”ni okuması gerektiğine işaret

etmektedir14. Elbetteki okunması gereken başka çok sayıda kitaplarda vardır.

Anlatılmak istenen, Türkiye’nin hegemon ideolojisi “Kemalizm”i ve onun

şekillendirdiği devletin varoluş sebebini kavramadan Türkiye’nin

yönetilemeyeceğidir. Bu ülkeyi yönetme arzusu içerisinde olanlar, Kemalist

rejimin “öteki”leri de dahil olmak üzere, öncelikle devletin ve onun ulusunun

belleğini kavramak ve edinmek zorundadırlar. Kemalist rejim, belleğindeki

tüm tehditlere karşı kendi varoluş iradesini geliştirmiştir. Bu varoluş iradesi,

Misak-ı Milli sınırları içerisinde Türkiye’nin devleti ve ulusu ile bölünmez

bütünlüğünü sürdürmek ve bir Đmparatorluğun kaybından sonra adeta

hapsolunan Anadolu’nun da parçalanmasına karşı her türlü açık ve örtülü

eylemde bulunabilme yetisine de sahiptir. 1990’lı yıllarda sıkça kullanılmaya

13 Erdoğan, Kürt sorununu Çıplak Bıraktı, Giydirmeli, Cumhuriyet, 20 Ağustos 2005. 14 Ülkeyi Yönetenler Nutuk’u Okusun, Cumhuriyet, 29 Ağustos 2005.

Page 510: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

502

başlanan “derin devlet” kavramı da, ancak bu bağlamda ele alındığında

anlam kazanmaktadır. “Derin devlet”i Türk Dil Kurumu şöyle betimlemektedir:

“Devletin çıkarlarını gözetip kolladığı öne sürülen, göz önünde olmayan örtülü güç.”

Devletin çıkarlarını korumak zaten birinci derecede Meclis’e, hükümete

ve yargıya düşen bir görevdir. Ancak ülke içinde öyle durumlar meydana

gelebilmektedir ki, bunları yorumlamak ve çözüme bağlamak için göz önünde

olmaları gereksiz sayılan güçler devreye sokulmaktadır15. Türkiye güçlü

devlet geleneği olan, derin köklere sahip kurumları bulunan bir ülkedir.

Tarihsel deneyim bunu kanıtlamaktadır.Tarihsel deneyim, Türkiye’nin iç ve

dış düşman algılamalarının oluşum sürecindeki belleği kavramaksızın

devletin var oluş sebebinin ve Türk dış politikasına süreklilik sağlayan

unsurların anlaşılamayacağını göstermektedir.

Türkiye’nin iç dinamiklerinde değişmeler olmakta, uluslararası

sistemdeki güç dengeleri değişmekte; ama Türkiye’nin dış politikasını

oluşturan algılamalarda ciddi bir değişiklik olmamaktadır. Osmanlının kalıcı

mirası; Atatürk’ün liderliğinde belirlenen ideolojik temeller Türkiye’nin iç

toplumsal düzeninin oluşumunu şekillendirdiği gibi dış politikasında da

sürekliliğin sağlanmasını temin etmektedir. Türkiye’nin karar vericileri, ittifak

içinde yer aldıkları devletler dahil, hiçbir devlete güvenmemeyi, kendi

gücünden başka bir şeye dayanmamayı ve her zaman için iç ve dış tehditlere

karşı teyakkuz halinde olmayı öğrenmişlerdir.

Türkiye, 1951 yılından beri NATO’nun üyesidir; ama Türkiye, kendi

güvenliğini NATO ile özdeşleştirmez. NATO ile Türkiye’nin çıkarlarının bazı

noktalarda çelişebileceği düşünülür. Oysa, diğer NATO ülkelerinin temel

15 Bkz. Derin Devlet …. , Cumhuriyet, 11 Mayıs 2005.

Page 511: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

503

çıkarları eştir. Diğer orduların subayları bu sistemin bir parçası olmuşlardır.

Sistemi oluşturduklarını bilirler. Türk subayı ise kendini, sistemin dışında

ancak genel çıkarları ve savunması açısından NATO’da çıkarları olan biri gibi

görür16.

Türkiye, Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesidir ama, Türk karar vericileri

ve toplumu Avrupa Parlamentosu’nu da kendisinin bir parçası olarak

algılamaz, aksine karşıtı gibi algılar. Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi de,

ülkesini şikayet edenlerin sığındığı bir yargı organıdır. 1959’dan beri üyesi

olmaya çalıştığı ve her talebinin altında bir art niyet, Türkiye’yi bölme, zayıf

düşürme, ele geçirme çabası içerisinde olduğuna inandığı bir Avrupa

Birliği’ne tam üye olsa bile Türk karar vericileri ve halkı kendisini o yapının bir

oluşturucusu ve parçası olarak algılamayacaktır.

Türkiye’yi sürekli bir şekilde Batı’ya iten temel neden, Batı’nın “öteki”si

olmamaktır. Böylelikle, ilerde yeniden Batı’nın büyük devletlerinin egemenliği

altına düşme olasılığı da ortadan kaldırılmak istenmektedir. Türkiye, dünya

politikasında büyüklüğü, nüfusu ve ekonomik gücünün gösterdiğinden daha

fazla bir rol oynama şansına sahipken, tarihsel tecrübenin akıllarda bıraktığı

etkiyle, Batı’yla bir çatışma içerisine girmemeye dikkat etmektedir. Batı’yla bir

mücadele içerisine girerse eğer, Batı’nın kendi içinde var olan iç

düşmanlarını “devlet düşmanları”nı kendisine karşı kullanabileceğini,

çevresini sarmış olan ve kendisini tehdit eden devletleri

cesaretlendirebileceğini ve uluslararası sistem içerisinde yalnız

bırakılabileceğini düşünmektedir.

Bu nedenle, Türkiye, kendisini Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu gibi

dünyanın sorunlu kabul edilen bölgeleri arasında bir istikrar adası olduğu

16 BĐRAND, 354.

Page 512: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

504

argümanıyla Batı’ya sunmakta, Batı’nın da kendisine bu konumu dolayısıyla

stratejik bir değer atfettiğine inanmaktadır. Kendisini Batı’ya eşit ortak olarak

kabul ettirebilmek için Batılı ülkelerin bu bölgelere yönelik politikalarına

eklemlenmekte, kendi çıkarları ile Batı’nın çıkarlarını özdeşleştirmeye

çalışmaktadır.

Türkiye’nin Kara Kuvvetleri’nin kuruluşu M.Ö. 209 yılında Orta Asya’da

Hun Đmparatoru Mete tarafından kurulan orduya dayandırılmaktadır. O

zamandan beri Türk ulusunun binlerce yıldır devam eden varlığının ve

devamlılığının biricik koruyucusunun ordu olduğu algılaması, ulusdaşların

bilinç altında yer etmiştir. Her yıl 13 Mart günü Atatürk’ün 1899 yılında Kara

Harp Okulu’na girişinin yıldönümünde tören düzenlenmekte ve okul

öğrencileri kendilerini büyük komutanla özdeşleştirmektedirler. Atatürk’ün

numarası ve adı okununca bütün öğrenciler birlikte “içimizde” diye

haykırmaktadırlar17.

Türk Silahlı Kuvvetleri, irticai faaliyetlerin Türkiye Cumhuriyeti’nin

çağdaş kazanımlarını ortadan kaldırmak için, her dönemde olduğu gibi

günümüzde de sinsice gayretlerini sürdürdüğünü düşünmekte ve Türkiye

Cumhuriyeti’nin laik ve demokratik yapısını her türlü iç ve dış tehdit ile

bunların destekçilerine karşı bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da aynı

inanç, heyecan, disiplin ve sarsılmaz bir azimle korumaya ve kollamaya

kararlı18, olduğunu yaptığı açıklamalarla ifade etmektedir.

Atatürk’ün “Gençliğe Hitabesi”ne sık sık atıflar yapılmakta ve Atatürk’ün

ne şartlar içinde hareket ettiği hatırlatılarak, her türlü iç ve dış düşmana karşı

mücadele azmi aşılanmaktadır. Atatürkçü, laik kişiler ve kurumlar sadece

17 Bu törenler, özellikte “Cumhuriyet”e karşı tehditlerin yoğunluk kazandığı dönemlerde sembolik değerlerinin ötesinde anlam kazanmaktadırlar. 18 Bkz. Laikliği Koruruz, Hürriyet, 29 Haziran 2001.

Page 513: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

505

irticaya karşı değil; komünizme, ayrılıkçılığa ve ileri de ortaya çıkabilecek ve

Kemalist rejimi yıkmayı hedef alabilecek her türlü iç ve dış düşmanlara karşı

tedbir almaya daima hazırdırlar. Atatürk’ün de “Söylev”inde dediği gibi iç

örgütü temelsiz ve çürük olan bir devletin, dış politikası da köklü ve sağlam

olamaz. Her ülke, rakibini ya da düşmanını zayıflatmak için onun içişlerine

dışarıdan müdahale etmeye çalışır. Bu, çok doğaldır. Ama, bunun başarılı

olması için o ülkenin içinde deşilecek yara olması gerekir. Böyle bir yara

yoksa, “dış mihraklar” etkisiz kalır19. Önemli olan ülkenin içindeki deşilecek

yaraları ortadan kaldıracak, başka bir ifadeyle Kemalist rejime tehdit olarak

algılanan iç düşmanların oluşma koşullarını ortadan kaldıracak toplumsal

projeleri geliştirebilmektir.

Türkiye iç düşmanlarını ya da “öteki”lerini ortadan kaldırabildiği takdirde

ya da başka bir ifadeyle kendisini iç düşmanlarına göre tanımlamaktan

vazgeçtiği takdirde uluslararası sistem içerisinde etkin bir dış politika takip

edebilecek ve Batının politikalarına eklemlenmek yerine daha bağımsız bir

dış politika izleyebilecektir. Bunun başarılabilmesi için ise devlet belleğinin ve

toplumsal belleğin yeni baştan inşa edilmesine gereksinim olduğu aşikardır.

