İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI TEFSİR...

20
1 HÂKKA SÛRESİNİN TANITIMI VE 1-12. ÂYETLERİ 14 Prof. Dr. Mehmet OKUYAN İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI TEFSİR METİNLERİ

Transcript of İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI TEFSİR...

1

HÂKKA SÛRESİNİN TANITIMI VE 1-12. ÂYETLERİ14

Prof. Dr. Mehmet OKUYAN

İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI

TEFSİR METİNLERİ

2

İçİndekİler14.1. 69. HÂKKA SÛRESİ ............................................................................................................................................... 3

14.1.1. SÛRENİN TANITIMI ........................................................................................................................................................... 314.1.2. 1-8. ÂYETLER ........................................................................................................................................................................ 314.1.3. 9-12. ÂYETLER ...................................................................................................................................................................14

Prof. Dr. Mehmet OKUYAN

Ünite: 14HÂKKA SÛRESİNİN TANITIMI VE 1-12. ÂYETLERİ

3

HÂKKA SÛRESİNİN TANITIMI VE 1-12. ÂYETLERİ14

14.1. 69. HÂKKA SÛRESİ

14.1.1. SÛRENİN TANITIMIHâkka sûresi Mekke döneminde indirilmiş olup, 52 âyetten oluşmuş ve adını ilk üç âyetteki “gerçekleşen hakikat” anlamındaki el-hâkka kelimesinden almıştır. Mekke döneminin ortalarında indirilmiş olan bu sûre, resmî olarak 69. sıradadır. Bu sûre de el-Müfassalü’t-Tıvâl denilen “kısa sûrelerin kısmen uzun olanları”ndandır.

Hâkka sûresinin konusu, öncesi ve sonrasındaki sûreler gibi “kıya-met ve âhiret”le ilgilidir. Öncesindeki Kalem sûresi ve sonrasındaki Me‘âric ile adeta birbirinin devamı niteliğindedir. Hâkka sûresinde ilk olarak bir adı da el-hâkka olan kıyametin mutlaka gerçekleşeceği beyan edilmektedir. Bu arada kıyametin şiddetinin insan idraki ile kavranamayacağı, bu nedenle konu hakkında bilgilenmek için ilâhî bilgilendirmenin şart olduğu vurgulanmaktadır.

Kıyameti ve mahşeri inkâr eden Semûd ve ‘Âd kavimlerinin akı-betleri ele alınarak muhataplar bilgilendirilmekte, Firavun, ondan önceki bazı kavimler ile özellikle şehirleri alt üst olan Lût kavminin durumu da ibret alınsın diye dikkatlere sunulmaktadır. Daha sonra-ki bölümlerde kıyametin çeşitli sahneleri hatırlatılmakta, mahşerde göğün yapısı, meleklerin durumu ve arşı taşıyan görevlilerin sekiz tane olduğu beyan edilmektedir.

Ardından mahşer sahnelerinden birkaçı gündeme getirilmekte, bun-lardan “Allah’a arz olunma ve bilgilendirilme” konusuna değinilmek-tedir. Amel defterini sağ tarafından alanların sevinçleri ile sol taraf-tan alanların sızlanmaları ve her iki grubun mahşerdeki durumları ele alınmaktadır. Bu bağlamda cehennemliklerin dünyadaki sapkın hallerine karşılık âhirette kendilerine sunulacaklar hakkında da kısa bilgilendirmeler yapılmaktadır.

Sûrenin sonunda Yüce Allah her şeye yemin ederek, vahyin kay-nağının kendisi olduğunu beyan etmektedir. Aksi kanaatlerin akla ziyan olduğu Hz. Peygamber örnekliğinde bildirilerek, vahye müda-halenin tarif edilemeyecek acı sonuçlar doğuracağı belirtilmektedir. Hâkka sûresi çok önemli uyarılarla ve tesbihin gerekliliği hatırlatma-sıyla sona ermektedir.

14.1.2. 1-8. ÂYETLER الحاقة ﴿1﴾ ما الحاقة ﴿2﴾ وما ادريك ما الحاقة ﴿3﴾ كذبت ثمود وعاد بالقارعة

4﴿ا عاد فا,هلكوا بريح صرصر عاتية ﴿6﴾ ا ثمود فاهلكوا بالطاغية ﴿5﴾ وام فامرها عليهم سبع ليال وثمانية ايام حسوما فترى القوم فيها صرعى كانهم سخ

اعجاز نخل خاوية ﴿7﴾ فهل ترى لهم من باقية ﴿8

(

(

Tefsir meTinleri

4

114

“1. Gerçekleşecek o hakikat. 2. Ne yaman şeydir o gerçekleşe-cek hakikat! 3. Gerçekleşecek o hakikati sana bildiren ne olabilir ki! 4. Semûd ve Âd (kavimleri) de o çarpan felaketi yalanlamıştı. 5. Semûd’a gelince, onlar azgınlığın karşılığında bir bela ile helâk edilmişlerdi. 6. ‘Âd (kavmi) ise, uğultulu, kasıp kavuran bir fırtına ile mahvedildiler. 7. (Allah) o kasırgayı, ardarda yedi gece, sekiz gün onların üzerine salmıştı. (Öyle ki, eğer orada olsaydın) o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi (oracıkta) yere serilmiş halde görürdün. 8. Şimdi onlardan geriye kalan (herhangi bir kişi) görebiliyor musun?”Sûre bütünüyle kıyamet ve âhiretle ilgili bir içeriğe sahip olduğu için ilk grup âyette kıyamete dikkat çekilmekte, bu arada insanlık tarihi genelinde inkârcılıkları defalarca hatırlatılan iki kavimden ve yaşa-dıkları helâkten söz edilmektedir.

14.1.2.1. Kıyâmetin Gerçekliği ve Onu Yalanlayan İki KavimYüce Allah Mekke müşriklerinin inkâr ettikleri kıyamet olayının ger-çekliğini Kur’ân’da nadiren kullandığı bir ifade üslubuyla gündeme getirmekte ve muhatapların dikkatini çekmektedir.

1. Kıyamet Mutlaka Gerçekleşecektir

-Gerçekleşecek o hakikat. Ne yaman şey“ الحاقة ما الحاقة وما ادريك ما الحاقةdir o gerçekleşecek hakikat? Gerçekleşecek o hakikati sana bildi-ren ne olabilir ki!” Buradaki الحاقة el-hâkka kelimeleri “gerçekleşecek olay, gerçekleşecek hakikat, kesin gerçek”, ادريك ve mâ edrâke وما ifadesi ise “sana bildiren ne olabilir ki!” demektir.

Kur’ân’da bu ifade türü hakkında Kaari‘a sûresinde geniş bilgi ver-miştik. Özetle söyleyelim ki bu üslup ele alınacak veya gündeme getirilecek meselenin önemini ve sıradışılığını ortaya koymak için kullanılan anlatım tekniklerinden birisidir.

-Gerçekleşecek o hakikat.” Bu ifade kıyametle ilgilidir. Çün“ الحاقة •kü kelimenin başındaki ال eliflâm takısı maksadın bilinen, gün-demde olan ve tartışılan bir konu olduğunu göstermektedir. Kıya-metin gerçekliğinin yanında onun mutlaka meydana geleceğinin de bilinmesi istenmektedir. Râzî bu kelimenin anlamı hakkında bazı hatırlatmalar yaparak çeşitli ihtimaller üzerinde durmakta ve bizce de çok makul tespitlerde bulunmaktadır. Kısaca söz konusu değerlendirmeleri zikretmekte yarar vardır.

1. Hakk, “var olan, mevcut olan” demektir. Hâkka da bu doğrultuda “meydana gelmesi zorunlu olan şey” anlamına gelmektedir.

