OSMANLI ŞAİR OKULU* · Web viewBu değerlendirmelerden, nazire konusunda örnek veya model...
Transcript of OSMANLI ŞAİR OKULU* · Web viewBu değerlendirmelerden, nazire konusunda örnek veya model...
OSMANLI ŞAİR OKULU*
Prof. Dr. Cemâl Kurnaz
Nef'î gibi yârâna dimem dahi nazîreYâ bu gazeli zîver-i dîvân iderüm ben
Osmanlı döneminde şair yetiştiren bir okul var mıydı? Tabii ki hayır. Günümüzde olduğu gibi, o gün de böyle bir okul
yoktu. Hatta, medreselerde Arapça, Farsça öğretildiği, bu
dillerde yazılmış edebi eserler okutulduğu halde, Türk dili ve Türk Edebiyatı bir ders olarak dahi okutulmamaktaydı.
O halde, şair olmak isteyen kişi şiiri nerede nasıl öğreniyor, nasıl yetişiyordu?
Şairler, bir çeşit usta-çırak ilişkisi diyebileceğimiz “nazire” okulunda yetişiyordu.
Bu okulun kayıt defterleri niteliğindeki nazire mecmuaları bu okulun faaliyetleri hakkında bilgi ve belgelerle doludur. Şairler dünyasını konu alan şuarâ tezkireleri de bu faaliyetin çeşitli boyutlarını anlatan çok sayıda anekdot aktarır.
Şair okulunun hazırlık sınıfında şiirle ilgili teorik bilgiler öğrenilmektedir. Bunun için öncelikli olarak tetebbu’, * Bu yazı, varlığını, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Harun
Tolasa’nın ufuk açıcı çalışmalarına borçludur.
2
mütâla’a ve ezber yoluyla şiirle ilgili gerekli kültürü edinmek gerekmektedir.
Şair okulunun ikinci aşaması uygulamaya yöneliktir. Bu uygulamaların başlangıcı mümâreset, çalışma ve alışma, kûşiş, âzmâyiş yoluyla gerçekleşir. Bizzat bir üstattan şiir talim etmek, bu uygulamayı daha verimli hale getirir. Talim, taklit ve tercüme şiir okulunda rağbet gören yöntemlerdendir.
Şair okulunun en önemli uygulaması nazire veya cevap denilen şiir meşkleridir. Yukarıda belirtilen çalışmalarla desteklenen nazire, bir bakıma karalama, temrin, egzersiz, eskiz, meşk faaliyetidir. Bir çeşit “atölye çalışması” diyebileceğimiz nazire meşkleri sayesinde şairler, “dile ve geleneğin bütün üslûplarına” tasarruf etmeyi öğrenirler.
Bu yolla belli bir düzeye erişen şairlerin, bu melekelerini kaybetmemek için sürekli şiir idmanı yapmaları, daha doğrusu şiir meşk ederek nazire faaliyetini sürdürmeleri gerekirdi.
Nazirenin bir başka işlevi, herkes tarafından beğenilen bir şiiri model alarak, ondan daha güzel ve özgün bir şiir ortaya koymaktır.
Bir şairin gazelinin her beytine mısralar ekleyerek tahmis ve tesdis gibi şiirler yazma işlemi de, bir bakıma nazirenin uzantısı sayılabilir.
Yukarıda belirtilen bazı faaliyetlerden anlaşılacağı üzere, bir şair adayının bir şairi izlemesi, ondan yararlanması, hatta taklit etmesi olağan ve gerekli görülmektedir. Ancak, bazen bunun meşru sınırlarının
3
aşıldığı durumlar da olur. Şair okulunun disiplin suçları diyebileceğimiz “sirkat ve intihal” ile ilgili olarak şuarâ tezkirelerinde önemli bilgiler verilmektedir.
Şair Okulunun Kayıt Defterleri: Nazire MecmualarıNazire geleneği içinde gerçekleştirilen faaliyetleri
nazire mecmualarından öğrenmekteyiz. Bu mecmualardan günümüze ulaşanlar şunlardır: Ömer bin Mezid, Mecmû’atü’n-Nezâir (1436-37), Eğridirli Hacı Kemâl, Câmi’ü’n-Nezâir (1512-13), Edirneli Nazmî, Mecma’ü’n-Nezâir (1523), Pervâne Bey, Mecmua (1560-61), Hayretî (?), Mecmu’a-i Nezâir (16. yy.), Budinli Hısâlî, Metâli’ü’n-Nezâir (17.yy.).
Hazırlayanı bilinmeyen nazire mecmuaları da bulunmaktadır. Kaynaklarda varlığından söz edilen bazı nazire mecmuaları ise günümüze ulaşmamıştır.1 Çeşitli şiir mecmuaları içinde de çok sayıda nazire örneği yer almaktadır.
TEORİK ÇALIŞMALAR
Şairliğe heves eden kişinin, şiir yazmaya başlamadan önce bir hazırlık sürecinden geçmesi gerekirdi. Bu süreç öncelikli olarak, okuma, araştırma ve inceleme gibi teorik çalışmaları içermekteydi.
Gerekli kültürü edinmek
1 Kut 1986: 170-71; Köksal 2001: 79-81.
4
Osmanlı şairleri, mensubu oldukları İslam medeniyetinin dil, kültür ve edebiyatını bilmeyi, çağdaş aydın olmanın bir gereği olarak görmüşlerdir. Medrese öğrenimini tamamlayan her aydın, Arapça’yı, Farsça’yı, bu dillerin kültür ve edebiyatlarını büyük ölçüde tanır, bu dille yazılmış eserleri anlar, hatta bu dillerde manzum ve mensur eserler yazabilirdi. İçerik ve estetik olarak Arap ve Fars edebiyatları ile ortak özellikler gösteren Türk edebiyatını hakkıyla öğrenebilmenin yolu, bu dilleri ve edebiyatları bilmekten geçmekteydi.
İsa Hoca lakabıyla tanınan ve şair adaylarına çeşitli öğütler veren Filibeli Fânî, iyi bir şâir olabilmek için yapılması gereken ilk işin Farsça ve Arapça öğrenmek olduğunu söyler.2 Böylelikle, bu dillerde yazılmış şiirleri okuyabilen kişinin hafızasında çok sayıda kelime ve deyim yer edecek, kendi beyitlerini sağlam ve kusursuz olarak söyleme konusunda onlardan yararlanabilecektir. Şiiri bir binaya benzeten Fânî, şiir binasının malzemesini kelime ve deyimlerin oluşturduğunu; eksik, kusurlu veya niteliksiz malzeme ile kaliteli bina yapılamayacağını belirtir.3
İyi şair olabilmek için iyi bir kültür edinmek, çağının ilimlerinden haberdar olmak gereklidir. Fuzûlî, önceleri ilhamının eseri olan şiirlerle çevresinde belli bir ün kazandığı halde, yazdıklarından tatmin olmayarak çağının ilimlerini öğrenmeye yönelmiştir. Onun Türkçe Divanı’nın önsözünde yer alan '"İlimsiz şiir temelsiz duvar gibidir. Temelsiz duvara ise kimse değer vermez" sözü, Osmanlı şairlerinin bu konuya bakış açılarını gösteren çarpıcı bir 2 Latîfî 2000: 16-421; Çavuşoğlu 1982: 55. 3 Latîfî 2000: 417, Çavuşoğlu 1982: 55.
5
örnektir.4 Filibeli Fânî de, kültürsüz kişinin şiir yazmaya heveslenmesini, çıplak insanın beline kemer bağlamasına benzetir.5
Kültürel birikimi yetersiz olan Likâyî, Hamdullah Hamdî'nin Yusuf ve Zelîha’sına bir nazire yazarak II. Bâyezid’e sunar. Latîfî'nin tâbiriyle aybı hüner sanır. Kendisi de şair olan padişah, peygamberlerin menkabelerinde bir hatasını görmesi üzerine, "Ehil olmayanlar böyle büyük işlere girişmesinler" der ve kitabı derhal yakar.6 Bu olay, ele aldığı konuda yeterli bilgisi olmayan şairlerin, zor duruma düşebileceklerini göstermektedir.
Şiiri bütün incelikleriyle anlamak, şair olmanın ilk basamağıdır. Onu hakkıyla anlayabilmek için, şiirin sanatlarını da öğrenmek gerekir.7
Tetebbu' ve Mütâla’aBir şeyi ayrıntılı ve kapsamlı olarak inceleme,
mahiyetini anlamaya çalışma, geniş bilgi edinme anlamlarına gelen tetebbu’, önceden yazılmış şiirler üzerinde okuma, düşünme ve değerlendirme çalışmasını anlatır. Mütâla’a da, hemen hemen aynı anlamdadır.
Tezkirelerde bu uygulamayı gösteren bilgiler bulunmaktadır:
Tarih düşürme alanında şiir yazmayı tercih eden Kâtip
4 Fuzûlî Divanı 1990: 14. 5 Latîfî 2000: 417; Çavuşoğlu 1982: 55. 6 Latîfî 2000: 490; Çavuşoğlu 1982: 54-55. 7 Latîfî 2000: 417; Çavuşoğlu 1982: 55.
6
Hasan, kendini bu konuda kanıtlamadan önce şiir ve inşâda çok tetebbu' eylemiştir:
"...Ve tab' u zihninde tamâm istikâmet var. Şiir ü inşâya çok tetebbu' itmişdür. Lâkin tabiatı tarih dimege kâbil ve ekser mümâreseti tevârih cânibine mâyil olmagın gâyet eyü müverrihdür...".8
Deryâ-yı Ebrâr'a ve Kâtibî'nin Şütür ü Hocre kasidesine nazire yazan Sabâyî de, bu işi yapmadan önce "şuarâ-yı Acem kelimâtını” tetebbu' etmiştir.9
Kadı Remzî Çelebi için, bütün zamanını "mütâlaa-i kütüb”e harcamakta, özellikle de “kasâyid-i Arabîye tetebbu'" etmektedir.10 Ezberleme
Ezberleme, en yaygın öğrenme yollarından biridir. Cem Behar, meşke verilen önemde, dinî ilimlerin öğreniminde kullanılan hıfz (ezber) yönteminin güçlü bir etkisi bulunduğuna, bu durumun şiir için de geçerli olduğuna işaret eder.11
Bu konuda eskilerin anlattığı şöyle bir hikâye vardır: Şiir yazmaya heves eden bir genç, üstat şaire gelerek, iyi şiir yazabilmek için ne yapması gerektiğini sorar. O da, büyük şairlerden on bin beyit ezberlemesi gerektiğini söyler.12
8 Kut 1978: 276. 9 Latîfî 2000: 351. 10 Âşık Çelebi 1995: 774. 11 Behar 1993: 20. 12 Hikâyenin devamı, şiir öğrenme sürecinin ileri aşamalarıyla
ilgilidir: Neden sonra şair adayı gelerek, söylenenleri yaptığını belirtir. Üstat, şimdi de git, bunların hepsini unut
7
Eski Arap edebiyatında da, şiir söyleyen bir şairin yanında sürekli râviler bulunurdu. Bu râviler, söylenen şiirleri ezberleyerek başka insanlara okurlardı. Râviler yeni râvileri yetiştirdiği gibi, başka şairlerin yanında bulunarak da kendi şiir dağarcıklarını genişletirlerdi. Nesilden nesile aktarılan bu şiir birikimi ile üstat saydığı şairden aldığı şiir terbiyesini birleştiren râvi, kendisi şiir söylemeye başlardı. Böylece, belli şairlerin izinden yürüyerek onu ekolleştiren yeni şairler çıkardı.13
UYGULAMAYA YÖNELİK ÇALIŞMALAR
Mümâreset, Çalışmak ve Alışmak, Kûşiş, Âzmâyiş, Verziş
Osmanlı şairleri, teorik ve uygulamalı bir çalışma sürecini içeren şiir eğitiminde çağlarının yöntem ve anlayışlarına uygun faaliyetler gerçekleştirmişlerdir.14
Teorik çalışmaları tamamlayan şair adayı, kûşiş, mümâreset, âzmâyiş, verziş gibi terimlerle anlatılan uygulamalı çalışmalara geçer. Sürekli ve sıkı çalışma, alışma, alıştırma anlamlarına gelen bu terimler, özellikle belli bir eser veya şiir üzerinde pratik yaparak el yatkınlığı, alışkanlık, deneyim ve beceri kazanmayı anlatır.15
da gel der. Şair okulunun hazırlık sınıfını başarıyla bitiren kişi, hem şiir tekniği ve kültürünü öğrenmiş, hem de eski şairlerin üslûpları üzerinde temrin çalışması yapmış demektir. Bundan sonra, bu etkilerden sıyrılarak kendi özgün üslûbunu bulması gerekmektedir.
