İSLAMI iLiMLERDE METODOLOJİ/USÜLisamveri.org/pdfdrg/D192271/2009/2009_COSKUNA.pdf596 İSLAMI...

15
T TO PLANTILARI -II iLiMLERDE MES'ELESI II ilmi ihtisas 1,2,3 15-16 Mart i 19-20 Nisan i 17-18 2008 Sabahattin Kültür Merkezi 2009

Transcript of İSLAMI iLiMLERDE METODOLOJİ/USÜLisamveri.org/pdfdrg/D192271/2009/2009_COSKUNA.pdf596 İSLAMI...

T ARTlŞMALI İ.LMİ İHTİSAS TO PLANTILARI -II

İSLAMI iLiMLERDE METODOLOJİ/USÜL

• MES'ELESI

II Tartışmalı ilmi ihtisas Toplantıları, 1,2,3

15-16 Mart i 19-20 Nisan i 17-18 Mayıs 2008

Çamlıca Sabahattin Zaiın Kültür Merkezi

İstanbul 2009

YENİ ve ÇAGDAŞ BİR TEBLİG METODOLOJİSİ OLUŞTURULMASI

Prof. Dr. Ahmet COŞKUN•

I. KlSlM

Bir küçük hahrarnla konuya girrnek isterim: İmam Hatip okulu son sıru­

fı öğrencisi iken, bir konferans davetiyesiyle karşılaşrnışhrn. Konu "Müspet

him ve Din" konuşmacı Yüksek Mimar Mühendis, biz heyecanlarunaya baş­

ladık, acaba bu yüksek mimar - mühendis müspet ilim ve din adına ne anla­

tacak diye; konuşmacı masasının başına geçti ve şöyle başladı:

"Güle renk, yımııırtaya can veren Allalı'ın adıyla başlarım." Bu, tam Yüksek

Mimar Mühendise yakışan bir besınele tercürnesiydi. Düşünüyorum da bu­

güiı bizim yaphğırnızı, 36 sene önce bu zat yapmış bulunuyordu .

. Kur'an-ı Kerim'de bizim bu toplanhların amacına ışık tutan ayet-i keri­

rnelerin başında N ahi suresinin 125. ayeti gelir. Bu ayette rnuh~taplar üçe ay­

rılrnaktadırlar. Bir kısmı toplurnun !):lit tabakası ki, bunlara hikrnetle yani i­

lirnlerin dili ile hitap ehnek gerekir. IL Grup rnuhataplar. ise halkın genelini ' teşkil eden kısırndır. Bunlara ise güzel rneseller, çeşitli rnisaller, hikayeler ve

cazip temsiller ile hitap edilmesi gerekir. III. Grup ise verilen bilgileri, tar­

hşrnadan, sorgulamadan kabul ehneyen, benirnserneyen gruptur ki bunlarla

da en güzel şekilde tarhşılrnası istenmektedir.

* Erciyes Ü. İlahiyat Fakültesi, [email protected]

• • t

594 İSLAMI İLİMLERDE METODOLOJİ/USÜL PROBLEMİ-II

Zamanla insanlarda değişim olduğu gibi şartlarda da değişiklik olmak­

tadır. Tebliğci yaşadığı zamanın siyasi, iktisadi ve içtimiii şartlarını iyi bilme­

lidir: Nitekim Peygamber Efendimiz:

"Allalı bu ümmete lıer yüz yılııı başmda dinini ye nileyecek birisini (bir

miiceddid) gönderecektir" 1 buyurmuştur.

Görüldüğü gibi, her asırda ilim, fikir, kültür, teknik ve ekonomik alan­

lardaki değişim ve gelişmişliğe paralel olarak Cenab-ı Hak, bu hadiste dini

yeni şartlara göre anlatacak müceddidler göndereceğim müjdelemektedir.

Bu hadis, Ebu Davud'un şerhlerinde, özellikle el7Menlıel'de genişçe izah e­

dilmiştir.

Büyük kitabımız Kur'an-ı Kerim'i hangi konu açısından incelersek ince­

leyelim. Sanki o konu ile ilgili olarak nazil olmuş gibidir. İşte bizim bugünkü

konumuz da "Tebliğ ve İrşad"dır. Kur'an-ı K~rim'.e baştanbaşa bir tebliğ ve

irşad kitabı olarak bakabiliriz.

Tebliğ ve irşad ile ilgili olarak 1000 civarında ayet vardır. Bunların dı­

şında da Kur'an'ın genel muhtevası incelendiği zaman, tebliğeinin yetiştiril­

mesi, muhatapların tanınması ve kısırnlara ayrılması gibi hususlar da bu ko­

nu ile ilgilidir.