2. Hâkka, “bir şeyin hakikatinin ne olduğu noktasında asıl mahiyeti-nin anlaşılmasının sağlanacağı saat” demektir.

3. Hâkka, “haklar sahibi” anlamında olup “doğruluğu kesin olan şey-

5

HÂKKA SÛRESİNİN TANITIMI VE 1-12. ÂYETLERİ14

ler” demektir. Bu bağlamda mükâfatlar ve cezalar örnek olarak zik-redilebilir.

4. Hâkka, “meydana gelmesi yalanlanamayacak olan şey, yani kı-yamet” demektir.

5. Hâkka, “her hak sahibinin hakkını almasının gerçek olduğu ve bunun gerçekleştiği an” anlamına da gelmektedir.

6. Hâkka, “herkesin içinde bulunmasının zorunlu olduğu vakit” de-mektir.

7. Hâkka, “bütün mükelleflerin davranışlarının sonucunun mevcut olduğu ve gerçekleştiği hak gün” demektir. 1

Râzî’nin daha pek çok ihtimali dile getirdiği bu kelimenin öyle ya da böyle “kıyamet ve mahşer”le ilgili olduğu açıktır. Zaten İmâm Ferrâ da kelimeye “kıyamet” anlamını vermeyi tercih etmiştir. 2

Ne yaman şeydir o gerçekleşecek hakikat?” Bu âyette mâ“ ما الحاقة •edatından kaynaklanan iki anlam ihtimali vardır:

1. Bu ifade cevabı beklenen bir soru olarak anlaşılabilir. Buna göre maksat, Yüce Allah’ın söz konusu hakikatin ne olduğunu başta Hz. Muhammed olmak üzere bütün muhataplara sormasıdır. Bir sonraki âyetten de anlaşılacağı üzere, bu soru muhatabın cevap verebile-ceği bir konu hakkında değildir. Aksine tam bir acziyet ve çaresizlik ortaya konulması amaçlanmaktadır.

2. Bu ifadenin başındaki mâ edatı tıpkı Vâkı‘a 56/27 ve Kaari‘a 101/2’de olduğu gibi taaccüb denilen “hayretlik” anlamı da verebilir. Buna göre âyete, “O gerçekleşecek olan hakikat ne korkunçtur!” şeklinde bir anlam verilebilir. Bizim de tercih ettiğimiz bu anlama göre, maksat kıyametin dehşetini hayretlik ifadelerle hafızalara ka-zımaktır.

Gerçekleşecek o hakikati sana bildiren ne olabilir“ وما ادريك ما الحاقة •ki!” Kur’ân’da bu tür ifadelerin bulunma nedenleri hakkında Kadr 97/2’de geniş açıklamalar yapmıştık. Şu kadarını hatırlatarak ye-tinelim: Yüce Allah bu tür soru kalıbını ilgili konuda muhatabın hiç-bir şekilde doğru ve tam bilgi sahibi olamayacağını bildirmek için kullanmaktadır. Vahyin yardımı olmadan bu tür konularda hiçbir mahlûk bilgi veremez. Çünkü bu sadece akılla elde edilebilecek bir konu değildir. Rabbimiz bu soru kalıbının devamında, bura-da olduğu gibi, bazen hemen devam eden âyette, bazen ileriki âyetlerde, bazen de farklı yerlerde bizzat kendisi cevap ve bilgi vermektedir.

1 Râzî, age., XXIX, 102.

2 Ferrâ, age., III, 179.

Tefsir meTinleri

6

114

1. Bu ifadedeki ikinci mâ edatı “zaman” anlamı veren metâ manası-na gelebilir. Buna göre maksat kıyametin kopma zamanını hiç kim-senin bilemeyeceğini beyandır. Semerkandî bu edatın “hangi gün” anlamında bir soru olduğu kanaatindedir.3 Kur’ân’da pek çok âyet kıyametin zamanının bilinemeyeceğini ortaya koymaktadır.

2. Söz konusu mâ edatı “mahiyet” anlamına da gelebilir. Buna göre maksat, kıyametin nasıl bir olay olduğunu hiç kimsenin bilemeyece-ğini bildirmektir. Bu konuda bilgiyi sadece Yüce Allah verebilir. ve mâ edrâke ifadelerinin cevabını Yüce Allah verdiği için وما ادريكburadaki maksadı mahiyet olarak anlamak gerekir; çünkü el-hâkka kelimesinin el-kaari‘a, yani kıyamet anlamına geldiğini Rabbimiz bir sonraki âyette beyan etmektedir. Oysa Yüce Allah kıyametin ne zaman kopacağı ile ilgili herhangi bir bilgiyi hiç kimse ile paylaşma-mıştır. Kıyamet ve alametleri (!) ile ilgili olarak Nâzi‘ât sûresinin son grup âyetinde geniş bilgi verdiğimiz için burada aynı şeyleri tekrar-lamayacağız.

Her iki ihtimalde de mesaj, başta Hz. Peygamber olmak üzere bu konuda muhatabın kendi idrakiyle bilgi sahibi olamayacağını ortaya koymakla ilgilidir. Yeniden hatırlatalım ki özellikle bu âyetteki ikinci mâ edatından maksat kanaatimizce “mahiyet” anlamıdır. Zira kıya-metin nasıl gerçekleşeceğini hiç kimse bilememektedir.

2. Yalanlayıcı İki Örnek: Semûd ve ‘Âd Kavimleri

-Semûd ve Âd (kavimleri) de o çarpan felaketi ya“ كذبت ثمود وعاد بالقارعةlanlamıştı.” Âyetteki كذبت kezzebet fiili “yalanlamak”, القارعة el-kaari‘a kelimesi ise “çarpan, son vuruş, son saat, kıyamet” demektir.

• Kur’ân’ın en iyi müfessiri yine Kur’ân’ın kendisidir. Yüce Allah, Fussılet 41/3’te bu kitabın âyetlerinin açıklandığını beyan etmek-te, Hûd 11/1-2’de de açıklamayı bizzat kendisinin yaptığını bil-dirmekte, bu işlemin gerekçesini ise Allah’tan başkasına kulluk yapılmaması şeklinde belirlemektedir. İşte bu açıklamaya dair en güzel örneklerden birisi buradadır. Hâkka kelimesi kaari‘a demek-tir. Kaari‘a aynı adla anılan sûrede “insanların sere serpe yerlere saçıldığı pervane sineklerini andıran ve dağların da atılmış yün gibi olacağı korkunç patlama” anlamında kıyamet demektir. Bura-dan hareketle, sûrenin ilk üç âyetinde üç defa yer alan el-hâkka kelimesinin kaari‘a denilen kıyamet anlamına geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Kaari‘a kelimesi Ra‘d 13/31’de de geçmekte ve bu defa kıyametle değil, dünyevi bir felaketle ilişkilendirilmektedir. Elbette dünyadaki felaketler ile sistemin bitişini sağlayacak kıyamet birbiriyle muka-yese edilemeyecek düzeyde farklıdır. Ra‘d 13/31’de geçen kelime belirteç edatı olmadan nekre olarak kullanılmakta, dolayısıyla her

3 Semerkandî, age., III, 488.

7

HÂKKA SÛRESİNİN TANITIMI VE 1-12. ÂYETLERİ14

tür dünyevi sıkıntıyı ve felaketi içermektedir. Biri bu sûrede diğerleri Kaari‘a sûresinde olmak üzere toplam dört defa daha geçen bu ke-lime başındaki eliflâm takısı gereği “kıyamet” anlamına gelmektedir. • Yüce Allah bu sûrede önceki kavimlerden iki tanesini hatırlat-

makta ve onların da kıyameti yalanladığını haber vermektedir. Hz. Salih’in kavmi Semûd ile Hz. Hûd’un kavmi ‘Âd’ın bu gerçeği yalanlamasının ardından ne tür felaketler yaşadıkları dile getiril-mektedir. Böylece başta Mekkeli müşrikler olmak üzere bütün za-manların inkârcılarına gözdağı verilmekte, müminlere ise moral desteği sağlanması amaçlanmaktadır.