13 Çetin 1973: 20-28’den naklen Özgül 2001: 215. 14 Tolasa 1983: 230-278. 15 Söz gelişi, Lehçe-i Osmânî'de tetebbu', terim anlamı göz
önünde bulundurularak, "Aramak, bir şeyi taklîd için
8
Mümâreset, şiir söyleme alışkanlığı, el yatkınlığı, meleke kazanmak demektir. Kişi, ham söyleyişten olgun ve yetkin söyleyişe ancak mümâreset ile erişebilir.
Âşık Çelebi'nin, Beyânî hakkında söylediği, "Ammâ henüz mîve-i sühanı mihr-i mümâresetle puhte olmadan ve ham edâlardan halâs bulmadan rûzgâr ana ham didi... "16 sözlerinden, şairin henüz bu yetkinliğe erişemeden öldüğü anlaşılmaktadır. Latifî'ye göre, Şâhidî, "Fenn-i şi'rde ol kadar müdâvemet, istî'mâl ve mümâreset itmemişdür..."17
Sehî'nin, Ali hakkında, "Üslûb-ı ma'ânî-i eş'âr ve tarîka-i vâdî-i güftârda mümâreset ve kudret bulmuş kimesnedür..."18 demesi, onun kusursuz şiir söyleme melekesini kazandığını gösterir. Adnî'nin, "Şiir ve inşâda çok mahâreti ve ziyâde mümâreseti var..."dır.19 Ulûmî de, "Şiire hayli mümâreset itmiş..."20 bir şairdir. Latîfî, Sebzî-i Hâfız'ın, şiir fennine mümâreseti ve nazm-ı kelâma kudreti olduğunu belirtir.21
Latifî, Rahîkî'nin, "Fenn-i şi'rde çendan çalışmamış ve efkâr ve ma'ânîye iştigal gösterip alışmamış..."olduğunu söylerken, mümâreset kelimesinin Türkçe karşılığını kullanır gibidir.22
araştırmak, eş'ârın ma'nâsını yoklamak" şeklinde açıklanmıştır (Ahmet Vefik Paşa 2000: 859).
16 Âşık Çelebi 1995: 211. 17 Latîfî 2000: 321.18 Sehî Bey 1978: 202-203. 19 Sehî Bey 1978: 115. 20 Sehî Bey 1978: 302. 21 Latîfî 2000: 296. 22 Latîfî 2000: 271.
9
Riyâzî’nin aktardığına göre, Hayâlî “Eğer Hâletî fenn-i şi‘rde bir mikdâr mümâreset ideydi nice benüm gibi şâ‘iri nat’-ı belâgatda mansûbe-i şâ‘irî ile mât ider idi." dermiş.23
Şiir eğitiminin başlangıç dönemiyle ilgili olan kûşiş, "çalışma, çabalama" anlamındadır. Bir başka terim olan âzmâyiş ise, kalem tecrübesi/denemesi demektir. Âşık Çelebi'nin, Vahdî hakkında söylediği, "Nesrde kûşişi ve şiirde âzmâyişi vardur..."24 sözü, onun nesir ve şiirde bazı denemelerde bulunduğunu gösterir. "Kûşiş etmek", teoriden pratiğe geçişi anlatırsa da,25 sonrasında süre giden uygulamaları da içine alır. Âşık Çelebi, Ümîdî-i Sânî hakkında, "Şiire ki kûşiş itmişdür, sanâyi'-i bedî’iyeden ekser tevriye üslûbuna verziş itmişdür...";26 Sirâcî hakkında, "...Şi’rün envâ'ına, ilm-i kâfiye ve arûz ve gayre kûşiş itmişdür..."27 derken, yapılanın başlangıç çalışmaları, ilk yazılı denemeler olduğunu düşündürmektedir.
Âyişe Hatun’un, her türlü nazım şekliyle şiir yazmaya çalışması, her birinde kalem tecrübeleri yapması, süre giden bir faaliyeti anlatır: "...Aksâm-ı şi'rin her nev'ine kûşiş ve her birinde tab'ın âzmâyiş itmişdür. Gazeli ve muammâsı ve kasîde ve mesnevîsi vardur..."28 Muhyî ise, "çelebilikleri zamanında şi’r dirler ve mu’attal oldukları zamanda mümâreset dahi iderlerdi...".29
23 Riyâzî: 53a.24 Âşık Çelebi 1995: 273. 25 Harun Tolasa, bu ifadelerin teorik plandaki çalışmaları
anlattığı görüşündedir (1983: 235-236.). 26 Âşık Çelebi 1995: 160. 27 Âşık Çelebi 1995: 518. 28 Âşık Çelebi 1995: 623. 29 Âşık Çelebi 1995: 412.
10
Âşık Çelebi'nin, Zînetî hakkında söylediği, "Tab'ın muttasıl âzmâyiş ve cevap dimek için muttasıl ekâbir kasâidin kûşiş üzre idi..."30 ve Safî hakkında "Şi’re kûşiş ve Ahmed Paşa gazellerine nazîre dimekle tab'ın âzmâyiş iderimiş..."31 sözleri, âzmâyiş, cevap demek, nazire demek ve kûşiş üzre olmak gibi, şiir eğitiminin önemli faaliyetlerine işaret eder. Latîfî de, Zeynep Hatun'un bir şiirine "azmâyiş-i tab' için" nazire yazdığını belirtir.32
Bir Üstattan Ta’limOsmanlı toplum hayatında usta-çırak ilişkisi, her
alanda yaygın bir öğrenme yöntemidir. Aynı yöntem şairler için de geçerlidir. Âşık Paşa’nın şu beyti, hayatın her alanında var olan bir uygulamaya da işaret eder:
Her ne san’at kim cihanda işlenürAnı halk üstâd elinden öğrenür33
Bir fütüvvetnâmede geçen şu söz de aynı hususa işaret etmektedir:
“Okumakla yazmakla olmaz tâ üstâddan görmeyince.”34
Tezkirelerde yer alan bazı bilgilerden, üstat şairlerin yakın hizmetinde ve çevresinde toplanan genç şairleri ve onların üstatlarıyla olan ilişkilerini öğrenebilmekteyiz.
30 Âşık Çelebi 1995: 292. 31 Âşık Çelebi 1995: 701. 32 Latîfî 2000: 289-290. 33 Ülgener 1991: 93.34 Ülgener 1991: 93.
11
Söz gelişi, Sehî, Sun’î, Tâli’î ve Şevkî gibi şairlerin bizzat Necati Bey tarafından yetiştirildikleri bilinmektedir.35
Genç şairlere hocalık yapanların en meşhurlarından biri de Zâtî’dir. Onun Bayezid Camii avlusundaki remilci dükkânı, birçok şairin uğrak yeridir. Burası, Haluk İpekten’in ifadesiyle, “yarım asra yakın bir zaman adeta mektep vazifesi görmüştür.”36 Genç şairler, yazdıkları şiirleri burada Zâtî’ye okumuşlar, onun öğütlerinden yararlanmışlardır. Bunlar arasında meşhur Bâkî’den başka, Kara Fazlî, Kudsî, Selîsî Ahmet Çelebi, Selîkî gibi şairler de bulunmaktadır.
Rivayete göre, Bâkî’nin Zâtî’ye gösterdiği ilk şiir şudur:
Her kaçan gönlüme fikr-i ârız-ı dilber düşerGûyiyâ mir’âta aks-i pertev-i hâver düşer
Ger ölürsem hasret-i kaddiyle ol servün beniBir yire defn eylenüz kim sâye-i ar‘ar düşer
Tan mı gam öldürse meydân-ı melâmetde beniBu neberd-i aşkdur anca dilâverler düşer
Anun içün varmazam ben kûyuna giryân olupHâk-i râhun korkaram cânâ gözümden ter düşer
35 İpekten 1996: 186. 36 İpekten 1996: 238.
12
Ârız u ruhsârunı vasf itse Bâkî her kaçanŞi’ri ey gül-çihre anun böyle rengîn-ter düşer
Zâtî, bu şiiri Bâkî'nin yazmış olabileceğine inanmadığından, ona başkalarının şiirine el uzatmanın doğru bir davranış olmadığını yolunda nasihatte bulunmuş; o da, utana sıkıla şiiri kendinin yazdığını söyleyince inanmamış, kendi Divan’ından imtihan etmiştir. Öyle ki Zâtî’nin kulağı iyi işitmediğinden, Bâkî, şiirlerin önemli yerlerini parmağı ile göstermek zorunda kalmıştır.
Zâtî, Bâkî’nin aşağıdaki gazelini gördüğü zaman onun şairliğine kanaat getirmiş, hatta “Bâkî gibi bir şairin şiirini almak ayıp değildir” diyerek bir beytini tazmin etmiştir.37
Gülşen istersen işte meyhâneGül-i handân gerekse peymâne
Tâlib-i şem’-i vasl olınca kişiOda yanmakdan ana pervâ ne
Kîşden çok çıkardun ey kaşı yaOk gibi bâri atma yâbâne
Hâk-i râh olduğum görüp ayağınYirlere basmaz oldı cânâne
37 İpekten 1996: 239.
