PANEL - ismmmo.org.tr€¦  · Web viewÖNSÖZ. Türkiye’nin Demokrasi Sorunu..... Hiç...

29
ÖNSÖZ Türkiye’nin Demokrasi Sorunu......... Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir sorun... Belki de sorunun boyutları günden güne artıyor... İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Mehmet Semih Gemalmaz’ın, “Türkiye’nin Demokrasi Sorunu” adlı kitabı, Odamızın 17’inci yayını olarak 1997 yılında yayınlandı. Hemen ardından, “Türkiye’nin Demokrasi Sorunu” adıyla düzenlediğimiz toplantıda da bu çalışma, ayrıntılarıyla ele alındı. Sayın Gemalmaz, kitabında ve panel konuşmasında, demokrasi ve demokratik yaşamı ihlal eden uygulamalardan örnekler verdi. Üstelik bu uygulamaların kimileri, uzman hukukçuların dışında kimsenin kolay anlayamayacağı, yasalara saklanmış anti demokratik hükümler. Bugün de aynen geçerli ve uygulanıyor. Panelde raporu çeşitli açılardan ele alan diğer konuşmacılar da demokratik yaşamın başka önemli eksikliklerini vurguladılar. Çeşitli Hükümetlerin gelip gitmesine rağmen, bürokrasinin egemenliği ve direnişinin daha geniş demokratik hakların önünde engel oluşturduğu vurgulandı. Bu panelin bugün yeniden düzenlenmesi halinde, belki de konuşulacak, altı çizilecek unsurların sayısı daha da artacak. 1997 yılının Nisan ayında düzenlenen panelimizdeki görüşlerin yeraldığı bu kitabın, Türkiye’nin yükselen demokrasi mücadelesinde bir taş olmasını dilerim. Saygılarımla. Yahya ARIKAN İSMMMO Başkanı 1

Transcript of PANEL - ismmmo.org.tr€¦  · Web viewÖNSÖZ. Türkiye’nin Demokrasi Sorunu..... Hiç...

Page 1: PANEL - ismmmo.org.tr€¦  · Web viewÖNSÖZ. Türkiye’nin Demokrasi Sorunu..... Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir sorun... Belki de sorunun boyutları günden güne artıyor...

ÖNSÖZ

Türkiye’nin Demokrasi Sorunu.........

Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir sorun...

Belki de sorunun boyutları günden güne artıyor...

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Mehmet Semih Gemalmaz’ın, “Türkiye’nin Demokrasi Sorunu” adlı kitabı, Odamızın 17’inci yayını olarak 1997 yılında yayınlandı. Hemen ardından, “Türkiye’nin Demokrasi Sorunu” adıyla düzenlediğimiz toplantıda da bu çalışma, ayrıntılarıyla ele alındı.

Sayın Gemalmaz, kitabında ve panel konuşmasında, demokrasi ve demokratik yaşamı ihlal eden uygulamalardan örnekler verdi. Üstelik bu uygulamaların kimileri, uzman hukukçuların dışında kimsenin kolay anlayamayacağı, yasalara saklanmış anti demokratik hükümler. Bugün de aynen geçerli ve uygulanıyor.

Panelde raporu çeşitli açılardan ele alan diğer konuşmacılar da demokratik yaşamın başka önemli eksikliklerini vurguladılar. Çeşitli Hükümetlerin gelip gitmesine rağmen, bürokrasinin egemenliği ve direnişinin daha geniş demokratik hakların önünde engel oluşturduğu vurgulandı.

Bu panelin bugün yeniden düzenlenmesi halinde, belki de konuşulacak, altı çizilecek unsurların sayısı daha da artacak.

1997 yılının Nisan ayında düzenlenen panelimizdeki görüşlerin yeraldığı bu kitabın, Türkiye’nin yükselen demokrasi mücadelesinde bir taş olmasını dilerim.

Saygılarımla.

Yahya ARIKANİSMMMO Başkanı

1

Page 2: PANEL - ismmmo.org.tr€¦  · Web viewÖNSÖZ. Türkiye’nin Demokrasi Sorunu..... Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir sorun... Belki de sorunun boyutları günden güne artıyor...

Türkiye'nin Demokrasi Sorunu(7 Nisan 1997)

Oturum Başkanı : Prof. Dr. Burhan ŞENATALAR (İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi)Doç. Dr. Semih GEMALMAZ (İ.Ü. Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi)Doç. Dr. Yücel SAYMAN (İstanbul Barosu Başkanı)Nail GÜRELİ (Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı)Mehmet METİNER (Gazeteci-Yazar)Fatih ALTAYLI (Gazeteci-Yazar)

Türkiye'nin Demokrasi Sorunu

2

Page 3: PANEL - ismmmo.org.tr€¦  · Web viewÖNSÖZ. Türkiye’nin Demokrasi Sorunu..... Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir sorun... Belki de sorunun boyutları günden güne artıyor...

- Yahya ArıkanSaygıdeğer konuklar, değerli meslektaşlarım, hoşgeldiniz. Sizlere göndermiş olduğum rapor önce basına tanıttıktan sonra, konuyla ilgili sivil toplum örgütleri meslek odaları, sendikalar ve siyasal partilere gönderildi. Onlar davetli bugünkü toplantıda. Değerli konuklar ülkemiz karanlık günler yaşamaktadır. Siyasetteki kirlenme ekonomideki bunalım ciddi bir rejim krizini oluşturmaktadır. Siyasal partiler dışında sendikalar meslek odaları, sivil toplum örgütleri bir başka deyişle toplumsal muhalefet, rejim krizini çözecek çözümler üretmek zorundadır. Susurluk'taki kamyon kazasından sonra çetelerin ortaya çıkartılması için, Meslek Odaları "Sürekli Aydınlık Için Bir Dakika Karanlık Eylemi"ni başlatmış, eyleme sessiz çoğunluk ve toplumsal muhalefet sahip çıkmıştır. İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası, Anayasa'nın 135. maddesinde belirtilen sorumluluk doğrultusunda çözümler üretmek üzere bir dizi raporlar hazırlamıştır. Izninizle ve öncelikle Türkiye'nin ekonomik ve siyasal yapısının bir durum tespiti yapmak istiyorum. Ekonomik yönden eflasyon kronik hale gelmiştir. İç borçlar ödenemez hale gelmiştir, işsizlik çığ gibi büyümüştür. Kayıtdışı ekonomi kayıtlı ekonomiye eşdeğer hale gelmiştir. Sigortasız çalışan, sigortalı çalışan sayısına yaklaşmıştır. Mevcut vergi mükellef sayısı ülke nüfusuna göre orantılı değildir. Dolaylı vergi dolaysız vergiden daha çoktur. Toplanan vergi ağırlıklı olarak kesinti yoluyla toplanmaktadır. En büyük pay da ücretlilere aittir. Vergi adaleti yoktur, milli gelirin dağılımında uçurum büyümektedir. Siyasal yönden ise mevcut anayasa ihtiyaca cevap vermemektedir. Yurttaşlık hakları ihlal edilmiştir. Silah ve uyuşturucu ticaretiyle uğraşan çeteler devleti ele geçirmiştir. Toplum devletin bünyesinde sosyal imkanlarına göre bölünmek istenmektedir. Faili meçhul cinayetler her geçen gün artmaktadır. Yargının bağımsızlığı zedelenmiştir. Savunma yerine mafya iş yapmaktadır. Siyaset kirlenmiştir, devlet şeffaf değildir. Siyasal partiler yasası ve parti içi demokrasi tıkanmıştır. Devletin içinde ırkçı ve dinci siyasal kadrolaşmalarla memur kıyımları yapılmaktadır. Değerli konuklar, inanıyorum ki anlattığımız bu tespitlere büyük bir çoğunluğunuz hem fikir olacaksınız.Diyeceksiniz ki bizler bu tespitleri biliyoruz, sizlerin çözüm önerileriniz nedir? Müsaadenizle çözüm önerilerimizi de aktarmak istiyorum. Ekonomik yönden acilen bir vergi reformu yapılmalıdır. Bu vergi reformunda, götürü vergisi esası kaldırılmalı, her türlü giderlerin indirim esası getirilmelidir. Vergi oranları düşürülmeli, vergi bilinci geliştirilmelidir. Hayat standartı esası kaldırılmalı, asgari ücret vergi dışı bırakılmalıdır. Rant gelirleri vergilendirilmelidir. Işsizler ordusuna istihdam yaratılmalıdır. Sigortasız işçi çalışması önlenmeli. Bunun için sigorta pirim oranları düşürülmelidir. Işsizlik sigortası yürürlüğe konulmalıdır. BAĞ-KUR, SSK, Emekli Sandığı sosyal güvenlikte tek çatı altında birleştirilmelidir. Tek vergi numarasının yanısıra reşit olan herkese bir vergi numarası verilmelidir. Enflasyon tek rakamlara indirilmelidir. Ülke ve toplum yararına olmayan hiç bir özelleştirme yapılmamalıdır. Toplanan vergilerin nereye harcandığı konusunda devlet şeffaf olmalıdır. Vergi adaleti sağlanmalıdır. Milli gelir adilce paylaşılmalıdır. Siyasal yönden ise yargının bağımsızlığı sağlanmalıdır. Faili meçhul cinayetler aydınlığa kavuşturulmalıdır. Çeteler yargı önüne çıkartılmalıdır. Devlet içindeki siyasal kadrolaşmaya son verilmelidir. Kadınların ekonomik toplumsal ve siyasal yaşamı, erkeklerle eşit haklarda eşit biçimde ve eşit düzeyde katılması sağlanmalıdır. Yurttaşlık hakları uluslararası normlara getirilmelidir. Eğitimde 8 yıllık kesintisiz eğitim sağlanmalı. Öğrenciler yeteneklerine göre yönlendirilmelidir. 12 Eylül döneminin siyasal sorumluları yargılanmalıdır ve siyasal partiler yasası, seçim yasası dernekler yasası değiştirilmelidir. Değerli konuklar yine müsaadenizle çözüm önerilerimizi yine raporu hazırlayan değerli hocamız Semih Gemalmaz'ın yeni anayasa ile ilgili görüşleriyle tamamlamak istiyorum. Yeni anayasa bireyden ve birey özgürlüklerinden korkmayan, onu sistemin tehditi olarak kavramayan bir zihniyet üzerine inşa edilmelidir. Siyasal fikirlerin ve idari ajanların her türlü tasarrufu kesinlikle yargı denetimine tabi olmalıdır. Sistem düşünce suçu ve yasaklar kategorilerinden tümüyle arındırılmalıdır. Ölüm cezası kaldırılmalıdır. Dil yasakları dışlanmalıdır. Inanç ve ibadet özgürlüğü güvence altına alınmalıdır. Zorunlu dil eğitimi kaldırılmalıdır. Seçmen yaşı 18, seçilme yaşı 25 olmalıdır. Zorunlu askerlik gönüllü askerlikle değişmelidir. Devlet Güvenlik Mahkemeleri kaldırılmalıdır. Değerli konuklar bizler Istanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası olarak Cumhuriyetin ilkelerine, laikliğe ve demokrasiye yürekten

3

Page 4: PANEL - ismmmo.org.tr€¦  · Web viewÖNSÖZ. Türkiye’nin Demokrasi Sorunu..... Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir sorun... Belki de sorunun boyutları günden güne artıyor...

inanıyoruz ve de farklı rejimlere izin vermeyeceğiz. Bu inançla 1993 yılında "Türk Vergi Sistemleri" konulu bir rapor hazırladık. Bugün, "Türkiye'nin Demokrasi Sorunu"nun raporunu sunuyoruz. "Gümrük Birliği'nin Hukuki Boyutu" konulu raporumuz da hazır. Ancak konunun bütünlüğü açısından, hazırlanmakta olan Gümrük Birliği'nin Ekonomik Boyutu konulu raporla birlikte Ekim ayında sizlerin bilgisine sunacağız. Türkiye'nin Demokrasi Sorunu konulu raporu hazırlayan saygıdeğer hocamız Semih Gemalmaz'a muhasebe camiası adına içten teşekkür ediyoruz. Raporun tartışılmasına katkı sağlayan Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Prof. Dr. Burhan Şenatalar'a, Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nail Güreli'ye, Istanbul Barosu Başkanı Yücel Sayman'a, Gazeteci Yazar Fatih Altaylı'ya ve Gazeteci Yazar Mehmet Metin'e de ayrıca teşekkür ediyorum. Müsaadenizle yönetim kurulu adına rapora oy birliği ile sahip çıkan odamızın Danışma Meclisi'nin saygıdeğer üyelerine de teşekkür etmek istiyorum. Değerli konuklar, siyasiler oy kaygısı gütmezse, bizlerin görüşlerine değer verirlerse, bizler sevgi, güven ve hoşgörü ile herşeyin üstesinden geliriz. Saygılar sunarım. Değerli konuklar bu kez de TÜRMOB Genel Başkanı Sayın Mustafa Özyürek'i konuşmak üzere kürsümüze davet ediyorum.