14.1.2.2. Semûd ve ‘Âd Kavimlerinin AkıbetleriYüce Allah, kıyameti ve âhireti inkâr eden iki kavmi bu son ümmete örnek olsun diye gündeme getirmekte, her iki kavmin helâk edilme biçimleri ve akıbetleri hakkında bilgi vermektedir.

1. Semûd Kavminin Helâki

ا ثمود فاهلكوا بالطاغية Semûd’a gelince, onlar azgınlığının karşılığında“ فامbir bela ile helâk edilmişlerdi.” Âyetteki ثمود semûd kelimesi “Semud kavmi”, اهلكوا ühlikû fiili “helâk edilmek”, الطاغية et-tâğiye kelimesi ise “ölçü tanımayan korkunç bir ses, azgın bir bela, sınırı aşan şey” demektir.

Daha önce Fecr ve Şems sûrelerinde de ele aldığımız üzere, ثمود semûd kelimesi, “az su” anlamına gelen semd kökünden türetilmiş-tir. Az yağan yağmuru, kayalarda açtıkları sarnıçlarda biriktirdikleri için bu isimle anılan Semûd, Hz. Sâlih’in kavmidir. Bu kavim, bugün Medâin-i Sâlih diye bilinen, Arabistan’ın kuzeyinde bulunan, kaya kentlerinden oluşan ve “Hıcr” adıyla anılan bölgede yaşamışlardı. 4 Yüce Allah, helâkinden söz ettiği kavimlere Hz. Salih’in muhatapları olan Semûd ile başlamakta, ancak burada helâkin detayını verme-mektedir. Kur’ân’da sadece bu âyette geçen الطاغية et-tâğiye kelime-sinin başındaki bâ edatının anlama katkısı nedeniyle âyeti iki şekil-de yorumlamak mümkündür:

• Âyetteki mesaj bu kavmin helâk şekliyle, yani “azgın bir vaka” ile helâk edilişiyle ilgili olabilir. Kur’ân’da Semûd kavminin helâk edilişiyle ilgili pek çok âyette detay bilgiler vardır. Buna göre helâk A‘râf 7/73-79’da “sarsıntı”, Hûd 11/61-68 ve Hicr 15/80-84’te “kor-kunç ses”, Şu‘ârâ 26/141-159’da “azap”, Neml 27/45-53’te “yı-kılma”, Fussılet 41/17-18’de “azap yıldırımı”, Zâriyât 51/43-44’te “yıldırımla yakalanma”, Kamer 54/23-32’de “tek sayha (gürültü)”, Fecr 89/8-13’te “azap kırbacı” ve Şems 91/11-14’te ise “yerle bir edilme” şeklinde, yani yaşadıkları mekânın dümdüz edilmesi biçi-minde gerçekleştirildiği bildirilmektedir.

4 Bu kavim hakkında geniş bilgi

için bk. İslâmoğlu, age., s. 1255’te

9. not ve s. 1256’da 13. not.

Tefsir meTinleri

8

114

Görüldüğü üzere yorumunu yapmakta olduğumuz âyette tek kelime ile nitelendirilen helâk başka âyetlerde pek çok detay içermektedir. Bütün bu âyetlerde helâkin nasıl gerçekleştirildiği ifade edildiği gibi, zaman zaman gerekçesi üzerinde de durulmaktadır.

• Yorumunu yapmakta olduğumuz âyetteki الطاغية et-tâğiye kelimesi-nin başındaki bâ edatına “sebebiyet” manası vermemiz de müm-kündür. Nitekim Semerkandî ve Taberî bu anlamı tercih etmiş, bizim ilk görüş olarak verdiğimiz kanaati ikinci sırada zikretmişler-dir. 5 Zemahşerî’de de bu yönde bilgiler vardır.6 Semûd kavminin azgınlığı hakkında Fecr 89/11’de tağavv fiili, Şems 91/11’de ise tağvâ kelimesi kullanılmaktadır. Buna göre, onlar azgınlık yaptık-ları için, yaptıkları cinsinden azgın bir azapla cezalandırılmışlardı.

İbn Abbâs’ın da isabetle vurguladığı gibi, böylece âyette onların helâk edilme biçiminin yanında, helâk edilme nedeni de dile getiril-miş olmaktadır. Bir anlamda âyette “sebep-sonuç” ilişkisi üzerinde durulmakta ve Semûd kavminin helâk edilme nedeni azgınlıkları olarak belirlenmektedir.

2. ‘Âd Kavminin Helâki

ا عاد فا,هلكوا بريح صرصر عاتية -Âd (kavmi) ise, uğultulu, azgın bir ka‘“ وامsırga ile helâk edilmişlerdi.” Âyetteki عاد ‘âd kelimesi “Âd kavmi”, صرصر ,”ühlikû fiili “helâk edilmek ا,هلكوا rîh-i sarsar tamlaması ريح “alabildiğine soğuk rüzgar, şiddetli bir sesle gürleyen kasırga”, عاتية ‘âtiye kelimesi ise “karşı gelen, dizginlenemeyen, azgın, isyan eden” demektir.

Fecr 89/6’da da ifade ettiğimiz üzere, Kur’ân’da “ilk ‘Âd” adı da verilen 7 ‘Âd kavmi, peygamberleri Hz. Hûd olan ve efsanevî İrem Bağları’nın sahipleriydiler. Kumluk bir alanda Ahkaf adıyla bilinen, Umman ile Hadramevt arasında bugünkü Yemen topraklarını da içi-ne alan geniş çöl bölgesinde yaşamış bir kavim idi. Burası, Arabis-tan yarımadasının güneyinde, okyanusa paralel uzunca bir çölün ve vadinin içerisinde bulunuyordu. 8

• Âyetteki ريح صرصر rîh-i sarsar tamlaması, Kur’ân’da üç kez geç-mekte ve kasırganın korkunç yapısını, çıkardığı dehşet gürültüyü ve uğultuyu ifade etmektedir. Özellikle صرصر sarsar kelimesinin aslında sadece صر sar kökünden geldiği, kasırganın tekrarı ve sürekliliği nedeniyle aynı kalıbın iki kez tekrarlandığı beyan edil-mektedir. 9

Bu arada عاتية ‘âtiyeh kelimesi ise kasırganın azgınlığını, şiddetini, büküp büküp attığını, adeta hortum görüntüsü verdiğini mesaja kat-maktadır. Çünkü ‘âtiyeh kelimesiyle aynı kökten gelen ve Meryem 19/8’de Hz. Zekeriyya’nın yaşını ifade eden ‘ıtiyyâ kalıbı “bir şe-

5 Semerkandî, age., III, 488;

Taberî, age., XXIX, 49.

6 Zemahşerî, age., IV, 587.

7 Necm 53/50.

8 Geniş bilgi için bk. Esed, age.,

s. 284’te 48. not; İslâmoğlu, age.,

s. 1255’te 9. not.

9 Râzî, age., XXIX, 103.

9

HÂKKA SÛRESİNİN TANITIMI VE 1-12. ÂYETLERİ14

yin son sınırı”nı ifade etmektedir. Bu arada yine Meryem 19/69’da Allah’a karşı azgınlığın son noktası anlamında da ‘ıtiyyâ kelimesi kullanılmaktadır. Anlaşılan o ki, bu kavme uygulanan azap, benzer-lerinden farklı olarak son sınıra gelmiş ve dünyevî azap anlamında artık ötesi tahayyül edilemeyen bir boyut kazanmıştı.

b) Yüce Allah sûrenin 6-7. âyetlerinde Hz. Hûd’un kavmi olan ‘Âd’i, yani Ahkaaf halkını nasıl helâk ettiğini beyan etmektedir. Kıyameti ve dolayısıyla âhireti inkâr eden bu kavmin dünyadaki azgınlıkları ve akıbetleri hakkında çeşitli bilgiler vardır. Bu konuda Ahkaaf adın-da müstakil bir de sûrenin bulunduğunu hatırlatarak onların helâki hakkında bazı ifadeleri hatırlatmakla yetinelim. Buna göre söz ko-nusu kavmin helâki A‘râf 7/65-72’de “onların ardını kesmek”, Hûd 11/50-60’ta “katı ve ağır bir azap”, Mü’minûn 23/33-41’de “korkunç gürültü ile sel sürpüntüsüne döndürülme”, Şu‘arâ’ 26/123-140’ta “helâk”, Fussılet 41/15-16’da “uğursuz günlerde uğultulu kasırga ile”, Zâriyât 51/41-42’de “köklerini kesen rüzgârın hiçbir şey bırak-maması”, Kamer 54/18-21’de “sürekli uğursuz bir günde uğultulu bir kasırga” ve Fecr 89/6-8 ve 13. âyetlerde ise “azap kamçısı” ile cezalandırıldıkları beyan edilmektedir.

