SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i...

48
SAYI: 62 Milan Kundera: Avrupalılık Tomi Adeyemi: Siyah çocukların kahramanlığı heyecan verici Birden parlayıp aydınlanıveren gerçeklerin yazarı: Alberto Manguel

Transcript of SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i...

Page 1: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

1

SAYI: 62

Milan Kundera: Avrupalılık

Tomi Adeyemi: Siyah çocukların kahramanlığı heyecan verici

Birden parlayıp aydınlanıveren gerçeklerin yazarı: Alberto Manguel

Page 2: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

2

Milan Kundera: Avrupalılık

4

‘Çevirmen yetişmesinde

yayınevlerine iş düşüyor’

Soner Sert

‘Yılın Yazarı Öykü Ödülü’ başvuruları

başladı

15 20

Tomi Adeyemi: Siyah çocukların

kahramanlığı heyecan verici

Adalet Çavdar

Birden parlayıp aydınlanıveren

gerçeklerin yazarı: Alberto Manguel Doğuş Sarpkaya

8 13

Zihin geçmişe yürüyünce varoluş

anlamı bulur mu?Emek Erez

21 26‘Şair’ Attila İlhan’ı anlamaya çalışmakSalih Bolat

Page 3: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

3

Yayın Sahibi

AND Gazetecilik ve Yayıncılık,

San. ve Tic. A.Ş. adına

Vedat Zencir

Genel Yayın Yönetmeni

Ali Duran Topuz

İcra Kurulu Başkanı ve

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Ömer Araz

Yazı İşleri Müdürü

Cennet Sepetci / Anıl Mert Özsoy

Katkıda BulunanlarAhmet Bülent Erişti, Adalet Çavdar,

Doğuş Sarpkaya, Emek Erez, Soner Sert,

Salih Bolat

Yönetim Yeri:

Maslak Mahallesi Ahi Evran Cad.

Nazmi Akbacı İş Merkezi 233-234

Sarıyer/İstanbul

Santral (212) 3463601, Faks (212)

3463635

e-mail: [email protected]

Duvar Kitap’ta yayımlanan yazı,

haber ve fotoğrafların her türlü telif

hakkı AND Gazetecilik ve Yayıncılık

Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ye aittir. İzin

alınmadan, kaynak gösterilmeden ve

link verilmeden iktibas edilemez.

Sayı: 62 | Haziran 2019

Merhaba, Milan Kundera, Avrupa’nın ‘büyük’ ulusları olarak adlandırdığı ulusların, ‘küçük’ Avrupalıya dönük bir milliyetçilik politikası uyguladığını ve bunun da onulmaz eşitsizlik olduğunu söyler. Dışlanmışlığı içselleştirir ama Avrupalılığı dışlayan bir yerde durmaz; tam tersine kabul görmemeye üzülür. Kendi ‘küçük’ ülkesi Çekya’nın -o zamanlar Çekoslovakya- İkinci Dünya Savaşı sürecinde pazarlığa konu edilmesini, dışlanmanın ve hiçe sayılmanın örneği olarak vermesi çarpıcıdır. Ahmet Bülent Erişti imzasıyla... Alberto Manguel, “birden parlayıp aydınlanıveren” bir resmi yakalayarak okurlarına sunmayı başarıyor. Aynı zamanda kendi yazarlık yolculuğunu da çeşitlendirerek yapıyor bunu. İnsanlığın geçmişiyle hesaplaşırken kendi geçmişi, konfor alanları, üzerine yapışan etiketlerle de cebelleşen, gerçek entelektüellerin görevinin dibe battıkça çamura bulanarak kaybolmaya başlayan parçaları bir araya getirmek olduğunu düşünen, yıkıntıların üstünden atlayarak değil yıkıntıların üstüne giderek yeni bir dünyanın kurulacağını hatırlatan bir yazar olmayı başarıyor, Manguel. Doğuş Sarpkaya, Manguel külliyatına dair kısa bir değerlendirmede bulundu.  Bir aşk şairi olarak bilinen Attila İlhan’ın poetik ve politik gelişiminde güzel ile kötü iç içedir. Büyük kentin yorgunluklarını, aşklarını, kavgalarını, modernleşme kaygılarını imgelerle yansıtmaya çalışır şiirlerinde. Teorik olarak “toplumculuk”, “sosyalizm” “halk” gibi kavramlar İlhan’ın ölçütleri olsa da sese verdiği önemle giderek formalist bir şiir anlayışına varmıştır. Salih Bolat, Atilla İlhan’ı yazdı. Adalet Çavdar, ilk romanı Kandan ve Kemikten Çocuklar ile dikkat çeken Tomi Adeyemi ile edebiyat hayatını ve ırkçılığı konuştu. Sergio Chejfec’in “Benim İki Dünyam” kitabı, yürüyerek varoluşunu anlamlı kılmaya çalışan anlatıcısının zihninde bir yolculuğa çıkarıyor okuru. Şimdinin bir parkta anlam bulamayan yapaylığı, düzenlenmiş hayatlar, hayvanların-bitkilerin konumu bunu anlatıyor ve karakterin anlamsız bulduğu, yabancılık çektiği yaşamı ile ilişkileniyor. Emek Erez, Chejfec’i inceledi... Soner Sert, çevirmen Ülker İnce ile çevirinin Türkiye’deki serüvenini konuştu. Marifet iltifata tabidir. İyi okumalar Anıl Mert Özsoy

Page 4: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

4

Milan Kundera: Avrupalılık

Milan Kundera, Avrupa’nın ‘büyük’ ulusları olarak adlandırdığı ulusların, ‘küçük’ Avrupalıya dönük bir milliyetçilik politikası uyguladığını ve bunun da onulmaz eşitsizlik olduğunu söyler. Dışlanmışlığı içselleştirir ama Avrupalılığı dışlayan bir yerde durmaz; tam tersine kabul görmemeye üzülür. Kendi ‘küçük’ ülkesi Çekya’nın -o zamanlar Çekoslovakya- İkinci Dünya Savaşı sürecinde pazarlığa konu edilmesini, dışlanmanın ve hiçe sayılmanın örneği olarak vermesi çarpıcıdır.

Ahmet Bülent Erişti

Page 5: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

5

Tevrat ve kimi başka kaynaklara göre Nuh Peygamber, Büyük Tufan’dan sonra yeryüzünü üç oğlu arasında paylaştırırken Yafes’i [bu ad İbranicede ‘güzellik’ anlamına gelebildiği gibi ‘genişlemek’ anlamına da gelmekte] ‘çoğalmak ve verimli olmak’ adına Tanrı buyruğu olarak Avrupa’yı da kapsayan bir bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır. Bu hikâye ve başka pek çok hikâyeden kalan iz günü-müzde de sürüyor: Avrupa nedir, neresidir ya da kim Avru-palıdır? Arayış, devletlerin sınır ve ekonomi politikalarının belirlenmesi ve yürütülmesi dışında; sosyal bilimler alanında [2] ve edebiyatta da sürüyor.

Yazar Milan Kundera uzun zamandır bu arayışın edebiyat-taki temsilcilerinden. Romanlarının hemen hepsinin arka planında bu arayışın izlerini görebiliriz ama kurmaca metnin iç yasalarıyla uğraşmak yerine kestirmeden gidip denemele-rine baktığımızda, “Avrupalı olmak ne demektir?”olarak da adlandırılabilecek bir temayı kimi zaman kendisini merkeze koyarak kimi zaman da Kafka ve hatta Max Brod üzerinden durmaksızın deştiğine tanık oluruz [3]. Ama burada Kun-dera’nın üstünde durmamın herhangi bir Avrupalı yazar, aydından ayrılan önemli bir yanı var: Orta Avrupalı olmak. Bu ayrımı ben yapmadım, Kundera Avrupa kültürü, tarihi, romanı, müziği üzerinde dururken acıklı diyebileceğimiz bir serzenişle kendisinin de dâhil olduğu Orta Avrupa’nın- Orta Avrupalıların- hep dışarıda bırakıldığına vurgu yapar.“İster milliyetçi olsun ister kozmopolit; ister köklerine bağlı olsun ister köklerinden kopuk, bir Avrupalı derinlemesine olarak vatanıyla olan ilişkisine göre tanımlanır, öyle görünü-yor ki milliyetçilik sorunsalı Avrupa’da her yerdekinden daha karmaşık daha ciddidir.”

Kundera Avrupa’nın ‘büyük’ ulusları olarak adlandırdığı ulusların, ‘küçük’ Avrupalıya dönük bir milliyetçilik politikası uyguladığını ve bunun da onulmaz eşitsizlik olduğunu söyler. Dışlanmışlığı içselleştirir ama Avrupalılığı dışlayan bir yerde durmaz; tam tersine kabul görmemeye üzülür. Kendi ‘küçük’ ülkesi Çekya’nın- o zamanlar Çekoslovakya- İkinci Dünya Savaşı sürecinde pazarlığa konu edilmesini, dışlanmanın ve hiçe sayılmanın örneği olarak vermesi çarpıcıdır:

“Münih’te 1938 sonbaharında dört büyükler Almanya, İtalya, Fransa ve Büyük Britanya o zamana kadar söz hakkı tanıma-dıkları küçük bir ülkenin kaderi üzerine pazarlığa giriştiler.” dedikten sonra “Çekoslovakya’nın gözden çıkarılma” kararını koridorda çaresizce bekleyen Çek diplomata bildiren Cham-berlain’in tarif ettiği “hakkında pek az şey bilinen uzak ülke” sözüne atıfla”… Bu ünlü sözleri doğruydu.

Kundera Avrupa’nın ‘büyük’ ulusları olarak adlandırdığı ulusların, ‘küçük’ Avrupalıya dönük bir milliyetçilik politikası uyguladığını ve bunun da onulmaz eşitsizlik olduğunu söyler. Dışlanmışlığı içselleştirir ama Avrupalılığı dışlayan bir yerde durmaz; tam tersine kabul görmemeye üzülür. Kendi ‘küçük’ ülkesi Çekya’nın- o zamanlar Çekoslovakya- İkinci Dünya Savaşı sürecinde pazarlığa konu edilmesini, dışlanmanın ve hiçe sayılmanın örneği olarak vermesi çarpıcıdır

Page 6: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

6

‘Fransa’nın, İspanya’nın hiç yok oluş sorunu yaşamadıklarını, pek çok Avrupalı “küçük” ulusu önemsemediklerini tarih çerçevesinden bakarak söyleyen Kundera, hâlâ bir var oluş için o çemberin içine girmeyi, genel bir kültürel Avrupalılık haritası oluşturmayı istiyor; bu şaşırtıcı değil mi? Bir insan, bir aydın yazar bunu elbette isteyebilir ama bunu kapitalizmin var olan koşullara, ekonomik kaynaklara, jeopolitik dengelere göre işlediğini bilmiyor mu Kundera, elbette biliyor. Bildiği halde bunu istemesi, isterken daha baştan olası eşit ilişki isteğini öldürüyor, istek ölü bir istek ama Kundera ısrarcı.’

“Avrupa’da bir yanda büyük ülkeler, diğer yanda küçük ülkeler var; bir yanda pazarlık salonlarına kurulup yerleşen uluslar, diğer yanda bütün gece kapı önlerinde bekletilen uluslar var” diyerek ayrımın derinliğini sergiler. Üstelik Kundera ‘büyük’ ve ‘küçük’ ulus sıfatlarını yüzölçümü ya da nüfus ayrımı üzerinden değil tam da ‘nüfuz’ üzerinden yapılan bir ayrımı işaret etmek için kullanır. Nüfuzun kullanılması ‘küçük’ ulus-ların var olabilme sorunu yaşaması yanında kültürel olarak da kendini duyuramaması yoluyla bir anlamda aynı kapıya, yok oluş tehlikesine, çıkmaktadır. Yok olma tehlikesinin iki yönünü çeşitli karşılaştırmalarla sürdürür Kundera. Polon-ya’nın nüfusunun İspanya kadar olduğunu ama İspanyanın tarih boyunca hiç yok oluş tehdidi yaşamadığını oysa aynı tarihin Polonya halkına bu korkuyu hep yaşattığını söylerken Avrupa’yı kanonik olan ve olmayan ülkeler olarak sert biçim-de ayırmıştır kafasında. Kültürel var oluşun bir ögesi olarak yazılan metinlerin de bu ulus ve dil ayrımına tabi olduğunu belirtir. Mesela XII. Ve XIV. yüzyıllarda yazılmış olan İzlan-da sagaları bugün ‘edebiyatın arkeoloji müzesi’ndedirler ve günümüz Avrupa edebiyatı ile bir organikliği yoktur. Oysa sagalar İngilizce yazılmış olsaydı, bize bugün bir “Don Quijo-te kadar tanıdık gelecekti.”

