SON GLADYO: KILIÇ - Turuz · 2019. 9. 29. · istihbaratı BND’nin gizli hcre orduları sayılan...

238
ALMAN DERİN DEVLETİ’NİN GİZLİ TARİHİ SON GLADYO: KILIÇ FARUK ARSLAN

Transcript of SON GLADYO: KILIÇ - Turuz · 2019. 9. 29. · istihbaratı BND’nin gizli hcre orduları sayılan...

  • ALMAN DERİN DEVLETİ’NİN GİZLİ TARİHİ

    SON GLADYO: KILIÇ

    FARUK ARSLAN

  • TANITIM

    Avrupa’da artan ırkçılığın merkezi olan Almanya’da, Gladyo’nun Derin Devleti Kılıç,Alman

    Gençliği Birliği (BJD) ile yabancı düşmanlığını körüklüyor. Son Gladyo olarak tasfiye

    edilmeden kalan Kılıç, Ergenekon’ı da yönetir vedaha derindir. Almanya’nın Amerikan

    çıkarlarına hizmet eden Kılıç’tan kurtulma kararı alması halinde Ergenekon sürecinde olduğu

    gibi ortaya kirli Alman ve Amerikan bağırsakları dökülecektir. Gurbetçilerimize yönelik

    işledikleri cinayetler deşifre olan Kılıç’ın Almanya’da BND’nin BKA, GSG9 gibi birimleri ve

    Neo Nazi Partisi NPD’nin 64 bin üyesi var. Şimdi NPD’nin kapatılması tartışılıyor. Alman

    Anayasa Mahkemesi, NPD’nin kapatılmasına karşı çıkıyor, çünkü alman Anayasa

    Koruma Örgütü’nün bunların içinde çok sayıda ajanı var, onların açığa çıkmasından korkuluyor.

    Derin Almanlar, uzun süredir vakıfları aracılığıyla, Türkiye`nin, etkin, dinsel ve mezhepsel

    farklılıklarını ele alıyor, bu farklılıkları derinleştirerek ulus devleti zaafa uğratmaya çalışıyorlar.

    Türkiye`de cumhuriyetin kuruluş felsefesi olan Kemalizm’in iflas ettiğini ve bu haliyle Avrupa

    Birliği’ne alamayacaklarını her fırsatta dile getiriyorlar. Türk ulusunun uyduruk ve yapay

    olduğunu empoze ediyorlar. Ayrıca Türkiye`deki, yerel yönetimlere işlerlik kazandırıp, federatif

    sistemi Türkiye`de tanıtmak ve yerleştirmek, ülkemizde yerli köprübaşları oluşturmak için, çaba

    sarf ediyorlar.

    Almanya’da 2000’li yıllardan beri derin ve organize işler konuşuluyor. Bu kitapda şu üç soruya

    yanıt veriliyor:

    Asıl soru: Türkiye’de Alman vakıfları ve derin devleti Kılıç’ın üç atlısı olan BND, BKA ve

    GSG9 acaba Türkiye’yi kaosa sokmayı amaç eden Ergenekon soruşturmasının neresinde yer

    alıyor? Yoksa yer alamıyor mu?

    İkinci temel soru: Acaba Türkleri hedef alan cinayetler, Alman makamların söylediği gibi

    gerçekten yasadışı faaliyet gösteren bir çetenin işi mi? Yoksa Alman derin devletinin

    İslamfobisiyi kullanarak gurbetçilerimizi kovmak için gerçekleştirdiği bir siyasi ve stratejik seri

    operasyon mu?...

    Üçüncü ana soru: Tüm NATO ülkelerinde Soğuk Savaş döneminin Gladyoları ortaya çıkarıldığı

    ve tasfiye edildiği halde Alman derin devleti Kılıç’a neden kimse dokunamıyor? Alman

    Gladyosu ile Türk Gladyosu Ergenekon arasındaki ilişkileri sorgulamalıyız.

    Alman Gladyousu ortaya çıktığında Alman ekonomisi krize girecek, politik ortamı allak bullak

    olacak ve sonuçta Avrupa Birliği en geç 2020 yılında çökecektir…

    Alman Derin Devleti ve İstihbaratı peşime 2000 yılı başında Ankara’da bir Alman ajan takana

    kadar ülkemizde ve diaporada yaptıklarından habersizdim. Ben Alman ajan Şermin’i değil, o

    beni bulmuştu. Bu kitapda okuyacağınız bilgileride ben bulmadım, onlar beni buldu…

  • FARUK ARSLAN Kimdir?

    12 Nisan 1969′de Ankara’da doğdu. Alanya nüfusuna bağlı olmakla beraber aslen Çorumludur. 3

    yıllık GATA Sağlık Astsubay Hazırlama Okulu’ndan 1986′da mezun oldu. Sağlık Astsubay Sınıf

    Okulu’dan mezun olmaya 3 ay kala 1987′de ayrıldı. Azerbaycan Üniversitesi Uluslararası

    İlişkiler bölümünü bitirdi. Hazar’ın Statüsü konusunda tez yazarak 1997′de ‘Uluslararası

    Hukukçu’ ünvanını kazandı. Kanada’da Centennial College’den 2008’de ‘Sosyal Toplumcu’

    diplomasıyla mezun oldu. Toronto’da York Üniversitesi’nde Sosyoloji alanında yüksek eğitim

    gördü ve 2011′de mezun oldu.

    Arslan, Karabağ, Çeçenistan ve Abhazya savaşlarını yakından takip etti. Hazar’ın enerji

    rezervleri ile ilgili yazdığı 3 binden fazla haber ve makale Türk ve yabancı basında yayımlandı.

    Azerbaycan Zaman Gazetesi’nde muhabirlik, haber müdürlüğü ve köşe yazarlığı yaptı. CHA

    Azerbaycan temsilciliğini 3 yıl yürüttü. 2 yıl süresince Türkiye’de yayımlanan Zaman

    gazetesinde Bakü Mektubu adlı köşeyi yazdı. Azerbaycan’da yayımlanan ilk çocuk gazetesi

    Tomurcuk’un kurucularından oldu. Zaman gazetesinde 2000 yılı sonuna kadar Ankara’da

    diplomasi, Yurtdışı Baskılar, dış politika ve enerji muhabirliğini yürüttü. 14 ülkede basılan

    Zaman’lara yönelik özel araştırma dosyaları hazırladı. Türk dünyası özel muhabirliği yaptı.

    2000-2001’de Kanada Zaman gazetesi temsiciliği görevini üstlendi, Toronto muhabiri olarak

    çalıştı. Kanada Türklerinin posta ile dağılan ücretsiz haber dergisi Sunrise’ı kurdu ve bir yıl

    boyunca editörlüğünü yürüttü. 1998-2004 periyodunda Ali Alperen mahlasıyla sırasıyla Gündüz,

    Muhalif, Gelecek Gazetesi, Hür Gelecek gazetelerinde köşe yazdı 2008 ile 2011 arası, kendi

    ismiyle Milli Ocak haber portalında köşe yazısı yazdı. 2004 yılllarında Metafizik Magazin

    dergisinde yazıları yayınlandı. 2004’den beri Kanada’da beş bin tirajla yayımlanan

    Canadatürk’te aralıksız olarak, 2006’dan beri Almanya’da yayımlanan Platform dergisinde köşe

    yazarlığı yapıyor. 2000’den 2006′ya kadar aralıksız her gün makaleler yazarak, sonsaniye.net

    gibi çeşitli İnternet medyasında köşe yazılarıyla haberciliğini sürdürdü.

    Ergenekon örgütünü tüm yönleriyle 2001′den beri sık sık yazan ve ortaya çıkartan ilk

    gazetecidir. 2005 yılında yazdığı ‘Vadi’nin Şifresi Çözülüyor’ adlı kitabı, eski Ergenekon’dan

    yeni Ergenekon’a geçilen süreci deşifre ettiği için Ergenekon çetesi tarafından

    toplatılmıştır. Ergenekon’un karakutusu Tuncay Güney’i ilk defa Toronto’da bulan, röportaj ve

    http://sonsaniye.net/

  • haberleriyle 2006 ve 2007 yıllarında meşhur eden isimdir. Ölüm kuyuları ve Asit kuyuları olarak

    bilinen JİTEM kuyuları, Arslan’ın Karakutu Tuncay Güney kitabında verilen bilgiler savcılık

    tarafından ihbar ve delil kabul edilerek açılmıştır. Halen Mason Bektaşiler kitabı, ABD, İngiltere

    ve Türkiye’de üniversitelerde doktora tezi konusu olarak incelenmektedir.

    Evli ve iki çocuk babası olan Arslan, Kanada ve Türk vatandaşı olarak Kanada’da gazetecilik

    yaşamını sürdürüyor. Arslan, iyi derecede İngilizce, Almanca ve Azerice biliyor. 4 tanesi

    İngilizce, 5 tanesi basılmayı bekleyen kitap çalışması ve yayınlanmış 16 eseriyle toplam 21

    eseri bulunmaktadır. İngilizce eserlerinden ikisinin Türkçe tercümesi henüz yapılmamıştır.

    Yayımlanmış Eserleri:

    Matrix’in 11 Eylül Kurgusu, Q-Matris Yayınevi, Nisan 2004.

    Hazar’ın Kurtlar Vadisi: Petrol İmparatorluğunda Güç Savaşları, Karakutu Yayınları , Nisan

    2005, Ağustos 2006.

    Net Kırılma: Evenjelik Harbin Kurgusu, Karakutu Yayınları, Nisan 2005.

    Petrol Satrancı, Lulu Publisher, Nisan 2006.

    Kanada’ya Gelmenin Yolları-Kurtar Bizi Kanada, Lulu Publisher, Haziran 2006.

    Mesih’in Hızır’ı Barnaba: Hristiyanlığın Gizli Tarihi, Karakutu Yayınları, Kasım 2006.

    Keşmir’de Hz. İsa Efsanesi, Karakutu Yayınları, Aralık 2006.

    Vadi’nin Şifresi Çözülüyor,Evreca Yayınevi, Temmuz 2005.

    Kurtlar Vadisi Fenomeni, Lulu Publisher, Eylül 2006.

    Karakutu Ergenekon’un Karanlık İsmi: Tuncay Güney, Karakutu Yayınları, Kasım 2008.

    Mason Bektaşiler, Karakutu Yayınları, Nisan 2009. Mayıs 2010.

    Van Gölü Canavarı JİTEM. Lulu Publisher, Mayıs 2011.

    Gurbette Aykırı Konuşmalar, 15 Tarihi Röportaj. Lulu Publisher, Haziran 2011.

    Türkistan ve Ötesi, Gezdiklerim, Gördüklerim. Lulu Publisher, Temmuz 2011.

    Esra’rlı Coşkun Sosyolojik Analizler, Lulu Publisher, Ağustos 2011.

    Teşkîlât-ı Ergenekon, Lulu Publisher, Ağustos 2011.

  • Kanadalı Müslümanlar, Mühtediler, Türkler, Lulu Publisher, Ağustos 2011.

    Son Gladyo: Kılıç.

    İngilizce Eserleri:

    September 11 Fiction of Matrix (English), Lulu Publisher, June 2005 and 2011 Edition is

    worldwide available all bookstores.

    Narratives on Canadian Muslims, Reverts, Turks (English) Lulu Publisher, June 2011.

    Sociological Writings in the Canadian Perspective (English) Lulu Publisher, June 2011.

    Merchant Splitting and Processing Plant Business Plan, (English) Lulu Publisher, June 2011.

    İÇİNDEKİLER

    ÖNSÖZ : Son Gladyo Kılıç ve Gurbetçilerimiz!

    TAKDİM: Alman Derin Devleti Kılıç, Son Gladyodur!

    GİRİŞ: Almanya Üzerine Sosyolojik Anekdotlar

    BİRİNCİ BÖLÜM : Alman ve Amerikan Gladyolarının Türkiye savaşı!

    İKİNCİ BÖLÜM: Kılıç’ın Mağduru Dr. Necip Hablemitoğlu

    ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: Alman Derin Devletinin Akıncıları: Alman Vakıfları

    DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: Almanların Kürt, CHP ve Deniz Feneri İlgisi

    BEŞİNCİ BÖLÜM: Osmanlı’da Alman Derin Devleti

    ALTINCI BÖLÜM: Alman Derin Devletinin Baronu: RUDOLF VON

    SEBOTTENDORFF

    YEDİNCİ BÖLÜM: Alman İstihbarat Örgütleri ve Naziler’in Gizemli Örgütleri

    SEKİZİNCİ BÖLÜM: Gehlen Örgütü ve Almanya

    DOKUZUNCU BÖLÜM Gehlen Sonrası Alman Derin Devleti

  • SON BÖLÜM: ABD Derin Devleti ve Kılıç’ın Yabancı Düşmanlığı

    KAYNAKLAR

    ÖNSÖZ

    Son Gladyo Kılıç ve Gurbetçilerimiz!

    Şahsen, Alman istihbaratı ile ilk tanışmam Şermin adında gazeteci görünümlü bir ajanları

    vasıtasıyla olmuştu. Yeni Şafak gazetesinde diplomasi muhabiri olarak çalışıyordu ve Milli

    Gazete’den bir Türk genci ile Mersin’in Mut ilçesinde daha yeni evlenmişti. Asıl adı Sonja idi.