Mustafa ÖzyürekSayın konuklar, değerli arkadaşlarım, hepinizi saygı ile selamlıyorum. Demokrasi konusu tartışmak için buraya geldik. Sayın Başkan'ın sayılarla ilgili bir tereddütü var. Ne yazık ki bu genelde böyle oluyor. Biz buna alışkınız. Kurumlar Vergisi beyannamesinin nasıl doldurulacağını tartışacağız deseydik, burada oturacak yer bulunmazdı. Insanlar daha fonksiyonel düşünüyorlar. Genelle ilgili konulara biraz uzaktan bakıyorlar. Belki de şöyle düşünüyorlar. Her işin bir taşeronu var bu memlekette. Demokrasinin, özgürlüklerin taşeronları sahipleri bellidir. Yazarlarımız var, medyada saygıdeğer temsilcilerimiz var. Odalarımızla birlikte başkanlarımız var, yöneticilerimiz var, onlar bu işi hallederler. Ama tabii katılım olmadan hiçbir işi halletmek mümkün değildir. Kısa bir iki şey söyleyeceğim, vaktinizi alacak değilim. TÜSIAD raporu hazırlandığı zaman oldukça ses getirdi. Güzel bir şey. içeriği itibariyle geniş ölçüde bizim de katıldığımız bir rapor. Fakat onu arkadaşlarımla tartışırken dedim ki, bu, demokrat çağdaş bir kaç yöneticinin eseridir. Bir saygıdeğer hocamıza bu çalışmayı yaptırmışlar. Fakat tabanını temsil etmez demiştim. Nitekim kısa bir süre sonra sayın Rahmi Koç'tan başlayarak bu raporun içeriğine katılmadıklarını ifade ettiler. Bizim raporumuzun bir özelliği var. Sayın başkan da açıkladı. Bizim yetkili kurumlarımızın hepsi bu raporun içeriğine katılıyor. Yani demokratikleşme özüne kesinlikle katılıyoruz. Değerli arkadaşlarım TÜRMOB ve odalarımız, özellikle Istanbul Odamız demokrasiye, çağdaşlığa, laik düzene, düşünce ifade ve örgütlenme özgürlüğüne her zaman saygılı olmuştur. Bu ilkelere her zaman bağlı kalmıştır. Gücü yettiği ölçüde bu ilkelerin hayata geçmesi için elinden geleni yapmıştır. Halkımızın geniş ölçüde katıldığı, "Bir dakika aydınlık için bir dakika karanlık" eylemeni ilk kez Sivas'ta bizim arkadaşlarımız imzalayarak demokratik bir kitle örgütünün desteğini almışlardır. Ankara'daki kadın yürüyüşüne biz bütün gücümüzle destek olduk katıldık. Ulaşabildiğimiz, yetişebildiğimiz her yerde bu özgürlük mücadelesini demokrasi mücadelesini yapmaya devam ediyoruz. Diğer mesleki örgütlerle, diğer demokratik kitle örgütleriyle bu katılımı gerçekleştiriyoruz. Önümüzdeki günlerde en önemli etkinliklerden biri 1 Mayıs'ın kutlanmasıdır. 1 Mayıs'ın demokrasi ekseninde kutlanması noktasında bizim ısrarımız var. Bazı federasyonların, olayı adeta kamuoyunun gözünden kaçırır gibi kıyıda köşede veya Karabük'te kutlama niyetleri var. Biz diğer örgütlerle birlikte buna karşı çıkıyoruz ve 1 Mayıs'ın mutlaka Istanbul'da kutlanmasını isityoruz. Geçmişte bazı olaylar ceyran etti. O nedenle İstanbul sakıncalıdır, deniliyor. Devletin içine sızan son çeteler de ortaya koymuştur ki devlet istediği zaman her topluluğu toplantıyı provoke edip orada olay çıkarabiliyor. O nedenle Istanbul dışında bir 1 Mayıs kutlamasına razı olmak demek geri adım atmak demektir. DİSK'in böyle düşündüğünü biliyorum. Pek çok demokratik kitle örgütünün böyle düşündüğünü biliyorum. Fakat henüz tartışmamız sona ermedi. Eğer bir yol ayrımına gelirse ki gelmemesini diliyorum. Bölünme çok yanlıştır. Ama korkarım ki Türkiye'de iki ayrı 1 Mayıs kutlamasıyla karşı karşıya geliriz. Bu ayrılıklar nereden çıkıyor? Değerli arkadaşlarım laiklik karşıtı akımların Türkiye'de hangi boyutlara geldiğini hep birlikte yaşıyoruz. Ve bundan çok ciddi rahatsızlık duyuyoruz. Bunu her kurum, özellikle basınımız sürekli ifade etti. Fakat

4

Page 5: PANEL - ismmmo.org.tr€¦  · Web viewÖNSÖZ. Türkiye’nin Demokrasi Sorunu..... Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir sorun... Belki de sorunun boyutları günden güne artıyor...

bundan kurtulmanın yolu asker değildir, ordu değildir. Orada toplumda bir ikilem yaşanıyor. Bizim söylediklerimizi, toplumun söylediklerini Milli Güvenlik Kurulu da söyleyebilir. Biz ondan bir rahatsızlık duyuyor değiliz. Ama sanki bunun arkasından, işte çözemediğimiz, bunaldığımız sorunların en iyi çözümünün bir darbeymiş gibi gösterilmesinden son derece rahatsızız. Toplumun sarıkla miğfer arasına sıkışmaması lazım. Çözüm demokrasidir. Demokrasi dışında hiç bir çözümü kabul etmemiz mümkün değildir. Burada genç yaşta olan arkadaşlarımız var. Biz üç darbe yaşadık. O üç darbenin hepsi de hiç bir sorunumuzu çözmedi. Her sorunumuzu katmerleştirdi. Onun için yağmurdan kaçarken doluya tutulmamak lazım. Ellbette irticaya karşı elbette şeriata karşı bütün gücümüzle karşı duracağız. Fakat bunun yolu halkımızın demokratik güçlerin bilinçlenmesidir. Olaya sahip çıkmasıdır ve şeriata geçit vermemesidir. Ben bu duygu ve düşüncelerle raporu hazırlayan değerli hocam Gemalmaz'a buradan teşekkür ediyorum. Burada katkı sağlayan panelde konuşmacı olan değerli dostlarıma şükranlarımı sunuyorum, hepinize teşekkür ediyorum. Sağolun arkadaşlar. Değerli konuklar panelin oturum kısmına geçiyoruz. Panelin oturum başkanlığını yapmak üzere kürsüye değerli hocamız Istanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Burhan Şenatalar'ı, raporun kaleme alınmasına rapor haline getirilmesinde çok büyük emeği olan Istanbul Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Sayın Semah Gemalmaz hocamız. İstanbul Barosu Başkanı Doç. Dr. Sayın Yücel Sayman. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Sayın Nail Güreli. Gazeteci yazar Sayın Mehmet Metiner. Gazeteci Yazar Sayın Fatih Altaylı. Panelin başarılı geçmesi dileğiyle ben hepinize saygılar sunuyorum.

Burhan ŞenatalarDeğerli dinleyiciler, sayın basın mensupları. Panelimizin birinci bölümünü açıyorum. Panelde şöyle bir sıra izleyeceğiz. Önce sayın konuşmacılar, 20'şer dakikalık bir süre kullanacaklar. Ondan sonra, sizlerin soru ve katkılarınızı almak istiyoruz. Sonra tekrar makul bir zamanı sayın konuşmacılara bırakacağız. Saat 17.00'de toplantıya en geç bu saatte son vereceğiz. Bu toplantıyı düzenleyen ve raporun hazırlanması için girişimde bulunan Istanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası'na hepiniz adına teşekkür ediyorum. Hepiniz sözcüğünü kullanırken sadece burada bulunanları kastetmiyorum. Burada bulunan veya bulunmayan, demokrasiden yana çağdaş, laik, demokratik, sosyal hukuk devletinden yana, buraya katılamamış tüm doslarımız adına teşekkürde bulunuyorum. Son derece önemli bir hizmet gerçekleştirmişler. Rapor çok ciddi bir rapor. Bu raporun tartışmaya açılması da aynı derecede ciddi bir çaba. Burada sayı belki özellikle düzenleyicileri tatmin etmemiş olabilir. Fakat bunu dahi bir de şöyle bir açıdan düşünmemiz de yarar var. Örneğin Sayın Güreli buradan çıkıp iki ayrı toplantıya gideceğini belirtti. Ben sabah yine buna benzer bir başka toplantıdaydım. Türkiye'nin demokrasi sorunu çok ağır olduğu için gerçekten buna benzer bir çok etkinlik ve toplantı gerçekleştiriliyor. Ve bazı durumlarda kişiler diledikleri kadar bir katılımı gerçekleştiremeyebiliyorlar. Sayın Özyürek'in çok değişik bir ifadesi oldu "Demokrasi taşeronları" diye. Bu gibi isimler, biliyorsunuz sonradan kısaltılıyor. Biz, dolayısıyla bu tanıma göre, şimdi "DEM-TAŞ-DER" olarak toplanmış bulunuyoruz. Fakat tabii taşeron kelimesi aynı zamanda Türkiye'de bildiğiniz gibi fazla ticari bir anlam taşıdığı için, kendimize "Demokrasi sorumluları" falan dersek daha nötr kaçabilir. Ticari olmayan bir ifade olabilir. O yüzden "SOR-DER" olarak toplanmış bulunuyoruz. Aslında aynı salonda cuma, cumartesi günü TÜSES vakfının düzenlemiş olduğu bir toplantı vardı. O da çok güzel geçmişti. Bunun da tartışma bölümünün çok yararlı olacağından yüzde yüz eminim. Demokrasi sorunu dediğimiz zaman tabiİ demokrasinin kendisinin sorun olduğunu düşünmüyoruz. Demokrasi ile ilgili bir sorunumuz var. O da demokratikleşememe sorunumuz. Tabi bu sorun sadece bizimle de sınırlı değil. Demokratik diye baktığımız bütün ülkelerde temsili demokrasinin boyutlarıyla ilgili sınırlar da var. Yani bugün hiç bir ülke için şu ülkenin demokrasisi mükemmeldir demek mümkün değil. Demokrasi için hatta belki bir son durak düşünmek dahi doğru değil. Demokratikleşme belki de hiç bitmeyecek bir süreç, hiç bir zaman son amaca ulaşılamayacak bir yolculuk. Ama biz bu yolculuğun maalesef çok başındayız. Ve çok başında olduğumuz için de sivil toplum örgütlerine çok büyük görev düşüyor. Ve Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası, Türkiye'nin oda dünyasının yeni bir ortağı, yeni bir türü. Fakat ona

5

Page 6: PANEL - ismmmo.org.tr€¦  · Web viewÖNSÖZ. Türkiye’nin Demokrasi Sorunu..... Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir sorun... Belki de sorunun boyutları günden güne artıyor...

rağmen çok ciddi katkılar yapıyor demokratikleşme sürecine. O bakımdan ben onları kutluyorum. Sadece bu toplantı için değil, demokratikleşme sürecine sürekli ve kararlı biçimde yaptıkları tüm katkılar için. Bu toplantıda daha ziyade mevzuat günlüğü ile ilgili sorunlar üzerinde duracağız. Yani demokratikleşememe sorununun şüphesiz ekonomik yönleri var. Sosyolojik yönleri var, uluslararası yönleri var. Bunların hepsi aslında iç içe geçiyor. Ama burada daha ziyade anayasa ve yasalarla ilgili, siyasal rejimimizle ilgili sorunlar üzerinde ağırlıklı olarak duracağız. Dileyenler şüpesiz diğer yönler üzerinde de görüşlerini açıklayacaklardır. Ama toplantının çok verimli olabilmesi için yazılmış olan metin çerçevesinde odaklaşırsak o metnin bir anlamda hakettiği ilginin bir kısmını verebilirsek. Bu çalışmamız daha verimli ve amaca uygun gerçekleşmiş olur diye düşünüyorum. Şimdi sayın konuşmacıların 20 dakikalık süreyi aşmayacaklarını umuyorum. Ben 20 dakika dolarsa hatırlatmada bulunacağım. Programda gözüken konuşmacılarımızdan Sayın Yavuz Önen, TMMMOB ve İnsan Hakları Vakfı Genel Başkanı dün bildirdiği mazereti nedeniyle katılamayacak. Dolayısıyla bir fire vermiş durumdayız. Bundan sonraki toplantılara katılabileceğini umuyoruz. Ve şimdi ilk konuşmayı yapmak üzere ben mikrofonu sayın Semih Gemalmaz'a veriyorum. Buyrun.