KUNDERA’NIN AVRUPA’YA BAKIŞI

Buraya kadarki olup bitene bakılarak şaşılacak bir şey olma-dığını, bu ayrımların aynıyla vaki olduğunu ve hepimizin de buna vakıf olduğunu söyleyebiliriz. Şaşırtıcı olan, Kunde-ra’nın total bir Avrupalılık olması gerektiğini ama bu oluştu-rulmadığı için Orta Avrupalıların dışlandığını düşünmesi. Fransa’nın, İspanya’nın hiç yok oluş sorunu yaşamadıklarını, pek çok Avrupalı “küçük” ulusu önemsemediklerini tarih çer-çevesinden bakarak söyleyen Kundera, hâlâ bir var oluş için o çemberin içine girmeyi, genel bir kültürel Avrupalılık haritası oluşturmayı istiyor; bu şaşırtıcı değil mi? Bir insan, bir aydın yazar bunu elbette isteyebilir ama bunu kapitalizmin var olan koşullara, ekonomik kaynaklara, jeopolitik dengelere göre işlediğini bilmiyor mu Kundera, elbette biliyor. Bildiği halde bunu istemesi, isterken daha baştan olası eşit ilişki isteğini öldürüyor, istek ölü bir istek ama Kundera ısrarcı. Israrcılığını Ülkesi 1968’de işgal edilip kendisinin 1975 yılında Fransa’ya göç edip Çekoslovakya vatandaşlığından çıkarılışı ve bir baş-ka ülkede yaşamak zorunda kalışından sonraki süreci anlatır-ken söylüyor zaten:

“Yetmişli yıllarda ülkemden ayrılıp Fransa’ya geldim ve orada ‘Doğu Avrupalı bir sürgün’ olduğumu hayretle gördüm.”

Hayret ediyor Kundera! Devam ediyor: “Her yerde durumu-

Page 7: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

7

muzdaki gerçek utancı açıklamaya çalışıyordum.” Gerçek utanç diye nitelediği 1968 işgali. Bu tamam da Kundera tek ve gerçek ayıp olarak bunu görüyor. İşgal olmasaydı biz de sizin gibi Avrupalıydık işte, neden şaşırıyorsunuz buna? Kundera devamında Fransızların kendilerini bir Ortodoks, bir Slav olarak gördüklerini; kendisininse ‘Slav kültürü, Slav dünyası diye bir şeyin asla olmadığını’, ‘nafile bir çaba’ olarak anlatma-ya çalıştığını aktarıyor. Asla eşitlikçi bir ilişki olamayacağını kabul ettiği yer bu. Çaresiz, kendi dilinden uzak.

Avrupalılık fikrinin ne olduğu ve neden bu derece önemli ol-duğunun tartışılmasının yeri bura değil; zaten bu kısa yazının gücü onu tartışmaya yetmez ama şu kadarını gösterdiğimi sanıyorum: Kundera gibi çok güçlü romanlar ve deneme-ler yazmış bir yazar, bir aydın olmadığını düşündüğü yerde olmak istiyor. Her kültürel oluş gibi Avrupalılık da ‘üretilmiş’ bir olgu ve tarihselliğinde Rönesans, reformlar, aydınlanma düşüncesi, modernizm, Sanayi Devrimi, Fransız Devrimi, Paris Komünü, Alman Ayaklanması gibi olaylar yanında sö-mürgecilik, insan kıyımları gibi olumlu olumsuz pek çok olay barındırıyor. Çek ulusu ya da başka ulusların buraya dâhil ol(a)mamasına neden hayıflanılır? Meselenin temel noktası bu. Çünkü Kundera dâhil olmak istediği ‘o’ Avrupa’yı yaşa-mının merkezine koyuyor ve neredeyse dünya için de vazge-çilmez görüyor. Belki de bu onun romancılığının deformas-yonudur, bilindiği gibi romanın anavatanı Avrupa’dır. Ama hangi Avrupa? Yanıtı, kıskandığı o ‘büyük’ Avrupa olacaktır. Kundera, kendisini dünyaya tanıtan ilk yedi romanını ana-dili Çekçe ile yazdı. Sonraki dört romanını ise 1975’ten beri yaşadığı toprakların diliyle, Fransızca yazdı. İlk yedi roman içinde Şaka, Gülünesi Aşklar, Yaşam Başka Yerde, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği gibi romanlar var. Fransızca yazdıkla-rı? Onları saysak da ilk romanları yanında gözle görülür bir edebi zayıflık var. Bu elbette bir tek nedene bağlanamaz ama bir yerde o bilgi de dursun.

Agenor’un kızı Europa, Fenike topraklarından, Suriye’den, ka-çırılmıştı ve babası onu bulması için oğullarını göndermişti. Bugün onun doğduğu Suriye topraklarından binlerce Europa, trajedinin kuralına uyup prenseslerini aramaya çıkıyor atala-rının sandallarıyla. Kundera keşke Avrupa’yı başka yerlerde arasa…

DİPNOTLARYaratılış, 9:27Bu alanda en son, Bauman’ın Türkçeye Kasım 2018’de çevrilen “Avrupa” adlı çalışmasını örnek vereyim.Kundera’nın Türkçeye de çevrilmiş Roman Sanatı(1985), Saptırılmış Vasiyetler(1992), Perde(2005) ve Bir Buluşma(2009) dört deneme kitabını söz konusu ediyorum. Alıntılar bu kitaplardan.

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, Milan Kundera’nın adının tüm dünya-da duyulmasını sağlayan romanlarının başında gelmektedir.

Page 8: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

8

Tomi Adeyemi: Siyah çocukların kahramanlığı heyecan vericiİlk romanı Kandan ve Kemikten Çocuklar ile dikkat çeken Tomi Adeyemi ile edebiyat hayatını ve ırkçılığı konuştuk. Adeyemi, “Kandan ve Kemikten Çocuklar’ı yazarken arzum, bu roman-la küçük kızlara küçük oğlanlara, kendilerini daha önce hiçbir hikâyede görmemiş insanlara, bu destansı maceralarda bulun-maya değer olduklarını göstermekti” dedi.

Adalet ÇavdarTomi Adeyemi 25 yaşında Nijeryalı bir yazar. Adeyemi, Har-vard Üniversitesi İngiliz Edebiyatı Bölümü’nden Onur dere-cesiyle mezun oldu. Brezilya’da Batı Afrika mitolojisi, dini ve kültürü çalıştı. Aynı zamanda San Diego, California’da yazar koçluğu yapıyor.

Kandan ve Kemikten Çocuklar, Adeyemi’nin ilk romanı. Hep Kitap tarafından 2018 yılının Mayıs ayında Esra Kökkılıç çevi-risiyle yayınlandı. Türkiye’de çok ses getiren kitaplardan biri olmadı maalesef fakat 20’den fazla dile çevrildi. Kimlik ve sınıf mücadelesine dair kurduğu yapı itibariyle pek çok coğrafyayı kapsayan fantastik bir roman.

Tomi Adeyemi ile ilk romanını ve ırk meselesini konuştuk.

Page 9: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

9

Çok genç yaşta yazmaya başladınız. Bu yazma arzunuzu çocukluğunuz nasıl etkiledi?Bütün hayatım boyunca tam bir kitap kurduydum ve üniversiteye kadar okuduğum kitaplarda öne çıkan siyahi bir karakter göremedi-ğimi hatırlıyorum. Çocukluğumdan hatırladığım tek siyahi karak-ter Harry Potter serisindeki Dean Thomas’tı. İkinci defa bir siyahi karakterle Sessiz Kalma isimli kitabı okuyunca karşılaşmıştım. Bu kadar çok sevdiğim bir şeyden tümüyle silindiğimiz için, bugünkü çocuklar kendilerini edebiyatta daha çok görebilsinler diye canla başla uğraşıyorum, çünkü benim böyle bir şansım hiç olmadı.

18 yaşıma gelene kadar kendimi hiçbir yerde görememiş olmanın beni ne kadar yıprattığını fark etmemiştim. Yazdığım bütün hikâye-lerdeki kahramanların ya beyaz ya da melez olduğunu fark ettim. Bu hiç de kabul edilebilir bir durum değil, her ırktan, cinsel yönelimden ve her dinden çocuğun kendilerini temsil edilirken görmeleri ve bu öykülere, kapaklara, televizyon programlarına, filmlere kısaca haya-tın önceden onlara kapalı olan tüm alanlarına ait olduklarını hisset-meleri için canla başla çalışan bir yazar dalgasının parçası olmaktan çok gurur duyuyorum.

En iyi hikâyelerin temelinde kişisel deneyim olduğuna inanıyor musunuz?Yazdığım romanın dünyasının temeli köklerime dayanıyor ve bu benim için son derece sevindirici bir deneyimdi. Çünkü içine doğ-duğum o muhteşem kültürden sihir yaptım.

Harvard Üniversitesi İngiliz Edebiyatı Bölümü’nden onur belgesiyle mezun oldunuz. Ardından Brezilya’da, Batı Afrika Mitolojisi ve Kültürü üzerine yüksek lisans yaptınız. Peki, Kandan ve Kemikten Çocuklar gibi bir roman yazmayı hep planlıyor muydunuz yoksa okulunuz mu edebi yazınınızı şekillendirdi?Aslında Batı Afrika mitolojisiyle akademik anlamda hiç ilgilenme-dim. Harvard’da okurken Afro-Amerikan Edebiyatı’na yoğunlaştım; Brezilya’da çalışmalarıma devam etmek için bana burs veren de bu kurumdu. Brezilya’da olduğum ve Salvodor’da doğru dükkâna girdi-ğim için Orişa dilini keşfettim, ondan sonra da kendi araştırmaları-mı yürüttüm.

Kandan ve Kemikten Çocuklar’ı yazarken nasıl bir araştırma yaptınız?Bu roman için bir dünya ve büyü sistemi yaratırken kendimi Batı Afrika mitolojisine boğdum. Kitabın büyü sistemini romanda yer alan on Orişalıya dayandırdım. Orişa genelde Batı sisteminde tan-rıdan ve tanrıçalardan bahsetse de onlar aslında melekler ve aziz-ler gibi… Her biri bir dizi şeyi temsil ediyor ve temsil ettikleri bu şeylerden biri olan büyü sistemi inşa etmek bana son derece doğal göründü.

‘Batı Afrika mitolojisiyle akademik anlamda hiç ilgilenmedim. Harvard’da okurken Afro-Amerikan Edebiyatı’na yoğunlaştım; Brezilya’da çalışmalarıma devam etmek için bana burs veren de bu kurumdu. Brezilya’da olduğum ve Salvodor’da doğru dükkâna girdiğim için Orişa dilini keşfettim, ondan sonra da kendi araştırmalarımı yürüttüm.’

Page 10: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

10

Kişisel olarak bu kitabın sizin için önemini nasıl tarif edersiniz?Yazarken ırkçılıkla, adaletsizlikle ve içinde yaşadığım dünyadaki polis şiddetiyle ilgili bir şeyler söylemek istedim. Her ne kadar kitabım fantastik bir dünyada da geçse karakterlerin karşılaştıkları zorluklar günümüzdeki renkli insanların yüzyüze geldikleri gerçek şeyler…

Bu kitap benim için acı dolu bir yerden yazıldı ve çok duygusal bir deneyimdi, ama bunu iyi ki yaptım diyorum, çünkü şimdi insanlar bizim hikâyemizdeki epik macerayı yaşarken gerçekliğimiz hak-kında bir şeyler öğrenebilir.

Zelie sizin hayatınızda neyi ya da kimi temsil ediyor?Zelie aslında hayal ettiğim benin bir versiyonu. En derin tutkuları-mı, en büyük korkularımı, en büyük dileklerimi temsil ediyor. Ola-bilecek en edebi biçimde kelimelere dökülmüş yüreğimin gerçek anlamda bir temsilidir.

Günümüzde öfke dünyayı hiç olmadığı kadar sarmış durumda. Kandan ve Kemikten Çocuklar’da, öfkeyi hayatta kalmayı teşvik eden bir duygu olarak tanımlıyorsunuz. Bununla birlikte, öfke aynı anda çok riskli bir duygudur. Farklı öfke biçimlerini çağımızda ayırt edip yaratıcı bir şekilde nasıl yönlendirebileceğimizi düşünüyorsunuz?Küçük ve önemsiz olsa da mide bulandırıcı şeyleri verimli hale dönüştürmekten bahsetmek istiyorum. Birtakım olaylar ve insan-lar kalbinizi kıracak ve sizi öfkeyle dolduracak, ancak bu öfkeyi sizi daha iyi yapan bir şeye yönlendirirseniz ancak o şekilde kazanırsı-nız. Evet kolay değil ve çok zaman, çaba ve kısıtlama gerektiriyor, ama sanırım günümüzde ve bu yaşımızda, yaşadığımız dünyayı bulduğumuzdan daha iyi bırakma şansına sahip olacaksak buna her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.

