SON GLADYO: KILIÇ - Turuz · 2019. 9. 29. · istihbaratı BND’nin gizli hcre orduları sayılan...
Transcript of SON GLADYO: KILIÇ - Turuz · 2019. 9. 29. · istihbaratı BND’nin gizli hcre orduları sayılan...
-
ALMAN DERİN DEVLETİ’NİN GİZLİ TARİHİ
SON GLADYO: KILIÇ
FARUK ARSLAN
-
TANITIM
Avrupa’da artan ırkçılığın merkezi olan Almanya’da, Gladyo’nun Derin Devleti Kılıç,Alman
Gençliği Birliği (BJD) ile yabancı düşmanlığını körüklüyor. Son Gladyo olarak tasfiye
edilmeden kalan Kılıç, Ergenekon’ı da yönetir vedaha derindir. Almanya’nın Amerikan
çıkarlarına hizmet eden Kılıç’tan kurtulma kararı alması halinde Ergenekon sürecinde olduğu
gibi ortaya kirli Alman ve Amerikan bağırsakları dökülecektir. Gurbetçilerimize yönelik
işledikleri cinayetler deşifre olan Kılıç’ın Almanya’da BND’nin BKA, GSG9 gibi birimleri ve
Neo Nazi Partisi NPD’nin 64 bin üyesi var. Şimdi NPD’nin kapatılması tartışılıyor. Alman
Anayasa Mahkemesi, NPD’nin kapatılmasına karşı çıkıyor, çünkü alman Anayasa
Koruma Örgütü’nün bunların içinde çok sayıda ajanı var, onların açığa çıkmasından korkuluyor.
Derin Almanlar, uzun süredir vakıfları aracılığıyla, Türkiye`nin, etkin, dinsel ve mezhepsel
farklılıklarını ele alıyor, bu farklılıkları derinleştirerek ulus devleti zaafa uğratmaya çalışıyorlar.
Türkiye`de cumhuriyetin kuruluş felsefesi olan Kemalizm’in iflas ettiğini ve bu haliyle Avrupa
Birliği’ne alamayacaklarını her fırsatta dile getiriyorlar. Türk ulusunun uyduruk ve yapay
olduğunu empoze ediyorlar. Ayrıca Türkiye`deki, yerel yönetimlere işlerlik kazandırıp, federatif
sistemi Türkiye`de tanıtmak ve yerleştirmek, ülkemizde yerli köprübaşları oluşturmak için, çaba
sarf ediyorlar.
Almanya’da 2000’li yıllardan beri derin ve organize işler konuşuluyor. Bu kitapda şu üç soruya
yanıt veriliyor:
Asıl soru: Türkiye’de Alman vakıfları ve derin devleti Kılıç’ın üç atlısı olan BND, BKA ve
GSG9 acaba Türkiye’yi kaosa sokmayı amaç eden Ergenekon soruşturmasının neresinde yer
alıyor? Yoksa yer alamıyor mu?
İkinci temel soru: Acaba Türkleri hedef alan cinayetler, Alman makamların söylediği gibi
gerçekten yasadışı faaliyet gösteren bir çetenin işi mi? Yoksa Alman derin devletinin
İslamfobisiyi kullanarak gurbetçilerimizi kovmak için gerçekleştirdiği bir siyasi ve stratejik seri
operasyon mu?...
Üçüncü ana soru: Tüm NATO ülkelerinde Soğuk Savaş döneminin Gladyoları ortaya çıkarıldığı
ve tasfiye edildiği halde Alman derin devleti Kılıç’a neden kimse dokunamıyor? Alman
Gladyosu ile Türk Gladyosu Ergenekon arasındaki ilişkileri sorgulamalıyız.
Alman Gladyousu ortaya çıktığında Alman ekonomisi krize girecek, politik ortamı allak bullak
olacak ve sonuçta Avrupa Birliği en geç 2020 yılında çökecektir…
Alman Derin Devleti ve İstihbaratı peşime 2000 yılı başında Ankara’da bir Alman ajan takana
kadar ülkemizde ve diaporada yaptıklarından habersizdim. Ben Alman ajan Şermin’i değil, o
beni bulmuştu. Bu kitapda okuyacağınız bilgileride ben bulmadım, onlar beni buldu…
-
FARUK ARSLAN Kimdir?
12 Nisan 1969′de Ankara’da doğdu. Alanya nüfusuna bağlı olmakla beraber aslen Çorumludur. 3
yıllık GATA Sağlık Astsubay Hazırlama Okulu’ndan 1986′da mezun oldu. Sağlık Astsubay Sınıf
Okulu’dan mezun olmaya 3 ay kala 1987′de ayrıldı. Azerbaycan Üniversitesi Uluslararası
İlişkiler bölümünü bitirdi. Hazar’ın Statüsü konusunda tez yazarak 1997′de ‘Uluslararası
Hukukçu’ ünvanını kazandı. Kanada’da Centennial College’den 2008’de ‘Sosyal Toplumcu’
diplomasıyla mezun oldu. Toronto’da York Üniversitesi’nde Sosyoloji alanında yüksek eğitim
gördü ve 2011′de mezun oldu.
Arslan, Karabağ, Çeçenistan ve Abhazya savaşlarını yakından takip etti. Hazar’ın enerji
rezervleri ile ilgili yazdığı 3 binden fazla haber ve makale Türk ve yabancı basında yayımlandı.
Azerbaycan Zaman Gazetesi’nde muhabirlik, haber müdürlüğü ve köşe yazarlığı yaptı. CHA
Azerbaycan temsilciliğini 3 yıl yürüttü. 2 yıl süresince Türkiye’de yayımlanan Zaman
gazetesinde Bakü Mektubu adlı köşeyi yazdı. Azerbaycan’da yayımlanan ilk çocuk gazetesi
Tomurcuk’un kurucularından oldu. Zaman gazetesinde 2000 yılı sonuna kadar Ankara’da
diplomasi, Yurtdışı Baskılar, dış politika ve enerji muhabirliğini yürüttü. 14 ülkede basılan
Zaman’lara yönelik özel araştırma dosyaları hazırladı. Türk dünyası özel muhabirliği yaptı.
2000-2001’de Kanada Zaman gazetesi temsiciliği görevini üstlendi, Toronto muhabiri olarak
çalıştı. Kanada Türklerinin posta ile dağılan ücretsiz haber dergisi Sunrise’ı kurdu ve bir yıl
boyunca editörlüğünü yürüttü. 1998-2004 periyodunda Ali Alperen mahlasıyla sırasıyla Gündüz,
Muhalif, Gelecek Gazetesi, Hür Gelecek gazetelerinde köşe yazdı 2008 ile 2011 arası, kendi
ismiyle Milli Ocak haber portalında köşe yazısı yazdı. 2004 yılllarında Metafizik Magazin
dergisinde yazıları yayınlandı. 2004’den beri Kanada’da beş bin tirajla yayımlanan
Canadatürk’te aralıksız olarak, 2006’dan beri Almanya’da yayımlanan Platform dergisinde köşe
yazarlığı yapıyor. 2000’den 2006′ya kadar aralıksız her gün makaleler yazarak, sonsaniye.net
gibi çeşitli İnternet medyasında köşe yazılarıyla haberciliğini sürdürdü.
Ergenekon örgütünü tüm yönleriyle 2001′den beri sık sık yazan ve ortaya çıkartan ilk
gazetecidir. 2005 yılında yazdığı ‘Vadi’nin Şifresi Çözülüyor’ adlı kitabı, eski Ergenekon’dan
yeni Ergenekon’a geçilen süreci deşifre ettiği için Ergenekon çetesi tarafından
toplatılmıştır. Ergenekon’un karakutusu Tuncay Güney’i ilk defa Toronto’da bulan, röportaj ve
http://sonsaniye.net/
-
haberleriyle 2006 ve 2007 yıllarında meşhur eden isimdir. Ölüm kuyuları ve Asit kuyuları olarak
bilinen JİTEM kuyuları, Arslan’ın Karakutu Tuncay Güney kitabında verilen bilgiler savcılık
tarafından ihbar ve delil kabul edilerek açılmıştır. Halen Mason Bektaşiler kitabı, ABD, İngiltere
ve Türkiye’de üniversitelerde doktora tezi konusu olarak incelenmektedir.
Evli ve iki çocuk babası olan Arslan, Kanada ve Türk vatandaşı olarak Kanada’da gazetecilik
yaşamını sürdürüyor. Arslan, iyi derecede İngilizce, Almanca ve Azerice biliyor. 4 tanesi
İngilizce, 5 tanesi basılmayı bekleyen kitap çalışması ve yayınlanmış 16 eseriyle toplam 21
eseri bulunmaktadır. İngilizce eserlerinden ikisinin Türkçe tercümesi henüz yapılmamıştır.
Yayımlanmış Eserleri:
Matrix’in 11 Eylül Kurgusu, Q-Matris Yayınevi, Nisan 2004.
Hazar’ın Kurtlar Vadisi: Petrol İmparatorluğunda Güç Savaşları, Karakutu Yayınları , Nisan
2005, Ağustos 2006.
Net Kırılma: Evenjelik Harbin Kurgusu, Karakutu Yayınları, Nisan 2005.
Petrol Satrancı, Lulu Publisher, Nisan 2006.
Kanada’ya Gelmenin Yolları-Kurtar Bizi Kanada, Lulu Publisher, Haziran 2006.
Mesih’in Hızır’ı Barnaba: Hristiyanlığın Gizli Tarihi, Karakutu Yayınları, Kasım 2006.
Keşmir’de Hz. İsa Efsanesi, Karakutu Yayınları, Aralık 2006.
Vadi’nin Şifresi Çözülüyor,Evreca Yayınevi, Temmuz 2005.
Kurtlar Vadisi Fenomeni, Lulu Publisher, Eylül 2006.
Karakutu Ergenekon’un Karanlık İsmi: Tuncay Güney, Karakutu Yayınları, Kasım 2008.
Mason Bektaşiler, Karakutu Yayınları, Nisan 2009. Mayıs 2010.
Van Gölü Canavarı JİTEM. Lulu Publisher, Mayıs 2011.
Gurbette Aykırı Konuşmalar, 15 Tarihi Röportaj. Lulu Publisher, Haziran 2011.
Türkistan ve Ötesi, Gezdiklerim, Gördüklerim. Lulu Publisher, Temmuz 2011.
Esra’rlı Coşkun Sosyolojik Analizler, Lulu Publisher, Ağustos 2011.
Teşkîlât-ı Ergenekon, Lulu Publisher, Ağustos 2011.
-
Kanadalı Müslümanlar, Mühtediler, Türkler, Lulu Publisher, Ağustos 2011.
Son Gladyo: Kılıç.
İngilizce Eserleri:
September 11 Fiction of Matrix (English), Lulu Publisher, June 2005 and 2011 Edition is
worldwide available all bookstores.
Narratives on Canadian Muslims, Reverts, Turks (English) Lulu Publisher, June 2011.
Sociological Writings in the Canadian Perspective (English) Lulu Publisher, June 2011.
Merchant Splitting and Processing Plant Business Plan, (English) Lulu Publisher, June 2011.
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ : Son Gladyo Kılıç ve Gurbetçilerimiz!
TAKDİM: Alman Derin Devleti Kılıç, Son Gladyodur!
GİRİŞ: Almanya Üzerine Sosyolojik Anekdotlar
BİRİNCİ BÖLÜM : Alman ve Amerikan Gladyolarının Türkiye savaşı!
İKİNCİ BÖLÜM: Kılıç’ın Mağduru Dr. Necip Hablemitoğlu
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: Alman Derin Devletinin Akıncıları: Alman Vakıfları
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: Almanların Kürt, CHP ve Deniz Feneri İlgisi
BEŞİNCİ BÖLÜM: Osmanlı’da Alman Derin Devleti
ALTINCI BÖLÜM: Alman Derin Devletinin Baronu: RUDOLF VON
SEBOTTENDORFF
YEDİNCİ BÖLÜM: Alman İstihbarat Örgütleri ve Naziler’in Gizemli Örgütleri
SEKİZİNCİ BÖLÜM: Gehlen Örgütü ve Almanya
DOKUZUNCU BÖLÜM Gehlen Sonrası Alman Derin Devleti
-
SON BÖLÜM: ABD Derin Devleti ve Kılıç’ın Yabancı Düşmanlığı
KAYNAKLAR
ÖNSÖZ
Son Gladyo Kılıç ve Gurbetçilerimiz!
Şahsen, Alman istihbaratı ile ilk tanışmam Şermin adında gazeteci görünümlü bir ajanları
vasıtasıyla olmuştu. Yeni Şafak gazetesinde diplomasi muhabiri olarak çalışıyordu ve Milli
Gazete’den bir Türk genci ile Mersin’in Mut ilçesinde daha yeni evlenmişti. Asıl adı Sonja idi.