Semih GemalmazTeşekkürler sayın başkan. Efendim ben önce Oda'ya çok içten teşekkürlerimi bir kez daha arzetmek istiyorum Çok ciddiye aldığım bu tür katkılar sürecinde benim de yeralmamı sağladılar. Ve verimli bir işbirliği ortamı gerçekleştirdik. Kendi adıma çok memnunun. Bütün arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum. Raporun, kural olarak okunduğunu varsayacağım. Ve asıl olarak değerli panelistler görüşlerini açıklayacaklar. Onun için ben sadece genel çizgilerle raporu özetlemeye gayret edeceğim. Ve vaktinizi almayacağım. "Türkiye'nin Demokrasi Sorunu" başlığı, aslında sayın başkanın açılış konuşmasında söylediği gibi demokrasinin kurumsallaştırılamaması sorunudur. Bu konuda genel bir konsensüs var. Yani demokrasinin yetersizliği, demokratik sistemin yetersizliğine ilişkin bir genel konsensüs var. Farklı siyasal görüşlere, inançlara, kökenlere sahip çevreler bu konuda birleştiler. Türkiye'nin demokrasisi yeterli değil. Acil ve ivedi kapsamlı bir demokratikleşme gerçekleştirilmelidir. Yine sayın başkanın işaret ettiği gibi olası bir demokratikleşme aslında çok boyutludur. Ama burada, mesleğim hukukçu olduğu için özellikle hukuk ağırlıklı bir değerlendirme yaptım. Geçmişe yönelik daha derinlemesine bir analiz de yapılabilirdi. Fakat o tür bir değerlendirme çok daha başka sorunların tartışılmasını gündeme getireceği için zorunlulukla bir alan sınırlaması yaptım. Özellikle son 30 yılı, yani 1960'tan itibaren olan devreyi ele aldım. Bunun içinde de bilhassa son 17 yıl, 1980 darbesinden bu yana olan evre üzerinde odaklaştım. Böyle bir odaklaşmayı zorunlu kılan önemli verilerimiz var aslında. Biliyorsunuz 12 Eylül 1980 kuditasının ardından Türkiye'de bir defakto rejim yürülüğe kondu ve 83 sonbaharında yapılan genel seçimlerden sonra yanlış anlaşılmıyorsam 6 aralık 1983'te TBMM Başkanlık Divanı'nın kuruluşuna dek olan sürede bu defakto rejim bütün kurumlarıyla, kurullarıyla işlerlik kazandı. Defakto rejim, adı üstünde keyfi rejim, fiili rejim, hukuksuz rejim, hukukun dışında bir rejim... Bu rejim ciddi bir yasa üretme politikasıyla karşımıza çıktı. Ona ilişkin çarpıcı olduğunu düşündüğüm bir veriyi takdim etmek isterim. 12 eylül 1980'le 6 Aralık 1983 arasındaki iki yılı aşkın süre içinde 600'in üstünde yasa çıktı. Buna kanun hükmünde kararnameleri ekleyelim. Milli Güvenlik Konseyi 5 generalden oluşuyordu. Konsey'in bildiri ve benzeri diğer formlarda ürettiği ve yasa etkisi doğuran mevzuat da eklenince, 900'ün üzerinde hukuk belgesi ya da yasal belge değişik adlar altında bu süre içinde üretilmiş oldu. Eklemek isterim söz konusu devrede üretilen mevzuat bu saydığım 900'ü aşkın belgeden ibaret değil. Normlar hiyerarşisinde daha alt dereceli olan tüzük, yönetmelik, genelge gibi diğer formlardaki belgeler verdiğim rakama dahil değlidir. Bunları da işin içine katarsanız Türkiye'de söz konusu dönemde binlerle ifade edilen bir yasa üretim süreci yaşandı. Bu çok mu önemli? Evet çok önemli. Şöyle bir karşılaştırma ile tablo çok daha açık ortaya çıkar. Biliyorsunuz Cumhuriyet, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, monarşik teokratik Osmanlı'nın yıkılıp yeni bir devletin, yepyeni bir devletin kurulmasıyla ortaya çıktı 1920'lerde. Ve 1920'li yıllarda, yaklaşık 10 yıllık bir süreden sözediyorum, üretilen yasa sayısı, çıkartılan mevzuatın toplamıyla 1980-83 arasındaki daha kısa bir süredekilerin aşağı yukarı dörtte birine karşılık geliyor. Çıkartılan mevzuat karşılaştırıldığında arada akıl almaz, büyük bir fark ortaya çıkmaktadır. Onun için sadece teknik, hukuki açıdan bakıldığında zaman

6

Page 7: PANEL - ismmmo.org.tr€¦  · Web viewÖNSÖZ. Türkiye’nin Demokrasi Sorunu..... Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir sorun... Belki de sorunun boyutları günden güne artıyor...

söylüyoruz ya, 12 Eylül'de Türkiye'nin politik rejimi, düzeni, baştan aşağı yeniden yapıldı. Bu doğrudur. Verdiğim veriler, takdim ettiğim arzettiğim veriler bunu açıkça belirtmektedir. Eğer şununla da karşılaştırmak istiyorsak, daha önceki kudetalarda, yani 1960 darbesi ve onu izleyen defakto rejim, 1971 muhtırası ve onu izleyen ara rejim döneminde de bu yoğunlukta bir yasalaştırma gerçekleştirilmemiştir. Peki nedir genel karakteristiği? Gene herkesin bildiği bir tespittir. Kısaca yenileyeyim. Bu mevzuatın karakteristiği bireyden korkan, anti özgürlükçü, anti demokratik olmasıdır. Onun için sözü eveleyip gevelemeye gerek yok. Türkiye'nin 1997 Nisan'ı itibariyle içinde bulunduğu cendere, 1980-83 döneminde üretilen anti demokratik mevzuat giysisinin kendisidir. Biz nisan 97'de bu giysiye sığmıyoruz. Toplum bu giysiye sığmıyor. Bütün problem yahut problemin çok önemli bir boyutu zannediyorum burada odaklaşıyor. Birinci kısa tespit bu. İkinci tespit, Türkiye'nin Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana gelen patolojisiyle ilgili. O 1980 sonrasında yoğun bir biçimde karşımıza çıktı, onu biraz sonra açıklayacağım. Ama Cumhuriyet tarihinin bütününe egemen olan bir patoloji, hastalık görünüyor. O da Cumhuriyet tarihinin yaklaşık yarısında, bu ülke istisnai yönetim usulleriyle yani olağanüstü rejimlerle yönetilmiştir. Başka bir deyişle, bu ülkede Cumhuriyet tarihinin yarısında, yönetimler, hükümetler, bu ülkeyi olağan rejim normlarıyla, kurallarıyla, usulleriyle yönetmeyi becerememiştir. Şimdi hızla yakın tarihe geliyorum. Türkiye'de en son yasal usullere uygun olağanüstü rejim ilanı 1978 tarihinde sıkıyönetim olarak gerçekleşmiştir. 1980-83 arasında adı sıkıyönetim olan, ama aslında defakto rejimi olan olağan rejim sıkıyönetimin kavramlarını kullanıyor, ama onu da olağan rejimin sıkıyönetimiyle karıştırmamak gerekir. Onu da dahil ediyorum. O süreçlerden geçerek 1987'ye kadar sıkıyönetim yürülükte kalmıştır. 1978-1981. Peki sıkıyönetim uygulamasına son verildiği 1987'de gerçekten sıkıyönetim bitti mi? Hayır. Daha akıl almaz bir şey, hukuka apaçık aykırı, insan hakları prensiplerine apaçık aykırı bir normdan hareketle, sıkıyönetim mahkemeleri bakmakta oldukları davaları sonuçlandırana dek o davaları görmeye devam ederler hükmünden yola çıkıldı ve sıkıyönetim biçimsel olarak kaldırılmasına karşın 1993 aralığına kadar bir yasa değişikliği gerçekleştirildi. O tarihe kadar sıkıyönetim Türkiye'de fiilen sürdürülmüştür. Peki sıkıyönetimden ibaret bir patoloji mi? Hayır. Yine hepimiz çok iyi biliyoruz ki, Türkiye'de bir diğer istisnai yönetim usulü olağanüstü haldir. Ve sıkıyönetimin tedrici olarak aşamalı biçimde kaldırılması sürecine koşut bir gelişme ile sıkıyönetim kaldırılan yerlerde olağanüstü hal uygulamasına geçilmiştir. Hatırlatayım meraklılar için, 1982 Anayasası ile olağanüstü hal rejimi Türk hukukuna şırınga edilmiş ve hemen bu alanı düzenleyen spesifik yasa, Olağanüstü Hal Yasası da çıkartılmıştır. 1961 Anayasası'nda olağanüstü halden sözeder, fakat 1961 Anayasası'nın yürürlüğü döneminde hiç bir zaman Olağanüstü Hal Yasası çıkartılmadığı için böyle bir istisnai yönetim usulunu biz 1960-1980 arasındaki dönemde yaşamadık. Tek yaşadığımız o dönemde, sıkıyönetim formuydu. 1984'ten itibaren de Türkiye'de olağanüstü hal isminde istisnai yönetim usülü uygulanmaktadır. En son ve ne acıklı ki, 31 Aralık 1997 tarihi itibariyle dört ay daha bu olağanüstü hal, ülkenin dokuz ilinde güneydoğudaki dokuz ilinde devam eden olağanüstü halin uygulanmasının devamı konusunda bir karar alınmış ve bu da parlamento tarafından onaylanmıştır. O halde 1978-1997 Nisan'ı arasında, Türkiye'de istisnai yönetim usullerinin uygulanmasına hiç ara verilmemiştir. Sayın beyler bayanlar bu süre 20 yıldır. Bu rejimin altında yaşayan insanlar, özellikle Güneydoğu'da yaşayan insanlar, hayatlarının hiç bir evresinde demokrasi soluğu alıp verememiş insanlardır. Özellikle 20 yaşında olanları düşünün. Eğer büyüklerimizin pek sık söylediği gibi, bir demokrasinin yaşayabilirliği aynı zamanda demokratik terbiyeye bağlıysa, insanların demokratik davranma alışkanlıkları kültürü edinmesine bağlıysa, en azından bir nesil için, yani 20 yaşında olan o insanlar için bu demokratik terbiyeyi edinmenin hiç bir olanağı olmamıştır. Hiç bir olanağı gerçekleşmemiştir. Diyebilirsiniz ki, istisnai yönetim biçimi Türkiye'nin her yerinde uygulanmıyor ki. Ona gelmeden önce birşey daha söyleyeyim. Uygulanıyor, diyeceğim. Bir hukukçu olarak bunu nasıl dediğime şaşırabilirsiniz, gerekçelendireceğim. Olağanüstü hal uygulanan bölgede çok ilginç bir gelişme oldu. Bazı iller olağanüstü hal uygulamasından çıkartılarak, Türk hukukunun daha önce hiç tanımadığı, Türk hukukunda olmayan, yeni yaratılan ve resmen ilan edilmemiş bir istisna yönetim usulunun uygulanması anlamına gelen mücavir iller kategorisi çerçevesinde olağanüstü halin bütün kuralları geçerli olacak

7

Page 8: PANEL - ismmmo.org.tr€¦  · Web viewÖNSÖZ. Türkiye’nin Demokrasi Sorunu..... Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir sorun... Belki de sorunun boyutları günden güne artıyor...