Neden fantastik romanlar yazmayı tercih ediyorsunuz?En sevdiğim hikâyelerde her zaman büyük bir sihir ve macera söz konusuydu, ancak çok yakın zamana kadar hiçbirinde renkli karakterler yoktu (son 3 yıl gibi). Kandan ve Kemikten Çocuklar’ı yazarken arzum, bu romanla küçük kızlara küçük oğlanlara, ken-dilerini daha önce hiçbir hikâyede görmemiş insanlara, bu destansı maceralarda bulunmaya değer olduklarını göstermekti. Renkli ço-cukların, özellikle de siyah çocukların, kitap sayesinde kendilerini kahraman olarak görmeleri için bu heyecan verici değişikliğe sahip olmalarını istedim. Kendilerini görmeye alışkın insanların sempati kurarak tamamen farklı bir dünyadan ve geçmişten gelen insanlara âşık olmalarını istedim.

‘Küçük ve önemsiz olsa da mide bulandırıcı şeyleri verimli hale dönüştürmekten bahsetmek istiyorum. Birtakım olaylar ve insanlar kalbinizi kıracak ve sizi öfkeyle dolduracak, ancak bu öfkeyi sizi daha iyi yapan bir şeye yönlendirirseniz ancak o şekilde kazanırsınız. Evet kolay değil ve çok zaman, çaba ve kısıtlama gerektiriyor, ama sanırım günümüzde ve bu yaşımızda, yaşadığımız dünyayı bulduğumuzdan daha iyi bırakma şansına sahip olacaksak buna her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.’

Page 11: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

11

‘KELİMEYİ VE NEFRETİ İÇSELLEŞTİRMEMEK ÇOK ZOR’

Eleştirmenler, romanınızın ırkçılık ve kölelik hakkındaki gerçek hikâyelere dayandığını belirtiyor. Bize bugün yaşanan bazı ırkçılık örneklerini verebilir misiniz?Karakterlerimin hikâye boyunca (büyük ya da küçük) karşılaştığı her engel, siyah insanların bugün karşı karşıya kaldıkları ya da son 30-50 yıl içinde karşı karşıya kaldıkları gerçek bir engeldir. Mesela kitapta “böcek” aşağılayıcı bir kullanımdır: Okuyuculara, dilin de fiziksel bir saldırı kadar aşağılayıcı ve baskıcı olabileceğini göster-mek benim için önemliydi. Benim de içinde olduğum bir grup in-san tanıyorum ki arkadaşları olarak gördükleri ya da onlara tama-men yabancı beyazlar tarafından “zenci” olarak adlandırılıyorlar. İnsanların bu kelimeyle yaydığı nefret ve zehir çok kötü gerçekten. Bu kelimeyi ve nefreti içselleştirmemek çok zor, bu zehrin kelime-nin tam anlamıyla varlığınıza oyulması da bir o kadar kolay. Bu kelimenin kullanıldığı kadar aşağılayıcı bir şekilde kullanılan bir kelime olmadan siyahların deneyimleri hakkında etkili bir alegori yazamayacağımı biliyordum.

Kitabınızın ırkçı insanların düşüncelerini değiştirebileceğini düşünüyor musunuz, bunun edebiyat yoluyla mümkün olduğuna inanıyor musunuz? Kandan ve Kemikten Çocuklar’da okurları içine çeken zorlayıcı bir macera yazmak istedim, ama aynı zamanda her şeyi gerçek dünyaya bağlamak istedim çünkü kitap fantezi olsa da içindeki acılar gerçek. Bence insanlar bu acıyı ve bu mücadeleleri anlamayı ve empati kurmayı öğrenirlerse, dünyanın ciddi adımlar atarak ilerleyebileceğini düşünüyorum. Kitabımın kalpleri ve zihinleri de-ğiştirebileceğini biliyorum çünkü dünyadaki binlerce okuyucunun kalbinde ve zihninde.

Kitabınızın Türkçeye çevrileceğini öğrendiğinizde neler hissettiniz? Daha önce hiç Türkiye’den kitap okudunuz mu ya da Türkiye’yi ziyaret ettiniz mi? Türkiyeli okuyucularınız için mesajınız var mı?İnanamadım! Bırakın başka bir dile çevrilmesini, kitabımı satın alan ve okuyan insanların olması bile akıl almaz bir düşünceydi. Bu delilik! Yabancı baskıları almaya bayılıyorum çünkü kitabı açıp da kelimelerimi başka bir dilde görmek gerçeküstü!

Türkiyeli okurlarım için mesajım şu: Hikâyemi güzel dilinize ve kültürünüze kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim! Her birinize sosyal medyada gösterdiğiniz tüm sevgi için minnettarım ve uma-rım bir gün size şahsen teşekkür edebilirim!

Kandan ve Kemikten Çocuklar, Tomi Adeyemi, Çevirmen: Esra Kökkılıç, 544 syf., Hep Kitap, 2018.

Page 12: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

12

Birden parlayıp aydınlanıveren gerçeklerin yazarı: Alberto ManguelAlberto Manguel, “birden parlayıp aydınlanıveren” bir resmi yakalayarak okurlarına sunmayı başarıyor. Aynı zamanda kendi yazarlık yolculuğunu da çeşitlendirerek yapıyor bunu. İnsanlığın geçmişiyle hesaplaşırken kendi geçmişi, konfor alanları, üzerine yapışan etiketlerle de cebelleşen, gerçek entelektüellerin görevinin dibe battıkça çamura bulanarak kaybolmaya başlayan parçaları bir araya getirmek olduğunu düşünen, yıkıntıların üstünden atlayarak değil yıkıntıların üstüne giderek yeni bir dünyanın kurulacağını hatırlatan bir yazar olmayı başarıyor, Manguel.

Doğuş SarpkayaAlberto Manguel, edebiyat severlerce Borges’e kitap okuyan kişi olarak tanınır. Okuma âşığı bir entelektüel, çevirmen, editör, deneme yazarıdır aynı zamanda. Ama Manguel’in romancılığı her zaman ikinci plana atılma eğilimindedir. Yazarın kendisi de bu duruma alışmış gibidir. Gökhan Yavuz Demir’in, Borges’in Dediği Gibi’de aktardığı şu anekdot ve yorum bu anlamda önemli: “Manguel kendisine, ‘okur Manguel, yazar Manguel’i nasıl buluyor?’ diye sorduğunda, ‘Okur Manguel, yazar Man-guel ile ilgilenmiyor.’ diye cevap verecek kadar da damak tadı gelişmiş bir okurdur.” Yazarın cevabının alçakgönüllülükten mi yoksa gerçekten kendi yazdıklarına kıymet vermemesinden mi kaynaklandığı muamma olmaya devam ediyor. Damak tadı konusundaysa Demir ile biraz farklı düşünüyoruz sanırım: Manguel’in romanları da en az denemeleri kadar güçlü metin-ler olarak adlandırılmayı hak ediyor bence. Yazar Manguel’i de en az okur Manguel kadar önemsediğimi de belirtmeliyim.

Page 13: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

13

Mesela ilk romanı Yabancı Bir Ülkeden Haber Geldi, Kanada’ya yerleşmiş eski bir sömürge subayına odaklanarak Cezayir, Fransa, Arjantin üçgeninde Batı dünyasının karanlık yüzüne bakmaktan çekinmeyen aynı zamanda kendi ülkesinde gerçekleşen kötülükle-ri de gözler önüne seren bir roman olarak ilgi çekmişti. Bu roman biraz da Borges’in kitaplarını okuyan çocuk imgesinin yıkılmasına da hizmet etti. Ama ondan sonra gelen üç novella, görece Borges etkisinin hissedildiği metinler oldu. Palmiyelerin Altında Steven-son, Dönüş ve Ayrıntılara Aşık Adam, kayıp metinleri, kurgulan-mış tarihi kişilikleriyle dikkat çektiler. Bu metinlerde ustasının varlığını okuruna sezdirse de Manguel kendi derdinin peşine düştüğünü de hissettirmeyi başardı.

PARÇA-BÜTÜN İLİŞKİSİ

Bu anlamda Ayrıntılara Aşık Adam novellası bir parantezi hak edi-yor. Novella 1900’lü yılların ilk yarısında Fransa’da geçer. Poitiersli Fransız hamamcı AnatoleVasanpeine, sıradan görünüşlü, toplum içinde ayırıcı hiçbir özelliği olmayan ne okulda ne de daha sonra mesleğinde herhangi bir tutkunun peşine düşmüş biridir. Tesadü-fen tanıştığı kitapçı Mösyö Kusakabe bu sıradan görünüşlü ada-mın içindeki yeteneği ve tutkuyu keşfeder. Vasanpeine’in dikkatini çeken tek şey bütünden bağımsız olan parçalardır. Ayrıntılara tutku derecesinde bağlı olan Vasanpeine’in bu yeteneği fotoğraf sanatına yönelmesine neden olur. Kendi trajik sonunaysa tutkunu olduğu parçalara ihanet ettiğinde ulaşacaktır.

Ayrıntılara Aşık Adam, tüm dünyanın parçalara ayrıldığı bir dönemde ortaya çıkan “tuhaf ” kahramanıyla tam da dönemin ru-hunu yansıtıyor. Aslında egemen olmaya başlayan bütünün reddi fikrinin ilk ateşli savunucularından biri romanın kahramanı: “Va-sanpeine, tek bir ögeye odaklanırken o ögenin kendi sınırlı özellik-leriyle kendisi arasında kurulan duygusal ilişki aracılığıyla, ögeyi o zorba bütünlük düşüncesinden kopararak, bireysel bir özellik üzerinde topluca bir araya gelmeyi her zaman tercih eden her canlı organizmada saklı olan dışlama sürecini tersine çevirerek o ögeye kendisi bir anlam veriyordu.” Kapitalizmin uzmanlaşma ve işbölü-mü adı altında dünyayı bütünsel olarak kavranmasını engelleyen dahası parça ile bütün arasındaki diyalektik ilişkiyi mistikleştiren ideolojisinin farkında olmadan savunuculuğunu yapar, Vasanpei-ne. Manguel’in ayrıntılara âşık bir adamı roman kişisi yapması da tesadüf değil. Farklı okumalarından metinler arası yolculuklara çıkan, farklı düşünceleri, buluşları ve kanaatleri birbiriyle ilişkisini kovalayan bir yazarın parçalanmış bir dünyayı romantize etmesi beklenemezdi. Vasanpeine, ayrıntılara olan tutkusunun ne kadar dayanaksız olduğunu bir bütün olarak bir bedene âşık olduğunda anlar. Manguel bu aşkı ironik ve mizahi bir dille aktarırken parça-lanmış bir dünya imgesiyle sakatlanmış modern insanın bütünü kavramasının olanaksızlığını vurguluyor. Sonuç olarak Ayrıntılara

‘Manguel’in ayrıntılara âşık bir adamı roman kişisi yapması da tesadüf değil. Farklı okumalarından metinler arası yolculuklara çıkan, farklı düşünceleri, buluşları ve kanaatleri birbiriyle ilişkisini kovalayan bir yazarın parçalanmış bir dünyayı romantize etmesi beklenemezdi. Vasanpeine, ayrıntılara olan tutkusunun ne kadar dayanaksız olduğunu bir bütün olarak bir bedene âşık olduğunda anlar. Manguel bu aşkı ironik ve mizahi bir dille aktarırken parçalanmış bir dünya imgesiyle sakatlanmış modern insanın bütünü kavramasının olanaksızlığını vurguluyor.’

Page 14: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

14

şık Adam, okurdan paralel okumalar talep eden bir kitap ve Manguel külliyatının önemli bir parçası.

YAZARLIK DERSİ

Manguel, kendi sesini bulmaya çalışan bir yazar olduğunu kanıtlamak istediğini hissettirdiği Bütün İnsanlar Yalancıdır romanındaysa genç bir gazetecinin biyografi yazma uğraşı-nı anlatıyor. Jean–LucTerradillos, Arjantinli Sürgün, Yalana Methiye’nin “yazarı” Alejandro Bevilacqua’nın hayat hikâye-sini yazmaya karar veriyor. Bevilacqua, Arjantin’deki darbe sonrasında içeri düşmüş, işkenceler görmüş ve sonunda serbest bırakılarak İspanya’ya sürgüne gönderilmiştir. Ki-tap, Terradillos’un, Bevilacqua’yı tanıyan dört farklı kişinin anlatımları üzerine kurulur. Her anlatıcı oldukça farklı bir Bevilacqua resmi çizmektedir. Bu durum öyküyü tamamla-mak isteyen Terradillos’u çaresizliğe sürükleyecektir: “Sevdalı, kahraman, dost, kurban, hain, düzmece yazar, kaza intiharı ve daha birçok şey: Tek bir adam için bu kadarı çok fazla.”

Manguel, bir tarafıyla Oilupo akımına göz kırptığı bu kitabın-da bir insanın yaşamını dört farklı göze anlattırarak okuyucu-nun olayları farklı bakış açılarıyla görmesini sağlamaya çalış-mış. Diğer tarafıyla ülkesinde yıllarca süren devlet terörünün sıradan insanları bile nasıl sardığını, öldürülen, kaybedilen, işkencelerden geçirilen insanların hayatının nasıl karartıldığı-nı anlatarak Arjantin yakın tarihiyle bir hesaplaşmaya girmiş. Manguel’in bölümler arasındaki dil ve anlatım farklılıklarını çok iyi ayrıştırarak yazarlık dersi verdiğini de vurgulamadan geçmeyeyim.

