METİN BEY OLMAK - Ankara Barosu · sinden, eski düşmanlarının kendileri için sergilediği...

5
46 Hukuk Gündemi | 2012/1 METİN BEY OLMAK Stj. Av. Mehmet Fatih Aksoy

Transcript of METİN BEY OLMAK - Ankara Barosu · sinden, eski düşmanlarının kendileri için sergilediği...

Page 1: METİN BEY OLMAK - Ankara Barosu · sinden, eski düşmanlarının kendileri için sergilediği gösterinin tadını çıkarıyorlardı. Hava soğuktu, ancak pek azı hariç, insanların

46 Hukuk Gündemi | 2012/1

METİN BEY OLMAKStj. Av. Mehmet Fatih Aksoy

Page 2: METİN BEY OLMAK - Ankara Barosu · sinden, eski düşmanlarının kendileri için sergilediği gösterinin tadını çıkarıyorlardı. Hava soğuktu, ancak pek azı hariç, insanların

2012/1 | Hukuk Gündemi 47

Ankara’nın meşhur kış akşamlarından biriydi. Kar, adeta bu şöhretin hakkını vermek ister-cesine dövüyordu sokakları. Sokaklar ise,

kendisini onlarca otomobil ile savunan, bir türlü beyaza teslim olmayan ana caddelerin aksine, çoktan gelinliğini giymişti. Normal bir günde asla görülemeyecek bir düzensizlik hâkimdi her yerde. Altında yatan ince cam tabakasına teslim olmuş otomobiller yüzünden, sokaklar her zamanki ahen-ginden yoksundu. Sağlı sollu ve nizamdan çok uzak bir şekilde park etmek zorunda kalmış otomobil-lerin arasında, durumdan oldukça keyif aldıkları her hallerinden belli olan çocuklar gözleniyordu. Islanmaktan ya da üşümekten korkmuyorlar, kendi-lerine gökten inen bu oyun arkadaşı ile coşuyorlar, bir yandan da ertesi gün okula gidilemeyeceği fik-riyle, müstakbel tatillerinin heyecanını yaşıyorlardı. Yetişkinler ise, eve ulaşmak için kar ile giriştikleri savaşı iyiden iyiye unutmuş, pencerenin bir köşe-sinden, eski düşmanlarının kendileri için sergilediği gösterinin tadını çıkarıyorlardı. Hava soğuktu, ancak pek azı hariç, insanların yüreği sıcacık atıyordu.

Metin Bey, yüreği bir türlü ısınamayan azınlığa mensuptu. Oturduğu Nilgün Sokak’a da, şeh-rin genelindeki aynı mucizevî manzara hâkimdi. Fakat o, bir türlü bu manzaradan haz alamıyordu. Ankara’da, bol kar yağışlı bir kış gününde, tüm bedeninizin huzur ile dolmaması için ya evsiz olmak, sokakta yaşamak gerekir ya da tuzlanma-sına rağmen kayganlığını muhafaza eden yoldan nasibini almak... Metin Bey, bu sınıflandırmaların da dışındaydı. Onun, her bir çizgisi farklı hikâyeyle kazınmış ihtiyar yüzünü böylesine karartan sebep başkaydı.

Perdeyi aralamak ve dışarıyı bu yolla seyretmek, daralan nefesini açmaya yetmiyordu. Bulunduğu odanın balkon kapısına doğru yöneldi. Oldukça geniş olan odada ilerlemek, olması gerekenden daha kısa sürüyordu. Çünkü penceresinden sokağa bakan, bir köşesinde hiç kullanılmamış, kenarları mermer süslü bir şömine yer alan, duvarları sim işlemeli ithal kâğıtlarla kaplı bu oda, boştu. Koca odada eşya namına sadece yeşil bir yün döşek, üze-rinde parlak pullar olan pembe bir kadın eldiveni ve içinde yer alan fotoğrafa göre büyük sayılabilecek bir çerçeve bulunuyordu. Elbette, dışarının soğu-ğunu, içerininkinden ayıran perdeleri saymazsak... Bir an sonra, Metin Bey, şöminenin tam karşısında

yer alan balkon kapısına ulaştı. Üzerindeki kıyafet-leri, balkonda yüzleştiği soğuktan onu koruyacak kadar kalındı. Ancak Metin Bey’in ihtiyar yüzündeki ifadeye bakılırsa, dışarıya kadife ceketi olmadan çıksaydı da üşümeyecekti.