şekilde istisna rejim uygulanması da sürdürülmektedir. Daha vahimi, mücavir iller kategorisine giren illerde dıştan bakınca vatandaş olarak düşünebilirmisiniz ki orada olağan rejim var. Hayır. Olağanüstü halin ilan edilmesine ilişkin yürürlükteki anayasamızda ve yasalarımızda öngörülen usuli güvencelerin bile dışında bir yöntemle mücavir iller belirlenmektedir. Aslında vatandaş olarak hangi ilin mücavir il olduğunu çoğu kez bilemezsiniz. Hiç kimse bilemez, biz de bilemeyiz, hukukçu olarak. Çünkü bu, Resmi Gazete'de çoğu kez ilan bile edilmez. Ve oralar mücavir iller kategorisinde. Benim son tespitime göre 3 il vardı, daha önce nasıl olmuşsa ilan edilmiş mücavirlik kategorisine giren. Şu anda doğrusu ben bilmiyorum. Hoşgörülü, düşünceli hareket eden bir milletvekili daha çıkmadı. Belki Başbakan'a, sayın İçişleri Bakanı'na sorması gerekir. Çünkü mücavir illeri ilan etmede karar Bakanlar Kurulu'nda bile değil, Bölge Valisi'nin teklifi, İçişleri Bakanı'nın oluru ve nihayet Başbakan'ın kararıyla yürürlüğe konuyor. Mücavir iller de bu usulle tespit ediliyor. Dedim ki daha vahim bir tablo var, o da şudur. Ülkenin bütününde olağanüstü rejim uygulanmıyor sanabiliriz. Gerçekten de sözcüğümü dikkatli seçtim sanabiliriz. Ama doğru değil, bu sanı yanlış bir sanıdır. Çünkü Türkiye'nin çok ciddi bir patolojisi de, olağan rejim mevzuatının içerisinde tipik bir biçimde olağanüstü rejimin kurumlarını, kavramlarını, usullerini şırınga eden, dolayısıyla da olağanüstü rejimi, aslında ilan edilmemiş bir olağanüstü hali, ilan edilmemiş bir sıkıyönetimi ülkenin bütününde uygulamasıdır. Son ve çok çarpıcı bir başka olay vardır. Başbakanlık Kriz Yönetmeliği çıkartılmıştır. Bu kriz yönetmeliği Eylül 1996 tarihlidir. Resmi Gazete'de ise çıkartılmasından yaklaşık 4 ay sonra, Ocak 1997'de ancak yayınlanmıştır. Bu yönetmeliğe bakarsanız ki referansları raporda var, aslında ülkenin bütününde yürürlüğe konmuş bir istisnai rejimin bulunduğunu anlarsınız. Her akşam televizyonda izliyoruz, Hükümetler var, parlamento var zannediyoruz. Aslında yönetimin büyük ölçüde Milli Güvenlik Kurulu'na havale edildiğini, teknik anlamda sözediyorum siyasi değerlendirme yapmıyorum, çok çarpıcı bir biçimde görürsünüz. O halde Türkiye'nin demokratikleşmesinden sözedeceksek, Türkiye'nin yetersiz demokrasisi dolayısıyla demokratikleşme gereksiniminden sözedeceksek, bugüne kadar yapıldığından farklı biçimde galiba bizim raporumuzun önemli bir yönü odur. Yapıldığından farklı biçimde Türkiye'nin istisnai rejim patolojisini, bu hastalığını mutlaka görmeniz ve namusluca, "bir ülkede istisnai rejimi demokratikleştirmeden olağan rejimi de demokratikleştiremezsiniz" demeniz gerekir. Bunu yapmaz isek Türkiye'nin demokratikleşmesinin bana göre önünü açmak mümkün değildir. Deyim yanlış olmayacaksa belki yüzde 50 birşeyler becere biliriz. Ama yüzde 50 ile bir sonuca varamayız. Üstelik istisnai rejim yöntemlerinin uygulamalarının yaygınlığı ve onun arkasında tarihsel, toplumsal birikimle gelen güçleri de hesaba katarsanız Türkiye'nin demokratikleşmesinin, neden istisnai rejimin demokratikleşmesinden koparılamayacağını daha iyi kavrayabilirsiniz. Peki efendim kim yapacak? Önemli bir mesele budur. Bizim, özellikle ikinci raporumuzda üzerinde durduğumuz mesele budur. Bir ülkede hukuksal reformları gerçekleştirmenin birinci adresi yasama organlarıdır. Yine çok geriye gitmeyelim. 1983-1997 arasındaki evreye baktığınızda, parlamento içindeki iktidar kanadıyla muhalefet kanadının, hiç bir siyasal partiyi dışarda bırakmadan söylüyorum, demokratikleşmeye el veren bir yasama siyasası üretemediğini görüyoruz. Hatta yanlış olmayacaksa izninizle şunu söylemek isterim, gayet sakil bir çelişki de var. Artık sakillik boyutuna geldi bu da. Parlamentoda muhalefet kanadındayken söylenenlerle iktidara gelince yapılanlar arasında hoşgörü sınırlarınızı aşındıran bir çelişki ortaya çıkıyor. En çarpıcısı, biliyorsunuz işte, olağanüstü hal her defasında son defa uzatılıyor. Sonra yine uzatılıyor. Hiç farketmiyor. Bütün siyasi partiler böyle. Başka bir saklı çelişki daha var, sayın beyler bayanlar. Genellikle biz okumayı ihmal ederiz, partilerin programlarını okumayız. Seçimlerde de okumadan oy veririz. Aslında biz önderlere, figürlere oy veririz. Onun için de artistleri aday gösterirler bizim önderlerimiz, böyle bir gelişme vardır. Partilerin programlarına bakarsanız, istisnasız sağda yada solda partilerimizin demokratikleşme gereksinimini tespit ettikleri ve demokratikleşme içinde bir takım adımları atacaklarını siyasal söz verdiklerini görürsünüz. Ama o siyasal söz verim siyasal pratiğe bugüne kadar yansımamıştır. Birinci problemimiz demek ki bu. Parlamento, demokratikleşme siyasal istencine sahip değil. Peki haklarınız ihlal edilirse ne yaparsınız demokratik bir ülkede? Haklarınız ihlal edilirse demokratik bir ülkede yargıya başvurursunuz. Yargı sadece sizin olası hak ihlallerinizi önlemek, olası mağduriyetlerinizi gidermek misyonuyla donatık bir güç değildir. Yargının çok daha başka bir gücü, bir başka işlevi vardır. O da özellikle, yüksek yargı eliyle

8

Page 9: PANEL - ismmmo.org.tr€¦  · Web viewÖNSÖZ. Türkiye’nin Demokrasi Sorunu..... Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir sorun... Belki de sorunun boyutları günden güne artıyor...

üretilen içtihad, ülkede yetkili tüm makamların, ama öncelikle yetkili tüm bakanların izlemesi gereken yolu aydınlatır. Ürettikleri içtihadi siyasa kararlar hangi yolda gidilmesi gerektiğini gösterir. Örneğin Anayasa Mahkemesi bir yasayı iptal ettiği zaman aynı zamanda der ki yasama organına, "şu yolda ilerlersen anayasaya uygun davranırsın". Dolayısıyla yargının ürettiği içtihadi siyasa bizim için son derece önemlidir.

Teşekkürler Sayın Başkan, şimdi söz Sayın Nail Güreli'nin buyrun.

Nail GüreliSayın Başkan ve değerli dinleyenler. Panelimize konu olan ve elimizde bulunan kitap, Istanbul Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Odası'nın 17. yayınını oluşturuyor. İç sayfadaki daha önceki 16 yayına bakıyoruz. Örneğin; Türk Vergi Sisteminde Kaynakta Vergi (Stopaj), Ticari Şirketler Uygulama Rehberi, Tek Düzen Muhasebe Sisteminin Uygulaması, İmalat Defteri Uygulaması gibi tamamen mesleki 16 kitap, 16 yayın.17. yayın Türkiye'nin Demokrasi Sorunu. Türkiye'nin demokrasi sorununa bugüne kadar hep olumsuz karamsar bir yaklaşımla bakılmış, alınan yol daima yetersiz olmuştur. Adına demokrasi dahi denilemeyecek bir rejimin her zaman önemli etkinlikleri süregelmiştir. Ama ben şimdi son söyleyeceğimi baştan söylemek istiyorum. İstanbul Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Odası'nın bu 17. yayınındaki konu kapsamındaki değişimi, sıçrayışı dikkate alarak demokrasi sorununa iyimser bakıyorum. Önemli eksikliklerden birinin giderildiğini düşünüyorum. Önemli eksikliklerden biri neydi, sivil toplum örgütlerinin olmayışı. Tabii sayın hocama katılıyorum. Bugünkü sivil toplum örgütlerinin yapılarıyla değil, gerçek anlamda sivil toplum örgütlerinin, bugün dünyada gerçekten etkin ve yaygın olan siyasal iktidarları, hükümetleri etkileyen, hatta ülkeler arasındaki iletişimde ve anlaşmalarda hükümetlerden çok dikkate alınan gerçek sivil toplum örgütlerini kastederek söylüyorum. Aslında sayın hocamızın raporda 5 bölümde topladığı, sivil toplum örgütlerinin bir bölümünü oluşturan meslek kuruluşlarının sivil toplum örgütleri olmalarının bilincine varmaksızın yanlızca kendi mesleki sorunlarıyla ilgilenmeleri, ülke sorunları karşısında elleri bağlı durmaları önemli bir eksiklikti demokrasimiz açısından. Gerçi yasal çerçeve buna zorluyordu. Bu zorlamanın ötesinde toplumda ve bu kuruluşlarda böyle algılanıyordu. Ona bakarsanız bugün de demokrasiyle bağdaşmayacak onca sınırlama yasaklama ve garabet var. Gemalmaz bu çalışmasında bunları çok belirgin bir biçimde sıralıyor. Bir bakıma denilebilir ki bugün yaşamakta olduğumuz anayasasıyla, yasalarıyla, kurumları ve kurallarıyla, geleneği ve kültürüyle bir normal demokrasi değil, fiili defakto bir demokrasidir. Olabildiğince fiili bir demokrasidir. Bir hilkat garibesi rejimidir. Tepeden inme bir demokrasi olmaz. Demokrasi sorununun çözülmesinde ya da demokrasinin yerleşmesinde, bizde yeni yeni ortaya çıkan ama henüz tam oluşamayan güçlenemeyen sivil toplum örgütlerinin mücadelesinin, bir başka deyişle halkın örgütlü çabalarının ya da toplumsal muhalefetin, hocamın deyişiyle önemli yeri vardır ya da olmalıdır. Bu olmadıkça hiçbirşeyin olmadığı da herhalde görülmüş olmalıdır. Bu nedenle Istanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası'nın 17. yayınını önemsediğimi ve bunun bana umut verdiğini baştan söylemeliyim. Ayrıca onun takdiri benim haddim değil, ama sayın Gemalmaz hocanın hazırladığı raporun çok ciddi bilimsel bir emek ürünü olduğunu belirtmek isterim. Bu tür çalışmalarda pek rastlanmayan güncel dellilleri, olayları içermesi bakımından. Örneğin Şubat 97 sonuna kadar olan olayları ve gelişmeleri içermesi de rapora ayrıca değer katıyor. Sayın Gemalmaz'ın raporu demokrasinin neresinde olduğumuzu, bir başka deyişle demokrasinin neresinde olmadığımızı, olamadığımızı yetkin bir biçimde örnekleriyle saptıyor. Üstelik çözüm önerileri getiriyor. Öncelikle ben genel olarak kanımı söylemek isterim. Öteden beri savunduğum görüştür bu. Demokrasi için elbette önce demokratik ve yeni bir anayasa, baştan başa yeni bir anayasa gerekli. Ama ondan önce bir hukuk devleti gerekli. Bütün kurum ve kurallarıyla bir hukuk devletinin gerçekleştirilmesi hayata geçirilmesi şart. Bunun için önce bir hukuk devletinin üstünlüğü anlayışının benimsenmesi, özümsenmesi gerekiyor. Türk milleti demokrasiyi hayat tarzı olarak benimsemiştir. Hayır efendim, önce hukuk devletinin bir yaşam biçimi olarak benimsenmesi, içimize sindirilmesi gerekir. Hukuk devletinin üstünlüğünü benimsemeden bu anlayış yerleşmeden anayasa kalıyor mu, demokrasi kalıyor mu?. Kalsa 35 yılda 3 darbe olur mu? Gelin iki gün öncesine, hukukun "h"esi olsa Emniyet Genel Müdürlüğü, örgütlü siyasal güçler, çete demiyorum, örgütlü siyasal güçler

9

Page 10: PANEL - ismmmo.org.tr€¦  · Web viewÖNSÖZ. Türkiye’nin Demokrasi Sorunu..... Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir sorun... Belki de sorunun boyutları günden güne artıyor...