19 Baskın ORAN: Küreselleşme ve Azınlıklar, 4. Basım, Ankara, Đmaj Yayınevi, Aralık 2001, 62.

Page 514: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

506

KAYNAKÇA

ADANIR, Fikret. “Bulgaristan, Yunanistan ve Türkiye Üçgeninde Ulus Đnşası ve Nüfus Değişimi,” Đmparatorluktan Cumhuriyete Türkiye’de Etnik Çatışma, Der. Erik Jan ZURCHER,1.Baskı,Đstanbul,Đletişim Yayınları, 2005, 19-26.

ADORNO, T.W. Otoritaryen Kişilik Üstüne Niteliksel Đdeoloji Đncelemeleri, Çev. Doğan ŞAHĐNER, 1. Baskı, Đstanbul, OM Yayınevi, 2003.

AHMAD, Feroz. Modern Türkiye’nin Oluşumu, Çev. Yavuz ALOGAN, Đstanbul, Sarmal Yayınevi, Ekim 1995.

------------ “Jön Türkler Döneminde Savaş ve Toplum 1908 – 1918,”Tarih ve Toplum, C. 11, No. 64 (Nisan 1989 ), 47 – 56.

------------ “Turkey’s Foreign Policy Options, 1923-1952, Reconsidered,” Bilanço 1923-1998, Der. Zeynep RONA, Đstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, 1999, 333-339.

AKÇAM, Taner. Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu, 4. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1995.

------------ “Đstanbul Yargılamaları,” Tarih ve Toplum, C.23, No. 137, 47-52.

------------ “Sevr ve Lozan’ın Başka Tarihi” Đmparatorluktan Cumhuriyete Türkiye’de Etnik Çatışma, Der. Erik Jan ZURCHER, 1. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2005, 51– 87.

------------ “Doğuda ve Batıda Yabancı Kavramı”, Birikim, No: 102 (Ekim 1997), 34-46.

------------ “Ulusal Kimliğimizin Oluşumu Üzerine Bazı Tezler,” Birikim, No: 33 (Ocak 1992), 20-23.

AKGÜN, Birol. Birleşmiş Milletler 'Şemsiye'sini Arıyor, Zaman, 21 Eylül 2003

AKŞĐN, Aptülahat. Atatürk’ün Dış Politika Đlkeleri ve Diplomasisi, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1991.

AKŞĐN, Sina ve başk. Türkiye Tarihi (1908 – 1980 ) , C. IV, 4. Basım, Đstanbul, Cem Yayınevi , Ekim 1995.

------------ Türkiye Tarihi (1980 – 1995 ) , C.V, 2. Basım, Đstanbul, Cem Yayınevi , Mart 1997.

AKTAR, Ayhan. Varlık Vergisi ve ‘Türkleştirme ‘ Politikaları, I. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2000.

AKTAŞ, Ruşen ve Erbal AYDA. “Anneciğim, Türkler Geliyor”, Birikim, No. 74 (Haziran 1995), 71-77.

Page 515: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

507

ALANTAR, Özden Z.O. “Türkiye-ABD Đlişkilerinin Güvenlik Boyutunda Dönüşümü,” En Uzun On Yıl, Der. Gencer ÖZCAN ve Şule KUT, 1. Basım, Đstanbul, Boyut Yayın Grubu, Kasım 1998, 225-245.

ALBAYRAK, Haşim. Tarih Boyunca Doğu Karadeniz’de Etnik Yapılanmalar ve Pontus, 2. Baskı, Đstanbul, Babıali Kitaplığı, Ağustos 2003.

ALTUĞ , Kurtul. Nereden Nereye?, Gözcü , 17 Kasım 1999

ALTUNIŞIK, Meliha B. “Güvenlik Kıskacında Türkiye-Ortadoğu Đlişkileri,” En Uzun On Yıl, Der. Gencer ÖZCAN ve Şule KUT, 1. Basım, Đstanbul, Boyut Yayın Grubu, Kasım 1998, 329-353.

ARAL, Berdal. “Türk Dış Politikası Söylemine Eleştirel Bir Yaklaşım: Türkiye-Avrupa Birliği Ortaklığı”, Liberal Düşünce, C. 4, No.13 (Kış 1999), 58-71.

ARAS, Tevfik Rüştü. Görüşlerim, Yörük Matbaası, Đstanbul, 1968. ARMAOĞLU, Fahir. Belgelerle Türk – Amerikan Münasebetleri, Ankara,

Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1991.

------------ 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1980, Ankara, Türkiye Đş Bankası Kültür Yayınları, 1983.

ASSMANN, Jan. Kültürel Bellek, Çev. Ayşe TEKĐN, Birinci Basım, Đstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2001.

AŞIK, Melih. Bize Müstehak, Milliyet , 05 Şubat 1998. ATAÖV,Türkkaya. "Milletlerarası Münasebetler Nedir ve Üniversitelerde

Nasıl Okutulabilir?" Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C.XV, N. 2 (Haziran 1960), 181 - 202.

ATATÜRK, Mustafa Kemal. Söylev, Haz. Hıfzı Veldet VELĐDEDEOĞLU, 35. Basım, Đstanbul, Çağdaş Yayınları, Eylül 2000.

------------ Yurttaşlık Bilgileri, Haz. Nuran TEZCAN, Cumhuriyet, Haziran 1997.

ATAY, Falih Rıfkı. Çankaya, Đstanbul, Pozitif Yayınları, Eylül 2004. AYATA, Ayşe. “Türkiye’de Kimlik Politikalarının Doğuşu” 75 Yılda

Tebaa’dan Yurttaş’a Doğru, ed. Artun Ünsal, Đstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, Aralık 1998, 159 – 168.

AYBAY, Rona. “ ‘Teba – i Osmani’den ‘T.C. Yurttaşı’na Geçişin Neresindeyiz?” 75 Yılda Tebaa’dan Yurttaş’a Doğru, Đstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, Aralık 1998, 37 – 42.

AYDEMĐR, Şevket Süreyya. Đnkılâp ve Kadro, Beşinci Basım, Đstanbul, Remzi Kitabevi, Temmuz 2003.

Page 516: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

508

AYDIN, Mustafa. “Determinants of Turkish Foreign Policy : Historical Framework and Traditional Inputs,” Middle Eastern Studies, C.35, No. 4 ( October 1999 ), 152 – 186.

------------ “Türkiye’de Uluslararası Đlişkiler Eğitiminin Dünü Bugünü,” Uluslararası Đlişkiler, Cilt:2,Sayı: 6, Yaz 2005, 25-29.

AYDIN, Suavi. Kimlik Sorunu, Ulusallık ve Türk Kimliği, Ankara, Öteki Yayınevi, Mayıs 1998.

------------ “Türkiye’de ‘Devlet Geleneği’ Söylemi Üzerine”, Birikim, No. 105-106 (Ocak-Şubat 1998), 63-82.

AYHAN, Aydın. Düşünce Tarihi ve Đnsan Doğası, Gendaş’ta Birinci Baskı, Đstanbul, Gendaş A.Ş. , Ekim 2004.

BALBAY, Mustafa. Đşte Siyaset Belgesi, Cumhuriyet, 14 Kasım 2005

BALDWIN, David A. “ The Concept of Security,” Review of International Studies, C.23, No. 1 ( January 1997 ), 5 – 26.

BALI, Rıfat N. Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Bir Türkleştirme Serüveni [1923-1945], 6. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2003.

------------ “Vallahi Ben Masumum, Suçlu Sam Amca, Siyonistler ve Yahudiler’dir”, Birikim, No. 90 (Ekim 1996), 60-62.

BARKIN, J. Samuel. “Realist Constructivism,” Internatioal Studies Review, Vol. 5, Issue: 3 ( September 2003), 325 – 342.

BARUTÇU, Faik Ahmet. Siyasî Anılar 1939 – 1954, Đstanbul, Milliyet Yayınları, Mart 1977.

BAYAR, Celâl. Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Gidiş, 1. Cilt, Đstanbul, Sabah Kitapları, 1997.

------------ Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Gidiş, 2. Cilt, Đstanbul, Sabah Kitapları, 1997.

------------ Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Gidiş, 3. Cilt, Đstanbul, Sabah Kitapları, 1997.

------------ Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Gidiş, 4. Cilt, Đstanbul, Sabah Kitapları, 1997.

------------ Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Giriş, 5. Cilt, Đstanbul, Sabah Kitapları, 1997.

------------ Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Giriş, 6. Cilt, Đstanbul, Sabah Kitapları, 1997.

------------ Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Giriş, 7. Cilt, Đstanbul, Sabah Kitapları, 1997.

------------ Ben de Yazdım: Millî Mücadeleye Giriş, 8. Cilt, Đstanbul, Sabah Kitapları, 1997.

------------ Başvekilim Adnan Menderes, Der. Đsmet BOZDAĞ, Đstanbul, Tercüman Gazetesi, 1986.

Page 517: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

509

BAYUR, Yusuf Hikmet. Türkiye Devletinin Dış Siyasası, 2. Baskı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1995.

BIYIKLIOĞLU, Tevfik, Trakya’da Milî Mücadele, Cilt:1, 3. Baskı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1992.

BĐLA, Fikret. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, Milliyet, 25 Kasım 2004 BĐLA, Hikmet. CHP Tarihi 1919–1979, Birinci Baskı, Ankara, DMS Doruk

Matbaacılık Sanayi, 1979. BĐLGE, A. Suat. Milletlerarası Politika, Ankara, Ankara Üniversitesi Siyasal

Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1966. BĐLGĐN, Nuri. Kimlik Sorunu, 1. Basım, Đzmir, Ege Yayıncılık, Ocak 1994. ------------ Đnsan Đlişkileri ve Kimlik, Đkinci Basım, Đstanbul, Sistem

Yayıncılık, Aralık 2001. BĐLGĐN, Pınar. “Uluslararası Đlişkiler Çalışmalarında ‘Merkez –Çevre’:

Türkiye Nerede?,” Uluslararası Đlişkiler, Cilt:2, Sayı: 6, Yaz 2005, 3-14.

BĐRAND, M. Ali. Emret Komutanım, Birinci Baskı, Milliyet Yayınları, Kasım 1986.

BĐRĐNCĐ, Ali. “Đttihad ve Terakki Cemiyeti Kuruluşu ve Đlk Nizamnamesi,” Tarih ve Toplum, C.9,No. 52 (Nisan 1988 ), 17 – 23.

Birleşmiş Milletler Binyıl Paneli, Ankara, 2000. BOLATOĞLU, Latif. ABD Dünyayı Nasıl Yönetiyor, Aydınlık,12 Mart 1994.