GEÇMİŞİN GERÇEK İMGESİ

Walter Benjamin, Tarih Üzerine Tezler‘de şöyle diyordu: “Geçmişin gerçek imgesi uçucudur. Geçmiş ancak, bir daha görünmemek üzere kendini gösterdiği an, birden parlayıp aydınlanıveren bir resim olarak yakalanabilir”. Manguel, “bir-den parlayıp aydınlanıveren” bu resmi yakalayarak okurlarına sunmayı başarıyor. Aynı zamanda kendi yazarlık yolculuğunu da çeşitlendirerek yapıyor bunu. İnsanlığın geçmişiyle hesap-laşırken kendi geçmişi, konfor alanları, üzerine yapışan eti-ketlerle de cebelleşen, gerçek entelektüellerin görevinin dibe battıkça çamura bulanarak kaybolmaya başlayan parçaları bir araya getirmek olduğunu düşünen, yıkıntıların üstünden atlayarak değil yıkıntıların üstüne giderek yeni bir dünyanın kurulacağını hatırlatan bir yazar olmayı başarıyor, Manguel.

Bütün İnsanlar Yalancıdır, Alberto Manguel, çeviri: Saliha Nilüfer, 157 syf., Yapı Kredi Yayınları, 2012.

Page 15: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

15

‘Çevirmen yetişmesinde yayınevlerine iş düşüyor’Çevirmen Ülker İnce ile çevirinin Türkiye’deki serüvenini konuştuk. Yayınevlerine büyük iş düştüğünü vurgulayan İnce, “ Bir yabancı dil öğrenince çevirmen olmaya hazır değilsinizdir. Çok çeşitli becerilere, bilgilere, birikimlere gereksinimiz vardır. Bilgi birikimi kazanmak için de beceriler geliştirmek için de zamana gereksiniminiz vardır” dedi.

Soner Sert

Page 16: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

16

Uzun yıllardır çeviri yapan ve ülkemizde çevirmen denildi-ğinde akla gelen ilk isimlerden Ülker İnce ile çevirinin varo-luşunu, biçimlenişini ve Türkiye’deki koşullanışını konuştuk. İnce, “bana göre iyi çevirmenlerin yetişmesinde yayınevlerine bazı işler düşüyor. Hazır, yetişmiş çevirmen bulmak kolay mı? Çevirmen nerede yetişecek? Okullarda bir yere kadar yetişebilir. Bir yabancı dil öğrenince çevirmen olmaya ha-zır değilsinizdir. Çok çeşitli becerilere, bilgilere, birikimlere gereksinimiz vardır. Bilgi birikimi kazanmak için de beceriler geliştirmek için de zamana gereksiniminiz vardır. Yayınevle-rine burada iş düşüyor derken, çevirmenlerin her çeviriden sonra bu işi biraz daha iyi yapar biri haline gelmesi için yol gösterici olmalarından söz ediyorum. Yol gösterici olmak çeviriyi yalnızca eleştirmekle, beğenmemekle olmaz, “Bu iyi olmamış” demekle olmaz. Basbayağı bir okul gibi öğretici olmak gerekir” diyerek yıllara uzanan birikimini ve temenni-lerini aktardı.

Söz, Ülker İnce’de…

Çeviri konusunda hemen herkesin bir fikri var. Siz, bir çevirmen olarak çeviriyi nasıl tanımlıyorsunuz?Çevirinin tanımı basit aslında. Herkesin bildiği gibi, bir dilde yazılmış bir metni başka bir dilde yazılmış bir metin haline getirdiğinizde o metni çevirmiş oluyorsunuz. Ama asıl zor-luk, bundan sonra sorulacak soruyu yanıtlamakta: Pekiyi, bir dilde yazılmış bir metni başka dilde yazılmış bir metin haline nasıl getirirsiniz? Dilek Dizdar’la birlikte yazdığımız Çeviri Atölyesi kitabı bu soruya yanıt vermek için yazıldı. Kitapta, belli bir dilde yazılmış bir metni başka bir dile çevirmenin, o metindeki sözcüklerin ve dilsel yapıların öteki dildeki kar-şılıklarını kullanmak “olmadığını” döne döne vurguluyor, örneklerle gösteriyoruz. Yanıtı 250 sayfa tuttu, 500 ya da 1000 sayfa da tutabilirdi.

Bir kültür aktarımı yolu olan çeviri, uyarlamaya ne derecede dâhil edilebilir? Kültür karşılıklarının bağlayıcı yönünü nasıl açıklarsınız?“Uyarlama” derken ne demek istiyorsunuz, diye sormayaca-ğım. Uyarlamadan benim anladığım şeyi anlamadığınızın farkındayım. Çünkü bana göre çeviri baştan aşağıya “uyarla-ma”dır. Bir dilde, belli bir dil ve kültür toplumu için yazılmış bir metni başka bir dil ve kültür toplumu için yeniden üret-mek, metni o dil ve kültür toplumuna “uyarlama”yı gerektirir. Niçin? Çünkü dil ve kültür topluluklarında oluşmuş söyleme ve algılama alışkanlıkları vardır –yalnızca “söyleme” alış-kanlıkları değil, “algılama” alışkanlıkları. Bu alışkanlıkları,

Page 17: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

17

kültür farklılıklarını dikkate almadan çeviri yapılabilir mi? Yapılamaz elbette. Yapılırsa ne olur? Metin işlevini yerine getiremez. Kaynak dil kültüründeki işlevini aktarıldığı dilde yerine getiremeyecekse metin niçin çevrilsin? Bu gerçeği dik-kate alarak çeviri yapılacaksa, o zaman uyarlamalar yapılacak demektir. Ama nasıl uyarlamalar? Bu sorunun yanıtını da bin bir örnekle Çeviri Atölyesi kitabında veriyoruz. Burada kullandığım “uyarlama” sözcüğüyle yanlış bir izlenim ver-mek istemem, o açıdan son bir şey daha söylemem gerekiyor. Uyarlama benim anladığım anlamda, “kaynak metnin en yakın benzerini üretmek” için gerekli (dilsel, kültürel, hatta içerik düzenlemesi) değişiklikleri yapmak demektir. Kaynak metni bırakıp, kaynak metin yazarı adına, o yazarın yazmadı-ğı bir metin üretmek demek değildir elbette.

‘İYİ ÇEVİRMENLERİN YETİŞMESİNDE YAYINEVLERİNE BAZI İŞLER DÜŞÜYOR’

Editör-çevirmen ilişkisi nasıl yürüyor?Bulunduğum yerden baktığımda, bu ilişkiyi çok aza, çevrile-cek metni çevirmene vermeye, çevirmenden teslim almaya indirgenmiş gibi görüyorum. Arada ne yapılıyor bilmiyorum. Oysa bana göre iyi çevirmenlerin yetişmesinde yayınevlerine bazı işler düşüyor. Hazır, yetişmiş çevirmen bulmak kolay mı? Çevirmen nerede yetişecek? Okullarda bir yere kadar yetişebilir. Bir yabancı dil öğrenince çevirmen olmaya ha-zır değilsinizdir. Çok çeşitli becerilere, bilgilere, birikimlere gereksinimiz vardır. Bilgi birikimi kazanmak için de beceriler geliştirmek için de zamana gereksiniminiz vardır. Yayınevle-rine burada iş düşüyor derken, çevirmenlerin her çeviriden sonra bu işi biraz daha iyi yapar biri haline gelmesi için yol gösterici olmalarından söz ediyorum. Yol gösterici olmak çeviriyi yalnızca eleştirmekle, beğenmemekle olmaz, “Bu iyi olmamış” demekle olmaz. Basbayağı bir okul gibi öğretici olmak gerekir.

Sizin için bir metnin “çevrilebilir” olmasının gerekçesi nedir?En çevrilmez denen metinleri bile çevirenler çıkıyor. Sanki dünyada çevrilmeyecek metin yok gibi. Benim için soru bu değildir, “Bu metnin çevrilmesi gerekiyor mu?” diye sorarım ben kendime. Benim için en önemli soru budur. Çeviri çok emek isteyen bir iş, o çok nitelikli, ağır emeği bir işe verecek-sem niçin vereceğim. Ne uğruna vereceğim? Bunun yanıtını ararım. Benim için bir metnin çevrilebilirlik ölçüsü, önce-likle “çevrilmeye değer” olmasından, çevrildiği zaman erek metin okurları için bir anlam ve değer taşıyacak olmasından kaynaklanır. Çevrilmeye değer olup da çevrilmesi zor, hatta

‘“Bu metnin çevrilmesi gerekiyor mu?” diye sorarım ben kendime. Benim için en önemli soru budur. Çeviri çok emek isteyen bir iş, o çok nitelikli, ağır emeği bir işe vereceksem niçin vereceğim. Ne uğruna vereceğim? Bunun yanıtını ararım. Benim için bir metnin çevrilebilirlik ölçüsü, öncelikle “çevrilmeye değer” olmasından, çevrildiği zaman erek metin okurları için bir anlam ve değer taşıyacak olmasından kaynaklanır. Çevrilmeye değer olup da çevrilmesi zor, hatta olanaksız olan, çeviriye gelmeyecek olan metinler yok mudur? Vardır elbette. Onlar da çevrilmeden kalabilir.’

Page 18: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

18

‘Çevirmen metnin yazarı “adına” başka bir dilin okurları için bir metin üretmektedir. Metnin yazarı değildir, evet ama, çeviri okuru da çevirmenin metnini okumaktadır, yazarınkini değil. Hatta yazarın metnini çoğu kez hiç bilmiyordur ve bilmeyecektir bile. Çevirinin bu iki yanlılığını çevirmenin unutmaması gerekiyor. Yani çevirmen hem bir elçidir hem de değildir. Bu durumu vurguluyorum çünkü çevirmeni hiç görmek istemeyenlere de bir hatırlatmada bulunmak istiyorum.’

olanaksız olan, çeviriye gelmeyecek olan metinler yok mudur? Vardır elbette. Onlar da çevrilmeden kalabilir.

‘TOPLUM ONAYLAMIYORSA FATURA ÇEVİRMENE ÇIKARILIR’

Ülke kurulduğu günden beri çevirmenin kontrol altında tutulmaya çalışılmasının, sıklıkla yargılanmasının sebebi ne sizce? Sistem, çevirmenden neden korkuyor?Çevirmenin tuhaf yazgısı. Çevirdiği metnin içeriği çevirmenin kendi toplumunca onaylanmıyorsa fatura çevirmene çıkarılır. Suçu, o metni kabul görmeyeceği bir topluma taşımaktır. Elçiye zeval olmaz demesine izin verilmez. Yukarıda söylediğim gibi çevirmen metnin yazarı “adına” başka bir dilin okurları için bir metin üretmektedir. Metnin yazarı değildir, evet ama, çeviri okuru da çevirmenin metnini okumaktadır, yazarınkini değil. Hatta yazarın metnini çoğu kez hiç bilmiyordur ve bilmeye-cektir bile. Çevirinin bu iki yanlılığını çevirmenin unutmaması gerekiyor. Yani çevirmen hem bir elçidir hem de değildir. Bu durumu vurguluyorum çünkü çevirmeni hiç görmek isteme-yenlere de bir hatırlatmada bulunmak istiyorum.

Öte yandan çevirmen bir makine değildir, bir insandır. Bütün insanlar gibi onun da siyasal görüşleri, inançları, tercihleri vardır. Olmalıdır. Kendisine çevrilmek üzere verilen her met-ni çevirmek zorunda değildir. Örneğin, işkencenin çok iyi bir yöntem olduğunu savunan bir kitabı çevirmek ister miyim diye kendine sormalıdır? Bir metni çevirmek üzere seçmenin so-rumluluğu vardır.

Bütün bu gerçeklere karşın bir çevirmen olarak yargılanmak ya da baskı altında tutulmak da bana göre hiç kabul edilebilir şeyler değildir. Çevirmenlerden korkuluyorsa, o ülkede aslında düşünce özgürlüğünden korkuluyor demektir. Yalnızca çevir-menlerden korkulmuyor düşünceden korkuluyor, düşünen ve yazan herkesten korkuluyor demektir. Bu “herkesin” hep bir-likte baskıya direnmesinden, düşünce özgürlüğü savaşı verme-sinden daha onurlu bir şey olabilir mi? Demek ki çevirmen de kenarda durmayacak, düşünce özgürlüğü savaşı verenlerin en başında yer alacaktır, yasal güvencelerinin olmasını önemseye-cek, gerekiyorsa yasaların yeniden düzenlemesi, değiştirilmesiy-le ilgilenecektir, bu savaşta etkili olabilmek için meslek birlikle-rine katılacak, meslektaşlarıyla güç birliği yapacaktır. Düşünce özgürlüğü olmadan özgürce işini yapamayacağını bilecektir. Çevirmenlik kimliğinin hiç de koruyucu olamayacağını.