tarafından basılır mıydı? Işte beğenmediğiniz 1982 anayasası orada duruyor. Demokrasimiz de burada. O anayasanın hukukunu bile tanımayan iktidar sahipleri, hukuk devletinin canına okuyor. 1961 anayasası 1980'e göre daha demokratik idi. Ne oldu? Bilmiyorum, hukukçular bilim adamları ne diyecek. Ben 45 yıllık meslek yaşamımda bir vatandaş olarak gözlemlediklerime bakarak, hukuk devleti üstünlüğü olmadıkça anayasanın da demokrasinin de yasalarında kağıt üzerinde kalmaya mahkum olduğunu gözlemlemiş bulunuyorum. Öyle düşünüyorum. Benim insanlık haklarımı, özgürlüklerimi, yaşama hakkımı demokrasiden önce hukuk devleti koruyacaktır. Raporların 41. sayfasına bakıyorum. Görünürde 1984 ekiminden bu yana ölüm cezalarının yasal, Gemalmaz'ın deyişiyle resmi infazları yapılmıyorsa da yasadışı infazda belirgin bir artış görünüyor. Rapordan aktarıyorum, İnsan Hakları Vakfı tarafından yapılan araştırmaya göre kuşkulu biçimden ortadan kaybolduğu saptananların sayıları yıllar içinde şöyle bir artış gösteriyor. 12 Eylül 1980'den Ocak 1991'e kadar 10 kişi. 1991'de 3, 1992'de 8 ve 1993'te 25 kişi, 1994'te ise 50'yi geçiyor. 1995 Eylül'üne kadar toplam 108 kişi. 1996 sonbaharı itibariyle kayıp kişi kategorisine girenlerin sayısında da artma görülüyor. Hukuk devletinin ne durumda olduğunu görmek için şu sayıları da anımsamalıyız. Doğru Yol Partisi - CHP Koalisyonu'nun İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanlığı tarafından hazırlanan ve tam metni bizim gazetede yayınlanan hocamızın raporundan alıyorum. Rapordaki rakamlar şöyle. 1 Ocak 1994'ten 9 Haziran 1995'e kadar 18 ay süreyle Adli Tıp'a toplam 290 kimliksiz ceset intikal ediyor. Bunlardan 273'üne hiç teşhis konulamıyor. Bunlardan 88'inin ölüm nedeni de hiç tespit edilemiyor. Bir başka saptama. TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu'nun 1993-94 arasında çalıştığı yaklaşık 1.5 yıllık sürede komisyona ulaşan faili meçhul cinayet sayısı 1000'e yaklaşıyor. Ve ben bir ekleme yapıyorum. Geçen hafta gazetelerde çıkan bir habere göre Susurluk kazasından bu yana faili meçhul cinayetlerde bir azalma görülmüş. Ne diyelim, yaşasın demokrasi ve yaşasın hukuk devleti. Önce demokratik anayasa mı, hukuk devleti mi sorusunu belki her ikisi birden diye yanıtlayarak anlamını anlamsız kılabiliriz. Ben hukuk devletinin zaafiyetini, eksikliğini, anayasanın zaafiyetinden fiili, defakto demokrasinin zaafiyetinden de daha ağır buluyorum. Eksikliğini daha çok buluyorum sadece bir yurttaş olarak. Tabii önce demokrasi, bir şemsiye, bu şemsiyenin altında hukuk devleti geliyor. Ama ben şemsiyenin altında olmasına rağmen hukuk devletinin var olmasını çok önemsiyorum. Yine bu şemsiyenin altında, gerçi raporda yer almamış ama ben eğitim sistemimizin de demokrasimiz açısından önemli bir sorun olduğunu düşünüyorum. Demokratikleşmemizin önemli nedenlerinden birinin de eğitim sisteminden kaynaklandığını düşünüyorum. Ve tabii hukuk devletinin ve demokrasinin başlıca sorunu bizce bağımsız yargının ve yargıç güvencesinin olmayışıdır. Gemalmaz'ın belirttiği gibi sayfa 21'de, 1982 Anayasası'nda hukuk devletinin olmazsa olmaz koşulu, yargı bağımsızlığını ortadan kalkmıştır. Dayanağını anayasa metninde bulan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurumu, özellikle kompozisyon itibariyle yargıç güvencesini zedeleyecek öğeler açmaktadır. Düşünün siyasal iktidarın Adalet Bakanı, Savcılar ve Hakimler Yüksek Kurulu'nun başkanı ve onun müsteşarı da yine Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun bir üyesi. Hukuk devletinin ve demokrasinin bir çok eksiğinin yanısıra hukuk devletinin işlerliğinin önemli bir engel olarak adli polisin olmayışını da eklemek gerekir diye düşünüyorum. Sorunun teknik, yasal yanlarına daha fazla girmeden, sivil toplum ve bireylerin sorumluluğu açısından yaklaşmak istiyorum konuya. Demokrasi ve özellikle hukuk devletinin üstünlüğü için örneğin yargıçlara sorumluluk ve görev düştüğü kanısını öteden beri taşımaktayım. Yargıçların yalnızca yasaların kurallarına bağlı kalmayıp, yorum olanaklarını, çağdaş insan hakları, özgürlükler ve demokrasi yönünde kullanmaları görüşünü savunmaktayım. Belki hukuksal normdan yoksun bu söylemi Bizim Gazete'de dile getirdiğimde, sayın Gemalmaz yine aynı gazetede, raporunda iki alıntı yapmış, Bizim Gazete, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin pazar dışında her gün yayınladığı bir günlük sivil toplum gazetesidir. Bir araştırma inceleme gazetesidir. Raporlara geniş yer verir. Nitekim "Türkiye'nin Demokrasi Sorunu" raporunu da bu günlerde yayınlayacaktır. Evet belki benim hukuksal normdan yoksun olarak söylediğim bu görüşe, sayın Gemalmaz yazdığı yazıyı hukusal zemine oturtarak bir bakıma destek vermişti. Yine bu görüşe koşut olarak yorumladığım raporun 31. sayfasındaki şu satırların altını birlikte çizmeme müsadenizi rica ederim. Raporda sayın Gemalmaz şöyle diyor: "Türkiye'de özellikle yüksek yargı organlarında ve genel olarak tüm hukuk çevrelerinde hukuksal pozitivist yorum, hukuka uygun yorum olmaktan çok ulusal

10

Page 11: PANEL - ismmmo.org.tr€¦  · Web viewÖNSÖZ. Türkiye’nin Demokrasi Sorunu..... Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir sorun... Belki de sorunun boyutları günden güne artıyor...

mevzuattaki standartlara sadakat ve yorum etkiye yöneliktir. Bunun ötesinde özellikle yüksek yargı yerleri ürettikleri iştiraklar izlendiğinde saptanabildiği üzere ilişkide bulundukları yerlerin siyasal konjonktür dayatmalarına fazlasıyla açık kalabilmektedir. Üretilen iştiraklerde insan haklarının evrensel hukuksal standartlarının içselleştirilmediğini sergileyen özellikler göze çarpmaktadır. Yüksek yargı yerleri, kendi paylarına düşebilecek demokratik hukuku yaratmadaki sorumluluk paylarında bile daha çok harekete geçme işlevini yasama iktidarına atma eğilimini yansıtmışlardır. Yansıtmaktadırlar..." Sunuş konuşmasında da aynı noktaya değindi Sayın Gemalmaz, ben belirtmekte yarar görüyorum. Çünkü çok önemli. Toplumsal muhalefetin önde gelen bir sorumluluğu, bence hukuk adamlarına düşüyor. Demokratikleşme sürecinde sivil toplum örgütlerine gerçek anlamda sivil toplum örgütlerine önemli görevler düştüğü açık. Bu görevlerin ya da bu mücadelenin, koşulların olumsuzluğuna ve hemen sonuç verip vermeyeceğine bakılmaksızın uzun soluklu bir mücadele anlayışı ile yapılması gerekiyor. Bu mücadeleler zamanla bir birikim oluşturur ve giderek toplumun tirajı haline dönüştürür ve o zaman halkta çözüm görülür. Sayın Gemalmaz, raporunun sivil toplum ve demokratikleşme istemleri bölümlerinde, 12 Eylül rejiminin kurulması evresinde sivil toplum kuruluşlarına değinerek şöyle diyor: "...Bunlar, başta bazı üniversiteler olmak üzere bir bölümü dönemin anlayışı ve uygulaması ile ciddi uzlaşma anlamına gelen bir tavır almışlardır. 1982 anayasasının hazırlanmasında rol üstlenmişlerdir. Milli Güvenlik Konseyi Başkanı'na fahri doktora ünvanları dağıtmışlardı..."25. sayfada da 1982 Anayasası'nın tek yanlı propagandayla dayatılıp muhalefetin susturularak temsil mahiyetindeki bir oylama ile halka onaylatıldığı saptaması yapılıyor. Bunlar elbet ve malesef doğru. Bir yandan bu doğru saptamaya istisnai bir kanıt olmak, hem de biraz önce savunduğum sivil toplum örgütlerinin uzun vadeli girişime ya da toplumda ihtiyaç oluşmasına katkıda bulunacak olumsuz koşullarda dahi sürdürdükleri demokratikleşme çabalarına mücadeleye örnek olmak üzere şimdi pek anımsanmayan hatta bilinmeyen bir olayı anımsatmak istiyorum. 1982 anayasası hazırlandığında ben Türkiye Gazeteciler Sendikası'nda görevliydim. Bir panel düzenledik, oya sunulacak anayasa taslağı üzerinde. Hukukçuların görüşünü aldık ve tabi yukardan aşağıya anayasanın eleştirildiği bir paneldi bu. Deşifre ettik, yazılı metnini sendika olarak Milli Güvenlik Konseyi'ne gönderdik. O zaman ki hatırlayacaksınız anayasa hakında propaganda yapmak, hayır demek yasaktır. Bizim bu görüşümüzü endişe ile karşılayanlar oldu. Ama Türkiye Gazeteciler Sendikası'na birşey olmadı. Anayasa temsilde sunuldu. Dayatmacı bir şekilde yüzde 92 oyla kabul edildi. Aradan zaman geçti. Sendikal bir iş için genel sekreter arkadaşımla birlikte, ki şimdi Türkiye Gazeteciler Sendikası'nın Genel Başkanı olan Ziya Sonay'la birlikte Çalışma Bakanlığı'na gittik. Müsteşar ya da müsteşar yardımcısıyla görüşüyordum. Askerden gelme, Milli Güvenlik Konseyi'nde yeralan bir kişi. Bizim Anayasa Paneli'nden, raporumuzdan söz etti. Sizin raporu kurmay olacak subaylarım okusunlar diye ders olarak kendilerine gösterdik, dedi. Ve bir demokratik mücadele öyle yapılır dedi, sizi kutlarım dedi. Ama bu sizin söyledikleriniz 2000 yılının Türkiye'si için geçerlidir. Ve şimdi 2000'e 3 yıl kaldı. Şimdi tabi sormak lazım, 3 yıl kaldı ne yapmak lazım diye. Evet aslında, toplumun demokratik bir anayasaya hazır olmamaktan çok, anti demokratik bir anayasal tepkiye, o anayasayı redde hazır olup olmadığını söylemek daha doğruydu. Bugün 2000'e işte 998 gün kala dahi aynı sorunların tartışılıyor olması acı. Ama arada yol alındığı söylemek de olası. Hiç değilse toplumun böyle bir mücadeleye hazır olduğunu, hatta böyle bir mücadelenin içinde oluğunu söylemek pek yanlış sayılmaz. Bu salonun tenhalığına bakmayın. Henüz çabaları ve güçleri yetersiz olmakla birlikte, sivil toplum örgütleriyle, "Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık" gibi yurttaş girişimleri ile İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası'nın 17. yayını ile irili ufaklı nicesiyle, Türkiye'nin demokrasi sorununu çözmenin oluşumu içindeyiz. Tabii bunun hemen sonuca ulaşacağını söylemek güç. Susurluk kazası diye anılan olaydan sonra beklenen sonuç alınmasa bile, ileriye bir yol katedildiği, toplumda bir ihtiyacın oluşmasına katkıda bulunduğu da bir gerçek. Gazeteci Metin Göktepe'nin öldürülüşü olayında sivil toplumun etkinliği bakımında da bir dönüşüm yaşandı. 1500 faili meçhul cinayetin bulunduğu raflara havale edilmek üzere olan Metin Göktepe cinayetinin, bir sivil toplum örgütü olan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin ısrarlı ve takipçilik etkisi ve kamuoyunun desteğiyle yargıya gitmesi sağlandı. Biz zaten yargıya gitsin diye ısrar ediyorduk. Ama bunun ötesinde siyasal iktidarın tasarrufu ve bağımsızlıktan yoksun yargının yukarda belirttiğimiz durumu yüzünden sanık polisler bir yılı aşkın süredir mahkeme önüne çıkarılmadı. Ve duruşma ilden ile

11

Page 12: PANEL - ismmmo.org.tr€¦  · Web viewÖNSÖZ. Türkiye’nin Demokrasi Sorunu..... Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir sorun... Belki de sorunun boyutları günden güne artıyor...

