SÜREKLĐ BÜTÇE AÇIKLARINDAN ENFLASYONA: TÜRKĐYE...

148
i T.C. ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ ĐKTĐSAT ANABĐLĐM DALI SÜREKLĐ BÜTÇE AÇIKLARINDAN ENFLASYONA: TÜRKĐYE ÜZERĐNE UYGULAMALI BĐR ÇALIŞMA DOKTORA TEZĐ FATMA DAVARCIOĞLU ÖZAKTAŞ ANKARA-2007

Transcript of SÜREKLĐ BÜTÇE AÇIKLARINDAN ENFLASYONA: TÜRKĐYE...

i

T.C.

ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ

SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ

ĐKTĐSAT ANABĐLĐM DALI

SÜREKLĐ BÜTÇE AÇIKLARINDAN ENFLASYONA:

TÜRKĐYE ÜZERĐNE UYGULAMALI BĐR ÇALIŞMA

DOKTORA TEZĐ

FATMA DAVARCIOĞLU ÖZAKTAŞ

ANKARA-2007

ii

T.C.

ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ

SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ

ĐKTĐSAT ANABĐLĐM DALI

SÜREKLĐ BÜTÇE AÇIKLARINDAN ENFLASYONA:

TÜRKĐYE ÜZERĐNE UYGULAMALI BĐR ÇALIŞMA

FATMA DAVARCIOĞLU ÖZAKTAŞ

TEZ DANIŞMANI

DOÇ. DR. HASAN ŞAHĐN

ANKARA-2007

iii

T.C. ANKARA ÜNĐVERSĐTESĐ

SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ ĐKTĐSAT ANABĐLĐM DALI

SÜREKLĐ BÜTÇE AÇIKLARINDAN ENFLASYONA: TÜRKĐYE ÜZERĐNE UYGULAMALI BĐR ÇALIŞMA

DOKTORA TEZĐ

Tez Danışmanı :DOÇ. DR. HASAN ŞAHĐN

Tez Jürisi Üyeleri

Adı ve Soyadı Đmzası

PROF.DR. ERCAN UYGUR …………………………………………

PROF. DR. M. ERDAL ÜNSAL …………………………………………

PROF. DR. ERDAL ÖZMEN ………………………………………......

DOÇ.DR. HASAN ŞAHĐN …………………………………………..

YRD. DOÇ. DR. BURÇA KIZILIRMAK …………………………………………..

Tez Sınavı Tarihi: 15/03/2007

iv

ĐÇĐNDEKĐLER

Sayfa No:

ĐÇĐNDEKĐLER ...................................................................................................... iv

TABLO LĐSTESĐ................................................................................................... vi

GRAFĐK LĐSTESĐ ................................................................................................ vii

EK TABLO LĐSTESĐ........................................................................................... viii

GĐRĐŞ .......................................................................................................................1

BÖLÜM I

BÜTÇE AÇIKLARI, PARA ARZI, ENFLASYON ĐLĐŞKĐSĐNE

TEORĐK YAKLAŞIM...........................................................................................5

1. 1. Fiyat Düzeyinin Belirlenmesinde Parasalcı Yaklaşım.....................................5

1. 2. Nahoş Parasalcı Aritmetik: Sargent-Wallace Yaklaşımı .................................8

1. 2. 1. “Nahoş Parasalcı Aritmetik” Sonucuna Yöneltilen

Eleştiri ve Katkılar ................................................................................16

1. 3. Fiyatın Mali Teorisi (FTPL) Yaklaşımı .........................................................26

1. 3. 1. FTPL Yaklaşımına Yöneltilen Eleştiriler ..............................................39

BÖLÜM II

PARA ARZI, BÜTÇE AÇIĞI, ENFLASYON ĐLĐŞKĐSĐNĐ ELE ALAN

UYGULAMALI ÇALIŞMALAR .......................................................................45

2. 1. Bütçe Açığı , Para Arzı , Enflasyon Arasında Güçlü Bir Đlişki Olmadığını

Öne Süren Çalışmalar ....................................................................................46

2. 2. Bütçe Açığı , Para Arzı , Enflasyon Đlişkisinin Varlığını

Saptayan Çalışmalar........................................................................................47

2. 3. Bütçe açığı, Para Arzı, Enflasyon Đlişkisini Türkiye Örneğinde

Sınayan Çalışmalar ....................................................................................50

2. 4. Bütçe Açıkları ve Enflasyon Đlişkisinde Mali Politikanın

Sürdürülebilirliğine Yönelik Çalışmalar ........................................................51

2. 5. Bütçe Açığı, Para Arzı, Enflasyon Üçlüsünü Bütçe Açığı ve Enflasyon

Đkilisine Đndirgeyerek FTPL Yaklaşımını Sorgulayan Çalışmalar................52

v

BÖLÜM III

1980 SONRASI TÜRKĐYE’DE ĐKTĐSAT POLĐTĐKALARI ANLAYIŞI

VE GERÇEKLEŞMELER..................................................................................57

3.1. Đktisat Politikası Anlayışı ve Enflasyon Đlişkisi .............................................57

3. 2. Türkiye Ekonomisi Gerçekleşmeleri..............................................................59

BÖLÜM IV

TÜRKĐYE EKONOMĐSĐNDE ENFLASYONĐST SÜRECE ĐLĐŞKĐN

UYGULAMALI ÇALIŞMALAR……………………………….……………...74

4.1. Bütçe Açığı, Para Arzı, Enflasyon Đlişkisi VAR Modeli Denemesi ..............75

4. 1.1. Veri Tanımlama…………………………………………………………75

4.1. 2. Yöntem ve Bulgular…………………………………………………….76

4.1.2.1. Birim Kök Testi ve Durağanlık Metodoloji…………………………76

4.1.2.2. Zaman Serisi Özelliklerinin Tesbiti ...................................................77

4. 2. Çok Değişkenli Eşbütünleşme Analizi………………………………………80

4. 2. 1. Johansen Eşbütünleşme Testi…………………………………………..81

4. 2. 2. Hata Düzeltme Modeli……………………………………………….83

4. 2. 3. Değişkenlerin Zayıf Dışsallığının Testi………………………………86

4. 2. 4. Hata Düzeltme Modeline Dayalı Granger Nedensellik………………87

4. 2. 4. Kısa ve Uzun Dönem Model Sonuçları……………………………....88

4. 3. Türkiye Ekonomisi’nde Baskın Otorite Tespiti’ne Đlişkin

Uygulamalı Çalışma…………………………………………………………89

4. 3. 1. VAR Analizi Sonuçları…………………………………………….......96

4. 4. Markov Dönüşümlü Model (MS-VAR)…………………………………….100

4. 4. 1. MS-VAR Metodoloji…………………………………………………...100

4. 4. 2. Analiz Sonuçları………………………………………………………..103

BÖLÜM V

SONUÇ…………………………………………………………………………...109

ÖZET……………………………………………………………………………...113

ABSTRACT………………………………………………………………………115

KAYNAKÇA……………………………………………………………………..117

EKLER……………………………………………………………………………125

vi

TABLO LĐSTESĐ

Sayfa No:

Tablo: 1.1. Parasalcı Bakış, Sargent-Wallace ve Fiyatın Mali Teorisi

(FTPL) Yaklaşımları .........................................................................44

Tablo 4.1. Birim Kök Testi Değişkenleri ...........................................................78

Tablo 4.2. ADF Birim Kök Testi Sonuçları .......................................................78

Tablo 4.3 Johansen Eşbütünleşme Test Sonuçları ............................................82

Tablo 4.4 Hata Düzeltme Modeli Diagnostik Test Sonuçları ...........................85

Tablo 4.5. Zayıf Dışsallık Testi .........................................................................86

Tablo 4.6 Hata Düzeltme Terimi.......................................................................86

Tablo 4.7 Hata Düzeltme Modeline Dayalı Granger Nedensellik Testi

Sonuçları ...........................................................................................87

Tablo 4.8. MS-VAR Model Türleri ....................................................................102

Tablo 4.9 MSMH(2)-VARX(2) (rfdbf, faiz)........................................................104

Tablo 4.10 Rejimler Arası Geçiş Olasılıkları.......................................................104

Tablo 4.11. Rejim Geçerlilik Süreleri .................................................................104

Tablo 4.12 MSMH(2)-VARX(2) (rfdbf, para).....................................................107

vii

GRAFĐK LĐSTESĐ

Sayfa No:

Grafik 3.1. Bütçe Açığı/ngsmh............................................................................60

Grafik 3.2. Đç Borç/ngsmh ...................................................................................62

Grafik 3.3. Faiz Oranı – Büyüme Đlişkisi ............................................................63

Grafik 3.4. Đç Borç / M2Y ...................................................................................63

Grafik 3.5. Faiz Ödemeleri / ngsmh ....................................................................65

Grafik 3.6. Đç Faiz Ödemeleri / ngsmh ................................................................65

Grafik 3.7. Enflasyon ..........................................................................................67

Grafik 4.1 Birinci Sıra Fark Seriler (DFDB/NGSMH,DM2YL,DPL) ...............79

Grafik 4.2. Etki-Tepki Analizi Sonuçları (DS, DW)...........................................98

Grafik 4.3. Rejim 1 ve Rejim 2 Olasılıkları MSMH(2)-VARX(2) (rfdbf,

faiz) .................................................................................................106

Grafik 4.4. Rejim 1 ve Rejim 2 Olasılıkları MSMH(2)-VARX(2) (rfdbf,

para).................................................................................................108

viii

EK TABLO LĐSTESĐ

Sayfa No:

Ek Tablo 1: Konsolide Bütçe ............................................................................125

Ek Tablo 2:Kamu Kesimi Borçlanma Gereği .....................................................126

Ek Tablo 3:Yıllar Đtibariyle Đç Borçlanma ...........................................................127

Ek Tablo 4: Đç ve Dış Borçlanma (Net) ...............................................................130

Ek Tablo 5: Dış Borçlar ......................................................................................132

Ek Tablo 6:Toplam Harcamalar ve Faiz Ödemeleri Đlişkisi ...............................133

Ek Tablo 7: Konsolide Bütçe Vergi Gelirleri Đle Borç Ödeme Đlişkileri ..........135

Ek Tablo 8: Merkez Bankası Kredileri ................................................................138

Ek Tablo 9: 2000-2004 Aralığında Temel Mali Göstergeler ..............................139

1

GĐRĐŞ

Ekonomi literatüründe geniş bir yer teşkil eden, fiyat istikrarının sağlanması

ve sürdürülmesi, ekonomik ve sosyal gelişmenin temel koşullarından biridir. Bu

nedenle de, ülkelerin ekonomi politikalarının şekillendirilmesinde önemini hiçbir

zaman yitirmeyen bir olgu olarak değerlendirilmektedir.

Fiyat istikrarının sağlanması ve korunmasına ilişkin öne sürülen yaklaşımlara

tarihsel sıralama ile bakıldığında, fiyat düzeyindeki değişmeleri para arzındaki

değişmelerle açıklayarak, bu iki değişken arasında doğrudan ilişki kuran parasalcı

yaklaşımın önemli bir kilometre taşı olarak kabul edildiği görülmektedir.

Nitekim, enflasyon sürecine ilişkin literatürün genişlemesine katkı sağlayan

diğer kuramsal açıklamalar, sözkonusu yaklaşım önerilerinin ülke örneklerinde

uygulama sonuçlarına göre şekillenmişlerdir.

Bu doğrultuda, enflasyonun her koşulda parasal büyüklüklere bağlı olduğunu

savunan parasalcı yaklaşımı, mali otoritenin baskın olduğu ve iç borçlanmanın

süreklilik gösterdiği bir ekonomik yapıda, sorgulayan ilk çalışma Sargent-Wallace’a

(1981) aittir.

Çalışmada, enflasyonun sıkı para politikası uygulanarak kontrol altında

tutulmaya çalışıldığı ve bu nedenle açıkların finansmanında borçlanmanın ağırlık

kazandığı bir ekonomi ele alınmaktadır. Borcun borçla ödenmesi sürecinin, faizlerin

reel büyüme hızının üzerine çıkması ile tıkanacağı ve zamanlararası bütçe kısıtının

parasal genişlemeyi zorunlu kılarak enflasyona neden olacağı belirtilen yaklaşımda,

uzun dönemde para politikasının etkisiz kalabildiği gösterilmektedir.

2

Ortaya koyduğu bu sonuçla, parasal aritmetiğin yanıltıcı olabileceğini öne

süren yaklaşıma karşı parasalcı bakış, merkez bankası bağımsızlığını savunmakta

iken; maliyeci yaklaşım olarak da adlandırılan fiyatın mali teorisi (Fiscal Theory of

Price Level, FTPL), enflasyonun önlenmesinde para ve maliye politikalarının birlikte

ele alınması gerekliliğini öne sürmektedir.

FTPL yaklaşımında, fiyat düzeyinin belirlenmesi sürecine para ve maliye

otoriteleri yanı sıra yarattıkları servet etkisi aracılığıyla hanehalkı da dahil

edilmektedir.

Buna göre, genişletici maliye politikalarının gelecekte daraltıcı etkilerinin

olmayacağı inancını taşıyan ekonomik birimler, gelirlerinin artmış olduğuna dair

mali yanılgı ile tüketimlerini artıracak ve genel fiyat düzeyinde yükselişe neden

olacaklardır. Bu durumda, FTPL yaklaşımında bir denge koşulu olarak alınan

zamanlararası bütçe denkliğinin sağlanması, fiyat düzeyindeki uyarlanma ile

gerçekleşecektir.

Yukarıda kısaca özetlenmeye çalışılan Sargent-Wallace çalışması ile fiyatın

mali teorisi, enflasyonun kaynağına ve önlenmesine ilişkin önerileriyle, genel kabul

görmüş parasalcı görüşten ayrılmakta ve bu konudaki literatüre katkı

sağlamaktadırlar.

Bu çalışmada da, temel amaç, Türkiye açısından da önemli bir istikrarsızlık

kaynağı olan enflasyonist sürecin, literatürdeki bu zenginleşme doğrultusunda

yeniden değerlendirilmesidir. Özellikle 1980 sonrasında sürekli bütçe açıkları ve

buna eşlik eden yüksek enflasyon sürecinin varlığı, ülkede parasalcı yaklaşımın

dışında, bütçe açıkları ile enflasyon arasındaki ilişkinin de sorgulanmasını da gerekli

3

kılmaktadır. Diğer yandan, para arzı, bütçe açıkları ve enflasyon üçlüsü arasındaki

etkileşimin nasıl ve hangi yönlü olduğunun tespit edilmesi, ülkede enflasyonist

sürecin önlenmesinde uygulanan politikaların bu sürece ne kadar uyumlu olduğunun

tartışılmasına da imkan tanıyacaktır.

Bu amaçla, çalışmanın ilk bölümü parasalcı yaklaşım, Sargent-Wallace ve

FTPL yaklaşımlarının kuramsal olarak aydınlatılmasına ayrılmıştır. Bunu, para arzı,

bütçe açığı ve enflasyon ilişkisini ele alan uygulamalı çalışmaların sıralandığı ikinci

bölüm izlemektedir.

Türkiye ekonomisinde, 1980 sonrası ekonomik gelişmeleri ve iktisat

politikası anlayışını para arzı, bütçe açığı ve enflasyon açısından özetleyen üçüncü

bölümün ardından, dördüncü bölümde, 1987:1-2004:4 döneminde, Türkiye

Ekonomisi’nin enflasyonist sürecinin parasalcı, Sargent-Wallace yada FTPL

yaklaşımlarından hangisince daha iyi açıklanabildiğini ortaya koymak amacıyla,

ekonometrik model çalışmaları yapılmaktadır.

Đlk model çalışmasında, Türkiye’de 1987:1-2004:4 aralığında, para arzı,

bütçe açığı ve enflasyon arasındaki dinamik ilişki incelenmiş ve enflasyonun

açıklanmasında para değişkeni yanısıra maliye politikası değişkeninin de belirleyici

olduğu tespit edilmiştir.

Türkiye üzerine yapılan uygulamalı çalışmalar bölümünün ikinci kısmında,

enflasyonu açıklamaya yönelen yaklaşımların zamanlararası bütçe kısıtına bakışları

ve baskın otoritenin tespiti amaçlanmıştır. Bunun için, başvurulan etki-tepki analiz

sonuçları, Türkiye’de ele alınan dönemde maliye otoritesi baskın bir yapının hakim

olduğu sonucuna işaret etmektedir.

4

Ekonometrik çalışmaların son kısmı ise, ele alınan dönemin farklı alt

dönemlerinde, ekonomide rejim değişikliklerinin olup olmadığının tespitini

amaçlamakta ve MS-VAR tekniğini kullanmaktadır.

Çalışmanın beşinci ve son bölümü ise, sonuçları içermektedir.

5

BĐRĐNCĐ BÖLÜM

BÜTÇE AÇIKLARI, PARA ARZI , ENFLASYON ĐLĐŞKĐSĐNE TEORĐK

YAKLAŞIM

1.1. FĐYAT DÜZEYĐNĐN BELĐRLENMESĐNDE PARASALCI

YAKLAŞIM

Ülkelerin ekonomi politikalarının şekillendirilmesinde önemini hiçbir zaman

yitirmeyen bir olgu da enflasyondur. Dolayısıyla enflasyonla mücadele konusu

ekonomi literatüründe geniş bir yer teşkil etmekte ve yazın, dünya ekonomik

deneyimleri sonucunda şekillenen farklı kuramsal açıklamalarla genişlemektedir.

Tarihsel açıdan kısa bir bakış atıldığında, 1970 ortalarına dek geçerliliğini

koruyan sabit döviz kuru sisteminin aynı zamanda enflasyona ilişkin bir çapa olarak

kullanıldığı, yıkılışının ardından da Friedman’ın önerisi dikkate alınarak parayı çapa

olarak kullanma fikrinin kabul edildiği görülmüştür. Bu doğrultuda da, para

programları oluşturulmaya başlanmış ve enflasyonun kuramsal açıklanmasında

parasalcı yaklaşımın hakimiyeti öne geçmiştir.

Ancak, batı merkez bankalarının 1980’lerin ortalarında para programlarınca

belirlenen para artışı ile enflasyon arasındaki ilişkinin istikrarsızlığını ve

kopukluğunu deneyimlemeleri, enflasyona ilişkin yeni çapa arayışlarını beraberinde

getirmiştir. Böylece enflasyonun kendisinin çapa olarak alındığı, parasalcıların

aksine para ile fiyat arasındaki ilişkinin varlığını geri plana itip, enflasyonist

beklentileri kırmayı amaçlayan ve bu doğrultuda da her türlü değişkene önem veren

enflasyon hedeflemesi uygulaması yaygınlaşmaya başlamıştır (Uygur, 2000:11-12).

6

Bu son bakış açısıyla,enflasyonun salt parasal bir olgu olarak görülmesi

anlayışı da kırılmıştır. Nitekim, enflasyonun makro temelli kuramsal açıklamalarını

incelerken genel olarak iki gruptan bahsetmek mümkündür. Bunlardan ilki parasalcı,

diğeri ise, maliyeci açıklamadır.

Parasalcı bakış, açıklamasını paranın miktar teoremine (quantity theory of

money) dayandırmakta ve nominal gelir düzeyi (PY), para stoku (M) ile paranın

dolaşım hızını (V) ilişkilendirmektedir.

MV = PY (1)

Miktar denklemi, zaman içindeki yüzde değişme cinsinden yazılıp, enflasyon

oranı için yeniden düzenlendiğinde aşağıdaki eşitlik elde edilmektedir:

π=v+m-g (2)

Enflasyonun kaynaklarını, paranın dolaşım hızındaki değişme, para arzındaki

büyümeyi gösteren (2) nolu bu denklemde, π enflasyon oranını, m para arzındaki, g

gelirdeki büyümeyi, v paranın dolaşım hızındaki yüzde değişmeyi ifade etmektedir.

Parasalcıların enflasyonun ağırlıklı olarak parasal bir olgu olduğuna ilişkin

savı, paranın dolaşım hızındaki değişikliklerin çok küçük, hatta uzun dönemde sabit

olduğu gerçeğine dayanmaktadır. Uzun dönem ve durağan durum dengesinde,

paranın dolaşım hızındaki değişme (v=0) ile gelirdeki büyümenin (g=0) sıfıra eşit

alınması, enflasyon için π=m eşitliğinin geçerli olmasını sağlamakta ve enflasyonun

uzun dönem dinamiğini belirleyenin ekonomideki reel faaliyet düzeyi doğrultusunda

merkez bankasınca sunulan para arzı olduğu sonucunu beraberinde getirmektedir

(Dornbusch-Fischer, 1990: 643-644).

7

Dolayısıyla, teorinin para arz ve talebinin birbirine eşitlendiği noktada ortaya

çıkan fiyat istikrarı açısından önerisi, para arzının kontrol altına alınması

gerekliliğidir. Bunun için fiyat istikrarı sorumluluğunun tamamen para otoritesine

bırakılması ve amaçlarını yerine getirmesi için mali otoriteden bağımsız ve tavizsiz

bir politika izleyebilmesi savunulmaktadır. Bir başka ifadeyle, parasalcı teoride, para

otoritesi tek baskın otorite olarak kabul edilmekte ve pasif mali otoritenin veri fiyat

düzeyinde sıkı bir mali politika uygulayarak bütçe dengesini sağlamakla yükümlü

olduğu görülmektedir.

Ancak bu süreç üzerinde yeniden düşünen bazı ekonomistler, parasalcıların

öne sürdüğü sebep sonuç ilişkisinin boşluklar içerdiğini, sadece bağımsız bir merkez

bankasınca para arzının kontrol edilmesinin, enflasyonun zaman içindeki seyrinin

ortaya konması için yeterli olmadığını, fiyat istikrarının sadece uygun bir para

politikasını değil, aynı zamanda uygun bir maliye politikasını da gerektirdiğini

savunan alternatif bakış açıları oluşturmuşlardır (Kocherlakota-Phelan, 1999: 14;

Christiano-Fitzgerald, 2000: 3).

Bu konuda dikkat çekici ilk çalışma ise, uzun dönemde para ile enflasyon

arasındaki ilişkinin zayıfladığını öne süren Sargent ile Wallace’ın (SW) “Unpleasant

Monetarist Arithmetic (UMA)” adını verdikleri ve Uygur (2000) tarafından “Nahoş

Parasalcı Aritmetik” olarak adlandırılan 1981 yılı çalışmalarıdır. Bunu, SW

çalışmasını düşünsel oluşumuna temel almış ancak maliye politikası ile fiyat

arasındaki ilişkiyi doğrudan kurması açısından farklılaşan, maliyeci yaklaşım olarak

da bilinen Fiyatın Mali Teorisi ( Fiscal Theory of Price Level, FTPL) izlemektedir.

8

1.2. “NAHOŞ PARASALCI ARĐTMETĐK” SARGENT-WALLACE

YAKLAŞIMI

Para ile enflasyon arasındaki ilişkide her daim parayı ön plana alan parasalcı

yaklaşımın aksine, iç borçlanma sürecinin süreklilik gösterdiği bir ortamda uzun

dönemde sıkı para politikasının işlemezliğini bir model yardımıyla açıklamaya

çalışan SW, bu sonuca ulaşılmasında ilk olarak, maliye otoritesi baskın bir rejimin

varlığının gerekliliğini belirterek, ekonomide para ve maliye otoriteleri arasındaki

ilişkilerin ulaşılacak sonucu değiştirdiğine değinmiştir.

Bir politika otoritesinin davranışlarını, karşı karşıya kaldığı kısıtlara bağlı

olarak tanımlayan Leeper’e (1991) göre, politika belirlenmesinde daha aktif olan

otorite, sadece kendi değişkenlerini gözönüne alarak, bunları kontrole yönelik

politikalar uygulayandır. Aktif bir otorite başka bir politikanın koşulları ile bağlı

olmadığından cari dönem, geçmiş yada gelecek dönem değişkenlerini gözetmeden

karar vermekte özgürdür. Ancak, pasif otoritenin kararları aktif otoritenin

davranışlarıyla kısıtlıdır. Bu açıdan bakıldığında, aktif politikanın ileriye dönük

(forward-looking), pasif politikanın ise, geriye dönük (backward-looking) bir karar

mekanizması olduğunu söylemek mümkündür (Leeper, 1991:130-137).

Genel ekonomik yapı içerisinde, para ve maliye otoritelerinin baskın olma

halleri dört başlık altında sayılabilir: 1) aktif para, pasif maliye politikası, 2) pasif

para, aktif maliye politikası, 3) aktif para, aktif maliye politikası, 4) pasif para, pasif

maliye politikası.

Ancak, bunlardan sadece ilk iki durum geçerli olduğunda politika

parametreleri belirlenebildiğinden, yukarıdaki dört başlığı iki politika grubuna

indirgemek mümkündür. Bunlar, para otoritesinin mali otoriteye baskınlığını ifade

9

eden, aktif para-pasif maliye politikası ve mali otoritenin para otoritesine baskın

olma halini gösteren aktif maliye-pasif para politikasıdır (Leeper , 1991: 138-139).

Para politikasının mali politikaya baskın olduğu ilk durumda, para otoritesi

mali politikayı gözetmeksizin politikasını belirlemekte yani para arzı konusundaki

kararını mali politikadan bağımsız vermektedir. Bağımsız davranan ve para

genişlemesi konusunda taviz vermeyen merkez bankası, gerek bütçe açığının

finansmanında gerekse bononun ödenmesinde para arzından faydalanılması

konusunda mali tarafı kısıtlayarak tek karar alıcı olmaktadır. Bu katı tutumuyla,

maliye tarafını borç stoğunu düşürmek için gerekli gelir fazlasını yaratmaya mecbur

bırakan para otoritesi böylece para arzını tek başına belirleyerek enflasyonu kontrol

etmektedir. Bu durum, parasalcıların enflasyonu önlemek için önerdikleri merkez

bankası bağımsızlığı sistemidir (Sargent-Wallace, 1981).

Mali politikanın baskın olduğu ikinci durumda, mali otorite bütçesini tek

başına yönetmekte ve açığın finansmanı için merkez bankasını para yaratmaya

zorlayabilmektedir. Bu durumda, artık para otoritesi enflasyonun kontrolü konusunda

daha az güçlü bir konuma düşmektedir (Sargent-Wallace, 1981).

Bu son durum, SW’ın 1981 yılı çalışmasının temel varsayımlardan biri olarak

ele alınmakta ve mali baskın bir otoritenin varlığında, para politikasının uzun

dönemde işlemediği, hatta daha yüksek enflasyon süreçlerini beraberinde getirdiği

öne sürülmektedir.

Mali baskın rejimin de içinde bulunduğu, belli koşullar altında para

otoritesinin fiyat düzeyi ile para arzı üzerindeki hakimiyetinin sınırlı olduğunu hatta

uzun dönemde yitirdiğini aşağıdaki model yardımıyla açıklayan SW, böylece

10

parasalcı bir ekonomide Friedman’ın para politikasının kontrol edemediğini

söylediği şeyler listesine enflasyonu da katmıştır.

SW Modeli (1981):

Ekonomide sürekli bütçe açığı ve bir dönemlik bir borç sözkonusudur.

( ){ } ( ){ }111 1/ −−− +−+−= ttttttt RBBpHHD (1)

Dt: reel kamu açığı, Ht: para arzı θ: para arzı büyüme hızı, Pt: fiyat düzeyi, Bt:

kamu borcu, Rt-1: faiz oranı, Nt:nüfus n: nüfus büyüme hızını simgelemektedir.

Nt+1=(1+n)Nt N(0)>0 (2)

( ) 11 −+= tt HH θ (3)

(θ ne kadar küçülürse o kadar sıkı bir para politikası uygulanmaktadır.)

Konsolide bütçe kısıtını gösteren (1) nolu eşitliğe göre, mali açığın bir kısmı

para yaratarak bir kısmı da bonoyla finanse edilebilmektedir.

Kamu bütçe kısıtı kişi başına değerlerle ((1)/(2)) ifade edilip yeniden

düzenlendiğinde, toplam reel kamu borcu için (4) nolu eşitlik elde edilmektedir.

( ){ } ( ){ }111 11

/1

−−− +−+−= ttt

t

ttt

tt

t RBBN

PHHNN

D

( ) ( )

( )( )

+

+−+

=−

−−−

nN

RB

N

B

PN

HH

N

D

t

tt

t

t

tt

tt

t

t

1

1

1

111

( )

t

t

tt

ttt

t

t

t

t

N

D

PN

HH

n

R

N

B

N

B+

+

+⋅= −−

− 11

1

1

1

1 (4)

Bu son eşitlik ile mali açığın varlığında, sıkı para politikası uygulamasının,

daha büyük borçlanmaları zorunlu kılacağı görülebilmektedir.

11

Model de ayrıca, fiyat düzeyi ekonomideki para arzının bir oranı olarak

alınmaktadır.

t

t

tN

H

hP ⋅=

1 (5)

h pozitif değerli bir sabit.

Fiyat düzeyindeki değişim (5), enflasyon ise (6) nolu eşitlik ile ifade

edilmektedir.

nP

P

t

t

++

=− 1

1

1

θ t=2,…,T (6)

T dönem sonrası enflasyon oranlarının , T döneminde yapılan kamu borçlanma

stoğuna, b0(T), bu stoğun da θ’ya bağlı olduğunu gösterebilmek için şöyle bir yol

izlenmektedir:

t>T,T dönem sonrası enflasyon oranının b0(T)’ye bağlılığını bulabilmek için, kişi

başına borç stoğunu gösteren (4) nolu denklem kullanılmakta ve TbN

B

N

B

t

t

t

t

0

1

1 ==−

− ve

ttt phNH = ifadeleri de bu denklem de yerine konulmakta ve dönüştürmelerle

enflasyon ile borç stoğu arasındaki ilişkiyi gösteren (7) nolu eşitlik elde edilmektedir.

−+

+

+⋅= −−−

tt

tttt

t

tt

opN

phNphN

N

D

n

RTbTb 1110

1

1

+−−=

+

− −−

t

t

t

tt

p

p

nh

N

D

n

RnTb 110

1

11

1

Tbn

nR

N

D

p

p

nh t

t

t

t

t

011

11

11 ⋅

+

−+=

+− −−

hTb

n

nR

N

D

p

p

n

t

t

t

t

t 1

11

11 0

11 ⋅

+

−+=

+− −− (7)

12

Elde edilen bu son eşitlikte, enflasyon oranı, pt-1/pt, bağımlı değişken

niteliğindedir ve T döneminde yapılan kamu borçlanma stoğuna, b0T, bağlıdır. Buna

göre, daha yüksek borçlanma, daha yüksek enflasyonu da beraberinde getirmektedir.

Enflasyon ile borçlanma arasındaki pozitif yönlü ilişkiyi gösteren yukarıdaki

sürece ek olarak, SW’ın kanıtlamaya yöneldiği diğer görüş, sıkı para politikasının

yüksek enflasyon sürecine gebe olmasıdır. Bunun için, (3) ve (5) nolu eşitlikler (4)

nolu eşitlikte yerine konulduğunda:

( )( )

+−+

−+⋅+

+=

−−

h

H

H

N

Db

n

Rb

t

t

t

t

t

t

t

1

11

1

1

11

1

1

θθ

( )

+⋅−+

+

+=

−−−

1

111

11

1

t

t

t

t

t

t

tH

hH

N

Db

n

Rb

θθ

θθ+

−++

+= −

11

11

1 h

N

Db

n

Rb

t

t

t

t

t (8)

(8) nolu eşitlik elde edilmektedir. Bu son eşitliğe göre, θ’nın düşük olması

yani sıkı para politikası, bt değerini yükseltmektedir. Yüksek borç düzeyi ise, (7)

nolu eşitlikte görüldüğü gibi enflasyon ile doğru orantılı bir ilişki içerisindedir.

Modelin sonuçlarına göre, nominal para büyümesi, bütçe kısıtını (reel borç

stoğunun, gelecek dönemlerin reel bütçe fazlaları toplamına eşit olması) yerine

getirmek için dışsal olarak verilen bütçe açığını finanse etme ihtiyacı tarafından içsel

olarak belirlenmektedir (Özmen-Koru,2003:591). Diğer yandan, bugünün

enflasyonunu düşük tutmak için uygulanan sıkı para politikasının, gelecekte daha

yüksek enflasyon düzeylerinin habercisi olduğu da modelin diğer sonucudur. SW’ın

“nahoş parasalcı aritmetik (unpleasant monetarist arithmetic)” olarak adlandırdığı ve

13

uzun dönemde sıkı para politikasının işlemezliğinin farklı bir ifadesi olan bu sonuç

doğrultusunda, enflasyonun mali güdümlü (fiscal-driven) parasal bir olgu olarak

değerlendirildiği görülmektedir.

