Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

86
1

description

 

Transcript of Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

Page 1: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

1

Page 2: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

2

Kırmızı Perdeler

MANSFIELD SCOTT

Çeviren: Muharrem ATLIKAN

Dizgi: Gül Matbaası

Baskı: Bahar Matbaası Ciltler: TABES Ciltevi

Kapak Baskısı: Vahdet Matbaası

Page 3: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

3

Dedektif Gray, hepimizin yüzüne bir göz attıktan sonra ev sahibine: —Bay Copeland, burada bulunanları bana ayrı ayrı takdim eder misiniz, lütfen, adlarını

bümek istiyorum, dedi. Banker Henry Copeland, «Hay hay!» diye cevap verdikten sonra kendisine yakın olanlara

döndü: —Bakın bay Gray, bu hanım karım Bayan Copeland'dır. Bu delikanlı da oğlum Arthur

Copeland'dır. —Bir dakika efendim, yanılmıyorsam bütün misafirler kızınızın düğünü için

toplanmıştılar burada? —Evet! işte kızım Grace Copeland... Annesinin yanında oturuyor. —Peki onunla evlenecek olan genç hangisidir? Fred Aldridge ayağa kalktı: —Damat benim efendim, adım da Fred Aldridge'dir, Detroit'te otururum, dedi.

Gördüğünüz şu iki hanım da kızkardeşlerimdir: Mis Ellen Aldridge ve Mis Lucy Aldridge... Gray, Endicott'a doğru döndü: —Sizinle bir yerde karşılaşmıştık galiba Beyefendi, avukat David Endicott değil misiniz

siz? dedi. —Ta kendisiyim. —Şömineye yakın oturan şu iki zat hariç hepinizi aşağı yukarı tanımış bulunuyorum...

Onların adlarını da öğrenebilir miyim? Henry Copeland: —Elbette, kapı tarafında oturan doktor Bob Manning'dir. Kendisi NewYork'ıudur. Ellen

Aldridge'nin de nişanlısıdır. Manning, yavaşça bana baktı ve dedektife doğrudan doğruya hitap etti. Beni göstererek: —Tanıtayım efendim, çok sevgili dostum Georges Clayton. O da NewYork'ludur ve

kimyagerdir, dedi. Dedektif Norton Osgood'u görerek: —Ha, sizi unuttuk galiba beyefendi! Tanışmadık sizinle, dedi. Osgood gülümseyerek cevap verdi: —Zarar yok efendim, adım Norton Osgood tur, Detroit'te oturuyorum. Bay Fred Aldridge

ile beraber geldim buraya... Mesleğim ipnotizmacılıktır. Bu suretle herkesi tanımış olan dedektif Gray; kendi kendine şu halde burada bulunmayan

sadece Harrison Kirke kaldı, şu hayatını şantajla kazanan kötü adam, diye düşündü.

Page 4: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

4

Bu kitap 1967 yılında Akba Yayınevi tarafından

Modern Polis Romanları serisinin 44. kitabı olarak İstanbul'da yayınlanmıştır.

(AKBA) kelimesi, (KEDÎBAŞI) monogramı ve

PARALEL ÇİZGİLER (Bu çizgilerin kullandığımız ve kullanacağımız

sağa eğri sola eğri düz ve dik şekilleri) Markalar Kanunu hükümleri dairesinde tescillidir.

Aynen veya benzetilerek kullanılamaz.

Page 5: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

5

1

Ev sahibi Henry Copeland, «Yanılmıyorsam, sayın dostlarım,» diye konuşmanın esasına parmak bastı; «konuşmamız dönüyor, dolaşıyor, hep şu neticeye varıyor: Bir insan, haberi olmadan bir cinayet işleyebilir mi acaba?»

Bay Copeland'm oğlu Arthur Copeland, babasının sözlerini şöyle cevaplandırdı: — «Ben ortaya atılan bu sualin meseleyi veya meselenin unsurlarını tam mânâsiyle

kavradığını sanmıyorum! Suâli şu şekilde sormak daha iyi olurdu bence: İpnoz halinde bulunan bir kimse, başka bir irâdenin tesiri altında birini öldürmek isterken, davranışının cid-diyetini bilmekte midir?» Fred Aldridge, «Bu suale hayır diye cevap vereceğim ben...» diye konuştu. «Şayet süje ne yaptığının farkmdaysa, ipnotize eden kimsenin tesirinden kendini pekala da kurtarabilir!»

Bay Endicott, «Vallahi beji de öyle düşünüyorum...» dedi. «Normal bir ruh, kendisinden ne istendiğini anladığı ilk anda, bu işi yapmamak için yeterli kuvveti bulacaktır kendinde!»

Avukat Endicott, son kelimeleri tam bir inanışla söylemiş, sanki etrafındaki kimseler ona bir itirazda bulunacaklarmış gibi her birine teker teker bakmıştı.

Bay Copeland ve şöminenin yanında oturmakta olan oğlu, bir şey söylemediler. Baba Copeland, söz konusu mesele hakkında başka bir fikir yürütmek istemiyor gibi görünüyordu. Bununla beraber, Norton Osgood'un önümüzde yaptığı hayret verici, ipnotizma tecrübelerine karşı yine de aşırı bir ilgi gösteriyordu. Lâkin Arthur Copeland, gençliğinin verdiği heyecanla davetliler üzerinde tecrübeler yapmakta olan bu yabancı adamın esrarlı kudretinde sınır diye bir şey tanımıyordu. Ona göre bir ipnotizmacı, süjesine istediğini yaptırabilirdi. Uzun boylu, kuvvetli ve babasına göre daha iri yapılı olan genç adam, oldukça duyguluydu da. Her şeye karşı tam bir ilgi gösteren bir tipti.

Ne bankerin, ne de oğlunun fikrine bir itirazda bulunmadıklarını görünce, Bay Endicott salonun diğer ucunda bulunan gruba döndü. Ben de oradaydım. Endicott, elli yaşlarında filân görünen sevimli bir adamdı. Açıksözlü ve babayani biriydi. Avukat, Norton Osgood'a şüpheci bir nazarla baktı.

—«Sayın Bay Osgood,» dedi, «bu enteresan konuşmayı size borçluyuz! Buna tam bir cevap verebilecek en bilgi sahibi kimse de sizsiniz... Haydi, söyleyin bakalım, ipnotize edilmiş bir süje üzerinde, kudretiniz nereye kadar uzanabilir?»

Norton Osgood, yavaş yavaş cevap verdi: —«Bu sualin cevabı,» dedi, «değişik ve çeşitli hallere bağlıdır! Bununla beraber, sizlere

açıkça söyleyebilirim ki, haller fevkalâde olduğu takdirde kudretimin sınırı yoktur!» Son kelimeler, gayet sakin bir şekilde ve kendinden emin bir insanın düşüncesiyle

söylenmişti. Nazarlar, yeniden Osgood'un üzerinde toplandı. Gerek ciddî ibr meseleden bahsederken olsun, gerekse yağmurdan veya havadan dem vururken olsun, nedense bu adam ilgiyi üzerinde toplayabiliyordu. Onu tanıyalı henüz iki gün olmuştu ama, kişiliğinin tesiri altında kalıvermiştim. Adamın koyu renk gözlerinde, insanı teshir eden bir kuvvet vardı.

Aslını söylemek gerekirse, Mis Copeland'ın evlenme töreni için davet edilen kimseler arasında böyle bir adamla karşılaşmak, pek de mühim olmamakla beraber, beni hayrete düşürmüştü. Gerçi bâtıl inançlı bir kimse değildim ama, eğer evlenecek olan kendi kızkardeşim olsaydı, törenden bir hafta önce evime gelen bu adamın mevcudiyeti için endişe ederdim... Genç çiftin başına kötü bir âkibet gelecek diye de devamlı şekilde pirelenirdim...

Mamafih, Norton Osgood'un ipnotizma alanındaki fevkalâde meleke ve iktidarı, Henry Copeland'ı hiç telâşlandırmamış gibiydi. Kızı Grace'le Fred Aldridge'in evlenme törenlerinde bulunacak olan bu esrarengiz kimsenin mevcudiyeti onu aksine memnun ediyordu sanki. Zaten Osgood'u eski bir dostu olarak takdim eden ve adamı beraberinde getiren, Fred

Page 6: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

6

Aldridge'di. Osgood, düğünde güveye arkadaşlık edecekti. Benim gelişim ise, Ellen Aldridge'in nişanlısı olan eski dostum doktor Bob Manning'in ısrarıyla olmuştu. Pek az tanıdığım insanların arasında bir hafta kalmak, beni hayli düşündürmüş, sıkmıştı ama, Bob Manning'in ricasını kabul etmemek diye bir sey düşünemezdim.

Osgood'un sözlerine itiraz eden, arkadaşım oldu: — «Müsaade ederseniz,» dedi, «ben, bu işde sınır vardır diyebileceğim size! Bütün ilim

adamları bu fikri savunuyor... Usta ve becerikli bir ipnotizmacı, bir noktaya kadar bir süjenin irade ve şuurunu kaybettirebilirse de, her tecrübede az veya çok bir sınırla karşılaşmaya mahkûmdur! İşte o zaman da, ipnotizmacının bu sınır ötesinde hiçbir kudret gösteremeyeceğine şahit oluruz!»

Norton Osgood'un dudaklarında, belli belirsiz bir gülümseme dolaştı. Adam, hayır mânâsında başını iki yana salladı. Fakat Manning'in sözlerine bir cevap vermedi.

Fred Aldridge, «Ben de senin fikrindeyim, Bob!» dedi. «Şurası muhakkak ki, Bay Osgood'un yaptığı tecrübelere şahit olduk. Bir başkasına yaptırttığı şeyler, hepimizi şaşırttı... Sonra ben onun nice marifetlerini gördüm. Fakat en uysalı da olsa, onun bir süjeye istediğini yaptırabileceğini senin gibi ben de sanmıyorum!»

Arthur Copeland, «Buna ben de inanmak isterim, Fred ama,» dedi. «Hepimiz gibi, sen de onun bana ve Bay Endicott'a neler yaptırdığını pekâlâ gördün... Şaşılacak şeylerdi bunların hepsi de!»

O zamana kadar salonun bir köşesinde sessiz sedasız oturan Harrison Kirke: —«Kuzum,» diye söze karıştı. «Bunlara şaşılacak şeyler mi diyorsunuz siz? Olsa olsa

ustaca düzenlenmiş oyunlardır bunlar! Başka bir şey değil!» Norton Osgood, birden Kirke'e doğru döndü. Hiddet dolu bir sesle: —«Ne demek istediğinizi anlatır mısınız lütfen, Bay Kirke!» dedi. Şişman adam, «Hay hay!» diyerek ayağa kalktı. «Bana kalırsa manyetizma olsun,

ipnotizma olsun, hepsi de önceden tasarlanmış oyunlardan ibarettir! Dalavere ortaklığıyla her şey şıpın işi hallediliyor...»

Arthur Copeland, Kirke'ün bu konuşmasına itiraz etti: —«Bay Kirke!» diye. bağırdı. «Bay Osgood'un yapmış olduğu tecrübe için hileli mi

demek istiyorsunuz yoksa? Yani ben onun dalavere ortağı mı oluyorum? Yo, yo, şerefim üzerine yemin ederim ki, önceden hazırlanmış bir şey yoktu ortada... Tamamiyle onun tesiri altında bulunuyordum. Bu salona döndüğüm zaman, benden ne beklediğine dair en ufak bir şey bilmiyordum ama, meçhul bir kuvvet beni ileri itti... Dosdoğru yürüdüm... Halıyı kaldırdım ve oraya saklanmış olan makası aldım!»

Onun bu sözlerini Bay Endicott da tasdik etti: —«Evet,» dedi, «bu işde hiçbir hile yoktur! Beni de gördünüz... Dışardayken, içinizden

biri tarafından işaretlenen kitabı kütüphaneden alıp getirdim... Bu kitabın bu evde bulunduğundan bile haberim yoktu...»

Henry Copeland da lâfa karıştı. «Evet, Bay Kirke,» dedi, «siz aldanmış olacaksınız! Önceden hazırlanmış bir dalavere yoktur bu tecrübelerde!»

Norton Osgood, ağır bir tavırla bankere teşekkür etti ve: —«Şunu da istemeyerek söylüyorum ki,» diye ekledi, «bir şarlatan yerine konulmak hiç

hoşuma gitmez!» Kirke yenilgiye uğramış, fakat ikna olmamıştı. Başını önüne eğerek koltuğuna yaslandı. Endicott, ipnotizmacının öfkesini yoketmek için konuştu: —«Bay Osgood'ta fevkalâde bir kabiliyet olduğuna kalıbımı basarım ben!» dedi. «Ama

onun için tam bir kudrete sahiptir de diyemem.,. Meselâ deminki konuşmamızın esasına dönelim ve bunu Bay Osgood için soralım: Acaba kendileri, süjesini bir cinayete kadar sürükleyebilir mi? İşte ben onun böyle bir şeyi başaracağından şüpheliyim...»

Page 7: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

7

Arthur Copeland, «Böyle bir şey cidden şahane olur!» diye atıldı. «Ama şu var: Bay Osgood ipnotize ettiği insanlara istediğini yaptırtabileceğine göre, bir kimsenin eline ateşli silâhlardan birini almaşım niçin telkin edemesin?»

Sonra genç adam bana doğru döndü. —«Dostunuz Doktor Manning sizin bir ilim adamı olduğunuzu söylüyor... Siz ne dersiniz

bu işe?» —«Ne diyeceğim bilemem.» diye cevap verdim. «Ben bir kimyagerim... Tecrübeye dayanan da olsa, psikoloji işlerinden anlamam. Ama fikrinizi paylaşabilirim. İpnotize edilmiş bir süjenin itaat kapasitesi, bence sınır tanımaz ve yayıldıkça da yayılır!»

Endicott, «Evet,» diye konuştu.. «Böyle bir süjeye belki her şey yaptırılabilir, ama bir cinayet asla!»

Tam o sırada, arkadaşım Manning benim namıma müdahalede bulundu: —«Clayton'un,» dedi, «olabüir diye fikir yürütmesinin sebebi gayet basittir. Kendi aile

fertleri üzerinde yapılan bir tecrübeye şahit olmuştur o. Anlatsana şu meseleyi, Georges!» Osgood, «Evet, lütfen, lütfen!» diye rica etti —«Anlatayım,..» dedim. «Kardeşimden

bahsedeceğim sizlere. Bizim birader bu manyetizma ve ipnotizma meselelerine öyle büyük bir merak salmıştı ki, bir gün benden, ustalığının medhini işittiği bir adamın evine kadar birlikte gitmemizi istedi. Kalktık gittik. Ünlü adam, beni bir kenara çekti ve kardeşime neyi telkin etmek istediğimi sordu. Olacak a, aklıma, şöyle bir muziplik geldi: Adama, tam akşam yemeği yenirken Wall masadan kaldır tıp, odasına çıkartmasını, sonra da yüzünün bir tarafını traş ettirtip tekrar aramıza döndürmesini söyledim. Evet, böyle dedim ve adamın el ha-reketlerini dikkatle takip ettim. Gayet iyi biliyorum, aralarında. bir kelime bile teati olunmadı...»

Arthur Copeland, «Peki, sonra ne oldu?» diye sordu. —«Ne olacak, her şey noktası noktasına cereyan etti... Yemek esnasında kardeşim ayağa

kalktı, hiçbir şey söylemeden odasına kadar çıktı, bir yanağını ve çenesinin ucunu traş etti, sonra da masaya sessizce oturdu!»

Endicott, «Ne yapacağını daha önceden biliyor muydu kardeşiniz?» dedi. —«Söyledim ya, hiçbir şey bilmiyordu...» Norton Osgood, «Bundan anladığıma göre,» dedi, «ailenizin fertleri ipnotizma telkinlerine

karsı oldukça hassas! Sizin üzerinizde de bir tecrübe yapılmak istendi mi Bay Clayton?» —«Oh, hayır! Ben çekinirim böyle şeylerden...

Evet, gözbağcılık gibi şeylere karşı yaratılıştan bir nefret duyarım!» Osgood hafifçe gülümsedi. —«Ama sizi temin ederim ki, korkmanıza hiç mahal yok! Benimle de hiç olmasın!

Üzerinizde bir tecrübe yapmama razı olmaz mısınız acaba?» Tereddüt ediyor, ne olursa olsun bu tarz bir şeye âlet olmak istemiyordum. Ama herkesin

nazarı üzerimdeydi. Herkes merakla bana bakıyordu... Endicott, «Bay Clayton,» dedi, «endişenizi gayet iyi anlıyorum!» Fred Aldridge, «Yok canım,» dedi, «gayet iyi biliyoruz ki, Bay Osgood'un yapacağı

tecrübede hiçbir tehlike yok... Düşünülemez böyle bir şey!» Benim hâlâ tereddüt ettiğimi gören Osgood, bu defa arkadaşıma baktı. —«Acaba doktor Manning yeni bir tecrübeye razı olur mu?» dedi. Bob, «Hayır, hayır!» diye cevap verdi. «Gerçi biliyorum, bütün bunlar zararsız şeyler...

Ama bir dakika için de olsa: hareketlerimin başka bir kimsenin emri altında bulunmasını istemem! Arthur'le Georges'un düşündükleri gibi, iyi bir ipnotizmacının kudretini nereye kadar uzatabileceğini bilmemek, doğrusu ya ürkütüyor insanı!»

Manning'in güzel yüzü, öğle vakti kendisinde müşahede ettiğim aynı endişeli hâli aksettiriyordu yine. Bob, son cümlesini bitirirken, küçük gören bir tavırla kendisine sırıtan

Page 8: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

8

Harrison Kirke'e baktı. Mamafih, bu tavır aslında Manning! mi, yoksa Oseood'u mu hedef tutuyordu, o anda bunu tâyin edemedim.

Elimi arkadaşımın omuzuna koydum. —«Haydi, Bob!» dedim. «Bav Osgood'la ikinci bir tecrübe yapmaktan hiçbir zarar

gelmez sana! Evet, haklısın, bazı ipnotizmacılar oldukça kudretlidir ama...» Endicott, «Hayır, hayır!» diverek konuşmamı kesti. «Tekrar ediyorum: Ne kadar tesirli olurlarsa olsunlar, bu kudretlerin de bir sınırı vardır! Bundan öte sine geçmek imkânsızdır! Kimse de aşamamıştır bu sınırı!» dedi.

Fred Aldridge, «Ben de tasdik ederim fikrinizi!» dedi. —«Elbette, dostum, elbette! Bu, ispat edilmiş bir gerçektir... İpnotize edilmiş bir adama

her şeyi telkin edebilirsiniz... Ama suç mahiyetinde olan bir şeyi asla! Meselâ, suikast, hırsızlık veya cinayet gibi... Meşhur tecrübeyi bilirsiniz hepiniz: İpnotize edilmiş bir süjenin, içi sâdece barut dolu altı fişeği bir kimsenin üzerine boşaltması gerekiyordu. Adama böyle bir telkin yapılmıştı zira... Ama tuttular fişekleri değiştirdiler. Tabancaya görünüşte kurşunlu, aslında ise sadece barutlu zararsız fişekleri yerleştirdiler... Süje, bunu hemen farketti ve ipnotik telkinden derhal sıyrılıp, silâhı ateşlemeyi reddetti!»

Henry Copeland, «Ben işitmemiştim bunu!» dedi. «Hayret doğrusu!» —«Bitmedi... Dahası da var ki, daha inandırıcıdır. Başka bir süje, ahbaplarından birinin

kahvesine yine akılda tutulan bir şişeden su boşaltacaktı... Saati gelince adam, bu defa içinde zehir bulunan şişeyi aldı... Fakat esrarengiz bir kuvvet, onun hareketlerini akamete uğrattı. Adam şişeyi yere bırakıverdi, sonra da uyandı...»

Manning yüzünü buruşturarak, «Bütün bunların hepsi de, beser muhakemesine zıt şeyler bence!» dedi.

—«Ama ortada aşılması güç bir sınır mevcut. Bu öyle bir sınır ki, en kuvvetli ipnotik telkinler bunun önünde kırılıveriyor.»

Endicott'un bu sözlerinden sonra, salonda uzun bir sessizlik hüküm sürdü. İşittiğimiz fikirler karşısında azçok ferahlamış addediyorduk kendimizi. Ne var ki ortaya yeni yeni fikirler, içinden çıkılması oldukça güç başka başka sualler dökülmeye başlandı. Endicott «Pek tabiî*» dedi, «bazı cinayetler vardır ki, sanki bunlar garip bir saikle "bir süje tarafından işlenmişe benzer. Sanki bu saik, o siiienin irade ve şuurunu yoketmiştir. Kabul ederim bunu... Şimdi bizim ortaya çıkarmamız gereken asıl mesele, bu tesirli kuvvetin tahrik edilmiş her türlü ipnotizma ve uyurgezerlik hareketlerine her zaman yabancı kalmasıdır...»

Fred Aldridge'in bu sözlere itiraz edecekmiş gibi hazırlanmış olması, dikkatimi çekmişti. Fred'in muntazam hatlı yüzünde, garip bir sıkıntı ifadesi vardı. Mamafih bu hal hemen kayboldu. Onun hareketini Bob Manning de farketmişti. Zira teskin makamında elini hemen genç adamın omuzuna koydu.

Başımı çevirince, nazarlarıyla beni arayan Norton Osgood'u gördüm. Usulca: —«E, Bay Clayton,» dedi. «Tecrübe yapılmasına karar verdiniz mi?» Yine tereddüt içinde bulunuyordum. —«Konuşulan şeyler beni çok duygulandırdı.» diye cevap verdim. «Anladığıma göre, siz

kudretinize çok güveniyorsunuz. Demek bu kudreti üzerimde de denemek istiyorsunuz, öyle mi?»

Osgood güldü, «Evet!» dedi. «Yanılmıyorsam, benim için ideal bir süjesiniz siz! İpnotik uyku ânında, telkinlerime tam mânasiyle itaat edebilirsiniz!»

Endicott, konuşmaya kulak kabartmıştı. Elini kaldırarak: —«Bir dakika, Bay Osgood,» dedi. «Bir dakika! Biraz önce tam mânasiyle dediniz...

Bakm, bunun üzerinde durmak isterim ben. îmkân sahasında mı tam mânıasiyle demek istemiştiniz?»

Osgood bu suale hemen cevap vermedi. Bir süre düşündü. Sonunda da konuştu. Ama sesindeki ağır ve tumturaklı ton, hepimizin dikkatini çekmişti.

Page 9: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

9

—«Müsaadenizle şimdi de ben sizin sözünüzü keseyim, Bay Endicott!» dedi. «Şu hususu da burada belirtmek lüzumlu bir hareket olacak: En uygun şartlar altında uyutulmuş her hangi bir süje üzerinde, kudretimin sımrı yoktur!»

Fred Aldridge yerinden sıçradı. — «Fakat Bay Osgood,» diye itiraz ettim. «Söylediklerinizi şöylö bir düşünün! Demek oluyor ki, siz bir kimseye cinayet işlemesi hakkında emir verebilir, hattâ ona emrinizi dinletebilirsiniz, öyle mi?»

Yeni bir sessizlik... İpnotizmacı nazarlarmı üzerime dikti. O anda, bu adamın bana ilham ettiği korku daha da genişledi. Kendisini âdeta hepimizin efendi siymiş gibi gösteren bu adam kimdi?

Osgood, «Fikriniz adalete âşık bizim gibi insanlara dokunucu olmakla beraber, Bay Clayton.» dedi, «sözleriniz, itiraf ederim ki tam gerçeği ifade ediyor!»

Bana dik dik baktı ve: «Evet,» diye ekledi. «Gerçeğin tâ kendisidir sözleriniz! Prensip olarak tabiî... Ama rıza gösterdiğiniz takdirde üzerinizde yapmak istediğim tecrübenin gayet basit ve zararsız olacağını söylemek, lüzumlu mudur bilmem... Zannedersem muvafakat edeceksiniz bu işe?»

Arthur Copeland, «Evet, evet, Clayton, muvafakat ediverin artık!» dedi. Diğer kimseler de beni teşvik ettiler. İster istemez kabul ettim. Arthur ayağa kalktı. —«Haydi,» dedi, «tecrübenin neticesini beklerken, hanımların yanma geçelim!» Henry Copeland da, «Cinayetler ve ipnotizma lâflarım keselim artık burada!» diye

konuştu. «Bir izdivaçtan önce konuşulacak bir konu değil bu!» Sonra banker, arkasında diğer kimseler olduğu halde hole geçti. Koltuğumdan kalkarken,

yeni yeni endişelerin benliğimi sardığını hissettim. Böyle bir şeye durup dururken niçin muvafakat etmiştim acaba? Çocukça bir düşünceydi belki ama, bu tecrübe için şimdiden bir korku, sebepsiz bir korku vardı içimde. Salonun eşiğini aşmak üzereydim ki. adımla çağırıldığımı duydum. Birden ürperiverdim. Zira salonu son olarak terkeden kimseyi kendim sanıyordum. Bana seslenen, sigara içilmeye mahsus köşede duran Harrison Kirke'dü...

Ayağa kalkarak, «Bana öyle geliyor ki,» dedi, «iki veya üç defa NewYork'ta görüşmüştük, sizinle. Burada hemen hemen kimseyi tanımıyorum... Bir gaf yapmaktan çekiniyorum... Bunun için de size bâzı şeyler sormak niyetindeyim!»

Kısa bir anlık tereddütten sonra, «Hizmetinize âmâdeyim!» dedim. «Buyrun söyleyin, nedir öğrenmek istediğiniz?»

Geriye döndüm ve salonun dip tarafında bulunan şömineye doğru yürüdüm. Osgood'la yapılacak olan tecrübeyi o kadar geciktirmek istiyordum kCHarrison Kirke gibi biriyle konuşmak uğruna da olsa, vakit kazanmak için fırsatı ganimet bildim.

Gerçekten bu adama hiç ısmamamıştım. Baktım da adam nerede ve ne şartlar altında karşılaştığımızı söylemiyor... Ama ben bu karşılaşmalarda onun bende bıraktığı intibaı iyi hatırlıyordum. Bu herif, tembelin, kumarbazın ve sarhoşun biriydi. Zaten böyle bir tipin Henry Copelandm misafirleri arasında nasıl bulunduğuna bir türlü akıl erdirememiştim.

Kirke, bana yavaş yavaş sokuldu ve: «Ne öğrenmek istediğimi şimdi söyleyeceğim size!» dedi.

Başımı yana çevirdim. Zira herifin ağzı viski kokuyordu. —«Kimdir bu adam, kuzum? Hani şu Osgood dedikleri.» —«Bunu niçin, bana soruyorsunuz?» —«Oh, hiçbir sebebi yok size sormamın! Onu pek gözüm tutmadı da. Dikkat ettim, birçok

defa keskin nazarlarla beni süzüyordu. Ne ister bu adam benden anlamadım gitti!» Kendi kendime, «Dur bakalım hele, George,» dedim, «işin içinden ne çıkacak?» Sonra da yüksek sesle konuştum:

Page 10: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

10

—«Bay Aldridge onu bana en iyi dostlarından biri olarak takdim etti... Bütün bildiğim bundan ibaret.»

—«Ya!.» Verdiğim bilgi, onu memnun etmemiş olacaktı.

—«Aldridge ha? Aldridge!» diye mırıldandı. «Öyle ya... Siz ne dersiniz bilmiyorum ama, bu Aldrid ge, Copeland'ın kızıyla evlenirken biraz cür'et göstermiyor mu?»

—«Ne demek istediniz? Anlayamadım?» —«Ah, sahi, bilmiyorsunuz siz... Doktor Manning'le pek sıkıfıkısmız, o belki size

söylemiştir diyordum... Öyle sanıyorum ki, meseleyi Copeland da biliyor... Ama yine de bu izdivaca rıza gösteriyor! Bana kalırsa... »

—«Bakın, Bay Kirke, beni iyi dinleyin!» diyerek onu durdurdum. «Bay Copeland'ın sizi işitebileceği bir yerde tutup da Aldridge hakkında imalı sözler söylemek, iyi bir şey olmasa gerek! Gelelim Fred Aldridge'e, o, çok iyi, çok "dürüst bir gençtir!»

Kirke, alaycı bir şekilde güldü. —«Evet, çok iyi ve çok dürüst bir genç!» diye tekrar etti. «İşte bunun için de

Copeland'larm kızı bir Aldridge'le evlenecek!» O zamana kadar Kirke'ü sakin sakin dinlemiştim. Ama onun Aldridge ailesi hakkındaki

sözlerini işitince, tepem attı. Zira bu sözler, kendisine büyük bir hayranlık duyduğum Fred'in kızkardeşi Ellen'i de hedef tutabilirdi.

Sert bir tonla, «Kirke!» diye bağırdım. «Yeter artık! Açık bir şekilde konuşmadıktan ve ortaya deliller dökmedikten sonra, sizi dinleyemeyeceğim! Bay Copeland söylediklerinizi duyacak olursa, âdeta çıkmasını arzu ettiğiniz kavga, kendini göstermekte gecikmez... Pişman olacağınızı size söyleyebilirim burada... Size bir tavsiye: Bob Manning'in kulağı deliktir... Eli ise oldukça ağırdır!»

Adamın yüzü sararır gibi oldu. —«Rica ederim,» dedi, «Manning! bu işe karıştırmayalım! Çok merak ediyorum,

Copeland ne yapacak? Ne dersiniz siz?» —«Ne diyeceğim, onun yerinde olsam, kolunuzdan tuttuğum gibi sizi kapı dışarı ederim!» —«Haydi canım, yavaş gelin! Böyle bir şey yapamaz o! Belki yapmak ister... îster ama,

gelin görün ki, cesaret edemez buna!» O sırada, salonun eşiğinde bir ayak sesi duyuldu. Manning'ti bu. — «Haydi, George!» dedi. «Seni sabırsızlıkla bekliyorlar! » Arkadaşımın nazarlarıyla karşılaşınca, onu Kirke'le mukayese etmekten kendimi

alamadım. Yârabbi! Ne büyük bir fark vardı iki adam arasında! Kirke'ün tavırlarında ne kadar sinsilik ve alçaklık varsa, Manning de o kadar açıkyürekli ve dürüst görünüyordu. Arkada-şımın saçları siyahtı. Gözleri Güneylilerin gözleri gibi parlaktı. Onu beş yıldan beri tanıyordum ama, nasıl bir altın kalbe, ne büyük bir karaktere, tehlikeli anlarda da ne yaman bir serinkanlılığa sahip olduğunu iyi bilirdim. Mamafih, Güneyliler gibi çabuk parlayıveren, veya çabuk telâşlanan bir insan değildi Bob. Aksine en trajik vak'alarda bile, sâkin ve kendinden emindi. Bir defa da hayatımı kurtarmıştı.

Üç yıl önceydi. Manning ve ben Afrika'ya bir seyahat yapmıştık. Manning'm maceradan hoşlanan mizacı, bizi vahşi hayvan avcılarının yamna itti. Bir gün, —bunu âdeta dünmüş gibi hatırlıyorum— bir yerde, vahşiler bizi ansızın kıstırıverdi. Onların o korkunç yüzlerini hâlâ unutamadım. Bacaklarım korkudan yürüyemez olmuştu. Yere yığılmak üzereydim... Manning önümdeydi. Koşuyordu. Kendini pekala da kurtarabilirdi. Vahşiler beni yakaladılar. Orada bulunan bir kulübeye doğru sürüklemeye başladılar. îste o zaman Manning, kaçabileceği halde kaçmadı, geriye döndü ve yanında silâhı da olmadığı halde beni tutan adamlardan birinin üzerine atıldı. Elindeki kargıyı alarak, zencinin karnına sapladı... Kahramanca bir savaş sonunda, Manning şurasından burasından yaralanmasına rağmen, vahşilerin çoğunu

Page 11: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

11

kaçırttı. Geri kalanlar ise, onun ne yaman bir adam olduğunu anlayıp, tabanları yağlayıverdiler.

Bizi birbirimize bağlayan bağların ne kadar kuvvetli olduğunu anlamak, gayet kolaydır. Kirke'le yaptığım konuşmadan sonra, halimde bir değişiklik olacak ki, Manning: —«Hayrola, George? Neyin var?» diye sordu. —«Benim mi? Bir şeyim yok, Bob!» —«Ama bir şeye canın sıkılmış galiba? Osgood'un yapacağı tecrübeden mi korkuyorsun

yoksa?» Gülmeye çalışarak, «Yok canım!» dedim. «İlgisi yok!» Bob, elini omuzuma koydu. — «O halde haydi gel,» dedi, «Bayan Copeland, biraz önce senin nerede olduğunu

soruyordu.» Dostum, Kirke'e bakmadı bile. Kolkola salondan çıkıp, holde yürümeye başladık. Bob, «Şey... Georges!» diye mırıidandı. «Bana öyle geliyor ki, sen bu ipnotizma

tecrübelerinden pek hoşlanmıyorsun... Üzüntü duyuyorsun âdeta baksana!» Bunun aksini iddia ettim ama, içimden gelen bir ses, onun haklı olduğunu söylüyordu

bana. Ne yalan söyleyeyim, süjesi olacağım böyle bir tecrübeden nasıl kurtulacağım diye düşünüp duruyordum. İçimdeki can sıkıntısı, öyle hafif ve çeçici cinsden değildi... Bir korku, gerçek bir dehşetti bu! Bununla beraber, bu hâle mâkul bir sebep de gösteremiyordum. Kim bilir bu bir kuruntuydu belki de... Veya ben Norton Osgood'un o garip konuşmasını ciddiye almıştım.... Adam:

—«Eğer istersem,» demişti, «ben size bir cinayet işletebilirim!»

2

Henry Copeland'la dostu Endicott hariç, herkes salonda hazır bulunuyordu. Bayan Copeland, beni gerçekten de büyük bir sabırsızlıkla, beklemekteydi. Bu kadın, her

zaman için güleryüzlüydü. Kırk, kırkbeş yaşında filân vardı. Misafirlerini nasıl ağırlayacağını bilemeyen bir tipti. Herkesin, kendini evinde hissetmesini temin için gayret sarfeder di.

Kzı Grace Copeland, şöminenin yakınında, Fred Aldridge'nin yanında oturmuştu. Bu ikisi zarif bir çift teşkil etmişlerdi. Güzel, ince ve gösterişli bir kızdı Grace. Esmer teni, nişanlısının koyu kestane rengi saçları ve mavi gözleriyle hoş bir tezat meydana getiriyordu.

Kadınların bulunduğu grupta, Fred'in iki kızkardeşi de yer almıştı. Ellen, Fred'den. bir yaş büyüktü. Lucy ise, ikisinin de küçüğüydü. Manning, nişanlısı Ellen! bana iki gün önce tanıtmıştı. Genç kız öyle başdöndürücü bir güzelliğe sahip değildi ama, yüzünde zekâ ve mânâ dolu bir hava vardı. Dikkatimi çeken bir tarafı dahaolmuştu. Kaç defa dikkat etmiştim: Genç kız düşünceliydi... Sanki bir sır, bir esrar vardı içinde. Gayet güleryüzlü ve hayatından memnunmuş gibi görünmesine rağmen, kendisine bakıldığını hisseder etmez, alnı hemen kırışıveriyordu. Dudaklarının ucunda da acı bir gülümseme peyda oluyordu. Yüz hatları, ya yüz hatları... Ani olarak bâriz bir hüzne bürünüverirdi.

Manning, Ellen ve onun âilesi hakkında bana geniş bilgi vermemişti. Sâdece Ellen'in NewYork'ta uzun yıllar kaldığını, sonra da kardeşleriyle Detroit'e yerleştiklerini söylemişti. Arkadaşımın dediğine göre, eğer fırsatını bulsaydı, Bob nişanlısını daha Boston'da tanıtmak istiyordu bana. Hayat arkadaşı olarak seçtiği kız hakkında, benim de fikrimi almayı uygun bulmuştu. Ellen'le tanıştıktan sonra, genç kızın ideal bir eş olabileceğini Bob'a bildirdim. Her ikisini de tebrik ettim. Mesut olmalarını diledim. Ama sonraları nişanlısında tesbit ettiğim bu devamlı ve gizli hüzün ifadeleri hakkında Manning'e bir şey söylemeye cesaret edemedim.

Page 12: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

12

Gelelim Lucy Aldridge'e: Lucy, güzel ve şirin bir kızdı. Ablasına nazaran daha ince daha mahcupçaydı. Kaç defa görmüştüm, kendisini ablasının himâyesi altında hissetmediği zamanlar, yüzünde korkulu ve çocuksu bir ifâde beliriveriyordu.

Manning'le birlikte salona girdiğimde, Osgood, birden ayağa kalktı. — «Oh, hele şükür!» dedi. «Bay Clayton, fikrinizi değiştirmiş olmanızdan öyle korkuyordum ki!»

—«İtiraf ederim,» diye cevap verdim, «içimde bazı endişeler hissetmiyor değildim! Ama madem ki söz verdim, dönmeyeceğim kararımdan!»

—«Çok güzel... Çok güzel! Uyutulduğunuz zaman size neyi telkin etmem gerektiğine dostumuz Arthur Copeland şimdiden karar vermiş bulunuyor!»

—«Bunu diğerleri de biliyor mu?» —«Tabiî değil mi ya... Hepsi biliyor. Artık bana düşen iş, sizi ipnotize etmek, sonra da

yapmanız gegereken iş hakkında telkinde bulunmak... Şöyle tam karşıma oturur musunuz, lütfen!»

Osgood, iki sandalyeyi karşı karşıya getirmişti. Elimde olmayarak ürperiverdim. Ellen Aldridge, Bob Manning'e döndü ve: —«Bay Clayton, korkuyor, çekiniyor...» dedi. «İstememeliydik bunu ondan! Hiç doğru

olmadı!» Nişanlısı, «Ama,» diye cevap verdi. «Ben rica etmedim bunu ondan... İsteyen Bay

Osgood... George da kabul etti!» O zaman genç kız, «Rica edeceğim, Bay Osgood» dedi, «fazla ısrarda bulunmayın! Bence

bu gibi işlerden korkan insanları ipnotize etmemek lâzım. Kız arkadaşımı unutmayın. Detroit'te çok korkutmuştunuz onu... Seanstan sonra tam bir ay yatakta kalmıştı zavallı... Süje hazırlıksız olunca, tecrübe sonuçları iyi semere vermiyor bazan.»

Şaşırıp kalmıştım... Ellen, Osgood'un bana bir kötülüğü dokunacak diye endişe duyuyordu. Bununla beraber, Osgood yine ısrar etti. Her halde maharetini göstereceği böyle bir fırsatı kaçırmak istemiyordu... Sesimi çıkarmadan karşısına geçtim.

Adam, iri siyah gözlerini gözlerime dikti. Kendisine dikkatle bakmamı söyledi. İtaat ettim. Bu hal yarım dakika kadar sürmüştü. Osgood, sanki gayet yavaş bir sesle konuşuyordu. Buna, sâdece hareket eden ellerini görebiliyordum demek daha doğru olur... Sonra birdenbire esrarengiz bir şey husule geldi.

Osgood'un sesi sanki uzaklarda, çok uzaklardaydı... Kendimi uçsuz bucaksız bir yerde kaybolmuş gibi hissediyordum... Sanki uçuyordum...

Yavaşça ayağa kalktım... Bu hareket isteyerek mi, yoksa istemeyerek mi oldu, hiç bilmiyorum... Ama hatırladığıma göre, adalî hiçbir gayret sarf etmemiştim. Hangi yöne gideceğimi bilmeden, yavaşça yürüdüm... Osgood'u görmüyordum artık... Ama bir şeyler yapmak istiyordum... Böyle bir mecburiyet duyuyordum içimde...

—«Dediğimi yapmalısınız... Yapmalısınız dediğimi! » Bu kelimeleri tekrarlayan ses, bir insan sesi değildi... Ama beynimin içinde durmaksızın

uğulduyordu... O sırada, boşlukta bir masa, küçük bir masa gözüme çarptı... Derhal tanıdım masayı...

Salonu süsleyen eşyalardan biriydi bu! Masanın üzerinde iki kitap vardı. Bunlardan biri kırmızı, diğeri ise mavi ciltliydi... Hâlâ ne yapmam gerektiğini kestiremiyordum... Sadace esrarengiz sesin bana, «Bunu yapmak lâzım! Bunu yapmak lâzım! Bunu yapmak lâzım» dediğini duyuyordum. ..

Mavi ciltli kitabı aldım... Kapağı açtım... Hemen oracıkta bir yüzük duruyordu. Onu elime alıp, parmaklarımın arasında evirip, çevirdim... Işığa tuttum...

Bir hayret vaveylâsıdır kopuverdi... Aynı anda da beni tesiri altmda tutan garip uyuşukluk dağıldı. Salonu ve salonda oturanları gördüm. Osgood gülümsüyordu. Bana doğru eğildi ve:

Page 13: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

13

—«Mükemmel! Mükemmel!» diye bağırdı. «Doğrusu çok mükemmel! Nasıl, dostum, memnun musunuz sonuçtan?»

Yüzüğü hâlâ elimde tutuyordum... Etrafıma bakımrken, belki de bir aptaldan farksızdım! —«Bu nedir? Ne oluyor?» diye sordum.

Bayan Copeland gülerek cevap verdi, «Bu benim yüzüğüm!» dedi. «Onu kitabın içine ben koymuştum... Yüzüğün tarafınızdan bulunmasını Bay Osgood'tan rica ettik! »

Hemen bir koltuğa yığıldım. Hayret içindeydim. Olur şey değildi! Bir adam, başka bir adama istediğini yaptırabiliyordu demek!

Osgood, «Doğrusu siz çok mükemmel bir süjesiniz!» dedi. «Müsaade ederseniz tekrar başlayabiliriz!»

Arthur Copeland, «Durun, durun!» diye müdahale etti. «Önce Bav Endicott var!» Fred Aldridge de, «Doğru!» dedi. «Bırakalım da Bay Clayton biraz istirahat etsin... Gelin,

Endicott'u arayalım! » Fred, Arthur'la beraber çıktı. Fakat avukatı bir yerde bulamadılar. Bayan Copeland'la kızı

Grace, birinci kata baktılar. Endicot'la Bay Copeland bulunamıyordu. İlk şaşkınlık ânı geçince, Bob'a döndüm. —«Bütün bunlar fevkalâde şeyler doğrusu!» dedim. Ellen Aldridge güldü. —«Evet, hârika!» diye mırıldandı. «Ama eminim, siz hoşlanmadınız bundan!» —«Yok canım! O kadar korkunç geçmedi... Şey... Bob, bir de sen denesene!»

—«Aman, aman! İstemem, teşekkür ederim!» Arthur Copeland o sırada, içeri girerek, «Babam da nereye gider?» diye söylendi.

Aklıma birden Harrison Kirke geldi. Adamı sigara içmeye mahsus salonda bırakmıştım. Belki Endicott'la Henry Copeland da onun yanmdaydılar. Gidip bakmaya karar verdim. Tahminim doğruydu. Banker ve dostu, gerçekten de oradaydılar. Harrison Kirke'le hararetli bir şekilde konuşuyorlardı. İçeri girerken, avukatın, «Walcott» adını telâffuz ettiğini duydum. Eşiğin önünde tereddütlü bir an geçirdim.

Bay Copeland, «Ah, siz misiniz Clayton?» dedi. «Beni arıyorsunuz galiba?» —«Her yerde sizi aradık, doğru...» —«Pekâlâ! Bir dakikaya kalmaz salondayız... Bunu söyler misiniz, lütfen!»

Döndüğümde, salon yarı yarıya tenhaydı. Her kes ev sahibinin ve Endicott'un peşine düşmüştü her halde.

Bay Copeland, arkasında avukat nihayet göründü: —«Hoppala! Şimdi de burası boş! Şimdi de ben mi adam arayayım?» Gülerek hole çıktım. îşte tam o sırada, holün sağ tarafındaki kapıdan birtakım sesler

kulağıma çarptı. Durdum. Ellen Aldridge'le Harrison Kirke'nin seslerini derhal tanıdım. Adamm genç kıza hitap ediş şekli, pek hoşuma gitmedi. Buna canım sıkıldı. Kapı aralık kalmıştı. Kapıyla oda arasında, kırmızı renkte uzun bir perde vardı. Hayatta yapmadığım, başkalarının yapmasına da kızdığım bir şey varsa, o da kapı arkalarında durup, konuşulanları dinlemekti. Ama neyleyeyim ki, Harrison Kirke'ün hakaret dolu konuşma tarzı ve adamın sesindeki acı ton, bana bu hakkı veriyordu. Dinleyecek, gerekirse müdahalede bulunacaktım.

Ağır perdelerin arkasına gizlenmiş, cereyan eden sahneyi şayet rahat görüyor, konuşulan sözleri olduğu gibi duyuyordum. Ellen ve Kirke ayaktaydılar. Karşı karşıya bulunuyorlardı. İkisinin yüzünden de, düşmanca ifadeler okunuyordu. Her ikisi de kararlıydı.

O sırada Kirke, şöyle konuşuyordu: —«Hiç bir şeyi hatırlamadığınızı söylemekle, boşuna vakit kaybediyorsunuz, Mis Ellen!

