Malatya Büyükşehir Belediyesi...

122

Transcript of Malatya Büyükşehir Belediyesi...

  • Malatya Büyükşehir Belediyesi Yayınları

    Siyer Dersleri - Mekke Dönemi

    Prof. Dr. Mehmet Mahfuz SÖYLEMEZ

    Ersin ÖZŞAHİN

    Dr. İdris SÖYLEMEZ

    Hasan ATEŞ

    Hasan BAKAN

    Diltemizler Reklam ve Matbaacılık Hizmetleri San. Tic. Ltd. Şti.Tel : 0422 336 9 336

    978-605-82490-6-6

    Birinci Baskı / Ocak - 2018

    Yayın No : 35

    Kitabın Adı

    Proje Koordinatörü

    Tashih

    Editör

    Kapak / Dizgi ve Mizanpaj

    Baskıya Hazırlık

    Baskı

    Yayın Kodu - ISBN

    Bu kitabın her hakkı saklı olup, tümünün ya da bölümlerinin çoğaltılması Malatya BüyükşehirBelediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı’nın yazılı onayı olmadan yapılamaz

  • » Takdim ..................................................................................................................................... 8

    » Kur'an'a Göre Hz. Peygamber (s.a.v.) ............................................................................11

    » Hz. Peygamber (s.a.v.): Hayatın İçinden Bir Kahraman ...........................................27

    » Modern Dönemde Bilginin Yada Bilgilendirenin İtibarı Sorunu ( Kur’an ve Hz Peygamber Örnekliğinde ) ........................................................................32

    » Siyer Kaynakları Metodolojisi ..........................................................................................52

    » Hz. Peygamber’in Siretinin Kaynağı Olarak Kur’an ...................................................65

    » Arap Paganizmi Cahiliye: Kur’an’ın İndiği Tarih ..........................................................79

    » Cahiliye Döneminde Mekke’nin Demografik, İdarî, Ekonomik, Kültürel ve Dini Yapısı Üzerine Bazı Notlar .................................................................................................. 102

    » Hz. Muhammed’in Nübüvvet Öncesi Hayatı ........................................................... 128

    » Vahyin Başlangıcı ve İlk Ayetler ................................................................................... 137

    » Hz. Peygamber (s)’e İlk İman Edenlerin Bazı Özellikleri ....................................... 148

    » Daru’l-Erkâm Üzerine Bir Değerlendirme ................................................................ 156

    » İslam’a Karşı Çıkanlar ve Nedenleri ............................................................................ 160

    » İslam’da Kardeşliğin Önemi ve Ensâr İle Muhâcir Kardeşliği .............................. 173

    » Mekke’de Hz. Peygamber ve Akrabalarına Uygulanan Boykot .......................... 180

    » Habeşistan’da İslâmiyet (Hristiyanlarla İlk Karşılaşma) ...................................... 193

    » Risaletin Mekke Döneminde Hz. Peygamber’in İbadet Hayatı .......................... 201

    » Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Mekke'deki Sosyal İlişkileri ........................................... 212

    » Hz. Peygamber’in Mekke’deki Tebliğ Faaliyetleri ................................................... 222

  • 8 9TakdimTakdim

    TAKDIMHz. Peygamber'in (sav) kutlu hayatı olan siyer, bir Müslüman için gerçekten çok büyük ehemmiyet arz eden bir alandır. Kulluk için yaratılan insan, bu kulluğun en ideal halini elbette peygamberlerden ve son peygamber olan Efendimiz'den (sav) öğrenecektir. Böyle olduğu için, Kur'ân'ın ve Nübüvvet mesajlarının ilk muhatapları olan sahabe nesli, Hz. Peygamber'in (sav) dünyasına ait ne varsa, bu bilgileri çok önemsemişlerdir.

    Hakikaten Hz. Peygamber'in (sav) kutlu hayatına dair bilgiler, tarihte hiçbir şahıs ve dönem ile kıyaslanamayacak kadar ciddi bir müktesebata ulaşmıştır. Âcizane biz, kesinlikle siyerin artık özgün bir ilim dalı olarak ele alınması, birçok ihtiyaç ve sorunun çözüme kavuşturulması gerektiğinin kanaatindeyiz. Bu maksatla Siyer Dersleri Programının başladığı günden beri çalışmalarımızı, alanında uzman ve saygıdeğer hocalar ile beraber temel kaynaklardan ve sahih İslamî gelenekten istifade ederek, ifrat ve tefrite sapmadan, son derece doğal aynı zamanda da ciddi çalışmalar olmasına özen gösterdik.

    Siyer Dersleri, -Mekke Dönemi- programında sunulan tebliğlerin toplandığı bu kitapta Rasûlullah (s.a.v.)'in hayatı 16 farklı hocanın kaleminden farklı yönleriyle anlatılmaya çalışılmıştır. Emeği geçen tüm hocalarıma teşekkürü bir borç bilirim.

    Gayret bizden, başarı ise ancak Allah'tandır.

    Ahmet ÇAKIR

    Malatya Büyükşehir Belediye Başkanı

  • 10 11Kur'an'a Göre Hz. Peygamber (s.a.v.)Takdim

    KUR'AN'A GÖRE HZ. PEYGAMBER (S.A.V.)

    Prof. Dr. Mehmet Mahfuz SÖYLEMEZ(İstanbul Üniversitesi)

    Günümüzde Hz. Muhammed’in ümmeti olduğunu iddia eden insanların Hz. Peygamber algıları hızla birbirinden farklılaşmaktadır. Hz. Peygamber’i neredeyse Allah seviyesine çıkaranlara mukabil onu sıradan bir postacı olarak görenler de bulunmaktadır. Peygamber’in ölümsüz olduğunu, adeta yaşadığını, gündelik hayatın içerisinde olduğunu, belli şahsiyetlere göründüğünü söyleyenlerin yanı sıra onu rüyalar aracılığıyla misyonunun bir parçası haline getirenler, doğru yolda olduklarını ona onaylatanlar, yurtlarını denetletenler, statlarda düzenlenen programlara katıldığını iddia edenler, twetleri artırmayı emrettiğini söyleyenler, selam söyletenler, kendisi tarafından gönderilen bu selamlar aracılığıyla adına arsa veya “himmet” denilen para veya gayri menkulu toplayanlar, bizzat onunla görüşerek misyon yönetenler, miting meydanlarında bulunduranlar, film setlerine konuk ederek insanları yönlendirmeye çalışanlar, onun hiç söylemediği hatta karşı olduğu hususlarda bile söz söyleterek kendisini kullananlar ve bununla taraftar devşirmeye çalışanlar da bulunmaktadır. Hatta bununla da yetinmeyerek onu anakronizm yaparak çok eski bir tarihe yerleştirenler, Hz. İsa’nın babası olduğunu, iffetli Meryem’e de iftira ederek söyleyenler de vardır.1 Dahası şayet

    1 Bu ve benzeri iddialar için bkz. Diyanet İşleri Başkanlığı, Kendi Dilinden Fetö: Örgütlü Bir Din İstismarı, Ankara 2017, ss. 38-50.

  • 12 13Kur'an'a Göre Hz. Peygamber (s.a.v.)Kur'an'a Göre Hz. Peygamber (s.a.v.)

    Hz. Peygamber risalet göreviyle vazifelendirilmemiş olsaydı kendi pirlerinin veya liderlerinin peygamber olarak gönderileceğini iddia etmek suretiyle Peygamber’in kutsiyetini kirletip misyonuna zarar verenler de az değildir. Onu pir veya şeyhlerinin bedenlerinde tecessüm ettirenlere bile rastlamak mümkündür.

    Kuşkusuz buna mukabil bazı insanlar da onu tamamen sıradanlaştırmakta, adeta bir postacı konumuna indirgemekte, sözlerinin hiçbir değerinin bulunmadığını, taklit edilmesinin bir anlam ifade etmediğini televizyon televizyon gezerek anlatmakta, adeta onu itibarsızlaştırmak için canhıraş bir mücadele vermektedirler.

    Peki Peygamber ile ilgili algımız nasıl olmalıdır? Onu nasıl anlamamız gerekir. Onunla ilgili doğru bilgileri nereden ve nasıl elde edebiliriz? Bütün bu soruların cevabı İslam’ın kutsal kitabı Kur’an tarafından bize aktarılmaktadır. Bu nedenle Kur’an’ın Hz. Peygamber’i nasıl anlattığına bakmak hayati önem arzetmektedir. İşte elinizdeki metin bu nedenle Kur’an’dan hareketle oluşturulmaya çalışılmıştır. Bir başka ifade ile adeta “Kur’an’a göre Hz. Peygamber kimdir ve bir beşer olarak bizim için ne anlam ifade etmektedir? Sorusu sorulmuş cevaplar da buradan alınarak siz aziz okuyucuların dikkatine arz edilecektir.

    Hz. Peygamber ile ilgili iddiaların en dikkat çekeni vefat edip toprağa verildikten sonra hala tasarrufunun sürdüğü iddiasıdır. Bir başka ifade ile onun hala hayata müdahil olduğu iddiasıdır. Bilindiği gibi bu iddia yeni de değildir. Ancak Seyyid Kutup’un haklı olarak ifade ettiği gibi “suyun başından uzaklaşılınca” yani vahyin indiği zemin ve zamandan uzaklaşıldıkça bu algı yaygınlık kazanmış, hem Hz. Peygamberin bir şekilde hayata müdahil olduğu, tasarrufunun sürdüğü kabul görmüş hem de bunun üzerinden başta Abdulkadir Geylani, İmam Rabbani gibi meşayihin de ölümlerinden sonra tasarruflarının sürdüğü anlayışına dönüştürülerek genelleştirilmiştir. Tasavvufi hareketlerin yaygınlık kazandığı dönemlerde bu iddialar daha da artmış, hatta tersini savunmak adeta linç nedeni olmuştur. Bu düşüncenin İslam dışı olarak kabul edilip mahkûm edilmesine neden olmuştur.

    Kuşkusuz Hz. Peygamber’in ölmediği, hayatta olduğu iddiası ilk kez Hz. Ömer tarafından dile getirilmişti. Hz. Ömer Peygamber’in vefatını müteakip kılıcını çekmiş ve “Kim Muhammed’in öldüğünü söylerse onu bu kılıcımla düzeltirim demişti.” Buna ilk karşı çıkan da Hz. Ebubekir olmuş ve aşağıdaki ayet-i kerimeyi okuyarak onun bu yanlış tutumunu düzeltmişti.

    “Muhammed, sadece bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah’a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.” Ali Imran 144.

    Hz. Ebubekir bu ayeti okuduktan sonra “Her kim Muhammed’e ibadet ediyorsa bilsin ki Muhammed ölmüştür. Ancak Allah’a ibadet edenler bilmelidirler ki o ölümsüzdür” diyerek savrulma ihtimali olanları doğru zeminde tutmayı başarmıştır. Ayetin nüzul sebebi de hadiseyi anlamamız açısından önemlidir. İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre Uhud gününde Müslümanların bozguna uğraması üzerine bu ayeti kerime nazil olmuştur. Onun verdiği bilgiye göre savaşın müşriklerin lehine dönmesi üzerine ortada dolaşmaya başlayan “Hz. Peygamberin öldürüldüğü” haberi, Müslümanların maneviyatını bozmuş ve dağılmalarına, hatta içlerinden bazılarının Medine’ye kadar kaçmalarına sebep olmuştur. Kimisi bu bozgun esnasında “Eğer Peygamber hayatta olsaydı biz zaten bozguna uğramazdık” diyerek diğerlerinin maneviyatını bozulmasında etkili olmuşlardır. Bundan istifade etmeye çalışan münafıklar da “Eğer Muhammed peygamber olsaydı ölmezdi, eski dininize geri dönünüz” diyerek onların bu halinden istifade etmeye çalışmışlardır.2 Yukarıdaki ayet-i kerime bu durum üzerine nazil olmuş ve Hz. Peygamberin ölümlü olduğunu; onun vefatının tevhide münafi olmadığını, ölümsüz olanın Allah olduğunu, Allah’ın hayatın merkezine konulması gerektiğini anlatmış ve sahabeyi Allah’ın yegâne güç sahibi olduğunu kabule davet etmiştir. Ashap da yegâne güç sahibi olarak Allah’ı görmüş, Hz. Peygamber’e Allah’ın kulu ve elçisi nazarıyla bakmış ilah mesabesine çıkarmamış, vefatından sonra ona değil, asıl yönelmesi gereken güce yani Yüce Allah’a yönelmeyi bir gereklilik olarak kabul etmişlerdir. Tevhidi düşünceye bağlı kalmakla kalmamış bu kutlu davanın dünyanın her yerine yayılması için yoğun bir mücadele vermişlerdir. Öyle ki İslam’ın yayıldığı her coğrafyada onlardan biri veya bir kaçının orada medfûn olduklarını görmek mümkündür. Bunlar bu coğrafyalarda İslam’ın bir başka ifade ile Tehidî dinin şahitleri olarak adeta nöbet tutmaya devam etmektedirler.