Borçlanma için ödenen reel faizin ekonominin büyüme oranından daha büyük

olması (r>g), merkez bankasının para basarak gelir sağlamasının mümkünlüğü ve

yine merkez bankasının mali baskılara boyun eğen bir yapıya sahip olması gibi bazı

koşullar altında ortaya çıkan nahoş parasalcı aritmetik sonucu, model

çözümlemelerinden uzak olarak ifade edilmeye çalışıldığında şöyle bir süreç ile

karşılaşılmaktadır:

Öncelikle maliye politikasının etkin olduğu bir ekonomide, bütçe açıklarının

kapatılmasında enflasyonu önlemek amacıyla borçlanmaya ağırlık verilmektedir. Bu

durum ise, bono üzerindeki reel faizleri yükselterek, kamu yükümlülüklerinin daha

hızlı büyümesine sebebiyet vermektedir. Diğer yandan, artan borçlanma yanısıra faiz

ödemeleri için de yeni borçlanmaya gidilmesi borç stoğunun sürdürülemez boyutlara

ulaşmasına ve borcun borçla ödenmesi sürecinin kısa sürede tıkanmasına neden

olmaktadır. Bu tıkanmayı hızlandıran diğer bir unsur ise, beklenen enflasyondaki

yükselmedir. Çünkü beklenen enflasyonun yükselmesiyle faizler de artacak ve

borçlanma sınırına daha hızlı varılacaktır (Uygur, 2001: 10). Diğer yandan, bir

ekonomide kamu borcunun maksimum miktarının özel sektörün bu borcu emebilme

isteğine de bağlı olması sözkonusu kısıta yaklaşılmasını kolaylaştıracaktır. Tüm bu

nedenlerle borçlanma kısıtına varıldığında ise, mali açıkların parasal genişleme ile

kapatılması zorunlu hale gelecektir (Sikken-Haan, 1998: 493-496).

Böyle bir sonuca ulaşılmasında ekonomik koşulların yanı sıra etkili olan bir

diğer unsur, politika yapıcının davranış mantığıdır. Politika yapıcıların genel

14

davranışı, mevcut politikalar sürdürülemez hale geldiğinde, derhal bu durumu

düzeltmeye ilişkin girişimlerde bulunulması aksine, ertelemelere başvurulmasıdır.

Özellikle mali gelişmelerde gecikmelerin oldukça maliyetli olduğu bu ertelemelerin

en büyük nedeni ise, yükün bir başkasına aktarılabilmesidir. Nitekim, SW’ın temel

aldığı ekonomik ortamda da, benzer bir durum ortaya çıkmış ve para ile maliye

otoriteleri arasında oynanan dinamik bir oyun sonucunda, her biri kendi politikası

doğrultusunda hareket edip, diğerini ona uymaya zorlamıştır (Drazen-Alesina, 1991:

1170-1171).

Woodford’un da belirttiği gibi, SW argümanı, kamu borcunun daha fazla

borçlanmanın mümkün olmadığı bir sınırı yakalayacağı varsayımına dayanmakta ve

para otoritesi, açığı finanse etmek için yeterli senyoraj gelirini yaratmaya mecbur

bırakılmaktadır (Woodford,1998: 22). Bu noktada basılan para ve ortaya çıkan

enflasyon ise, açıkların başlangıçta parasal genişlemeyle kapatılsaydı oluşacak

enflasyon oranından çok daha yüksek olmaktadır. O halde, nahoş parasalcı aritmetik

sonucu, sıkı para politikasının uzun dönemde daha yüksek enflasyona mecbur

bırakması yoluyla ortaya çıkmaktadır(Sargent-Wallace,1981;Woodford, 1995:16,17).

Christiano, Fitzgerald (2000) yılı çalışmasında bu sonucu çok basit bir

anlatımla ifade etmiş ve aynı zamanda geleneksel görüşün SW sonucuna yorumuna,

dolayısıyla enflasyon problemine sunduğu çözüme de değinmiştir. Bu basit anlatım

da, kamunun bono satışından elde ettiği gelir (bı), vergi (sf) ve senyoraj (sm) ile

simgelenerek kamunun bütçe kısıtı şöyle yazılmıştır: bı+sf+sm=b. Hanehalkı

optimizasyonunun bl=0 ile sağlandığını ve kamunun zamanlararası bütçe kısıtının

b=sf+sm şekline dönüştüğünü belirten Christiano, Fitzgerald (2000), bu basit

aritmetiği ile vergiler azaltıldığında, eşitliğin yeniden sağlanabilmesi için senyoraj

15

gelirinin artırılması gerektiğini ve böylece SW’ın çalışmasının meşhur başlığı “nahoş

parasalcı aritmetik” sonucuna ulaşıldığını göstermektedir.

SW çalışması vardığı sonuç doğrultusunda, politika yürütücüleri olan merkez

bankası ve hazine arasındaki ilişkiyi iç içe geçmiş bir yapıda tanımlamakta ve çözüm

için de birbirlerinden bağımsız düşünülemeyeceğini de vurgulamaktadır (Cochrane,

2000:4).

Diğer yandan, geleneksel görüşün, SW sonucuyla karşılaşılmaması ve merkez

bankasının vergileri düşük tutan mali otorite karşısında çökmemesi için savunduğu

çözüm önerisi ise, merkez bankası bağımsızlığıdır. Buna göre, merkez bankası kamu

açığını ihmal edecek biçimde katı bir politika şekillendirdiğinde, yani ilk durumdaki

“takip eden, pasif” olma konumundan “lider, aktif” konumuna geçtiğinde, yukarıdaki

aritmetik mali otoriteyi bu durumla tutarlı bir mali politika yürütmeye zorlayacak ve

böylece istikrarlı bir fiyat düzeyine erişilecektir. Dolayısıyla da bu “nahoş” sonuçla

karşılaşılmayacaktır (Christiano-Fitzgerald, 2000:10, 26; Woodford,1996:16; Uygur,

2001:15).

Katı ve bağımsız bir merkez bankasının SW’ın öne sürdüğü istenmeyen

sonuçları engelleyeceğini düşünen geleneksel görüşün aksine, FTPL yaklaşımı, mali

şokların enflasyonist sonuçlarının bu kadar kolay ortadan kaldırılamayacağını iddia

eden yeni bir bakış olarak çıkmakta ve SW analizini de farklı bir noktaya

taşımaktadır.

Artan kamu açığının enflasyonist etkilerinin merkez bankasının para

politikasını değiştirmeye zorlanmasından değil, borç krizlerinden doğduğunu servet

etkisi aracılığıyla açıklamaya çalışan FTPL yaklaşımına geçmeden önce, izleyen

16

kısımda SW yaklaşımın anlaşılmasına katkı sağlayacağı düşünülen eleştiri ve

katkılara yer verilecektir.

1.2.1. “Nahoş Parasalcı Aritmetik” Sonucuna Yöneltilen Eleştiri ve

Katkılar

Kamu bütçe kısıtı doğrultusunda, uzun dönemde para stoğunun büyüme

oranının mali açıklarla yönlendirildiğini ve bu açıdan bakıldığında enflasyonun mali

kaynaklı bir olgu olduğunu öne süren, SW çalışmasına ilişkin itirazlarının

yoğunluğuyla dikkat çeken ilk isim Willem Buiter’dir.

Buiter (1982; 1983), öncelikle SW modeli varsayımları üzerinde bazı

değişikliklerin yapılması gerekliliğine değinmiştir. SW modelinde, ekonomik ajanlar

varlıklı ve yoksul kesim olmak üzere iki gruba ayrılmış ve gelir düzeyi farklılıkları

doğrultusunda her iki grup için de bir takım kısıtlayıcı varsayımlarda bulunulmuştur.

Buna göre, ekonomide yatırım yapabilmenin minimum bir sermaye ölçeği vardır ve

bu minimum ölçek yoksulların donanımlarını aşmaktadır. (β: varlıklı kesimin

gençken ki vergi sonrası donanımları, k:sermaye stoğu, α1: yoksulların gençken ki

vergi sonrası donanımları ise; β/2>k>α1). Bu konudaki diğer bir kısıtlayıcı varsayım,

birden fazla yoksulun birleşerek yatırıma yönelememeleridir. Bu iki varsayım ile

yoksullar reel yatırım yapma durumundan soyutlanmışlardır. Diğer yandan, kamunun

piyasaya sürdüğü faiz getirili bonoların değerinin yoksulların erişemeyeceği

büyüklükte olması ve yine varsayım gereği, birkaç kişinin birleşerek almasının yasal

olarak kısıtlanışı, yoksulların bir değer biriktirme aracı olarak sadece para tutmasını

zorunlu kılmıştır. Zenginler ise, Pt/Pt+1<1+R olduğu sürece hem bono hem de reel

sermaye ellerinde tutabilmektedirler (Sargent-Wallace1981,appendix A).

17

Buiter, yukarıda verilen kısıtlarla, ekonomik ajanların değer saklama

teknolojisi yada sermaye piyasası konusunda eşit erişebilirliğe sahip olamadıklarını

ve bunun gereksiz bir kısıt olduğunu belirtmiştir. O’na göre, sadece zenginlerin

verimli bir stoklama teknolojisine ulaşabilirliğini varsaymak yeterli değildir. Fakirler

de kaynaklarını birleştirebilirler ve varlıklı kesimin yatırım için bu kaynaklara

ulaşmasını sağlayabilirler. Oysa, SW’da yoksulların bono satın alması gibi bu

olanaklar da kısıtlanmıştır (Buiter, 1982: 2-6).

Buiter’in eleştirilerinde paraya dair bir konu, modelde paranın istikrar

sağlayıcı rolünün ihmal edilmesidir. Ekonomide nominal bir katılık olduğunda ve bu

ücret ile fiyat belirleme davranışında kendini gösterdiğinde, para politikası kuralları

ekonomiyi istikrarlı hale getirmektedir. Bir başka ifadeyle, para politikası araçları

otomatik dengeleyici olarak devreye girmektedir (Buiter, 1982: 26-27).

Buiter’in Sargent-Wallace (1981) makalesine diğer bir karşı çıkışı, sıkı para

politikasının gelecekte daha yüksek bir enflasyon anlamına gelmesi konusundadır.

SW’a göre, 0>∂∂

bπ ve 0<∂

∂θ

b eşitlikleri bugünün sıkı para politikasının,

harcama, vergi ve transfer programında bir değişiklik olmadığı durumda, gelecekte

daha yüksek enflasyona varılacağını göstermektedir. Onlar’ın aksine, Buiter düşük

oranda bir para arzının, Ricardocu bir ortamda, düşük düzeyde bir borçluluğu teşvik

ederek başlangıçtaki ve gelecekteki enflasyonu düşüreceğini savunmuştur

(Buiter,1983:33-34).

Buiter, SW modelindeki kamu açığının, vergi gelir yetersizliğinden çok,

tüketim ve cari işlemlere dayanan kamu harcamalarındaki değişmelerden

kaynaklandığını, bu harcamaların ise savurganca olduğunu öne sürmüştür. O’na

18

göre, eğer kamu harcamalarının bir kısmı kamu yatırımlarını içerseydi ve kamu

sektörü sermaye birikimi özel yatırımlar ve kamu bonolarıyla aynı getiri oranını, R,

sağlasaydı, bu durumda bu tip yatırımları finanse etmek için kullanılan borçlanma

kamu sektörü yatırımından elde edilen getiriyle karşılanır ve bozucu bir etki ile

karşılaşılmazdı.

Buna göre Buiter, hükümetlerin kamu sektörü yatırımını finanse etmek için

borçlanmaya başvurabileceğini, bu durumun enflasyonist olmaması içinse, yatırımın

getirisinin, finansmanda kullanılan borçlanmanın getirisinden daha düşük olmaması

gerekliliğini belirtmiştir. Eğer düşükse, bu durumda da kamu yatırımının finanse

edildiği borç için vergi yüklenerek, bonoyla finanse edilen yatırımın enflasyonist

sonuçlarının ortaya çıkmasının engellenebileceğini ifade etmiştir(Buiter,1982:19-23).

Yatırımlar dışında savurganca yapılan harcamaların yarattığı açıklar ve

bunların finansmanın özel sektör ve kamu arasında kaynak rekabeti yaşanmasına

neden olduğunu da belirten Buiter, bu durumda kamu sektörü borçlanmasının kaynak

dağılımındaki dengesizliği teşvik ettiğini ve veri faiz oranın da tasarrufları özel

sermaye yatırımları yerine kamu borcuna yönlendirerek, özel sermaye birikimini

dışladığını da belirtmektedir.

Diğer yandan, kamunun yarattığı dışlama etkisi sadece kaynak rekabeti

nedeniyle değil, aynı zamanda borçlanmanın faiz üzerinde yarattığı baskı ve bunun

sonucunda faize duyarlı harcamaları dışlama olarak da kendini göstermektedir. Genel

anlamda bakıldığında ise, kamu borcunda meydana gelen değişme, kamunun

ekonomiye getirdiği dışlama baskısının en iyi göstergesidir (Buiter, 1983: 23-26).

19

Borçlanmanın dışlama etkisinin önemle altını çizen Buiter, SW’da geniş mali

açığın, istikrarsız ve patlayan bir büyüme oranına, dolayısıyla da enflasyona neden

olacağını belirtildiğini, oysa ortaya çıkarılan dışlama etkileriyle patlayan bu sürecin

hiperenflasyon değil; hiperdeflasyon olduğunu iddia etmiştir. Bir başka deyişle,

Buiter’e göre, SW’ın öne sürdüğü hiperdeflasyon teorisinin filizlenmesidir (Buiter,

1985: 1). Eğer otoriteler harcama ve vergi programlarını öyle şekillendirirler ve

toplam dışlama düzeyini sabit tutmayı başarırlarsa, borçlanma düşecek ve böylece

düşük bir para büyüme ve enflasyon oranı ile karşılaşılacaktır (Buiter, 1983: 27).

SW çalışmasını, benzer şekilde dışlama etkisi açısından eleştiren, bir diğeri

Michael Dotsey’dir (1994, 1996). Dotsey’e göre, varolan makroekonomik teori,

sermaye üzerindeki vergi oranında bir azalma olduğunda ve bunun yarattığı boşluk

kamu borcundaki bir artışla finanse edildiğinde, yatırımın teşvik edildiğini ve

ekonomik aktivitenin canlanacağını ileri sürmektedir. Ancak, Dotsey, bu sonucun

ortaya çıkabilmesi için vergi düşmesi nedeniyle meydana gelen kamu borcundaki

artışın, gelecek dönemde bozucu etkiler yaratmayacak bir mali politika ile finanse

edilebilmesinin pek de gerçekçi olmadığını belirtmekte ve düşen vergi oranlarının ve

yükselen açıkların yatırım ve üretimde azalmalara yönlendireceğini belirtmektedir.

Dotsey’e göre, cari kamu açıkları borçlanma ile finanse edildiğinde, düşük

vergi oranları ve yükselen açıklar üretim ile yatırımı geriletmektedir. Çünkü, düşük

vergi oranları sonucunda ortaya çıkan yüksek düzeydeki kamu borçları, kamu

zamanlararası bütçe kısıtının doğrudan sonucu olan gelecekteki vergi oranlarının

yükselmesine ilişkin beklentileri etkilemekte ve böylece yatırım için teşvik edici

yönü ortadan kalkmaktadır. Dolayısıyla, Dotsey, kamu borcunun özel yatırımları

dışlarken, tüketimi yükselttiğinin altını çizmektedir (Dotsey, 1994: 514).

20

Oysa, aksi durumda, yani yüksek vergi oranları geçerli olduğunda, borç

düzeyi inecek ve düşük borç düzeyi gelecekte daha düşük vergi beklentisini

kuvvetlendirerek yatırımları teşvik edecektir (Dotsey, 1994: 507-508).

Dotsey ayrıca, para politikasını borca tepki verip vermemesine göre ikiye

ayırmış ve para otoritesinin borca tepki vermediğinde uyguladığı politikaya bağımsız

para politikası derken; borca duyarlı olarak yürüttüğü politikayı ise bağımlı para

politikası olarak adlandırmıştır. Yaptığı çalışmada da, para otoritesinin bağımlı ve

bağımsız olduğu durumlarda nominal değişkenlerin davranışlarının karşılaştırmasına

yer vermiştir. Buradan da, SW sonucunun borca duyarlı vergi otoritesi ile bağımsız

para politikası altında ortaya çıkmayacağını öne sürmüştür.

Para politikasının borca duyarlı olduğu (bağımlı) durumda, beklenen para

büyüme oranı kamu borcuyla ilişkilidir. Para büyüme oranı ile borç arasındaki pozitif

yönlü bir ilişki, borç ile nominal faiz ve fiyat düzeyi arasında da böyle bir ilişkinin

varlığını göstermektedir. Diğer yandan, veri bir para büyüme oranında artan vergiler

daha düşük nominal faiz ve fiyat düzeyini beraberinde getirmektedir. Çünkü,

yükselen vergiler ile borçlanma düşecek ve dolayısıyla gelecekte daha düşük bir para

büyüme oranı ile karşılaşılacaktır. Model bu koşullar altında, mali politikanın

gelecek dönem para büyüme oranı vasıtasıyla nominal değişkenleri etkilediğini

göstermektedir.

Ancak, para politikası bağımsız olursa,vergiler ve borç para büyüme oranını

etkilemeyeceklerdir. Mali otorite borca duyarlılık gösterecek ve nominal

değişkenlerin davranışları para otoritesinin kamunun finansmanı konusundaki

tutumuna bağlı olmayacaktır (Dotsey,1996:85). Bir başka deyişle, parasalcı aritmetik

nahoş, istenmeyen bir sonuç meydana getirmeyecektir.

21

Benzer şekilde Michael Darby de (1984), eleştirisini SW modelinin temel

varsayımlarından biri olan mali otorite baskınlığına dayandırmıştır. Darby’e göre,

merkez bankası ne cari dönemde ne de gelecekte kamu açıklarını monetize etmeye

zorlanmamalıdır. Böylece mali otorite kamu açıklarından sorumlu olacak ve

istenmeyen sonuçların ortaya çıkması engellenecektir (Darby, 1984: 1).

SW çalışmasını eleştiren diğer bir araştırmacı Bennett McCallum’dur (1984).

McCallum analizini ve eleştirilerini Ricardocu Denklik teoreminden yola çıkarak

şekillendirmiştir. Parasalcı bakış, bonoyla finanse edilen açıkların toplam talep

üzerinde yani fiyat ve üretim üzerinde bir etki yaratmayacağını benimsemiştir. Bu

düşünceye mantıksal destek olarak ise, Ricardocu Denklik Teoremi gösterilmiştir.

Teoremde, ekonomik ajanlar cari bütçe davranışlarının gelecek dönem bütçesi

üzerinde yaratacağı etkileri göz önüne almakta ve bütçeleme kararlarını bu

doğrultuda şekillendirmektedirler. Borçlanmayı net servet olarak algılamayan

ekonomik ajanlar, arz ve talep üzerinde bir etki yaratmamaktadırlar.

Buradan yola çıkan McCallum, sabit ve pozitif bir mali açığın bonoyla

finansmanının enflasyonist olmadığının söylenebileceğini belirtmiştir. Bunun tek

koşulunun ise, açıkların faiz ödemelerini içeren bir biçimde tanımlaması olduğunu

öne sürmüştür.

SW görüşü, bono stokları büyüdükçe açıkların da büyümeye devam ettiği ve

bu koşullarda Ricardocu denkliğin kırıldığı yönündedir. Bu düşünce Barro (1974)

tarafından da desteklenmiş ve bono stoğunun büyüme hızının, ekonominin büyüme

hızını geçmemesi gerektiği, çünkü belli bir noktada borç stoğunun değerinin

kamunun gelecek dönem vergileme kapasitesinin bugünkü değeriyle bağlı olduğunu

belirtilmiştir (Barro, 1974:1098). Benzer şekilde SW’da bonolara ödenen reel faizin

22

ekonominin büyüme oranından büyük olduğunda, reel bono stoğunun ekonomiden

daha hızlı büyüyeceğini ve bunun sonsuza dek böyle gidemeyeceğini, borçlanmanın

limitine varılacağını söylemektedir.

McCallum için ise, yukarıdaki argümanlar bütünüyle inandırıcı değildir. Đlk

olarak, bonoyla finansman politikası sürekli devam ettirildiğinde, borcu ertelemek

için vergi toplanmadığını ve böylece vergileme kapasitesinin kullanılmamış

olduğunu öne sürmektedir. Diğer yandan, Ricardocu bakış açısı altında, kamu

bonolarının özel sektörce net servet olarak değerlendirilmediğini belirten McCallum

bu durumun geçerliliğinin bono stoğunun büyüklüğüyle ilgisiz olduğunu

savunmaktadır (McCallum, 1984:125-126).

Tüm bu eleştirilerin ardından, SW’ın nahoş parasalcı aritmetik sonucuna

katkılar yapan, hatta analizi genişleten bir çalışma ise, Bhattacharya ve Haslag’a

(1999) aittir.

Sözkonusu çalışmada ilk olarak SW sonucunun geçerlilik koşullarından

bononun reel faizinin, ekonominin büyüme hızından daha yüksek olması

gerekliliğinin sorgulanması üzerinde durulmuştur.

Buna göre, varolan borç üzerindeki faiz,yeni borç satışından elde edilen geliri

aşıyorsa, bu bir gelir sıkıntısını beraberinde getirecektir. Vergiler de bir değişme

meydana getirilmediği varsayımı altında, kamu bütçe kısıtı, merkez bankasını bu

gelir sıkıntısını gidermeye zorlayacak ve böylece hem senyoraj hem de enflasyon

oranı yükselecektir. Buradan SW sonucuyla karşılaşabilmek için Reel

faiz(R)>büyüme oranı (g) koşulunun gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

23

Ancak, Bhattacharya ve Haslag (1999) çalışmasında, koşulun sadece teorik

bir merak olduğunu ve gerçekte bononun reel getirisinin ekonominin büyüme

oranından küçük olduğunu öne sürmüşlerdir.

Buradan hareketle, bu koşulun gerekliliğini ve oynadığı rolü görebilmek için

öncelikle, tersi durum ele alınmıştır. Buna göre, faiz ödemelerinin ekonomiden daha

yavaş büyümesi, bir başka deyişle, kamunun bono satışından elde ettiği gelirin faiz

harcamalarını karşılamaya yetecek düzeyde olması halinde senyoraj ve/veya vergi

gelirlerinin daha düşük düzeyde kalmasına imkan sağlanacaktır.

Buna ilişkin olarak ABD ve Kanada verileri incelenmiş ve reel GSMH

büyüme oranı genellikle reel faizden yüksek çıkmıştır. Ancak bazı dönemlerde tersi

durumun geçerliliğine de rastlanmıştır. Buradan hareketle, Reel faiz (R)> büyüme

oranı (g) koşulunun yeterli fakat gerekli bir koşul olmadığı öne sürülmüştür

(Bhattacharya - Haslag ,1999:29-30).

SW sonucunu geçerliliğini farklı koşullar altında değerlendiren Bhattacharya

ve Haslag, nahoş parasalcı aritmetik sonucunun, R<g olsa bile ortaya çıkabileceğini,

kişilerin gelirlerini kullanabilecekleri finansal varlıkların sayısının yükseltilmesi

varsayımını modele ekleyerek sorgulamışlar ve bunun için Guzman, Bhattacharya ve

Smith’in (BGS) (1998), çalışmasından faydalanmışlardır.

Buna göre, ekonomide getirisi olan diğer bir değer saklama aracı da yatırıma

yönelmektir. Ancak, büyük yatırımların bireylerin finanse edebileceğinden daha

geniş çaplı olması, bankalarca toplanan tasarrufların yatırıma yönlendirmesini

gerektirmektedir. Bankanın portföyünde ise, θ kadar bir payı para alırken, geri

kalanını da (1- θ) yatırım projesi almaktadır.

24

Ekonomide kamu bonosundan başka getirisi olan değer saklama araçlarının

varlığı altında, ekonomik ajanlar tasarruflarını tüm finansal varlıkların getirisini

dikkate alarak şekillendirmektedirler. Nitekim, bireylerin bonoya yönelebilmesi için,

getirisi en az mevduatınki kadar büyük olmalıdır. Benzer şekilde, kamu da bono

satışında diğer getirileri dikkate almaktadır.

Parasalcı aritmetik sonucunun R<g koşulunda da geçerliliğini koruduğunu

görebilmek için bireylerin tasarruflarının bono ve banka mevduatı s=b+d arasında

dağıldığı varsayımı ele alınmıştır. Bu durum da, bono satışı yapıldığında veri tasarruf

düzeyinde, s, banka mevduatları düşecektir. Mevduatın bir kısmının da reel para

talebi olduğu bilgisi altında, bonolarda bir yükseliş bono satışından elde edilen geliri

yükseltirken, senyorajdan elde edilebilecek olan geliri düşürmektedir. Bunun nedeni,

bono satışının para tutmayı dışlamasıdır. Sözkonusu dışlamanın olabilmesi ise,

yatırım projesi getirisinin paranın getirisinden ,borcun getirisinin ise paranınkinden

yüksek olması gerekmektedir. Bu durumda, kamu borcunun, açık finansmanın da

kullanılması paradan çok daha pahalıya gelmektedir.

Böylece, Guzman, Bhattacharya ve Smith (1998), kamu borcundaki sürekli

bir yükselişin sürekli kamu borcundaki bir artışla finanse edilemeyeceği ve bonoların

reel getirisi ekonominin büyüme oranından küçük ( R<g ) olsa bile nahoş parasalcı

aritmetiğin geçerliliğini koruduğunu göstermiştir. Anahtar koşul, ekonominin

büyüme oranından daha yüksek getirisi olan bir değer saklama aracının olmasıdır. Bu

analizle, SW sonucu daha genel bir ekonomik modele dönüştürülmüştür

(Bhattacharya–Haslag, 1999: 32).

25

Bir anlamda SW modelini sorgulayan, sorgularken de modele katkılar yapan,

Bhattacharya and Haslag (1999) çalışması, ayrıca SW modelinde merkez bankasının

politika aracı olarak sadece para büyüme oranı ile sınırlandığını, fakat gerçek

yaşamda böyle bir kısıtın var olmadığı durumunu da ele almıştır( Bhattacharya–

Haslag, 1999: 33).

Yukarıda özetlenen, SW çalışmasına yönelik eleştirileri ve katkıların

ardından, izleyen kısımda, sözkonusu çalışma sonucunun da etkisiyle, parasalcıların

enflasyonun kaynağına ve önlenmesine ilişkin politikalarına karşıt açıklamalar

getiren ve fiyat istikrarının sadece belirli bir para kuralının uygulanmasıyla değil,

aynı zamanda maliye politikasının da ele alınmasıyla gerçekleşeceğini öne süren

maliyeci yaklaşıma geçiş yapılacaktır ( Woodford, 1995:1 ).

26

1 . 3. FĐYATIN MALĐ TEORĐSĐ (FTPL)

Fiyatın mali teorisi yada maliyeci yaklaşım olarak da bilinen, çalışma

içerisinde kısaca FTPL (fiscal theory of price level) olarak ifade edilecek olan

yaklaşım, SW çalışmasının ardından, benzer şekilde, ülke örneklerinde enflasyon ile

para arzı arasındaki ilişkinin zayıflığının belirginleşmesi sürecinde Leeper (1991),

Sims (1994) ve Woodford (1994, 1996, 2001) vd. tarafından ortaya atılmış yeni bir

teori niteliğindedir.

FTPL yaklaşımın önde gelen savunucularından Woodford’un çıkış

sorularından biri “enflasyon istikrarı ile sorumlu olan her ekonomik ajanın kendisini

mutlaka mali politika ile ilgili tutup tutmayacağı; mali politika ile ilgili olanların

davranışlarını para otoritesi ile koordine etmek durumunda olup olmayacağı”

şeklindedir. Bir başka ifadeyle, Woodford, ilk olarak, sonucunda ulaşmayı beklediği

otorite koordinasyonu gerekliliğine, otoriteler arası ilişkinin varlığını sorgulayarak

başlamıştır.

Woodford’a göre, genel olarak politika yapıcılar iki tez üzerinde

durmaktadırlar. Bunlardan ilki, para politikasının kamu bütçesi üzerinde etkisinin az

olması, ikincisi ise, enflasyonun belirlenmesinde maliye politikasının çok az bir

etkiye sahip olmasıdır. Yani kısaca, genel görüş, para ve maliye politikalarının

birbirlerinden bağımsızca yürütülebilmeleridir. Oysa Woodford, bu iki bakış açısının

hiçbirinin doğru olmadığını iddia etmektedir.

Đlk teze ilişkin itirazında Woodford, senyoraj gelirlerinin toplam kamu

gelirleri içerisinde küçük bir pay almasından dolayı para politikasının mali etkilerinin

genellikle ihmal edildiğini, fakat böyle bir bakış açısının, para politikasının mali

27

etkiler yaratması konusundaki bir kanalı gözardı ettiğini belirtmektedir. Bu kanal ise,

para politikasının fiyat düzeyi aracılığıyla kamu bütçesinin reel değeri ve bono

fiyatını etkilemesidir (Woodford, 2001: 671).

Maliye politikasının enflasyonun belirlenmesinde önemsiz olduğunu öne

süren düşünce ise, enflasyonu saf parasal bir olgu olarak almakta ve şöyle bir süreci

desteklemektedir: Mali açığın var olduğu bir ekonomide, bunun kapatılması için

gerekli olan gelir para tabanının artırılması yoluyla elde edilirse, fiyatın

belirlenmesinde miktar teorisinin koşulları rol oynayacak ve para politikasının seçimi

doğrudan enflasyon düzeyini de belirlemiş olacaktır. Ancak bu sürecin geçerliliği,

ekonomide tüketicilerin rasyonel beklentilere sahip olup, Ricardocu denkliğin

sağlanmasına bağlıdır.

Ricardocu rejim sözkonusu olduğunda, kamu bütçesindeki değişikliğin, cari

yada gelecek dönem bütçelerinin bugünkü değerinde bir değişiklik yaratmayacağı

varsayılmaktadır. Dolayısıyla, rasyonel davranışlar sergileyen bireyler, bugünün

borçlanmasının kendilerine gelecek dönem vergi artışı olarak geri döneceği bilincini

taşıdığından, mali politikanın herhangi bir servet etkisi yaratmasına olanak

vermeyecekler ve böylece mali politikaların toplam talep ile enflasyon üzerinde

etkisi ortaya çıkmayacaktır. Nitekim, mali politika koşullarının fiyat düzeyi

belirlenmesinde rol almadığı, geleneksel miktar teorisinin doğrulandığı tek özel

durum sözkonusu denkliğin sağlanmasına ilişkindir (Woodford, 1995:3, 22, 25 ;

Cochrane, 1998: 11-14).

Bütçe açıklarının parasallaştığı ölçüde enflasyonist etkiler yarattığını savunan

aralarında Friedman (1981), Blinder (1982), Hein (1981), Grossman (1982),

Hamburger-Zwick (1981), Sprinkel (1981) vd.nin olduğu parasalcı görüşün

28

savunucuları, enflasyon sorununun, para arzının artış hızının düşürülmesi dolayısıyla

merkez bankasının açıkları parasallaştırmayı reddetmesiyle çözülebileceğini

belirtmektedirler (Miller,1983:8).

Diğer yandan, parasalcı varsayımlar altında, para ile fiyatlar arasında ilişki

olsa bile, mali baskın bir otoritenin varlığında , uzun dönemde sıkı para politikasının

enflasyon üzerinde önleyici etkisinin olmayabileceğini belirten SW sonucu için de,

geleneksel görüşün önerdiği politika merkez bankasının bağımsızlığıdır. Buna göre,

bağımsız merkez bankası para genişlemesinde katı davranırsa, maliye tarafı borç

stokunu azaltmak için gelir fazlası oluşturmak zorunda kalacak ve enflasyonist

sürecin engellenmesi sağlanacaktır (Günaydın, 2004: 164-165).

Mali politikanın enflasyonist sonuçlarını bertaraf etmek için merkez bankası

bağımsızlığına güvenmenin yeterli olmadığını, aksine merkez bankasının fiyat

istikrarını sağlamak amacının ancak maliye politikasının da işleyişini de dikkate

almasıyla gerçekleştirilebileceğini öne süren FTPL yaklaşımına göre, bazı

varsayımlar altında uzun dönemde fiyat düzeyini ve enflasyonu belirleyen para

miktarı değil, bütçe açıkları ve bu açıkların getirdiği borç stoğudur (Uygur,2001:11).

Bu sonuca bir model yardımıyla ulaşan ve geleneksel düşünceyle kamu bütçe

kısıtına bakış açısı dolayısıyla ayrılan FTPL yaklaşımı, Ricardocu rejimin geçerli

olduğu bir ortamda fiyat istikrarını sağlama konusunda uygun olan bir politikanın,

Ricardocu olmayan bir ortamda uygun sonuçlar veremeyeceğini öne sürerek yola

çıkmıştır ( Woodford, 1998:23). Nitekim, teorinin modellenmesinde de, Amerikan

toplumu için yapılan, vatandaşların bütçe açıklarından hoşlanmamalarına rağmen,

kamu bütçe kısıtı kavramını tam olarak algılayamamaları nedeniyle mali aldanma

(fiscal illusion) içerisine girebildikleri sonucuna varılan araştırmaları da dayanak

29

göstererek ( Tabellini-Alesina, 1990: 37), gerçek yaşamla daha uyumlu olduğunu öne

sürdüğü Ricardocu olmayan rejimlerin varlığını ele almıştır ( Woodford, 2001: 671).

Ricardocu denkliğe her dönem uyan ekonomilerin istisna olduğuna ve

özellikle kamu açığının yüksek ve borç stoğunun giderek büyüdüğü ekonomilerde

Ricardocu olmayan ortamın hüküm sürdüğüne inanan ve enflasyon olgusunu mali

değişmelerle açıklayan FTPL modeli (Woodford (1995)) aşağıdaki gibi özetlenebilir:

Đlk olarak tüketici davranışlarının, ardından kamu bütçe kısıtının ve son

olarak da piyasa denge çözümünün ele alındığı modelde, sonsuz yaşam sürelerine

sahip ve her biri aynı nitelikteki hanehalkının maksimize edeceği fayda

fonksiyonunu (1) nolu eşitlik vermektedir.

∑∞

=

0

,t t

tt

t

pM

cUβ (1)

Burada βt iskonto faktörünü ( 10 << β ), Mt:nominal para stoğu, Pt:fiyat

düzeyi Mt/Pt:reel para stoğu, ct:reel tüketim, yt:t dönemindeki üretimden sağlanan

reel geliri simgelemektedir.