Alman kraliyet ailesi Habsburg’un Bosna Hersek kolundan geliyordu. Anneannesi Habsburg
hanedanına gelin olarak gitmişti. Babasının Almanya’da halen bir şatosu, üzüm bahçeleri ve
şarap fabrikası vardı. 8 dil biliyordu ve bunlardan 6 tanesini anadili gibi konuşuyordu. Almanca,
Türkçe, Boşnakca, İngilizce, Hırvatca ve Sırbcası mükemmeldi. Yahudi Hebrew dilini ve
Fransızcayı anlıyordu. Böyle bir muhabire Yeni Şafak’ın verdiği asgari ücret tuhafıma gitmişti.
2000 yılı başında birden en iyi gazeteci arkadaşım oluvermişti. Almanca bilmem nedeniyle bana
her geçen gün daha da yakınlaştı. Artık bana ‘dokturcum’ diye hitap ediyordu.
Şermin sayesinde Alman istihbaratının Ankara’daki tüm merkezlerine, büyük yatırımlarına,
vakıflarına, enstütülerine ve büyükelçiliğine serbestce girdim, çıktım. Almanların Türkiye’deki
yatırımlarını reklam eden bir haftalık geziye katıldım. Bursa, Eskişehir ve Kocaeli ayakları çok
etkileyiciydi. Bosh’un fabrikasını gezerken, Alman derin devletinin ülkemize ne kadar sağlam
girdiğini fark ettim. Almanya’nın Ankara Büyükelçiliği tarafından 2000 yılının Eylül ayının son
haftası ve Ekim ayı başında bir grup gazeteci ile birlikte resmen Almanya’ya davet edildim. Tüm
bunları ayarlayan, beni kafalayan Şermin idi. Salak rolünde bilgi toplamak hoşuma gidiyordu.
Bende zokayı yutmuş bir balık görüntüsü verdim. Almanya hükümetinin resmi davetlisi olarak
gittiğim ‘Almanya'da Göç, İltica ve Alman Hukuk Devleti' konulu, bir haftalık Almanya gezisi
bana Almanların gücü ve oyunları konusunda aydınlattı. Diğer süper güçler karşısında
küçümsediğim Almanların daha derin çalıştığını gözlemledim. Gözüm açıldı.
Almanya’nın Berlin kentinde Cem Evi’ni ve PKK’nın açtığı anaokulunu 1 Ekim 2000’de
ziyaretimden sonra kafamda bu kitabı yazma fikri oluştu. Alman BND, Adalet ve İçişleri
bakanlığının üst düzy bürokratları,politikacıları ve sivil toplum örgütleri ile direct görüşmeler
ayarlanmıştı. Yeşillerin liderleri Cladio Roth ve Cem Özdemir’den derin bilgiler aldım.
Almanya’nın PKK’yı yönettiğine Hamburg’da Doğu Enstütüsü Müdürü Udo Steinbach’ı
ziyaretden sonra kesinlikle anladım. Bu eser, aslında 12 yıl gecikmiş bir kitapdır. Doç. Dr. Necip
Hablemitoğlu’nun Alman istihbaratı tarafından öldürülmesi nedeniyle yazımını sürekli
erteledim. Zaten kısa bir yoklamadan sonra basmaya cesaret edecek yayınevi bulamayacağımı
kavramıştım. Hemen hepsi, ‘hayatına mı susadın’ diyordu. Şimdi zamanı geldi.
-
Son Almanya Gladyosu Kılıç’ın dağıtılması artık zaruridir. Zaten Avrupa Birliği 2020 yılında
çökmeye mahkumdur. Şermin’in Alman ajanı olduğunu bize söyleyen gazeteci ve yazar Fehmi
Koru’dur. Peki neden onu Yeni Şafak’ta işe almıştı. Az kalsın kendi ellerimle Şermin’i Zaman
gazetesine sokacaktım. Bir saatlik iş mülakat görüşmesinden sonra köşe yazarlarımız Tamer
Korkmaz ve İbrahim Öztürk’ün bana ilk sitemi şu oldu: Faruk, nereden buldun bu Alman
ajanını? Ben onu değil, o beni bulmuştu. Bu kitapda okuyacağınız bilgileride ben bulmadım,
onlar beni buldu… Almanya’nın Türkiye ilgisinin nedenleri oldukca çeşitlidir.
Bazı Almanlar, atalarının Anadolu’dan göç ettiğine inanıyor, Cermen ırkının bir zamanlar Fırat
ve Dicle nehirleri arasında yaşadığını ileri sürüyorlar. Bu tesbiti, ‘Türkiye Kürtleriyle yakından
ilginiyorsunuz da neden İran, Irak ve Suriye Kürtleri ile ilgilenmiyorsunuz?’sorum üzerine Udo
Steinbach yapmış ve eklemişti. AB’ye girmek isteyen sizsiniz, size değiştirip dönüştürmeden,
Kemalizm’in diktatörlüğünü sona erdirmeden Türkiye’yi içimize alacağımızı mı sanıyordunuz?
Doğrusu oldukca açık sözlüydü. Almanya’nın Ankara Büyükelçisinin odasında neden
Türkiye’nin etnik haritasının bulunduğunu bile sordum. Muhatabımı epey terlettim. Bizle birlikte
olan DSP’nin eski lideri MasumTürker’in kardeşi, o dönemde Nokta Dergisi Ankara temsilcisi
olan Turgay Türker şunu söyledi: Helal olsun Faruk! Almanların dersini verdin. Bundan sonra
kendine dikkat et, bu adamlar peşini bırakmaz. Bizi verdikleri çok gizli ve derin bilgilerin esiri
haline getiriyorlar. Alman derin devletine dersini verecek güçte değiliz, bize tepeden bakıyorlar.
Ekonomi kötüye gidince ‘sonradan gelme müslüman göçmenler’ Avrupa’da hedef haline
gelmeye başladı. Artan ırkçılığın merkezleri Almanya ve Fransa. 2008’den beri ateşi yükselen
ırkçılık, ayrımcılık ve İslamfobi’yi körükleyen saldırılar nedeniyle 90 bin vatandaşımız ülkemize
geri döndü. Zaten amaçta Türkleri korkutmak, sindirmek ve Türkiye’ye geri dönmelerini
sağlamaktı. Ancak bunlar Almanların gitmesini istediği Türkler değildi. Daha çok “Kaliteli
Türkler”, okumuş, meslek sahibi ve diplomalı Türkleri kaçırmayı başardılar! Beyin göçü artık
tersine, lehimize çalışıyor. Okumuş çocuklar, hormonlu ırkçılığın ardındaki gizli elleri gördü.
NATO çerçevesinde kurulan Gladyo’nun, Alman Derin Devleti’nde karşılığının adı Kılıç’tır,
yani Alman Gençliği Birliği (BJD). Dış istihbarata bakan Federal Haber Alma Servisi (BND),
Askerî İstihbarat Servisi (MAD) ve iç istihbarata bakan Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın
(Verfassungsschutz), artık Alman medyasında süren tartışmaların merkezinde yer alıyor.
Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın beş binden fazla çalışanı ve 300 milyon avro bütçesi var ve
parlamentoya hesap vermek zorunda. Almanya’da Türklere yönelik Ekim 2011 işlenen 8 Nazi
cinayetlerinde çıban patladı. Gurbetçilerimizi hedef alan cinayetler deşifre olunca Alman
istihbaratı BND’nin gizli hücre orduları sayılan BJD, BKA ve GSG9, nihayet tartışılmaya
başlandı. Hessen Anayasayı Koruma Örgütü’nün ( MİT’in bölge şubesi gibi düşünün) bir
elemanının da 6 cinayette olay yerinde olduğu ortaya çıktı. Aramada 88 kişilik ölüm listesi
ortaya çıktı. Bonn Başkonsolumuz, çoğu dindar müslüman, sivil toplum örgüt lideri olmak üzere,
Türk diasporasının beyin takımı hedefteydi. Nazi cinayetlerin arkasındaki Alman derin devleti,
nefret uyandırdı. Sağduyulu, Türkleri seven Almanlar şimdi utanç içinde, nasıl özür
dileyeceklerini bilemiyorlar.
Yakın dostum Prof. Faruk Şen, 2008 yılında Türkiye’deki Referans gazetesinde yayınlanan
“Avrupa’nın yeni Yahudileri-Türkler” yazısı nedeniyle Alman hükümeti tarafından Türk
Araştırmaları Merkezi’ndeki görevinden alınmış ve daha sonra Türkiye’ye dönmüştü. Şen halen
-
Türkiye’de bir Alman Üniversitesi kurmak için çalışan TAVAK Vakfı’nın başkanı. Aydın,
demokrat bir akademisyendir. Şu görüşleri savunuyor: Türkiye’nin Almanya’daki Türklere karşı
yıllardır sürdürdüğü “vurdumduymazlığın” da payı var. Almanya’da yıllardır çok sayıda, 80
kadar MİT mensubu var. Bunların da Türklere yönelik bu cinayetlerin peşine düşüp, sorumluları
bulması gerekirdi. Dışişleri de konuyla daha yakından ilgilenmeliydi. Almanya’da beyin takımı
Türkler geri dönüyor ama en fakir en alt tabaka ve Alman devlet yardımından, sosyal kasalardan
para alarak yaşayan Türkler kalıyor. Onlar dönemiyor. Bu kesim Almanya’daki Türklerin
yaklaşık yüzde 40’ını oluşturuyor. Bunların yüzde 30’u da işsiz durumda. Bu yoksul kesim
arasında Almanlara dönük öfke ve tepki de artıyor. Daha agresif hale gelme ihtimalleri var. Bu
da Almanların başına yeni sosyal sorunlar açabilir. Neo Nazilerin özellikle küçük işletme
sahipleri ve dönercileri hedef alması da, onların küçük iş sahiplerini korkutup kaçırmak amacını
ortaya koyuyor. Ancak Türkler bu tip korkutmalara çok da papuç bırakmıyor. Halen
Almanya’da 77 bin Türk küçük işletmeci var. Bunların 15 bin kadarı da Türk dönercileri. Neo
Nazilerin hedefine ulaşması zor görünüyor. Neo Nazi Partisi NPD’nin 64 bin üyesi var. Şimdi
NPD’nin kapatılması tartışılıyor. Alman Anayasa Mahkemesi, NPD’nin kapatılmasına karşı
çıkıyor, çünkü Alman Anayasa Koruma Örgütü’nün bunların içinde çok sayıda ajanı var, onların
açığa çıkmasından korkuluyor. Takke düşerse kel gözükecektir!
Almanya’nın yoğun Türkiye ilgisi, Ergenekon ile bağlantılarından kaynaklanıyor. Derin
Almanlar, uzun süredir vakıfları aracılığıyla, Türkiye`nin, etkin, dinsel ve mezhepsel
farklılıklarını ele alıyor, bu farklılıkları derinleştirerek ulus devleti zaafa uğratmaya çalışıyorlar.
Türkiye`de cumhuriyetin kuruluş felsefesi olan Kemalizm’in iflas ettiğini ve bu haliyle Avrupa
Birliği’ne alamayacaklarını her fırsatta dile getiriyorlar. Türkiye`deki, yerel yönetimlere işlerlik
kazandırıp, federatif sistemi Türkiye`de tanıtmak ve yerleştirmek, için çaba sarf ediyorlar. ‘Alevi
İslamı’ adında müslümanlıktan soyutlanmış bir Alevi kimliği oluşturma projeleri hızla devam
ediyor. Militan Kürtleri siyasileştirip Türkiye’nin başını ağrıtmaktan hoşlanıyorlar. Hatta bazı
Almanlar, atalarının Anadolu’dan göç ettiğine inanıyor, Cermen ırkının bir zamanlar Fırat ve
Dicle nehirleri arasında yaşadığını ileri sürüyorlar.
Almanya gezimde, üst düzey Alman yetkililere Dazlakların arkasında durarak Hitler’in ruhunu
hortlatabileceklerini ve Alman hukuk devletini yıkacaklarını Ekim 2000’de net bir dille açıkca
söyledim ve kibarca uyardım. Şok olmuşlardı,benden böyle direkt bir tepki beklemiyorlardı.
Almanya’ya getirilen Türk gazeteciler yer, içer, eğlenir, doğru düzgün haber bile yazmazdı. Ben
ise, Almanların yanlışlarını sorguluyordum. Bu eserde de doğruları arayan araştırmacı bir
gazetecinin heyecanını, sezgilerini, bilgilerini, soluklarını bulacaksınız. Son Gladyo olarak
tasfiye edilmeden kalan Kılıç, aslında Ergenekon’ı da yöneten paralel güçlerden biridir ve daha
derindir. Almanya’nın Amerikan çıkarlarına hizmet eden Kılıç’tan kurtulma kararı alması
halinde Ergenekon sürecinde olduğu gibi ortaya kirli Alman ve Amerikan bağırsakları
dökülecektir. Almanya Türkiye’nin vazgeçemeyeceği bir ülke, umarız sağduyu galip gelir… Bu
kitap, Alman Derin Devleti Kılıç’ı deşifre ederek aslında Almanlara iyilik ediyor… Almanya’da
Türkiye gibi normalleşme sürecine girmelidir.