13
Süm-i esbine ruh süren o şehünArsa-i dehrde oldı ferzâne
Sûz-ı aşkunla bir şeb âh idicekKorkaram oda yanar kâşâne
Bâkiyâ tarz-ı şi’r böyle gerekHem zarîfâne hem levendâne
Latifî’nin bildirdiğine göre İsa Hoca diye tanınan Filibeli Fânî’nin de çevresinde yetiştirdiği şair öğrencileri bulunmaktadır: “Merhûmun nazma kâdir ve üslûb-ı şi’rde mâhir şâkirdleri var idi. Bunlara şi’r-gûyluk bâbında bir nice nev’ nush u pend-i bî-gezend itmiş idi.”38
Kâtip Fazlî'nin şiirde kendini yetiştirmek için izlediği yol konumuz açısından önemlidir:
"Sarf ve nahv okudukdan sonra Üskübî Riyâzî merhum yanında olup vâfir Fürs okudı; ba'dehû şi're heves idüp Zâtî'ye mürâcâ'at itmeği hasr-ı evkât idüp sâyir işgâli kodı... Muttasıl şi’re çalışur ve dürişür ve şi’r dir şi’r işidürdi. Bu esnâda bahr-ı recezde Hümâ ve Hümâyûn nâm bir kitap didi... İnşâya şi're muhkem kûşiş idüp nefîs nâmeler, eyü kasîdeler dir oldı. Hâsılı çok meleke tahsîl itdi, şi’r ve inşâ fennin tekmîl eyledi..."39
Belirli bir hocanın gözetiminde olmasa bile, birtakım şiir ve sohbet meclislerine devam ederek edebiyat kültürü
38 Latîfî 2000: 417. 39 Âşık Çelebi 1995: 654.
14
öğrenmek mümkün olmaktadır. Latîfî'nin, ümmi şairlerden Hufî hakkında söyledikleri bu bakımdan önemlidir: "Fezâyil-i müktesebeden bî-behre ve ümmîlikle pür-şöhre idi. Ammâ zâtında kâbiliyet ve tab'ında selâkat olmagın cemi'-i elfâzla ibârâtı fasîh idi. Terakkiyü'l-ukalâ bimücâleseti'l-ezkiyâ (Aklı başında kimselerin yükselmesi, yüksek zeka ve kültür sahibi kimselerle bir arada bulunmakla mümkün olur) mazmûnunca müdâm müsâhabeti kamillerle ve münâsebeti fâzıllarla idüp huzi'l-'ilme min efvâhi'r-rical (İlmi, ileri gelen kimselerin ağızlarından alınız) mefhûmunca efvâh ve elsineden ol kadar lûgat ve ibârât ve mesâyil-i akliyât ve nakliyât-ı hâtır-nişân ve iz'ân idinmişdi ki kitap ve deftersüz müftî ve müderris olmışdı."40
Ta’lim Ve TaklitTaklit, en basit öğrenme yollarından biridir. Aristo’ya
göre sanatın özü taklitten ibarettir.1 Şairlerin kültür ve sanat birikimlerinin oluşumunda ta’lim ve taklit de önemli yer tutar. Âşık Çelebi'nin, Sehî Bey'in "eski zaman şuarâsını taklîd ettiği" şeklindeki değerlendirmesi konumuza ışık tutacak niteliktedir.2 Riyâzî de, Âzerî'nin Nakş u Hayâl mesnevisinde Hâce’ye taklîd idüp vasf-ı terkîbleri çok kullandığını söyler.3
Şair adayları, "ta'lîm-i üstâd ve taklîd" ile şiir yazmayı öğrenebilirler. Hatta çok yetenekli olmayan kişiler bile, bu 40 Latîfî 2000: 249-250.1 Özgül 2001: 210.2 Âşık Çelebi 1995: 551; Tolasa 1983: 40.3 Riyâzî: 23a.
15
yolla vezinli, kafiyeli manzumeler yazmayı başarabilirler. Böyle yazılan şiirlere kesbî şiir (çalışıp çabalayarak yazılan şiir) denir. Latifî'ye göre, "Şiir-i kesbî, tetebbu' ve taklîd iledür... Kesbî olanlarda...tetebbu' ve taklîdsüz nesne bulınmaz..."4.
Tezkireciler, şairlik için doğuştan yetenekliliğin öncelikli olduğunu belirtmişler, ancak bunun yanı sıra daima bilgi, kültür ve eğitimin gerekliliğine de işaret etmişlerdir.5 Onlara göre asıl olan "şi'r-i vehbî" (yani, Allah vergisi olarak doğuştan sahip olunan şiir ve şairlik gücü)'dir. Bunun zıttı olarak ifade edilen "şi'r-i kisbî" (yani, çalışmayla kazanılan, çalışmaya dayanan şiir ve şairlik) ise ikinci sırada gelmektedir. "Şi'r-i kisbî" terimi, doğal yeteneği sınırlı şairlerin bilgi, kültür, eğitim ve çalışma sonucunda belli bir düzeyde şiir yazabildiklerini göstermektedir.6 Âşık Çelebi'nin, Selîkî'nin çok çalışarak iyi bir şair olmayı başardığı yolundaki değerlendirmesi bu bakımdan ilgi çekicidir: "...Şi'ri kedd-i şedîd ve sa'y-i sedîd ile ele getürmişdür. Ammâ meydân-ı nazmda tîr-i himmetin zırh-gîr-i murâdına geçürmişdür..."7
Ta’lim ve taklidin şiir eğitiminde vazgeçilmez bir yöntem olduğu kesindir. Bu yöntemle eski şairleri taklit eden kişi, doğru ve düzgün manzume söylemeyi öğrenir. Bu aşamayı geçen kişiler, yetenekleri ölçüsünde kendilerini geliştirirler.
4 Latîfî 2000: 485-486. 5 Tolasa 1983: 236. 6 Tolasa 1983: 236-238. 7 Âşık Çelebi 1995: 547; Tolasa 1983: 238.
16
TercümeBir üstâdın eserini tercüme etmek de, şairin kültür ve
sanat birikimini geliştiren bir faaliyettir. Âşık Çelebi, Ali Çelebi'nin şairlik ve münşîlik serüveninde tercümenin oynadığı role dikkat çeker:
"Şi’r ü inşâsı, evâyilde ne yazılur ve ne okınurdı. Amma Sahn'a müderris olduktan sonra Molla Hüseyin Vâiz Kâşifî'nîn Envâr-ı Süheylî ki... Ali Çelebi merhum anı tercüme idüp... Hümâyûnnâme ad virmişdür. Hakkâ budur ki mâlik-i inşâ'da padişâlık idüp temam adl ü dâd virmişdür... "8
Nazire/Cevap veya MeşkNazire/cevap, en etkin şiir öğrenim yöntemidir.
Okuma, araştırma, inceleme, ezberleme gibi teorik çalışmaları tamamlayan şair, bundan sonra taklit ve nazire yoluyla şiir yazma becerisini geliştirir. Bu faaliyet, bir çeşit şiir meşkidir. Nazirenin ilk önemli işlevi budur.
Ahmet Hamdi Tanpınar nazirenin bu önemli işlevine isabetle işaret eder:
“Bu temrinler, eski şiiri hakiki bir atölye çalışması haline getiriyordu. Fuzûlî Necâtî Bey’e seslenir, Bâkî Fuzûlî’yi, Nedim Bâkî’yi hatırlar. Öbür yandan, bugün sadece ilhamın birkaç modada hapsolmasına bakarak kötülediğimiz nazirecilik, şaire, dile ve geleneğin bütün üslûplarına tasarrufu temin ediyordu. Sanatta bu cinsten tasarruf, sanatın dünyasına tasarruftan başka bir şey değildir. İyi düşünülürse bütün bu temrinleri garplı 8 Âşık Çelebi 1995: 606; Tolasa 1983: 41.
17
ressamların müze çalışmalarına benzetmek daima mümkündür. Ve neticeleri de öyle olmuştur. Eski şiirin kendisine mahsus bir academique’i vardır.”9
Tanpınar, Kul Hasan’ın, “Eşrefoğlu al haberi / Bahçe biziz gül bizdedir” mısralarıyla başlayan şiirini değerlendirirken de şu ifadelere yer verir:
“..Beni asıl saran şey, Kul Hasan’ın, ölümünden iki yüz elli sene sonra Eşrefoğlu ile kavga etmesidir. Demek ki ölümün saltanatı o kadar muhakkak değil.”10
Bu ifadeleri farklı bir düzlemde şöyle yorumlayabiliriz: Eski şiirimizde, bazen kronolojik zaman önemini yitirir. Yunus’un ‘Cümle şair dost bahçesi bülbülü’ dediği gibi, gelmiş geçmiş bütün şairler aynı mecliste toplanır. Bir şair, yüz yıllar önce yaşamış bir başka şaire nazire yazarak onunla konuşur, sohbet eder, arkadaşlık kurar veya rahle-i tedrisine oturur. Böylelikle, nazire geleneği, zamanlar üstü bir mektep olma özelliğini sürdürmüş olur.
Meşk, her türlü sanat ve hüneri, bir üstat gözetiminde, taklit ve tekrar ile öğrenme yöntemidir. "Ders" ve "öğrenim" anlamlarında da kullanılan bu kelime, yaygın olarak hat ve musiki alanlarına özgü bir terim olarak bilinmektedir.11
Hat sanatında, üstadın öğrencisine ders olarak verdiği yazı örneği ya da karalamasına meşk denir. Öğrenci, verilen örneklere bakarak, aslına benzetinceye kadar tekrar tekrar yazar, onları taklit eder. Asıl meşk, yapılan bu 9 Tanpınar 1976: 21-22. 10 Tanpınar 2001: 129. 11 Cem Behar, musiki dünyasının meşki hat sanatından ödünç
aldığını belirtir (1993: 11.)
18
tekrar ve taklit işlemidir. Örnek alınan yazı veya karalamaya da meşk denmesi, mürsel mecaz yönündendir. Kâmil Akdik'in ifadesiyle, meşkin esası "eslâfın âsârını tedkik ve taklit"tir.12
Behar, musikideki meşkte "usûl"ün vazgeçilmez bir yeri olduğuna dikkat çeker.13 Burada, ümmî şairlerin, üstat şairlerin şiirlerini vezin ve takti' ile kulaktan meşk edip aruz öğrenmeleri ve kusursuz şiirler yazabilmelerinin sırrı ortaya çıkmaktadır.14 Musikideki usûle karşılık, şiirde vezin ve takti' önem kazanmaktadır.
Musiki meşkinde bir bestenin nota değerlerini aşan edâ, şîve ve tavr-ı mahsûsunun "fem-i muhsinden, fem-i üstattan" talimi söz konusudur. Buna benzer durumlar şiir için de düşünülebilir. Üstat şairlerin, çevresindeki genç şairlere bu anlamda yol gösterdikleri, öğretmenlik yaptıkları bilinmektedir. Şeyhî’nin Ahmedî ile; Necâtî’nin Sehî ve Sun’î ile; Bâkî’nin Zâtî ile olan ilişkisi bu konuya örnek verilebilir. (bkz. Ta’lîm-i Üstat).
Bu gelenek yakın zamanlara kadar süregelmiştir. Söz gelişi, “1861-61 yılları arasında sadece bir yıllık bir süre içinde devam eden bir tür “şiir oturmaları” da diyebileceğimiz Encümen-i Şuarâ hareketi, özellikle eğiticilik tarafıyla devrin yeni ve güçlü şairlerinin yetiştiği bir menba ve mektep rolü oynaması bakımından önemlidir.”15
12 Behar 1993: 12. Behar, Akdik'in bu görüşünü İbnülemin Mahmut Kemal İnal'dan aktarıyor (İnal 1955: 169).
13 Behar 1993: 12-17. 14 Ümmi divan şairleri hakkında bkz. Kurnaz 1997: 71-101. 15 Köksal 2001: 69. Geniş bilgi için bkz. Özgül 1988.