Hane halkının t dönemi için bütçe kısıtı ise,

tttttttt TypWBMcp −+≤++ (2)

şeklinde ifade edilmektedir. Wt:t dönemi başındaki finansal serveti; Tt: kamunun net

(kamu transferleri düşüldükten sonraki) nominal vergi gelirini; Ptyt:mal satışından

elde edilen geliri tanımlamaktadır. (2) nolu eşitlikle verilen bütçe kısıtı, hane halkının

vergiler ödendikten sonraki harcanabilir gelirini tüketim ve bono alımı arasında

paylaştırdığını göstermektedir. Hane halkının t dönemi başında sahip olduğu toplam

30

servet miktarı ise hane halkının portföy oluşturma kuralına (portföy para ve bono

arasında paylaştırıyor) göre belirlenmekte ve (3) nolu eşitlikte izlenebilmektedir:

b

tt

b

ttt RBRMW +=+1 (3)

b

tttt RBMW 111 −−− += (3a)

Rtb: t döneminden t+1 dönemi aralığında tutulan bonoların getirisidir.

Modelde, hane halkının borç verebileceği gibi borçlanmaya da gidebileceği

ancak bir borçlanma kısıtıyla karşı karşıya olduğu belirtilmektedir. Bu borçlanma

kısıtını elde edebilmek için portföy oluşturma kuralı bütçe kısıtında yerine

koyulduğunda:

ttt

b

tt

b

tttttt TypRBRMBMcp −++≤+++ −−−− 1111 (4)

( ) ( )1

1

1−

− ≤+−+−−

tb

t

tttttttt BR

BMMTypcp (4a)

eşitlikleri elde edilmektedir.

Hane halkının t döneminde tüketim/portföy seçimleri için ct, Mt 0≥ koşulunun

sağlanması gerekliliğine rağmen Bt üzerinde negatif olmama koşulunun olmadığı,

dolayısıyla da borçlanmaya imkan tanındığı belirtilmektedir. Ancak, daha önce de

belirtildiği gibi borçlanmanın da bir limiti vardır ve hane halkının borcu çevirmek

için sonsuza dek yeniden borçlanma yolunun seçilemeyeceğini belirten “Ponzi

Oyunu”nun oynanmaması kuralıyla bağlıdır. Bu kural ise şöyle ifade edilmektedir.

01

0

1lim ≥Π +

=

+

∞→ b

st

t

s

t

tt

R

BE

31

Sözkonusu koşulların (4a) denkleminde yerine konulmasıyla, hanehalkının t

dönemi borçlanma kısıtı (5) nolu eşitliğe dönüşmektedir:

∑∞

= +−=

+++

Π

−−≥

010j

b

st

j

s

jtjtjt

tR

TypW (5)

Buna göre, hanehalkı her dönemde bu kısıtı aşmayacak miktarda bir

borçlanmaya gidebilecektir. Bir başka ifadeyle, t dönemi başında hane halkının borç

stoğu (5) nolu ifadeyi sağlayacak büyüklükte olmalıdır.

Bu durumda, hane halkının davranış biçimini şekillendiren yukarıdaki

eşitlikler doğrultusunda, her bir ajan (5) nolu ifade de yer alan borçlanma kısıtı ile (2)

nolu ifadeyle verilen bütçe kısıtını kullanarak, faydayı (1) maksimum yapacak

yaşamboyu tüketim ile para ve borçlanmadan oluşan portföyünü seçecektir.

Hanehalkı optimizasyonun sağlanması ve t döneminde ekonominin dengede

olabilmesi için, para talebinin para arzına (Mt=Mts ); fon talebinin fon arzına (Wt-

1=Wst-1 ) eşit olması ve toplam gelirin kamu ve özel kesim tarafından tüketildiğini, bir

başka ifade ile, devletin tüketiminden arta kalan kısmın özel kesim tarafından

tüketildiğini ifade eden kaynak kısıtı denkleminin (ct+gt=yt) (6) sağlanması

gerekmektedir. Dolayısıyla, (6) nolu denklemin hanehalkı bütçe kısıtı ile kamu

finansmanı arasında bağlantı kurduğunu söylemek mümkündür.

Kamu bütçe/finansman kısıtı ise (7) nolu ifade ile verilmekte ve her dönem

sağlanması gerekliliği belirtilmektedir.

( ) ( )b

ttt

m

tttttt RBBRMMTgp 1111 −−−− −+−+= (7)

32

Tüm t zamanları için ( 0≥t ) ct, Mt 0≥ koşullarının da sağlanmasıyla

kamunun bugünkü değer bütçe kısıtı elde edilebilmektedir :

∑ ∑∞

=

=−=

−=

−≤

Π

∆+

0 001

010t t

b

s

t

s

ttt

b

s

t

s

tttt WR

Typ

R

Mcp (8)

W0, başlangıç serveti (b

tt

m

tt RBRMW 11110 −−−− += ); ( ) b

t

m

t

b

tt RRR /−=∆

Denkleme kamunun bütçe kısıtının da dahil edilmesiyle, hane halkının için

optimal ct ve Mt seçimlerin olabilmesi yani fayda maksimizasyonunun

gerçekleşmesi, tüm t zamanları için (9a) ve (9b) ile gösterilen 1. sıra koşulların

sağlanmasına ve kamu bugünkü değer bütçe kısıtının eşitlik haline dönüşmesine

bağlıdır.

( )( ) t

ttc

ttm

mcu

mcu∆=

,

, (9a)

( ) ( ) ( )11 ,1, +++= ttc

b

tttc mcurmcu β (9b)

t

tt p

Mm = reel parayı,

11

=

+t

tb

t

b

t pp

Rr ifadesi bonoların reel getiri oranını temsil etmektedir.

Eğer tüketim ve reel paranın her ikisi de normal mal niteliğindeyse ve c

m

uu

ifadesi tüketim (ct) için artan, mt için azalan bir ilişkiyi ifade ediyorsa, (9a) eşitliği

likidite tercihi fonksiyonu olarak ifade edilebilmektedir.

( )ttt cLm ∆= ,

33

Bu son eşitlikte (6) nolu eşitliğin yerine konulmasıyla ise, LM eşitliğini bir

denge koşulu olarak elde edilmektedir:

( )tttt gyLm ∆−= ,

Woodford’un LM eşitliği olarak ele aldığı bu eşitlik, O’na göre, paranın

dışsal olduğu durumda denge faiz oranını, içsel olduğu durumda ise para arzını ifade

ederken; parasalcılara göre, denge fiyat düzeyini belirlemektedir ( Erdoğdu, 2003:6;

Daniel, 2001: 296-298).

Hane halkı optimizasyonu için geçerli olan diğer bir koşul olan (8) nolu

eşitsizliğin eşitliğe dönüşmesi ise, sözkonusu eşitlikte (6) nolu denklemin yerine

konulmasıyla gerçekleşmektedir.

( )( )∑

=−= +Π

∆+−=

tsb

j

s

tj

ssss

t

t

r

mg

p

W

11τ

(10)

t

tt p

T=τ reel vergi gelirleri

(10) nolu eşitlik, kamu ve hanehalkının optimizasyonunu içinde

barındırmaktadır ve dengede bugünkü değer bütçe kısıtının kamu için de sağlanmak

zorunda olduğunu göstermektedir. Fiyat düzeyini belirleyen denge koşulu olarak da

alınan, zamanlararası bütçe kısıtı, kamunun reel borç stoğunun, kamunun gelecekte

elde edeceği beklenen bütçe fazlalarının bugünkü değerine eşit olması gerekliliğini

göstermekte ve modelin temel eşitliğini oluşturmaktadır.

Modelde son aşama, transversalite koşulunun elde edilmesidir. Bu amaçla, t

dönemi kamu bütçe kısıtı, kamunun toplam yükümlülüklerinde yerine konulduğunda,

tüm t dönemleri için, ( )[ ]tttttt

b

tt mgpWRW ∆−−+=+ τ1 eşitliğine ulaşılmaktadır.

34

Đterasyon yapılıp, beklenen değerler de alındığında,

( )

( ) ( )∑∞

=+

=

+

∞→

+

=

++++

+Π+

∆+−=

01

0

1

01

lim1n

st

n

s

nt

nt

st

n

s

ntntntnt

tt

r

wE

r

mgEw

τ (11)

eşitliği elde edilmektedir.

(10) ile gösterilen zamanlararası bütçe eşitliğinin her dönem geçerliliğini

koruduğundan, (11) nolu eşitliğin son kısmının sıfıra eşit olduğunu söyleyebilmek

mümkündür. Bu son kısım aynı zamanda, kamu yükümlülüklerinin sonsuzda sıfıra

ulaşacağını ifade eden transversalite koşulunu simgelemektedir.

Woodford (1995) izlenerek özetlenen FTPL yaklaşımının modellenmesi

sürecinde, zamanlararası bütçe kısıtını gösteren (10) nolu eşitlik ile tranversalite

koşulu fiyatların sistem dışından yani para otoritesince mi yoksa sistem içinden

fiyatlardaki yükselme ile mi belirlendiğini yorumlayabilmesini mümkün kılmaktadır.

Buna göre, uygulanmakta olan kamu politikaları transversalite koşulunu

doğrudan sağlıyor ise, içsel bir mali politika uygulamasıyla cari dönem borçlarını,

telafi edecek kadar bütçe fazlası yaratılmakta dolayısıyla da fiyatlar para otoritesince

sistem dışından belirlenmektedir.

Diğer yandan, ekonomide maliye politikasının borç düzeyini dikkate almadan

politikasını şekillendirdiği ve borç verenlerin kamu kesiminin sürekli borçlanmasına

karşı duyarsız kaldığı diğer durumda, transversalite koşulu doğrudan sağlanmayacak

ve zamanlararası bütçe kısıtının sağlanması ancak fiyatlardaki yeterli yükselişle

gerçekleşecektir. Dolayısıyla, para otoritesinin enflasyon üzerindeki kontrolü ortadan

kalkacak ve fiyatların maliye politikası koşullarınca sistem içerisinden belirlendiği

FTPL süreciyle karşılaşılacaktır.

35

Modelde dikkat çekilen bir diğer nokta, zamanlararası bütçe kısıtının

sağlanıyor olmasının, Ricardocu denklik görüşünün desteklendiği anlamına

gelmemesidir (Bolatoğlu, 2003: 85-86).

Nitekim, FTPL’nin fiyat düzeyini parasal olgular olmaksızın açıklamasına ve

mali politika ile fiyat düzeyi arasında doğrudan ilişki kurmasına imkan tanıyan

durum, zamanlararası bütçe kısıtının diğer yaklaşımlardan farklı yorumudur (Leeper-

Gordon, 2001: 4).

Geleneksel düşünce, bu eşitliğin kamunun vergi ve harcama politikası

üzerinde kısıt oluşturduğunu dolayısıyla eşitliği bozacak herhangi bir durum da,

yeniden dengeyi sağlayabilmek için bu politikalarda ayarlamaya gidilmesi

gerekliliğini kabul etmektedir (Christiano ve Fitzgerald, 2000:5). Dolayısıyla da,

kamu bütçe kısıtını doğrudan sağlayan Ricardocu bir maliye politikasının

uygulanması gerekliliğini belirtmektedir.

FTPL yaklaşımında ise,hanehalkından farklı olarak, kamunun tüm fiyat

düzeylerinde bütçe kısıtını sağlamasının zorunluluk olarak görülmemesiyle,

sözkonusu eşitliğin uygulanan politikalar üzerinde bir kısıt olarak değil ancak bir

denge koşulu olarak alındığı belirtilmektedir (Christiano-Fitzgerald, 2000: 5). Bu

durumda, kamu Ricardocu denklik ile bağlı değildir ve Ricardocu olmayan mali

politikalar da izleyebilmektedir.

Kamunun Ricardocu olmayan politikalar izlemesi, borç stoğunun büyümesi

karşısında maliye politikasında (10) nolu eşitliği sağlayacak bir uyarlama

yapılmaması anlamına gelmektedir ve mali politikanın enflasyonu doğrudan

36

etkilemesi süreci de kamunun Ricardocu olamayan bir rejim uygulayıp

uygulamadığıyla ilişkilidir (Kocherlakota-Phelan, 1999:14).

Buna göre, Ricardocu olmayan bir ortamda, açık politikasına dayanılarak

yapılan kamu harcama artışının, gelecek dönemde yükselen vergilerle

karşılanmayacağını düşünen hane halkı, fiyat ve faizler aynı iken, servetlerinin

artmış olduğuna dair bir yanılgıya düşmekte ve tüketim kararlarını pozitif yönde

değiştirmektedirler. Bu mali aldanma ile yükselen toplam talep düzeyi, arz talep

dengesinin bozarak fiyat yükselişini beraberinde getirmektedir (Woodford,2001:684;

Woodford, 1995:10).

Dolayısıyla, geleneksel bakış ve SW yaklaşımından farklı olarak, FTPL’de

fiyatlardaki yükseliş veya fiyatlar genel düzeyi ile mali politikanın nedensellik

ilişkisi, bütçe açığının para miktarındaki bir artışla kapatılmasına bağlanmamaktadır.

Para da herhangi bir değişiklik olmaması halinde bile, açıklar ile fiyat düzeyi

arasındaki ilişki, bonoların özel servetin bir parçası olarak kabul edilerek servet etkisi

aracılığıyla doğrudan kurulmaktadır (Barth-Iden-Russek,1987:27). Bir başka

ifadeyle, FTPL’nin mali politika ile enflasyon arasında kurduğu bağ, açıkların

parasallaşmasına dayanmamaktadır.

FTPL yaklaşımında, mali açıkların bulunduğu ve borç stoğunun giderek

yükseldiği Ricardocu olmayan, bir ekonomide, denge fiyat düzeyi, hane halkının

ellerinde tuttukları net finansal varlıkların reel değerinin azalmasıyla ortaya

çıkacaktır.

Fiyat düzeyindeki yeterli artışla, özel sektörün servetinde azalma meydana

gelecek ve bu doğrudan mal ve hizmet taleplerine yansıyarak yeniden arz-talep

37

eşitliğini sağlayarak yeni denge fiyat düzeyini de belirleyecektir (Woodford, 1995:2;

Woodford, 1996:17; Cochrane, 1998:3). Bir başka ifadeyle, Ricardocu bir politika

uygulamasıyla doğrudan sağlanan zamanlararası bütçe dengesi, Ricardocu olmayan

bir maliye politikasının uygulanması durumunda, ancak fiyatlar genel düzeyindeki

yükselme sonucunda toplam yükümlülüklerin reel değerinin düşmesiyle yeniden

dengeye gelmektedir.

O halde FTPL’ye göre, Ricardocu denkliğin sağlanmadığı bir ortamda,

merkez bankası enflasyonu önleme de güçsüzdür, merkez bankası kamunun izlediği

maliye politikasından bağımsız değildir ve bu durum merkez bankasının

“fonksiyonel olarak bağımsız” (Telatar, 1999:8) olmadığını ifade etmektedir (Daniel,

2001(a):4; Sims, 1994:381; Woodford, 2001:709).

Bir model yardımıyla, Ricardocu olmayan bir ortamda, uzun dönemde,

parasalcıların aksine, fiyat düzeyini ve enflasyonu belirleyenin para miktarı değil,

mali açıklar ve bu açıkların getirdiği borç stokları olduğunu ifade eden FTPL

yaklaşımı, fiyat istikrarı açısından kamu bütçesinin kontrolünü önermektedir. Kamu

bütçesindeki bozulmaların enflasyon, faiz ve reel aktivite düzeyini olumsuz yönde

etkilediğini, borçluluk düzeyinin her dönem sıfır da tutulması ya da sabit kalması

mümkün olmasa da, kamunun borçlanması üzerine bir limit konulmasının,

ekonomide Ricardocu denkliğin sağlanmasına imkan tanıyıp ,mali şokların reel ya da

nominal değişkenler üzerinde bir etki yaratmasını engelleyeceğini öne sürmektedir

(Woodford, 1996:19-21).

Enflasyonun kaynağında ve önlenmesinde kamu bütçesine büyük önem

veren, FTPL yaklaşımı, ülkelerin ekonomi politikalarının şekillendirilmelerinde de

etkisini hissettirmektedir. Kamu açıklarının düşürülmesi ve borçların büyüme

38

oranının azaltılmasının son yıllarda başta ABD olmak üzere birçok ülkenin ekonomi

politikasında ön plana alındığı da görülmektedir. Özellikle, bu son madde Maastricht

anlaşmasının mali gereklilikleri arasında yer almaktadır (Uygur, 2001:11,17;

Woodford, 1996:1).

Diğer yandan FTPL, hala üzerinde tartışılan bir teori olma özelliğini

korumaktadır.

39

1.3.1. FTPL Yaklaşımına Yöneltilen Eleştiriler

SW modelini olduğu gibi FTPL teorisini en fazla eleştiren de Willem

Buiter’dir (1999, 2002). Buiter FTPL’ye dair birden fazla çalışma yapmış ve her

birinde FTPL’nin ekonomik ve mantıksal hatalar içeren yanıltıcı, bir kuram olduğunu

savunmuştur.

Buna göre, FTPL’de paranın değişim, değer biriktirme ve ödeme aracı olarak

değil de sadece bir hesap aracı olarak alınması ve fiyatının böyle bir ekonomide

belirlenmesi eleştiriye konu edilebilir. Diğer bir hata, belirlenen mali programa

ilişkindir. Buiter’e göre, sürekli borçlanma dengeli değildir ve kamu bütçe kısıtının

sağlanmasını engellemektedir ( Buiter, 1999:6, Buiter, 2002: 477). Đşte bu son nokta

Buiter’in eleştirilerinde üzerinde en çok durduğu konudur. Nitekim, birbirini

tamamlayan hatalar üzerine oturduğuna inandığı FTPL’ye yönelik en önemli

eleştirisini, kamu bütçe kısıtı konusunda getirmiş ve pek çok yönden eleştirdiği SW

modelini bile bu yönden daha üstün tutmuştur.

FTPL ile karşılaştırıldığında farklı olarak, SW’da kamu bütçe kısıtının tüm

fiyat düzeylerinde sağlanması açısından uygun bulduğunu belirten Buiter, bu açıdan

bakıldığında, SW yaklaşımını geçerli bir kuram olarak değerlendirirken; FTPL’yi

tamamen geçersiz kabul etmektedir ( Buiter, 1998:27 ).

Woodford’a göre, kamu bütçe kısıtının tüm fiyat ve faiz düzeylerinde

sağlanması gerekmez. Bütçe kısıtının sadece dengede sağlanması yeterlidir, yani

dengede fiyat ve diğerleri içsel değişkendirler ( Buiter, 1998: 25 ).

“Bizim argümanımız, kamu borcunun değerinin dengede gelecekte beklenen

kamu bütçe fazlalarının bugünkü değerine eşit olması gerekliliğini inkar etmiyor.

40

Bizim inkar ettiğimiz, kamu borcunun başlangıç değerinin cari ve gelecek birincil

fazlaların senyoraj geliriyle toplamına eşit olması koşuludur. Bu kamu mali politikası

üzerinde bir kısıttır. Bir kamu bütçe kısıtı yerine, bir denge koşulu olarak, denge

enflasyonun belirlenmesinde bir rol oynayabilmektedir.” (Woodford , 1998:17-18).

Buiter, Woodford’a ilişkin yukarıdaki ifadeyi ele alarak, kamu bütçe kısıtının

haksız yere güçsüzleştirildiğini ve temel özelliğinin tüm FTPL savunucuları

tarafından yalanlandığını iddia etmektedir.

Buiter, bu eleştirisiyle Ricardocu ve Ricardocu olmayan mali kurallar

arasındaki ayrılığa işaret etmiş ve Woodford’un teorisine temel aldığı Ricardocu

olmayan mali kuralları bütçe kısıtına uygun bulmadığını belirtmiştir. O’na göre,

FTPL’de alınan Ricardocu olmayan bir ortamda bütçe kısıtı sadece dengede sağlanır

ve bu bütçe kısıtının en önemli özelliği olan tüm olası fiyat değerlerinde ve içsel

değişkenlerde sağlanmasını inkar eder. Üstelik bu durum, hanehalkı ve firmalar için

doğru olduğu kadar kamu için de doğrudur ( Buiter, 2002: 460,461 ).

Nitekim, Buiter Woodford’un kendi argümanını savunurken öne sürdüğü

büyük ekonomik ajan argümanını da reddetmektedir. Woodford, kamu ile diğer

ekonomik ajanların farklılığından yola çıkarak, bütçe kısıtının sağlanması konusunda

aynı kurallarla bağlı olmayacağını belirtmiştir ( Woodford, 1998:30 ).

Büyük ajan argümanı Buiter’e göre saçmadır. O’na göre, bir ajanın piyasa

fiyatını etkileme kabiliyeti ve onun tabi olduğu bütçe kısıtı arasında mantıksal bir

ilişki yoktur. Ekonomide büyük olarak nitelendirilen monopolcü, monopsoncu

firmalar gibi, para basımına ilişkin bir monopol olarak kabul edilebilecek kamu da

bütçe kısıtıyla karşı karşıyadır. Ayrıca, Buiter, kamunun denge fiyatı ya da miktarını

41

etkileyecek kadar büyük olmadığını da öne sürmektedir. Kamu, tüm diğer ajanlar

gibi, bir ekonomide hem denge içinde hem de denge dışında sağlamak zorunda

olduğu bir bütçe kısıtıyla bağlıdır. Kamu davranışlarının bütçe kısıtının sağlanması

gerekliliği koşuluna bağlı olmadığını iddia eden bir model, sadece bu nedenden

dolayı bile ekonomik olarak hatalı yapılandırılmış ve kabul edilemezdir (Buiter,

1999:39,63 ).

Gerçek yaşamda, politika yapıcıların harcama ve gelir artırma programlarının

kamunun zamanlararası bütçe kısıtıyla bağlı olduğunu unutmaya meyilli olduğunu

belirten Buiter, bunun onaylanamaz durum olduğunu belirtmektedir. Buiter, bir

güven ve ödeme krizi çıktığında bunun maliyeti oldukça yüksek olduğunu ve bu

noktada kamunun gecikmiş önlemleri ile acil toparlanma politikalarının (reel birincil

açığın düşürülmesi harcamaların azaltılması yada vergilerin artırılması) genellikle

etkisiz ve haksız olduğunu belirtmektedir (Buiter, 1999: 64-65). Bu açıdan

bakıldığında da, sıkıntı veren sonuçlar doğuran mali yada Ricardocu olmayan bir

fiyat düzeyi teorisi hiçbir zaman parasal yada Ricardocu bir fiyat düzeyi teorisine

alternatif olamayacağının altını çizmektedir. Buiter’e göre çözüm, Ricardocu kurallar

altında kamunun borç yükümlülüklerini her zaman yerine getireceği şekilde kendini

kısıtlayan bir politika izlemesi ve tüm bu anomali ve tutarsızlıkları gidermesidir

(Buiter, 2002:477 ).

Cushing (1999), FTPL’ye eleştirileri olan bir diğeridir. Karşıtlığını ortaya

koyarken FTPL savunucularının orijinal modelini modifiye etmiş ve FTPL’nin

gerçekçi olmayan varsayımlarla tek bir fiyat düzeyine ulaştığını öne sürmüştür.

42

Cushing’e göre, ekonomik ajanların beklentileri üzerine inandırıcı olmayan

kısıtlar konulduğu belirttiği FTPL modelinde, gelecek enflasyonun sabit olduğu

varsayımının ve gerçekçi olmayan kısıtların kaldırılması halinde, gelecek enflasyon

oranları içsel olarak belirlenecek ve fiyat düzeyi artık tek olmayacaktır ( Cushing,

1999:132-133).

FTPL’yi kabul ettiği varsayımları doğrultusunda eleştiren bir diğeri

Canzoneri,Cumby, Diba (2001) çalışmasıdır. FTPL’nin Ricardocu olmayan bir rejimi

ele alıp, Ricardocu durumu özel bir hal olarak kabul etmesi durumuna karşı duran

çalışmada, ülke örneklerinden faydalanılmakta ve Ricardocu rejimlerin teorik

mümkünlüğünün yanı sıra ampirik olarak da mümkünlüğü iddia edilmektedir

(Canzoneri-Cumby-Diba, 2001:1222,1234).

FTPL üzerinde eleştirisel çalışmalar yapan Dupor (2000) ve Weil (2002) ise,

teorinin geçerliliğini belli koşullar altında sınamayı tercih etmişlerdir. Bu doğrultuda,

Dupor, FTPL’nin varsayımlarıyla çalışan bir ekonominin, açık piyasa işlemlerinin

varlığında denge fiyat düzeyini belirleyemeyeceğini iddia etmektedir

(Dupor,2000:629).

FTPL’nin Buiter tarafından mantıksal tutarsızlıkla,bazılarınca da bir hayal

olmasıyla suçlanmasından yola çıkan Weil ise, aksine basit iki dönemli bir model

kullanarak mali teorinin yaşadığını ve rasyonel beklentilerin olduğu bir

formülasyonda da canlı kalabildiğini göstermektedir. Elde ettiği bu sonuçla da,

teorinin çok alçaltıldığı düşüncesinde olduğunu oysa sadece bazı özel durumlarda

fiyat belirsizliğiyle karşılaşılabileceğini belirtmektedir. Weil bu yönüyle, diğer

eleştirisel bakışlardan ayrılmakta ve FTPL’yi tam olarak reddetmeyerek, bir yandan

ricardocu olmayan politikaların mümkünlüğünü ortaya koyarken, bir yandan da,

43

Cushing’in Ricardocu olmayan rejimlerde fiyat düzeyi belirsizliği uyarısını dikkate

almaktadır ( Weil, 2002: 13 ).

Daha önce de belirtildiği gibi, FTPL halen üzerinde tartışmaların sürdüğü bir

teori olma özelliğini korumaktadır. Ancak, diğer yandan dikkat çektiği borçlanma ve

mali politikanın fiyat düzeyi belirlenmesindeki önemi konusu, ülke ekonomi

politikalarının şekillendirilmesinde dikkate alınmaktadır.

44

Tablo: 1.1. Parasalcı Bakış, Sargent Wallace ve Fiyatın Mali Teorisi Yaklaşımları

Parasalcı Bakış Açısı

Ricardocu ortam; Aktif para, pasif mali otorite

Enflasyonun dinamiğini para arzı belirlemektedir. Fiyat düzeyi, para arzı ve talebinin eşitlendiği noktada belirlenmektedir.

Parasal bir olgu olan enflasyonla mücadele de ise, para politikası etkindir. Bağımsız, katı merkez bankası varlığının, maliye otoritesini borç stoğunu düşürmek için gelir fazlası yaratmak zorunda bırakarak parasallaşmanın önüne geçer ve enflasyona sebebiyet vermez.

SW Yaklaşımı

Ricardocu ortamın varlığı kabul edilmektedir. Aktif mali, pasif para otoritesi Reel faiz (r)> (g) büyüme hızı, merkez bankası para basarak gelir sağlayabilmekte.

Zamanlararası bütçe eşitliği doğrudan sağlanmaktadır. Sıkı para politikası altında açıkların sürekli borçlanma ile finanse edilmesiyle, borçlanma limitine varılmakta ve uzun dönemde açıkların parasallaştırılması ile para politikasının enflasyon üzerindeki etkisi yitirilmektedir.

Para ve maliye otoritelerinin koordineli çalışması önemlidir.

FTPL Yaklaşımı

Ricardocu olmayan maliye politakaları, tek bir otoritenin baskınlığı sözkonusu değildir.

Fiyat ve enflasyonu belirleyen bütçe açığının oluşturduğu borç stoğudur. Kamunun borçlanma yönlü mali politikası özel harcamalar üzerinde servet etkisi yaratmakta ve pozitif yönde değişen tüketim ekonomideki arz ve talep dengesini bozarak, enflasyonu beraberinde getirmektedir. Bu etkiyle çıkan fiyat yükselişi bir noktadan sonra, hanehalkının finansal varlıklarının reel değerini düşürecek ve bu da toplam talep düzeyine yansıyacak arz ile eşitlendiği noktada ise yeni denge fiyat düzeyini belirleyecektir.

Merkez bankası bağımsızlığına güvenmek mali politikanın enflasyonist sonuçlarını bertaraf etmek için yeterli değildir. Para ve maliye otoritelerinin koordineli çalışması gereklidir.

45

ĐKĐNCĐ BÖLÜM

PARA ARZI, BÜTÇE AÇIĞI, ENFLASYON ĐLĐŞKĐSĐNĐ ELE ALAN

UYGULAMALI ÇALIŞMALAR

Bütçe açıkları ve enflasyon ilişkisi ekonomi literatüründe genel kabul

görmekle birlikte, bütçe açıklarından enflasyona uzanan yol üzerinde bir fikir birliği

mevcut değildir. Bütçe açıkları, enflasyon bağlantısı ekonomistlerce farklı ilişkiler

zinciri kurularak yorumlanmakta ve böylece birbirinden değişik teoriler bu konudaki

literatürü zenginleştirmektedir.

Enflasyonu parasal bir olgu olarak ele alan parasalcıların, bütçe açıklarının

ancak parasallaştırılmaları halinde enflasyonist olacağını kabul ettiğini

görülmektedir. Ardından, uzun dönemde para ile enflasyon arasındaki ilişkinin

zayıfladığını öne süren SW (1981) yaklaşımı gelmektedir. Sözkonusu yaklaşım, sıkı

para politikasının sürdürülemez borç finansmanı sürecine ve uzun dönemde yükselen

enflasyon değerlerine götüreceğini ve bu açıdan bakıldığında enflasyonun mali

kaynaklı (fiscal driven) parasal bir olgu olduğunu öne sürmektedir.

Bu teorileri, para stoğunda hiçbir değişiklik olmasa da mali politikanın

bağımsız olarak fiyat düzeyi ve enflasyonu etkilediğini öne süren FTPL yaklaşımı

izlemektedir. Bu yaklaşım, bütçe açığı ve enflasyon arasındaki ilişkide paraya yer

vermemekte ve Ricardocu olmayan maliye politikaları altında, bonoyla finanse

edilen açıkların nominal serveti yükseltmesi sonucunda fiyatların ve enflasyonun

belirlendiğini öne sürmektedir.

46

Bütçe açıkları, para büyümesi, enflasyon arasındaki ilişkinin varlığını ve

yönünü farklı yaklaşımlarla ele alan tüm bu teorilere yönelik ampirik çalışmalar

yapılmış ve birbirine benzer olanlar yanısıra sıra zıt sonuçlar da elde edilmiştir.

2.1. Bütçe Açığı , Para arzı , Enflasyon Arasında Güçlü Bir Đlişki

Olmadığını Öne Süren Çalışmalar

Parasalcıların, “kamu açıkları faizler üzerinde baskı yaratmakta ve merkez

bankası faizleri belli bir seviyede tutmak amacı doğrultusunda para arzını artırmakta,

dolayısıyla yükselen açıklar, para arzı artışını tetikleyen bir unsur olarak ortaya

çıkmaktadır” görüşünü sorgulayan Giannaros, Bharat çalışması (1985), Amerika,

Kanada, Japonya, Đngiltere, Almanya, Fransa, Đtalya, Belçika, Đsviçre olmak üzere 10

ülkeyi ve 1950-1981 dönemini kapsamaktadır. Ancak, parasalcıların, kamu açıkları

para arzı ve enflasyonu yükseltir, önerisiyle uyumlu bir sonuç elde edilemediği

yanısıra bütçe açıklarının enflasyon üzerindeki etkisine dair önemli bir bulguya da

rastlanmadığı belirtilmektedir.

Joines (1985), kamunun borçlanmayla kıt olan ödünç verilebilir fonlar

konusunda özel sektör ile rekabete girmesi ve aynı zamanda mali piyasalar üzerinde

baskı yaratarak faizleri yükseltmesinin merkez bankasını para arzını artırmaya

zorladığını, dolayısıyla da enflasyona neden olması durumunu incelemektedir.

Ancak, Amerikan ekonomisi üzerine yapılan çalışmaların aksine, 1872-1983 yılları

arasında savaş dönemi dışında açıklar ve para arzı arasındaki ilişkinin çok düşük

olduğu kanısına varılmaktadır.

Enflasyon, para büyüme oranı ve açıklar arasındaki ilişkiyi vektör otoregresif

modelde test eden Dywer (1982), borcun enflasyon üzerinde bir etkisi olmadığı

sonucuna varmıştır. Yükselen kamu açıklarının fiyat, harcama, faiz ve para stoğunda

47

bir yükseliş yaratacağına dair herhangi bir kanıt bulunamamış, aksine kamu

borcunun enflasyonun bir fonksiyonu olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Amerikan ekonomisinin yüksek açıklar, harcamalar, enflasyon, işsizlik ve

düşük verimlilikle karşı karşıya kaldığı gerçeğinden hareketle, Niskanen

(1978),1948-1976 verilerini alarak yükselen açıklar ile 1)harcama ve 2)yüksek

enflasyon ilişkisini incelemiştir. Sonuç olarak ise, açıkların harcamaları önemli

ölçüde etkilediğini ancak enflasyon oranı üzerinde belirgin bir etkisinin olmadığını

tespit etmektedir.

2.2. Bütçe Açığı, Para arzı, Enflasyon Đlişkisinin Varlığını Saptayan

Çalışmalar

Belirtilen değişkenler arasında ilişkinin varlığına rastlamadığını belirten

çalışmalara örnek olarak sıralananların aksine kendi aralarında farklı yollar çizseler

de enflasyon, bütçe açığı, para arzı bağlantısını dile getirenler çalışmalar da vardır.