Tebliğ ve irşad deyimleri ve bunların manalanndaki diğer kelimeler:

1- ~:Çağrı, davet, cezbetmek, propaganda. Tebliğ, daha çok İslam ile

şereflenmeleri arzu edilenlere, irşad inançlarını tam yaşamaları arzu edilen­

lere yapılır.

2- ~ı_;. .Jl: Doğru yolu göstermek. Yönlendirmek, dikkatini çekmek.

Gerçeğini bildirmek, bilgilendirmek. Mürşit: Rehber, kılavuz, manevi rehber,

öğüt, nasihat veren.

Ebu Davud, Melahim, 1.

MÜZAKERELER 595

3- ö y-:;: Çağırmak, davet etmek, teşvik etmek, yalvarmak; dua ve ni yaz.

4-.;? ..i;: Anlatmak, söylemek, referaiısta bulunmak. ·

5- ı.>}"':;: Hatıra, yadigar, mesaj.

6- ).ii!:- Nasihat etmek, öğüt vermek, tembihte bulunmak. Vaaz vermek.

7-~ J: Öğüt, dini öğüt, ibret dersi.

8-~: Öğüt, tavsiye etmek.

9- ~ j: Sorumluluğuna bırakmak, salık vermek, tavsiye etmek.

Emretmek. ·

10- .r<..:..: Kabul edilmeyen makbul olmayan. Kabul edilmez olan, iğrenç,

kötü.

ll- J J.l"': Bilinen, meşhur, genel kabul görmüş.

12-~ : Müjdelemek, sevindirmek.

Tebliğ, irşat, davet, vaaz, nasihat, inzar, zikir, tezkir, tebşir ve emr-i bi'l­

maruf-nehiy ani'l-münker gibi terimler sözlük anlamları itibariyle birbirle­

rinden farklı olsalar da, uygulama veya amaçları bakımından aynı veya ya­

kın manalara gelmektedirler. Bunun için davet ve tebliğ başta olmak üzere .. bu kavramlar sık sık birbirlerinin yerine kullanılmıştır.

Kur'an-ı Kerim'de "davet et" emrinin yanında "tebliğ et", "hatırlat", "i-

. kaz et" gibi emirler ile de karşılaşıyoruz. Ayrıca pek çok ayette Peygam­

ber'imizin vazifesinin tebliğ olduğu belirtmektedir. Tebliğ kökünden gelen

"belağ" da davet manasındadır. Davet ve o manadaki kelimelerin Kur'an-ı

Kerim' de kaçar defa geçtiklerinin tesbiti de konunun önemi hakkında bize

bir kanaat vermektedir.

120 Civarında davet kökünden gelen kelime vardır. Tebliğ asıllı kelime-

• • t

596 İSLAMI İLİMLERDE METODOLOJİ/USÜL PROBLEMİ-II

ler 74'tür. Bunlar 23 yerde doğrudan davet manasındadır. İrşat kökünden

gelen 19 kelime var. Kehf suresinin 19. ayetinde de "irşat edici bir dost" ifa­

desi var. Ashab-ı Kehf'in irşadı ile yola gelmeyen kimselerden bahsedilmek­

tedir. Vaaz kökünden gelen kelimeler 24, zikr kökünden kelimeler 260'tır.

Bunlardan 10 tanesi doğrudan tezkire şeklindedir. Nasihat aslından gelen

kelimeler 13 tanedir. İnzar ve nezir kelimeleri 100 civarındadır. Birkaç yerde

de beşir ve nezir birlikte geçmektedir. Beşir, büşra, mübeşşir de 35 yerde ge­

çer.

40 yerde maruf, bir kısmında münker ile beraber geçiyor. Ona yakın ola­

rak, 35 yerde bu kökten gelen kelimeler yer alıyor. Vasiyet de ~5 yerde geçi­

yor. Bu kelimeler geçmediği halde muhteva bakımından konu ile ilgili olan

ayetleri de hesaba katarsak değil 715'i, bini bulur. Zaten Kur'an-ı Kerim ayet­

lerini tasnif ederken daha genel bir tabide vaat ve vaitle ilgili ayet sayısı 1000

ol_arak gösterilir. Demek, Kur'an-ı Kerim ayetlerinin en az altıda biri "davet­

le" ilgili olmaktadır. Buna dayanarak diyebiliriz ki, Kur'an-ı Kerim'in en ö­

nemli amacı daveti gerçekleştirmektir. Elmalılı Tefsiri'nde emr-i bi'l-ma'ruf

ve nehiy ani'l-münkerin farz-ı ayın mı yoksa farz-ı kifaye mi olduğu tartışıl­

mıştır. Ancak uygulamada asr-ı saadetten beri ferdi anlamda müslümanların

bu yolda hummalı bir gayretin içinde bulundukları bilinmektedir. Anadolu

ve Balkanların fethini gerçekleştiren Alunet Yesevi'nin bağlılarının fedakar­

lıklarını takdir etineyecek olan var mıdır? Malezya ve Endonezya gibi ülke­

lerin Müslümanlıkla şereflenmeleri de oralara kadar giden, hem sözleri, hem

de işleri ve ahlaki yaşayışları ile İslam'ın tanınmasını sağlayan ticaret erbabı

ile olmuştur.