    Alman kraliyet ailesi Habsburg’un Bosna Hersek kolundan geliyordu. Anneannesi Habsburg

    hanedanına gelin olarak gitmişti. Babasının Almanya’da halen bir şatosu, üzüm bahçeleri ve

    şarap fabrikası vardı. 8 dil biliyordu ve bunlardan 6 tanesini anadili gibi konuşuyordu. Almanca,

    Türkçe, Boşnakca, İngilizce, Hırvatca ve Sırbcası mükemmeldi. Yahudi Hebrew dilini ve

    Fransızcayı anlıyordu. Böyle bir muhabire Yeni Şafak’ın verdiği asgari ücret tuhafıma gitmişti.

    2000 yılı başında birden en iyi gazeteci arkadaşım oluvermişti. Almanca bilmem nedeniyle bana

    her geçen gün daha da yakınlaştı. Artık bana ‘dokturcum’ diye hitap ediyordu.

    Şermin sayesinde Alman istihbaratının Ankara’daki tüm merkezlerine, büyük yatırımlarına,

    vakıflarına, enstütülerine ve büyükelçiliğine serbestce girdim, çıktım. Almanların Türkiye’deki

    yatırımlarını reklam eden bir haftalık geziye katıldım. Bursa, Eskişehir ve Kocaeli ayakları çok

    etkileyiciydi. Bosh’un fabrikasını gezerken, Alman derin devletinin ülkemize ne kadar sağlam

    girdiğini fark ettim. Almanya’nın Ankara Büyükelçiliği tarafından 2000 yılının Eylül ayının son

    haftası ve Ekim ayı başında bir grup gazeteci ile birlikte resmen Almanya’ya davet edildim. Tüm

    bunları ayarlayan, beni kafalayan Şermin idi. Salak rolünde bilgi toplamak hoşuma gidiyordu.

    Bende zokayı yutmuş bir balık görüntüsü verdim. Almanya hükümetinin resmi davetlisi olarak

    gittiğim ‘Almanya'da Göç, İltica ve Alman Hukuk Devleti' konulu, bir haftalık Almanya gezisi

    bana Almanların gücü ve oyunları konusunda aydınlattı. Diğer süper güçler karşısında

    küçümsediğim Almanların daha derin çalıştığını gözlemledim. Gözüm açıldı.

    Almanya’nın Berlin kentinde Cem Evi’ni ve PKK’nın açtığı anaokulunu 1 Ekim 2000’de

    ziyaretimden sonra kafamda bu kitabı yazma fikri oluştu. Alman BND, Adalet ve İçişleri

    bakanlığının üst düzy bürokratları,politikacıları ve sivil toplum örgütleri ile direct görüşmeler

    ayarlanmıştı. Yeşillerin liderleri Cladio Roth ve Cem Özdemir’den derin bilgiler aldım.

    Almanya’nın PKK’yı yönettiğine Hamburg’da Doğu Enstütüsü Müdürü Udo Steinbach’ı

    ziyaretden sonra kesinlikle anladım. Bu eser, aslında 12 yıl gecikmiş bir kitapdır. Doç. Dr. Necip

    Hablemitoğlu’nun Alman istihbaratı tarafından öldürülmesi nedeniyle yazımını sürekli

    erteledim. Zaten kısa bir yoklamadan sonra basmaya cesaret edecek yayınevi bulamayacağımı

    kavramıştım. Hemen hepsi, ‘hayatına mı susadın’ diyordu. Şimdi zamanı geldi.

  • Son Almanya Gladyosu Kılıç’ın dağıtılması artık zaruridir. Zaten Avrupa Birliği 2020 yılında

    çökmeye mahkumdur. Şermin’in Alman ajanı olduğunu bize söyleyen gazeteci ve yazar Fehmi

    Koru’dur. Peki neden onu Yeni Şafak’ta işe almıştı. Az kalsın kendi ellerimle Şermin’i Zaman

    gazetesine sokacaktım. Bir saatlik iş mülakat görüşmesinden sonra köşe yazarlarımız Tamer

    Korkmaz ve İbrahim Öztürk’ün bana ilk sitemi şu oldu: Faruk, nereden buldun bu Alman

    ajanını? Ben onu değil, o beni bulmuştu. Bu kitapda okuyacağınız bilgileride ben bulmadım,

    onlar beni buldu… Almanya’nın Türkiye ilgisinin nedenleri oldukca çeşitlidir.

    Bazı Almanlar, atalarının Anadolu’dan göç ettiğine inanıyor, Cermen ırkının bir zamanlar Fırat

    ve Dicle nehirleri arasında yaşadığını ileri sürüyorlar. Bu tesbiti, ‘Türkiye Kürtleriyle yakından

    ilginiyorsunuz da neden İran, Irak ve Suriye Kürtleri ile ilgilenmiyorsunuz?’sorum üzerine Udo

    Steinbach yapmış ve eklemişti. AB’ye girmek isteyen sizsiniz, size değiştirip dönüştürmeden,

    Kemalizm’in diktatörlüğünü sona erdirmeden Türkiye’yi içimize alacağımızı mı sanıyordunuz?

    Doğrusu oldukca açık sözlüydü. Almanya’nın Ankara Büyükelçisinin odasında neden

    Türkiye’nin etnik haritasının bulunduğunu bile sordum. Muhatabımı epey terlettim. Bizle birlikte

    olan DSP’nin eski lideri MasumTürker’in kardeşi, o dönemde Nokta Dergisi Ankara temsilcisi

    olan Turgay Türker şunu söyledi: Helal olsun Faruk! Almanların dersini verdin. Bundan sonra

    kendine dikkat et, bu adamlar peşini bırakmaz. Bizi verdikleri çok gizli ve derin bilgilerin esiri

    haline getiriyorlar. Alman derin devletine dersini verecek güçte değiliz, bize tepeden bakıyorlar.

    Ekonomi kötüye gidince ‘sonradan gelme müslüman göçmenler’ Avrupa’da hedef haline

    gelmeye başladı. Artan ırkçılığın merkezleri Almanya ve Fransa. 2008’den beri ateşi yükselen

    ırkçılık, ayrımcılık ve İslamfobi’yi körükleyen saldırılar nedeniyle 90 bin vatandaşımız ülkemize

    geri döndü. Zaten amaçta Türkleri korkutmak, sindirmek ve Türkiye’ye geri dönmelerini

    sağlamaktı. Ancak bunlar Almanların gitmesini istediği Türkler değildi. Daha çok “Kaliteli

    Türkler”, okumuş, meslek sahibi ve diplomalı Türkleri kaçırmayı başardılar! Beyin göçü artık

    tersine, lehimize çalışıyor. Okumuş çocuklar, hormonlu ırkçılığın ardındaki gizli elleri gördü.

    NATO çerçevesinde kurulan Gladyo’nun, Alman Derin Devleti’nde karşılığının adı Kılıç’tır,

    yani Alman Gençliği Birliği (BJD). Dış istihbarata bakan Federal Haber Alma Servisi (BND),

    Askerî İstihbarat Servisi (MAD) ve iç istihbarata bakan Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın

    (Verfassungsschutz), artık Alman medyasında süren tartışmaların merkezinde yer alıyor.

    Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın beş binden fazla çalışanı ve 300 milyon avro bütçesi var ve

    parlamentoya hesap vermek zorunda. Almanya’da Türklere yönelik Ekim 2011 işlenen 8 Nazi

    cinayetlerinde çıban patladı. Gurbetçilerimizi hedef alan cinayetler deşifre olunca Alman

    istihbaratı BND’nin gizli hücre orduları sayılan BJD, BKA ve GSG9, nihayet tartışılmaya

    başlandı. Hessen Anayasayı Koruma Örgütü’nün ( MİT’in bölge şubesi gibi düşünün) bir

    elemanının da 6 cinayette olay yerinde olduğu ortaya çıktı. Aramada 88 kişilik ölüm listesi

    ortaya çıktı. Bonn Başkonsolumuz, çoğu dindar müslüman, sivil toplum örgüt lideri olmak üzere,

    Türk diasporasının beyin takımı hedefteydi. Nazi cinayetlerin arkasındaki Alman derin devleti,

    nefret uyandırdı. Sağduyulu, Türkleri seven Almanlar şimdi utanç içinde, nasıl özür

    dileyeceklerini bilemiyorlar.

    Yakın dostum Prof. Faruk Şen, 2008 yılında Türkiye’deki Referans gazetesinde yayınlanan

    “Avrupa’nın yeni Yahudileri-Türkler” yazısı nedeniyle Alman hükümeti tarafından Türk

    Araştırmaları Merkezi’ndeki görevinden alınmış ve daha sonra Türkiye’ye dönmüştü. Şen halen

  • Türkiye’de bir Alman Üniversitesi kurmak için çalışan TAVAK Vakfı’nın başkanı. Aydın,

    demokrat bir akademisyendir. Şu görüşleri savunuyor: Türkiye’nin Almanya’daki Türklere karşı

    yıllardır sürdürdüğü “vurdumduymazlığın” da payı var. Almanya’da yıllardır çok sayıda, 80

    kadar MİT mensubu var. Bunların da Türklere yönelik bu cinayetlerin peşine düşüp, sorumluları

    bulması gerekirdi. Dışişleri de konuyla daha yakından ilgilenmeliydi. Almanya’da beyin takımı

    Türkler geri dönüyor ama en fakir en alt tabaka ve Alman devlet yardımından, sosyal kasalardan

    para alarak yaşayan Türkler kalıyor. Onlar dönemiyor. Bu kesim Almanya’daki Türklerin

    yaklaşık yüzde 40’ını oluşturuyor. Bunların yüzde 30’u da işsiz durumda. Bu yoksul kesim

    arasında Almanlara dönük öfke ve tepki de artıyor. Daha agresif hale gelme ihtimalleri var. Bu

    da Almanların başına yeni sosyal sorunlar açabilir. Neo Nazilerin özellikle küçük işletme

    sahipleri ve dönercileri hedef alması da, onların küçük iş sahiplerini korkutup kaçırmak amacını

    ortaya koyuyor. Ancak Türkler bu tip korkutmalara çok da papuç bırakmıyor. Halen

    Almanya’da 77 bin Türk küçük işletmeci var. Bunların 15 bin kadarı da Türk dönercileri. Neo

    Nazilerin hedefine ulaşması zor görünüyor. Neo Nazi Partisi NPD’nin 64 bin üyesi var. Şimdi

    NPD’nin kapatılması tartışılıyor. Alman Anayasa Mahkemesi, NPD’nin kapatılmasına karşı

    çıkıyor, çünkü Alman Anayasa Koruma Örgütü’nün bunların içinde çok sayıda ajanı var, onların

    açığa çıkmasından korkuluyor. Takke düşerse kel gözükecektir!

    Almanya’nın yoğun Türkiye ilgisi, Ergenekon ile bağlantılarından kaynaklanıyor. Derin

    Almanlar, uzun süredir vakıfları aracılığıyla, Türkiye`nin, etkin, dinsel ve mezhepsel

    farklılıklarını ele alıyor, bu farklılıkları derinleştirerek ulus devleti zaafa uğratmaya çalışıyorlar.

    Türkiye`de cumhuriyetin kuruluş felsefesi olan Kemalizm’in iflas ettiğini ve bu haliyle Avrupa

    Birliği’ne alamayacaklarını her fırsatta dile getiriyorlar. Türkiye`deki, yerel yönetimlere işlerlik

    kazandırıp, federatif sistemi Türkiye`de tanıtmak ve yerleştirmek, için çaba sarf ediyorlar. ‘Alevi

    İslamı’ adında müslümanlıktan soyutlanmış bir Alevi kimliği oluşturma projeleri hızla devam

    ediyor. Militan Kürtleri siyasileştirip Türkiye’nin başını ağrıtmaktan hoşlanıyorlar. Hatta bazı

    Almanlar, atalarının Anadolu’dan göç ettiğine inanıyor, Cermen ırkının bir zamanlar Fırat ve

    Dicle nehirleri arasında yaşadığını ileri sürüyorlar.

    Almanya gezimde, üst düzey Alman yetkililere Dazlakların arkasında durarak Hitler’in ruhunu

    hortlatabileceklerini ve Alman hukuk devletini yıkacaklarını Ekim 2000’de net bir dille açıkca

    söyledim ve kibarca uyardım. Şok olmuşlardı,benden böyle direkt bir tepki beklemiyorlardı.

    Almanya’ya getirilen Türk gazeteciler yer, içer, eğlenir, doğru düzgün haber bile yazmazdı. Ben

    ise, Almanların yanlışlarını sorguluyordum. Bu eserde de doğruları arayan araştırmacı bir

    gazetecinin heyecanını, sezgilerini, bilgilerini, soluklarını bulacaksınız. Son Gladyo olarak

    tasfiye edilmeden kalan Kılıç, aslında Ergenekon’ı da yöneten paralel güçlerden biridir ve daha

    derindir. Almanya’nın Amerikan çıkarlarına hizmet eden Kılıç’tan kurtulma kararı alması

    halinde Ergenekon sürecinde olduğu gibi ortaya kirli Alman ve Amerikan bağırsakları

    dökülecektir. Almanya Türkiye’nin vazgeçemeyeceği bir ülke, umarız sağduyu galip gelir… Bu

    kitap, Alman Derin Devleti Kılıç’ı deşifre ederek aslında Almanlara iyilik ediyor… Almanya’da

    Türkiye gibi normalleşme sürecine girmelidir.