dolaştırıldı. İlk duruşma Aydın'da, Ikincisi Afyon'da oldu. Üçüncüsü yine 11 Nisan'da Afyon'da olacak. Ve bu defa Adalet Bakanı'nın yine dayatmasıyla spor salonunda değil, ufacık ağır ceza salonunda yapılacak duruşma. Pek çok şeyin bir tanesi, toplumu çok önemsiyorum. Gerçek anlamda sivil toplumu oluşturmamız lazım, toplumsal muhalefet için diye düşünüyorum. Pek çok şeyi sivil toplumun baskısı ile yapmaktan, başarmaktan başka çözüm yolu görülmüyor. Parça parça değiştirilen bir anayasa değil, yeni baştan yepyeni bir anayasa gerekiyor. Ama nasıl kendi haline bırakırsanız bu anti demokratik seçim sistemiyle bu meclisin, Türkiye'nin demokrasi sorununun çözmesine olanak görülmüyor. Parlamento dışı partilerde de çözüm yok. İş büyük ölçüde gerçek anlamdaki sivil toplum örgütlerinin baskısına ve toplumsal muhalefetin ortaya koyacağı ihtiyaca kalıyor. Ben sivil toplum örgütlerini çok önemsiyorum. Sivil toplum somut çözüm önerileriyle öne çıkmalıdır. Bu bağlamda İstanbul Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Odası'nın bu girişimini, Gemalmaz'ın raporunu ve sonuç bölümünü önemsiyoruz, önemsenmelidir diye düşünüyorum. Bir somut öneri de biz ekleyelim. İletişim özgürlüğünün sınırlayıcı yasa çıkarılamayacağı hükmü anayasada yeralmalıdır. Herkesin bilgi edinme hakkı anayasal güvenceye alınmalıdır. Bugüne kadar başlangıçta özellikle bazı siyasetçilerin saptırmasıyla basın özgürlüğü denilen şey gazetecilerin ve basının bireysel özgürlüğüymüş gibi öne sürüldü. Oysa biz yakın zamanlara kadar bunun halkın gerçekleri öğrenme bilgi edinme hakkı olduğunu söyledik. Şimdi son bir tanımlamayla bazı hukukçulardan kaynaklanan bir tanımlamayla, iletişim özgürlüğünün aslında halkın bilgi edinme görevi olduğunu söylüyoruz. Görev olarak bir hak, hakkın da ötesinde bir görev olduğunu söylüyoruz. Çünkü toplumun bireyleri tıpkı askerlik görevi gibi, vergi ödeme görevi gibi bilgi edinme görevini de yerine getirmelidir. Doğru bilgi edinmelidir, ki zamanı geldiğinde bu doğru bilgiye dayanarak siyasal tercihlerini doğru yapabilsin. Demokrasi doğru işleyebilsin. Bu bakımdan iletişim özgürlüğü herkesin bilgi edinme görevidir. Ve basın bu görevi yerine getiren bir araçtır. Bir dipnotuyla bitiriyorum sayın başkan. Yine sayın Gemalmaz hocamız raporunun bir yerinde basın özgürlüğüyle bağdaşmayacak, basın özgürlüğünü boğazlayacak, basın özgürlüğü için büyük tehlike olan tekelleşmeye karşı sivil toplum örgütlerinin suskunluk içinde olduğunu söylüyor. Tabi mesleğimizde çeşitli kuruluşlar var. Gönüllü kuruluşlarda var. Ama ben Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin bir temsilcisi olarak bir dipnotu düşmek istiyorum. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti başından beri, taa Asil Nadir'in Türkiye'ye geldiği günlerden başlayarak tekelleşmenin tehlikesini her platformda vurgulamıştır, suskun kalmamıştır. Bunu da bir not olarak belirtmek ihtiyacını hissediyorum. Ve bugün Türkiye Gazeteciler Cemiyeti olarak ilk defa bir Şehit Gazeteciler Günü ilan ettik. 1909'da 6 Nisan'da Galata Köprüsü'nde şehit edilen ilk Türk gazetecisi Hasan Fehmi'nin ölüm gününü bundan böyle her yıl şehit gazeteciler günü olarak anacağız. Ben izninizle toplantının sonunu beklemeden ayrılmak zorunda olacağım için sizlerden özür diliyorum. Teşekkür ederim.

Yahya ArıkanÇok teşekkürler sayın Güreli. Şimdi programdaki sıraya göre devam edeceğiz. Istanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi ve İstanbul Barosu Başkanı Sayın Yücel Sayman. Buyrun.

Yücel SaymanTeşekkür ederim sayın bşkan. Şimdi konuşmaların başında hep bir hafif yakınma oldu, burada kalabalık olmaması nedeniyle. Ben o kadar hayal kırıklığına uğramış değilim. Biliyoruz günümüzde böyle paneller, çok özel bir konuyu kapsamıyorsa eğer, çok fazla ilgi görmüyor. Ama atmosferde herşey en küçük toplantı bile bir birikimdir. En azından üç kişinin beş kişinin kararlığını gösterir. Ama galiba önemli olan bizim yeni şeyler bulmamız. Eğer demokrasi diyorsak, demokrasi insanların kapılarının dışına adım attıkları anda başlar. Yani biz halkı, insanları her gün sokağa çıkartabileceğimiz biçimde etkinlik biçimleri bulmak zorundayız, eğer sivil toplum örgütleri diyorsak kendimize. Bunun yollarını bulmak zorundayız. Şimdi Türkiye'de demokrasi var mı, hep demokratikleşmeden konuşuluyor. Anayasada şöyle bir ibare var. Çok kolaylıkla anlaşılıyor. Eğer demokrasi bir devlet biçimiyse, Türk devleti demokratik falan değildir. Ve bu devlet biçimi olan demokrasi yoktur. Onun için ben sizden biraz farklı olarak görüyorum. Demokratikleşme lafını da çok sevmiyorum. Yani demokrasi yoktur, devlet demokratik değildir. böyle bir yapı yoktur, anayasadan başlayarak... Demokratik bir devlet olmadığı için de hukuk

12

Page 13: PANEL - ismmmo.org.tr€¦  · Web viewÖNSÖZ. Türkiye’nin Demokrasi Sorunu..... Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir sorun... Belki de sorunun boyutları günden güne artıyor...

devleti hiç değildir. Zaten hukuk devleti diyebilmeniz için, önce devlet biçiminin demokrasi üzerine oturmuş olması gerekir. Yani en ilkel şeyleri kaldırın demokrasi yoktur. Şimdi biz mücadele ediyoruz. Adına demokratikleşme diyelim, başka birşey diyelim. Şimdi birdenbire kendimizi, yani en azından ben kendimi, şöyle bir cendere içinde üç canavara karşı mücadele etmek durumunda olan bir kişi olarak görüyorum. Ve çoğunluğumuz da galiba öyleyiz. Ve sıkışmışız arada. Bir çıkış noktası bir mücadele noktası arıyoruz. Ortada tehlike olarak gördüğümüz islami akımlar var. Onlar devletin yapısını kendi istedikleri şekle dönüştürmek çalışıyorlar. Bunda da çok başarılılar. Ve giderek de tıpkı marksist partilerin uyguladığı yöntemleri uygularak büyük kitleleri kazanıyorlar. Ve Türkiye'nin geri kalan kısmının çıkarları umurunda değil. Kendi kitlelerine uygun davranarak onların sempatisini kazanarak ve genişleyerek iktidarı bütünüyle alabilecekleri bir yöntem izliyorlar. Ama bunu çok başarılı yapıyorlar ve bunu çok militanca yapıyorlar ve bizim yapmadığımız birşeyi yapıyorlar. Kadrolaşmalarının yanısıra iktisadi alanda ekonomik alanda büyük bir pazar ele geçiriyorlar. Şimdi bu TÜSİAD Raporu boşuna çıkmıyor. Pazarını kaybettiği için, büyük sermaye bunu gördüğü için pazarını kaybediyor, kaptırıyor. Onun için böyle bir ilk defa demokratikleşme talebi dile getiriyor. Arkası gelmese dahi pazarını kaptırıyor. Kime kaptırıyor, İslamcı akımlara kaptırıyor. Ya kendi sonu olacaktır, ya da bu pazar gidecektir. Şimdi ona karşı böyle bir rapor hazırlamış. Şimdi bakın ama pazarı ele geçiriyorlar, yani kamu kuruluşlarının verdiği ihaleler olarak, özellikle belediyelerde bunlar oluyor. Buna hiç kimsenin sesi çıkmadı. Ama o parayı alanlar, burada da ekonomik pazarlarda büyük kar yapanlar, kazançlarının büyük bir kısmını da tırnak içinde kendi davaları için harcamaya hazırlar ve harcıyorlar. Şimdi bizde böyle birşey yok. Biz iktisadi imkansızlıklar arasında yani birşey yapacağımız zaman parasızlıktan dolayı yapamıyoruz. Ama, tırnak içinde, "laik kesime islamcı kesime karşı mücadele için ayaklanan" bizler yasaklar koymamızı isteyenler hiç bu konuda en ufak bir çaba göstermiyorlar. Böyle bir dayanışma yok, böyle birşey yok. Onlar Kuran kursları kurmuşlar, okullar açıyorlar, oralara büyük yatırımlar yapıyorlar. Peki mücadele eden kesim nerede, nasıl mücadele edecek? Devletten bekliyorlar. Geliyor ikinci tehlike, devletten bekliyor. Devlet dediğiniz böyle havada bir kurumlaşma gibi, orda insanlar var yürütenler var. Şimdi devlet mafyalaşmış kurumlaşmış. Hep söyleniyor devletin içine çöreklenmiş çeteler, devlette yeni bir yapılanma var ortada. Yani biz Mehmet Ağar'ı cezalandırırsak, Sedat Bucak'ı cezalandırırsak, 25 tane özel timden polisi cezalandırırsak, sorunu çözmüş mü olacağız, rahatlayacak mıyız? Ortadoğu sorunu çözülmediği zaman, Kürt sorunu çözülmediği zaman, siz eğer oradaki uyuşturucu kaçakçılığını ortadan kaldırmadığınız zaman, özelleştirmeden para aktarılması yolunu kapattığınız zaman, aynı adamlar isim değiştirecek, belki başkaları da olacak. Ama bu çeteler olacaktır. Bunlar çete falan değil, devlet içinde yapılanmış devlet içinde kadrolaşma olarak var. Izlenen siyaset bu yapılaşmayı ve bu kadrolaşmayı getirmiş bulunuyor. Bizim onlardan bunu beklememiz de abesle iştigaldir ve aymazlıktır, açmazlıktır. İkili ilişki orada oluyor. Çeteler diyoruz. O çeteleri aşmak için devletten yardım bekliyoruz. Yani devletin kendisi böyle kurumlaşmış. Yani emniyet ne yapacak? Emniyete bakıyorsunuz bütün isimler oradaki isimler. Belki tek tük olmayan isimler var. Onlar da zaten gece yarısı operasyonu ile ortadan kaldırılıyor. Kimsenin de kılı kıpırdamıyor. Şimdi siyasi İslam kadrolaşıyor. Devlet içinde kadrolaşıyor. Bir sürü kurumlarla kadrolaşıyor. Pazarları ele geçiriyor ve aynı zamanda da demokratik görünüyor. Şimdi hiçbir siyasi partinin, biz iktidara geldiğimiz zaman bu kadroları dağıtacağız dediğini duymadım ben. Bu açıklanmıyor. Ve daha baştan beri bunlar meşhur olmadan bu kadrolaşmaların iktidara geldiği zaman dağıtılacağı sözü verilmiyor. Şimdi ne yapacağız iktidara gelse bir sosyal demokrat parti? Iktidara gelse bu kadrolarla neyi nereye kadar yürütecektir? Ne yapacaktır? Şimdi bakın gizli yönetmelikler var. Milli Güvenlik Kurulu'nun yapısını alacak kararları vs. gizli yönetmelikler var. Türk halkı bunu iyi biliyor. Alınmış gizli kararlar var. Hukuki delili ne olursa olsun. Şimdi iddialar var, yapılan bir sürü uygulama var. Orada alınmış gizli kararlarla bunu hayata geçiriyorlar. Biz bunu belirleyemiyoruz, ortaya çıkartamıyoruz. Şimdi Semih arkadaşımızın bahsettiği Kriz Dönemi Yönetmeliği bu yetkilerini daha da artırıyor. Şimdi biz İstanbul Barosu olarak o kriz dönemi yönetmeliğini iptali davası açtık. Kazanamayacağımız baştan belliydi, mümkün değildi böyle bir şeyi kazanabilmek. Ama kıyameti koparttılar. Bu bütün ülkede olağanüstü halin ilanıdır, dedik. Olağanüstü Hal Yasası'ndan daha vahimdir bu yönetmelik dedik Bu Kriz Dönemi Yönetmeliği bütün ülkede olağanüstü halin uygulanmasıdır. İptal davası açtık, kazanacak mıyız?