Kur' an-ı Kerim' de peygamberler tarihi de büyük yer tutar. Peygamber­

lerin hayatları ve hallerinden tebliğ ve irşad alanına ışık tutan pek çok örnek

vardır. Peygamberlerin hayatlarından çarpıcı birer örnek olmak üzere Pey­

gamber'imiz ve Hz. Musa'nın vahyi telakki etmeye bir hazırlık olmak üzere

yaşadıkları tecrübeyi hatırlatmak isteriz. A'raf suresinin 142. ayetinde "Biz

Musa'ya otuz geceye vade verdik ve omt bir 011 gece ile tamamladık. Böylece Ralıbi­

nill tayi11 ettiği uakit tam kırk gece( ve kırk gün) oldu." buyrulmuştur.

Herhalde, bu kırk gecede Hz Musa'nın ruhu inceldi, vahyin ağırlığını

MÜZAKERELER 597

taşıyacak hale geldi ve telakkİ ettiği hususları tebliğe başladı. Elrnalılı Harndi

Yazır'a göre tasavvuf erbabının çilesi de bu kırk geceye dayanır. Aynı şekil­

de Peygarnber'irnize ilk vahiy geldikten sonra bir .müddet vahye ara verildi

(Fetretü'l-vahiy). Bu dönernde Efendimiz, el-Müddessir ve el-Müzzernrnil

surelerindeki taliinat ile vahyin gelmesine hazırlıklarını tamamladı, sonra

Cenab-ı Hak aldığı vahiyleri tebliğ etmesini ernretti. "Ey elbisesine biirün üp

duran peygamber! Artık kalk insaıılan inzar et!"2 Buradaki "inzar" da tebliğ ma­

nası da vardır. Özellikle Müzzernrnil suresinin ilk ayetlerinde ve son ayetin­

de gece ibadetinin önemi vurgulanrnaktadır.

"Ey örtiisüne büriinen rasuliim! Geceleyin kalk da, az bir kısmı hariç geceyi i­

badetle geçir. Duruma göre gecenin yarısında veya bundan biraz daha azıııda veı;a

fazfasmda ibadet etmen de yeterlidir. Kur'an'ı tertfl ile düşünerek oku. Biz sana pek

ağır bir söz valıyedeceğiz. Muhakkak ki geceleyin kalkıp ibadet etmek daha tesirlidir

ve Kur'an okuyuşu bakımmdan dalıa düzgün, dalıa sağlam bir tilavet sağlar. Hiilbu­

ki gündüz seni meşgul edecek yığıııla iş vardır. Rabbinin yüce adım zikret, Janilere

bel bağlamaktan kurtul ve bütün gönlünle yalııız O'na yöne!." 3

Bu surenin sonayetide şöyledir:

"(Ey Peı;gamber!) Rabbin, senin ve beraberindekilerin gecenin üçte ikisini, ya­

hut yarısını, yahut üçte birini (namaz için) uyaııık geçirdiğini bilir. GeceHill ve

gündüzün ölçiisiinii koyaıı Allah, sizin onu kiiçiimsemeyeceğinizi bilir: ve bu sebep­

le O ralınıetiyle size yaklaşır. O halde Kur'aıı'ııı kolayca okuyabileceğiniz kadarını

okuyun. "4

İsra suresinin, 79. ayetinde de yüce rnertebeler(Makarn-ı Mahrnırd'a)

yükselrnede gece ibadetine devamın önemi vurgulanrnaktadır.

Peygamberlerin rnürneyyiz vasıflarından biri de sabırdır. Yalnız bu sabır

nübüvveti ile ilgili karşılaşacakları zorluklara sabır anlarnındadır. Yoksa has-

2

3

Müddessir 74/1-2.

Müzzemnıil 73/1-8.

Müzzemmil 73/20.

. . '

598 İSLAMI İLİMLERDE METODOLOJİIUSÜL PROBLEMİ-Il

talığa, herhangi bir musibete sabretmek bütün müslümanlara verilmiş bir

emirdir. Bunun için Peygamber'imize hitaben:

"O halde ey Rasııliimf O üstün azim salıipleri olan peygamberler nasıl sabretti­

lerse, sen de öyle sabret." s buyrulmuştur.