    Faruk Arslan

    Toronto, Kanada

    26 Aralık 2011

  • GİRİŞ

    Alman Derin Devleti Kılıç, Son Gladyodur!

    Gerçekte Almanların ön ırkı Ren nehrinin doğu tarafına yerleşmiş Cermenler’dir. Saksonlar,

    Frisler, Franklar, Thürüngenler, Alamanlar ve Bayuvarlar, bu genel anlamda Cermen ırkının

    belkemiğini oluştururlar. Macarlar, Slavlar ve Keltikler ve de diğer uzaktan boylar Cermenlerle

    karışarak zamanla Alman dilini ve kültürünü benimseyip Almanlaşmış ve bu etnik yapıda yer

    edinmişlerdir. 9. ve 10. yüzyıl ortalarında bir millet anlayışı ile birlikte Franklar Krallığı'nı

    oluşturmuşlardır. Ancak belli başlı Cermen boylarının birleşmesi ile birlikte bir krallık altında

    Alman milleti oluşmaya başlamıştır. Bu arada kuzeyde Frisler, Franlar, Anglosaksonla, güneyde

    ise Bayyuvarlar ile Saksonlarla karakteristik ve folklorik yapılara ayrılmışlardır. Batı Roma’nın

    çöküşü sonucu çeşitli krallıklar ve derebeylikler kurmuşlar ve genelde Frank Krallıkları altında

    tarihte yerlerini almışlardır. Esas anlamda Cermen soyu ve buna bağlı olarak Alman millet yapısı

    ise 19. yüzyıl başlarında başlayan milliyetçilik akımı ile oluşmuştur. 1871 yılında ilk Alman

    İmparatorluğu ile milli devlet oluşturulmuştur. Vatandaşlarına ise "Reichsdeutsche"

    (İmparatorluk Almanları) denilmiştir. Bu milli sınırlar dışında kalan Alman kökenlilere ise diğer

    tabir yakıştırılmış, Öz Şıvablar veya Güney Almanları olarak adlandırılmışlardır. Nasyonal

    Sosyalizm , yani Nazi zamanında ise bunlara topluca "Volksdeutsche" (Halk Almanları)

    denmiştir. İsviçre vatandaşlarının dilleri Almanca olsa da, onlar Alman milletinden görülmez,

    sadece Almancayı almış ve özel ilişkiler kuran diğer Avrupalılar olarak bakılır. Anadili Almanca

    olan yaklaşık 100 milyon insanın ortalama 80 milyonu kendisini Alman olarak görür.

    Avusturyalılar'ın da büyük bir bölümü Cermen soyundan, yani Alman kökenlidir. İngilizler,

    Danimarkalılar, Hollandalılar ve Fransızlar Alman değil; ama yine de Cermenik sayılırlar.

    Avrupa’da Roma döneminin arkasında oluşan Avusturya Habsburg İmparatorluğu

    boyunduruğunda pek sivrilmeden yaşayan Almanlar, 19. Yüzyıl başına kadar sadece

    derebeylikler ve Frank Krallıkları kurmuşlardır. Napolyon’un sebep olduğu çalkalanmalar

    sonucu 19. yüzyılın başında bütün Avrupa'da oluşan milliyetçilikle sivrilmeye başlamışlardır.

    1871 de kurulan Alman İmparatorluğu sonucu kendileri de Avrupa'da söz sahibi olmaya

    başlamışlardır. 1. Dünya Savaşı sonunda İmperatorluk Almanyası yıkılmış ve yerine Prusya

    ağırlıklı Weimar Cumhuriyeti, Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg’un 30 Ocak 1933 tarihinde

    şansölye olarak atadığı Hitler’in iktidara geçmesiyle sona ermiştir. Onun yerine kendilerini

    Roma İmparatorluğu'nun varisi olarak group Üçüncü İmparatorluk ilan etmişlerdir. Adolf

    Hitler'in getirdiği baskıcı rejim ve yenilikler Almanya'yı güçlü bir ülke yapmış, ülkedeki suç

    oranı ve işsizlik ciddi derecede azalmıştır. 2. Dünya Savaş’ından sonra 3. Reich’de yıkılmış ve

    http://tr.wikipedia.org/wiki/Renhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Cermenhttp://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Frisler&action=edit&redlink=1http://tr.wikipedia.org/wiki/Derebeylikhttp://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0svi%C3%A7rehttp://tr.wikipedia.org/wiki/Almancahttp://tr.wikipedia.org/wiki/Avusturyal%C4%B1larhttp://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0ngilizlerhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Danimarkal%C4%B1larhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Hollandal%C4%B1larhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Derebeylikhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Milliyet%C3%A7ilikhttp://tr.wikipedia.org/wiki/1871http://tr.wikipedia.org/wiki/Alman_%C4%B0mparatorlu%C4%9Fuhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Avrupahttp://tr.wikipedia.org/wiki/Prusyahttp://tr.wikipedia.org/wiki/Weimar_Cumhuriyetihttp://tr.wikipedia.org/wiki/30_Ocakhttp://tr.wikipedia.org/wiki/1933http://tr.wikipedia.org/wiki/Roma_%C4%B0mparatorlu%C4%9Fuhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Adolf_Hitlerhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Adolf_Hitler

  • ikiye bölünmüş, Almanya Demokratik Cumhuriyeti adını alan sosyalist, diğeri ise Batı Almanya

    veya Federal Almanya adını alan demokratik iki Almanya kalmıştır. 1989'da şiddetsiz halk

    ayaklanması ve Mihael Gorbaçov’un umursamazlığı sonucu Alman Demokratik Cumhuriyeti

    lağvedilmiş ve ardından iki Almanya birleşmiştir. (1)

    Bu birleşmiş Almanya'da milliyetçi duygular ve eylemler genellikle nasyonel sosyalist geçmişin

    getirdiği bir tür utanma duygusu nedeniyle bastırılır ve hoş görülmez. Aşırı milliyetçilik ve

    özellikle ırkçılık çeşitli yasalarla sınırlandırılmış veya yasaklanmıştır. Alman vatandaşlığı

    kanunu temel olarak kan bağı prensibine dayalıdır. Yani herhangi bir kişi Alman vatandaşlığını

    doğum yerinden bağımsız olarak, bir ebeveyni Alman vatandaşıysa edinir. Almanya

    anayasasının 116. paragrafında 2001 yılına kadar Alman; hem Almanya'nın vatandaşlığına sahip

    hem de Cermen soyundan gelen kişiler olarak açıklanmıştır. 2001 yılında çıkarılan vatandaşlık

    kanununda ise, Alman vatandaşlığına sahip olanlar Alman olarak kabul edilmektedir. (2)

    Avrupa’da artan ırkçılığın yeniden merkezi olan Almanya derin devleti Kılıç, 2000’li yıllarla

    birlikte yabancı düşmanlığıyla oynamaya başladı.. Çok kültürlülüğe inanmıyor. NATO

    ülkelerinde kurulmuş Gladyo’ların hemen hepsi dağıtıldığı halde Almanya’nın Ergenekon’u

    olan Kılıç’a nedense kimse dokunamadı. Son Gladyo olarak kalan Kılıç, Ergenekon’dan daha

    derindir. İş dünyası, istihbarat, bürokrasi, medya ve yargı ayakları vardır. Türk Ergenekon’u ile

    ilişkileri, Kılıç’ı ortaya çıkardı. Hatta Türk 1 numaranın Alman kökenli olduğu sanılıyor.

    Almanlar, uzun süredir vakıfları aracılığıyla, Türkiye`nin, etkin, dinsel ve mezhepsel

    farklılıklarını ele alıyor, bu farklılıkları derinleştirerek ulus devleti zaafa uğratmaya çalışıyorlar.

    Türkiye`de cumhuriyetin kuruluş felsefesi olan Kemalizm’in iflas ettiğini ve bu haliyle Avrupa

    Birliği’ne alamayacaklarını her fırsatta dile getiriyorlar. Türk ulusunun uyduruk ve yapay

    olduğunu empoze ediyorlar. Ayrıca Türkiye`deki, yerel yönetimlere işlerlik kazandırıp, federatif

    sistemi Türkiye`de tanıtmak ve yerleştirmek, ülkemizde yerli köprübaşları oluşturmak için, çaba

    sarf ediyorlar.

    Asıl soru şu: Türkiye’de Alman vakıfları ve derin devleti Kılıç’ın üç atlısı olan BND, BKA ve

    GSG9 acaba Türkiye’yi kaosa sokmayı amaç eden Ergenekon soruşturmasının neresinde yer

    alıyor? Ya da yer alamıyor mu?

    İkinci temel soru: Acaba Türkleri hedef alan cinayetler, Alman makamların söylediği gibi

    gerçekten yasadışı faaliyet gösteren bir çetenin işi mi? Yoksa Alman derin devletinin bazı

    amaçlar için gerçekleştirdiği bir siyasi ve stratejik seri operasyon mu?...

    Üçüncü ve son soru: Tüm NATO ülkelerinde Soğuk Savaş döneminin Gladyoları ortaya

    çıkarıldığı ve tasfiye edildiği halde neden Alman derin devleti Kılıç’a kimse dokunamıyor?

    Kitabımda bu üç soruya yanıt vermeye çalıştım. Almanya’da 2000’li yıllardan beri derin ve

    organize işler konuşuluyor. Almanya’da 2000 ile 2006 yılları arasında sekiz Türkiyeli ve bir

    Yunanlı, Nazi faşistleri tarafından öldürüldü. Ama failler bulunamadı! Almanya’da işlenen

    cinayetlerin %97’si çözülüyor ve failleri yakalanıyordu. Nedense dokuz göçmenin failleri

    yakalanamıyor ve cinayetlerin arkasındaki sır perdesi açığa çıkarılamıyordu! Bu cinayetlerin

    ırkçı motivlerle işlenmiş olduğunu kanıtlayacak deliller olmasına rağmen, soruşturma başka yöne

    http://tr.wikipedia.org/wiki/Sosyalisthttp://tr.wikipedia.org/wiki/1989http://tr.wikipedia.org/wiki/Alman_Demokratik_Cumhuriyetihttp://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Almanya_anayasas%C4%B1&action=edit&redlink=1http://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Almanya_anayasas%C4%B1&action=edit&redlink=1

  • kaydırıldı. Alman polisi, cinayetlerin “ırkçı bir bağlantı“ ile işlendiği iddialarını kabul etmemişti.

    Kasım 2011’de bir banka soygununun ardından hırsızların intihar etmesi, sonra bir evi ateşe

    veren kundakçının yakalanması Almanya’nın ‘Susurluk kazası’ oldu âdeta. Dokuzu Türk on

    kişiyi öldüren cinayet şebekesinin ucu Alman Ergenekon’una çıktı. Tüm bu olgular çete

    üyelerinin Alman Anayasa Koruma örgütü adı verilen 'derin devlet yapılanması' ile bağlantılı

    olduğu kuşkuları kuvvetlendiriyordu. Ortaya çıkan kimi bilgiler sadece buzdağının görünen

    kısmıydı. Soruşmalarda Alman devletinin imajının sarsılmaması için, kimi ajanlara fatura

    kesilmesi veya suçun PKK’nın, Türk mafyasının üzerine atılması dahi planlandı. Nazi çetelerinin

    açığa çıkarılmaması için Kılıç, mücadele ediyordu. Ancak Nazi terör hücresinin ortaya

    çıkmasıyla birlikte, tepki eylemleri de yükselmeye başladı. Göçmen örgütleri ve anti-faşist

    gruplar eylemler yapıyor ve derin devlet ilişkilerini teşhir ediyordu.

    Aşırı sağcı terörün en büyük darbeyi Alman istihbarat birimlerine vurduğunu söylemek yanlış

    olmazdı. Özellikle medya, terörle mücadeleden sorumlu birimleri artık sert bir şekilde

    eleştiriyordu. Tarihlerindeki en ağır eleştirilerle karşı karşıya kalan istihbarat birimleri, Aşağı

    Saksonya Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın hata yaptıklarını ifade etmesinin haricinde

    suskunluğunu korudu. Almanya’da örgütlenme şekli birbirinden farlı olan üç istihbarat

    teşkilatının denetimi 1978 yılından beri faaliyette bulunan Parlamenter Denetim Paneli (PKGr)

    tarafından yapılıyordu. Toplantıları gizli yapılan panel daha çok dış istihbarata bakan Federal

    Haber Alma Servisi (BND), Askerî İstihbarat Servisi (MAD) ve iç istihbarata bakan Anayasayı

    Koruma Teşkilatı’nın (Verfassungsschutz) kontrolünden sorumluydu. Tartışmaların merkezinde

    olan Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın beş binden fazla çalışanı ve 300 milyon avro bütçesi

    olmasıydı. Amerikalıların yürüttüğü çalışmalar ve harcadığı milarlarca dolarlık bütçeler,

    elemanları kamuoyundan hep gizlenmişti. (3) Ülke derin ABD’nin uydusu gibiydi.