Tersten esen rüzgâr ile kısa süreli bir mücadele yaşasa da, nihayet sigarasını yakmayı başardı. Kafa-sını kaldırıp, Nilgün Sokak’a baktığını görenler, onun, aslında alçıdan yapılmış bir heykel olduğu fikrine kapılabilirdi. İnsana bahşedilen duyular sanki bu adamda işlemiyordu. Bakıyordu ancak görmü-yordu. Elinde değil sigara, köz olmuş bir kömür parçası tutsa bile hissetmeyecekti. Ne kahkahalar ile oynayan çocukları, ne kar küreyen belediye görev-lilerini, ne de otomobil iten insanların çırpınışlarını duyuyordu. Sadece nefes alıyordu, ancak o da, sigarası bitsin diye.

Daha önceleri böyle değildi Metin Bey. Ankara’nın ticaret merkezlerinden olan Siteler’de iki katlı büyük bir dükkânı vardı. Büro mobilyaları üretip satar ve bu yolla hem ailesinin geçimini sağlar, hem de yanında çalışan emektarların geçinmelerine vesile olurdu. Dükkânının bulunduğu esnaf muhitinin eskilerindendi. Henüz küçük bir çocukken, Siteler’in meşhur ustası Erdem Bey’in yanında çıraklığa baş-lamıştı. Çıraklık günlerinde “Meto” diye çağırıldığı muhitte, dile kolay, kırk yıl olanca gücüyle çalışmış, insanların saygısını ve elbette “Metin Bey” unvanını kazanmıştı. Kendi deyimiyle “yıllarca kerestelerden, suntalardan ekmek kazımıştı”. Hayat da ona uzunca bir süre cömert davranmıştı. Hatırı sayılır malvarlı-ğının yanı sıra, güzeller güzeli bir eşe, gözlerini ve gülüşünü annesinden almış, babasına âşık, küçük bir prensese, her derdine koşarak yetişen akraba-lara ve çok sayıda dosta sahip olmuştu. Bir insanın hayatta sahip olmayı isteyeceği her şey yanı başın-daydı. Mutluydu ve acaba bir gün bu düş biter mi diye hiç düşünmüyordu.

İnsanoğlu, her çıktığı basamakta soluklanırken, bir sonraki basamağı düşünür. Hırs, biz insanların mayasında yerleşmiş en temel içgüdülerden biri-dir. Onu yenmek için, önce ona yenilmek gerekir. Çünkü hırslarımız, gözümüzün perdesini çeker ve yaşanabilecek hayal kırıklıklarını görmemize engel olarak, bizlere sadece “hep bir adım önde” olduğu-muz bir illüzyon sergiler. Gösteri bittiğinde, düş-tüğümüzü fark ederiz ve hırsın aslında tehlikeli bir müttefik olduğunu ancak o zaman anlarız. Böyle bir

Page 3: METİN BEY OLMAK - Ankara Barosu · sinden, eski düşmanlarının kendileri için sergilediği gösterinin tadını çıkarıyorlardı. Hava soğuktu, ancak pek azı hariç, insanların

48 Hukuk Gündemi | 2012/1

duruma düştüğümüzde, hayat bazen toparlanma-mıza izin verir ve bir daha aynı oyunu oynamayız, akıllanırız. Bazen ise, düştüğümüzde parçalanırız ve akıllansak bile geri dönmek mümkün olmaz.

Metin Bey de bir sonraki basamağı merak etmişti. İhtiyacı olan herşeye sahip bir adamdı ama daha fazlasının ne zararı olabilirdi ki? Yıllardır geri çevir-diği tekliflerden birini düşünmeye karar verdi. Bir dostu ile birlikte inşaat işine girecekti. Riskli, fakat bir o kadar da kârlı bir işti. Dostlarına, akrabalarına danıştığında, herkes, hep bir ağızdan onun bu işin üstesinden gelebileceğini ve destek için her zaman hazır olduklarını ifade ediyordu. Nihayetinde ham-lesini yaptı.