    Peygamberi hayatta gibi gösteren anlayış mensupları onun her şeyi gördüğünü de iddia etmektedirler. Kendi yaşadığı dönemde değil; günümüzde bile gayba muttali olduğunu iddia etmektedirler. Kimi gizli cemaatlerin son zamanlarda deşifre olan düşünce yapılarından “Falanca kardeşimiz peygamberi rüyasında görmüş. Peygamber size selam söylüyormuş. Sizin falanca bölgedeki tarlanızı okul veya yurt yapılmak üzere bağışlamanızı, bunu yapmanız durumunda cennette ona komşu olacağınızı söylüyormuş” dedikleri ve bununla maddî kazanç elde etmeye çalıştıkları görülmektedir. Peygamber’in rüyada görülme imkânına aşağıda değinilecektir. Ancak Peygamber’in o okula duyulan ihtiyacı, okul yapılacak olan tarlayı, bunu hibe edecek olan bağışçıyı bilip bilmediği sorusuna Kur’an şöyle cevap vermektedir:

    2 Bkz. Ebu’l-Ferec Cemaluddin Abdurrahman b. Ali b. Muhammed el-Cevzî, Zadu’l-mesir fi ilmit’tefsir, Beyrut 1987, I, 469.

  • 14 15Kur'an'a Göre Hz. Peygamber (s.a.v.)Kur'an'a Göre Hz. Peygamber (s.a.v.)

    ُۜ َولَْو ُكْنُت اَْعلَُم اْلغَْيَب اَء للاّٰ قُْل َلٓ اَْمِلُك ِلنَْف۪سي نَْفعاً َوَل َضراًّ اِلَّ َما َشَٓلْستَْكثَْرُت ِمَن اْلَخْيِرۚ َوَما َمسَّنَِي السُّٓوُء اِْن اَنَ۬ا اِلَّ نَ۪ذيٌر َوبَ۪شيٌر ِلقَْوٍم يُْؤِمنُوَن۟

    “De ki: “Ben, Allah’ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verebilecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” A’raf 188.

    Kuşkusuz ayetin sebebi nüzulü konuyu anlamamız için hayati öneme sahiptir. Nitekim rivayetlere göre Mekke müşrikleri Hz. Peygamber’e gelerek “Ey Muhammed eğer gerçekten peygamber isen Rabbinden hangi eşyanın ucuzlayacağını, hangisinin ise alınması durumunda ileride büyük karlar elde edileceğini sor. Sana söylesin o zaman biz de o mal ucuzladığında satın alalım. Pahalı hale geldiği zaman da satalım dediler”. 3 Hz. Peygamber onların bu talebi karşısında adeta boynunu büker ve Yüce Allah’tan cevap gelmesini bekler, bunun üzerine yukarıda zikrettiğimiz ayet-i kelime nazil olur ve onun adına Mekke müşriklerine cevap verilir. Dolayısıyla bu ayet ile Yüce Rabbimiz Hz. Peygamberin gaybı bilmediğini açıkça ifade eder. Kaldı ki Mukatil b. Süleyman, Yüce Rabbimiz’in bu ayet ile Hz. Muhammed’e “şayet gücüm ve kuvvetim olsaydı, kendime dokunan zararın önüne geçer veya bana faydası olanın peşine düşerdim” 4 demesini söyleterek gaybı bilemeyeceğini, görevinin de bu olmadığını, vazifesinin Yüce Allah’ı tanıtmak, onun Uluhiyet ve Rububiyeti bağlamında gelişen şirki tasfiye etmek olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

    Kur’an’ı Kerim bu konuya çok büyük önem vermektedir. Zira bununla alakalı onlarca ayet Kur’an’ı Kerimde yer almaktadır. Dilerseniz birini daha zikredelim:

    ي َملٌَكۚ اِْن ِ َوَلٓ اَْعلَُم اْلغَْيَب َوَلٓ اَقُوُل لَُكْم اِنّ۪ ائُِن للاّٰ قُْل َلٓ اَقُوُل لَُكْم ِعْن۪دي َخَزٓى اِلَيَّۜ قُْل َهْل يَْستَِوي اْلَْعٰمى َواْلبَ۪صيُرۜ اَفََل تَتَفَكَُّروَن۟ َّبُِع اِلَّ َما يُوٰحٓ اَت

    “De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?” En’am 6/50

    Görüldüğü gibi bu ayet-i kerime ile Hz. Peygamber açıkça

    3 Ebu’l-Ferec, III, 299. 4 Mukatil b. Süleyman (ö150/), Tefsiru Mukatil b. Süleyman, I-III, Beyrut 2003, I, 201. I, 427-428.

    1-Dünya hazinelerine malik olmadığını

    2-Gaybı bilmediğini

    3-Beşer olup, melek olmadığını

    4-Hakikati gördüğünü ve onlar gibi kör olmadığını açıkça ilan etmektedir.

    Yukarıda zikrettiğimiz her iki ayet-i kerime Hz. Peygamberin günümüzde herhangi bir coğrafyadaki bir bahçeyi, onun sahibini, orada okul kurmaya duyulan ihtiyacı bilemeyeceğini açıkça ortaya koyduğu gibi; bu iddianın onun suiistimali anlamına geldiğini de tebellür ettirmektedir.

    Hz. Peygamber’in rüyada görülmesi meselesine gelince: Kendisinden mervî olan “beni rüyasında gören gerçekte görmüştür” hadisine dayanmaktadır.5 Dolayısıyla ulema şeytanın Hz. Peygamber’in şekline giremeyeceğini, böylece insanları aldatamayacağını söylemiş ve bunun imkânını kabul etmiştir. Ancak İblis’in bir başka şahsın şekline girerek “Peygamber olduğunu söylemesine karşı çıkmamış” onun bu şekilde davranarak insanları iğva edebileceğini mümkün görmüş, dolayısıyla rüyada görülen her bir şahsa “kesinlikle bu peygamberdir” denilemeyeceğini, böylesi bir durumda Peygamber olduğunu söyleyen şahsın ifadelerine veya talep ettiklerine bakılması gerektiğini bunların İslam’ın özü ile çelişen, Kur’an’a münafi bilgiler olması halinde bir anlam ifade etmeyeceğini bildirmişlerdir. Bir başka ifade ile yukarıda çerçevesini çizdiğimiz ana mihver ile çelişmemelidir.

    Aziz dostlar geçen gün bir arkadaşım üniversite yıllarında bir oda arkadaşının rüyasında kasketli peygamber gördüğünü söylemiş ve bu rüyanın etkisinden yıllarca hem kendisi hem de arkadaşının kurtulamadığını belirtmişti. Hz. Peygamberin hiçbir zaman kasket giymediği bilinmektedir. Kasket giyerek Peygamber olduğunu söyleyen şahsın Hz. Muhammed olamayacağı da ortadadır. Bilinçaltının veya İblis’in size oynadığı bu oyundan hareket ederek rüyada görülen şahsın Hz. Peygamber olduğuna hükmedip kasket giymeyi sünnet hale getirmeye çalışırsanız doğru yapmış sayılamazsınız. Bu nedenle ulema rüyayı bağlayıcı kabul etmemiş; doğru bile olsa sadece göreni ilgilendiren bir mesele olarak bakmıştır. Dolayısıyla rüya, görenin dışında hiç kimseyi asla bağlamaz. Dahası bir bilgi kaynağı olarak da kabul edilmemiştir. Zira rüya ile elde edilen bilgi tecrübe edilebilen bir bilgi türü değildir. Her türlü aldatma bununla yapılabilmektedir. Başkasının gördüğü rüya üzerinden bir dünya kurmak değerlerimizle çelişmektedir.

    Hz. Peygamber’i aşırı yücelten bu zevat adeta onu beşer üstü bir forma taşımıştır. Bu da onun örnek alınabilir olma imkanını ortadan kaldırmaktadır. Zaten bu durum Kur’an ile de açıkça çelişmektedir. Nitekim Kur’an bu hususta şöyle demektedir:

    5 Bu hadis Enes b. Malik’ten rivayet edilmiş olup Buharî’de geçmektedir.

  • 16 17Kur'an'a Göre Hz. Peygamber (s.a.v.)Kur'an'a Göre Hz. Peygamber (s.a.v.)

    وا اِلَْيِه ا اِٰلُهـُكْم اِٰلهٌ َواِحدٌ فَاْستَ۪قيُمٓ َمٓ ى اِلَيَّ اَنَـّ ا اَنَ۬ا بََشٌر ِمثْلُُكْم يُوٰحٓ َمٓ َواْستَْغِفُروهُۜ َوَوْيٌل ِلْلُمْشِر۪كيَنۙ قُْل اِنَـّ

    De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilâhınızın bir tek Ilâh olduğu vahy olunuyor. Artık O’na yönelin, O’ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline! Fussilet 41/6

    ا اِٰلُهُكْم اِٰلهٌ َواِحدٌۚ فََمْن َكاَن يَْرُجوا َمٓ ى اِلَيَّ اَنَـّ ا اَنَ۬ا بََشٌر ِمثْلُُكْم يُوٰحٓ َمٓ قُْل اِنَـِّلقَٓاَء َربِّ۪ه فَْليَْعَمْل َعَملً َصاِلحاً َوَل يُْشِرْك بِِعبَادَةِ َربِّ۪هٓ اََحداً

    De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, Ilâh’ınızın, sadece bir Ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın. Kehf 18/110.

    Hz. Peygamber’in beşeriyetine atıfta bulunan ayetlerden bir başkası ise şudur:

    ُ َنۜ َوَكاَن للاّٰ ِ َوَخاتََم النَّبِيّ۪ دٌ اَبَٓا اََحٍد ِمْن ِرَجاِلُكْم َوٰلِكْن َرُسوَل للاّٰ َما َكاَن ُمَحمًَّ۟ بُِكّلِ َشْيٍء َع۪ليما

    “ Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” Ahzab 33/40.

    Görüldüğü gibi ayet özellikle “sizin gibi bir beşer” vurgusuna önem vermekte, ancak Hz. Peygamber’in sıradan bir beşer gibi algılanmaması için de farkını ortaya koymakta ve “vahiy alan bir beşer” olduğuna dikkat çekilmektedir. Zaten Mekke müşrikleri de en çok onun bu beşer tarafına takılmakta idi. Çarşı pazarda dolaşmamalı, göğe merdiven dayamalı, içinden ırmaklar akan bağ ve bahçeleri olmalı, altından sarayları olmalı, kendisine defineler bağışlanmalı, yiyip içmemeli, kendisiyle birlikte tebliğde bulunan bir melek olmalıydı. Kısacası Peygamber’in insanüstü bir varlık olması gerekmekteydi. Nitekim bu duruma işaret eden Kur’an şöyle demektedir:

    ُسوِل يَأُْكُل الطَّعَاَم َويَْم۪شي فِي اْلَْسَواِقۜ لَْوَلٓ اُْنِزَل اِلَْيِه َوقَالُوا َماِل ٰهذَا الرَّ

    ًۙ َملٌَك فَيَُكوَن َمعَهُ نَ۪ذيرا

    َّبِعُوَن اِلَّ اَْو يُْلٰقٓى اِلَْيِه َكْنٌز اَْو تَُكوُن لَهُ َجنَّةٌ يَأُْكُل ِمْنَهۜا َوقَاَل الظَّاِلُموَن اِْن تَتً َرُجلً َمْسُحورا

    “ Onlar (bir de) şöyle dediler: Bu ne biçim peygamber; (bizler gibi) yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor! Ona bir melek indirilmeli, kendisiyle birlikte o da uyarıcı olmalıydı! Yahut kendisine bir hazine verilmeli veya içinden yeyip (meşakkatsizce geçimini sağlayacağı) bir bahçesi olmalıydı. (Ayrıca) o zalimler (müminlere): Siz, ancak büyüye tutulmuş bir adama uymaktasınız! dediler. Furkan 25/7-8.