Bu ilişkiye parasalcı bir bakışla yaklaşıp, bütçe açıklarının para arzındaki

büyümeyi etkileyip etkilemediğini inceleyen bir çalışma örneği Hamburger ve

Zwick’e (1981) aittir. Barro’nun para arzı modeli ile yapılan çalışmada ABD’de

1961’e dek açıkların para arzındaki büyümede etkisi olduğu saptanmış ve bu

sonucun, kamu açıklarının faizler üzerinde yukarıya doğru bir baskı yaratmasına

bağlı olduğu belirtilmiştir. Merkez bankası faizleri istikrarda tutabilmek için borçları

parasallaştırmakta ve enflasyonist süreç ile karşılaşılmaktadır.

Yine ABD verilerini alan ve dönemler arasında farklı sonuçlara

ulaşılabildiğini gösteren bir çalışma, Landon ve Bradford’a (1990) aittir. 1948:2 -

1987:4 aralığı verilerinden, 1981 öncesinde bütçe açıklarının para büyümesi üzerinde

48

etkisi olmadığı, Reagan hükümeti döneminde, federal bütçe açıklarındaki artışların

para büyüme oranını büyük ölçüde yükselttiği sonucu elde edilmektedir.

Para arzındaki yükseliş ve enflasyon arasındaki ilişkiyi gelişmekte olan

ülkeler açısından inceleyen Aghevli ve Khan’ın 1978 yılında, Brazilya, Kolombiya,

Dominik Cumhuriyeti ve Tayland’ı, 1964-1974 peryodunda ele alan çalışması, para

arzındaki yükselişin kaynağını açıkların bu yolla finanse edilmesi olarak

açıklamaktadır.

Kamu açıklarının enflasyon ilişkisini kabul edip, bunun nedenini mali

açıkların parasallaştırılmasına veren diğer çalışma, 1957-1993 Yunanistan verilerini

kullanan Hondroyiannis ve Papapetrou’a (1997) aittir. Çalışmada, bütçe açıklarının

enflasyon üzerindeki doğrudan ve dolaylı etkilerini incelenmekte ve para arzı ile

fiyat düzeyi arasında uzun dönemli bir ilişkiye rastlanmaktadır. Açıklardaki artışın

ise, enflasyon üzerinde doğrudan etkisi olmadığı görülmekle beraber, yüksek bütçe

açıkları nedeniyle ortaya çıkan para arzı büyümesinin bir yıl gecikmeyle enflasyon

üzerinde etki yarattığı saptanmakadır. Elde ettiği bu son sonuç ile, çalışma mali

açıkların parasallaştırılmasının enflasyonu arttırdığı düşüncesini desteklemektedir.

Parasalcı yaklaşımın kurduğu ilişki zincirinden, para arzının kamunun

harcamaları finansman ihtiyacı doğrultusunda içsel olarak belirlendiği, dinamik bir

enflasyon modeli ele alarak farklılaşan çalışmalara örnek olarak, Ruge–Murcia’ın

(1999) 1980-1989 verileriyle Brezilya için yaptığı gösterilebilir. Harcamalar, para

arzındaki büyüme ve enflasyon arasındaki ilişkinin araştırıldığı çalışmanın

modelinde kamu harcamaları dışsal; bütçe açığı ve para arzı içsel olarak

alınmaktadır. Buna göre, kamu harcamalarındaki artış bütçe açığını etkileyerek

finansman ihtiyacını ortaya çıkarmakta ve borcun parasallaştırlması enflasyonu

49

beraberinde getirmektedir. Brezilya ekonomisi açısından bakıldığında, enflasyon

düzeyi ve istikrarlılığı açısından yukarıdaki etkileşim doğrultusunda mali politikayı

simgeleyen harcama düzeyinin önemli bir değişken olduğu sonucuna da

varılmaktadır.

Brezilya ve Meksika ülke örneklerinde SW varsayımlarının geçerli olduğunu

ve bütçe açıklarının da monetize edilmeleri yoluyla enflasyona neden olduğunu öne

süren diğeri, Cardoso (1992) çalışmasıdır. Enflasyon, kamu bütçesi ve dış denge

arasındaki ilişkiyi ele alan çalışma da, sözkonusu ülkelerin yüksek reel faizler ve

bunlara ilişkin yeni borçlanmalar nedeniyle borç krizleriyle karşı karşıya

kaldıklarının altı çizilmekte ve 1980’lerde yaşanan enflasyonun kaynağı olarak dışsal

kamu borçları ve bunların faizleri gösterilmektedir. Sonuç olarak da, ekonomide

enflasyon istikrarı ve önlenmesi açısından mali politikanın önemi vurgulanmaktadır.

Bütçe açıkları, para arzı ve enflasyon ilişkisini açıkların parasallaştırılmasına

dayandıran dolayısıyla açık ve enflasyon ilişkisini parasallaşma üzerinden kuran bu

çalışmaların yanısıra, sözkonusu ilişkiyi parasallaştırılmasına dayandırmayan,

açıkların parasallaştırılmasalarda enflasyonist olabileceğini öne süren çalışmalarda

vardır.

1947-1980 aralığında açıklar, para büyümesi ve enflasyonu üç değişkenli bir

otoregresif bir süreçle ABD ekonomisi için modelleyen Ahking-Miller (1985)

Miller’in 1983 çalışmasında elde ettiği kamu açıklarının sadece parasallaştırılmaları

halinde enflasyonist olmadıkları, kamu açıklarının monetize edilmese de enflasyonist

olacağı sonucuyla tutarlı olarak, bu çalışmada da kamu açıklarının enflasyon

üzerinde önemli etkisi olduğu sonucuna varmaktadır.

50

2.3. Bütçe Açığı, Para Arzı, Enflasyon Đlişkisini Türkiye Örneğinde

Sınayan Çalışmalar

Enflasyon,bütçe açığı ve para arzı üçlüsü arasındaki ilişkiyi Türkiye

örneğinde ele alan çalışmalara bakıldığında, 1980 finansal liberalizasyon sonrası

Türkiye ekonomisinde bütçe açığı enflasyon ilişkisini araştırmayı amaç edinmiş

Soydan’ın çalışmasının (2001), açıkların para arzındaki büyüme vasıtasıyla

enflasyona neden olması düşüncesine destek vermediği görülmektedir. Buna göre,

para arzı ve enflasyon ilişkisinde parasalcıların yaklaşımını destekleyen bir ilişki

bulunmamakta fakat borç büyüme oranının, fiyat üzerinde kısa dönemli pozitif bir

etkiye sahip olduğu belirtilmektedir.

1981-1992 verileriyle bütçe açıklarının enflasyonist olup olmadığı ve

birbirleriyle etkileşimlerini nedensellik testleri yardımıyla ortaya koyan Ülengin

(1995), bütçe açığı, reserv para, dolar kuru ve enflasyon arasında kapalı bir halka

olduğunu tespit etmekedir.

Türkiye’de 1981-1991 dönemi için enflasyonu etkileyen faktörleri inceleyen

bir diğer çalışma Đnsel ve Ertel’e (1993) aittir. Kamu açıkları ve enflasyon ilişkisine

farklı yaklaşımların bulunduğu gerçeğinden yola çıkan çalışma, Türkiye

ekonomisinde de bu süreci izlemiş ve özellikle 1980 sonrası iç borçlanmanın para

yakını ödeme aracı haline gelmesiyle SW yaklaşımının açıklayıcı olduğunu öne

sürmüştür. Çalışma da, kamu açıklar/para bazı oranı, reel döviz kuru ve enflasyon

beklentisi değişkenlerinden en güçlü açıklayıcı olarak kamu açıkları/para bazı

değişkeni tespit edilmektedir.

51

2.4. Bütçe Açıkları ve Enflasyon Đlişkisinde Mali Politikanın

Sürdürülebilirliğine Yönelik Çalışmalar

Türkiye üzerine yapılan çalışmalarda bütçe açıkları ve enflasyon arasındaki

ilişkiyi test etmenin yanısıra, ülkede mali politikanın sürdürülebilirliğinin test

edilmesinin de önemine dikkat çeken çalışmalar bulunmaktadır. Bunlar, enflasyona

bakış penceresini genişletmekte ve aynı zamanda mali politikanın öneminin de altını

çizmektedirler.

Bu açıdan bakıldığında, 1970-2000 olmak üzere oldukça geniş bir dönemi

içine alan, Özmucur, Alper ve Akçay’ın çalışması (2002) oldukça yol göstericidir.

Çalışma da, mali politikanın sürdürülebilirliğine ilişkin test, Ponzi oyunun

olmaması koşuluna dayanan, borçlanmanın bugünkü değer kısıtı yaklaşımına

dayanmaktadır. Sürdürülebilirlik için yeterli ve gerekli koşul olan, indirgenmiş

nominal borç-indirgenmiş nominal gelir oranının durgunluğu koşulunun, Türkiye

için sağlanamadığı tespit edildiği çalışmada, cari mali politikanın sürdürülemeyeceği

belirtilmektedir.Enflasyon, bütçe açığı ve reel büyüme oranı arasındaki ilişkinin

analizinde ise, enflasyon ve kamu sektörü borçlanma gereği birinci sıradan ilişkili

olduğu ve kamu kesimi borçlanma gereksinimindeki bir artışın enflasyon üzerinde

sürekli etkilere yol açtığı sonucuna varılmaktadır.

Bu konuda diğer bir çalışma Özatay’a (1997) aittir. Para politikasının başlıca

amacının fiyat istikrarı olduğunu ve başarılı bir para politikası için birtakım

koşulların gerekliliğini çalışmasının temeline alan Özatay, özellikle mali

politikanın sürdürülemez boyuta gelmesi halinde, bağımsız bir para politikasının

yürütülmesinin son derece güç olduğunu, dolayısıyla da fiyat istikrarı amacının

gerçekleştirilemeyeceğini Türkiye ekonomisini örnek alarak kanıtlama yoluna

52

gitmektedir. Ulaşılan sonuç ise, 1993 sonları itibariyle iç borç stratejisinin

sürdürülemez olduğu ve bu dönemde mali politikanın sürdürülemezliğiyle karşı

karşıya kalan politika yapıcıların monetizasyona yönelmeleriyle krizin

alevlendirildiğidir. Bir başka ifadeyle, sürdürülemez mali politikanın para politikası

uygulamalarına engel olduğu ve böylece krizin kaynağına yerleştiği

belirtilmektedir. Özatay’ın Türkiye’nin bu gerçeği karşısında önerisi ise, fiyat

istikrarı için para ve maliye politikaları arasında koordinasyonun gerekliliğidir.

Aksi halde, para politikasının amaçlarına ulaşması mümkün olmadığı

belirtilmektedir.

Özatay’ın (2000), bütçe açığı, enflasyon ve kriz ilişkisini irdelediği bir diğer

çalışmasında da, yine borç sürdürülebilirliğinin önemine değinilmiştir. Buna göre,

bütçe açıklarının sürekli bir biçimde iç borçlanmayla finanse edilmesi, reel faizleri

yükseltecek ve kamu kesimi borçlanma gereksinimi artacaktır. Diğer yandan, eğer

merkez bankası kaynaklarına güvenilirse, enflasyonist bir ortam oluşacaktır. Sonuçta,

mali dengesizlikleri gidermeksizin döviz kurunu çıpa olarak seçmek, parasal

daralmalara gitmek gibi girişimlerin enflasyonun temel nedenini elemeyeceği ve

verimsiz olacağı belirtilmektedir.

2.5 Bütçe Açığı, Para Arzı, Enflasyon Üçlüsünü Bütçe Açığı ve Enflasyon

Đkilisine Đndirgeyen FTPL Yaklaşımını Sorgulayan Çalışmalar

Buraya kadar gerek diğer ülke, gerekse Türkiye örneğinde ele alınan

çalışmalar, bütçe açığı ve enflasyon ilişkisini irdelerken, temel olarak bütçe açığı,

para büyümesi ve enflasyon olmak üzere üç değişkeni bir arada ele almışlardır.

Ancak, açık ve enflasyon ilişkisinde paranın rolünün olmadığını öne süren ve bütçe

53

açığı ve enflasyon ilişkisini doğrudan kurarak, mali politikanın önemine savunan

FTPL bakış açısına yönelik ampirik çalışmalarda mevcuttur.

Bu amaçla Türkiye ekonomisinde yapılan çalışmalardan biri, Özmen ve

Koru’ya (2003) aittir. Türkiye örneğinde 1983-1999 yıllarını ele alan çalışma, bütçe

açıkları, para büyümesi, enflasyon arasındaki uzun dönemli ilişkiyi hem sıkı hem de

geniş para politikası altında incelemektedir. VAR sürecinin işletildiği çalışmada, hem

dar hem de geniş para politikası altında bütçe açıkları ile enflasyon arasında

doğrudan bağlantının olmadığı bir başka ifadeyle FTPL’nin ülke örneğinde

desteklenmediği sonucuna varılmakta ve bütçe açıklarının SW (1981) ile tutarlı

olarak para büyümesini belirlediği belirtilmektedir.

Türkiye enflasyonunun para, kamu, dışsal faktörler ve işgücü piyasasından ne

kadar etkilendiği araştıran Metin (1995), tüm bu faktörlerin enflasyon üzerinde

etkilerinin olduğunu ancak, özellikle bütçe açıkları ve enflasyon arasındaki ilişkinin

önemini belirterek, FTPL bakış açısına daha yakın bir nokta da durmaktadır.

Metin’e göre, mali genişleme Türkiye’ de gerçekten enflasyonist sonuçlar

doğurmaktadır. Kamu sektörü açıklarındaki artış kısa vadede nominal gelirde bir

artış yaratmakta ve enflasyona yansımaktadır. Bu durum, kamu sektörü açıklarının

sürekli yüksek enflasyonun kaynağı olması düşüncesini desteklemekte ve

enflasyonun düşürülebilmesi için mali açığın elimine edilmesini zorunlu kılmaktadır.

Metin’in, doğrudan bütçe açıkları ve enflasyon arasındaki ilişkiyi ele alan

diğer bir çalışması (1998) daha aydınlatıcıdır. 1995 yılı çalışmasında Türkiye’de

enflasyona neden olan faktörlerden birini mali genişleme olarak tespit eden ve bu

doğrultuda enflasyonun düşürülmesinin bütçe açığının elimine edilmesiyle mümkün

54

olduğunu belirten Metin, bu çalışma da analizini biraz daha derinleştirmektedir. Bu

doğrultuda da temel sorusu: bonoyla finanse edilen açıkların mı yoksa

parasallaştırılan açıkların mı enflasyonist olduğudur? Amaç bu soruya Türkiye 1950-

1987 yıllık verileriyle cevap bulmaktır.

Regresyon sonuçları ve eşbütünleşme testleri kamu açıklarının enflasyon

üzerinde önemli pozitif etkisi olduğunu göstermektedir. Bütçe açığındaki bir artış

enflasyonu ivedilikle artırırken, açıklarının parasallaştırılmasının enflasyonu ancak

iki dönem gecikmeyle etkilediği sonucuna varılmaktadır.

Mali açıklar ve enflasyon ilişkisinin 1960-2001 aralığında, Türkiye’yi de

içine alan 107 ülke için ele alındığı bir çalışma ise, Catao ve Terrones’e (2003) aittir.

Çalışma, gelişmişlik farklarına değinerek, özellikle düşük vergi toplama etkinliğine

sahip, politik istikrarsızlığı bulunan, dış borçlanma konusunda kısıtı olan ve aynı

zamanda halihazırda yüksek enflasyonlu bir süreç içerisinde olan gelişmekte olan

ülkelerde sözkonusu ilişkinin çok daha belirgin bir biçimde kendini gösterdiğini

savunmaktadır.

FTPL bakış açısına daha yakın duran bir diğer ampirik çalışma, ABD

enflasyonunun standard para teorisince başarılı bir şekilde açıklanmadığını düşünen

ve enflasyonun parasal durumları ihmal eden bir çalışmayla açıklanıp

açıklanamayacağı sorusuyla yola çıkan Cochrane’dir.

Cochrane, “A Frictionless View of U.S. Inflation” (1998) başlığını taşıyan

çalışmasında, mali teoriyi test etmek ve fazlalara ilişkin şokların mı, yoksa parasal

şokların mı fiyat düzeyini etkilediğini görmek için fiyat, borç ve fazla düzeylerini

içine alan yapısal bir VAR modeli tahmin etmiş ve fazlaya ilişkin şokların fiyat

55

düzeyini etkilediği sonucuna varmıştır. Çözüm olarak ise, optimal mali politikanın

öneminin altını çizmiştir.

Ancak tüm bu ampirik çalışmaların aksi sonuç elde eden çalışmalar da

sözkonusudur.

Örneğin, Afonso (2002), onbeş ülke için FTPLnin geçerliliğini test etmeye

çalışmış ve Ricardocu rejimin hakim olduğu bu ülkelerdeki enflasyon sürecinin

FTPL ile uyumlu olmadığı sonucuna ulaşmıştır.

FTPL yaklaşımının temel varsayımı olan Ricardocu olmayan bir rejimin

hakimiyetini test eden bir diğer çalışma,Tanner ve Ramos (2002), tarafından Brezilya

ekonomisi için yapılmış ve böylelikle sözkonusu ekonomi için FTPL’nin

geçerliliğine bakılmıştır.

Brezilya ekonomisinde varolabilecek mali baskın yada parasal baskın

rejimleri birbirinden ayırmak ve sözkonusu ülkede hangisinin geçerliliğini

sürdürdüğünü ortaya koymayı amaçlayan çalışma 1990-2000 verilerini kullanmıştır.

Nedensellik testleri ve etki-tepki analizi sonucunda ise, ülke için 1995-1997

aralığında para, bu dönem dışında mali baskın rejimin hakim olduğu belirtilmektedir.

Benzer bir çalışma Canzoneri, Cumby, Diba (2001) tarafından da yapılmıştır.

Bu çalışmada, mali baskın ve para otoritesi baskın rejimleri birbirinden ayırmayı

amaç edinmekte VAR metodu kullanılarak ABD ekonomisi için hangi rejimin

geçerli olduğu tespit etmeye çalışmaktadır. Sonuçta, ABD verileri için, Ricardocu

rejimin daha açıklayıcı olduğu belirtilmektedir.

56

Tüm bu ampirik çalışmaların incelenmesinden de görüldüğü gibi, açık,

enflasyon ilişkisi ister para arzı katılsın ister katılmasın ülke ekonomileri açısından

farklılık gösteren dolayısıyla da üzerinde tartışmaların sürdüğü bir konudur.Özellikle

açık ve enflasyon ilişkisinde parayı saf dışı bırakan FTPL teorisine ilişkin

çalışmaların ilkine göre daha sınırlı sayıda kalması, bu konuda genel sonuçlara

varılmasının önüne geçmektedir.

57

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

1980 SONRASI TÜRKĐYE’DE ĐKTĐSAT POLĐTĐKALARI ANLAYIŞI VE

GERÇEKLEŞMELER

3.1. ĐKTĐSAT POLĐTĐKASI ANLAYIŞI VE ENFLASYON ĐLĐŞKĐSĐ

1980’lerin ikinci yarısında Sargent-Wallace’ın aritmetiğinin de etkisiyle

sorgulanmaya başlayan para programları, 1990’larda FTPL yaklaşımının mali

politikanın da önemini savunmasıyla, enflasyona neden olan faktörler ve mücadele

açısından tek olma durumunu yitirmektedir.

Nitekim, para programı uygulamaları batıda birçok ülkede terk edilmiş ve

mali yaklaşımların önerileri doğrultusunda mali otoriteyle koordineli bir politika

yürütülmesi eğilimi artmış ve açıklar ile borçlanmanın üzerine sınırlamalar

getirilmeye başlanmıştır. ABD, AB, Đngiltere, Kanada, Đsviçre, Brezilya gibi ülkeler

borçlanma ve borç stoğu için sıkı önlemleri uygulamaya koyulmaktadır.

ABD’ye benzer şekilde Kanada’da 1993 yılından itibaren bütçe dengesi

hedefini ön plana almıştır. Đngiltere ve Brezilya’da ise, kamu borçlanması üzerine

sınırlamalar getirilmiştir. Almanya’da olduğu gibi, borçlanmanın ancak bir yatırım

harcaması için yapılabileceğinin belirtildiği Đngiltere’de, aynı zamanda borcun

GSYĐH’ya oranının %40’ı aşmaması gerektiği de hükme bağlanmıştır. Brezilya ise

2000 yılında Mali Sorumluluk Yasası’nı yürürlüğe sokarak, yerel ve merkezi

hükümetin borçları üzerine sınırlamalar getirmektedir ( Uygur, 2001:17 ).

AB’de ABD’nin ardından 1992’deki Maastricht Anlaşması ile Ekonomik

Parasal Birlik’e ( EMU:Economic and Monetary Union ) katılmak isteyen ülkeler

için getirdiği sıkı mali koşullarla bu konuda önlemlerini almaktadır. Buna göre, borç

58

stoğunun GSYĐH’ya oranının %60 ve bütçe açığının GSYĐH’ya oranının da %3’ü

aşmaması gerekmektedir. Ayrıca AB ülkelerinin 1997’de imzaladığı Đstikrar ve

Büyüme Paktına ( SGP:Stability and Growth Pact ) göre, üye ülkelerin 2002 yılına

kadar bütçe açıklarını ortadan kaldırmaları ve hatta fazla vermek yönünde çalışmaları

gerekmektedir ( Uygur, 2001:17 ) .

Ülke örneklerinden görüldüğü gibi, bütçe açıkları ve borçlanma üzerine sıkı

denetimlerin getirildiği bu dönemde, halen üzerinde tartışmalar devam etse de, mali

yaklaşımlardan etkilenildiği, enflasyonla mücadeleye yönelik politika

şekillendirilmesinde izlerine rastlanmasıyla açıklanabilmektedir.

Dünyada enflasyonun kaynağı ve mücadelesine ilişkin tüm bu gelişmeler

yaşanırken, sürekli bütçe açığı ve uzun süreli yüksek enflasyon sürecine maruz kalan

Türkiye’de iktisat politikalarının şekillendirilmesinde bu bakış açılarından hangisinin

yansımaları daha fazla görülebilmektedir? Bu sorunun yanıtı ve enflasyon

konusundaki geçerli görüş, 1980’lerden bu yana Türkiye’de uygulanan para ve

maliye politikalarında gizlidir. Nitekim, ekonomi politikalarının hangi otoritenin

anlayışı doğrultusunda belirlendiğinin ortaya konmasıyla, enflasyonun kaynağına

inilmesi ve çözüme yönelinmesi mümkün olabilecektir. Bu amaçla, yıllar itibariyle

Türkiye’de bütçe açıklarının finansmanında benimsenen anlayış, dolayısıyla aktif

otorite uygulamaları ve karşılaşılan sonuçlar özetlenecektir.

59

3.2. TÜRKĐYE EKONOMĐSĐ GERÇEKLEŞMELERĐ

Türkiye ekonomisinde 1980 sonrası uygulanan iktisat politikaları, yapısal bir

dönüşümü hedefleyen 24 Ocak Đstikrar Kararları’nın belirlediği ana çerçeve

içerisinde yürütülmüştür. Başlıca amaçlar, ekonomiyi liberal bir yapıya kavuşturmak

ve dünya ile bütünleştirmektir. Bu doğrultuda da, istikrarın sağlanması açısından

öncelikli sorunlar, enflasyonun düşürülmesi ve ödemeler dengesi sorunlarının

aşılması olarak görülmüştür. Ödemeler dengesi sorunu ilk aşamada dış borçlarla

halledilirken, enflasyon için sıkı para politikası uygulaması başlatılmıştır.

Oysa, 1980’ler batı merkez bankalarının para programlarının belirlediği para

artışı ile bu artışın ima ettiği enflasyon oranı arasındaki ilişkinin zayıflığını

gözlemlediği ve dolayısıyla da bu programlara şüpheyle bakmaya başlayıp,

enflasyonla mücadelede, çıpa olarak para miktarının değil enflasyonun kendisinin

alınmasını kabul ettiği yıllardır ( Uygur, 2001:11 ).

Ancak Türkiye, daha önce de belirtildiği gibi, iktisat literatüründeki bu

anlayış değişikliğinden uzak kalmış ve “parasal genişleme olmazsa, bütçe açıklarının

borçlanma ile kapatılması enflasyonu yükseltmez” görüşünü benimsemiştir. Bu

görüşle, bir çok ekonomistin de üzerinde birleştiği gibi, 1980 sonrası Türkiye’de

uygulanan ekonomi politikalarının iki temel özelliği dillendirilmiştir. Bunlardan ilki,

para hedeflemesine gidilmesi, ikincisi ise, bütçe açıklarının giderek artan bir biçimde

borçlanma ile kapatılmasıdır.

1980’lerde daha ılımlı mali açıklara sahip olan Türkiye için, izleyen yıllar

uygulanan politikalar neticesinde bütünüyle farklılaşmıştır. (ek tablo 1) Sözkonusu

dönemde sıkı para politikası yanı sıra, enflasyonla mücadele amacına yönelik olarak

60

sıkı maliye politikası uygulaması da başlatılmış ve bu doğrultuda da, kamu

harcamalarının düşürülmesi, transfer ödemelerinin azaltılması ve gelirlerin

artırılmasına yönelik çalışmalar yapılmıştır. Ancak tüm bu tedbirlere rağmen daha

çok başlarda, 1983 yılından sonra sıkı maliye politikası giderek anlamını yitirmiş ve

KKBG istenilen düzeye çekilememiştir. 1980’lerin ilk yarısında KKBG’nin

GSMH’ya oranı %6 iken, 1990’lara gelindiğinde %10’lara çıkmıştır (ek tablo 2).

Grafik 3.1. Bütçe açığı / nominal gayrisafi milli hasıla

-0.7

-0.6

-0.5

-0.4

-0.3

-0.2

-0.1

0

1987Q2

1987Q4

1988Q2

1988Q4

1989Q2

1989Q4

1990Q2

1990Q4

1991Q2

1991Q4

1992Q2

1992Q4

1993Q2

1993Q4

1994Q2

1994Q4

1995Q2

1995Q4

1996Q2

1996Q4

1997Q2

1997Q4

1998Q2

1998Q4

1999Q2

1999Q4

2000Q2

2000Q4

2001Q2

2001Q4

2002Q2

2002Q4

2003Q2

2003Q4

2004Q2

bütçe açığı/ngsmh

Açık sorununun daha ciddi boyutlara taşınmasında, diğer faktörlerin yanı sıra,

24 Ocak Đstikrar Kararları ile başlayan liberalleşme sürecinin, açıkların finansmanı

konusunda yarattığı değişimin payı göz ardı edilemeyecek boyuttadır. Uygulanan

sıkı para politikası doğrultusunda mali otorite, merkez bankası yerine hazinenin

kaynaklarına eğilmiş ve açıklar gittikçe artan ölçüde iç borçla finanse edilmeye

başlanmıştır ( Soydan , 2001: 3-4 ).

61

1981 yılında başlayan bu süreç, 1985 Mayıs ayından itibaren ihale yöntemiyle

hazine bonosu ve tahvil satışına başlanmasıyla ve 1987 yılından itibaren de Merkez

Bankası’nın açık piyasa işlemlerine başlayıp önemli bir para politikası aracına sahip

olmasıyla devam etmiştir.

Ayrıca, Merkez Bankası ve Hazine arasında 1989 yılında yapılan ve

hazinenin alacağı kısa vadeli avanslara sınırlama getiren anlaşma da, kamu kesiminin

merkez bankası kaynaklarını daha az kullanmasına dolayısıyla da, iç borçlanmaya

daha fazla ağırlık verilmesine neden olmuştur ( Yıldırım Erhan - Refia, 2001:6-

7).Yıllar itibariyle değişen rakamlara bakıldığında, 1985 yılında 6.972 milyar TL

olan iç borç stokunun, izleyen iki yıl içerisinde 1987:17.218 rakamıyla neredeyse üçe

katlandığını ve 1989’da da 41.934 milyar TL’ye ulaştığı bu durumun en önemli

kanıtı olarak alınabilmektedir (ek tablo 3).

Diğer yandan, mali piyasaların genelde istikrarsız ve kırılgan yapısı nedeniyle

1988’de düşme eğilimine giren ve 1994 sonrası negatif değerlere düşen kamu net dış

borçlanmasının da anlamlı bir kaynak teşkil etmemesi bu süreci desteklemiş ve tüm

bu etmenlerle, kamunun iç borç stokunda büyük yükselişler kendini göstermiştir (ek

tablo 4-5) ( Yeldan, 2001:117 ).

Özetle, iç borçlanmaya ilişkin olarak yıllar itibariyle gelişmelere

bakıldığında, özellikle 1985 yılında Đstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nın da

yeniden organize edilerek faaliyete geçmesiyle gelişmeye başlayan finansal

piyasaların, faizlerin kademeli olarak serbest bırakılmasının ve uygulanan kamu

politikalarının etkisiyle, yurtiçi tasarrufların büyük bölümünün iç borçlanma

piyasasına akmaya başladığı görülmektedir. Bunlara ek olarak, 1984-1990

döneminin dış borçların geri ödendiği yıllar olması, 1990 yılında Merkez

62

Bankası’nın kısa vadeli avans kullanımına kısıtlama getirmesi de iç borçlanmanın

artan gelişiminin diğer sebepleridir. Bu tip borçlanmaya verilen ağırlığın neticesi ise

hem mali hem de reel sektörü olumsuz etkileyerek ekonomide istikrarsız bir ortam

yaratan yüksek reel faizler olmuştur ( Kazgan, 1996:49 ).

Grafik 3.2. Đç borç / nominal gayrisafi milli hasıla

0

0.5

1

1.5

2

2.5

3

1987Q1

1988Q1

1989Q1

1990Q1

1991Q1

1992Q1

1993Q1

1994Q1

1995Q1

1996Q1

1997Q1

1998Q1

1999Q1

2000Q1

2001Q1

2002Q1

2003Q1

2004Q1

iç borç/ngsmh

Bu durum iç borçlanmanın ekonomik dengelerini bozucu etkilerinin daha

hızla belirmesine yol açmış ve sürdürülebilirliğinin ancak bu konuda verilecek

tavizlere bağlı olduğunu ortaya koymuştur. Nitekim, 1981-1983, 1985-1988 ve 1990-

1993 dönemlerinde reel faiz artışının, reel büyümenin üzerinde gerçekleştiği

görülmüştür. Bu gelişme, kamu kesiminin iç borç stoğunun arttığının ve özel

kesimden kamuya borçlanma yoluyla kaynak aktarıldığının en önemli göstergesi

olarak kabul edilmektedir.

63

Grafik 3.3. Faiz oranı- büyüme ilişkisi

-0.4

-0.2

0

0.2

0.4

0.6

0.8

1

1.2

1.4

1988Q4

1989Q3

1990Q2

1991Q1

1991Q4

1992Q3

1993Q2

1994Q1

1994Q4

1995Q3

1996Q2

1997Q1

1997Q4

1998Q3

1999Q2

2000Q1

2000Q4

2001Q3

2002Q2

2003Q1

2003Q4

2004Q3

3 ay ağırlıklandırılmış faiz oranı reel gsmh büyüme

Grafik 3.4. Đç borç / M2Y

0

0.2

0.4

0.6

0.8

1

1.2

1.4

1.6

1989Q1

1990Q1

1991Q1

1992Q1

1993Q1

1994Q1

1995Q1

1996Q1

1997Q1

1998Q1

1999Q1

2000Q1

2001Q1

2002Q1

2003Q1

2004Q1

iç borç/m2y

64

Özellikle reel faizlerdeki aşırı artışlar ve ekonominin üretkenlikten daha çok

bir rant ekonomisi olma eğilimi içerisine girmesi, yurt içi kaynaklardan

borçlanmanın sınırlarına gelindiğini işaret etmiştir. Diğer yandan, finansal

piyasaların göstergesi olarak kabul edilen M2Y ile iç borcun oranının giderek

yükselmesi de, iç borcun finansal piyasalara baskısının arttığını ve iç borçlanmanın

sınırlarına gelindiğini göstermektedir.

Đç borç piyasasındaki bu kısırlaşma sonucunda, 1989 Ağustos ayında,

sermaye hareketlerini serbest bırakan 32 sayılı karar çıkartılarak, kamu açıklarının

finansmanın da, kısa vadeli sermayenin kullanılması olanaklı hale getirilmiştir.

Ancak, kısa vadeli sermayeyi çekmek için yerli paranın getirisinin artması

gerekliliğiyle faizlerdeki yükseliş devam etmiştir. Bu durumun kamu borçlanma

gereğini artırması yanı sıra, diğer bir yansıması da, Merkez Bankası döviz

rezervlerinde artış meydana getirmesi ve yerli paranın aşırı değerlenmesidir (Özatay,

2000:3).

1990’lı yıllarda da, transfer ve cari harcamalardaki artışlarında sürmesiyle

katlanan kamu açıkları, (ek tablo 1), yüksek faizler karşılığında, daha çok kısa vadeli

yabancı sermaye girişleri ile finanse edilmiştir. Bunun sonucunda, kamu kesiminin

borçları ile birlikte faiz ödemelerinin bütçe içindeki payı hızla artışa geçmiş ve

KKBG önemli ölçüde yükselmiştir (ek tablo 2 ).