Faruk Arslan
Toronto, Kanada
26 Aralık 2011
-
GİRİŞ
Alman Derin Devleti Kılıç, Son Gladyodur!
Gerçekte Almanların ön ırkı Ren nehrinin doğu tarafına yerleşmiş Cermenler’dir. Saksonlar,
Frisler, Franklar, Thürüngenler, Alamanlar ve Bayuvarlar, bu genel anlamda Cermen ırkının
belkemiğini oluştururlar. Macarlar, Slavlar ve Keltikler ve de diğer uzaktan boylar Cermenlerle
karışarak zamanla Alman dilini ve kültürünü benimseyip Almanlaşmış ve bu etnik yapıda yer
edinmişlerdir. 9. ve 10. yüzyıl ortalarında bir millet anlayışı ile birlikte Franklar Krallığı'nı
oluşturmuşlardır. Ancak belli başlı Cermen boylarının birleşmesi ile birlikte bir krallık altında
Alman milleti oluşmaya başlamıştır. Bu arada kuzeyde Frisler, Franlar, Anglosaksonla, güneyde
ise Bayyuvarlar ile Saksonlarla karakteristik ve folklorik yapılara ayrılmışlardır. Batı Roma’nın
çöküşü sonucu çeşitli krallıklar ve derebeylikler kurmuşlar ve genelde Frank Krallıkları altında
tarihte yerlerini almışlardır. Esas anlamda Cermen soyu ve buna bağlı olarak Alman millet yapısı
ise 19. yüzyıl başlarında başlayan milliyetçilik akımı ile oluşmuştur. 1871 yılında ilk Alman
İmparatorluğu ile milli devlet oluşturulmuştur. Vatandaşlarına ise "Reichsdeutsche"
(İmparatorluk Almanları) denilmiştir. Bu milli sınırlar dışında kalan Alman kökenlilere ise diğer
tabir yakıştırılmış, Öz Şıvablar veya Güney Almanları olarak adlandırılmışlardır. Nasyonal
Sosyalizm , yani Nazi zamanında ise bunlara topluca "Volksdeutsche" (Halk Almanları)
denmiştir. İsviçre vatandaşlarının dilleri Almanca olsa da, onlar Alman milletinden görülmez,
sadece Almancayı almış ve özel ilişkiler kuran diğer Avrupalılar olarak bakılır. Anadili Almanca
olan yaklaşık 100 milyon insanın ortalama 80 milyonu kendisini Alman olarak görür.
Avusturyalılar'ın da büyük bir bölümü Cermen soyundan, yani Alman kökenlidir. İngilizler,
Danimarkalılar, Hollandalılar ve Fransızlar Alman değil; ama yine de Cermenik sayılırlar.
Avrupa’da Roma döneminin arkasında oluşan Avusturya Habsburg İmparatorluğu
boyunduruğunda pek sivrilmeden yaşayan Almanlar, 19. Yüzyıl başına kadar sadece
derebeylikler ve Frank Krallıkları kurmuşlardır. Napolyon’un sebep olduğu çalkalanmalar
sonucu 19. yüzyılın başında bütün Avrupa'da oluşan milliyetçilikle sivrilmeye başlamışlardır.
1871 de kurulan Alman İmparatorluğu sonucu kendileri de Avrupa'da söz sahibi olmaya
başlamışlardır. 1. Dünya Savaşı sonunda İmperatorluk Almanyası yıkılmış ve yerine Prusya
ağırlıklı Weimar Cumhuriyeti, Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg’un 30 Ocak 1933 tarihinde
şansölye olarak atadığı Hitler’in iktidara geçmesiyle sona ermiştir. Onun yerine kendilerini
Roma İmparatorluğu'nun varisi olarak group Üçüncü İmparatorluk ilan etmişlerdir. Adolf
Hitler'in getirdiği baskıcı rejim ve yenilikler Almanya'yı güçlü bir ülke yapmış, ülkedeki suç
oranı ve işsizlik ciddi derecede azalmıştır. 2. Dünya Savaş’ından sonra 3. Reich’de yıkılmış ve
http://tr.wikipedia.org/wiki/Renhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Cermenhttp://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Frisler&action=edit&redlink=1http://tr.wikipedia.org/wiki/Derebeylikhttp://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0svi%C3%A7rehttp://tr.wikipedia.org/wiki/Almancahttp://tr.wikipedia.org/wiki/Avusturyal%C4%B1larhttp://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0ngilizlerhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Danimarkal%C4%B1larhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Hollandal%C4%B1larhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Derebeylikhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Milliyet%C3%A7ilikhttp://tr.wikipedia.org/wiki/1871http://tr.wikipedia.org/wiki/Alman_%C4%B0mparatorlu%C4%9Fuhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Avrupahttp://tr.wikipedia.org/wiki/Prusyahttp://tr.wikipedia.org/wiki/Weimar_Cumhuriyetihttp://tr.wikipedia.org/wiki/30_Ocakhttp://tr.wikipedia.org/wiki/1933http://tr.wikipedia.org/wiki/Roma_%C4%B0mparatorlu%C4%9Fuhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Adolf_Hitlerhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Adolf_Hitler
-
ikiye bölünmüş, Almanya Demokratik Cumhuriyeti adını alan sosyalist, diğeri ise Batı Almanya
veya Federal Almanya adını alan demokratik iki Almanya kalmıştır. 1989'da şiddetsiz halk
ayaklanması ve Mihael Gorbaçov’un umursamazlığı sonucu Alman Demokratik Cumhuriyeti
lağvedilmiş ve ardından iki Almanya birleşmiştir. (1)
Bu birleşmiş Almanya'da milliyetçi duygular ve eylemler genellikle nasyonel sosyalist geçmişin
getirdiği bir tür utanma duygusu nedeniyle bastırılır ve hoş görülmez. Aşırı milliyetçilik ve
özellikle ırkçılık çeşitli yasalarla sınırlandırılmış veya yasaklanmıştır. Alman vatandaşlığı
kanunu temel olarak kan bağı prensibine dayalıdır. Yani herhangi bir kişi Alman vatandaşlığını
doğum yerinden bağımsız olarak, bir ebeveyni Alman vatandaşıysa edinir. Almanya
anayasasının 116. paragrafında 2001 yılına kadar Alman; hem Almanya'nın vatandaşlığına sahip
hem de Cermen soyundan gelen kişiler olarak açıklanmıştır. 2001 yılında çıkarılan vatandaşlık
kanununda ise, Alman vatandaşlığına sahip olanlar Alman olarak kabul edilmektedir. (2)
Avrupa’da artan ırkçılığın yeniden merkezi olan Almanya derin devleti Kılıç, 2000’li yıllarla
birlikte yabancı düşmanlığıyla oynamaya başladı.. Çok kültürlülüğe inanmıyor. NATO
ülkelerinde kurulmuş Gladyo’ların hemen hepsi dağıtıldığı halde Almanya’nın Ergenekon’u
olan Kılıç’a nedense kimse dokunamadı. Son Gladyo olarak kalan Kılıç, Ergenekon’dan daha
derindir. İş dünyası, istihbarat, bürokrasi, medya ve yargı ayakları vardır. Türk Ergenekon’u ile
ilişkileri, Kılıç’ı ortaya çıkardı. Hatta Türk 1 numaranın Alman kökenli olduğu sanılıyor.
Almanlar, uzun süredir vakıfları aracılığıyla, Türkiye`nin, etkin, dinsel ve mezhepsel
farklılıklarını ele alıyor, bu farklılıkları derinleştirerek ulus devleti zaafa uğratmaya çalışıyorlar.
Türkiye`de cumhuriyetin kuruluş felsefesi olan Kemalizm’in iflas ettiğini ve bu haliyle Avrupa
Birliği’ne alamayacaklarını her fırsatta dile getiriyorlar. Türk ulusunun uyduruk ve yapay
olduğunu empoze ediyorlar. Ayrıca Türkiye`deki, yerel yönetimlere işlerlik kazandırıp, federatif
sistemi Türkiye`de tanıtmak ve yerleştirmek, ülkemizde yerli köprübaşları oluşturmak için, çaba
sarf ediyorlar.
Asıl soru şu: Türkiye’de Alman vakıfları ve derin devleti Kılıç’ın üç atlısı olan BND, BKA ve
GSG9 acaba Türkiye’yi kaosa sokmayı amaç eden Ergenekon soruşturmasının neresinde yer
alıyor? Ya da yer alamıyor mu?
İkinci temel soru: Acaba Türkleri hedef alan cinayetler, Alman makamların söylediği gibi
gerçekten yasadışı faaliyet gösteren bir çetenin işi mi? Yoksa Alman derin devletinin bazı
amaçlar için gerçekleştirdiği bir siyasi ve stratejik seri operasyon mu?...
Üçüncü ve son soru: Tüm NATO ülkelerinde Soğuk Savaş döneminin Gladyoları ortaya
çıkarıldığı ve tasfiye edildiği halde neden Alman derin devleti Kılıç’a kimse dokunamıyor?
Kitabımda bu üç soruya yanıt vermeye çalıştım. Almanya’da 2000’li yıllardan beri derin ve
organize işler konuşuluyor. Almanya’da 2000 ile 2006 yılları arasında sekiz Türkiyeli ve bir
Yunanlı, Nazi faşistleri tarafından öldürüldü. Ama failler bulunamadı! Almanya’da işlenen
cinayetlerin %97’si çözülüyor ve failleri yakalanıyordu. Nedense dokuz göçmenin failleri
yakalanamıyor ve cinayetlerin arkasındaki sır perdesi açığa çıkarılamıyordu! Bu cinayetlerin
ırkçı motivlerle işlenmiş olduğunu kanıtlayacak deliller olmasına rağmen, soruşturma başka yöne
http://tr.wikipedia.org/wiki/Sosyalisthttp://tr.wikipedia.org/wiki/1989http://tr.wikipedia.org/wiki/Alman_Demokratik_Cumhuriyetihttp://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Almanya_anayasas%C4%B1&action=edit&redlink=1http://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Almanya_anayasas%C4%B1&action=edit&redlink=1
-
kaydırıldı. Alman polisi, cinayetlerin “ırkçı bir bağlantı“ ile işlendiği iddialarını kabul etmemişti.
Kasım 2011’de bir banka soygununun ardından hırsızların intihar etmesi, sonra bir evi ateşe
veren kundakçının yakalanması Almanya’nın ‘Susurluk kazası’ oldu âdeta. Dokuzu Türk on
kişiyi öldüren cinayet şebekesinin ucu Alman Ergenekon’una çıktı. Tüm bu olgular çete
üyelerinin Alman Anayasa Koruma örgütü adı verilen 'derin devlet yapılanması' ile bağlantılı
olduğu kuşkuları kuvvetlendiriyordu. Ortaya çıkan kimi bilgiler sadece buzdağının görünen
kısmıydı. Soruşmalarda Alman devletinin imajının sarsılmaması için, kimi ajanlara fatura
kesilmesi veya suçun PKK’nın, Türk mafyasının üzerine atılması dahi planlandı. Nazi çetelerinin
açığa çıkarılmaması için Kılıç, mücadele ediyordu. Ancak Nazi terör hücresinin ortaya
çıkmasıyla birlikte, tepki eylemleri de yükselmeye başladı. Göçmen örgütleri ve anti-faşist
gruplar eylemler yapıyor ve derin devlet ilişkilerini teşhir ediyordu.
Aşırı sağcı terörün en büyük darbeyi Alman istihbarat birimlerine vurduğunu söylemek yanlış
olmazdı. Özellikle medya, terörle mücadeleden sorumlu birimleri artık sert bir şekilde
eleştiriyordu. Tarihlerindeki en ağır eleştirilerle karşı karşıya kalan istihbarat birimleri, Aşağı
Saksonya Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın hata yaptıklarını ifade etmesinin haricinde
suskunluğunu korudu. Almanya’da örgütlenme şekli birbirinden farlı olan üç istihbarat
teşkilatının denetimi 1978 yılından beri faaliyette bulunan Parlamenter Denetim Paneli (PKGr)
tarafından yapılıyordu. Toplantıları gizli yapılan panel daha çok dış istihbarata bakan Federal
Haber Alma Servisi (BND), Askerî İstihbarat Servisi (MAD) ve iç istihbarata bakan Anayasayı
Koruma Teşkilatı’nın (Verfassungsschutz) kontrolünden sorumluydu. Tartışmaların merkezinde
olan Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın beş binden fazla çalışanı ve 300 milyon avro bütçesi
olmasıydı. Amerikalıların yürüttüğü çalışmalar ve harcadığı milarlarca dolarlık bütçeler,
elemanları kamuoyundan hep gizlenmişti. (3) Ülke derin ABD’nin uydusu gibiydi.