BORA, Tanıl. “Milli Tarih ve Devlet Mitosu,” Birikim, No.105-106 (Ocak-Şubat 1998), 83-93.

BORA, Tanıl ve N. ERDOĞAN. “’Dur Tarih, Vur Türkiye’ Türk Milletinin Milli Sporu Olarak Futbol,” Futbol ve Kültürü, Der. Roman HORAK, Wolfgang REITER ve Tanıl BORA, 4. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2004, 221 – 240.

BOSTANOĞLU, Burcu. Türkiye-ABD Đlişkilerinin Politikası, 1. Baskı, Ankara, Đmge Kitabevi, Aralık 1999.

------------ “Türkiye’nin Ulusal Çıkar Kavramlaştırmasının ABD ile Đlişkileri Çerçevesinde Epistemolojik Bir Eleştirisi”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bil. Enstitüsü Araştırma Dergisi, No. 2 (Aralık 1997), 5-16.

------------ “Yeni Dünyayı Kurarken: Amerika’da Tarihi Kim Yazacak?” FP Foreign Policy, Türkiye Baskısı, Bilgi Üniversitesi Yayını, Mayıs – Haziran 2004, 32 - 41.

BOTTOMORE, Tom. Frankfurt Okulu, Çev. Ahmet ÇĐĞDEM, 2.Basım, Ankara, Vadi Yayınları, Eylül 1997.

BÖLÜKBAŞI, Süha. “Türkiye ve Đsrail: Mesafeli Yakınlıktan Stratejik Ortaklığa,” Liberal Düşünce, C.4, No.13 (Kış 1999), 138-152.

Page 518: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

510

BROWN, Chris. “Do Great Powers Have Great Responsibilities? Great Powers and Moral Agency,” Global Society: Journal of Interdisciplinary International Relations, Vol.18, No:1 (January 2004), 5-19.

------------ “Self – Defense in an Imperfect World,” Ethics & International Affairs, Vol.17, Issue. 1, 2003, 2 – 8.

BULAÇ, Ali. “Öteki’nin Kimliği ve Đmajı,” Birikim, No. 71-72 (Mart-Nisan 1995), 76-80.

CANGIZBAY, Kadir. Hiç Kimsenin Cumhuriyeti, Ankara, Ütopya Yayınları, Mart 2000.

CARR, Edward Hallet. Tarih Nedir?, Çev. Misket Gizem GÜRTÜRK, 5. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1999.

CAŞIN, Mesut Hakkı. "Irak Harekatında Kuzey Cephesi Sendromu ve Türk – Amerikan Đlişkilerinin Gelecekteki Olası Profilleri" Jeopolitik, Yıl: 2, Sayı: 5 , Kış 2003, 58 – 75.

CEBESOY, Ali Fuat. Ali Fuat Cebesoy’un Siyasî Hâtıraları (I. Kısım), Đstanbul, “Vatan” Neşriyatı, 1957.

------------ Siyasî Hâtıralar (II. Kısım), Đstanbul, Doğan Kardeş Yayınları A.Ş. Basımevi, 1960.

CEMAL PAŞA. Hatıralar, Haz. Behçet CEMAL, Đstanbul, Çağdaş Yayınları, Nisan 1977.

CEYHUN, Demirtaş. Osmanlı’da Yenileşme, Batılılaşma Tutkusunun Bir Ürünü Değildi, Cumhuriyet, 10 Aralık 2004

COCHRAN, Molly. Normative Theory in International Relations: A Pragmatic Approach, Birinci Baskı, Cambridge University Press, 1999.

------------ “A Democratic Critique of Cosmopolitan Democracy: Pragmatism from the Bottom – Up,” European Journal of International Relations, Vol.: 8, Issue: 4 ( December 2002 ), 517 – 548.

COHEN, ANTHONY P. Topluluğun Simgesel Kuruluşu, Çev. Mehmet Küçük, Birinci Baskı, Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, Ekim 1999.

COLLINGWOOD, R. G. Tarih Tasarımı, Çev. Kurtuluş DĐNÇER, 2. Baskı, Ankara, Gündoğan Yayınları, Haziran 1996.

COLOME, Gabriel. “FC Barcelona ve Katalan Kimliği,” Futbol ve Kültürü, Der. Roman HORAK, Wolfgang REITER ve Tanıl BORA, 4. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2004, 125 – 132.

CONNERTON, Paul. Toplumlar Nasıl Anımsar?, Çev. Alaeddin ŞENEL, Đstanbul, Belge Yayınları, 1999.

Page 519: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

511

CONNOLY, William E. Kimlik ve Farklılık, Çev. Ferma LEKESĐZALIN, 1. Baskı, Đstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1995.

COMTE, Auguste. Pozitif Felsefe Kursları, Çev. Erkan ATAÇAY, Đstanbul, Sosyal Yayınlar, 2001.

COX, Robert W. Production, Power, And World Order, New York, Columbia University Press, 1987.

COX, Robert W. ve H. K. JACOBSON. “Decisionmaking,” International Social Science Journal, Vol.29, No.1 ( February 1977), 115 – 135.

COX, Michael. “Rethinking the End of the Cold War,” Review of International Studies, C.20, No.2 ( April 1994 ), 187 – 200.

CRISS, Nur Bilge. “Türk Dış Politikası ve Batı (1908-1945)”, Bilanço 1923-1998, Der. Zeynep RONA, Đstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, 1999, 351-357.

ÇALIŞ, Şaban. “The Turkish State’s Identity and Foreign Policy Decision-Making Process”, Mediterranean Quarterly, C. 6, No. 2 (Spring 1995), 135-155.

------------ “Ulus, Devlet ve Kimlik Labirentinde Türk Dış Politikası”, Liberal Düşünce, C. 4, No. 13 (Kış 1999), 5-21.

ÇALIŞLAR, Oral. Đnsanlar Beklenti Đçerisinde,Cumhuriyet, 3 Ağustos 2005

ÇANLI, Mehmet. “ Mübadele Dosyası – Yunanistan’daki Türklerin Anadoluya Nakledilmesi – I,” Tarih ve Toplum, C.22, No.129 (Eylül 1994 ), 54 - 61

------------ “ Mübadele Dosyası – Yunanistan’daki Türklerin Anadoluya Nakledilmesi – II,” Tarih ve Toplum, C.22, No.130 (Ekim 1994 ), 51-59.

ÇELEBĐ, Aykut. “Inter Arma Silent Leges:’Haklı Savaş’ ve Amerikan Entelektüellerinin ‘Sonsuz Adaleti’ ” Düşünen Siyaset, Sayı:17, Nisan 2003, 11-33.

ÇELĐK, Nur Betül. “Kemalist Hegemonya Üzerine Bir Kavramsallaştırma Denemesi”, Birikim, No. 105-106 (Ocak-Şubat 1998), 28-35.

ÇINAR, Menderes. “Postmodern Zamanların Kemalist Projesi”, Birikim, No. 91 (Kasım 1996), 32-38.

ÇĐĞDEM, Ahmet. Akıl ve Toplumun Özgürleşimi, 2. Baskı, Ankara, Vadi Yayınları, Nisan 1997.

Page 520: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

512

DAĞI, Đhsan D. “Les Liaisons Dangereuses: Akademya, Devlet ve “Uluslararası Đlişkiler,” Liberal Düşünce, C.1, Bahar 1996, 76-82.

------------ “Normatif Yaklaşımlar: Adalet, Eşitlik ve Đnsan Hakları”, Devlet, Sistem ve Kimlik, Der. Atila ERALP, 2. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1997, 185-226.

------------ “Turkey in 1990 s: Foreign Policy, Human Rights, and the Search for a New Identity”, Mediterranean Quarterly, C. 4, No. 4 (Fall 1993), 60-67.

------------ “Uluslararası Politikada Devletin Yeri: Libertenyen Bir Eleştiri,” Liberal Düşünce, C.1, No.1 (Kış 1996), - .

DEMĐRTAŞ, Hasan. “Bilim-Đktidar Đlişkisinin Niteliği ve Bilim Đnsanının Sorumluluğu” Eğitim Araştırmaları, Yıl:3, Sayı: 11, Bahar 2003, 33-43.

DERĐNGĐL, Selim. “ Dış Politikada Süreklilik Sorunsalı : II.Abdülhamit ve Đsmet Đnönü, ” Toplum ve Bilim, No. 28 (Kış 1985 ) , 93 – 107

Devlet’in Kavram ve Kapsamı, Ankara, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Yayınlarından No: 1, 1990.

DURKHEIM, Emile. Sosyolojik Metodun Kuralları, Çev. Enver AYTEKĐN, Đkinci Basım, Sosyal Yayınlar, Ekim 1994.

DURSUN, Çiler. “Hegel’de Kendilik Bilinci ve Öteki Đçindeki Yolculuk” Doğu Batı, Yıl:7, Sayı: 28, Ağustos, Eylül, Ekim, 2004, 181-193.

DURU, Orhan. Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları, Üçüncü Basım,Đstanbul,Türkiye Đş Bankası Kültür Yayınları, Ocak 2004.

DÜNDAR, Can. Milliyetçiliğin Sonbaharı, Milliyet, 11 Eylül 2004 ------------ “Son Düşman”ın Toprağında, Milliyet, 7 Aralık 2004 DÜNDAR, Fuat. Đttihat ve Terakki’nin Müslümanları Đskân Politikası

(1913–1918 ), 2. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2002. ELIAS, Norbert. Zaman Üzerine, Çev. Veysel ATAYMAN, Đstanbul, Ayrıntı

Yayınları, 2000. ENGELS, Friedrich. Anti – Dühring, Çev. Kenan SOMER, Dördüncü Baskı,

Ankara, Sol Yayınları, 2003.

ERALP, Atila. “Uluslararası Đlişkiler Disiplininin Oluşumu: Đdealizm-Realizm Tartışması” Devlet, Sistem ve Kimlik, Der. Atila ERALP, 2. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1997, 57-88.

ERDOĞAN, Necmi. “Popüler Futbol Kültürü ve Milliyetçilik”, Birikim, No. 49 (Mayıs 1993), 26-33.

Page 521: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

513

ERGUN, Doğan. Kimlikler Kıskacında Ulusal Kişilik, 1. Baskı, Ankara, Đmge Kitabevi, Şubat 2000.