Bu kuru lâflara karnım tok benim!» —«Ben size sadece olanı biteni unutmayı tercih ediyorum demiş, sizin yüzünüzü de artık

görmek istemediğimi söylemiştim!»

Page 14: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

14

—«Ya! Öyle mi? Olmaz böyle şey... Maalesef beni tekrar görmeniz ve hatırlamanız gerekiyor! Görmek ve hatırlamak zorundasınız!»

Ellen, dışarı çıkmak için bir hareket yapınca, adam onun kolundan tuttu. —«Bay Kirke! Rica ederim, bırakın beni! Dışarı çıkmak istiyorum!» —«Hayır, hayır... Üzgünüm ama, sizi tutmak zorundayım! Demek NewYork'ta olup

bitenlerin hepsini unuttunuz, öyle mi?» —«Evet, öyle... Ama görüyorum ki, siz unutmamışsınız! Oh, her şeyi, olduğu gibi

hatırlıyorum... Zavallı babama şantaj yapmış, onu istediğiniz gibi sızdırmıştınız... Ama alçaklığınız bu kadarla kalmıyordu... Onu türlü hallere zörladmız! Oh, ne kadar isterdim yap-tıklarınızın cezasını çektiğinizi görmeyi!»

Kirke, sinsi sinsi güldü. —«Evet, bir gün...» dedi. «Hiç belli olmaz, bir gün çekebilirim cezamı... Bu husus, başka

bahis... Biz gelelim bugüne. Vaktiyle babanızı sızdırmıştım. Şimdi de sizi sızdırmak istiyorum!»

Ellen, titrek bir sesle konuştu. —«Önce de söyledim, bir santim bile vermeyeceğim size!» —«Son sözünüz bu mu?» —«Evet!» —«Güzel! O halde benden günah gitti: Yarm diğer davetliler gelince, hepsinin önünde

Grace Copeland'ın... Willard Aldridge'ın oğluyla evlenmek üzere olduğunu ilân edeceğim!» Ellen, sapsarı kesilmişti. Onun birkaç metre berisinde duran bende bile, bir şaşkınlık,

garip bir duygulanma hali peyda oldu. Willard Aldridge! Willard Aldridge ha! Hayır, hayır, imkânsız bir şeydi bu! Yalan söylemişti bu adam! İşlediği suçlar yüzünden mahkemelere düşen ve adı gazetelerin birinci sayfalarında görülen Willard Aldridge değildi her halde bu herifin söylediği! Ama kim bilir belki de Ellen'in, Fred'in ve Lucy'nin babaları bu adamdı! Bu Aldridge, kalb hastalıkları uzmanı maskesi altında, beş kişiyi arka arkaya öldürmüştü. Şeytana taş çıkaran kuvvetli zekâsı, polisin bütün aramalarını akamete uğratmıştı ama, NewYork polis müdürlüğünden müfettiş Malcome Steele bu işle görevlendirilince, adamın maskesini çıkarmış ve bu hal onu elektrik sandalyesine kadar götürmüştü. Ellen, bu câninin kızıydı demek! Kendisine bakıldığını hissettiği zamanlar, içinde ki sır onu bunun için mahzunlaştırıyor, ona bunun için üzüntü veriyordu demek! İçimden kopup gelen çılgınca bir his, derhal salona dalıp sefil herifin üzerine atılmaya zorladı beni!

Bununla beraber, tereddüt ediyordum. Konuşmayı işittiğimi anlayınca, Ellen belki de mahcup olacaktı.... Kirke'ün imalı sözlerini hatırladım. Bay Copeland da her şeyi muhakkak biliyordu. Ama banker, kızının saadetini her şeyin üstünde tutarak, vaktiyle babasının işlediği suçları Fred'e yüklemek gibi bir çocukluğa düşmüyordu. Ben yabancı bir adamdım. Yapacağım bir müdahale, hem kabaca, hem de yersiz olabilirdi.

Ama diğer taraftan tam bir küstahlıkla genç bir kızı sıkıştırıp, ona azap veren bu sefil herifin suratına yumruklarımı yapıstıramadığım için, çok büyük bir sabır gösteriyordum. Elleıı haklıydı. Sırrını önüne gelene açamazdı. Copeland'larm davetlileri arasında böyle bir skandalin meydana getireceği kötü sonucu düşündüm hemen. Tüylerim ürperdi. Lâf değil, Aldridge'lerin babası olan Willard Aldridge, cinayet suçlarından ötürü elektrik sandalyesinde can vermişti.

İçeriye bir defa daha göz attım. Ellen, başı dik olarak, Kirke'ün tehdit edici nazarlarına meydan okuyordu. Sâkin duruşları, üzerindeki umursamama hâli, şantajcıya bayağı tesir etmiş gibiydi. Hattâ adam gözlerini bile indirmişti.

Ellen, «Tekrar ediyorum...» dedi. «Size bir santim bile verecek değilim! İstediğinizi söyleyin, istediğinizi yapın!»

Page 15: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

15

Son kelimeleri söylerken, Ellen'in sesi titrer gibi oldu. Fakat genç kız, kararında ısrar ediyordu.

Tam o sırada, kırmızı perdelerin öbür ucundaki kısmın kıvrımları, oynar gibi oldu. Ben mi yanılmıştım? Yoksa perdelerin arkasında başka biri vardı da, benim gibi o da konuşmayı mı dinliyordu? İleri doğru yürüyüp, kıvrımlara varıncaya kadar inceledim. Ama herhangi bir seye rastlayamadım.

Kirke, kudurmuş gibiydi. Birden: — «Bana bakın, küçük hanım!» dedi. «Aklmı zi başınıza toplayın! İzinizi kaybetmek için Detroit'e gelmekle benden kurtulacağınızı sandımz galiba ha? Sözüm ona açıkgözlük yapmak istediniz... Ama ben günün birinde sizi tekrar ele geçireceğimi söylemiştim... Kardeşinize de söyledim bunu. İşte şimdi elimdesiniz!»

Ellen, «Ama Bay Kirke, bir şeyi unuttuğunuzun farkında değilsiniz!» diye cevap verdi. «Kardeşim size bir daha görünmemenizi söylemişti... Göründüğünüz anda da köpek gibi gebertileceğinizi sözlerine eklemişti! Ama korkağın, alçağın birisiniz siz! Şimdi yaptığınız gibi onunla konuşamazsınız!»

Ellen, dışarı çıkmayı yeniden denedi. Adam onun kolunu bu defa sert bir şekilde sıktı. Sonra:

—«Hayır, bebeğim, hayır!» dedi. «Kolay kolay kaçamazsın elimden! Vay vay, demek işin içinden rahatça kurtulacağını sanıyorsun ha? Yağma yok, kızım, yağma yok! Dur bakalım hele!»

Parmaklarını daha fazla sıkmış olacak ki, genç kız hafiçe inledi. Gayri ihtiyarî yumruklarımı sıktım. O sırada hafif bir ses dikkatimi çekti. Sanki bir kimse

nefes alışını birdenbire kesmişti. İyi biliyordum, ne Kirke, ne de genç kız böyle bir şey yapmıştı... Acaba yeni bir aldanışın kurbanı mı olmuştum? Böyle değildi de, ses perdenin arkasından mı geliyordu? Kıvrımları yeniden inceledim. Yine bir sey göremedim. Sonra bu anormal sesin kendi gırtlağımdan çıkmış olabileceğini düşünerek, bunun üzerinde fazla durmadım...

Öfke içinde titreyen Ellen Aldridge, kolunu Kirke'ün kıskaç gibi parmaklarından kurtarmaya çalışıyordu. Bunu nihayet basardı ve Kirke'ün suratına şiddetli bir tokat indirdi. Genç kızın nazarları, bir ara karşısında hdidetten köpüren adamın nazarlarıyla çatıştı. Bana öyle geldi ki, Ellen'in elinde bir silâh olsaydı, tereddütsüz öldürürdü Kirke'ü... Fazla sabredemedim ve salona girdim.

—«Kirke!» diye haykırdım. «Alçağın birisiniz siz! Rahat bırakın, Mis Aldridge!!» Harrison Kirke, homurdanarak döndü. Ha bire küfrediyor, dişlerini gıcırdatıyordu. Sonunda:

—«Bu iş sizi ilgilendirmez, Bay Clayton!» dedi. —«İlgilendirir, veya ilgilendirmez... Üzerime düşen işi yapıyorum ben!» Nefret dolu nazarlarla, bir an birbirimize baktık. —«E, söyleyin bakalım! Ne istiyorsunuz benden?» Onun üzerine doğru yürüdüm ve: «Ne istediğimi şimdi göstereceğim sana!» dedim. Yumruklarımı kaldırıp, üzerine yürüdüm. Ellen Aldridge, birden kollarımı tuttu. —«Oh, hayır, Bay Clayton, hayır!» dedi. «Yapmayın, rica ederim! Bay Copeland'ın

evinde böyle bir sahne yaratılması hiç doğru olmaz!» —«Ama bu alçağın sizi tahkir etmesine dayanılır mı?» diye itiraz ettim. —«Rica ederim, bırakın gitsin!» Ellen durdu. Mavi gözlerini, gözlerime dikti.

Sonra: —«Size birşey yapabilir...» dedi. «Silâhlıdır belki de. Hem...» Yine durdu. Gözlerini bu defa da hol kapısına çevirdi. Ben de döndüm. Henry Copeland'la

Endicott eşikteydüer. Ellen, kolumu bırakıp kaçtı. Hiçbir şey söylemeden iki adamın arasından geçti.

Page 16: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

16

Henry Copeland, gayet sâkindi. Sâkin bir sesle de: —«Konuşmanızı duydum, Bay Clayton! » dedi. «Mis Aldridge'in tarafını tuttuğunuz için

teşekkür ederim size! Ama bu işe karışmanız, hiçbir fayda sağlamaz... Ben Bay Kirke'le meşgul olurum!...»

—«Bakın Bay Copeland! Size olanı biteni izah edeyim... Böyle, bir konuşmaya karışmak, aklımdan bile geçmezdi. Emin olun, ortada hiçbir şahsî sebep yok... Ama birden kulağıma sesler gelmişti... Bay Kirke, Mis Aldridge'i tahkir ediyordu... Dayanamadım ve içeri daldım!»

—«Anlıyorum, anlıyorum... îleri sürdüğünüz sebep, gayet mâkul... Müdahaleniz içip. tekrar teşekkür ederim! Bununla beraber, böyle müessif bir hâdisenin vukua gelmesi; benim çok cammı sıktı. Öyle sanıyorum ki, unutursunuz olup biteni?

—«Tabiî... Tabiî!» diye cevap verdim. Ama ev sahibinin sözlerimden tamamiyle memnun olmadığına dair belli belirsiz bir intiba

vardı içimde. Kirke'e ne büyük bir nefretle baktığımı gören banker, bu adamla kavga etmek için bende şahsî bir sebep bulunduğuna inanabilirdi. .

Salonun kapısına yaklaştığım sırada, bir an durdum. Salon hemen hemen boştu. Bayan Copeland, her halde misafirlerinin peşindeydi. Orada, sadece Ellen Aldridgele Norton Osgood vardı. Kaderde, gizli olması gereken bu konuşmayı da dinlemek varmış meğer!

Ellen, «Haydi, söyleyin!» diyordu. «Bunu yapacaksınız, değil mi?» Osgood, «İnanın.,» diye cevap verdi, «imkânsız bir şey bu benden istediğiniz!» —«Nasıl imkânsız olur? Onun en mükemmel bir süje olduğunu ve ona istediğinizi telkin

edebileceğinizi söylememiş miydiniz?» —«Burası doğru! Ama ben bundan bahsetmiyorum. Elbette her şevi telkin edebilirim.

Lâkin böyle bir şeyi yaptıramayacağımı anlamıyor musunuz? Bay Clayton'u zorlamak... Yo, yo, uygun bir şey olmaz bu!» —«Oh, biliyorum, biliyorum ama, yapıverin ne olur!»

—«Bakın, Mis Ellen! İyice düşünün... İşin sonu neye varır, iyice muhakeme edin! Hayır, böyle bir şey yapamam! Böyle bir mesuliyeti üzerime yüklenemem! Bu, dürüstçe bir davranış olmaz!»

Ellen, «Oh, rica edeceğim!» diye yalvardı. —«Görüyorum ki, kaprisinizin ortaya çıkaracağı neticeleri hiç hesaba katmıyor sunuz...

Eminim, tam kararlı değilsiniz!» Genç kız, fısıldar gibi konuştu. «Kararlıyım...» dedi. «Kararlıyım] İstiyorum!» Osgood, bir süre düşündü. Sonra, «Öyleyse peki!» dedi. «İstediğiniz gibi olacak...

Sonraları pişman olmazsınız inşallah!» —«Hayır, hayır, pişman olmam! Yalnız bunu ona söylemeyeceğinize söz verin bana!

Yemin edin... Kim olursa olsun söylemeyeceksiniz!» Osgood, tereddüt eder gibi göründü. Sonunda da evet mânasında bir işaret yaptı. O sırada, Bayan Copeland içeri girdi. Arkasında, Grace'le Arthur vardı. Biraz sonra da,

Lucy Aldridge* le Fred göründü. Ben holde biraz daha kaldım. Âdeta aptala dönmüştüm. Biraz düşünmem gerekiyordu.

Mis Aldridge bu kadar ısrarla neyi isteyebilirdi acaba? Aklıma, birden Kirke tarafından hırpalandığı sırada genç kızın gözlerindeki nefret ve kin dolu bakışlar geldi. Böyle bir şeyi düşünmekten irkilmeme rağmen, beynimi korkunç bir şüphe kurcalamaya başladı. Aynı zamanda da avukatın sözlerini hatırladım. Adam bir aralık bazı evlâtların irsî olarak suç işlemeye müsait olduğuna işaret etmişti. Bu düşünceyi kafamdan silmeyi denedim. Asla, evet, asla Ellen'in böyle bir şey yapacağına inanamazdım. Bu tarz bir davranış, saçma, aynı zamanda korkunçtu!

Fakat her şeye rağmen, fikir beynimde kök salıverdi. Hâlâ kapının önündeydim. Henry Copeland'la avukat, küçük salondan çıktılar. Kirke de

arkalarından geliyordu. Aralarında ne konuştukları belli değildi.

Page 17: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

17

Yanımdan geçerlerken, gizlice yüzlerini inceledim. Sonra da salona girdim. Norton Osgood, avukatı bekliyordu. Kirke salonun dip tarafındaki bir koltuğa yerleşirken,

Osgood'un ona kin dolu bir nazarla baktığını farkettim. Arthur Copeland, yeni tecrübe için eğlendirici, aynı zamanda zırva bir şey düşündüğünü

bize gülerek söyledi. İşte Osgood, Endicott'a bunu yaptıracaktı. Arthur'den başka kimse bir şey bilmiyordu.

Avukat, sandalyesine iyice oturdu. Sonra: —«Demek kararlaştırılan anda iradenize uyup, benden isteneni yapacağım, öyle mi?» diye sordu.

Osgood, «Evet,» diye mırıldandı. «İpnotik kudret nedir görecek ve kabul edeceksiniz!» Arthur de avukata yaklaştı. «Şunu da unutmayın!» dedi. «Meselenin ne olduğunu ve sizin

hangi dakikada faaliyete geçeceğinizi kimse bilmiyor!» Endicott, sandalyesine daha ivi yerleşti. Seans da başladı. Osgood, bilinen el hareketlerini

yaptı. Avukatın yüzünde, şuurunun yavaş yavaş kaybolduğuna dair izler görüldüğü zaman, Osgood yavaşça avağa kalktı. Gözleri hâlâ süjesinin üzerindeydi. El hareketlerini durdurdu. Emredici sesi, ortadaki sessizliği bozdu:

—«Ne emrediyorsam, onu yanacaksınız! Bunu muhakkak yapmak lâzım! Şimdi benimle beraber tekrar edin bakalım: Bunu yapmak lâzım... Bunu yapmak lâzım!»

Avukat, sanki rüyadaymış gibi tekrar etti: —«Bunu yapmak lâzım!» Sonra uyandı ve gülmeye başladı. Osgood, «İradenizin üzerindeki kudretim burada sönmüyor!» dedi. «Böyle sanıyorsanız,

aldanıyorsunuz demektir... Size emrettiğim şeyi yapma ânı gelince, nerede olursanız olun, ne işle meşgul bulunursanız bulunun, Arthur Copeland'm karar verdiği şeyi yapacaksınız muhakkak!»

Genç Coneland, «Haydi bakalım,» diye bağırdı. «Sıra yine Bay Clayton'da!» Belli belirsiz bir ürperti geçirdim. Bana öyle geldi ki, Norton Osgood da bu yeni tecrübe

için pek istekli görünmüyor... Ama adam yavaşça döndü. Kararlı gibiydi. Arthur, «Bay Clayton ne yapacak? Bir kararınız var mı acaba?» diye sordu. Osgood, tereddüt içindevdi. Fred Aldridge, «Ne yaptırmak istiyorsak,» dedi, «aramızda kararlaştıralım... Bu, bizim

için bir sır olmalıdır. Ortada bir hilenin mevcut olmadığını ispat etmek için en elverişli ve kesin yol da budur!»

Henry Copeland, «Doğru... Doğru!» diye tasdik etti. «Yapacağı işi kim tâyin etmek ister?»

Osgood, sıkıntılı bir tavırla konuştu. «Şey...» dedi. «İstenen şey, aramızda bulunan biri tarafından kararlaştırılmıştır... Evet, her şey hazır!»

Arthur, «Hay Allah,» diye hayıflandı. «Ne yazık, mükemmel bir oyun bulmuştum'! Peki ama kimdir bu öğrenelim?»

Norton Osgood'un sıkılganlığı, öncekine nazaran daha belirliydi. Ellen Aldridge, o sırada parmak kaldırdı. Herkes ona hayretle baktı. Genç kız, Bob Manning'in yanında, şömineye yakın bir yerde

oturuyordu. Yüzünün hafifçe kızardığını anladı ve bunu gülerek yoketmeye çalıştı. Nişanlısı da. şaşırmıştı. Ona dönerek:

—«Bay Osgood'tan, George'un bir şey yapmasını mı istemiştin, Ellen?» dedi. Genç kız, bana seri ve korkulu bir nazar fırlattı. Ne düşündüğümü anlamak istiyordu her

halde... Hiç oralı olmadım. Konuşulanları duymazlıktan geldim. Sâdece: —«Benden ne yapmamı istediniz acaba?» diye sordum.

Page 18: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

18

Ellen gülümsedi. «Oh! Şey... Çok ahmakça bir lâtife bu!» diye mırıldandı. «Ama neticeyi dört gözle bekliyorum... Emin olun, Bay Clayton, mühim bir şey değil! Göreceksiniz ya zâten...»

Sonra genç kız, Sıkılganlığını saklamak için yeniden gülmeye koyuldu. Fakat onun yapmamı istediği şey, bir lâtife filân değildi... Mühim bir şeydi... Bunu hissediyordum!

Henry Copeland, «Oyun enteresan olacağa benzer!» dedi. «Haydi, seans başlıyor!» Çekilmenin, vazgeçmenin imkânı yoktu artık... Bay Osgood'un karşısındaki sandalyeye

oturdum. Ellerimin titrediğini gizlemek için onları göğsümde çaprazladım. İpnotizmacı, benden daha heyecanlıydı. Üzerinde kararsız bir hal vardı. Tereddüt ediyor, sanki kuv vet almak için arada bir Ellen Aldridge'e bakıyordu.. Sonra derin derin içini çekti. Karşıma oturdu ve keskin bakışlı gözlerini gözlerime dikti.

Elleri, bir an bilinen hareketleri yaptı. Sonra da Osgood, yavaş sesle bana bir şeyler söylemeye başladı. îlk defasında olduğu gibi, yine onun iradesine uymaya hazırlandım. Fakat Osgood'un elleri birden titremeye başladı. Sonra adam, tıpkı can çekişir gibi nefes alarak, sandalyesine yığıldı... —«Ne oldunuz, Bay Osgood? Hasta mısınız yoksa?»

Norton Osgood hemen silkindi. Titrek bir sesle: —«Hayret!» diye konuştu. «Hayret! İrademe hükmedemiyorum! Kaçıveriyor elimden...

Ama aldırmayın... Ne zaman süjemin üzerinde kudretimi kaybetsem, hep böyle bir reaksiyonla karşılarım!»

Fred Aldridge, «Ama,» dedi, «sizde şimdiye kadar böyle bir şey görmedim!» —«Görmediniz... Çünkü bu gibi kontrol kaybı geçicidir... Sık sık olmaz!» Sonra Osgood, Ellen Aldridge'e baktı.

—«Tekrar denememi istiyor musunuz?» diye sordu. Ben de gözlerimi genç kıza çevirdim. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Gel gelelim onu bu hale

sevkeden düşüncelerin ne olduğunu tahmin edemezdim. —«Evet, deneyiniz, lütfen!» Norton Osgood, zor farkedilir bir ürperti geçirdi ve: —«Pekala!» dedi. Kuvvetli gözlerini yeniden üzerime dikmişti. El hareketlerine tekrar başladı. Sesi toktu.

İçimde daha önce başgösteren heyecanı yine hissettim. Salon ve salonun içindekiler, yavaş yavaş silinir gibi göründü bana... Sanki hepsi kaybolmuştu. Onları tutabilmek için ellerimi uzattım. Ama her şey kayboluverdi. Osgood da yoktu karşımda... Ama sesini, uzaktan gelir gibi olan. sesini duydum. Etimle, kanımla onun emrindeydim artık...

—«Yapacaksınız bunu! Yapmanız lâzım bunu!» İnatçı ses, kızgın bir demir gibi derimi yakıyordu. —«Benimle tekrar edin! Bunu yapmak lâzım deyin! Haydi, haydi!» Dudaklarımın kımıldadığını hissediyordum... İşte o sırada, sanki uzaklardan gelirmiş gibi

kendi sesim cevap verdi: —«Yapacağım! Yapacağım! İsteneni yapacağım!» Hırıltıya benzer bir iç çekiş geldi kulağıma... Bir an içinde, beni çevreleyen her şey

yeniden görünüverdi. Osgood, önümde duruyordu. Yüzü, bir ölü yüzünü andırıyordu. Diğer kimseler ise gülmekteydiler.

Avukat, «Demek önceden kararlaştırılmış bir zamanda, ben de, Bay Clayton da telkinlerinizi yerine getireceğiz, öyle mi?» diye sordu. «Emin misiniz bundan?»

Norton Osgood, «Hiç şüpheniz olmasın!» diye boğuk bir sesle cevap verdi. Konuşmalar canlı olarak yeniden başladı. Fakat ben katılmadım. Zihnim, ipnotik kudretin

tesiri altında bulunuyordu hâlâ. Etrafımda söylenen her şeyi duyuyordum ama, beynime yerleşmiş cümle aklımdan çıkmıyordu.

«Bunu yapmak lâzım! Yapmak lâzım!»

Page 19: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

19

Bu ne demekti? Neyi yapmak lâzımdı? Bu sualleri aralıksız olarak kendi kendime soruyordum... Acaba Ellen Aldridge neyi

yerine getirmemi istemişti? Osgood'tan ısrarla istediği şey ne biçim bir şeydi? Ya Osgood'un kendini yorarcasma gösterdiği gayrete ne demeliydi? Bu esrarengiz şeyi yapmamı isterken, bâriz bir şeklide sersemleyip sararmasının sebebi de neydi?

Hemen Kirke'ün Ellen'e yaptığı muameleyi hatırladım. Adamın kaba ve sert hareketleri, gözlerimin önüne geldi. Ertesi sabah dâvetlilere her şeyi açıklayacağını bildiren sözlerini duyar gibiydim... Sonra da Osgood'un ona kötü kötü baktığını düşündüm.

Fakat tüylerimi ürperten en mühim şey, bu sefil şantajcıya karşı duyduğum nefretle, Ellen Aldridge! sıkıştırdığı anda üzerine atılıp gırtlağını sıkmak isteyişim, yâni kelimenin tam mânasiyle onun ölümüne susayışjmdı!

Geceyi nasıl geçirecektim kim bilir? Târifi imkânsız bir endişeyle tekrar ürperdim..

3

— «George, rica ederim! Üzüntülü üzüntülü durma öyle! Güzel bir uyku çekmeye bak!» Odalarımıza çeküeceğimiz sırada, Bob Manning beni teskine çalışıyordu. Arkadaşım,

Norton Osgooa'un üzerimde yapmış olduğu ikinci tecrübede, anormal hâlimin iyice farkına varmıştı. Gerçi beni asıl harap eden düşüncelerin neler olduğunu bilmiyordu ama, her za-manki sâkin hâlimin kaybolduğunu iyi anlamıştı. Bu ipnotizma seansı, onun da canını sıkmışa benzerdi. Bununla beraber, kendinden ziyade dostlarının hâli onu endişeye sevkediyordu.

Bu dostça sözler, ne yazık ki bütün bir akşam ruhumu sıkan inatçı düşünceleri beynimden atamadı. Manning'in odası, koridorun sol tarafında, nihayetteydi. Benimki ise merdivene yakındı ve diğer uçta bulunuyordu. Her iki oda arasında, Endicott'un, Arthur Copeland'ın, Fred Aldridge'in ve Harrison Kirke'ün odaları vardı. Kirke'ün odasının benim odanın hemen yanında olduğunu görmek, bayağı bayağı canımı sıktı. Hele bir de her iki oda arasında bir ara kapı bulunduğunu tesbit etmek, beni büsbütün çileden çıkardı. Odama girip, koridora açılan kapıyı kapayınca, iç taksimatı gözden geçirdim. İçerde kasvetli bir hava vardı. Veya bana öyle geldi. Çalışma masasının üzerindeki gece lâmbasının ışığı, oldukça zayıftı. İşte bu zayıf ışık, odanın şurasında burasında gölgeler meydana getirmişti. O sırada Şubatın sayılı fırtınalarından biri hüküm sürmekteydi. Dışarda kuvvetli bir rüzgâr vardı. Yağmur camları kırbaçlıyordu. Elimde olmayarak titredim ve tavan lâmbasını yaktım.

Aldanmışım meğer. Oda oldukça büyük ve konforluymuş. İnsan orada kendim rahat hissedebilirdi. Lüks mobilyalar arasında, iki küçük masa, derin bir Morris koltuk ve birçok sandalye göze çarpmaktaydı. Şöminenin ocağını yakmışlardı. İlk anda hayrete düştüm. Zira ocağı tutuşturduğumu hatırlamıyordum. Sonra aklıma geldi: Rutubetin kırılması için, Arthur Copeland, ocağa öğleden sonra biriki odun atmıştı. Bunu hemen hatırlamalıydım. Çünkü genç adam, bana ocağın sağ tarafındaki tuğlaların arasında bir delik göstermişti. Dediğine göre, Arthur küçük yaştayken bazı şeylerini burada sakiıyormuş...

Sol taraftan gelen hafif bir gürültü dikkatimi çekti, hemen döndüm. İki oda arasındaki kapının eşiğinde Harrison Kirke duruyordu. Adam meydan okurcasına bana baktı. Sonra hiçbir şey söylemeden kapıyı çekti. Kanadı da iyice kapadı.

Bu sefil adamın bana bu kadar yakın olması, ruhumu, benliğimi yeni bir endişeye şevketti. Aramızda sadece tahta bir kapı vardı. Akşamdan beri peşimi bir türlü bırakmayan korkular,

Page 20: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

20

devamlı endişe, sonsuz bir ızdırap halinde beynimi yeniden kemirmeye başladı. Yüksek sesle, «Bu böyle devam edemez!» diye söylendim.

Kapıyı kilitlemek düşüncesiyle ilerledim. Ama anahtar deliği boştu... Gürültü yapmamaya dikkat ederek eğildim. Diğer tarafta bir anahtar var mı diye baktım. Daracık delikte birşeyler görünmüyordu.

Yapılacak iş yoktu. İster istemez kapıyı öylece bırakacaktım. Öfke içinde bocalıyordum. Yatağa girmeya hazırlandım.

Bir kaç zamandır âdet haline getirmiştim: Her akşam sinir teskin edici bir hap alırdım. O gece de bir hap aldım. Sonra 12 santimetre uzunluğundaki hap ku tuşunu gece masasının üzerine koydum. Gayet iyi hatırlıyorum, ayağımdaki terlikleri de masanın yanında duran bir sandalyeye itinayla yerleştirdim. Işığı söndürdüm ve yatağa girdim.

Fakat bir türlü uyuyamadım. Evde çıt yoktu... Herkes odalarına çekilmişti. Kirke'ün odasından da bir ses gelmiyordu... Ama içinde bulunduğum sinir gerginliği ve bu derin sessizlik, benim için tehdit edici bir hâl almaya başlamıştı...

Uyuyamadığımı anlayınca, o gece olup bitenleri teker teker düşünmeye koyuldum... Ama düşünceler dönüyor, dolaşıyor, hep Norton Osgood'la yaptığım konuşma üzerinde toplanıyordu. Sigara içmeye mahsus köşede, Osgood, eline düşen bir süjeyi cinayete kadar itebileceğini söylemişti... Derken kırmızı perdeli küçük salonda, Kirke'ün Ellen Aldridge'e işkence ettiğini hatırladım... Bu düşünce, damarlarımdaki kam birdenbire yaktı...

Sonra düşünce ve hatırlamalar, birbirine karıştı. Kendisine küçük odada meydan okuduğum, Kirke'ün sarfettiği sözler aklıma geldi. Murdar herife güzel bir ders vermek üzereyken, kolumu tutan Ellen'in elini kolumda hissetmiştim. Şiddete başvurmamam için yalvaran mavi gözlerini karşımda görüyordum.

Ellen, bu ağız dalaşının Copeland'larm evinde bir skandal çıkarmasından mı korkmuştu acaba? Yoksa... Yoksa... Hayır, hayır, buna imkân mı vardı?

Evet, saçmalıyordum ben! Böyle bir şeyin kabil olabilmesi imkânsızdı, her halde kendi kendimle alay ediyordum... Evet, saçma, saçma olduğu kadar da. mantıksız bir şeydi bu!

Çok uğraştım, çok gayret ettim ama, bu suallerin zihnimi kurcalamasından kurtulamadım... Genç kız bu kadar bâriz bir endişeyle aramıza niçin girmişti? Bay Copeland'la Endicott görünmeden önce, Kirke'ün silâhlı olabileceğini de neden söylemişti? Acaba Ellen bu haliyle, sonucun benim içiıı kötü olabileceğini mi anlatmak istemişti?

Gene yüksek sesle, «Ben de ne aptalım!» diye söylendim. «Olacak iş mi bu?» Ellen'le ilgili düşünceleri kafamdan söküp atmaya çalışıp durdum. Zirâ bu, diğer

düşünceler arasında akla en az yakın olanı ve çılgmcasıydı... Hayatımı kurtarmak için, kendi hayatım feda etmekten çekinmeyen Bob Manning'in dostluğu bana insanlık görevimi hatırlatıyor, bu gibi çılgınlıkları benliğimden atmamı emrediyordu.

Ne var ki, Ellen'in bana karşı bir his duymuş olmasını düşünmek o kadar tatlı, o kadar iç rahatlatıcıydı ki... Korkularım, endişelerim o anda kayboldu. Nihayet uyuyabildim.

Benliğimi sarıp beni avucunun içine alan kuvvetin meydana çıkış ânını, asla tâyin edememişimdir. Ama bu kuvvetin karşıma dikiliverdiğini, tâ damarlarıma kadar işlediğini iyi biliyorum... O günün hâdiseleriyle bir ilgisi olmayan rüyalar, uykumu berbat etti. Sonra birden rüyalarımın şekli değişiverdi. Kendimi uyumakta olduğum odada tahayyül ettim...

Birinci tecrübede hissettiğim heyecanlar, yavaş yavaş benliğimi sarmaya başladı. Bu, bitirilmemiş bir şeyi tamamlamaya zorlayan derin ve iteleyici arzunun heyecanıydı! Beynimin tam mânâsiyle kuvvetli, inatçı ve emredici bir tesir altında kalmasıydı bu!

Etrafımı saran atmosferden gelir gibi duyulan bir ses, alçak ve kandırıcı bir tonla durmadan konuştu. Sözlerin mânâsı, şuurumda vücut bulmaya başlıyordu. Hep aynı sözlerdi bunlar... Hem hiçbir yerden gelmiyor, hem de her taraftan geliyor gibiydi... Ara vermeden tekrar ediyordu:

«Yapacaksın! Yapacaksın! Muhakkak yapacaksın! »

Page 21: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

21

Peşimi bırakmayan bu hal, o zamana kadar görmediğim, hatırlamadığım bir kâbusun başlama ânına kadar devam etti. İlk önce, kendimi yatağımda yatar olarak tahayyül ediyordum. Bundan emindim. Zira yastığın serin temasını yanağımda hissediyordum. Şuuruma çö reklenen esrarengiz kuvvet, beni yatağımdan kalkmaya zorladı... Karşı koymak istedim ama, boşunaydı... Sonra kendimi rüyalar âleminde buldum... Değişikliğin farkında olmadan ayakta, yatağımın yanındaydım...

Sandalyeler, masalar, şömine, kısacası her şey, odanın her tarafı gayet açık olarak görünüyordu... Bir ara sanki eğilmiş, terliklerimi arıyordum... Ama birden ayağımda buldum...

Bir iki saniye, başka bir şey görmedim. Sonra ayaktaydım ve yatağın ayak ucunda beklemekteydim..

İşte o zaman, esrarengiz ses büyüleyici bir tonla emretti: «Yapacaksın! Yapmak zorundasın! Muhakkak yapmalısın! » Ne yapmak zorunda olduğumu bilmiyorum, birden oda içinde yürüdüğümü hissettim.

Ayaklarım beni yavaşça, fakat emin bir tarzda süürklüyordu. Geriye dönmek için, şuuruma hükmeden tesirli hâli defetmek istedim. Ama yine boşunaydı gayretlerim.... Gidiyordum.. Ama. nereye? Hiç bilmiyordum...

Sanki elektrik cereyanına tutulmuşum gibi, şiddetli bir ürperti beni durduruverdi... Kesik kesik nefes alıyordum... Birden sol elime sert ve soğuk bir cisim değdi... Harrison Kirke'ün odasına açılan kapının tokmağı idi bu!

Aman Allahım! Benliğimin tâ derinliklerine girmiş olan Osgood'un müthiş kudreti, beni nerelere sevkediyordu... Akşamki sebepsiz korkular, işte birer birer gerçek oluyordu... İrademin bütün kuvvetiyle bu meşum kapıdan uzaklaşmayı, sonra da avazım çıktığı kadar bağırmayı ve Osgood'un garip tesirini içimden atmayı denedim... Ama benimkinden daha kuvvetli olan diğer irade, beni oraya yılgın ve korkmuş olarak mıhladı! Yapmaktan çekindiğim iş neydi, ne biçim bir şeydi acaba? Nefret ettiğim adamın kapısının önündeydim. Acaba hangi gaye peşindeydim? Esrarengiz ses bana ne yapmamı emrediyordu? Bu suallerin cevabını yine kendi ruhumda, kendi şuurumda okuyordum... Da marlarımdaki kan, korkudan, dehşetten âdeta donmuştu... Ben, Harison Kirke'ü öldürmek istiyordum!

«Yapacaksın! Yapacaksın! Muhakkak yapacaksın!» Bir defa daha bağırmak istedim... Ama sesim gırtlağımda sönüverdi... îşte o zaman

kapının tokmağına yapıştım... Aşağı doğru çevirdim... Kanadı itmek istedim... Lâkin kapı açılmadı. O anda içimdeki büyük acıyı dindiren heyecanı hiç unutamam... Maddî dünyadan

yükselen yenilmez bir engel, imdadıma koşuyor, kafama yerleşmiş olan korkunç işi yapmama karşı koyuyordu.

Ne yazık ki, mel'un kudret üste çıktı... Sol elimin kapının açacağına yeniden yapıştığım hissettim... Ama anlayamadığım bir şey vardı: Kapıyı açmak için nedense hep sol elimi kullanıyordum. Sanki sağ elim, ne olduğunu bilmediğim başka bir iş için tetikteydi.

İkinci defasında, kapının tokmağına bütün kuvvetimle sarıldım. Ama kapı hâlâ mukavemet ediyordu...

Bu beklenmedik engel, Osgood'un telkinlerine karşı mı koyuyordu yoksa? Kendimi kurtarmak için baş vurduğum gayretler, maalesef bir semere vermedi. Amansız bir kuvvet beni ileri itiyordu hep...

Kapıya üçüncü defa yüklendim. Hayret! Kapı bu defa öldürmeye kararlı olduğum adamın odasına doğru yavaşça açıldı! Hiçbir gıcırtı duyulmamıştı... Biraz sonra odada bulunuyordum...

Kapının solunda duran yatağı görebiliyordum. Kirke, yan tarafına yatmıştı. Sırtı bana doğru dönüktü.

O sözleri yeniden duydum:

Page 22: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

22

«Yapacaksın! Yapacaksın!» Evet, yapacaktım, yapacaktım ama neyle? Öldürücü hiçbir silâh yoktu elimde...

Ama birdenbire ürperiverdim... Zira sağ elimde bir şey tuttuğumu anlamıştım... Şöyle sertçe bir şey. Kabzaya benzer bir şey! Cinsini henüz tâyin edemediğim elimdeki nesneyi nereden bulmuştum, bunu elime kim tutuşturmuştu? Hiç bilmiyorum... Bildiğim tek şey varsa, o da parmaklarımın arasında böyle bir şeyin bulunduğu idi!

Elimi gözlerimin önüne götürdüm... ve korkuyla irkildim: Bir bıçağın kabzasını tutmaktaydım!

Oldukça uzun bir şeydi bu! Çelik kısmı 25 santimetre uzunluğunda vardı. Pencereden gelen ay ışığı altında, bıçağın tehdit edici parlaklığını net olarak görüyordum. ..

Sonra nasıl oldu bilmiyorum... Korkunç Şey vukua geldi... Kirke'ün yüzünü yastığın üzerinde görünce, bir tuhaf olmuştum... Şiddetli bir hissin esiriydim... Adamın dudakları, Ellen Aldridge'le kardeşine hazırladığı oyunun sevinciyle gülüyor gibiydi. Kendi öz kinim, beni ileri doğru iten garip tesirle karışıyordu...

Bıçağı vahşicesine indirirken, darbenin şiddetini hemen hissettim! Öldürücü âletin parlayan kısmım, Kirke'ün tam kalbi hizasına indirdiğimi dehşetle gördüm... Onun can çekişirken çıkardığı sesi duydum... Şeytanî gülümsemesi, yerini korkunç bir kasılmaya terketti... Vakit kaybetmeden kapıya yöneldim... Elim, ucundan kan damlayan bıçağın kabzasını sıkıca tutuyordu...

Esrarengiz ses, artık memnundu... Dinlemiştim onun emrini! O korkulu hâlimde bile, şuuraltım ortadaki gerçeğin mânâsını kaybetmemişti. Şimdi açık

ve çabuk düşünebiliyordum... İpnotik tesir, aklî melekemi felce uğratmaktan vazgeçmişti her halde... Şimdi cinayetin izlerini yoketme çarelerini araştırtıyordu bana...

Evet, acele olarak yapmam gereken bir husus vardı: Bir an önce kanlı bıçaktan kurtulmak! Bu kâbuslu anlarda bile, gayet kolaylıkla ve belirli bir şekilde hareket edebilirdim.

Ocaktaki tuğlaların arasında bulunan gizli yer aklıma geldi. İki odayı birbrine bağlayan kapıyı kapayıp kapamadığıma dâir en ufak bir şey hatırlamıyorum... El ve ayak yordamıyla şöminenin bulunduğu yere doğru ilerledim... Cinayet âleti bıçak, hâlâ sağ elimdeydi. İş, bir iki dakika içinde olup bitti... Sol elimle tuğlayı buldum. Diğer elimin yardımıyla da bıçağı deliğe bırakıverdim. Düştüğü yerden gelen sesi duydum...

Bir dakika sonra yataktaydım. Yorganın altma girmeden önce, terliklerimi nereye koyduğumu iyi hatırlıyorum... Yastığın tatlı serinliğini yanağımda yeniden hissettim.

Huzursuzluk gelmekte gecikmedi. Yapmış olduğum işi, bütün dehşetiyle düşünmeye başladım hemen... Daha on dakika önce, şimdiki gibi yatıyordum... Suçsuz bir insandım. Ama şimdi? Yatağımdan kalktıktan sonra, bu kısa süre içinde yaptığım şey neydi? Ben neydim? Ne olmuştum?

Bir katildim! Evet, başkasının hayatını kahpece yokediveren, merhametsizce öldüren âdi bir katil! Bundan böyle yalnız düşmanları tarafından değil, dostları tarafından da horlanacak bir adamdım ben! Korku ve vicdan azâbı içinde kıvranacak zavallı bir yaratık! Gün olacak, yaptığım kötülük anlaşılacaktı ve ben mahkemeye çıkacaktım! Sonra? Aman Allahım! Ne korkunç bir manzaraydı bu! Yalnız karar günlerinde giyilen siyah bone başında, Reis jürinin kararını okuyacaktı! Sonra salona çöken iç karartıcı sessizlik! Daha sonra da beni bekleyen cellât ve elektrik sandalyesi! Bunları düşünürken, elektrotların temasını etimde hissediyor-dum!

Derin derin iç çekerek, ellerimi yüzüme götürdüm. Ama birden tüylerim ürperdi... Ellerim! Aman Allahım, ellerim! O gudubet, öldürücü ellerim kan içindeydi! Harrison Kirke'ün kanıyla kırmızılaşmıştı! Hafif ışık altında olduğu gibi görebüiyordum bunu!

Büyük bir gayretle yatağımda doğruldum. Kurbanımın kanını görmemek için, ellerimi sakladım. İçimden kopup gelen bir ses, «Katil! Katil!» diye bağırdı. Fakat kurumuş olan gırtlağımdan hiçbir ses çıkmamıştı...

Page 23: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

23

Nefes alamaz bir hâle gelmiştim... O sırada yere düşen bir şeyin husule getirdiği gürültü, şuurumun sisleri arasında kulağıma çarptı... Hemen uyandım...

Uyandım diyorum... Uyandım ama, odamn karanlığıyla karşılaştım. Rüzgâr, dışarda fırtına hâlinde esiyordu. Yatağımda oturmaktaydım... Eşyaları seçebiliyordum mamafih... Hepsi yerli yerindeydi.

Hakkım olmadığı halde, komşu odaya girmiş miydim gerçekten de? Sonra bıçak, bıçak ne olmuştu? Ben gerçekten de böyle bir cinayet işlemiş miydim? Bir rüya, saçma bir kâbus olabilirdi gördüğüm şeyler!

Uyandığım zaman sabah olmuştu. Ama yağmur pencereleri dövmekte hâlâ devam ediyordu.

Geceleyin gördüğüm korkunç rüyayı, bir daha hatırlamaya çalıştım. Birkaç dakika böylece geçti. Ama ara kapıyı görebildiğimden, her şey hafızamda yeniaeıı canlandı. Bu on dakikalık rüyanın detayları, tüylerimin ürpermesine yetti...

Bereket versin, gün ışığı tasalarımı dağıtmaya yaradı! Zihnime musallat olan bu kâbusu kafamdan silkip atmaya karar verdim. Kulağıma zemin kattan doğru bazı konuşmalar geliyordu. Kahvaltı saati gelip çatmıştı her halde... Kalktım, yatarken sandalyenin üzerine koyduğum terliklerimi aradım.

Terlikler orada yoktu! Onları karyolanın altında bulunca, hayretler içinde kaldım... Nasıl oluyordu da yatağa girmeden ve ışığı söndürmeden önce sandalyenin üzerine

koyduğum terlikler, yer değiştiriyordu? Yoksa geceleyin odama biri mi girmişti? O anda kararsızlığım, şüphelerim, tarifi imkânsız bir endşeyle yer değiştirdi... Görünüşe

göre, ara kapıya kimse ¿okunmamıştı. Nefesimi keserek etrafı dinlemeye koyuldum. Hiçbir ses duyulmuyordu. Kirke muhakkak aşağı inmişti... Yahut da hâlâ uyuyordu...

Zihnim allakbullak oldu... Adamın aşağıda olup olmadığını anlamak için, aceleyle giyindim. O kadar heyecanlıydım ki, ayakkabılarımın bağlarını bağlarken, ellerim titriyordu.

Aman Allahım! O da nesi? Birden irkiliverdim. Zira sol elimin siyah lekeler içinde olduğunu farketmiştim! Lekeler, elime ayakkabılardan bulaşmış olamazdı. Çünkü pabuçlarım tam iki gündür boya yüzü görmemişti. O halde bu siyah lekeler elime nereden bulaşmıştı?

Ellerim şöminede kirlenmiş olamaz mıydı? Nefesimi zor tuttum. Ellerimin titremesi, daha da arttı. Kapıya doğru yürümeye başladım. Ama tereddüt

içindeydim. Bir hap, sinirlerimi yatıştırabilirdi... Ama bu defa üçüncü bir sürpriz beni beklemekteydi: Hap kutusu ortada yoktu!