19
Nazire geleneği, tanzîr edenin yetişme yolunu ve modelini ortaya koyduğu için önem taşır.16 Genellikle, tanzîr edilen şair veya şiiri, hemen herkesçe bilinen tanınan, sanat değeri anlaşılmış ve tartışmasız kabul edilmiş demektir. Tanzîr eden ise, burada, yazmış olduğu nazîre ile kendini geliştirme, değerini tanıtabilme düşüncesi ve amacı içindedir.
II. Bayezid, Nevâî'den gelen şiirleri Ahmed Paşa’ya göndererek tanzîr ettirmiştir.17 Yaygın bir söylentiye göre, Ahmed Paşa ancak bundan sonra yetkin şiirler söylemeyi başarabilmiştir.18
Sehî'nin, Çâkerî Sinan Bey hakkında, "Zâhir-i Faryâbî kasâidine bazı cevap dimişdür; gâyet hûb düşürmişdi...";19
Yavuz Sultan Selim hakkında, "Hallâku'l-me'ânî Kemâl-i Isfahânî didügi ber-ser redif kasidesine cevap dimişdür ve insâf ki gayet güzel dimişdür..."20; Kurbî hakkında, "Necâtî'nin koynuna redîfli bir gazeli var, ol gazel Necâtî'nin hayli müftehiri idi, ana cevap dimişdür; yaman düşmemişdür..."21; şeklindeki tesbitleri ile Latîfî'nin Tâbi'î hakkında, "Mesîhî'nin Şehrengîz’ine andan yeg kimse nazîre dimemişdi..."22; Zamânî hakkında, "Ahmed Paşa'nın
16 Tolasa 1983: 269-272. 17 Âşık Çelebi 1995: 110. 18 Ahmed Paşa’nın bu tarihte çoktan şöhretini yapmış yaşlı bir
şair olduğunu göz ardı etmemekle birlikte, Divan’ında Nevâî’ye nazire olarak yazılmış kırka yakın gazeli bulunduğu da bir gerçektir: Çetindağ 2001: 195 vd.
19 Sehî Bey 1978: 140. 20 Sehî Bey 1978: 106.21 Sehî Bey 1978: 310. 22 Latîfî 2000: 198.
20
ateş gazeline andan yeg nazîre kimesne dimemişdür..."23
şeklindeki açıklamalarında, tanzîr eden şairin ve yazmış olduğu nazîresinin başarısına dikkat çekilmektedir.24
Latifî, Ahmet Paşa'nın kasidelerinin büyük çoğunluğunu Necatî Bey'e nazîre olarak söylediğine dikkat çeker.25
Latîfî'nin Vâlihî hakkında, "Türkî'de şi'r-i Necâtî'ye nazîre olmaz ve nazîri bir dahi vilâyet-i Rûm'a gelmez diyü da’vâ iderdi ve nazîre dise anun şiirine nâzîre dirdi."26
şeklindeki açıklamasında ise, bir şairin tanzîr konusunda yapmış olduğu tercihi görmekteyiz.27
Nazirelerin hepsinin başarılı ve özgün olmasını beklemek haksızlıktır. Bu, başlı başına bir hazırlık çalışması olduğu için önemlidir. Tezkirecilerin onları başarısız bulmuş olması, onların asıl bu işlevini göz ardı etmemizi gerektirmez.
Gubârî, Bâkî’nin gazellerine yazdığı nazirelerde başarılı olamamış, padişah kendisine sunulan bu nazireler karşılığında Gubârî yerine Bâkî'yi ödüllendirmiştir.28 Bu olay, Bâkî’nin büyüklüğünü göstermekle birlikte, Gubârî’nin bu büyük şairin şiirlerini meşkini önemsiz kılmaz.
Âşık Çelebi'nin anlattığına göre, aynı Gubârî, hacca gitmeden önce bir gazel yazıp şairlerden nazire
23 Latîfî 2000: 287. 24 Tolasa 1983: 269-270. 25 Tolasa 1983: 217.26 Latîfî 2000: 555. 27 Tolasa 1983: 271. 28 Âşık Çelebi 1995: 190.
21
yazmalarını istemiş, başarılı olanları ödüllendireceğini bildirmiştir. Ancak, yine onun görüşüne göre, “çok kimesne nazîre dimişdür, ammâ münasebeti yokdur; insaf budur ki hem-vârdur..."29
Latîfî de Cemîlî hakkında bu konuda şunları söyler: "Nevâyî'nin üç cild divanında olan eş'ârına külliyen kafiye-ber-kafiye nazîre dimişdür. Ammâ mücerred vezin ve kâfiyede nazîredür; sanat ve hayâlde ve letâfet-i makâlde degül..."30
Nazirenin ikinci işlevi, şiir meşk ederek belli bir söyleyiş yetkinliğine erişen şairlerin, bu becerisini korumak ve geliştirmektir. Nazire bu yönüyle, hat sanatındaki karalama ve talimleri hatırlatır. Bu terimler el melekesi kazanmak veya kazanılan melekeyi yitirmemek için yapılan temrinler, alıştırmalardır.31 Hattat, el melekesini yitirmemek için sürekli karalar. Şairler de, becerilerini koruyup geliştirmek amacıyla bir çeşit idman niteliğinde başka şairlere nazireler söylemeyi sürdürürler.
Nihad Sami Banarlı, nazirenin bu görevine şu şekilde işaret eder: “Bu şairler, üstadlarını geçmeseler bile, onların yolunda yetişerek, bilhassa onların söyleyişlerindeki sırlara ulaşarak büyük bir şiir seviyesini muhafaza ediyorlar, bir söyleyiş ve anlayış seviyesine yükseliyorlar, hatta bu seviyeyi bütün yurt aydınları ölçüsünde üstün tutmaya muvaffak oluyorlardı.”32
Nazîre yazmak, nazîreleşmek, bazı şairlerin, 29 Âşık Çelebi 1995: 911.30 Latîfî 2000: 217. 31 Edgü: s.VII. 32 Banarlı 1962: 7.
22
şairliklerinin en büyük özelliği durumundadır. Bunların şiir faaliyetleri daha çok nazîreye dayanır. Sehî'nin Kurbî ve Latîfî'nin Tâbi'î, Zemânî ve Vâlihî'ye dair sözlerinde bunun ifadesini görmek mümkündür.33 Âşık Çelebi'nin Fazlî, Muhyî, Remzî'deki tanıtmalarında da bu duruma rastlanır. Bunlardan son ikisi hakkında söylenenler şöyledir: Remzî Çelebi el-Kâdî için, "Zamanı, mütâlaa-i kütübe masrûfdur. Husûsâ kasâyid-i Arabîye tetebbu' idüp nazîre dimege meşgûl idi..."34; Muhyî için, "Ammâ çelebilikleri zamanında şiir dirler ve muattal oldukları zamanda mümâreset dahi iderlerdi. Ekseri nazîre söylerlerdi..."35; Âşık Çelebi'nin Ruhî'de, "Nazîrede hod nazîri nâdirdür..."36 şeklindeki takdirini de bunlara dahil etmeliyiz.
Âşık Çelebi'nin yakın arkadaşı olan Hayalî, İstanbul’da Caferâbâd’da mehtaplı bir bahar gecesinde ona, "İshak Çelebi eş'ârından sana kangısı eyü gelür deyü..." sorar. Âşık Çelebi de buna bir beyit seçerek cevap verir. Hayalî bu beyti beğenir ama kendisi onun asıl bir başka beytini beğenmiştir. Bunu Âşık Çelebi'ye okur ve beyit hakkında; "yıllardur ki, bu beytin mey-i reşkiyle sekrânım ve nazîre dimekde hammâr-ı bâde-i izhâr-ı aczle ser-girânım..." der. Âşık Çelebi, bu konuşmadan sonra Serfiçe’ye kadı olarak gönderilir. Hayâlî daha sonra yazmayı başardığı nazireyi mektupla Âşık Çelebi’ye gönderir; o da buna bir nazire yazarak karşılık verir.37
33 Tolasa 1983: 270. 34 Âşık Çelebi 1995: 774. 35 Âşık Çelebi 1995: 412. 36 Âşık Çelebi 1995: 776. 37 Âşık Çelebi 1995: 879-880.
23
Âşık Çelebi, bir sünnet düğününde Hayâlî’nin gördüğü bir güzele irticalen bir gazel söylediğini, kendisinin de hemen nazire söyleyerek cevap verdiğini belirtir.38 Hayâlî, 1545-46 yılında bir veba hastalığı atlatan Âşık Çelebi’yi gezintiye çıkarıp, iki taze gazel didüm göreyüm akl u fikrün yerine gelmiş mi diyerek nazire teklif edip imtihan kasd eylemiştir.39
Bu örnekler, güzel şiirlerin, şairleri tanzir için kışkırttığını gösterdiği gibi, şairlerin de bir araya geldiklerinde karşılıklı nazireleşmek gibi bir alışkanlıklarının bulunduğunu göstermektedir. Şu beyitler bu konuyu örnekler gibidir:
Yârâna nazîre dimeyüp gâhî NeşâtîBilsem acabâ hâme-i sihr-âveri neyler
NeşâtîŞi’rini Rif’at Beğ’in zîb-i hayâl itsem sezâFeyz-i tanzîriyle handân olduğum demdir bu dem
Leskofçalı Galib
Âşık Çelebi'nin, Zînetî hakkında söylediği, "Tab'ın muttasıl âzmâyiş ve cevap dimek için muttasıl ekâbir kasâidin kûşiş üzre idi..."40 ve Safî hakkında "Şiire kûşiş ve Ahmed Paşa gazellerine nazîre dimekle tab'ın âzmâyiş iderimiş..."41 sözleri, âzmâyiş, cevap demek, nazire demek ve kûşiş üzre olmak gibi, şiir eğitiminin önemli 38 Âşık Çelebi 1995: 874. 39 Âşık Çelebi 1995: 886. 40 Âşık Çelebi 1995: 292. 41 Âşık Çelebi 1995: 701.
24
faaliyetlerine işaret eder. Latîfî de, Zeynep Hatun'un bir şiirine "azmâyiş-i tab' için" nazire yazdığını belirtir.42
Örneklerini çoğaltabileceğimiz bütün bu durumlar, bir taraftan sözü edilen şairlerin çağlarındaki konumlarını ortaya korken, diğer yandan bizzat nazîre işleminin, aslında öyle gelişi güzel bir taklitten ibaret olmayıp, hem ciddî bir şiir kültürü ve eğitimi faaliyeti, hem çağınca benimsenen bir edebi kişilik ispatı yolu ve hem de devrin şiir sanatında daha güzeli elde etme çabası ve yarışı olduğunu açıkça yansıtmış olurlar.43
Nazirenin üçüncü işlevi ise, örnek olarak alınan anıt şiiri aşmaya yönelik, iddialı çalışmalar gerçekleştirmektir. Bu yolla, edebiyat yeni ve özgün eserler kazanır, yeni açılımlarla zenginleşir. Belli bir yetkinliğe ulaştığına inanan şairler, özgün ve yetkin şiirler yazdıklarını, bunlara kimsenin nazire diyemeyeceğini söyleyerek meydan okurlar. Aslında bu bir çeşit kışkırtmadır.