    Başbakan Tayyip Erdoğan, Makedonya gezisi dönüşünde 3 Ekim 2011’de, Avrupa

    başkentlerinde oldukça dikkat çekecek ve Türkiye ile Almanya arasında yepyeni bir tartışma

    yaratan bir iddia ortaya attı: Alman vakıfları güneydoğu ve doğu’daki projeler üzerinden PKK’ya

    yardım ediyor. Başbakan Erdoğan, uçakta gazetecilere şu dikkat çekici açıklamayı yapmıştı:

    “Dünyada, Türkiye'de de faaliyet gösteren öyle vakıflar var ki bunlardan çok rahatsızım.

    Özellikle bir Alman vakfının bölgedeki faaliyetleri çok dikkat çekici. CHP ve BDP'li

    belediyelerle çalışıyor. Onlarla kredi sözleşmesi yapıyor. Bu tabii vakıf adı altında aslında bir

    fon. Sözleşmeyi yaparken de şu müteahhit firmaya vereceksiniz diye şart koşuyor. Bu ilginç. Bu

    yolla resmen PKK'ya para gönderiyor o vakıflar. Ama tabii teknik takipte ortaya çıkan bazı

    noktalar var. Almanlara zaman zaman bu konudaki rahatsızlığımızı dile getirdik. Bir sonuç

    alamadık. Ama rahatsız olduğumu söyleyebilirim.” (4) Mesaj ve adres oldukca net ve açıktı.

    Alman vakıfları "öfkeli" ve "şaşkın" tepki verdiler. Erdoğan'ın neden bu açıklamayı yaptığı bana

    göre açıktı. Alman vakıfları, 9 yıl önce "casusluk" suçlamasıyla mahkeme önünde çıkmış, ancak

    söz konusu vakıflar mahkemede iddiaya göre Ergenekon tarafından zorla beraat ettirilmişti.

    PKK’yı siyasileştiriyor ve Ankara’nın üzerine sürüyorlardı. Üstelik Türkiye’deki gizli yapıları

    polis ve askeri istihbarat tarafından 5 Haziran 2011’de Diyarbakır’da ele geçirilen bir ajandaki

    harddrive disk sayesinde öğrenilmişti. Devam eden KCK davası sürecinde polisin eline binlerce

    döküman ve itirafcı geçmişti. Artık mızrap çuvala sığmıyordu.

    Acaba Alman vakıflarına haksızlık veya yargısız infaz mı yapılıyordu? Gazeteci ve yazar

    Mehmet Ali Birand Posta’daki köşe yazısında 6 Ekim 2011’de şunları yazdı: “Alman

  • vakıflarının BDP ve BDP'li belediyeler üzerinden PKK'ya para aktarması suçtu. KCK

    operasyonlarında belediye yöneticilerinin gözaltına alındığına dikkat çeken Başbakan, bölgeye

    gönderilen paranın yatırıma dönüşmediğine dikkat çekti. Bir Alman vakıflarının belediyeler ile

    kredi sözleşmesi yaptığını belirten Erdoğan "Hangi müteahhitlerle iş yapmaları gerektiği

    konusunda işaret veriyorlar. Bu yolla resmen PKK'ya para gönderiyor o vakıflar" dedi.

    Türkiye’de faaliyet gösteren dört önemli Alman vakfı var: Konrad Adenauer-Friedrich Ebert-

    Friedrich Naumann- Heinrich Böll…

    Bu vakıfların her biri, Almanya’nın önde gelen, son derece ciddi, ağırbaşlı düşünce

    kuruluşlarıdır. Bütçeleri ve çalışmaları hem Türk hem de Alman yetkililer tarafından incelenir.

    İstedikleri gibi para da harcayamazlar. Zira bağışlarla yaşadıklarından dolayı her kuruşları

    denetlenir. Hemen hepsinin toplantılarına katıldım. Genel yaklaşımlarını izledim. Hiçbirinde

    gizli kapaklı oyunlar çevirdikleri izlenimini edinmedim. Tam aksine, Türkiye’yi birçok

    uluslararası konuda desteklemiş, hatta lobici gibi çalışmışlardır. İlgilendikleri sahalar,

    bulundukları her ülkeye göre değişir.

    Yıllar içinde Türkiye’de insan hakları, sivil-asker ilişkileri, Kürt sorunu, Ermeni sorunu, Kıbrıs,

    Yunanistan ile ilişkiler, eksen kayması, Orta Doğu, Suriye gibi konularla ilgilenmişlerdir. Yani

    biz hangi konuları konuşuyor idiysek, uluslararası kamuoyu Türkiye hakkında neleri merak

    ediyorsa, hangisi moda ise onları ele alırlar. Eskiden Kıbrıs, Türk-Yunan, insan hakları, asker-

    sivil ilişkileri modaydı; şimdi eksen kayması, Türkiye nereye gidiyor ve Kürt konusu moda…

    Üstelik bu vakıflar bulundukları bir ülkede yer altı çalışması da yapamazlar. O işleri yapanlar

    vardır. Bu dört büyük vakıf yıkıcı faaliyetlerde bulunamaz, konuk oldukları ülkelerin resmi

    makamlarının şikayetine yol açacak adım atamazlar. Bırakın böyle bir durumda o ülkeden

    çıkarılmalarının kendilerine getireceği prestij kaybını, Alman yasaları da bu tip çalışmaları

    cezalandırır. İspat edildiği taktirde bu vakıflar ellerindeki “vakıflık” statüsünü dahi kaybederler.

    Alman sistemi çok demokratik, uygar ve disiplinlidir. Bu tip suçları görmezden gelmez. Bu

    vakıflar kredi de veremezler. Konferanslar düzenlemenin ve raporlar hazırlamanın ötesine

    geçemezler. Yani bir “düşünce kuruluşu” olmanın dışına çıkamazlar. Hele hele bir siyasi partiye

    veya terör örgütüne destek sağlamak, para aktarmak bu vakıflar için bir suç oluşturur. Başbakan

    suçlamada bulunduğuna göre elinde mutlaka bir bilgi veya belge vardır. Boşu boşuna böylesine

    ağır bir konuşma yapmaz veya yapmaması gerekir. Bundan dolayı, şimdi Başbakan’ın delilleri

    açıklaması bekleniyor.” (5)

    Hemen belirteyim ki, Alman vakıfları ile ilgili iddialardan hukuki bir sonuç çıkmayacaktır.

    Çünkü, bunlar illegal kuruluşlar değildir. Yaptıkları her şeyi hukuki kılıfa uydurma imkanına

    sahiptirler. Hukuk dışı eylemler ise zaten farklı yollardan yapılmaktadır. Buna rağmen

    Hükümetin elinde gerçekten bir takım yabancı kökenli vakıfların terör örgütüne yardım

    yaptıklarının belgesi vardı, konuşmadan olaya diplomatik ve yargı yoluyla neşteri vurmak

    gerekirdi. Ama bunlar devlet sırrıdır, açıklanırsa iki ülke arasındaki ilişkiler kopar. Ayrıca

    vurgulamakta yarar var; bazı vakıf ilgililerinin BDP'li belediyelere yaptıkları ziyaret delil olmaz.

    Çünkü, Avrupa'dan her sene yüzlerce parlamenter ya da yetkili gelip Güneydoğu'da bir dizi

    ziyaretlerde bulunuyor. Sanıyorum tüm bu ziyaretler ilgili birimlerin gözetimi altındadırlar.

    Böyle değilse sahipsiz bir ülkede yaşıyoruz demektir. Özelliklede Başbakan'ın şikayetçi

    konumunda olması düşündürücüydü. Başbakanın amacı, herhalde Alman vakıflarının Türkiye’de

    yasaklamak ve Alman ajanlarını sınırdışı etmek değil, sadece aba altıntan sopa göstermek ve bazı

    odaklara mesaj veya gözdağı vermekti. Gemi azıya almışlardı, dur denmesi gerekiyordu.

  • Başbakanın delillerinin ne olduğunu bu kitabı okuduktan sonra daha iyi anlayacaksınız.

    2002 de faili bir meçhul suikasta kurban giden Doç.Dr Necip Hablemitoglu Alman vakıfları

    meselesini gündeme taşıyan ve bu konunun üzerine giden ilk isimdir. Hablemitoğlu, bugün en

    çok adı geçen Friedrich Ebert Vakfı başta olmak üzere belli başlı 6 Alman vakfının Türkiye'deki

    bazı siyasi kuruluşlara ve PKK'ya akıttığı paraların izini sürüyordu. Hablemitoğlu'nun Alman

    vakıflarıyla ilgili çıkan kitabı, Alman istihbarat kuruluşlarını alarma geçirmiş ve daha sonra

    ortaya çıkan belgelerde “Kitaplarının mutlaka raflardan indirilmesi gerektiği” üzerinde

    durulduğu belirtilmişti. Hablemitoğlu öldürüldüğü 18 Aralık 2002 tarihinden 6 ay önce Alman

    istihbaratları BND ve BKA çalışanlarının hazırlamış olduğu raporda, “Hablemitoğlu'nun Alman

    vakıflarını ve şirketlerini araştırdığı ve bu konuda çıkan kitabının da raflardan mutlaka

    indirilmesi gerektiği” şeklinde geçiyordu. Hablemitoğlu'nun hem bu bilgiyi hem “sıcak takipte”

    olduğunu yakın çevresine aktarmıştı. Cinayetten sonra soruşturma bu yönde bir süre devam

    etmiş, daha sonra Alman vakıfları konusu soruşturma kapsamından çıkartılmıştı. Ergenekon

    soruşturmaları başlayınca Hablemitoğlu dosyası da yeniden önem kazandı.

    Hablemitoğlu, öldürülmeden bir yıl önce yayımladığı “Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası”

    adlı kitabında, “Konrad Adenauer Vakfı, Körber Vakfı, Alexander von Humboldt Vakfı,

    Friedrich Ebert Vakfı, Friedrich Naumann Vakfı, Heinrich Böll Vakfı, Hans Seidel Vakfı

    özellikle dikkat çekenleridir” diyor ve Alman Orient Enstitüsü, Goethe Enstitüsü, Alman Kültür

    Merkezi, Georg Eckert Enstitüsü, Fian Örgütü'nün Türkiye'deki faaliyetleri ve hibe

    politikalarının mutlaka izlenmesi gerektiğini vurguluyordu.

    Hablemitoğlu, CHP ile Ebert Vakfı arasındaki ilişkiden de ilk bahseden araştırmacılar içindeydi.

    Hablemitoğlu kitabında şu bilgileri veriyordu: “Bu vakfın bilinmeyen faaliyetleri bilinenlerin çok

    çok üzerindedir. Örneğin, 24 Haziran 2001'de, Türkiye'ye gelen Almanya Adalet Bakanı Herta

    Daubler-Gmelin ile ‘özel' Türk vatandaşı arasındaki ‘özel enformasyon' görüşmesini, Friedrich

    Ebert Vakfı'nın Türkiye Temsilcisi Hans Schumacher organize etmiştir. TÜSES Genel Sekreteri

    ve CHP Beşiktaş İlçe Örgütü üyesi Nilüfer Mete'nin de aralarında bulunduğu kişiler ile Alman

    Bakan'ın görüşmesi Alman Konsolosluğu'na ait Tarabya'daki Konukevi'nde gerçekleşmiştir.” (6)

    Hablemitoğlu, Alman hükümetinin söz konusu vakıflara doğrudan bütçe ayırdığını ve milyar

    euroları bulan bu bütçelerin önemli bir kısmının Türkiye'de hibe yoluyla kullandırıldığını da ilk

    olarak belgeleriyle yazan isimdi. Hablemitoğlu neredeyse dağa çıkan her PKK militanının bu

    vakıflar tarafından maaşa bağlandığını belirterek, söz konusu hibelerin birtakım sivil toplum

    kuruluşları ve belediyeler vasıtasıyla örgüte ulaştırıldığını da dile getiriyordu. Hablemitoğlu

    cinayetinde bugün Çeçenlere yönelik Rusya'nın yaptığı yargısız infazların bir benzerinin

    yapılmış olabileceği üzerinde de duruluyordu. Hablemitoğlu cinayetinden 3 gün önce Alman

    BND bağlantılı 9 kişilik GSG9 timinin İstanbul'a geldiği, bu timin Havaalanı'ndan diplomatik

    pasaportlarla giriş yaptığı öne sürülüyordu. Ayrı timin Hablemitoğlu öldürüldükten iki gün sonra

    gizli bir biçimde Türkiye'den ayrıldığı tespit edilmişti. O dönem bu grubun Türkiye'ye neden

    geldiğinin üzerine gidilemedi. (7) Ankara’nın eli Almanlara karşı hep zayıf oldu.