Diğer yandan, bu artışta, 1991 Körfez Krizi ve seçimlerin de etkisiyle kısa

vadeye sıkışan borçlanmanın da etkisi büyük olmuştur ( Yıldırım Erhan-Refia, 2001:

8). Borçların kısa vade de döndürülmesi gereği, iç borç yükü ve faiz ödemelerinin

dönem boyunca hızlı bir devinim izlemesine sebep olmuştur. Nitekim, 1980’lerin

başında bütçe harcamalarının yalnızca %5’ini oluşturan borç faiz ödemeleri, 1990’lı

65

yılların başında %20’lere yükselirken, borç sarmalının giderek büyümesi ile

1992’den sonra yeni bir ivme kazanarak günümüzde %40’ı geçmiş bulunmaktadır

(ek tablo 6).

Grafik 3.5. Faiz ödemeleri/nominal gayrisafi milli hasıla

0

0.2

0.4

0.6

0.8

1

1.2

1.4

1987Q1

1988Q1

1989Q1

1990Q1

1991Q1

1992Q1

1993Q1

1994Q1

1995Q1

1996Q1

1997Q1

1998Q1

1999Q1

2000Q1

2001Q1

2002Q1

2003Q1

2004Q1

faiz ödemeleri/ngsmh

Grafik 3.6. Đç faiz ödemleri/ nominal gayrisafi milli hasıla

0

0.2

0.4

0.6

0.8

1

1.2

1.4

1987Q1

1988Q1

1989Q1

1990Q1

1991Q1

1992Q1

1993Q1

1994Q1

1995Q1

1996Q1

1997Q1

1998Q1

1999Q1

2000Q1

2001Q1

2002Q1

2003Q1

2004Q1

iç faiz ödemeleri/ngsmh

66

Toplam harcamalar içerisinde bu denli büyük bir pay alan borçlanma ve faiz

ödemelerinin kamunun en önemli gelir kaynağı olan vergi gelirleriyle arasındaki

ilişkiye bakıldığında da, borç anapara ve faiz ödemelerinin vergi gelirlerine oranının

giderek arttığı görülmektedir. 1980’li yıllarda %11,9 olan bu oran, 1990’da %90,5’i,

2004 yılında ise, %191,6’yı yakalamış bulunmaktadır (ek tablo 7).

1993 yılına gelindiğinde, 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren hızla artan

kamu açıkları faizler üzerinde baskı yaratan en önemli etken olmuştur. Đç borç faiz

oranlarını düşürmek için ihale iptalleri ve borçlanma üzerine gelir vergisi, miktar

kısıtı getiren politikalar izlenmeye başlanmıştır. Kasım 1993’te beş borçlanma

ihalesinin dördü iptal edilmiştir. Ancak, bu yönlü davranışlar piyasaları daha fazla

tedirgin ederek, güven ortamının sarsılmasına neden olmuştur. Kamunun faizleri

düşürmek için iç borçlanmayı kısıtlamaya çalışması ve dış kaynak kısıtı sonucunda

borçlanma gereği daha çok Merkez Bankası kaynaklarından karşılanmıştır. Đç

borçlanma yerine kısa vadeli avansların bütçe finansmanın da ağırlık kazanması, yanı

sıra iç borçlanmaya ilişkin ödemeler yapılması piyasada likidite fazlasının

oluşmasına neden olmuştur. Likidite fazlası, faizleri düşürme politikası ve değerli

kur politikası, devalüasyon beklentisi ve belirsiz ortamın etkisiyle dövize

yönelmiştir. Nitekim, Merkez Bankası’da piyasalara döviz satarak müdahale de

bulunarak reservleri düşürmüş ve devalüasyon zorunlu hale gelmiştir.

Özetle, yeni borcun ancak yeni iç borçla karşılandığı Ponzi-tipi bir

finansmana sürüklenen ülke için, yıldan yıla büyüyen borçlanma gereksinimi bir

yandan mutlak borç yükünü artırırken, öte yandan borçlanma koşullarını sürekli

ağırlaştırmıştır ( Yeldan, 2001:118 ). Sonuçta da, reel büyüme hızının çok üstünde

seyreden faiz oranları ve TL’nin aşırı değerlenmesiyle rekor düzeye çıkan dış ticaret

67

açığı, bu sürecin tıkanmasını çabuklaştırmıştır. Hükümetin faizleri düşürme

operasyonu (genişletici para politikası), dış açığı sürdürülemez gören spekülatif

sermayenin kaçmasına yol açmış ve bu zaten bozuk olan dengeleri alt üst etmiştir.

Ortaya çıkan bu kriz tablosu, 5 Nisan Đstikrar Tedbirleri’nin alınmasını zorunlu

kılmıştır.

Đlgili dönemde iç borçlanmanın sürdürülebilirliğini sorgulayan birçok ampirik

çalışmanın da (Özatay, 1997; Özmucur, Emre, Akçay 2002 ) işaret ettiği gibi, 5

Nisan 1994 krizi yanlış ve sürdürülemez iç borçlanma politikasının bir sonucu olarak

karşımıza çıkmaktadır. Kamu iç borcu krizi şeklinde patlak veren bu süreçte

enflasyon değerlerine bakıldığında, çok ciddi bir sıçrama yarattığı görülebilmektedir.

Buradan hareketle, bütçe açıklarının finansmanın enflasyonun ortaya çıkış sürecini

etkilediği rahatlıkla söylenebilmektedir.

Grafik 3.7. Enflasyon

0

0.1

0.2

0.3

0.4

0.5

1987Q2

1988Q2

1989Q2

1990Q2

1991Q2

1992Q2

1993Q2

1994Q2

1995Q2

1996Q2

1997Q2

1998Q2

1999Q2

2000Q2

2001Q2

2002Q2

2003Q2

2004Q2

enflasyon

68

Ancak, bir anlamda, yaratılan borçlanma sarmalının uzun dönemde

sürdürülemezliğini ve tıkanabileceğinin kanıtlayan 1994 krizine rağmen, mali

piyasalarda dövize olan hücumu önlemek ve iç borç piyasasını yeniden

hareketlendirmek için üç ay vadeli bonolar %50 şok faizle doğrudan halka arz

edilmiştir ( Yıldırım Erhan-Refia, 2001:8 ). Bu durum aslında, ülkenin 1980 sonrası

enflasyonla mücadele de temel aldığı görüşün bir yansımasıdır. Buna göre, krizin asıl

nedeni,giderek büyüyen açıklar, bir kısır döngüye dönüşen finansman sorunu değil;

uygulanan yanlış para politikaları sonucu, para ve faizin iyi idare edilememesidir.

Yani, borçlanma faizi konusunda piyasayla inatlaşmaya kalkışılmış, merkez

bankasından alınan avanslarla parasal genişleme yaratılmış ve krize neden

olunmuştur ( Uygur, 2001:18-19 ).

Krizin böyle yorumlanması sonucu olsa gerek, enflasyonun hızını

yavaşlatmak adına sıkı para politikasına devam edileceği açıklanırken, hazinenin

merkez bankasından kullanabileceği kısa vadeli avans limitinin de, kademeli olarak

azaltılacağı ve sıfırlanacağı açıklanmıştır (ek tablo 8). 1997 yılında da, Merkez

Bankası para politikasını bağımsız olarak belirlemiş ve Hazine ile Merkez Bankası

kısa vadeli avansların sıfırlanması konusunda protokol imzalamıştır. Bu uygulama

ile, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı söylemlerinden büyük ölçüde etkilenildiği

belirginleşmiştir ( Erdoğan-Ener, 2000: 21 ).

Diğer yandan, 5 Nisan Kararları ile uygulamaya konulan daraltıcı maliye

politikaları da ancak 1995 yılı ikinci yarısına kadar sürdürülmüş ve yıl sonunda erken

seçim kararlarının alınmasıyla da genişletici maliye politikası uygulamaları yeniden

hız kazanmıştır. Bunun yanı sıra, kamu açıklarının finansmanı, krizin sonucunda dış

69

borçlanmanın daha da güçleşmesiyle, iç borçlanmayla sürdürülmek zorunda

kalınınca KKBG büyümeye devam etmiştir ( ek tablo 2 ).

1996 yılına da oldukça yüksek faizli halka arz ihracıyla başlanmış, Ocak

ayından itibaren ise gerçekleştirilen ihalelere gelen teklif miktarları artmış, faizler

kademeli olarak düşmüş ve hazine bir yıldan uzun vadeli olarak borçlanmaya

başlamıştır. 1997 yılından itibaren ise, en uygun vade-maliyet yapısı için, Hazine’nin

borçlanma politikasına ilişkin temel ilkeler belirlenmiş ve iç borçlanmanın bu

prensipler çerçevesinde yürütülmesi amaçlanmıştır. Bu doğrultuda, batıda

enflasyonla mücadele de 1980’lerin sonunda geçilen enflasyon hedeflemesinin ilk

kez gündeme geldiği 1997 para programını da ( Uygur, 2000:12 ) destekler biçimde,

borçlanmaların aylık olarak kamuoyuna duyurulması ve belirsizliklerin en aza

indirgenmesi amaçlanmıştır ( Taşkın, 2004: 35 ).

Ancak, para ve maliye politikalarının birlikte uygulanamaması, yapısal

sorunların göz ardı edilmesi ve kamuoyundan yeterli desteğin alınamaması,

enflasyon beklentilerinin kırılmasının önüne geçmiştir. Buna ek olarak, 1997

yazında, Asya krizinin patlak vermesi, kamunun açık finansmanı dolayısıyla neden

olduğu kaynak sorununu, yatırım amaçlı yurt dışından borçlanmak biçiminde çözen

özel kesimi bu imkandan da mahrum bırakmıştır. Böylece ekonomi, kısa vadeli

yüksek faizli yükselen açıkların olduğu, yüksek enflasyonlu ve giderek üretkenlikten

uzaklaşan yapısından sıyrılamamıştır.

Öte yandan, 1999 yılında erken seçim kararının alınması ve deprem

felaketinin yaşanmasıyla maliye politikası da önemli ölçüde gevşetilmiştir. Yılın

sonuna doğru ekonomik göstergeler, ciddi bir küçülmenin yaşandığını ve bütçe

açıklarının arttığını göstermiştir ( ek tablo1 ). Bu durumda hükümet, olumsuz gidişatı

70

tersine çevirmek ve mali istikrarın sağlanmasına katkıda bulunmak amaçlarına

yönelik yeni bir ekonomik program uygulamaya koymuştur.

9 Aralık 1999’da IMF’ye verilen niyet mektubunda 2000 yılında uygulanacak

maliye politikasının temel amacının, kamu harcamalarının faiz dışı kısmında

sınırlamaya gitmek ve kamu sektörü fazlasını GSMH’nın %3.7’sine çıkarmak olduğu

belirtilmesine rağmen; uygun koşullarda yapılan yurt dışı borçlanmaları sayesinde iç

piyasalar üzerindeki baskı ancak bir miktar hafifletilebilmiştir ( Yıldırım Erhan-

Refia, 2001:10 ). Dolayısıyla, 2000’li yıllara gelindiğinde de iç borçlanmanın

kamunun temel finansman kaynakları arasında olduğu görülmektedir.

1991-1994 aralığında iç borçlanma politikasının doğru yönetilememiş

olmasının ekonomiye yansımasının kriz şeklinde gerçekleştiği hatırlandığında,

izleyen yılların da benzer bir eğilime sürüklemesi endişesi 2000’li yıllara

gelindiğinde gerçeğe dönüşmüştür. Nitekim, bu dönemde kamu finansmanın da,

bünyelerinde yüklü miktarlarda iç borçlanma senedi bulunduran bankacılık

sisteminin ön plana çıkmıştır. Đç borçlanma getirisinin yüksek olması nedeniyle,

bankalar dışarıdan çok daha düşük oranlarla geri ödemeleri olacak şekilde borçlanma

eğilimine girerek kamu kesiminin finansmanın da önemli rol üstlenmiştir. Örneğin,

izleyen yılda karşımıza çıkacak olan krizin simgesi haline gelen Demirbank’ın 2000

yılında yapılan devlet iç boçlanma senedi ihraçlarının yaklaşık %15’ini elinde

bulundurduğu ve toplam dibs stoğunun yaklaşık %10’unu taşıdığı belirtiliyordu

(Uygur, 2001(a):16 ).

Böyle bir yapı içerisinde, 1990’lı yıllara benzer şekilde, elde edilen fonlarla iç

yatırımların finanse edilmesi yerine ekonominin rant ekonomisine dönüştüğü, diğer

yandan, dışarıdan yapılan borçlanma ile döviz açığının artırıldığı da görülmektedir.

71

Bu son durum, ekonominin dengelerinde hassaslaşmayı da beraberinde getirmiştir.

Nitekim, Kasım 2000’de Arjantin krizinin beklentiler üzerinde yarattığı olumsuz

bakış, önce döviz kuru riskini ihmal eden bankacılık kesimini, ardından da tüm

ekonomiyi sıkıntıya sokmuştur.

Büyük ölçüde iç borçlanmaya yatırım yapan yerli bankaların likidite

ihtiyacına düşmesi, dış borçlanma kanallarının kapanmasıyla daha da

belirginleştiğinde, kamu bonoları satılmaya başlanmıştır. Ekonomide bu gelişmeler

yaşanırken, sıkı para ve maliye politikası uygulamaları devam etmiş ve likidite krizi

şiddetlenmiştir. Bankaların kısa vadeli borçlanmayı sürdürme zorunlulukları

faizlerdeki yükselmeyi beraberinde getirmiş ve Aralık ayına gelindiğinde gecelik

faizlerde ciddi sıçramalar baş göstermiştir ( Creel-Kamber, 2004:161-164 .)

Özetle, 2000 yılı Kasım ayına gelindiğinde, ekonomik programın

reformlarının uygulanmasında gecikmeler yaşanması, kur çıpası uygulaması

güvencesiyle bankacılık sektörünün aşırı risk alması, cari açığın büyümesi ve kamu

bankalarının kısa vadeli para piyasalarında borçlanma baskısı yaratmasıyla mali

piyasalarda dalgalanmalar meydana gelmeye başlamıştır. Ayrıca, yabancı

yatırımcılar ve bankaların artan döviz talebi nedeniyle merkez bankası reservleri

önemli ölçüde gerileyerek kriz sinyallerini vermeye başlamıştır. Döviz alımlarını

gerçekleştirmek için TL alacaklarını tahsil etmeye çalışan bankaların, özellikle kamu

bankalarında ortaya çıkan açıklar nedeniyle işlemlerini gerçekleştirememeleri sonucu

oluşan likitide kriziyle ülke 2001 yılına batık bankalar, yüksek faizler ve yitirilmiş

döviz reservleriyle girmiştir. Bu son duruma, bir de Şubat 2001’de yaşanan siyasi

kriz eklenince ülke ciddi bir ekonomik krize sürüklenmiştir ( Taşkın, 2004:38 ). Bu

açıdan bakıldığında, finansal kaynaklı olması dolayısıyla, 1994 kriziyle benzer

72

özellikler taşıyan 2000 Kasım ve Şubat 2001 krizleri ülkede bankacılık sistemini ile

kamu finansmanı arasında yakın bir bağ olduğunu da işaret etmektedir.

Yaşanan krizin başlıca sorumlularının yüksek açıklar, yüksek iç borçlanma ve

yapısal sorunlu bankacılık sistemi olması dolayısıyla, 2001 yılında, mali disiplin,

bağımsız merkez bankası ve bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılması konuları

ön plana alınmıştır ( Turner-Özdemir, 2005:4 ).

Ortaya çıkan bu finansal krizle, kamu açıkları 2000-2002 döneminde ciddi bir

yükseliş göstermiştir (ek tablo1). Değişmeyen bu duruma, değişmeyen bir diğer

durum olan, açıkların neredeyse tamamının iç borçlanmayla karşılanması eşlik

etmiştir (ek tablo 3).

Yaşanan krizin de etkisiyle, gerek borcun sürdürülebilirliğine ilişkin

çıkabilecek şüpheleri en aza indirmek, gerekse kamu maliyesini bu gidişatından biraz

olsun sıyırabilmek için, 2002 yılı başından itibaren kamu borç stokunun azaltılması

için etkin borç yönetimi stratejileri uygulamalarına başlanmıştır. Diğer yandan,

mevcut borç stokunun uluslararası kabul gören seviyelere indirilebilmesine yönelik

olarak kanun (2002 Yılı 4749 Sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin

Düzenlenmesi Hakkında Kanun) düzenlenmiştir. Aslında 1994 krizi sonrası kabul

edilen stand-by anlaşmasının, maliye politikasınca belirlenen ‘faiz dışı fazlayı

alabildiğince arttırmak suretiyle iç borcun sürdürülebilirliğinin sağlanması’ hedefine,

gecikmiş bir yasal zemin oluşturan bu kanun ile 2003 yılı başından itibaren ‘borç

yönetim idaresi’ aktif olarak çalışmaya başlamıştır. Böylece, Hazine, en uygun

maliyet yapısına sahip borçlanmayı gerçekleştirebilmek ve borcun

sürdürülebilirliğini sağlamak için aktif borç yönetim politikalarına devam etmiştir.

Temel hedef ise, kamu maliyesinin tek politika aracı haline gelen faiz dışı fazlanın

73

GSMH içindeki payının düşürülmemesidir. Bu noktada, amaç borcun

sürdürülebilirliğini sağlamaktır ( Ekzen, 2003:1,2 ).

2000 yılı sonrasında para politikaları uygulamalarına bakıldığında ise,

sözkonusu politikanın şekillendirilmesinde enflasyon hedeflemesi rejimi

doğrultusunda yön verildiği ve nihai hedefin bu rejime geçmek olduğu

görülmektedir. Bu amaçla, enflasyon hedeflemesi rejiminin öncelikli koşullarından

biri olan enflasyonun kabul edilebilir düzeylere düşürülmesi hedeflenmiştir ( TCMB,

2006:16 ).

Son dönem Türkiye maliye politikaları verilerinin de işaret ettiği gibi, kamu

maliyesi borç maliyesine dönüşmüş bulunmaktadır ( ekler tablo 9 ). Bunun en temel

nedenleri, uygulama kolaylığına rağmen, aynı kolaylıkla çok tehlikeli bir araca

dönüşebilen borçlanmaya ağırlık verilmesi ve borçluluğu azaltacak kamu gelirler

politikasının yoksunluğudur. Bu durum ayrıca, Türkiye iktisat politikalarında, para

ve maliye otoriteleri arasındaki koordinasyonun yoksunluğunun da en büyük

göstergesi niteliğindedir.

Diğer yandan, borç sarmalının yol açtığı dengesizliğin sadece kamu maliyesi

alanında sınırlı kalmaması ve diğer makro ekonomik dengelerin de bozulmasına

kaynaklık etmesi, maliye politikasının asıl işlevinin dışında, ekonomik

dengesizliklerin başlıca kaynağı olarak karşımıza çıkmasına yol açmaktadır. Bir

başka ifadeyle, sürekli bütçe açığı ve sağlıksız bir maliye politikası, mali

yaklaşımlarda da öne sürüldüğü gibi, enflasyon için uygun bir zemin

hazırlamaktadır.

74

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

TÜRKĐYE EKONOMĐSĐNDE ENFLASYONĐST SÜRECE ĐLĐŞKĐN

UYGULAMALI ÇALIŞMALAR

Bu bölümde, Sargent-Wallece ve FTPL yaklaşımlarından hangisinin, ele alınan

dönem içerisinde Türkiye ekonomisi’nde fiyatın belirlenmesi hususunda öne geçtiğini

görebilmek, maliye politikasının etkisini tayin edebilmek ve bu doğrultuda,

enflasyonun kaynağı ve çözümüne ilişkin politika şekillendirmelerini

değerlendirebilmek amacıyla, ekonometrik modellemelere yer verilmektedir.

Đlk olarak, her üç yaklaşımda da ortak olan bütçe açığı, para arzı ve enflasyon

arasındaki dinamik ilişki analiz edilmeye çalışılacaktır.

Đkinci olarak, ele alınan dönemde, ekonomide baskın otoritenin tespiti yine

VAR modeli yardımıyla analiz edilecek ve böylece yaklaşımlar arası ayırıcı bir özellik

de taşıyan zamanlararası bütçe kısıtına bakış açısı da ortaya konacaktır.

Son kısımda ise, 1987-2004 yıl aralığının farklı alt dönemlerinde, ekonomide

rejim değişikliklerinin olup olmadığı MS-VAR tekniği ile araştırılarak, daha önce

yapılan analizlerinde yardımıyla, Türkiye ekonomisinde enflasyonist sürecin

aydınlatılmasına katkı sağlanmaya çalışılacaktır.

75

4.1. BÜTÇE AÇIĞI, PARA ARZI, ENFLASYON ĐLĐŞKĐSĐ

4.1.1. Veri Tanımlama

Bu çalışmada, 1987(1)-2004(4) dönemine ait 3 aylık olarak kullanılan ham

veriler, faiz dışı bütçe fazlasının nominal gayrisafi milli hasılaya oranı, tüketici fiyat

endeksi ve M2Y para arzıdır. Veri kaynağı, T.C. Merkez Bankası internet sayfası

istatistiki veriler bölümüdür.

Analiz için faiz dışı bütçe fazlasının (birincil açık, fdbf) alınması, maliyeci

yaklaşıma ilişkin bir sınama yapılmasıyla ilgilidir. Maliyeci yaklaşımlarda, genel bütçe

açığı yerine faiz dışı bütçe fazlasının alınmasının nedeni, birincil bütçe fazlasının

tanımında gizlidir. Birincil fazla, bütçe açıklarından faiz ödemelerinin çıkarılması ile

elde edilmekte ve cari yıl içinde faiz ödemeleri dışında ihtiyaç duyulan borçlanmayı

göstermektedir. Bu nedenledir ki, birincil açık bütçenin kamu tarafından kontrol

edilebildiği kısmı olarak kabul edilir. Bütçe harcamaları içine, büyüklüğü önceki

yıllarda uygulanan maliye politikaları ve mali açıklarınca belirlenen faiz ödemeleri de

dahil edildiğinde, cari dönem politikalarının ekonomi üzerindeki etkilerinin doğrudan

belirlenmesi zorlaşmaktadır. Dolayısıyla, mevcut politika uygulamalarının analizi, faiz

ödemelerinin hesaplama dışında tutulmasını gerektirmektedir. Bu sebeple, birincil açık

özellikle borç batağındaki ülke ekonomilerinin analizinde yaygın olarak

kullanılmaktadır.

Enflasyon üzerinde etkisini görmek istediğimiz para değişkenine ilişkin olarak

M2Y verisinin kullanılması ise, M2Y tanımının M2Y=Yerleşiklerin yabancı para

mevduatı+parasal yetkililer+mevduat bankaları bileşenlerinden oluşmasıdır. Finansal

piyasaların büyüklüğünün göstergesi olarak kabul edilmesinin yanı sıra geniş anlamda

para arzını da ifade eden M2Y, yabancı parayı da içermesi dolayısıyla, yüksek

76

enflasyon dönemlerinde yerli ile yabancı paranın ikame ediliyor olma ihtimalini de

gözden kaçırmama düşüncesinden yola çıkılarak tercih edilmiştir. Ayrıca, enflasyon

bütçe açıkları para arzı ilişkisini ele alan çalışmalarda da kullanılan bir değişken

olması bu tercihi desteklemiştir.

4.1.2. Yöntem ve Bulgular

4.1.2.1. Birim Kök Testi ve Durağanlık Metodoloji

VAR modelinde ele alınan değişkenlerin zaman serilerinin dönem içerisinde

gösterdiği eğilimlerin tespit edilmesi doğru analiz yapılabilmesi açısından büyük

önem taşımaktadır. Çünkü, değişkenler arasında ekonometrik olarak anlamlı ilişkiler

elde edilebilmesi, analizi yapılan serilerin güçlü bir trend taşımamasına bağlıdır. Bir

başka ifadeyle, zaman serisi analizinde gözlenen serinin yapısı hakkında doğru

çıkarımlar yapabilmek için serinin durağan olması gerekir.

Durağanlık, süreçte hakim olan olasılık kanunlarının zamanla değişmemesi

temel fikrine dayalı istatistiksel bir dengeyi ifade eder. Herhangi bir yt serisinin zayıf

durağanlık koşulları aşağıdaki gibidir :

µ== − )()( stt yEyE

( )[ ] ( )[ ] yyEyE stt

222 σµµ =−=− − ( ) ( )[ ]yyy stt

2varvar σ== −

( )( )[ ] ( )( )[ ] ssjtjtstt yyEyyE γµµµµ =−=−− −−−−

( )[ ] ( )sjtjtstt yyyy −−−− = ,cov,cov sj γσµ ,, 2 sabit ( Enders, 1995: 68-69 ).

Zaman serisinin durağan olup olmadığının belirlenmesinde en basit yöntem,

serinin grafik olarak incelenmesi ve böylelikle durağanlık konusunda bir fikir

edinilmesidir. Ancak, durağanlığı araştırmada en yaygın olarak kullanılan yöntem;

77

Dickey-Fuller (DF), Genişletilmiş Dickey-Fuller (Augemented Unit Root Test, ADF)

veya Philips-Peron (PP) birim kök testlerinden birine başvurulmasıdır. Çalışmada

kullanılan birim kök testi olan ADF, Yt serilerinin birim kök özelliğini test etmek için

aşağıdaki regresyon denklemi kullanmaktadır.

∑=

−− +∆+++=∆N

i

tititot YYtY1

11 εψδαα

∆ birinci fark işlemcisi, t bir zaman trendi,ε hata terimi ,Yt kullanılan seri ve

N ise gecikme sayısıdır. Boş hipotez (H0),serilerin durağan olmadığı iken; (H1)

alternatif hipotez, serilerin durağan olduğunu belirtmektedir. ADF testi,

δ parametresinin tahminine ve onun t istatistiğine dayanır. δ negatif ve istatistiki

olarak anlamlı ise boş hipotez, reddedilmektedir ( Lütkepohl-Krolzig, 2004:54-56 ).

4.1.2.2. Zaman Serisi Özelliklerinin Tespiti

Yukarıdaki, ekonometrik metodolojiye uyumlu şekilde yapılan bu çalışmada,

1987:1-2004:4 dönemini kapsayan üçer aylık, mevsimsel etkilerden arındırılmamış

seriler kullanılmıştır. Verilerin analizinde, Eviews 5.0 programından faydalanılmıştır.

Bir ampirik analiz için en önemli başlangıç noktası olarak kabul edilen, zaman

serilerinin durağanlığının tespitine ilişkin olarak yapılan birim kök testine, M2Y ve

TUFE değişkenleri logaritmaları alınmış halde girerken, faiz dışı bütçe fazlasının

nominal gayrisafi milli hasılaya oranı (FDBF/NGSMH), negatif rakamlar içerdiğinden

testte oran olarak yer almıştır.

78

Tablo 4.1. Birim Kök Testi Değişkenleri

Değişken Dönem Açıklama

FDBF/NGSMH 1987:1-2004:4 Birincil bütçe fazlasının nominal gsmh’ya oranı

PL 1987:1-2004:4 Logaritması alınmış tüketici fiyat indeksi

(tüfe,1987=100)

M2YL 1987:1-2004:4 Logaritması alınmış para arzı

Tablo 4.2. ADF Birim Kök Testi Sonuçları

Değişken ADF-t istatistiği

(düzey) (sabit+trend)

ADF-t istaistiği

(1.fark) (sabit+trend)

FDBF/NGSMH -2.952310 (5) -10.88251 (2)*

PL 2.755640 (0) -4.641381 (1)*

M2YL 0.603731 (1) -5.990220 (0)*

*%1 düzeyinde anlamlıdır. Parantez içerisinde gecikme sayıları gösterilmektedir. “H0: durağan değildir” hipotezinin test edilmesinde Mac Kinnon (1996) kritik değerleri kullanılmaktadır. Anlamlılık değerleri : %1:-4.103198, %5:-3.479367, %10:-3.167404.)

79

Grafik 4.1 Birinci Sıra Fark Seriler ______________________________

-.12 -.08 -.04 .00 .04 .08 .12 .16 .20

88 90 92 94 96 98 00 02 04

D F D B F_ N G S M H

-.1

.0

.1

.2

.3

.4

88 90 92 94 96 98 00 02 04

DM 2 Y L

.00

.05

.10

.15

.20

.25

.30

.35

88 90 92 94 96 98 00 02 04

D P L

80

Serilerin gerek grafiksel incelenmelerinde, gerekse tabi tutuldukları ADF

birim kök testinde düzeyde durağan olmadıkları tespit edilmiş ve birincil fazla

(gsmh’ya oran olarak), para arzı ve fiyat düzeyinden oluşan çalışma verilerinin

birinci dereceden farkları alınarak durağan hale getirilmiştir. Bir başka ifadeyle,

sözkonusu değişkenlerin birinci dereceden (I(1)) bütünleşmekte oldukları tespit

edilmiştir.

4.2. ÇOK DEĞĐŞKENLĐ EŞBÜTÜNLEŞME ANALĐZĐ

Çalışmada kullanılan zaman serilerinin durağanlık özellikleri araştırıldığında,

değişkenlerin stokastik trend içermesi nedeniyle ortaya çıkacak sahte regresyon

sorunuyla karşılaşmamak için, serilerin düzey verileri yerine farkları alınarak değişim

oranları arasındaki ilişki tahmin edilmiştir. Böylece, bağımlı ve açıklayıcı değişkenler

arasındaki ilişkinin daha doğru olarak görülebilmesi sağlanmaya çalışılmıştır. Ancak,

serilerin farkı alınarak değişim oranları arasındaki ilişkiye bakıldığında, değişkenler

arasındaki uzun dönemli ilişkiye dair bilgi edinme imkanı da ortadan kalkmaktadır.

Yt=β0+β1X1t+β2X2t+εt (1) Yt- Yt -1=β1 (X1t+ X1t-1)+ β2(X2t- X2t-1) +ut (2)

(u+= εt- εt-1) (2) nolu denklem tahmini β0 hakkında bilgi içermemektedir ( Tarı,1999:

370 ).

Bu nedenle, aralarındaki ilişki trende bağlı olup, bu trend dolayısıyla da durağan

olmayan serilerin uzun dönemde birlikte hareket edip etmediklerini ortaya koymak

amacıyla eş bütünleşme testi (cointegration) yapılmaktadır. Değişkenler arasında

uzun dönem ilişkisinin varlığının istatistiksel olarak gösterilmesine hizmet eden

eşbütünleşmenin var olabilmesi için, değişkenlerin aynı sırada durağanlaşmaları

gerekir. Bu son durum, serilerdeki trendin birbirini götürmesini ve trend faktöründen

81

arındırılmış düzey değerleriyle yapılacak analizde sahte regresyon problemiyle

karşılaşılmamasın sağlayacaktır.

Çalışmada kullanılan serilerin birim kök özellikleri incelenmesi sonucunda,

FDBF/NGSMH, M2YL ve PL değişkenlerinin tamamının birinci farkta

durağanlaştırıldığı görülmektedir. Birim kök testlerinden sonra eşbütünleşme

vektörlerinin sayısını bulmak ve uygun hata düzeltme terimleri belirlemek için

maksimum olabilirlik tahminine dayanan Johansen Eşbütünleşme Testi (1988)

kullanılmıştır.

4.2.1. Johansen Eşbütünleşme Testi

Johansen Eşbütünleşme Testi, durağan olmayan serilerin farkları ile

seviyelerini içeren VAR tahmininden oluşur. Z, düzeyde durağan olmayan X ve Y

serilerini içeren bir vektör olmak üzere, Johansen eşbütünleşme testi için

oluşturulacak VAR modeli aşağıdaki gibi olacaktır:

tktktktt ZZZZ ε+Π+∆Γ++∆Γ=∆ −+−−− 1111 .....

Johansen eşbütünleşme testi,Π matrisinin rankının bulunmasına dayanır. Π

matrisi değişkenler arasındaki uzun dönemli ilişkiler hakkında bilgi vermektedir ve

Π ’nin rankı değişkenlerin lineer bir şekilde bağımsız ve durağan lineer

kombinasyonlarının sayısıdır.

Eğer Π matrisinin rankı sıfır ise, Z vektörünü oluşturan değişkenler arasında

eşbütünleşme yok demektir. Π matrisinin rankının bir yada birden büyük olması ise,

Z vektörünü oluşturan seriler arasında bir yada birden fazla eşbütünleşme ilişkisi

olduğunu, dolayısıyla değişkenlerin uzun dönemde birlikte hareket ettiklerini

82

göstermektedir. Bu son durumun geçerliliği halinde, Π matrisi 'αβ şeklinde

( 'αβ=Π ) çarpanlara ayrılabilir. Burada “ β ” vektörleri, “r” lineer eşbütünleşme

ilişkilerini yani eşbütünleşme vektörler sayısı “α ” ise hata düzeltme modelinde

eşbütünleşmiş vektörlerin gücünü ölçen ayarlama katsayılarıdır (Harris, 1995:77,78).

Johansen yönteminde, durağan olmayan seriler arasındaki eşbütünleşme

ilişkisi iki test istatistiği yardımıyla araştırılır.Bunlardan biri Đz (trace), diğeri ise

Maksimum Özdeğer (maximum eigenvalue) istatistiğidir.

Johansen analizi, gecikme uzunluğunun seçimine duyarlı olduğu için, testin ilk

aşamasında Schwarz kriteri doğrultusunda, uygun gecikme uzunluğu iki olarak tespit

edilmiştir. Bağımlı değişkenin ilk sırada (PL, FDBF/NGSMH, M2YL) yer alması

gözetilerek yapılandırılan modelde,sabit terim vardır ve dışsal olarak trend ilave

edilmiştir. Johansen eşbütünleşme testinin uygulanmasında , E-views 5.0; hata

düzeltme modelinin tahminin de ise, J-Multi 4.0 paket programı kullanılmıştır.