Bu âyet gruplarının dışında oldukça geniş bir malumat ise Ahkaaf sûresinde 21-26. âyetler arasında yer almaktadır. Kur’ân’ın bir ko-nuyu açıklama metodu “serpiştirerek anlatma” şeklinde olduğu için, konuyla ilgili etraflı bilgi sahibi olmak amacıyla bütün âyetleri ve bağ-lamlarını iyi bilmek gerekmektedir. Bu nedenle söz konusu âyetleri ve ‘Âd kavmine uygulanan azap ifadelerini kısaca hatırlatmak istedik.

• Bu arada söz konusu kavme uygulanan kasırganın şiddetini be-yan anlamında İbn Abbâs’tan şöyle bir rivayet nakledilmektedir: Rasûlüllah (as) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah ne kadar bir rüz-gar esintisi göndermişse mutlak surette bir ölçü ile göndermiştir. Ne kadar bir su damlası gönderdiyse onu da bir ölçü ile gönder-miştir. 10 Bundan ‘Âd’in helâk günü ile Nûh kavminin helâk günü müstesnadır. Nûh kavminin helâk edildiği gün, su (meleklerden oluşan) bekçilerine baş kaldırdı; onların da ona yapacak bir şeyle-ri yoktu.” Bu ifadelerinden sonra Hâkka sûresinin 11. âyetini oku-du ve devamla buyurdu ki: “‘Âd kavminin helâk edildiği gün de rüzgâr bekçilerine karşı itaatsizlik etti; onlar da ona karşı bir şey yapamadılar.” Daha sonra Hâkka sûresinin 6. âyetini okudu. 11

Hz. Ali’den de benzer bir rivayet nakledilmekte, aralarındaki fark ise bu iki kavmin helâkinde su ve fırtınanın kendileriyle görevli melek-lerin kontrolünden özellikle Yüce Allah tarafından çıkartıldığı beyan edilmektedir.12 Yani suyun ve fırtınanın meleklere isyanı söz konusu olmamış, onlar bu noktada istisna edilmişlerdir. Gerçekten de özel-likle bu son rivayet konuyu doğru anlamamızda son derece ufuk verici bir mahiyet arz etmektedir.

10 Hz. Peygamber’in bu ifadesi

âyetlerle uyumludur. Bu konuda

bk. Hıcr 15/21; Mü’minûn 23/18.

11 Semerkandî, age., III, 489;

Zemahşerî, age., IV, 587; Kurtubî,

age., XVIII, 168.

12 Taberî, age., XXIX, 50.

Tefsir meTinleri

10

114

• Bu rivayette Peygamber Efendimiz her iki kavmin çarptırıldığı her iki felaketin dizginlenemez, ertelenemez ve önlenemez özellikte olduğunu açıkça beyan etmektedir. İbn Abbâs’ın ifadesiyle rüz-gar ‘Âd kavmini helâkte ölçüleri katlayıp geçti; çünkü söz konusu kavim de müminlere ve hakikate karşı ölçüyü çoktan aşıp geç-mişti. Elbette iradeli müslümanlar ellerinden geleni yapmalarına rağmen yetersiz kalırlarsa, devreye Yüce Allah’ın iradesiz kulları girmektedir. İşte burada yaşanan örnekler bunun birer ifadesidir.

• Bu iki kavmin ve Kur’ân’da kıssası anlatılan eski kavimlerin helâk edilme biçimlerinin ve helâk nedenlerinin ele alınmasının sebe-bi benzer hataların yapılmamasını sağlamaktır. Rüzgâr eken bu inkarcılar fırtına biçerek dünyada helâk edilmişlerdir. Mahşerde çekecekleri ceza ise elbette bu dünyadakinden çok daha ağır ve şiddetli olacaktır.

Risalet öğretilerini gürültüleriyle bastıranlar benzer şekilde helâk edilirler. Artık rüzgârların ve fırtınaların şekli değişmiş olsa da, inkârcılık mantığında herhangi bir değişiklik olmamıştır. Bu nedenle Rabbimizin uyarılarına gönülden kulak vererek arzu edilen hassasi-yeti göstermek durumunda olduğumuzu unutmamalıyız.

3. ‘Âd’in Helâk Edilme Süresi

حسوما ايام وثمانية ليال سبع عليهم رها o kasırgayı, ardarda yedi (Allah)“ سخgece, sekiz gün onların üzerine salmıştı.” Âyetteki ر sehhara fiili سخ“musallat etmek, salmak”, سبع ليال seb‘a leyâl ifadesi “yedi gece”,ثمانية -husûm keli حسوما ,”semâniyete eyyâm ifadesi “sekiz gün(düz) ايامmesi ise “ardarda, aralıksız, peşpeşe, kesintisiz, kökünü kazımak” demektir.

• Kur’ân’da sadece burada geçen حسوما husûm kelimesine “ardar-da, peşpeşe, kesintisiz” anlamı verilince birtakım izahların yapıl-ması zorunludur.

1. Yüce Allah, ‘Âd kavminin üzerine, aralıksız olarak yedi gece se-kiz gün(düz) süren kasırga musallat etmişti. Bu nedenle kasırganın bir hafta sürdüğü anlaşılmaktadır. Aynı konunun işlendiği Fussılet 41/16’da gün sayısı verilmeyip, sadece eyyâm-i nehısât, yani “uğur-suz günler” denilmekte, dolayısıyla yorumunu yapmakta olduğumuz Hâkka 7. âyet Fussılet 41/16’daki bu tamlamayı açıklamış olmakta-dır.

2. Konuyla ilgili bir başka âyet ise Kamer 54/19’dur. Burada söz konusu kasırganın süresi hakkında Fussılet’teki gibi eyyâm “günler” şeklinde çoğul değil, yevm şeklinde “bir gün” ifadesi kullanılmakta-dır. Âyetler arasında çelişki olamayacağı gerçeğinden hareketle bu konuda şu yorumu yapmak istiyoruz:

11

HÂKKA SÛRESİNİN TANITIMI VE 1-12. ÂYETLERİ14

Kamer 54/19’da söz konusu kasırga günü için çok önemli bir sıfat yer almaktadır. Oradaki müstemirr kelimesi “devamlı, süregelen” anlamına gelmektedir. Dolayısıyla ilgili kasırganın sürekliliği dolaylı olarak dile getiriliyor demektir. Aksi takdirde, bu kelimenin âyette bulunma gerekçesi olamaz. Buradan hareketle, Kamer 54/19’daki ifadenin bir süre devam edecek kasırganın ilk gününü içermiş ola-bileceğini söyleyebiliriz. Belki bu ilk gün kasırganın en şiddetli dö-nemini oluşturmuş da olabilir. Âyetlerin birbirini açıklama niteliği işte bu konuda bir kez daha örneklendirilmiştir diyebiliriz.