------------ Sosyoloji ve Tarih, 2. Baskı, Đstanbul, Der Yayınları, 1982. ERHAN, Çağrı. "Türkiye-ABD Đlişkilerinin Mantıksal Çerçevesi", 21.

Yüzyılın Eşiğinde Türk Dış Politikası, Der. Đdris BAL, 1. Baskı, Đstanbul, Alfa Yayınları, Kasım 2001, 117 -129.

ERKĐN, Feridun Cemal. Türk-Sovyet Đlişkileri ve Boğazlar Meselesi, Ankara, Başnur Matbaası, 1968.

ERTÜRK, Hüsamettin. Đki Devrin Perde Arkası, Haz. Samih Nafiz TANSU, Birinci Basım, Đstanbul, Sebil Yayınevi, 1996.

ERYILMAZ, Bilal. Osmanlı Devletinde Millet Sistemi, Đstanbul, Ağaç Yayıncılık,

EVREN, Kenan. Kenan Evren’in Anıları, Cilt : 1, Birinci Baskı, Milliyet Yayınları, Kasım 1990.

FEYERABEND, Paul. Yönteme Karşı, Çev. Ertuğrul BAŞER, 1. Basım, Đstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1999.

FĐŞEK, Kurthan. Ankara’nın Telefonları Ankara’nın Mektupları, Hürriyet, 19 Aralık 2000

FORDHAM, Frieda. Yung Psikolojisi, Çev. Aslan YALÇINER, Dördüncü Basım, Đstanbul, Say Yayınları, 1997.

GEUSS, Raymod. Eleştirel Teori Habermas ve Frankfurt Okulu, Çev. Ferda KESKĐN, Birinci Basım, Đstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2002.

GIDDENS, Anthony. Sosyoloji: Eleştirel Bir Yaklaşım, Çev. M. Ruhi ESENGÜN ve Đsmail ÖĞRETĐR, 5. Baskı, Đstanbul, Birey Yayıncılık, Ekim 1998.

------------ Siyaset, Sosyoloji ve Toplumsal Teori, Çev. Tuncay BĐRKAN, Đkinci Basım, Đstanbul, Metis Yayınları, Ekim 2001.

------------ Modernliğin Sonuçları, Çev. Ersin KUŞDĐL, Üçüncü Basım, Đstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2004.

------------ Toplumun Kuruluşu, Çev. Hüseyin ÖZEL, Birinci Basım, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 1999.

GĐRĐTLĐ, Đsmet. Birleşmiş Milletler ve Reform Sorunu,Türkiye, 25 Eylül 1998.

GLEICK, James. Kaos: Yeni Bir Bilim Teorisi, Çev. Fikret ÜÇCAN, 12. Basım, Ankara, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu ( TÜBĐTAK ), Ağustos 2003 .

GÖKALP, Ziya. Türkleşmek Đslâmlaşmak Muâsırlaşmak, Haz. Kemal BEK, Đstanbul, Bordo Siyah Klasik Yayınlar, Mart 2004.

------------ Türkçülüğün Esasları, Haz. Mahir ÜNLÜ ve Yusuf ÇOTUKSÖKEN, 6. Baskı, Đstanbul, Đnkılâp Kitabevi, 2001.

Page 522: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

514

GÖKAY, Bülent. “ Turkish Settlement and the Caucasus, 1918 – 20, ” Middle Eastern Studies, C.32, No.2 ( April 1996 ) , 45 - 76

GÖNLÜBOL, Mehmet ve başk. Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1995), 9.Baskı, Ankara, Siyasal Kitabevi, 1996.

GÖNLÜBOL, Mehmet. Uluslararası Politika, Ankara, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1978.

GÖRGÜLÜ, Đsmet. On Yıllık Harbin Kadrosu 1912 – 1922 , Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1993.

GÖZEN, Ramazan. “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Uluslararası Đlişkiler: Küreselleşme Perspektifi,” Liberal Düşünce, C.2, No: 7 (Yaz 1997), 74-91.

GRAMSCI, Antonio. Hapisane Defterleri, Çev. Adnan CEMGĐL, 3. Baskı, Đstanbul, Belge yayınları, Eylül 1997.

GÜR, Aslı. “Üç Boyutlu Öyküler: Türkiyeli Ziyaretçilerin Gözünden Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve Temsil Ettiği Ulusal Kimlik,” Türkiye’nin Toplumsal Hafızası, Der. Esra ÖZYÜREK, 1. Baskı, , Đletişim Yay. Đstanbul, 2001, 215-247.

GÜRSES, Hakan. “Kimlik Kavramı Üzerine Çeşitli Düşünceler,” Birikim, No. 121 (Mayıs 1999), 72-84.

GÜVENÇ, Bozkurt. “Cumhuriyet ve Kimlik: Konu, Sorun, Kapsam ve Bağlam” 75 Yılda Tebaa’dan Yurttaş’a Doğru, ed. Artun Ünsal, Đstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, Aralık 1998, 117 – 126.

GÜVENÇ, Serhat. “TSK’nın Sınır Ötesi Girişim Yetenekleri: Ulusal Güvenlik Politikasında Yeni Boyut,” En Uzun On Yıl, Der. Gencer ÖZCAN ve Şule KUT, 1. Basım, Đstanbul, Boyut Yayın Grubu, Kasım 1998, 135-167.

HAACKE, Jurgen. “ Theory and Praxis in International Relations: Habermas, Self - reflection, Rational Argumentation,” Millennium, C. 25, No.2 (Summer 1996 ), 255 – 289.

HABERMAS, Jürgen. Sosyal Bilimlerin Mantığı Üzerine, Çev. Mustafa TÜZEL, Birinci Basım, Đstanbul, Kabalcı Yayınevi, 1998.

------------ Đletişimsel Eylem Kuramı, Çev. Mustafa TÜZEL, Birinci Basım, Đstanbul, Kabalcı Yayınevi, Şubat 2001.

HALAÇOĞLU, Ahmet. Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri (1912 – 1913 ), 2. Baskı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1995.

HARDT, Michael ve A. NEGRI. Đmparatorluk, Çev. Abdullah YILMAZ, Beşinci Baskı, Đstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2003,

Page 523: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

515

HĐÇYILMAZ, Ergun. Esir Kampları, Đstanbul, Beyaz Balina Yayınları,Temmuz 2001,

HORKHEIMER, Max. Akıl Tutulması, Çev. Orhan KOÇAK, Beşinci Basım, Đstanbul, Metis Yayınları, Şubat 2002.

------------ “Bilim ve Bunalım Üzerine Notlar” Geleneksel ve Eleştirel Kuram, Çev. Mustafa TÜZEL, 1. Baskı, Đstanbul, Yapı Kredi Yayınları, Ağustos 2005, 9 – 15.

------------ “Materyalizm ve Metafizik” Geleneksel ve Eleştirel Kuram, Çev. Mustafa TÜZEL,1. Baskı, Đstanbul, Yapı Kredi Yayınları, Ağustos 2005, 16– 49.

------------ “Geleneksel ve Eleştirel Kuram” Geleneksel ve Eleştirel Kuram, Çev. Mustafa TÜZEL, 1. Baskı, Đstanbul, Yapı Kredi Yayınları, Ağustos 2005, 339 – 389.

------------ “Mutlak Konsantrasyonun Felsefesi” Geleneksel ve Eleştirel Kuram, Çev. Mustafa TÜZEL, 1. Baskı, Đstanbul, Yapı Kredi Yayınları, Ağustos 2005, 454 – 465.

------------ “Felsefenin Toplumsal Đşlevi” Geleneksel ve Eleştirel Kuram, Çev.Mustafa TÜZEL,1.Baskı, Đstanbul,Yapı Kredi Yayınları, Ağustos 2005, 466 – 484.

HOSBAWM, Eric. Tarih Üzerine, Çev. Osman AKINHAY, Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları, 1999.

HUNTINGTON, Samuel P. Biz Kimiz? Amerika’nın Ulusal Kimlik Arayışı, Çev. Aytül ÖZER, Birinci Baskı, Đstanbul, CSA Global Yayın Ajansı, Ekim 2004.

------------ “ABD Ulusal Çıkarlarını Yitirirken,” Medeniyetler Çatışması, Der. Murat YILMAZ, 7. Basım, Vadi Yayınları, Nisan 2002, 157 - 162.

ĐBA, Şaban. Milli Güvenlik Devleti, 1. Baskı, Đstanbul, Çiviyazıları, Eylül 1999.

------------ Ordu, Devlet, Siyaset, 1. Baskı, Đstanbul, Çiviyazıları, Temmuz 1998.

ĐLTER, Tuğrul. “Keşfin Beyaz Mitolojisi: “Yeni Dünya’nın Keşfinden “Olgular”ın Bulgusu Yoluyla George Bush’un “Yeni Dünya” Düzen(ler)ine,” Oryantalizm, Hegemonya ve Kültürel Fark, Der. E. Fuat KEYMAN, Mahmut MUTMAN ve Meyda YEĞENOĞLU, 2. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1999, 235-253.

ĐNALCIK, Halil. “Türkiye ve Avrupa: Dün Bugün,” Doğu Batı, C.1, No. 2 (Şubat-Mart-Nisan 1998), 7-28.

ĐNÖNÜ, Đsmet. Hatıralar, Haz. Sabahattin SELEK, 1. Kitap, Basım, Ankara, Bilgi Yayınevi, Ekim 1985.

Page 524: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

516

------------ Hatıralar, Haz. Sabahattin SELEK, 2. Kitap, Birinci Basım, Ankara, Bilgi Yayınevi, Kasım 1987.

JAHN, Beate. “ IR and the State of Nature : The Cultural Origins of A Ruling Ideology,” Review of International Studies , C.25, No.3 (July 1999), 411 - 434

JENKINS, Keith. Tarihi Yeniden Düşünmek, Çev. Bahadır Sina ŞENER, Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, Şubat 1997.

JUNG, Carl Gustav. Đnsan Ruhuna Yöneliş, Çev. Engin BÜYÜKĐNAL, 5. Baskı, Đstanbul, Say Yayınları, 2004.

KADIOĞLU, Ayşe. “The Paradox of Turkish Nationalism and Construction of Official Identity,” Middle Eastern Studies,C.32, No.2 (April 1996), 177 – 193.