    İslam dini Hz. Peygamber’i Allah’ın yanında onunla birlikte aynı güce sahip bir varlık olarak görmemektedir. Allah’ı yegâne ilah ve rab olarak görmekte Hz. Peygamber’i de beşer olmakla birlikte bu yegâne gücün hâkimiyet ve otoritesini kurmak, azamet ve yüceliğini anlatmak veya aktarmak için bir aracı varlık; kul ile Allah arasında bir halka, yani Allah’ın mesajını beşere ileten bir görevli olarak görmektedir.

    Kur’an’da bunu anlatan onlarca ayet mevcuttur. Bütün bunları zikretmek bu çalışmanın hacmini çok aşacağından bir kaçını zikretmekle yetineceğiz. Bu ayetleri şu şekilde sistematize ederek serdedebiliriz:

    1-Hz. Muhammed Egemenliği Elinde Tutan Allah’ın Resulüdür

    ًۨ الَّ۪ذي لَهُ ُمْلُك السَّٰمَواِت ِ اِلَْيُكْم َج۪ميعا ي َرُسوُل للاّٰ قُْل يَٓا اَيَُّها النَّاُس اِنّّ۪يِ الَّ۪ذي يُْؤِمُن ِ َوَرُسوِلِه النَّبِّيِ اْلُّمِ َواْلَْرِضۚ َلٓ اِٰلهَ اِلَّ ُهَو يُْحـ۪ي َويُ۪ميُتۖ فَٰاِمنُوا بِاللّٰ

    ِ َوَكِلَماتِ۪ه َواتَّبِعُوهُ لَعَلَُّكْم تَْهتَدُوَن بِاللّٰ

    “ De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın elçisiyim. Ondan başka tanrı yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah`a ve ümmî Peygamber olan Resûlüne -ki o, Allah’a ve onun sözlerine inanır iman edin ve O’na uyun ki doğru yolu bulasınız.” A’raf 7/158.

    Kur’an, Hz. Peygamber’in yegâne ilah olduğunu belirtmekte, ölümsüz yerin ve göğün hakiminin Yüce Allah olduğunu, Hz. Muhammed’in ise, onun elçisi olduğunu, bütün insanlığa gönderildiğini, kendilerinden biri ve ümmi olduğunu, onun da Allah’a inandığını, ona eş koşmadığını ona iman ederek hidayete ermelerini istediğini ifade etmektedir.6 Bu ayette vurgulanan “ِ بِاللّٰ يُْؤِمُن الَّ۪ذي ّيِ اْلُّمِ yani ”النَّبِّيِ

    6 Bkz. Mukatil b. Süleyman, I, 419.

  • 18 19Kur'an'a Göre Hz. Peygamber (s.a.v.)Kur'an'a Göre Hz. Peygamber (s.a.v.)

    “sizden biri olduğu halde Allah’a iman eden Peygamber” ifadesi dikkat çekicidir. Bu ifade Hz. Peygamberin beşer olmakla beraber “Nebi” yani “Peygamber” yönüne işaret etmekte, onunla ilgili değerlendirme yapılırken bu iki tarafının da dikkate alınması gerektiğini belirtmektedir. Nitekim bundan sonraki ayette de buna yani “sizden biri olan peygambere” vurgu yapılmaktadır.

    2-Beşer, mü’minlere düşkün ve onlara karşı merhabetli bir elçi

    اَءُكْم َرُسوٌل ِمْن اَْنفُِسُكْم َع۪زيٌزۘ َعلَْيِه َما َعنِتُّْم َح۪ريٌص َعلَْيُكْم لَقَْد َجٌٓف َر۪حيٌم بِاْلُمْؤِم۪نيَن َرُؤ۫

    “ Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” Tevbe 9/128.

    Burada hem Hz. Peygamberin onlardan biri olduğuna vurgu yapılmakta hem de onun farklı yönüne işaret edilmektedir. Buna göre insanlar genelde çıkarlarını düşünür, kendi nefislerini başkasına tercih ederler. Oysaki Hz. Peygamber bir beşer olmakla beraber kendisine inanan insanlara değer vermekte, onları üstün tutmakta, onlara karşı son derece merhametli, sıkıntıya maruz kalmalarını asla istemeyen, ancak böyle bir şeyin olması durumunda bunun sızısını adeta yüreğinde yaşayan bir insandır.

    3-Hidayet ve Hak Din Üzere, Dinin Diğer Dinlere Üstün Kılması Amacıyla Gönderilen Peygamber

    ۪هۜ َوَكٰفى يِن ُكلِّ ي اَْرَسَل َرُسولَهُ بِاْلُهٰدى َو۪ديِن اْلَحّقِ ِليُْظِهَرهُ َعلَى الدّ۪ ٓذ۪ ُهَو الَـًّۜ ِ َش۪هيدا بِاللّٰ

    “ Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderen O’dur. Şahit olarak Allah yeter. Fetih 48/28.

    Bu ayete göre hidayet ve hak üzere gönderilen Hz. Peygamberin gönderiliş amacı bu kutlu dinin diğer inanç sistemleri karşısında tebarüz etmesidir. Bunun için uğraş verilmesi gerekmektedir. Uğraş verilirken sıkıntılar çekilecektir. Bu duruma Allah kâfidir.

    4-Münzir Bir Peygamber: (Inzar edilen şey: Ondan Başka Ilah Yoktur)

    اُرۚ ُ اْلَواِحدُ اْلقَهَّ ا اَنَ۬ا ُمْنِذٌرۗ َوَما ِمْن اِٰلٍه اِلَّ للاّٰ َمٓ قُْل اِنَـّ

    “ (Resûlüm!) De ki: Ben sadece bir uyarıcıyım. Tek ve kahhâr olan Allah’tan başka bir tanrı yoktur.” Sa’d 38/65.

    Hz. Peygamber bir ve tek olan Allah’ın yegâne ilah olduğunu anlatmak; inanmayanları inzar etmek ve inanmamaya devam etmeleri halinde ise akıbeti kendilerine anlatmayı bir vazife olarak kabul etmiştir.

    5-Inzar ve Tebşir Ile Görevli Peygamber

    ً راً َونَ۪ذيرا ا اَْرَسْلنَاَك اِلَّ ُمبَّشِ َوَمٓ

    “ (Resûlüm!) Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” Furkan 25/56.

    Onun bir başka görevi ise aynı zamanda müjdeleyici olmasıdır.

    6-Bütün Insanlığa Gönderilen Peygamber

    افَّةً ِللنَّاِس بَ۪شيراً َونَ۪ذيراً َوٰلِكنَّ اَْكثََر النَّاِس َل يَْعلَُموَن ا اَْرَسْلنَاَك اِلَّ َكٓ َوَمٓ

    “ Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” Sebe 34/28.

    7-Alemlere Rahmet Olarak gönderilmiştir

    ا اَْرَسْلنَاَك اِلَّ َرْحَمةً ِلْلعَالَ۪ميَن َوَمٓ

    “ (Resûlüm!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. Enbiya 21/107.

    8- Resul ve Şahit Olarak Gönderilmiştir

    ا اَْرَسْلنَٓا اِٰلى فِْرَعْوَن َرُسولًۜ اِنَّٓا اَْرَسْلنَٓا اِلَْيُكْم َرُسولً َشاِهداً َعلَْيُكْم َكَمٓ

    “Nasıl Firavun’a bir elçi göndermiş idiysek doğrusu size de, hakkınızda şahitlik edecek bir peygamber gönderdik.” Müzemmil 73/15.

    Aslında bu ayetler bize Hz. Peygamber’in kim olduğunu ve Allah tarafından gönderilen dinin yaşanması ve anlatılması hususuyla alakalı ne ifade ettiğini; başka bir şeye adeta ihtiyaç hissetmeksizin ortaya koymaktadır. Bu ayetleri yeniden özetleme gereği hissetmiyorum. Dileyen dönüp bunlara bir kez daha bakabilir. Ben

  • 20 21Kur'an'a Göre Hz. Peygamber (s.a.v.)Kur'an'a Göre Hz. Peygamber (s.a.v.)

    beni oldukça etkileyen ve çok önemli olduğunu düşündüğüm bir ayete dikkatinizi çekmek istiyorum:

    ُ َعلَى اْلُمْؤِم۪نيَن اِْذ بَعََث ۪فيِهْم َرُسولً ِمْن اَْنفُِسِهْم يَتْلُوا َعلَْيِهْم ٰايَاتِ۪ه لَقَْد َمنَّ للاّٰيِهْم َويُعَلُِّمُهُم اْلِكتَاَب َواْلِحْكَمةَۚ َواِْن َكانُوا ِمْن قَْبُل لَ۪في َضَلٍل ُم۪بيٍن َويَُزّك۪

    “ Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.” Ali Imrân 3/164.

    Bu ayete göre Hz. Peygamber’in, bizden biri olarak, aramızda bulunmasının nedeni:

    a-Allah tarafından gönderilen Kitabın lafızlarını doğru bir şekilde öğretmek

    b-Müslümanları şirk bataklığından çıkarmak (tezkiye).

    c-Bize Kur’an’ın içeriğini yani manasını doğru bir şekilde öğretmek

    d-Ve hikmeti öğretmektir.

    e-Ona böyle bir görevin verilmesi de Allah’ın insanoğluna en büyük lütfudur. Bir başka ifade ile Allah böyle yaparak insanoğluna lütufta bulunmuştur. Gelin bu konuya biraz daha yakından bakalım. Veya benim bu meseleyi neden bu kadar önemsediğim üzerinde duralım. Kanaatimce burada üzerinde durulması gereken birçok husus bulunmaktadır. Öncelikle Hz. Peygamber’in Müslümanlara öğretmenliği yani tebyin vazifesi üzerinde durmak gerekir. Hz. Peygamber’in bir meseleyi açıklaması bazı ihtiyaçlardan kaynaklanmıştır. Bunu birkaç noktada ele almak gerekir.

    Bunlardan ilki kendisine tevdi edilen sorulara verilen cevaplardır. Bu soruların bir kısmı bizzat Allah tarafından cevaplandırılmaktadır ki bunlara “kale”, “yekulu”, “yekulune”, “yeseluneke” şeklinde ifade edildikten sonra “kul” diyerek bizzat cevabı Allah tarafından verilmektedir. Böylelikle hem sorular hem de bu soruların cevapları Kur’an’a yansımıştır. Diğer bir bölümünün ise soruları Kur’an’a yansımamakla birlikte cevaplar Kur’an’da yer almaktadır. Bunlara aşağıdaki ayetler örnek olarak verilebilir:

    1-“Adiy b. Hatem anlatıyor: Tevbe suresinden Yahudi ve Hristiyanlar hahamlarını ve Rahiplerini, Allah’tan ayrı rabler edindiler (9:3) ayetini okuduğu sırada Resulullah’ın huzuruna vardım. Dedi ki: “Onlar, hahamlarına ve papazlarına ibadet etmediler, lakin onlar herhangi bir şeyi helal kılınca, diğerleri de onlara uyarak helal saydılar.”7

    7 Bu hadis Buharî ve Tirmizî tarafından rivayet edilmiştir.

    2-Hz. Peygamberin ayet hakkında soru sorarak kendisinin ayeti açıklaması: Hz. Peygamber ‘Kim benim zikrimden yüz çevirirse onun hakkı da dar bir geçimdir (20:124)’ayetini biliyor musunuz kimin hakkında nazil oldu? Diye sorunca oradakiler ‘Allah ve Resulü daha iyi bilir dediler’ ‘o kafirlerin kabrinde göreceği azaba dairdir’ diye buyurdu.8

    3-Muhataplarının herhangi birinin sorusu üzerine açıklamalarda bulunması: Hz. Peygamberin muhataplarını da kendi içerisinde ikiye ayırmak gerekmektedir. Bunların ilkini gerçekten Kur’an’ı kerimde kasdedilenin ne olduğunu anlamayanlar oluşturmaktadır. Çoğunluğu Müslüman olan bu kitle bir ayeti kerime hakkında tereddüde düştüklerinde veya anlamadıklarında Hz. Peygamber’e başvururlardı. İkinci kitleyi ise inatlarından ya da Hz. Peygamber’i imtihan etmek veya köşeye sıkıştırmak amacıyla soru soranlardır. Kuşkusuz bunların çoğunluğunu da Ehl-i kitap oluşturmaktadır. Bunların sorularına Kur’an’ı Kerimde pek çok cevap yer almaktadır.