Kaybolmuştu! Karyolanın altına, masaların üzerine, kısacası her yere baktım. Kutu yoktu! Rahat bir nefes aldım birden... Kutunun kaybolması, gece vakti odama birinin geldiğini

ispat ediyordu. Fakat bu adam benim haplarımı ne yapabilirdi? Sual, zihnimi kurcalamaya başladı. Ama gerçek ortadaydı: Her hangi bir kimse, hapları almıştı... Ayakkabılarımın yerini değiştiren de acaba aynı kimse miydi?

Ya parmaklarımdaki siyah lekelere ne demeliydi? îçirnde çılgınca bir meraktır doğuverdi: Kirke' ün odasına girip, onun orada olup

olmadığını anlamak istedim... Sonra ocaktaki gizli deliğe bakıp, bulunmasından korktuğum şeyin de orada bulunup bulunmadığını tesbit etmek geçti aklımdan... Fakat bir türlü cesaret edemiyordum... Endişelerimin doğru çıkmasından korkuyordum!

Acele ellerimi yıkadım ve aşağı indim. Copeland'lar ve misafirleri, kahvaltı için bizi bekliyorlardı. Hepsi sakin ve güleryüzlüydü.

Üzerlerinde anormal bir hal yoktu. Masadaki yerlerimizi aldık. Masanın uç tarafında bulunan Harrison Kirke'ün yerine

müphem bir endişeyle baktım. Yer boştu!

Page 24: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

24

Henry Copeland, oğluna baktı. — «Arthur!» dedi. «Bay Kirke'e haber vermiş miydin?» —«Evet baba! Kapısına iki defa vurdum... İki defa da seslendim!» Bayan Copeland, «Garip şey!» diye mırıldandı. «Ne yapalım, biraz daha bekleriz!» Bay Copeland, «Biz başlayalım!» dedi. «O da neredeyse iner!» Fakat Kirke inmedi! Beş dakika, on dakika geçti, adamdan ses yok... Kahvaltımızı

bitirmek üzereydik. Geçen her dakika, endişelerimi arttırmaktaydı. Ellerimin titremesi görülecek diye korkuyordum. Yüzüm, sapsarıydı belki de...

Aradan bir çeyrek saat geçince, Bay Copeland, «Arthur,» diye birden konuştu, «Bay Kirke uykuda olmasın hâlâ?»

—«Olabilir, baba! Şayet benim kapı vuruşumu duymadıysa, bu zat bir uyku tulumu demektir!»

Bayan Copeland, «Bu işden hiçbir şey anlayamıyorum!» diye endişesini yeniden belirtti. Endicott, «Ben de öyle!» dedi . Gülümsemeye çalıştım. Durumumun anormallini kimse anlamamaîıydı. Herkesi birer

birer gözden geçirdim. Grace Copeland, bu işe hayret etmemişe benziyordu. Kirke'ün masada bulunmayışına da

memnun olmuş gibiydi. Fred Aldridge, tam bir kayıtsızlık içindeydi. Lâkin Ellen öyle değildi. Bir şeyler düşünüyor olmalıydı. Lucy Aldridge ise, Bob Manning'le çene yarıştırıyordu. Sadece Osgood, şaşkınlık içindeydi.

Kirke'ün adı söylenirken, Osgood'un yüzünde garip bir ifâde peydah oluyordu. Sanki bir şey beklemekteydi.

Masanın diğer ucunda oturan Bayan Copelandla Endicott'un hayretleri, gayet bârizdi. Bay Copeland'ın da onlarm üzüntüsüne katıldığı belliydi. Adam fazla sabredemedi.

—«Arthur, oğlum!» dedi. «Bir gidip bakıver... Sor bakalım, niçin inmiyormuş aşağı!» Genç adam ayağa kalktı ve merdiveni koşarak çıktı.

Aradan geçen o birkaç dakikayı hiçbir zaman unutamayacağım. Kimse bir şey söylemiyor, kimse ağzmı açmıyordu... Arthur'ün ayak seslerini koridorda duyduk. Sonra da Kirke'ün kapısına hızla vurulduğunu işittik. Daha sonra da kulağımıza kapının açılış sesi geldi... Arthur, odada yürüyordu.

Kalbim heyecanla atmaya başlamıştı. Birden genç adamın, «Aman Allahım!» diyen sesini duyduk. Arthur, basamakları üçer üçer indi. Yemek salonuna girerken, sanki bir tek kişiymişiz gibi

ona baktık. Genç adamın yüzünde ölü sarılığı vardı. Banker, «Arthur, oğlum, Arthur!» diye haykırdı. «Ne oluyor? Nedir bu hâlin?» Arthur, bir sandalyeye âdeta yığıldı. Sonra da: — «Harrison Kirke ölmüş!» dedi. «Yatağında bıçaklamışlar onu!» Demek her şey doğruydu! Dehşet içinde doğruldum. Elim, ayağım kesilmişti.

Titriyordum. Demek müthiş kâbus, bir gerçekti! Tahakkuk etmişti! Terliklerimin yer değiştirmesi, parmaklarımın is içinde bulunması, bu sebeptendi! Katil bendim! Harrison Kirke'ün odasına girmiş, onu öldürmüştüm!

Hemen Endicott'un ileri sürdüğü fikirleri hatırladım. Hani ipnotik bir telkin bir süjeyi cinayete itemezdi... Hani sınır diye bir şey vardı! Boş şeylerdi demek bunların hepsi de! İşte ben meydandaydım... Bu smırı aşmıştım!

Norton Osgood'a bakmak için, yavaşça döndüm. Ondan başka herkes, korku ve heyecan içinde bulunuyordu. Yalnız o sâkin gibi görünüyordu. Olacağa boyun eğmiş gibiydi...

Boğulan bir adamın geçirdiği ümitsizlik neyse, ben de aynı durumdaydım... Birden bıçağı hatırladım. Evet, bıçağı nerden bulmuş olabilirdim? Değil böyle bir şey, başka bir silâh da taşımazdım üzerimde... Yatağa girdiğim sırada da, odada böyle bir şey yoktu. Acaba bir rüya mı

Page 25: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

25

görmüştüm veya böyle bir rüyanın getirdiği müthiş bir kâbusun esiri mi olmuştum? Ama rüyamda böyle bir bıçak aramaya çıktığımı hatırlamıyordum. ..

Durumum bir kör düğümdü... Bıçağı nereden ele geçirmiştim? Yahut bıçak, elime nereden geçmişti?

Birden omuzumda. bir el hissettim. Baktım. Bu, Bob Manning'ti. Yavaşça: — «Otur Allahaşkma şuraya, George!» dedi. «Ne oluyorsun, limon gibi sarardın!

Neredeyse herkes farkına varacak bunun!» Arkadaşımın yanma, lake sandalyeye iliştim. Salonda bulunanların, hayret ve şaşkınlık

ifâde eden seslerini işitiyordum. Sonra başımı çevirdim. Bay Copeland'la avukat yukarı kata çıkıyorlardı.

Bütün bunlar bana, sanki başka bir dünyanın işi gibi görünüyordu. Duyuyor, görüyordum ama, dehşete kapılmış olan beynim, bütün bunlardan bir mânâ çıkaramıyordu. O sırada, Ellen Aldridge bana bakmaktaydı. Normal halime dönmeye çalıştım. Ama aklım, fikrim başka yerlerdeydi.

Şüphelerim, endişelerim, yerlerini şimdi belirli bir korkuya terketmişlerdi. Bu hal ise, etrafımda, olup bitenleri tam mânâsiyle anlamama mâni oluyordu. Tek bir fikir vardı kafamda:

Acaba bîr katil miydim ben?

4

Harrison Kirke'ün öldürülmesi, etrafta büyük bir üzüntü ve heyecan yarattı. Copeland ve Endicott, arkalarında Bayan Copeland'la kızı olduğu halde yukarı çıktılar. Arthur kötü manzarayı onlara göstermemek için, önlerine geçti. Beş dakika sonra, bütün ev telâş içindeydi. Biraz sonra da evin hizmetkârları meseleyi öğrendiler. Ben bu telâşa kendimi pek kaptırmadım. Bey nim o sırada başka şeyler düşünmekle meşguldü. Kirke'ün tarafımdan bıçaklandığını kabul ediyordum ama, mânevi bakımdan kendimi bu cinayetin fâili olarak görmüyordum. Beni yatağımdan kaldırıp bu işi yaptırmaya zorlayan Osgood'un kudretiydiEh, böyle olunca da mesuliyeti onun yüklenmesi gerekiyordu.

Lâkin Norton Osgood'un mesuliyetini ispat etmek, kolay bir iş değüdi. Bir jüri, ancak elle tutulur, gözle görülür vak'alar üzerinde karar verirdi. İpnotizma faraziyeleri üzerinde pek durmazdı. Şayet bu işin içinden sıyrılmayı düşünüyorsam, yapabileceğim hareket, gerçek katile karşı bir delil bulmaktı...

En iyisi, sesimi çıkarmamalıydım. Polis katili varsın kendisi arasındı... Böyle düşündüm ve bu işde oynadığım rolü kimselere söylememeye karar verdim. Tek kurtuluş yolu da buydu zaten. Arkamda beni suçlayacak bir iz bırakmamışsam, her türlü şüpheden uzak olacaktım demekki...

Henry Copeland'la Endicott, cinayet odasında birkaç dakika kaldılar. Sonra merdivenin başında bankerin sesi duyuldu.

—«Arthur! Çabuk polise telefon et!» Fakat genç adam meydanda yoktu. Bir an sessiz sessiz birbirimize baktık. Sonra Fred

Aldridge ayağa kalktı. —«Ben telefon ederim!» dedi. Fakat o kadar şaşkındı ki, telefon numarasını bulamadı. Rehbere bakarken, elleri

titriyordu. Sayfaları ne yaptığını bilmeden çeviriyor ha çeviriyordu. Biz de aynı şaşkınlık içindeydik. Nihayet Fred numarayı aramandan vazgeçti.

Bezgin bir halde, «Bu Allahın belâsı numarayı nerede bulacağımı bilemiyorum!» dedi.

Page 26: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

26

Ellen Aldridge ona yardım etmek üzere ayağa kalktı. Fakat Bob Manning onu önledi. Fred'e:

—«Ben ararım...» dedi. «Oturun siz!» Manning çabuk buldu numarayı. Sonra, birkaç kelimeyle banker Bay Copeland'm evinde, Harrison Kir ke adında birinin geceleyin öldürülmüş olduğunu karakoldaki nöbetçi memura söyledi.

Reseptörü yerine koyarken, «Bir dedektifle bir iki memur, birazdan burada olacaklar!» dedi.

Yarım saate kalmadı. Polis memurları göründüler. Copeland ve Endicott, cinayet odasında hiçbir şeye el sürmemişlerdi. Polis, sorgu hâkimi gelinceye kadar da kimsenin bir şeye el sürmemesini rica etti.

Aradan bir saat filân geçmişti ki, sorgu hâkimi Andrews da göründü. Yanında, bâzı cinayet vak'alarmdaki başarısı ile ün yapmış dedektif Gray vardı. Bu, ufak tefek, enerjik bakışlı, kuru bir adamdı.

İlk işi, gerek kendisinin, gerekse adamlarının araştırmaları bitmeden, birinci kata kimsenin çıkmamasını Bay Copeland'a tenbih etmek oldu.

Banker, «Hiç merak etmeyin, Bay Gray!» dedi. «Her şey arzu ettiğiniz gibi olacaktır! Bu korkunç mesele aydmlanmcaya kadar, evimde kendi evinizdeymişsiniz gibi hareket edebilirsiniz!»

Dedektif ona teşekkür edip birinci kata çıktı. Öğleye doğru da aşağı indi. Biz iç sıkıntısı ve korku içinde bekliyorduk. Saatler geçmek bilmemişti.

Düşünüyordum: Geçirdiğim kâbus ânında, arkamda beni ele verebilecek bir iz bırakmış mıydım acaba? Sonra bir de şu vardı: Polisin araştırıcı gözleri altında, kendimi ele verebilecek bir şey yapmış mıydım?

Harry Gray, salona girip, araştırmalarının şimdilik bittiğini söyledi. Bayan Copeland, «Yâni,» dedi, «birinci kata çıkmakta serbest olduğumuzu mu

bildiriyorsunuz?» —«Evet, Hanımefendi! Yalnız Bay Kirke'ün odasıyla, onun hemen yanındaki odaya

şimdilik kimse giremez!» Copeland, hayretini gizlemedi: —«Her halde Bay Clayton'un odasını kastediyorsunuz...» diye soràu.

—«Bu odayı kimin işgal ettiğini bilmiyorum... Ama orayı arada sırada büro olarak kullanmak zorun dayım... Çalışmalarımda, öldürülen kimsenin odasının "bitişiğinde olmam işime yarayacaktır!»

Bir an durdu. Sonra, «Size söyleyeceklerim, pek hoşunuza gitmeyecektir, Bay Copeland!» diye devam etti. «Hepimizin bildiği gibi, Bay Harrison Kirke dün gece uyku halindeyken sol tarafından hançerlenmiş tir! Koridora açılan kapı kapalı olduğu gibi, pencereler de sımsıkı örtülüydü... Şunu tesbit etmiş bulunuyoruz: Evin içine başka hiçbir yerden girilemez!»

Yine durdu. Sözlerinin mânâsını kendisi de iyice anlamak istiyor gibiydi. Sonra yavaş yavaş konuştu:

—«Çıkardığımız netice, Kirke'ü öldüren kimsenin, bu evde bulunanlardan biri olduğudur!»

Bu sözler karşısında, hiç kimse hayret eseri göstermedi. Böyle bir konuşmayı zâten bekliyorduk. Yalnız herkes korkulu nazarlarla biribirine bakıyordu.

—«Pek tabiî sözlerim, içinizden birini suçlamak için söylenmemiştir! Evde hizmetkârlar da olacak galiba?»

Henry Copeland, «Onların hiçbirinden şüphelenmem!» dedi. «Hepsi yıllardır burada çalışıyor... Fazla olarak da, bu cinayeti işlemekte hiçbirinin çıkarı yok!»

Page 27: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

27

—«Pekâlâ! Onları bırakabiliriz... Durumun ehemmiyetini takdir ediyorsunuz muhakkak... Bu şu demektir ki, kimseden şüphe edilmemekle beraber, Kirke'ün katilinin ev sâkinlerinden, yahut, misafirlerinden biri olduğu aşikâr!»

Hiç kimse bir şey söylemedi. Ortaya atılan gerçek, dehşet vericiydi. Dedektif, «Öyle sanıyorum ki, Bay Copeland,» dedi, «bu acı vak'a karşısında elinizden

gelen yardımı esirgemezsiniz benden?» Copeland, hiç tereddüt etmeden konuştu: —«Oh, tabiî, tabiî...» dedi. «Her zaman için size yardım edebilirim!» Sonra salondakilere döndü.

—«Hepinizin de aynı şekilde düşündüğünden eminim!» diye ekledi. «Meseleyi bu şekilde mütalâa et menin zor olduğunu kabul ediyorum... Zira Harrison Kirke'ün böyle bir âkibete ne derece hak kazandığını hepimiz biliyoruz...»

Hemen hemen herkes bu sözleri tasvip edici hareketler yaptı. Henry Copeland, «Ama şimdi Bay Kirke'ün karakterini burada sayıp dökmenin ne yeri, ne

de zamanı!» diye devam etti. «Uğradığı âkibeti hak etmiş bulunması, kendisinin içimizden biri tarafından öldürülmüş olduğunu unutturamaz bize! Sonra bir de şu husus var: Katil her kimse, kendisine bir hâkim süsü veremez. Veremeyince de başını alıp gidemez! Kimse ne mahkemedir, ne de hâkim... Bize düşen iş, cinâyeti işleyen kimseyi bulmaktır!»

Dedektif, bankerin sözlerini başıylatasdik etti. —«Söyledikleriniz tamamiyle doğrudur.» dedi. «Şimdi söyliyeceğim sözler, burada

bulunan herkese karşıdır... Bu sözlerim, her kimse, cinâyet işleyeni hedef tutmaktadır: Suçunuzu şimdiden itiraf ederseniz, cezanız, ileride yakayı ele verdiğiniz zamankinden daha hafif olacaktır! Yakayı da ele vereceksiniz! Evet, foyanız muhakkak meydana çıkacaktır... Unutmayın bunu!»

Bu konuşmayı uzun bir sessizlik takip etti. Ne garip şeydi, Yârabbi! Olacak iş miydi? Kendisinin gerçekten bir katil olduğunu bilmeyen bir adam, nasıl olur da böyle bir itirafta bulunabilirdi? Doğrusu ya, çok kritik bir durumdu bu! Kimseye hissettirmeden Osgood'a baktım. İpnotizmacı, sessiz sessiz oturuyordu. Sanki yüzü teessür içindeydi...

Biraz sonra dedektif, «Evet,» diye konuşmasına devam etti, «içinde bulunduğumuz durum bu merkezde! Araştırmalarımızı genişletip, suçluyu meydana çıkarmak işi düşüyor artık bize!» Hepimizin yüzüne bir göz attıktan sonra da, Gray:

—«Bay Copeland!» dedi. «Burada bulunanları bana ayrı ayrı takdim eder misiniz, lütfen! Adlarını bilmek istiyorum! »

Banker, «Hay, hay!» dedikten sonra, kendisine yakın olanlara döndü: —«Bakın Bay Gray,» dedi, «bu hanım kârımdır benim! Bu delikanlı da oğlum!» —«Bir dakika, efendim! Yanılmıyorsam, bütün misafirler kızınızın düğünü için

toplanmıştı burada?» —«Evet! îşte kızım... Annesinin yanında oturuyor!» —«Peki, onunla evlenecek olan genç hangisidir?» Fred Aldridge ayağa kalktı. —«Damat benim, efendim!» dedi. «Adım da Fred Aldridge'dir! Detroit'te otururum...» Fred, soğukkanlılığına yeniden kavuşmuştu. Dedektifin sualine, gayet sakin ve ciddî bir

şekilde cevap vermişti. Sonra da: —«Gördüğünüz şu iki hanım, kızkardeşlerimdir...» diye ekledi. «Mis Ellen ve Mis Lucy

Aldridge!» Gray, Endicott'a doğru döndü. —«Sizinle bir yerlerde karşılaşmıştık galiba Beyefendi?» dedi. «Avukat David Endicott

değil misiniz siz?» —«Ta kendisiyim!»

Page 28: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

28

—«Şömineye yakın oturan şu iki zat hâriç, hepinizi aşağı yukarı tanımış bulunuyorum... Onların adlarım da öğrenebilir miyim?»

Henry Copeland, «Elbette.» diye cevap verdi. «Kapı tarafında oturan, Doktor Bob Manning'tir... NewYork'ludur kendisi...»

Manning, yavaşça bana baktı ve dedektife doğrudan doğruya hitap etti: —«Tanıtayım, efendim!» dedi. «Çok sevgili dostum George Clayton! O da

NewYork'ludur!» —«Hepinize ayrı ayrı teşekkür ederim! Araştırmalar sonumda içinizden birini tevkif

edeceğim âna kadar, yardımmıza başvurabilirim! Bir çok defa olduğu gibi, bu yardımı sizden şimdi de isteyebilirim... Ricam şu: Sizlerden böyle bir şeyi talep ederken, bana hak verip vermediğinizi soruyorum! Nedir fikriniz?»

Arthur Copeland, «Rica ederim, Bay Gray,» dedi, «size yardım etmek başlıca görevimizdir! Yardımımızı elbette esirgemeyeceğiz!»

Bob Manning, «Évet, evet, tabiî!» diyerek Arthur'ü destekledi. —«Şu halde, isteğime kimse itiraz etmiyor, öyle mi?» Gray, bir an bekledi. Kimse bir şey söylemiyordu. Norton Osgood, «Hayır!» dedi. «İtiraz etmek için hiçbir sebep yok ortada!» Dedektif, ona doğru döndü. Hayretle: —«Ha, sizi unuttuk galiba Beyefendi!» dedi. «Tanışmadık sizinle.» Osgood, gülümseyerek cevap verdi: —«Zarar yok, efendim!» dedi. «Norton Osgood'tur adım... Detroit'te oturuyorum!» —«Siz de Detroit'lisiniz demek? Muhakkak... Şey... Şu Beyefendinin refakatinde geldiniz

siz de galiba?» —«Evet, Bay Fred Aldridge'le birlikte geldim!» —«Teşekkür ederim. Şimdi gelelim size soracaklarıma: Dün gece olanlar için ilk defa sizi

sorguya çekmek istiyorum!» Gray, tekrar yüzümüze baktı. Sanki dşüncelerimizi okumak istiyordu. Sonra dedektif, yavaş yavaş konuştu: —«Bay Kirke'ün odası, diğer odalara yakındır... Siz de kabul edersiniz... Bu şartlar altında

en ufak bir gürültü çıkarılmadan bir adamın öldürülmesi, katilin yaman bir zekâya ve görülmemiş bir maharete sahip olduğunu gösteriyor... Acaba içinizden biri, geceleyin, gayet hafif de olsa, anormal bir gürültü, yahut buna benzeyen bir ses duydu mu?»

Derin bir sessizlik... Henry Copland, «Evet,» dedi, «böyle bir şey duyduğumu hatırlıyorum!» Oğlu, «Ben de duydum!» diye konuştu. Bay Copeland, «Önce aldırış etmedim buna...» dedi. «Bununla beraber, beni uykumdan

uyandıran uzun bir feryat duyduğumu iyi hatırlıyorum... Nasıl diyeyim bilmem ki, bir erkek sesiydi bu... Sanki bir kimse, bir kâbustan kurtulmaya çalışıyordu...»

Arthur Copeland da, «Bendeki intiba da aynı!» dedi.

Bayan Copeland, Ellen Aldridge, Bay Endicott ve diğerleri de haykırmaya benzer bir ses duyduklarını söylediler. Anlattıklarına göre, sesi sabaha karşı, kâbus geçiren bir insanın feryadına benzettiklerini tekrar tekrar beyan ettiler. Sanki bir adam çok korkunç bir kâbustan uyanmıştı... , Söylenenler, benim için bir esrar değildi. Çünkü gırtlağımdan çıkan korkunç sesi, olduğu gibi hatırlıyordum. Hemen kafamı çalıştırdım. Dün gece başımdan geçenleri söylememeye karar verdim. Ama bu ulumaya benzeyen haykırışın nereden geldiğinin tâyin edileceğini düşündüm. En iyisi bunu itiraf etmekti. Yavaşça:

—«Bu ses benim ağzımdan çıkmıştı!» dedim. «Bir kâbus geçirmiştim de... Bu öyle bir kâbustu ki, aklıma geldikçe ürperiyorum hâlâ!»

Page 29: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

29

Dedektif, «Ya!..» diye hayret etti. «Siz Bay Clayton'dunuz galiba? Odanız, Bay Kirke'ün odasına bitişik, değil mi?»

Birden ürperdim. Ama bu hal işime geldi. —«Bay Clayton, böyle bir ses çıkarabilmeniz için, çok korkunç bir rüya görmüş olmanız

lâzım!» —«Evet, öyleydi... Gerçekten bir kâbus geçirmiştim! Sadece bağırmak istediğimi iyi

hatırlıyorum. Ama şimdi öğreniyorum ki, tam bir ulumaymış bu!» Bob Manning, «Ben senin sesini duydum, George!» dedi. «Biliyorsun, odam koridorun

öbür ucundadır... Sesini tanır gibi olmuştum... Eğer tekrar duysaydım, ne oluyor diye bakacaktım...»

Endicott da konuştu: —«Ben de aynı şeyi düşünüyordum...» dedi.

«Bay Clayton'un sesini pek tanıyamadım ama, birinin kâbus geçirmekte olduğunu anladım... Kalkmak üzereydim ki, koridorda başka birinin ayak seslerini duydum... Kendi kendime, (her halde biri kâbus geçiren zatın yardımına koşuyor...) dedim...»

Gray, birden bana döndü. —«Odanıza kimse geldi mi, Bay Clayton?» —«Hayır!» —«Ama Bay Endicott bir ayak sesi duyduğunu söylüyor...» Avukat, onun sözünü kesti. —«Oh,» dedi, «pek emin değilim bundan... Bu haykırma hâdisesinden sonra, koridorda

ses çıkarmamaya dikkat eden bir kimsenin ayak seslerini duyar gibi olmuştum, hepsi bu kadar...»

—«Güzel... Bu ayak seslerini işiten başka kimse var mı içinizde?» Arthur Copeland, «Hayır, ben duymadım!» dedi. Bob Manning ise, «Ben sadece feryâdı duydum!» diyekonuştu. —«Ya siz, Bay Copeland?» Karı koca, bir şey duymadıklarım işaretle belirttiler. Gray, «Çok garip!» diye mırıldandı. «Bay Endicott, sakın bir kuruntuya kapılmış

olmayasmız? Emin misiniz bundan?» —«Vallahi ne diyeyim bilmem ki... Kat'i bir şey söyleyemem!» Henry Copeland, lâfa karıştı. —«Bay Gray!» dedi. «Bu ses Bay Clayton'un değil de, Bay Kirke'ün ağzından çıkmış

olamaz mı? Ayak sesleri de katilindir belki!» Dedektif, «Rica ederim, Bay Copeland,» dedi, «fikrmi karıştırmayın!» Bob Manning, «Bu faraziye akla yakın bir şey değil...» diye atıldı. «Gayet emin olarak

söylüyorum, ses Clayton'un sesiydi... Onu uzun yıllardır tanırım. Bu noktada aldanmama imkân yok!»

Ellen Aldridge, onun sözlerini tasdik etti. —«Ben de öyle derim... Bay Clayton'un sesini tanımıştım hemen!» —«Bağırdığını bizzat kendisi de hatırladığına göre, ses Bay Claytona ait değildir diye bir

iddiada bulunmayacağım... Memurlarım birinci kattaki araştırmalarını daha da genişletip bir şeyler elde etmedikçe, bu konuyu şimdilik bir kenara bırakacağız! Bununla beraber, bir sual daha sormak istiyorum sizlere: Cinayeti kim meydana çıkardı?»

Arthur Copeland, «Ben!» diye cevap verdi. «Bay Kirke'ü kahvaltıya bekliyorduk. Geç kaldığını görünce, ne olduğunu anlamak için yukarı çıktım...»

—«Pekala! Polisin buraya gelmesinden önce, cesedi kim gördü başka?» Henry Copeland, bu suali şöyle cevaplandırdı:

Page 30: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

30

—«Arthur cinayeti haber verince, ben Bay Endicott'la beraber yukarı çıktım... Odada hiçbir silâh görmediğimizden emin bulunmaktayız. Bay Kirke, yan tarafına yatmıştı... Bıçak kalbine saplanmış olacaktı...»

—«Evet, aynen böyle olmuş. Bu durum karşısında, cinayetten sonra katilin evi terketmesi, yahut elindeki bıçağı pencereden atması, veya onu evin içinde bir yere saklaması gerekiyor...»

—«Ben de öyle düşünüyorum. Akla yakın en elverişli hareket de budur bence!» —«Fikrinizi paylaşırım, Bay Copeland! Bu âna kadar görmediğimiz diğer odaların

hepsinde araştırma yapacağız. Şunu da unutmamalı: Câni bıçağı odasında saklayacak kadar aptal değildir! Şimdilik bu kadar, Bay Copeland! Elinize bir şey geçirirseniz, haber verin bize, lütfen!»

Sonra Gray, adamlarına yeni emirler vermek üzere dışarı çıktı. Salonda bulunanlardan bir çoğu, bücür dedektifi takdir edici sözler söylediler.

Grace Copeland, «Neme lâzım, çok yaman bir adam bu!» dedi. Fred Aldridge de, «Sâhiden de öyle!» diyerek nişanlısının fikrini paylaştı. «İşi sürüncemede bırakmıyor... Ufak tefek bilgiler edindi bile!»

Fakat bu sözlere Henry Copeland omuz silkti. —«Bu adamın başarıya ulaşacağını hiç sanmam!» dedi. «Gerçi metodlu çalışıyor, bunu

kabul edelim, ama böylesine güç bir muammayı çözmek için, insanın başka kabiliyetlere sahip olması lâzım!»

Arthur, «Baba,» diye atıldı, «sizi böyle düşündüren sebep ne acaba?» —«Ne olacak, sâdece bir görüş meselesi! Haklı olduğumu da göreceksiniz zamanı

gelince... Zira cinâyeti işleyen kimse, aşırı derecede zekî! İşin içinden sıyrılmasını bilecektir. Lâf değil, kellesi bahis konusu... Bu katil içimizden biri de olsa, onun yakalanmasını temin etmeliyiz... İçimizden birinin katil olduğunu düşünmek, bizde ne rahat, ne de huzur bırakır! Tekrar ediyorum: Bu Gray'in başarıya ulaşacağına ihtimal veremiyorum!»

Grace Copeland, «Peki ama baba,» dedi, «ondan daha becerikliyi nereden bulacağız? Karakol onu göndermiş.»

—«Neyse, neyse... Ehemmiyeti yok. Bırakalım Gray bu meseleyle şimdilik meşgul olsun!»

Avukat, «Bakın ne diyeceğim sizlere...» diye konuştu. «Bu adama biz de faydalı olabiliriz. İçimizde amatör dedektifliğe merakı olan bir kimse yok mu?»

Copeland, «Bu iyi bir fikir işte!» dedi. «Ne der' siniz, Bay Osgood? Tam da size göre bir iş bu... Bu sahada hârikalar yaratabilirsiniz vallahi!»

—«Evet. Bir tarihte bu işle de meşgul olmuştum... Yalan değil Detroit'te ipnotik kudretimi polisin hizmetine sunmuştum. Ama içinde bulunduğumuz esrarengiz işde bir fayda sağlayabileceğimi sanmam!»

Avukat, «Niye? Pekâlâ da sağlayabilirsiniz!» dedi. «Haydi, bir deneyin bakalım!» Bob Manning'e döndüm. —«Hatırlıyor musun, Bob,» dedim, «birkaç yıl önce sen de ilgilenmiştin bu konuyla! Bir

şeyler de becermiştin... Yeniden niçin denemeyesin?» Manning gülmeye başladı. Endicott, «Sahi, sayın doktor,» dedi, «madem ki böyle bir meziyet var sizde, neden

yardımcı olmayasınız? Deneyin bir defa canım!» — «Vallahi ne diyeyim bilmem ki... Bir şeyler yapmak isterdim... İsterdim ama, beni

gülünç bulmanızdan korkarım! Zira bu çapta bir vak'aya şimdiye kadar el atmadım...» Manning'in bu meziyetini isteye isteye ortaya atmıştım. Norton Osgood, Gray'e yardımcı

olacağını söyleyince, bayağı bayağı indeşlenmiştim. Çünkü adam, ne yapıp yapıp benim suçlu olduğuma, yine beni inandırabilirdi. Ama arkadaşımın gayretleri, ipnotizmacmmki gibi olmazdı.

Page 31: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

31

Bu, çok garip, çok da kritik bir meseleydi. Olup bitenleri tam mânasiyle bilmeyen Gray, gözü kapalı çalışıyordu. Lâkin bana cinayet telkini yapan Osgood, beni elektrik sandalyesine götürebilirdi. İşte bu korkunç âkibetten beni Bob Manning'in ustalığı kurtarabilirdi belki...

Bununla beraber, bu cinayeti işlediğime hâlâ emin değildim. Zihnimde birkaç sual dolaşıyordu. Osgood'la savaşmaya hazırlanmadan önce, bu sualleri cevaplandırmam gerekmekteydi.

Kirke'ü gerçekten de öldürmüş müydüm? Yoksa öyle mi sanıyordum? Rüya mı görmüştüm? Acaba Norton Osgood, bana yaptığı telkin yüzünden cinayeti benim işlediğime inanıyor muydu? Son sual de şuydu: Kirke'ü hançerleyen ben değilsem, bu, kim olabilirdi?

5

O gün, Bob Manning'le ancak bir saat sonra başbaşa kalabildim. Salonda bulunuyorduk. Bay Copeland, dedektifle birlikte yukarı kata çıkmıştı. Hemen dönecekler diye korkuyordum.

Yavaşça, «Bob!» diyebildim. «Bob! Bir itirafta bulunmak istiyorum sana! Mühim ve ağır bir şey için!»

Manning, hayret içinde döndü. —«Nasıl?» dedi. «Ehemmiyetli ve ağır bir şey mi?»

—«Evet, Bob, evet! Ama burada söyleyemem bunu sana! Yalnız olacağımızı bildiğimiz bir yer bulmak lâzım!»

Bob, düşüncelerimi okuyormuş gibi bir an bana baktı, Sonra ayağa kalkarak: —«Gel öyleyse, George!» dedi. «Başka bir odaya gidelim! Haydi, gel!» Hole çıktık. Kırmızı perdeli küçük salonun önünde Bob durdu. —«Burası uygun bir yer olsa gerek!» dedi. «Sen ne dersin?» Tereddüt ediyordum. Aklıma bir gece önceki tecrübe geliyordu. Ama düşüncelerimi Bob'a

anlatmaya kararlıydım. —«Pekâlâ!» dedim. «Girelim!.» Salona girerken, ilk defa olarak kırmızı perdeleri yakından tetkik ettim. Kumaş sık

dokumalıydı ve oldukça da ağırdı. Öyle rüzgârla filân kımıldayacak cinsten değildi. Söyleyeceklerimin, yalnız Bob tarafından duyulmasını istediğimden, kapıyı kapamak için

döndüm. Ama Manning bunu benden önce yapmıştı. Yazı masasının yanında bir yere oturdum. Arkadaşım kapıya yakındı. Ayakta duruyordu.

Onun soran bakışlarıyle tekrar karşılaştım. Dudaklarım kenetleniverdi o anda. Yine tereddüt içindeydim. O zaman Manning yavaşça yaklaştı ve karşıma oturdu.

—«E, söyle bakalım, George!» dedi. «Ne var? Ne oluyor?» Sesi tok ve değişikti. Çekmiyordum. Manning'in hali beni şaşırtıyordu. —«Belki...» diye mırıldandım. «Belki... Sen tahmin etmişsindir?» —«Evet... Belki! Aldanmıyorsam, Kirk'le ilgili bu?» —«Evet...» dedim. Sonra da korku içinde kapıya baktım. Bob, bir hayret eseri göstermedi. Uzunca bir müddet düşünceli kaldı. Sonra: —«Anlıyorum, anlıyorum!» dedi. —«Ama mesele bildiğin gibi değil, Bob! Aklından geçenleri tahmin ediyorum... Bende

Gray'e açıklamak zorunda olduğum bir bilgi var sanıyorsun... Yaptığın, veya yapmak üzere olduğun araştırmalarda, bunun faydalı olabileceğini düşünüyorsun... Hayır, dostum, mesele bu değil! Şimdiye kadar sustum... Çünkü konuşmaktan korkmuştum!»

Manning, bu defa hayret etti.

Page 32: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

32

—«Nasıl?» diye sordu. «Konuşmaktan mı korkuyordun? Peki ama korkmana sebep ne olabilir?»

—«Şimdi de tahmin etmiyor musun bunu?» —«Hayır! Hayır!» —«Bob! Oh, Bob! Şey... Öyle sanıyorum ki... Şey... O işi ben yaptım!» —«Hangi işi, George?» —«Harrison Kirke'ün öldürülme işini!» Manning yerinden sıçradı. —«Delirdin mi sen, George? Saçmalıyorsun... Ne dediğini bilmiyorsun!» —«Hayır, hayır, saçmaladığım füân yok... Kirke'ü öldüren benim!» Bob, kolumdan tuttu. «George!» dedi. «Neler söylediğinin farkında mısın? Olmaz böyle

şey... Haydi, haydi, saçmalama!» —«Tekrar ediyorum, Bob, bu işin tarafımdan yapıldığına eminim!» —«Ama bu bir budalalık, bir aptallık! Demek bir cinayet işlediğini sanıyorsun ha? Aman

Allahım, ne saçma bir fikir bu! —«Dur, dur, telâşlanma öyle! Ne demek istediğimi anlayacaksın biraz sonra! Öyle sanıyorum ki, Norton Osgood, ipnotik kudreti sayesinde beni bu cinayete itti!»

—«Hımm! Şimdi anlıyorum durumu!» —«Norton Osgood'un dün akşam bize neler söylediğini bir hatırla, Bob! Adam ne

diyordu... Uyuttuğu kimseler üzerindeki kudretinin sınırsız olduğunu söylemiyor muydu? Şunu da gözden kaçırmamışsmdır herhalde: îyi düşün, beni ikinci defa ipnotize ettiği zaman, halinde bir değişiklik olmuştu... Nerdeyse düşüp bayılacaktı. Yüzü sapsarı kesilmişti... Yorgun, bezgin bir hâli vardı. Sen ne dersen de. Bob, adam Kirke'ü öldürmem için bana telkinde bulundu! Ben de... Ben de itaat ettim ona!»

—«Söylediklerin doğru olabilir, George, böyle bir gaye için adam seni ipnotize etmiştir belki... Ama sana vermiş olduğu emri yerine getirdiğine nerden hükmediyorsun?»

—«Çünkü... Çünkü rüyasını gördüm bunun!» —«Allah, Allah! Rüyanda ne gördün peki?» —«O korkunç şeyi başından sonuna kadar gördüm! Dinle! Osgood'un irâdesi altına girip

de, dün akşam yüzüğü nasıl bulduysam, işte geceleyin de onun iblisçe kudretini içimde yeniden hissettim! îlk bildiğim şey yatağımdan çıkıp oda içinde dolaştığımdır. Sonra Kirke'ün kapısını kurcaladığımı hatırlıyorum. Kapının tokmağını çevirdim, çevirdim...»

Manning, «Bir dakika!» diyerek sözümü kesti. «Tokmağı çevirdiğini söylüyorsun... Kapı mukavemet mi ediyordu? Açılmıyor muydu?»

—«Evet, öyle oldu. Bir taraftan da beni kapıyı açmaya zorlayan o garip irâdeyle becelleşiyordum... Fakat elimden bir şey gelmiyor dum. Tokmağı üçüncü defa kurcalamıştım ki, kanat birden açılıverdi...» Bunları anlatırken, elimin ayağımın kesildiğini anladım.

Bob, «Evet, anlat!» dedi. —«Sonra... Şey... Ah, bıçak! Birden elimde uzun bir bıçak bulunduğunu gördüm! Sonra... Sonra da Kirke'ün göğsüne bıçağı daldırdım! Onun kalbini deldim! »

—«Dur, dur, telâşlanma öyle! Anladığıma göre, dün akşam odanda böyle bir bıçak yoktu, değil mi? Nereden geçmiş olabilir bu senin eline?»

—«Bilmiyorum. Bütün bildiğim, bu bıçağı birdenbire parmaklarımın arasında hissedişim!»

—«Akıl almaz bir şey bu! Elinde bir bıçak bulunduğuna göre, bunu bir yerden almış olman lâzım! Bunların hepsi de gördüğün rüyada cereyan etmiş... Ne oldu bıçak?»

—«Şöminedeki gizli yere «akladım onu!» —«Nasıl?»

Page 33: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

33

—«Evet, evet, şöminenin sağ tarafında bir tuğla var... Bu tuğlanın kenarında da bir delik... îşte oraya sakladım bıçağı!»

Manning, kolumu tuttu. «George, George!» dedi. «Söylediklerinin hepsi de saçma! Sen böyle bir şey yapmadın! »

—«Ama bu gece yatağımdan kalktığımı gayet iyi biliyorum...» Arkadaşım, şaşırmış gibi görünüyordu. —«Nereden biliyorsun bunu?» —«Şimdi ispat edeceğim sana... Dün akşam, terliklerimi yatağımın yanındaki sandalyenin

üzerine koymuştum. Ama bu sabah kalktığımda, onları yerde karyolanın altında buldum! Dahası da. var: Ayakkabımın bağlarını bağlarken, sol elimin is içinde olduğunu gördüm birden... Anlıyorsun her halde değil mi, Bob, bıçağı şöminedeki deliğe saklarken kirlenmişti elim!»

Manning, düşünceli bir hal aldı. Sordum: —«Söyle, Bob! Ne yapmalıyım ben şimdi?» —«Ne yapacaksın... Hiçbir şey!» —«Yani?» —«Yani susacaksın... Bu meseleyi kimselere söylemeyeceksin! Bunu sen de, ben de iyi

biliyoruz ki, Kirke'ü öldüren sen değilsin! Zaten onu öldürmen için bir sebep de yok ortada...» —«O kadar emin değilim...» —«Haydi canım, emin değilmiş! Bırak bu ahmakça konuşmayı! Sen Kirke'ü öldürmedin!

Bundan eminim... Haydi, için rahat etsin... Bu işi bana bırak sen!» —«Ama Bob, ben bu işi yaptığıma hemen hemen inanıyorum!»

—«Aksine ispat etmek, zor bir şey değil senin için! » —«Nasıl yani?» —«Önce bu şöminede ne bulunduğunu öğrenmemiz lâzım... Bak, dedektif senin odandaki

araştırmalarını hele bitirsin, orada bıçak bulunmadığını sana ispat edeceğim... Lâkin bu arada gayet tedbirli olmalısın. Şâyet adam senden her hangi bir şekilde şüphelenecek olursa, hareket tarzın...»

Manning, birden durdu. Kolunu tuttum. «Söyle, Bob!» dedim, «Ne gibi hareket tarzımla, demek istiyorsun?

Anlayamadım bir şey sözlerinden!» —«Hiç, canım, hiç! Aldırma! Yâni üzerinde şüphe toplayacak hareket yapmaktan kaçın

demek istemiştim! Böyle bir şey olursa, seni korumak biraz güçleşir zirâ!» —«Nasıl olursa olsun, benim bu işten kurtulmam zaten güç! En iyisi, dedektife her şeyi

açıklamalı... O da kararını ona göre verir!» —«Hayır, George! Böyle bir ahmaklık yapmayacaksın! Sen suçsuzsun... Ben de bunu

meydana çıkarmak için elimden geleni yapacağım!» Bir cevap veremedim. Bob, elini omuzuma koydu. Sonra da ikna edici bir sesle yeniden

konuştu: —«Kendini harap etmene hiç lüzum yok, George!» dedi. «Ne diye korkuyorsun böyle

anlamıyorum ki... Seni böyle bir cinayete kimse zorlamış olamaz. İmkânsız bir şey bu!» —«Öyle ama, gerçek suçlu meydana çıkıncaya kadar katil benim!»

—«Hayırcanım, hayır! Senin üzerinde en ufak bir şüphe uyanmadan, asıl suçluyu meydana çıkaracağız! »

Keder ve üzüntü içinde ellerimi yüzüme götürdüm. Sessiz sessiz ağlıyordum. Arkadaşım, «Bırak çocukluğu şimdi!» dedi. «İnan bana, seni temize çıkaracağım!» Sonra kapıya, doğru yöneldi. Sinirli bir halde:

—«Yukarıya... Odama mı çıkıyorsun?» diye sordum. —«Evet... Boşsa tabiî... Belki dedektif hâlâ oradadır. Mamafih, neticeyi bildiririm sana!»

Page 34: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

34

Başımı bile kaldırmadım. Bob'un kapıyı açtığını, sonra da merdivenleri çıkmakta olduğunu duydum.

Ve bekledim. Suçlu muydum, değil miydim? Arkadaşımın yapacağı araştırmaya bağlıydı bu artık. Geceleyin yanımda bir bıçak olup olmadığı nihayet belli olacaktı.

Ev, sessizlik içindeydi. Dakikalar hızla, geçiyor, fakat Manning görünmüyordu. Ama bir süre sonra, bir kapımn usulca açıldığını duydum. Ama odamın kapısı değildi

açılan... Kapı gıcırtısı, zemin kattan, bulunduğum yere hiç de uzak olmayan bir yerden geliyordu. Belki de sokak kapısıydı bu...

Heyecanla bekledim. Birden holde hafif ayak sesleri duyuldu... Sonra biri küçük salona girdi. Hele şükür, mesele aydınlanacaktı nihayet! Böyle düşündüm ama, başımı kaldırıp arkadaşımın yüzüne bakmaya cesaret edemedim, sâdece:

—«Buldun mu, Bob?» diye sordum. Hiçbir cevap verilmedi. —«Allahaşkma cevap ver! Bekletme beni! Şöminede buldun mu onu?» Yine bir cevap alamayınca, başımı kaldırdım. Ellen Aldridge, perdelerin önünde

duruyordu! Şaşırmıştı. Gözleri, gözlerimi buldu. Genç kız, yüzümdeki dehşet ve korku ifâdesini çözmeye çalışıyordu. Yavaşça:

—«Bay Clayton!» dedi. «Ne oluyor? Ne demek istiyorsunuz?» —«Oh, affedersiniz, Mis Aldridge! Şey... Duymuş olduğunuz sözler şaşırtmış olacak sizi.

Umarım ki.. Nasıl diyeyim, bunu size izah etmek şimdi imkânsız \ îçeri gireni başkası sanmıştım... Yani demek istiyorum ki...»

Birden durdum. Konuşmama ekleyeceğim sözler, Ellen'in duyduklarının mânâsını daha da ağırlaştıracaktı. Genç kızın yüzündeki ifade değişmişti çünkü.