------------ “Milletini Arayan Devlet: Türk Milliyetçiliğinin Açmazları,” 75 Yılda Tebaa’dan Yurttaş’a Doğru, ed. Artun Ünsal, Đstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, Aralık 1998, 201 – 211.

KADRITZKE, Niels. “Milliyetçiliğin Tarihine Şaşırtıcı Dönüşü”, Birikim, Çev. Deniz Can KOÇAK, No. 45-46, 87-97.

KAHRAMAN, Hasan Bülent ve E. F. KEYMAN. “Kemalizm, Oryantalizm ve Modernite,” Doğu Batı, C.1, No. 2 (Şubat-Mart- Nisan 1998), 63-75.

KAPLAN, Đsmail. Türkiye’de Milli Eğitim Đdeolojisi, 3. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2002.

KARABEKĐR, Kâzım. Kürt Meselesi, Haz. Faruk ÖZERENGĐN, 2. Basım, Đstanbul, Emre Yayınları, Ekim 1995.

------------ Gizli Harp Đstihbarat, Haz. Emrullah TEKĐN, Đstanbul, Kamer Yayınları, 1998,

------------ Ermeni Dosyası, Haz. Faruk ÖZERENGĐN, 6. Baskı, Đstanbul, Emre Yayınları, Mart 2005.

KARABELĐAS, Gerassimos. “ The Evolution of Civil – Military Relations in Post-War Turkey, 1980 – 1995,” Middle Eastern Studies, C.35, No.4 (October 1999 ), 130 – 151.

KARAOSMANOĞLU, Ali L. “Transatlantik Çatlağı: Değişen Kimlikler” Doğu Batı, Yıl:6, Sayı: 23, Mayıs, Haziran, Temmuz 2003, 175-183.

------------ “Türkiye’nin Karadeniz Güvenliğine Bakışı”, Strateji 95/1,21-34. KARAOSMANOĞLU, Yakup Kadri. Politikada 45 Yıl, 3. Baskı, Đstanbul,

Đletişim Yayınları, 2002.

KAYALI, Hasan. “Bağımsızlık Mücadelesi Đçinde Anadolu-Suriye Đlişkileri, 1918-1923,” Bilanço 19243-1998, Der. Zeynep RONA, Đstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, 1999, 359-365.

Page 525: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

517

KEAT, Russel ve John URRY. Bilim Olarak Sosyal Teori, Çev. Nilgün ÇELEBĐ, 2. Baskı, Ankara, Đmge Kitabevi, Kasım 2001.

KEYMAN, E. Fuat. Küreselleşme, Devlet, Kimlik/Farklılık: Uluslararası Đlişkiler Kuramını Yeniden Düşünmek, Çev. Simten COŞAR, Đstanbul, Alfa Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti., Ekim 2000.

------------ “Eleştirel Düşünce: Đletişim, Hegemonya, Kimlik/Farkı” Devlet, Sistem ve Kimlik, Der. Atila ERALP, 2. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1997, 227-260.

------------ “Farklılığa Direnmek: Uluslararası Đlişkiler Kuramında ‘Öteki’ Sorunu,” Oryantalizm, Hegemonya ve Kültürel Fark, Der. E. Fuat KEYMAN, Mahmut MUTMAN ve Meyda YEĞENOĞLU, 2. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1999, 71-106.

------------ "Türkiye Irak Savaşı'nı Nasıl Okumalı?," Dünya'nın Bütün Sokakları Đsyanda, Der. Osman AKINHAY ve Özcan ÖZEN, 1. Baskı, Đstanbul, Everest Yayınevi, Nisan 2003, 191-206.

------------ “Kimlik ve Demokrasi,” Devlet ve Ötesi, Der. Atila ERALP, 1. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2005, 217- 250.

KISSINGER, Henry. Amerika’nın Dış Politikaya Đhtiyacı Var Mı ?, Çev. Tayfun EVYAPAN, 1.Baskı, ODTÜ Geliştirme Vakfı Yayıncılık ve iletişim A.Ş. Yayınları, Ekim 2002.

KĐLĐ, Suna ve Şeref GÖZÜBÜYÜK. Türk Anayasa Metinleri, 2. Baskı, Đstanbul, Türkiye Đş Bankası Kültür Yayınları, Mayıs 2000.

Kitap Đncelemesi Bölümü, Uluslararası Đlişkiler,Cilt:2,Sayı:6,Yaz 2005, 173 – 201.

KOLOĞLU, Orhan. Cumhuriyet’in Đlk Onbeş Yılı (1923 – 1938 ) , 1. Basım, Đstanbul, Boyut Yayıncılık, Haziran 1999.

KOÇAK, Cemil. Türkiye’de Milli Şef Dönemi 1938-1945, Cilt:1, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2. Baskı, 2003

------------ Türkiye’de Milli Şef Dönemi 1938-1945, Cilt:2, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2. Baskı, 2003.

KÖKER, Levent. Modernleşme Kemalizm ve Demokrasi, 9. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2005.

Köylerimiz, Ankara,T.C. Đçişleri Bakanlığı Đller Đdaresi Genel Müdürlüğü, 1968.

KÖNĐ, Hasan ve Sinan OĞAN. “11 Eylül’ün Yıldönümünde Rusya : ABD Đle Balayından “Şer Ekseni” Đle Flörte…” Stratejik Analiz, Cilt: 3, Sayı: 30, Ekim 2002, 5-16.

KUHN, Thomas S. Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Çev. Nilüfer KUYAŞ, 5. Baskı, Đstanbul, Alan Yayıncılık, Mayıs 2000.

Page 526: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

518

KUT, Şule. “Türkiye’nin Soğuk Savaş Sonrası Dış Politikasının Anahatları,” En Uzun On Yıl, Der. Gencer ÖZCAN ve Şule KUT, 1. Basım, Đstanbul, Boyut Yayın Grubu, Kasım 1998, 45-64.

------------ “Türkiye’de Uluslararası Đlişkiler Eğitiminin Geleceği,”Uluslararası Đlişkiler, Cilt:2,Sayı: 6, Yaz 2005, 87-95.

KÜÇÜKÖMER, Đdris. Düzenin Yabancılaşması, Đstanbul, Ant Yayınları, Nisan 1969.

LACLAU, Ernesto ve Lilian ZAC. “Aralığı Kapatmak: Siyasetin Öznesi” Siyasal Kimliklerin Oluşumu, Der. Ernesto LACLAU, 1. Baskı, Đstanbul, Sarmal Yayınevi, Aralık 1995, 21-55.

LEKESĐZALIN, Fermâ. “Habermas’ın Đdeoloji Eleştirisi ve Postyapısalcı Cyborg’a Đlişkin Bir Soruşturma” Doğu Batı, Yıl:7, Sayı: 28, Ağustos, Eylül, Ekim, 2004, 155-162.

LINKLATER, Andrew. Beyond Realizm and Marxism: Critical Theory and International Relations, 1. Baskı, London, The Macmillan Press Ltd, 1990.

------------ Men and Citizens in the Theory of International Relations, Đkinci Baskı, Hong Kong, The Macmillan Press Ltd., 1990.

------------ “The Problem of Harm in World Politics: Implications for the Sociology of States - systems ” International Affairs, Vol. 78, Issue 2, April 2002, 319 - 338.

------------ “Dialogic Politics and the Civilising Process,” Review of International Studies, Vol.31, Issue 1 (January 2005), 141 – 154.

------------ “Cosmopolitan Citizenship,” Citizenship Studies, Vol.2, No.1, 1998, 23 – 41. Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler (Genel Oturumların

Protokolleri ve Birinci Komisyon Tutanakları ile Raporları ( Ülke ve Askerlik Sorunları )), Çev. Seha L. Meray, Birinci Takım, Cilt I, Kitap I, 2. Baskı, Đstanbul, Yapı Kredi Yayınları, Mayıs 2001.

Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler, Genel Oturumların Protokolleri ve Birinci Komisyonun Tutanakları ile Raporları (Ülke ve Askerlik Sorunları ), Çev. Seha L. Meray, Birinci Takım, Cilt I, Kitap II, 2. Baskı, Đstanbul, Yapı Kredi Yayınları, Mayıs 2001.

Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler, Đkinci Komisyonun Tutanakları ile Raporları ( Yabancılara Uygulanacak Rejim ), Çev. Seha L. Meray, Birinci Takım, Cilt II, Kitap III, 2. Baskı, Đstanbul, Yapı Kredi Yayınları, Mayıs 2001.

Page 527: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

519

Lozan Barış Konferansı Tutanaklar–Belgeler, Üçüncü Komisyonun Tutanakları ile Raporları( Đktisat ve Maliye Sorunları), Çev. Seha L. Meray, Birinci Takım,Cilt III,Kitap IV,2. Baskı, Đstanbul, Yapı Kredi Yayınları, Mayıs 2001.

Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler, 1 Şubat – 22 Nisan 1923 Görüşmelerine Đlişkin Belgeler, Çev. Seha L. Meray, Birinci Takım, Cilt IV, Kitap V, 2. Baskı, Đstanbul, Yapı Kredi Yayınları, Mayıs 2001.

Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler, Konferansın Đkinci Dönemine Đlişkin Tutanaklar ile Belgeler ( 23 Nisan – 24 Temmuz 1923 ), Çev. Seha L. Meray, Đkinci Takım, Cilt I, Kitap I ( 6. Kitap ), 2. Baskı, Đstanbul, Yapı Kredi Yayınları, Mayıs 2001.

Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler, Konferansın Đkinci Dönemine Đlişkin Tutanaklar ile Belgeler ( 23 Nisan – 24 Temmuz 1923 ), Çev. Seha L. Meray, Đkinci Takım, Cilt I, Kitap II ( 7. Kitap ), 2. Baskı, Đstanbul, Yapı Kredi Yayınları, Mayıs 2001.

Lozan Barış Konferansı Tutanaklar – Belgeler (Konferansda Đmzalanan Senetler), Çev. Seha L. Meray, Đkinci Takım, Cilt II, (8. Kitap), 2. Baskı, Đstanbul, Yapı Kredi Yayınları, Mayıs 2001.

MACAR, Elçin. Đstanbul Rum Patrikhanesi, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2. Baskı, 2004.