Bu iş, Metin Bey’e çok yabancıydı. Dolayısıyla onun bu perdedeki rolü, projeyi finanse etmekten ibaret kalıyor, projenin yürütülmesi ile pek sevgili dostu olan ortağı ilgileniyordu. Bu durum kendisi-nin de işine geliyor, böylece mobilyacılıkla ilgilen-mek konusunda sıkıntı yaşamıyordu.

İşe gitmek üzere hazırlandığı bir sabah, karısı-nın, önce çalan kapıya doğru gittiğini, ardından kendisine seslendiğini işitti. Bir taraftan, boynuna astığı zümrüt yeşili, ipekli kravatını bağlarken diğer yandan da kendisini çağıran sese doğru ilerledi. Dış kapının önüne geldiğinde, karısının telaşlı göz-lerle kendisini süzdüğünü ve kapının dışında bir postacının elindeki zarfı uzattığını fark etti. Elini, bağlamaya çalıştığı kravatından çekerek, uzatılan zarfı alırken postacıya sordu:

“Nedir bu?”“Ödeme emri! Borcunuzu ödememişsiniz”Daha önce hiç kimse Metin Bey’e borcunu öde-

mesini emretmemişti. Çünkü – postacının tespitinin aksine – Metin Bey borçlarını vadesi henüz dolma-dan öderdi. Kimseye borçlu kalmamak konusunda özel bir hassasiyeti, hatta takıntısı vardı.

“Bir yanlışlık olmasın? Benim kimseye borcum yok”“İtirazınızı icra dairesine yaparsınız. Orasına ben

karışamam. Buyurun şurayı imzalayın”.Eline tutuşturulan kalemle imzasını karalarken,

şaşkınlığından sıyrılmaya çalışıyordu. Ani bir hare-ketle geriye dönerek oradan uzaklaşan postacının ardından kapı usulce kapatıldığı sırada, Metin Bey zarfın içinden çıkan evrakı idrak etmeye çalışıyordu. Ne hissederse hissetsin, elindeki kâğıt parçasının, hayatını tam olarak nasıl değiştireceğini kestirmesi mümkün değildi.

İcra dairesine koşarak, çok sevgili dostunun ken-disini dolandırdığını farketmesinin ardından kısa bir süre sonra, Metin Bey sahip olduğu tüm mal-varlığını kaybetti. Avukatlar ve icra memurları önce dişiyle tırnağıyla kurduğu atölyesine geldi. Mobilya imalatı için ihtiyaç duyulan makineler, bilgisayarlar, henüz üretilmiş mobilyalar ve hatta Metin Bey’in kendi elleriyle ceviz ağacından işlediği, 30 yıl üze-rine yaslandığı göz nuru masası... Ne kadar direnirse dirensin, kendisine uzatılan kâğıtları imzalamadığı – bu durumda da sadece zaman kazanacaktı – ya da yüklendiği borcu ödemediği sürece elindeki her şeyi kaybedeceğinin farkındaydı. Bir kaç emektar hariç, işçileri de sırt çevirdiler. Hatta bazıları, saygı sınırlarını tanımaz olup hakaret ettiler. Metin Bey, emeğinin karşılığını alamayan insanın öfkesini anlı-yordu ancak ödeme imkânı olmadığını görmele-rine rağmen, yıllarca mesai imkânı verdiği kişilerce kendisine hırsız muamelesi yapılmasını bir türlü anlamıyordu. Alacaklılar da farklı davranmıyordu. Yıllar içinde emekle edindiği, özenle koruduğu iti-barı, ellerinden kayıp gidiyordu. Bugün bir mucize eseri borcunu kapatsa, alnına çalınan bu leke ile tekrar ticaret yapabilmesi mümkün görünmüyordu. Marmaris’teki yazlığı, memleketindeki arazisi der-ken sıra Nilgün Sokak’taki evine gelmişti. En azın-dan yuvasını kurtarabilmek için, yıllarca her sıkın-tısında yanlarında olduğu akrabalarına, dostlarına avuç açtı. Ancak dilenircesine borç para istemenin verdiği sancı bir yana, yardım dilediği insanlar, bir vebalıdan kaçar gibi ondan kaçtı. Sonunda, yıllarca yuva bildiği, en mutlu günlerini geçirdiği, kızını büyüten, mutfağında karısının yaptığı yemeklerin kokusu tüten evi de değerinin çok altında bir bedel karşılığı satıldı. Evin alıcısı olan kişinin tek derdi ucuza aldığı evi normal değerinden satmak ve böylece taş atıp da kolu yorulmadan kar etmekti. Bu nedenle ev tekrar satılıncaya kadar müsaade iste-yen Metin Bey ve ailesinin barınmasına ses çıkar-madı. Şimdi Metin Bey kendi evinde misafirdi. Tüm bunlar yaşanırken, içinde, yıllarca çalışarak kazan-dığı herşeyin, mezat salonlarında üç kuruşa satıl-masının öfkesinden ziyade, cebren haczedilmişliğin verdiği utancı taşıyordu. Malını mülkünü kendi elleriyle yaksa razıydı, ancak bu şekilde olmasını içine sindiremiyordu. Kendi hatasının neticesinde bu noktaya geldiklerinin farkındaydı. Ama ödediği bedel, yaptığı hatanın ağırlığını çoktan aşmıştı.