Başbakan Tayyip Erdoğan, Makedonya gezisi dönüşünde 3 Ekim 2011’de, Avrupa
başkentlerinde oldukça dikkat çekecek ve Türkiye ile Almanya arasında yepyeni bir tartışma
yaratan bir iddia ortaya attı: Alman vakıfları güneydoğu ve doğu’daki projeler üzerinden PKK’ya
yardım ediyor. Başbakan Erdoğan, uçakta gazetecilere şu dikkat çekici açıklamayı yapmıştı:
“Dünyada, Türkiye'de de faaliyet gösteren öyle vakıflar var ki bunlardan çok rahatsızım.
Özellikle bir Alman vakfının bölgedeki faaliyetleri çok dikkat çekici. CHP ve BDP'li
belediyelerle çalışıyor. Onlarla kredi sözleşmesi yapıyor. Bu tabii vakıf adı altında aslında bir
fon. Sözleşmeyi yaparken de şu müteahhit firmaya vereceksiniz diye şart koşuyor. Bu ilginç. Bu
yolla resmen PKK'ya para gönderiyor o vakıflar. Ama tabii teknik takipte ortaya çıkan bazı
noktalar var. Almanlara zaman zaman bu konudaki rahatsızlığımızı dile getirdik. Bir sonuç
alamadık. Ama rahatsız olduğumu söyleyebilirim.” (4) Mesaj ve adres oldukca net ve açıktı.
Alman vakıfları "öfkeli" ve "şaşkın" tepki verdiler. Erdoğan'ın neden bu açıklamayı yaptığı bana
göre açıktı. Alman vakıfları, 9 yıl önce "casusluk" suçlamasıyla mahkeme önünde çıkmış, ancak
söz konusu vakıflar mahkemede iddiaya göre Ergenekon tarafından zorla beraat ettirilmişti.
PKK’yı siyasileştiriyor ve Ankara’nın üzerine sürüyorlardı. Üstelik Türkiye’deki gizli yapıları
polis ve askeri istihbarat tarafından 5 Haziran 2011’de Diyarbakır’da ele geçirilen bir ajandaki
harddrive disk sayesinde öğrenilmişti. Devam eden KCK davası sürecinde polisin eline binlerce
döküman ve itirafcı geçmişti. Artık mızrap çuvala sığmıyordu.
Acaba Alman vakıflarına haksızlık veya yargısız infaz mı yapılıyordu? Gazeteci ve yazar
Mehmet Ali Birand Posta’daki köşe yazısında 6 Ekim 2011’de şunları yazdı: “Alman
-
vakıflarının BDP ve BDP'li belediyeler üzerinden PKK'ya para aktarması suçtu. KCK
operasyonlarında belediye yöneticilerinin gözaltına alındığına dikkat çeken Başbakan, bölgeye
gönderilen paranın yatırıma dönüşmediğine dikkat çekti. Bir Alman vakıflarının belediyeler ile
kredi sözleşmesi yaptığını belirten Erdoğan "Hangi müteahhitlerle iş yapmaları gerektiği
konusunda işaret veriyorlar. Bu yolla resmen PKK'ya para gönderiyor o vakıflar" dedi.
Türkiye’de faaliyet gösteren dört önemli Alman vakfı var: Konrad Adenauer-Friedrich Ebert-
Friedrich Naumann- Heinrich Böll…
Bu vakıfların her biri, Almanya’nın önde gelen, son derece ciddi, ağırbaşlı düşünce
kuruluşlarıdır. Bütçeleri ve çalışmaları hem Türk hem de Alman yetkililer tarafından incelenir.
İstedikleri gibi para da harcayamazlar. Zira bağışlarla yaşadıklarından dolayı her kuruşları
denetlenir. Hemen hepsinin toplantılarına katıldım. Genel yaklaşımlarını izledim. Hiçbirinde
gizli kapaklı oyunlar çevirdikleri izlenimini edinmedim. Tam aksine, Türkiye’yi birçok
uluslararası konuda desteklemiş, hatta lobici gibi çalışmışlardır. İlgilendikleri sahalar,
bulundukları her ülkeye göre değişir.
Yıllar içinde Türkiye’de insan hakları, sivil-asker ilişkileri, Kürt sorunu, Ermeni sorunu, Kıbrıs,
Yunanistan ile ilişkiler, eksen kayması, Orta Doğu, Suriye gibi konularla ilgilenmişlerdir. Yani
biz hangi konuları konuşuyor idiysek, uluslararası kamuoyu Türkiye hakkında neleri merak
ediyorsa, hangisi moda ise onları ele alırlar. Eskiden Kıbrıs, Türk-Yunan, insan hakları, asker-
sivil ilişkileri modaydı; şimdi eksen kayması, Türkiye nereye gidiyor ve Kürt konusu moda…
Üstelik bu vakıflar bulundukları bir ülkede yer altı çalışması da yapamazlar. O işleri yapanlar
vardır. Bu dört büyük vakıf yıkıcı faaliyetlerde bulunamaz, konuk oldukları ülkelerin resmi
makamlarının şikayetine yol açacak adım atamazlar. Bırakın böyle bir durumda o ülkeden
çıkarılmalarının kendilerine getireceği prestij kaybını, Alman yasaları da bu tip çalışmaları
cezalandırır. İspat edildiği taktirde bu vakıflar ellerindeki “vakıflık” statüsünü dahi kaybederler.
Alman sistemi çok demokratik, uygar ve disiplinlidir. Bu tip suçları görmezden gelmez. Bu
vakıflar kredi de veremezler. Konferanslar düzenlemenin ve raporlar hazırlamanın ötesine
geçemezler. Yani bir “düşünce kuruluşu” olmanın dışına çıkamazlar. Hele hele bir siyasi partiye
veya terör örgütüne destek sağlamak, para aktarmak bu vakıflar için bir suç oluşturur. Başbakan
suçlamada bulunduğuna göre elinde mutlaka bir bilgi veya belge vardır. Boşu boşuna böylesine
ağır bir konuşma yapmaz veya yapmaması gerekir. Bundan dolayı, şimdi Başbakan’ın delilleri
açıklaması bekleniyor.” (5)
Hemen belirteyim ki, Alman vakıfları ile ilgili iddialardan hukuki bir sonuç çıkmayacaktır.
Çünkü, bunlar illegal kuruluşlar değildir. Yaptıkları her şeyi hukuki kılıfa uydurma imkanına
sahiptirler. Hukuk dışı eylemler ise zaten farklı yollardan yapılmaktadır. Buna rağmen
Hükümetin elinde gerçekten bir takım yabancı kökenli vakıfların terör örgütüne yardım
yaptıklarının belgesi vardı, konuşmadan olaya diplomatik ve yargı yoluyla neşteri vurmak
gerekirdi. Ama bunlar devlet sırrıdır, açıklanırsa iki ülke arasındaki ilişkiler kopar. Ayrıca
vurgulamakta yarar var; bazı vakıf ilgililerinin BDP'li belediyelere yaptıkları ziyaret delil olmaz.
Çünkü, Avrupa'dan her sene yüzlerce parlamenter ya da yetkili gelip Güneydoğu'da bir dizi
ziyaretlerde bulunuyor. Sanıyorum tüm bu ziyaretler ilgili birimlerin gözetimi altındadırlar.
Böyle değilse sahipsiz bir ülkede yaşıyoruz demektir. Özelliklede Başbakan'ın şikayetçi
konumunda olması düşündürücüydü. Başbakanın amacı, herhalde Alman vakıflarının Türkiye’de
yasaklamak ve Alman ajanlarını sınırdışı etmek değil, sadece aba altıntan sopa göstermek ve bazı
odaklara mesaj veya gözdağı vermekti. Gemi azıya almışlardı, dur denmesi gerekiyordu.
-
Başbakanın delillerinin ne olduğunu bu kitabı okuduktan sonra daha iyi anlayacaksınız.
2002 de faili bir meçhul suikasta kurban giden Doç.Dr Necip Hablemitoglu Alman vakıfları
meselesini gündeme taşıyan ve bu konunun üzerine giden ilk isimdir. Hablemitoğlu, bugün en
çok adı geçen Friedrich Ebert Vakfı başta olmak üzere belli başlı 6 Alman vakfının Türkiye'deki
bazı siyasi kuruluşlara ve PKK'ya akıttığı paraların izini sürüyordu. Hablemitoğlu'nun Alman
vakıflarıyla ilgili çıkan kitabı, Alman istihbarat kuruluşlarını alarma geçirmiş ve daha sonra
ortaya çıkan belgelerde “Kitaplarının mutlaka raflardan indirilmesi gerektiği” üzerinde
durulduğu belirtilmişti. Hablemitoğlu öldürüldüğü 18 Aralık 2002 tarihinden 6 ay önce Alman
istihbaratları BND ve BKA çalışanlarının hazırlamış olduğu raporda, “Hablemitoğlu'nun Alman
vakıflarını ve şirketlerini araştırdığı ve bu konuda çıkan kitabının da raflardan mutlaka
indirilmesi gerektiği” şeklinde geçiyordu. Hablemitoğlu'nun hem bu bilgiyi hem “sıcak takipte”
olduğunu yakın çevresine aktarmıştı. Cinayetten sonra soruşturma bu yönde bir süre devam
etmiş, daha sonra Alman vakıfları konusu soruşturma kapsamından çıkartılmıştı. Ergenekon
soruşturmaları başlayınca Hablemitoğlu dosyası da yeniden önem kazandı.
Hablemitoğlu, öldürülmeden bir yıl önce yayımladığı “Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası”
adlı kitabında, “Konrad Adenauer Vakfı, Körber Vakfı, Alexander von Humboldt Vakfı,
Friedrich Ebert Vakfı, Friedrich Naumann Vakfı, Heinrich Böll Vakfı, Hans Seidel Vakfı
özellikle dikkat çekenleridir” diyor ve Alman Orient Enstitüsü, Goethe Enstitüsü, Alman Kültür
Merkezi, Georg Eckert Enstitüsü, Fian Örgütü'nün Türkiye'deki faaliyetleri ve hibe
politikalarının mutlaka izlenmesi gerektiğini vurguluyordu.
Hablemitoğlu, CHP ile Ebert Vakfı arasındaki ilişkiden de ilk bahseden araştırmacılar içindeydi.
Hablemitoğlu kitabında şu bilgileri veriyordu: “Bu vakfın bilinmeyen faaliyetleri bilinenlerin çok
çok üzerindedir. Örneğin, 24 Haziran 2001'de, Türkiye'ye gelen Almanya Adalet Bakanı Herta
Daubler-Gmelin ile ‘özel' Türk vatandaşı arasındaki ‘özel enformasyon' görüşmesini, Friedrich
Ebert Vakfı'nın Türkiye Temsilcisi Hans Schumacher organize etmiştir. TÜSES Genel Sekreteri
ve CHP Beşiktaş İlçe Örgütü üyesi Nilüfer Mete'nin de aralarında bulunduğu kişiler ile Alman
Bakan'ın görüşmesi Alman Konsolosluğu'na ait Tarabya'daki Konukevi'nde gerçekleşmiştir.” (6)
Hablemitoğlu, Alman hükümetinin söz konusu vakıflara doğrudan bütçe ayırdığını ve milyar
euroları bulan bu bütçelerin önemli bir kısmının Türkiye'de hibe yoluyla kullandırıldığını da ilk
olarak belgeleriyle yazan isimdi. Hablemitoğlu neredeyse dağa çıkan her PKK militanının bu
vakıflar tarafından maaşa bağlandığını belirterek, söz konusu hibelerin birtakım sivil toplum
kuruluşları ve belediyeler vasıtasıyla örgüte ulaştırıldığını da dile getiriyordu. Hablemitoğlu
cinayetinde bugün Çeçenlere yönelik Rusya'nın yaptığı yargısız infazların bir benzerinin
yapılmış olabileceği üzerinde de duruluyordu. Hablemitoğlu cinayetinden 3 gün önce Alman
BND bağlantılı 9 kişilik GSG9 timinin İstanbul'a geldiği, bu timin Havaalanı'ndan diplomatik
pasaportlarla giriş yaptığı öne sürülüyordu. Ayrı timin Hablemitoğlu öldürüldükten iki gün sonra
gizli bir biçimde Türkiye'den ayrıldığı tespit edilmişti. O dönem bu grubun Türkiye'ye neden
geldiğinin üzerine gidilemedi. (7) Ankara’nın eli Almanlara karşı hep zayıf oldu.