Mecmû’a-i âlemde Atâ işbu redîfeÇok şi’r ola bunun gibi garrâ gazel olmaz
AtâŞeyhi’ye kimse Visâlî var iken dimek cevâbHak bilür bâtıldur va’llâhü a’lem bi’s-savâb
VisâlîAhmed’ün nazm-ı dürer-elfâzına dimek cevâbEylemekdür Nazmiyâ ma’nâda Selmân ile bahs
Nazmî
42 Latîfî 2000: 289-290. 43 Tolasa 1983: 271.
25
Bir akd eyleyüp beş beyt bir şi’r eyledümEy Kıyâsî buna kim dirse nazîre âferîn KıyâsîKim var İshak cihanda şu’arâ silkindeKi nazîre diye bu nazm-ı dür-efşânumuza
İshak ÇelebiEş’âruma Necâtî disün eğerYahyâ gibi gazelde fasîhü’l-makâl ise
Yahya BeyNazm-ı rengînüme kim vasf-ı dilberdürDiyemez kimse nazîre katı rengîn-terdür
Bâkî
Tanpınar, Nedim’in “en güzel ve bugüne en fazla hitap edebilecek eserlerinden biri” olarak gördüğü “var içinde” redifli gazelinin başlangıcını, Nâbî’nin “aynı redifte düzgün dille yazılmış olmaktan başka meziyeti olmayan” iki gazelinde bulabileceğimizi söylerken, Nedim’in naziresiyle üstat Nâbî’yi aştığını anlatır.44 Bu iki şaire birlikte bakalım:
Ma'cûn-ı firâkun ki merâret var içindeEczâ-yı gelû-gîr-i nedâmet var içinde
Bakdukça o şeh nâmene çîn oldı cebîniEy gam-zede bilmem ne ibâret var içinde
44 Tanpınar 1976: 20.
26
Her mes'elesin kim okudum nüsha-i hüsnünResm-i edebe şart-ı riâyet var içinde
Virdüm sana dürc-i dil-i ser-bestemi ammâPek sakla büyük yirden emânet var içinde
Âlûdeliğe eyleye hâşâ ki tasaddurOl zühd ki da'vâ-yı kerâmet var içinde
Nefy eyler idüm âlemün âsâyişin ammâErbâbı içün künc-i ferâgat var içinde
Düşvârcadur gerçi reh-i teng-i kanâat Yokdur hatar u bîmi selâmet var içinde
Âsân idi hâhişgerî-i mansıb-ı vuslatAmmâ n'ideyüm kayd-ı liyâkat var içinde
Nâbî bu gazel gerçi biraz sâdedür ammâ İm'ân olınursa nice hâlet var içinde*Bu bezm ki peymâne-i devlet var içinde Ne kimseye pâyende ne râhat var içinde
Helvâ-yı fenâ zehr ile âlûdedür ammâÇekmek eli güç gizlüce lezzet var içinde
27
Câmı kef-i sâkîde şikest olması yeğdür Ol bâde ki keyfiyyet-i minnet var içinde
Ol gül ki gire nahvet-i gül-çîn ile deste Şemm eyleyemem bûy-i mezellet var içinde
Bir âyinedür kim görinür ayb-ı şikâfı Ol maslahat-ı şer' ki rüşvet ver içinde
Hicrân ana nisbetle safâ-bahş-ı derûndur Ol meclis-i vuslat ki meşakkat var içinde
Nâbî bilmem farkı nedür bey' ü şirâdanOl zühd k'anun hâhiş-i cennet var içinde*Bir söz dedi cânân ki kerâmet var içindeDün geceye dâir bir işâret var içinde
Mey-hâne mukassî görünür taşradan ammâBir başka ferah başka letâfet var içinde
Eyvâh o üç çifte kayık aldı karârımŞarkı okuyup geçdi bir âfet var içinde
28
Olmakda derûnunda hevâ âteş-i sûzanNâyın diyebilmem ki ne hâlet var içinde
Ey şûh Nedîmâ ile bir seyrin işitdikTenhâca varup Göksuya işret var içinde
Nedim’in “var idi” redifli gazelini ise, “ayrı vezinde olsa bile, redifiyle ta Zâtî’ye kadar çıkan bir gelenekten henüz kurtulmuş, tamamiyle şahsi bir mahsûl” olarak niteler.45
Dün gice bir arşdan a'lâ makâmum var idiAnda dil-dâr ile toksan bin kelâmum var idi
Döşemişdüm yidi çarh üzre bisât-ı işretiAdı Keyvân idi bir Hindî gulâmum var idi
N'ola ey dil kadrüme dirlerse zıll-ı lâ-yezâl Nâzır-ı dîdâr-ı ayn-ı lâ-yenâmum var idi
Âlem-i zevk u safâ İskender-i rûha revânCümle andan görinür mahbûb câmum var idi
Seyle virdi Selsebîl-i bâde ey cennet-cenâb Gussa vü akla ziyâde intikâmum var idi
45 Tanpınar 1976: 20.
29
Sabr u akl u hûşun urmışdum ser-â-ser boynını Işk dirlerdi elümde bir hüsâmum var idi
Dâimâ isterdi kaşından hilâl eksükliğin Zâtiyâ bir sâki-i bedr-i tamâmum var idi*Kanı ol günler ki bir serv-i bülendüm var idi Sünbülinden her gice boynumda bendüm var idi
Medh iderdüm hüsni mir'âtına karşu leblerinTûti-i gûyâ gibi ağzumda kandüm var idi
Cüst ü cû eylerdi kûyın görmesem bir gün yüzin Eşk dirler adına çâbük levendüm var idi
Hâce-i hicrâna satdı âh kim ben bendeyiBir kıyâmet serv-kad mabbûb efendüm var idi
Ey tabîb-i cân u dil bir gün ola kim diyesin Zâtî dirlerdi benüm bir derd-mendüm var idi*Sînede evvel ne muhrik ârzûlar var idiLebde ser-keş âhlar âteşli hûlar var idi
Böyle bî-hâlet değildi gördüğüm sahrâ-yı aşkAnda mecnûn bîdler dîvâne cûlar var idi
30
Ben bu gün bir nev-bahâr-ı hüsn ü ân seyr eyledimTarf-ı destârında sünbül gibi mûlar var idi
Sen yine bir nev-niyâz âşık mı peydâ eyledinKûyuna yer yer dökülmüş âb-ı rûlar var idi
Ey Nedîm ey bülbül-i şeydâ niçün hâmûşsunSende evvel çok nevâlar güft ü gûlar var idi
Üstâdâne yazılmış nazirelerde, örnek alınan şiirden bağımsız, tamamen kişisel üslûbun egemen olduğu özgün bir söyleyiş görülür. Söz gelişi, Fuzûlî’nin şiiri inim inim inlerken, Nedim’in aynı redifte yazdığı nazire şıkır şıkır oynar.
Âşiyân-ı murg-ı dil zülf-i perîşânundadurHanda olsam ey perî gönlüm senin yanundadur
Aşk derdiyle hoşum el çek ilâcımdan tabîbKılma dermân kim helâküm zehri dermânundadur
Çekme dâmen nâz idüp üftâdelerden vehm kılGöklere açılmasun eller ki dâmânundadur
Gözlerüm yaşın şûr itme nefret kim bu hemOl nemektendür ki lâ’l-i şekker-efşânundandur
31
Mest-i hâb-ı nâz ol cem’ it dil-i sad-pâremiKim anun her pâresi bir nevk-i müjgânundadur
Bes ki hicrânundadur hâsiyet-i kat’-ı hayâtOl hayât ehline hayrânam ki hicrânundadur
Ey Fuzûlî şem’veş mutlak açılmaz yanmadanTâblar kim sünbülünden rişte-i cânundadur*Zerreveş dil pençe-i mihr-i dırahşânındadırCân u ten çün mevc dest-i kahr-ı ummânındadır
Çâk çâk olmazsa destinde girîbân-ı seherRûz-ı haşr ey âh iki destim girîbânındadır
Yârin ey âşüfte dil hüsnün nihan tutmaz velîkVar ise bi'llah tekâsül çeşm-i irfânındadır
Va'd-i ferdâ tâ-be-key ey hestî-i nâkıs dügenÇünki feyz-i vuslat-ı câvîd pâyânındadır
Dûr olur mu hîç ey pîr-i mugân dâim seninBûy-ı sahbâveş dil-i hûn-keşte dâmânındadır
Sen bat-ı sahbâ değil tâvûs-ı kudsîsin NedîmKim zuhûr-ı hâletin meclisde cevlânındadır
32
*Ey kemân-ebrû şehid-i nâvek-i müjgânunamBulmuşam feyz-i nazar senden senün kurbânunam
Kâkülün târına peyvend itmişem cân riştesinBaşın için bir terahhum kıl ki ser-gerdânunam
N’ola kılsam terk-i mey minnet kılup zâhidlereN’eylerem mey neş’esin ben kim senün hayrânunam
Şâneveş yüz nâvek-i gam sancılupdur cânumaTâ esîr-i halka-i gîsû-yi müşg-efşânunam
El çeküp kat’-ı nazar kılmış ilâcumdan tabîbBildi gûyâ kim harâb-ı nergis-i fettânunam
Câna meylin var ise hükm eyle teslîm eyleyemPâdşâhım ben senün bir bende-i fermânunam
Gonce kılmaz şâd gül açmaz tutulmış gönlümiÂrzû-mend-i ruh-i âl ü leb-i handânunam
Kan edip bağrum işüm âh itme her dem ey felekHürmetüm tut bir iki gün kim senün mihmânunam
33
Ey Fuzûlî âteş-i âh ile yandurdun beniGâlibâ sandun ki şem’-i külbe-i ahzânunam*Sen gülersin gül gibi ben bülbül-i nâlânınamMest-i medhûş-ı temâşâ-yı gül-i handânınam
Bana kul olsun deyü hâcet ne fermân etmeğeBen senin çokdan efendim bende-i fermânınam
Hâr isem de gülşen-i hüsnünde hârım ben heleHâk isem de bâri hâk-i râh-ı müşk-efşânınam
Olsam üftâde gubârâsâ yine pest olmazamÇünki ey serv-i bülend üftâde-i dâmânınam
Lâleler sâgarların pür kılmak ister sâkiyâBen dahi muhtâc-ı lutf u tâlib-i ihsânınam
Sen demişsin kim kimin hayrânıdır bilmem NedîmNâzenînim pek bilirsin kim senin hayrânınam*Hayret ey büt sûretin gördükde lâl eyler meniSûret-i hâlüm gören sûret hayâl eyler meni
Mihr salmazsan mana rahm eylemezsen bunca kimSâye tek sevdâ-yı zülfün pây-mâl eyler meni
34
Zâ’f-ı tâli’ mâni’-i tevfîk olur her nice kimİltifâtın ârzû-mend-i visâl eyler meni
Ben gedâ sen şâha yâr olmak yok ammâ n’eyleyemÂrzû ser-geşte-i fikr-i muhâl eyler meni
Tîr-i gamzen atma kim bağrum deler kanum dökerIkd-i zülfün açma kim âşüfte-hâl eyler meni
Dehr vakf itmiş meni nev-res cevânlar aşkınaHer yeten meh-veş esîr-i hatt u hâl eyler meni
Ey Fuzûlî kılmazam terk-i tarîk-i aşk kimBu fazîlet dâhil-i ehl-i kemâl eyler meni*Bûs-ı la'lin şöyle sîr-âb-ı zülâl eyler beniKim gören âb-ı hayât içmiş hayâl eyler beni
Şâire söz bulmağa minnet ne ammâ neyleyimÂh kim hayret seni gördükçe lâl eyler beni
Sevdiğim câm-ı meye hâcet nedir la'l-i lebinBir şeker-handeyle mest-i bî-mecâl eyler beni
35
Bâğda zülf ü ruhun andıkça bu kimdir deyüSünbül ü gül biri birinden suâl eyler beni
Nükhet-i zülfünle geldikce nesîm-i nev-bahârTurra-i sünbül-sıfat âşüfte-hâl eyler beni
Nâ-tüvânım şöyle çeşmin hasretinden kim gehîSâye-i müjgân-ı âhû pây-mâl eyler beni
Gerdişin gördükçe sâkî-i mülâyim-meşrebinÂrzû ser-geşte-i fikr-i muhâl eyler beni
Hasret-i çeşminle ben hâk-i siyâh olsam dahıBaht âhir sürme-i çeşm-i gazâl eyler beni
Arz-ı hâlim çok efendim hâk-i pây-ı devleteLutfun ammâ bî-niyâz-ı arz-ı hâl eyler beni
Ben kulun lâyık değildir vaslına ammâ yineİltifâtın ârzû-mend-i visâl eyler beni
Güldürür yâ ağladır yâ lutf eder yâhud itâbHâsılı neylerse ol ruhsâr-ı âl eyler beni
Yâridir ol kadd ü haddin kim Nedîmâ bâğdaVâlih-i gül-gonce hayrân-ı nihâl eyler beni
36
Gûyiyâ bilmez efendim bende-i dîrînesinKim Nedîmâ bu mudur deyü suâl eyler beni*
Tanınmış bir şairin pek meşhur olmayan bir şairin şiirine nazire yazması, onun değerini onaylayan bir durumdur. Latîfî'nin, Niyâzî-i Bursavî hakkında, "Ahmed Paşa la’l ve âb ve şikâr ve âfitâb kasîdelerin dîvân-ı mumâileyhe tetebbu’ ile cevâb dimişdür. Merkûm kasîdelerin mübdi’i ve muhteri’i evvel Rûm’da bu olmış..."46 ve Âşık Çelebi'nin Celâl Çelebi hakkında, "Bu gazeli didiklerinde bu beyti hayli şöhret dutdı idi ki... Mümeyyiz-i şuarâ olan Zâtî ve sâyir şuarâ nazîreler diyüp..."47 şeklindeki ifadeleri bu hususa örnektir.