    4.Bizzat kendisinin bazı şeyleri açıklama gereği hissetmesi: Resulullah (sav)’e içinde taze hurma bulunan bir tabak getirilince “…Güzel söz, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir.” (14:24) ayetini okudu ve “o ağaç hurmadır” dedi. “Kötü sözün durumu da gövdesi yerin üstünde koparılmış, sabit olmayan kötü bir ağaca benzer.” (14:26) o da Ebû Cehil karpuzudur” dedi.9

    Peki Hz. Peygamber bu ve benzeri sorulara cevap verirken bilgi kaynağı nedir? Veya Kur’an’da mücmel olarak zikredilen “namazı kılınız” ayetinde olduğu gibi bunu izah ederken neye dayanarak bir açıklamada bulunmaktadır. Bilindiği gibi bu konu ile ilgili günümüzde de bir tartışma sürüp gitmektedir. Kimi şahıslar Hz. Peygamber’in Kur’an dışında vahiy almadığını dolayısıyla bu bilgilerin kaynağının bizzat kendisi olduğunu söylerken, kimisi de bunların kaynağının bizzat yüce Allah olduğunu; bir başka ifadeyle Hz. Peygamber’in Kur’an dışında vahiy aldığını savunmaktadırlar. Hatta buna delil olarak aşağıdaki iki ayet ve benzeri ayetleri de ta’dad etmektedirler.

    1-Peygamberin eşine verdiği sır. Ayette şöyle ifade edilmektedir: “Peygamber eşlerinden birine mahrem bir söz söylemişti. Böyle iken onu [başkasına] anlatınca; Allah da [peygamberi] bundan haberdar edip bir kısmını bildirdi ve bir kısmına da değinmedi. Nitekim o bunu anlatan eşine bildirince, bunu sana kim söyledi diye sordu. Bunu bana hakkıyla bilen, hakkıyla haberdar olan Allah bildirdi” dedi. (Tahrim Suresi 66/3)

    Bu ayette sırrın ne olduğu ifade edilmemektedir. Ancak bu sırrın Hz. Peygamber tarafından eşine verildikten sonra onun bunu saklamadığını ve birilerine ifşa ettiğini ifade etmektedir. Allah bu meseleyi Hz. Peygamber’e bildirmiş, Peygamber de eşine bunu niye ifşa ettiğini sorduğunda eşi şaşırmış “bu bilgiyi kimden aldığını sormuş” Hz. Peygamber de bu bilgi kaynağının Allah olduğunu izah etmiş ve Kur’an

    8 Bu hadis Taberî ve İbn Hanbel tarafından rivayet edilmiştir.9 Bu hadis Tirmizî tarafından rivayet edilmiştir.

  • 22 23Kur'an'a Göre Hz. Peygamber (s.a.v.)Kur'an'a Göre Hz. Peygamber (s.a.v.)

    dışında vahiy aldığını açıkça göstermiştir.

    Hz. Peygamber’in Kur’an dışında vahiy aldığını gösteren kanıtlardan bir başkası ise kıblenin tahvili meselesidir. Malumunuz olduğu üzere Hz. Peygamber Mekke’den Medine’ye hicret ettikten bir süre sonra vahiyin indiği ilk günden beri yönelerek namaz kıldığı Kudus’ü terketmiş Mekke’ye yönelmiştir. Hz. Peygamber’in Mekke’ye yönelmesini emreden ayet-i kerime Kur’an’da yer almasına rağmen Kudus’e yönelmesini emreden bir ifade Kur’an’da bulunmamaktadır. Ancak Hz. Peygamber’i Mekke’ye yönelten ayet kendi tercihiyle Kudus’e yönelttiği iddialarını ortadan kaldırmaktadır. Bu ayette “(Ey Muhammed!) biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette seni hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle) yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) siz de nerede olursanız olun (namazda) yüzünüzü hep onun yönüne çeviriniz. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler onun rablerinden (gelen) bir gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah onların yaptıklarından habersiz değildir Bakara 144” denilerek Kıblenin tahvilinde tercihin ona bırakılmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Şayet Hz. Peygamber kendi kendine, ilahi bir emir almadan Kudüs’e dönerek namaz kılmış olsaydı, yine kendi tercihi olarak Mekke’ye dönmesinde hiçbir zorluk bulunmazdı. Bir başka ifade ile sürekli Yüce Allah’tan kendisini Mekke’ye yöneltmesini arzulamasının bir anlamı olmazdı.

    Hz. Peygamberin Kur’an dışında vahiy aldığının kanıtları olarak zikredilen bu örneklerin bu meseleyi aydınlatmak için kâfi olduğu kanaatindeyim. İmam Şafii de yukarıda metnini verdiğim ayetin devamında geçen “hikmet” kavramını, Allah elçisinin sünneti şeklinde tefsir etmekte ve sünnetin vahiy mahsulü olduğunu söylemektedir. Buna itiraz edenlere de namazı örnek olarak zikretmektedir. Namazın şekli, rekatları, kılınırken neyin, hangi aşamalarında okunacağı veya ne zaman okunacağı namaz vakitleri vb. hususlarının Kur’an tarafından belirlenmediğini söyledikten sonra bunun bizzat Allah tarafından bir vahiy olarak Hz. Peygamber’e bildirildiğini ilave etmektedir. Kuşkusuz İmam Şafii bu konuda yalnız da değildir. Mukatil b. Süleyman, da onun gibi düşünmektedir. Nitekim o “hikmeti” Kur’an’da bulunan helal ve haram ile ilgili mev’izeler şeklinde anlamakta ve bunların vahiy mahsulü olduğunu söylemektedir.10 Dahası Şafii’nin hocası İmam Malik de namaz vakitleri, nasıl kılınması gerektiğini ve içeriğinin Cebrail tarafından Hz. Peygamber’e öğretildiğini söylemekte Hz. Peygamber’in Kur’an dışında vahiy aldığını kabul etmekte ve aynı zamanda Şafii’ye de öncülük etmektedir.11 Bunu söylerken Hz. Peygamber’in fiil, söz ve takrirleri olarak tanımlanan hadislerin tamamının vahiy ürünü olduğunu söylemiyoruz. Aksine dinin temel hususları, namaz, zekat, Hac vb. ile ilgili hususları kasdediyoruz. Hz. Peygamber’in dininizi benden alınız derken de buna işaret ettiğini “onun hevası ile konuşmadığını, ona vahyedilenleri” söylediğini ifade eden ayetin de bu durumu desteklediğini düşünüyoruz.

    10 Bkz. Mukatil b. Süleyman I, 201. 11 Bkz. İmam Malik, Muvattaa, Ensar Vakıfları, İstanbul 2014, 43.

    Bütün bunlar Hz. Peygamber’e bağlanılmasını, dinin ondan öğrenilmesini zorunlu hale getirmiştir. Nitekim Yüce Allah şöyle demektedir:

    ُسوَل َواُ۬وِلي اْلَْمِر ِمْنُكْمۚ فَِاْن َ َواَ۪طيعُوا الرَّ يَٓا اَيَُّها الَّ۪ذيَن ٰاَمنُٓوا اَ۪طيعُوا للاِّٰخِرۜ ِ َواْليَْوِم اْلٰ ُسوِل اِْن ُكْنتُْم تُْؤِمنُوَن بِاللّٰ ِ َوالرَّ تَنَاَزْعتُْم ۪في َشْيٍء فَُردُّوهُ اِلَى للاّٰ

    ٰذِلَك َخْيٌر َواَْحَسُن تَأْ۪ويلً۟

    “ Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Resûl’e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.

    Bu ayeti kerime Allah ve Resulüne itaati bir vucubiyet olarak zikretmektedir. Ayrıca hem Allah’a hem de Resulüne itaati farz kılmaktadır. Onlardan birinin diğerine muhalif olmadığını söylemekte bir niza’ esnasında Allah’a ve Resulüne bir başka ifadeyle Kur’an ve Sünnet terazisine vurulması gerektiğini emretmektedir. Bu ayet bile tek başına Hz. Peygamber’in bir başka ifade ile siret ve sünnetin dinde ne kadar merkezi bir yere sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Aynı konu ile ilgili bir başka ayette ise şöyle denilmektedir:

    َل َوَعلَْيُكْم َما ُسوَلۚ فَِاْن تََولَّْوا فَِانََّما َعلَْيِه َما ُحّمِ َ َواَ۪طيعُوا الرَّ قُْل اَ۪طيعُوا للاُّٰسوِل اِلَّ اْلبََلُغ اْلُم۪بيُن ْلتُْمۜ َواِْن تُ۪طيعُوهُ تَْهتَدُوۜا َوَما َعلَى الرَّ ُحّمِ

    De ki: Allah’a itaat edin; Peygamber’e de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Peygamber’in sorumluluğu kendisine yüklenen (tebliğ görevini yapmak), sizin sorumluluğunuz da size yüklenen (görevleri yerine getirmeniz)dir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Peygamber’e düşen, sadece açık-seçik duyurmaktır. Nur 24/54

    Hatta Kur’an Peygambersiz bir İslam’ın peşinde olan şahısların hakkı ve hakikati bulamayacaklarını, felaha erenlerin ancak ve ancak ona tabi olanlar olduğunu açık bir şekilde ifade etmektedir. Dahası Hz. Peygamber’in helal ve haramı belirlediğini de “اْلَخبَٓائَِث َعلَْيِهُم ُم َويَُحّرِ الطَّيِّبَاِت لَُهُم yani “onlara iyi şeyleri helal, kötü şeyleri ise ”َويُِحلُّ haram kılar” ifadesiyle ortaya koymaktadır. Ulema bu belirlemede de Hz. Peygamber’in kendi nefsinden hareket etmediğini ona verilen ilave bilgilerin mucibince hareket ettiğini söylemektedirler.

  • 24 25Kur'an'a Göre Hz. Peygamber (s.a.v.)Kur'an'a Göre Hz. Peygamber (s.a.v.)

    يَّ الَّ۪ذي يَِجدُونَهُ َمْكتُوباً ِعْندَُهْم فِي التَّْوٰريِة ُسوَل النَّبِيَّ اْلُّمِ َّبِعُوَن الرَّ اَلَّ۪ذيَن يَتُم ْن۪جيِلۘ يَأُْمُرُهْم بِاْلَمْعُروِف َويَْنٰهيُهْم َعِن اْلُمْنَكِر َويُِحلُّ لَُهُم الطَّيِّبَاِت َويَُحّرِ َواْلِ

    َعلَْيِهُم اْلَخبَٓائَِث َويََضُع َعْنُهْم اِْصَرُهْم َواْلَْغَلَل الَّ۪تي َكانَْت َعلَْيِهْمۜ فَالَّ۪ذيَن ٰاَمنُوا بِ۪هي اُْنِزَل َمعَهُٓۙ اُ۬وٰلٓئَِك ُهُم اْلُمْفِلُحوَن۟ ٓذ۪ ُروهُ َونََصُروهُ َواتَّبَعُوا النُّوَر الَـّ َوَعزَّ

    Yanlarındaki Tevrat ve Incil’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber’e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber’e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr’a (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır. A’raf 7/157.

    Hz. Peygamber İslam’da o kadar önemli bir yerde durmaktadır ki Ona tabi olmadan Allah’ın sevgisine mazhar olunamaz. Allah’ın sevgisi ona tabi olmakla ancak mümkündür. Bir adam gerçekten Allah’ı sevdiğini söylüyorsa peygambere uyması zorunludur. Bu adeta bir turnusol kağıdı gibidir.

    ُ َغفُوٌر ُ َويَْغِفْر لَُكْم ذُنُوبَُكْمۜ َوللاّٰ َ فَاتَّبِعُو۪ني يُْحبِْبُكُم للاّٰ قُْل اِْن ُكْنتُْم تُِحبُّوَن للاَّٰر۪حيٌم

    “ (Resûlüm! ) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir. Ali Imran 3/31.

    Yüce Mevla ona itaati o kadar önemsemiştir ki ona itaat etmeyi kendisine itaat etmekle eş değer görmüştür. Nitekim yüce Allah şöyle demektedir:

    ًۜ ا اَْرَسْلنَاَك َعلَْيِهْم َح۪فيظا َۚ َوَمْن تََولّٰى فََمٓ ُسوَل فَقَْد اََطاَع للاّٰ َمْن يُِطـعِ الرَّ

    “ Kim Resûl’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!” Nisa 4/80.