Alman Vakıflarının faaliyetlerini dile getiren en yetkili ağızlardan biriside eski başbakanlardan
Bülent Ecevit idi. Ecevit, 1991'de DSP Genel Başkanı olarak yaptığı bir açıklamada, CHP Genel
Başkanı iken bu vakıfların kendisine de para teklifinde bulunduğunu ifşa ediyordu: Bir yabancı
Vakfın şube yöneticileri, ellerinde bir çanta dolusu parayla bana geldiler. O zaman yanımda
başkaları da vardı. Bana uluslar arası Sosyal Demokrat hareketi adına yardım etmek istediklerini
-
söylediler. Sonra da çantayı açıp parayı ortaya koydular. Ben hemen cevabını verdim. Böyle bir
yardımın kanuna aykırı olduğunu söyledim ve teklifi reddettim. (8)
Necip Hablemitoğlu’nun kitabında, onu mezara götüren okkalı satırlarda şunlar yazılıydı:
“Alman İstihbaratı Bundesnachrichtendienst (B.N.D), II. Dünya Savaşı sonrasında en az C.I.A.
ve Mossad kadar özgün bir yapılanmayla ortaya çıkmıştır. Örneğin, “askeri istihbarat”, “sanayi-
teknoloji istihbaratı”, “karşı istihbarat” gibi klasik uğraş alanlarının yanısıra, Doğu Almanya ile
bütünleşme dahil her alandaki stratejilerinin oluşturulmasında ve hayata geçirilmesinde; doğu
blokundan göçmen getirtilmesinde önemli görevler üstlenmiştir. Bölgedeki güç dengeleri
arasında ikili oynamak konusundaki ilk başarı da, 1972’de Münih Olimpiyatları sırasında Sovyet
Hükûmeti’nin tahrik edilmesi ve sonucunda oluşan tepkinin “Sovyetler Birliği’ni Öğrenme
Enstitüsü”nün kapatılma gerekçesi olarak kullanılması ile sağlanmıştır. Böylece, A.B.D.’nin
onayı da alınarak doğu bloku ile ilişkiler yoluna konulmuştur. Daha sonra ekonomik ve siyasal
açıdan ağırlığını iyice hissettiren Almanya; A.B.D. ve İngiltere gibi ülkelerden bağımsız
stratejiler geliştirmiştir. Örneğin, batılı müttefiklerine rağmen İran’la askeri-ticari ilişkilerin
geliştirilmesi; Birleşmiş Milletler ambargosu öncesi Libya ve Irak’la askeri-ticari ilişkilerin
sürdürülmesi; özellikle Irak’daki muhalif kürt gruplarına ülkesinde kucak açıp destek sağlarken,
Irak yönetimine Halepçe katliamında kullanılan Hardal Gazı başta olmak üzere her türlü
kimyasal ve konvansiyonel silâh ve askeri amaçlı elektronik araç ve gereçleri satması gibi.
Alman İstihbaratı BND, “arka bahçe” olarak nitelendirilen ve ekonomik açıdan “hayat alanı”
kabul edilen Yugoslavya, Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk, Makedonya, Moldova, Ukrayna,
Beyaz Rusya, Estonya, Letonya, Litvanya, Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan,
Tacikistan, Türkmenistan, Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti, Afganistan, İran, Türkiye
ve Irak gibi ülkelerin yeraldığı geniş bir coğrafyada, Alman Devleti’nin çıkarlarını koruyup
kollama görevini fonksiyonel biçimde yerine getirmektedir. Klasik istihbaratçıların yanısıra,
ilgili tüm ülkeler hakkında “key-man’s” niteliğinde özel olarak hemen her alanda, örneğin
filolog, tarihçi, araştırmacı-gazeteci, antropolog, sosyal antropolog, arkeolog, sosyolog,
mühendis, çevreci, insan hakları uzmanı, sanatçı, sanat tarihçisi, ruhban, asker, demografi
uzmanı, tıpçı, ziraatçı, siyaset bilimcisi, halkbilimci, jeolog gibi farklı meslek dallarına mensup
elemanlar da istihdam edilmektedir. A.B.D.’nde Jamestown Vakfı, Hoover Enstitüsü gibi
akademik nitelikli kuruluşların örneklerine, Almanya’da Humboldt Vakfı ve Üniversitesi,
Osteurope Enstitüsü, Gettysburg Koleji, Bamberg Üniversitesi gibi çok sayıda “ilişkili”
akademik kuruluşlarda rastlamak mümkündür. İstihbarat servisi veren masum görünüşlü
vakıfların yanısıra, tıpkı A.B.D. ve İngiltere’de olduğu gibi sözkonusu servisler tarafından
kurdurulan ve yönetilen-yönlendirilen sivil toplum örgütleri, Almanya için de aynen ve de
fazlasıyla sözkonusudur. Başta İnsan Hakları olmak üzere, azınlıklar, göçmen ve mültecilik
konularında bu servisler ve bağlantılı vakıflar, enstitüler ve sivil toplum örgütleri birbirleriyle
sürekli paslaşmakta; enformasyon alışverişinin yanısıra birbirlerini de sürekli yakın takip altında
tutmaktadırlar. Alman Servisi BND’nin, A.B.D. ve İngiliz Servislerinin nitelikli profesyonel
kadrosuna oranla daha fazla “gönüllü” elemana sahip olmasının temelinde, bu toplumun adeta
genlerine işlemiş milliyetçilik duygularının ve de bilincinin yattığını kabul etmek gerekir. Aynı
duruma İsrail’de de rastlamak mümkündür. İsrail’de de tüm Yahudilerin -ister A.B.D., ister
Rusya Federasyonu ve isterse de dünyanın herhangi bir yerinde yaşasın- birer doğal Mossad
elemanı olduğu kabul edilir. Nasıl Yahudiler için Mossad’a çalışmak ve görev verildiğinde
sorumluluk üstlenmek ve yerine getirmek bir ulusal onur-dinsel vecibe olarak kabul ediliyorsa,
aynı durum Almanya için de daha yumuşatılmış olarak böyledir. Ancak, Almanya, profesyonel
-
istihbaratçıların yanısıra, yukarıda da belirtildiği gibi akademisyenlerden, gazetecilerden ve de
avukatlardan fazlasıyla yararlanmaktadır. Alman Servisi, adeta küçük bir avukat ordusuna sahip
bulunmaktadır. “Hayat Alanı” ya da “Arka Bahçe” olarak nitelendirilen hedef ülkelerdeki
azınlıkların her türlü legal-illegal ve hatta terörist örgütlerinin temsilcilerine, militanlarına kendi
ülkesinde yaşama hakkı tanımaktadır. Bu iş için Kiliselerden Mason localarına kadar pekçok
kuruluşu ve özel olarak oluşturulan yardım (!) amaçlı sivil toplum örgütünü (NGO) kamuflaj
olarak kullanan Alman Servisi, buralarda “ajan” olarak kullanabilecekleri işbirlikçileri saptama
ve yetiştirme fonksiyonunu yerine getirebilmektedir. Keza, hedef ülkelerdeki yetenekli, gelecek
vaad eden ve Almanya’ya karşı önyargısı bulunmadığı anlaşılan politikacıların, özellikle de etnik
ve dinsel sorunu mevcut olan politikacıların yanısıra, genç akademisyenlere de akademik
nitelikli burs dağıtan vakıflar yolu ile deyim yerinde ise “çengel” atılmaktadır. Aynı şekilde,
hedef ülkelerin üniversitelerinde paraya zaafı olan yetenekli akademisyenlere, o ülkenin “aile
yapısı”, “toplumsal sorunları”, “dinsel farklılıkları”, “azınlıkların kültürel özellikleri”,
“bölgelerarası ekonomik farklılıklar”, “insan hakları” gibi doğrudan dikkat çekmeyecek ama
sosyal-siyasal ve kültürel istihbaratta kullanılanılan verilerin elde edilmesini sağlayacak bilimsel
projelere destek sağlanmaktadır. Saptanmış eleman adaylarına belli bir yönlendirme sürecinin
sonunda gereksinim duydukları alanda her türlü destek sağlanmaktadır (tıpkı A.B.D. ve
İngiltere’de sözkonusu olduğu gibi). Almanya’da yaşayan yabancılardan sözkonusu standarda
sahip olan, bir başka deyişle nitelikli gençlere aynı yolla “çengel” atılırken, kontrolünde güçlük
çekilen ama işe yarayan militan-teröristler de avukatlar aracılığıyla sevk ve idare edilmektedir.
Örneğin, kabul edilebilir eylem sınırlarını aşan, Alman Devletine ters düşen ya da dıştaki imaj
açısından tutuklanması gerekenler, gözaltına alınmakta; sonra da bağlantılı avukatlar devreye
sokulmaktadır. Gözetim süresinde pazarlık ve yönlendirme yapıldıktan sonra, tutuklananlar
kontrollü olarak ama Alman Servisinin denetiminde serbest bırakılmaktadır. Hiç bir ülke
Servisinde bulunmayan bu kadar çok avukat, Alman “Derin Devleti”nin karakteristiğini
oluşturmaktadır.” (9)
Ünlü eski MİT mensubu Mehmet Eymür, faili meçhul kalan araştırmacı Necip Hablemitoğlu
cinayeti ile Danıştay baskınındaki ilginç bağlantılara dikkat çekiyordu: Hablemitoğlu, askeri
ihalelerle ilgili bilgi sızdıranca Ergenekon'un hedefi haline gelmiş olabilir... Hablemitoğlu
Almanların ve Alman vakıflarının Türkiye üzerindeki faaliyetlerini açığa çıkaran yayınlar
yapıyordu. Görünen hedefi, Almanların Türkiye üzerindeki etkinliğini kırmaktı. Ben o yayınların
hiçbir zaman Hablemitoğlu'nun kendisi tarafından kaleme alındığını sanmıyorum. Çünkü onu
aşan bilgiler vardı ve yazılar, resmi yazışma dilini andırıyordu. (10)
Yine de teşekkürler Necip! Almanların maskesini düşüren bu cesur ve gözüpek yaklaşımın,
analizin olmasaydı, belki bu eseri yazmazdım. Alman derin devletinin ekonomi ayağı çok
güçlüdür. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Amerikan sermayesiyle iç içe giren Alman tekelci
sermayesinin bir ayrılış sürecine girmiş olması Kılıç’ın sonunu getirebilir. Bu gelişmenin en
medyatik olanı 2009’da Daimler-Craysler ayrılığı ile yeni gerçekleşen Opel-General Motor
ayrılığıydı. Bu süreç ekonominin diğer alanlarında da yaşanıyor. Alman sermayesi artık
Amerikan ekonomik altyapısını “irreel, hantal ve yeni dönemin yeni ihtiyaçlarına uygun”
bulmuyor. Bu gelişme gelecekte Avrupa Birliği'nin özerk politikalar uygulaması durumunda,
ortak şirketler üzerinden Amerika'nın Avrupa'ya müdahale etme şansını elinden alıyor. Burada,
Bush yönetiminin Irak'a askeri müdahalesine Berlin hükümetinin açıktan muhalefeti sonrasında,
General Motors'un Avrupa'daki bazı üretim merkezlerini kapatacağını açıklamasıyla yaşanan
-
infiali hatırlamak gerekiyor. Almanya, ülkesindeki Amerikan askeri sayısını inanılmaz oranda
azalttı. Bir diğer dikkat çeken gelişme de, şimdiye kadar dünya ekonomisinin Suudi
sermayesinin Amerika'ya gittiği yönündeki ezberin de bozulma eğilimine girmiş olmasıydı.
Suudi Arabistan kraliyet ailesi 2.5 milyarlık bir başlangıç sermayesiyle Daimler'e ortak oldu.
Almanya’ya 2001’den beri 250 milyar dolar Arap parasının aktığı, açıklanmayan bir gerçek.
Alman basını, büyük şirketlerin, Arap petrol zenginleriyle ortaklık pazarlığı haberleriyle
doluydu. Gerçekten de Alman Ekonomi Bakanlığı bu süreci koordine etmek amacıyla, bakanlık
bünyesinde bir özel masa kurmuş bulunuyordu. Petro-Dolar'ın Amerikan piyasasından çekilerek,
yeni alanlar aramaya başladığı, burada da yüksek teknoloji ve altyapıya sahip Alman
şirketlerinin cazibesinin arttığını söylemek mümkündü. Ortadoğu'da siyasi itibarı yüksek olan
Almanya açısından bu gelişmenin Amerika ile rekabette önemli siyasi sonuçlar doğuracağı
açıktı. (11) Almanya’nın Amerikan çıkarlarına hizmet eden Kılıç’tan kurtulma kararı alması
halinde Ergenekon sürecinde olduğu gibi ortaya kirli Alman bağırsakları dökülebilirdi. Almanlar,
Kılıç’tan kurtulma savaşı vermezse bağımsız devlet olmazlardı. Türkiye’nin Ergenekonla
mücadelesi onlar için en güzel modeldi.
Türkiye, elbette Almanya ile ilişkilerini bozamazdı. Ancak Türkiye nereye aittir, AB’ye girmek
gereksiz midir, Almanlardan artık umudu kesmeli midir sorularını kendine sormalıdır; belki de
AB’ye girmeden kendi doğru bildiği yolda ilerlemesinin daha yararlı olacağı sonuca varabilir.