*Tezkirelerde, tanzirin, bir şairin şair olarak yetişme,
gelişme ve belli bir seviyeye gelmesinde rol oynayan, bu safhada yapılması usul haline gelen edebî bir faaliyet veya çalışma olarak değerlendirildiği görülür. Bu değerlendirmelerden, nazire konusunda örnek veya model durumuna gelen şairleri de tanımış oluruz.48 Bu konuda birçok Osmanlı şairine hocalık etmiş olan Ali Şir Nevâî’nin gazelleri çeşitli şairler tarafından tanzir edilmiş, hatta Çağatay Türkçesiyle gazeller yazmak bir moda haline
46 Latîfî 2000: 551-552. 47 Âşık Çelebi 1995: 226-227. 48 Tolasa 1983: 269.
37
gelmiştir49 Latîfî'nin Sabâyî'de, "Ve şuarâ-yı Acem kelimâtın
tetebbu' idüp Deryâ-yı Ebrâr'a ve Kâtibî'nin Şütür ü Hocre kasîdesine cevap virmişdür..."50; A. Çelebi'nin Safî'de, "Şiire kûşiş ve Ahmed Paşa gazellerine nazîre dimekle tab'ın âzmâyiş ider imiş..."51; Sebzî'de, "Selef ve halef eş'ârından çok kimesneye cevap diyüp hayli tetebbu'-ı dîvân itmişdür..."52; Zînetî'de, "Tab'ın muttasıl âzmâyiş ve cevap dimek içün muttasıl ekâbir kasâyidin kûşiş üzre idi..."53 şeklindeki ifadelerini anabiliriz.
Riyâzî, Cinânî’nin Âzerî Çelebi’nün Nakş u Hayâl'ine nazîre dediğini, "Behiştî-i diger ve Mu‘îdî’nin Cevâb-ı Penc-Genci’nin bulunduğunu, Niyâzî-i diger’in Ahmed Paşa’nun ekser-i kasâ'idine cevâb verdiğini, Derûnî-i diger’in Âgehî’nin ıstılâhat-ı keştiyân üzre didügi kasîde-i nazîdeye nazîre deyip ol ıstılâhatı sıfat-ı bahâre düşürdüğünü belirtir.54
Nazirenin uzantısı: Tahmis, Tesdis, Tazmin...Tahmis, tesdis ve benzeri bir gazelin her beytine üç,
dört ve daha fazla mısralar ekleyerek yeni bir musammat yazma işlemi de, model alınan bir şiir üzerinde gerçekleştirilen bir faaliyet olduğundan, hem bir şiir 49 Çetindağ 2001: 156 vd; Sertkaya 1970: 133-138; Sertkaya
1971: 171-184; Çavuşoğlu 1976: 75-90. 50 Latîfî 2000: 551.51 Âşık Çelebi 1995: 701.52 Âşık Çelebi 1995: 507.53 Âşık Çelebi 1995: 292. 54 Riyâzî, 49a, 42b, 68b, 134b-135a, 143b; Kılıç 1998: 310-
312.
38
öğrenme yöntemi, hem de bir çeşit şiir meşki olarak tanımlanabilir.
Riyâzî, Osmanlı ülkesinde tahmis ve tesdiste başarılı olan ilk şairin Fevrî olduğunu, Âzerî, Cinânî ve Tîgî Bey’in yaratılışlarının tahmîs ve tesdîse yatkın olduğunu belirtir.55
Başka bir şairin bir mısraını ya da bir beytini kendi şiiri içine yerleştirmek demek olan tazmin de, bir şiiri beğenme, model alma gibi bir noktadan hareket ettiği için nazire ile akraba bir faaliyet sayılabilir.
Sehî, Resmî'yi "Merhum Ahmed Paşa'nın nice gazeliyâtını tahmîs itmiş kâbil kişi..."56 diye tanıtır ve takdirde bulunurken, Latîfî de onun, "Tahmîs-i gazelde bî-bedel..."57 olduğunu söyler. Âşık Çelebi, Hayâlî ve Zâtî’nin başlangıçta iyi ilişkiler içinde iken, herhalde Zâtî’nin gözden düşüp, Hayâlî’nin şöhret kazanmasından sonra her birbirlerinden hoşlanmaz olduklarını anlatır: "Hayâlî gerçi Zâtî'ye evvel mu’tekid, belki mukallid imiş. Hatta bu gazelin tahmîs eylemişdür ki Dîvân-ı Hayâlî'de mestûrdur. Andan gayri şâirin gazelin tahmîs itmemişdür. "58
Tezkirelerde verilen örneklerden önemli bir kısmının nazîre ve tahmîs cinsinden şiirler olması, değerlendirmelerde şairlerin başkalarını aşması veya hiç aşılamamasının önemli bir ölçüt olarak kullanılması üstünde durulması gereken bir durumdur.59
55 Riyâzî, 22b, 43b, 49a, 120a; Kılıç 1998: 311. 56 Sehî Bey 1978: 256. 57 Latîfî 2000: 271. 58 Âşık Çelebi 1995: 898. 59 Tolasa 1983: 272.
39
İzleme, faydalanma, taklitŞairlerin yetişmelerinde izleme, etkilenme,
faydalanma gibi doğal ve hatta gerekli olan faaliyetlere, yukarıda belirtilen bazı çalışmalar kapsamında değinilmişti.
Şairlerin sanatı ve edebi kişiliğinin oluşmasında önemli yeri olan bu alışverişin derecesi ve niteliği hakkında tezkirelerde bazı bilgiler bulunmaktadır.
Latîfî'nin Şemsî-i Edvârî, Usûlî, Sâkî; Âşık Çelebi'nin de Lâyihî, Şânî, Edâyî, Sehî Beg, Arşî, Yakînî, Zihnî, Hamdî, Vâlihî, Ahmed Çelebi Pâre Pârezâde'de, Emîrek ve Rahîmî'de yer alan açıklamalarında, daha çok, genel bir etkilenme, izleme ve benzeme halinin tespit edildiği görülür.
Latîfî'nin Şemsî-i Edvârî hakkında, "Ve tarz-ı gazelde Necâtî peyrevidür."60; Usûlî hakkında, "Ekseriya eş'ârı tasavvufa müte’allik kelimât ve Seyyid Nesîmî tarzında mevâiz ve ilâhiyât idi. Ma'nâda Câvidânnâme ebyâtına müşâbeheti ve Fazlullah kelimâtına mütâbakatı vardur. Bu sebebden zemane derviş-meşrebleri ve mevâlî-mezhepleri sâbıku'z-zikre Fazlullâh-ı Sânî ve sırr-ı Seyyid Nesîmî dirler..."61; Âşık Çelebi'nin de Ahmed Çelebi Pâre Pârezâde hakkında, "Çerâğı Lâmi'î'den yakar; anın muktebes-i pertevi ve anın peyrevidür..."62; Vâlihî hakkında, "Hakkâ ki ol resme vâizdür; hüsn-i edâ ve takrîrde ya Asma'î ya Câhiz’dür; ve yine üslûb-ı şi’rde peyrev-i Câmî ve
60 Latîfî 2000: 330. 61 Latîfî 2000: 176.62 Âşık Çelebi 1995: 125.
40
Hâfız'dur..."63; Hamdî Çelebi hakkında, "Molla Câmî ile mu’âsır olmagın, ekser ana taklîd idermiş ve gâhî Rûm'dan Horasan'a mektup gönderüp mebânî-i muhabbeti te'kîd idermiş..."64; Emîrek hakkında, "Kelimâtında bir mertebe mustalih idi kim müteferrid idi. Yetîm merhum dahi ana mukallid idi..."65; Yakînî hakkında, "Bu tarzda murabba’ı evvel Yakînî diyüp Za’îfî dahi peyrevlik itmişlerdür.."66
şeklindeki beyanlarını genel bir etkilenme, izleme, örnek alma ve benzeme halinin tesbit ve değerlendirmeleri olarak görebiliriz.67
Rızâ Tezkiresi’nde, Âlî hakkında şunlar söylenmektedir: “Tâze-gûlukda pey-rev-i Nef‘î olup her zaman zebân-ı tâze icâdına ma'il ve ihtirâ‘-ı nazm u nesrde kâmil bir şâ‘ir-i sihr-âferîn idi. Müellefâtı dahi kasâ'id ü gazeliyyâtı gibi bî-şumâr ve beyne'n-nâs ‘Örfî-i Sânî diyü şöhret-şi‘âr idi."68 Ona göre Neşâtî de “şu‘arâ-yı zeviyyü'l-i‘tibârdan olup pey-rev-i Nef‘î olmagın eş‘ârı şûh u selîs ve güftârı kulûbü'l-‘urâfaya enîs ü celîsdür."69
Riyâzî, Ümîdî’nin “şâh-râh-ı belâgatde pey-rev-i Bâkî olmag ile eş‘arı vâsıl-ı derece-i kabûl-ı müşkil-pesendân” olduğunu, ancak Bâkî’nin bundan pek hoşnut olmadığını bildirir: “Ol üstâd-ı fennün ekser-i mazmûnlarını ednâ tagyîr ile ahz itdügine dil-gîr olup Ümîdî bizi yeniler diyü
63 Âşık Çelebi 1995: 271. 64 Âşık Çelebi 1995: 314. 65 Âşık Çelebi 1995: 163. 66 Âşık Çelebi 1995: 343. 67 Tolasa 1983: 274-275. 68 Rızâ: 6a. 69 Rızâ: 48b.