Page 19: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

19

‘YAYINEVLERİ YAĞMALAMAK İÇİN SIRAYA GİRİYOR’

Geçmişe nazaran yayınevi sayısının artmasının çeviriye/çevirmene olan faydası ya da zararı nedir? Ek olarak, ekonomik dalgalanma çevirmeni ne oranda etkiliyor?Yayınevleri niçin bu kadar arttı diye düşünürken, yayıncılık para getiren bir iş olmasaydı bu kadar artar mıydı diye düşünmek gerekir. Yayıncılık artık “kitap aşkıyla” yapılmıyor demektir bu. Ülkenin okurlarına, kültürüne düşünce ufkunun genişlemesine hizmet gibi yüksek amaçlarla yapılmıyor demektir. Ticari kaygı-larla yapılınca da neler oluyor görüyoruz: Yayınevleri Sabahattin Ali’nin kitaplarına telif ödeme zorunluluğunun bitmesini bekli-yor, yağmalamak için sıraya giriyorlar. Onlara bu hiç ayıp gelmi-yor –hele kızı yaşarken. Bu tek örnek de değil. Kitapları için telif ödemeyecekleri bütün yazarlara aynı şeyi yapıyorlar. Yayınevleri-nin sayılarının artmasının çevirmenlerin ya da yazarların hayrına olacağını düşünmek çok zor. Kazanç önemliyse –ki öyle- yazar ve çevirmen hiç o kadar önemli değildir. Onların önemleri de kazançla ölçülür. Eskiden hiç değilse yayıncılık yapanlar yüksek toplumsal yararlar uğruna yapar görünmeye çalışırlardı ya da kıt kanaat da olsa, hayatlarını kazanmakla yetinir görünürlerdi. Saygınlık önemliydi.

Hukuki olarak bakıldığında çevirmenin en nesnel sorunları nelerdir? Hak ettiğiniz güvenceye kavuştuğunuzu düşünüyor musunuz?Hukuki olarak çevirmenlerin en somut sorunları bence çevir-menlerin yasal olarak ne gibi haklara sahip olduklarını pek bil-memeleri, yayınevlerinin de çevirmenlerin bu bilgisizliğini kendi yararlarına kullanması. Çevirmenlere imzalattıkları sözüm ona “matbu” çeviri anlaşmalarına baksanıza, hep yayınevinin hakları sayılıyor, sözleşmelerde çevirmenin haklarının neler olduğundan nerdeyse hiç söz edilmiyor. O çeviri anlaşmalarını okuduğumda çevirmene adeta, “Şöyle yaparsan asarım, böyle yapmazsan kese-rim” deniyormuş gibime geliyor. Hukuka güvenin sıfır olduğu bir ülkede yaşıyoruz, ne hakkı, ne güvencesi?

“Şu çeviriyi bir de benden okusaydınız keşke…” diyebileceğiniz bir metin var mı? Ya da çok beğendiğiniz, okumaktan keyif aldığınız bir çeviri?“Şu çeviriyi bir de benden okusaydınız” dediğim olmadı hiç. Benim bunu söylememin pek önemi yok zaten, belli bir metnin falan çevirisini filanca çevrisine tercih ettiğini söyleyen ya da çevirmenine bakarak bir kitabı almaya ya da almamaya karar veren okurların bulunması önemli. Bertan Onaran’ın Don Kişot çevirisini zevkle okuduğumu hatırlıyorum.

Çeviri Atölyesi- Çeviride Tuzaklar, Ülker İnce, Dilek Dizdar, 264 syf., Can Yayınları, 2017.

Page 20: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

20

‘Yılın Yazarı Öykü Ödülü’ başvuruları başladıNilüfer Belediyesi, 2019’u Nezihe Meriç’e adadı. Öykü Ödülü başvuruları başladı.

Nilüfer Belediyesi’nin “Yılın Yazarı” etkinlikleri kapsamında, o yılın adandığı yazar adına düzenlediği Öykü Ödülü başvuru süreci başlıyor. Bu yıl Nezihe Meriç anısına verilen ödüle başvurular 17 Haziran-23 Ağustos tarihleri arasında olacak. 2019 yılını Cumhuriyet döneminin ilk kadın öykü yazarlarından biri olan Nezi-he Meriç’e adayan Nilüfer Belediyesi Kütüphaneleri, Meriç’in edebiyat tarihine kazandırdıklarının etkisinde, yazmayı kendine uğraş edinenleri “Yılın Yazarı Öykü Ödülü”ne katılmaya davet ediyor.

İnsana, topluma dair yeni bir bakış ve yorumla yazmaya yönelenlerin öykü çalışmalarını değerlendirmeyi amaçlayan yarışmanın Seçici Kurulunu Nursel Duruel, Gaye Boralıoğlu, Nahit Kayabaşı, Jale Sancak ve Şafak Pala oluşturuyor. Yarışmada büyük ödül 3.000 TL olacak, ayrıca beş kişiye de mansiyon ödülü verilecek.

Yarışma ile ilgili ayrıntılı bilgi almak isteyenler Nilüfer Kütüphane’nin sosyal medya sayfalarını takip edebilir veya 0224 494 19 54 numaralı telefondan kü-tüphaneye ulaşabilir.

Page 21: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

21

Zihin geçmişe yürüyünce varoluş anlamı bulur mu?Sergio Chejfec’in “Benim İki Dünyam” kitabı, yürüyerek varoluşunu anlamlı kılmaya çalışan anlatıcısının zihninde bir yolculuğa çıkarıyor okuru. Şimdinin bir parkta anlam bulamayan yapaylığı, düzenlenmiş hayatlar, hayvanların-bitkilerin konumu bunu anlatıyor ve karakterin anlamsız bulduğu, yabancılık çektiği yaşamı ile ilişkileniyor.

Emek Erez Kitaplarla karşılaşmanın nispeten daha kolay olduğu bir çağda yaşıyoruz. Kitap ekleri, önerilerine güvendiğiniz sosyal medya kullanıcıları, kültür sanat siteleri, yayınevlerinin sosyal medya hesapları… Örnekleri arttırabiliriz. Bu durumun olumlu so-nuçları olabildiği kadar, bazen hayal kırıklığı yaratan metinlerle de karşılaşmamızı sağlayabiliyor elbette. Ancak zaten niteliğine güvendiğiniz, kendi okuma tecrübelerinizin de etkisiyle peşine düştüğünüz hatta çağrısına uyduğunuz kitaplar da olabiliyor.

Çağrı derken şunu kast ediyorum: Kitaba dair küçük bir ipucu yakalayıp o metnin size söyleyebileceği bir şeyler olduğunu his-setmek. Sergio Chejfec’in Benim İki Dünyam kitabına “çağrıl-mam” Enrique Vila-Matas’ın kitaba önsöz yazdığını duymam ile oldu. Severek takip ettiğiniz bir yazarın başka yazara önsöz yazmasının yüklediği anlamın peşinde sürüklenip belki onun

Page 22: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

22

kadar sevebileceğiniz başka bir yazarla tanışmanın ayrı bir tadı var, ki yaşayanlar bilecektir. Jaguar Yayınları tarafından, Bülent Kale çevirisi ile basılan, Benim İki Dünyam kendi içinde çok farklı bağlamlarda tartışabileceğimiz bir kitap, en başta bilindik bir okuma deneyimi sunmuyor, bu nedenle bana iyi ki “çağrıya” uymuşum dedirten bir metin oldu. Genel bir tema yakalamak zor ancak kitabı bitirip kapattığınızda aklınızda kalan en belirgin ko-nunun yürümek olduğunu görebiliyorsunuz, en azından benim deneyimim bu yönde oldu.

YÜRÜME TUTKUSU

Bir yazar olan anlatıcı, Brezilya’ya bir konferansa katılmak için gelir; ancak onun açısından konferansın çok anlamı yoktur. Elin-deki haritada belirlediği yeşil nokta onun için yürüme sebebi olur ki metin ilerledikçe anlatıcının yürüme tutkunu olduğunu anlı-yoruz. Ancak onun yürümesi ne bir hedefe varmak için, ne spor için ne de keşif amaçlı. Chejfec’in karakterinin yürüme arzusu, Rimbaud’un doktorların kendisine birkaç ay ömür biçmelerine rağmen “yapay bacağı bekliyorum. Gelir gelmez onu bana yolla-yın. Buradan çıkıp gitmeye can atıyorum” (akt. Gros, 2017: s. 50) dediği anda duyduğu yola çıkma ve yürüme tutkusuyla benze-şebilir belki. Ancak onda farklılaşan yürümelerinin daha çok bir tefekkürü hatırlatıyor olması. Proust’un “madeleine” örneğinde olduğu gibi istemsizce belleğinin harekete geçmesi sonucu ka-rakter, zihninin derinliklerinde biriktirdiği anıları, çağrışımlarla üzerine hikâyeler anlattığı bir duruma dönüştürüyor. Böylece, bin bir düşünceye açılan zihin kapılarından geçilmesi gibi bir hâl ortaya çıkıyor. Anlatıcı pek çok şeye kafa yorarken, okurda onun zihninin karanlığında dolaşmaya çıkıyor. Kısacası, hem içsel hem de dışsal bir yolculukla karşı karşıya kalıyorsunuz. Bu yürümede ayaklardan çok anlatıcının zihnini hissediyorsunuz öyle ki bazen sanrı mı gerçek mi ayırt edemediğiniz oluyor. Ayrıca, metnin altı epey dolu; kullanılan imgeler, ele alınan konular sadece karakterin varoluş kaygılarını içermiyor, geçmişte yaşanan trajik olayların bellekte bıraktığı iz, yalnızlık duygusunun insanı çaresiz bıraktığı anlar, modern mimari ve parklara getirilen eleştiri, sa-nat gibi pek çok konu üzerine düşünmenizi sağlıyor.

YABANCILIK VE YÜRÜME

Sergio Chejfec’in anlatıcısı için yürüyüş bir tutku ancak onun için bu daha kişisel anlamlara geliyor ve bunu şöyle ifade edi-yor: “Benimmişçesine benimsediğim ilk fikirlerden biri, uzun yürüyüşlerin idealleştirilmesidir; önce romantik sonra modern anlamda. Bende yanlış bir şeyler olmalı, çünkü gelecek için bir

‘Proust’un “madeleine” örneğinde olduğu gibi istemsizce belleğinin harekete geçmesi sonucu karakter, zihninin derinliklerinde biriktirdiği anıları, çağrışımlarla üzerine hikâyeler anlattığı bir duruma dönüştürüyor. Böylece, bin bir düşünceye açılan zihin kapılarından geçilmesi gibi bir hâl ortaya çıkıyor.’

Page 23: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

23

hayat seçmem gerektiğinde, hiçbir şey beni kendisini seçmeye ikna edemedi. Çok küçük yaşlardan itibaren heyecan taşıma yeteneğim olmadığımı biliyordum: Doğrudan bir şeye inanmak-tan aciz, siyasete daha hiç bulaşmadan hayal kırıklığına uğramış, o zaman genç olmasına rağmen gençlik kültürüne karşı kuşkulu, paraya yönelik toplu koşunun ve maddi başarı denen şeyin aylak seyircisi, hayırseverlik ve yardımlaşma odaklı iyiliklere karşı çekimser…”

Anlatıcının kendine dair bir kısmını alıntılayabildiğim söyle-dikleri onun yaşamla kurduğu ilişkinin bir şekilde “yabancılık” ilişkisi olduğunu da düşündürüyor. Hayata dair kaygıları çoğun-lukla benzeşmeyen, dünyanın verili anlamları karşısında heyecan duymayan belki de Camusvari bir yabancılık durumu bu. Çünkü anlatıcının bazı cümleleri bize bu yabancılık duygusunu anımsa-tıyor: “Belçika sınırını geçtiğim andan itibaren bulunduğum bu ülkede, yani Almanya’da, Holokost sürecinde aile üyelerimin bü-yük bölümünün yok edilmesiyle ilgili endişelerim pek de kendini göstermemiş, işin kötüsü bu durum, tam aksine, gizli bir suçluluk ve yetersizlik duygusuna dönüşmüştü.” Bu cümlelerde tamamıy-la o yabancılık durumunu göremiyoruz çünkü bir şekilde hâlâ “suçluluk “ ve “yetersizlik” duygusundan bahsedebiliyor anlatıcı ancak daha sonra şunları söylüyor: “Almanlara, tek tek her birine ama aynı zamanda özel olarak hiçbirine, en rencide edici ilgisiz-likle bir arada, bir tür bastırılmış öfke olan o duyguyu hissedip gösterememiş olmak vicdanımı sızlatıyordu; hep başıma geldiği gibi, bu denli açık ve net bir duyguyu bile hissetme imkânından yoksun kaldığım için bir hayal kırıklığı…” Burada hissedecekmiş gibi olmak gibi bir durum var. İstemek ama yapmamayı tercih etmek, öfke duymak ama onu yönelte-cek kadar güçlü bir his duymamak. Bu arada şundan bahsetmek gerekiyor Chejfec’in anlatısı genellikle yadsıyan bir üslupla örülü, böyle olabilirdi olmadı veya şöyle anımsıyorum ama yanlış da olabilir şeklinde, bu nedenle karakter hakkında kesin yargılara varamıyoruz ancak metnin imkânlarıyla bahsettiğimiz yorumla-ra ulaşabiliyoruz bana kalırsa.