İlk gelen ayetlerden sayılan Müddessir suresinin 7. ayetinde: "Rabbiııin

yalımda sabret!" buyrulmuştur.

Peygamber' imizin peygamberlik faaliyetleri üç safhada cereyan etmiştir.

Mekke döneminde sabır, sonra hicret, Medine döneminin 2. yılından itibaren

de cihad. Peygamber'imiz böylece gerekli donanıma eriştikten sonra kendi­

sine şöyle buyurdu:

"Ey örtüye biiriiııeıı! (İnziva arzu edeıı!) Ayağa kalk ve insanları uyar!" 6

"Yakzıı akrabalarılll ııyar!"7 emri ile de akrabasmdan başlayarak tebliğ ve

irşad faaliyetini sürdürdü.

Rasulullah, ilk zamanlarda tebliğ ve irşad vazifesini bizzat kendisi yap­

ınışhr. Şahıslada tek tek görüşerek, toplu bir şekilde hitap ederek, çarşı­

pazar ma bed ve meclisleri dolaşarak bunları İs Him' a davet etmiştir. Ancak

müslümanların sayıları çoğalıp onlarla görüşme ,imkaru azalmca hem mü­

mirılerin dini hayalı ile ilgilenmek, hem de müslüman olmayanları İslam'a

davet etmek için bir takım naipler tayin etmeye başladı. Bu naiplerin gelişi

güzel kimseler olmayıp birtakım vasıf ve kabiliyeHere sahip şahıslar olmala­

rına önem verdi. Tebliğ ve davet için seçilen kimselerden her biri bir alanda

vazife yapmak üzere görevlendirildiler. Bundan sonra arhk özel yetiştirilen

kimseler davet ve tebliğ için çeşitli yerlere gönderilecektir.

Tebliğ ve irşad için seçilen kimselerden bir kısmı, bulundukları yerlerde

yalnız tebliğ ve irşad faaliyetinde bulunuyor, kimi zekat tahsildan olarak

5

6

7

Ahkaf46/35.

Müddessir 74/1-2.

Şuara 26/214.

MÜZAKERELER 599

gönderiliyor, aynı zamanda tebliğci oluyordu. Bu arada bazı kabile reisieri

gelip kendiliklerinden müslüman olmak istediklerini bildiriyorlardı. Bunun

yanında daha uzak yerlerde yaşayanlara da Efendimiz mektup gönderip hi­

dayete davet ediyordu.

Peygamber'imiz, muhtelif alanlarda faaliyetlerini sürdürürken muha­

taplarına Kur'an-ı Kerim okuyor, dinleyenler hemen İslam'a yöneliyorlardı.

Bu durum muhalifleri çılgma döndürüyordu. Bu durum bize şöyle haber ve­

riliyor:

"Bir de iııkiircılardediler ki: "Şu Kıır'iin okımdıığımda ona kulak vermediğiniz

gibi, ona karşı yaygara koparıp onun, başkaları tarafındmı aıılaşılmasıııı da eııgelle­

yiıı. Ancak böyle yaparak üstünlük sağlayıp onu bastırmayı ımıabilirsiniz. "8

Bunca uğraşmaya, gürültü pahrhya rağmen önce putperestler, sonra

yahudiler ondan sonra da hıristiyanlar İslam tebliğinin önüne geçemediler.

Bu grupların hepsinde de bir kısmı karşı çıkınada çok ileri gitti. Hem müş­

rikler hem de yahudiler Peygamber'imizin hayahna kastedecek kadar ileri

gittiler. Rasulullah adeta hayahndan endişe etmişti. Bunun üzerine Cenab-ı

Hak sert bir ifade ile Peygamber'imize endişesine inahal olmadığını belirtti

ve onu teselli etti:

"Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen buyrukları tebliğ et! Eğer bunu

yapmazsan risalet vazifesini yapmamış olursun. Allalı seni, zarar vermek isteyeııle­

rin şerlerinden koruyacaktır. Allalı kiifirleri lıidiiyet etmez, emellerine kavuştımnaz."