Tablo 4.3 Johansen Eşbütünleşme Test Sonuçları (sabit terim ve trend içermektedir)

Eşbütünleşme vektörünün sayısını tespit eden λ-trace ve λ-maximum

eingenvalue test sonuçları, değişkenler arasında bir adet eşbütünleşme ilişkisinin

varlığını göstermektedir. Buna göre, çalışmada ele alınan dönem itibariyle, fiyat

H0 hipotezi

Özdeğer

Đz Test değeri

0.05 kritik değer

olasılık

Maks. özdeğer test değeri

0.05 kritik değer

olasılık

r=0 0.361557 46.94647 42.91525 0.0188 30.96186 25.82321 0.0096

r=1 0.205879 15.98461 25.87211 0.4938 15.90586 19.38704 0.1493

r=2 0.001141 0.078749 12.51798 1.0000 0.078749 12.51798 1.0000

83

düzeyi, faiz dışı bütçe fazlası ve para arzı (PL, FDBF/NGSMH, M2YL) arasında

uzun dönemli bir denge ilişkisi mevcuttur.

−+−−=

− ]998.14[]201.5[)1(2591.0)1(/183.2 YLMNGSMHFDBFPL

4.2.2. Hata Düzeltme Modeli

Değişkenler arasında eş bütünleşmenin varlığının gerek koşul olduğu, hata

düzeltme modeli, çalışmada da, değişkenler arasındaki dinamik ilişkinin belirlenmesi

amacıyla kullanılmaktadır ( Ramanathan, 1992: 446 ).

Hata düzeltme modelinin işleyişi aşağıdaki şekilde ifade edilebilir:

∑ ∑

∑∑

=−

=−−

−−=

−=

++∆+∆+=∆

++∆+∆+=∆

l

i

tt

p

i

itiitit

ttit

n

i

iit

m

i

it

vECYXX

ECYXY

12

1

111

λδβα

ελδβα

∆Yt regresyon denklemi, Y’deki değişmeyi X’teki değişmeye ve bir önceki

dönem dengeleme hatasına bağlamaktadır. Đlgili regresyon denkleminde, ∆X,

∆Y’deki kısa dönem sapmaların etkisini yakalarken, ECt-1 eş bütünleşme

denkleminden elde edilen hata terimlerinin bir gecikmeli değerini göstermekte ve

hata düzeltme parametresi olarak adlandırılmaktadır.

Hata düzeltme modelinde bağımlı değişkendeki değişme, açıklayıcı

değişkenlerdeki değişme ile eşbütünleşme denkleminden elde edilen hata terimleri

serisinin gecikmeli değerinin fonksiyonu olarak ele alınmaktadır. Burada hata

düzeltme parametresi, model dinamiğini dengede tutmaya yarayan ve değişkenleri

uzun dönem denge değerine doğru yakınlaşmaya zorlayan bir katsayıdır. Ayrıca,

84

bağımlı değişkende kısa dönemdeki dengesizliğin ne kadarının bir sonraki dönemde

düzeltildiğini de göstermektedir.

Hata düzeltme parametresinin katsayısının sıfırdan farklı olması, tüm

değişkenler arasında bir etkileşim sürecinin varolduğunu göstermekle birlikte, işareti,

büyüklüğü ve istatistiksel olarak anlamlılığı da yorum açısından önemlidir.

Uygulamada, hata düzeltme parametresinin negatif ve istatistiksel açıdan

anlamlı olması beklenir. Bu durum, değişkenlerin uzun dönem denge değerine doğru

yaklaştığının bir göstergesi iken; katsayının pozitif işarete sahip olması, ise, ilgili

değişkenin bir şokla dengeden uzaklaştığını ifade etmektedir. Uyarlanma katsayısı

olarak da adlandırılan katsayının büyüklüğü ise, uzun dönem denge değerine doğru

yakınlaşma hızının bir göstergesidir. Yüksek bir uyarlanma katsayısı, o değişkenin

önceki dönem dengesinden sapmaya tepkisinin büyük olduğunu ve sistemde

meydana gelen bir şok karşısında, değişkenin dengeye gelmesinin fazla zaman

almayacağını göstermektedir.

Eş bütünleşen PL, FDBF/NGSMH ve M2YL değişkenlerine ilişkin hata

düzeltme modeli, iki dönem gecikmeli olarak, J-Multi 4.0 paket programı vasıtasıyla

tahmin edilmiştir. Uzun dönem ilişkisinin içerisine trend ve sabit terim ilave

edilmemiştir. Temelde modeldeki değişkenlerin sıralamasına dayanan ve

denklemdeki son tahmin ediciden başlayarak, diğerlerinin de sırayla model dışı

bırakılmasının kritik değerler açısından test edildiği bir süreci tanımlayan genelden

özele doğru bir kısıtlama yöntemi ile kısıtlanan modelde ,model seçim kriterlerinden

Akaike (AIC) kriteri kullanılmıştır.

85

Kısıtlanmış hata düzeltme modeli :

]343.5[]973.4[]689.2[]277.4[

]143.2[]998.14[]201.5[]912.3[

075.0)2(2326.0)2(/222.0)1(2301.0

)1(213.0)1(2591.0)1(/183.2)1(020.0

+−+−−−

+−−

−−−+−−=

−−−

YLDMNGSMHDFDBFYLDM

DPLYLMNGSMHFDBFPLDPL

Tablo 4.4 Hata Düzeltme Modeli Diagnostik Test Sonuçları

Portmanteau Test (16) Normallik Testi

Jarque-Berra

ARCH-LM (10)Test

Olasılık:0.3273 olasılık:0.0000* olasılık:0.9991

*Normalliğin red edilmesi eş bütünleşme ilişkisinde sorun yaratmamaktadır. (Gonzalo,1994:221)

Çalışmada esas amaç, fiyat düzeyindeki değişmenin uzun ve kısa dönemde

kaynağını belirlemek olduğu için, sözkonusu değişkene ilişkin denklemin

raporlanmasıyla yetinilmiştir.

−+−−=

+− ]998.14[]201.5[)1(2591.0)1(/183.2 YLMNGSMHFDBFPL

Buna göre, Türkiye’de 1987:1-2004:4 döneminde, uzun dönemde fiyatlar

genel düzeyini en fazla etkileyen değişken, 2.183 katsayısı ile faiz dışı bütçe

fazlasının nominal gsmhya oranı iken, bunu 0.591’lik katsayısı ile para arzı

izlemektedir. Dolayısıyla, fiyat düzeyi para değişkeninin yanı sıra mali değişkence

de belirlenmektedir.

86

4.2.3. Değişkenlerin Zayıf Dışsallığının Testi

Eşbütünleşme vektörünün, dolayısıyla da sistemin yorumuna ilişkin bir test

olan zayıf dışsallık testinde, çok basit bir ifadeyle, doğru normalizasyon yapılıp

yapılmadığı, seçilen bağımlı değişkenin doğru tespit edilip edilmediği konusu

aydınlatılmaktadır. Zayıf dışsal olan değişken, ilgili denklemin sadece sağ tarafında

yer alır ve modeldeki diğer değişkenler tarafından belirlenmezler, yani dışşaldır.

Dolayısıyla, değişkenin sistem dışında belirlenmesi herhangi bir bilgi kaybına neden

olmayacaktır ( Lütkepohl-Kratzig, 2004:92 ). Zayıf dışsallıkla ilgili hipotez, hata

düzeltme terimi parametresi üzerine konan sıfır kısıtı ile test edilmektedir.

Tablo 4.5. Zayıf Dışsallık Testi

Tablo 4.6 Hata Düzeltme Terimi

DPL DFDBF/NGSMH DM2YL

ECT(-1) -0.020

[-3.912]

-0.317

[-5.924]

0.362

[5.144]

Sistemin bir şokla karşılaşması halinde dengeye yönelme yada

uzaklaşmasıyla ilgili davranış bilgisini içeren hata düzeltme parametresi katsayının

sıfırdan farklı olması,tüm değişkenler arasında bir etkileşim sürecinin varolduğunu

göstermektedir. Uygulama beklentisiyle uyumlu olarak, parametre katsayısının

Değişken DPL DFDBF/NGSMH DM2YL

LR test 23.6785

(X2(13)olasılık.0.0342)

22.3114

(X2(11)olasılık:0.0221)

22.5180

(X2(13)olasılık:0.0478)

87

negatif ve istatistiksel olarak anlamlı çıkması da, bir şok sonrasında dengeye

yaklaşıldığını ifade etmektedir. Diğer yandan, sözkonusu katsayının değeri, cari

dönemdeki dengesizliğin ancak %2’lik bir bölümünün bir sonraki dönemde

giderildiğine işaret etmektedir. Bu durum modelin, uzun dönem dengesine uyarlanma

hızının oldukça düşük olduğu göstermektedir.

4.2.4. Hata Düzeltme Modeline Dayalı Granger Nedensellik

Granger (1986) ve Engle ve Granger (1987), değişkenlerin eşbütünleşmiş

özellikleri tarafından sağlanan bilgiyi hesaba katan bir nedensellik testi oluşturmuş

ve değişkenler arasında bir eşbütünleşme ilişkisi varlığının, bu değişkenler arasında

en azından tek yönlü bir nedenselliğe işaret ettiğini öne sürmüşlerdir. Buna göre, hata

düzeltme teriminin katsayısının istatistiki anlamlılığı da uzun dönemde değişkenler

arasında nedenselliğin bir göstergesidir.

Fiyat düzeyindeki değişmeye ilişkin hata düzeltme teriminin anlamlı olması,

denklem içerisinde diğer açıklayıcı değişkenlerin de katsayılarının anlamlı olması

bilgisiyle birleştiğinde, fiyat düzeyi, bütçe açığı ve para değişkenleri arasında Granger

nedenselliğin varlığına ilişkin güçlü bir delil olarak alınabilmektedir.

Tablo 4.7 Hata Düzeltme Modeline Dayalı Granger Nedensellik Testi Sonuçları

Bağımlı değişken Bağımsız değişkenler Nedensel sonuç

PL FDBF/NGSMH, M2YL

(F(1,6) olasılık:0.0000)

FDBF/NGSMH, M2YL→PL

FDBF/NGSMH PL, M2YL

(F(1,6) olasılık:0.2636)

M2YL PL, FDBF/NGSMH

(F(1,6) olasılık:0.0000)

PL, FDBF/NGSMH→M2YL

88

Granger nedensellik testi sonuçlarına göre, para arzı ve fiyat düzeyindeki

değişim arasında çift yönlü bir nedensellik var iken; birincil fazla ile fiyat düzeyi

arasında, sadece faiz dışı fazladan fiyatlara doğru tek yönlü bir ilişki mevcuttur.

4.2.4. Model Sonuçları

Türkiye’de ele alınan dönem itibariyle, analiz sonuçları, fiyat düzeyinin

belirlenmesi açısından M2Y değişkeni yanı sıra, bütçe açığının önemine de

değinmekte ve enflasyon politikasında para arzı ile mali değişkenlerin bir arada

değerlendirilmesi gerekliliğine işaret etmektedir.

89

4.3. TÜRKĐYE EKONOMĐSĐ’NDE BASKIN OTORĐTE TESPĐTĐNE

ĐLĐŞKĐN UYGULAMALI ÇALIŞMA

Çalışmanın birinci bölümünde de belirtildiği gibi, aktif otorite kamu borcuna

ilişkin gelişmeleri dikkate almaksızın kendi politikasını şekillendirirken; pasif otorite

kamu borç stoklarına ve aktif otoritenin davranışlarına karşı duyarsız davranmayıp

politikasını bu kısıtlar çerçevesinde şekillendirmektedir. Bu açıdan bakıldığında,

aktif otoritenin ileriye dönük (forward-looking); pasif otoritenin ise, geriye dönük

(backward-looking) bir davranış biçimi sergilediğini ifade etmek mümkündür

(Leeper, 1991:130-136).

Leeper, otorite davranışları arasında farklılığa ilişkin yukarıdaki tanımlamayı

verirken, politika yapıcının kamu borcuna verdiği tepkiyi esas almıştır. Bu durum,

ekonomide dengenin sağlanmasında önemli rol oynayan zamanlararası bütçe kısıtıyla

ilgilidir.

Enflasyon olgusunu açıklamaya çalışan yaklaşımların zamanlararası bütçe

kısıtının sağlanmasına ilişkin farklı bakış açıları, onları birbirinden ayırmaktadır.

Genel olarak bakıldığında ise, borç stokundaki bir artış karşısında, söz konusu

eşitliğin sağlanabilmesi için iki seçenek vardır. Bunlardan ilki, mali otoritenin

gelecek dönem de, politika araçları harcama ve vergiler aracılığıyla dengeyi

sağlaması; ikincisi ise, mali otoritenin herhangi bir uyarlanma içerisine girmeyerek

para otoritesini zorlaması ya da dengenin yeniden sağlanmasını servet etkisi ile fiyat

düzeyine bırakmasıdır.

Buradan hareketle, ekonomideki baskın otoritenin belirlenmesinin,

otoritelerin zamanlararası bütçe kısıtının sağlanmasına ilişkin verdiği tepkiye bağlı

olduğunu söylemek mümkündür.

90

Para arzı ile enflasyon arasında doğrudan ilişki kuran ve bütçe açığının

enflasyon üzerindeki rolünü ancak ve ancak borcun parasallaştırmasına bağlayan

parasalcı yaklaşımda, para otoritesinin baskınlığının ekonomide dengeyi sağladığı

savunulmaktadır. Buna göre, baskın para otoritesi, cari ve gelecek dönemler için para

arzı düzeyini açıklayarak, senyoraj yoluyla mali otoriteye ne kadar gelir sağlayacağı

kısıtını baştan koyacaktır. Dolayısıyla, dengesizlik durumunda mali otorite vergileri

ve/veya harcamaları kullanarak yükümlülükleri karşılayacak kadar fazla

yaratılmasını zorunlu kılarak, dengeyi koruyacak ve fiyat düzeyinin maliye

politikasından bağımsız olarak para piyasasında belirlenmesini sağlayacaktır

(Sargent-Wallace,1981).

Enflasyon olgusunu, mali değişkenleri de ele alarak açıklayan SW yaklaşımı,

kamunun zamanlararası bütçe denkliğinin her dönem sağlanmasıyla ilgili olan

Ricardocu denklik anlayışını, mali baskın bir otoritenin varlığında göstermesi

açısından farklılaşmaktadır.

Buna göre, sıkı para politikası uygulayarak enflasyonu kontrol altında

tutmaya çalışan, ancak sürekli kamu açığı veren ve bunun finansmanını da

borçlanmayla tercih eden baskın mali otoritenin varlığında, ekonomide faizlerin reel

büyüme oranının üzerine çıkması halinde karşılaşılan borçlanma limitinde,

zamanlararası bütçe kısıtının sağlanması amacıyla monetizasyona gidilmesi zorunlu

hale gelmektedir. Bir başka deyişle, para değişkeni bütçe kısıtını sağlamak için bütçe

açığını finanse etmek doğrultusunda içsel olarak belirlenerek enflasyonun mali

kaynaklı parasal bir olgu olarak tanımlanmasına imkan tanımaktadır.

91

Enflasyonist süreçte mali değişkenlerin rolünü ele almasıyla, SW

yaklaşımıyla benzerlik taşıyan FTPL yaklaşımı, zamanlararası bütçe kısıtına bakış

açısıyla ayrılmaktadır. Mali politikanın enflasyonu etkilemesinin ancak ve ancak

kamunun zamanlararası bütçe kısıtının sağlanması konusunda hanehalkından farklı

davranması ile mümkün olabileceğini belirten FTPL yaklaşımı, hanehalkının her

fiyat düzeyinde bütçe kısıtını sağlamak zorunluluğunda iken; kamunun böyle bir

zorunluluk içerisinde olmadığını yani Ricardocu olmayan politikalar izleyebileceğini

belirtmektedir (Kocherlakota-Phelan, 1999:14).

Ancak bunun anlamı, zamanlararası bütçe kısıtını hiçbir zaman sağlanmak

zorunda olmadığı değildir. Belli fiyat düzeylerinde sağlanmayabilir. Dolayısıyla,

kamu bu eşitliği uygulayacağı politikalar üzerinde bir kısıt olarak değil, bir denge

koşulu olarak almaktadır. Dolayısıyla, kamunun bütçe dengesi bozulduğunda,

hükümetlerin açık finansmanı için en kolay karar verdikleri yöntem olan

borçlanmanın kullanılmasının harcamalar üzerinde yarattığı servet etkisi aracılığıyla

fiyat düzeyini belirleyeceği savunulmaktadır. Buradan hareketle, fiyatlar genel

düzeyi kamunun mali rejim seçimi ile ilişkilendirildiği FTPL yaklaşımının

enflasyona ilişkin savunusunun ancak mali baskın ve Ricardocu olmayan rejimler

altında mümkün olduğunu söylemek mümkündür ( Christiano-Fitzgerald, 2000: 5 ).

Özetle, enflasyonist süreci ele alan tüm bu yaklaşımların, savlarının geçerli

olduğu ortam açısından değerlendirilmeleri halinde, paracı yaklaşım için baskın bir

para otoritesinin; SW ile FTPL yaklaşımları için ise, baskın bir maliye otoritesinin

varlığı gerekmektedir. Bu noktada, önemli olan maliye otoritesinin baskınlığını

belirten bu son iki yaklaşımın birbirinden nasıl ayrılacağıdır.

92

Maliye ve para otoritelerinin hangisinin ekonomide baskın olduğuna dair

yapılan çalışmalar, analizlerinin temeline zamanlararası bütçe eşitliğini

oturtmuşlardır.

Zamanlararası bütçe kısıtı bir dönemlik bütçe kısıtından elde edilmektedir.

Kamunun tek dönemlik bütçe kısıtı aşağıdaki gibidir:

)1/()()( 11 ttttttt iBMMGTB ++−+−= +− (1)

Mt, Bt, (Tt-Gt), i sırasıyla, kamunun baz para stoğunu ve kamu borcunu,

birincil fazlayı ve faiz oranını simgelemektedir. Sözkonusu eşitliğe göre, varolan

borç, ödenebilir, monetize edilebilir yada yeniden borçlanma ile karşılanabilir. Tek

dönemlik bütçe kısıtından, iterasyon yapılarak ulaşılabilen zamanlararası bütçe kısıtı

toplam yükümlülükler açısından da yazılabilmektedir.

( )1

111

+

++− ++

−+

−=

+

t

tt

t

tt

t

tt

t

tt

P

BM

P

MM

P

GT

P

BMα (2)

(α ) iskonto katsayısı

(2) nolu eşitlik, toplam kamu yükümlülüklerinin reel değerinin, senyoraj

gelirlerini de içeren birincil bütçe fazlası ile gelecek dönem yükümlülüklerinin

indirgenmiş değerine eşitliğini göstermektedir. Eşitlik basitleştirilmiş bir notasyonla

yazıldığında:

1++= tttt wsw α (3)

wt cari ,wt+1 gelecek dönem toplam kamu yükümlülüklerinin reel değerini; st

senyorajı da içeren birincil kamu fazlalarını, α ise iskonto katsayısını ifade

etmektedir ( Canzoneri, Cumby, Diba, 2001:1224 ).

93

Zamanlarası bütçe dengesinin çözümünün ortaya çıkmasında belirleyici olan

ve ekonomide borcun sürdürülebilir olması yanı sıra varolan rejimin belirlenmesine

de katkı sağlayan diğer bir eşitlik de, hanehalkının fayda fonksiyonunu

optimizasyonu sonucu elde edilen transversalite koşuludur:

( ) 01/lim1 =+

+ −

∞→

t

t

tt

ti

P

BM (4)

nolu bu eşitliğe göre, kamu yükümlülükleri sonsuzda sıfıra ulaşacaktır.

Woodford’un denge koşulları olarak belirttiği bu son iki eşitlik, doğrudan test

edilemese de, transversalite koşulunun sağlandığı bir durumda, (3) nolu eşitlik

fazlalar ile yükümlülükler arasındaki ilişki hakkında bilgi sağlayabilmektedir (Taner-

Ramos, 2002:5,6).

Eğer içsel bir mali politika uygulaması ile zamanlararası bütçe eşitliğini

sağlayacak kadar bir fazla yaratılmaktaysa ekonomide Ricardocu bir rejim geçerlidir

ve fiyatlar sistem dışından yani para otoritesince belirlenmektedir.

Diğer bir olasılık, mali politika değişkeninin politik süreç içerisinde borç

düzeyini dikkate almaksızın belirlenmesidir. Bu durumda, fiyatlar genel düzeyi,

bütçe eşitliğini sağlayana dek uyarlanacaktır. Bir başka ifadeyle, fiyatlar sistem

içerisinden belirlenecek, dolayısıyla da para otoritesinin enflasyon üzerindeki

kontrolü ortadan kalkacaktır. Bu durum, aynı zamanda zamanlararası bütçe kısıtının

sağlanıyor olmasının Ricardocu denklik görüşünün desteklendiği anlamına

gelmediğinin de bir göstergesidir.

94

Özetle, uygulanmakta olan maliye politikasının transversalite koşulunu

doğrudan sağlayıp sağlamadığı, ekonomide Ricardocu bir rejim izlenip

izlenmediğinin göstergesi niteliğindedir. Buna göre, maliye politikasının sözkonusu

koşulu doğrudan sağladığı durum Ricardocu politikayı; aksi durum Ricardocu

olmayan politikayı temsil etmektedir. Dolayısıyla Ricardocu olmayan maliye

politikasında transversalite koşulu fiyatlar genel düzeyi tarafından sağlanmakta ve bu

süreç hem Ricardocu olmayan hem de mali baskın bir yapıda ortaya çıkan FTPL

yaklaşımının geçerli olduğuna işaret etmektedir ( Bolatoğlu, 2003:85-86 ).

Para ve mali baskın otoritelerin birbirinden ayrılmasına ilişkin yukarıdaki

bilgilerin ışığında, ülke verilerine uygulanması açısından daha kolay olan iki yöntem,

geriye dönük (back-ward looking) ve ileriye dönük (forward-looking) yaklaşımlardır.

Belli bir olayın meydana gelmesinden sonra ortaya çıkan durumu analize

yönelik bir bakış açısını (ex-post) simgeleyen, geriye dönük yaklaşımda temel soru,

yükümlülüklerin artması halinde kamu birincil açığının azalıp azalmadığıdır? Buna

göre, yükümlülüklerdeki bir artış karşısında, mali otorite birincil fazlayı (st),

yükümlülükleri (wt) telafi edecek düzeyde artıyorsa, mali otoritenin uyarlandığı

dolayısıyla da para otoritesinin aktif olduğu Ricardocu bir yapının varolduğunu

söylemek mümkündür. Ancak, ilk durumda görülen pozitif ilişki Ricardocu olmayan

bir ortamda da, fiyattaki uyarlanma aracılığıyla ortaya çıkabilmektedir. Dolayısıyla,

(st) ve (wt) arasındaki basit korelasyonlar tam bir gösterge olmayabilmektedir.

Bu nedenle, birincil fazladaki (st) bir artışın gelecek dönem yükümlülüklerini

(wt+1) nasıl etkileyeceği sorusunun sorulduğu (Creel-Kamber,2004:168), ileri dönük

bakış açısı uygulamaya daha yakın ve daha aydınlatıcı bir yaklaşım olarak

95

Canzoneri, Cumby, Diba (2001), Taner-Ramos (2002) ve Fialho-Portugal (2005)

çalışmalarında kullanılmıştır.

Buna göre, fazlada meydana gelen bir artış karşısında, gelecek dönem

yükümlülüklerinde bir azalma meydana gelmesi, elde edilen fazlalarla borcun

ödendiğini dolayısıyla da, yükümlülüklerin dikkate alınarak fazlanın yaratıldığının

bir göstergesidir. Buradan hareketle, fazla ile gelecek dönem yükümlülükler arasında

negatif (st↑,wt+1↓) bir ilişkinin varlığında Ricardocu yada para otoritesi baskın bir

rejimin geçerli olduğu kabul edilmekteyken, böyle bir durumun var olmadığı tüm

diğer olasılıklar Ricardocu olmayan rejim olarak kabul edilmektedir (Canzoneri-

Cumby-Diba, 2001:1225-1227).

Para ve maliye otoritelerinin birbirinden ayrılmasına ilişkin benzer bir

etkileşim tablosunu, cari açıklardan gelecek yükümlülüklere ve cari

yükümlülüklerden gelecek dönem açıklarına doğru yapan Taner ve Ramos (2002),

yukarıdaki olasılık sonuçlarını doğrulamakla birlikte; mali baskın bir otoritenin

varlığı yanı sıra FTPL sürecinin ortaya çıktığı tek durumun, cari yükümlülükler ile

gelecek açıklar arasındaki ters yönlü bir ilişkinin varlığında görüldüğünü belirtmiştir.

Buna göre, cari yükümlülüklerin artışı karşısında, gelecek dönem açıkların

düşürülmesi öngörülerek fiyatlardaki uyarlanma ile borcun reel değerini düşmekte ve

böylece gelecek dönem açıkların düşürülmesi sağlanmaktadır.

Bunun yanı sıra , hangi yönlü olursa olsun , birincil açığın diğer değişken

üzerinde herhangi bir etki yaratmaması durumunun, dışsal birincil açıkla ve mali

baskın bir yapıyla uyumlu olduğu belirtilmektedir.

96

4.3.1. VAR Analizi Sonuçları

Yukarıda verilen bilgilerin ülke verilerinde sınanmasında, ortak nokta,

gelecek dönem fazlaları ile kamu yükümlülükleri arasındaki etki-tepki ilişkisinin

yorumlanmasıdır.

Bu çalışmada da, aynı yöntem benimsenerek, 1989:2-2004:4 aralığında

Türkiye’de baskın otorite davranışı ortaya konmaya çalışılacaktır.

Analizin iki anahtar değişkeni, reel senyoraj gelirlerini de içeren birincil bütçe

fazlası (st) ve reel toplam yükümlülüklerdir (wt). Verilerin hesaplanış biçimi

aşağıdaki gibidir:

( ) ( )t

tt

t

tt

tP

MM

P

GTs 1−−

+−

=

t

tt

tP

BMw

+=

:ts Senyoraj dahil reel bütçe fazlası

:tw Reel kamu yükümlülükleri

:tt GT − Birincil bütçe fazlası

:tP Tüketici fiyatları indeksi (1987:100)

:tM Merkez Bankası parası

:tB Đç borç stoku

97

Çalışma yöntemi olarak vektör otoregresif modelleme tekniği (VAR)

analizlerinden, değişkenler arasındaki dinamik etkileşimi gösteren etki-tepki

fonksiyonları kullanılmaktadır.

VAR analizine giren zaman serilerinin taşıdığı eğilimin belirlenmesine ilişkin

yapılan, birim kök testi sonucunda her iki zaman serisinin de birinci derece farkta

durağan olduğu tespit edilmiştir. Bu doğrultuda Var analizine giren değişkenler, DS

ve DW olarak gösterilmekte ve senyoraj dahil reel bütçe fazlasını ve reel kamu

yükümlülüklerini simgelemektedirler.

Fazlada meydana gelen bir şokun gelecek dönem yükümlülüklerini ne ölçüde

ve hangi yönde etkilediğine dair yapılan etki–tepki analizin de, bütçe fazlasının ilk

sıraya alınmasıyla, bu değişkendeki bir değişmenin yükümlülükler üzerinde anlık

etki yaratmasına imkan tanınmakta (fazladaki bir artış karşısında varolan borç

stoğunun değerini beklenen fazlaların bugünkü değerine eşitlemek için fiyat

düzeyinde uyarlanma gerçekleşiyor) ve böylece Ricardocu olmayan rejimlerde

geçerli olan bu durumun varlığı daha kolay test edilebilmektedir (Fialho-Portugal,

2005:11) . Değişkenlerin sıralanmasında ikinci olasılık, yükümlülüklerin ilk sıraya

alınmasıdır. Gerek etki-tepki analizinin sıralamaya karşı duyarlı olması nedeniyle,

çalışmada kullanılan paket program E-Views 5.0’ın bir özelliği olan, genelleştirilmiş

etki-tepki seçeneği tercih edilerek, sözkonusu duyarlılığının ortadan kaldırılması

amaçlanmıştır.

98

Grafik 4.2. Etki-Tepki Analizi Sonuçları (DS, DW)

-8

-4

0

4

8

12

16

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10

DS'NIN DW'YE TEPKISI

-8

-4

0

4

8

12

16

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10

DS'NIN DS'YE TEPKĐSĐ

-20

-10

0

10

20

30

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10

DW'NIN DW'YE TEPKISI

-20

-10

0

10

20

30

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10

DW'NIN DS'YE TEPKISI

ETKI-TEPKI GRAFIGI ± 2 STANDART SAPMA

99

Buna göre, ele alınan dönem içerisinde, birincil fazla ile gelecek dönem

yükümlülükler arasında istatistiki olarak anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Tanner ve

Ramos’un (2002), fazla ile yükümlülükler arasındaki etkileşim analizi esas

alındığında, bu durumun, bütçe fazlasının borç verilerini dikkate almaksızın

belirlendiği, baskın bir mali otoritenin varlığı ile uyumlu olduğu görülmektedir.

1994, 2000 ve 2001 olmak üzere mali kaynaklı üç kriz ortamını içeren veride,

Ricardocu olmayan bir yapının varlığı sonucuna varılması, Brezilya ekonomisi

üzerinde benzer bir çalışma yapan Fialho ve Portugal’ın (2005), ülkelerin kötü

dönemlerde mali gerekliliklerin artarak mali rejimlerin baskın hale getirdiklerine dair

öngörüsünü doğrulamaktadır (Fialho-Portugal, 2005:4), Ülke gerçekleşmeleri de,

1994 sonrasında her ne kadar sıkı maliye politikası temel alınıp, mali politikaların

uyarlanması hedeflense de, genişletici uygulamalara da kayıldığı ve kamu bütçesinde

tam bir mali disiplinin sağlanamadığını işaret etmektedir.

100

4.4. MARKOV DÖNÜŞÜMLÜ MODEL (MS-VAR)

Bir önceki bölümde, 1989:2-2004:4 döneminde Türkiye’de para ve maliye

politikalarından hangisinin daha baskın bir yapıda olduğunu belirlemek amacıyla,

senyorajı da içeren birincil bütçe fazlaları ile kamu yükümlülükleri arasındaki ilişki

VAR modeli analizlerinden etki-tepki fonksiyonlarının incelenmesi aracılığıyla

ortaya konmaya çalışılmış ve sözkonusu dönem de maliye otoritesinin baskın olduğu

bir yapıyla karşılaşılmıştır.

Maliye otoritesinin baskınlığına dair elde elden sonuç para ve maliye

politikaları arasındaki ilişkinin zaman içerisinde sabit olduğu varsayımı altında

geçerliliğini korumaktadır. Oysa, bu iki otorite arasındaki karşılıklı ilişki zaman

içerisinde değişebilmekte ve olası farklı rejimler altında değişkenler farklı davranış

özellikleri sergileyebilmektedir.

4.4.1. MS-VAR Metodoloji

Rejim değişikliğinin varolduğu durumlarda, yapısal kırılmalar sistem

içerisine yapısal bir parametre değişimi olarak girmekte ve modelin doğrusal

olmayan bir yapı kazanmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla, bu gibi durumlarda,

klasik doğrusal ekonometrik modellerin doğruluk gücü azalmaktadır. Bunun için

politika değişimlerinin yer aldığı ve özellikle de bu değişimlerin hangi dönemlerde

olduğunun bilinmediği durumlarda, daha güçlü çözümler üretebilen doğrusal

olmayan modellerin kullanılması daha uygun görülmektedir ( Krolzig, 2001: 340 .)

Bu amaçla kullanılan ve VAR modellerini rejim değişikliği ile birlikte tahmin

etmeye olanak sağlayan yöntemlerden birisi de Markov Dönüşümlü (Markov-

switching vector autoregressive model MS-VAR) modelleme tekniğidir.

101

Rejim değişikliğini inceleyen MS-VAR modellerinin temel mantığı,

modeldeki makro ekonomik değişkenlerin bazılarının gözlemlenmeyen rejim

değişkenlerine bağlı olmalarıdır. Dolayısıyla, sistemde rejim değişiklikleri varsa,

VAR sürecinin parametreleri θ zaman içinde değişiyor demektir ( Fialho- Portugal,

2005:1,7 )

Ekonomide gözlemlenmeyen rejim değişkeni st , mümkün olabilecek rejim

sayısı M { }Mst ....,1∈ olsun, bu durumda gözlemlenebilen { }ty serisi için

olasılıklar şöyle verilebilir.

eğer st=1

(1)

Eğer st=M m=1,…M kadar olan rejimler altında mθ VAR parametreleri

vektörünü simgelemektedir. Yt-1 gözlemlerdir{ } ∞− =1jy jt .

(1)nolu eşitlikte gözlemlenemeyen bir rejim altında VAR süreci verilmiştir.

Gözlemlenmeyen bir rejimin varlığı da Markov süreci tarafından takip edilmektedir.

Buradan veri st rejimi altında , yt zaman serisi p sırasından bir vektör otoregresif bir

süreçle şöyle ifade edilmektedir ( Krolzig, 1996: 5 ).

[ ] ( ) ( )∑=

−− +=p

j

jttjtttt ysAsvsYyE1

1, (2)

[ ]ttttt sYyEyu ,1−−= (3)

ut: hata terimidir.

( )

( )

( )

=

Mtt

tt

ttt

Yyf

Yyf

sYyp

θ

θ

,

.

.