Nitekim kısa adı “TAVAK” olan “Türk Alman Eğitim ve Bilimsel Araştırmaları Vakfı”nın
birbirinden zengin içerikli, bilgi dolu yaptığı yayınlar, Türkiye’nin eksenini belirlemesine ışık
tutuyor. 2011 yılına ait raporlara imzasını atan Prof. Dr. Faruk Şen, Almanya’yı en iyi bilen
akademisyen ve aydındır. Vakfın merkezi İstanbul’da bulunuyor. Avrupa Birliği ile Türkiye
arasında sürdürülen “Katılım Müzakereleri” ve “Müzakerelerin Geleceği”ne TAVAK yararlı
katkılar sunuyor. AB ile ilgili doğru ve güvenilir bilgiler ile dokümanları AB Haber ve AB
Vizyonu siteleri ile Avrupa Birliğinin kendi sitesinden takip ediyorum. AB’de Euro’nun geleceği
artık tartışılıyor. Daha evvel bazı Alman iş adamları bazı öneriler ortaya atmış ve gelecekte
Euro’nun “Kuzey-Euro” ve “Güney-Euro” adları altında iki ayrı para birimi şeklinde yürürlüğe
konması olasılığını gündeme getirmişti. Alman derin devleti ve Kuzey Avrupa ülkeleri, Güney
Avrupa ülkelerine güven duymuyordu. AB’ye girdiği 1980 yılından beri 107 Milyar Euro hibe
alan Yunanistan gibi asalak ve şımarık ülkeleri artık sırtlarında taşımak istemiyorlardı. Avrupa
Birliği’nin batak ülkeleri olan Yunanistan, İtalya, İspanya ve Portekiz, hep güney yarıdandı.
Belçika orta batıda, İrlanda ise İngiltere’nin batısında yer alan ve ekonomisini şişirilmiş inşaat
sektörüne dayamış, başka göze çarpan bir endüstrisi bulunmayan bir ülkeydi. İnşaat sektörü
batınca, İrlanda da onunla beraber battı. Avrupa Birliği İrlanda, Yunanistan, Portekiz ve
İspanya’yı nasıl kurtarayım diye düşünürken 2012 yılında genişleme için öngördüğü
Hırvatistan’dan sonra 2014 yılında da Sırbistan gibi Balkan ülkelerini de tam üye yapmanın
kararlılığı içindeydi.Türkiye Türk diasporasını yönetmeye karar vererek doğru olanı yapıyordu.
AB, vize konusunda Türkiye’nin önüne 1959 yılından beridir yüksek duvarlar koyarken, 2011’de
Arnavutluk’a vizeyi kaldırdı, Rusya ve Ukrayna’ya da vizeyi kaldırmanın hazırlığını yapıyordu.
Yapılan gelecek bütçe planı ise geleceği adeta bize söylüyordu. 2014-2020 yılları için öngörülen
Avrupa Birliği’nin 7 yıllık bütçesi içinde Türkiye ile ilgili herhangi bir kalem ve ifade yoktu. Bu
da, Türkiye’nin AB’ye katılabileceği en erken tarihin 1 Ocak 2021 olabileceği anlamına
geliyordu. Tabii bu öngörünün de geçerliliği ancak, o tarihte Avrupa Birliği diye bir oluşumun
hala yaşıyor olmasına bağlıydı. Şahsen 2020 yılını görmeden AB’nin dağılacağını öngörüyorum.
-
Çünkü Almanya, Kılıç’ıer veya geç tasfiye edecek ve sadece Almanya’yı kurtarma odaklı planlar
yapacaktır. Türkiye 2014 yılında Avrupa Birliğine tam üye olabilseydi, bütçesinin AB’den
alabileceği toplam katkı 2 milyar Euro’yu hiçbir zaman geçemeyecekti. Yunanistan’ın 1980-
2008 yılları arasında AB’den 107 milyar Euro hibe aldığı ve kaynaklarında artık sonuna
gelindiği dikkate alınırsa, Türkiye için Avrupa Birliğine girişin hiç bir kazanımı olmayacağı, gün
gibi aşikârdı.
Türkiye’nin geleceği, bu önümüzdeki on yılda, gerçekte AB yerine, İngilizce adlarının baş
harflerinin yan yana yazılımı ile “BRIC” olarak tanımlanan Brezilya, Rusya, Hindistan ve
Çin’den oluşan dünyanın yeni ekonomik devleri arasında gözüküyordu. Bölgeselbir güç olark
yükselen Türkiye’nin Almanya ve AB’ye ihtiyacı yoktu. Ekonomik ve siyasi bağımsızlığını
Frankfurt ve Brükel’e veremezdi. Zaten İran’ın nükleer çalışmaları ile ilgili olarak Türkiye ve
Brezilya ortak bir adım atmışlardı. Türkiye’nin dünya üzerindeki siyasi ve ekonomik konumu
değiştikçe, Kıbrıs konusunun çözüm şekli de birlikte değişime uğrayacaktı. Kıbrıs konusunda
AB’nin çözüm parametrelerinin ve perspektifinin Ankara’nın AB yolunu tıkamasıyla, yıllar
içinde Türkiye’nin küresel olarak ekonomik ve politik güçlenmesine paralel olarak, köklü bir
eksen değişikliğine gidileceği neredeyse kesindi. (12)
Sonunda Almanya’da Neo Nazilerin 88 kişilik ölüm listesi ortaya çıktı. Listede bazı Alman
politikacıların yanı sıra Türk örgütlerinin önde gelen isimleri de vardı. Almanya’da yıllarca
TAM’ın başında olan Prof. Faruk Şen , NTV’ye 17 Kasım 2011’de yaptığı açıklamada,
cinayetlerin Alman derin devletinin işi olduğunu söyledi ve ölüm listesine dikkati çekti.
Prof.Şen, şu noktaları vurguladı: Almanya’da Neo Nazi saldırılarının tarihi eskidir. Mölln ve
Solingen’de Türklere saldırılar ve kundaklama olayları hala hatırdadır. Burada toplam 7 kişi
ölmüştü. 2008’de meydana gelen Ludwigshafen yangınında Neo Nazi kuşkusu gündeme gelmiş,
ancak dosya örtbas edilmişti. Şimdi bu çete bağlamında bu dosya yeniden açılıyor. (13)
İtalya’dan başlayan Gladyo temizliği Almanya’da henüz yapılamadı. Ergenekon süreci
başladığında ve yeraltından gizli silahlar, çeşitli mekanlara saklanmış cephaneler bulunduğunda,
‘Dünya’da artık Gladyo’nun tarihte kaldığı, NATO’nun bu tip yapılanmalardan vazgeçtiği,
bunların komplo olduğu’ savunması yapılmıştı. Ancak devam eden hukuk sürecinde toprak altı
cephaneliklerin hiç de öyle eski zamanlardan kalma olmadığı ortaya çıkmıştı. Almanya’da ortaya
çıkan durum ise, Gladyo’nun sadece Türkiye’de değil Avrupa’nın kalbinde bile hala var
olduğunu ortaya koydu. Örgüt kendisini yok etmiyor sadece şekil değiştiriyordu. Gladyo üzerine
en ciddi çalışmayı yapan Danielle Ganser’in ‘NATO’nun Gizli Orduları’ adlı kitabında, ABD
Genelkurmay Başkanlığı’nın 28 Mart 1949’da genel stratejik konseptler isimli belgesinde
Almanya’nın hem yeraltı hem de Secret Army Recerves (gizli ordu güçleri) Stay-Behinds Units
(Cephe Arkası Güçleri) için mükemmel yetişmiş eleman potansiyeli olduğu belirtilmişti. Aynı
kitapta Ganser, Türk gladyosu için ise bütün yapılanmalar içinde en kanlı, tehlikeli ve halen
çözülememiş olduğunu belirtiyor. Alman Gladyosu’nun adı: BJD (Bund Deutscher Jugent-
Alman Gençlik Birliği). (14) Bu yapılar tasfiye edilmiş gibi görülse de tıpkı Türkiye’de olduğu
gibi farklı biçimlerde kendilerini revize ederek varlıklarını sürdürüyorlardı. Kritik zamanlarda
ortaya çıkarak derin yapılar adına cinayet-kundaklama-infial benzeri olayları kolaylıkla
gerçekleştiriyorlardı. Yunanistan’ın mali krizini üstlenen ve zor günler geçiren Almanya’da
oluşan istikrar sarsılması BJD için oldukça uygun bir ortam olarak değerlendirilmişe benziyordu.
Avrupa Parlamentosu 1990’da İtalya’daki gibi Gladyo benzeri yapılanmaların ulusal meclislerce
-
araştırılmasını ve hukuki sürecin işletilmesini istemişti. Ancak bu neredeyse hiçbir ülkede
başarılamadı.Almanya’da, Türkiye’de ve diğer ülkelerde adı değişse de Gladyo olarak anılan bu
yapılanmaların temelini Özel Harpçiler/Gayri Nizami Harpçiler oluşturuyordu. Bunlar genel
olarak istihbarat ve askeri birimlerin güdümünde oluyor ve sivil güçlerle iç içe oluşturuluyordu.
Türkiye’de ulusalcı reflekslerin uzun bir emek harcanarak harekete geçirildikten sonra, tam
olarak ne yaptığının farkında bile olmayan bir çocuğa Rahip Santoro’nun kurşunlatılması neyse;
Almanya’da dönerci cinayeti olarak adlandırılan olaylarda Türklere yapılan oydu. Türkiye’de
ulusalcılık denilen refleksle bu yaptırılırken Almanya’da etnik reflekslerle gerçekleştiriliyordu.
Fark sadece buydu. İki ülke arasındaki diğer benzerlik de bu yapıların yok edildiğine yönelik
yaygın hale getirilen kanaatin tuzağına düşmeydi. Türkiye’de önce Susurluk sonrası şimdi
Ergenekon sonrası bu kanaat pompalanıyordu. Ama Gladyo’nun kalbine girilmediği müddetçe,
eski yapılar tasfiye olup yerine yenileri gelecekti. Ülkemizde Özel Harbe bağlı yapının toplamda
10 bin kişiden oluştuğu belirtiliyordu. Almanya’da aynı tuzağa düştü. Neo-Nazilerin tamamen
bitirildiği düşünülürken, ülkedeki bütün istihbarat ve askeri yapılanma ABD-İngiltere ve NATO
tarafından kuruldu. Irkçı akım istenildiği an istenildiği biçimde yükseltilebilir ve Almanya’nın
üzerine çökmek için kullanılabilirdi. Türkiye Ergenekon davasıyla konuyu hiç olmazsa “hukuki”
çerçeveye çekerek önemli bir adım attı. Almanya henüz bu noktadan oldukça uzaktaydı. Alman
yargısı hızla bu adımı atmalıydı. Türkiye ise Ergenekon davasının ötesine geçerek, Gladyo
benzeri yapılanmaların temelini/yaşam alanlarını yok edecek Anayasa sürecini tamamlamalıydı.
Aksi takdirde kendisini yeraltında ve örtülü biçimde revize edecek Türk Gladyosu, ilk uygun
konjonktürde daha çetrefilli ve mücadele edilmesi zor yöntemlerle geri dönecekti. Almanya'daki
8 Türk'ün öldürülmesi Neo-nazilerin basit bir ırkçılık cinayeti değildi. Soğuk savaş sonrası
bitmeyen ve kendini revize ederek hayatta kalan Derin Gladyo'nun işiydi. (15)
‘Dost acı söyler’ derler, ama sanki AK Parti hükümeti, 12 Haziran 2011 seçimindeki zaferin
ardından hızla ANAP’laşmaya başladı. Ergenekon ve Balyoz davaları savsaklanıyor ve süratle
‘Yeşil’leşen ve formasyon değiştiren Ergenekon ahtapotunun uzlaşma girişimlerine kanılıyordu.
Avı tavukları yemek isteyen tilkinin mübarek gözükmek için hacca gitmesi misali, Ergenekon
ejderhasının zeytin dalına güvenilip, ipleri gevşetiliyordu. İktidar sarhoşluğuna kendini fazla
kaptıran bazı devlütlü dostlarımız, ustalık döneminde parsa toplamayı, makam kapmayı, ihale
takipçiliğini, illegal zenginleşmeyi, adam kayırmayı ve zevkü sefayı zirveye çıkardı; tıpkı
ANAP’ın son dönemi gibi devleti babasının çiftliği sanıp tıksırıncaya kadar yeme
telaşındaydılar! Kendisine güven duyulan bu dostların bazıları, kurdun ağacı içerden yemesine,
çakalın, akbabanın leş sevdasına, yılanın yemeden önce avını etkisiz hale getirip zehrini
akıtmasına göz yumuyorlardı. Akrebin huyudur sokar, köşeye sıkıştırılan kedi tırmalardı. İş ehil
olana verilmiyordu. ‘Bizdendir, liyakatlı değilse bile koy gitsin orada liyakat kazanır’ tavrı,
iktidardan yıkılışın başlangıç emaresiydi. Maske değiştiren kobralara geçit verirseniz, sizi
pohpohlayanlara güvenir, size sonsuz kredi sunanları yüzüstü bırakırsanız, sonunuz hüsran
olurdu. Polis dursun diyen elçi ( Bülent Arınç) ve diğer aracılar krediyi tüketiyorlardı!