41
ta‘bîr buyururlar idi."70
Âşık Çelebi'nin Sehî hakkında, "Kendü ileri zaman adamıydı, Dakyanosî zarâfetleri vardı; eski zaman şu’arâsını taklîd iderdi..."71 ve Rahîmî hakkında, "Şi’ri dahi puhte ve yek-destdür. Celîlî'ye mukalliddür..."72 şeklindeki ifadelerinde her ne kadar "taklîd" kelimesi geçerse de anlam olarak bunlara da yukarıdakiler çerçevesine dahil edebiliriz.73
Öte yandan Âşık Çelebi, Şânî ve Zihnî hakkında, açıkça bir “yetişme ve çok yakından izleme” durumundan söz etmektedir: "Beyit: Bu Şânî Şem'î'den yakup çerâgı / Geçerdi Şem'î'nün çeşm ü çerâğı... Şem'î'nin sûhtesi ve şiir ü gazel âmûhtesi olup andan yazar okur; bunun tîz-tab'lıgın ve hiddet-i zekâda ve rûşen-dillikde çerp-zebânlıkda kendiyle münasebetin bulup mahlasın Şânî kor..."74; Zihnî hakkında, "Hâverî Çelebi merhuma damaddur; güyegü kaynata topragından didükleri bunun şiirinin eylügüne sebeb-i istidlâl ve istişhaddur..."75
şeklindedir. Yukarıda belirttiğimiz gibi, Latîfî, "taklîd ü ta'lîm-i
üstâd"'ı bir şiir öğrenme yolu olarak göstermekte, mesela Zihnî, Vâlihî-i Belgradî ve Cihânî gibi şairlerde bunu bir değer takdiri olarak belirtmektedir. Ancak, “hazırlık sınıfı”ndan ileriye geçemeyen şairlerde bu durumu, onların
70 Riyâzî: 19b-20a.71 Âşık Çelebi 1995: 551.72 Âşık Çelebi 1995: 756. 73 Tolasa 1983: 275. 74 Âşık Çelebi 1995: 788-789.75 Âşık Çelebi 1995: 906.
42
sanat cevheri ve yeteneğinden yoksunluğunun bir göstergesi olarak görür. Onun, "Fî-zamâninâ şi’r da’vâsı kılanlarun ekser ü ağlebi mütercim ve mukallid ve îcâd u ma’ânîde gayr-ı mûciddür ve da’vâ-yı durûg-ı bî-fürûg ile lâf u güzâf itdükleri tedvînât-ı selefden muhric ü müstahric ya birkaç kelimât-ı hhâyîde ve tasarrûfât-ı muzahrafa-i hâyîdedür"76 şeklindeki genellemesi bu gibi şairler için geçerlidir. Mesela, Cihânî hakkında söylediği, "Tabiat-ı şi’riyesi çendan ve pesendide-i ehl-i irfan degüldür; bu fende mukallid makûlesidür..."77; Zihnî hakkında, "Sühan-çîn ve hâyîde-gû makûlesidür..."78 sözleri, bunların, şair okulunun hazırlık sınıfında takılıp kalan şairlerden olduğunu göstermektedir.
Latîfî'nin Ahmed Paşa hakkındaki şu değerlendirmeleri, şairin özellikle İran edebiyatı üzerinde yaptığı teorik ve uygulamalı hazırlık çalışmalarını, bunlarla ilgili görüş, tespit ve eleştirileri içermektedir: "Zebân-ı Fürs'de vâki' olan kütüp ve devâvîn'e tetebbu-ı müstevfâsı ve tefehhus-ı müsteskâsı olup cemi'-i manzûmât-ı Fürs'i mütetebbi' ve fevâyid ü avâyid-i sanâyi'-i bedâyi’inden mütemmetti' ve müteneffi' olmagın ... ol libâs-ı ibârât-ı Fârisî birle mülebbes olan şâhid-i ma'nâya siyâb-ı elfâz-ı Rumî'den libâs-ı elmâs idüp şiâr-ı cedîd ve disâr-ı mezîd geyürüp her ma'nî-i hûbı bir Türk-i tannâz ve mahbûb-ı işve-sâz göstermişdür. ... Eğerçi tarîk-i tercümede fuzalâ-yı kudâtdan ba’zıları katında ma'kûl ve makbûldür; ammâ bülagâ-yı halefden ba’zıları yanında bu cihetten mat'ûn ve
76 Latîfî 2000: 579.77 Latîfî 2000: 220. 78 Latîfî 2000: 268.
43
medhûldür..."79. Latîfî, Atayî’den söz ederken, "Ol devrin şuârasından
merhum Şeyhî'den geçicek bundan eşbehi yokdur. Zira ol asrın mütercim, sâde-gû şairleri çokdur..."80 diyerek, o çağda tercüme yoluyla şiir yazan, sıradan şairlerin çokluğuna dikkat çeker. Harîrî ise, yeteneksiz bir şair olduğu için özgün şiirler söyleyememekte, daha çok eski şairlerin şiirlerinden uyarlamalar yapmaktadır: "Bu fende ol kadar bidââtı ve anlarla hem-inân olmağla istitââtı yoğ idi. Eş’âr-ı selefden tazmîn ve tıraşı çokdur."81. Sehayî’nin durumu da onunkinden farklı değildir: "Ammâ eş'ârınun aglebi tercüme ve tazmîn ve tedvînât-ı selefden sühan-çîn idi..."82.
Disiplin Suçları: Sirkat ve İntihalHer okulda olduğu gibi, Osmanlı şair okulunda da,
meşru olmayan, disiplin suçu sayılan davranışlar görülmektedir. Bunların mevcudiyeti, okulun önemini ve değerini ortadan kaldırmaz.
İki şairin birbirinden haberi olmaksızın tesadüfen aynı
79 Latîfî 2000: 156. 80 Latîfî 2000: 396. 81 Latîfî 2000: 226. Hayâlî Bey’in şu beyitleri, çağdaşı bazı
şairlerin pek de meşrû olmayan yollara saptığını göstermektedir: Zahîr'ün arkasından müste'ârî câmesin almaz Tırâş itmez o gayrılar gibi Dîvân-ı Selmân'ı * Tab'-ı Hayâlî ma'nî-i gayrı alup n'ider Şehbâzdur ki sayd özi eyler şikârını
82 Latîfî 2000: 298.
44
mısraı veya beyti söylemiş olmalarına “tevârüd” denir. Riyâzî, Ahmed Paşa ve Muhyî'nin birer mısraını aynı ifade kalıbıyla vererek, bunları Bâkî'nin tevârüd ettiğini belirtir.83
Zatî’nin Revânî ve Âhî ile aralarında bazı şiirlerinden dolayı tevârüd iddiaları gündeme gelmiştir. İspatı çok zor olan bu konuyu Latîfî şöyle bir sonuca bağlamıştır: "Sanâyi'-i şi’riyeden bazı ma’nâlar Zatî ile merkum Revânî beyninde tevârüd vâki' olup bâis-i niza' ve husûmet oldukda şu’arâdan bir nüktedân ve kâmil, ikisini dahi sirkasını şâmil bu kıt'ayı dimişdür: Ma’nîlerimi göz göre bağlar yürür diyü - Zatî'yle Revânî yine kan-bıçak durur - Zatî'ye niçün öyle idersün didüm - Didi uğrıdan ise bâri harâmîye hak durur..."84
Tezkirelerde “tevârüd” iddia edilen bazı beyitlerle ilgili aydınlatıcı bilgilere de rastlanır. Latîfî, Sâkî’den söz ederken şunları söyler: "...Şîve-i eş’ârda ve işve-i güftârda Necâtî tarzına gitmişdür... Ve üslûb-ı şi’rde tarz-ı Necâtî ile tefâvüt-i fâhişi ve noksân-ı zâhiri ol kadar yokdur. Bu şi’r-i meşhûr anundur. Halk meyânların fark idüp temyîz idemediklerinden Necâtî'ye isnâd iderler: (şiir) Ehl-i dikkat beline mû dediler / Ağzın anıldı yokdur o dediler."85. Âşık Çelebi de aynı konuyu şöyle anlatır: "...Merhûm Merhabâ Çelebi'den işitdüm ki, mezbûr, şürekâmuzdan ve yârânumuzdandur dirdi. Bu gazeli ki eller Necâtî'ye ve ba’zılar Kemal Paşazâde’ye isnâd iderler; ol ana isnâd iderdi... (gazel): Ehl-i dikkat beline mû didiler / Ağzın anıldı
83 Riyâzî: 18b, 133a. 84 Latîfî 2000: 280. 85 Latîfî 2000: 295.
45
nîst o didiler"86. Şair adayları taklit, tercüme ve uyarlama yoluyla eski
veya çağdaşı şairlerin şiirlerinden yararlanırken, bazen ölçüyü kaçırarak işi başkasının eserini çalıp (intihal), kendine mal etmeye kadar vardırdıkları görülür. Tezkireciler, Revânî, Kıyâsî, Hüseynî ve Zâtî’nin bu konuya örnek olabilecek davranışlarından söz ederler. Revânî, göreviyle ilgili bazı yolsuzluk suçlamaları da olan bir şairdir. Sehî onun sanat hırsızlığıyla ilgili olarak şöyle der: "Nazmı güzel ve gazeliyâtı bî-bedel kimesnedür, ammâ bazı şuarânın ma'nîsini tagyîr idüp kendi eş'ârına îrâd itmegin sirkat töhmetin isnâd iderler..."87. Âşık Çelebi’nin Hüseynî hakkında söyledikleri akla durgunluk verecek iddialardır: "Mezkûr Mîr, nazmda kizb müstahsendür, deyü, nazmda yalanı şiâr belki nesrde bile kizbi şiâr idinmişdi. Uşşâkın mâmeleki benümdür deyü cümle şâirlerin eş'ârın, benümdür deyü okurdı..."88 Kıyâsî de başka şairlerin güzel buluşlarını şiirine almaktan çekinmez: "Çendan yârân lokmasına sarkmaz, meger gayet rakîk ve sâdıki ola ki, ev min büyûti asdikâiküm (Veya dostlarınızın evlerinden) ma’nâsı ile amel ide, ta ki bulacağı rengîn ma’nâları cem' idüp gazel ide..."89.
Âşık Çelebi'nin anlattığına göre, genç, yaşlı birçok şair Zâtî'yi tecrübeli bir üstat bilip ziyaret etmekte, şiirlerini ona gösterip öğütlerinden yararlanmak isterler. Ama, sonrasında ilginç olaylar olmaktadır: "Filhakîka, reîs-i
86 Âşık Çelebi 1995: 505. 87 Sehî Bey 1978: 221. 88 Âşık Çelebi 1995: 310. 89 Âşık Çelebi 1995: 746.