    Alman Vakıflarının faaliyetlerini dile getiren en yetkili ağızlardan biriside eski başbakanlardan

    Bülent Ecevit idi. Ecevit, 1991'de DSP Genel Başkanı olarak yaptığı bir açıklamada, CHP Genel

    Başkanı iken bu vakıfların kendisine de para teklifinde bulunduğunu ifşa ediyordu: Bir yabancı

    Vakfın şube yöneticileri, ellerinde bir çanta dolusu parayla bana geldiler. O zaman yanımda

    başkaları da vardı. Bana uluslar arası Sosyal Demokrat hareketi adına yardım etmek istediklerini

  • söylediler. Sonra da çantayı açıp parayı ortaya koydular. Ben hemen cevabını verdim. Böyle bir

    yardımın kanuna aykırı olduğunu söyledim ve teklifi reddettim. (8)

    Necip Hablemitoğlu’nun kitabında, onu mezara götüren okkalı satırlarda şunlar yazılıydı:

    “Alman İstihbaratı Bundesnachrichtendienst (B.N.D), II. Dünya Savaşı sonrasında en az C.I.A.

    ve Mossad kadar özgün bir yapılanmayla ortaya çıkmıştır. Örneğin, “askeri istihbarat”, “sanayi-

    teknoloji istihbaratı”, “karşı istihbarat” gibi klasik uğraş alanlarının yanısıra, Doğu Almanya ile

    bütünleşme dahil her alandaki stratejilerinin oluşturulmasında ve hayata geçirilmesinde; doğu

    blokundan göçmen getirtilmesinde önemli görevler üstlenmiştir. Bölgedeki güç dengeleri

    arasında ikili oynamak konusundaki ilk başarı da, 1972’de Münih Olimpiyatları sırasında Sovyet

    Hükûmeti’nin tahrik edilmesi ve sonucunda oluşan tepkinin “Sovyetler Birliği’ni Öğrenme

    Enstitüsü”nün kapatılma gerekçesi olarak kullanılması ile sağlanmıştır. Böylece, A.B.D.’nin

    onayı da alınarak doğu bloku ile ilişkiler yoluna konulmuştur. Daha sonra ekonomik ve siyasal

    açıdan ağırlığını iyice hissettiren Almanya; A.B.D. ve İngiltere gibi ülkelerden bağımsız

    stratejiler geliştirmiştir. Örneğin, batılı müttefiklerine rağmen İran’la askeri-ticari ilişkilerin

    geliştirilmesi; Birleşmiş Milletler ambargosu öncesi Libya ve Irak’la askeri-ticari ilişkilerin

    sürdürülmesi; özellikle Irak’daki muhalif kürt gruplarına ülkesinde kucak açıp destek sağlarken,

    Irak yönetimine Halepçe katliamında kullanılan Hardal Gazı başta olmak üzere her türlü

    kimyasal ve konvansiyonel silâh ve askeri amaçlı elektronik araç ve gereçleri satması gibi.

    Alman İstihbaratı BND, “arka bahçe” olarak nitelendirilen ve ekonomik açıdan “hayat alanı”

    kabul edilen Yugoslavya, Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk, Makedonya, Moldova, Ukrayna,

    Beyaz Rusya, Estonya, Letonya, Litvanya, Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan,

    Tacikistan, Türkmenistan, Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti, Afganistan, İran, Türkiye

    ve Irak gibi ülkelerin yeraldığı geniş bir coğrafyada, Alman Devleti’nin çıkarlarını koruyup

    kollama görevini fonksiyonel biçimde yerine getirmektedir. Klasik istihbaratçıların yanısıra,

    ilgili tüm ülkeler hakkında “key-man’s” niteliğinde özel olarak hemen her alanda, örneğin

    filolog, tarihçi, araştırmacı-gazeteci, antropolog, sosyal antropolog, arkeolog, sosyolog,

    mühendis, çevreci, insan hakları uzmanı, sanatçı, sanat tarihçisi, ruhban, asker, demografi

    uzmanı, tıpçı, ziraatçı, siyaset bilimcisi, halkbilimci, jeolog gibi farklı meslek dallarına mensup

    elemanlar da istihdam edilmektedir. A.B.D.’nde Jamestown Vakfı, Hoover Enstitüsü gibi

    akademik nitelikli kuruluşların örneklerine, Almanya’da Humboldt Vakfı ve Üniversitesi,

    Osteurope Enstitüsü, Gettysburg Koleji, Bamberg Üniversitesi gibi çok sayıda “ilişkili”

    akademik kuruluşlarda rastlamak mümkündür. İstihbarat servisi veren masum görünüşlü

    vakıfların yanısıra, tıpkı A.B.D. ve İngiltere’de olduğu gibi sözkonusu servisler tarafından

    kurdurulan ve yönetilen-yönlendirilen sivil toplum örgütleri, Almanya için de aynen ve de

    fazlasıyla sözkonusudur. Başta İnsan Hakları olmak üzere, azınlıklar, göçmen ve mültecilik

    konularında bu servisler ve bağlantılı vakıflar, enstitüler ve sivil toplum örgütleri birbirleriyle

    sürekli paslaşmakta; enformasyon alışverişinin yanısıra birbirlerini de sürekli yakın takip altında

    tutmaktadırlar. Alman Servisi BND’nin, A.B.D. ve İngiliz Servislerinin nitelikli profesyonel

    kadrosuna oranla daha fazla “gönüllü” elemana sahip olmasının temelinde, bu toplumun adeta

    genlerine işlemiş milliyetçilik duygularının ve de bilincinin yattığını kabul etmek gerekir. Aynı

    duruma İsrail’de de rastlamak mümkündür. İsrail’de de tüm Yahudilerin -ister A.B.D., ister

    Rusya Federasyonu ve isterse de dünyanın herhangi bir yerinde yaşasın- birer doğal Mossad

    elemanı olduğu kabul edilir. Nasıl Yahudiler için Mossad’a çalışmak ve görev verildiğinde

    sorumluluk üstlenmek ve yerine getirmek bir ulusal onur-dinsel vecibe olarak kabul ediliyorsa,

    aynı durum Almanya için de daha yumuşatılmış olarak böyledir. Ancak, Almanya, profesyonel

  • istihbaratçıların yanısıra, yukarıda da belirtildiği gibi akademisyenlerden, gazetecilerden ve de

    avukatlardan fazlasıyla yararlanmaktadır. Alman Servisi, adeta küçük bir avukat ordusuna sahip

    bulunmaktadır. “Hayat Alanı” ya da “Arka Bahçe” olarak nitelendirilen hedef ülkelerdeki

    azınlıkların her türlü legal-illegal ve hatta terörist örgütlerinin temsilcilerine, militanlarına kendi

    ülkesinde yaşama hakkı tanımaktadır. Bu iş için Kiliselerden Mason localarına kadar pekçok

    kuruluşu ve özel olarak oluşturulan yardım (!) amaçlı sivil toplum örgütünü (NGO) kamuflaj

    olarak kullanan Alman Servisi, buralarda “ajan” olarak kullanabilecekleri işbirlikçileri saptama

    ve yetiştirme fonksiyonunu yerine getirebilmektedir. Keza, hedef ülkelerdeki yetenekli, gelecek

    vaad eden ve Almanya’ya karşı önyargısı bulunmadığı anlaşılan politikacıların, özellikle de etnik

    ve dinsel sorunu mevcut olan politikacıların yanısıra, genç akademisyenlere de akademik

    nitelikli burs dağıtan vakıflar yolu ile deyim yerinde ise “çengel” atılmaktadır. Aynı şekilde,

    hedef ülkelerin üniversitelerinde paraya zaafı olan yetenekli akademisyenlere, o ülkenin “aile

    yapısı”, “toplumsal sorunları”, “dinsel farklılıkları”, “azınlıkların kültürel özellikleri”,

    “bölgelerarası ekonomik farklılıklar”, “insan hakları” gibi doğrudan dikkat çekmeyecek ama

    sosyal-siyasal ve kültürel istihbaratta kullanılanılan verilerin elde edilmesini sağlayacak bilimsel

    projelere destek sağlanmaktadır. Saptanmış eleman adaylarına belli bir yönlendirme sürecinin

    sonunda gereksinim duydukları alanda her türlü destek sağlanmaktadır (tıpkı A.B.D. ve

    İngiltere’de sözkonusu olduğu gibi). Almanya’da yaşayan yabancılardan sözkonusu standarda

    sahip olan, bir başka deyişle nitelikli gençlere aynı yolla “çengel” atılırken, kontrolünde güçlük

    çekilen ama işe yarayan militan-teröristler de avukatlar aracılığıyla sevk ve idare edilmektedir.

    Örneğin, kabul edilebilir eylem sınırlarını aşan, Alman Devletine ters düşen ya da dıştaki imaj

    açısından tutuklanması gerekenler, gözaltına alınmakta; sonra da bağlantılı avukatlar devreye

    sokulmaktadır. Gözetim süresinde pazarlık ve yönlendirme yapıldıktan sonra, tutuklananlar

    kontrollü olarak ama Alman Servisinin denetiminde serbest bırakılmaktadır. Hiç bir ülke

    Servisinde bulunmayan bu kadar çok avukat, Alman “Derin Devleti”nin karakteristiğini

    oluşturmaktadır.” (9)

    Ünlü eski MİT mensubu Mehmet Eymür, faili meçhul kalan araştırmacı Necip Hablemitoğlu

    cinayeti ile Danıştay baskınındaki ilginç bağlantılara dikkat çekiyordu: Hablemitoğlu, askeri

    ihalelerle ilgili bilgi sızdıranca Ergenekon'un hedefi haline gelmiş olabilir... Hablemitoğlu

    Almanların ve Alman vakıflarının Türkiye üzerindeki faaliyetlerini açığa çıkaran yayınlar

    yapıyordu. Görünen hedefi, Almanların Türkiye üzerindeki etkinliğini kırmaktı. Ben o yayınların

    hiçbir zaman Hablemitoğlu'nun kendisi tarafından kaleme alındığını sanmıyorum. Çünkü onu

    aşan bilgiler vardı ve yazılar, resmi yazışma dilini andırıyordu. (10)

    Yine de teşekkürler Necip! Almanların maskesini düşüren bu cesur ve gözüpek yaklaşımın,

    analizin olmasaydı, belki bu eseri yazmazdım. Alman derin devletinin ekonomi ayağı çok

    güçlüdür. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Amerikan sermayesiyle iç içe giren Alman tekelci

    sermayesinin bir ayrılış sürecine girmiş olması Kılıç’ın sonunu getirebilir. Bu gelişmenin en

    medyatik olanı 2009’da Daimler-Craysler ayrılığı ile yeni gerçekleşen Opel-General Motor

    ayrılığıydı. Bu süreç ekonominin diğer alanlarında da yaşanıyor. Alman sermayesi artık

    Amerikan ekonomik altyapısını “irreel, hantal ve yeni dönemin yeni ihtiyaçlarına uygun”

    bulmuyor. Bu gelişme gelecekte Avrupa Birliği'nin özerk politikalar uygulaması durumunda,

    ortak şirketler üzerinden Amerika'nın Avrupa'ya müdahale etme şansını elinden alıyor. Burada,

    Bush yönetiminin Irak'a askeri müdahalesine Berlin hükümetinin açıktan muhalefeti sonrasında,

    General Motors'un Avrupa'daki bazı üretim merkezlerini kapatacağını açıklamasıyla yaşanan

  • infiali hatırlamak gerekiyor. Almanya, ülkesindeki Amerikan askeri sayısını inanılmaz oranda

    azalttı. Bir diğer dikkat çeken gelişme de, şimdiye kadar dünya ekonomisinin Suudi

    sermayesinin Amerika'ya gittiği yönündeki ezberin de bozulma eğilimine girmiş olmasıydı.

    Suudi Arabistan kraliyet ailesi 2.5 milyarlık bir başlangıç sermayesiyle Daimler'e ortak oldu.

    Almanya’ya 2001’den beri 250 milyar dolar Arap parasının aktığı, açıklanmayan bir gerçek.

    Alman basını, büyük şirketlerin, Arap petrol zenginleriyle ortaklık pazarlığı haberleriyle

    doluydu. Gerçekten de Alman Ekonomi Bakanlığı bu süreci koordine etmek amacıyla, bakanlık

    bünyesinde bir özel masa kurmuş bulunuyordu. Petro-Dolar'ın Amerikan piyasasından çekilerek,

    yeni alanlar aramaya başladığı, burada da yüksek teknoloji ve altyapıya sahip Alman

    şirketlerinin cazibesinin arttığını söylemek mümkündü. Ortadoğu'da siyasi itibarı yüksek olan

    Almanya açısından bu gelişmenin Amerika ile rekabette önemli siyasi sonuçlar doğuracağı

    açıktı. (11) Almanya’nın Amerikan çıkarlarına hizmet eden Kılıç’tan kurtulma kararı alması

    halinde Ergenekon sürecinde olduğu gibi ortaya kirli Alman bağırsakları dökülebilirdi. Almanlar,

    Kılıç’tan kurtulma savaşı vermezse bağımsız devlet olmazlardı. Türkiye’nin Ergenekonla

    mücadelesi onlar için en güzel modeldi.

    Türkiye, elbette Almanya ile ilişkilerini bozamazdı. Ancak Türkiye nereye aittir, AB’ye girmek

    gereksiz midir, Almanlardan artık umudu kesmeli midir sorularını kendine sormalıdır; belki de

    AB’ye girmeden kendi doğru bildiği yolda ilerlemesinin daha yararlı olacağı sonuca varabilir.