Ergenekon ejderhası henüz çökertilmedi, beş bin operasyonel elemanı sahada, beş binde elit
yönetici masa başında dört gözle tökezlemenizi bekliyordu.
Aktif Haberde, gazeteci ve yazar Yusuf Gezgin şunları yazdı: Hayatı boyunca dipçik yemiş,
asker korkusu yaşamış iktidar sahipleri, askerler kendilerine topuk selamı verip, karşılarında
hazırola geçince böyle bir zehaba kapılmış olabilirler. Yakın çevrelerini sarmış Ergenekon
kırıntısı siyasetçiler de bu doğrultuda konuşup, “artık bu askerlerle, Ergenekoncularla
-
uğraşmayalım; tehlike geçti. Daha fazlası orduyu yıpratmak olur” diye akıl verince, Sultanı
şahanelerimiz Ergenekon denen örgütün bittiğine ve derin yapıların damarlarımızdan,
bağırsaklarımızdan bile temizlendiklerine inanabilirler. Bir ameliyat yaptık ve bağırsaklar
temizlendi diye düşünebilirler. Ama bağırsaklarda kanser varsa bir ameliyatla temizlenmez. Bir
süre sonra yeniden ve daha güçlü nüksedebilir. (16) Bana sorarsanız, (Gezgin gibi
düşünüyorum): Ergenekon temizlenmiş veya çökmüş değil. Ergenekon’da temizlenenler, içeriye
tıkılanlar sadece derin örgütün, kripto yapının bazı ortaboy icracılarıdır; operasyonel
elemanlarıdır. Ama hala bu derin, sinsi yapının beyni ayaktadır. Stratejistlerinden,
teorisyenlerinden, esas oğlanlarından kimse tutuklanıp içeriye tıkılamamıştır.
Masanın etrafında olduğundan şüphelenilen bazıları yurt dışına kaçmış ise de, asıl masanın
başını tutanlar hala ülkededir; taktik hareketlere devam etmektedirler. Ancak stratejilerinde bir
kısım temel değişiklikler olmuştur. Bundan sonra daha uzun soluklu planlarla, daha sinsi, örtülü,
sureti haktan görünen, daha münafıkça taktiklerle ve stratejilerle ilerleyeceklerdir. Bu yapıya
hükmeden zevat ve güruh, artık Türkiye’de pek çok dengenin değiştiğinin, Kemalist formlarla,
laik ayaklarla oyun kuramayacaklarının, alan kazanamayacaklarının farkındadırlar.
Eskiden bu derin kripto ekip biraz münafıkça, ama daha çok kafirce hareket etmekte ve millete
ve değerlerine açıktan cephe almaktan, hakaret etmekten çekinmemekte idiler. Artık derin
yapıların temel taktiklerinde, stratejilerinde, jargonlarında büyük değişiklikler olmuştur. Bundan
sonra cepheden değil, yandan vurma, dışarıdan değil, içeriden çökertme, dost görünüp çakma,
dostlarla vuruşturarak enerjisini tüketme, bol nifak üreterek iç dengelerle oynama, ahlaki,
mali zaafları kullanarak teslim alma gibi yeni taktikler denenecek ve uygulanacaktır. Bütün
bunlar gayet muhafazakar, hatta dindar tavırlar içine girilerek yapılacaktır. Ergenekon’un
icracıları ve uygulayıcıları farklı isimlerdir. Ergenekon’un ve derin yapının beyni, özellikle
taktikler geliştiren, Ergenekoncu askerlere emirler veren sivil beyinleri neredeyse tam kadro
dışarıdalar. Şu anda onlar yeni Türkiye’ye, mevcut şarlara uyum sağlamakla meşguller. Kabuk
değiştiriyorlar. Yeni dönemde hangi zarfın ve kabuğun uygun olacağı, hangi renklerin makbul
olacağı noktasında fikir jimnastikleri yapıyorlar. Yeni stratejilerini daha kurmadılar ve devreye
sokmadılar. “Kara Kuvvetler” sanılan birkaç yüz kişiyi Silivri’de toplamakla karanlık yapı
çökmüyor. “Beyaz Kuvvetler” denilen başka bir kesim, gerekmedikçe silah kullanmayan, daha
çok toplum içinde etkin olan ve toplumu, toplumsal kesimleri manipüle eden elemanlar. Bunlar
toplumda meslek sahibi, etkin, itibarlı; ama derin yapı hesabına organize edilmiş ve çalıştırılan
kimseler; yani gazeteci, yazar, milletvekili, siyasetçi, doktor, öğretim görevlisi, din adamı,
avukat… Ergenekon denilen yapının sadece bir kısmı içeriye alındı. Bu tür yapıların en tepesinde
olan ve Ergenekon’a da hükmeden gayrı milli, kriptolar kontrolündeki derin yapı ise hepten
duruyor. Ergenekon ne çöktü ne de göçtü. Bir kısım ortaboy elemanları hariç hepsi ayakta ve
hepsi duruyor. Beyin takımı duruyor. Ayak takımı da “Beyaz”ıyla “Siyah”ıyla aynen duruyor. Şu
anda Ergenekon ve ona hükmeden derin yapı toplumdaki değişime paralel kendini yeniden
yapılandırıyor. Bir metamorfoz geçiriyor, şekil değiştiriyor. Kendisini muhafazakar (!)
Türkiye’ye uydurmakla meşgul. Eğer mevcut iktidarda veya Türkiye’de bir tökezleme, bir
sürçme olursa, hiç şüpheniz olmasın derin yapı ve Ergenekon aynen koruduğu beyniyle ve siyah-
beyaz kuvvetleriyle alana iner ve Türkiye’ye yeniden kabuslar yaşatabilir. Türkiye’nin fazla
büyümesi dış odakları, Almanya, Fransa ve İsrail’i rahatsız ediyor, bu nedenle iç ve dış yeni
komplolara hazırlıklı olalım. Almanya’yı sosyolojik olarak tanıyıp alternatif bir tarih okumaya
bir sonraki bölümde hazırlanın…
-
GİRİŞ
Almanya Üzerine Sosyolojik Anekdotlar
Giriş kısmı biraz uzun yazdım, ünlü Alman düşünür Goethe’nin dediği gibi; “Uzun yazdığım için
hakkınızı helâl edin, kısa yazacak vaktim yoktu.” Bu bölüm, Almanları ve Almanya’yı yakından
tanımanızı sağlayacaktır. Gurbetçilerimizi Almanya ve Avrupa’dan kovma girişiminin tarihi
köklerini ve gerçek nedenlerini anlamınızı sağlayacaktır.
Avrupa kıtasında bulunan Almanya, Merkezî Avrupa bölgesindedir. Ülkenin başkenti Berlin,
uluslararası trafik plaka remzi “D”, Avrupa Birliği (AB) üyesi olduğu için para birimi “Euro”
(EUR)’dur (1 EUR = 100 Cent). Almanya, 357 bin 111 km² büyüklüğünde bir ülkedir. Nüfûsu
82 milyon 2 bin 356’dır. Almanya nüfûs bakımından dünyanın 13. büyük ülkesi, yüzölçümü
bakımından ise dünyanın 61. büyük ülkesidir. Yüzölçümü Türkiye’den daha küçük, fakat nüfûsu
Türkiye’den daha fazladır. Türkiye yüzünü Batı’ya, Almanya çatıya çevirmiştir; kiracılar çatı
katında otururlar. Türkiye’nin nüfûsu daha genç ve dinamik, fakat Almanya’nın nüfûsu daha
yaşlıdır ve devrini tamamlamıştır. Almanya’nın nüfûsu “selvi boylum”, Türkiye’nin nüfûsu “al
yazmalım”, Almanya’da yaşayan gurbetçilerin nüfûsu ise “selvi boylum al yazmalım”dır.
Gurbetçiler ne çekmişse Türkiye’de enflasyondan, Almanya’da entegrasyondan, yani
asimilasyondan çekmiştir. Gurbetçiler çok çalışkandır, karı – koca yıllarca çalışıp para
biriktirmişlerdir; koca makinaları, karı paspasları temizlemiştir; çok çok çalışıp çok çok para
biriktirmişlerdir, paralarını ne Hans’a, ne de Hasan’a koklatmışlardır fakat sonunda hepsini
Kombassan’a ve tabela İslami görünümlü şirketlere kaptırmışlardır. 30 milyar dolarlık bir
vurgun, hırsızlıktır bu. Gurbetçinin birikimleri çalınmıştır. Almanya’dakileri Alman devleti,
Türkiye’dekileri; Türk devleti ise, Türkiye’den Almanya’ya gelmiş gurbetçileri kazıklamıştır,
her iki devlet birden gurbetçileri öpmüştür! Almanya’nın kalbi Alanya’da, Türkiye’nin kalbi
Kreuzberg’de atmaktadır. Fazıl Say Türkiye’dekilerin korkusundan Alman’laşmış, Christoph
Daum da Almanya’dakilerin korkusundan Türk’leşmiştir. Gurbetçiler, yılda bir kez izin
yapmakta, ayda bir kez maaş almakta, haftada bir kez alışveriş yapmakta, fakat günde 20 kez
televizyon seyretmektedir; babalar oğullarıyla futbol maçı, anneler kızlarıyla pempe dizi
bakmaktadır. Almanlar hafta sonları balkonda uzanıp güneşlenmekte, gurbetçiler ise misafirliğe
gitmektedir; misafirlikte birlikte televizyon izlenmekte, iki paket çekirdek bitirilmektedir.
Almanlar’ın en sevdiği yemekler lahmacun ve döner kebab, gurbetçilerin ise Nutella ve Milch
Schnitte’dir. Yeni ehliyet alan Alman gençlerin arabalarında Tarkan CD’si, yeni ehliyet alan
gurbetçi gençlerin arabalarında ise Monrose CD’si çalmaktadır; ikisi bir araya geldiklerinde ise
ortak zevkleri olduğu için İsmail YK dinlemektedir.
Almanlar kahvaltılarını Türk çayıyla, gurbetçiler de Alman kahvesiyle yapmaktadır. Gurbetçiler
vatanı çok özlemekte, bu özlem konsolosluk önünde kuyruklar oluşturmaktadır. Gurbetçiler
-
oğullarını ve kızlarını Almanya’da büyütmekte, fakat Almanya’da büyümüş oğlanlara ve kızlara
kötü gözle bakmakta, Almanya’da büyümüş oğullarını ve kızlarını Türkiye’de evlendirmektedir;
Türkiye’den getirtilen damatlar parasızlık, Türkiye’den getirtilen gelinler ise yalnızlık
çekmektedir. Çocuklar babalarının, babalar kadınlarının, kadınlar da annelerinin sözünden dışarı
çıkmamaktadır. Almanlar çok çocuk yapanları takdir etmekte, gurbetçiler ise hor görmektedir.
Velhasıl uzatmaya gerek yok: Onlar biz olmuşlar, biz ise onlar. Burada herkes okula gitmekte,
insanlar okuma yazma öğrenmekte, fakat hiç okuyup yazmamaktadır. Burada insanlar az
evlenmekte, fakat çok boşanmaktadır; firma açan erkekler karılarını, Facebook adresi açan
kadınlar da kocalarını boşamaktadır. Türkiye’deki bütün günlük ulusal gazeteler burada da
çıkmaktadır; bu gazetelerimiz Türkiye’de “Türkiye Türklerindir” logosuyla, burada ise
“Almanya Hepimizindir” logosuyla çıkmaktadır. Bu gazetelerimiz Türkiye’de “başörtü
yasağını”, burada ise “başörtü özgürlüğünü” savunmaktadır; bu gazetelerimiz Türkiye’de “tek
dil, tek ırk, tek ideoloji” propagandası, burada ise “farklılıklar zenginliktir” propagandası
yapmaktadır. Almanya’nın durumu gittikçe kötüleşmekte, Türkiye’nin durumu da gittikçe
iyileşmektedir. Eskiden burada Almanlar gurbetçilere hava atmakta, gurbetçiler de memlekete
gidince Türkiye’dekilere hava atmaktaydı; şimdi ise burada gurbetçiler Almanlar’a hava
atmakta, memlekete gidince de Türkiye’dekiler gurbetçilere hava atmaktadır. Türkiye ileriye
gitmekte, Almanya geriye gitmekte, gurbetçiler ise iki ileri bir geri gitmektedir.