(Maide 5/67) .. Bu ayetle ilgili Suat Yıldırım'ın şu açıklaması dikkatimi çekti:

"Bu iiyet, Kıtr'iin'ın mılcizelerindendir. Risiilet görevini yerine getirme süreci

içinde Efendimiz saliallalı u aleylıi ve sellemin diişmaııları gittikçe artmıştı. Mekke

miişrikleriııe, lıicretten sonra Mediııe' deki kalabalık yahudi kabileleri, hıristiyanlar

ve başka kabfleler de eklennıişti. Hele miiııiifiklar ve onlarzıt yahudilerle işbirliği ya-

8 Fussilet 41/26.

. . '

600 İSLAMI İLİMLERDE METODOLOJİIUSÜL PROBLEMİ-II

parak kışkzrttıklarz Medine dışmdaki kabileler de hayli fazla idi. Bunca düşmanlıkla­

rm ve fiilen defalarca suikast girişimlerinin ona zarar verememesiııiıı, bu fiyette

miijdelenen ilahi korımza ile olduğımda hiç şiiplzeı;e yer yoktur."

Bu ayet-i kerimenin tefsii.-i münasebetiyle Zeki Duman, Beyanu'l-Hak

adlı tefsirinde şunları yazıyor:

"İslam'ın tebliğ sürecinde takip edilmesi tavsiye edilen yöntemin, etkili

zaman ve zemin faktörüyle birlikte, ortak yönü belirlemek, akla hitap etmek,

düşündürmek, gönlü fethedici yumuşak bir üslup ile söz söylemek, kolaylaş­

hrıp zorlaşhrmamak olduğu bilinmektedir. Ancak bu ayet-i kerimede üslup

değişmiş, sert bir üslup kullarnlmışhr. Kanaatimce bu üslup değişikliği tebli­

ğe muhatap olanların, İslam'a yanaşmamaları, düşmanlıklarının artarak de­

vam etmesi ve insanları aldatma çabalarıdır."9

- Bu ayetin hicretin son yıllarında inmesi de düşündürücüdür.

Rasulullah'ın vefah ile tebliğ ve irşad faaliyeti sona ermemiş, aksine ar­

tan bir hızla devam etmiştir. RaŞit halifeler ona vekaleten tebliğ ve irşada

devam etmişler, bu arada Suriye, Filistin, Mısır, Libya, Tunus ve İran da İs­

lam ile şereflenmiştir. Nihayet İslam güneşi bize kadar ulaşmışhr.

II. KISIM

Tebliğin Konusu:

Tebliğin konusu Allah, insan ve kainattır. Kur'an-ı Kerim'deki bütiin

konular "masika leh/amacı" itibariyle Allah'a bağlanırlar. Hiçbir konu Al­

lah'tan kopuk olarak anlaşılmaz. Kur'an-ı Kerim'de insan iki yönüyle ele alı­

nır. Biri Ahsen-i takvim üzere yarahlan, mükerrem olan, meleklerin kendine

secde etmeleri emredilen, yüksek ahlak! faziletler ile bezenmiş, Allah' a itaat­

kar olan ye isyandan kaçınan varlık; diğeri yarahlışının gereğini yapmaktan

9 Beyanu'l-Hak, III, 529.

MÜZAKERELER 601

kaçınan, bile bile isyan eden, türlü sefaletieri ve aşağılıkları içinde ıslahı ge­

reken, nankör, cimri, aceleci, zalim, bile bile haksızlıkta inat eden varlık. İn­

san için takdir olunan bir hedef, bir kemal mertebesi vardır. Kitap ve sünne­

tin yüce hükümleri insanın ~esb-i kemal, seyr-i cemale erişmesi içindir.

Kur'an-ı Kerimin çizdiği kilinatın iki ucu açıkhr. Bir ucu kadere dayanır,

ezell planı gösterir. Bir ucu da ahirete dayanır. Her iki uç da gayb bilgisine

dahildir. insanla hayvanı birbirinden ayıran çizgi gabya imandır. Bakara su­

resinin hemen ikinci ayetinde mürninler gayba inanma özellikleri ile övül­

müşlerdir. Dolayısıyla insanların öğrenme kaynakları arasında gaybın da ye­

ri vardır.

Canlı, cansız bütün varlıklara bir takım yetenekler verilmiştir. İncir çe­

kirdeğine heybetli bir incir ağacı olması takdir edildiği gibi insan için de tür­

lü yetenekler· takdir edilmiştir. Bizim bu ezeli takdir safhası ile ilgili ne bir

bilgimiz, ne de bir katkımız vardır. Varlıkların bu dünyaya intikalinden iti­

baren bizim bunlar üzerindeki terbiye görevlerimiz başlamış olur.

Kur'an ve sünnet gayp bilgilerini bizim için aralamaktadır. Aklı gözleri­

ne inmiş, gördüğünden başka bir şeye İnanmayanlar, peygamberlerin

tebliğahndan uzak kalanlar, 18. asırdan sonra pozitivizm ve deizmin etki­

sinde kalan birtakım aydınlanmacı toy bilginler, "gözümüzün görmediği

hiçbl.r şeye inanmayız" diyorlardı. Zamanla "dinin sahası başka bilimin sa­

hası başkadır" telakkisi hakim oldu ve imanın önü açıldı. Ancak inkarcılar

yine· rahat durmadılar. Yüce din değerleri anıldığı zaman, "bunlar inançhr.