,

1

11

,1

102

Tüm parametrelerin rejim değişikliğinden etkilendiği genel model dışında,

ortalama yada sabit terimin rejimlerden bağımsız hareket ettiği yada hata teriminin

değişen varyans özelliği taşıyıp taşımaması gibi seçimlerin yapılabildiği farklı türde

doğrusal olmayan model teknikleri vardır ( Portugal-Fialho, 2005: 9 ).

Tablo 4.8. MS-VAR Model Türleri

µ v ∑ Ai

MSM-VAR(p) değişir - sabit sabit

MSMH-VAR(p) değişir - değişir sabit

MSI-VAR(p) - değişir sabit sabit

MSIH-AR(p) değişir değişir değişir sabit

MSIAH-AR(p) - değişir değişir sabit

Yukarıda değinilen, doğrusal olmayan modelleme tekniklerinden MSMH

modelinin kullanıldığı bu kısımda temel amaç, öncelikle 1989:2-2004:4 döneminde

ekonomide rejim değişikliklerinin var olup olmadığının tespitidir. Maliye ve para

otoriteleri arasındaki karşılıklı ilişkinin zaman içinde değişimini ifade eden rejim

farklılıklarının ortaya konması halinde de, bu değişikliklerin hangi dönemlerde

geçerli olduğu ve bu farklı politikaların birbirlerini tamamlayıcı mı yoksa ikame

edici bir özellik mi taşıdığının ortaya konması amaçlanmıştır.

103

4.4.2. Analiz Sonuçları

Para politikası değişkeni olarak üç aylık faizin (faiz) alındığı modelde, maliye

politikası değişkeni olarak da reel birincil bütçe fazlası (rfdbf) kullanılmıştır. Faiz ve

reel birincil fazlaya ilişkin zaman serileri düzeyde durağan olmadığından, birinci

farkları alınarak analize sokulmuşlardır. MS-VAR OXO programının kullanıldığı

çalışmada, yukarıda değinilen rejim değişikliği modellerinden, MSMH model türü

kullanılmıştır. Ortalama ile varyansın değişmesine izin verilip, parametrelerin sabit

kabul edildiği bu model türünde gecikme uzunluğu, daha önce çalışılan VAR

modeline uygun olarak ikidir.

Öncelikle, ele alınan dönem verileri açısından doğrusal mı yoksa doğrusal

olmayan bir modelin mi daha güçlü ve tutarlı sonuçlar verebileceğinin tespiti

açısından bakılan LR test sonuçları, farklı politikaların varlığının gözlemlenmesine

izin veren doğrusal olmayan bir model ile çalışılabilmesini doğrulamaktadır.

Buna göre, MSMH(2)-VAR(2) olarak simgelenen model de, çalışmacı

tarafından konan iki rejim kısıtında, rejimler arasındaki ilişki iki dönem gecikme ile

MS-VAR modellerinin tahmin edilmesinde kullanılan Maksimum Likelihood

Yöntemi aracılığıyla tahmin edilmiş ancak her iki rejimin istatistiksel anlamlılığının

olmaması yanı sıra model sonuçlarının ülke verileri ile uyum içerisinde olmadığı da

tespit edilmiştir.

Bunun için, ele alınan dönem içerisinde yer alan 1994 ile 2000 Kasım ve

2001 Şubat krizleri için kukla değişken kullanılarak yeni bir model tahmini

yapılmıştır.

104

Rejim değişikliğinin varlığına işaret eden tahmin sonuçları aşağıdadır:

Tablo 4.9. MSMH(2)-VARX(2) (rfdbf, faiz)

Katsayılar Rfdbf Faiz

Ort. (Rejim 1) -0.028271

[-2.8120]

-0.151157

[-3.5369]

Ort. (Rejim 2) 0.001572

[0.2192]

0.000333

[0.0473]

Rfdbf_1 -0.205439

[-1.3746]

-0.215687

[-1.3165]

Rfdbf_2 0.087872

[0.5658]

-0.375354

[-1.5953]

Faiz_1 0.068327

[1.9369]

-0.424674

[-3.1191]

Faiz_2 -0.009688

[-0.2707]

-0.188955

[-1.7716]

D94 0.092897

[3.2126]

0.647445

[3.4601]

D01 0.034672

[0.7862]

0.474152

[7.7938]

St. Hata (rejim 1) 0.024925 0.158303

St. Hata (rejim 2) 0.056679 0.056270

Log-likelihood 170.1373

Lineer Sistem 157.1123 Tablo 4.10: Rejimler Arası Geçiş Olasılıkları

Rejim 1 Rejim 2 Rejim 1 0.5749 0.4251 Rejim 2 0.0731 0.9269

Tablo 4.11. Rejim Geçerlilik Süreleri

nObs olasılık Süre Rejim 1 9.3 0.1468 2.35 Rejim 2 51.7 0.8532 13.67

105

Her bir rejimin tanımlanmasında, politikaları simgeleyen değişkenlerin

işaretlerinin yönü belirleyicidir. Model tahmini, her iki rejimde de değişkenlerin aynı

yönlü hareket ettiğini dolayısıyla para ve maliye politikalarının birbirlerini

tamamlayıcı davranışlar sergilediğini göstermektedir ( Portugal-Fialho,2005:16 )

Rejim 1 için negatif olan bu aynı yönlü hareket, rejim 2 için pozitiftir.

Fazlalardaki bir azalmaya, faiz oranlarındaki düşmenin eşlik ettiği bir yapıda,

genişletici maliye ve para politikaları simgeleyen rejim 1 istatistiki olarak anlamlı

iken; her iki politikanın da daraltıcı olduğu rejim 2’nin istatistiki olarak anlamlı

olmadığı tespit edilmiştir. Diğer yandan, modele ilave edilen kukla değişkenlerin t-

istatistiklerinin de istatistiki anlamlılığı destekleyecek düzeyde olduğu görülmektedir

(tablo 4.9).

Modeli genişletici politikaları simgeleyen rejim 1 açısından

yorumladığımızda, geçerli olduğu dönemde bu rejimde kalma olasılığının %57 gibi

yüksek bir oranda olduğu görülmektedir ( tablo 4.10 ).

Rejimin ekonomide uygulanabilirliğine ilişkin sürelerine bakıldığında ise,

genişletici maliye ve para politikalarını simgeleyen rejim 1’in yaklaşık 2.5 dönem

ekonomide varlığını sürdürdüğü görülmektedir ( tablo 4.11 ).

Modelin diğer bir sonucu olan ve her iki rejim için de yıllar itibariyle

uygulama olasılıklarını gösteren şekil 1’e göre, rejim 1 ekonomi gerçekleşmeleri ile

uyumlu olarak özellikle kriz ve dışsal şokların olduğu 1994 krizi, 1999 büyük

deprem yılları ve 2001 Şubat krizini izleyen ilk dönemde kendini göstermiştir.

Nitekim, çalışmanın ele alınan dönem açısından ekonomi gelişmelerinin özetlendiği

kısımda da belirtildiği gibi, yaşanan iki büyük kriz mali kaynaklı para krizleri olarak

106

değerlendirilmiş ve genişletici politikalar ile sonuçlanmıştır. Diğer yandan, özellikle

1998 sonrası ekonomide sıkı para ve maliye politikaların uygulanması yönünde

alınan kararların da 1999 depreminde yerini zorunlu olarak genişletici politikalara

bıraktığı görülmüştür.

Grafik 4.3. Rejim 1 ve Rejim 2 Olasılıkları MSMH(2)-VARX(2) (rfdbf, faiz)

Ekonomide rejim değişikliklerinin varlığına işaret eden ancak tek bir rejimin

istatistiksel olarak anlamlılığının tespit edildiği yukarıdaki analiz, reel faiz dışı fazla

olarak alınan maliye politikası değişkeninde bir değişiklik yapmadan, para politikası

değişkeni faizin yerine para miktarı kullanılarak tekrar edildiğinde, rejimlerin

tanımlaması farklılaşmış ancak her iki rejim için de beklenen istatistiki anlamlılık

düzeylerine ulaşılamamıştır.

1990 1995 2000 2005 -0.5

0.0

0.5 MSMH(2)-VARX(2), 1989 (4) - 2004 (4)

rfdbf faiz

1990 1995 2000 2005

0.5

1.0 Rejim 1 Olasiliklari

filtrelenmis ongorulen

yumusatilmis

1990 1995 2000 2005

0.5

1.0 Rejim 2 Olasiliklari

107

Buna göre, değişkenlerin birbirine ters yönlü hareket ettiği dolayısıyla da

politikalarını simgeleyen rejim 2 de istatistiki anlamlılığı olan tek değişkenin para

olduğu görülmektedir. Her iki rejimde de pozitif olan para değişkeni işareti

genişletici para politikasının varlığına işaret etmektedir.

Para politikası değişkeni olarak faizin alındığı bir önceki çalışmaya benzer

şekilde, rejimlerin uygulanma olasılıkları özellikle 1994 krizi, 1999 deprem

süreçlerinde genişletici politikaların uygulandığına işaret etmektedir.

Tablo 4.12: MSMH(2)-VARX(2) (rfdbf, para)

Katsayı Rfdbf Para

Ort. (rejim 1) 0.000967

[0.0742]

0.047841

[1.6447]

Ort. (rejim 2) -0.002069

[-0.2139]

0.157283

[5.7925]

Rfdbf_1 -0.195660

[-1.8086]

0.222875

[1.9370]

Rfdbf_2 -0.199461

[-1.9092]

0.349220

[2.8481]

Para_1 -0.092693

[-1.3548]

0.317420

[3.2372]

Para_2 0.099590

[1.6044]

0.054462

[0.5445]

D01 0.078634

[1.3696]

0.122193

[3.2289]

D94 0.081481

[3.2206]

0.226426

[5.0318]

St. Hata (rejim 1) 0.074937 0.047714

St. Hata (rejim 2) 0.024815 0.044289

Doğrusal sistem 187.3338

Log-likelihood 207.9241

108

Grafik 4.4. Rejim 1 ve Rejim 2 Olasılıkları MSMH(2)-VARX(2) (rfdbf, para)

1990 1995 2000 2005

0.0

0.2

0.4MSMH(2)-VARX(2), 1989 (4) - 2004 (4)

rfdbf para

1990 1995 2000 2005

0.5

1.0Rejim 1 Olasiliklari

filtrelenmis ongorulen

yumusatilmis

1990 1995 2000 2005

0.5

1.0Rejim 2 Olasiliklari

Tüm bu model denemelerinin ortak sonucu, ele alınan dönemde, istatistiki

anlamlılığı olan rejimlere ilişkin olasılık grafiklerinin de işaret ettiği gibi, ekonomide

rejim değişikliklerinin özellikle dışsal şoklar ve kriz dönemlerinde kendini gösterdiği

yönündedir. Diğer yandan, yine bu dönemlerde genişletici para ve maliye

politikalarının birlikteliği tüm modellere ilişkin ortak bir sonuç niteliğindedir.

Baskın olan otoritenin belirlenmesine ilişkin daha önce yapılan analizlerle de

bağdaşır şekilde, para politikasını dikkate almadan sürekli genişletici politikalar

uygulayan bir mali otorite sözkonusu olduğunu söyleyebilmek mümkündür.

109

BEŞĐNCĐ BÖLÜM

SONUÇ

Özellikle 1980 sonrasında, dünya ülkelerindeki enflasyonist sürecin

açıklanmasında parasalcı yaklaşımın tatmin edici sonuçlar getirememesi, bu görüşün

sorgulanması yanı sıra para arzı, bütçe açıkları ve enflasyon arasındaki ilişkinin

yönünün farklı yaklaşımlarca açıklanmaya çalışılmasını da beraberinde getirmiştir.

Bu konuda literatüre katkı sağlayan önemli bir çalışma, parasalcı yaklaşımın,

öne sürdüğü sıkı para politikasının, mali otoritenin baskın olduğu ve iç borçlanmanın

süreklilik gösterdiği bir ekonomik yapıda uzun dönemde işleyemeyebileceğini ve

daha yüksek enflasyon süreçlerini doğurabileceğini öne süren Sargent-Wallace

(1981)’dir.

Bu yaklaşımı, fiyatlar genel düzeyi ile mali politikanın nedensellik ilişkisini,

Sargent-Wallace yaklaşımından farklı olarak, açıkların parasallaştırılmasına

bağlamayan FTPL yaklaşımı izlemektedir. Buna göre, para da herhangi bir değişiklik

olmaması halinde bile, açıklar ile fiyat düzeyi arasındaki ilişki, bonoların özel

servetin bir parçası olarak kabul edilmesi sonucunda servet etkisi aracılığıyla

doğrudan kurulmaktadır.

Bu çalışmada da, literatürdeki gelişmeler doğrultusunda, Türkiye’deki

enflasyonist süreç uygulamalı çalışmalarla tespit edilmeye çalışılmıştır.

Đlk olarak, fiyat düzeyindeki değişmelerin parasalcı yaklaşımdan ayrılarak

açıklandığı, teoriler irdelenmiş ve konu ile ilgili uygulamalı çalışmalara

değinilmiştir. Ardından da, 1980 sonrasında Türkiye’de enflasyon süreci ile iktisat

politikalarının şekillendirilmesinde benimsenen görüşlerin de yer aldığı, ekonomik

gelişmeler özetlenmiştir.

110

Enflasyon olgusunun gelişen literatür doğrultusunda, Türkiye ekonomisi için

araştırıldığı ekonometrik çalışmaların ilk kısmında, 1987:1-2004:4 dönemi için

enflasyonun açıklanmasında, para arzı ve birincil bütçe açıkları değişenlerinden

hangisinin daha anlamlı olduğu tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu amaçla, para arzını

temsilen M2Y, maliye politikasını temsilen de faiz dışı birincil fazlanın gayrisafi

milli hasılaya oranı alınmıştır.

Analiz sonuçları, ele alınan dönem için, enflasyonun kaynağına ilişkin olarak

para değişkeni yanı sıra bütçe açığının önemine de değinmesi, enflasyon

politikasında hem para hem de mali politikaların bir arada ele alınması gerekliliğini

de ortaya koymuştur.

Uygulamalı çalışmaların ikinci kısmında, ülkedeki enflasyon sürecinin

aydınlatılmasına destek sağlayacak olan, baskın otoritenin tespitine ilişkin olarak

gelecek dönem fazlaları ile kamu yükümlülükleri arasındaki etki-tepki ilişkisine

bakılmıştır. Politika yapıcılarının zamanlararası bütçe kısıtının sağlanmasına ilişkin

verdiği tepkiye bağlı olarak ekonomide baskın olma durumlarının belirlendiği analiz

sonucunda, 1989:2-2004:4 aralığında birincil fazla ile gelecek dönem yükümlülükler

arasında istatistiki olarak anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Bu durum, 1994, 2000 ve

2001 olmak üzere mali kaynaklı üç kriz ortamını içeren dönemde, mali

gerekliliklerin arttığını ancak bütçe fazlasının borç verilerini dikkate almaksızın

belirlendiği baskın bir mali otoritenin varlığını ifade etmektedir.

Para ve maliye politikaları arasındaki ilişkinin zaman içerisinde sabit olduğu

varsayımı altında geçerliliğini koruyan baskın mali otorite sonucunun, bu iki otorite

arasındaki karşılıklı ilişkinin zaman içerisinde değişebildiği durumlarda nasıl bir

seyir izlediği ise, ekonomide rejim değişikliklerinin var olup olmadığını ortaya

111

koyması yanı sıra hangi dönemlerde ve ne kadar süreyle geçerli olduğunu da test

eden MS-VAR modelinin kullanılmasıyla sağlanmıştır.

Bu doğrultuda, ilk olarak, çalışmacı tarafından konan iki rejimin varlığı kısıtı

altında ekonomide rejim değişikliklerinin olup olmadığı araştırılmıştır. Para ve

maliye politikasını simgeleyen farklı değişkenler için yapılan birden fazla uygulama

sonucunda da, ekonomide rejim değişikliklerinin varlığı tespit edilmiştir. Analiz

sonucunda varılan genel sonuç ise, ele alınan dönemde, ekonomide rejim

değişikliklerinin özellikle dışsal şoklar ve kriz dönemlerinde kendini gösterdiği

yönündedir. Diğer yandan, yine bu dönemlerde genişletici para ve maliye

politikalarının varlığı tüm uygulamaların ortak sonucu niteliğindedir.

Baskın otoritenin belirlenmesine ilişkin daha önce yapılan analizlerle de

bağdaşır şekilde, bu son model çalışmasında da, genişletici para politikasının varlığı,

mali otoritenin kamu borç yapısını ve zamanlararası bütçe denkliğini göz önüne

almadan politikasını şekillendirdiğine işaret etmektedir.

Çalışma içerisinde yapılan tüm uygulamaların sonuçları ve ekonomik

gelişmeler bir araya getirildiğinde, Türkiye’de enflasyonist süreci mali ve paraal

kaynaklı parasal bir olgu olarak tanımlamak mümkündür.

Özellikle 1980’lerin sonrasında sürekli bütçe açıklarının finansmanın da iç

borçlanmaya ağırlık verilmesinin Sargent-Wallace yaklaşımını doğrular biçimde

ekonomiyi 1994 krizine sürüklediği görülmektedir. Kriz sonrasında her ne kadar mali

açıkların düşürülmesine yönelik uygulamalar üzerinde durulmuşsa da, birtakım dışsal

ve içsel şokların etkileriyle bunun başarılamadığı ve mali politikanın genişletici

uygulamalarına kamu bütçe dengesini gözardı ederek devam etmesinin, mali baskın

bir yapının hakimiyetinin sürdüğüne işaret etmektedir. Ekonomide geçerliliğini

112

sürdüren bu koşulların yanı sıra, sıkı para politikaları uygulamalarına devam

edilmesi, 1990’larda yaşanan sürecin 2000’li yıllara da taşınmasına kolaylık

sağlamıştır. Nitekim, 2000 sonu ve 2001 başında yaşanan kriz sürecinin temelinde

de, iç borçların bankacılık sistemince finansmanının sürdürülemez noktaya

gelmesinin büyük katkısı vardır.

Bu açıdan bakıldığında, enflasyonist süreçte mali değişkenlerin rolünün

varlığı yadsınamaz bir gerçektir. Ancak, bu durum bütçe açıkları ile enflasyon

arasındaki ilişkiyi doğrudan kuran FTPL yaklaşımının ülke örneğinde sağlanmasını

göstermesi açısından yeterli değildir. Maliye politikası ve hane halkının tüketim

harcaması ilişkisini bütçe açıkları ve fiyat düzeyi ilişkisinin temeline oturtan FTPL

yaklaşımında öne sürülen servet etkisinin, ekonomide yaşanan krizlerle kamu

borcunun ödenebilirliği konusunda oluşan olumsuz beklentilerle kırıldığının

söyleyebilmek mümkündür ( Erdoğdu, Özbek, 2005:12-13 ).

Çalışmanın, uygulama sonuçlarına dayandırılarak enflasyon sürecine ilişkin

ortaya koyduğu öneri; ekonomi politikalarının şekillendirilmesinde tek bir otoritenin

baskınlığının değil, para ve maliye otoritelerinin birlikteliğinin sağlandığı bir

anlayışın benimsenmesi olarak kısaca belirtilebilmektedir.

113

ÖZET

SÜREKLĐ BÜTÇE AÇIKLARINDAN ENFLASYONA: TÜRKĐYE

ÜZERĐNE UYGULAMALI BĐR ÇALIŞMA

Doktora Tezi, Đktisat Bölümü

Fatma DAVARCIOĞLU ÖZAKTAŞ

Tez Yöneticisi: Doç. Dr. Hasan ŞAHĐN

Mart, 2007

Bu çalışma, Türkiye’de 1987:1-2004:4 dönemi enflasyon sürecinin, Sargent-

Wallace (1981) “Nahoş Parasalcı Aritmetik” çalışması ve Fiyatın Mali Teorisi

(FTPL) yaklaşımları doğrultusunda yeniden değerlendirilmesini amaçlamaktadır.

Belli koşullar altında, parasalcı aritmetiğin yanıltıcı olduğu belirtilen Sargent-

Wallace (1981) yaklaşımında, para arzının bütçe kısıtını sağlama amacı

doğrultusunda içsel olarak belirlendiği öne sürülmektedir.

FTPL yaklaşımı ise, kamu açıklarının enflasyonist etkisinin para otoritesinin

politikasını değiştirmeye zorlanmasından değil, borç krizlerinden doğduğunu ifade

etmektedir.

Bu doğrultuda, para arzı, bütçe açıkları ve enflasyon arasındaki dinamik

ilişkiyi analiz etmek amacıyla VAR modellerinden faydalanılmış ve enflasyonist

sürecte para arzı yanı sıra bütçe açıklarının da etkili olduğu görülmüştür.

Ekonomide baskın otoritenin tespit edilebilmesi amacıyla yapılan etki-tepki

analizleri ise, baskın bir mali politikanın varlığına işaret etmektedir.

Ekonomide rejim değişiklikleri yanı sıra para ve maliye politikaları

arasındaki etkileşimin analizini sağlayan MS-VAR modeli sonucunda,özellikle kriz

yıllarında her iki politikanın da genişletici uygulamalar içinde olduğu sonucuna

ulaşılmıştır.

114

Çalışmanın genel sonucu, Türkiye’de ele alınan dönemde enflasyonun hem

mali hem de parasal kaynaklı bir olgu olarak değerlendirilebileceği, dolayısıyla da

enflasyonu önlemeye yönelik politikaların şekillendirilmesinde, para ile maliye

politikalarının bir arada ele alınması gerekliliğidir.

Anahtar Kelimeler: Parasal Büyüme, Bütçe Açıkları, Enflasyon, Baskın

Otorite, Nahoş Parasalcı Aritmetik, Fiyatın Mali Teorisi

115

ABSTRACT

FROM CONTINUES BUDGET DEFICITS TO INFLATION:

AN EMPIRICAL STUDY ON TURKEY

Fatma DAVARCIOĞLU ÖZAKTAŞ

PhD Thesis, Department of Economics

Thesis Administrator: Associate Prof. Hasan ŞAHĐN, PhD

March, 2007

In this study, the inflationary process of Turkish economy has been

reinvestigated by using a quarterly data set spanning from 1987:Q1 to 2004:Q4. The

approaches of “Unpleasant Monetarist Arithmetic” due to Sargent-Wallace(1981)

and the Fiscal Theory of Price Level (FTPL) due to Woodford (1995) have been

utilized in the study.

The approach of the Sargent-Wallace’s theory claims that, under certain

conditions, monetary arithmetic is misleading and the money supply is endogenously

determined to sustain the budget constraint.

However, according to the FTPL, the inflationary effects of the government

budget deficits are caused by debt crises since the monetary authority does not have

to act to balance the budget deficit.

To investigate the dynamic relationship among the money supply, budget

deficit and inflation empirically, VAR models have been employed. Estimation

results show that money supply and budget deficit statistically signicant effect on

inflation in Turkey. Impulse response analysis suggests that a fiscal dominant

policy exist in Turkey.

116

An MS-VAR model, which allows analyzing interactions between monetary

and fiscal policies in addition to changes in economic regimes, show that both

policies are expansionary particularly in crises periods.

Empirical analysis performed in the study leads to result that inflation in

Turkey has both monetary and fiscal origins. From this result, it can be inferred that a

policy design to combat with inflation, monetary and fiscal dimensions should be

handled all together.

Keywords: Monetary Growth, Budget Deficits, Inflation, Dominant

Authority, Unpleasant Monetarist Arithmetic, Fiscal Theory of Price Level.

117

KAYNAKÇA

Afonso Antonio, “Disturbing the Fiscal Theory of Price Level: Can It Fit the EU

15?”, http://ideas.repec.org/e/paf1.html, 2002

Aghevli Bijan B. And Khan Mohsin S., “Government Deficits and the

Inflationary Process in Developing Countries”, IMF Staff Papers, 25, 1978

Ahking W. Francis and Miller M. Stephen, “The Relationship Between

Government Deficits, Money Growth and Inflation”, Journal of

Macroeconomics, Fall,vol.7, no.4, 1985

Barro J. Robert, “Are Government Bonds Net Wealth?”, Journal of Politicial

Economy,vol.82,no.6,1974

Barth J.,Iden G., Russek F., “The Economic Consequences of Federal Deficits: An

Examination Of The Net Wealth and Instablity Issues”, Southern

Economic Journal, 1987

Bhattacharya Joydeep and Haslag H. Joseph, “Monetary Policy Arithmetic:Some

Recent Contributions”, Federal Reserve Bank of Dallas Economic and

Financial Review,Third Quarter,1999

Bolatoğlu Nasip, “Kamu açıklarının Sürdürülebilirlik Problemi:Teori ve

Türkiye Üzerine Bir Uygulama”, Hacettepe Ü. Dr. Tezi, Ocak 2003

Buiter H. Willem, “A Fiscal Theory of Hyperdeflations?Some Suprising

Monetarist Arithmetic” , nber:52, October 1985

Buiter H. Willem, “Comment on T.J. Sargent and N. Wallace :”Some

Unpleasant Monetarist Arithmetic” , nber:867, March 1982

Buiter H. Willem, “Deficits,Crowding-out and Inflation:The Simple Analytics”,

nber:1078, February 1983

118

Buiter H. Willem, “The Fallacy of the Fiscal Theory of the Price Level”,

nber:7302, August 1999

Buiter H. Willem, “The Fiscal Theory of the Price Level:A Critique”, The

Economic Journal, 112,July,2002

Buiter H. Willem, “The Young Person’s Guide to Neutrality,Price Level

Indeterminacy,Interest Rate Pegs and FTPL” ,nber:6396,February 1998

Canzoneri B. Mattthew, Cumby E. Robert, Diba T. Behzad, “Is the Price Level

Determined by the Needs of Fiscal Solvency?”, American Economic

Review,vol.91,no.5, December 2001

Catao Luis and Terrones E. Marco, “Fiscal Deficits and Inflation” , IMF Working

Paper,WP/03/65, April 2003

Christiano J. Lawrence, Fitzgerald J. Terry, “Understanding the Fiscal Theory of

the Price Level”, nber:7668,2000

Cochrane H. John, “A Frictionless view of U.S. Inflation”, nber:6646,1998

Cochrane H. John, “Long-term Debt and Optimal Policy in the FTPL”,

nber:6771, 1998

Cochrane H. John, “Money as Stock:Price Level Determination With No Money

Demand”, nber:7498, 2000

Creel Jerome, Kamber Güneş, “Debt, Deficits and Inflation On The Road To The

EU: The Case of Turkey” , www.ofce.sciences.po.fr/pdf/revue/07-

89bis.pdf, Nisan 2004

Cushing J. Matthew, “The Indeterminacy of Prices Under Interest Rate

Pegging:The Non-Ricardian Case”, Journal of Monetary Economics,

44, 1999

119

Daniel Betty, “The Fiscal Theory of the Price Level in an Open Economy”,

Journal of Monetary Economics, 48, 2001

Daniel C. Betty, “Fiscal Policy and Inflation”, 2001 (a)

www.frbsf.org/publications/economics/letter/2001

Daniel C. Betty, “Notes on Seignorage and the Fiscal Theoryof the Price Level” ,

www.albany.edu/bd892/sftpl.pdf, September 2004

Darby R. Michael, “Some Pleasant Monetarist Arithmetic” , nber:1295, March

1984

Dornbusch Rudiger , Fischer Stanley, “Macroeconomics”, McGraw-Hill

International Editions, Economics Series, 1990

Dotsey Michael, “Some Not-So-Unpleasant Monetarist Arithmetic”, Federal

Reserve Bank of Richmond Economic Quarterly, vol.82/4, Fall, 1996

Dotsey Michael, “Some Unpleasant Supply Side Arithmetic” , Journal of

Monetary Economics, 33, 1994

Drazen Allen and Alesina Alberto, “Why are Stabilizations Delayed?”, American

Economic Review, vol.81, no.5, December 1991

Dupor Bill, “Exchange Rates and the Fiscal Theory of the Price Level”, Journal

of Monetary Economics, 45, 2000

Dwyer P. Gerald, “ Inflation and Government Deficits”, Economic Inquiry,

Vol.XX, July, 1982

Ekzen Nazif, “Đç Borç Đdaresi, Maliye Politikası Aracı Olarak Faiz Dışı Fazla ”,

www.ceterisparibus.net/maliye/maliye.htm, 2003

Eliana A. Cardoso, “Deficit Finance and Monetary Dynamics in Brazil and

Mexico”, Journal of Development Economics, 37, 1992

120

Enders Walter, “Applied Econometric Time Series”, John Wiley & Sons,Inc., 1995

Erdoğan Engin,Ener Meliha, “ Türkiye’de Enflasyonla Mücadele Sürecinde Son

Dönem Uygulamalar ve Değerlendirilmesi”, Đşletme ve Finans

Dergisi,sayı:177, Aralık 2000

Erdoğdu Oya, “Who Controls the Price Level?”,

www.ideas.repec.org/p/wpa/wuwpma/0304011.html; 2003

Erdoğdu Oya, Özbek Levent, “Türkiye’de Tüketim Eğilimi ve Maliye

Politikası”, 2005 http://eros.science.ankara.edu.tr

Fialho Laderia Marcelo, Portugal Savino Marcelo, “Monetary and Fiscal Policy

Interactions In Brazil: An Application Of The Fiscal Theory Of The

PriceLevel”,2005,www.aup.edu/lacea2005/program/sessions/contributed2/05

Giannaros Demetrios S., Bharat R. Kolluri, “Deficit Spending, Money and

Inflation:Some International Empirical Evidence”, Journal of

Macroeconomics,vol.7,no.3,1985

Gonzalo Jesus, “Five Alternative Methods of Estmating Long-Run Equilibrium

Relationships”, Journal of Econometrics,vol:60, 1994

Günaydın Đhsan, “Bütçe Açıkları Enflasyonist midir? Türkiye Üzerine Bir

Đnceleme”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi”,

Cilt 6, Sayı:1, 2004

Hamburger Micheal J., Zwick Burton, “Deficits,Money and Inflation”, Journal of

Monetary Economics, 7, 1981

Hamilton, D. James, “Time Series Analysis”, Princeton University Press, New

Jersey 1994

Haris R.I.D., “Using Cointegration Analysis in Econometric Modelling”, Prentice

Hall/Harvester Wheatsheaf, 1995

Hondroyiannis George and Papapetrou Evangelia, “Are Budget Deficits

Inflationary? A Cointegration Approach” , Applied Economics

Letters, vol.4, 1997

121

Đnsel Aysu, Ertel Nesrin, “Türkiye’de Kronik Enflasyon Süreci ve

AntiEnflasyonist Politikaların Etkinliği 1981-1991”, Odtü Gelişme

Dergisi,20,3,1993

Joines Douglas H. , “Deficits and Money Growth in the United States 1872-

1983”, Journal of Monetary Economics, 16, 1985

Kazgan Gülten, Đç Borç Kapanı, Finans Dünyası, Sayı:7, 1996

Kocherlakota Narayana, Phelan Christopher, “Explaining the Fiscal Theory of the

Price Level”, Federal Reserve Bank of Minneapolis Quarterly Review,

Fall,1999

Krolzig Hans-Martin, “Markov-Switching Procedures For Dating The Euro-

Zone Business Cycle”, 2001

Krolzig Hans-Martin, “Statistical Analysis of Cointegrated VAR Processes With

Markovian Regime Shifts”, SFB 373 Discussion Paper 25/1996

Landon Stuart and G. Reid Bradford, “Government Deficits and Money Growth”,

Review of Economics and Statistics,72,3,1990

Leeper M. Eric and Gordon B. David, “The Price Level,the Quantity Theory of

Money and the Fiscal Theory of the Price Level”, nber:9084,2002

Leeper M. Eric, “Equilibria under active and passive monetary and fiscal

policies”, Journal of Monetary Economics, 27,1991

Lütkepohl Helmut, Kratzig Markus, “Applied Time Series Econometrics”,

Cambridge University Pres, 2004

McCallum T. Bennett, “Are Bond-Financed Deficits Inflationary?A Ricardian

Analysis” Journal of Politicial Economy, vol.91,no:1, 1984

122

Metin Kıvılcım, “ The Relationship Between Inflation and the Budget Deficit in

Turkey” , American Statistical Association Journal of Business and

Economic Statistics, vol.16, no.4, October 1998

Metin Kıvılcım, “An Integrated Analysis of Turkish Inflation”, Oxford Bulletin

of Economics and Statistics,57,4,1995

Miller J. Preston, “Higher Deficit Policies Lead to Higher Inflation” , Federal

Reserve Bank of Minneapolis Quarterly Review,Winter,7,1983

Niskanen A. William, “Deficits,Government Spending and Inflation,What is the

Evidence?” Journal of Monetary Economics ,4,1978

Özatay Fatih, “A quarterly macroeconometric model for a highly inflationary

and indebted country:Turkey” Economic Modelling,2000,17

Özatay Fatih, “Sustainability of Fiscal Deficits, Monetary Policy and Inflation

Stabilization:The Case of Turkey”, Journal of Policy Modelling19 (6),

1997

Özmen Erdal, Koru Tekin Ayça, “Budget Deficits, Money Growth and

Inflation:The Turkish Evidence”, Applied Economics,35,2003

Özmucur Süleyman, Alper Emre, Akçay Cevdet , “ Budget Deficit,Inflation and

Debt Sustainability: Evidence from Turkey” , “Inflation and Disinflation

in Turkey” Edited by Aykut Kibritçioğlu Libby Rittenberg Faruk Selçuk

Printed by Antony Rowe Ltd., Chippenham ,Wiltshire, 2002 s.77,90

Ramanathan Ramu, “Introductory Econometrics with Applications”, The Dryden

Press, 1992

Ruge-Murcia Francisco J., “Government Expenditure and the Dynamics og High

Inflation”, Journal of Development Economics, vol.58, 1999

Sargent Thomas,Wallace Neil, “Some Unpleasant Monetarist Arithmetic”,

Federal Reserve Bank of Minneapolis Quarterly Review,1981

123

Sikken Jan and Haan de Jakob, “Budget Deficits, Monetization and Central Bank

Independence in Developing Countries”, Oxford Economic Papers 50,1998

Sims A. Christopher, “A simple model for study of the determination of the price

level and the interaction of monetary and fiscal policy”, Economic

Theory, 4, 1994

Soydan Aylin, “Do Budget Deficits Cause Inflation:A Cointegrating VAR

Analysis”, 2001

Stuart Landon and Bradford G. Reid, “Government Deficits and Money

Growth”,Review of Economics and Statistics,72,3,1990

Tabellini Guido and Alesina Alberto, “Voting on the Budget Deficit”, American

Economic Review,March,1990

Taner Evan and Ramos M. Alberto, “Fiscal Sustainability and Monetary Versus

Fiscal Dominance:Evidence from Brazil,1991-2000”, IMF Working

Paper,WP/02/5

Tarı Recep, “ Ekonometri” ,Alfa Yayınları-609, Đktisat Dizisi No:032,1999

Taşkın Aydın, “Đç Borçlanmanın Fiyatlar Genel Düzeyi Üzerine Etkisi”, T.C.