Usulca, «Bay Clayton!» dedi. «Hasta gibisiniz âdeta... Neyiniz var, kuzum?» —«Bunu söyleyemem size, Mis Aldridge! Evet, haklısınız... Hastayım ben! Fakat

hastalığımın sebebini maalesef söyleyemeyeceğim!» —«Ama Bay Clayton, sizi bu derece üzen şey ne olursa olsun, beni size yardım etmeye

zorlar! Haydi, söyleyin bana derdinizi!» Genç kız, kapıya doğru yürüdü. Sonra bir tereddüt geçirdi. Nihayet birden geri döndü.

Daha önce Bob Manning'in oturduğu sandalyeye ilişti. Sakin bir sesle: —«Bakın, Bay Clayton,» dedi, «bir şey söyleyeceğim size! Biraz önce ne dediğinizi

duydum... Ama neden bahsettiğinizi ve bunun mânâsının ne olduğunu anlayamadım... Bununla beraber, bu sözlerin Bay Kirke'le ilgili olup olmadığını kendi kendime sordum! Öyle mi acaba?» Bir şey söyleyemedim. Ne cevap verebilirdim ki zâten.

Ellen, «Size bunu söylediğim için beni mâzur görürsünüz her halde?» diye devam etti. «Bu cinayet işinde bir dahliniz bulunduğunu bir an bile düşünmüş değilim. Yalnız...»

Bir el hareketiyle onu durdurum. «Sizi gayet iyi anlıyorum, Mis Aldridge!» dedim. «Biraz önceki sözlerimin sizde garip düşünceler uyandırdığının farkındayım... Binaenaleyh, bu sözlerin hedefini size açıklamam, iyi olacaktır!» Ellen, bir şey söylemedi. Bir sürü düşünce ka~ famda dolaşıp duruyordu. Sırrımı bu genç kıza açmalı mıydım acaba? Bob Manning yanımda olsaydı, bunu ondan sorardım. Ne sebeptendir bilmiyorum ama, Ellen'e karşı tam bir güven besliyordum.

—«Mis Aldridge!» diye başladım. «Dün akşam ipnotizma hakkında konuşma yapılırken, siz de salonda bulunuyordunuz, değil mi?»

Ellen, başını salladı. Devam edip etmemek arasında bocalıyordum. —« Biliyorsunuz, ipnotik bir telkin, bir insanı cinayet işlemeye sürükler mi diye

konuşuluyordu...» Genç kız, hafifçe irkildi. —«Bay Clayton!» dedi. «Yoksa... Yoksa...»

Page 35: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

35

Sözlerine devam edemedi. —«Bırakın da cümleyi ben tamamlayayım...» diye müdahale ettim. «Bakın ben ııe demek

istemiştim: Zannederim kardeşiniz, Bay Osgood'u uzun bir zamandanberi tanıyor? Bu Osgood'un, Harrison Kirke'den nefret etmesinin sebeplerini biliyor musunuz siz acaba?»

Ellen, neye temas etmek istediğimi anlamıştı. —«Evet!» diye cevap verdi. «Bu Kirke'ün ne biçim bir adam olduğunu iyi bildiğinden,

kendisinin yüzünü bile görmek istemediğini. Bay Osgood, dün kardeşime söylüyordu. Bu geçimsizliğin sebebine gelince, bunun hakkında hiçbir bilgiye sahip değilim!»

—«Ama bu da her şeyi açıklıyor!» —«Fakat Bay Clayton, ne demek istediğinizi iyi anlıyorum! İddia edemezsiniz ki...» Ellen, yeniden durdu. —«Tahmininiz doğrudur maalesef, Mis Aldridge: Öyle sanıyorum ki, Bay Osgood, beni

Harrison Kirke'ü öldürmeye zorladı!» —«Oh, Bay Clayton, olacak iş değil bu! Nasıl diyeyim, korkunç bir şey! Aklıma bile

getirmek istemem... Eminim, böyle bir şey yapmadınız siz!» —«Korkarım ki, yaptım!» —«Ama imkânsız, olacak şey değü bu, Bay Clayton! îlim ispat etmiştir; îpnotik telkin,

cinâyete kadar gidemez!» —«Nereden biliyorsunuz?» —«Fred söylemişti... Hayır, hayır, siz böyle bir şey yapmadınız! Dünyada hiçbir kuvvet

yoktur ki, sizi böylesine bir işin içine itsin!» —«Ah, bir emin olabilsem! Gerçi aklım eriyor,, ipnotizmalı iken, Osgood'un beni bir

cinayete sürüklemesine ilim kanunları karşıdır. Ama başka bir şey var: Başka bir saik beni bu işi yapmaya zorluyordu!»

—«Anlıyorum... Ortada şahsî bir sebep mi vardı diyorsunuz?» —«Evet, iğreniyordum bu adamdan, nefret ediyordum! Unuttunuz mu yoksa, Mis

Aldridge? Bu sefih adamın size yaptıklarına şahit olmuştum.» Bu sözlerden sonra, başka şeyler de söyledim mi, söylemedim mi, pek iyi hatırlamıyorum.

Kelimeleri, ateşli bir şekilde telâffuz etmiştim... Normal davranmamıştım her halde... Ellen Aldridge'in bakışlarını birden üzerimde hissettim. Gözleri, gözlerimi arıyordu. Tatlı

bir tonla: —«Oh, Bay Clayton!» dedi. «O vak'anın sizi bu kadar üzeceğini doğrusu hiç

sanmazdım!» Sesinin tonu, beni şaşırtmıştı. Ama ben bu tonda, bir nevi minnet borcu ifâde eden hal

sezdim. —«Evet, çok üzülmüştüm o sırada!» dedim. «Onun sizinle bu şekilde konuşmasına

müsaade edemezdim!» —«Çok... Çok teşekkür ederim, Bay Clayton!» Ellen'e büyük bir hayranlıkla bakıyordum. Genç kız, yavaşça ilerledi ve elimi tuttu. Sonra: —«Merak etmeyin,» dedi. «Elimden ne gelirse, onu esirgemeyeceğim sizin için!» O dakikada, ne diyeceğimi bilemeyecek kadar sarsılmıştım. Her şey, salonda ne var, ne

yoksa dönüyordu. Âdeta sarhoş gibiydim. Onu bu şekilde davranmaya sevkedecek ne yapmıştım acaba? İlkin şu şaşırtıcı hali gözlerimin önüne getirdim: Bir gece öncesinin saçma sapan rüyası, gerçek oluyordu! Lâkin birden kendimi toparladım. Dostum Bob'a karşı yapmak üzere olduğum haksızlığın vahametini derhal kavradım. Elimi, Ellen'in elinden çekerek:

—«Mis Aldridge,» dedim, «galiba yanlış anladınız beni! Şey... Benim böyle bir fikrim yoktu. Nasıl diyeyim bilmem ki, ortada bir anlaşmazlık olsa gerek.»

Page 36: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

36

Ellen, «Oh! Anlıyorum, anlıyorum!» diye sözümü kesti. «Ben sizin sözlerinizi yanlış anlamış değilim... Ama siz benim düşüncelerimi kavramaya cesaret edemiyorsunuz. Şimdi aldanmış olduğumu anlıyorum!»

Elimde olmayarak, «Hayır, hayır, aldanmış değilsiniz!» dedim. «Size karşı büyük bir sempati duyuyorum!»

Bu sözleri söyler söylemez bir pişmanlık duydum. Ne büyük bir çocukluk etmiştim... Bunları söylememek için neyimi vermezdim ki!

—«Ama durumu anlayacağınızdan eminim... Böyle bir şey mümkün değildir. Size bir ümit ver...»

Kelimeyi tamamlayamadım. Kalbim kuvvetle atmaya başladı. Hemen kapıya baktım. Sanki kulağıma duyulur duyulmaz ayak sesleri gelmişti... Aynı zamanda da. bir kapının yavaşça kapandığını işitir gibi olmuştum. Ne demekti bu? Yoksa biri konuşmamızı gizli ola-rak dinlemiş miydi? Evet, tedbirsizlik de etmemiş değildim hani. Ya Bob bu konuşma sırasında çıkagelseydi, ne yapardım? Ama ne olursa olsun, bu hale bir son vermeliydi... Bob, bir şeyden şüphelenmemeliydi... O Bob Manning ki, şu dakikada benim hayatımı kurtarmak için gayret sarfediyordu, şüpheleri üzerimden atmak için çalışıyordu... Yine o Bob Manning ki, vaktiyle de benim hayatımı kurtarmıştı... Ama ben bu hareketlere teşekkür makamında tutuyor ona ihanet ediyordum!

Kendimi toparlayarak Ellen'e yaklaştım. Yalvarıcı bir sesle: —«Mis Aldridge!» dedim. «Bunun ne kadar imkânsız olduğunu kabul etmeniz lâzım!

Evet, anlamak zorundasınız bunu!» Ellen, yine elimi tuttu. «Ama neden imkânsızmış anlamıyorum!» dedi. Şaşırmıştım. —«Anlamanız lâzım! Bob Manning'in nişanlısı değil misiniz siz? Ona söz vermediniz

mi?» —«Ah! Söz vermemiş olmayı ne kadar isterdim!» Yine şaşırdım. —«Ne demek istiyorsunuz?» dedim. Genç kız ,garip bir şekilde gülümsedikten sonra: —«Ne demek isteyeceğim? Keşke ona bir vaadde bulunmasaydım diyorum... Bir yıl

önceydi. Kendimi o kadar yalnız ve o kadar da bedbaht hissediyordum ki, Bob'un ilgisine kayıtsız kalamadım... Fakat emin olun, o benim en samimi bir dostum olarak kalacaktır... Çok iyi, çok dürüst, aynı zamanda da çok âlicenap bir insandır o... Herkese karşı da öyledir. Dedim ya, kendisini ümitlendirdiğim için teessür duyuyorum...»

—«Peki Mis Aldridge, bu pişmanlığı ne zamandan beri duyuyorsunuz?» Ellen, kızararak cevap verdi. —«Dün akşamdan... Evet, dün akşamdan beri!» dedi. Kalbim hem sevinçle dolmuş, hem de burkulmuştu. Bütün bunlara sebep bendim... Sonra Ellen, «Ona gerçeği söyleyeceğim zaman ne yapar hiç bilmiyorum...» diye devam

etti. «Bunun için endişedeyim... Biraz daha mı bekîesem acaba?» —«Hiç merak etmeyin! Onun karakterini iyi büirim... Bir şey yapacak değildir... Asıl

mesele, Manning'in benim hakkımda, ne düşüneceğinde!» —«Ona söylerim... Bu işde senin bir kabahatinin olmadığını bildiririm.» Genç kız, birden durdu. Konuşmak için tereddüt ediyordu. Sonra: —«Ama,» dedi, «nasıl söyleyeceğim bunu ona?» —«Bir şey söylemenize lüzum yok ki!» —«Ama nasıl olur?» —«Olmayacak bir şey yok... Her şey olduğu gibi kalmalı. Bakın, Mis Ellen, ben bu

dakikaları unut mak istiyorum! Siz de... siz de unutmaksınız! Bunu yapmak zorundayız...» —«Oh, yapamam, yapamam!»

Page 37: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

37

Ellen'in gayet ciddî konuştuğunda hiçbir şüphem yoktu. —«Ama böyle hareket etmek zorundasınız! Benim Bob Manning's karşı dürüst kalmamın

tek çâresi de bu! İnanın, aranıp da bulunmayan çok iyi bir dosttur Manning! Nazarında küçük düşmek istemem. Haydi, söyleyin, vaad edin bana! Bunları düşünmeyeceksiniz artık, değil mi? Haydi, söz verin, rica ederim söz verin!»

—«Pekâlâ! Denemeye çalışacağım!» Hemen ayağa kalktım. Cereyan eden meseleler hakkında takip etmem gereken bir yol

vardı: Kendine hâkim olmakta gittikçe güçlük çeken bu genç kızla başbaşa kalamazdım! Öyle de yaptım. Biraz sonra holdeydim. Niyetim Bob'u aramaktı. Her halde arkadaşım,

Gray'i odamda meşgul bulmuş olacaktı. Böylece de şömineye bakamamıştı. O sırada, salondan doğru gelen birtakım sesler duydum. İçeri girdim. Manning, Bay Copeland ve oğlu konuşuyorlardı.

Fırsatı yakalayınca, Bob'u bir kenara çektim. Yavaşça:

—«Ne haber?» dedim. «Bulabildin mi? Bıçak orada mıydı?» —«Pek bilmiyorum. Odana çıktığımda, dedektif oradaydı. Şömineye yanaşamadım. Gray,

odana girişime şaşmış gibiydi...» —«O halde, ne yapacağız şimdi?» —«En iyisi bir ara sen bakıverirsin... Adam seni görünce şaşırmaz. Anlıyorsun her halde?

Ben tekrar gidemem oraya.» İlk fırsatta Bob'un dediğini yapmaya karar verdim. Ama Gray, aşağıya ancak saat dörtten

sonra. indi. Admları da ölünün odasını beşte terkettiler. O sırada Gray, bize bir şey söyleceğini bildirdi. Şömine işini unutuverdim.

I Salonda bulunduğum sırada, Gray göründü. Bankere dönerek: —«Bay Copeland,» dedi, «biz bir keşifte bulunduk!» Hepimiz dedektifin etrafını sarıverdik. Adam, «Keşfimiz,» diye devam etti, «katilin kullandığı silâhla ilgilidir!» Henry Copeland, «Buldunuz mu yoksa bıçağı?» diye sordu. —«Hayır! Bulamadık ama, onun nereden alındığını keşfettik! Hizmetçi ve uşaklarınız, 40

santimetre uzunluğunda iki bıçağın her zaman mutfakta durduğunu söylediler... Sonra da bıçaklardan birini bu sabah yerinde görmediklerini bildirdiler... Bu, şu demek oluyor ki, katil, bıçağı dün gece mutfaktan aşırmıştır!»

—«Evet, öyle olacak artık!» —«Sorulacak tek sual şu: Acaba katil bıçağı sabahleyin erkenden mi almıştı, yoksa bu işi

herkesin yatmasını bekledikten sonraya mı bırakmıştı?» Norton Osgood, «Bıçak sabahleyin, veya gece vakti alınmış... Ne farkeder?» diye sordu. —«Görünüşe göre farketmez... Ama hiç şüpheniz olmasın, bu cinayet önceden

tasarlanarak işlenmiştir! Zâten işleniş şekli de bunu göstermekte... Ne dersiniz, acaba câni cinayetini akşam erken saatlerde mi işledi, yoksa buna herkes yattıktan sonra mı karar verdi?»

Fred Aldridge, «Ne fark eder?» dedi. —«Ortada şöyle bir durum var: Şayet cinayet birkaç saat öncesinden hazırlanmışsa, o

zaman katil yatağından kalkıp, bıçağı almak için mutfağa inmiş demektir. Böylece de merdiven korkuluklarında, mutfakta, veya herhangi bir yerde parmak izlerini bırakmış olabilir... Bu hususu da ihmal etmeyeceğim. Birazdan araştırma, yapacağım... Bununla beraber, bir izle karşılaşacağımı hiç sanmam. Zira hizmetçiler günlük temizliklerini bitirmiş bulunuyorlar. Ama yine de deneyeceğiz şansımızı!» Sonra dedektif, durumdan bizi haberdar ede ceğini söyleyerek çıktı. Oh! Hele şükür şömineye bakma fırsatım elde etmiştim nihayet!

Ne var ki, bakmaya cesaret edemiyordum. Orada bir bıçak bulabileceğim düşüncesi, beni korkutuyordu. Bıçağın mutfaktan alınmış olması, durumumda bir değişiklk meydana

Page 38: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

38

getirmişti. Öyle ya, nasıl oluyor da bıçağı elimin altmda buluyordum hemencecik? Zira kesin olarak emindim, ne mutfağa, ne de mutfağa giden merdivene yaklaşmıştım... Bu hâle göre, gördüklerim belki de bir rüyadan ibaretti... Böyle düşünmeme rağmen, şömineye gidip bakmaya bir türlü yanaşmıyordum.

Bir saat kadar kendi kendimle savaştım. Ama içimdeki marazî endişeleri söküp atamadım. Delikte bulabileceğim şey, beni müthiş surette ürkütüyordu. Ne denir, beni suçlu, yahut da suçsuz kılacak böyle bir denemeden çekiniyor dum...

Saat on filândı. Bob Manning, beni salonda bir aşağı, bir yukarı dolaşırken buldu. Yüzündeki ifâdeyi derhal okudum. Arkadaşım, odama çıkamamıştı. Geldi, yanıma oturdu. Sonra:

—«George!» dedi. «Seni harâp eden bu kararsızlığa bir son vermek için neden odana çıkmıyorsun?»

—«Yapamam, Bob, yapamam! Korkuyorum oraya gimekten!» —«Korkuyor musun?» —«Evet, karşılaşacağım şeyden korkuyorum!» — «Amma da yaptın hâ! Çok yersiz, saçma ve çocukça bir korku bu! Eminim, orada bir

şey bulamayacaksın! Haydi, harekete geç! Gray, odalara tekrar göz atmak isteyebilir... Ondan önce davranmalıyız!»

—«Biliyorum, biliyorum... Fakat korkuyorum!» Dostum, «Ama bunu yapmak zorundasın, George!» diye ısrar etti. «Yalnız gitmekten

çekmiyorsan, refakat ederim sana!» Hole çıkıp, merdivene beraber yöneldik. Koridorda, tek bir lâmba yanıyordu. Ortalıkta kimsecikler yoktu. Dikkat ettim, ölü odasının kapısı bir zincir ve bir kilitle kapatılmıştı. Oradan geçerken, ürperiverdim. Manning, odama benden önce girdi. Elektrik düğmesini çevirince, ara kapmm üzerinde de bir kilit olduğunu gördüm.

Tekrar ürpererek, «Oh, Bob!» dedim. «Bakmak istemiyorum... Oraya bakmak istemiyorum!»

—«Haydi, haydi, metin ol! Kaybedecek vaktimiz yok!» Sonra Manning şömineye yaklaştı. Onu istemeye istemeye takip ettim. Bob, ocağa doğru

eğilerek sol taraftaki tuğlaları yokladı. —«Hayır, orası değil, öbür taraf!» diye ona seslendim. Bu defa sağ taraftaki tuğlalara

baktı. Elini deliğe sokarak: —«Yeri buldum!» dedi. Titrek bir sesle, «Bırak, bırak! Kalsın!» diye seslendim. Bob, hayretle irkildi. —«Evet, Bob,» dedim, «aramanı istemiyorum! Yahut da bir şey bulduğunu söyleme

bana! Dayanamayacağım! » Âdeta çıldırmıştım. Her tarafım titriyordu. Bob yavaşça doğruldu. Öfkeli bir sesle: —«Öyleyse geç, sen ara!» dedi. Bir otomat gibi sözünü dinledim. Kalbim yerinden kopacakmış gibi atıyordu. Eğildim ve

deliğe elimi soktum... Bir an parmaklarımı boşuna dolaştırdım.. Ama biraz daha uzanınca, parmaklarım sert ve yuvarlak bir şeye, tahta bir kabzaya değdi...

Bitkin bir haldeydim. Nefes gibi bir sesle, «Allahım! Orada... Orada!» diye fısıldadım. Manning, «Söyle, George!» dedi. «Nedir bulduğun?» —«Bir bıçak, Bob! Bir bıçak! Kabzasını tutuyorum!» Manning'in yüzü, şimdiye kadar görmediğim ağır bir ifade arzediyordu. Ama

serinkanlıydı. Dudaklarının kenarları titremekteydi. Tahta kabzayı sıkıca yakaladım ve elimi çekerek çıkardığım şeyi ışığa doğru tuttum...

Gözlerimizin önünde, çelik kısmı kanlı uzun bir mutfak bıçağı vardı!

Page 39: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

39

6

Bir iki dakika kadar, elimdeki bıçağa baktık. Hiç şüphe yoktu artık: Bıçak, mutfaktan kaybolan bıçaktı. Çelik kısmı 29, tahta kısmı ise 12 santimetre vardı. Madenî kısımdaki lekeler, kandan başka bir şey olamazdı...

—«îşte her şey meydanda!» diyerek sessizliği ben bozdum. «Demek ki, Kirke'ü ben öldürmüşüm!»

Bob, eliyle ağzımı kapadı. «Hayır, George, hayır!» dedi. «Sen yapmış olamazsın bu işi! Hayır, hayır, imkânsız bir şey bu, imkânsız bir şey!»

Mamafih, Bob Manning'in yüzünde şüpheci bir hava vardı. —«Niçin böyle iddia ediyorsun, Bob!» diye konuştum. «Apaçık meydanda her şey...

Bıçağın burada bulunmasını nasıl izah edebiliriz başka türlü?» Manning, bir şey söylemedi. Sanki benim suçsuz olduğuma dair güveni kaybolmuştu.

Durumumun ümitsiz olduğunu kabul ediyordu sanki... —«Bob! Bob!» diye bağırdım. «Allahaşkma beni bırakma! Beni koru! Kirke'ü

öldürdüğümü biliyorum... Cezamı da çekmeye hazırım... Ama gerçek bir cani değilim ben! Dostluğunu benden esirgersen, nice olur hâlim?»

—«George, George! Rica ederim! Seni kaderinle başbaşa bıraktığım ihtimalini nereden çıkarıyorsun?»

—«Ne bileyim, senin şimdiki davranışın böyle! Bana öyle geliyor ki, şu anda sen benim ıstırabımı paylaşmıyorsun... Bak, dinle, ben bir katilim, ama bir cani değilim! Hem...»

Manning, «Bıı şekilde konuşman için ortada hiçbir sebep yok!» diyerek sözümü kesti. «Senin ümitsizliğini paylaşıyorum, suçlu olmadığını da iyi biliyorum... Yalnız bu işin içinden nasıl çıkacaksın onu düşünüyorum!»

Bu sözler, ondan beklediğim dostluğun nişanesiydi. Mamafih, omuzuma koyduğu eli, koruyucu bir his vermiyordu. Sabahleyin elini yine omuzuma koymuştu, o zaman bu temasta, büyük bir teselli bulmuştum... Ondaki değişikliğin sebebi neydi acaba? Yoksa...

—«Bob! Yalan söylediğimi sanıyorsan, söyle bana! Kim bilir Kirke'ü şahsî bir sebep yüzünden öldürdüğümü, yardımını sağlamak için de ipnotizene hikâyesini uydurduğumu düşünüyorsun belki de! Tamam değil mi? Söyle, tamam değil mi?»

Cevap vermeden önce, Bob Manning bir tereddüt geçirdi. Sonra: —«Oh, George!» diye eseflendi. «Böyle bir şeyi beklemezdim senden!» Bardağı taşıran damla da bu oldu! Belliydi artık, Bob Manning, bana inanmıyordu... Bunu

da hareketlerindeki âni değişiklikle ispat ediyordu... Geçirdiği tereddütler olsun, beni kurtarmak için yeni bir gayret göstermemesi olsun, bunu göstermekteydi... Bu benim için çok ağır bir şeydi... Bob Manning'in güvenini kaybetmektense, cinayetimin cezasını çekmeye yüz defa razıydım!

Bıçağı elimden bırakıverdim... Çıkan ses, şöminenin mermeri üzerinde akis yaptı. Sonra ellerimi yüzüme götürdüm ve sarsıla sarsıla ağlamaya başladım.

Bir elin omuzlarımı okşadığmı hissettim. Bob, bana doğru eğilmişti, —«George! George!»

Zavallı, zor nefes alır gibiydi. Yüzündeki ifade, yine eskisi gibiydi. Şaşkın şaşkın ona baktım.

—«George, yapma böyle, Allahaşkma yapma! Sana inanıyorum... Sana güveniyorum! Allahım! Ne yaptım ben?»

—«Bir şey yapmadın, Bob, bir şey yapmadm!» —«Hayır, hayır... Yapmamam gereken şeyi yaptım, düşünmemem gerekeni düşündüm...

Dostlarımın en iyisi olan bir insana yardım etmekten kaçtım... Sana oıı dakika ıstırap

Page 40: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

40

çektirdim. Seni teselli etmek için bir şey söylemedim... Sen de suçluluğuna inandığımı sandın! Bunun sebebini bir bilsen... Neyse, neyse... Ben insanların en alçağıyım!»

—«Hayır, sen bir alçak değişin!» —«Ne yazık ki, öyleyim, George, ne yazık ki, öyleyim! Kötü bir durumda olduğun halde,

senin safında. olacağımı söylemekten çekindim... Daha ne olsun... Affet beni, George, affet beni! Elimden geleni yapacağım senin için!»

Bana tamiri imkânsız bir kötülükte bulunmuş gibi elimi tuttu. Her hâliyle yalvarıyor du. Tekrar:

—«Söyle, George,» dedi, «affedeceksin beni, değil mi?» —«Affedilecek bir tarafın yok ki senin, Bob!» —«Oh, teşekkür ederim! Şimdi seni bu belâdan kurtarmanın çârelerini araştıracağım!» Ümitsizce, «Artık ortada yapılacak bir şey kalmadı...» dedim. —«Ne demek kalmadı?» —«Bu bıçak, Kirke'ün benim tarafımdan öldürüldüğünü ispat ediyor... Artık itirafta,

bulunmalıyım...» —«Dinle beni, George. Bu bıçak bir şey ispat etmiyor... Suçlu olmadığın için de, Gray'e

kendi kendini gammazlayamazsın!» —«Aslına bakacak olursak, ben gerçek bir katil değilim... Ama... Ama Kirke'ü

öldürdüğüm de meydanda... Bunu itiraf etmek, vazifemdir benim!» —«Hayır, sen Kirke'ü öldürmedin!» —«Peki, ya bıçak? Bıçağa ne buyurulur?» —«Başka biri onu buraya koymuştur.» —«Yok canım, olacak iş değil bu! Geçirdiğim kâbusun içyüzünü senden başka kimse

bümiyor. Gördüğüm rüya ânında saklamış olduğum bıçağın yerini de bilen yok... Eee, şu halde bu rüya gerçekten başka bir şey değil! Zira bıçağın burada bulunması, başka nasıl tefsir edilebilir?»

—«Yo, yo, öyle kat'i hüküm yürütme, George! Bıçağın başka biri tarafından buraya konulduğuna inanmamız lâzım! Evet, bu sabah konulmuş olacak bıçak şömineye... Şunu da iddia edebilirim ki, biri senin rüyanın içyüzünü nasıl öğrendiyse öğrendi... İşte bu kimse, katil olduğuna seni inandırmak istiyor!»

—«Tuhaf şey! îyi ama. Bob, nasıl bir rüya gördüğümü senden başka kimse bilmiyor ki!» Manning, «Emin misin?» diye yavaşça sordu. «Peki, sana bu rüyayı telkin eden adamı ne

yapalım?» O zamana kadar aklıma gelmeyen bir fikir, yeni bir ümit kaynağı gibi içimde beliriverdi.

Bununla beraber: —«Aman camm, ne olursa olsun,» diye mırıldandım, «olup bitenleri Gray'e açacağım!» —«Hayır, hayır, hayır! Olacakları düşünüyor musun hiç? Bunları ona söylediğin zaman,

adamın ne yapacağını hesaba katıyor musun? Ben söyleyeyim: Gray, sana bu ipnotizma hikâyesinin senin tarafından uydurulmuş bir kandırma, bir yanlış yola sevketme oyunu olduğunu söyleyecek, sonra da bunun, işi başka birinin sırtma yüklemek için başvurulmuş bir dalavere olduğunu sözlerine ekleyecek! Sahanın gittikçe darlaştığmı gördüğün ve ümidini kestiğin için itirafa kalktığını ileri sürecektir... O zaman muhakeme edilecek ve bilerek cinâyet işlediğin için de suçlanacaksın! Ama hayır, George, hayır! Sen suçlu değilsin! Suçlu olmadığın için de, kendini bu şekilde fedâ etmene rıza gösteremem! Yo, yo, olamaz böyle bir şey!»

—«Peki, şöyle yapsak: Bıçağı odamın bir yerinde buldum diye Gray'e gitsem ve öldürücü âleti ona teslim etsem...»

—«Evet, böylece de kapının tokmağmdaki parmak izlerini meydana çıkarması için ona fırsat versen, öyle mi? Biliyorsun, benim parmak izlerim de var orada!»

—«Ne yapalım o halde?»

Page 41: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

41

—«Yapılacak iş gayet kolay: Bıçağı ortadan kaldıracağız! » —«Nerede? Nasıl?» —«Nerede istersen... Bıçağı kimsenin bulamayacağı bir yere, meselâ... meselâ bahçeye

gömebilirsin!» —«Doğru bir şey olmaz.» —«Sebep?» —«Çünkü böyle yapmakla, adalet mekanizmasının işini çelmelemiş olurum... Hayır,

hayır, yapamam bunu! Suçlu da olsam, suçsuz da olsam yapamam!» —«Aptallık! Gel, George, mâkul ol biraz! Benim gibi, sen de biliyorsun, Kirke'ü sen

öldürmedin! Gerçek böyle olduğuna göre, bu suçlayıcı bıçağı ortadan kaldırmamakla, hayatını tehlikeye atmış olmuyor musun?»

Başımı iki yana salladım. Israrla, «Haklısın, Bob, haklısın ama,» dedim, «elimden başka bir şey gelmez!»

Manning, birdenbire kolumu tuttu. —«George!» diye bağırdı. «Elimden gelmez diyorsun ama, yapmak zorundasın bunu!

Bıçağı odanda bulurlarsa, başına geleceği bir düşün! Yaptığın bir çılgınlıktır... Allahaşkma vakit geçmeden kurtulmaya bak bu bıçaktan!»

Ama Manning, beni bir türlü kandıramadı. Gayretleri, inatçılığımla çatıştı durdu. Nihayet: —«Yapabileceğim tek hareket,» diye kestirip attım, «bıçağı eski yerine koyup susmak!» —«Fakat Gray'in yarın sabah yeni bir araştırmaya kalkışacağından eminim!» Bıçağı ocaktaki gizli yere koyarken, başımı çevirdim. —«Ne yaparsa yapsın!» dedim. «Ama. bulacağını sanmam... Evde bu deliğin

mevcudiyetini sadece Arthur Copeland biliyor.» Dışarıya çıkmak için ayağa kalktım. Manning beni durdurdu. —«George, gel şu dediğimi yap!» diye yeniden ısrar etti. «Şu meret bıçağı al ve bir yere

göm!» —«Hayır, Bob, yapamam diyorum sana! Gerçi Gray'in işini kolaylaştırmak istemiyorum

ama, kendisine köstek vurmayı da arzu etmiyorum!» Arkadaşım, hiç bir itirazda bulunmadı. Bir şey de söylemedi. Yeniden faaliyete geçmek için Gray sabahı beklemedi. Akşamın sekizine doğru hepimizi

salonda topladı. Her birimizin ayrı ayrı parmak izini aldıracaktı. Dediğine göre, bunların resmini çektirip, Kirke'ün odasında bulunan parmak izleriye karşılaştıracaktı.

Öyle sanıyorum ki, o gece içimizde hiç kimse uyuyamadı. Meselâ ben öyleydim... Ertesi sabah, kahvaltı etmek için salona girenlerin yüzlerinde bâriz bir yorgunluk,

uykusuzluk göze çarpmaktaydı. Sinirliydi hepsi de... Bayan Copeland, istemediği halde, Kirke'ün cesedi yine evde bırakıldı. Çünkü Gray,

ölünün odasında yapılacak yeni parmak izleri araştırmasının selâmeti bakımından bunu gerekli görmüştü.

Gray, tam sekizde salona düştü. Herkese, günlük plânlarının nelerden ibaret olduğunu bildirdi. Adam, birinci kat odalarmda bu defa tam bir araştırma yapmak istiyordu.

Avukat, «Ama dün yapmıştınız gerekeni!» dedi. —«Evet, öyle demiştim... Ama yapamadım. Zira öğleden sonra fırsat bulamamıştım...

Bugün meşgul olmak isterim!» Bay Copeland, hayret eder gibi oldu. —«Olabilir ama,» dedi, «ben bu işi yaptınız biliyordum... Sanki dün öğleden sonra,

misafirlerimin odalarmda meşgul oldunuz gibi geliyor bana... Oğlumun, Bay Clayton'un, ne bileyim, yahut da başkalarının, odalarına bakmamış mıydınız?»

Dedektif, «Ben sadece oğlunuzun odasına girdim...» dedi. «O da pencerelerin açık olup olmadığını anlamak içindi... Gelelim Bay Clayton'un odasına; öğleden sonra oraya girmediğime eminim!»

Page 42: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

42

Banker, düşünceli bir tavır takındı, —«Çok tuhaf!» diye söylendi. «Böyle bir intiba da nereden gelmiş olabilir bana? Neyse, bunu şimdi bırakalım da, Bay Gray, araştırmalarınızın sonucunu bekleyelim! Durumdan bizi de haberdar edin, lütfen!»

Öğle vaktiydi. Detektif, büyük keşiflerde bulunmuş gibi hareketler yaparak tekrar göründü.

— «Anladığıma göre, suçlu eldiven kullanıyordu...» diye konuştu. «Şöyle dişe dokunur en ufak bir parmak izine bile rastlayamadık! Bay Kirke'ün odasında bulduğumuz parmak izleri ise, doğrudan doğruya kendisine ait... Bir de Bay Arthur'ün orada bıraktığı biriki ehemmiyetsiz iz var.»

Genç adam, «Doğru.» diye atıldı. «Cinayetin işlenmiş olduğunu anladığım zaman, şurayı burayı ellemiş olacağım...»

O dakikada hissettiğim iç rahatlığını anlatamam. Zira o zamana kadar Kirke'ün odasında bir sürü parmak izi bıraktığımı sanıyordum... Ne garip şeydi. Hiçbir iz bırakmadan oraya nasıl girip çıkmıştım?

Gray, «Diğer odalarda rastlanan parmak izleri ise,» diye devam etti, «o odaları işgal edenlere ait... Meselâ Bay Clayton'un odasını ele alalım: Odasındaki ara kapının tokmağında kendi parmak izlerine rastladım... Bunlardan kanadın bir çok yerinde de vardı ama, hep iç taraftaydı...»

—«Bunun sebebini izah edeyim size: Bay Kirke'ün bitişik odada yattığım öğrenince, kapıyı anahtarla kilitlemeyi düşündüm... Hattâ bunun için uğraştım.»

Gray, «Yâni kapıyı kapadığınızı mı söylemek istiyorsunuz?» diye sordu. —«Oh, hayır!» diye cevap verdim. «Bunu de rnek istememiştim... Kapıyı kapamak istedim ama, bulunduğum tarafta anahtar yoktu!»

— «Şu halde kapının diğer tarafında bulunan ve Kirke'e ait olduğu anlaşılan parmak izlerinin mevcudiyet sebebi meydanda! Mesele gayet açık: Ne bu kapıyı, ne de hole açılan kapıyı ondan başka kimse ellemiş.. Ama her hangi bir kimse, eldiven kullandıysa o başka... Ehemmiyeti yok bunun. Mamarih, bir defa daha bakacağım! »

İçimizden çoğu, Gray'in pek de işinin ehli bir adam olmadığını düşünmeye başlamıştı. Henry Copeland'ın hakkı vardı. Vak'a, Gray'in kıvırabileceği bir iş değildi. Adam tutuyor, zekî bir suçlunun arkasında kolay kolay bırakamayacağı kaba parmak izleri üzerinde duruyor, fikir yürütüyordu. Bunların peşinde koşuyordu. Belliydi artık, araştırmaları hiçbir semere vermiyordu. Veremezdi de. Norton Osgood'la Bob Manning de ona bu âna. kadar faydalı olamamışlardı. Yalnız detektif Gray mi öyleydi? Ne münasebet... Koskoca polis teşkilâtı da aynı durumdaydı. O da bir şey yapamazdı. O da eli kolu bağlı kalırdı...

Aradan bir buçuk gün geçtiği halde, Gray ne Kirke'ün geçmişiyle ilgilenmiş, ne de onun vücudunu ortadan kaldırmak isteyen kimsenin bu işe neden lüzum gördüğünü araştırmıştı... Onun gibi pis bir şantajcının, Henry Copeland gibi saygıdeğer bir adamın evinde bulunması, onu hiç mi hiç ilgilendirmemişti. Bu hususta da en ufak bir sual sormamıştı... Hattâ cinayet gecesi olup bitenler hakkında bile bir şey söylememişti... Denebilirdi ki, Gray, ipnotizma tecrübelerinin seyrini öğrenseydi bile, yine de bunun üzerinde durmazdı. Dolayısiyle cinayetle ipnotizma seansı arasında bir bağ olup olmadığı hakkında, da bir şüpheye düşmezdi... Sözün kısası, bu adam işlenen cinayetin esrar perdesini öyle kolayca kaldıramayacaktı...

Uğradığı başarısızlığa rağmen, Gray, üzerinde hiçbir değişiklik yapmadığı kendine mahsus metoduyla öğleden sonra, çalıştı durdu. Saat dört filân vardı. Detektif, Kirke'ün cese dinin artık kaldirala.bileceğini söyledi. Fakat banker, hepimizi hayretler içinde bırakan bir itirazda bulundu.

—«Cesedi yarın sabaha kadar muhafaza etsek, iyi olur gibime geliyor. Bay Gray!» dedi. Ufak tefek dedektif hem şaşkınlık geçirdi, hem de burkuldu. Henry Copeland, «Bunun sebebini şimdi izah edeceğim...» diye konuştu. «Bu meselenin

ortaya çıkardığı fevkalâde durum karşısında, başka bir elemanın size yardımı faydalı olabilir

Page 43: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

43

diyorum... Bu vak'anm garip tarafları, bize bunun kolay kolay ışığa kavuşturulamayacağını gösteriyor... Polisin alelâde metodları bir işe yaramayacak galiba!»

Harry Gray, dudaklarım büktü. Sonra : —«Ne demek istediğinizi anlıyorum, Bay Copeland!» dedi. «Demek istiyorsunuz ki, yarın

buraya başka bir polis detektifi, yahut da âmiri gelecek... Fikrinize göre, her şeyin yerli yerinde olması şart... Yanlış düşünmedim her halde, değil mi?»

—«Eh, öyle! Sözü geçen zata öğle üzeri telefon etmiştim. Kendisi şimdi New York'tadır... Ama yarın sabah burada olacağına söz verdi. Bay Gray, müfettiş Steele'i tanırsınız her halde?»

Ferd Aldridge, bu ismi duyar duymaz yerinde doğrulur gibi oldu. Endişeli bir tavırla : —«Steele mi dediniz?» diye sordu. «Bu adam buraya mı geliyor?» Banker, ona hayretle bakmıştı. Ama Bob, onun namına konuştu. —«Fred,» dedi, «bu polis müfettişinin namını çoktandır biliyor... Geleceğini duyunca,

şaşınverdi!» Gizli polis teşkilâtından olan bu müfettişin gelişi, Fred'i neden korkutmuştu? Bunu ben

gayet iyi biliyordum. Çünkü bu adam, delikanlının babasını elektrik sandalyesine gönderen adamdı.

Banker, «Steele, geceyarısı treniyle New York'tan geliyor...» dedi. «Şansımız varmış yine de... Kendisini bulabildik!»

Ellen Aldridge, «Geleceğinden emin misiniz?» diye sordu. —«Gayet tabiî... Birkaç yıl oluyor, bir yardımım dokunmuştu ona. O gün, bugün unutmaz

bunu. Gerçi pek de mühim bir şey değildi bu ama, Steele bunu büyüttü. Buradaki durumu kendisine söylediğim zaman, bana yardım etméye hazır olduğunu, gerekirse evimde bir hafta da kalabileceğini bildirdi...»

Gray'in bu habere kızdığı aşikârdı. Adam, ünlü müfettişin gelmesini istemiyordu pek. Müsaade isteyerek, tekrar araştırmalarına döndü. Görünüşe göre, Steele'in gelmesinden önce, esrar perdesini kaldıracağını, böylece de taltiflere kavuşacağını umuyordu.

Kafamın içinde öyle karışık düşünceler dolaşıyordu ki, saatler boyunca kıyı bucak dolaştım. Bob Manning'in önce bana yardım etmekten vazgeçmiş gibi tavır takınması, âdeta korktuğumu görünce de bu yardımı esirgemesi, hep fikrimi kurcalıyordu. Ondaki bu değişiklik, ikindi vakti Ellen Aldridge'le yaptığım konuşmadan sonra, meydana gelmişti. Ellen'in Bob'a bir şey söylemiş olmasından korkuyordum. O gece genç kızla. karşılaşmamaya çalıştım. Aynı zamanda da, nişanlısının ondan uzak durması içimi garip bir sevinçle dol-durmuştu...

Yine de devamlı bir endişe içindeydim. Evet, Gray'in. beni suçlayacak en ufak bir ipucuna rastlamayışı, işime yaramıştı... Ama bu işler hakkında bildiklerimi, müfettiş Malcome Steele'den saklayabilecek miydim?

Bob Manning, saat dokuza doğru yanıma geldi. Yalnız olduğumuzu anladıktan sonra : —«George!» diye fısıldadı. «Şu bıçağı saklı olduğu yerden çıkarman gerekiyor artık!» Olmaz mânâsında başımı sallayarak cevap verdim : —«Bunu yapamayacağımı sana kaç defa söyledim, Bob!» —«Ama biliyorsun. Bay Copeland'm ne dediğini duydun... Müfettiş Steele yarın sabah

geliyor... Gelince de iş işden geçmiş olacaktır! İşte bunun için bıçağı yoketmelisin! »

—«Hayır, Bob! Bu doğru bir şey olmaz!» —«Öyleyse ben yapacağım bunu!» —«Hayır, hayır, kendimi kötü duruma düşürsem bile, adaletin yerine gelmesini arzu

ediyorum! Bıçak olduğu yerde kalacak... Kanun, kanundur... Şaşmamalı hiçbir zaman!» Manning, beni kararımdan vazgeçirmeye çalıştı. Ama sonunda uzaklaşmak zorunda kaldı.

Kendimi yorgun hissediyordum. Erkenden odama çekildim.

Page 44: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

44

Fakat o kadar yorgun olmama rağmen, gözlerime uyku girmiyordu. Buna sebep, kilitli kapının öbür tarafında yatmakta olan Harrison Kirke'ün cesediydi belki de... Bu düşünceyi kafamdan söküp atamıyordum. Eğer başımda başka sıkıntılar olmasaydı, bana başka bir oda tahsis etmesi için Bay Copeland'a ricada bulunacaktım...

Diğer taraftan, ertesi sabah müfettiş Steele'in eve gelişiyle bu esrarengiz işin ne gibi bir hal alacağı hususu da beni kötü kötü düşündürüyordu. İki şıktan birini kabul etmeliydim: Ya ben Kirke'ü gerçekten de öldürmüştüm, veya bu işde hiçbir suçum yoktu... Böylece gözlerimi bile kapamaya muvaffak olamadım. Saatler yavaş yavaş geçti.

Saat onikiyi vurmuş olacaktı. O sırada, garip bir heyecanla irkiliverdim. Odamda anormal bir şey cereyan ediyordu. Hemen kulak verdim.

Gökyüzü siyah bulutlarla kaplı olduğundan, odanın karanlığı koyuydu. Ama bakışlarımı karanlığın derinliklerinde toplayınca, duvarın dip tarafında daha koyu bir karaltı seçebildim... Daha fazla bakınca, da, kanaatim fazlaştı...

Bunun sebebi belki de şu olabilirdi. Koridora açılan kapı, nasılsa aralık kalmıştı. Halbuki kapıyı itinayla kapadığımı iyi biliyordum. Kapının açık olmasıyla odanın zifirî karanlığında bir gölge oyunu meydana gelmişti belki de... İyi ama, kapıyı kim açmıştı? Bu bir hava ce reyanınm işi değildi... Olsa bile, kapının tokmağı kendi kendine dönecek değildi ya...

Bir ara uykuya dalıp dalmadığımı hatırlamaya çalıştım... Hayır, hayır, yorganın altma girdiğimden beri gözlerimi kırpmamıştım. Bu hâle göre, kapıyı açabilen meçhul kimsenin havsala almaz bir mahareti var demekti... Gözlerimi kapının arasmdan sızan ışığa diktim ve bekledim...

Pek fazla sürmedi... Yatağımın içinde dehşetle ürperdim... Şüpheye mahal yoktu: Kapıyı açan kimse, odanın dip tarafında duruyordu!

Baktım, pencereden sızan hafif aydınlık, döşemenin şömineyle orta masası arasındaki kısmım şöyle böyle aydınlatıyor...

Dikkatimi oraya verince, yere çömelmiş olan bir adamın silûetini seçebildim! Meçhul kimsenin odama sessizce girebilmesine bir türlü akıl erdiremedim. Olur şey

değildi! Adam kapıyı açıyor, oda içinde yürüyüp şömineye kadar ilerliyor ve ne olduğu belirsiz bir işle meşgul oluyordu da, en ufak bir gürültü bile çıkarmamayı başarıyordu. Ve bü-tün bunlar, yattığım yatağın hemen berisinde, ikiüç metre ötesinde cereyan ediyordu...