    Nitekim kısa adı “TAVAK” olan “Türk Alman Eğitim ve Bilimsel Araştırmaları Vakfı”nın

    birbirinden zengin içerikli, bilgi dolu yaptığı yayınlar, Türkiye’nin eksenini belirlemesine ışık

    tutuyor. 2011 yılına ait raporlara imzasını atan Prof. Dr. Faruk Şen, Almanya’yı en iyi bilen

    akademisyen ve aydındır. Vakfın merkezi İstanbul’da bulunuyor. Avrupa Birliği ile Türkiye

    arasında sürdürülen “Katılım Müzakereleri” ve “Müzakerelerin Geleceği”ne TAVAK yararlı

    katkılar sunuyor. AB ile ilgili doğru ve güvenilir bilgiler ile dokümanları AB Haber ve AB

    Vizyonu siteleri ile Avrupa Birliğinin kendi sitesinden takip ediyorum. AB’de Euro’nun geleceği

    artık tartışılıyor. Daha evvel bazı Alman iş adamları bazı öneriler ortaya atmış ve gelecekte

    Euro’nun “Kuzey-Euro” ve “Güney-Euro” adları altında iki ayrı para birimi şeklinde yürürlüğe

    konması olasılığını gündeme getirmişti. Alman derin devleti ve Kuzey Avrupa ülkeleri, Güney

    Avrupa ülkelerine güven duymuyordu. AB’ye girdiği 1980 yılından beri 107 Milyar Euro hibe

    alan Yunanistan gibi asalak ve şımarık ülkeleri artık sırtlarında taşımak istemiyorlardı. Avrupa

    Birliği’nin batak ülkeleri olan Yunanistan, İtalya, İspanya ve Portekiz, hep güney yarıdandı.

    Belçika orta batıda, İrlanda ise İngiltere’nin batısında yer alan ve ekonomisini şişirilmiş inşaat

    sektörüne dayamış, başka göze çarpan bir endüstrisi bulunmayan bir ülkeydi. İnşaat sektörü

    batınca, İrlanda da onunla beraber battı. Avrupa Birliği İrlanda, Yunanistan, Portekiz ve

    İspanya’yı nasıl kurtarayım diye düşünürken 2012 yılında genişleme için öngördüğü

    Hırvatistan’dan sonra 2014 yılında da Sırbistan gibi Balkan ülkelerini de tam üye yapmanın

    kararlılığı içindeydi.Türkiye Türk diasporasını yönetmeye karar vererek doğru olanı yapıyordu.

    AB, vize konusunda Türkiye’nin önüne 1959 yılından beridir yüksek duvarlar koyarken, 2011’de

    Arnavutluk’a vizeyi kaldırdı, Rusya ve Ukrayna’ya da vizeyi kaldırmanın hazırlığını yapıyordu.

    Yapılan gelecek bütçe planı ise geleceği adeta bize söylüyordu. 2014-2020 yılları için öngörülen

    Avrupa Birliği’nin 7 yıllık bütçesi içinde Türkiye ile ilgili herhangi bir kalem ve ifade yoktu. Bu

    da, Türkiye’nin AB’ye katılabileceği en erken tarihin 1 Ocak 2021 olabileceği anlamına

    geliyordu. Tabii bu öngörünün de geçerliliği ancak, o tarihte Avrupa Birliği diye bir oluşumun

    hala yaşıyor olmasına bağlıydı. Şahsen 2020 yılını görmeden AB’nin dağılacağını öngörüyorum.

  • Çünkü Almanya, Kılıç’ıer veya geç tasfiye edecek ve sadece Almanya’yı kurtarma odaklı planlar

    yapacaktır. Türkiye 2014 yılında Avrupa Birliğine tam üye olabilseydi, bütçesinin AB’den

    alabileceği toplam katkı 2 milyar Euro’yu hiçbir zaman geçemeyecekti. Yunanistan’ın 1980-

    2008 yılları arasında AB’den 107 milyar Euro hibe aldığı ve kaynaklarında artık sonuna

    gelindiği dikkate alınırsa, Türkiye için Avrupa Birliğine girişin hiç bir kazanımı olmayacağı, gün

    gibi aşikârdı.

    Türkiye’nin geleceği, bu önümüzdeki on yılda, gerçekte AB yerine, İngilizce adlarının baş

    harflerinin yan yana yazılımı ile “BRIC” olarak tanımlanan Brezilya, Rusya, Hindistan ve

    Çin’den oluşan dünyanın yeni ekonomik devleri arasında gözüküyordu. Bölgeselbir güç olark

    yükselen Türkiye’nin Almanya ve AB’ye ihtiyacı yoktu. Ekonomik ve siyasi bağımsızlığını

    Frankfurt ve Brükel’e veremezdi. Zaten İran’ın nükleer çalışmaları ile ilgili olarak Türkiye ve

    Brezilya ortak bir adım atmışlardı. Türkiye’nin dünya üzerindeki siyasi ve ekonomik konumu

    değiştikçe, Kıbrıs konusunun çözüm şekli de birlikte değişime uğrayacaktı. Kıbrıs konusunda

    AB’nin çözüm parametrelerinin ve perspektifinin Ankara’nın AB yolunu tıkamasıyla, yıllar

    içinde Türkiye’nin küresel olarak ekonomik ve politik güçlenmesine paralel olarak, köklü bir

    eksen değişikliğine gidileceği neredeyse kesindi. (12)

    Sonunda Almanya’da Neo Nazilerin 88 kişilik ölüm listesi ortaya çıktı. Listede bazı Alman

    politikacıların yanı sıra Türk örgütlerinin önde gelen isimleri de vardı. Almanya’da yıllarca

    TAM’ın başında olan Prof. Faruk Şen , NTV’ye 17 Kasım 2011’de yaptığı açıklamada,

    cinayetlerin Alman derin devletinin işi olduğunu söyledi ve ölüm listesine dikkati çekti.

    Prof.Şen, şu noktaları vurguladı: Almanya’da Neo Nazi saldırılarının tarihi eskidir. Mölln ve

    Solingen’de Türklere saldırılar ve kundaklama olayları hala hatırdadır. Burada toplam 7 kişi

    ölmüştü. 2008’de meydana gelen Ludwigshafen yangınında Neo Nazi kuşkusu gündeme gelmiş,

    ancak dosya örtbas edilmişti. Şimdi bu çete bağlamında bu dosya yeniden açılıyor. (13)

    İtalya’dan başlayan Gladyo temizliği Almanya’da henüz yapılamadı. Ergenekon süreci

    başladığında ve yeraltından gizli silahlar, çeşitli mekanlara saklanmış cephaneler bulunduğunda,

    ‘Dünya’da artık Gladyo’nun tarihte kaldığı, NATO’nun bu tip yapılanmalardan vazgeçtiği,

    bunların komplo olduğu’ savunması yapılmıştı. Ancak devam eden hukuk sürecinde toprak altı

    cephaneliklerin hiç de öyle eski zamanlardan kalma olmadığı ortaya çıkmıştı. Almanya’da ortaya

    çıkan durum ise, Gladyo’nun sadece Türkiye’de değil Avrupa’nın kalbinde bile hala var

    olduğunu ortaya koydu. Örgüt kendisini yok etmiyor sadece şekil değiştiriyordu. Gladyo üzerine

    en ciddi çalışmayı yapan Danielle Ganser’in ‘NATO’nun Gizli Orduları’ adlı kitabında, ABD

    Genelkurmay Başkanlığı’nın 28 Mart 1949’da genel stratejik konseptler isimli belgesinde

    Almanya’nın hem yeraltı hem de Secret Army Recerves (gizli ordu güçleri) Stay-Behinds Units

    (Cephe Arkası Güçleri) için mükemmel yetişmiş eleman potansiyeli olduğu belirtilmişti. Aynı

    kitapta Ganser, Türk gladyosu için ise bütün yapılanmalar içinde en kanlı, tehlikeli ve halen

    çözülememiş olduğunu belirtiyor. Alman Gladyosu’nun adı: BJD (Bund Deutscher Jugent-

    Alman Gençlik Birliği). (14) Bu yapılar tasfiye edilmiş gibi görülse de tıpkı Türkiye’de olduğu

    gibi farklı biçimlerde kendilerini revize ederek varlıklarını sürdürüyorlardı. Kritik zamanlarda

    ortaya çıkarak derin yapılar adına cinayet-kundaklama-infial benzeri olayları kolaylıkla

    gerçekleştiriyorlardı. Yunanistan’ın mali krizini üstlenen ve zor günler geçiren Almanya’da

    oluşan istikrar sarsılması BJD için oldukça uygun bir ortam olarak değerlendirilmişe benziyordu.

    Avrupa Parlamentosu 1990’da İtalya’daki gibi Gladyo benzeri yapılanmaların ulusal meclislerce

  • araştırılmasını ve hukuki sürecin işletilmesini istemişti. Ancak bu neredeyse hiçbir ülkede

    başarılamadı.Almanya’da, Türkiye’de ve diğer ülkelerde adı değişse de Gladyo olarak anılan bu

    yapılanmaların temelini Özel Harpçiler/Gayri Nizami Harpçiler oluşturuyordu. Bunlar genel

    olarak istihbarat ve askeri birimlerin güdümünde oluyor ve sivil güçlerle iç içe oluşturuluyordu.

    Türkiye’de ulusalcı reflekslerin uzun bir emek harcanarak harekete geçirildikten sonra, tam

    olarak ne yaptığının farkında bile olmayan bir çocuğa Rahip Santoro’nun kurşunlatılması neyse;

    Almanya’da dönerci cinayeti olarak adlandırılan olaylarda Türklere yapılan oydu. Türkiye’de

    ulusalcılık denilen refleksle bu yaptırılırken Almanya’da etnik reflekslerle gerçekleştiriliyordu.

    Fark sadece buydu. İki ülke arasındaki diğer benzerlik de bu yapıların yok edildiğine yönelik

    yaygın hale getirilen kanaatin tuzağına düşmeydi. Türkiye’de önce Susurluk sonrası şimdi

    Ergenekon sonrası bu kanaat pompalanıyordu. Ama Gladyo’nun kalbine girilmediği müddetçe,

    eski yapılar tasfiye olup yerine yenileri gelecekti. Ülkemizde Özel Harbe bağlı yapının toplamda

    10 bin kişiden oluştuğu belirtiliyordu. Almanya’da aynı tuzağa düştü. Neo-Nazilerin tamamen

    bitirildiği düşünülürken, ülkedeki bütün istihbarat ve askeri yapılanma ABD-İngiltere ve NATO

    tarafından kuruldu. Irkçı akım istenildiği an istenildiği biçimde yükseltilebilir ve Almanya’nın

    üzerine çökmek için kullanılabilirdi. Türkiye Ergenekon davasıyla konuyu hiç olmazsa “hukuki”

    çerçeveye çekerek önemli bir adım attı. Almanya henüz bu noktadan oldukça uzaktaydı. Alman

    yargısı hızla bu adımı atmalıydı. Türkiye ise Ergenekon davasının ötesine geçerek, Gladyo

    benzeri yapılanmaların temelini/yaşam alanlarını yok edecek Anayasa sürecini tamamlamalıydı.

    Aksi takdirde kendisini yeraltında ve örtülü biçimde revize edecek Türk Gladyosu, ilk uygun

    konjonktürde daha çetrefilli ve mücadele edilmesi zor yöntemlerle geri dönecekti. Almanya'daki

    8 Türk'ün öldürülmesi Neo-nazilerin basit bir ırkçılık cinayeti değildi. Soğuk savaş sonrası

    bitmeyen ve kendini revize ederek hayatta kalan Derin Gladyo'nun işiydi. (15)

    ‘Dost acı söyler’ derler, ama sanki AK Parti hükümeti, 12 Haziran 2011 seçimindeki zaferin

    ardından hızla ANAP’laşmaya başladı. Ergenekon ve Balyoz davaları savsaklanıyor ve süratle

    ‘Yeşil’leşen ve formasyon değiştiren Ergenekon ahtapotunun uzlaşma girişimlerine kanılıyordu.

    Avı tavukları yemek isteyen tilkinin mübarek gözükmek için hacca gitmesi misali, Ergenekon

    ejderhasının zeytin dalına güvenilip, ipleri gevşetiliyordu. İktidar sarhoşluğuna kendini fazla

    kaptıran bazı devlütlü dostlarımız, ustalık döneminde parsa toplamayı, makam kapmayı, ihale

    takipçiliğini, illegal zenginleşmeyi, adam kayırmayı ve zevkü sefayı zirveye çıkardı; tıpkı

    ANAP’ın son dönemi gibi devleti babasının çiftliği sanıp tıksırıncaya kadar yeme

    telaşındaydılar! Kendisine güven duyulan bu dostların bazıları, kurdun ağacı içerden yemesine,

    çakalın, akbabanın leş sevdasına, yılanın yemeden önce avını etkisiz hale getirip zehrini

    akıtmasına göz yumuyorlardı. Akrebin huyudur sokar, köşeye sıkıştırılan kedi tırmalardı. İş ehil

    olana verilmiyordu. ‘Bizdendir, liyakatlı değilse bile koy gitsin orada liyakat kazanır’ tavrı,

    iktidardan yıkılışın başlangıç emaresiydi. Maske değiştiren kobralara geçit verirseniz, sizi

    pohpohlayanlara güvenir, size sonsuz kredi sunanları yüzüstü bırakırsanız, sonunuz hüsran

    olurdu. Polis dursun diyen elçi ( Bülent Arınç) ve diğer aracılar krediyi tüketiyorlardı!