• Âyetteki حسوما husûm kelimesinin bir de “kökünü kazımak” anlamı vardır. Bu durumda söz konusu kelime azabın süresini değil, ge-rekçesini ortaya koymuş olur. ‘Âd kavmine uygulanan yedi gece, sekiz günlük azabın yapılma nedeni “onların kökünü kazımak” şeklinde belirlenmiş olmaktadır. Onlar tevhidin ve peygamber öğretilerinin kökünü kazımak istiyor ve bu uğurda çalışıyorlardı. İşte onların bu durumuna uygun olarak Yüce Allah da ilgili kavmin kökünü kazıyacak şiddetli bir kasırga ile kendilerini helâk etmiştir.

Bu iki ihtimalden ilkini tercih ettiğimizi söylemeliyiz; çünkü diğer âyetlerin de işaretiyle azabın bir günden fazla sürdüğü anlaşılmak-ta, böylece bir haftalık azabın süresi içerisinde herhangi bir kesinti-nin olmadığı ortaya konulmaktadır.

4. Helâkin Etkisi

o (Öyle ki, eğer orada olsaydın)“ فترى القوم فيها صرعى كانهم اعجاز نخل خاويةkavmi, içi boş hurma kütükleri gibi (oracıkta) yere serilmiş halde gö-rürdün.” Âyetteki ترى terâ fiili “görmek”, القوم el-kavm kelimesi “kavim, topluluk”, صرعى sar‘â sözcüğü “ölüp düşmek, yere serilmek”, اعجاز haaviyeh kelimesi خاوية ,”a‘câzü nahl tamlaması “hurma kütükleri نخلise “içi boş, çürümüş” demektir.

Bu âyetlerde ortaya konulan manzara, insanların ilâhi irade ve kud-ret karşısındaki çaresizliğini ortaya koymaktadır. Hakk’a karşı sahte duruşların sonu, kökünden sökülen hurma kütükleri gibi yere seril-mektir. Âyetteki فيها fîhâ ifadesindeki zamirin “kasırgaya” da, “kasır-ganın yaşandığı günlere” de gitmesi mümkündür. Her iki ihtimalde de maksat o dehşetli yapının içerisinde helâk edilen söz konusu inkârcıların alacağı perişan hali deşifre etmektir.

Kur’ân’da sadece burada geçen صرعى sar‘â kelimesi “(yere) seril-miş” anlamına geldiği için Yüce Allah onların bu durumunu, içi boş hurma kütüklerine benzetmektedir. ‘Âd kavminin yere serilmiş halini Kamer 54/20’de de görmekteyiz. Yüce Allah orada söz konusu ka-sırganın, insanları köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi devi-receğini beyan etmektedir.

Tefsir meTinleri

12

114

İnkârcı ‘Âd kavminin durumunun benzetildiği اعجاز نخل خاوية “İçi boş hurma kütükleri” ifadesi çok ilginçtir. Çünkü inkârcılık, aslında içi boş bir durumdur. Münafıklık nasıl ki “kalpleri bölük pörçük, köste-bek yuvası gibi delik deşik, içi boş olmak” 13 anlamlarına geliyorsa, inkârcılık da boş bir duygudur. Münafıkların “giydirilmiş kütüklere”14

benzetilmesindeki mantık ile inkârcıların “içi boş hurma kütüklerine” benzetilme mantığı aynıdır. Belki fark olabilecek tek husus, müna-fıkların canlı ve ayaktaki kütük, helâk edilen inkârcıların ise yere yıkılmış kütük olmasıdır.

İnkâr eden ve hakikati kökünden kazımaya çalışan bu insanların içi manen çürümüş ve boşalmış haldedir. Yüce Allah onları maddi yapıları gereği aynı hale getirmiştir. Onlar yaşarken gönüllerini ve beyinlerini çürütüp boşalttılar, Yüce Allah da onlara aynı türden ce-zayı vermiştir. 15

İnkârcılar hakikatten nasibini almayanlardır. Bu nedenle hayatın an-lamlı olabilmesi için inancın ne kadar önemli ve belirleyici olduğu böylece ortaya çıkmaktadır. Tevhid akidesiyle şekillendirilmiş fıtrata yabancılaşanlar içlerini boşaltıp çürütenlerdir. İşte bu son ümmet böyle bir akıbetle buluşmamak için uyarılmaktadır.

5. Helâkin Sonucu

-Şimdi onlardan geriye kalan (herhangi bir kişi) gö“ فهل ترى لهم من باقيةrebiliyor musun?” Âyetteki هل ترى hel terâ ifadesi “görüyor musun?”, .bâkıyeh kelimesi ise “geriye kalan” demektir باقية

Yüce Allah Hz. Sâlih’in kavmi Semûd ile Hz. Hûd’un kavmi ‘Âd’ı na-sıl helâk ettiğini beyan ettikten sonra, bunları hatırlatmasındaki asıl amacı ortaya koymakta ve kendilerinden sonraya dair herhangi bir bakiye olup olmadığını soruya konu edinmektedir.

Sûrenin bu âyetinde helâkinden söz edilen kavimlerin geriye bir fert bırakıp bırakamadıkları sorulmakta ve elbette cevap da “hayır” şek-linde zihinlere kazınmaktadır. Yüce Allah Semûd ve ‘Âd kavimlerinin helâkini ele aldıktan sonra her iki kavimden geriye hiç kimsenin kal-madığını beyan etmek istemektedir.

• Âyetteki هل ترى “Görüyor musun?” hitabının öncelikli muhatabı el-bette Hz. Peygamber’dir. Ancak mesaj veya istek onunla sınırlı değildir; bu vahye muhatap olan herkestir.

• Buradaki ترى Görüyor musun?” ifadesi, cevabı beklenen bir“ هل soru değildir; görmenin mümkün olmadığını ortaya koyan “inkârî” bir sorudur. “Görüyor musun” demek “Göremiyorsun, değil mi?” anlamına gelmektedir. Açıkça anlaşılıyor ki o kavimlerden hiç kimse geri kalmamıştır.

13 Haşr 59/14.

14 Münâfikuun 63/4.

15 Bayraklı, age., XIX, 539.

13

HÂKKA SÛRESİNİN TANITIMI VE 1-12. ÂYETLERİ14

Onlardan herhangi bir kimse” ifadesi, “parçayı anarak“ لهم من باقية •bütünü kast etme kuralı” gereği, geçmişte helâk edilmiş bütün ka-vimlerdir. Sûrenin sonraki âyetlerinde ele alınan diğer kavimler de, burada adı geçmeyenler de bu hitabın muhtevası içerisinde yer almaktadır. Nitekim Tâhâ 20/127 ve Kaaf 50/36 gibi çeşitli âyetlerdeki mesajlar bunun delillerindendir.

• Âyetteki باقية bâkıyeh kelimesi söz konusu kavimlerin fertlerini ifa-de etmektedir; çünkü önceki âyetlerde dile getirilen “içi boş hurma kütükleri gibi yere serilenler” elbette ilgili kavmin inkârcı kişileriydi. Burada da aynı konu farklı kelimelerle ve üslupla dile getirilmiş olmaktadır. Bâkıyeh kelimesi hakkında “iz, eser” gibi değerlen-dirmeler gerçeği yansıtmamaktadır. 16 Esasında onlara ait çeşitli medeniyetlerin izleri halen meydandadır. İşte bazı âyet mealleri:

1. Kur’ân’da onların yaşadığı yerlerin ibretle gezilmesini emreden pek çok âyet vardır. “Yeryüzünde gezmiyorlar mı?”, “Yeryüzünde gezin” gibi hitaplar eski milletlerin helâk sonrası geriye kalan izlerini ibret nazarıyla incelemeyi istemektedir. 17

2. ‘Âd kavminin helâkinin ele alındığı Ahkaaf 46/21-26’da konu hak-kında bilgi verilirken, onların helâk edilmesinden sonra evlerinden başka bir şeyin görülmediği açıkça beyan edilmektedir. Demek ki kişiler helâk edilmiş, ancak yıkık evleri geri kalmıştır.