13

Page 14: PANEL - ismmmo.org.tr€¦  · Web viewÖNSÖZ. Türkiye’nin Demokrasi Sorunu..... Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir sorun... Belki de sorunun boyutları günden güne artıyor...

Hayır kazanamayacağız, çünkü hiç bir mahkemenin bunu ortadan kaldırmaya iptal etmeye gücü yetmez, korkar Şimdi yargı bağımsızlığı sadece yargıçların elinde değil. Üç tane örnek veriyorum. O üç örneğe baktığımızda çok sıradan basit örnekler. Türkiye'de yargı hukuku, yargı bağımsızlığı, ne söylerseniz söyleyin bu üç tane örnek yargının yargıçların da bağımsız olmadığını ortaya çıkarır. Sultanbeyli Adliyesi açılış törenine gittik. Saat 11.00'de olacaktı. Gittiğimiz zaman gördüğümüz şey şuydu. Yolda yani bir oturacak yer yapmışlar törene katılacak olan misafirler geliyor, orası bomboş. Yolda savcılar, hakimler ve Sultanbeyli halkı, şimdi hangisi savcıdandır hangisi halktandır ayırt etmek mümkün değildir. İki tane aydınlık yüz görünce büyük bir ihtimalle savcılar ve yargıçlar bu bölümdedir diye gittik. Doğru tespit etmişiz. Şimdi niye ayakta beklediklerini ve sokakta oturmadıklarını sorduğumuz zaman. Bakan gelecek, elini sıkacağız dediler. Bakan saat 12.00'de gelmiş. Şimdi bakan böyle bir şeye cüret edebiliyor. Savcılar bekliyor. Konuşturun hakimleri, savcıları, sendikaları, yok. Sendikaları konuşturmaya hiç savcının ve hakimin cesareti yok. Orada çoğu bize telefon ediyorlar, garip bir durum. Burada da baronun yardımcı olması isteniyor. Bir örnek daha. AKM'de Adalet Bakanı açılış konuşmasına gelecekti. Saydım, 40'a yakın hakim ve savcı vardı, toplantıya katılmış olan. Kendilerini ilgilendiren bilimsel toplantılara katılmayan hakim ve savcıların 40 tanesi, bakan geleceği için oradaydı. Bakan konuşmasını yaptı 25 tanesi kalktı gitti, açılış konuşmasından sonra. Basit örnek.. Üçüncü örnek, yargı bağımsız değildir diyen bir savcı hakkında 159. maddeden yani adliyenin manevi şahsiyetine hakaretten dava açıldı. Ve 12 yıla kadar da hapsi isteniyor. Şu üç uygulama yargının ortadan kalkmış olduğunu gösteriyor. Sade bağımsızlık değil, yargıçlar ve savcılar sindirilmişlerdir, bastırılmışlardır. Hiç birşey beklemek mümkün değildir. Ha, yürekli yargıçlar yok mu, var. Ama biz niye yürekli yargıç bekleyelim ki. Yani sistem yürekli yargıçlar yaratıyor. Yani kurban olacak bunlar ve o zaman biz de çok alkışlayacağız. Sistemin kendisi değiştirilebilir. Ortadan kaldırılmalıdır, yargı bağımsızlığı sadece yargıçlarla ilgili değil, savunma ile de ilgili. Yani açın anayasayı, savunma yargının içinde olmamıştır. Savunmadan söz edilmiyor anayasada. Kanunlara açın bakın hep yargının dışına atılmış. İstediğiniz kadar yargıçlara savunma hakkı tanıyın, bağımsızlık tanıyın. Savunma yargıda yerini almıyorsa o yargıçlar tahakkümüne yol açar. Demokrasiye değil, bağımsız yargıya değil, yargıçların tahakküm kuracağı bir sisteme yol açar. Artık öyle bir hale gelmiş ki, hiç bir alt mahkeme Yargıtay'ın vermiş olduğu karardan farklı bir karar vermiyor. Onlar eğer dava açmışsa onun sonucunu bekliyor. Bakalım Yargıtay ne diyecek diye o da aynı şekilde karar vermek üzere. Biz şimdi böyle çok basit örneklerle üç güç tarafından çevrilmişiz.. Bir kısmımız da çok iyi niyetle kendi demokrasi anlayışımıza göre öyle olması gerekir diyoruz, barış içinde birlikte yaşayacağız. Demokrasi çerçevesinde birleşelim diyoruz. Bizden bir marjinal kesim, onlardan bir marjinal kesim biraraya geliyoruz. Ama bir konuda eşitsizlik konusunda, demokrasi dediğimiz zaman biz onların haklarını tanıyacağız, ki tanımalıyız, tanıyoruz. Ama onlar bizim hiç de hakkımızı tanımayacaklar. Kendi kurallarına göre yaşatacaklar bizi. Şimdi burada garip bir çelişki var. Şimdi Iran'da vs. bakıyoruz sol kesimlerle demokratik kesimler ile islamcı kesimler bir cephe kurmuşlar. Esas tehlike olarak, burada siyasi islamcı kesimin katiyen demokratik cehpeden hiçbir hak tanımı yaptığı yok. Sadece kendi haklarının var olduğunun söylenmesini istiyorlar bizden. Ama onlar başka bir cehpe kurmuşlar. Ülkücüler de cephe kurmuşlar. Aynı cehpedeler, kolkola elele geziyorlar. Onlardan demokrasi umudunu beklememek lazım.Demokrasi açısından üç tehlike arzeden kurum ve gelişme karşısında biz ortada oturmuş acaba hangisinden ne yapacağı? Ne yaparsak yaparız diye sıkışmışız. Ama gözlerini bize dikmişler. Güçler bizi ortadan kaldırmaya çalışıyorlar, demokrasiyi ortadan kaldırmaya çalışıyorlar zaten. Ama sırtımızı hiçbir yere dayamamışız. Şimdi sırtımızı hiçbir yere dayamadan verilen bir mücadele zaten baştan kaybedilen bir mücadeledir. Sırtımızı bir yere dayamak zorundayız. Yani eğer böyle bir tehlikeye karşı, bir üçlü akıma karşı bir mücadele edeceksek. Ve o mücadelede dostlarımızın kimler olacağını, kimlerle ittifak yapacağımızı düşünmezsek böyle sırtımızı dayamak zorundayız. Karşımıza alıp ne yaptığımızı mücadelemizi görmek durumundayız. Basit kavga taktiğidir bu. Üç kişi ile kavga ederken kendinizi garantiye almazsanız arkadan gelir vururlar. Arkadaki de vurur öndeki de vurur. Sırtımızı korumak zorundayız, sırtımızı nereye dayayacağız? Işte arkadaşımız söylediği topluma, halka dayamak zorundayız. Sırtımızı halka dayadığımız zaman ancak bu güç olabilir. Önderlik lafla olmaz. Çıkarsınız siyasi talepleri getirirsiniz. Insanları sokağa

14

Page 15: PANEL - ismmmo.org.tr€¦  · Web viewÖNSÖZ. Türkiye’nin Demokrasi Sorunu..... Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir sorun... Belki de sorunun boyutları günden güne artıyor...

çıkartırsınız. İnsanları demokrasi talebiyle sokağa çıkartırsınız. Önderliğinizi gösterirsiniz. Yoksa lafla siz değil biz olalım önder bizim peşimize gelin diyecekse kimse demesin. Eğer biz de demokratik kitle örgütleri olarak, demokrasi mücadelesini, demokrasi isteğiyle, hukuk devleti isteğiyle insanların elinden dışarı çıkartabilecek bir etkinlik bulamazsak, geniş bir siyasi mücadele zeminini hazırlayacak olarak bunu bulamazsak, sırtımızı halka dayamazsak, daha çok bu konuşmalarda katılımların az olduğundan yakınmakla kalırız. Belki de buradan çıkacak konudan en önemlisi, Türkiye'de demokratik bir devlet yapısı olmadığını, bulunmadığını gösteriyor. Demokrasi mücadelesini verecekler olarak söylüyorum bunu, yoksa kurum olarak söylemiyorum. Belki bu süre kaybımız için "Bir Dakika Karanlık" eylemi bunun ufak bir adımı sayılabilir. Halk bunu geliştirmiştir. Sokağa çıkmasıyla, tencereyle vs. o halkın kendi geliştirdiği birşeydir. Buna benzer etkinlikleri bulmak ve onu hayata geçirmek zorundayız diye düşünüyorum. Teşekkür ediyorum.

Yahya ArıkanSayın Yücel Sayman'a çok teşekkür ediyoruz. Şimdi söz sırası Sayın Fatih Altaylı'nın. Buyrun.

Fatih AltaylıHoşgeldiniz diyorum herkese, biz de hoşbulduk. Bu arada umduğumuz kalabalık tabii yok. Aslında demokrasi konulu herhangi konuda panelde ya da başka bir yerde konuşmak yoktu benim açımdan. Ta ki Şubat ayının başına veya ortasına kadar. Ben Türk halkının demokrasi konusunda herhangi bir talebi olduğu inancında ne yazık ki değildim. Şu anda bile bu konudaki görüşüm çok oturmuş değil. Sadece demokrasiden ne anladığımız konusunda bir kafa karışıklığına biraz daha kapıldık. Ama Türk halkı hala demokrasi istiyor mu istemiyor mu bilmiyorum. Neden 1 Şubat'tan sonra böyle bir yere katılabilirim diye düşündüm. Çünkü yakılan söndürülen ışıklar, çalınan tenceler tavalar bir nebze de olsa ümit verdi. Ama bununla ilgili yaptığımız toplantıların bir tanesinde, eyleme katılan bir garsona, peki sen niye katılıyorsun eyleme, dedim. Dedi ki benim ilçemde belediye başkanı bizim mahalleden değil. Bizim evin önünde kanalizasyon kazısı yapıldı. Belediye başkanı bizim oralı olmadığı için aslında onun altından kanal geçiyordu, orayı deldi. Ben böyle hıyar belediye başkanını istemiyorum. O yüzden lambaları yakıp söndürüyorum. Oysa bu eylem başlarken ortaya konan metin vardı. Demokarasi istiyoruz ülkede, diye. Hem de şarkıda olduğu gibi acil bir biçimde istiyoruz demokrasiyi. Onun istediği demokrasi başka, sizinki başka, benimki başka. Herkes farklı bir şey istiyor demokraside, ortaya bir tarif koymak mümkün değil. Bu eylem sırasında yine bizim sık sık karşılaştığımız bir başka şey demokrasinin nasıl geleceği. Biz lamba yakıp söndürürken evde, eşim de tencere çalarken balkonda, kapı çalınacak ben kapıyı açacağım, tamam demokrasi geldi. Hoş geldi sefa geldi. Lambaları yakalım. Öyle birşey de mümkün değildi. Biz sürekli şunu vurguladık. Bir amaçlar, somut hedefler koyalım, demokrasiye giderken yolda somut hedefler koyalım dedik. Ve bu eylemin bitmeden sürmesi gerektiğini vurguladık. Ama eylemin uygulamasını takip etmekte kendini hükümlü hisseden komite bunun savsaklanacağını ve bir an önce bitmesi gerektiğini söyledi. Bu da aslında ne denli kendimize güvensiz, ne denli de sonuca ulaşmaktan umutsuz olduğumuzu ortaya koyan birşeydir. Benim bildiğimiz birşey var. Demokrasi mücadelesi çok uzun soluklu bir mücadeledir. Bu mücadele içerisinde de eğer mücadelede başarıya ulaşamıyorsa giderek yumuşamak değil, giderek sertleşmek gerekir. Biz bu eylemleri ışıkla başlattık, arkasından tencere tava, bir yandan sokak toplantıları. Ben Türkiye'nin bilmem kaç vilayetine hiç haddim ve işim olmadığı halde meydanlara gittim. Oralara kadınlar ve çocuklar geldi. Sonra İstanbul'un bir barında akşamleyin toplanan bir grup ya biz bunu 9 Mart'ta keselim. Niye keselim belli değil. Ne kazandık o da belli değil. Bir daha başlamak için vatandaşa ne diyeceğiz. o da belli değil. Çünkü savsaklanabilir. Bu demokrasi oyunu değildir. Şimdi biz Türkiye'de garip bir şeye düşüyoruz. Burada da aynı hataya hepimiz düşüyoruz. Yazılarımızda düşüyoruz, konuşmalarımızda düşüyoruz, raporlarımızda düşüyoruz. Bir rapor çıkıyor ortaya rapor son derece hoş. Şimdi bir sürü temel unsur da sıralanmış ortaya çıkan. Bunların tamamı bin yıllık bir süreçtir. Bir bin yıllık bir süreci bir raporda ele alıp, burada da konuşup, bir gecede lambaları söndürüp yakıp işi bitirmek istiyoruz. Adım adım gitmeyen bir demokrasinin demokrasi olma ihtimali yok. Biz bütün demokratik unsurlar için demokrasi diye saydığımız, demokrasiyi oluşturan herşey için tek tek mücadele etmeyi göze almamız lazım. Bunları

15

Page 16: PANEL - ismmmo.org.tr€¦  · Web viewÖNSÖZ. Türkiye’nin Demokrasi Sorunu..... Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir sorun... Belki de sorunun boyutları günden güne artıyor...