Siyah süûet, yavaşça kımıldadı. Adam ayaktaydı şimdi... Hareketleri o kadar yavaş ve sessizdi ki, kendisinin kapıya doğru mu, yoksa yatağa doğrumu yürüdüğünü farkedemiyordum. Bununla beraber, silûet yavaş yavaş, derece derece ilerliyordu... Doğrusu ya bir hayalet bile onun gibi olamazdı...

Bu gece ziyaretinin mânâsmı anlayamadım. Bu dâvetsiz misafir kimdi? Ne istiyordu benden? Kendimi Kirke'ün yerine koydum hemen... Ben de onun gibi bıçaklanacak mıydım? Dehşet içinde ürperip titreyerek, yavaş yavaş doğruldum. Yatağıma oturdum. Bana doğru yaklaşmakta olan karanlık silûete gözlerimi diktim... Pencereden sızan hafif ışık, silûetin şeklini tâyin hususunda bana yardımcı oldu. İlerleyen adamın başını, omuzlarını ve kollarını şöyle böyle görüyordum... Biraz sonra da sağ eli meydana çıktı. Bu el bir bıçak tutmaktaydı! Bıçağın çelik kısmı, biriki defa parıldadı...

Kendimi müdafaa etmem gerekmekteydi... Bununla beraber, o enerjiyi içimde bulamadım... Âdeta kıpırdayamıyordum... Haykırmak istedim... Ama ağzımdan en ufak bir ses çıkmadı... O esnada silûet bana iyice yaklaşmıştı... Kaderim onun elindeydi artık!

Page 45: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

45

7

Gözlerim korkudan büyümüştü... Bekliyordum... Hayret! Tehdit edici gölge yatağımın ayak ucuna gelince, birden durdu... Bir fısıltı duyar gibiydim...

Esrarengiz ziyaretçi, durumumu anlamış olacaktı. Yeniden bir fısıldama işittim ve fısıldamanın hedefini tâyin etmekte gecikmedim.

—«George! George!» İçim rahatladı. Kaybolmuş enerjime kavuştum. Arkadaşımın sesini hemen tanımıştım.

Heyecanla : —«Sen misin, Bob?» dedim. —«Evet, benim! Seni uyandırmak istiyordum!» —«Peki, ne yapıyordun burada? Hem içeriye nasıl girebildin?» Manning, biraz daha yaklaştı. Giyimliydi. Ama ayakkabıları ayağında değildi. Bıçak

elinde duruyordu. Kısık bir sesle : —«Bu mereti almaya geldim!» dedi. —«Ama, Bob, Bob, bunu yapmamalıydın! Söz vermiştin bana!» —«Hayır, George, böyle bir söz verdiğimi hatırlamıyorum! İçin rahat etsin artık! Bundan

böyle kimse suçlayamaz seni... Çünkü bıçağı yokedeceğim ortadan!» Yine korkudan titremeye başlamıştım. Bob, bunu farketti. —«Ne oluyorsun, George?» diye sordu. Ürpererek cevap verdim: «Bir şeyim yok...»

dedim. «Odanın içinde bir hayalet gibi dolaşman beni çok şaşırtmıştı da.... Kirke'ün uğradığı âkibet geldi aklıma. Bir an için aynı katilin beni de öldüreceğini sandım!»

Sinirli bir halde gülmeye başlamıştım. Böyle bir korkudan sonra, aglasam da yeriydi... Arkadaşım da gülüyordu. Kolumu tutmak suretiyle beni susturdu. —«Sâkin ol! Sakin ol!» dedi. «Bıçağı yoketmeden birini uyandıracak olursak, pişman

oluruz sonra buna! » —«Pekala, pekala! Hiç olmazsa söyle, nasıl girebildin buraya?» Bob, «Nasıl mı girebildim?» diye sordu. «Nasıl olacak, usulca süzülüverdim içeri... Sonra

şöminenin bulunduğu yere de sürüne sürüne geldim...» —«Fakat anlamıyorum. Uyanıktım ben... Uyuyamıyordum... Hayret doğrusu, en ufak bir

gürültü yapmadan kapıyı nasıl açtın, akıl erdiremiyorum bir türlü... » Bob güldü. «Anlatayım öyleyse...» dedi. «Afrika'da, avları hiç ses çıkarmadan takip etme

işinin püf noktalarını öğrenmiştim. Zaten sen de bilirsin bu maharetimi... Neyse, bunun üzerinde durmayalım. Burada fazla, kalamam. Bu bıçaktan hemen kurtulmalıyım!» —«Yine rica edeceğim, Bob, ne olur yapma bunu!»

—«Ama yapmam gerekiyor... Steele gelmek üzere. Bıçağı odanda tutmak, çok tehlikeli olur!»

—«Steele'in benden şüpheleneceğini sanmam. Yıllardan beri tanışırız.» Manning bunu bilmiyordu. —«Onu sen de tanıyor musun, Bob?» dedim. —«Hayır. Hiçbir yerde görmedim. Haydi, George, bıçağı düşünme artık! Yarın ola, hayır

ola!» Bob Manning, geldiği gibi yine sessizce gitti. Kapı usuletle kapandı. Ertesi sabah kahvaltı salonunda buluştuğumuzda, bıçağı ortadan kolayca yokettiğini Bob

bana nazarlarıyla anlattı. Kahvaltımızı bitirmek üzereyken, Gray göründü. On dakika sonra da sokak kapısı çalındı.

Gelen Steele'di muhakkak... Hole doğru baktım. Yanılmamışım. Müfettiş, orada Henry Copeland'la konuşmaktaydı.

Page 46: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

46

Steele'i bir defa görmüş olan, onu bin kişinin içinde tefrik eder. İri kıyım boyu, kuvvetli ve delici bakışlarıyla derhal tanınır. Gözleri sanki sizi görmemiş gibidir ama, o delici bakışları yüzünüzde, derinizde, hasılı her yerinizde hissedersiniz.

Kaç yaşındadır? Bunu o zamana kadar tâyin edememiştim. Âdetidir, her zaman yavaş ve tane tane konuşur. Yaşını tâyin edemediğimi söylemiştim... Kırkında filân var gibidir ama, otuzunda gösterir. Sesi sertçe, hareketleri canlıdır.

Steele, beni kapının eşiğinde görünce, derhal tanıdı ve : —«Ooo, Clayton!» dedi. «Memnun oldum seni burada gördüğüme!» Sonra eskiden olduğu gibi samimî bir tarzda elimi sıktı. Yine samimî bir tarzda da

gülümsedi. —«Evet,» diye devam etti, «çok sevindim seni burada bulduğuma! Bay Copeland, olup

biteni bana kısaca anlattı. Öyle sanıyorum ki, yardımını esirgemezsin benden?» Faydalı olmak istediğimi kendisine söyledim. Bununla beraber, bunları söylerken

tereddütlü bir ton kullanmıştım. Henry Copeland, «Bay Steele!» dedi. «Önceki gün cereyan eden hâdiseler hakkında geniş

bilgiye ihtiyacınız olsa gerek?» —«Eh, bir mahzur yoksa fena olmaz! İlkin evdeki misafirlerle birer birer konuşmalıyım!» Banker, hayret eder gibi olmuştu. —«Nasıl?» diye sordu. «Cinayetle ilgili tafsilâtı öğrenmeden önce mi?» —«Evet. Eğer isterseniz tabiî!» —«Oh, elbette, elbette! Arzu ettiğiniz gibi olsun! Misafirlerim burada kızım Grace'in

düğünü için toplanmışlardı. Tören dün yapılacaktı... Durun, hepsini çağırayım size!» Steele elini kaldırdı. «Hayır, hayır,» dedi, «istiyorum ki, o da mümkün olursa tabiî,

gelişimi şimdilik kimse duymasın! Herkesle öyle tanışmak isterdim!» Banker, Steele'in ne düşündüğünü anlamıştı. —«Hay, hay, Bay Steele!» dedi. «Galiba hepsi de salonda!» Sonra Henry Copeland, Steele'e yol gösterdi. Herkes masanın etrafındaydı. İçeri girişimiz

şaşkınlığa sebep oldu. Anlaşılan Steele, oradakilerin o anda ne yapacaklarını öğrenmek istiyordu. Kimseye

bakmıyormuş gibi davranıyordu ama, ben onun hezkesi bir anda gözden geçiriverdiğini anlamıştım. Müfettiş, nazarlarım kısa bir an Norton Osgood'un üzerinde tuttu. Sonra da girişimizin pek farkına varamayan Ellen Aldridge'e daha fazla baktı. Bay Copeland, takdim işine başlamıştı bile. Dâvetlilerin çoğu, müfettişin âni olarak gelişine şaşırmış gibiydiler. Osgood, onu hemen tanıyamadı.

Bob Manning'in Steele'i tanımak istediği hemen aklıma geldi. Takdim işini ben yaptım. Bob biraz sonra uzaklaşırken, müfettiş onun arkasından baktı, baktı, sonra bana dönerek :

—«Manning mi demiştin?» diye sordu. —«Evet. Dr. Bob Manning... New York'tan!» Salonun ortasına doğru ilerlediği sırada, müfettiş : —«Arkadaşın hoşuma gitti, George!» dedi.

Steele, her halde cinayetin cereyan ettiği yeri bir an önce görmek istiyordu. Ama onun yukarı kata çıkmayı düşünmediğini görmek, beni hayrete düşürdü. Arkasından gittim. Biraz sonra da onu Osgood'la konuşurken gördüm.

Steele, «Belki saygısızlık olacak, Bay Osgood ama,» diyordu, «sıcağı sıcağına bir sual sormak isterdim size! Bazı kimseler vardır ki, onların ilk defa gördüğüm zaman, üzerimde bambaşka bir intiba bırakırlar... Biraz önce sizi görünce de.öyle oldu...»

Osgood gülümsedi. Sonra da, «Şaştım doğrusu!» diye cevap verdi. «Demek görünüşümde apayrı bir taraf var, öyle mi? Buyrun, sizi dinliyorum... Nedir sormak istediğiniz?»

Page 47: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

47

Steele de gülümsedi. «Nasıl söyleyeyim bilmem ki, insanları gözlerine göre sınıflandıran bir huyum vardır benim...» dedi «Çoğu zaman denemişimdir, hemen hükmümü veririm bu gibiler hakkında... Söyler misiniz, lütfen, Bay Osgood: Sihirbaz mısınız siz?»

—«Sihirbaz mı? Yok canım!» Steele, «Yâni bir hokkabaz, bir illüzyonist filân demek istemiştim...» diye izah etti. «Bu

gibi mesleklerle amatörce de olsa meşgul oldunuz mu hiç?» —«Hayır!» —«O halde aklanmışım... Bununla beraber, tatmin olmuş değilim yine de. Aktör müsünüz

yoksa?» Norton Osgood, gülmeye koyuldu. —«Daha da neler,» dedi, «daha da neler... Ama suallerinizin nereye varmak istediğini

anlıyorum, Doğrusu karakterleri okumak bakımından takdire şayansınız, Bay Steele! Tebrik ederim sizi!»

—«Demek bu gibi işlerle bir ilginiz var?» —«Evet. Gerçi ortada ne hokkabazlık, ne de tiyatro oyunculuğu var ama, söyleyeyim bâri:

Ben ipnotizmacıyım sâdece!» Müfettiş, «Bakındı hele!» diye hayretini belirtti. Sonra da, «Amatör olarak mı

uğraşıyorsunuz bu işle?» diye sordu. —«Evet ama, ciddî tecrübeler de yaptığım oluyor!»

Müfettişin kurnazlıkları hakkında azçok bilgi sahibiydim. Onun cereyan etmiş olan cinayetle, Norton Osgood arasında bir bağ bulunup bulunmadığmı araştırdığını derhal anladım. Ama Steele, bu konu üzerine henüz eğilmemiş gibi görünüyordu. Biraz sonra, cinayet yerine çıktı. Beni de yamnda götürdü. Kirke'ün odasına girmekten çekindim ama, böyle bir şeyi reddedişim Steele'e garip görünebilirdi.

Müfettiş, etrafa şöyle bir baktı. Gray'in elini sıktı. Sonra nazarlarını tekrar odada dolaştırdı. Birden ara kapıyı gördü. Bir sual sormak üzereyken, atıldım ve kapının odama açıldığını söyledim.

Stele'in incelemeleri kısa sürdü. Çünkü Gray'in de bir şeyler yaptığını biliyordu. Ünlü müfettiş, Bay Copeland'a dönerek, «Demek Harrison Kirke'tü bu adamın adı, öyle

mi?» diye sordu. —«Evet, New York'ta oturuyormuş!» —«Pekala! Şimdilik burada yapılacak işim kalmadı. Bu Kirke'le ilgili bazı sualler sormak

isterdim size ama, sonra yapacağım bu işi!» Bıçağın cesette açtığı yaraya baktı. —«Her kimse, katil işini iyi biliyormuş... Ender rastlanan bir kuvvet ve maharetle bıçağı

tam kalbe saplamış... Dolayısiyle ölüm pek ânî olmuş.» Gray, «Yâni... yâni...» diye kekeledi. «Katilin bir erkek olduğunu mu farzediyorsunuz?» —«Kadın olduğuna dair bir sebep var mı ortada?» —«Şey... Yok tabiî! Sadece haklı gibi görünen fikrinize işaret etmiştim.» Steele, cesedin kaldırılmasına müsaade etti. Sonra da Henry Copeland'la konuşmak üzere

zemin kata indi. Daha önce olduğu gibi, bana da, Bob Manning le yanında, bulunmamız için ricada bulundu. Dördümüz, iki gün önce ipnotizma tecrübelerinin yapıldığı salonda toplandık. Steele, Harrison Kirke'ün bizim muhitten br insan olmadığını anlamakta gecikmemişti. İşte bunun için de sualleri bu adamın nasıl olup da dâvetliler arasında bulunduğu hususuna yöneldi. Harry Copeland bunun sebebini söyleyince, başta müfettiş olmak üzere hepimiz bir şaşkınlık geçirdik. Harrison Kirke, şantajla geçinen bir adamdı. Gerçi şantajcıydı ama, öyle basit cinsinden değildi. Kur banlarını kendine mahsus yaman bir metodla sızdırırdı. Bu adamlara türlü vesikalar gösterir, sonra da onları kıskıvrak yakalardı. Fakat bu işleri de kurnazca yapardı. Değil polis, hiçbir kanun adamı, hattâ üzerine aldığı dâvaların altından çıkmasını beceren

Page 48: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

48

David Endicott bile ona karşı bir suçlamada bulunamazdı. Kirke, kanunlara aykırı kirli işini yıllardan beri sürdürmekteydi. Adamın burada bulunmasının sebebi de, yine böyle bir işe dayanmaktaydı işte... Banker, Kirke'e karşı olan nefretinden bahsetti. Sonra da söyledikler min kimselere nakledilmemesini bizden rica etti. Kirke'ün sızdırdığı kimseler arasında Walcott adında biri vardı ki, adam vaktiyle Henry Copeland'm ortaklığım yapmıştı. Ama ayrılmalarına rağmen iki banker, iyi iki dost olarak biribirlerine bağlı kalmışlardı. Walcott tedbirsizlik etmiş, vaktiyle pek de parlak olmayan bir işe adım karıştırmıştı. İşte Harrison Kirke, bundan faydalanmasını iyi bilmişti. Zavallı Walcott'dan hatırı sayılır meblâğlar koparmayı becermişti. Herif doymak nedir bilmezdi. Walcott, ona bir şey veremeyecek duruma gelince, Kirke, bu defa Henry Copleand'a yüklenmişti. İyi biliyordu zira, Copeland, dostunun adını lekeletmemek için onun her isteğini yerine getirirdi. Kirke'ün Copleland'ı sızdırması, tam üç defa oldu. Ama son talep o kadar büyük bir meblâğdı ki, banker ona zırnık bile vermemeye yemin etti. Kirke tavırlarını derhal değiştirdi. Tehdit edici haller almaya başladı. Copeland baktı ki olacak gibi değil, dostu Endicott'u evine çağırdı. Babacan avukat Kirke'le görüştü ve ondan üç günlük mehil istedi.

Müfettiş Steele, bankerin anlattıklarını büyük bir dikkatle dinledi. Ama bu konuyu bir süre sonra ele alacağını bildirdi. Sonra da Copeland'a ricada bulundu.

— «Mis Ellen Aldridge'le görüşüp, kendisine biriki sual sormak isterdim...» dedi. Böyle bir talep karşısında hayrete düşen Henry Copeland, suallere Fred Aldridge'in daha

iyi cevap verebileceğini bildirdi. Yavaş sesle, yanından ayrılıp ayrılmamam hak kında müfettişin fikrini sordum. Steele, konuşmada benim de bulunmamı istedi.

Ellen Aldridge hemen göründü. Böyle bir soruşturmaya mâruz kalacağı için endişeli gibiydi.

Steele, önsöze lüzum görmeden konuştu. Willard Aldridge hâdisesinden ötürü, Ellen'i tanıyordu her halde. Ama bu meseleyi hiç mi hiç açmadı.

—«Harrison Kirke'ü siz de tanıyor muydunuz, Mis Aldridge?» dedi. —«Dostlarımdan biri değildi.» —«Size bunu sormadım... Onu tanıyıp tanımadığınızı öğrenmek istiyorum sâdece!» —«Şey... Evet... Kim olduğunu bilirim!» —«Kardeşinizin bir alıp vereceği oldu mu bu adamla?» —«Fred'in mi? Sanmam... Niçin sordunuz?» —«Bilmiyorum... Ya sizin?» Ellen'in canı sıkılmış olacaktı. Sert bir şekilde: —«Hayır!» diye cevap verdi. —«Emin misiniz bundan?» —«Evet, tamamiyle eminim!» Steele, genç kıza bakmıyor gibi görünüyordu. Ellen'in bana seri bir nazar fırlattığını

gördüm. Sanki benden medet umuyordu. Müfettiş, «Detroit'e yerleşmek üzere birkaç yıl önce New York'tan niçin ayrıldınız?» diye

birden sordu. Ellen'in yüzü sararmıştı. Nefes alışlarında bir değişiklik olmuştu. Gözlerini indirerek : —«Bu suale cevap vermek istemiyorum, Bay Steele!» dedi. —«Ama cevap vermek zorunda olduğunuzu söylersem size...» —«Söyleyemezsiniz! Çünkü hakkınız yok buna.. Burada mahkemede değiliz. Size cevap

vermek zorunda olmadığımı anlamanız lâzım, Bay Steele!» —«Doğru. Madem ki reddediyorsunuz, o halde meseleyi bir neticeye bağlamamız

gerekiyor. Demek...»

Page 49: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

49

Genç kız, «Ortaya kötü bir faraziye çıkaracak mesele göremiyorum ben...» diye öfke içinde konuştu. «Detroits yerleşmemiz, tamamiyle ailevî bir sebebe dayanır. Zanndersem bunu da öğrenmeye kalkışmazsınız?»

Bob Manning, «Bana öyle geliyor ki,» diye müdahale etti, «Mis Aldridge'in hakkı var.» —«Haydi bunu da kabul edelim! Bu durum karşısında suallerimi başka şekil altında

soracağım: Mis Aldridge, Bay Norton Osgood'un kim olduğunu söyler misiniz bana, lütfen!» —«Detroit'te oturan profesyonel bir ipnotizmacıdır kendisi... Ayrıca şu da var...» —«O da kardeşinizle birlikte Detroit'ten gelmişti diyeceksiniz, değil mi? —«Evet. Ama sizden rica edeceğim, bu bilgiler, yahut başka bilgiler için doğrudan

doğruya kendisiyle konuşsanız iyi olacak!» —«Böyle bir şey düşündüğüm yok. Zira sizin bana vereceğiniz bilgileri vermekten

kaçınacaktır kardeşiniz! Bay Osgood'un kardeşinize niçin refakat ettiğini öğrenmek isterdim. Bay Copeland, onu ilk defa gördüğünü söylüyor... Bu zâtı beraberinde getirmek için, kardeşinizin bir bildiği olmalı!»

Ellen, «İyi anladınız» diye istemeye istemeye konuştu. «Ama bunu şimdi söylemek istemiyorum!»

—«Yoksa başbaşa kalmamızı mı tercih ederdiniz?» Müfettiş, yavaşça bize doğru baktı. —«Zannetmem ki, Bay Copeland'm burada bulunuşu bir mahzur teşkil etsin... Yanılıyor

muyum yoksa?» —«Oh, hayır, hayır!» —«Peki, ya Bay Clayton?» —«Onun için de bir şey diyemem!» Steele, bu defa da Ellen'e baktı. Müfettişin yüzünde memnuniyet ifadesi vardı. —«Eh kala kala, bir Dr. Manning kalıyor... Onun hakkında bir şey düşünmeyeceğinize

göre, ben miyim sizi sıkan?» —«İyi söylediniz!» —«Demek öyle? O halde sizin söylemek istemediğinizi, daha doğrusu söylemekten

çekindiğinizi "ben daha önce düşündüysem, ne dersiniz buna?» —«Şaşmam çünkü, siz Fred'i iyi tanıyorsunuz! » Steele, «Arılıyorum, anlıyorum...» diye mırıldandı. «Sizi iyi anlıyorum! Bunları yeniden

düşünmek kolay değil... Pekala! Benimle şimdi konuşmak istemiyorsanız, hazır olacağınız zamanı beklerim!»

Müfettişin sesindeki ton değişikliği, Ellen'i şaşırtmıştı. —«Bildiklerimi size canı gönülden söyleyeceğim: Mesele şu... şu şey zamanına rastlar.

Hani bizimle New York'ta tanıştığınız zamana... Ortaya çıkarmış olduğunuz gerçekler karşısında Fred'in ne derecede teessüre kapıldığını anlamış olsanız gerektir... Zavallı hepimizden fazla ıstırap çekmişti.»

—«Evet, maalesef öyle olmuştu!» —«Öyle ki, aklını kaçırmasından koktuk. Dok« torlar da bizim gibi düşünüyorlardı. Çok

uğraştık, elimizden geleni yaptık ama, bu durumdan onu kurtaramadık.» —«Hımm... Anlıyorum. İşte o zaman aklınıza ipnotizma geldi, değil mi?» —«Evet. Ne dersiniz, Fred için iyi oldu bu... İlk anlarda epey sarsıldı ama, o çıldırma

alâmetleri gün geçtikçe azaldı. Tamamiyle şifaya kavuştuğunu düşündük. Ama doktor bir yıl kadar daha Bay Osgood'un gözü altında bulunmasının yerinde bir hareket olacağını bildirdi. Anladınız mı şimdi? Bize refakat etmesi için ricada bulunduk Bay Osgood's! »

Steele'in öğrenmek istediği de bu olacak ki, genç kıza başka bir şey sormadı. Sonra müsaade isteyip ayrıldı ve birinci kata çıkarak, Gray'den parmak izleri hakkında, bilgi aldı. İki saat sonra aşağı indiği zaman, Steele'in yüzünde yeni bir şeyler öğrendiğine dair bir ifâde yoktu.

Page 50: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

50

Geldi. Yanıma oturdu. Benimle bir konuşma yapmak istediğini söyleyince, şaşırdım. Salon o sırada tenhaydı. Hemen oraya gittik.

Müfettiş, «Suallerim belki senin canını sıkacak ama, Clayton,» dedi «sormak zorundayım!»

—«Soracağınız her suale seve seve cevap veririm!» dedim. Yoksa Steele, benim bu cinayet meselesinde oynadığım rolü mü keşfetmişti? —«Bak, dostum! Bilirsin... Belki de bilmezsin... Âdetimdir benim, her insanın yüzünü

inceler, oradan bir şeyler okumaya çalışırım!» —«Yoksa benim yüzümde de bir ipucu mu buldunuz?» Hareketlerim, gayet kayıtsızcaydı. Ama bunda ne kadar muvaffak oldum, bilmiyorum.

Lâkin belliydi: Steele, benimle ilgili bir ipucuyla karşılaşmıştı. —«Öğrenmek istediğimi söyleyeyim sana, Clayton: Öyle sanıyorum ki, gerçeği, sadece

gerçeği söyleyeceksin... Neyse, soruyorum: Mis Aldridge'le ne var aranda?» Birden irkiliverdim. Steele sanki düşüncelerimi okumuştu. —«Evet, dostum, yüzündeki ifadeden bunu çıkarmış bulunuyorum işte!» —«Fakat... Fakat böyle bir şeyi de nerden çıkarıyorsunuz bilmem ki!» diye mırıldandım. —«Onu da söyleyeyim: Mis Aldridge bu sabah tam iki defa bu hususta kendini ele verdi...

Aranızda ortak bir sır olduğundan pek emin değilim ama, bu bana yine de muhtemel görünüyor. Belki de bir değil, biriki sır var ortada...»

Bilhassa son kelimeleri söylerken, Steele'in ses tonunda bir gariplik, bir tehdit edicilik vardı.

Gayet serbest olarak, «Ne demek istediğinizi anlayamıyorum!» dedim. —«Aldridge âilesi meselesinden haberin var mı senin? Hani şu üç yıl önce New York'ta

cereyan eden hâdise, canım, bilirsin...» —«Evet, evet... Bahsetmişlerdi bana!» —«Mis Aldridge'le daha önceden tanışıyor muydun?» —«Hayır. Onunla birkaç gün önce tanıştım...» Müfettiş dudaklarım bükerek, «Hayret!» dedi.

«Cidden hayret!» —«Bunda hayret edilecek ne var anlamadım!» —«Daha ne olsun istiyorsun, dostum? Tanışalı birkaç gün olduğu halde, aranızda bir sır

bulunduğu gözden kaçmıyor!» —«Aldanıyorsunuz... Bizim aramızda bir şey yok!»

—«Yok ha? O halde anlamıyorum, hem Dr. Willard Aldridge meselesini bildiğini söylüyorsun, hem Ellen'le tamşalı sadece üç gün oldu diyorsun, hem de aranızda bir sır bulunmadığını beyan ediyorsun... Willard meselesini doktor Manning mi söylemişti yoksa sa-na?»

Kısabir an tereddüt ettim. Müfettiş Steele gibi bir adama yalan söylemek imkânsızdı. —«Hayır.» diye cevap verdim. «Bunu bana Manning söylemedi! Mis Aldridge'le ilgili her

şeyi... tesadüfen öğrenmiştim!» —«Hah şöyle! Şimdi anlaşıldı. Demek kendisini ele vermemen içinmiş sana bu sabah

yaptığı işaret... Pekala, fazla bir şey söylemene lüzum yok! Zirâ gerçek gün gibi parlamakta. Parkında, mısın, onu Kirke hakkında sorguya çektiğim zaman, seni sessizce yardıma çağırmıştı... O dakikada anladım: Sen cinâyetten önce Mis Aldridge'le Harrison Kirke arasında cereyan eden bir konuşmaya, yahut buna benzer bir şeye şahit olmuştun! Tamam mı?»

Usuletle başımı indirdim. Sonra, «Şey... İn... inkâr edemem!» diyebildim. —«O halde bunu itirafa yanaşabilirdin... Niçin yapmadın?» —«Ama böyle bir şey demedim ki size...»

Page 51: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

51

—«Hıh, dememiş... Yeteri kadar demiş bulunuyorsun, dostum! Haydi, Clayton, dostça her şeyi anlat bana! »

—«Söyleyecek bir şeyim yok ki!» —«Var, var, pekâlâ da var... Ben iyi biliyorum. Bir şeyler biliyorsun sen... Ama bunu gizlemek istiyorsun! Bu, Kirke'ün öldürülüşüyle olduğu gibi, Mis Aldridge'le de ilgilidir belki... Evet, benden bir şeyler saklıyorsun sen... Eminim bundan!»

Hiçbir cevap vermedim. Müfettiş devam etti : —«Duygularını anlıyorum... Bu durum karşısında, sana daha az şahsî sualler sormaya

gayret edeceğim! Her halde dostum doktor Manning hakkında da bilgi vermekten çekinmezsin?»

—«Çekinmem tabiî... Ama. onun için ne söyleyebilirim ki?» —«Meselâ... Meselâ onun Mis Aldridge'le ne zamandan beri nişanlı olduğunu öğrenmek

isterdim!» Müfettiş bahsi değiştirmişti ama, bu defa başka taraftan hücuma geçmişti. —«Nişanlandıkları bir yıl oluyor galiba...» —«Ya! Demek öyle? Mamafih, pek hayret etmedim buna!» —«Tuhaf şey! Sözlerinizin mânâsını bir türlü anlayamıyorum! » —«Dedim ya, hiçbir hususiyeti yok meselenin!» —«O halde bu sualler neci oluyor, sayın müfettiş?» —«Hiç. Seni temin ederim ki, dostum, şey... Düşünüyorum da...» —«Neyi düşünüyorsunuz?» Steele gülmeye başladı. Sonra, kapıya doğru giderken döndü ve : —«Ne dersin, bir yıl oldukça uzun bir zaman, değil mi?» dedi.

Hemen koşup, kolundan tuttum. Sâkin bir sesle: —«Bay Steele!» dedim. «Durum meydanda... Siz benim hakkımda bir şeyler

biliyorsunuz! Söyleyin, nedir bu?» Müfettiş gülümsedi. «Şimdi bunlarla yorma zihnini!» dedi. «Bir şey biliyorum, yahut

bilmiyorum, durma bunun üzerinde!» —«Haydi, söyleyin, söyleyin!» diye ısrar ettim. «Ne öğrendiniz?» — «Peki öyle olsun... Sen Mis Aldridge'e karşı sempati duyuyorsun!» Başka bir şey öğrenemedim ondan. Eğer içimizden biri cinayeti saran esrarın Steele tarafından bir anda çözüleceğini

sanıyorsa, hayal kırıklığına uğrayacak demekti... Müfettiş, o günün öğleden sonrasında ve akşamında pek faaliyet göstermedi. Yahut öyle görünmek istedi. İkide birde Gray'le konuştu. Ertesi sabah da, yanında Gray olmak üzere odaları birer birer gezdi ve ele geçen parmak izlerine göz attı. Biraz sonra onu küçük salonda Fred Aldridge ve Norton Osgood'la konuşurken gördüm.

O gün öğleden sonra, içime müphem bir endişe yerleşmişti. O âna kadar üzerime hiçbir şüphe kondurmamaya muvaffak olmuştum. Ama öyle sanıyordum ki, Steele peşimi bırakmayacak, hâdiseler de biribirini takip edecek... Zaten Steele'in eve geldiği günden beri, durum ayrı bir şekil almıştı. Bununla beraber yine de tahmin ettiğim gibi olmamıştı.

Müfettiş saat tam sekizde misafirlerin salonda bulunmalarını Bay Copeland'a söyledi. Kısa bir süre sonra, hepimiz onun etrafmdaydık.

Steele, «Sizi toplamamm sebebi, buraya niçin geldiğimi anlatmak içindi.» diye konuşmaya başladı. «Hepimiz biliyoruz... Evin misafirlerinden biri, bir cinâyet işlemiş bulunuyor... Bu şaşmaz bir gerçek. Ortada başka bir gerçek daha varsa, o da katilin şu anda aramızda bulunduğudur! Hepinizin bilmesini isterim: Benim vazifem, bu kimsenin maskesini alaşağı etmektir. Şu husus da unutulmamalı: Er geç bu kimsenin kim olduğunu meydana çıkaracağım! Bay Copeland beni bunun için getirtti buraya... îşi ortaya çıkarmadan da gitmeyeceğim buradan! Hiçbir şey, hiçbir hareket beni işimden alakoymaz... Onun için

Page 52: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

52

araştırmalarımın neticesi ne olursa olsun, meselelyi ışığa kavuşturmak için de neye baş vurursam vurayım, hele sonunda da karşımıza kim çıkarsa çıksın, şimdiden söylüyorum, darılmaca yok! Zaten Bay Copeland bu işi bana vermeye karar verdiğinde, hiçbiriniz itiraz etmemişsiniz!»

Müfettiş, sözlerinin mânâsının herkes tarafından anlaşılması için, bir an durdu. Hiç kimse bir şey söylemiyordu.

—«Şimdi gelelim bu cinayetin ne gibi sebepler yüzünden işlenmiş olduğu meselesine!» Norton Osgood'a baktım. Adamın yüzü sararmıştı hafifçe. Ama ben öyle değildim. Zira

serinkanlılığımı muhafaza ettiğimi iyi biliyordum. —«Bu Harrison Kirke, Bay Copeland'a. şantaj yapmak için gelmişti bu eve! Buna hakkı

var mıydı, yok muydu, orası başka mesele... Vaktimizi boşuna harcamayalım bunun için... Ama şurası şaşmaz bir gerçek ki, öldürüldüğü âna kadar bu adam istenilmeyen bir kimseydi! Şimdi bir sual: Kirke'ün vücudunu ortadan kaldırmakta en fazla kimin çıkarı olabilirdi?»

Herkes biribirinin yüzüne bakmıştı. Steele, kendi sualine yine kendi cevap verir gibi konuştu : —«Birisi foyalarının Kirke tarafından meydana çıkarılacağını düşünerek telâşa düşmüş

olabilir... Meselâ bu kimse, başka birinin geçmişine ait bir sır bilmektedir. Bunun için de, o kimsenin yakın bir akrabası filân da olmadan, onun şerefini korumak ister... İşte ben bu kimseyi arıyorum aranızda!»

Kimse, müfettişin sözü nereye getirmek istediğini bilmiyordu. Müfettiş, «Evet,» diye yeniden devam etti, «gayetle eminim, cinayet sırf böyle bir sebep

yüzünden işlenmiştir! Evet, Kirke denilen herif, başka bir kimseyi ilgilendiren bir sır yüzünden gebertilmiştir! Bu kimse ise, Bay Copeland'm eski ortağı olamaz... Başka, bam-başka biridir o!»

Bu sözler hepimizi hayret içinde bıraktı. Norton Osgood, daha fazla sarardı. Ellen Aldridge'in yüzü ise, hafifçe kızardı.

—«Birisi, ölümünden önceki saatlerde Kirkel bir ağız dalaşı yaptı! Bu, istenen parayı ertesi gün vermediği takdirde, kendisiyle ilgili sırrın Kirke tarafından açıklanacağını iyi bilen biriydi! Zira şantajcınızı tahdidi bundan başka bir şey olamazdı! Şimdi soralım: Kirke'ün sızdırmayı kafasma koyduğu sır sahibi kimse aranızda hangisidir? Bay Copeland'la Bay Endicott'tan başka Kirke'ü kim tanır iyice? Yoksa bu kimse, Kirke'le yaptığı münakaşa esnasında konuşmaları Bay Clayton tarafından duyulan kimse midir?»

Müfettiş son suâli sorarken, Ellen Aldridge yerinden sıçrar gibi oldu. Mamafih genç kız, kendini toparlamaya çalışıyordu. Onun bu hâlini gören Steele,

birdenbire sordu : —«Mis Aldridge!» dedi. «Perşembe gecesi, Harrison Kirke sizi ne sebepten ötürü tehdit

ediyordu? İstediği paranın miktarı neydi? Ödemediğiniz takdirde, neyi açıklayacağını söyleyerek sizi sıkıştırıyordu? Belki Bay Endicot hariç, meselenin ne olduğunu hepimiz bili-yoruz. Daha sonra gelecek olan dâvetlilerin önünde böyle bir sırrın açıklanmasının ne demek olduğunu da takdir ederiz... Söyler misiniz, lütfen, ne cevap vermiştiniz siz bu adama?»

Ellen Aldridge o kadar bitkin bir haldeydi ki, bu arka arkaya sıralanan suallere bir çırpıda cevap vermek onun için güçtü.

Bob Manning, hiddetle yerinden kalktı. —«Bay Steele!» dedi. «Mis Aldridge! pek fazla sıkıştırdığınızın farkında mısınız acaba?

Doğrusu hiç beğenmedim bu soruşturma şeklini!» —«Özür dilerim, Bay Manning! Hakkınız var, biraz ileri gittiğimin farkındayım... Ama

ben buraya bir cinayetle ilgili esrarı çözmek için geldim, muhabbet etmek için değil... Evet, her ne pahasına olursa olsun, çözeceğim de bunu. Mis Aldridge! Kirke'ün ısrarları karşısındaki durumunuzun güçlüğünü hepimiz anlıyoruz... Evet, yalnız geçmişiniz değil, kardeşinizin saadeti de bahis konusuydu... Kirke, kardeşiniz yerine sizi tehdit etmeyi tercih

Page 53: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

53

etmişti. Çünkü isteklerine hemen boyun eğeceğinizi iyi biliyordu... Ne fayda ki, çok gülünç bir şekilde aldandı... Baş vuracağınız çâreyi hiç mi hiç hesaba katmadı!» Henry Copeland, Steele'in bu suçlayıcı sözleri karşısında dehşetle irkildi. Ben de şaşırmıştım. Hem öyle ki, meselede oynadığım rolü bir anda unutuverdim.

Müfettiş, merhametsizce devam etti : —«Kirke, kardeşinizin düğününden önce böyle bir açıklamada bulunacağım size söyledi...

Bu durum karşısında ne yapabilirdiniz ki? Onun isteklerini karşılamak zorundaydmız! Ama siz ne yaptınız?»

Steele durdu. Onun bir tiyatro aktörü edâsiyle yaptığı suçlamalar karşısında, gerçek suçlunun ortaya çıkacağını ve bir itirafta bulunacağını sanıyordum. Steele'in amacı da belki buydu ama, maalesef böyle olmadı.

—«Ne yaptığınızı size ben söyleyeyim, Mis Aldridge: Mutfağa gidip bir bıçak aldınız ve...»

—«Duran, durun! Böyle bir şey söylemeye hakkınız yok!» Konuşan Fred Aldridge'ti. Yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Müfettişe kin dolu bir nazarla

bakıyordu. Ayağa kalktı ve ona doğru yürüyerek: —«Evet, ablamı bu şekilde suçlayamazsınız!» diye bağırdı. «Söylediğiniz her söz için

özür dilemelisiniz ondan! Aksi takdirde...» Ellen, yerinden fırlayıp onu kolundan tuttu. —«Fred, Fred! Ne yapıyorsun!» dedi. Genç adam, müfettişin karşısındaydı hâlâ. Elini kaldırarak: —«Bıktık bu sizin sözüm ona mükemmel metodlarmızdan, Bay Steele, evet, bıktık

usandık!» diye yeniden bağırdı. «Eğer ablam hakkında bir şey daha söylerseniz...» Müfettiş gayet sakindi. Fred Aldridge'e sandalyesini işaret etti. Sonra: —«Susun, dostum,» dedi, «susun! Geçin yerinize oturun ve soruşturmanın devamını

dinleyin... Sözümü de kesmeyin! Yoksa adalet mekanizmasının çalışmasına mâni oluyorsunuz diye tevkif ettiririm sizi!» Fred Aldridge, müfettişe yine dik dik baktı. Bir şey yapmasından korkuyordum. O sırada Bob Manning ayağa kalktı ve onlara yaklaştı. îşte o zaman, vicdanımın emrine uydum. Daha atik davranıp, dostumu arkada bıraktım.

— «Artık yeter, Bay Steele!» diye bağırdım. «Bir işkenceyi andıran soruşturmanıza Mis Aldridge'in daha fazla daya.nacağını sanmıyorum! Benim de tahammülüm yok buna! Siz katil arıyorsunuz, değü mi? Katil benim işte! Gerçi bir cani değilim ama, Harison Kirke'ü öldüren benim! Evet, ben öldürdüm o yezit herifi!»

8

Âni itirafım, büyük bir şaşkınlığa sebep oldu. Herkes etrafımı çeviriverdi. Bay Copeland, zor nefes alıyordu sanki. Fred Aldridge'in ağzı açık kaldı. Müfettişe gelince, onun tavırlarında garip bir hava vardı. Sanki sözlerime inanmamıştı. Yavaşça:

—«Clayton! » diedi. «Demlek Kirkje'ü öldüren sensin, öyle mi?» Bu sözler, Ellen Aldridge'i içinde bulunduğu şaşkınlıktan sıyırdı. Koşup yanıma geldi,

boğuk bir ses çıkararak: —«Hayır, hayır!» dedi. «Doğru değil bu yaptığınız! Onu siz öldürmediniz!» Bay Copeland'la diğerlerinin yeni bir şaşkınlığa saplandıklarını anlatmak lüzumsuz... Fred, «Ellen!» diye seslendi.

Page 54: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

54

Cuma günü öğleden sonra, Ellen'in bana söylediği sözlerde bazı şüpheli taraflar görmüştüm. Ama yaptığı son hareket, bana onun ne kadar samimî olduğunu ispat ediyordu. Müfettişin bize dikkatle baktığını hissediyordum ama, Bob Manning'le göz göze gelmekten de çekiniyor, başımı kaldırmaya cesaret edemiyordum. Sanki o hemen yanıma sokulmuştu. Bana dikkatle bakmak taydı... Ellenle aramdaki sırrı saklamanm imkânı yoktu artık... Kalbim sür'atle atmaktaydı. Ne olacak diye bekliyordum.

Bir ara gözlerimi kaldırdığımda, Manning'in yüzünü her zamankine nisbetle biraz sararmış buldum. Mamafih, bakışlarında bir nefret yoktu. Ama Afrikada elindeki kargıyla bir sürü vahşiyi tepelediği zamanki hâlini tekrar görür gibi olmuştum...

Sessizliği Steele bozdu. —«Rica ederim, Clayton!» dedi. «Ne demek istediğini izah et bize! Yanlış duymadık ya

inşallah... Harrison Kirke'ü öldürdüğünü söylüyorsun bize, değil mi?» —«Evet... Öyle sanıyorum!» —«Öyle mi sanıyorsun? Hoppala! Aman dostum, çok saçma bir şey bu! Kirke'ü öldürdün

öldürdün, öldürmedin öldürmedin, onu söyle bize sen! Sonra...» —«Pek emin değilim...» diyerek onun sözünü kestim. «Bay Steele, çok karışık bir şey bu!

Ama bana öyle geliyor ki, ben bu cinayeti işledim! Eğer işledimse mesul olan benim demektir!»

O sırada Norton Osgood'un yüzü kâğıt gibi olmuştu. Bu, içime biraz su serpti. Müfettiş sözlerimden birşey anlamamış olacaktı. Nitekim:

—«Anlamıyorum...» dedi. «Hiçbir şey anlamıyorum!» Sonra salondakilere doğru döndü. —«Görüyorsunuz işte,» diye devam etti, «mesele birdenbire ortaya çıkan böyle bir hal

yüzünden, çapraza girdi... Bay Clayton'un dediklerinin doğru olduğunu biran için kabul edelim, o zaman uzağa gitmeye hacet kalmaz. Ama ben kendisiyle geniş bir şekilde ko-nuşursam, isâbetli hareket etmiş olurum. Bu konu üzerinde tekrar dururuz!»

Herkes bu konuşma üzerine salonun öbür ucuna çekildi. Sonra küçük gruplar halinde konuşmaya başladılar. Arada sırada büyük bir güvensizlikle beni süzüyorlardı. Steele, «E, Clayton,» dedi, «gel bu meseleyi hal letmeye bakalım seninle! Nerede rahat olabiliriz? Odanda konuşalım, ister misin?»

Teklifi uygun bulmuştum. Hemen oraya çıktık. İçeri girer girmez, Steele kapıyı sıkıca kapadı ve hemen karşıma geçip oturdu. Sonra da gayet sakin bir tarzda konuştu:

—«Haydi, anlat bakalım şimdi!» Tam bir itirafta bulunmaya kararlıydım. Bunun için de olup biteni olduğu gibi naklettim.

Mannmg'le beraber NewYork'tan gelişimizi anlatıp, Harrison Kirke'ün NewYork'taki hayatı hakkında bildiklerimi söyledim. Sonra da ipnotik kudret hakkında ilk akşam yaptığımız konuşmadan bahsettim. Norton Osgood'un gerek benim, gerekse Endicott'un üzerinde yaptığı tecrübeleri ve karşılaştığımız şaşkınlıkları ortaya döktüm.

Steele çok ilgilendi. Tecrübelerin şeklini bana birkaç defa tekrar ettirdi. Ellen Aldridge'le Harrison Kirke arasmdaki konuşmaya pek hafif olarak temas ettim. Ama

genç kızın daha sonra Osgood'la yaptığı konuşmasını tamamiyle sakladım. Bununla beraber, beni ikinci defa ipnotize ettiği zaman Osgood'un geçirdiği dehşete kapılma hâlini tafsilâtiyle anlatmaya çalıştım. Daha sonra da müfettişe, Arthur Copeland'm Endicott için hazırladığı tel-kin işini anlattım.

Tam o sırada, Steele, «Peki, sizin yapmanız gereken şey hakkında Osgood'a kim emir verdi?» diye sordu.

—«Mis Aldridge'ti bu! Bana ne yaptırmak istiyordu, bilmiyorum ama, her halde zararsız bir şeydi istediği!»

—«Pekâlâ! Devam et sen!»