Almanlar kendilerine “Deutsch”, Almanya’ya da “Deutschland” derler. “Karl May des Orients”
(Doğu’nun Karl May’ı) tarafından kaleme alınan “Adını Arayan Coğrafya” kitabının 35.
sahifesinde yazıldığına göre “Deutsch” (Alman) kelimesinin kökeni, Eski Almanca’da “halk”
anlamına gelen “diota” sözcüğüdür. Gotça’daki “thiuda” ve Cermence’deki “theude” sözcükleri
de aynı anlamda kullanılıyordu. Almanya’nın ve Almanlar’ın isminin bugün dış dünyada
anılmasında, pekçok kişi farkında değildir ama, çok garip bir durum söz konusudur. Bugün bu
ülkede yaşayan kavmin ismi “Deutsch” (okunuşu Doyç) olup, bu kavim, tarihte yaşamış Cermen
ve Alman (Alaman) kavimlerinin soyundandırlar. Yani biz bunlara her ne kadar Alman, dillerine
Almanca, ülkelerine de Almanya diyorsak da, bunlar Alman değildirler. Cermenler ve Almanlar,
bunların atalarıdırlar. Fakat onlar tarihte kaldı, artık yaşamıyorlar. Şu anda burada “Deutsch”
(Doyç) kavmi yaşamaktadır ve bu kavim, tarihteki Cermenler’in ve Almanlar’ın soyundan gelen
kavimdir. Ancak bugün dış dünyadaki insanlar, bu kavmi kendi isimleriyle değil de, tarihte
yaşamış olan atalarının ismiyle anmaktadırlar. Bazı dillerde bu halk ve bu ülke, ataları olan
Almanlar’ın ismiyle anılırken (örneğin Türkçe’de “Almanya”, Arapça’da “Almaniye”,
Fransızca’da “Allemagne” gibi), bazı dillerde de bu halk ve bu ülke, yine başka bir ataları olan
Cermenler’in ismiyle anılır (örneğin Kürtçe’de “Cermenistan”, Yunanca’da “Ğermania”,
İngilizce’de “Germany” gibi). Oysa Almanlar da Cermenler de artık yaşamamaktadırlar; fakat
bugün yaşayan Doyç halkının atalarıdırlar. Aslında dış dünyada böyle ilginç bir muamaleye
maruz kalan tek ülke Almanya değildir. Meselâ İran da dış dünyada aynı muameleye tabi
tutulmaktadır. İran’ın Almanca’daki ismi “Persien”, İngilizce’deki ismi de “Persian” şeklindedir.
Almanca’da Farsça’ya ise “Persisch” denir. Halbuki Persler tarihte kalmış bir kavimdir ve şu
anda yaşamamaktadırlar. Bugün orada yaşayan halk Fars kavmidir ve dilleri de Persçe değil
Farsça’dır. Persler bunların atalarıdır. Persler de tıpkı Almanlar ve Cermenler gibi “En az 3
çocuk” kuralını ihlal ettikleri için Hakk’ın rahmetine kavuşmuşlardır. Aynim punun kibi,
Yunanistan’ın isminde de benzer bir karışıklık ortaya çıkmıştır. Burada da Yunan kavminin
Yunan, Elen ve Grek isimlerinden kaynaklanan bir farklılık göze çarpmaktadır. Yunanlar kendi
ülkelerini Elen ismiyle irtibatlandırarak “Ellás” diye anarken, örneğin Türkçe’de Yunan ismine
-
dayalı “Yunanistan”, İngilizce ve Almanca’da Grek ismine dayalı “Greece” ve “Griechenland”
isimleri kullanılmaktadır.
Almanya’nın iki denize kıyısı vardır. Bunlar, kuzeybatıda Kuzey Denizi, kuzeydoğuda ise Baltık
Denizi’dir. Almanya haritasını bir insan vücûduna benzetirsek, bu iki deniz, o insanın sağ ve sol
omuzlarındaki iki su kovası gibi durur. Ancak Almanlar Baltık Denizi’ni bu ismiyle anmazlar;
onlar bu denize “Ostsee” (Doğu Denizi) derler. Her iki deniz de adalar yönünden oldukça
zengindir ve Almanya’nın ikisi üzerinde de pek çok adası vardır. Kuzey Denizi (Nordsee)
üzerinde kıyıya paralel bir şekilde bir baştan bir başa Frizya Adaları uzanır. Bunlar batıdan
doğuya (aynı zamanda güneyden kuzeye) Borkum, Lütje Hörn, Kachelotplate, Memmert, Juist,
Norderney, Baltrum, Langeoog, Spiekeroog, Wangerooge, Minsener Oog, Oidoog, Alte Mellum,
Neuwerk, Scharhörn, Trischen, Blauort, Nordstrand, Nordstrandischmoor, Südfall, Pellworm,
Süderoog, Süderoog – Sand, Norderoog – Sand, Jarpsand, Hooge, Habel, Gröde, Oland,
Langeneß, Amrum, Föhr ve Sylt adlı adalardır. Bunların haricinde yine Kuzey Denizi üzerinde,
ana karadan uzak bir noktada Helgoland adası ile hemen yanıbaşındaki küçük Düne adası
bulunur. Ancak ikisi birden de idarî olarak Helgoland olarak anılır. Helgoland, Almanya’nın
“anavatana uzak olan” yegâne adasıdır. Ada yüzyıllarca Britanya egemenliği altında kalmıştır;
ada halkı da Britanya kökenli olup “Almanlaşmıştır”. Helgoland adasında konuşulan Almanca
kulağa çok ilginç gelir; ada halkı Almanca’yı İngilizce aksanıyla konuşmaktadır. Yani
konuştukları dil Almanca olduğu halde sesleri çıkarırken sanki İngilizce’deki harfleri okuyormuş
gibi çıkarırlar. Almanya’nın, diğer denizi olan Baltık Denizi (Ostsee) üzerinde de adaları vardır.
Almanya’nın Baltık Denizi’ndeki ada sayısı, Kuzey Denizi’ndeki ada sayısından çok daha azdır
ama ordaki adalara nisbeten çok daha büyüktürler. Bunlar batıdan doğuya (aynı zamanda
kuzeyden güneye) sırasıyla Fehmarn, Hiddensee, Rügen, Vilm, Ruden, Greifswalder Oie ve
Usedom adlı adalardır. Bunlardan 926 km² büyüklüğündeki Rügen, Almanya’nın en büyük
adasıdır ve uçak bileti bulamayan fukara Almanlar’ın tatil yaptıkları bir adadır. En doğudaki
Usedom ise Almanya ile Polonya arasında ikiye bölünmüş bir adadır. Adanın batısı Almanya,
doğusu Polonya topraklarıdır. Adanın Almanca adı “Usedom”, Lehçe (Polonya dili) adı
“Uznam”, Venetçe adı ise “Uznjöm” şeklindedir. Venetler, Batı Slav kökenli bir kavimdir ve
bunlar 7. yy’da, bugünkü Kuzey ve Doğu Almanya topraklarının genişçe bir alanında
yaşıyorlardı. O dönemlerde bu coğrafyanın adı da “Germania Slavica” (Slav Almanyası)
şeklinde idi. Elbe Nehri kıyısında yaşadıkları için bunlar şu anda “Elbslaven” (Elbe Slavları)
olarak anılırlar ancak sayıları yok denecek kadar azalmıştır.
Kuzey Denizi’nde, Frizya coğrafyasına paralel şekilde ve hilâl gibi kavis çizerek batıdan doğuya
(aynı zamanda güneyden kuzeye) uzanan Frizya Adaları, Frizya ülkesinin adalarıdırlar. Frizya,
üç ülke (Hollanda, Almanya ve Danimarka) arasında üçe bölünmüş bir coğrafyadır ve bu
coğrafyada Frizler yaşarlar. Avrupa tarihi boyunca Hollandalılar, Almanlar ve Danimarkalılar
tarafından katliâmlara ve asimilasyon politikasına maruz kalmış, bu asimilasyon politikasının bu
üç devlet tarafından halen dahi sürdürüldüğü bir kavim olan ve Frizce konuşan Frizler, Avrupa
kıt’âsında Hıristiyanlık dînini en son kabul etmiş olan topluluktur ve kılıçla, katliâmla
kendilerine dayatılan Hıristiyanlık’a karşı yüzyıllarca direnip mücadele ettikten sonra da gönüllü
olarak değil, kılıç zoruyla ve baskıyla Hıristiyanlaştırılmışlardır. Hollanda, Almanya ve
Danimarka tarafından uygulanan asimilasyon politikaları sonucu bugün Frizce de tıpkı
ülkemizdeki Lazca gibi tamamen unutulma ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Üçe
bölünmüş ve parçalanmış olan Frizya (Friesland) ülkesinin batı toprakları bugün Hollanda’nın,
doğu toprakları Almanya’nın, kuzey toprakları ise Danimarka’nın egemenliği altındadır. Frizya
(Friesland), bu coğrafyada “kayıp ülke”dir.
-
Almanya’nın tam 9 tane komşusu vardır. Bunlar; kuzeyde Danimarka, batıda Hollanda, Belçika,
Lüksemburg ve Fransa, doğuda Polonya ve Çek Cumhuriyeti, güneyde ise Avusturya ve
İsviçre’dir. Almanya’nın güneyindeki her üç ülke de (Avusturya, İsviçre ve Liechtenstein)
Almanca konuştukları için, Almanya’nın güneyinden ülkeyi nereden terk ederseniz edin, sınırın
öte yanında dil sorunu yaşamazsınız. Çünkü ülkeyi güneyden terk ettiğinizde, sadece
Almanya’yı terk etmiş olursunuz, Almanca’yı değil. Almanya’nın haritasına baktığınızda,
aslında bu ülkenin de ne kadar stratejik bir konumda bulunduğunu hemen anlarsınız. Zira
Almanya, dört ayrı kıt’â bölgesinin tam ortasındadır. Almanya’nın güneyi (kendisi de dahil
olmak üzere) Merkezî Avrupa, doğusu Doğu Avrupa, batısı Benelux, kuzeyi ise İskandinavya
topraklarıdır. Almanya, genelde komşuları tarafından sevilmeyen bir devlettir. Bunun tarihten
gelen haklı sebepleri vardır, kuşkusuz. Sömürgecilik ve emperyalizmin dünyayı kasıp kavurduğu
19. yy’ın ikinci yarısı ile 20. yy’ın ilk yarısında (o dönemlerde insanlar ve devletler göklere pek
hâkim değildiler ve en büyük güç, suya hâkim olmaktan geçiyordu), İngiltere, Hollanda, Belçika,
Fransa, İtalya, İspanya ve Portekiz gibi emperyalist devletler gemicilikte oldukça ilerlemiş ve
üstün bir deniz gücüne sahip oldukları için, tâ Afrika, Asya ve Amerika kıt’âlarına uzanıp
sömürgecilik faaliyetlerini icra ediyorlar, deniz gücüne sahip olmayan ve fakat aynı emperyalist
karaktere sahip olan Almanya ise mecburen elindeki tek güç olan kara gücüyle bu işi götürmeye
çalıştığı için ancak komşularına saldırabiliyor, Afrika ve Asya’ya uzanamadığı için ancak komşu
ülke ve toprakları işgal edebiliyordu. Dolayısıyla, örneğin Afrika halkları için bugün İngiltere,
Hollanda, Belçika, Fransa, İtalya, İspanya ve Portekiz zihinlerde neyi çağrıştırıyorsa, Avrupa’nın
“edilgen” halkları için de Almanya zihinlerde aynı şeyi çağrıştırıyor.
Federasyonla yönetilen Almanya, 16 eyaletten oluşan federal bir cumhuriyettir. Bunlar; başkenti
Münih (München) olan Bavyera (Bayern), başkenti Stuttgart olan Baden – Württemberg,
başkenti Wiesbaden olan Hessen, başkenti Mainz olan Renanya – Palatina (Rheinland – Pfalz),
başkenti Saarbrücken olan Saarland, başkenti Düsseldorf olan Kuzey Ren Vestfalya (Nordrhein –
Westfalen), başkenti Hannover olan Aşağı Saksonya (Niedersachsen), başkenti Hansestadt
Bremen olan Bremen, başkenti Hansestadt Hamburg olan Hamburg, başkenti Kiel olan
Schleswig – Holstein, başkenti Schwerin olan Mecklenburg – Ön Pomeranya (Mecklenburg –
Vorpommern), başkenti Magdeburg olan Saksonya – Anhalt (Sachsen – Anhalt), başkenti Erfurt
olan Thüringen, başkenti Dresden olan Saksonya (Sachsen), başkenti Potsdam olan Brandenburg
ve aynı zamanda federal cumhuriyetin de başkenti olan Berlin’dir. Almanya’da her eyalet iç
işlerinde serbesttir; ayrı parlamentosu, ayrı anayasası, ayrı hükûmeti, başbakanı, iç ve dış işler
bakanı, milletvekilleri, ayrı bayrağı vardır. Yaşadığınız eyaletteki kanunlar hoşunuza gitmiyorsa
veya ordaki rahatlık batıyorsa, başka bir eyalete taşınıp yerleşebilirsiniz. Aslında Almanya
dediğimizde bir değil, tam 16 ayrı devletten bahsetmiş oluyoruz.
Almanya’nın 2011’deki cumhurba