3. Neml 27/51-52’de Yüce Allah bazı kavimlerin kurduğu tuzaklar ve dolayısıyla kendi akıbetleri hakkında gözlem yapılmasını emret-mekte, bu arada yaşadıkları yerlerin bomboş kaldığını beyan et-mektedir. Demek ki kişiler helâk edilmişler, yerleri ve meskenleri boş kalmıştır. Benzer ifadeler Kasas 28/58’de de yer almaktadır.

Bütün bunlardan ortaya çıkmaktadır ki helâk edilen kavimlerden geriye kalmayan şeyler kişilerdir; yoksa onlara ait medeniyetler ve onların izleri değildir. Son söz olarak söyleyelim ki Meryem 19/97’de Yüce Allah Hz. Peygamber’e hitap ederek şöyle buyurmaktadır: “Biz onlardan önce nice uygarlıkları helâk etmişizdir; sen onlardan herhangi birinin varlığını hissediyor, ya da onların ardından bir tek çıt çıktığını duyabiliyor musun?”

16 Esed, age., s. 1181.

17 Âl-i İmrân 3/137; En‘âm 6/11;

Nahl 16/36; Hacc 22/46; Neml

27/69; ‘Ankebût 29/20; Rûm 30/9,

42; Fâtır 35/44; Mü’min 40/21, 82;

Muhammed 47/10.

Tefsir meTinleri

14

114

14.1.3. 9-12. ÂYETLER وجاء فرعون ومن قبله والمؤتفكات بالخاطئة ﴿9﴾ فعصوا رسول ربهم فاخذهم

اخذة رابية ﴿10ا طغا الماء حملناكم في الجارية ﴿11﴾ لنجعلها لكم تذكرة وتعيها اذن واعية انا لم

12﴿

“9. Firavun, ondan öncekiler ve altı üstüne getirilen beldeler(in halk-ları) hep o günahı (şirki, küfrü ve isyanı) işlemişlerdi. 10. Böylece Rablerinin her bir elçisine karşı gelmişlerdi; O da onları pek şiddetli bir şekilde yakalayıvermişti. 11. Şüphesiz, su yükselip azgınlaştığı vakit sizi gemide Biz taşımıştık. 12. Onu sizin için bir öğüt yapalım ve belleyici kulak(ların sahipleri) onu iyice bellesin diye (bunu hatır-lattık).”

Yüce Allah sûrenin 4-8. âyetlerinde Semûd ve ‘Âd kavimlerinin ger-çeği yalanlamasını ve yaşadıkları helâkleri hatırlattıktan sonra bu âyet grubunda da benzer sonu paylaşan başka örnekleri gündeme getirmekte, bu arada yapılan bilgilendirmenin amacını ve gerekçe-sini beyan etmektedir.

14.1.3.1. Firavun, Öncesi ve Alt Üst Edilenlerin AkıbetiSûrenin 9 ve 10. âyetlerinde önceki bölümde helâkinden söz edilen Semûd ve ‘Âd kavimlerinin bu noktada yalnız olmadıkları belirtile-rek, Firavun, ondan öncekiler ve şehirleri alt üst edilenler dikkatlere sunulmaktadır.

1. Firavun ve Diğerleri Büyük Bir Hataya Gömülmüşlerdi

بالخاطئة والمؤتفكات قبله ومن فرعون Firavun, ondan öncekiler ve altı“ وجاء üstüne getirilen beldeler(in halkları) hep o günahı (şirki, küfrü ve is-yanı) işlemişlerdi.” Âyetteki جاء câe fiili “gelmek”, من قبله men kablehû ifadesi “ondan öncekiler”, المؤتفكات el-mü’tefikât kelimesi “alt üst edi-lenler”, الخاطئة el-haatıe sözcüğü ise “hata, günah, büyük günah” demektir.

Âyetin başındaki جاء câe fiili, beraberinde bâ edatıyla kullanıldığın-da “gelmek” değil, “getirmek” anlamı verir. Bu nedenle burada adı geçen kavimlerin veya şahısların “hata ile gelmesinden” değil, “hata yapmasından” söz edildiğini belirtmeliyiz.

• Fecr 89/6-13’te de ‘Âd, Semûd ve Firavun’dan söz edildiği gibi burada da aynı üçlü hatırlatılmaktadır. Vahyin ilk muhataplarının bu üçlü hakkındaki malumatları veya son ümmet için en çarpıcı örnekliğin bunlarda bulunması nedeniyle Kur’ân’da bu üçlüden daha çok söz edilmektedir. Ayrıca yaptıkları yanlışlıklar büyük

(

(

15

HÂKKA SÛRESİNİN TANITIMI VE 1-12. ÂYETLERİ14

oranda benzeştiği için de beraber anılmaları sağlanmış olabilir. Bu gerekçelerin ortaya koymayı amaçladığı ortak mesaj bu son ümmete ve özellikle de inkârcılarına yöneliktir: “Dikkat edin, aksi taktirde aynı sonu yaşamak zorunda kalırsınız.”

1. Yüce Allah, önemine binaen özellikle Firavun’u anmış, “ondan öncekiler” ve “alt üst edilen şehirlerin halkları”nın adını vermemiş-tir. Firavun’un Hz. Mûsâ ile mücadelesi hakkında Kur’ân’da olduk-ça geniş bilgi verilmektedir. Onun bir peygamberi aşağılayan, ona meydan okuyan, inananlarına her türlü eziyeti reva gören, bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de kalkıp ilahlık iddiasında bulunan bu azgın kişinin durumu elbette özellikle anılmasını gerekli kılmıştır.Bilindiği üzere فرعون firavun kelimesi aslında bir isim değil, sıfattır. Mısır’da hükümran olan yöneticiler için bu sıfat övücü bir anlamda kullanılmaktaydı. Kur’ân, bu tür konuları verirken özellikle isimler üzerinde durmaz. Çünkü amaç mesajın yöresel kalmayıp evrense-le taşınmasıdır. Bu nedenle Firavun’un da asıl adının söylenmeyip Firavun denmesi oldukça manidardır. Kur’ân Firavun’un öldüğünü, ancak firavunların devam edeceğini, çünkü firavunluğun bitmeye-ceğini beyan etmek istemektedir. İşte o nasıl denizde avanesiyle birlikte boğulduysa firavunlaşanlar da aynı akıbeti paylaşacaklardır. Denizde olmasa da inkâr denizinde boğulmaktan kurtulamayacak-lardır. Hakkı ve hakikati sesleriyle, gürültüleriyle, zulümleriyle ve baskılarıyla boğmaya çalışanlar hak ettikleri akıbeti yaptıkları zulüm cinsinden yaşayacaklardır.

2. Âyetteki من قبله men kablehû ifadesi Firavun öncesi helâk edilmiş bütün kavimleri içermektedir. Bu ifadeyi kıbelihî şeklinde okuyan alimler de vardır. Buna göre maksat Firavun’un avanesi, askerleri, onunla birlikte olan ve ona tabi olan Mısırlılardır. 18 Bu da önemli bir görüştür; ancak asıl doğru olan ilk verdiğimiz anlamdır.

3. Âyetteki المؤتفكات el-mü’tefikât kelimesi “alt üst edilenler” anlamına gelmektedir. Bu kelime genellikle Hz. Lût’un kavminin yaşadığı So-dom ve Gomore şehirleriyle ilişkilendirilerek izah edilmektedir. Keli-me çoğul olduğu için bunu iki şehir olarak değil de, Hz. Lût’un kav-minin yaşadığı bütün şehirler olarak anlamak daha doğrudur. Zaten Kurtubî bu meyanda söz konusu kavmin yaşadığı Sab‘a, Sa‘ra, ‘Amra, Dûmâ ve Sedûm şeklinde beş şehir ismini vermektedir. 19

Genelde izahlar bu şekilde yapılmış olsa da, biz âyette isim zik-redilmemesi nedeniyle maksadı bir kavimle sınırlı tutmanın doğru olmayacağı kanaatindeyiz. Çünkü öncelikle belirtmeliyiz ki bundan önceki من قبله men kablehû ifadesi Firavun’dan öncesini içerdiği için aslında Hz. Lût’un kavmi de onların arasında zaten vardı. Demek ki maksadı sadece Hz. Lût’un kavmiyle sınırlı görmek hiçbir şe-kilde doğru değildir. Kanaatimizce burada kast edilenler öncelikle Firavun’dan sonra yaşayanlar olmak üzere bütün zamanlarda helâk

18 Taberî, age., XXIX, 52;

Zemahşerî, age., IV, 588; Râzî,

age., XXIX, 105.