    Ergenekon ejderhası henüz çökertilmedi, beş bin operasyonel elemanı sahada, beş binde elit

    yönetici masa başında dört gözle tökezlemenizi bekliyordu.

    Aktif Haberde, gazeteci ve yazar Yusuf Gezgin şunları yazdı: Hayatı boyunca dipçik yemiş,

    asker korkusu yaşamış iktidar sahipleri, askerler kendilerine topuk selamı verip, karşılarında

    hazırola geçince böyle bir zehaba kapılmış olabilirler. Yakın çevrelerini sarmış Ergenekon

    kırıntısı siyasetçiler de bu doğrultuda konuşup, “artık bu askerlerle, Ergenekoncularla

  • uğraşmayalım; tehlike geçti. Daha fazlası orduyu yıpratmak olur” diye akıl verince, Sultanı

    şahanelerimiz Ergenekon denen örgütün bittiğine ve derin yapıların damarlarımızdan,

    bağırsaklarımızdan bile temizlendiklerine inanabilirler. Bir ameliyat yaptık ve bağırsaklar

    temizlendi diye düşünebilirler. Ama bağırsaklarda kanser varsa bir ameliyatla temizlenmez. Bir

    süre sonra yeniden ve daha güçlü nüksedebilir. (16) Bana sorarsanız, (Gezgin gibi

    düşünüyorum): Ergenekon temizlenmiş veya çökmüş değil. Ergenekon’da temizlenenler, içeriye

    tıkılanlar sadece derin örgütün, kripto yapının bazı ortaboy icracılarıdır; operasyonel

    elemanlarıdır. Ama hala bu derin, sinsi yapının beyni ayaktadır. Stratejistlerinden,

    teorisyenlerinden, esas oğlanlarından kimse tutuklanıp içeriye tıkılamamıştır.

    Masanın etrafında olduğundan şüphelenilen bazıları yurt dışına kaçmış ise de, asıl masanın

    başını tutanlar hala ülkededir; taktik hareketlere devam etmektedirler. Ancak stratejilerinde bir

    kısım temel değişiklikler olmuştur. Bundan sonra daha uzun soluklu planlarla, daha sinsi, örtülü,

    sureti haktan görünen, daha münafıkça taktiklerle ve stratejilerle ilerleyeceklerdir. Bu yapıya

    hükmeden zevat ve güruh, artık Türkiye’de pek çok dengenin değiştiğinin, Kemalist formlarla,

    laik ayaklarla oyun kuramayacaklarının, alan kazanamayacaklarının farkındadırlar.

    Eskiden bu derin kripto ekip biraz münafıkça, ama daha çok kafirce hareket etmekte ve millete

    ve değerlerine açıktan cephe almaktan, hakaret etmekten çekinmemekte idiler. Artık derin

    yapıların temel taktiklerinde, stratejilerinde, jargonlarında büyük değişiklikler olmuştur. Bundan

    sonra cepheden değil, yandan vurma, dışarıdan değil, içeriden çökertme, dost görünüp çakma,

    dostlarla vuruşturarak enerjisini tüketme, bol nifak üreterek iç dengelerle oynama, ahlaki,

    mali zaafları kullanarak teslim alma gibi yeni taktikler denenecek ve uygulanacaktır. Bütün

    bunlar gayet muhafazakar, hatta dindar tavırlar içine girilerek yapılacaktır. Ergenekon’un

    icracıları ve uygulayıcıları farklı isimlerdir. Ergenekon’un ve derin yapının beyni, özellikle

    taktikler geliştiren, Ergenekoncu askerlere emirler veren sivil beyinleri neredeyse tam kadro

    dışarıdalar. Şu anda onlar yeni Türkiye’ye, mevcut şarlara uyum sağlamakla meşguller. Kabuk

    değiştiriyorlar. Yeni dönemde hangi zarfın ve kabuğun uygun olacağı, hangi renklerin makbul

    olacağı noktasında fikir jimnastikleri yapıyorlar. Yeni stratejilerini daha kurmadılar ve devreye

    sokmadılar. “Kara Kuvvetler” sanılan birkaç yüz kişiyi Silivri’de toplamakla karanlık yapı

    çökmüyor. “Beyaz Kuvvetler” denilen başka bir kesim, gerekmedikçe silah kullanmayan, daha

    çok toplum içinde etkin olan ve toplumu, toplumsal kesimleri manipüle eden elemanlar. Bunlar

    toplumda meslek sahibi, etkin, itibarlı; ama derin yapı hesabına organize edilmiş ve çalıştırılan

    kimseler; yani gazeteci, yazar, milletvekili, siyasetçi, doktor, öğretim görevlisi, din adamı,

    avukat… Ergenekon denilen yapının sadece bir kısmı içeriye alındı. Bu tür yapıların en tepesinde

    olan ve Ergenekon’a da hükmeden gayrı milli, kriptolar kontrolündeki derin yapı ise hepten

    duruyor. Ergenekon ne çöktü ne de göçtü. Bir kısım ortaboy elemanları hariç hepsi ayakta ve

    hepsi duruyor. Beyin takımı duruyor. Ayak takımı da “Beyaz”ıyla “Siyah”ıyla aynen duruyor. Şu

    anda Ergenekon ve ona hükmeden derin yapı toplumdaki değişime paralel kendini yeniden

    yapılandırıyor. Bir metamorfoz geçiriyor, şekil değiştiriyor. Kendisini muhafazakar (!)

    Türkiye’ye uydurmakla meşgul. Eğer mevcut iktidarda veya Türkiye’de bir tökezleme, bir

    sürçme olursa, hiç şüpheniz olmasın derin yapı ve Ergenekon aynen koruduğu beyniyle ve siyah-

    beyaz kuvvetleriyle alana iner ve Türkiye’ye yeniden kabuslar yaşatabilir. Türkiye’nin fazla

    büyümesi dış odakları, Almanya, Fransa ve İsrail’i rahatsız ediyor, bu nedenle iç ve dış yeni

    komplolara hazırlıklı olalım. Almanya’yı sosyolojik olarak tanıyıp alternatif bir tarih okumaya

    bir sonraki bölümde hazırlanın…

  • GİRİŞ

    Almanya Üzerine Sosyolojik Anekdotlar

    Giriş kısmı biraz uzun yazdım, ünlü Alman düşünür Goethe’nin dediği gibi; “Uzun yazdığım için

    hakkınızı helâl edin, kısa yazacak vaktim yoktu.” Bu bölüm, Almanları ve Almanya’yı yakından

    tanımanızı sağlayacaktır. Gurbetçilerimizi Almanya ve Avrupa’dan kovma girişiminin tarihi

    köklerini ve gerçek nedenlerini anlamınızı sağlayacaktır.

    Avrupa kıtasında bulunan Almanya, Merkezî Avrupa bölgesindedir. Ülkenin başkenti Berlin,

    uluslararası trafik plaka remzi “D”, Avrupa Birliği (AB) üyesi olduğu için para birimi “Euro”

    (EUR)’dur (1 EUR = 100 Cent). Almanya, 357 bin 111 km² büyüklüğünde bir ülkedir. Nüfûsu

    82 milyon 2 bin 356’dır. Almanya nüfûs bakımından dünyanın 13. büyük ülkesi, yüzölçümü

    bakımından ise dünyanın 61. büyük ülkesidir. Yüzölçümü Türkiye’den daha küçük, fakat nüfûsu

    Türkiye’den daha fazladır. Türkiye yüzünü Batı’ya, Almanya çatıya çevirmiştir; kiracılar çatı

    katında otururlar. Türkiye’nin nüfûsu daha genç ve dinamik, fakat Almanya’nın nüfûsu daha

    yaşlıdır ve devrini tamamlamıştır. Almanya’nın nüfûsu “selvi boylum”, Türkiye’nin nüfûsu “al

    yazmalım”, Almanya’da yaşayan gurbetçilerin nüfûsu ise “selvi boylum al yazmalım”dır.

    Gurbetçiler ne çekmişse Türkiye’de enflasyondan, Almanya’da entegrasyondan, yani

    asimilasyondan çekmiştir. Gurbetçiler çok çalışkandır, karı – koca yıllarca çalışıp para

    biriktirmişlerdir; koca makinaları, karı paspasları temizlemiştir; çok çok çalışıp çok çok para

    biriktirmişlerdir, paralarını ne Hans’a, ne de Hasan’a koklatmışlardır fakat sonunda hepsini

    Kombassan’a ve tabela İslami görünümlü şirketlere kaptırmışlardır. 30 milyar dolarlık bir

    vurgun, hırsızlıktır bu. Gurbetçinin birikimleri çalınmıştır. Almanya’dakileri Alman devleti,

    Türkiye’dekileri; Türk devleti ise, Türkiye’den Almanya’ya gelmiş gurbetçileri kazıklamıştır,

    her iki devlet birden gurbetçileri öpmüştür! Almanya’nın kalbi Alanya’da, Türkiye’nin kalbi

    Kreuzberg’de atmaktadır. Fazıl Say Türkiye’dekilerin korkusundan Alman’laşmış, Christoph

    Daum da Almanya’dakilerin korkusundan Türk’leşmiştir. Gurbetçiler, yılda bir kez izin

    yapmakta, ayda bir kez maaş almakta, haftada bir kez alışveriş yapmakta, fakat günde 20 kez

    televizyon seyretmektedir; babalar oğullarıyla futbol maçı, anneler kızlarıyla pempe dizi

    bakmaktadır. Almanlar hafta sonları balkonda uzanıp güneşlenmekte, gurbetçiler ise misafirliğe

    gitmektedir; misafirlikte birlikte televizyon izlenmekte, iki paket çekirdek bitirilmektedir.

    Almanlar’ın en sevdiği yemekler lahmacun ve döner kebab, gurbetçilerin ise Nutella ve Milch

    Schnitte’dir. Yeni ehliyet alan Alman gençlerin arabalarında Tarkan CD’si, yeni ehliyet alan

    gurbetçi gençlerin arabalarında ise Monrose CD’si çalmaktadır; ikisi bir araya geldiklerinde ise

    ortak zevkleri olduğu için İsmail YK dinlemektedir.

    Almanlar kahvaltılarını Türk çayıyla, gurbetçiler de Alman kahvesiyle yapmaktadır. Gurbetçiler

    vatanı çok özlemekte, bu özlem konsolosluk önünde kuyruklar oluşturmaktadır. Gurbetçiler

  • oğullarını ve kızlarını Almanya’da büyütmekte, fakat Almanya’da büyümüş oğlanlara ve kızlara

    kötü gözle bakmakta, Almanya’da büyümüş oğullarını ve kızlarını Türkiye’de evlendirmektedir;

    Türkiye’den getirtilen damatlar parasızlık, Türkiye’den getirtilen gelinler ise yalnızlık

    çekmektedir. Çocuklar babalarının, babalar kadınlarının, kadınlar da annelerinin sözünden dışarı

    çıkmamaktadır. Almanlar çok çocuk yapanları takdir etmekte, gurbetçiler ise hor görmektedir.

    Velhasıl uzatmaya gerek yok: Onlar biz olmuşlar, biz ise onlar. Burada herkes okula gitmekte,

    insanlar okuma yazma öğrenmekte, fakat hiç okuyup yazmamaktadır. Burada insanlar az

    evlenmekte, fakat çok boşanmaktadır; firma açan erkekler karılarını, Facebook adresi açan

    kadınlar da kocalarını boşamaktadır. Türkiye’deki bütün günlük ulusal gazeteler burada da

    çıkmaktadır; bu gazetelerimiz Türkiye’de “Türkiye Türklerindir” logosuyla, burada ise

    “Almanya Hepimizindir” logosuyla çıkmaktadır. Bu gazetelerimiz Türkiye’de “başörtü

    yasağını”, burada ise “başörtü özgürlüğünü” savunmaktadır; bu gazetelerimiz Türkiye’de “tek

    dil, tek ırk, tek ideoloji” propagandası, burada ise “farklılıklar zenginliktir” propagandası

    yapmaktadır. Almanya’nın durumu gittikçe kötüleşmekte, Türkiye’nin durumu da gittikçe

    iyileşmektedir. Eskiden burada Almanlar gurbetçilere hava atmakta, gurbetçiler de memlekete

    gidince Türkiye’dekilere hava atmaktaydı; şimdi ise burada gurbetçiler Almanlar’a hava

    atmakta, memlekete gidince de Türkiye’dekiler gurbetçilere hava atmaktadır. Türkiye ileriye

    gitmekte, Almanya geriye gitmekte, gurbetçiler ise iki ileri bir geri gitmektedir.