MAGGIORI, Robert. “Đmparatorluk’un Tahakkümü Düyayı Boğuyor,” Cumhuriyet Kitap, Sayı : 812, 8 Eylül 2005, 5.

MAKOVSKY, Alan. “Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye Politikası: Gelişme ve Sorunlar” Türkiye – ABD Đlişkileri, Çev. Faruk ÇAKIR ve Nasuh USLU, 1. Basım, Đstanbul, Liberte Yayınları, Ekim 2001, s.323 - 396.

MANGO, Andrew. “ Ataturk and Kurds,” Middle Eastern Studies, C.35, No.4 (October 1999 ), 1 – 25.

MARCUSE, Herbert. Tek – Boyutlu Đnsan, Çev. Aziz YARDIMLI, Üçüncü Basım, Đstanbul, Đdea Yayınevi, 1997.

------------ Us ve Devrim: Hegel ve Toplumsal Kuramın Doğuşu, Çev.Aziz YARDIMLI, 2. Baskı, Đstanbul, Đdea Yayınevi, 2000.

MARX, Karl ve Friedrich ENGELS. Alman Đdeolojisi, Çev. Sevim BELLĐ, Beşinci Baskı, Ankara, Sol Yayınları, 2004.

MARX, Karl. Fransa’da Sınıf Savaşımları 1848 – 1850, Çev. Sevim BELLĐ, 4. Baskı, Ankara, Sol Yayınları, Ekim 1996.

------------ Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, Çev. Sevim BELLĐ, Üçüncü Baskı, Ankara, Sol Yayınları, 2002.

Page 528: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

520

MENTEŞE, Halil. Halil Menteşe’nin Anıları, 1. Baskı, Đstanbul, Hürriyet Vakfı Yayınları, Kasım 1986.

MERAY, Seha L. ve Osman OLCAY. Osmanlı Đmparatorluğunun Çöküş Belgeleri (Mondros Bırakışması, Sevr Andlaşması, Đlgili Belgeler), Ankara, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1977.

MIDLARSKY, Manus I. “The Impact of External Threat on States and Domestic Societies” International Studies Review, Vol. 5, Issue 4, December 2003, 13 - 18.

MONSHIPOURI, Mahmood “The Paradoxes Of U.S. Policy In The Middle East,”Middle East Policy, Cilt:IX, No:3, Eylül 2002, 65 – 84.

MORGENTHAU, Hans J. Uluslararası Politika, Çev. Baskın ORAN ve Ünsal OSKAY, Cilt : 1, Birinci Baskı, Ankara, Türk Siyasi Đlimler Derneği Yayınları, 1970.

------------ Uluslararası Politika, Çev. Baskın Oran ve Ünsal Oskay, Cilt : 2, Birinci Baskı, Ankara, Türk Siyasi Đlimler Derneği Yayınları, 1970.

MOSKOVICI, Serge. “Komplo Zihniyeti,” Birikim, Çev. Hacer HARLAK, No. 90 (Ekim 1996), 45-59.

MUNSLOW, Alun. Tarihin Yapı Sökümü, Çev. Abdullah YILMAZ, Đstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2000.

MUTMAN, Mahmut. “Oryantalizmin Gölgesi Altında: Batı’ya Karşı Đslâm” Oryantalizm, Hegemonya ve Kültürel Fark, Der. E. Fuat KEYMAN, Mahmut MUTMAN ve Meyda YEĞENOĞLU, 2. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1999, 25-69.

OKUTAN, M. Çağatay. Tek Parti Döneminde Azınlık Politikaları, 1. Baskı, Đstanbul, Bilgi Üniversitesi Yayınları, Haziran 2004. OKYAR, Fethi. Fethi Okyar’ın Anıları, Haz. Osman OKYAR ve Mehmet

SEYĐTDANLIOĞLU,2. Baskı, Ankara, Türkiye Đş Bankası Kültür Yayınları, Şubat 1999.

ONIS, Ziya. “Turkey, Europe and Paradoxes of Identity: Perspectives on the International Context of Democratization”, Mediterranean Quarterly, C.10, No.3 (Summer 1999), 107-136.

ORAN, Baskın. Atatürk Milliyetçiliği, 4. Basım, Ankara, Bilgi Yayınevi, Mart 1997.

------------ Küreselleşme ve Azınlıklar, 4. Basım, Ankara, Đmaj Yayınevi, Aralık 2001.

------------ Türkiye’de Azınlıklar, 1. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2004. ORAN, Baskın ve başk. Türk Dış Politikası, Cilt:I, 11. Baskı, Đstanbul,

Đletişim Yayınları, 2005.

Page 529: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

521

------------ Türk Dış Politikası, Cilt:II, 8. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2005.

ORBAY, Rauf. Hatıraları ve Söyleyemedikleri ile Rauf Orbay, Haz. Feridun KANDEMĐR, Đstanbul, Yakın Tarihimiz Yayınları: 4, 1965.

ORTAYLI, Đlber. Đmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, 1. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1999.

------------ Osmanlı Đmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, 1. Basım, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1998.

OTTAWAY, Marina. “US Nation-Building Policy In The Greater Middle East,” The International Spectator, Vol:38,No:4, October-December 2003 , 21 – 32.

ÖNDER, Ali Tayyar. Türkiye’nin Etnik Yapısı, Altıncı Basım, Đstanbul, Pozitif Yayınları, Ekim 2005.

ÖZCAN, Gencer. “Ana Muhalefet Hükümetinin Ortadoğu Politikasından Kesitler,” Onbir Aylık Saltanat, Haz. Gencer ÖZCAN, 1. Basım, Đstanbul, Boyut Yayın Grubu, Şubat 1998, 217-241.

------------ “Doksanlarda Türkiye’nin Ulusal Güvenlik Ve Dış Politikasında Askeri Yapının Artan Etkisi,” En Uzun On Yıl, Der. Gencer ÖZCAN ve Şule KUT, 1. Basım, Đstanbul, Boyut Yayın Grubu, Kasım 1998, 67-100.

------------ Gencer. “Doksanlı Yıllarda Türkiye’nin Değişen Güvenlik Ortamı,” En Uzun On Yıl, Der. Gencer ÖZCAN ve Şule KUT, 1. Basım, Đstanbul, Boyut Yayın Grubu, Kasım 1998, 13-43.

------------ “Kuramdan Gerçekliğe Giden Yol,” Onbir Aylık Saltanat, Haz. Gencer ÖZCAN, 1. Basım, Đstanbul, Boyut Yayın Grubu, Şubat 1998, 265-290.

------------ “Sonun Başlangıcı,” Onbir Aylık Saltanat, Haz. Gencer ÖZCAN, 1. Basım, Đstanbul, Boyut Yayın Grubu, Şubat 1998, 201-216.

------------ “Yalan Dünyaya Sanal Politikalar,” Onbir Aylık Saltanat, Haz. Gencer ÖZCAN, 1. Basım, Đstanbul, Boyut Yayın Grubu, Şubat 1998, 179-200.

ÖZGÜR, Özker. Kıbrısta Demokrasi Bunalımları,1.Baskı, Đstanbul, Cem Yayınevi,1992.

ÖZKAN, Tuncay. Bush ve Saddam’ın Gölgesinde Entrikalar Savaşı, 1.Baskı, Alfa Basım Yayım Dağıtım San. ve Tic. Ltd., Şubat 2003.

Page 530: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

522

PARLAK, Đsmet. Kemalist Đdeoloji’de Eğitim, 1.Baskı, Ankara, Turhan Kitabevi Yayınları, 1. Baskı, 2005.

PEKER, Recep. Đnkılâp Dersleri, 4. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1984. PLATON (EFLATUN). Devlet, Çev. Sabahattin EYUBOĞLU ve M.Ali

CĐMCOZ, 8. Baskı, Đstanbul, Türkiye Đş Bankası Kültür Yayınları, Ekim 2004.

RAGIN, Charles ve D. CHIROT. ”Immanuel Wallerstein’ın Dünya Sistemi: Tarih Olarak Siyaset ve Sosyoloji,” Tarihsel Sosyoloji, ed. Theda SKOCPOL, 2. Baskı, Đstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Aralık 2002., 276 – 312.

RUELLE, David. Rastlantı ve Kaos, Çev. Deniz YURTÖREN, 18. Basım, Ankara, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu ( TÜBĐTAK ), Ekim 2004.

RUESCHEMEYER, Dietrich. ”Reinhard Bendix’in Karşılaştırmalı Sosyolojisinde Teorik Genelleme ve Tarihsel Tikellik,” Tarihsel Sosyoloji, ed. Theda SKOCPOL, 2. Baskı, Đstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Aralık 2002., 130 – 169.

SALECL, Renata. “Kimlik Krizi ve Eski Yugoslavya’da Yeni Hegemonya Mücadelesi,” Siyasal Kimliklerin Oluşumu, Der. Ernesto LACLAU, 1. Baskı, Đstanbul, Sarmal Yayınevi, Aralık 1995, 255-286.

SANDER, Oral. Siyasi Tarih 1918-1994, 7. Baskı, Ankara, Đmge Kitabevi Yayınları, 1998.

------------ Türkiye’nin Dış Politikası, Der. Melek FIRAT, Ankara, Đmge Kitabevi, 1. Baskı, Mart 1998.

------------ "Türk Dış Politikasında Sürekliliğin Nedenleri", Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C.XXXVII, N.3-4, 1982, 105 - 124.

SAYYID, Bobby. “Zamanın Göstergesi: Dokuzuncu Haçlı Seferi”nde Savşan Kafirler ve Zındıklar,” Siyasal Kimliklerin Oluşumu, Der. Ernesto LACLAU, 1. Baskı, Đstanbul, Sarmal Yayınevi, Aralık 1995, 319-344.

SEZER, Duygu Bazoğlu. “Türkiye’de Uluslararası Đlişkiler Çalışmalarının Bilim Dalı Olarak Gelişmesine Güncel ve Tarihsel Bir Bakış,”Uluslararası Đlişkiler,Cilt:2,Sayı: 6, Yaz 2005, 30-42.

SKOCPOL, Theda. Devletler ve Toplumsal Devrimler, Çev. S. Erdem TÜRKÖZÜ, 1. Baskı, Ankara, Đmge Kitabevi, Temmuz 2004.

------------ ”Sosyolojinin Tarihsel Đmgelemi,” Tarihsel Sosyoloji, ed. Theda SKOCPOL, 2. Baskı, Đstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Aralık 2002., 1 – 21.