Merkez Bankası Uzmanlık Yeterlilik Tezi, Ekim 2004,

tcmb.gov.tr/kutuphane

TCMB, “Enflasyon Hedeflemesi Rejimi”, 2006

Telatar Erdinç, “Para ve Maliye Politikası Dominant Rejimlerde Fiyat

Belirlenemezlik Problemi ve Merkez Bankası Bağımsızlığı”, Ekonomik

Yaklaşım, Cilt 10, Sayı:35, Kış 1999

Turner Paul, Özdemir K. Azim, “A Monetary Disequilibrium Model For Turkey:

Investigation Of A Disinflationary Fiscal Rule and Its Implications On

Monetary Policy”, TCMB Research Department Working Paper No:05/07,

March 2005

124

Uygur Ercan, “25 Yıldır Süren Yüksek Kronik Enflasyon ve Enflasyonla

Mücadele, Hedefler Tutturulabilecek mi?”, Đşletme Finans,Şubat 2000

Uygur Ercan, “Enflasyon,Para ve Mali Baskı:Đktisat Politikasında Geri

Kalmışlık” Đşletme Finans Dergisi, sayı:189,Aralık 2001

Uygur Ercan, “Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri”

Türkiye Ekonomi Kurumu Tartışma Metni 2001/1(a), Nisan 2001

Ülengin Burç , “Bütçe Açığı,Parasal Büyüme,Enflasyon,Döviz Kuru ve Üretim

Arasındaki Nedensellik Đlişkileri:Türkiye Üzerine Bir Uygulama” , Odtü

Gelişme Dergisi, 22 (1), 1995

Weil Phillippe, “Reflections on the Fiscal Theory of the Price Level”,

http://papers.ssrn.com,March 2002

Woodford Michael, “Doing Without Money:Controlling Inflation in a Post

Monetary World” , Review of Economic Dynamics ,vol.1, 1998

Woodford Michael, “Monetary policy and price level determinacy in a cah-in-

advance economy”, Economic Theory,4,1994

Woodford Micheal, “Control of the Public Debt:A Requirement for Price

Stability”, nber:5684,1996

Woodford Micheal, “Fiscal Requirements for Price Stability” , Journal of

Money, Credit and Banking, vol.33, no:3,August 2001

Woodford Micheal, “Price Level Determinacy Without Control of Monetary

Aggregate” , nber:5204, 1995

Yeldan Erinç, “Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi, Bölüşüm,Birikim ve

Büyüme” , Đletişim Yayınları, 2001

Yıldırım Refia,Yıldırım Erhan, “1980 Sonrası Uygulanan Maliye Politikaları ve

Türkiye Ekonomisi Üzerindeki Etkileri”, 2001,

Bayar.edu.tr/msempoz/bildiriler

125

EKLER:

Ek Tablo 1: Konsolide Bütçe (milyar TL) 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989

Gelirler 912 1 393 1 445 2 300 2 806 4 613 7 154 10 444 17 587 31 369 Harcamalar 1 079 1 515 1 601 2 612 3 784 5 400 8 560 13 044 21 447 38 871

Faiz Dışı Harcamalar 1 048 1 440 1 514 2 401 3 343 4 725 7 229 10 778 16 469 30 612 Faiz Dışı Bütçe Dengesi -135 -49 -70 -102 -538 -112 -76 -332 1 118 757

Bütçe Dengesi -166 -124 -157 -313 -979 -787 -1 407 -2 598 -3 860 -7 502 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 Gelirler 55239 96 747 174 224 351 392 745 116 1 394 023 2 702 034 5 750 096 Harcamalar 68 527 130 263 221 657 485 249 897 296 1 710 645 3 940 162 7 990 748 Faiz Dışı Harcamalar 54 561 106 190 181 360 368 779 599 011 1 134 530 2 442 761 5 712 831 Faiz Dışı Bütçe Dengesi -678 -9 443 -7 137 -17 387 146 105 259 493 259 273 37 265 Bütçe Dengesi -13 288 -33 516 -47 434 -133 857 -152 180 -316 622 -1 238 128 -2 240 652 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 Gelirler 11 887 552 18 973 292 33 756 437 51 812 542 76 400 450 100 238 122 109 886 834 Harcamalar 15 585 376 28 017 791 46 602 626 80 379 004 115 485 633 140 053 981 140 200 045 Faiz Dışı Harcamalar 9 408 781 17 296 951 26 162 764 39 314 395 63 614 975 81 444 818 83 711 555 Faiz Dışı Bütçe Dengesi 2 478 771 1 676 340 7 593 673 12 498 147 12 785 475 18 793 304 26 175 279 Bütçe Dengesi -3 697 824 -9 044 500 -12 846 189 -28 566 462 -39 085 183 -39 815 859 -30 313 211 Kaynak:MB

126

Ek Tablo 2:Kamu Kesimi Borçlanma Gereği (Cari fiyatlarla,milyar TL)

KKBG

KKBG/GSMH (%)

FAĐZ DIŞI KKBG

FAĐZ DIŞI KKBG/GSMH

(%) 1980 465 8,8 434 8,2 1981 319 4,0 244 3,0 1982 374 3,5 287 2,7 1983 689 4,9 477 3,4 1984 1 194 5,4 753 3,4 1985 1 267 3,6 592 1,7 1986 1 869 3,7 538 1,1 1987 4 563 6,1 2 297 3,1 1988 6 235 4,8 1 257 1,0 1989 12 283 5,3 4 023 1,7 1990 29 429 7,4 9 246 2,3 1991 64 469 10,2 25 861 4,1 1992 116 680 10,6 49 046 4,4 1993 239 793 12,0 75 404 3,8 1994 306 937 7,9 -113 071 -2,9 1995 392 866 5,0 -350 861 -4,5 1996 1 294 435 8,6 -433 535 -2,9 1997 2 258 729 7,7 -360 430 -1,2 1998 5 016 903 9,4 -1 746 468 -3,3 1999 12 149 118 15,5 181 385 0,2 2000 14 796 080 11,8 -7 108 154 -5,7 2001 28 926 635 16,4 -14 279 131 -8,1 2002 34 886 803 12,8 -19 238 099 -7,0 2003 31 118 619 8,7 -30 302 117 -8,5 2004 24 840 000 5,8 -19 367 000 -8,3

(-) işareti fazlayı ifade etmektedir. Kaynak:DPT

127

Ek Tablo 3:Yıllar Đtibariyle Đç Borçlanma (Milyar TL) 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992

TOPLAM ÖDEME 216 655 761 1.819 1.132 2.578 5.755 10.280 14.634 26.073 42.454 91.822 221.423 ANAPARA 195 614 727 1.703 976 2.321 5.038 8.604 12.146 21.270 32.418 74.908 187.336 Tahvil 6 9 33 26 29 172 719 1.150 1.343 3.001 4.520 6.415 23.580 Bono 20 127 193 175 211 986 1.456 2.854 4.496 6.639 6.511 21.488 51.937 Konsolide Borçlar 1 18 1 913 0 0 55 597 40 1.000 3.617 5.480 6.598 Kısa Vadeli Avans 168 460 500 589 736 1.163 2.808 4.003 6.267 10.630 17.770 41.525 105.222 FAĐZ 21 41 34 116 156 257 717 1.676 2.488 4.803 10.036 16.914 34.087 Tahvil 18 33 23 49 111 168 399 806 1.272 3.089 6.302 10.221 15.898 Bono 2 6 8 27 41 82 247 490 1.143 1.612 1.744 4.953 15.033 Konsolide Borçlar 0 0 1 37 0 0 61 329 0 0 1.876 1.474 1.942 Kısa Vadeli Avans 1 2 2 3 4 7 10 51 73 102 114 266 1.214 TOPLAM BORÇLANMA

595 884 1.098 3.534 2.437 4.741 8.650 15.307 23.387 34.746 47.008 114.593 282.333

Tahvil 50 28 59 200 199 673 1.269 2.045 3.816 8.984 12.458 11.510 74.971 Bono 60 166 258 78 495 1.218 1.788 3.955 5.115 7.634 8.443 34.277 75.926 Konsolide Borçlar 214 191 228 2.595 818 1.421 2.528 4.949 7.513 7.041 8.005 16.562 8.804 Kısa Vadeli Avans 271 499 553 661 925 1.429 3.065 4.358 6.943 11.087 18.102 52.244 122.632 NET BORÇLANMA 400 270 371 1.831 1.461 2.420 3.557 6.107 11.201 12.476 14.590 39.685 94.997 Tahvil 44 19 26 174 170 501 495 299 2.433 4.983 7.938 5.095 51.391 Bono 40 39 65 -97 284 232 332 1.101 619 995 1.932 12.789 23.989 Konsolide Borçlar 213 173 227 1.682 818 1.421 2.473 4.352 7.473 6.041 4.388 11.082 2.207 Kısa Vadeli Avans 103 39 53 72 189 266 257 355 676 457 332 10.719 17.411 BORÇ STOKU 721 991 1.341 3.173 4.634 6.972 10.514 17.218 28.458 41.934 57.180 97.647 194.236 Tahvil 141 160 185 360 531 1.032 1.511 2.407 4.880 10.863 18.801 24.678 86.387 Bono 49 88 153 56 340 489 822 1.923 2.542 3.537 5.469 18.258 42.247 Konsolide Borçlar 336 509 735 2.418 3.235 4.656 7.129 11.481 18.954 24.995 30.040 41.122 34.602 Kısa Vadeli Avans 195 234 266 339 528 795 1.052 1.407 2.082 2.539 2.870 13.589 31.000

128

1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 TOPLAM ÖDEME 91.822 221.423 523.878 1.092.620 1.744.208 4.911.403 5.264.585 14.471.510 25.477.768 ANAPARA 74.908 187.336 438.460 861.585 1.271.404 3.585.986 3.287.422 8.844.833 15.579.145 Tahvil 6.415 23.580 69.795 157.245 94.489 536.788 917.626 2.426.865 6.116.357 Bono 21.488 51.937 156.909 398.937 971.562 2.826.352 2.226.386 6.080.345 9.462.788 Konsolide Borçlar 5.480 6.598 8.678 31.933 133.417 25.900 40 0 0 Kısa Vadeli Avans 41.525 105.222 203.077 273.472 71.937 196.947 143.371 337.623 0 FAĐZ 16.914 34.087 85.418 231.035 472.805 1.325.417 1.977.163 5.626.676 9.898.623 Tahvil 10.221 15.898 42.321 112.467 110.705 327.774 860.394 2.587.441 4.889.437 Bono 4.953 15.033 41.612 114.017 356.466 988.005 1.099.736 3.035.836 5.004.947 Konsolide Borçlar 1.474 1.942 0 0 0 0 0 0 0 Kısa Vadeli Avans 266 1.214 1.485 4.551 5.633 9.638 17.033 3.399 4.239 TOPLAM BORÇLANMA 114.593 282.333 599.873 1.303.548 1.833.102 5.345.792 6.370.002 14.254.324 26.886.405 Tahvil 11.510 74.971 172.215 206.124 366.873 1.247.865 3.185.561 4.708.064 20.027.769 Bono 34.277 75.926 179.151 638.678 1.298.630 3.722.028 3.074.400 9.546.260 6.858.635 Konsolide Borçlar 16.562 8.804 6.009 133.417 25.940 0 0 0 0 Kısa Vadeli Avans 52.244 122.632 242.498 325.329 141.659 375.900 110.041 0 0 NET BORÇLANMA 39.685 94.997 161.413 441.962 561.699 1.759.807 3.082.580 5.409.490 11.307.260 Tahvil 5.095 51.391 102.420 48.880 272.384 711.077 2.267.935 2.281.198 13.911.412 Bono 12.789 23.989 22.241 239.741 327.069 895.677 848.014 3.465.915 -2.604.152 Konsolide Borçlar 11.082 2.207 -2.669 101.484 -107.477 -25.900 -40 0 0 Kısa Vadeli Avans 10.719 17.411 39.421 51.857 69.723 178.953 -33.330 -337.623 0 BORÇ STOKU 97.647 194.236 357.347 799.309 1.361.007 3.148.985 6.283.425 11.612.885 22.920.145 Tahvil 24.678 86.387 190.505 239.385 511.769 1.250.154 3.570.812 5.771.980 19.683.392 Bono 18.258 42.247 64.488 304.230 631.298 1.527.838 2.374.990 5.840.905 3.236.753 Konsolide Borçlar 41.122 34.602 31.933 133.417 25.940 40 0 0 0 Kısa Vadeli Avans 13.589 31.000 70.421 122.278 192.000 370.953 337.623 0 0

129

2000 2001 2002 2003 2004 TOPLAM ÖDEME 35.577.493 164.360.842 141.059.233 166.357.352 183.553.146 ANAPARA 18.968.070 123.876.596 97.590.694 113.721.373 133.500.274 Tahvil 12.006.317 96.418.348 48.178.116 45.653.394 76.802.593 Bono 6.961.754 27.458.248 49.412.577 68.067.979 56.697.681 Konsolide Borçlar 0 0 0 0 0 Kısa Vadeli Avans 0 0 0 0 0 FAĐZ 18.609.423 40.484.246 43.468.540 52.635.979 50.052.872 Tahvil 16.966.538 34.608.486 30.991.320 35.495.349 39.170.793 Bono 1.640.332 5.875.760 12.477.220 17.140.629 10.882.079 Konsolide Borçlar 0 0 0 0 0 Kısa Vadeli Avans 2.553 0 0 0 0 TOPLAM BORÇLANMA 32.468.545 209.613.234 125.303.125 158.238.383 163.596.496 Tahvil 26.685.862 164.183.336 58.900.026 101.777.186 102.039.667 Bono 5.782.683 45.429.899 66.403.099 56.461.198 61.556.829 Konsolide Borçlar 0 0 0 0 0 Kısa Vadeli Avans 0 0 0 0 0 NET BORÇLANMA 13.500.475 85.736.639 27.712.432 44.517.010 30.096.222 Tahvil 14.679.545 67.764.988 10.721.909 56.123.791 25.237.074 Bono -1.179.070 17.971.651 16.990.522 -11.606.781 4.859.148 Konsolide Borçlar 0 0 0 0 0 Kısa Vadeli Avans 0 0 0 0 0 BORÇ STOKU 36.420.620 122.157.260 149.869.691 194.386.700 224.482.922 Tahvil 34.362.937 102.127.926 112.849.835 168.973.626 194.210.700 Bono 2.057.683 20.029.334 37.019.856 25.413.074 30.272.223 Konsolide Borçlar 0 0 0 0 0 Kısa Vadeli Avans 0 0 0 0 0 *1992 yılından itibaren tahkim dolayısı ile verilen tahviller konsolide borçlar kaleminden tahvil kalemine aktarılmıştır. *1995 yılında kendi içinde yapılan ödeme ve borçlanmalar dahil değildir.Kaynak:Hazine

130

Ek Tablo 4: Đç ve Dış Borçlanma (Net) (milyar TL) 198001981 1982* 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991

Dış Borçlanma (net) 18 25 -12 -89 334 -227 -6 -266 308 -209 41 1 921 -Kullanım 25 47 42 60 569 193 758 931 2 663 3 588 5 489 10 889 -Ödenen -7 -22 -54 -150 -236 -420 -764 -1197 -2 355 -3 797 -5 448 -8 968

Đç Borçlanma (net) 133 12 178 271 692 1 142 1 615 2 841 3 763 8 520 12 314 31 505 Devlet Tahvili (net) -13 -4 20 168 137 497 476 896 2 433 5 982 7 942 2 279

-Satış 17 23 54 198 195 670 1 269 2 045 3 816 8 983 12523 11 510 -Ödenen -30 -27 -34 -30 -58 -172 -793 -1 149 -1 383 -3 001 -4 581 -9 231

Hazine Bonosu (net) 40 39 64 -96 284 231 668 913 389 995 1 932 12 790 -Satış 60 166 258 78 495 1 218 1 784 3 955 5 115 7 634 8 443 34 277

-Ödenen -20 -127 -193 -175 -211 -986 -1116 -3 042 -4 726 -6 639 -6 511 -21 488 MB kısa vadeli avans (net) 103 39 32 72 190 266 257 355 675 457 331 10 719

Diğer 3 -61 61 126 82 147 213 677 266 1 086 2 109 5 718 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999

Dış Borçlanma (net) 4 038 21 062 -67 174 -81 238 -134 410 -446 068 -943 984 598 400 -Kullanım 19 718 46 140 44 030 157 746 277 687 245 198 894 881 2 946 200 -Ödenen -15 680 -25 078 -111 204 -238 984 -412 097 -691 266 -1 838 895 -2 347 800

Đç Borçlanma (net) 55 401 105 041 225 735 375 541 1 402 144 2 505 518 4 604 300 9 740 450 Devlet Tahvili (net) 15 408 30 135 -70 339 85 657 274 040 1 484 843 1 311 144 12 233 900

-Satış 35 657 64 820 24 858 222 453 583 276 2 068 523 2 821 204 16 903 400 -Ödenen -20 249 -34 685 -95 197 -136 796 -309 236 -583 680 -1 510 060 -4 669 500

Hazine Bonosu (net) 23 978 22 242 244 217 197 218 792 189 1 020 674 3 293 156 -2 493 400 -Satış 75 918 171 155 624 169 1 147 241 3 266 449 2 981 644 9 173 673 6 840 000

-Ödenen -51 940 -148 913 -379 952 -950 023 -2 474 260 -1 960 970 -5 880 517 -9 333 400 MB kısa vadeli avans (net) 17 394 53 010 51 857 94 723 228 953 0 0 0

Diğer -1 379 -345 -6 636 - 1 964 106 962 161 704 346 477 -1 002 071

131

Tablo 4 devam: 2000 2001 2002 2003 2004

Dış Borçlanma (net) 3 053 184 -4 448 179 16 570 479 2 684 307 4 014 506 -Kullanım 6 706 202 5 257 697 25 579 191 13 170 493 12 875 794 -Ödenen -3 653 019 -9 705 876 -9 008 712 -10 486 185 -9 804 048

Đç Borçlanma (net) 9 435 522 23 542 321 17 474 459 42 884 258 30 758 899 Devlet Tahvili (net) 10 141 530 8 534 382 -896 072 54 856 821 25 899 751

-Satış 19 655 749 35 091 058 29 516 660 93 064 411 96 536 109 -Ödenen -9 514 219 -26 556 676 -30 412 732 -38 207 590 -70 636 358

Hazine Bonosu (net) -1 333 878 15 007 939 18 370 532 -11 972 563 4 859 148 -Satış 5 627 876 42 463 164 66 157 006 55 697 198 61 578 123

-Ödenen -6 961 754 -27 455 225 -47 786 475 -67 669 761 -56 718 975 MB kısa vadeli avans (net) 0 0 0 0 0

Diğer 1 142 565 14 296 652 2 953 678 -3 666 315 -4 356 000 *1982 yılı on aylıktır. Kaynak:DPT

132

Ek Tablo 5: Dış Borçlar (Milyon $)

TOPLAM

KISA VADELĐ ORTA VE UZUN

VADELĐ 1980 16.227 2.505 13.722 1983 18.385 2.281 16.104 1984 20.659 3.180 17.479 1985 25.476 4.759 20.717 1986 32.101 6.349 25.752 1987 40.428 7.623 32.805 1988 40.722 6.417 34.305 1989 41.751 5.745 36.006 1990 49.035 9.500 39.535 1991 50.489 9.117 41.372 1992 55.592 12.660 42.932 1993 67.356 18.533 48.823 1994 65.601 11.310 54.291 1995 73.278 15.701 57.577 1996 79.194 17.072 62.122 1997 84.182 17.691 66.491 1998 96.429 20.774 75.655 1999 102.992 22.921 80.071 2000 118.702 28.301 90.401 2001 113.826 16.241 97.585 2002 131.200 15.190 116.010 2003 145.350 23.013 122.337 2004 161.748 31.910 129.838

Kaynak: Hazine,Merkez Bankası

133

Ek Tablo 6:Toplam Harcamalar ve Faiz Ödemeleri Đlişkisi (Milyar TL) 1980 1981 1982* 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 TOPLAM HARCAMALAR 1 078 1 516 1 602 2 613 3 874 5 313 8 165 12 696 21 006 38 051 67 193 130 263 Faiz Ödemeleri 32 75 87 211 441 675 1 331 2 266 4 978 8 260 13966 24 073 -Đç faiz ödemeleri 22 41 34 80 177 247 649 1260 3 159 5 115 9 613 16 941 -Dış faiz ödemeleri 9 34 53 131 264 428 682 1 006 1 819 3 144 4 353 7 132 Faiz Ödemeleri/Top. Harc. 2,9 5,0 5,5 8,1 11,6 12,7 16,3 17,8 23,7 21,7 20,8 18,5 Toplam Harcama/GSMH (%) 20,33 18,89 15,09 18,75 17,07 15,03 15,95 16,92 16,26 16,52 16,92 20,53 Faiz Ödemeleri /GSMH (%) 0,59 0,94 0,82 1,52 1,99 1,91 2,60 3,02 3,85 3,59 3,52 3,79 -Đç faiz öd./GSMH (%) 0,42 0,51 0,32 0,57 0,80 0,70 1,27 1,68 2,45 2,22 2,42 2,67 -Dış faiz öd./GSMH (%) 0,17 0,43 0,50 0,94 1,19 1,21 1,33 1,34 1,41 1,36 1,10 1,12 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 TOPLAM HARCAMALAR 221 658 485 259 897 296 1 710 646 3 490 162 7 990 748 15 601 363 28 094 057 Faiz Ödemeleri 40 298 116 470 298 285 576 115 1 497 401 2 277 917 6 176 595 10 720 840 -Đç faiz ödemeleri 30 545 92 518 233 168 475 519 1 329 087 1 977 967 5 629 524 9 284 622 -Dış faiz ödemeleri 9 753 23 952 65 117 100 597 168 314 299 950 547 081 896 218 Faiz Ödemeleri/Top. Harc. 18,2 24,0 33,2 33,7 38,0 28,5 39,6 38,2 Toplam Harcama/GSMH (%) 20,08 24,29 23,08 21,78 26,31 27,19 29,15 35,89 Faiz Ödemeleri /GSMH (%) 3,65 5,83 7,67 7,33 10,00 7,75 11,54 13,69 -Đç faiz öd./GSMH (%) 2,77 4,63 6,00 6,05 8,87 6,73 10,52 12,55 -Dış faiz öd./GSMH (%) 0,88 1,20 1,67 1,28 1,12 1,02 1,02 1,14

134

Tablo 6 devam: 2000 2001 2002 2003 2004*1 TOPLAM HARCAMALAR 46 970 360 81 175 207 117 225 463 140 053 981 140 200 045 Faiz Ödemeleri 20 439 862 41 062 226 51 870 658 58 609 163 56 488 000 -Đç faiz ödemeleri 18 791 862 37 494 301 46 807 037 52 718 886 50 053 000 -Dış faiz ödemeleri 1 648 000 3 567 925 5 063 621 5 890 277 6 435 000 Faiz Ödemeleri/Top. Harc. 43,5 50,6 44,2 41,8 40,2 Toplam Harcama/GSMH (%) 37,40 46,00 42,87 39,23 32,7 Faiz Ödemeleri /GSMH (%) 16,27 23,27 18,97 16,42 13,2 -Đç faiz öd./GSMH (%) 14,96 21,25 17,12 14,77 11,7 -Dış faiz öd./GSMH (%) 1,31 2,02 1,85 1,65 1,4 Kaynak:DPT *1982 yılı 10 aylıktır *1geçici

135

Ek Tablo 7: Konsolide Bütçe Vergi Gelirleri Đle Borç Ödeme Đlişkileri (milyar TL) 1980 1981 1982* 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 Vergi gelirleri 750 1

190 1 305 1

934 2

372 3 829 5 972 9 051 14 232 25 550 45 400 78 644

Borç Anapara Ödemeleri 58 176 281 354 505 1 578 2 673 5 388 8 464 13 437 16 540 39 687 -Đç 50 153 228 205 269 1 158 1 909 4 191 6 109 9 640 11 092 30 719 -Dış 7 22 54 150 236 420 764 1 197 2 355 3 797 5 448 8 968 Borç Faiz Ödemeleri 32 75 87 211 441 675 1 331 2 266 4 978 8 260 13 966 24 073 -Đç 22 41 34 80 177 247 649 1 260 3 159 5 115 9 613 16 941 -Dış 9 34 53 131 264 428 682 1 006 1 819 3 144 4 353 7 132 Borç Anapara+Faiz Ödemeleri 89 251 368 566 946 2 253 4 004 7 654 13 442 21 697 30 506 63 760 -Đç 73 195 262 285 446 1 406 2 557 5 451 9 268 14 755 20 705 47 660 -Dış 16 56 107 281 500 847 1 446 2 202 4 174 6 941 9 801 16 100 Borç Anapara Öd./Vergi Gel. (%) 7,7 14,8 21,5 18,3 21,3 41,2 44,8 59,5 59,5 52,6 36,4 50,5 -Đç 6,7 12,9 17,4 10,6 11,3 30,3 32,0 46,3 42,9 37,7 24,4 39,1 -Dış 1,0 1,9 4,1 7,7 9,9 11,0 12,8 13,2 16,5 14,9 12,0 11,4 Borç Faiz Ödeme/Vergi Gel. (%) 4,2 6,3 6,7 10,9 18,6 17,6 22,3 25,0 35,0 32,3 30,8 30,6 -Đç 3,0 3,5 2,6 4,1 7,5 6,5 10,9 13,9 22,2 20,0 21,2 21,5 -Dış 1,2 2,9 4,1 6,8 11,1 11,2 11,4 11,1 12,8 12,3 9,6 9,1 Borç Anapara+Faiz Öd./Vergi Gel. (%)

11,9 21,1 28,2 29,2 39,9 58,8 67,0 84,6 94,4 84,9 67,2 81,1

-Đç 9,7 16,4 20,1 14,7 18,8 36,7 42,8 60,2 65,1 57,8 45,6 60,6 -Dış 2,2 4,7 8,2 14,5 21,1 22,1 24,2 24,3 29,3 27,2 21,6 20,5

136

Tablo 7 devam: 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 Vergi gelirleri 141

602 264 273

587 760 1 084 350 2 244 094 4 745 484 9 228 586 14 802 293

Borç Anapara Ödemeleri 87 869 208 676

586 353 1 325 803 3 195 593 3 235 915 9 229 442 16 350 700

-Đç 72 189 183 598

475 149 1 086 819 2 783 496 2 544 649 7 390 577 14 002 900

-Dış 15 680 25 078 111 204 238 984 412 097 691 266 1 838 865 2 347 800 Borç Faiz Ödemeleri 40 298 116

470 298 285 576 115 1 497 401 2 277 917 6 176 555 10 720 840

-Đç 30 545 92 518 233 168 475 519 1 329 087 1 977 967 5 629 514 9 824 622 -Dış 9 753 23 952 65 117 100 597 168 314 299 950 547 081 896 218 Borç Anapara+Faiz Ödemeleri 128

167 325 146

884 638 1 901 918 4 692 994 5 513 832 15 406 037 27 071 540

-Đç 102 734

276 116

708 317 1 562 338 4 112 583 4 522 616 13 020 091 23 827 522

-Dış 25 433 49 030 176 321 339 581 580 411 991 216 2 385 946 3 244 018 Borç Anapara Öd./Vergi Gel. (%) 62,1 79,0 99,8 122,3 142,4 68,2 100,0 110,5 -Đç 51,0 69,5 80,8 100,2 124,0 53,6 80,1 94,6 -Dış 11,1 9,5 18,9 22,0 18,4 14,6 19,9 15,9 Borç Faiz Ödeme/Vergi Gel. (%) 28,5 44,1 50,7 53,1 66,7 48,0 66,9 72,4 -Đç 21,6 35,0 39,7 43,9 59,2 41,7 61,0 66,4 -Dış 6,9 9,1 11,1 9,3 7,5 6,3 5,9 6,1 Borç Anapara+Faiz Öd./Vergi Gel. (%)

90,5 123,0 150,5 175,4 209,1 116,2 166,9 182,9

-Đç 72,6 104,5 120,5 144,1 183,3 95,3 141,1 161,0 -Dış 18,0 18,6 30,0 31,3 25,9 20,9 25,9 21,9

137

Tablo 7 devam: 2000 2001 2002 2003 2004*1 Vergi gelirleri 26 503 693 39 735 928 59 631 441 84 334 247 101 061 191 Borç Anapara Ödemeleri 20 128 991 63 717 777 87 207 919 116 463 536 137 159 381 -Đç 16 475 973 54 011 901 78 199 207 105 877 351 127 355 333 -Dış 3 653 000 9 705 876 9 008 712 10 586 185 9 804 048 Borç Faiz Ödemeleri 20 439 862 41 062 226 51 870 658 58 609 163 56 488 000 -Đç 18 791 862 37 494 301 46 807 037 52 718 886 50 053 000 -Dış 1 648 000 3 567 925 5 063 621 5 890 277 6 435 000 Borç Anapara+Faiz Ödemeleri 30 568 853 104 780 003 139 078 577 175 072 699 193 647 381 -Đç 35 267 835 91 506 202 125 006 244 158 596 237 177 408 333 -Dış 5 301 019 13 273 801 14 072 333 16 476 462 25 953 102 Borç Anapara Öd./Vergi Gel. (%) 75,9 160,4 146,2 138,0 135,7 -Đç 62,2 135,9 131,1 125,5 126,01 -Dış 13,8 24,4 15,1 12,5 9,7 Borç Faiz Ödeme/Vergi Gel. (%) 77,1 103,3 87,0 69,4 55,8 -Đç 70,9 94,4 78,5 62,5 49,5 -Dış 6,2 9,0 8,5 7,0 6,3 Borç Anapara+Faiz Öd./Vergi Gel. (%) 115,3 263,7 233,2 207,5 191,6 -Đç 133,1 230,3 209,6 187,9 175,5 -Dış 20,0 33,4 23,6 19,5 25,6 *1982 yılı 10 aylıktır. *1geçici Kaynak:DPT

138

Ek Tablo 8: Merkez Bankası Kredileri ( Milyar TL) Merkez Bankası

Kredileri Kamu Özel

1980 655 386 269 1990 7 632 4 449 3 183 1991 22 145 18 454 3 961 1992 51 265 42 584 8 681 1993 100 628 82 936 17 691 1994 160 530 148 208 12 322 1995 205 770 193 521 12 249 1996 380 885 373 196 7 689 1997 346 875 339 199 7 676 1998 9 098 1 559 7 539 1999 10 588 2 193 7 675 2000 501 724 1 724 500 000 2001 766 270 0 766 270 2002 262 804 0 262 804 2003 0 0 0 2004 0 0 0

Kaynak:DPT

139

Ek Tablo 9: 2000-2004 Aralığında Temel Mali Göstergeler (milyar TL) 2000 2001 2002 2003 2004 Gelirler 33 756 437 51 812 542 76 400 450 100 238 122 109 886 834 Harcamalar 46 602 626 80 379 004 115 485 633 140 053 981 140 200 045 Bütçe Dengesi -12 846 189 -28 566 462 -39 085 183 -39 815 859 -30 313 211 KKBG 14 796 080 28 926 635 34 886 803 31 118 619 24 840 000 KKBG/GSMH (%) 11,8 16,4 12,8 8,7 5,8 Đç borçlanma (net) 9 435 522 23 542 321 17 474 459 42 884 258 30 758 899 Dış borçlanma (net) 3 053 184 -4 448 179 16 570 479 2 684 307 4 014 506 Đç borç stoku 36 420 620 122 157 260 149 869 691 194 386 700 224 482 922 Faiz Ödemeleri 20 439 862 41 062 226 51 870 658 58 609 163 56 488 000 -Đç faiz 18 791 862 37 494 301 46 807 037 52 718 886 50 053 000 -Dış faiz 1 648 000 3 567 925 5 063 621 5 890 277 6 435 000 Vergi Gelirleri 26 503 693 39 735 928 59 631 441 84 334 247 101 061 191 Borç anapara+faiz ödemeleri 30 568 853 104 780 003 139 078 577 175 072 699 193 647 381 Borç anapara+faiz öd./vergi gel (%) 115,3 263,7 233,2 207,5 191,6

140