Page 55: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

55

Sıra, o gece geçirdiğim korkunç kâbus tablolarının anlatılmasına geldi. Bunu da anlattıktan sonra, irâdemin garip bir kuvvetin altında nasıl eğildiğini söyledim ve durumu iyice kavraması için de müfettişe yardım ettim. Tesiri altında bulunduğum kuvvetten kurtulabilmek için, kapının önünden kaçmak istediğimi,, fakat buna muvaffak olamayıp, kapıyı tam üç defa zorla dığımı kısa kısa cümlelerle izalıa çalıştım. Sonra da elimdeki bıçağın mevcudiyetini dehşet içinde nasıl müşahede ettiğimi, cinayetimi işledikten sonra da bıçaktan kurtulmanın çârelerini nasıl aradığımı sırasıyla anlattım... Ulumaya benzer bir şekilde havkırdığımı, terlik-lerimi yerinde bulamadığımı, sol elimin is içinde olduğunu söyledim. Bütün bunlar benim geceleyin kalktığımı ispat ediyordu... Hikâyem, Steel'i çok ilgilendirmişti. En ehemmiyetsiz gibi görünen kısımları büe, ünlü müfettiş dikkatle dinlemişti.

—«Anladığıma göre, Kirke'ün senin tarafından öldürüldüğünü sanıyorsun ve bunun da Osgood'un ipnotik kudreti sayesinde olduğunu söylemek istiyorsun değil mi?»

—«Başka ne olabilir ki! Ama, Bay Steele, şerefim üzerine yemin ederim ki, suçumu hafiletmek için söylemiş değilim bunu size! Görüyorsunuz işte, cezam neyse çekmeye hazırım!»

Müfettiş, «Ne münasebet, canım, ne münasebet!» diye müdahale etti. «Sen bırak da bu işle ben meşgul olayım! Gerçek katilin kim olduğunu göreceğiz! Şimdi de şömineye saklamış olduğun bıçağı görelim bakalım!»

—«Bıçak mı? Şey... Kendimi manevî bakımdan suçlu hissetmeye başlayınca, istemiyordum ki benden şüphe edilsin... îşte bunun için geçen gece bıçağı yokettik!»

—«Nasıl? Yok mu ettiniz? Kiminle yokettiniz? Kim aldı bıçağı?» —«Doktor Manning, bana yardım etmek istiyordu. Bıçağın tarafınızdan muhakkak

bulunacağını iddia ediyordu.» —«Garip şey! Madem ki öyle, bu bıçağı ondan isteyelim! Çünkü bazı incelemeler

yapmam gerekiyor.» —«Hay, hay... Artık onu saklamak boşuna!» Biraz sonra zemin kata indik. Manning'i orada bulacağımızı sanıyorduk. Saat henüz dokuz

buçuktu. Bayan Copeland, onun Fred Aldridge'le birlikte dip ta raftaki odada bulunabileceğini söyledi. O tarafa gitmeye hazırlanıyorduk. Bir şey bizi durduruverdi.

Henry Copeland, «Dinleyin! Dinleyin!» dedi. Birinci kattan doğru kuvvetli bir tenor sesi gelmekteydi. Dışarı fırladık. Sırtında

robdöşambrv ayaklarında terlikler, ufak tefek bir adam hem merdiveni iniyor, hem de (Ren Nehri Üzerinde Gece) aryasını okuyordu. Elinin birinde, üst kattaki eski silâh koleksiyo-nundan aldığı bir kılıç, diğerinde de Ortaçağ'dan kalma antika bir kalkan vardı. Başmda da Alman askerlerine mahsus bir miğfer bulunuyordu.

Henry Copeland, «Hay Allah!» diye bağırdı. «Bu bizim Endicott! Yirmi dakika önce bizden ayrılmışta... Güya erkenden yatacaktı. Davit, hey, Davit Nedir bu hâlin?»

Avukat, hiç oralı olmadı. Önüne bakarak inmeye ve şarkı söylemeye devam etti. Arthur Copeland, «olur şey değil!» diyerek güldü. «Şimdi anlıyorum... Osgood'tan bunu

telkin etmesini istemiştim... Böyle bir muziplik gelmişti aklıma!» Bu sözler, Endicott'u uyandırıverdi. Birdenbire durdu ve elindeki kılıcı bir kenara koydu.

Diğer elindeki kalkam yere bıraktı. Sonra şaşkın şaşkın bize baktı. Kıyafetinin farkma varmca da:

—«Bu da nesi?» diye sordu. Arthur durumu ona izah etti. Bayan Copeland, «Sâhiden de,» diye konuştu, «cinayetten sonra bunu unutmuştuk! Bay

Clayton'un da bir şeyler yapması gerekiyordu...» Arthur, «Doğru.» diye tasdik etti. «Ben Bay Endicott için bir şey tutarken, Mis Aldridge

de Clayton'un bir şeyler yapmasını istemişti... Söyler misiniz. Bay Osgood, Bay Clayton kendisinden isteneni yaptı mı acaba?»

Page 56: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

56

Hepimiz Norton Osgood'a doğru döndük. Adam normal görünmeye çalışıyordu. Bununla beraber, yüzü hafifçe sararmıştı.

—«Bil... Bilmiyorum!» dedi. Arthur Copeland, «Ama biz telkinlerinizin ne zaman gerçek olacağını biliyorsunuz sanıyorduk.» dedi.

— «Ek&eriya öyledir. Ama bana kalırsa, Bay Clayton, Mis Aldridge'in isteğini yerine getirmiştir çoktan!»

Osgood, son kelimelerin üzerinde durmuştu biraz. Bu, gözden kaçmayacak bir husustu. Grace Copeland, «Ah, Ellen!» dedi. «Neydi bu? Söylesene!» Genç kız zoraki bir şekilde gülümsedi. Sonra, «Oh, hayır, hayır!» diye konuştu. «Doğru

bir şey olmaz bu!» Avukat, o sırada başındaki miğferi çıkarmaktaydı. —«Bay Clayton'a telkin edilen şey şayet vukua gelmemişse, bunun benimki gibi komik

olmasını temenni ederim! E, ne yaparsımz, parayla değil, sırayla!» Espriye herkes kahkahayla güldü. Sonra da herkes dağıldı. Müfettişi bir kenara çektim ve: —«Gördünüz mü?» dedim. «İşte Osgood'un kudretini ispat eden bir örnek!» —«Evet, gördüm!» —«Şimdi sorarım size: Bay Endicott'u maskara eden bu adam, her ne olursa olsun, bana

da bir şeyler yaptıramaz mı?» —«Olabilir... Yaptırabilir... Bununla beraber, Bay Endicott'un dediğine göre, bu gibi

kudretlerde sınır diye bir şey vardır yine de!» —«Hayır! Sınır mınır yoktur bu işde! Onun bu cinayeti bana işlettiğinden eminim!» —«Neyse... Bu meselenin münakaşası burada kalsa da, biz gidip Doktor Manning'e

baksak!» Bob Manning! yalnız başına bulduk. Onunla konuşmaya çekmiyordum. Ama arkadaşım,

olup bitenlerden bahsetmedi. —«Bob!» dedi. «Müfettiş Bey, şüpheleri üzerime kondurmamak için bıçağı ortadan

kaldırdığını biliyor!» Manning, buna hiç hayret etmedi. —«Bıçağı görmek mi istiyorsunuz, Bay Steele?» dedi. —«Evet, öyle... Onun arkadaşınıza karşı olan derin dostluk yüzünden sakladığınızı

biliyorum... Ama. ben bu bıçağı incelemek niyetindeyim!» Manning, müsade isteyip dışarı çıktı. Biz de arkasından gittik. Biraz sonra bahçedeydik.

Arkadaşım bıçağı gömmüş olduğu yerden çıkardı. Müfettiş, bıçağın üzerindeki kan lekelerini inceledi. Sonra da bunu Gray'e verip, parmak

izlerine baktırtacağını söyledi. Steele! ertesi gün ancak kahvaltıdan sonra gördük. Bize işaret etti. Doğruca odama çıktık.

İçeri girip, kapıyı kapadığımız zaman, meşum bıçağın masa üstünde durduğunu gördüm. —«Bak, Clayton! Bıçak iyi bir ipucu verdi bana! Sadece senin ve Doktor Manning'in

parmak izleri var kabzada!» —«Bu da cinayet gecesi bıçağı tuttuğumu ispat etmez mi?» Manning, «Bu husus mühim değil!» diye muhalefet etti. «İkimiz bıçağı o gizli yerde

bulduğumuz zaman, bir hayli evirip çevirmiştik... Sonra da onu alıp bahçeye gömen benim!» —«Ne dersiniz buna, Bay Steele?»

Müfettiş, dudak büktü. «Cevap vermem kolay olmayacak!» dedi. «Gray, katilin eldivenli olduğunu iddia ediyor... İki şıktan birini kabul etmemiz gerekecek. Katil ya. eldivenliydi, yahut da Kirke'ün öldürüldüğü zaman bıçağı tutan sendin!» —«Bu da benim katil olduğumu göstermiyor mu?»

Manning, «Hiç de değil!» dedi. «Üstün bir irâde, senin irâdene galebe çalıp da seni bu işi yapmaya zorlarsa, suçlu mu olur insan?»

Page 57: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

57

Heyecan içinde, «Bay Steele,» dedim, «Kirke'ün benim tarafımdan öldürüldüğüne inanıyor musunuz?»

—«Söyleyemem bunu sana!» Müfettiş bir an düşündü. İkimiz de ona bakıyorduk. —«Bakın, dostlarım! Bu mesele arap saçı gibi bir şey! Çok karışık... İşte bunun için de

Kirke'ün senin tarafındanöldürüldüğünü iddia edemem!» Ayağa kalktı. Dışarı çıkmak üzereyken, yine durdu.

—«Ama öyle sanıyorum ki,» dedi, «Kirke'ü öldürenin kim olduğunu bu akşam söyleyebileceğim!»

Öğle yemeğinden sonra, Steele beni yanma çağırdı. Soracağı suallere gayet doğru olarak cevap vermemi istedi. Dediğine göre, bu husus çok mühimdi. İçinin rahat etmesini, zira elimden geleni ¡esirgemeyeceğimi bildirdim.

Müfettiş, cinayet gecesi yatağa girdikten, uyuyuncaya kadar ne yaptığımı tafsilâtıyle bilmek istiyordu. Ara kapıyı anahtarla kapama teşebbüsünde bulunduğumu, yorganın altına girmeden önce de hap kutusunu gece masasının üzerine nasıl koyduğumu bir bir anlattım.

Steele, o trajik gecede ne hatırlıyorsam, en ufak noktasına kadar tekrar etmemi rica etti. Sonra da kendisine beni uzun bir süre uykusuz bırakan o inatçı hâli tasvir ettiğimde, bunun sebebini öğrenmek istedi.

Ellen Aldridge'le ilgili kısmı ona söylemekten çekmiyordum. Bunun için de sadece camlara vuran yağmur yüzünden uyuyamamış olabileceğimi söyledim.

Yeni bir sualle karşılaştım: Karanlıkta ara kapıya kadar hiçbir mobilyaya çarpmadan nasıl gidebilmiştim? Steele'e el yordamıyle gitmiş olabileceğimi bildirdim.

Müfettiş, bu defa da şu suali sordu: —«Demek kapıyı açmak için üç defa zorladm ha?» —«Evet. İki defalık zorlamada, kapı açılmadı. Ama üçüncüde...» —«... Açıldı, öyle mi? İşte burası çok garip!

Yanılmıyorsam, seni oraya doğru iten telkin kuvvetine karşı koymak için var gücünle uğraştığını söylemiştin daha önce galiba? Acaba kapı en çok ne zaman mukavemet etmişti?»

—«Bilemeyeceğim.» —«Bilemeyeceğim olmaz... Hatırlamaya çalış! Hafızam yokla! Bu hal, kapıya üçüncü

defa yüklendiğinde olamaz mı?» —«Evet, evet! Tamam!» diye cevap verdim. «Şimdi hatırlamaya başlıyorum... Fakat

neyleyim ki, o melun kuvvet irademin üzerine yüklenmişti!» —«Hımm! Devam et sen, devam et! Şimdi şunu söyle bana: Elinde bıçak bulunduğunu

hissettiğin ânı hatırlayabiliyor musun?» —«Galiba... Galiba yataktan kalktığım an olacak bu!» —«îyi düşün, Clayton, iyi düşün! Bıçağı elinde o zaman mı, yoksa Kirke'iin odasında

bulunduğun zaman mı hissettin? Söyleyebilir misin bunu bana?» —«Oh, elbette! Eşiği aşıp, Kirke'ün odasına girdiğim zaman hissettim bu hâli! Önce

kabzanın temasiyle tüylerim ürpermişti... Sonra... Sonra pencereden gelen ay ışığı sayesinde, bıçağın parıldadığını gördüm!»

Müfettiş birden ayağa fırladı. Kapıya kadar gidip, kanadı inceledi. —«Parmak izlerin, kapının bu tarafında bulundu. Bu da anlattıklarına uymaktadır... Fakat

öbür yanda senin izlerine rastlayamadık!» Steele, kapıyı odama doğru açtı. Birden yüzünde garip bir ifâdenin dolaştığını gördüm. —«Hay Allah! Ne aptal adamım! İşte bu her şeyi aydınlatıyor!» —«Nedir bu? Söyleyin Allahaşkma!» —«Kirke'ü bıçaklayıp, bıçaklamadığım! Geçelim şimdilik bunu... Birkaç sual daha

sormam gerekiyor sana!»

Page 58: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

58

Steele, Kirke'ü bıçakladıktan, yahut bunu böyle sandıktan sonra ne yaptığımı yeniden öğrenmek is tiyordu. Demek bir şeyin delikten taş zemine düştüğü zaman çıkardığı madenî bir ses duymuştum... Ondan sonra da hemen hemen bütün ev halkının duyduğu bir haykırma, bir feryat koyuvermiştim... Çok garip bir şeydi bu! Hiç şüphe yoktu; Ben kâbuslu bir rüya gör-müştüm! Müfettiş, kaybolduğunutesbit ettiğim hap kutumu bana inceden inceye târif ettirdi.

Sonra da ayağa kalktı ve kendisini takip etmemi istedi. Salonda bulduğumuz Copeland'a rica etti: Ev halkı ve misafirlerle konuşmak istiyordu.

Yeni haber bekleyen dâvetliler, kısa. bir zaman içinde toplanıverdiler. Bob Manning, masumiyetim hususunda onları ikna etmiş olacaktı ki, hiçbiri bana kötü nazarla bakmadı.

Müfettiş Steele, vakit geçirmeden konuştu: —«Öyle sanıyorum ki, dedi, hattâ sanmıyorum, bundan eminim, dün Bay Clayton'un

yapmış olduğu konuşma hepinizi şaşırttı... Birbirinize şu suali sormuş olmanız da muhtemel: Clayton cinayetini itiraf etmekle beraber, nasıl olur da kendini manevî olarak suçlu görmez? İşte ben bu muammayı izah edeceğim sizlere!»

—«Sayın Bayanlar, sayın Baylar! Bay Clayton gerçeği söylemiştir bize! Kendi irâdesinin çok üstünde olan başka bir irâde, cinayet işlemek üzere onu Kirke'ün odasına girmeye zorlamıştır!» Salonda bulunanlar, belirli bir şekilde irkildi ler.

—«Cinayetten önceki hâdiseleri ele alacak olursak, Clayton'un üzerinde baskı yapıcı bir unsur olan ve onu başka birini öldürmeye zorlayan esrarengiz kudretin kaynağını kolayca keşfetmiş oluruz! Bilmem daha açık konuşmama lüzum var mı?»

Norton Osgood, «Hayır!» dedi. «Hiç lüzum yok! Kirke'ü öldürmesi için George Clayton'a emir veren benim! Bu cinayeti ben arzu ettim... Clayton, sadece emrime boyun eğdi!»

Henry Copeland, dehşet, aynı zamanda da öfke içinde ayağa kalktı. Müfettiş, «Demek oluyor ki,» diye konuştu, «sırf şahsî sebepler yüzünden Bay Clayton'a

yaptığınız ipnotik telkinle, onu bile bile bu işe ittiniz, böylece de kudretinizin nelere kadir olduğunu gösterdiniz, öyle mi?»

—«Hayır, yanlış anlamayın! Kirke'ün ölümünü arzu edecek her hangi bir sebep yoktu ortada!»

—«Ama onu öldürmesi için Clayton'u zorladığınızı itiraf ediyorsunuz... Nasıl oluyor bu?» —«Doğru. Ama bu başka birinin ricasıyla olmuştu!» Herkes hayretle birbirine bakındı. Osgood'un aklından geçenleri derhal anlamıştım Steele,

«Ne demek istediğinizi tam olarak izah eder misiniz, lütfen!» dedi «Anlayamadım... Dolambaçlı bir cinayet mi bu yoksa? Yami başkası sizden istedi diye mi Kirke'ü Clayton'a öldürttünüz?»

—«Tamam... îyi tahmin ettiniz!» —«Peki, kimdir bu (başkası)?» Osgood'un üzerinde tereddütlü bir hal vardı.

Saklamak istemesine rağmen, bir ara Ellen Aldridge'e bakmaktan kendini alamadı. Ama bu bakış, Steele'in gözünden kaçmamıştı.

—«Maalesef cevap veremeyeceğim bu suâle!» Müfettiş, bir «Ya!» çektikten sonra, «Eh, ne yapalım...» dedi. «Biz de cinayetin nasıl

işlendiğini ve cinayet sebeplerini araştırma işini şimdilik bir kenara ? telim ve başka konular üzerinde duralım! İşte Perşembe gecesi oiup bitenler: Clayton'un rızâsıyla, Osgood kendisini ipnotize etti... Sonra da onu bu cinâyeti işlemeye zorladı... Zira Clayton onun için mükemmel bir süjeydi... «Gece yarısından sonraydı. Bay Osgood'un telkini altmda kalan Bay Clayton, yatağından kalkıp yürüdü ve Kirke'ün odasına açılan kapımn tokmağına iki defa yüklendi... Ancak üçüncü teşebbüsünde açıldı. Ne var ki Clayton, bütün bunları yaparken kendisini tesiri altına alan şeytanî kuvvetle savaşmıştı... Sıyrılmak istiyordu bu esrarengiz kuvvetten. Ama boşuna.

Page 59: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

59

Clayton geçirdiği bir kâbus ânında yaptı bu işi... İşte benim vazifem de bunun bir rüya olup olmadığını meydana çıkarmaktır! Ne diyordum... Hah, tamam... Clayton, Kirke'ün odasına giriverdi. O sırada elinde bir bıçağın kabzasını hissetmişti... Elini kaldırıp baktı... Yanılmıyordu: Bıçağın çelik kısmı, pencereden sızan ay ışığı altında parlamaktaydı. Clayton, hiç vakit kaybetmedi... Kirke'ü hemen hançerledi! Sonra da odasına geçip, bıçağı şöminedeki deliğe sakladı. Sabah oldu. Clayton, geceleyin kalkmış olduğunu reddedilemez bir şekilde ispat eden delillerle karşılaştı. Daha sonra da rüyadayken saklamış olduğunu sandığı bıçağı, şöminenin gizli yerinde buldu... Demek oluyor ki, Clayton, Kirke'ü öldürmüştür! Gel gelelim, bu cinâyette asıl suçlu, Bay Osgood!tur!»

Müfettiş susunca, ipnotizmacı yerinden fırladı. —«Hayır! Hayır!» diye haykırdı. «Gerçi doğru... Böyle bir telkinde bulunmuştum ona...

Burası bir gerçek. Ama bu...» Müfettiş, «Bir dakika, Bay Osgood, bir dakika!» diyerek onun sözünü kesti.

«Alda«ndığınızı söyleyeceğim size... Taslağını çizmiş olduğum faraziyeye karşı tek bir itiraz yapılabilir ki, o da şaşmaz bir gerçektir: George Clayton, Harrison Kirke'ü öldürmemiştir! Zira bunu yapabilecek bir imkâna sahip değildi kendisi!»

—«Nasıl? Anlayamadım. Bakın, beni...» —«Biliyorum, biliyorum, sizi dinlememi isteyeceksiniz benden! Ama önce siz beni dinleyin, Bay Osgood! Geçen perşembe gecesi, siz Kirke'ün Clayton tarafından öldürülmesi işini denediniz... Ama muvaffak olamadınız... Neden mi? Çünkü kudretiniz, iş cinayet sahasına dökülüverince kısılıveriyordu. Uzanamıyor, yayılamıyordu. Acaba Clayton emrinizi hangi noktaya kadar dinledi? Onu da söyleyeyim: Manevî duygusu, onu irâdesine tam mânasiyle sahip olup olmadığını anlamaya zorladığı zamana kadar sürmüştü bu! Evet, Clayton, Kirke'ün kapısına kadar gitmiştir. Ama o kadar. Öbür tarafa geçememiştir... Rüyası, o âna kadar gerçek bir rüyaydı. Terliklerini ertesi sabah yerlerinde bulamayı şına gelince, bu da kapıya gidinceye kadar onları kullandığını ispat eder. Gelelim şimdi de bıçak meselesine: Onun elinde tuttuğu şey, bir bıçak filân değildi... Şekli bir bıçak kabzasını andıran gece masasının üzerindeki hap kutusuydu! Evet, Bay Osgood, Clayton o dakikaya kadar sizin emirlerinizi yerine getirmiştir, burası doğru... Ama ne var ki, daha ileri gidememiştir. Çünkü (ipnotik smır) diye bir şey mevcuttur... Bu gerçek, bu vak'ada görüldüğü gibi, daha birçok vakıalarda da sabit olmuştur.,.»

—«Peki, kapıdaki parmak izlerim neci oluyor?» diye sordum. —«Bunun ehemmiyeti yok, Clayton! Zira sen kapıyı tam iki defa kurcalamıştın. Fakat

açamamıştın..» —«Ama üçüncüde başardım bu işi!» —«Hayır! Hayır! Kapıyı açmış filân değilsin! Çünkü irâdene hükmeden ipnotik kudret,

tesirini o anda kaybetmişti! Üçüncü teşebbüsünü rüyada gördün sen! » —«Ama nasıl olur? Kapıyı ittiğimi, kanadın da yavaşça açıldığını iyi biliyorum!» —«Kanadı iterek açamazdın maalesef! Çünkü kanat gördüğün gibi, içeri değil, öbür tarafa

açılabilir ancak!» Şaşkınlık içinde yerimden fırladım. —x<İik gayretinde kanadı itemeyişinin sebebi meydanda... Dediğim gibi, üçüncü

teşebbüsün ise bir yanlış görme, bir allüsinasyon eseriydi... Bundan sonrası, bir hayalden ibaret! Ha, bir de şu var: Diyorsun ki, Tencereden sızan ay ışığı bıçağın çelik kısmını pa-rıldatıyordu.'... Sorarım sana: O gece bardaktan boşanırcasma yağmur yağdığına göre, nasıl oluyor bu? Şimdi de gelelim şu ünlü hap kutuna: Rüyalı haldeyken elinde tuttuğun şey, bu kutuydu işte! Sonra... Sonra onu o gizli deliğe koydun! Evet, Clayton, Kirke'ün odasmda sana ait bir tek parmak izine rastlamayışımız, senin oraya hiçbir zaman girmemen sayesinde olmuştur!»

Page 60: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

60

—«Peki... Peki delikte bulduğumuz bıçak? Bu na ne demeli? Gerçek katil bilemezdi ki rüyamı...»

—«işte burada da aldanıyorsun, dostum! Bugün öğleden sonra Doktor Manning'le konuştuğum zaman, geçirdiğin kâbusu kırmızı perdeli küçük salonda kendisine anlatmış olduğunu bildirdi bana. Neden olmasın? Bu koskoca evde, biri bir yere gizlenip sizi din-leyemez mi? Meselâ Manning, bu konuşma sırasında birinin mevcudiyetini müphem bir şekilde hissetmiş olduğunu söylüyor. Binaenaleyh, cinayeti işleyen kimse, delikte bulunan kutuyu alıp, yerine bıçağı koyabilir... Bu suretle de seni suçlu olduğuna inandırır...»

Henry Copeland, «Hepsi iyi, hoş ama,» diye Steele'in sözünü kesti. «Bay Osgood, Clayton üzerinde yapılan tecrübe esnasmda ipnotik kudretinin bir başkasının ilhamiyle kullanıldığını söyledi biraz önce... By kimsenin kim olduğunu öğrenmek hakkınızdır her halde?»

—«Müsaade edin de aklandığınızı söyleyeyim size azizim! Bay Osgood'un arzuladığı işi Bay Clayton'a telkin ettiği muhakkak... Bunu başka birinin kışkırtmasıyle yaptı, yahut yapmadı, burası o kadar mühim değil... Mesele, cinâyet sebebinin ne olduğunda, kışkırtmayı yapanın kimliğini de değil... İpnotizma, bu işde birinci rolü oynamaktan geri kalmıştır. Bay Osgood, Kirke'ün vücudunu ortadan kaldırmak istiyordu. Bunun için de elinden geleni yaptı... Tekrar edelim, başarısızlığa uğradı! Mânevi bakımdan o bir katildir... Ama gelin görün ki, bunu da kat! olarak anlamış bulunuyorum, ne o, ne de onun ipnotizması Kirke'ün öldürülme işinden mes'ul değildir!»

—«Yani bu cinâyet apayrı bir sebep yüzünden işlendi ve başka bir kimsenin eseridir mi diyorsunuz?»

—«Şu kadarını söyleyebileceğim: Bay Clay ton' un suçlu olduğunu bildirmesinden sonra olanlar, tuttuğum yolda bir değişiklik yapmamıştır. Bay Osgood, cinâyet işlemeye karşı olan susamasını, şeytanî bir metodia gidermeye çalışmıştır! Bununla beraber katil, bir başkasıdır! Ve bu başkası da, şimdi aramızda bulunmaktadır!»

9

Steele, etrafında bulunan kimselerin kaygılı yüzlerini istediği gibi görebilecek bir durumdaydı. Tam ortamızdaydı. Hiç kimsenin hâli, gözlerinden kaçmıyordu. Belliydi artık: Steele, suçlu kendini elinde olmayarak ele versin istiyordu... Ama böyle bir şey göremeyince, konuşmaya yeniden başladı:

—«Şurası artık bir gerçek ki, Kirke, öyle sanıldığı gibi ipnotik bir telkin sonunda değil, mühim sebepler yüzünden başka bir şekilde öldürülmüştür! Üzerimize düşen iş ise, katilin maskesini alaşağı etmek oluyor. .. Bunu hangi sistem dahilinde başaracağımı henüz bilmiyorum. Bay Gray, parmak izleri üzerinde çok durdu ama, araştırmaları maalesef bir semere vermedi. Bana gelince; aradan geçen üç gün içinde, cinâyet sebeplerinin ne olabileceğini ben de öğrenemedim. Ben de... ben de başarısızlığa uğradım... Şimdi önümüzde tek bir ümit noktası var... Bunu şimdiye kadar düşünmediğime yanarım: Bay Osgood'tan bize yardım etmesini rica ettim!»

Bu sözler herkes gibi beni de şaşırtmıştı. —«Dediğine göre. Bay Osgood, ipnotik kudreti sayesinde vaktiyle bir cinâyetin

aydınlanmasına yardım etmiş... Dün bize yanmış olduğu itirafı duydukHepimiz biliyoruz ki, kendisi dolambaçlı yollardan bir cinayet işlemeyi tasarlamıştır. Binaenaleyh, kanunî ba-kımdan suçludur, işte ben kabahatini hoş görmemiz için, ipnotik iktidarından faydalanmayı

Page 61: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

61

düşündüğümü kendisine söyledim... Bay Osgood, teklifimi kabul etti. Zannedersem gerçek suçlunun meydana çıkarılmasını o da arzu ediyor...»

Bay Copeland, «Demek ipnotizma sayesinde, gerçeğin aydmlanabileceğine inanıyorsunuz, öyle mi?» diye sordu.

—«Eh, öyle... Bay Osgood'un ümidi bu! Fena mı, kendisi de bu suretle temize çıkacak!» Fred Aldridge, «Peki ama, nasıl olacak bu iş?»

dedi. —«Nasıl olacağını birazdan göreceğiz! Bay Gray neredeyse gelmek üzere... Burada olur

olmaz, sıvayacağız kolları!» Dedektif, görünmekte gecikmedi. Steele, ona yapmak istediği iş hakkında bilgi verdi. Gray, «Bana kalırsa, sayın müfettişim,» dedi, «Bay Clayton'u cinayete sürükleyen bu

adamı tevkif etsek yerinde bir hareket yanmış oluruz!» Müfettiş, «Aslına "bakarsanız,» diye konuşmaya başladı, «gerçek katil de böyle bir şey

yapmamızı istiyor! Bu da budalalığın daniskası! Bay Osgood'un Harrison Kirke'ü öldürmediği aşikâr... Kendisinden ve kudretinden emindi... Başının belâya girmemesi için, bu işi Clayton'a yaptırtmayı uygun buldu... Tekrar ediyorum, Bay Osgood, bu câniyane teşebbüsünü affettirmesi için asıl katilin bulunmasında bize ister istemez yardım edecektir! »

—«Peki, ne gibi bir metod kullanacaksınız?» Müfettiş, bu defa hepimize doğru hitap ederek konuştu:

—«İzah edeceğim şimdi...» dedi. «Bay Osgood, her birinizi sırayla ipnotize edecek. Birkaç dakikalığına irâdeniz onun irâdesi altında bulunacak. Bay Osgood, bu sırada, beyninizi en fazla işgal eden şeyi söyleyeceğinizi iddia ediyor. Sizi en fazla ilgilendiren sahneler, yahut vak'alar hangisiyse, bunları anlatmak zorunda kalacaksınız... Sonra şu da var: Dostumuz vereceği bir emirle, son günlerde yaptığınız en mühim işin ne olduğunu da söyletecek sizlere. Bundan hiç kimse kaçamayacak... Emirleri ister istemez dinleyeceksiniz!»

Grubun içinde bir hayret ve endişe mırıltısı dolaştı. Müfettiş, «Bu hareketin doğuracağı neticeler hakkında istediğinizi düşünebilirsiniz...» diye devam etti. «Katilin beynine yerleşmiş olan en mühim, en canlı hâtıra, muhakkak ki cinâyet ânıdır! Ona karşı olan üstün düşünce ise, cinâyetinin delillerini ortadan kal dırmaktır... Suçlu belki de cinayetini nasıl işlediğim bize aynen tarif edecek ve bu delilleri ortadan nasıl kal-dırdığını da bize gösterecek... O anları tekrar yaşayacak! »

Sağımda ve solumda oturanların yüzlerine yavaşça baktım. Hepsi hemen hemen sapsarıydı. Her biri kendi kendine şu suâli soruyordu belki de: Şüpheyi üzerime çekebilecek bir davranışta bulunursam, ne olabilir?

—«Bu tecrübeye, ipnotizma konusundaki düşünceleri ne olursa olsun, herkesi tâbi tutacağız... Bu husus üzerinde ısrar ediyorum! Bay Osgood, bana söz verdi. Kimseye bir kötülüğü dokunmayacak... Şunu da unutmayın: Hiçbir istisna hâli kabul edemem!»

Bu sözlerin hedefi yoksa ben miydim? Ruhumun, irâdemin yeniden Osgood'un elinde bulunmasını düşünmek bile, beni ürkütüyordu...

Steele, işe salonun ortasına iki sandalye koydurmak suretiyle başladı. Tıpkı cinâyet akşamında olduğu gibi, sandalyeye oturuşumu hatırlamam, tüylerimi ürpertti.

—«Sizlere verilecek olan emirlerin şekli üzerinde durmak, lüzumsuzdur. Ergeç boyun eğeceksiniz buna... Söyleyin bakalım, kim birinci olmak ister?»

Müfettiş, solgun yüzlere bir defa daha baktı. Fakat kimse ağzını açmıyordu. Herkes Osgood'un garip kudretinden çekiniyordu muhakkak... Hemen ayağa kalktım. İlerlemek üzereyken, Manning kolumu tuttu.

—«George!» dedi. «Sen oldukça hırpalanmıştın... Bırak da ilk önce benden başlansın!» —«Fakat Bob, ipnotizma tecrübelerinden çekindiğini söylememiş miydin bana?» —«Evet, öyle demiştim ama, ehemmiyeti yok! Bay Osgood ,hazırım ben!»

Page 62: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

62

Fred Aldridge de ayağa kalktı ve: «Hayır, Bob, hayır!» dedi. «Bay Steele, doğru bir şey olmayacak bu! Arkadaşım bu gibi denemelerden çok korkar. İlk defa onunla başlanması doğru olmayacak!» Genç Copeland da, «Evet, evet,» dedi, «hakkı var Fred'in! Önce başka biri ipnotize edilsin, sonra da Bob'a gelsin sıra!»

Bayan Copeland, «Madem ki öyle,» dedi, «birinci ben olayım bari!» Manning, sandalyesine otururken, Bayan Copeland, Osgood'un karşısında yer aldı.

Üzerinde, çekingen yahut korkulu denebilecek bir hal vardı. Norton Osgood, herkesin bildiği o el hareketlerine başlamıştı. Üç dört dakika sonra,

Osgood, yaptığı el işaretiyle Bayan Copeland'ın ipnoz halinde olduğunu Steele'e anlattı. Bunun üzerine müfettiş, «Sayın Madam,» dedi, «şu son günlerde sizi en fazla

heyecanlandıran sahneyi anlatır mısınız bize!» Sözü bu defa da Osgood aldı. Gayet sakin bir sesle:

—«Şimdi ne görüyorsanız, bunu tarif edin bize, lütfen!» dedi. «Haydi, söyleyin gördüklerinizi!»

Bayan Copeland, tereddüt dolu bir sesle yavaş yavaş cevap verdi: —«Bir... Bir oda görüyorum! Evet, bir oda... Bir masanın etrafında birkaç kişi oturmuş...

Bir oda, bir masa ve misafirlerimiz...» —«Herkes orada mı bulunuyor?» —«Hayır! Herkes yok... Oğlumu göremiyorum. Tamam, geliyor işte! Bize doğru

koşuyor... Aman Allahım, yüzü sapsarı! Kirke'ün öldürülmüş olduğunu söyıüyor bize! » Henry Copeland, müfettişe izahat verme ihtiyacını duydu. —«Karım, bize Kirke'ün ölüm haberini veren Arthur'den bahsediyor...» dedi. «Hepimiz

sofradaydık o sırada.» —«Anlıyorum! Peki Bay Osgood, devam edelim, lütfen!» —«Sayın Madam! Şimdi de zihninizi en çok kurcalayan şeyin ne olduğunu

söyleyeceksiniz bize! Hatırlamaya çalışın ve söyleyin! Sizi bekliyoruz!» Bayan Copeland ne bir şey söyledi, ne de yerinden kımıldadı. Grace Copeland, «Görmüyor musunuz?» dedi. «Annem ne kadar telâşa kapıldı... Cevap

verecek durumda değil zavallı!» Müfettiş, «Pekâlâ! Bay Osgood, şimdilik yeter! Bayan Copeland'ı uyandırabilirsiniz!» Yeni el hareketleri, Bayan Copeland'm uyanmasını sağladı. Kadın, söylemiş olduğu

sözlerin hepsini hatırladığını bildirdi. Başka bir gönüllünün ortaya çıkmasını bekledik. Bu, Lucy Aldridge oldu. Genç kız, sanki dehşet içindeydi. Bununla beraber, bir şey belli etmemeye çalışıyordu.

Osgood, Lucy'ye kendisini serbest bırakmasını rica etti. Sonra da bilinen el hareketlerini tekrarladı. Ama bir dakika sonra birden durdu.

—«Tekrar rica edeceğim, Küçükhanım!» dedi. «Sıkmayın öyle kendinizi! Hiçbir şey de düşünmeyin!»

—«Zaten öyle yapıyorum...» —«El hareketlerime başladığım zaman, ufak da olsa anormal bir his duydunuz mu

içinizde?» —«Hayır, böyle bir his duymadım!» —«O halde, bir daha denememiz gerekiyor...» Aradan beş dakika geçmişti. Lâkin bir sonuç elde edilemiyordu. Nihayet Osgood, Steele'e

doğru döndü. —«Maalesef yenilgiye uğramış bulunuyorum», dedi. «Mis Lucy, ipnotizma telkinlerime

karşı itaat etmeyen bir süjeymiş meğer! îlk defa karşılaşıyorum böyle bir hâdiseyle!» Müfettiş, «Pekâlâ!» dedi. «Mis Lucy'yi deneme dışı bırakabiliriz... Başkası hazırlandı mı

acaba? Siz mi geliyorsunuz, Mis Copeland? Teşekkür ederim! Buyrun, oturun!»

Page 63: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

63

Sinirli görünmesine rağmen, Grace Copeland, Lucy Aldridge'e göre daha cesurcaydı. On dakika içinde, Osgood'un irâdesi altında girdi. Tecrübenin ilk kısmının neticesi, hemne hemen aynı oldu. Grace Copeland da annesinin sözlerini doğruladı. O da aynı sözleri söyledi. Zihnini en fazla yoran şeyin ne olduğu kendisinden sorulduğunda, Grace hiçbir cevap vermedi. Osgood onu uyandırdığı zaman da, genç kız ayağa kalktı ve nişanlısının yanma gidip, elini onun omuzuna koydu. Müfettiş, «Kâfi!» dedi. «Bir başkası, lütfen!»

Bu davete Henry Copeland icabet etti. Yerinden kalkıp, Osgood'un karşısındaki sandalyeye sessizce oturdu.

Fakat ipnotizmacının gayretleri, yeniden boşa çıktı. Adam, on dakika sonra bankerin irâdesi üzerinde bir tesir yaratmadığını itiraf etti. Sfceele'kı canı sıkılmaya. başlamıştı. Sert bir sesle:

—«Eee, ne olacak böyle? Diğer altı kişi de öyle mi olacak?» diye sordu. Osgood, «Pek sanmıyorum, Bay Steele!» dedi. «Böyle bir başarısızlık, doğrusu beni zor

bir duruma soktu... Bundan sonrası için elimden geleni yapacağım! » Kalkma sırası Fred Aldridge'e gelmişti. Ama ablası ondan önce davrandı. Genç kız, Osgood'un karşısına oturur oturmaz, adamın hareket tarzında bir değişiklik

olduğu hemen gözüme çarpmıştı. Sanki ipnotizmacı, genç kıza birtakım kelime oyunları yapıyordu. Tecrübe ilerledikçe, düşüncem tam bir kanaat halini almıştı. Osgood'a karşı olan öfkem, yerini bir nefrete terketti.

Ellen, kırmızı perdeli küçük salonu târif etmekle işe başladı. Osgood'un suallerine: —«Burası küçük bir salondur...» dedi. «Evet, hole açılan kapısıyla küçücük bir salon!» —«Buradan da küçük mü? Bir karyola filân da mı konamaz oraya?» —«Hayır, onu demek istemedim... Bir karyola için yer var! Fakat durun, şimdi de bir yazı

masası ve hole açılan bir kapı görüyorum!» —«Evet, tamam... Belki de başka bir kapı ve pencere görüyorsunuz...» —«Hayır. Başka kapı ve pencere yok! Fakat... Fakat odanın dip tarafında...» —«Evet, evet... Ne var odanın dip tarafında?» Ellen, yavaşça, duyulur duyulmaz bir sesle cevap verdi: —«Bir şeyler... Kırmızı kırmızı bir şeyler!» —«Kırmızı bir şeyler, öyle mi? Söyleyin, bir yatak da var orada, değil mi? Bir yatak...

Yatağın üzerinde de bir cisim... Bir insan vücudunu andıran cisim.. Tamam mı?» Genç kız, başını iki yana sallayarak, «Hayır, hayır! Yatak filan yok!» dedi. Genç kızın Osgood'un elinde bulunan iradesi, adamın ona. neyi söyletmek istediğini

kavrayamıyor gibiydi. —«Orada... Orada... Dip tarafta... Kırmızı bir şeyler var!» —«Söyleyin, ne biçim bir kırmızı bu? Yoksa kan mı?» Salonda bulunanlar, birbirilerine korkuyla baktılar. Genç kız, Osgood'un kendisine ne

dedirtmek istediğini nihayet anlamıştı. Mamafih boğuk bir sesle, «Hayır! Hayır!» diye bağırdı.

Ama Osgood, sıkıştırıyordu onu boyuna. «Haydi, söyleyin!» diyordu. «Söyleyin! Söylemeye bir türlü cesaret edemediğiniz bu kırmızı nasıl bir kırmızıydı? Kan değil mi? Söyleyin, kan, değil mi?»

—«Hayır! Kan değil! Perdelerin kırmızı kumaşı!» Ellen korkuyla irkiliverdi. Osgood, «Hayır, sizin gördüğünüz kandı...» diye konuştu. «Evet, kandı! Başka bir şey

değil... Orada bir yatak var. Sizin elinizde de bi...» O sırada, Müfettiş eilni kaldırdı ve öfkeli bir sesle:

—«Kâfi! Kâfi! Bay Osgood!» dedi. «Anlaşılıyor. Mis Aldridge bize kırmızı perdeli şu küçük salonu tasvir etti. Uyandırın onu, lütfen!»

Page 64: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

64

Osgood, müfettişin emrine istemeyerek itaat etmişti. Genç kız ayağa kalktı. Zavallıcık, nefes kesici suçlamalar karşısında harap olmuştu. Titriyordu.

Avukat Endicott, «Ama Bay Osgood,» dedi, «kendisini en çok neyin meşgul ettiğini sormadınız ondan !»

Cevabı müfettiş verdi: «Lüzumu yok!» dedi. «Bay Aldridge! Şayet rıza gösteriyorsanız, geçebilirsiniz siz de! Buy run, oturun!»

—«Oh, tabiî, tabiî!» Fred, biraz önce ablasının işgal ettiği sandalyeye oturdu. Osgood'un tecrübelerine alışık

olduğundan herhangi bir sual karşısında bocalayacağı beklenemezdi. O da, Bayan Copeland'la kızının söylediklerini tekrarladı. İpnotizmacı, tafsilâta pek

ehemmiyet vermiyordu. Ama müfettiş, devam etmesini söyledi ona. Osgood, «Haydi, Bay Aldridge!» dedi. «Şu anda fikrinizi kurcalayan şeyi yapmanızı

istiyorum sizden!» Fred birden kalktı. Bir an kararsız gibi göründü. Sonra salonun öbür ucunda bulunan

masaya doğru yürüdü. Bir sürü mecmua ve kitabı karıştırmaya başladı. Hepimiz büyük bir şaşkınlıkla ona bakıyorduk.

Sonra Fred, salonun her tarafını dolaştı. Her köşeye dikkatle bakıyor ve halıların altlarını karıştırıyordu. Aradığını salonda bulamayınca, bu defa kapıya doğruldu.

Steele, «Aradığı şeyin ne olduğunu sorun bakalım!» dedi. Osgood, başıyla bir işaret yaptıktan sonra, genç adama yaklaştı. —«Ne arıyorsunuz? Neyi bulmak istiyorsunuz?» diye sordu. Fred, salonun eşiğinde durdu. Yavaşça: —«Bir mektup arıyorum!» dedi. —«Ne mektubu?» —«Bana ait bir mektup... Kaybetmiş olduğum bir mektup!» Müfettiş, «Pekâlâ!» ded. «Uyandırın onu, Bay Osgood!» İpnotizmacı kendisinden isteneni yaptıktan sonra, kenara çekildi. Bu defa Fred'e yaklaşan

Steele oldu. —«Demek bir mektup arıyordunuz, öyle mi? Bilerek mi yapıyordunuz bu işi?» —«Evet. İpnotize edilmek üzereyken, böyle bir şey vardı aklımda... Çalıştığım

müesseseye ait mühim bir şey bu... Bu sabah, bir yerde düşürmüş olacağım!» —«Güzel... Buyurun, istirahat edin! Bay Aldridge'ten sonra kim geçmek ister?» Endicott, «Ben, ben!» dedi. Avukatın bizi yine güldüreceğini sanıyorduk. Ama adamın böyle bir niyeti yok olacak ki,

tuttu bize kimsenin bilmediği bir yeri tarif etti. Norton Osgood şaşırmıştı. Ona sual üzerine sual soruyordu.

Endicott, «Evet,» diye devam etti, «küçük bir yer burası... Gayet küçük bir yer... Dört bir tarafında da raflar var!»

Henry Copeland, «Raflar mı?» diye sordu. «Neredeymiş acaba bu raflar?» Osgood, «Söyler msiiniz, Bay Endicott,» dedi, «Ne var bu raflarda?» —«Ne olsun istiyorsunuz... Tabaklar, çanaklar... Kimisi üstüste konmuş. Kimisinde de

pastalar, kekler var...» Bayan Copeland güldü ve: «Anlaşıldı...» dedi. «Mutfaktan bahsediyor!» Müfettiş, «Hayret! Hayret!» diye söylendi. «Bir insan, bir mutfakta ne gibi heyecanlı

dakikalar geçirebilir?» Gray, «Sorar mısınız, lütfen,» dedi, «ne yapıyormuş kendisi orada?» Arthur Copeland, «Bunu en iyisi aşçı kadına soralım...» diye müdahale etti. «Bakalım

pasta ve keklerde bir eksiklik var mıymış?» Bu sözlere hepimiz kahkahayla gülerken, Steele'in yüzü asılmıştı. Sabırsızlandığı belliydi.