BAŞKA BİR VAROLUŞ DÜŞÜ

Bu nedenlerle anlatıcı için yürümek belki de bir kaçış, toplumun ve yönetim aygıtlarının, ondan beklenenlerin dışında bir varoluş istenci. Şu cümleler söylemeye çalıştığımızı destekler nitelikte: “Kısacası tüm bu eksik yanlarımla, hazır ve bomboş bir zihne en çok benzeyen şey olan yürümekten başka bir seçenek yoktu be-nim için.” Böylece, Chejfec’in karakteri kendinde eksik gördüğü, uyumsuzluğuna neden olan şeylerin önüne geçmek için yürüyor ve bu bir hayatta var kalma çabasına dönüşüyor. Onun yürü-

‘Chejfec’in anlatısı genellikle yadsıyan bir üslupla örülü, böyle olabilirdi olmadı veya şöyle anımsıyorum ama yanlış da olabilir şeklinde, bu nedenle karakter hakkında kesin yargılara varamıyoruz ancak metnin imkânlarıyla bahsettiğimiz yorumlara ulaşabiliyoruz bana kalırsa.’

Page 24: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

24

meye dair fikirlerine biraz daha yakından bakarsak şu cümleler de yardımcı olabilir: “Başka hiçbir şey yapmadan yürümek… Hedefsiz değil, modern insanın büyüleneceği hâliyle tesadüfün ve güzergâhın sunduğu yeniliklere dikkat kesilerek değil; onun yerine haritaları bile test edecek kadar uzak, neredeyse ulaşılmaz ya da erişilmez olana yürümek…” Buradaki hedefe konan uzak-lık metnin ruh hâlini de düşünürsek bir anlamda metafizik bir yere işaret ediyor. Veyahut da bir anlama ulaşma, değer verdire-cek, hissizlikten kurtaracak, kendi içinde veya dışında ulaşılması imkânsız olan yeri imliyor.

MEZARLIKLAR VE PARKLAR

Chejfec’in anlatısında parklara dair getirdiği eleştiri de üzerinde durmaya değer. Anlatıcının “yeşil nokta” olarak ulaştığı parkı sevmesinin bir nedeni bu yerin terk edilmiş ve çok uğrak yeri olmayan bir alan olması. Peki, bakımsız bir park neden sevilir çünkü anlatıcının deyimiyle, bu tarz parklarda “kimse savundu-ğu düşünceyi dayatmaz.” Bir park nasıl düşünceyi dayatır diye so-rarsak modern parklar kent insanının doğaya olan yabancılığının göstergesi gibidir. Biçimli ağaçlar, belli bir şekilde ekilmiş bitkiler, bir hedefe yönelik yürüyüş güzergâhları kısacası bu yerler belirli bir kural ve düzen içerir, orada bulunanların varlığı da bu kural ve düzene göre belirlenir. Anlatıcının parktaki göle dair şu tasvi-rinde olduğu gibi: “Bunun gibi kontrol altındaki göllerde insan, düzenlenmiş hayatın getirdiği farklılıkları analiz edebilir ya da en azından görebilir. Böyle yerlerde kaplumbağalar ve balıklar sakince yüzer, onları tehdit eden bir şey olduğunu düşünmek zordur. Mücadelenin unutulduğu, muhtemelen o mutsuz yaşantı-ya iyice uyum sağlanan ve hep öyle sürecek şekilde düzenlenmiş bir hayattır bu.” “Düzenlenmiş hayatta” doğa insanın içine karış-madığı, onun koşullarına uyum sağlamak için çaba göstermediği, nesnel bir anlama sahip olur, onu duyumsaması sunidir, insana kendi doğasına ne kadar yabancılaştığını hatırlatamayacak kadar günlük yaşamın rutininin bir parçasıdır, kontrollüdür. Belki de bu nedenle anlatıcı mezarlıklar ve parklar arasında bir benzerlik kuruyor, metni okurken aklıma mezarlıklar, parklar ve bahçe-lerin aynı müdürlüğe bağlı olduğu geldi, neden sizce üzerine düşünmeye değmez mi?

GERİYE GİDEN SANAT

Benim İki Dünyam başta da bahsettiğimiz gibi bize farklı bağ-lamlarda tartışabileceğimiz epey malzeme veriyor. Metinde kullanılan anlatıcının geçmişiyle kurduğu ilişkiyi imleyen “geriye giden saat” metaforu da üzerine konuşmayı hak ediyor. Anlatıcı

‘“Düzenlenmiş hayatta” doğa insanın içine karışmadığı, onun koşullarına uyum sağlamak için çaba göstermediği, nesnel bir anlama sahip olur, onu duyumsaması sunidir, insana kendi doğasına ne kadar yabancılaştığını hatırlatamayacak kadar günlük yaşamın rutininin bir parçasıdır, kontrollüdür. Belki de bu nedenle anlatıcı mezarlıklar ve parklar arasında bir benzerlik kuruyor, metni okurken aklıma mezarlıklar, parklar ve bahçelerin aynı müdürlüğe bağlı olduğu geldi, neden sizce üzerine düşünmeye değmez mi?’

Page 25: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

25

için bu nesne bir anlamda onun geçmişiyle olan, belleğinde asılı kalan, kimliğiyle, ailesinin acılı geçmişiyle ilişkisini anlatan bir imge. Ayrıca, tarihi şimdinin geçmişle olan bağına odaklayan bir anlamı var bana kalırsa. Metnin düğümü de belki o geçmişte yatıyor. Anlatıcının belirsizce yürüyüşü ki -yürümek genellikle ileriye dönük bir hedeftir- onun durumunda genellikle tersi bir şekilde ilerliyor. Bu durumu şöyle ifade edebiliriz; ayakların yönü ileriye dönük olsa da zihnin yönü geçmişe dönük. Belki de bu nedenle geçmişin yüküyle çıkılan uzak, hedefsiz yol devamlı olarak zihinsel oyunlarla kesiliyor, daha önce de bahset-tiğimiz o metafizik hedefte aranan anlam nesnelerle veya belleği devreye sokan çağrışımlarla sekteye uğruyor. Karaktere göre; “geriye giden saat geçmişi gösteriyordu, bu en iyi miras olabilirdi; kendi doğamızla karşılaşmak için bir tür uyarı…” Bu cümledeki “kendi doğamızla karşılaşmak” varoluşun geçmişle olan ilişkisi-ne, kişinin kendini en iyi orada görebileceğine ve şimdide geçmi-şin yüküyle varolmanın zorluğuna işaret ediyor belki de.

Sergio Chejfec’in Benim İki Dünyam kitabı, yürüyerek varoluşu-nu anlamlı kılmaya çalışan anlatıcısının zihninde bir yolculuğa çıkarıyor okuru. Şimdinin bir parkta anlam bulamayan yapaylığı, düzenlenmiş hayatlar, hayvanların-bitkilerin konumu bunu an-latıyor ve karakterin anlamsız bulduğu, yabancılık çektiği yaşamı ile ilişkileniyor. Ayrıca bu metin felaketten kalanın nesneleşti-rilmeden anlatıya dönüşebilmesi açısından iyi bir örnek bence çünkü Holokost gibi bir konunun izini karakterin duygularına olan etkisiyle değerlendirebilme, bunu yaparken insanların olay-lar karşısında benzer tepkiler veremediğini anlayabilme imkânı sunuyor.

Yazıya başlarken Enrique Vila-Matas’ın metne önsöz yazdığından bahsetmiştim onun cümleleriyle bitirelim: “ Chejfec romancı kelimesinin tam olarak karşılayamadığı zeki biri aslında; çünkü o romandan ziyade anlatılar, kitaplar, yapıtlar, hikâye edilmiş düşünceler bırakıyor.” Sanırım bu metin için “hikâye edilmiş düşünceler” fikrine katılabiliriz.

Kaynaklar

Gros,F., (2017), “Yürümenin Felsefesi”, (Çev. Albina Ulutaşlı), İstanbul: Kolektif Kitap.

Benim İki Dünyam, Sergio Chejfec, Jaguar Kitap, 2019.

Page 26: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

26

‘Şair’ Attila İlhan’ı anlamaya çalışmakBir aşk şairi olarak bilinen Attila İlhan’ın poetik ve politik gelişiminde güzel ile kötü iç içedir. Büyük kentin yorgunluklarını, aşklarını, kavgalarını, modernleşme kaygılarını imgelerle yansıtmaya çalışır şiirlerinde. Teorik olarak “toplumculuk”, “sosyalizm” “halk” gibi kavramlar İlhan’ın ölçütleri olsa da sese verdiği önemle giderek formalist bir şiir anlayışına varmıştır...

Salih Bolat

Page 27: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

27

1925 yılında İzmir’de doğan Attila İlhan, on altı yaşında, daha lise öğrencisiyken, bir kız arkadaşına yazdığı mektupta Nazım Hikmet’in bir şiirine yer verdiği için, gizli örgüt kurmaya ça-lıştığı gerekçesiyle tutuklanır, üç ay cezaevinde tutulur. Liseyi bitirdikten sonra girdiği İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakülte-si’ni ikinci sınıfta bırakır, Paris’e gider. O yıllarda tutuklu olan Nazım Hikmet’i kurtarma girişimlerinde bulunur. 1952 yılına kadar kaldığı Paris’ten Türkiye’ye döndüğünde, Batı kültürü-nün etkisindedir. Özellikle Fransız şiir duyarlılığının farkına varmış olan Attila İlhan, yazdığı şiirlerle kısa sürede, daha genç yaşta ünlenir. Attila İlhan bir şair olarak ne kadar politik göndermelerde bulunursa bulunsun, şiirlerinin arka planında ne kadar siya-sal yaşantılar bulunursa bulunsun, bir aşk şairi olarak bilinir. Çünkü şiirlerinin en açık izlekleri bile genellikle politik olma-yan ve duygusal bir atmosferde gelişir. Örneğin, “Sana Ne Yap-tılar” adlı şiirinde, politik nedenle gözaltına alınıp bırakılmış bir genç kız anlatılırken bile okur sanki bir aşkın öznesinden söz edildiği izlenimi ediniyor:

“…Saçların uzundu, omuzlarına akardı Gönlümüz şenlenirdi sarışınlığından Onlar mı kestiler, sen mi kısalttın Gülerdin, içimize aylar doğardı Görünmez dağların arkasından Eski gülümsemeni beyhude aradım O sabah mı çıkmıştın bir gün önce mi Çok değişmişsin birden tanıyamadım.…)

Kentli bir duyarlılığın şairi olan Attila İlhan, kaymakam olan babasının mesleği nedeniyle Anadolu’nun çeşitli yerlerini görme, yaşama olanağı bulmuştur. Özellikle “Duvar” adlı ilk kitabında bu Anadolu duyarlılığının etkileri açık biçimde görülür. Karacaoğlan, Dadaloğlu gibi halk ozanlarına ait sözlü şiir geleneğiyle çakışan bir söyleyiş görülür: “işte evvel baharın üç ayları yetişti/şimdi göçmen kuşların tebdil mekân çağıdır/bir yol sökün eyledi mi dizi dizi turnalar…” daha sonraki kitaplarında, bu özelliğinden uzaklaşmış, giderek bıçkın, hafif gizemli, marjinal, yer yer karanlık işlerin içinde izlenimi yan-sıtan karakterlerin duyarlıklarının şiirini yazmıştır: “…haliç’te bir vapuru vurdular dört kişi/demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu/dört bıçak çekip vurdular dört kişi/yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu…”

Gizemli, karanlık şiir duyarlığıyla ilgili olarak Attila İlhan, “24-61” adlı şiiri bağlamında şunları söyler: “…düz bir konuşma- Duvar, Attila İlhan, 189 syf., İş Bankası

Kültür Yayınları, 2003.