Page 4: METİN BEY OLMAK - Ankara Barosu · sinden, eski düşmanlarının kendileri için sergilediği gösterinin tadını çıkarıyorlardı. Hava soğuktu, ancak pek azı hariç, insanların

2012/1 | Hukuk Gündemi 49

“Daha kötüsü yoktur” diye içlenirken pek kıymetli eşinin hastalığıyla yıkıldı. Ocaklar söndüren kanser illeti, şimdi gelmiş ve tutku ile bağlı olduğu karı-sını bulmuştu. Doktorlar, yapılacak bir şey olmadı-ğını, karşılarındaki musibetin kanser türlerinin en amansızı olan pankreas kanseri olduğunu, üstelik müdahale edilebilecek safhanın çoktan geçildiğini söyledi. Zaman, doktorların haklı olduğunu gös-terdi. Dahası, yeterince zor günler geçirmiş olan zavallı kızı, annesinin ölümüyle direncini tamamen kaybetti. Tüm olanlardan ve annesinin ölümünden babasını sorumlu tutuyordu. En sonunda, nefret ettiği babasını bomboş evde yapayalnız bırakıp, teyzesinin yanına yerleşti. Tahammül edemediği babasının yanından ayrılırken öylesine acele edi-yordu ki eldiveninin tekini yere düşürdüğünü fark etmemişti.

Hafif bir acı hissetti Metin Bey. Neredeyse izma-rite dayanmış olan alev, sigarasının bittiğinin haber-cisiydi ve canını acıtıyordu. Sigarasını balkonun sınırı dışında kalan boşluğa bırakmak üzere eğildi. Onun bu hareketini görenler, yanan sigaranın aşa-ğıdan geçmekte olan insanlara isabet etmesinden korktuğunu düşünebilirdi. Ancak endişe edilecek birşey yoktu; düşen sigaranın menzilinde kimse bulunmuyordu. Usulca doğrularak balkon kapısına yöneldi. Kapının kanadını kavradığında yorulmuş gibiydi. İçeriye girdi ve dışarının soğuğuna aldırma-dan kapıyı açık bıraktı. Aklına, eski mutlu günlerinde okuduğu ve o zamanlar yeterince kavrayamadığı bir şiir geldi;