    Yüce Allah bütün bunları söyledikten sonra Hz. Peygamberin müminler için de çok önemli olması gerektiğini, onu kendi nefislerinden daha fazla sevmeyen, kendi nefislerinden aziz tutmayan şahısların gerçek müminler olamayacağını söylemektedir. Nitekim aynen şöyle demektedir:

    َهاتُُهْمۜ َواُ۬ولُوا اْلَْرَحاِم اَلنَّبِيُّ اَْوٰلى بِاْلُمْؤِم۪نيَن ِمْن اَْنفُِسِهْم َواَْزَواُجهُٓ اُمَِّ ِمَن اْلُمْؤِم۪نيَن َواْلُمَهاِج۪ريَن اِلَّٓ اَْن تَْفعَلُٓوا اِٰلٓى بَْعُضُهْم اَْوٰلى بِبَْعٍض ۪في ِكتَاِب للاّٰ

    ً ًۜ َكاَن ٰذِلَك فِي اْلِكتَاِب َمْسُطورا اَْوِليَٓائُِكْم َمْعُروفا

    “Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri, onların analarıdır. Akraba olanlar, Allah’ın Kitabına göre, (mirasçılık bakımından) birbirlerine diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar; ancak, dostlarınıza uygun bir vasiyet yapmanız müstesnadır. Bunlar Kitap’ta yazılı bulunmaktadır.” Ahzab 33/6

    Arkasından yüce Allah biz Müslümanlara bir edep öğretmektedir. Allah ve meleklerinin peygambere salat ettiklerini, bizim de salat etmemiz gerektiğini söylemekte bunun da bir vucubiyeti ifade ettiğini ilave etmektedir.

    ِ يَٓا اَيَُّها الَّ۪ذيَن ٰاَمنُوا َصلُّوا َعلَْيِه َوَسلُِّموا َ َوَمٰلٓئَِكتَهُ يَُصلُّوَن َعلَى النَّبِّيۜ اِنَّ للاًّٰ تَْس۪ليما

    Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salevât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin. Ahzab 33/56

    Bilindiği gibi salat kavramının birden fazla anlamı bulunmaktadır. Buna işaret eden Halil b. Ahmet (ö.178) Allah Resul’ünün mü’minlere salatının dua; Allah’ın ve Meleklerin Peygambere salatının onu güzelce övmesi; meleklerin mü’minlere salatının istiğfar; insanların cenazeye salatının ise dua olduğunu söylemektedir. Ancak Halil b. Ahmet insanların peygambere salatından bahsetmemekte bunu eksik bırakmaktadır. Ezherî bu boşluğu doldurmakta ve yukarıdaki ayette geçen salat ifadesinin rahmet anlamına geldiğini söylemekte ve zımnen Allah ve meleklerin peygambere rahmet okuduklarını Müslümanların da böyle yapmaları gerektiğini söylemektedirler. Ancak ayetin sibakı dikkate alındığında bunun değer verme ve tezkiye anlamına geldiği anlaşılmaktadır. Yani bu ayetle aslında Yüce Allah kendisi ile meleklerin Allah’ın elçisine değer verdiklerini, onun yanlış yapmadığını ifade ettiklerini dolayısıyla müminlerin de böyle yapması gerektiğini söylemektedir.12

    Yüce Rabbimiz peygamberi bu şekilde bize anlattıktan sonra iyi bir rol-model olduğu için de kendisini örnek almamız gerektiğini söylemektedir. Nitekim şöyle demektedir:

    ِخَر َ َواْليَْوَم اْلٰ ِ اُْسَوةٌ َحَسنَةٌ ِلَمْن َكاَن يَْرُجوا للاّٰ لَقَْد َكاَن لَُكْم ۪في َرُسوِل للاّٰ

    12 Bu ayet Hz. Peygamber’in Zeynep bnt. Cahş ile evlenmesi hadisesi bağlamında nazil olmuştur. Hz. Peygamber’in evlatlığı olan Zeyd b. Harise, eşini boşadıktan sonra Peygamber efendimiz onunla evlenince Cahiliye döneminde haram olarak görülen bir uygulamada bulunması hasebiyle Müşrik Araplar tarafından eleştirilince bazı Müslümanlar

  • 26 27Hz. Peygamber (S.a.v.): Hayatın içinden Bir KahramanKur'an'a Göre Hz. Peygamber (s.a.v.)

    ًۜ َ َك۪ثيرا َوذََكَر للاّٰ

    “ Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” Ahzab 33/21.

    Aziz dostlar bütün söylediklerimden çıkan sonuç şudur: Hz. Peygamber Allah tarafından insanlığın kurtuluşu için gönderilen bir insandır. Gayba muttali değildir. Bir beşer olarak da vefat etmiştir. Vefatından sonra yeryüzünde tasarrufu sürmemektedir. Ancak o terekesi yani bıraktığı sünnet ve siretiyle aramızda yaşamaktadır. Onun sünnet ve siresi İslam’ın olmazsa olmaz, çok önemli bir parçasıdır. Öyleyse İslam Kur’an ile sınırlı değildir veya Kur’an’dan ibaret de değildir. Sünnet ve siret Kur’an’ın tefsiri ve şerhi mahiyetindedir. Hz. Aişe validemizin yeğeni Urve b. Zübeyr’e söylediği “sen hiç Kur’an okumaz mısın? Onun ahlakı Kur’an’dan başka bir şey değildi” cümlesi bunu açıkça ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bilinmelidir ki sünnet olmadan Kur’an’ı anlamamızın imkanı yoktur. Zira Sünnet, Kur’an’a ait bir ifadenin nasıl anlaşılması gerektiğini bize gösteren rehber mahiyetindedir. Eğer Hz. Peygamber ve sünnet olmamış olsaydı Kur’an sadece yazılı metin olarak kalırdı. Yazılı metinlerin ise öznel operasyonlara ne kadar açık olduğu ortadadır. Dolayısıyla Sünnet veya siret bu yazılı metnin Müslümanlar tarafından ortak bir ruh haline, yaşam biçimine dönüşmesini sağlamıştır. Şayet peygamber olmamış olsaydı ortak bir dil, bir dünya ve bir gelenek inşa edilemezdi. Hz. Peygamber Kur’an’ı merkeze alarak onu nasıl anlamamız gerektiğini bize adeta adım adım sabırla, gergef işler gibi işleyerek yirmi üç yıl içerisinde öğretmiştir. Dolayısıyla Kur’an’ın inişinin yirmi üç yıla dağılması bile başlı başına siret ve sünnete duyulan ihtiyacı ortaya koymaktadır. Eğer böyle olmamış olsaydı Allah Kur’an’ı bir kitap şeklinde insanlığa göndermeye kadirdir. Peygambere bile ihtiyaç yoktur. Ancak böyle olsaydı insanlar onu sadece kutlu bir kitap olarak görür, cismine hürmet etmekle yetinir, asıl mesajını göz ardı ederlerdi. İçine nadir bakarlardı. Belki de bu kutlu metni Ka’be’ye hapseder ona dokunarak takdis edilmekle yetinirlerdi. Şayet içine bakmışlarsa herhangi biri ondan kendi adına bir hüküm çıkarır, en doğru hükmün bu olduğunu söyler, aksini savunanları itham ederdi. Unutulmamalıdır ki Allah, Hz. Peygamber’i göndererek Kur’an’ı hayata müdahil kılmış; Hz. Peygamber’i de müdahil kılarak bu kutlu metnin anlaşılmasını sağlamıştır. Bir kere daha ifade edelim ki Peygamber bu metnin anlaşılmasında olmazsa olmaz mahiyettedir. Onun asıl görevi bu metnin anlaşılmasına katkı sağlamaktır. Bu keyfiyeti ıskalayanlar birçok yanlışı birlikte yapmaktadırlar.

    Doğru Peygamber telakkisine sahip olmak temennisiyle esen kalın.

    tarafından da açıkça olmasa bile kınanmıştır. Yukarıdaki ayet-i kerime nazil olarak Hz. Peygamber’in icraatına sahip çıkmış ve onun hem Allah hem de meleklerce tezkiye edildiği yanı pak ve nezih olduğunun söylendiğini, Müslümanlara da düşenin bu olduğunu söylemiştir.

    HZ. PEYGAMBER (S.A.V.): HAYATIN IÇINDEN BIR KAHRAMAN

    MODERN ÇAĞDA PEYGAMBERI BULMAK: SIYER BIZE NE ANLATIYOR?

    Prof. Dr. Şinasi GÜNDÜZ(İstanbul Üniversitesi)

    Nasıl bir peygambere inanıyoruz? Bir peygamber olarak Hz. Muhammed’in özellikleri nelerdir? Bir beşer ve bir peygamber olarak onun yaşamı ve mesajları üzerine neler düşünüyoruz? Bu ve benzeri sorulara verdiğimiz cevaplar kelime-i şehadetin ikinci cümlesinde “ve Muhammed’in Allah’ın kulu ve Resulü olduğuna şehadet ederim” ifadesine yönelik kanaat ve tutumumuzun da göstergesi olacaktır.

    Hz. Peygamberi doğru anlama onunla ve onun bize tebliğ ettiği mesajla olumlu bir ilişki kurmak açısından oldukça önemlidir. Kur’an Hz. Peygamberin bizlerle ilişkisini şahitlik, müjdeleyicilik, uyarıcılık, davetçilik ve aydınlatıcılık olarak tanımlar.

    ِ بِـِاْذنِ۪ه راً َونَ۪ذيراًۙ َودَاِعياً اِلَى للاّٰ يَٓا اَيَُّها النَّبِيُّ اِنَّٓا اَْرَسْلنَاَك َشاِهداً َوُمبَّشًِ َوِسَراجاً ُم۪نيرا

    “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle

  • 28 29Hz. Peygamber (S.a.v.): Hayatın içinden Bir KahramanHz. Peygamber (S.a.v.): Hayatın içinden Bir Kahraman

    “De ki: Ben kendime, Allah’ın dilediğinden başka herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim; eğer gaybı bilseydim, elbette daha çok hayır elde ederdim ve bana kötülük dokunmazdı...”5

    Bir peygamber ve bir beşer olarak Hz. Muhammed güzel ahlak sahibidir; doğru sözlüdür, dürüsttür, güvenilirdir, adildir, bağışlayıcıdır, yumuşak huyludur, şefkatlidir ve merhametlidir.

    “Çünkü sen büyük bir ahlak üzeresin.”6

    اَءُكْم َرُسوٌل ِمْن اَْنفُِسُكْم َع۪زيٌزۘ َعلَْيِه َما َعنِتُّْم َح۪ريٌص َعلَْيُكْم لَقَْد َجٌٓف َر۪حيمٌ بِاْلُمْؤِم۪نيَن َرُؤ۫

    “Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.”7

    Onun sahip olduğu bu üstün ahlaki özellikler yalnızca risalet dönemine özgü değildir; o henüz bir elçi olarak görevlendirilme öncesi de bu özelliklere sahiptir. Cahiliye insanı onu Muhammedu’l-Emin, “güvenilir Muhammed” olarak tanımıştır.

    Hz. Peygamber’in bu durumu, Kur’an’ın nazil olduğu dönem Arap toplumu için kabul edilemezdi. Çünkü, İslam dışı inanç sistemlerin birçoğunda olduğu gibi, cahiliye dönemi Arap inancında da Allah ile insanlar arasında aracı oldukları kabul edilen şahsiyetler, her yönden sıradan insanlardan ve diğer varlıklardan farklı olmak durumundaydılar. Tıpkı, Allah’la insanlar arasında aracılar olduklarına inandıkları putların, her ne kadar cansız sıradan taş, ağaç ve metal parçalarıyla temsil edilseler de içlerinde tanrısal ruhlar barındırdıklarına ve böylelikle doğaüstü bazı güçlere sahip olduklarına inandıkları gibi, cahiliye dönemi Arapları, peygamberlerin de diğer insanlardan farklı dünyevi ve metafizik güçlere sahip olmasını bekliyorlardı. Bu nedenle onlar Hz. Peygamber’in risaletine şiddetle karşı çıktılar. Zira, onlara göre o, ne dünyevi zenginlik, maddi güç vb yönden ne de birtakım olağanüstü güçlere ve yetilere sahip olma yönünden diğerlerinden farklı değildi.