19 Kurtubî, age., XVIII, 170.

Tefsir meTinleri

16

114

edilen tüm inkârcılardır. Başka bir ifadeyle, inkârcılığını zulme dö-nüştürdüğü için helâk edilmiş ve altı üstüne getirilmiş bütün mekan-ların sakinleri âyetin muhtevasında yer almaktadır, diyebiliriz.

• Âyetin sonunda yer alan, ancak söz konusu milletlerin helâkine neden olan durumu ifade eden kelime ise الخاطئة el-haatıe sözcü-ğüdür. Bu kelimenin akla ilk gelen ve yaygın olan anlamları “hata, günah, büyük günah” şeklindedir. Ancak bunu sıradan hatalar gibi algılamak doğru değildir. Âyetlerin içeriğinden de rahatlıkla an-laşılabileceği gibi buradaki el-haatie kelimesi bir kavmin topluca helâkine neden olan özel bir yanlışlıktır. Zaten kelimenin başında-ki eliflâm takısı bunun bilinen, belirli bir yanlışlık olduğunu ortaya koymaktadır. Bu doğrultuda alimlerimiz bu kelimeye “şirk, büyük hatalar, hatalı işler, masiyet, küfür” gibi anlamlar vermişlerdir. 20 Esasında bir sonraki âyette Rabbimiz onların hatasının ne oldu-ğunu da beyan etmektedir.

İnananlara karşı zulme dönüşen, sahiplerini tam anlamıyla zalim-leştiren, inkâr boyutunda kalmayıp isyana dönüşen ve müminlere hayatı zindan etmeye varan davranışlar, baskılar veya haksızlıklar işte bu kelimenin anlam alanında yer almaktadır. Benzer hataları yapanların şu veya bu şekilde benzer akıbetleri paylaşacakları da özellikle hatırlatılmış olmaktadır.

2. Peygamberlerine İsyan Etmiş ve Azaba Çarptırılmışlardı

-Böylece Rablerinin her bir elçisine kar“ فعصوا رسول ربهم فاخذهم اخذة رابيةşı gelmişlerdi; O da onları pek şiddetli bir şekilde yakalayıvermiş-ti.” Âyetteki عصوا ‘asavv fiili “isyan etmek, karşı gelmek”, رسول rasûl kelimesi “elçi, peygamber”, اخذ ehaze fiili “almak, yakalamak”, اخذة ”ahzeten râbiyeh tamlaması ise “şiddetli bir şekilde yakalamak رابيةdemektir.

-Böylece Rablerinin her bir elçisine karşı gelmişler“ فعصوا رسول ربهم •di.” Önceki âyetin son kelimesi olan ve çeşitli anlam ihtimallerinin bulunduğunu naklettiğimiz الخاطئة el-haatie kelimesinin ne anlama geldiği işte bu âyette ortaya konulmakta ve onların yaptığı ortak hatanın “risalete karşı çıkmak” olduğu beyan edilmiş olmaktadır. Âyetlerin birbirini tefsir etmesi tekniğinin güzel örneklerinden birisi de işte budur.

1. Âyette peygambere isyanından söz edilenler bu âyetten önce zikredilen ve helâk edilen bütün kavimlerdir; çünkü konuyla ilgili fiil asavv şeklinde çoğuldur. İsyana muhatap olan rasûl kelimesi‘ عصواtekil olduğu için maksadı tek bir peygamber olarak algılayan âlimler vardır. Bu bağlamda elçiyi Hz. Mûsâ veya Hz. Lût diye yorumlayan-lar vardır. Elbette bu görüşler âyetlerin muhtevalarıyla da uyumlu-dur. Burada çok önemli bir incelik olduğu gözden kaçırılmamalıdır:

20 Semerkandî, age., III,

489; Taberî, age., XXIX, 52;

17

HÂKKA SÛRESİNİN TANITIMI VE 1-12. ÂYETLERİ14

Verilmek istenen mesaj, elçilerin adları, gönderildikleri kavimler ve mekânlar farklı olsa da hepsinin misyonu aynıdır; aynı kaynaktan gelmekte ve aynı hakikati farklı dillerle farklı insanlara aktarmakta-dırlar. Sonuçta hepsi de tevhidi tebliğ etmişlerdi ve hepsinin getirip anlattığı dinin ortak adı “İslam” idi.

Bu açıklamaya ilave olarak ve kelimenin yapısını da dikkate alacak şekilde konuya farklı bir bakış açısı da getirebiliriz: Rasûl kelimesi tekil olduğu için meseleyi daha doğru bir yere oturtmak gerekir. Bu nedenle Kurtûbî’nin de isabete vurguladığı gibi söz konusu kelime-den maksadı “risâlet” olarak algılamak en doğrusudur. 21Bu durumda geçmiş kavimlerden helâk edilenlerin ortak yönünün peygamberle-rinin getirip tebliğ ettiği risalete karşı çıkmak olduğu anlaşılmaktadır.

2. “Rasûl’e isyan etmek” bir taraftan onun risaletini reddetmek anla-mına gelmektedir; diğer taraftan da ona inanılmasına rağmen tebliğ ettiği değerlerin bir kısmını reddetmeyi de içermektedir. Bir mümin peygambere iman etmişse onun tebliğ ettiği her şeyi tereddütsüz kabul etmelidir; onun verdiği hükmü görmezlikten gelmemelidir. Ahzâb 33/35’te açıkça vurgulanan mesaj budur. Hz. Peygamber’in dediklerini kabul etmek ve onu yalanlamamak gerekir; onun deme-diğini demiş gibi kabul etmek de son derece sakıncalıdır.

“Bir peygamber tebliğ ettiği dinin kitabına aykırı konuşamaz” pren-sibini esas alarak, Hz. peygamber’e nispet edilen rivayetleri Kur’ân süzgecine sunmak gerekir. Rivayetler “Kur’ân’a uygun ise doğru-dur ve Hz. Peygamber’in sözüdür” denilip kabul edilmelidir; eğer Kur’ân’a aykırı iseler bu defa da “Hz. Peygamber Kur’ân’a aykırı konuşmaz” diyerek reddedilmelidir. Bu çok önemli hassasiyeti gö-zeterek dini sorumluluğumuzu ve duruşumuzu belirlemeliyiz. Aksi takdirde peygambere isyan yanlışından çift taraflı olarak kurtulma-mız mümkün olmayabilir. Rivayetlere yaklaşımımız konusunda bu sûrenin 44-46. âyetlerinde geniş açıklamalar yapacağız.

ربهم .3 Rablerinin elçisi” ifadesini her kavme gönderilen elçi“ رسول olarak da anlamak mümkündür. Burada öne çıkan nokta ise elçileri gönderen ilâhî makamdır. O kavimlerin her biri kendilerine gönde-rilen elçiye isyan ederek azabı veya helâki bizzat kendileri hazır-lamışlardır. Oysa elçi göndermesi Yüce Allah’ın merhametinin ve rab oluşunun bir sonucuydu. İşte söz konusu kavimler bir taraftan bu nimete, diğer taraftan da elçilere isyan ederek azap fırtınasını kendileri hazırlamıştı. Anlaşılıyor ki âyetin bu ilk cümlesi hükmün sebep kısmını oluşturmaktadır; sonuç kısmı ise ikinci cümlede zik-redilmektedir.