Kuru bir sesle:

Page 65: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

65

—«Şimdi de tecrübenin ikinci kısmını tatbik edin onun üzerinde!» dedi. Osgood, herkesin bildiği mûtad emirleri verir vermez, Endicott hole doğru yöneldi. Gray

arkasmday dı. Biz de onları takip etmeye hazırlanıyorduk ama, Steele "bir el işaretiyle buna mâni oldu.

Dedektife, «Bay Gray!» dedi. «îşilni bitirince, buraya getirin onu!» Bir iki dakika sessizlik içinde bekledik. Endicott, biraz sonra döndü. Elinde bir traş

sabunuyla bir kâse vardı. Ne demek oluyordu bu? Bunu anlayan banker oldu.

—«Ah, şimdi anlıyorum onun zihnini en fazla kurcalayan şeyin ne olduğunu!» dedi. «Biliyorsunuz, Endicott geçen gün şu kalkanı tutmuştu. İşte o zaman ellerini yağ ve pas içinde bırakmış... O günden beri, bu lekeleri çıkarmakla meşgul... Uğraşıyor ha uğraşıyor!»

Vaktin bu gibi sudan şeylerle geçmesine Steele muhakkak çok kızıyordu ama, yine de dayanamadı ve gevrek gevrek güldü. Osgood'a avukatı uyandırmasını söylemek üzereyken, Endicott konuşmaya başladı:

—«Söyleyin, ne yapayım ben şimdi bunları?» Osgood'un aklına sanki bir şey gelmişti. Avukata sokularak: —«Elinizdekileri, onlara en fazla ihtiyacı olan kimseye veriniz!» dedi. Endicott kararsızdı. Osgood, emrini yeniledi. O zaman Endicott, bize döndü. Sonra Arthur

Copeland'a doğru yöneldi. Kâseyle sabunu ona uzatmıştı. Fakat bankerin oğlu, yavaşça çekiliverdi.

Teşebbüsünün boşa gittiğini gören avukat, bu defa da Henry Copeland'a baktı. Kâseyi banker de almaya yanaşmadı. O da usulca uzaklaştı.

Ama Endicott, Osgood'un emrini ille de yerine getirsin istiyordu. Birden döndü ve salonun bir köşesine sıkışmış olan Fred Aldridge'i gördü. Hemen ona doğru yürüdü. Lâkin Bob Manning, onun önüne geçti. Fred'in böyle bir hal karşısında boşu boşuna heyecana düşmesini istemediğinden olacak, Endicott'un kolunu tuttu. Endicott da elindekileri Manning'in eline tutuşfuruver di. Salonu bir kahkaha tufanı kapladı. Avukat o anda uyandı.

Bob, bir an öylece durdu. Elindeki sabun ve kâseye bakıyordu. Hafifçe gülümsedi ve: —«Yâni bu hareket mühim bir mâna mı taşıyor şimdi?» diye sordu. Müfettiş, «Hiç bir şey bilmiyorum...» dedi. «Bir şey söyleyemem... Bay Osgood, sıra

kimdeyse başlar mısınız, lütfen!» Sırada ben vardım. Sandalyeye yavaşça oturdum. Yine aynı heyecan içinde

bulunuyordum. Bir dakika kadar Osgood'un sesini duyup, hareketlerini görebildim. Sonra salon ve salonun içindekiler, gözlerimin önünden uzaklaşıverdiler... Şuurum yavaş yavaş kay-boluyordu. Birden Osgood'un emredici sesini duydum:

—«Bay Clayton! Bize gördüğünüzü, ne gördüğünüzü târif edin!» O anda. gözlerimin önünde bir hayalin beliriverdiğini farkettim. Bu, ilkin donuk ve

müphemce bir hayaldi... Ama sonra netleşti, netleşti... Belirli bir şekil aldı... Odamın cinâyet ânındaki halini görüyordum!

Kendi sesimi sanki uzaklardan geliyormuş gibi duydum... —«Orta büyüklükte bir oda görüyorum... Bir yatak, bir şömine... Odanın iki de kapısı

var!» Osgood'un, «Peki bu kapılar nereye açılıyor?» dediğini işittim. —«Biri koridora, diğeri de... diğeri de Kirke'ün odasına!» Bu kelimeleri söylerken, korkuyla ürpermiştim... Osgood'un bana ilham ettiği dehşet hâli,

beni yeniden hükmü altına aldı. Aklıma birden geçirmiş olduğum korkunç kâbus geldi... «îmdaat!» diye bağırmayı düşündüm...

Osgood'un sesini tekrar kulaklarımın dibinde hissettim: —«Şimdi de aklınızdaki düşünceyi tatbik mevkiine koyacaksınız!»

Page 66: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

66

Çaresiz itaat ettim. Derin bir nefes aldım... Son ra etrafa dehşet veren uzun bir haykırışla bağırdım... Sesin akisleri evin içinde çın çın öterken de birdenbire uyandım. Sonra da etrafıma bakındım. Herkesin, sinirleri gergindi. Grace Copeland da bir korku feryadı koyuverdi. Bu sesi duyanların hepsi, sanki bir zemberek üzerindeymişler gibi yerlerinden fırlayıverdiler. Fred Aldridge kaçmak istedi. Ama ayağı halıya takılınca, tekrar yerine oturdu. Bob Manning bile muvazenesini kaybetmişti. Bu arada, elinde bulunan kâseyi düşürdü. Kâse paramparça olmuştu. Arkadaşım, bana bakıp kolumu acıtırcasma sıktı. Boğuk bir sesle:

—«George! Allahaşkına sus!» dedi. «Ne oldu sana böyle anlamadım ki?» Büyük bir hayret içinde bulunuyordum. Bir cevap veremedim. Henry Copeland, birden ayağa, kalktı. —«Bay Steele!» dedi. «îş artık çığırından çıktı... Misafirlerime bu şekilde işkence

edilmesine göz yumamam! » —«Bakın, Bay Copeland! Bunu sonuçlandırmak zorundayız... Bay Clayton'un bu korkulu

hâli, doğrudan doğruya zihnî durumu ile ilgili Rica ederim sâkin olun da, devam edelim işimize!»

Ellen Aldridge, «Peki ama anlıyamıyorum...» diye atıldı. «Bay Clayton'un mâsum olduğuna, inandığınız halde, nasıl oluyor da onu bu işkenceye tâbi tuttunuz?»

—«Seben gayet basit, küçükhanım: Sadece ona bir istisna tanımak istemiyordum! Biliyorsunuz, bu tecrübeye herkesin katılacağını söylemiştim. Neyse, bırakalım şimdi konuşmayı... Zira iki kişi daha var önümüzde!»

Sıra, Bob Manning'indi. Genç doktor, sandalyeye doğru ilerledi. Bu gibi seanslara olan nefretini pek saklamamıştı ama, yine de sâkindi. Kendine güveni olan biri olarak görünüyordu. Dostumu ipnotizmaya karşı dayanıklı sanırdım. Meğer aldanmışım. Daha aradan birkaç dakika geçme mişti ki, Osgood, genç doktorun ipnoz halinde olduğunu işaret etti.

Bob Manning, neresi olduğunu yavaş yavaş çıkarmaya başladığım bir odayı tarif ediyordu. Evet, şüphe yoktu. Kırmızı perdeli küçük salondan bahsediyordu Manning. îlk anlarda ben de hayrete düştüm. Ama durumu kavrayınca, müfettişe yaklaştım.

—«Onun ne düşündüğünü biliyorum...» dedim. «Orada ona, (Bob! Kirke'ü öldürdüğümü sanıyorum!) demiştim... îşte o da bu ânı yaşıyor olmalı!»

Steele, başıyla bir tasdik işareti yaptı. O sırada. Osgood, «Şimdi de, Bay Manning,» dedi, «zihninizdeki düşünceyi harfi harfine

tatbik edin bakalım! » Arkadaşım yavaşça kalkıp, yürümeye başladı. Ama traş kâsesini düşürdüğü yerde durdu

ve kırıklara dikkatle baktı. Sonra da onları toplamak üzere eğildi. Elini uzattığı sırada ise, dehşete kapılmış gibi irkiliverdi.

Hepimiz şaşırmıştık. Ona bakıyorduk. Osgood, Endicott'a olduğu gibi ona da aynı taktiği kullanmak istedi.

— «Haydi, toplayın kırıkları!» dedi. «Kırıkları toplayın! » Bob Manning, yine eğildi. Fakat yine korkuya kapılmış olarak irkilmekte gecikmedi. —«Yapamıyorum! Kırıkları toplayamıyorum!» Bir daha eğildi. Elini tekrar uzattı. Sonra da birdenbire çekti. Gözlerini, ayaklarının

dibinde durar kâse kırıklarına dikmişti. Yüzü kâğıt gibi olmuştu. —«Neden yapamıyorsunuz? Kırıkları neden toplayamıyorsunuz? Haydi, haydi, yapın

dediğimi!» Ama Osgood'un emirleri bir daha tekrarlanmadı. Çünkü müfettiş, elini kaldırdı. —«Kâfi, Bay Osgood!» dedi. «Bu kadar kâfi! Daha ileriye götürmemeliyiz... Uyandırınız

doktoru!..» Manning, uyandıktan sonra, tekrar tekrar kırıklara baktı. Sonra bana doğru döndü. & —«George!» dedi. «Biliyor musun ne görmüştüm orada?»

Page 67: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

67

—«Ne gördün bakalım?» —«Bir yılan, George, bir yılan! Tıpkı Afrika'da rastladığımız yiïanlar gibi... Çöreklenmiş

yatıyordu orada... Sanki hücuma geçecekti...» Banker dayanamadı. «Rica ederim, Bay Steele!» diye bağırdı. «Bitsin artık bu komedi!

Böyle saçma şeyler dinlemekten misafirlerimin sinirleri bozuldu... Baksanıza, korkuya kapıldı bir çoğu! Onların burada adaletin tecellisi için çalıştıklarını kim aklına, getirebilir?»

—«Haklısınız... Ben de aynı fikirdeyim!» Sonra müfettiş, Osgood'a bakarak konuştu: —«Siz,» dedi, «bu yılan hikâyesini onu dehşete düşürmek için mi telkin etmiştiniz?» —«Şerefim üzerine yemin ederim ki, hayır! Bu âna kadar Doktor Manning'in Afrika'ya

gitmiş olduğundan bile haberim yoktu!» Steele, sanki sözlerinden şüphe ediyormuş gibi ona baktı. Sonra Arthur Copeland'a döndü. —«Siz sonuncusunuz, dostum!» dedi. «İsterseniz hemen bitiriverelim şu işi?» Osgood, bankerin oğlunu gayet çabuk uyuttu. Ama Arthur'ün söyledikleri, sinirlerimizi

yeniden bozdu: —«Bir oda... Şöyle büyükçe bir oda. görüyorum... Bir pencere, bir yatak... Sonra da

koridora açılan bir kapı... Durun, durun, başka bir kapı daha var... Bildim, Bay Clayton'un odasına, açılıyor bu kapı da. Yatağın üzerinde de...»

Arthur durdu. Osgood, ona başka bir şey söyletemedi. Henry Copeland, «Bay Steele,» dedi, «oğlum, Bay Kirke'ün odasını târif ediyor!

Anlatmıştım size, cinayet odasına ilk defa o çıkmıştı...» —«Evet, evet, anlatmıştınız! Bay Osgood! Şimdi de sorun bakalım ona, fikrini en fazla

kurcalayan şey neymiş?» Osgood suali sorunca, Arthur ayağa kalktı ve bir süre gözlerini Osgood'tan ayırmadı.

İpnotizmacı, «Haydi!» diye ona cesaret verdi. «Aklınızdaki düşünceyi tatbik etmeye çalışın şimdi!»

Cevap olarak, parmağıyla onu gösterdi Arthur. Sonra: —«Kirke'ü öldüren siz değil misiniz?» diye sordu.

Bu beklenmeyen sözler, herkesi şaşırtmıştı. Herkesin ağzından bir hayret nidası yükseldi. Osgood, kıpkırmızı kesildi. Birden ayağa kalktı. O şeküde kalkınca da, Arthur Copeland'm irâdesi üzerindeki kontrolünü muhafaza edemedi. Genç adam uyanıverdi.

—«Ne oluyor? Ben ne dedim acaba?» diye söylendi. Steele, ne söylediğini kendisine nakledince Arthur özür diledi. —«Oh, Bay Osgood! Size kendimi nasıl affettireceğimi bilemiyorum! Nasıl oldu da böyle

bir şey söyledim?» Osgood, «Zarar yok canım,» dedi, «zarar yok! Demek sizin aklınızı fikrinizi hep bu

kurcalıyormuş... Yoksa söylemezdiniz bunu!» Tecrübe, bu küçük hâdiseyle son bulmuştu. Steele, misafirlerden çoğuna

çekilebileceklerini bildirdi. Gray, bu seansın hiçbir fayda sağlamayacağına dair söylemiş olduğu sözlerin doğru çıktığını Steele'e hatırlatmayı ihmal etmedi. Ona göre iş, içinden çıkılması güç bir işti. Bunun için Gray, bağlı bulunduğu karakol âmirine işi bıraktığını bildirecekti. Bunları söyledikten sonra da dedektif, müsaade isteyip çekildi.

Norton Osgood da, onun fikrini benimsemiş gibiydi. Müfettişle başbaşa kaldığımız zaman:

—«Bay Steele!» dedi. «Size yardım etmek için elimden geleni yaptım... Ama görüyorsunuz işte. Bir halt bile karıştıramadım! Artık şek ve şüphem kalmamıştır: Belli ki bu cinâyet, çok yüksek zekâya sahip biri tarafından işlenmiş... Bana kalırsa, bu adam kolay kolay meydana çıkarılamayacak!» Steele gülümsedi. Sonra gayet sâkin bir sesle konuştu:

Page 68: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

68

—«Gayret ve yardımlarınızın hiçbir semere vermediğini de nereden çıkarıyorsunuz, azizim?» dedi.

—«Ne bileyim... Cinayetle ilgili en ufak bir ipucu bulunmasında faydalı olamadım size! Gördünüz, işittiniz... Ev halkıyla misafirlerin komik hareketlerinden yukarı çıkamamıştır tahkikat!»

—«Eh, görünüşe göre öyle!» Osgood, «Niçin görünüşe göre diyorsunuz?» diye sordu. «Ben bir şey müşahede etmiş

değilim... Sizin de bir şeyler keşfettiğinizi sanmam!» —«Ama Bay Osgood, siz başkalarının düşüncelerine hükmedersiniz... Bense o

düşünceleri okurum!» —«Yoksa... Yoksa birşeyler çıkarabildiniz mi bu seanstan?» —«İmkânsız gibi görünen bir şeyi size tekrar layamam şimdi!» —«Fakat... Fakat Bay Steele! Söyleyin, söyleyin hiç olmazsa,.. Her halde Kirke'ü

öldürenin kim olduğunu anlamış değilsiniz, değil mi?» Müfettiş, Osgood'a doğru hafifçe eğildi ve onun gözlerinin içine bakarak: —«Aldanıyorsunuz işte, Bay Osgood!» dedi. «Kim olduğunu biliyorum artık bu

kimsenin!»

10

Müfettişin bu sözleri, beni hayretten hayrete düşürmüştü. Acaba doğru mu işittim diye, kendi kendime soruyordum. Yoksa Steele, yapılan son denemeler sayesinde sadece bir ipucu mu yakalamıştı? Fakat iyi hatırlıyordum. Her şeyi o kadar büyük bir dikkatle gözlemiştim ki, bu muammaya ışık tutacak her hangi bir hâlin gözümden kaçmasına imkân yoktu. Ama içim rahattı artık... Zira cinayetin benim tarafından işlenmediğini biliyordum. O halde, seans esnasında, yahut sonunda Steele'in gözünden kaçmayan şey ne olabilirdi?

Yakaladığım ilk fırsatta, müfettişi bir kenara çektim. Tesbit ettiği şeyin ne olduğunu sordum. Steele, bir şey bilmemem, bir şey anlamamam karşısında şaşırdı.

—«Yazık be, George!» dedi. «Bir ara yüzüne bakmıştım. Yüzündeki ifâde, benim gördüğüm şeyin senin tarafından da görüldüğünü gösteriyordu...»

—«Ne çâre ki, bir şey görmedim... Şey... Bu defa suçluyu keşfettiğinizden emin misiniz?» —«Tamamiyle!» —«O halde... O halde onu hemen tevkif edeceksiniz demektir...» —«Hayır! Elimde yeterli delil yok... Sadece cinayeti işleyenin kim olduğunu biliyorum...

Ona suçunu itriaf ettirmek istiyorum!» —«Anlıyorum... Hiç olmazsa seans esnasında ne gördüğünüzü söyleyemez misiniz

bana?» Müfettiş, bir an tereddüt etti. Sonra: —«Sağlam bir delil sahibi olmadan, maalesef bir isim veremiyeceğim!» dedi. «Bununla

beraber, beni gerçeği keşfe götüren ipucunu nerede bulduğumu gösterebilirim sana! Gel benimle!»

Steele, beni üst kata çıkardı. Kirke'ün odasının önünden geçerken, durdu. Sağ köşede, iki geçidin çatallaştığı noktaya doğru yürüdü. Sonra yine durdu. Bana koridor boyunca uzanıp giden halının bir kısmmı işaret etti.

—«îşte,» dedi, «Gray ve adamlarının gözünden kaçmış bir şey! Bunu bir tesadüf eseri olarak dün keşfettim! »

Page 69: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

69

Gösterdiği yere dikkatle baktım. Mâdeni bir dolâr büyüklüğünde koyu kırmızı geniş bir lekeyle, onun yanında daha küçük başka bir leke gördüm. Bulunduğumuz kısım loşça olduğundan, lekeler pek belirli değildi. Mamar ih :

—«Aman Allahım! Kan bu!» dedim. —«Evet, kan! Harrison Kirke'ün kanı!» —«Ama nasıl oluyor da lekeler burada bulunuyor?» —«Zaten işin enterasam tarafı da bu ya... Gel, görmüş olduğun rüyadan sonraki hâdiselere

bir daha göz atalım! Osgood'un telkini altında yatağından kalktığını, Kirke'ün kapısına kadar gidip tokmağı iki defa kurcaladığını ve kanadı açmaya muvaffak olamadığım hatırlıyorsun... İşte dostum, sana, bunu bir defa daha söylemiştim, yine de söylüyorum, bu hareketlerden son-ra yaptığını sandığın şeylerin hepsi de tamamiyle hayal mahsulüdür!»

—«Evet, şimdi anlıyorum. Fakat...» —«Fakatı makatı yok. Mâdem ki bir şeyler anlıyorsun, o halde bunlardan akla yakın

neticeler çıkarabilirsin! Şu hiçbir işe yaramayan hap kutunu şöminede sakladıktan sonra, Osgood'un seni kıskıvrak yakalayan kudretinden hemen kurtuluverdin ve tekrar yatağa girdin... Gelelim şu herkesin duyduğu ulumaya benzeyen feryada: Kaç saniye, yahut da kaç dakika bağırdın, pek kestiremeyeceğim ama, o sırada gerçek suçlunun Kirke'ün odasına koridor tarafından girdiğini, sonra da cinâyetini rahatça işlediğini sana kat'i olarak söyle-yebilirim!»

Hiç ses çıkarmadan dinliyordun. Steele, bir an düşündükten sonra, tekrar konuştu : —«Katil, çok becerikli bir kimse... Cinâyet sırasında elinde eldiven olduğu muhakkak...

Öldürücü darbe, o kadar kuvvetle ve o kadar dikkatle vurulmuş ki, ölen gık bile diyememiş... İşi bitince de katil, gürültü etmemeye dikkat ederek yine koridora açılan kapıdan çıkmış ve kendi odasına dalmış...»

—«Anlayamadığım bir husus var: Katil nasıl oluyor da. elindeki bıçaktan yere kan damlatacak kadar ihmalcilik ediyor? Becerikli olmasıyla tam bir tezat teşkil ediyor bu hal!» —«Orası öyle. Ama senin o tüyler ürpertici feryadını duyunca, ne yapsın? Birdenbire şaşırması gerekmez mi?»

—«Evet, doğru. Fikriniz akla yakın...» —«Tasavvur et bir defa: Diyelim ki gayet sessiz bir şekilde cinayetini işledin... Ortadan,

hiçbir riziko yok. Arkanda bir iz de bırakmadın... Ama o sırada, sanki maktûlün odasından geliyormuş gibi tüyler ürpertici bir haykırma duyuyorsun... Ulumaya benzer müthiş bir haykırmadır bu... Şaşırmaz mısın hiç? Elin ayağın biribirine karışmaz mı?»

—«Fakat yine anlamıyorum... Şayet katil tam bağırdığım sırada Kirke'ün odasından ayrılmışsa, duymuş olduğum düşme gürültüsü nerden geliyordu? Yüzde yüz olarak eminim, tam kendime geldiğim zaman olmuştu bu!»

Steele, sualime cevap vermeden bana baktı. Bu defa da : —«Peki. bu kan lekeleri neyi ispat ediyor size?» diye sordum. —«Neyi mi ispat ediyor? Suçlunun sol taraftaki odalardan birinde kaldığını!» —«Demek katil bir erkek? O halde, evdeki hanımları her türlü şüpheden uzak tutmanız

gerekecek... Hattâ... Şeyi de...» Konuşmamı kesmek zorunda kaldım. Çünkü koridorun sağ tarafındaki odalarda kimlerin

kaldığını hatırlayamıyordum. Müfettiş, «Evet,» dedi, «hanımların hepsi ve bir Bay şüphe dışında bulunuyor... Katili sol

taraftaki odalardan birini işgal eden kimseler arasında bulacağız! Bu adam, elinde olmayarak bırakmış olduğu kan lekelerinin farkında. Bunun için de ne yapacağını bilmiyor... Telâş içinde olduğu muhakkak!»

—«Bu beş adamdan hangisinin katil olduğunu nasıl ispat edeceksiniz? Düşündürüyor bu beni!»

Page 70: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

70

—«Hiç düşünme, dostum, hiç düşünme! Ben bilirim artık onun orasmı! Gel sayalım: Sol taraftaki odaları işgal edenler; Arthur Copeland, Doktor, Manning Norton Osgood, Fred Aldridge ve şu babacan avukat... İşte bunlardan sadece biri öyle bir hal takındı ki, kendisinden şüphe etmek yerinde olur! Diğerlerine gelince, onların bir cinâyet işleyebileceklerini de düşünmekle hatâya düşmüş oluruz! Ama işi bir de başka bakımdan mütalâa edelim: Acaba maktûl böyle feci bir akıbeti hakketmiş miydi? Öyle sanıyorum ki, evet diyeceksin! O zaman sen de benim gibi düşünür ve beş adamdan birinin böyle bir suç işleyebileceği ihtimalini savunursun! Yanılıyor muyum acaba?»

—«Hayır, hayır! Yanıldığınız filân yok! Yalmz onların içinden hangisinin suçlu olduğunu meydana çıkarabilecek bir ipucu yok elinizde... Eee, ne olacak o zaman?»

—«Aldanıyorsun, dostum! İpucu yoktu... Ama şimdi var! Yeniden yapılacak bir ipnotizma seansı sonunda, her şeyi meydana çıkaracağımdan eminim!»

Şaşkın şaşkın müfettişe bakıyordum. Olacak a, aklıma avukat Endicott geldi: Adam, ellerindeki lekeleri ille de çıkarmak istemişti... Bir de traş kâsesini hatırladım.

—«Bay Steele!» dedim. «Yoksa şunu mu demek istiyorsunuz? Ama hayır, hayır, imkânsız bir şey bu! Tanıdığım insanların en mükemmeli, en zararsız olanıdır o! Yo, yo, Endicott böyle bir şey yapsın, olacak şey değil!»

—«Onu mâdem ki uzun zamandan beri tanıyorsun, o halde böyle bir şey yapar mı, yapmaz mı bilmen lâzım!»

—«Yo, onu uzun zamandır tanımıyordum... Burada tanıştım kendisiyle. Fakat ne olursa olsun, Bay Endicott'u bir câni olarak tasavvur edemem! Dedim ya, imkânsız bir şey bu! Hem diğerlerinin de böyle bir şey yapabileceklerini sanmam!

—«Evet, öyledir! Kimseden şüphe edilmez ilk anlarda. Ama gelin görün ki, cinâyet de cinâyettir! Benim vazifem de gerçeği meydana çıkarmak. Bak, sana açıkça söyleyeyim: Katilin kim olduğunu öğrenmek, bana çok ağır geldi! Çok üzüldüm! Şimdi beni iyi dinle: Sana söylediklerimi kimseye, istiyor musun kimseye nakletmeyeceğine dair söz ver! Çok mühimdir bu! Lüzumlu bütün delilleri toplaymcaya kadar işi gizli tutmam, tahkikatın selâmeti bakımından şarttır!»

Ona vaadde bulundum. Konuşmamız bitmişti. Hemen aşağı indik. Saat yediye doğru, Steele! elinde büyük bir lup, merdiveni ve holün parkelerini inceler

buldum. Yanma sokularak : —«Ne o?» dedim. «Bu kadar günden sonra, yeni bir ipucu bulacağınızı mı

sanıyorsunuz?» Başını kaldırdı. «Haklısın, dostum ama,» dedi, «Yeni, evet, yepyeni bir şeyle ilgilidir bu

araştırmam! Ama korkarım aradığımı bulamayacağım...» Sonra Steele, holün dip tarafındaki portmantoya yaklaştı. —«Biliyor musun, George,» dedi, «deminden beri beni en çok bu eşya ilgilendiriyor!

Birkaç defa pardesü ve paltoların ceplerini ve ceplerde bulduğum eldivenleri incelemiştim ama, yine de bakmakta fayda var!»

Böyle diyerek müfettiş, pardesülerden birinin cebine elini daldırdı. Yüz hatlarında bir değişiklik oldu birdenbire. Elini çekti ve bu defa da diğer cebi yokladı. Mühim bir şey bulduğunu, yahut da bir şey keşfettiğini derhal anladım.

—«Dün, yahut da bugün her hangi bir kimse nin dışarıya çıktığını görmüş muydun, Clayton?»

—«Hayır, görmedim. Bu işi için, Bay Gray çok titiz davranıyordu zaten...» —«Tuhaf şey! Kim olduğunu bilmiyorum ama, erkek misafirlerden biri pardesüsündeki

eldivenleri dünden beri kaldırmış bulunuyor! Acaba niçin lüzum gördü buna?» Pardesünün kime ait olduğunu anlamak istedim. Ama holün o tarafı oldukça loştu. Bu

yüzden mü fettişin ceplerini karıştırdığı pardesü kime aitti, tâyin edemedim. Steele de

Page 71: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

71

merakımı gidermeye çalışmadı. Huyunu azçok bilirdim. Kendisine fazla sual sorulmasından hiç hoşlanmazdı.

—«Neyse, bu eldiven işini şimdilik bir kenara bırakalım... Belki de onları bulmaya hiç lüzum kalmayacak. Hepinizi yeniden toplayacağım! Dur, dur, bekle! Bu da nesi böyle?»

Steele sür'atle eğildi ve portmantonun altında duran beyaz bir şeyi aldı. Ona bir an baktı, sonra da bir şey söylemeden cebine attı. Pek iyi seçememiştim ama, bana kalırsa bu bir ticarî mektuptu... Kendi kendime, «Allalı, Allah!» diye düşündüm. «Kirke'ün öldürülmesiyle böyle bir mektup arasmda ne gibi bir bağ olabilir?»

Müfettişin ricası üzerine, ev halkı ve misafirler salonda tekrar toplandılar. Ama hepsinin yüzü asıkçaydı. Herkes, müfettişe bakıyordu.

—«Yarın sabah,» dedi, «New York'a dönüyorum!» Herkes şaşırdı. Fakat kimse ağzını açmadı. Steele, «Evet,» diye konuşmasına devam etti, «bu meseleyi halletmeden bir yere

gitmeyeceğimi Bay Copeland'a bildirmiştim... Bu hususta vaadde bulunmuştum da diyebiliriz buna. Sözümü tutmuş bulunuyorum. Kirke'ü içinizden kimin öldürdüğünü artık biliyorum! İspat da edebileceğim bunu!»

Müfettiş, her birimizin yüzüne ayrı ayrı bakmak için, tekrar durdu. Ben de sağımdaki, solumdaki kimselerin yüzlerine baktım. Bay Copeland'la oğlu, sinirliydiler. Nihayet aydınlanacak olan gerçeğin açıklanmasını sabırsızlıkla bekliyorlardı. Bay Endicott, zor nefes alıyordu âdeta. Fred Aldridge, katil acaba kim diye etrafına korkulu nazarlar fırlatmaktaydı. Arkadaşım Bob Manning, her zamanki gibi sâkindi. Sessizlik içinde bekliyordu. Sadece Osgood'ta bir tuhaflık sezdim. Adamın yüzünde, müfettişin sözlerine inanmıyormuş gibi bir hal vardı. Hattâ Osgood, alaylı alaylı gülümsüyordu da...

Müfettiş, elini yavaşça ceketinin cebine götürdü. En ufak hareketini bile dikkatle gözlüyorduk.

—«Sayın Baylar, aradığım delili nihayet buldum!» Elini cebinden çıkarmak üzereydi ki, banker birden ayağa kalktı.

—«Bay Steele!» dedi. «Biraz durur musunuz, lütfen!» Müfettiş, bu gibi müdahalelerden hoşlanan biri değildi. Kızmış olmakla beraber, durdu. Copeland, «Zannedersem,» dedi, «katilin kim olduğunu bize açıklamak üzeresiniz?»

Steele, kararlıydı. Kararlı bir sesle de cevap verdi : —«Evet, öyle!» —«O halde birkaç dakika beklemenizi rica edeceğim sizden! Bu işi yapmadan önce,

sizinle başbaşa konuşmak isterdim!» —«Hay, hay! Buyurun, yan salona geçelim! Herkes bizi burada beklesin!» Steele, kapıya doğru yönelmişti. Banker arkasmdaydı. Bay Endicott da ayağa kalktı.

Onların yanma giderek : —«Ben de... ben de geliyorum sizinle!» dedi. Copeland, bir tereddüt geçirdi. Sonra : —«Ama nasıl olur, David?» dedi. «Vazgeçsen iyi edersini Yalnız konuşmak istiyorum

ben Bay Steele'le!» —«Hayır, hayır, anlamam ben de geleceğim!» Endicott'un ses tonu bayağı bayağı sertti. Diretiyordu avukat bu iş için. —«Ne yapalım, gel sen de öyleyse!» Fakat Fred Aldridge de onlara katıldı. Yüzü, tahkikatın ilk günlerindeki gibi yine

solgundu. —«Bir dakika, Bay Steele!» dedi. «Benim de gelmeme müsaade eder misiniz acaba?

İnanın, faydalı olabilirim belki size!» Müfettiş, tereddüt eder gibi göründü. Aklıma bir şüphe girdi o anda. Sakın Fred kendisini

suçlayacak olan bir delili yoketmek için istemesiydi bunu? Olur olurdu, Steele'in üzerindeki

Page 72: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

72

delili ortadan kaldırmanın tek çâresi buydu... Steele de benim gibi mi düşündü bilmiyorum ama :

—«Pekâlâ, Bay Aldridge!» dedi. «Gelebilirsiniz siz de! Hattâ Clayton da gelebilir...» Doğruca Osgood'la ilk konuşmamızı yaptığımız küçük salona geçtik. Müfettiş, kapıyı

sıkıca kapadı. Sonra da : —«E, söyleyin bakalım, Bay Copeland!» dedi. «Derdiniz nedir, anlayalım.» —«Fakat... Fakat sizinle başbaşa görüşmek istediğimi söylemiştim ben... Bunu tercih

ederdim!» —«Bakın, Bay Copeland! Şu iki bey kendi istekleriyle geldiler peşimizden... Clayton'a

gelince, o bana bu tahkikat işinde yardım ediyor... Söyleyeceklerinizin ehemmiyeti ne olursa olsun, güvenebilirsiniz bana!»

—«Canım, bundan ben de şüphe etmiyorum... Ama görüyorum ki, ne demek istediğimi anlamıyorsunuz... Size söylemek istediğim şeyden burada bahsetmek istemiyorum. Çünkü istemiyorum ki, bu Baylardan her hangi biri gocunsun!»

Bankerin nazarları, Endicott'la Fred Aldridge'in yüzlerinde dolaşıyordu. Avukat, «Haydi, dostum, haydi!» dedi. «Bu kadar yıllık arkadaşız seninle. Benden mi

çekmiyorsun? Korkma, önümde konuş!» —«Ama David, anlayamazsın, bilemezsin...» Avukat, «Aman canım!» diye çıkıştı. «Uzun ettin... Görüyorsun işte, inat ediyorum,

söylemek istediklerini ben de dinlemek istiyorum!» Fred Aldridge, «Ben de! Ben de!» diye konuştu. Banker, isteklere boyun eğmekten başka çâre bulamadı, Steele'e doğru dönerek : —«Belki de şimdiye karşılaşmadığınız bir ricada bulunacağım size, sayın müfettiş!» dedi.

«Öyle sanırım ki, kolay kolay yerine getirmeyeceksiniz bu ricamı... Zira ne akla, ne de mantığa sığan bir şey bu! Üstelik de şimdiye kadar sarfettiğiniz gayretlerde havaya gidecek.. Ama bununla beraber, yine de beni dinlemenizi rica edeceğim!»

Müfettiş, «Sıkılmaya başladım artık!» dedi. «Haydi, söyleyin! Mantık sınırlarını aşmadıktan sonra,., ricanızı yerine getirmeye memnuniyetle çalışırım!»

Banker mahcup bir tarzda gülümsedi. —«Vallahi...» dedi. «Ne diyeyim bilmem ki... Galiba mantık dışı bulacaksınız sözlerimi!

Neyse, vakit geçirmeyelim... Sizden şunu rica edecektim: Bu cinayet işini aydınlatmaktan vazgeçip, durumu bir muamma halinde bırakamaz mısınız?»

Şaşkınlığımı saklayamamıştım. Ama ne Steele, ne de diğerleri bir hayret eseri göstermişti...

Müfettiş, «Yâni demek istiyorsunuz ki...» diye söze başladı. Ama banker onun sözünü kesti :

—«Evet, istiyorum ki, iş burada kapansm... Cinâyet bir esrar perdesi altında kalsın... Zaten biliyorsunuz, Gray, işi terketmiş durumda. Siz de, siz de böyle bir şey yapamaz mısınız?»

Steele, bir süre konuşmadı. Göz ucuyla avukata ve Aldridge'e bakıyordu galiba. Nihayet : —«Bay Copeland!» diye konuştu. «Sözleriniz çok şaşırttı beni! Dediğiniz gibi böyle bir

şeyi aklıma getiremezdim... Ama acaba elimde katile suçunu itiraf ettirebilecek yeterli bir delil bulunduğunu biliyor musunuz?»

Endicott, bir şey söylemek istedi. Ama banker onu önledi. —«Elbette biliyorum!» dedi. «Bildiğim için değil midir ki, şu anda böyle bir ricada

bulunuyorum!» —«Peki... Bunu geçelim! Böyle bir rica, için, bana neden müracaat ediyorsunuz?

Öğrenebilir miyim bunu?»

Page 73: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

73

Copeland, başını çevirip avukata baktı. Endicot • bir şey söylemiyordu. Aldridge ise, her ikisini süzmekteydi.

Müfettiş, «Lütfen iyi düşününüz, Bay Copeland!» dedi. «İyi düşününüz! Bu suçlu şayet bir yakınınız değilse, delilleri ortaya dökmemem hususunda niçin direniyorsunuz? Bunu öğrenmek, hakkımdır her halde?» ! —«Evet, sebebi iyi tahmin etmişsiniz! Cinâyeti işleyenin kim olduğunu sizin gibi ben de biliyorum!»

—«Olabilir... Ama bunun bu Baylar tarafından bilinmesini istemiyorsunuz, değil mi?» Steele'in nazarları yeniden Endicottla Fred'in üzerine çevrildi. Copeland, gözlerini

indirerek cevap verdi. Yavaşça : —«Evet,» dedi, «İçlerinden birinin bunu bümemesi gerekiyor!» Banker, hayretimizin farkına varmış olacaktı ki, gözlerini yine aynı halde tutarak ekledi : —«Hattâ ikisi de bilmemeli!» Endicott, gözlerini devirmiş, Copeland'a bakıyordu. Fred de bana... Sessizliği müfettiş

bozdu. —«Ne yalan söyleyeyim,» dedi, «şaşırdım kaldım! Ne diyeceğimi bilemiyorum... Acaba

dostlarınız da bu meselenin örtbas edilmesini mi istiyorlar? Ama böyle bir durum karşısında biribirleri hakkında devamlı bir şüphe içinde kalırlar ki, bu da hoş bir şey olmaz!»

Endicott, «Evet, doğru, doğru!» diye müfettişin sözlerini tasdik etti. Copeland, «En iyisi, hiçbiri bir şey bilmemeli!» diye ısrar etti. Fred Aldridge'in bir şey söylemediğini gören Steele, bana doğru döndü. —«Ya sen, Clayton,» dedi, «sen ne düşünüyorsun?» Bir cevap vermeden önce, ona baktım. Bir karar veremiyordum. Gelecek, şimdiki

zamandan daha mühimdi! —«Ben de Bay Endicott gibi düşünüyorum!» dedim. «Kirke'ün katili meydana

çıkarılmalıdır!» Steele, elini alnına koyup düşündü. Onu düşündüren husus şâyet benim ortaya attığım

fikirse, buna hayatım boyunca pişman olacağım! Müfettiş, başını kaldırdı ve metin bir sesle : —«Baylar!» dedi. «Kararımı verdim: Tahkikate devam olunacaktır!»

Copeland ağzını açtı. Bir şeyler söylemek isti yordu ama, bunuıı bir fayda sağlamayacığını anlayıverdi, Fred Aldridge, bir kenara çekilmişti. Görünmüyordu. Endicott'a gelince, halinden memnundu o. Bir sigara yaktı ve :

—«E, sayın müfettiş,» dedi, «yanınızda bulunan şu delili gösterin de görelim!» —«Hay, hay! Şimdi gösteririm!» Steele elini cebine attı ve masanın üzerine silindir şeklinde tahta bir şey koydu. Dikkatle

bakınca, bunun kaybettiğim hap kutusu olduğunu hemen anladım. —«İşte Kirke'ü bıçakladığını sandığı anda, Bay Clayton'un kullandığı silâh! Kendisi bunu

şöminedeki gizli deliğe sakladığını hatırlıyor... Ama sonraları gerçek katil bu kutuyu oradan alıp, yerine cinayette kullanılan bıçağı koymuş bulunuyor! Böylece de Clayton'a cinayeti kendisinin işlediği zannmı veriyor... Onun zihnine böyle bir şey sokuyor... Sonra da bu gördüğünüz şeyi sözüm ona kimsenin bulamayacağı bir yere atıyor... Öyle bir yer ki burası, kendisi bile aramaya kalksa, emekleri boşa çıkacaktır!»

Tam o sırada, kapının arkasından doğru gelen bir ses, birden kulağıma çarptı... Sanki biri bizi dinlemekteydi. Endicott, ayağa kalktı.

—«Demek bu kutunun üzerinde, Harrison Kirke'ü öldüren katilin parmak izleri var, öyle mi?»

—«Evet. Gerçi adam kurbanım öldürürken eldiven kullanmıştır ama, çok sağlam bir yere sakladığını sandığı bu kutu için gerekli tedbiri almayı hiç düşünmemiştir! Birazdan bu parmak izlerini tesbit ettireceğim!»

Page 74: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

74

Endicott, «Nasıl, daha yapılmadı mı bu iş?» dedi.

—«Aceleye lüzum yoktu... Kirke'ü öldürenin kim olduğunu çoktan beri biliyordum! Neyse, işimize bakalım şimdi!»

Endicott, bir şey daha söylemeye hazırlanıyorduAma o sırada beklenmeyen bir hâdise oldu: Salonun öbür ucundaki pencerenin camına sert bir cisim çarptı. Hepimiz ürpermiştik. Gecenin karanlığı kesifti. Dışarısı pek seçilemiyordu.

Banker, «Anlaşılan,» dedi, «biri konuşmamızla ilgileniyor!» Avukat pencereye koştu ve elini cama dayayarak dışarı baktı. Copeland da onun yanma

gitmişti. —«Bir şey görebiliyor musunuz bari?» diye sordum.

Banker, «Hiçbir şey!» diye cevap verdi. «Dışarısı çok karanlık. Bana öyle geliyor ki, biri bizi gözlemekte... Pencerenin perdesini indirelim!»

Müfettiş, bir hareketle onu durdurdu. —«Bir dakika!» dedi. «Bizi şayet biri gözlüyorsa, tutup da cama vurarak mı yapar bu işi?

Aksine kendini belli etmemeye çalışır...» « Copeland, perdeyi indirmeden önce, o tarafa ben de gittim. Dışarda. hiçbir şey

görünmüyordu. Endicott, «Şüpheye mahal yok!» diye konuştu. «Sert bir cisim cama çarpmıştı... Ama

gayet kısa. bir mesafeden atılmış bir şey olacak bu!» Steele'in koyuverdiği bir hayret nidâsiyle, başlarımızı çevirdik. Sonra müfettiş : —«Clayton!» diye bağırdı. «Nedir ayağının kenarında duran?» Eğilip baktım. Beş santimetre uzunluğunda, bir kurşun kalem, halının üzerinde duruyordu.

Kalemi yerden kaldırdım ve ucunun kırık olduğunu gördüm. Steele seğirtti. O da kalemi inceledi.

Copeland, «Allah, Allah!» diye söylendi. «Bu da ne demek oluyor?» Müfettiş, bir cevap vermedi. O sırada Fred Aldridge bize doğru yaklaştı. Steele,

birdenbire ona döndü. —«Bu kalemin ne taraftan atıldığını gördünüz mü acaba?» dedi. Genç adam şaşırmıştı. Bir şey diyemedi. —«Doğru, görmeyebilirsiniz... Ama ben size söyleyeyim: Kalem parçası, bu odanın

içinden atılmıştır cama! » Banker, «Nasıl, nasıl?» diye sordu. «Odanın içinden mi atılmış diyorsunuz? Ama nasıl

olur, Bay Steele?» Tam o sırada, Endicott'un sesi duyuldu —«Müfettiş bey, müfettiş bey, şuraya, masaya bakın!»

Avukat, dehşet içindeydi ve parmağıyla masayı gösteriyordu. Masanın üzeri boştu! Hap kutusu kaybolmuştu oradan!

Herkesi bir hayrettir aldı. Sâkin kalan sadece Steele'di. Hemen kapıya gitti. Anahtarı kilitte çevirip, cebine koydu. Sonra bize doğru döndü. Sakin, aynı zamanda da tok bir sesle :

—«Baylar!» dedi. «Bu kutuyu içinizden her kim aldıysa, bana iade etsin, lütfen!» Cevap veren olmadı. Ama Copeland, biraz sonra konuştu. «Ne demek istiyorsunuz, Bay Steele! dedi. —«Ne demek istediğim meydanda... İçinizden, biri, bu kalem parçasını cama doğru

fırlattı. Aklı sıra da kalemin dışardan atılmış olduğu zannmı yaratmak istiyordu. .. Sonra da ben dikkatimi pencere tarafına, verince, bu kimse suçlayıcı kutuyu oradan kaldırdı... Haydi, söyleyin, bunu yapan kimdir ve niçin yapmıştır? Hemen cevap verilmesini istiyorum!»

Copeland, «Vallahi Bay Steele,» dedi, «bir şey anlamıyorum sözlerinizden!» —«Anlarsınız, anlarsınız... Zira ele alınacak faraziye, bundan başkası olamaz. Kalemin

ucu, camın iç tarafında kırılmıştır. Bu da içimizden birinin onu buradan fırlattığını ispat eder!»

Page 75: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

75

Copeland, «Olur şey değil, doğrusu olur şey değil!» diye söylendi. —«Sâhi bilmiyor musunuz bu işi yapanın kim olduğunu?» —«Siz ne söylüyorsunuz Allahaşkına, dostum, nerden bileceğim ben? Evet, bir şey

görmüş değilim... Hem öyle sanıyorum ki, içimizde bunu yapacak kimse yok!» —«Pekala, ne yapalım! Peki siz, Bay Endicott, siz de görmediniz mi bir şey?» —«Hayır, hayır! Ne gördüm, ne de böyle bir şeyi kendim yaptım!» —«Sen, Clayton?» —«Ben de öyle!» —«Bay Aldridge?» —«Ben mi? Benim de haberim yok bu işden!» Steele, hepimize ayrı ayrı baktı. —«Yâni,» dedi, «kutunun içinizden biri tarafından alınmadığına inanmalı mıyım?» Endicott, «Evet, müfettiş bey, inanmanız gerekiyor!» dedi. «İddia bile edebilirim bunun

için!» —«Bundan emin misiniz bu kadar?» —«Yemin edemem tabu. Zira olmayacak şey yoktur dünyada!» —«Yoksa odaya başka biri girdi de, kutuyu o mu aldı demek istiyorsunuz?»