“Yok mudur bu tarifsiz acının bir mümkünü?Atsam mantık hırkamı, giysem mecnunluk kürkünüDeğmeden geçmez mi bu amansız kış günü?”Kim bilir şair nasıl bir azabın pençesindeyken

yazmıştı bu şiiri? Acaba, bahsini ettiği “kış gününden” kurtulabilmiş miydi? Tebessüm etti Metin Bey. Şair acısına çare aramış, kim bilir, belki de bulmuştu. Hafif aralanmış perdeyi bir ucundan tuttu ve ani bir hareketle sonuna kadar açtı. Sanki artık yağan kar ile arasında bir engel kalsın istemiyordu. Odanın ortasına yürüdü ve eğilerek yerde duran pembe eldiveni aldı. Hasret gidermek istercesine sıkıca sardı, yüzüne sürdü. Adeta kıskandırmak istemez-miş gibi, diğer eline de, karısının siyah beyaz gençlik fotoğrafının bulunduğu çerçeveyi aldı. Buğulanan gözlerini ceketinin kolundan taşmış, kirli gömle-ğiyle sildikten sonra, elindeki çerçevenin camına yansıyan yüzünü seyretti. Bu yeni ihtiyar, ona çok

yabancıydı. Ne acıdır insanın kendi suretini tanı-yamaması... Aklı almıyordu Metin Bey’in, ömrü boyunca çalışmış, emeğiyle çıraklıktan beyliğe yükselmişti. Güzel bir aileye sahip olmuş, sarsılmaz dostluklar kurmuştu. Sonunda bir hata yapmıştı ve bulunduğu semavi mevkiden hızla düşmüştü. Hata-sının bedelini adaletsiz bulmasına rağmen, kesin bir dille isyan edemiyordu. Çünkü bu hikâyenin tek mağduru olmadığını hissediyordu. Bir yanda da borcunu ödeyemediği insanlar, kendi kusuru ile içine düştüğü bu girdaba sürüklediği hayatlar vardı. Dolandırılması, bulunduğu noktaya kastı olmaksızın gelmesi, ona göre, sırtında taşıdığı vebali hafifletmek için yeterli değildi.

Eğildiği yerden doğrulurken, kapısını açık bırak-tığı balkona baktı ve nihayet titrediğini hissetti. Kararlı adımlarla, aralık bıraktığı kapıya doğru yöneldi. Eşyalardan yoksun bu odada başka biri daha olsaydı, Metin Bey’in soğuktan üşüdüğünü, bu nedenle, balkon kapısını kapatmaya gittiğini düşünürdü. Fakat o, soğuk yüzünden değil, uzun zamandır zihnini meşgul eden planının, bilinçal-tında uyandırdığı korku nedeniyle titriyordu ve aslında, içeriye soğuk alan kapıyı kapatmayı değil, tekrar balkona çıkmayı amaçlıyordu. Sigarasını atmadan az önce yaptığı gibi, eğilerek aşağıyı kont-rol etti. Karla oynayan çocukların, sokağı temizle-mek için çalışan belediye işçilerinin ve otomobiliyle uğraşan insanların, balkon ile arasında yeterince mesafe bulunduğuna ikna olduktan sonra, eldiven bulunan elinin yardımıyla korkuluklara tutunarak, balkon duvarına tırmandı. Kısa süren bir çaba-nın ardından, duvarın üstünde dimdik durabildi. Tereddüt eden değil de, veda eden bir adamın ifadesine bürünerek, çok sevdiği sokağını izledi. Dudaklarının arasından süzülen ve kime hitaben söylendiği anlaşılamayan “affedin” sözcüğü, bir idam mahkûmunun, infazı gerçekleşmeden önceki son arzusu gibiydi. Bir an sonra kendini boşluğa bıraktı. Sanki taşıdığı yükün ağırlığıyla olması gerekenden daha süratli düşüyordu.

Balkondan düşüp de oracıkta can veren adamın üstünü gazete kâğıdıyla örten polisler, ne kadar uğraştılarsa da, ellerinde tuttuğu eldiven ile çer-çeveyi cesetten almayı başaramadılar.

Çok mu zor? “Metin Bey” gibi olmadan, Metin Bey’i anlamak...

Page 5: METİN BEY OLMAK - Ankara Barosu · sinden, eski düşmanlarının kendileri için sergilediği gösterinin tadını çıkarıyorlardı. Hava soğuktu, ancak pek azı hariç, insanların

50 Hukuk Gündemi | 2012/1

Foto

ğraf

: Stj.

Av.

Barış

SİVR

İKAŞ