Page 531: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

523

SLATER, Phil. Frankfurt Okulu Kökeni ve Önemi, Çev. Ahmet ÖZDEN, Birinci Baskı, Đstanbul, Kabalcı Yayınevi, 1998.

SMITH, Anthony D. Küreselleşme Çağında Milliyetçilik, Çev. Derya KÖMÜRCÜ, Birinci Basım, Everest Yayınları, Ocak 2002.

SORENSEN, Georg. “ IR Theory After the Cold War,” Review of International Studies, C.24, Special Issue ( December 1998 ), 83 - 100

SÖNMEZOĞLU, Faruk. Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, 2.Basım, Đstanbul, Filiz Kitabevi, 1995.

STEINHAUS, Kurt. Atatürk Devrimi Sosyolojisi, Çev. M. AKKAŞ, Đstanbul, Sander Yayınları, Ekim 1973.

STEVENS, Jacqueline. Devletin Yeniden Üretimi, Çev. Abdullah YILMAZ, Birinci Basım, Đstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2001

SULTAN ABDÜLHAMĐT. Siyasî Hatıratım, 4. Baskı, Đstanbul, Dergah Yayınları, Nisan 1984.

SUNAR, Đlkay. Düşün ve Toplum, 1. Baskı, Ankara, Birey ve Toplum Yayınları, Mart 1986.

ŞEN, Serdar. “Silahlı Kuvvetler ve Resmi Đdeoolojinin Yeniden Üretimi,” Birikim, No.105-106 (Ocak-Şubat 1998), 137-144.

ŞĐMŞĐR, Bilal N. Rumeli’den Türk Göçleri, Cilt: I, Ankara, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1989.

------------ Rumeli’den Türk Göçleri, Cilt: II, Ankara, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1989.

------------ Rumeli’den Türk Göçleri, Cilt: III, Ankara, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1989.

------------ Malta Sürgünleri, Đkinci Basım, Ankara,Bilgi Yayınevi, Nisan 1985.

------------ “Dış Đlişkiler Bakımından Türkiye Cumhuriyeti’nin Đlanı,” Bilanço 1923-1998, Der. Zeynep RONA, Đstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, 1999, 367-380.

TALAT PAŞA. Talat Paşa’nın Anıları, Haz. Alpay KABACALI, 1. Basım Đstanbul, Türkiye Đş Bankası Kültür Yayınları, Şubat 2000.

TANRISEVER,Oktay F. “Yöntem Sorunu: Gelenekselçilik-Davranışsalcılık Tartışması,” Devlet, Sistem ve Kimlik, Der. Atila ERALP, 2. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1997, 89-129.

TANSĐ, Deniz. “ABD’nin Ulusal Güvenlik Anlayışı ve Türkiye,” Cumhuriyet Strateji, Yıl:2, Sayı:64, 19 Eylül 2005, 14 -16.

Page 532: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

524

TANSU, Đsmail. "Kıbrısın Özgürlük MÜcadelesinde T.M.T. ve Dr. Fazlı Küçük ile Rauf Denktaş" Kıbns Mektubu, C.9, No. 7 ( Kasım 1996), 6-11.

TEKELĐ, Đlhan. “Đttihat ve Terakki Döneminde Dış Dünya ve Uygulanan Dış Politika,” Toplum ve Bilim, No. 28 (Kış 1985 ) , 111 – 130.

TESAL, Ömer Dürrü. “Türk – Yunan Đlişkilerinin Geçmişinden Bir Örnek – Azınlıkların Mübadelesi, ” Tarih ve Toplum , C. 9 , No. 53 (Mayıs 1988), 46-52.

TĐMUR, Taner. Osmanlı Kimliği, 3. Baskı, Ankara, Đmge Kitabevi Yayınları, Mart 1998.

------------ Türk Devrimi ve Sonrası, 5. Baskı, Ankara, Đmge Kitabevi, Ocak 2001.

TOLON, Ahmet Hurşit. Birinci Dünya Savaşı Sırasında Taksim Anlaşmaları ve Sevr’e Giden Yol, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Türk Hava Kurumu Basımevi, 2004.

TOPRAK, Zafer. “ 70. Yıldönümünde Đttihat ve Terakki’nin 1916 Kongresi,” Tarih ve Toplum , C.6, No.33 ( Eylül 1986 ), 133 - 138

TUNAYA, Tarık Zafer. Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt: 1, 1. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları , 1998.

------------ Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt: 2, 2. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2003.

TÜRKAY, Mehmet. “Türkiye’de Egemen Đdeoloji-Resmi Đdeoloji Đlişkisine Bir Yaklaşım,” Birikim, No. 105-106 (Ocak-Şubat 1998), 50-56.

TÜRKER, Orhan. “ Türkiye ile Yunanistan Arasındaki Ahali Mübadelesinin 75. Yılı,” Tarih ve Toplum, C.29, No.172 ( Nisan 1998 ) , 34 – 43

TÜRKÖNE, Mümtazer. “Derin Devlet,” Doğu Batı, C. 1, No. 1 (Kasım 1997), 60-77.

------------ Irak Sonrası ABD Đmparatorluğu Gözler Her Zaman Yanıltır, Radikal, 22 Nisan 2003.

UZGEL, Đlhan. Ulusal Çıkar ve Dış politika, 1. Baskı, Ankara, Đmge Kitabevi Yayınları, Mayıs 2004.

ÜLMAN, Burak. “Türkiye’nin Yeni Güvenlik Algılamalara Ve “Bölücülük,” En Uzun On Yıl, Der. Gencer ÖZCAN ve Şule KUT, 1. Basım, Đstanbul, Boyut Yayın Grubu, Kasım 1998, 101-133.

Page 533: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

525

ÜLSEVER, Cüneyt. Dünya Liderleri Nasıl Bir Dünya Düşünüyorlar:Yeni Yüzyıla Yeni Bir Ahlak Anlayışı Lazım, Hürriyet,11 Eylül 2000.

ÜNAL, Hasan. “Young Turk Assessments of International Politics, 1906 – 1909,” Middle Eastern Studies, C.32, No.2, (April 1996 ), 30 - 44

ÜNDER, Hasan. “Kemalist Cumhuriyetçiliğin Klasik Ruhu,” Birikim, No. 115 (Kasım 1998), 60-74.

ÜNSAL, Artun. “Yurttaşlık Zor Zanaat” 75 Yılda Tebaa’dan Yurttaş’a Doğru, ed. Artun Ünsal, Đstanbul, Tarih Vakfı Yayınları, Aralık 1998, 1 – 36.

VERGĐN, Nur. Siyasetin Sosyolojisi, Birinci Basım, Đstanbul, Bağlam Yayınları, Mart 2003,

VICO, Giambattista. On the Study Methods of Our Time, Çev. Elio Gianturco, 1. Baskı, New York, Cornell University Press, 1990.

------------ The New Science of Giambattista Vico, Çev. Thomas Goddard BERGIN ve Max HAROLDFISH, 1. Baskı, New York, 1984.

VOLKAN, Vamık D. ve Norman ITZKOWITZ. Ölümsüz Atatürk, Đstanbul, Bağlam Yayınları, 1999.

WALLERSTEIN, Immanuel. Amerikan Gücünün Gerileyişi, Çev.Tuncay BĐRKAN, Birinci Basım, Đstanbul, Metis Yayınları, 2004.

WALTZ, Kenneth N. “The New World Order,” Millennium, C.22, No.2 (Summer 1993 ), 187 – 195.

YALVAÇ, Faruk. “Uluslararası Đlişkiler Kuramında Yapısalcı Yaklaşımlar,” Devlet, Sistem ve Kimlik, Der. Atila ERALP, 2. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1997, 131-184.

YAŞIN, Gözde Kılıç. “Ruhban Okulu Çıkmazı” Cumhuriyet Strateji, Yıl : 2, Sayı : 72, 14 Kasım 2005, 20 – 21.

YEĞEN, Mesut. Devlet Söyleminde Kürt Sorunu, 1. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1999.

YEĞEN, Mesut. “ The Turkish State Discourse and the Exclusion of Kurdish Identity ,” Middle Eastern Studies , C.32, No.2 ( April 1996 ), -

Yeni Tabiî Yer Adları, Ankara, T.C. Đçişleri Bakanlığı Đller Đdaresi Genel Müdürlüğü Beşinci Şube Müdürlüğü, 1977.

YILDIZ, Ahmet. “ ‘Ne Mutlu Türküm Diyebilene’ Türk Ulusal Kimliğinin Etno – Seküler Sınırları (1919 – 1938 ),”, 1.Basım, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2001.

Page 534: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

526

YILDIZOĞLU, Ergin. “ABD Sağında Irak Tartışmaları Yol Ayrımı: Hegemonya – Đmparatorluk ” Stratejik Analiz, Cilt: 3, Sayı: 30, Ekim 2002, s.17-23.

------------ Đmparatorluk ve Haydut Devlet, Cumhuriyet, 16 Kasım 2005

YURDUSEV, A. Nuri. “ Avrupa Kimliğinin Oluşumu ve Türk Kimliği,” Türkiye ve Avrupa, Der. Atila ERALP, 1.Basım, Ankara, Đmge Kitabevi Yayınları, Mayıs 1997, 17 – 85

------------ “Uluslararası Đlişkiler Öncesi,” Devlet, Sistem ve Kimlik, Der. Atila ERALP, 2. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 1997, 15-55.

------------ “Türk Dış Politikası ve Avrupa Birliği Meselesi,” Liberal Düşünce, C. 2, No. 6 (Güz 1997), 86-98.

ZINN, Howard. Öteki Amerika, Çev. Seyfi ÖNGĐDER, 1. Baskı, Đstanbul, Aykırı Yayıncılık, 2000.

ZIZEK, Slavoj. “Kimlik ve Kimlik Değişiklikleri: Bir Đdeoloji Teorisi Olarak Hegel’in ‘Öz Mantığı’,” Siyasal Kimliklerin Oluşumu, Der. Ernesto LACLAU, 1. Baskı, Đstanbul, Sarmal Yayınevi, Aralık 1995, 57-100.

ZURCHER, Eric Jan. Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, Çev. Yasemin Saner GÖNEN, 9.Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2000.