    Gerçekten de Hz. Peygamber, sıra dışı zenginlikler ve güçler sahibi bir kişi değildi. O, Kureyş kabilesine mensup Abdullah’ın oğlu yetim Muhammed’di; dedesi ve amcasının bakımı ve korumasıyla büyümüş, müstakbel eşi Hatice’nin yanında çalışıp geçimini temin etmişti. Dolayısıyla o dönemde maddi güç, zenginlik ve sosyal-siyasal tanınmışlık açısından kendisinden çok daha ön planda olan şahıslar arasından seçilip peygamber olması, onlar açısından asla düşünülemeyecek bir şeydi. Aynı şekilde Hz. Muhammed, mucizevi güçler ve metafizik yetiler açısından

    5 A’raf 188.6 Kalem 4.7 Tevbe 128.

    kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.”1

    Bir Resul ve Nebi olarak O, bizlere şahittir; hem hakkı ve hakikati idrak edip algılayıp hakka ve hakikate şahitlik yapan ve hakikate inanma ve yaşama geçirme konusunda yaşamımızda örnek alınması gereken bir modeldir, hem de tebliğ ettiği ve sünnetiyle bir örneklik bıraktığı hak ve hakikat konusunda bizlere şahitlik yapacak olandır. Yine o bir uyarıcı ve müjdeleyici olarak Allah’tan aldığı vahiy doğrultusunda ilahi mesajı insanlığa ulaştıran ve bizleri Allah, ahiret, haşir, hesap ve benzeri hakikatler konusunda uyaran, bunlara iman edip gereğini yapmamız durumunda rıza-i ilahi, mutlak saadet ve cennetle müjdeleyendir. Bu konuda insanlığı aydınlatan, doğru yola kavuşmamızı sağlayan bir davetçidir.

    Bütün bunların yanı sıra O bir insandır. Peygamber olmakla birlikte bizim gibi bir beşer, bir insan…

    “De ki: Ben de sizin gibi bir insanım…”2

    Allah’tan vahiy alan bir peygamber olmasının yanında, Kur’an’ın bu ve benzeri ifadeleriyle onun bizim gibi bir beşer olması Hz. Peygamber’i diğer dinlerde inanılan birçok dinsel şahsiyetten, din kurucusundan ve liderden ayıran en temel özelliklerden birisidir hiç kuşkusuz... Hz. Peygamber’le ilk karşılaşmasını anlatan Ebu Rimse et-Teymi’nin şu sözleri ilginçtir: “Ben Resulullah’ı insanlara benzemeyen bir şey zannediyordum. Ancak bir de gördüm ki o da bizim gibi uzun saçlı bir insanmış”. Evet, Resulullah da bizim gibi bir insan; çalışan, yemek yiyen, çarşıda gezinen, oturan, kalkan, ihtiyaçlarını gideren bir insan… Ahlaki yönden diğer insanlardan üstün mümeyyiz özellikleri olsa da normal insani özellikleri ve ihtiyaçları açısından onlar gibi olan bir beşer…

    Kur’an bir beşer olarak Hz. Peygamber’in olağan özelliklerine dikkat çeker. Örneğin O insanüstü/olağanüstü bir takım yetiler sahibi değildir. Mesela Allah’ın dilediğinden başka bir gücü ve kudreti yoktur; Allah’ın dilemesi haricinde kendisine bir fayda sağlamaya ya da kendisinden bir zararı bir kötülüğü engelleme gücü yoktur. Dilediğini ya da sevdiğini hidayete erdirme ya da dilediğini dalalette bırakma yetisi de yoktur. Zira bütün bunlar Allah’ın ilmi, kudreti ve iradesi dahilindedir.

    “Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin. Fakat Allah, dilediği kimseyi doğru yola eriştirir. O doğru yola gelecekleri daha iyi bilir.”3

    Yine Allah’ın bildirdiğinden başka bir bilgiye, bir gayb bilgisine de sahip değildir.

    “De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri yanımdadır, demiyorum; gaybı da bilmem; ben size melek olduğumu da söylemiyorum; ben, sadece bana vahyolunana uyuyorum...”4

    1 Ahzab 45-46.2 Fussilet 6; Kehf 110.3 Kasas 56.4 En’am 50.

  • 30 31Hz. Peygamber (S.a.v.): Hayatın içinden Bir KahramanHz. Peygamber (S.a.v.): Hayatın içinden Bir Kahraman

    da Allah’ın kendisini peygamber olarak seçmesi, vahyetmesi ve isra ve benzeri bazı nimetlerle onu taltif etmesi dışında fazlaca diğer insanlardan farklı olan bir yapıda değildi. Oysa, yalnızca cahiliye dönemi Arap inancında değil, Yahudi ve Hristiyan geleneğinde, Ortadoğu, Yunan, Roma ve Mısır dinlerinde de dinsel önderler, liderler, peygamberler vb şahsiyetler olağanüstü güçlerle techiz edilmiş yapılarıyla diğer insanlardan ayrılmaktaydılar. Örneğin, Hristiyan inancında yalnızca Tanrı oğlu olduğuna inandıkları Hz. İsa değil, havarilerle Pavlus gibi şahıslar da ölüleri diriltmek, körleri, sağırları iyileştirmek gibi mucizevi yetilerle diğerlerinden ayrılmaktadırlar. Benzer şekilde Yahudi geleneğinde Hz. Yakub, Tanrıyla bile güreş tutup onu yenen bir kahraman olarak değerlendirilir. Keza Eski Mısır, İran ve Roma dinlerinde imparatorlar, bizzat tanrılar soyundan gelen ya da tanrıların yeryüzünde hulul etmiş halleri olarak düşünülen yarı-Tanrısal varlıklar olarak görülür ve onların sosyal ve siyasal açıdan ellerinde bulundurdukları güçler yanı sıra hiçbir insanda bulunmayan doğaüstü mucizevi yetilere sahip olduklarına da inanılırdı. Hatta yalnızca bu şahsiyetler değil, onların eşleri, çocukları ve akrabalarının da diğer insanlardan her yönden farklı oldukları kabul edilirdi.

    İşte, Hz. Peygamber’i diğer dinsel şahsiyetlerden ayıran en temel özelliklerden birisi budur: O, olağanüstü güç ve yetilerle donatılmış bir mitoloji kahramanı ya da yarı-Tanrısal bir varlık değildir. Hz. Ayşe’nin ifadesiyle O, “kendi elbisesini yamayan, koyununu sağan ve kendi işini bizzat kendisi yapan” bir şahsiyettir. Sevecen bir eş, şefkatli bir baba ve sadık bir arkadaştır. Gerektiğinde insanlara danışan, fikir alışverişinde bulunan, onlarla şakalaşan, misafirini ağırlayan, güçsüzlere, hak sahiplerine yardım eden ve onların sıkıntılarını paylaşan bir dosttur. Yine O, Allah’a çokça dua edip yakaran ve yakın arkadaşlarından da kendisi için Allah’a dua etmelerini isteyen bir kuldur.

    Hz. Peygamber, kendisine ve ailesine ya da diğer insanlara insanüstü özellikler atfedilmesini uygun görmedi buna asla izin vermedi. Ayrıca Kur’an da ondan, hitap ettiği insanlara bunu sık sık hatırlatmasını istedi. Bu doğrultuda o, etrafındakilere, Kur’an’ın ifadesiyle “ben size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum; gaybı da bilmem. Size ben meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum” uyarısında bulundu. Yine Hz. Muhammed, Mekke’nin fethi sonrası yanına gelen ve korku içinde tir tir titreyen şahsı, “kendine gel; ben bir kral değilim; sadece kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum” diyerek uyardı. Son olarak, O, kendisi gibi aile efradının da diğer insanlardan farksız olduklarının bilincindeydi ve zaman zaman etrafındakileri bu konuda uyarma gereğini duydu. Örneğin, güneş tutulması olayının, oğlu İbrahim’in vefat ettiği güne denk düşmesi üzerine kimilerinin, güneşin İbrahim’in ölümü üzerine tutulduğunu ileri sürdüklerinden haberdar olduğunda, onları, “şüphesiz güneş ile ay, Allah’ın ayetlerinden iki ayettir. Bunlar, hiç kimsenin ölümü ya da yaşamı için tutulmazlar. Sizler, bunları tutulmuş gördüğünüz zaman hemen Allah’a dua ediniz…” şeklinde uyardı.

    Özetle, bütün bunlar, fıtrata, akla hitap eden ve insanı sıklıkla düşünmeye,

    tefekkür etmeye çağıran Allah’ın dini İslam’ın, diğer birçok dinde örneklerine sıkça rastladığımız, din kurucusu, önderi ya da peygamberi olarak görülen şahsiyetlerin insanüstü özelliklerle techiz edilip Tanrılaştırılmalarına ve mitolojik kahramanlar haline getirilmelerine şiddetle karşı çıktığını ortaya koymakta ve Hz. Muhammed’in tavır ve davranışlarıyla bütün insanlar için bir model, bir örnek olan hayatın içinden bir kahraman olduğunu anlatmaktadır.

  • 32 33Modern Dönemde Bilginin Yada Bilgilendirenin İtibarı Sorunu ( Kur’an ve Hz Peygamber Örnekliğinde ) Modern Dönemde Bilginin Yada Bilgilendirenin İtibarı Sorunu ( Kur’an ve Hz Peygamber Örnekliğinde )

    ve özne olma dengesini en ideal biçimiyle sürdürebilmesi bilgiye sahip olmasıyla mümkündür. Tüm bunların yanı sıra, insan; düşünen, inanan, soran ve sorgulayan, varlığının sebebini ve amacını bilmek isteyen, geçmişi ile geleceği arasında irtibat kuran bir varlıktır. Bu konularda da bilgi sahibi olmak, yine bu alanlarda açığa çıkan problemlerini çözmek, durumunu anlamak, gidişatını doğru kılmak ister. Kişiliğini, karakterini en güzel, en doğru şekilde inşa etmek ister. Bunlar için de bilgiye muhtaçtır; bilgisi olmadan hiç birinin gerçekleşmesi; varlığına ve hayatına anlam ve değer kazandırabilmesi mümkün değildir.

    Geçmişe dönüp bakıldığında insanlığın bilgi edinmeyle ilgili serüveninin çok uzun ve oldukça karmaşık olduğu anlaşılıyor. İnsanlık, ihtiyaç hissettiği bilgileri çok değişik kaynaklardan edinmiş ve her bir insan, tercih ettiği kaynaktan aldığı bilgiye göre varlığına anlam kazandırmış, hayatını inşa etmiş, kişiliğini oluşturmuş, inanç ve düşüncesini şekillendirmiştir. Fakat yaşanan tecrübeler göstermiştir ki, her bilgi hakikat değildir; her bilgi amaca hizmet etmemektedir. Zira bilginin iç tutarlılığa sahip olması, mantığa uygun olması onu hakikat kılmaya yetmemektedir. Her bilgi hakikat olmadığı için de, insanlar oldukça farklı şeylere inanmış, farklı özelliklere sahip olmuş ve çok değişik hayat tarzları edinmişlerdir. Bu sebeple bazıları mutlu olurken bazıları mutsuz olmuş; bazıları bilgisinden ve hayatının gidişatından eminken, diğer bazıları kuşku içinde kıvranmış; bazıları sorumlu ve geleceği düşünen bir hayat sürerken, diğer bazıları sorumsuzca yaşamış; bazıları işlerinin ve hayatlarının sonunda huzura erişirken, diğer bazıları ise pişmanlık duymuştur. Bu da olanca açıklığıyla şu gerçeği ortaya koymuştur; insan için bilgi önemlidir, zorunludur ama önemli olan mutlak anlamda doğru bilgiye (hakikate) sahip olmaktır. Görece doğru olan veya doğru olduğu varsayılan bilgiler insanın temel insanî problemlerini çözememiş veya çözüyor görünümü altında sonu pişmanlık olan aldanışlara sürüklemiştir.