Page 28: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

28

nın gidişi içerisinde yoğun bir gerilimi ve kişisel bir dramı ve-rebilmiş olmasından, ikincisi, gerilim ve hafif hafif hissedilen korku, bir yeraltı yaşamasının getirdiği kaçınılmaz şeyler, çok yıllar sonra bu şiirin çıktığı damardan, gündelik şeyler başlığı altında sana ne yaptılar, sakın ha, galiba ölüyorum gibi epeyce ilgi uyandırıp patırtı koparan şiirler yazacağım…” Gerçekten de “24-61” adlı şiiri ve diğerleri böyle şiirlerdir: “ahmed beni fevzipaşa bulvarı’na çağırdılar/onikinci ağacın altında bekle-yeceğim/ahmed beni neden çağırdılar bilmiyorum/ izmir’in yabancısıyım ahmed korkuyorum/sabaha dönemezsem telefon edersin…”

Attila İlhan’ın aşk şiirlerinin kadınları nedense gerçekte var olmayan, düşsel, neredeyse “ütopik” kadınlardır: “ne kadınlar sevdim zaten yoktular”

Zaten şiirin birinci tekil anlatı açısını oluşturan öznenin ken-disi de tekin değildir. Ona aşık olunmaması gerekir. Kadınların bildiği aşkların dışında, belki de güvensiz yanı olan biridir.

SEN BURDA BİR YABANCISIN bu rüzgarın tadı senin hiç tatmadığın bu yolcular bilmediğin bir yerden geliyor konuştukları dil ömrünce duymadığın gözlerini sakla sen burda bir yabancısın akşam tren raylarına yağmur yağıyor

devrilmiş bu sokak ayak basmadığın çarmıha gerilmiş afişler ıslanıyor karanlıkta bir kadın tanımadığın bir şeyler söylüyor anlamadığın şüpheli oteller üstüne geriniyor sen burda bir yabancısın saklanmalısın akşam tren raylarına yağmur yağıyor”

Memet Fuat, Attila İlhan şiirinin 1950’lerden sonra büyük bir değişikliğe uğradığını, iyice özgünleştiğini, toplumsalcı kaygı-larla bireyci kaygıları iç içe işlediğini belirtir. Yepyeni imgeleri, sürekli yinelenen sesleri, eski yeni hiçbir anlayışa uymayan dizeleriyle yadırganması gereken bu şiirlerin tam tersine yarattıkları aşırı duygusal havayla aydın çevrelerde kolayca benimsendiğini vurgular. Memet Fuat, Attila İlhan’ın sonraki dönemlerinde Divan şiirine aşırı bir yakınlık gösterdiğini, bu tavrıyla dilde eskiye dönüşü savunduğunu öne sürer. Gerçek-ten de Attila İlhan, “Korkunun Krallığı” adlı kitabında, Memet Fuat’ı doğrulayan yaklaşımlarda bulunur: “Divan şiirinden gelen gazel tarzının çağdaş koşullarda bambaşka bir içeriği, bambaşka bir şekilde ifade edilebileceğine inanmışımdır ben,

‘Memet Fuat, Attila İlhan şiirinin 1950’lerden sonra büyük bir değişikliğe uğradığını, iyice özgünleştiğini, toplumsalcı kaygılarla bireyci kaygıları iç içe işlediğini belirtir. Yepyeni imgeleri, sürekli yinelenen sesleri, eski yeni hiçbir anlayışa uymayan dizeleriyle yadırganması gereken bu şiirlerin tam tersine yarattıkları aşırı duygusal havayla aydın çevrelerde kolayca benimsendiğini vurgular.’

Page 29: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

29

şair eğer içeriğine hakimse, gazel tarzının inceliklerini serbest nazmın akıcılığıyla bağdaştırabilirse, şiirlerin başarılı olma-ması için sebep yoktur; daha önceki denemelerimden sözgelişi ‘An Gelir’ redifli gazel bestelenmiş, kalabalıkların sevdiği bir şarkı olmakla kalmamış, bazı okurlar tarafından bana ezbere okunmuştur vs.”

Attila İlhan’a göre ülkemizde aydın-halk yabancılaşmasının arka planında, resmi ideolojinin de onayladığı Latin/Grek kül-türü yatmaktadır. Bu kültürün egemen olduğu formal eğitimin yetiştirdiği bireyler, kendi toplumuna ve kültürüne yabancılaş-maktadır. Bu yabancılaşmayı ortadan kaldırmanın, aydın ile halk arasındaki mesafeyi kapatmanın yolu Osmanlı-Selçuklu mirasına geri dönmek, bu kültürü yaşama geçirmektir. Bu ne-denle okullarda Osmanlıca dersleri okutulmalıdır. Zaten Attila İlhan’ın şiirlerindeki Osmanlı kültürü ve Divan şiiri etkisi bu düşüncesinin sonucudur. Ona göre çağdaşlaşma, toplumsal yaşamda Osmanlı-Selçuklu sentezini sağlamaktır.

‘BAUDLAIRE’DEN RIMBAUD’YA, APOLLINAIRE’DEN MALLARME’YE…’

Oysa başlangıçta Attila İlhan “Sisler Bulvarı” adlı kitabında, Paris’te Plehanov’u okumasının Fransız sosyalist şairlerinin farklı tutumlarını görmesine neden olduğunu ve kendine yeni ufuklar açtığını, eski “inek toplumculuğunu” sanatı için bir “çocuk hastalığı” saymasına yol açtığını belirtecektir. O zamana kadar zararlı diye elini sürmediği şair ve akımlardan gelen esintileri de kişiliğinin özgün bileşimine yedirdiğini öne sürecektir. “Kimler mi?” diye soracak ve şu cevabı verecektir: “ Baudelaire’den Rimbaud’ya, Apollinaire’den Mallarme’ye bir sürü ozan! Varoluşçuluktan, gerçeküstücülükten, lettrisme’e kadar bir sürü akım! 40 yıllarında İstanbul’da toplumcu ozan ağabeylerimiz bu burjuva ozanlarını bize yasaklardı. Oysa Paris’te çağdaş Fransız şiirinin Baudelaire’le başladığını Ara-gon’un ağzından işitmiştim vs…”

Acaba burada Attila İlhan, “40 yıllarında İstanbul’da toplum-cu ozan ağabeylerimiz bu burjuva ozanlarını bize yasaklardı” derken, daha yolun başında kendisine usta olarak gördüğü, etkilendiği, özgürlüğü için Paris’te mücadele ettiği Nazım Hik-met’i mi kastediyordu? Çünkü Nazım Hikmet, 1946’da Kemal Tahir’e cezaevinden yazdığı bir mektupta, bir Fransız profesö-rün, İlya Ehrenburg’un sanatı propaganda aracı yaptığını öne sürerek kızmasıyla alay eder ve şunları yazar: “ Düşündüm, ne garip. Şair, mesela Bodler, Mallarmé, Verlen ümitsizliklerin-den, ölümün hayattan güzel olduğundan, geçmiş zamanların hasretinden, vefasız sevgililerinden, Allah’ın kudretine sığın-dıklarından, sarhoşluğun meziyetlerinden, hattâ oğlancılıktan

Sisler Bulvarı, Attila İlhan, 172 syf., Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019.

Page 30: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

30

bahsederler, bunun gibi şeyleri dillerine dolar ve bunu ustaca söylerlerse propaganda olmuyor. Ama bunların aksini ne ka-dar ustaca söylerse söylesin bir şair propagandacı oluyor.”

Büyük kentin yorgunluklarını, aşklarını, kavgalarını, modern-leşme kaygılarını imgelerle yansıtmaya çalışır şiirlerinde. Sisler Bulvarı’nın devamı sayılabilecek diğer şiir kitaplarında Yağ-mur Kaçağı (1959), Ben Sana Mecburum (1960), Bela Çiçeği (1962), Yasak Sevişmek’te imgelerle dolu lirizm ve coşku, im-kansız aşklar ile melankoli adeta iç içe geçmiştir. 1968 yılından sonraki şiirlerde ‘ben’in hesaplaşması devam ederken, Tutuk-lunun Günlüğü, Elde Var Hüzün, Korkunun Krallığı, Ayrılık da Sevdaya Dahil adlı kitaplarındaki şiirlerinde 12 Mart ve 12 Eylül’ün izleri göze çarpar. Tutuklunun Günlüğü’nde başlayan 1940 Karanlığı, ‘Tutukluyu Uyutmamak, Tutanak kısımları Gizli Duruşma ve Gereği Düşünüldü’ bölümleri Türkiye’de iktidarın tutsaklara uyguladığı o günün tecrit işkencesinden kesitleri anlatır.

‘ULUSAL SOSYALİST VE ENTERNASYONALİST DUYARLIKTA ŞİİRLER’

Poetik ve ideolojik olarak Attila İlhan’ın ilk kitabı Duvar’da Kuvayı Milliyeci” bir Kemalist olarak Nazım Hikmet etkisinde, onun şiir biçimini kullanarak şiir yazdığı görülürken, Paris yıllarıyla birlikte biraz daha “ulusal sosyalist” ve “enternasyo-nalist” duyarlıkta şiirler yazdığı görülür. Her ne kadar Plekha-nov’un çizdiği estetik alanda bilinçlendiğini söylese de, şiirle-rinde bu bilinci pek fark ettiğimiz söylenemez. Plekhanov’un temel düşüncesi ve önerisi neydi? Marksist öğretiyi sistemli bir biçimde ilk defa bir estetik kuramına uygulamaya çalışan Plehanov; sanatın doğuşu, toplumsal sınıflar-sanat eserleri arasındaki ilişki, estetik zevk ve fayda gibi konularla ilgilenmiş, Marksizmin temel metodu olan üretim ilişkilerinin toplumla-ra etkisini bu alanlara uygulamaya çalışarak sorunlara çözüm aramıştır. Plehanov ‘Sanat ve Sosyal Hayat’ adlı eserinde de sanatçı ile egemen sınıf arasındaki ilişkinin sanatçıyı ve eser-lerini nasıl etkilediğini açıklar. Plehanov’a göre belli bir sınıfın sanatı, o sınıf ilerici bir güç olmaktan çıkınca yozlaşır. Bur-juvazi eski düzenin karşısına çıktığı zaman, toplumun bütün insanlarının katılacağı (eski düzenin sömürücü soyluları ve ki-lise hariç) bir ideolojiyi temsil ediyordu. Burjuvanın çıkarlarıy-la, çalışan bütün kütlenin çıkarları birdi. Bu dönemde burjuva-nın görüşünü paylaşan sanatçılar ilericiydiler, çünkü fikirleri toplumun geniş kesimlerini ilgilendiren, birbirine yaklaştırıcı nitelikteydi. Fakat burjuvazinin menfaatleri çalışan yığınların menfaatleriyle çatışmaya başlayınca sanatın yaklaştırıcı nitelik-te olması imkanları son derece daralmış oldu. Plehanov’a göre böyle bir durumda sonuç sanatın yozlaşmasıdır. Sanatçı artık gerçeklikle ilgilenmez, ondan kaçar ve sanatın biçim yönüyle

Ayrılık Sevdaya Dahil, Attila İlhan, 110 syf., İş Bankası Kültür Yayınları, 2016.

Page 31: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

31

uğraşır, ‘sanat için sanat’ öğretisine kapılır veya mistisizme kayar.

‘TÜRK SOSYALİSTİ HALKININ KABUL EDECEĞİ FORMÜLÜ BULMALI’

Attila İlhan, yıllar sonra Plehanov’cu sanat görüşünden adeta vazgeçer. Çünkü Plehanov’un vurguladığı “sınıf ” kavramı, Attila İlhan’da “ulus” la yer değiştirir. Bir yazara göre (Nazan Kahraman) Attila İlhan 1960’ların ortalarından itibaren Tür-kiye için ulusal sosyalizm üzerine yoğunlaşmaya başlayarak, kendini Türkiye solundan ayırma çabasına girmiştir. Hayatının sonuna kadar Türk ulusal sosyalizmi kavrayışı üzerine düşü-nen ve yazan İlhan; 2005 yılında öldüğünde teorisini Sultan Galiyev’in, pratiğini Kemalizm’in, çerçevesini “ulusal kültür sentezi”nin, tabanını tüm toplum kesimlerinin oluşturduğu bir “ulusal sol” üzerine sayısız yazı bırakmıştır. İlhan’ın ulusal sol kavrayışı, her ülkenin ekonomik, sosyal ve ideolojik gerçekleri ve bunlara uygun olarak da kendi sosyalist modeli olduğu/ol-ması gerektiği üzerine temellenmektedir. İlhan bunu şöyle ifa-de eder: “Bir sosyalistin, eğer Türk sosyalistiyse, Marksizm’in metodunu kendi ulusal koşullarına uygulayarak oradan çıka-racağı tenkide göre davranışının olması lazım. Sağdan soldan alacağı bilgilerle bu iş olmaz. Halkının kabul edeceği formülü bulması lazım.”

Attila İlhan’ın şiirlerinde Plehanov’cu estetiğin gerekleri olan sınıfsal tavır, işçi sınıfının duyarlılığı gibi izlekler içerik de-ğil, motif olarak yer alır. Bu bağlamda, 12 Mart, 12 Eylül gibi darbe dönemlerinin karşılığı da sınıfsal bir tavır olarak değil, yaşanan travmaların romantik, duygusal ve metaforik bir dille, izlenimci yansıtılmasıdır.

SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI

öyle büyük ki hicranzincirlemeelektrik kontaklarışerareler dökülüyor sokak lambalarındanceryanlar kesildigözden kayboldu şehirsanki siyah bir denize batıyorayak sesleri boş meydanlardanhoyrat kanatlarıyukarda bir helikopterino ihanet sessizliğiniparparparçalıyor

‘Attila İlhan’ın şiirlerinde Plehanov’cu estetiğin gerekleri olan sınıfsal tavır, işçi sınıfının duyarlılığı gibi izlekler içerik değil, motif olarak yer alır. Bu bağlamda, 12 Mart, 12 Eylül gibi darbe dönemlerinin karşılığı da sınıfsal bir tavır olarak değil, yaşanan travmaların romantik, duygusal ve metaforik bir dille, izlenimci yansıtılmasıdır.’

Page 32: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

32

‘TÜRKİYE’DE HALK HALA TOPLUMCU ŞARİLERİ TERCİH EDİYOR’

Ancak “şair” olgusunun toplumsal algılanışında bir ahlak ge-liştirdiği söylenebilse de, kendi şiir anlayışının dışında gelişen şiir anlayışıyla şiir yazan şairleri ve onların şiirlerini insafsızca küçümseyecektir. 1950’den sonra gelişen “İkinci Yeni” anlayı-şında yazılan sürrealist şiire ve şairlerine karşı (“son iki nesil” derken, biri İkinci Yeni olmalı) sert, şematik ve muhafazakâr eleştiride bulunacaktır: “Biz bir şeyi değiştirmek için çok zor-luk çektik: Türkiye’de şairle meczup birbirine karışmıştı. Şair deyince, ne dediğini bilmeyen, dangalak, ortalarda dolaşan bir adam tipi geliyordu akla. Toplumcu şairler kuşağı bunu değiş-tirmek için çok uğraştı. Fakat son iki nesil bunu tekrar perişan etti. Halkla hiçbir ilişkileri olmayan, halka yukarıdan bakan, birbirlerine dalkavukluk eden, küçümseyen tipler… Senin şiirin kalabalıklara intikal etmiyorsa, onlar o şiirle özdeşleşmi-yorlarsa, sen niye yaşıyorsun ki? Yaşama daha iyi! İşte budur şairin halkıyla özdeşleşmesi. Fakat şimdi böyle dangalakça şeyler yazanlar tasfiye ediliyor halk tarafından, okunmaz hale geliyorlar, hiçbir işe yaramıyorlar. Ama 40 yılın Nazım’ı gene okunuyor, Arif ’i okuyor. Bu ne demektir? Türkiye’de halk hâlâ toplumcu şairleri tercih ediyor demektir.”(Aydınlık, 18 Mart 1995, s.13.)

Attila İlhan’ın poetik ve politik gelişimi öyle “asimetrik” tir ki, doğru ile yanlış, güzel ile kötü iç içedir. Gülten Akın bu du-rum karşısındaki gözlemini şu sözlerle ifade edecektir: “ Attila İlhan’da öyle şiirler var ki insan onlardan sonra şiir okumak istemez. Yüz yıl doyurur adamı. Sonra da şaşırtır kuraklığıyla. İki uç arasında. “

Gerçekten de Attila İlhan on iki kitaplık şiir serüveni boyunca, hep yüksek sesle okunacak şiiri önerdi. Ses boyutu şiir için en önemli boyuttu onun için. Teorik olarak her zaman “toplum-culuk”, “sosyalizm” “halk” gibi kavramlar onun düşünsel ölçüt-leri olsa da, şiirlerinde bu kavramların organik ve ideolojik bir karşılığı pek olmamıştır. Sese verdiği önem, giderek formalist bir şiir anlayışına varmıştır. Hatta, son kitaplarında “redifli gazel”, “rübai” gibi ‘Divan Şiiri’nin kalıpçı, sınırları belirli, öz-gürlüğe, savrulmaya izin vermeyen formlarıyla yazılmış şiirler yer almaktadır. Buna karşın estetik anlayışının arka planını oluşturduğunu öne sürdüğü Plehanov, “Tarihte Bireyin Rolü” adlı çalışmasında şu ifadelere yer verecektir: “…Şimdiye kadar tarihteki tüm olaylarda gördüğümüz de budur. Özgür iradeyi reddedenler çoğu kez, irade gücü bakımından tüm çağdaşla-rını geçmiş ve iradelerini son kerteye dek güçlendirmişlerdir. Buna sayısız örnek verilebilir…”

‘Attila İlhan’ın poetik ve politik gelişimi öyle “asimetrik” tir ki, doğru ile yanlış, güzel ile kötü iç içedir. Gülten Akın bu durum karşısındaki gözlemini şu sözlerle ifade edecektir: “ Attila İlhan’da öyle şiirler var ki insan onlardan sonra şiir okumak istemez. Yüz yıl doyurur adamı. Sonra da şaşırtır kuraklığıyla. İki uç arasında.“‘

Page 33: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

33

ETKİNLİK

DON KIŞOT’UM BEN

26 Haziran 2019Saat: 21:00 Denizli Açıkhava Tiyatrosu,Denizli

SIX PACK21 Haziran 2019

Saat: 22:30Ark Music & Gigs,

İstanbul

SEVGILI ARSIZ ÖLÜM - DIRMIT19 Haziran 2019 Saat: 20:30 %100 Studio,İstanbul

BORDER / SINIR20 Haziran 2019Saat: 21:15UNIQ Açıkhava,İstanbul

Page 34: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

34

Mario’nun Uçan Koltuğu-Sezer ve Tozar 3

Yazar: Ingvar Abmjörnsen Çevirmen: Deniz Canefe Yayınevi: Can Çocuk Yayınları Sayfa Sayısı: 104

Sanatın Işığında 78 Yıl

Yazar: Cevad Memduh Altar Çevirmen: Yonca Aşçı Dalar Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıSayfa Sayısı : 848

YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR

Page 35: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

35

YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR

Doldrums-Dünyanın Sonuna Yolculuk

Yazar: Nicholas Gannon Çevirmen: Delal Asya Yayınevi: Can Çocuk Yayınları Sayfa Sayısı: 340

Yürümek-Kısa Klasikler 7

Yazar: Henry David Thoreau Çevirmen: Selçuk Işık Yayınevi: Can YayınlarıSayfa Sayısı : 88

YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR

Page 36: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

36

Belleğin Girdapları

Yazar: Behçet Çelik Yayınevi: İletişim Yayınları Sayfa Sayısı: 266

Komplo Teorileri

Yazar: Kerem Karaosmanoğlu Yayınevi: İletişim YayıncılıkSayfa Sayısı : 248

YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR

Page 37: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

37

YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR

Demokratik Zorbalık

Yazar: Alexis De Tocqueville Çevirmen: Ebru Erbaş Yayınevi: Can Yayınları Sayfa Sayısı: 64

Hanımların Dikkatine

Yazar: Seray Şahiner Yayınevi: Everest YayınlarıSayfa Sayısı : 214

YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR

Page 38: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

38

Topur’daki Dünya

Yazar: Sema Aslan Yayınevi: İletişim Yayınları Sayfa Sayısı: 52

Siyah EndişeBir Asır Sonu Anlatısı Olarak Halit Ziya Uşaklıgil

Derleyen: Deniz Aktan Küçük, Murat Narcı Yayınevi: İletişim YayınlarıSayfa Sayısı : 360

YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR

Page 39: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

39

YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR

Charon’un Pençesi

Yazar: R. A. Salvatore Yayınevi: İthaki Yayınları Sayfa Sayısı: 424

Bıçağın Kendisi Yazar: Joe Abercrombie Yayınevi: İthaki Yayınları Sayfa Sayısı : 532

YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR

Page 40: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

40

Yürek Söken

Yazar: Boris Vian Çevirmen: Cemal Bali Akal Yayınevi: İthaki Yayınları Sayfa Sayısı: 256

Philothei Parerga Bir Allahseverin Meşgaleleri Yazar: Nikolaos Mavrokordatos Çevirmen: Ekin Dedeoğlu Yayınevi: İstos Yayınları Sayfa Sayısı : 222

YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR

Page 41: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

41

YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR

Dersim Üç Dağ İçinde

Derleyen: Serhat Halis Yayınevi: Nota Bene Yayınları Sayfa Sayısı: 280

Gitmediğim Bir Yerde

Yazar: İlhami SidarYayınevi: İthaki YayınlarıSayfa Sayısı : 168

YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR

Page 42: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

42

Bir Demet Kuru Soğan Yazar: Feridun Oral Yayınevi: Kırmızı Kedi Sayfa Sayısı: 232

Mutluluk Rüyası Fabrikası Yazar: Dicle KeskinoğluYayınevi: Kırmızı Kedi Sayfa Sayısı : 80

YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR

Page 43: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

43

YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR

Beyaz Ev

Yazar: Pelin Özer Yayınevi: Kırmızı Kedi Sayfa Sayısı: 184

Nazım’ın Harp Okulu ve Donanma Davaları

Yazar: Hikmet Çiçek Yayınevi: Kırmızı Kedi Sayfa Sayısı : 232

YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR

Page 44: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

44

Sondan Sonra

Yazar: Megan Hunter Çevirmen: Ayça Çınaroğlu Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları Sayfa Sayısı: 96

Yazı, Yazgı, Yazmak

Yazar: Ali Teoman Yayınevi: Yapı Kredi YayınlarıSayfa Sayısı : 160

YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR

Page 45: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

45

YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR

Medeni Cumhuriyet Katılımcı Hayatın Sosyolojisi

Yazar: Barış Büyükokutan Yayınevi: Koç Üniversitesi Yayınları Sayfa Sayısı: 135

Eugene Delacroix’dan Yeni İzlenimciliğe

Yazar: Paul Signac Çevirmen: Mehmet Rifat, Sena Rifat Yayınevi: Yapı Kredi YayınlarıSayfa Sayısı : 96

YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR

Page 46: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

46

Sanat: Görünendeki Görünmeyen

Yazar: Önay Sözer Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Sayfa Sayısı: 308

Tuna Boyunca

Yazar: Birol Bayram Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları Sayfa Sayısı : 416

YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR

Page 47: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

47

YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLAR YENİ ÇIKANLARÇOK SATAN KİTAPLAR

EDEBİYAT

1. Bir İdam Mahkumunun Son GünüVictor Hugo , Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

2. 1984George Orwell, Can Yayınları

3. Şeker Portakalı Jose Mauro De Vasconcelos, Can Yayınları

4. Hayvan Çiftliği George Orwell, Can Yayınları

6. Körlük Jose Saramago, Kırmızı Kedi

7. Fahrenheit 451 Ray Bradbury, İthaki Yayınları

8. Beyaz Zambaklar ÜlkesiGrigory Petrov, Karbon Kitaplar

9. Olağanüstü Bir Gece Stefan Zweig, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

10. SimyacıPaulo Coelho, Can Yayınları

11. Fareler ve İnsalarJohn Steinbeck, Sel Yayıncılık

12. İçimizdeki ŞeytanSabahattin Ali, Yapı Kredi Yayınları

13. Cesur Yeni DünyaAldous Huxley, İthaki Yayınları

14. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu Stefan Zweig, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

15. On Dakika Otuz Sekiz SaniyeElif Şafak, Doğan Kitap

Kaynak: kitapyurdu.com

Page 48: SAYI: 62 - cdn3.andyayincilik.com · bölgeye yollar. Ve gerçekten de “Tanrı Yafes’i büyütecektir.”[1] Yafes verimli topraklarda çoğalacak ve köklü bir hayat kura-caktır.

48

ÇOK SATAN KİTAPLAR

EDEBİYAT DIŞI

1. Bir Ömür Nasıl Yaşanır? Hayatta Doğru Seçimler İçin Önerilerİlber Ortaylı, Kronik Kitap

2. MomoMichael Ende, Pegasus Yayınları

3. Tüfek, Mikrop ve ÇelikJared Diamond, Pegasus Yayınları

4. Kendine İyi Davran Güzel İnsanBeyhan Budak, Destek Kitap

5. MetastazBarış Pehlivan-Barış Terkoğlu, Kırmızı Kedi

6. Gerçek Tıp Yitik Şifanın İzindeAidin Salih, Yitik Şifa

7. İfsaToygun Atilla, Kırmızı Kedi

8. Her Şey Değişir Anette Inselberg, Destek Yayınları

9. IKIGAI - Japonların Uzun ve Mutlu Yaşam SırrıHector Garcia, Francesc Miralles, İndigo Kitap

10. Sirkadiyen BeslenmeAyşegül Çoruhlu, Doğan Kitap

11. İyi HissetmekDr. David Burns, Psikonet Yayınları

12. Hayvanlardan Tanrılara SapiensYuval Noah Harari, Kolektif Kitap

13.Türk Askeri Kültürü Kolektif, Kronik Kitap

14. İrade TerbiyesiJules Payot, Ediz Yayınevi

15. VazgeçebilmekGuy Finley, Destek Yayınları

Kaynak: kitapyurdu.com