------------ ”Giriş: Demografi Mühendisliği ve Modern Türkiye’nin Doğuşu” Đmparatorluktan Cumhuriyete Türkiye’de Etnik Çatışma, Der. Erik Jan ZURCHER, 1. Baskı, Đstanbul, Đletişim Yayınları, 2005, 9 – 17.

Page 535: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

527

DĐĞER KAYNAKLAR

AB’nin Đstekleri Bitmiyor, Cumhuriyet, 9 Eylül 2005

AB’nin Terör Kaygısı, Cumhuriyet, 16 Ekim 2005

Akademik Çıkarma, Cumhuriyet, 23 Ekim 2005

Avusturya Yalnız Değil, Cumhuriyet, 4 Ekim 2005

Bask Modeli Đstiyorlar, Cumhuriyet, 10 Aralık 2004

Ben Demokrasi Mühendisiyim, Hürriyet, 02 Ekim 2003

Bush’tan Orduya “Hazır Olun” Talimatı, 21 Eylül 2001(http://www.ntv.com.tr/news) Denktaş Giderken Uyardı, Cumhuriyet, 16 Nisan 2005

Derin Devlet …. , Cumhuriyet, 11 Mayıs 2005

Dinçer’in Unvanı Alındı, Cumhuriyet, 22 Ekim 2005

DP Đktidarının Planladığı 6-7 Eylül Olaylarında Fişli Olduğu Đçin Göz

Altına Alınan Saygın: Aknoz Paşa Đdamımızı Đstedi,

Cumhuriyet, 28 Eylül 2005

Erdoğan Köşk’ü Tepemez, Cumhuriyet, 22 Ağustos 2005

Erdoğan, Kürt Sorununu Çıplak Bıraktı, Giydirmeli, Cumhuriyet, 20

Ağustos 2005

Hilafete Karşı Güvenceyiz, Cumhuriyet, 16 Eylül 2005

Hukuksuzluğa Đtiyorlar, Cumhuriyet, 1 Ekim 2005

Hükümet Tehlikeli Yolda , Cumhuriyet , 14 Mart 2005

Đnönü'den ABD'ye Tarihi Çalım , Radikal , 22 Nisan 2002

Kıvrıkoğlu: Đrtica Tehlikesi Bitmedi, NTV - MSNBC ve Ajanslar,

14 Haziran 2001.

Kürtçe Đsme Đlgi Azaldı, Cumhuriyet, 4 Nisan 2005

Laikliği Koruruz, Hürriyet, 20 Haziran 2001.

Masada Kürtler de Olsun, Cumhuriyet, 24 Kasım 2004

MGK’den Uyarı Çıktı, Cumhuriyet, 24 Ağustos 2005

Müzakere Çerçeve Belgesi, Cumhuriyet, 5 Ekim 2005

Page 536: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

528

Öcalan’ın Yakalanması Sonrasında Hazırlanan Rapor, Cumhuriyet, 21

Ağustos 2005

Özkök’ten Herkese Mesaj, Cumhuriyet, 21 Nisan 2005

Patrik : Ruhban Okulu Açılmalı, Cumhuriyet, 15 Eylül 2005

Pusuladan Sapmayacağım, Cumhuriyet, 25 Nisan 2005

Rauf Denktaş:AB, Kıbrıs’ı Peşinat Olarak Görüyor, Cumhuriyet, 22 Eylül

2005

Rumsfeld Türkiye’yi Suçladı, Cumhuriyet, 6 Şubat 2005.

Savaş Uzmanları Bu Kez Yanıldı mı?, Milliyet, 09 Aralık 2001

Sezer’den Terör Uyarısı, Cumhuriyet, 22 Eylül 2005

Taliban’ı Eğiten General: ABD’nin Đşi Çok Zor, 25 Eylül 2001 (http://www.ntv.com.tr/news) Tehditleri Sevmeyiz, Milliyet , 05 Şubat 1998.

Toprak Satışında Eskiye Dönülüyor, Cumhuriyet, 2 Temmuz 2005

Ülkeyi Yönetenler Nutuk’u Okusun, Cumhuriyet, 29 Ağustos 2005

Washington: Patrik Ekümenik, Cumhuriyet , 7 Aralık 2005

Yeni Koşullar, Cumhuriyet, 18 Eylül 2005

Page 537: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

529

ÖZET

[ÇĐFTÇĐ, Kemal]. [Siyasal Kimlik Algılamalarının Türk Dış Politikasının

Oluşumuna Etkisi], [Doktora], Ankara, [2007]

Her sosyal oluşumda o oluşuma damgasını vuran egemen bir ideoloji

vardır. Türk siyasal kimliğinin egemen ideolojisi olan Kemalizmin ideolojik

temelleri, uzun bir tarihsel geçmişten alınan tecrübeler üzerine inşa

edilmiştir. Kemalizmin ideolojik temelleri, özellikle Balkan Savaşları, I. Dünya

Savaşı, Bağımsızlık Savaşı ve onu izleyen Cumhuriyetin ilk on beş yılı içinde

şekillenmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün 1927

yılında, 15-20 Ekim tarihleri arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin büyük

salonunda toplanan Cumhuriyet Halk Partisi’nin ikinci kurultayında okuduğu

“Söylev”inde, Ulusal Mücadele öncesinde, sırasında ve sonrasında

karşılaştığı güçlükleri anlattığını ve ilerleyen yıllarda tekrar benzer koşullarla

karşılaşılması durumunda, Türk Bağımsızlığını ve Cumhuriyetini kurtarmak

için, iç ve dış düşmanlarla mücadele etmekten kaçınılmaması gerektiğini

vurguladığını görüyoruz. Atatürk ve onunla benzer deneyimleri yaşamış olan

arkadaşları, Osmanlı Đmparatorluğu’nun çökmesine yol açtığını düşündükleri

koşulların, Cumhuriyet döneminde tekrar oluşmaması için, öncelikle

Osmanlıyı “öteki”leştirerek, devleti ve onun ulusunu oluşturmaya çalıştılar.

Modern Türkiye’nin iç toplumsal yapısı ve dış politikasının temelleri

Mustafa Kemal Atatürk tarafından atılmıştır ve O’nun ölümünden sonrada

genel karakterini muhafaza etmiştir.

Türkiye Cumhuriyetine rengini veren Kemalizm, anayasadan

başlayarak, oluşturulan kurumlar ve yasal düzenlemelerle, rejimin çerçevesini

çizmiştir. Kemalizmin ilkeleri, güç ilişkilerinin ve siyasal mücadelenin

çerçevesini belirler ve politikanın temelini oluşturur.

Page 538: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

530

Resmi ideolojinin, rejimi yerleştirmeye yönelik çabalarıyla birlikte,

kendisine muhalif siyasal gurupları “öteki” leştirmesi ve bir türlü “öteki” lerini

ortadan kaldıramaması, sürekli teyakkuz halinde düşman arayan bir algılama

içerisine girmesine yol açmıştır.

Atatürk’ü ve O’nun ideolojisini benimsemiş olan laik insanlar ve

kurumlar Kemalist rejimi ortadan kaldırmayı amaçlayan ve amaçlayabilecek

bütün iç ve dış düşmanlara karşı önlem almaya hazırdırlar. Atatürk’ün

“Söylev” inde söylediği gibi iç yapısı çürük ve temelsiz olan bir devletin dış

politikası da köklü ve etkili olamaz. Türkiye, iç düşmanlarını ortadan

kaldıracak toplumsal projeler geliştirmek zorundadır. Bunu yapabildiği

takdirde, uluslararası sistem içerisinde etkili bir dış politika izleyebilir ve

Batı’nın politikalarına entegre olmak yerine, daha bağımsız bir politika takip

edebilir.

Anahtar Sözcükler:

1. Kimlik

2. Hegemonya

3. Kemalizm

4. Algılama

5. Düşman

Page 539: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

531

ABSTRACT

[ÇĐFTÇĐ, Kemal]. [The Effect of Perceptions of Political Identity in The

Constitution of Turkish Foreign Policy], [Doctorate], Ankara, [2007]

In each social formation there is a sovereign ideology that affixes its

stamp on that formation even the ideological foundations of Kemalism, which

is the sovereign ideology of Turkish Political identity have been constructed

on the experiences, taken from a long historical past, they have been

shaped essentially during Balkan wars, the First World war, War of

Independence and the first fifteen years of the “ Republic “ following.

We see that Mustafa Kemal Ataturk, founder of the Republic of Turkey,

described the difficulties that he has met with before, during and after the

National Struggle in his speech that he read in the second council of

Republic Public convened in the great Hall of Turkish Great Assembly

between October 15 – 20 in 1927 and he emphasized that in case it is met

with the similar conditions again in the coming years, it must not avoid

struggling with internal and external enemies to rescue the Turkish

independence and the Republic Ataturk and his fellows who hived the similar

experiences with him, tarred to establish the state and its nation, first of all by

making the Ottoman “ the other “ in order not to form again the conditions

that they believed the yours republic caused the end of Ottoman Empire.

The foundations of internal social structure and foreign policy of Modern

Turkey, have been laid by Mustafa Kemal Ataturk and after his death

protected its general characteristics.

Kemalism that gave its color to the Republic of Turkey, has drawn the

frame of the regime beginning from constitution, through legal arrangements

and the institutions that have been formed.The principles that describe

Kemalism, identify the framework of the power relationships and political

struggle and form the basis of policy. Together with the efforts of Official

Page 540: T.C. ULUSLARARASI ĐLĐŞKĐLER ANABĐLĐM DALI “SĐYASAL …docs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Öte yandan, askeri konular ya da krizler

532

ideology towards the settlement of the regime, making opposite political

groups to itself “ the others “ anyway, caused to be in a perception looking

enemy in continuous vigilance.

Those people, adherent of Ataturk and his doctrine, secular people and

institutes are ready to take measures against all kinds of internal and external

enemies that aim and that likely target to demdish Kemalism regime. As

Ataturk said in his “Speech” a state that has rotten and without foundation

internal organization, can not have rooted and robust foreign policy. Turkey

has to develop social project that will remove its internal enemies.

In case it is able to do this, it can follow up an effective foreign policy

within the international system and in stead of integrating with the policies of

the west it can follow up a more independent policy.

Key Words:

1. Identity

2. Hegemony

3. Kemalism

4. Perception

5. Enemy