öncelikle belirlememiz lazım. Hangisi daha öncelikli gelecek, hangisi daha sonra gelecek diye. Bunları yapmayacağız. Biz bir rapor alacağız, bu rapordaki 250 tane veya 1500 tane de çıkabilirdi. Bütün bunların hepsini biraraya koyacağız ve bütün bunlar olsun diye lambaları söndüreceğiz. Daha ötesinde bir adımı da göze almayacağız. Ben buna şey diyorum, çekirge demokrasisi. Demokrasi karınca usulü olur, yavaş yavaş gidersiniz. Biz çekirge demokrasisi istiyoruz. Hop diye zıplayalım demokrat olalım. Demokrasiye, insan haklarına, hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı bir devlet yapısına kavuşalım istiyoruz. Ama karınca gibi yapılması gereken bir işi çekirge gibi isterken diğer taraftan da ağustos böceği gibi tembeliz. Evden dışarı adım atmadan lambayı yakıp söndürerek bu sona ulaşamadığımız için de bir ay içinde moralimizi bozuluyor. Böyle bir demokrasi yok. Sürekli yüklenilen bir başka konu, Anayasa. Türkiye'nin Anayasası, dar geliyor, geniş geliyor, bol geliyor. Ben Türkiye için bir anayasanın gerekli olduğu kanaatinde değilim. Eğer Türkiye'yi adam gibi adamlar yönetiyor olsalar, Türkiye'de bir takım başka yasalar adam gibi uygulanıyor olsa, biz demokrasiyi veya anayasa denen kitabı elimize alma ihtiyacı hissetmeyiz. İçinde ne yazdığını unuturuz dahi. Doğrusu da odur. Ama biz habire elimizde anayasa o maddesi kötü, bu maddesi kötü, şu maddesi kötü. Peki biz niye seçim yasasını konuşmuyoruz? Bugün Türkiye'de en büyük parti yüzde 20 ile iktidar. Anamızı belliyorlar, bugün yüzde 10'a düşmüş ortağıyla. Türkiye'de yüzde 12, 13 hatta 15'e varan bir oran meclis dışında. Niye biz bunları konuşmuyoruz. O insanların demokrasiden faydalanma hakkı yok mu?. Hayır onlar katılamadılar, barajı aşamadılar, biz onu da tartışamıyoruz. Bu seçim sistemi bize anayasanın dayattığı bir şey mi?. Hayır değil. Biz oturmuşuz mecliste ya da birileri oturmuş mecliste. O günkü şartlar içinde en fazla çıkarına uygun düşen hangi seçim sistemiyse onu almışlar getirmişler. Halkın yüzde 15e yakın bölümü meclis dışında kalmış. Ona bir şey demiyoruz, anayasa yapıyoruz işi. Şimdi biz 5 tane komutan yarın darbe yapacak diye korkuyoruz. Ben cumartesi akşamı Izmir'de bir paneldeydim. Darbe isteyenler, dedim, herkes elini kaldırdı. Herkesin eli kalktı, istisnasız. Konuştuklarım arasında profesörler var, doçentler var, işadamları var. Zengini var fakiri var. Belki bir kaç kişinin kalkmamıştır ama kalkan ellerden kalkmayanları görmedim ben. Bugün ne farkı var, şimdi beş tane başka diktatör var tepemizde onlara karşı biz ne yapabiliyoruz. Onların sistemi bozarak kendi dilediklerini yapmalarına, işte gece yarısı operasyonlarıyla hocamın söylediği gibi gelip yasalara uygun olmayan bir biçimde bir genel müdür değiştirmelerine, yasaların engellediği veya Danıştay'ın zaman zaman nasihat çekmesine rağmen bir takım kamplaşmalar yapmalarına, kanun hükmünde kararnameler çıkartmalarına. Üç tane aklı evvelin oturup, bakan vaya başbakan veya bakan kocası emriyle bunları yapmalarına ses çıkarmıyoruz. Ama askerler geldi miydi, hop siz demokrat değilsiniz. Bunlar çok mu demokrat? Peki bunlara niye birşey diyemiyoruz. Tankın üstüne çıkmak büyük bir erdem gibi gösteriliyor. Tansu Çiller bile tavsiye ediyor. Peki biz niye başbakanın RP plakalı makam arabasının üstüne çıkmıyoruz. Onun tanktan ne farkı var. Tank kadar o da hukuku ezmiyor mu bizim karşımızda? Yani bunların arasındaki tek fark birinin namuslu olması öbürünün namuslu olmaması mı. Peki o zaman faili meçhul cinayatler namlu değil mi? Askeri darbe döneminde bu kadar faili mechul cinayet oldu mu? Olmadı. Hiç olmazsa iyi kötü bir yargı ile yargılayıp, hiç olmazsa aleni bir biçimde asıyorlar. Veyahut da asmıyorlar içeri atıyorlar, birşeyler yapıyorlar. Faili meçhul cinayetler tank değil midir top değil midir. Halkın üstüne bir takım devlet güçlerinin yürütülmesi değil midir. Onu niye konuşmuyoruz. Niye onlara karşı askere aldığmız benzer tavrı aynı şekilde almak gibi birşeyden bahsetmiyoruz. Ben bugün Türkiye'de ordu mu yoksa bugünkü devlet anlayışı içindeki bir sistem mi, onların arasında bir fark göremiyorum. Siz görüyor musunuz? Yok. Böyle bir fark yok ortada. Birisi yeşil kıyafetli güçlerinin namlularını bizlere doğrultuyor. Ama hiç olmazsa biz namlunun nerde ve nasıl olduğunu biliyoruz ve hiç olmazsa ona göre belki önlem alabiliyoruz. Öbürü kimi zaman mavi kimi zaman yeşil kıyafetli kimi zaman sivil bizim gibi giyinmiş insanların namlusunu bize doğrultuyor ve onların nerde olduğunu göremiyoruz hiçbirimiz. Ve bunlar hukuğun içinde hukuksuzluğu uygulayanlar. Öbürleri hiç olmazsa hukuk yoktur diyor. Hiç olmazsa bir mertlik var orada. Bugünkü durumda bir mertlik de yok. Asker gelse ben bilirim ne yapacağımı. Şimdi ben neye göre davranacağım? Ortada davranmamı gerektiren bir sistem de yok. Türkiye'nin sorunları demokrasi sorunu, şu sorunu bu sorunu, bunların hepsini sıralamak ve farklı boyutlara getirmek mümkün. Ama ben Türkiye'nin sisteminin tıkanmasında siyasilerden çok daha suçlu ğördüğüm bir kitle var. O kitleyi biraz daha öne çıkarmak gerektiğini düşünüyorum. Bu Türkiye'deki sorunların tamamının

16

Page 17: PANEL - ismmmo.org.tr€¦  · Web viewÖNSÖZ. Türkiye’nin Demokrasi Sorunu..... Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir sorun... Belki de sorunun boyutları günden güne artıyor...

temelinde bulunan kesimin bana sorarsanız bürokrasidir. Eğer Türkiye bürokrasiyi ortadan kaldıramazsa, bürokrat kesimin kendisini alamazsa toplum lehine biz demokrasiyle çok tartışırız, siyasetçi ile çok tartışırız. Biz bütün bunları tartışmaya devam ederiz. Bugün siyasetteki kirlenmenin temelinde bürokrasideki kirlilik vardır. Bürokrasideki bir takım alışkanlıklarını, elde edilmiş bir takım haklarını ortadan kaldırılmasına izin vermeme isteği vardır. Ben kendimi düşünüyorum. Ben bakan olayım, seçileyim meclise geleyim. Çok güzel de projelerim var. fikirlerim var. Bunları da aldım masama koydum. Çağırdım, acemiyim de, korkuyorum. Nasıldı usul üslup bilmem. Çağırıyor iki tane genel müdür. Diyorlar ki, ya gelin şu işe, ben çok akıllı çözümler ürettim. Çözelim. İki tane genel müdür geliyor yanıma. Biri sağımda biri solumda. Bakıyor şöyle bir, inceliyorlar. Bunlar olursa onların çok kıymet-i harbiyesi kalmayacak memlekette. Bana diyorlar ki beyefendi bunlar usule uygun değil. Nesi değil, işte bu böyle böyle olmaz. Nasıl olur? Bu şöyle şöyle olur. Şöyle şöyle dediği de onun, faili meçhul bir yöne doğru ilerlemesi ve oradan dönüp gelip bir gün beni bulması tekrar. Veya meclisi bulması. Ha öyle mi diyoruz. Israr edeceğim edemiyorum. Vallahi ipe gidersiniz diyor. Hayda, ne yapacağım ben? Peki ne yapacağız bunu? İşte onun yöntemi budur. Daha önceki sayın bakan böyle böyle yapardı. Ondan önce de şurdan biri şöyle yapardı. Biz bunu veriyoruz gidiyor.Türkiye'de iki dönem vardır. 1983-87 yıllarında iyisiyle kötüsüyle Türkiye'de bir değişim süreci yaşanmıştır. O değişim sürecinin yaşandığı dönemde benim tespit ettiğim bir şey, bilmiyorum yanlış bir tespit olabilir. Katılmayanlar olabilir. Özal'ın başarılı olduğunu düşünüyorum. Bugün hakikaten hayatımızada yansıyan bazı icraatları vardır, bunları inkar etmek de çok mümkün değildir. Tamamı bürokrasiye rağmen yapılmıştır, bürokrasi aşılarak yapılmıştır. Bürokratlar bir kenara itilerek yapılmıştır. Ne zaman ki Özal, adı prens olsun prenses olsun, bir takım bürokratlara kendi veya ailesi vasıtasıyla teslim olmaya, onlarla bir takım çıkar ilişkisine girmeye başlamıştır. O zamandan sonra Anavatan Partisi'nin değişimci şucu bucu hikayaleri de tam palavra olmuştur, bitmiştir. Türkiye'nin hakkından gelemediği şeylerden bir tanesi, Siyasi Partiler Yasası'dır. Diğeri seçim yasasıdır. Fakat bunların hepsinin temelinde yatan, belki de Türkiye'nin bürokrasiyle sağlam bir kavga vermesidir. Benim derdim var bürokrasiyle, benim annemin var, babamın var hepimizin var. SSK ile olan dertler bir bürokrasi derdidir. Bürokrasinin köhnemiş olması derdidir. Bugün sağlık sisteminde yaşanan dertlerin tamamında bürokratların parmağı vardır. Bugün vergi adaleti ile ilgili sistemlerin tamamında, maliye ile ilgili sistemlerin tamamında bürokratların parmağı vardır. Türkiye eğer bürokratlarından kendini kurtaramazsa hiçbir şeyden kendini kurtaramaz. Çünkü onlar olağan sistemin birşekilde gitmesi için ellerinden gelen herşeyi yaparlar, gerekirse meclise giderler. Bugünkü meclisin yapısına bakarsanız, zaten kaç milletvekilinin bürokrat kökenli olduğuna baktığınız zaman da onların bu sistemi korumak için kendilerini her türlü göreve hazırladıklarını da görürsünüz. Bugün bunun farkına varmıştır ki RP, bunun farkına varmıştır. Diğer partilerin hepsi de bürokrasi içinde kadrolaşırlar, bürokrasinin gücü Türkiye'nin gücünün ötesindedir. Türkiye'yi kontrol eden güç bürokrasidir. Eğer Türkiye bunu yapmazsa olmaz. Zaten bugün yaşanan çete sendromunun, bugün yaşanan sıkıntıların temelinde de bu vardır. Bu oluşumların siyasete giderek uzanıyor olmasının sebebi de bürokrasinin bunlar üzerindeki hakimini kaybetmeme kavgasıdır. Faili meçhul en alttan en üstteki, ya da en basit sade vatandaştan güneydoğuya, oradan da iş merkezlerinin 25. katında oturan adama uzanmasının nedeni de budur. Türkiye'nin yeni açılımlar yapmasına Türkiye'deki sivil bürokrasi izin vermez. Izin vermek istemiyor. Türkiye'nin demokrasi istiyorsa eğer başta gelen kurtulması gereken unsur bürokratlardır. "Bürokratlara ölüm" diyorum ben.

17