    İnsanın, bir şekilde elde ettiği, sahiplendiği, kullandığı, itibar ettiği bilgileri çok farklı kriterlerle, çok farklı tasniflere tabi tutmak mümkündür. Bu tasniflerden birisi bilginin elde ediliş biçimiyle ilgilidir. Elde edilişleri açısından tüm bilgiler iki ayrı kapsamda değerlendirmek mümkündür:

    Kazanılmış bilgi: İlgi alanı dikkate alınarak nesnel bilgi veya faili dikkate alınarak beşeri bilgi olarak da nitelenebilecek olan kazanılmış bilgi, insanın, içinde yaşadığı, parçası olduğu maddi dünyayı veya kendi maddi/biyolojik varlığını anlama çabasının ürünü olarak bizzat kendi çabalarıyla elde ettiği bilgidir. Kazanılmış bilgi, faili insan olan bilgidir. İnsanın kendi çabasıyla elde ettiği bilgilerin tamamı bu bilgi grubuna dâhildir (gündelik hayat bilgisi, sanat bilgisi, bilimsel bilgi, teknik bilgi…). Bilimsel bilgi, kazanılmış bilgi türünün en sistematiğidir. İnsan bu bilgileri maddi evrendeki oluşum ve değişimi inceleyerek ve bunları sebep-sonuç ilişkisi içerisinde anlamaya çalışarak elde eder. İnsan, faili olduğu maddi dünyayı incelemesinden elde ettiği bu bilgi türüne dayanarak kendisinde ve parçası olduğu evrendeki oluşum ve değişimlerle ilgili sorularına cevap bulmaya çalışır. En kapsamlı ve önemli soru

    MODERN DÖNEMDE BILGININ YADA BILGILENDIRENIN ITIBARI SORUNU

    ( KUR’AN VE HZ PEYGAMBER ÖRNEKLIĞINDE )

    Prof. Dr. Celalettin VATANDAŞ(Karadeniz Teknik Üniversitesi)

    Evrensel Durum

    Bilgi insan için önemlidir. Zira insan, en genel anlamda, bilgi olmadan varlığını sürdüremez. İnsan için bilgi önemli ve gereklidir, çünkü biyolojik varlığını sürdürebilmesi bilgiye bağlıdır. İnsan bilgi aracılığıyla biyolojik varlığına uygun olan ve olmayan şartları bilir ve buna göre varlığını devam ettirme imkânına sahip olur. Nelerin yenilip, içilebileceği, nelerin yenilmemesi ve içilmemesi gerektiği; nelerin hasta edeceği ve eğer hasta olunmuşsa şifaya nasıl kavuşulacağı... bu kapsamda yer alan konu başlıklarından sadece bazılarıdır. Fakat insan sadece biyolojik varlığı için değil, başka şeyler için de bilgiye muhtaçtır. Zira insan sadece biyolojik bir varlık değil, aynı zamanda psikolojik bir varlıktır. Bu sebeple psikolojik dünyasını dengede tutacak, kişiliğini her türlü olumsuz etkilerden koruyacak imkân ve şartları bilmek ister. Psikolojik dünyasının sağlıklı olması ancak bilgi ile mümkündür. Bunların yanı sıra insan toplumsal bir varlıktır. Toplumun bir üyesi sıfatıyla, diğer insanlarla olan her türlü ilişkisini en uygun, en güzel, en doğru biçimde ve şartlarda sürdürmek ister. İnsan, toplumun üyesi sıfatıyla toplumun nesnesi, ama aynı zamanda özne olan ve hatta olması gereken bir varlıktır. Dolayısıyla toplumla ilişkisinde nesne

  • 34 35Modern Dönemde Bilginin Yada Bilgilendirenin İtibarı Sorunu ( Kur’an ve Hz Peygamber Örnekliğinde ) Modern Dönemde Bilginin Yada Bilgilendirenin İtibarı Sorunu ( Kur’an ve Hz Peygamber Örnekliğinde )

    koymaktadır. Verilmiş bilgi ile ilgili olarak dikkate alınması gereken bir durum söz konusudur; o da, insanlığın kendi çaba ve girişimleriyle oluşan aşkın/ilahi bilgi elde etme tecrübelerinin ötesinde, eğer bu bilgi insani çaba ve girişimlere bağlı olmaksızın verilirse insan için önemli bir imkân elde edilmiş olacağı gerçeğidir. Tabii ki bu tamamıyla verilmiş bilginin sahibinin istek ve iradesiyle gerçekleşebilecek bir durumdur. Ve insanlık için ne büyük bir lütuftur ki, değerine paha biçilmez bir imkândır ki, bu bilgi insanlığa verilmiştir. Vahiydir bu bilgi ve vahiy insanı yaratanın insana lütuflarından birisinin ismidir.

    Gayet tabi olarak burada vahiy bilgisinin gerçeklik delilinin ne olduğu sorulabilir. Özellikle büyücülük, falcılık, şamanlık, rahiplik kapsamında gündeme gelen soruların peygamberi bilgi kapsamında gündeme getirilmesinin sonucunda ulaşılacak durumun ne olduğu sorulabilir ve sorulmalıdır da. Vahiy bilginin, insanın üreteceği delillere ihtiyacı olmaksızın, bizzat kendisinin gerçekliğine ve itibarına yönelik delilleri olmalıdır. İlk insanla başlayan insana aşkın/ilahi bilgi verme sürecinin son halkasını oluşturan son vahiy/Kur’an bu açıdan incelendiğinde ilahi bilginin bizzat kendisinin öncelikle kendi gerçekliğine ve itibarına ilişkin soruları sorduğunu ve cevapladığını görüyoruz. Kur’an’ın bu konudaki en özet cevabı kendisinde vücut bulan vahiy bilgisi ile insanın maddi dünyaya ilişkin sistemli inceleme, araştırma ve gözlemleme sonucu elde ettiği sistematik bilgiler arasında bir çelişki ve çatışmanın olmadığı biçimindedir. Bir diğer söyleyişle; vahiy bilgisi sistematik beşeri bilgiyi aşar ama onunla çatışmaz; bu iki bilgi birbirini tamamlarlar. Vahyin son ve değişime uğramamış halini temsil eden Kur’an bizzat kendisinin iç ve dış tabiatın bilgisiyle uyumlu olduğunu1; bazı durumlarda onları aşsa bile onlara aykırı olmadığını dile getirmiş ve verdiği örnekler üzerinden de açıklamıştır2. Hatta çok daha önemlisi, Kur’an’a göre insanın elde ettiği maddi evrene ilişkin sistematik bilgiler de aynen kendisinde bulunan bilgiler gibi birer ayettir. Ve ayetler birbirleriyle çatışmazlar; birbirlerini desteklerler3. Bu nedenle Kur’an, doğruluğunun delillerinin bir kısmını

    1 İnsanlara dış dünyalarında ve iç dünyalarında âyetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kur’an›ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması, yetmez mi? (Fussilat, 41:53). Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık. Onları sadece gerçek bir sebeple yarattık. Fakat onların çoğu bilmiyorlar (Duhân, 44:38,39). 2 Kesin olarak inananlar için yeryüzünde âyetler vardır. Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz? (Zariyat, 51:20,21). Şüphesiz göklerde ve yerde inananlar için birçok âyetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve (Allah’ın) yeryüzünde yaydığı canlılarda, kesin olarak inanan bir toplum için ibret verici işaretler vardır. Gecenin ve gündüzün değişmesinde, Allah’ın gökten indirmiş olduğu rızıkta (yağmurda) ve ölümünden sonra yeri onunla diriltmesinde, rüzgârları değişik yönlerden estirmesinde, aklını kullanan toplum için dersler vardır. İşte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah’ın âyetleridir. Artık Allah’tan ve O’nun âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar? Vay haline, her yalancı ve günahkâr kişinin! O, Allah’ın kendisine okunan âyetlerini işitir de sonra büyüklük taslayarak sanki hiç onları duymamış gibi (küfründe/nankörlüğünde) direnir. İşte onu acı bir azap ile müjdele!... İnkâr edenlere, ‘Âyetlerim size okunmuş, siz de büyüklenip suçlu bir toplum olmuştunuz, değil mi?’ denilir. (Casiye, 45:3-8,31).3 Şüphesiz göklerde ve yerde inananlar için birçok âyetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve (Allah’ın) yeryüzünde yaydığı canlılarda, kesin olarak inanan bir toplum için ibret verici işaretler vardır. Gecenin ve gündüzün değişmesinde, Allah’ın gökten indirmiş olduğu rızıkta (yağmurda) ve ölümünden sonra yeri onunla diriltmesinde, rüzgârları değişik yönlerden estirmesinde, aklını kullanan toplum için dersler vardır. İşte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Allah’ın âyetleridir. Artık Allah’tan ve O’nun âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar? Vay haline, her yalancı ve günahkâr kişinin! O, Allah’ın kendisine okunan âyetlerini işitir de sonra büyüklük taslayarak sanki hiç onları duymamış gibi (küfründe/nankörlüğünde) direnir. İşte onu acı bir azap ile müjdele!... İnkâr edenlere, ‘Âyetlerim size okunmuş, siz de büyüklenip

    ise maddi evrendeki oluşumun, değişimin sürecine ilişkin nasıl sorusudur; Nasıl oldu? Nasıl oluyor? Nasıl olacak? Fakat varlığın/eşyanın/olayın amacına ilişkin niçin/neden sorusu bu bilgi türünün imkânını aşar; varlığın, oluşumun, değişimin nihai amacına ilişkin sorular bu bilgi türüyle cevaplanamaz. Örneğin “İnsan nasıl olmaktadır?” sorusu biyoloji, fizyoloji, tıp... bilimleri aracılığıyla ayrıntılı ve doğru şekilde cevaplanabilirken, “İnsan niçin var olmaktadır?” sorusuna doğru cevap verebilecek bir bilim dalı ve en genel anlamıyla bir beşeri bilgi türü veya buradaki isimlendirmemizle kazanılmış bilgi yoktur.

    Verilmiş bilgi: Faili veya ilgi alanı dikkate alınarak aşkın bilgi veya daha yaygın kullanımla ilahi bilgi ismini alan bu bilgi türü, varlığın ve hayatın amacının ne olduğunu, bireysel ve toplumsal hayatın temel ilkelerinin neler olduğunu, bunların nasıl olması gerektiğini açıklayan/açıklama amacında olan bilgidir. İnsanın varlığa ve hayata ilişkin niçin/neden sorularını cevaplayabilmesi ve bireysel-toplumsal hayatı doğru şekilde inşa edebilmesi için açığa çıkan bilgi ihtiyacı kazanılmış bilgi ile karşılanamayınca, insanüstü bilgiye (aşkın bilgiye/ilahi bilgiye) ihtiyaç duyulmuştur. Bir diğer ifadeyle, eğer aşkın/ilahi bilgi varsa ve insana da verilirse ancak bu bilgi ile söz konusu soruların cevaplanabileceği, problemlerin çözülebileceği, insanlığın ortak tecrübesi olarak açık-seçik anlaşılmıştır. Gerçi bazıları aşkın/ilahi bilginin olmadığını, olsa bile insana verilmediğini dile getirip, söz konusu soruları cevaplayabilmenin, problemleri çözülebilmenin yine insanın beş duyu, akıl, sezgi gibi imkânları kullanarak yürüteceği özel çabalarla mümkün olabileceğini savunmuşlardır. Felsefi bilgi tamamıyla bu çabaların sonudur. Ancak bizzat felsefe tarihi, insanın çabalarının ürünü olan felsefi bilginin söz konusu alanlardaki belirsizlikleri açıklığa kavuşturamadığına, soruları doğru şekilde cevaplayamadığına, cevaplasa bile cevapların doğruluğundan emin olunamadığına şahitlik yapmaktadır. Bu durumda aşkın/ilahi bilgi insan için son derece önemli soruların, var olmanın anlamını ve amacını bilme ihtiyacının gereği olarak insanlığın gündemindeki önemli yerini almıştır. Bu aşamada açığa çıkan önemli bir soru eğer aşkın/ilahi bilgi varsa bunun nasıl elde edileceğiyle ilgilidir. İnsanların önemli bir kısmı insanın bizzat kendisinin bu bilginin aşkın/ilahi olanla kuracağı irtibat sonucunda elde edilebileceğini düşünmüş ve bu yönde yöntemler geliştirmeye çalışılmıştır; Büyücülük, falcılık, şamanlık, biraz farklı boyutta olmak üzere rahiplik bu çabaların karşılığı olarak anlam kazanmaktadır. Ancak ne var ki aşkınlık/ilahilik iddiasında bulunulan bu alandaki bilgiler, beşeri bilginin ve hatta en sistematik kazanılmış/beşeri bilgi olan bilimsel bilgiyle çatışan bireysel kanaat ve tecrübelerin söylem olarak ilahi görünüme bürünmüş türünden daha başka anlama gelmemiş, gelememiştir.

    Hakikatin Bilgisi: Vahiy

    Verilmiş bilgi konusundaki tüm insani çaba ve girişimlerin nihai çaresizliği, sözde elde edilen bilgilerin maddi dünyanın gerçekleriyle uyumsuzluğu, aşkın/ilahi olan ama insanın çabalarıyla elde edilebilecek bir bilgi olmadığı gerçeğini ortaya

  • 36 37Modern Dönemde Bilginin Yada Bilgilendirenin İtibarı Sorunu ( Kur’an ve Hz Peygamber Örnekliğinde ) Modern Dönemde Bilginin Yada Bilgilendirenin İtibarı Sorunu ( Kur’an ve Hz Peygamber Örnekliğinde )

    tarzlarının iç tabiatın ve dış tabiatın gerekleriyle örtüşmediğini, tabiattaki ayetlerin, tamamen zanna veya tahayyüle dayalı ilahi görünümlü bilgileri yanlışladığını bildirmiş ve örnekleriyle de göstermiştir7.