İnanç başka bilim başka" diyerek hafife almaya kalkışhlar. Bunu yapar.ken

de bahl ve muharref dinleri Kur'an-ı Kerimle bir tutma yoluna gittiler. Siz

kendilerine "Kur'an'da bilimle çelişen bir şey yoktur, bilakis bilimle paralel­

liği bulunan ayetler vardır" der de şu örnekleri gösterirseniz: "Güneş ve ay bir

lıesap ile hareket etmektedir." ıo "Sizi amıelerilıiziıı karmlarıııda aşama aşama üç ka­

rmılıkta yaratıyor." ıı (Ayet ceninin ana rahminde ısı, ışık ve sıvı geçirmeyen

to

ll

er-Rahrnan 55/3.

Zümer39/6.

602 İSLAMI iLiMLERDE METODOLOJİ!USÜL PROBLEMİ-II

üç perde içinde koruyup geliştirdiğini bildirmektedir) Onlar. "bu da bir i­

nançhr bilim olamaz. Çünkü Kur'an'da yer almışhr" teranesini tekrarlarlar.

Şimdi bizim vazifemiz, yeni ve çağdaş bir tebliğ metodoloji!'i oluştururken

bilimsel tefsir metodunu kullanarak, bu türlü ~yetlerin aydınlığında böyle

düşünen kimselere cevaplar hazırlamakhr.

Tebliğde Kur'an Metodu

Çağdaş usullerle yeni bir metodoloji hazırlarken, bu çalışmaların alt ya­

pısını oluşturmak üzere biz önce Kur'an-ı Kerim'in esasıarım muhataplarına

veriş metoduna yer vermek istiyoruz. Kur'an-ı Kerim esasıarım muhatapla­

rına şu metotlar veya ilkeler içinde sunmaktadır:

a) Sevgi ve ikna Metodu

Kur'an-ı Kerim'in ilk ayeti: "Yaratan Rabbiııiıı adıyla oku" şeklindedir.

Cenab-ı Hak, kendisini bize ilk defa "Rab" sıfahyla tamhyor, bundan sonra

nazil olan 4 surenin başında da O, Rab sıfahyla kendisini ifade ediyor.

RAB: Büyütm.ek, yetiştirmek, terbiye etmek manalarma gelir. Kur'an'da

sıfat olarak kullamldığına göre, mürebbl kelimesinin karşılığı sayılır. Müreb­

bi kelimesi de, öğretmeyi, doğruyu gösterıneyi ve bunları yapar~en merha­

metli olmayı ihtiva eder. İlah ve Allah ism-i şeriflerinde de sevgi manası

vardır. Sfirelerin evvelinde okuduğumuz, "Rahrnan Rahim Allah'ın adıyla"

manasma gelen besınele-i şerifte de aym sevgi ve şefkat ifadesini görmekte­

yiz. Kur'an'da sık sık geçen Gafur (Afv eden) Rahim (Bağışlayan, acıyan) sı­

fatları da yine Allah'ın kullarına olan sevgisinin delilidir. İşte bütün bunlar­

dan Cenab-ı Hakkın, emirlerini kullarına sevgi ile anlattiğım görürüz.

b) Maksadını Muhataplarına Çekici ifadelerle Aniatma Metodu

Kur'an-ı Kerim'in çekici bir üslubu vardır. Seçtiği kelimeler en güzel,

kulağa en hoş gelen, kolay söylenebilen ve söylenişlerinde bir musik! zevki

bulunanlardır. Kelimelerin cümle içindeki yerleri de hem bir musikl parçası

g\bi tatlı, hem de kastedilen manaya en iyi ve açık şekilde delalet etmektedir.

Bu özelliği ve güzelliğinden dolayı bazı Avrupa lı filologlar (dil bilginleri)

MÜZAKERELER 603

ona şiir demişlerdi. Jilber adında bir Fransız müzisyeni Kur'an'ın musik!sine

aşık olarak Müslümanlığı kabul ettiğini itiraf etmiştir.

c) Kur'an'ın Akla Hitabı

Kur' an, esaslarını kabul ettirmekte aklı hakem kabul eder ve ona bir

prensip olarak başvurur. Eğer insanlar akıl yürütüp düşünseler, Kur'an'ın i­

. leri sürdüğü fikirleri kabul edeceklerciL O, buna inanıyor ve akıl ile arasında

bir düşmanlık olmadığını ortaya koyuyordu. Bu hususta şu ayeti tefekkür

etmeli ve tefsirlerine bakmalıdır:

"Onlardan sana kulak veren vardır, fakat sağırZara sen mi duyuracaksm? Hele

akılları da olmazsa? "ı ı

d) Tekrarlar

Kur'an'ın bir metodu da esaslarını uzun aralıklarla tekrar etmektir. Fa­

.kat Kur'an, öğretmek istediği bir şeyi tekrar ederken insanın ilgisini çekme­

ye, usanç ve bıkkınlık vermeme yoluna gitmiş ve bunu sağlamak için gerekli

dil özelliklerini kullanmış; fikirlerini değişik ifadelerle tekrarlamışhr.

Kur'an'da çok kere aynı olay müteaddit surelerde tekrar edilir. Fakat olay

aynı olmakla beraber değişik ifadelerle anlahlır ve fikir itibariyle de her biri

diğerinden başka neticeler verir. Bu hususta Yunus Peygamber' e ait bir ola­

yın tekrarlarını misal verelim: Saffat 139-148; Enbiya 78; Kalem 48-50.

·e) Münakaşa Metodu

·Kur' an, en kısa yoldan neticeye ulaşmak şarhyla münakaşayı kabul e­

der.

"Allah kendisine mülk (ii saltanat) verdiği için ş ı mararak İbrahim ile Rabbi

Jıakkıııda çekişeııi (Nemrud) gör~nedin mi? Hani İbrahim, 'benim Rabbim hem diril­

tir hem öldürür' deyince o, 'ben de diriltir, öldiiriiriim' demişti. İbrahim, 'Allah gü­

neşi doğudan getiriyor, haydi sen de onu Batı'dan getir' deyince o kfifir, tutulup

12 Yunus 42.

. . .

604 İSLAMI İLİMLERDE METODOLOJİIUSÜL PROBLEMİ-II

kalmıştı. Allalı zaliınler gü ruhunu muvaffak etmez." 13

B?zen muarızlarının fikirlerini ispat için burhan getirmeye davet eder.

"Dediler ki: Cennete ancak yahudi veya hıristiyan olan girebilir. Bu onların ku­

nmtusııdur. De ki: Eğer doğrular iseniz, haydi burhaııımzı getirin. "14

Bazen de muarızlarının tezlerini farazı olarak kabul eder gibi görünür,

fakat getirdiği kuvvetli delillerle onların davasını iptal eder.

"Yoksa onlar yerden birtakım tanrılar edindiler de yerden ölüleri onlarla mı di­

riltecekler? Eğer lıer ikisinde (gökte ve yerde) Allah'tan başka tanrılar olsaydı, bım­

ların ikisi de (yer gök) muhakkak ki harap olup gitmişti. Demek arşıiı Rabbi olan Al-. lah, onların tanını ve tasvir yoluyla kendisine yakzştırdıkları her şeyden nıiiııezzelı-

tir." 15

Eğer muarız büsbütün anlayışsız olursa, onun dedikodusunu kendi ko­

nusuna karışhrmaya imkan vermeden sözü keser.

"Eğer seninle mücadele ederlerse, de ki: Allah ııe yapar olduğunıızu çok iyi bi­lendir." 16

Yine bu cümleden olarak putperestlerin Allah'ın mahiyeti hakkındaki

sorularına Kur'an-ı Kerim hükmünü, çarpıcı olarak net bir şekilde ortaya

koymuştur. Allah'ın beş tane ilahlık vasfını ihtiva eden İhlas suresi bunun en

güzel misalidir:

"De ki, O, Allalı'tır, tektir. Allalı'tır, Samed'dir (herkesin ve her şeyin doğru­

dmı doğruya mıılıtaç olduğu ve kastettiği yegfine varlıktır ). Doğumıanııştır.

Doğurıılmamıştır. Hiçbir şey de O'nu11 dengi ve benzeri değildir."

***

13 Bakara, 2/258.

14 Bakara, 2/111. 15 Enbiya, 21/21-22.

16 Hac, 68.

MÜZAKERELER 605

Bazı Kavramlar

Ben buradaki bazı kelimeler üzerinde durmak istiyorum. Bunlar, üm­

met, tebliğ, tebyin, malzeme ve vaaz kitapları. Tebliğ sahibinin kullandığı in­

san malzernesi tabiri benim kulaklarımı hrrnaladı. Malzeme daha çok cansız­

lar için kullanılan bir kelime. İnsan malzernesi deyince yapı malzernesi gibi

bir şey anlaşılıyor. Bunun yerine "insan unsuru" ifadesi daha uygun olur.