    Almanlar kendilerine “Deutsch”, Almanya’ya da “Deutschland” derler. “Karl May des Orients”

    (Doğu’nun Karl May’ı) tarafından kaleme alınan “Adını Arayan Coğrafya” kitabının 35.

    sahifesinde yazıldığına göre “Deutsch” (Alman) kelimesinin kökeni, Eski Almanca’da “halk”

    anlamına gelen “diota” sözcüğüdür. Gotça’daki “thiuda” ve Cermence’deki “theude” sözcükleri

    de aynı anlamda kullanılıyordu. Almanya’nın ve Almanlar’ın isminin bugün dış dünyada

    anılmasında, pekçok kişi farkında değildir ama, çok garip bir durum söz konusudur. Bugün bu

    ülkede yaşayan kavmin ismi “Deutsch” (okunuşu Doyç) olup, bu kavim, tarihte yaşamış Cermen

    ve Alman (Alaman) kavimlerinin soyundandırlar. Yani biz bunlara her ne kadar Alman, dillerine

    Almanca, ülkelerine de Almanya diyorsak da, bunlar Alman değildirler. Cermenler ve Almanlar,

    bunların atalarıdırlar. Fakat onlar tarihte kaldı, artık yaşamıyorlar. Şu anda burada “Deutsch”

    (Doyç) kavmi yaşamaktadır ve bu kavim, tarihteki Cermenler’in ve Almanlar’ın soyundan gelen

    kavimdir. Ancak bugün dış dünyadaki insanlar, bu kavmi kendi isimleriyle değil de, tarihte

    yaşamış olan atalarının ismiyle anmaktadırlar. Bazı dillerde bu halk ve bu ülke, ataları olan

    Almanlar’ın ismiyle anılırken (örneğin Türkçe’de “Almanya”, Arapça’da “Almaniye”,

    Fransızca’da “Allemagne” gibi), bazı dillerde de bu halk ve bu ülke, yine başka bir ataları olan

    Cermenler’in ismiyle anılır (örneğin Kürtçe’de “Cermenistan”, Yunanca’da “Ğermania”,

    İngilizce’de “Germany” gibi). Oysa Almanlar da Cermenler de artık yaşamamaktadırlar; fakat

    bugün yaşayan Doyç halkının atalarıdırlar. Aslında dış dünyada böyle ilginç bir muamaleye

    maruz kalan tek ülke Almanya değildir. Meselâ İran da dış dünyada aynı muameleye tabi

    tutulmaktadır. İran’ın Almanca’daki ismi “Persien”, İngilizce’deki ismi de “Persian” şeklindedir.

    Almanca’da Farsça’ya ise “Persisch” denir. Halbuki Persler tarihte kalmış bir kavimdir ve şu

    anda yaşamamaktadırlar. Bugün orada yaşayan halk Fars kavmidir ve dilleri de Persçe değil

    Farsça’dır. Persler bunların atalarıdır. Persler de tıpkı Almanlar ve Cermenler gibi “En az 3

    çocuk” kuralını ihlal ettikleri için Hakk’ın rahmetine kavuşmuşlardır. Aynim punun kibi,

    Yunanistan’ın isminde de benzer bir karışıklık ortaya çıkmıştır. Burada da Yunan kavminin

    Yunan, Elen ve Grek isimlerinden kaynaklanan bir farklılık göze çarpmaktadır. Yunanlar kendi

    ülkelerini Elen ismiyle irtibatlandırarak “Ellás” diye anarken, örneğin Türkçe’de Yunan ismine

  • dayalı “Yunanistan”, İngilizce ve Almanca’da Grek ismine dayalı “Greece” ve “Griechenland”

    isimleri kullanılmaktadır.

    Almanya’nın iki denize kıyısı vardır. Bunlar, kuzeybatıda Kuzey Denizi, kuzeydoğuda ise Baltık

    Denizi’dir. Almanya haritasını bir insan vücûduna benzetirsek, bu iki deniz, o insanın sağ ve sol

    omuzlarındaki iki su kovası gibi durur. Ancak Almanlar Baltık Denizi’ni bu ismiyle anmazlar;

    onlar bu denize “Ostsee” (Doğu Denizi) derler. Her iki deniz de adalar yönünden oldukça

    zengindir ve Almanya’nın ikisi üzerinde de pek çok adası vardır. Kuzey Denizi (Nordsee)

    üzerinde kıyıya paralel bir şekilde bir baştan bir başa Frizya Adaları uzanır. Bunlar batıdan

    doğuya (aynı zamanda güneyden kuzeye) Borkum, Lütje Hörn, Kachelotplate, Memmert, Juist,

    Norderney, Baltrum, Langeoog, Spiekeroog, Wangerooge, Minsener Oog, Oidoog, Alte Mellum,

    Neuwerk, Scharhörn, Trischen, Blauort, Nordstrand, Nordstrandischmoor, Südfall, Pellworm,

    Süderoog, Süderoog – Sand, Norderoog – Sand, Jarpsand, Hooge, Habel, Gröde, Oland,

    Langeneß, Amrum, Föhr ve Sylt adlı adalardır. Bunların haricinde yine Kuzey Denizi üzerinde,

    ana karadan uzak bir noktada Helgoland adası ile hemen yanıbaşındaki küçük Düne adası

    bulunur. Ancak ikisi birden de idarî olarak Helgoland olarak anılır. Helgoland, Almanya’nın

    “anavatana uzak olan” yegâne adasıdır. Ada yüzyıllarca Britanya egemenliği altında kalmıştır;

    ada halkı da Britanya kökenli olup “Almanlaşmıştır”. Helgoland adasında konuşulan Almanca

    kulağa çok ilginç gelir; ada halkı Almanca’yı İngilizce aksanıyla konuşmaktadır. Yani

    konuştukları dil Almanca olduğu halde sesleri çıkarırken sanki İngilizce’deki harfleri okuyormuş

    gibi çıkarırlar. Almanya’nın, diğer denizi olan Baltık Denizi (Ostsee) üzerinde de adaları vardır.

    Almanya’nın Baltık Denizi’ndeki ada sayısı, Kuzey Denizi’ndeki ada sayısından çok daha azdır

    ama ordaki adalara nisbeten çok daha büyüktürler. Bunlar batıdan doğuya (aynı zamanda

    kuzeyden güneye) sırasıyla Fehmarn, Hiddensee, Rügen, Vilm, Ruden, Greifswalder Oie ve

    Usedom adlı adalardır. Bunlardan 926 km² büyüklüğündeki Rügen, Almanya’nın en büyük

    adasıdır ve uçak bileti bulamayan fukara Almanlar’ın tatil yaptıkları bir adadır. En doğudaki

    Usedom ise Almanya ile Polonya arasında ikiye bölünmüş bir adadır. Adanın batısı Almanya,

    doğusu Polonya topraklarıdır. Adanın Almanca adı “Usedom”, Lehçe (Polonya dili) adı

    “Uznam”, Venetçe adı ise “Uznjöm” şeklindedir. Venetler, Batı Slav kökenli bir kavimdir ve

    bunlar 7. yy’da, bugünkü Kuzey ve Doğu Almanya topraklarının genişçe bir alanında

    yaşıyorlardı. O dönemlerde bu coğrafyanın adı da “Germania Slavica” (Slav Almanyası)

    şeklinde idi. Elbe Nehri kıyısında yaşadıkları için bunlar şu anda “Elbslaven” (Elbe Slavları)

    olarak anılırlar ancak sayıları yok denecek kadar azalmıştır.

    Kuzey Denizi’nde, Frizya coğrafyasına paralel şekilde ve hilâl gibi kavis çizerek batıdan doğuya

    (aynı zamanda güneyden kuzeye) uzanan Frizya Adaları, Frizya ülkesinin adalarıdırlar. Frizya,

    üç ülke (Hollanda, Almanya ve Danimarka) arasında üçe bölünmüş bir coğrafyadır ve bu

    coğrafyada Frizler yaşarlar. Avrupa tarihi boyunca Hollandalılar, Almanlar ve Danimarkalılar

    tarafından katliâmlara ve asimilasyon politikasına maruz kalmış, bu asimilasyon politikasının bu

    üç devlet tarafından halen dahi sürdürüldüğü bir kavim olan ve Frizce konuşan Frizler, Avrupa

    kıt’âsında Hıristiyanlık dînini en son kabul etmiş olan topluluktur ve kılıçla, katliâmla

    kendilerine dayatılan Hıristiyanlık’a karşı yüzyıllarca direnip mücadele ettikten sonra da gönüllü

    olarak değil, kılıç zoruyla ve baskıyla Hıristiyanlaştırılmışlardır. Hollanda, Almanya ve

    Danimarka tarafından uygulanan asimilasyon politikaları sonucu bugün Frizce de tıpkı

    ülkemizdeki Lazca gibi tamamen unutulma ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Üçe

    bölünmüş ve parçalanmış olan Frizya (Friesland) ülkesinin batı toprakları bugün Hollanda’nın,

    doğu toprakları Almanya’nın, kuzey toprakları ise Danimarka’nın egemenliği altındadır. Frizya

    (Friesland), bu coğrafyada “kayıp ülke”dir.

  • Almanya’nın tam 9 tane komşusu vardır. Bunlar; kuzeyde Danimarka, batıda Hollanda, Belçika,

    Lüksemburg ve Fransa, doğuda Polonya ve Çek Cumhuriyeti, güneyde ise Avusturya ve

    İsviçre’dir. Almanya’nın güneyindeki her üç ülke de (Avusturya, İsviçre ve Liechtenstein)

    Almanca konuştukları için, Almanya’nın güneyinden ülkeyi nereden terk ederseniz edin, sınırın

    öte yanında dil sorunu yaşamazsınız. Çünkü ülkeyi güneyden terk ettiğinizde, sadece

    Almanya’yı terk etmiş olursunuz, Almanca’yı değil. Almanya’nın haritasına baktığınızda,

    aslında bu ülkenin de ne kadar stratejik bir konumda bulunduğunu hemen anlarsınız. Zira

    Almanya, dört ayrı kıt’â bölgesinin tam ortasındadır. Almanya’nın güneyi (kendisi de dahil

    olmak üzere) Merkezî Avrupa, doğusu Doğu Avrupa, batısı Benelux, kuzeyi ise İskandinavya

    topraklarıdır. Almanya, genelde komşuları tarafından sevilmeyen bir devlettir. Bunun tarihten

    gelen haklı sebepleri vardır, kuşkusuz. Sömürgecilik ve emperyalizmin dünyayı kasıp kavurduğu

    19. yy’ın ikinci yarısı ile 20. yy’ın ilk yarısında (o dönemlerde insanlar ve devletler göklere pek

    hâkim değildiler ve en büyük güç, suya hâkim olmaktan geçiyordu), İngiltere, Hollanda, Belçika,

    Fransa, İtalya, İspanya ve Portekiz gibi emperyalist devletler gemicilikte oldukça ilerlemiş ve

    üstün bir deniz gücüne sahip oldukları için, tâ Afrika, Asya ve Amerika kıt’âlarına uzanıp

    sömürgecilik faaliyetlerini icra ediyorlar, deniz gücüne sahip olmayan ve fakat aynı emperyalist

    karaktere sahip olan Almanya ise mecburen elindeki tek güç olan kara gücüyle bu işi götürmeye

    çalıştığı için ancak komşularına saldırabiliyor, Afrika ve Asya’ya uzanamadığı için ancak komşu

    ülke ve toprakları işgal edebiliyordu. Dolayısıyla, örneğin Afrika halkları için bugün İngiltere,

    Hollanda, Belçika, Fransa, İtalya, İspanya ve Portekiz zihinlerde neyi çağrıştırıyorsa, Avrupa’nın

    “edilgen” halkları için de Almanya zihinlerde aynı şeyi çağrıştırıyor.

    Federasyonla yönetilen Almanya, 16 eyaletten oluşan federal bir cumhuriyettir. Bunlar; başkenti

    Münih (München) olan Bavyera (Bayern), başkenti Stuttgart olan Baden – Württemberg,

    başkenti Wiesbaden olan Hessen, başkenti Mainz olan Renanya – Palatina (Rheinland – Pfalz),

    başkenti Saarbrücken olan Saarland, başkenti Düsseldorf olan Kuzey Ren Vestfalya (Nordrhein –

    Westfalen), başkenti Hannover olan Aşağı Saksonya (Niedersachsen), başkenti Hansestadt

    Bremen olan Bremen, başkenti Hansestadt Hamburg olan Hamburg, başkenti Kiel olan

    Schleswig – Holstein, başkenti Schwerin olan Mecklenburg – Ön Pomeranya (Mecklenburg –

    Vorpommern), başkenti Magdeburg olan Saksonya – Anhalt (Sachsen – Anhalt), başkenti Erfurt

    olan Thüringen, başkenti Dresden olan Saksonya (Sachsen), başkenti Potsdam olan Brandenburg

    ve aynı zamanda federal cumhuriyetin de başkenti olan Berlin’dir. Almanya’da her eyalet iç

    işlerinde serbesttir; ayrı parlamentosu, ayrı anayasası, ayrı hükûmeti, başbakanı, iç ve dış işler

    bakanı, milletvekilleri, ayrı bayrağı vardır. Yaşadığınız eyaletteki kanunlar hoşunuza gitmiyorsa

    veya ordaki rahatlık batıyorsa, başka bir eyalete taşınıp yerleşebilirsiniz. Aslında Almanya

    dediğimizde bir değil, tam 16 ayrı devletten bahsetmiş oluyoruz.

    Almanya’nın 2011’deki cumhurba