46
şuarâdır deyü çok kimesne şiirin arz idüp bazın aynı ile alup bazını aynına almazlanup sonra tabîr-i âher ile divanında gördük. Hatta kendüye sual dahi olundukda, bir hoşça manâcıkdur gördüm; siz gerçekten şair degülsünüz, divanunuz yokdur, hep bunlar zâyi olur. Biz sâhib-i dîvân şairlerüz... bizüm divanumuzda bulunan zâyi olmaz. Ma’nacığı esirgediğümden aldum; neanki ya hırsumdan ya tama'umdan alam, dirdi. Amma bir kimesne kendünün bir beytin bozsa, hânümânın almakdan ziyâde bî-huzûr olurdı; tamam gazelin alsa, hod mâlâya'ni söyleyüp dâire-i akldan dûr olurdı..."90.
SONUÇOsmanlı şairleri, şiir yazmayı nazire veya meşk
sürecinde öğrenmektedirler. Nazirecilik geleneği, şairler için hem bir okul, hem de bir “söz meydanı”dır.91 Şairler, bu şair okulunda batılı ressamların müze çalışmalarına benzer şekilde atölye çalışması gerçekleştirmekte, eski şairleri tanzir ve meşk ederek bir çeşit üslûp temrini yapmaktadırlar.
Bu atölyede hep ciddi ve düzeyli temrinlerin yapılmaması; bazı şairlerin bu atölyenin ustalarının ürünlerini ya olduğu gibi aşırarak kendilerine mal etmesi; az çok değişikliklerle onlara kendi iğreti elbiselerini giydirmeleri; taklit ve intihalden uzak kalarak samimi ve halis niyetlerle usta kalemlere nazireler yazmayı deneyen bazı şairlerin de bunda başarılı olamaması,92 nazire 90 Âşık Çelebi 1995: 892. 91 Köksal 2001: 53, 54,64, 66 vd. 92 Köksal 2001: 66.
47
geleneğinin önemini ve işlevini ortadan kaldırmaz. Söz gelişi, resim bölümünde okuyan bütün öğrenciler
teorik bilgi edinirler, desen ve resim çalışmaları yaparlar. Bu öğrenciler içinde yetenekliler, çalışkanlar olduğu gibi, yeteneği sınırlı, tembel, hatta haylaz olanlar da olabilir. Bunların öğrencilik yıllarındaki çalışmaları, onları belli bir yetkinliğe eriştirmeye yöneliktir. Bu çalışmalarda görülen eksiklikler ve yetersizlikler, o okulda verilen eğitimin önemsiz ve gereksiz olduğunu göstermez.
Bu eğitim sürecinden geçen öğrencilerin içinden üslûp sahibi ressamlar çıksa bile, bunlar, ileride açacakları kişisel sergilerine, gelişim düzeylerini gösteren bu ev ödevlerini koymayı düşünmeyeceklerdir. Bazı şairlerin divanlarını tertip ederken, bazı şiirlerini divan dışında bırakmaları böyle bir tercihin sonucu olmalıdır.
Osmanlı şair okulunda okuyan binlerce kişi, nazire ve meşk faaliyetleriyle bir yandan şiirin dünyasını tanırken, bir yandan da dili işleyip geliştirmişlerdir. Necâtî, Fuzûlî, Bâkî, Hayâlî, Nâilî, Nef’î, Nâbî, Nedim ve Şeyh Galip gibi üstatlar bu okuldan yetişmiştir. Bu üstatlar, varlıklarını bir ölçüde, binlerce okul mensubunun faaliyetlerine borçludur.
48
KAYNAKLAR Ahmet Vefik Paşa (2000), Lehçe-i Osmânî, Haz.
Recep Toparlı, Ankara: TDK. Yayını. Akkaya, Mehmed (1996), “Divan Şairlerinin
Gazellerinde Harf Tercihleri ve Redif Hususu”, İlmî Araştırmalar, 3, İstanbul.
Aksoyak, İ. Hakkı (2000), “Müşterek Şiir Söyleme Geleneği”, Türklük Bilimi Araştırmaları, 8, Sivas.
Akün, Ömer Faruk (1994), “Divan Edebiyatı” maddesi, İA, IX, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı.
Akyüz, Kenan (1977), “Nazire” maddesi, TA, XXV, İstanbul: MEB. yayını.
Ambros, Edith G. (1989), “Nazîre. The Will-o’-the wisp of Ottoman Dîvân Poetry”, Wiener Zeitschrift die Kunde Des Morgenlandes, 79, Wien.
Âşık Çelebi (1995), Meşâirü’ş-Şu’arâ (İnceleme- Tennkitli Metin), Haz. Filiz Kılıç, Doktora Tezi, Ankara: Gazi Ün. SBE.
Ayan, Hüseyin (1990), “Bir Nazire Mecmuası”, Türklük Araştırmaları Dergisi, VII, İstanbul.
Banarlı, Nihad Sami (1962), Büyük Nazireler, Mevlid ve Mevlid’de Milli Çizgiler, İstanbul.
Behar, Cem (1993), "Musiki Öğretim ve İntikal Sistemi: Meşk", Zaman, Mekân, Müzik, İstanbul.
Bilgegil, Kaya (1989), Edebiyat Bilgi ve Teorileri, İstanbul.
Cengiz, Halil Erdoğan (1986), “Divan Şiirinde Musammatlar”, Türk Dili Türk Şiiri Özel Sayısı II
49
(Divan Şiiri), Sayı 415-416-417, Ankara: TDK. Yayını.
Çavuşoğlu, Mehmed (1976), “Kanuni Devrinin Sonuna Kadar Anadolu’da Nevâyi Tesiri Üzerine Notlar”, Atsız Armağanı, İstanbul: Ötüken Yayını.
Çavuşoğlu, Mehmed (1982), “XVI. Yüzyıl Divan Edebiyatı Divan Edebiyatında Şiir Kavramı”, Çevren, Piriştine.
Çetin, Nihad M. (1973), Eski Arap Şiiri, İstanbul. Çetindağ, Yusuf (2001), Ali Şir Nevâî’nin Batı
Türkçesi Divan Edebiyatına Tesiri (XVI. yy. Sonuna Kadar), Ankara: Gazi Ün. SBE. Doktora Tezi.
Dilberipur, Asgar (2000), “Nizâmî’nin Türk Edebiyatındaki Takipçileri ve Hamse’sine Nazîre Yazanlar”, Çeviren: M. Fatih Köksal, Türklük Bilimi Araştırmaları, VIII, Sivas.
Dilçin, Cem (1983), Türk Şiir Bilgisi, Ankara: TDK. Yayını.
Dilçin, Cem (1986), “Gazel”, Türk Dili Türk Şiiri Özel Sayısı II (Divan Şiiri), Sayı 415-416-417, Ankara: TDK. Yayını.
Edgü, Ferit (Tarihsiz), Türk Hat Sanatı (Karalamalar/Meşkler), İstanbul: Ada Yayınları.
Feldman, Walter (1997), “Imitation in Ottoman Poetry Three Ghazals of The Mid-Seventeeth Century”, The Turkish Studies Association Bulletin, XXI.
Feldman, Walter (1997a), “The Study of Ottoman Poetry: Imitation and Interperation”, The Turkish
50
Studies Association Bulletin, XXI. Fuzûlî Divanı (1990), Haz. K. Akyüz, S. Beken, S.
Yüksel, M. Cunbur, Ankara: Akçağ Yayını. Horata, Osman (1998), “Necati Bey’den Bâkî’ye
Döne Döne”, Bilig, VII, Ankara: Ahmet Yesvi Ün. Yayını.
İlaydın, Hikmet (1997), Türk Edebiyatında Nazım, Ankara: Akçağ Yayını.
İnal, İbnülemin Mahmut Kemal (1955), Son Hattatlar, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayını.
İpekten, Halûk (1994), Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri, İstanbul: Dergâh Yayını.
İpekten, Halûk (1996), Divan Edebiyatında Edebi Muhitler, İstanbul: MEB. Yayını.
İsen, Mustafa (1981), “Divan Şiirinde Nazire Geleneği”, Mavera, 54, Ankara.
Kılıç, Filiz (1998), XVII. Yüzyıl Tezkirelerinde Şair ve Eser Üzerine Değerlendirmeler, Ankara: Akçağ Yayını.
Köksal, M. Fatih (2001), Edirneli Nazmî, Mecma’ü’n-Nezâ’ir (İnceleme-Tenkitli Metin), C.I-III, Ankara: Hacettepe Ün. SBE. Doktora Tezi.
Kurnaz, Cemâl (1996), “Cumhuriyet Döneminde Fuzûlî Divanı’na Bir Nazire: Âlî Divanı”, Fuzûlî Kitabı, İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yayını.
Kurnaz, Cemâl (1997), Türküden Gazele, Ankara: Akçağ Yayını.
51
Kut, Günay (1978), Heşt Bihişt The Tezkire by Sehî Bey, Harvard.
Kut, Günay (1986), “Mecmua” maddesi, TDEA, VI, İstanbul: Dergâh Yayını.
Latîfî (2000), Tezkiretü’ş-Şu’arâ ve Tabsıratü’n-Nüzemâ (İnceleme-Metin), Haz. Rıdvan Canım, Ankara: AKM. Yayını.
“Nazîre” (1985), TDEA, VI, İstanbul: Dergâh Yayını. Ömer bin Mezîd (1982), Mecmû’atü’n-Nezâ’ir, Haz.
Mustafa Canpolat, Ankara: TDK. Yayını. Özgül, Metin Kayahan (1988), Encümen-i Şuarâ,
Ankara: Hacettepe Ün. SBE. Doktora Tezi. Özgül, Metin Kayahan (2001), “Şiir, Şair Ve Sair…”,
Hece, 53-55 (Mayıs-Temmuz), Ankara. Parlatır, İsmail (1988), “Namık Kemâl’in Lâzımsa
Redifli Gazelleri ve Nazireleri”, Ölümünün 100. Yılında Namık Kemâl, İstanbul.
Rızâ, Tezkire-i Şu’arâ, Süleymaniye Ktp. Aşir Ef. Nu. 243.
Riyâzî, Riyâzü’ş-Şu’arâ, Nurıosmaniye Ktp. Nu. 3724.
Sertkaya, Osman (1970), “Osmanlı Şairlerinin Çağatayca Şiirleri-I”, TDED, XVIII, İstanbul: İÜ. Ed. Fak. Yayını.
Sertkaya, Osman (1971), “Osmanlı Şairlerinin Çağatayca Şiirleri II”, TDED, XIX, İstanbul: İÜ. Ed. Fak. Yayını.
Tanpınar, Ahmet Hamdi (1976), Ondokuzuncu Asır
52
Türk Edebiyatı Tarihi, 4. bs. İstanbul. Tanpınar, Ahmet Hamdi (2001), Beş Şehir, İstanbul. Tevfik Fikret (1993), “Nazîre-perdâzlık”, Tevfik
Fikret’in Dil ve Edebiyat Yazıları, Haz. İsmail Parlatır, Ankara: TDK. Yayını.
Tolasa, Harun (1983), Sehî, Latîfî, Âşık Çelebi Tezkirelerine Göre 16.yy.'da Edebiyat Araştırma ve Eleştirisi I, İzmir.
Ülgener, Sabri F. (1991), İktisadî Çözülmenin Ahlâk ve Zihniyet Dünyası, İstanbul.