Tebliğ ifadesinin yanında "tebyin" ifadesini de kullansak böylece tebliğ vazi­

fesiyle tebyin vazifesini birbirinden ayrılmaması gerektiğini göstermiş olmaz

rnıyız?

Bu arada "ümmet-i davet" ve "ümmet-i icabet" tabirlerinin anlamları

verilerek değil de bizzat kendilerinin verilerek, ümmet-i icabet ve ümmet-i

davet tabirlerinin birlikte kullanılması faydalı olur diye düşünüyorum. Mus­

tafa Bey'in tebliğinde de belirtildiği üzere, çağdaş tebliğ rnetodolojisi oluş­

turrnakla rnazi ile alakarnız kesilecek gibi bir anlam çıkarılmaması gerekir.

Geçmiş dönemlerde kullanılan tebliğ metotlarından bugün de faydalanabile­

ceğirniz pek çok yön bulunmaktadır.

Vaaz kitapları da fetva kitapları gibi, yazıldıkları devrin siyasi, iktisadi

ve sosyal şartlarını yansıhrlar. Dolayısıyla bu zamanda kalerne alınan eserle­

re göz atmakla muhtelif zamanların hususiyetlerini anlarnış, kendimizi onlar

ile rnukayese etme imkanına kavuşmuş oluruz. Merhum Mahir İz hocamız,

Ertuğrul Düzdağ' dan, Ebussuud Efendi'nin fetvalarını neşre hazırlaması ve

yayıruarnasını istemişti. Bu yayın işi gerçekleştirildi. Bu eserin ismi Ebussuud Efendinin Fetvalan Işığmda 16. Asır Tiirk Hayatı. Hocamız, Ebussuud Ef~di

gibi dirayetli bir alimin eserinin neşrettirilrnesini gerçekleştirdi. Fakat Hopalı

Osman Efendi gibi bazı vaizlerin tarım devrinin zihniyeti ve özelliklerini

gösteren eserlerinin yayınlanmasında bir fayda bulunmayacağını belirtti.

Diirretii'l-Viiizfıı gibi eserler üzerinde bu kabil çalışmalar yapılmasına

hocamız sıcak bakrnarnışhr. Biz yine de vaaza yeni başlayan arkadaşlara bir

rehber kitap olmak üzere Zübdetü'l-İhya'yı tavsiye etmek istiyoruz. Bu eseri

Suriyeli bir meşhur bilgin olan Cemaleddin el-Kasım! hazırlamıştır. Kendi

ifadesine göre dostları onun bir vaaz kitabı yazmasını istemişler, o da İhya-i

. ' ,

606 İSLAMI İLİMLERDE METODOLOJİ/USÜL PROBLEMİ-II

Ulum varken böyle bir eser yazmaya ihtiyaç bulunmadığını düşündüğünü

belirtmiş, sonra da çok saygı duyduğu bir hocası kendisinden, İhya'yı esas

alarak pratik bir eser hazırlamasını isteyince bu isteği gerçekleştirmiş ve is­

minden de anlaşıldığı gibi Ziibdetii'l-İiıyfiyı yani İlıya-i Ulılm'un kaymağı me­

sabesindeki eserini ortaya koymuştur. (Bkz. Zübde'~n Mukaddimesi)

Muhterem Ali Özek Bey hocamız da bu eseri dilimize kazandırmışhr.

Biraz geniş vakit olsaydı şunlardan birini veya ikisini aniatmayı düşü­

nüyordum:

1- Dünyada ihtida olayları. Dünyanın neresinde, kiı:nler niçin İslfun'a

koşmaktadır.

2- Deizm

3- Nihilizm. Bugün gençlikte deizm ve nihilizm epey yayılmış durum­

dadır. Bu ikisinin ortaya konup çareleri aranmalıdır.

4- Dünyevlleşrne veya sekülerizm: Tabi! dünyevlleşrne deyince bunun

bir iiliirete karşılık olanı var. Buna karşı nasihat müessesesi harekete geçiril­

meli. Bir de felsefi boyutu var. Eski Yunan' da tabiatçı filozoflar bunu başka

ülkelere de yaydılar. Bizim bazı filozoflar da onların etkisinde kalrnışlardır.

Bunların ortaya konması gerekir.

5- Azirnet ve ruhsat: Toplumumuzda ruhsat kültürü yetersizdir. Dini­

mizde ruhsatların bulunması farzları terk etmernek içindir. Şimdi nice kirn­

seler ruhsattan kaçayım derken, farzları terk ediyor. Bugünün tüccarı, ilim . '

adamı, bir ayağı Amerika' da, bir ayağı Avrupa' da, bir ayağı Hac' dadır. Bu

dururnların dikkate alınması gerekir.