    Vahyin güvenilirliğiyle ilgili bizzat vahiy ile sunulan deliller itibar sorununu çözmeye fazlasıyla yeterlidir. Yeter ki bu bağlamda ciddi, kapsamlı ve akli bir çaba gösterilsin. Ancak vahyin gerçekliği ile ilgili olarak dikkate alınabilecek başka deliller de bulunmaktadır. Bunlardan birisi ve en önemlisi ise tarihsel delil olarak isimlendirebileceğimiz bir delildir. Bu delilin mahiyetini anlamak için öncelikle vahyin insana sunduğu sorumlulukları ve birlikte yaşamanın temel ilkelerini genel hatlarıyla da olsa hatırlamakta yarar var.

    Allah, her ne olursa olsun, kime karşı ve kiminle ilgili olursa olsun adaleti emretmiştir8. Bu demektir ki bireysel ve toplumsal hayatta adalet hâkim olmalı; insanlar tüm işlerini adalet ilkesine göre yürütmelidirler.

    Allah insanlar arası işlerin istişare ile yürütülmesini emretmiştir9. Bu demektir ki bireysel ve toplumsal hayatta gerçekleştirilecek işlerde istişare olmalıdır. Keyfi ve ani kararlardan, bilenlere danışmadan iş yürütmekten kaçınmak gerekmektedir.

    Allah işi ehline vermeyi emretmiştir10. Bu demektir ki insanların işlerini, o işe ehil olanlar üstlenmeli; ehil olmayana ehil olmadığı iş emanet edilmemelidir.

    Allah makam, mal, şan-şöhret düşkünlüğünü11 yasaklamıştır. Bu demektir ki insanlar bu düşkünlükleri; insanı haktan, adaletten, hayırdan uzaklaştıracak bu sevdaları hayatlarında bulundurmamalıdırlar; hayallerinde ve umutlarında bu tutkulara hiçbir şekilde yer vermemelidirler.

    Allah, doğrudan veya dolaylı, açık veya gizli, “kitabına” uydurulmuş veya uydurulmamış, gizli veya açık, doğrudan veya dolaylı her türlü haksızlığı

    7 De ki: ‘Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?’ Derler ki: ‘Allah’tır.’ O halde de ki: ‘O’nu bırakıp da kendilerine fayda ya da zarar verme gücüne sahip olmayan dostlar mı edindiniz?’ De ki: ‘Körle gören bir olur mu hiç? Ya da karanlıklarla aydınlık eşit olur mu?’ Yoksa O’nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: ‘Allah her şeyi yaratandır. Ve O, birdir, karşı durulamaz güç sahibidir’. (Rad, 13:16). De ki: ‘Allah’ı bırakıp da taptığınız, ortaklarınızı gördünüz mü? Gösterin bana! Onlar yerdeki hangi şeyi yarattılar! Yoksa onların göklerde mi bir ortaklıkları var!’ Yahut biz onlara, (bu hususta) bir kitap mı verdik de onlar, o kitaptaki bir delile dayanıyorlar? Hayır! O zalimler birbirlerine, aldatmadan başka bir şey vâdetmiyorlar. (Fâtır:35:40)8 Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe itmesin. Adil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır (Maide, 5/8). Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe itmesin. Adil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır (Nisa, 4/135).9 O (müminler) Rablerinin davetine uyarlar. Namazlarına dikkatli ve devamlıdırlar. İşlerini aralarında danışarak (istişare ederek) yaparlar. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden başkalarına da harcarlar (Şura, 42/38).10 Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir (Nisa, 4/58). 11 Dünya dediğiniz nedir ki! Bir oyun ve eğlenceden ibaret değil midir? Ahiret’e gelince, işte esas hayatın bütün lezzetiyle yaşanacağı yer orasıdır. (Ankebut, 64). Hayır, hayır (bu olmaz, böyle olmaz)! Yetime ikram etmiyorsunuz… Malı da pek çok seviyorsunuz (Fecr, 89/20).

    dış tabiattan (âfâkî ayetler), bir kısmını ise iç tabiattan (enfüsî ayetler) hareketle sunmuş ve bu delillerin/ayetlerin düşünülmesini, akledilmesini, fıkhedilmesini, tedebbür edilmesini, tezekkür edilmesini… istemiştir4. Daha da önemlisi bu iki bilgi türünün; iki ayet kategorisinin arasını açmamak gerektiğini dile getirmiştir. Bu konuda Rahman sûresinin önemi vardır. Bu sûre ile iki bilgi türünün birbiriyle uyumuna dikkat çekilmiş ve aralarının açılmaması, birbirleriyle çatıştırılmaması gerektiği ısrarla hatırlatılmıştır5. Ayrıca diğer bazı ayetlerde ise evrenden sistematik yöntemlerle kazanılmış bilgi ile vahyin arasındaki uyumun güzel sonuçlarından bahsedilmiş; Rahman sûresindeki açıklamayla, ölçü tanımazlık yapmayıp uyum ve dengenin korunması durumunda elde edilecek nesnel/maddi imkân ve lütuflardan bahsedilmiştir6.

    Kur’an, kendisi ile insanlığa sunulan bilgilerin gerçek olduğunu, Allah’ın tabiattaki ayetlerini şahit tutarak ispatlamaktadır. Her ne kadar taraftarları tarafından gerçek kabul edilse bile, ilahi görünümlü diğer “bilgi” türlerinin inşa ettiği inançların ve hayat

    suçlu bir toplum olmuştunuz, değil mi?’ denilir (Casiye, 45:3-8,31).4 Arapça’da düşünmeyi ifade eden kelimelerin başında nazar, tefekkür, tedebbür, i‘tibâr ve taakkul (akl) gelmektedir. Asıl anlamı “gözle bakmak” olan nazar, “kalp gözüyle bakmak, düşünmek” mânasında kullanıldığı gibi “bir şey hakkında tefekküre dalmak, nazarî araştırmalarda bulunmak” anlamına da gelir. Fikr kökünden türeyen tefekkür de aynı anlamdadır. Buna göre nazar ve tefekkür “bir işin âkıbeti konusunda düşünmek”, tedebbür ise “bir işin sonucunu başından hesap etmek” anlamına gelir. Aynı kökten gelen tedbir, tedebbürün sonucu olarak “gereken önlemi almak” demektir. İ‘tibârın da tedebbürle hemen hemen aynı mânayı ifade ettiği anlaşılmaktadır. Düşünme, tedebbürde olduğu gibi geleceğe değil de geçmişe yönelikse tezekkür adını alır ve “hatırlama, anma” anlamına gelir. Zikir ve tezekkür sözlükte aynı anlamdadır ve “hem lisan ile anma hem de kalp ile hatırlama, akıldan geçirme” demektir. “Akletmek” mânasındaki akl masdarı “teorik ve pratik meseleler üzerinde düşünmek” anlamında kullanılmaktadır. Buna göre akıllı kişi, tutarlı bir şekilde düşünen ve tutkulara karşı kendisini kontrol edebilen kimsedir. Ma‘kūl ise “akılla kavranan şey” demektir. İsim olarak akıl kalp ile aynı anlama gelir ve insanı, düşünemeyen canlılardan farklı kılan temyiz gücünü ifade eder. Bir şeyi akletmek onu anlamaktır. Bir kimsenin akleden bir kalbi olduğundan söz edilirse bundan onun anlayışının yerinde olduğu sonucu çıkar. Dil bilginleri akıl ile kalbi (fuâd) özdeş saymışlar ve kalp kelimesinin geçtiği deyimlerde bu kelimeyi akıl olarak anlamakta tereddüt etmemişlerdir. Düşünmeyle ilgili anlamlar taşıdığı için teemmül ve re’y kelimelerini de bu terimler grubuna katmak gerekir. Teemmül, “bir nesne hakkındaki düşünceyi zihinde yoğunlaştırma” demektir. Re’y (veya rü’yet) ise tıpkı nazar gibi hem gözle hem de kalple (akılla) bakıp görmek anlamına gelir. İnsanda bu gözlemler sonucunda oluşan fikrî kanaate de (itikad) re’y denir. Kur’ân-ı Kerîm’de düşünme eylemini ifade eden bu terimlerin kullanılışı yukarıdaki anlamlarından önemli bir farklılık arzetmez. Bu sebeple asıl vurgulanması gereken şey Kur’an’ın, düşünmeye verdiği önemin yanı sıra düşünmenin biçimi, hareket noktaları ve gayesi hakkındaki telkinleridir. İnsanı düşünmeye sevk ve teşvik eden çok sayıda âyete topluca bakıldığında düşünmenin önemli bir kulluk görevi, bir ibadet olduğu sonucuna varılabilir. Düşünmenin konusu ise başta bizâtihi Kur’an’ın mesajı olmak üzere bu mesajın aydınlatıcı ve yol gösterici ışığı altında Allah-âlem, âlem-insan, Allah-insan ilişkisidir. Kur’an’ın, kâinatı ve insanı belli bir yaratılış sürecinde ve süreklilik arz eden ilâhî yasalar çerçevesinde anlamlandıran, insanı var oluşun ilâhî kanunlarına paralel olarak doğru bilgi ve doğru eylemin gereklerine uygun şekilde yönlendiren âyetleri, düşünmenin konusunu kendiliğinden belirlemektedir (İlhan Kutluer, “Düşünme”, 10/55, Diyanet Vakfı İslam ansiklopedisi).5 Bu konuda söz konusu sûresinin sadece ilk birkaç ayeti hatırlanacak olsa bile konu anlaşılır; Merhameti çok olan Allah, İnsana Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı. İnsana düşünmeyi ve konuşmayı öğretti. Güneş ve Ay, O’nun emri gereği, belli bir hesaba göre yörüngelerinde akıp giderler. Yıldızlar ve bitkiler Allah’a tam bir teslimiyet içerisindedirler; O’na itaat ederler. Göğü yükselten, her şey için ölçüyü koyan O’dur. Ey insanlar! Tüm bunların karşısından ölçü tanımazlık edip, dengeyi bozmayın! Yaptığınız her şeyi adaletle tartın ve hiçbir ölçüyü eksik tutmayın. Allah yeryüzünü bütün canlılar için genişletip yaydı; üzerinde meyveler, salkım meyveli hurma ağaçları, yapraklı ve kabuklu taneler, hoş kokulu bitkiler yarattı. O halde Rabbinizin bunca nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? O Allah ki, insanı ateşte pişmiş kupkuru bir çamurdan yarattı. Cinleri de dumansız, saf alevden yarattı. O halde Rabbinizin bunca nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? Allah, mevsimlere göre yer değiştiren, doğu noktalarının da batı noktalarının da Rabbidir. O halde Rabbinizin bunca nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?... (Rahman: 55/1-...) 6 Şayet (Allah›ın tabiattaki ve kitaptaki ayetlerinin arasını ayırmayıp, ikisinin de gereğine uygun olsalardı) doğru olsalardı, onlara bol su verirdik (Cin, 72/16).

  • 38 39Modern Dönemde Bilginin Yada Bilgilendirenin İtibarı Sorunu ( Kur’an ve Hz Peygamber Örnekliğinde ) Modern Dönemde Bilginin Yada Bilgilendirenin İtibarı Sorunu ( Kur’an ve Hz Peygamber Örnekliğinde )

    kötülüğün, yanlışlığın, haksızlığın faili (zalim24) olur; hakkı, adaleti, iyiliği, güzelliği, doğruluğu gizleyen (kafir25) olur. Bunların sonucu ise daha bu dünyada ıstıraptır, kandır, gözyaşıdır, kargaşadır, haksızlıktır, kötülüktür26...

    İnsanlığın, bilinç ve iradesi dâhilinde ilke ve ölçülerini kabul etmeye ve gereklerini gerçekleştirmeye davet edildiği son vahyin insan birey ve toplumunu kuşatan bir kapsayıcılığı vardır. Elbette ki ayrıntıda insanın iradesine bırakılmış alanlar ve konular vardır27 ama bireysel ve toplumsal hayatın genel çerçevesi, temel ilkeleri –yukarıda zikredilen örneklerde olduğu üzere- Allah tarafından insanlığa bildirilmiştir. Ancak çok daha önemlisi son vahiy insanlığa verdiğ