—«Eh, ihtimal dışı saymamak lâzım... Olamaz mı?» —«Evet, akla yakın! Peki, pencereye kalemi atan kim oluyor öyleyse?» —«Kim olacak? Kutuyu alan kimsenin ta kendisi!» Müfettiş, son derecede öfkeli görünüyordu. Başım kaşıyarak : —«Biliyor musun, Bay Endicott,» dedi, «çok mânâsız bir şey bu! Biz inanılabilir

faraziyeler üzerinde durabiliriz sadece, böyle zırva şeyler üzerinde değil!» —«Ama benimki akla yakın bir şeydir! Hattâ tam mânâsiyle akla yakındır da

diyebilirim!» —«O halde söyleyin bakalım: Kalemi attığı zaman bu kimse salonun neresinde

bulunuyordu?» —«Bunu tam olarak söyleyemeyeceğim... Ama adam mı, yoksa kadm mı, bilmiyorum

artık, yüzde yüz kapının arkasında duruyordu!» Steele, garip bir şekilde gülümsedi. Sonra da: —«Balan, Bay Endicott!» dedi. «Siz öyle diyorsunuz ama, bu odaya girdiğimizde, kapının

iyice kapan masına itina göstermiştim ben! Biraz önce, kapıyı kilitlediğim zaman da, kapalı buldum orayı... Aralık filân değildi kanat...»

—«Ne diyeyim bilmiyorum ki, Bay Steele! Kapı kapalıyken tekrar açılmış yahut da açılmamış, burası meçhul... Yalmz şunu bilmenizi isterim: Yaptığınız tahkikat esnasında sizi yanlış yola sevketmek, aklımdan geçmemiştir! Gösterdiğim gayretin sebebini söyleyeyim: Bu düşündüğünüz işin içimizden hiçbiri tarafından yapılmadığını, yapılamayacağını anlatmak is-tiyordum! »

—«Evet ama, başka biri de yapamaz bunu!» —«Sakat! Tamamiyle sakat bir fikir! Olanı biteni şöyle bir düşünün : Bir cismin cama

çarptığını duyduğumuz zaman, hepimizin gözü sizdeydi.:. Sizi dinliyorduk... Demek oluyor ki, kimse bu işi yapamaz. Evet, göz göre göre yapılacak bir iş değil bu... Sonra ne oldu? Sonra ben koşup, dışarıya baktım... Bay Copeland'la Bay Clayton da yanıma geldiler. Hepimiz aynı tarafa, yâni pencere tarafına bakıyorduk... îşte bu sırada, hırsız odaya girebilir, masanın yanma kadar sessizce süzülebilir, sonra da yine sessizce çekilebilir... Kat'i olarak eminim, aynen böyle olmuştur!»

Copeland, «Belki...» dedi. «Ama inanması güç!» Steele de Copeland gibi konuştu. «Ben de,» dedi. «ben de inanamayacağım böyle bir

fikre! Olacak iş mi? Bir kimse koskoca salonun kapının açsın, ses çıkarmadan masaya kadar

Page 76: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

76

sokulsun, alacağını alsın, sonra da yine sessizce defolup gitsin... Yo, yo, akıl alacak şey değil bu! Kutuyu dördünüzün de üzerinde aramam lâzım!»

Banker, «Böyle bir şeyi yapmanızdan korkuyordum...» dedi. «Korktuğum başıma, geldi!» Steele, «Rica ederim,» dedi, «lüzumlu lüzumsuz konuşmayı bırakın şimdi! Kutu nerdeyse

çıkarın, lütfen!» Kimsenin bir şey söylemediğini görünce de, müfettiş, «Madem ki öyle, ben de ısrar

etmiyorum!» diye sert sert konuştu. «Kutu kimdeyse, onda kalabilir... Lâkin bu budalaca hareketi yapanın kim olduğunu öğrendiğim zaman, kendisini adalet mekanizmasına zorluk çıkarmakla suçlayacağım! Burada olup bitenler, tahkikat seyrini engellemiş olmuyor... Katilin kim olduğunu biliyorum! Onu bu akşam tevkif edeceğim!»

Sonra Steele cebinden anahtarı çıkarıp, kapıyı açtı. Bize dönerek : —«Buyrun, sizleri tutmuyorum, Baylar!» dedi. «Serbestsiniz!» Endicott, dışarda müfettişin koluna girdi. —«Ne olur, Bay Steele,» dedi, «ortaya attığım fikir üzerinde bir dursanız, iyi olurdu!

Sorun bakalım, salonda bizi bekleyen kimselerden biri her hangi bir mâzeret beyan ederek dışarı çıkmış mı?»

Steele, avukata dik dik baktı. Sonra da onun teklifini kabul ettiğini söyledi. Biraz sonra tekrar aramıza döndü ve :

—«Bizden sonra salonda kimse kalmamış maalesef!» dedi. «Herkes bir tarafa çekilmiş...» Banker, «Herkesi yeniden toplamamı ister misiniz?» diye sordu. —«Hayır. Şimdilik kalsın!» Bir ara yalnız basma olduğunu görünce Steele'e sokuldum. —«îfşa işini yarma mı bırakıyorsunuz yoksa?»

dedim. —«Belki. Ama bu defa işi terketmem hususunda ricalar olursa, pabuç bırakmayacağım

bunlara! O bir defa olur!» —«Size göre, bu kutuyu kim almış olabilir?» —«Bilmiyorum... Ama şüphelerim var!» —«Bana kalırsa, Endicott'un ileri sürdüğü fikir oldukça abes! Kimse kolay kolay yapamaz

onun dediğini... Bence orada bulunanlardan birinin işidir bu!» Müfettiş, dalgın bir halde cevap verdi : —«Evet,» dedi, «bunu yapan zat kendini çok kurnaz sanıyor!» —«Zavallı!» diye ekledi. «Bir bilse!» Heyecan içinde, «Neyi bilse?» diye sordum. Müfettiş ayağa kalkıp, kapıya doğruldu. Sonra eşitke durarak : — «Haydi merakta bırakmayayım seni: Kaybolan kutu» dedi, «senin meşhur kutun

değildi! Tarifin üzerine bir eczaneden alınmış başka bir kutuydu! Üzerindeki parmak izleri ise, eczacının parmak izlerinden başka bir şey değildi tabiî... Öbür kutuya gelince, onu bu-labileceğimi hiç sanmıyorum!»

O gün başka bir şey cereyan etmeyeciğini düşünerek, saat dokuzda odama çekildim. Zira hem çok yorgundum, hem de yalnız başıma kalıp, olup bitenlerin bir muhasebesini yapmak niyetindeydim. Kapıyı kapayıp, karyolanın kenarına oturdum.

Şu Steele yamen bir adamdı doğrusu! Sahte hap kutusu oyununda hepimizi aldatmıştı! Kutunun çalınması, suçlunun ortaya çıkarılması işinde tam bir ipucu veriyordu.

Kendi kendime, «Acaba müfettişin fikri ne?» diye düşünürken, kapıma vuruldu. Kalkıp açtım. Gelen Steele'di. Alçak bir sesle :

— «Haydi Clayton!» dedi. «Aşağı inelim de bitiriverelim şu işi!»

Page 77: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

77

11

—«Yoksa katil itiraf mı etti?» dedim. — «Süss! Yavaş konuş! Henüz itiraf etmedi. Ama bir çeyrek saat sonra yapacak bu işi!

Pek pek yarım saat...» —«Nerden biliyorsunuz?» — «Sual sorup durma şimdi! Gel benimle, göreceksin!» Sual sormayı zaten yersiz bulmuştum. O önde, ben arkada zemin kata indik. Steele beni

kırmızı perdeli küçük salona soktu. —«Sen burada bir iki dakika dur!» dedi. «Ben Bay Copeland'ı arayacağım!» Karanlıkta bir yere ilişiverdim. Aradan bir dakika filân ya geçmiş, ya geçmemişti. Birinin

salonun eşiğinde durarak, içeri baktığını farkettim. Kim olduğunu anlamak için hemen kalktım. Ama onu büyük salona girerken, arkasından görebildim. Bayağı bayağı meraklanmıştım. Ben de oraya gittim. Kapıya yaklaşınca, içeri gireniiı Norton Osgood'tan başkası olmadığını anladım. Ellen Aldridge de oradaydı. Görünüşe göre, birini beklemekteydi.

Osgodd, gayet yavaş bir sesle, «Sizden özür dilemeliyim, Mis Aldridge!» dedi. Genç kız, hiddet içinde doğruldu. —«Rica ederim, bir şey söylemeye kalkışmayın, Baypsgood!» dedi. «Sizi kibar bir insan

bilirdim... Fred'in, 'dolayısiyle ailemizin dostuydunuz güya... Yalnız Fred'e söylemem gereken bir sırrı size de söylemekle çılgınlık etmişim meğer. Unutmayın, kabahati üzerinizden atmak için, beni insan öldürmekle suçladınız...»

—«Aldanıyorsunuz... Ben sizi suçlamış değilim!» —«Evet, doğrudan doğruya değil ama, kullandığınız ifâdeden bu anlaşılır. Gerçi Kirke'ü

öldürenin ben olduğumu söylemediniz... Söylemediniz ama, kullandığınız kelimeler imâ doluydu... îpnotik kudretinize güvenerek, işlemediğim bir cinâyet üzerinde dün akşam bana telkinde bulundunuz! Bana böyle bir şeyi illede de kabul ettirmeye çalıştınız ...Çünkü sizi suçlamalarından korkuyor dunuz!»

Osgood, cevap verecek durumda değildi. O sırada müfettiş, diğer kapıdan salona girdi. Onu görünce, Osgood ayağa kalktı.

—«îyi ki geldiniz, Bay Steele!» dedi. «Bir itirafta bulunmak istiyorum size! Söyleyeceklerimi de bi raz sonra herkesin önünde tekrarlayacağım: Cinâyet gecesi, Kirke'ün öldürmesi hususunda Clayton'a telkin yaptım ben!»

—«Biliyordum bunu, merak etmeyin!» Osgood, «Sonra da Clayton üzerindeki kudretimi, Mis Ellen'in ricasıyla kullandığım

hissini yarattım...» diye devam etti. «Sanki Mis Aldridge, Kirke'ün öldürülmesini istemişti benden... »

—«Evet, ben de ev halkı da böyle sanıyorduk... O geceden sonraki hareketleriniz bunu göstermekteydi.. Hakkınızda, her şeyi öğrenmiştim!»

—«Halbuki Mis Aldridge'in benden istediği şey, bambaşka bir şeydi... Ama ben bunu ona karşı bir silâh gibi kullandım. Onun Kirke'e kötü bir his besleyeceğini ve onun ölümüne de susayacağmı hiç sanmam!»

Steele, «Bunu da biliyorum, Bay Osgood,» diye konuştu, «bunu da biliyorum!» —«Bütün bunları sinsi sinsi aşıladım... Bunu kabul ediyorum... Çünkü beni

suçlamalarından korkuyordum. Gelelim şimdi de Kirke'ün ölümünü istemiş olmamın sebebine: Beş yıl oluyor... Bu herif, kardeşimi dolandırmıştı! Şöyle onbin dolâr bir paranın üstüne oturmuştu... İşte bunun için, bu namussuz herifin ölümünü arzuladım!»

Osgood, birden durdu. Hepimize ayrı ayrı baktıktan sonra, devam etti :

Page 78: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

78

—«Ne var ki, benim işim değildi bu! Kimseyi öldüremezdim ben,.. Bu işi Clayton yapsın istedim. Ona öyle bir telkinde bulundum... Kendisinin bundan şüphe ettiğini sanmıyorum. Ama Bay Steele, şerefim üzerine yemin ederim ki, isteye isteye yapmadım bunu! Elimde değildi... Âdeta, şuursuzlaşmıştım... Ölümünü arzu ettiğim adamı başkasına öldürtmek, sonra da. hiçbir şüpheyi üzerime çekmemek... Az şey miydi bu? Clayton'un içine o kötü telkini yerleştirmek için oturduğumda, hâlâ tereddütlüydüm... Aklıma. Mis Aldridge'in ricası da gelmişti. İki müthiş düşünce arasında kalmıştım... Tekrar ediyorum, ne yaptığımın farkında değildim âdeta,.. Müfettiş Bey, yemin ederim ki doğruyu söylüyorum: Kirke'ü öldürmesi için Clayton'a telkinde bulunmak istemiyordum! Fakat... Fakat irâdesi kudretimin gücü altına girmişti bir clefa! Maalesef böyle bir telkinde bulundum! Pişmanım buna ama, ne yapayım...»

Steele, «Anlıyorum, anlıyorum...» dedi. Osgood, bize doğru dönmüştü. —«Yapmak üzere olduğum işin ehemmiyetini kavrayınca, geçirdiğim korkulu hâli

hepiniz hatırlayacaksınız! Geriye dönebilmek için, her şeyimi vermeyi isterdim... Fakat imkânsız bir şeydi bu! Emin olun, o gece gözümü kırpmadım... Acaba. Clayton ne yapacak diye düşündüm durdum!»

İpnotizmacı birden durdu. Şaşkın nazarlarla tekrar bize baktı ve : —«Ne olduğunu, ne geçtiğini bilmiyorum... Ama Bay Endicott haklıymış. Bir

ipnotizmacı, süjesini cinâyete kadar sürükleyemezmiş... Gerçek meydanda: Bay Clayton, cinâyeti işlememiştir!»

Kendimi tutamadım. «O halde,» diye bağırdım/ «sizsiniz Harrison Kirke'ü öldüren!» Gözleri korkudan büyümüş olarak, Osgood bana doğru döndü. Belli belirsiz bir şekilde

gülümsedi ve boğuk bir sesle konuştu : —«Onu öldürmek mi?» Diye sordu. «Hayır, dostum, onu öldürmedim! Öldürmedim ama,

size böyle bir telkinde bulundum! Bay Steele! İnanın bana, doğruyu söylüyorum! Kirke'ün Clayton tarafından öldürülmesine imkân olmadığmı söylediğiniz âna kadar, onu katil sanıyor, ona o nazarla bakıyordum!»

Müfettiş elini kaldırdı. «Pekâlâ! Pekâlâ! Bay Osgood!» dedi. «İçiniz rahat etsin... Sîzin de katil olmadığınızı biliyoruz! Küçük salona kadar gelir misiniz benimle, lütfen! Sizinle konuşmam gerekiyor.»

Ben de onların peşinden gitmek üzereydim. Ama Ellen kolumdan tuttu. —«George!» dedi. «Özür dilerim... Bütün bunlara sebep olan benim!» Döndüm. «Yok canım, ne münasebet!» diyerek onu teskine çalıştım. —«Evet, George, evet! O akşam aptalca ve akılsızca hareket etmeseydim, sizden ne kimse

şüphelenecekti, ne de böyle can sıkıcı şeyler olacaktı! Şimdi, evet, şimdi anlıyorum hatâmı! Gerçeği de...»

—«Yoksa Kirke'ü ödürenin kim olduğundan haberiniz var mı?» diye onun sözünü kestim. Ellen susmamı işaret etti ve yalvaran bir sesle: —«Rica ederim, bunu bana sormayın!» dedi. —«Fakat Ellen, hiç olmazsa, Osgood'un bana telkin ettiği şeyi söyleyin! Haydi, rica

ederim, ne istemiştiniz ondan?» Ellen, başını çevirdi. «Oh! Nasıl söyleyeyim bilmem ki!» dedi. —«Söyleyin, Ellen, söyleyin, rica ederim, söyleyin!» —«Şey... Osgood'tan istediğim şeye hakkım yoktu... Zira doğru bir şey değildi bu!» îlk defa olarak, ona sen diye hitap ettim. «Ellen! Ellen!» diye konuştum. «Sıkılma, söyle!

Eminim, ayıplanacak kötü bir şey yapmamıştın... Yoksa söylemeyecek misin?» Genç kız, yarı mahcup, yarı endişeli bir şekilde gülümsedi. Sonra : —«Şey...» diye kekeledi. «Şey... istiyordum ki. beni birazcık da olsa. sevesin... İşte

Osgood'tan sana bunu telkin etmesini istemiştim!»

Page 79: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

79

Bu sözler karşısında, ne yapacağımı bilemedim. İçim içime sığmıyordu. Ellen de, evet Ellen de beni seviyordu! O da bana sen diye hitap ediyordu! Onu derhal kucaklayıverdim. Yüzüne, dudaklarına, saçlarına öpücükler kondurdum. O sırada, Henry Copeland içeri girdi. Fakat adam, hiçbir şaşkınlık eseri göstermedi. Halbuki böyle bir manzarayla karşılaşacağını hiç ummuyordu.

Müsaade isteyerek ayrıldım. Müfettiş adamlarına talimat vermekle meşguldü. Oturmam için bana işaret etti. Sonra da : —« Clayton!» dedi. «Yapmak istediğim iş hakkında sana bilgi vermeyi uygun buldum! Öyle sanıyo rum ki, yeni bir ipnotizma seansı tertip etmek gerekiyor!»

—«Dün akşam yaptığımız gibi mi?» —«Hayır, hayır! Bunun sebebi tamamiyle başka! Senin anlayacağın, biraz gizlice olacak

bu! Bak nasıl: Bay Osgood, görünüşte herkesi arka arkaya ipnotize edecek... Ama işi bitince, kimseyi uyandırmayacak... Tâ ki herkes onun kudretinin tesiri altında bulununcaya kadar!»

—«Affedersiniz, bir kelime üzerinde durmak istiyorum: Yanılmıyorsam, demin (görünüşte) dediniz... Ne demek istemiştiniz bununla?»

—«Bravo! Bunu soracağından emindim... Bu işin gizliliği, işte bunun üzerinde toplanıyor! Bay Osgood, sözüm ona dokuz kişiyi uyutacak... Ama gerçekten uyutacağı kimse ise, katilin ta kendisi olacak!»

Norton Osgood, «Peki ama,» dedi, «gerçekten uyutulması gereken o kimseyi ben nerden bileciğim? Kim olduğunu nerden tâyin edeceğim?»

—«Hiç merak etmeyin, öğreneceksiniz bunu! Bilmem plânımı iyice kavrayabilidiniz mi? Tekrar edeyim: Bir kişi dışında, herkes kendisini sizin kudretiniz altında sanacak...»

Sonra müfettiş bana doğru döndü. —«Evet, Clayton!» diye ekledi. «İçinizde bulunan ve gerçekten de ipnotize edilmiş olan o

kimse, öyle bir hâle gelecek ki, ne yaptığını bilemeyecek ve kendini ele verecek! Pek tabiî sonra da suçunu itiraf etmek zorunda kalacak!»

Heyecan içindeydim. «Doğrusu yaman bir plân bu!» dedim «Tutacağından da eminim!» —«Hiç şüphen olmasın! Şimdi gideyim de, herkesi salonda toplayayım! Osgood, «Bir dakika durur musunuz, Bay Steele!» diyerek onun yolunu kesti. «Uyutmam

gereken kimsenin adını söylemediniz henüz!» Steele güldü. «Sâhiden de!» dedi. «Bir kâğıt parçasına yazacağım bu ismi!»

Cebinden bir kurşun kalem ve bir parça kâğıt çıkardı. Tam bir şey yazmak üzereyken, ani olarak durdu. Dudaklarında garip bir gülümseme vardı.

—«Ayıplamayın!» dedi. «Ben oldukça bâtıl inançlı bir kimseyimdir! Biliyor musunuz, şu kırmızı perdeler de bayağı bayağı ürkütüyor insanı! Garip değü mi, sanki katil orada gizlenmiş, beni gözlüyor... Sanki ölümün hemen de eşiğinde bulunuyorum ben! »

Ona doğru koştum. «Durun, Bay Steele!» diye bağırdım. «Bir şey yazmayın sakın! Allahaşkma bir şey yazmayın! »

Müfettiş yavaşça yürüyüp, kırmızı perdeleri kaldırdı. Loş aralıkta kimsecikler bulunmuyordu.

—«Tuh! Boşu boşuna telâşa düşmüşüm! Durum meydanda, katil beyimiz, hayatını emniyet altına almak için yeni yeni cinayetler işleyen cinsten değil!»

Sonra da müfettiş, portmanto altında bulduğu mektubun zarfından bir parça kopardı ve kalemini kâğıt üzerine götürdü. Bir şey yazar gibi yaptı. Anlaşılan yazılması gereken şey, oraya daha önceden yazılmıştı...

Steele yavaşça doğrulup, kâğıdı Osgood'a uzatt. —«İşte bu zatı uyutmanız lâzım!» dedi. «Bir yanlışlık olmasın... İşte adı!» Kâğıttaki adı okur okumaz, Norton Osgood'un gözleri büyüdü. Dehşet içinde : —«Aman Allahım! İmkânı yok!» diye mırıldandı. «Emin misiniz?»

Page 80: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

80

—«Emin olmak mı? En ufak bir şüphem bile yok! Kirke'ü o öldürdü! Gerçi murdar herif ölümü hakketmişti ama, ne yapalım ki adâlet de adâlettir! Şaşmamalı... Yerini bulmalı! Bu akşam, katil suçunu itiraf etmeli!»

Osgood, başını eğdi ve: «Ne yapalım,» dedi, «peki demekten başka çârem kalmadı!» —«O halde herkes büyük salonda toplansın! Clayton, sen yukarı kattakilere haber verirsin

olmaz mı!» On dakika sürmedi. Ev halkıyla misafirler, son defa olarak salonda toplanmışlardı. Hepsinin üzerinde sinirli bir hava vardı. Hepsi de meselenin bir neticeye bağlanabileceğini biliyorlardı.

Copeland'lar, dip tarafta yer aldılar. Endicott, bankerin yanımda kaldı. Aldridge'ler ise, salonun başka bir köşesindeki yerlere oturdular. Bob Manning Lucy'nin hemen yanı başındaydı. Dikkat ettim, o da sinirliydi. Yüzü solmuştu. Ben her iki grubun tam ortasında, Steele'le Osgood'a yakın bir yerde bulunuyordum.

Salonun tam ortasına önceden yerleştirilmiş bir divan, dikkatimi çekti. Divanın hemen yanında duran bir sandalyenin üzerine, müfettiş bir paketten çıkardığı bıçağı koydu.

Sonra Steele, «Dostlarım!» diye konuşmaya başladı. Bay Osgood, birazdan ygjoılacak bir tecrübe sonunda suçlunun meydana çıkarılacağına, inanıyor!»

Kimseden çıt çıkmamıştı. —«îşte bunun için de dostumuz o dillere destan telkin kudretini bir defa daha kullanacak!

Dünkü seansta elde ettiğimiz mühim ipuçları, bize şunu göstermekte: Osgood, Kirke'ü öldüren kimseyi bugün cinayetini itiraf etmeye zorlayacaktır!»

Banker, «Desenize,» dedi, «dünkü heyecanlı dakikaları yeniden yaşayacağız?» —«Hayır, Bay Copeland! Dostumuz, bambaşka bir şekilde çalışacak bugün. Ama bir şartı

var: Herkesi aynı anda irâdesi altına almak istiyor!» Endicott güldü. Sonra, «Hiç sanmam ki,» dedi, böyle bir şey kabil olabilsin!» Osgood, bu sözlere alındı. «Sözlerinizin tamamen aksini ispat edeceğim!» dedi. «Benim

bu tarafımı bilmiyorsunuz anlaşılan... Arka arkaya ipnotize edeceğim bir çok kişiyi, arzu ettiğim sürece irademin kontrolü altında tutabilirim!»

İpnotizmacının bu sözleri, ortada tam bir heyecanın doğmasına sebep oldu. Steele, izahat vermek zorunda kalmıştı.

—«Bilmem,» dedi, «bunun ne demek olduğunu anlayabildiniz mi? Bay Osgood, burada bulunan on kişiyi iradesinin kontrolü altında tutacak... Her süje, onun isteğini harfi harfine yerine getirecek... Bu tecrübe sonunda da, katil kendisini ele verecek harekette bulunacak!»

Arthur Copeland, «Kusura bakmayın, müfettiş bey ama,» dedi, «hiç te akla yakın bir şey değil bu! Mantıkla ilgisi yok!»

Steele, «Belki akla yakın, belki de değil...» diye sertçe cevap verdi. «Siz ne derseniz deyin, saçma deyin, mantıkla ilgisi yok deyin, ama şunu bilin ki, bu iş muhakkak olacak! Sandalyeyi ve cinayette kullanılan bıçağı gördünüz... Evet, evet, Kirke'ün kalbini delen bı-çaktır bu! Diyelim ki Kirke, şu divanın üzerinde uyumakta. .. »

Grace Copeland, birdenbire heyecanlanıp bir hayret nidası koyuverdi. Henry Copeland ayağa kalktı. «Bay Steele!» dedi. «Tecrübenin bu tarzda yapılması ille de

şart mı?» —«Maalesef şart. Şimdi bırakalım bunu, lütfen! Ben size neler cereyan edeceğini

anlatayım. İçinizden dokuz kişi, sanacaklar, yahut ta öyle tahayyül edecekler ki, Kirke yatağında istirahat etmektedir! Fakat onuncu kimse, yâni katil, Kirke'ü orada gerçekten göre-cek!»

Başlarımızı bu defa da Bayan Copeland'm bulunduğu tarafa çevirdik. Zira kızı gibi, o da bir heyecan geçirmiş, belli belirsiz bir çığlık atmıştı.

Steele oralı olmadı ve sesini yükselterek konuşmasına devam etti: —«Evet, Harrison Kirke'ün katili artık elimizde... Kurtulmasına imkân yok! Bıçağı

sandalye üzerinde bırakıyorum... Suçlu iyi tanır onu. Her halde olacağı tahmin ediyorsunuz?

Page 81: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

81

Evet, katil aranızdan sıyrılıp sandalyeye yaklaşacak ve bıçağa yapışacak ve... cinayetin' bir daha tekrarlayacak! Bay Osgood, başlayınız, lütfen!»

Gözlerimi yavaşça Steel'e çevirdim. İlerlememi işaret etti. Hiç itiraz etmeden sandalyeye oturdum. Osgood, bildiğimiz el hareketlerini yaptı. Eğer üç defa uyutulmamış olsaydım, hareketler arasındaki farkı anlayamazdım. Osgood, işinin bitmiş olduğunu işaret edince, kendimi gayet rahat hissettim. Ruhum, melekem her hangi bir dış tesire karşı tamamiyle serbestti.

İpnotize edilmeye, diğer kimseler hiç itiraza yeltenmeden boyun eğdiler. O kadar büyük bir heyecan içinde bulunuyordum ki, Osgood'un onlara neler söylediğine pek dikkat edemedim. Nihayet sonuncu süje olan Fred'in de işi bitince, Steele her iki grupta bulunanların yüzlerine biriki saniye baktı.

O sırada Endicott, «Hayret!» dedi. «Melekem olduğu gibi yerinde! Halbuki bundan öncekilerde böyle değildi!»

Osgood, «Bunun sebebi gayet açık!» dedi. «Çünkü ben böyle olsun istiyordum!» Henry Copeland da avukatın sözlerine yakın bir şekilde konuştu. —«Bay Steele!» dedi. «Kendimi ipnoz halinde olarak hissetmiyorum...» Cevabı Osgood verdi: «Yanıldığınızı yakında anlayacaksınız dostum!» dedi. —«Ama unutmayın, dün akşam uyutamamıştıniz beni!» —«Olabilir, olabilir... Ama bu akşam muvaffak olduğumu göreceksiniz! Bay Steele,

hazırım ben!» Müfettiş, o delici bakışlarıyle bize tekrar tekrar baktı. Sonra da: —«Şimdi bütün dikkatimizi cereyan edecek sahneye toplayalım. Harrison Kirke'ün katili

birazdan yeni bir cinayet işleyecek! Daha doğrusu, Kirke'ü nasıl öldürdüğüriü bize gösterecek!»

Son kelimeleri söylerken, müfettiş, elektrik düğmesini çevirmişti. Salon, karanlık içinde kaldı birden . Herkesin ağzından türlü hayret nidaları çıkmaktaydı. Steele, «Kimse yerinden kımıldamasın!» diye emretti. Mamafih, salonun karanlığına gözlerimiz alışmaya başlamıştı. Holden doğru gelen hafif bir ışık ta, içeriye eşyalariyle birlikte aydınlatabiliyordu. Ama her taraf öyle değildi. Meselâ benim bulunduğum yer, karanlıktı. Gözlerimi kısarak baktım. Bıçaklı sandalye nin silüetini, şöyle böyle seçebiliyordum. Başka bir silüet te bana divanın bulunduğu yeri gösterdi. İki grubun insanları ise, yine şöyle böyle belli oluyordu. Ama Steele'le Osgood, karanlıkta kaybolmuşlardı.

Koca salonda çıt voktu... Sadece nefes almalar duyulmaktaydı... —«Bay Osgood!» Steele'in sesiydi bu. —«Evet, müfettiş bey!» —«Haydi, tam zamanı... Kirke'ün katiline emredin de yeni cinayetini işlesin!» Gerek Steeie'in, gerekse Osgood'un sesleri, karanlıkta çın çın ötmüştü... Osgood,

emirlerini bizim duyacağımız şekilde yapmadı. Sadece derin derin içini çekti... Sonra yeniden sessizlik... Tam bir ölüm sessizliği!

Daha sonra da Osgood'un sesi: —«Bunu yapacaksınız! Bunu yapacaksınız! Yapmak zorundasınız!» Cinayet gecesi beni yatağımdan kaldıran bu âmirane sesi duyunca, bütün vücudumun

ürperdiğini hissettim. Sonra inlemeye benzer bir ses işitildi... Kimse yerinden kımıldamamıştı...

Gözlerim, karanlığa büsbütün alıştı. Sağ tarafımda müphem bir karaltı vardı. David Endicott olmalıydı bu... Onun yanındaki kimsenin de Henry Copeland olduğunu anladım. Onun biraz ötesinde de, ayakta duran Arthur vardı. Sağ tarafıma baktım. Orada da pek iyi

Page 82: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

82

seçilemeyen başka karaltılar bulunmaktaydı. Ayakta olanı, Fred Aldridge'ti muhakkak.. Gerçi ne Ellen'i, ne de Lucy'yi görebiliyordum ama, onların da orada olduklarında şüphe yoktu. — «Yapmanız lâzım! Yapmanız lâzım!»

Emredici ses, ikinci defadır duyuluyordu. Fakat kimse kımıldamadığına göre, emri umursayan yoktu pek... Yoksa Osgood, böyle mühim bir durumda başarısızlığa mı uğramıştı? Kendi kendime belki başka bir sual daha soracaktım... Ama buna meydan kalmadı. Tam o sırada, korkunç bir çığlık karanlığı âdeta yırttı. Sesi derhal tanıdım: Bağıran, Lucy Aldridge'ti... İyi ama, onu bu şe kilde bağırmaya zorlayan sebep neydi acaba? Genç kızın hareketini garipsemiştim. Zira ne kimse kımıldamış, ne de kimse bir şey söylemişti...

Nasıl oldu bilmiyorum... Birden ir kili ver dim... Gözüm, üzerinde bıçak bulunan sandalyeye değmişti... Bir adam vardı sandalyenin önünde! Yere çömelmişti!

Nasıl oluyordu da, onun oraya kadar gittiğini görmemiştim? Nasıl oluyordu da en ufak bir gürültü duymamıştım? Akıl almaz bir haldi bu! Ama adam oradaydı!

Elini uzatıp, bıçağı aldığını dehşetle gördüm... Silüet, uzun bir an öylece kaldı... Nefeslerimizi kesmiş bekliyorduk... Birdenbire adamın halinde ufak bir değişiklik oldu... Hiç gürültü çıkarmamaya dikkat ederek, divana doğru yürüdü...

Bu sessiz, bu tehdit edici ilerleme kadar korkunç bir şey tasavvur edilemezdi... Her adım, silüeti divana yaklaştırmaktaydı...

Birden bir kolun kalktığını gördüm... Sonra bıçak hızla indi... Divanın şiltesi garip bir ses çıkararak yırtılmıştı!

Yerimden bir yay gibi fırladım... Yo, bu kadarı fazlaydı artık! Kendimi tutamadım... Yine müthiş bir feryat koyuverdim. O anda. bankerin sesi duyuldu:

—«Işık! Işık! Çabuk elektrik düğmesini çevirin! » İçimizden biri, el yordamıyle düğmeyi aradı.. Salonun içinde bir takım konuşmalar peyda

olmuştu. Endicott'la Arthur Copeland: —«Tutun! Tutun!» diye haykırdılar. «Kaçıyor. Kapıya doğru kaçıyor!» Steele, elektrik düğmesini birdenbire çevirdi. Bol ışık altında, sahne bütün çıplaklığıyle meydana çıkmıştı. Endicott .gözleri

yuvalarından fırlamış bir halde, salonun ortasmdaydı. Fred Aldridge, bir deli gibiydi. Kapıya koşuyordu. Fakat Steele tarafından tutulmuştu orası...

Fred, tam bir ümitsizlik içinde müfettişin kollarına atıldı. Sonra başını çevirip, bize doğru baktı. Bakışlarında, büyük bir korkunun izleri vardı.

O sırada Bob Manning, yavaşça doğruldu ve elinde tuttuğu bıçağı şiltenin üzerine fırlattı. Sonra da:

— «Merak etmeyin!» dedi. «Hiç merak etmeyin! Kaçacak filân değilim! Kirke'ü ben öldürdüm! Hiç bir pişmanlık duymuyorum bunun içim... Tevkif edebilirsiniz beni!»

Yarım saat sonra ortalığın yatıştığım tesbit eden Steele, Bob Manning! karşısma oturttu ve ondan bu cinâyeti işlemesinin sebebini sordu. Müfettişin sesinde sert ve azarlayıcı değil, aksine gayet yumuşak bir ton vardı. Ben, bankerle Endicott'un yanındaydım.

Bob Manning, derin derin nefes aldı. Cebinden paketini çıkarıp, bir sigara yaktı. —«Evet,» dedi, «O namussuz herife ben verdim ölüm cezasım! Zira hakketmişti bunu...

Zaten ben öldürmeseydim, bir başkası bu işi yapacaktı!» —«Kim meselâClayton mu?» —«Evet, Clayton, yahut ta Mis Aldridge! Osgood, Clayton'u o akşam ikinci defa ipnotize

ederken, ortada anormal bir şeylerin döndüğünü anlamıştım... Ellen, Clayton'a bir şeyler yaptırmasını Osgood'tan rica ederken, yüzündeki heyecan ifâdesinin farkına varmıştım... Osgood çekiniyordu... Çünkü yaptığı tecrübeler sonunda, Clayton'un her şey yapmaya müsait bir süje olduğunu müşahede etmişti... Clayton'un bu tarafmı anlayınca., Osgood'un kapıldığı telâş ta kaçmamıştı gözümden. .. »

—«Yâni endişeye kapıldınız...»

Page 83: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

83

—«Evet, sırf ikisi için endişeye kapıldım!" Ellen'in atılgan ve çabuk parlayan bir kız olduğu aklıma geldi... Aynı zamanda da Clayton'un Kirke'e karşı olan nefretini düşündüm... Arkadaşım, onu bir kaşık suda boğabilirdi...»

—«Peki, Clayton'un Kirke hakkındaki bu duygularım nasıl anlamıştınız?» —«Bu da sual mi, müfettiş bey? Sorarım size: Öyle bir.heriften kim nefret etmez ki...

Kirke, Ellen'le konuşurken, ben kırmızı perdelerin arkasına gizlenmiştim. Kendimi zor tutuyordum o namussuzun sözleri karşısında... Sonra Clayton'un salona dalıp, Kirke'ü tehdit ettiğini duydum. Daha sonra ipnotizma seansı sırasında, Osgood'un geçirdiği heyecanı farkettim... Düşündüm ki... Şey... Çünkü korkuyordum... İkisi için korkuyordum!»

«O gece yatağa girmedim. Herkesin çekilmesini bekledim... George'un ne kadar üzgün, ne kadar öfkeli olduğunu görmüştüm... Gece yarısına doğruydu, Clayton'un odasında hafif bir gürültü oldu. Parke gıcırdıyordu. Bu, onun Kirke'ün odasına doğrulduğunu ifade ediyordu... Ama ben ondan daha önce davrandım ve sefil herifin odasına yavaşça süzüldüm... Clayton'un yatağına girdiğini anlayıncaya kadar da orada kaldım. Arkadaşım teşebbüsünü yenileyecekti belki de. Kendi kendime, (Clayton Kirke'ü boğmuştur her halde...) diye düşündüm... O ve Ellen, cinayet suçundan yakalanacaklardı...»

—«Demek sırf ikisini korumak için...» Bob Manning, «Evet, sırf ikisini ve Mis Ellen'in sırrını korumak için, Kirke'ü öldürmeye

karar verdim!» diyerek Steele'in sözünü kesti. «Hiç vakit kaybetmedim. Mutfağa inip, orada bulduğum uzun bir bıçağı aldım. Sonra tekrar yukarı çıktım ve... on yıl önce ölmesi p. reken iğrenç herifi geberttim!»

—«Bıçağı Clayton'un şöminesindeki gizli yere kim koymuştu?» —«Ben tabiî! O gecenin sabahında, George bana geçirmiş olduğu bir kâbustan

bahsetmişti... Onu çok sevdiğim için, odasına çıktım ve bir suçlamaya maruz kalmaması için gerekeni yaptım. Fakat aşağı indiğimde, neye uğradığımı bilemedim. George'la Ellen...»

Bob, Ellen Aldridge'le aramda cereyan eden konuşmadan bahsediyordu. Mahçup bir tarzda başımı çevirdim. Aynı zamanda da:

—«Oh, Bob!» dedim. «Emin ol, kabahat bende değil... İstersen yemin ederim bunun için!»

—«Biliyorum, George, biliyorum! Kabahatli Ellen'dir! Fakat ne yapayım, içimde bir kıskançlıktır peyda olmuştu... Yıkılmaz gibi görünen bir dostluğun, böyle bir sebep yüzünden uçup gidebileceğini düşünemezdim hiç! Âdeta kudurmuş gibiydim... Bir anda tekrar odanda buldum kendimi... Hap kutusunu alıp, yerine bıçağı koydum. Sonra da kutuyu bir tarafa attım... Ama bu hareketim için bir pişmanlık duymadım mı? Pek tabiî ki duydum. Ama iş işten geçmişti... Geriye dönmek için hayatımı bile vermeye hazırdım!»

Steele, «Peki,» dedi, «bir itirafta bulunmayı hiç düşünmediniz mi?» —«Siz Ellen'i herkesin önünde suçladığınızda, böyle bir şeyi düşünmüştüm... Her şeyi

söylemek üzereydim... Ama Georges, buna mâni oldu. İşte o zaman sesimi çıkarmadım. Sizi yanlış bir iz üzerine şevkettim. İstediğim zaman, istediğim anda arkadaşımın mâsum olduğunu ispat edebilirdim zira. Gelin görün ki, beni eninde sonunda ele verebilecek bir hâlin mevcut oldv ğunu acı acı öğrenmiştim. Cinayet gecesi bir iz bırakmıştım arkamda!»

—«Evet! Koridor halısının üzerindeki kan lekeleri, değil mi?» —«Tamam! Şöyle olmuştu bu iş: Kirke'ü bıçaklamış, dışarı çıkıyordum... Tam o sırada

George'un o ulumaya, benzeyen sesi duyuluverdi... Ömrüm boyunca böyle bir ses işittiğimi hatırlamıyordum. Gerçi sinirleri bozuk bir kimse değilimdir. Ama nasıl oldu bilmiyorum, bıçak elimden düşüverdi!»

—«Ve dün akşam, ipnotik tecrübe sırasında.. >v —«Evet, arkadaşım o sırada bu ulumayı tekrarladı. Sesi duyar duymaz, bıçak hâdisesinde olduğu gibi kâseyi de yere düşürdüm... İpnotize edilme sırası bana gelmişti. O sırada hemen kırılan kâseyi hatırladiin... Kırıkları tonlamak için eğilince de, parkedeki kan lekesini gördüm! Pek tabiî kendimi çabuk toparladım

Page 84: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

84

ve George'a bir yılan hikâyesi uydurdum. Zan nederim herkes kandı buna... Ama siz, maalesef kanmamıştmız! Daha o anda, başıma gelecekleri kestiriverdim... Son bir ümidim vardı... Bu akşam ilâç kutusunu gizlice aldığım zaman, gerçeğin muhakkak meydana çıkacağım yine de biliyordum... Sadece bir gecikme olacaktı...»

— «Demek kutuyu alan sizsiniz ha? Hayret doğrusu! Olur şey değil!» —«Evet, ben almıştım kutuyu! Küçük salona usulca girmiş konuşmanızı dinliyordum...

Siz gürültünün sebebini ararken, ben masaya kadar sokuldum ve kutuyu kaptım!» Endicott, «Gördünüz mü, Bay Steele?» dedi. «Söylememiş miydim ben size?» —«Fakat doktor Manning, imkânsız birşey bu sizin dediğiniz! Kapıyı açıp içeri

girdiğinizi, kalemi cama fırlattığınızı, sonra, da masaya sokulup kutuyu aldığınızı söylüyorsunuz... Daha sonra da girdiğiniz gibi. yine sessizce çıktığınızı beyan ediyorsunuz... Àma biz içerde beş kişiydik! Nasıl olur da hiç birimiz bir şey duymaz, bir şey görmez?»

—«Bunun da sebebini söyleyeyim: Afrika'da avlandığım sıralarda, hiç gürültü çıkarmadan yer değiştirmeyi öğrenmiştim... Gayet te çabuk yapıyordum bu hareketleri... George, geçen gece odasına nasıl girdiğimi anlatsın size!»

«Bakın, Bay Steele! Harrison Kirke'ün katili olduğum, su götürmez bir gerçek... Ama ben onu şahsî bir sebep yüzünden öldürmüş değilim! Foyalarım günün birinde elbette meydana çıkacaktı... Tekrar ediyorum: Bu işi Ellen'le George'u korumak için yaptım! Şunu da ekleyeyim sözlerime: Onlar için gerekirse yeni bir cinayet işleyebilirim! Çekinmem bundan!»

Endicott, «Hiç merak etme, doktor!» diye bağırdı. «Cinayet dâvalarıyle pek ilgim yok ama, senin savunmanı üzerime alıyorum! O sayın jüri üyelerine ne söyleyeceğimi ben bilirim artık!»

Müfettiş Steele, ertesi sabah eşyasını topladı. Hepimizden ayrı ayrı müsaade istedi. Gray de yanında Bob Manning olmak üzere, Copeland'ın evinden biriki saat sonra ayrıldı. Arabaya binmeden önce. Manning herkesi selâmladı. Sonra hüzün dolu bir sesle:

—«Allahaısmarladık, dostlarım!» dedi. Ellen, neredeyse ağlayacaktı. Bunun için de bir cevap veremedi. Ben de üzgündüm. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Nihayet sıkıla sıkıla, kendisini görmeye gidip gidemiyeceğimi sordum.

Bob, acı acı gülümsedi. —«Teşekkür ederim ama,» dedi, «artık neye yarar ki bu? Ama eminim, hepiniz

düşüneceksiniz beni! Kabahatimi biliyorum. Zira tam bir alçak gibi hareket ettim... İşte bunu ödemeye çalışacağım bundan sonra! Allahaısmarladık, George!»

Sonra Manning, Ellen'e doğru döndü: —«Sana ne diyebilirim ki. Ellen!» dedi. «Seviyorum seni! Evet, sandığından da fazla

seviyordum...! Ama sen bunun farkına belki varamadın... Belki de bunu şimdi öğrendin! Her neyse, tek temennim, mesut olmandır!»

Manning, gözlerinin ucuna elinin tersiyle dokundu ve: —«Allahaısmarladık, Ellen!» dedi. Her birimizin elini ayrı ayrı sıkmıştı. Biraz sonra da arabaya giriyordu. Bob, yirmi yıl hapse mahkûm oldu. Lâkin hakkında verilen karar şartlıydı: O, belki daha

önce de tahliye edilebilirdi. Kendisine kaç defa mektup yazdım. Fakat bir cevap alamadım. Nihayet aldığım bir mektupta, dostum bundan böyle kendisine bir şey yazmamamı rica ediyordu... Kendisini sevenler için, ölü kalmak istiyordu, Dileğine saygı gösterdik.

Fakat aziz hatırası, kalplerimizde ilelebet yaşayacaktır!

SON

Page 85: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

85

AKBA Yayınevi Cağaloğlu Türkocağı Caddesi Gürsoy Han 31—33 Fiatı 5 Liradır.

* Bunun gibi daha 43 AKBA Polis romanı bulunduğunu hatırlayınız!

* AKBA POLİS ROMANLARI'nın

12 Tanesi Agatha Christie'nin 6 Tanesi Erle Stanley Gardner'in 5 Tanesi Carter Dickson'un 4 Tanesi William Irish'in 3 Tanesi Patrick Quentin'indir. Bunların hepsini okudunuz mu?

* AKBA Polis Romanlarının (bize göre) en güzel 5 tanesi:

Şu Bahsettiğin Ölü Frederic Dart Kanal Yolu Jean Pierre Conty Sıfıra Doğru Agatha Christie Korkunç Geceler William Irish Körebe Baynard Kendrick

* Gelecek romanımız: No. 445 Çığlık Erle S. Gardner

* Bütün AKBA kitaplarını naylon mahfazaları içinde isteyiniz.

TN-E-Books 2016

Page 86: Mansfield Scott - Kırmızı Perdeler(akba44)

86