-O da onları pek şiddetli bir şekilde yakalayıvermiş“ فاخذهم اخذة رابية •ti.” Bu ifadenin başındaki fâ edatı “ta‘kıbiyye” anlamındadır. De-mek ki onlar isyan edince peşinden hemen azapları gelmiş oldu;

21 Kurtubî, age., XVIII, 170.

Tefsir meTinleri

18

114

bir anlamda sebep gerçekleşince sonuç da kaçınılmaz bir hal aldı. Âyette e-h-z kökünden iki kelimenin biri اخذ ehaze şeklinde fiil, diğeri اخذة ahzeh şeklinde mastar olarak gelince, maksat yaka-lamanın şiddetini ortaya koymaktır. “Öyle bir yakalayışla yakaladı ki” şeklinde bir anlam burada söz konusu edilmektedir.

Bu arada âyetin sonundaki رابية râbiye sıfatı ise “şiddetli, artan, kat-lanan” demektir. “Faiz” anlamındaki ribâ kelimesiyle aynı kökten ge-len bu sıfat “artış ve yükseliş” anlamını içermektedir. Onların dünya hayatında risalete ve tevhide karşı sürekli artan ve şiddetlenen düş-manlıkları ile zulümleri kendilerine uygulanan azabın da şiddetini ve artıcı yönünü oluşturmuştu. İnkârını, isyanını ve zulmünü arttıranlar her zaman ve mekanda benzer türden bir akıbeti yaşayacaklarını unutmamalıdırlar; âyetin günümüze mesajı bu olsa gerektir.

14.1.3.2. Hz. Nûh’un Kavminin DurumuYüce Allah sûrenin 11 ve 12. âyetlerinde konuyu bir başka örnekle de destekleyerek azgınlığa nasıl karşılık verildiğini bütün zamanla-rın muhataplarının zihnine kazımaktadır.

1. Yüce Allah Tufanda Müminleri Kurtarmıştı

ا طغا الماء حملناكم في الجارية Şüphesiz, su yükselip azgınlaştığı vakit“ انا لمsizi gemide Biz taşımıştık.” Âyetteki طغا tağâ fiili “yükselmek, patla-mak, taşmak”, الماء el-mâ’ kelimesi “su, yağmur, sel”, حملنا hamelnâ fiili “taşımak”, الجارية el-câriye sözcüğü ise “gemi” demektir.

Semûd, ‘Âd, Firavun, öncekiler ve alt üst edilenler şeklindeki hatır-latmalardan sonra, Yüce Allah insanlık tarihinin en önemli olumsuz örneklerinden birisi olan Hz. Nûh’un kavminin helâkini gündeme ge-tirmektedir. Doğrudan helâk ifadeleri ve onların akıbetlerinden söz etmektense, müminlerin kurtarılmasını gündeme getirerek, bu son ümmetin Hz. Peygamber’in yanında yer alması durumunda onları da sahipleneceği mesajını vermektedir. Aksi takdirde yani peygam-bere isyan etmeleri durumunda aynı akıbeti yaşayacakları da mu-hataplara bildirilmektedir.

Anlaşılıyor ki Yüce Allah bu âyette çift yönlü bir mesaja yer vermek-tedir. Buna göre bir taraftan eski kavimlerden biri olan ve tufan ile helâk edilen Hz. Nûh’un azgın kavmini hatırlatmaktadır; öte yandan yine ilâhî bir sünneti ve yasası olan “inananları koruyup kollaması”nı gündeme taşımaktadır. Hz. Nûh’un kavminin helâk edilmesine ne-den olan olayların başında risaleti inkâr geldiği için aynı şeyi düşü-nenlerin sonu da aynı olacaktır.

Rahmân 55/24’te dile getirildiği üzere, denizde koca dağlar gibi akıp giden kocaman gemiler de Allah’ındır. Orada sözü edilen el-cevâr kelimesi yorumunu yapmakta olduğumuz âyetteki الجارية el-câriye

19

HÂKKA SÛRESİNİN TANITIMI VE 1-12. ÂYETLERİ14

kelimesinin çoğuludur. Denizlerdeki taşımacılığın vazgeçilmez ara-cı olan gemi elbette ki suyun kaldırma-itme gücü sayesinde mesafe kat etmektedir. Şüphe yok ki bu durum Yüce Allah’ın kudretinin bir delilidir ve insanlığa sunduğu en önemli nimetlerinden birisidir. Bu durum Nahl 16/14, Fâtır 35/12 ve Yâsîn 36/41 gibi âyetlerde açıkça dile getirilmektedir.

Demek istenen şudur: Ey muhataplar, sizi de Nûh’un gemisindeki atalarınızı da denizde taşıyan aslında gemi değil, Yüce Allah’tır; öy-leyse kimin gemisine bindiğinize dikkat edin. Şeklen gemiye bakıp taşıyanın o olduğunu sanmayın; gemiyi de taşıyan suya bu kudreti veren asıl gücü bilmeye ve bulmaya çalışın.

Sonuç olarak şunu söyleyelim: Bu âyetteki mesajı iki farklı hakika-tin hatırlatması olarak görmek gerekir: Bir taraftan eski kavimlere uygulanan prosedür ele alınıp muhataplara hatırlatılmakta, özellik-le müminlerin helâkten kurtarılması gündeme getirilmektedir; diğer taraftan da Yüce Allah’ın tabiata yerleştirdiği kanunlardan birisine değinilmekte ve bunun insanoğluna yönelik nimet boyutu hatırlatıl-maktadır. Konunun ibret kısmı zaten bir sonraki âyette açık ifadeler-le yeniden hatırlatılmaktadır.

2. Bütün Bunlar İbret Alınsın Diye Anlatılmaktadır

-Onu sizin için bir öğüt yapalım ve belle“ لنجعلها لكم تذكرة وتعيها اذن واعيةyici kulak(ların sahipleri) onu iyice bellesin diye (bunu hatırlattık).” Âyetteki نجعل nec‘ale fiili “kılmak, yapmak”, تذكرة tezkira kelimesi “öğüt, hatırlatma”, تعي te‘ıye fiili ve واعية va‘ıye kelimesi “bellemek, anlamak”, اذن üzün sözcüğü ise “kulak” demektir.

-linec‘alehâ ifadesinin başındaki lâm harfi gerekçe bildirmek لنجعلهاtedir; sonundaki hâ zamiri ise özellikle bir önceki âyetin sonu ile, yani yaşanan olay veya vaka ile ilişkilidir. Zemahşerî ve Râzî’nin de tercih ettiği gibi anlam şöyledir: “Size bir öğüt olsun diye (inkârcıları boğup) sizi gemide taşımıştık.” 22

Yüce Allah Kur’ân’da bu tür öğüt, ibret ve ders alınması ifadelerini genellikle kıssaların ve kâinat kitabından yaptığı sunumların gerek-çesi olarak zikretmektedir. Kur’ân’da çeşitli sûrelerde kıssa anla-tımının ve kâinatta sanatkârane incelikler bulunmasının nedenleri üzerinde durulmaktadır. 23

Yorumunu yapmakta olduğumuz âyette yer alan “hatırlatma içerikli öğüt” ifadesi ile helâkinden söz edilen kavimlerin zikredilme gerekçesi ortaya konulmaktadır. Bir anlamda insanlık tarihinin özeti demek olan kıssalar, ibret alınsın diye Kur’ân’da aktarılmaktadır. Burada da durum aynıdır; hem öğüt alınması, hem de kulakların, yani gönüllerin ve akıl-ların bu durumu iyice benimseyip kavraması amaçlanmaktadır.

22 Zemahşerî, age., IV, 588;

Râzî, age., XXIX, 106.

23 Hûd 11/120; Nahl 16/66;

Yûsuf 12/111; Şu‘arâ’ 26/8, 67,

103, 121, 139, 158, 174, 190;

Kaaf 50/8; Zâriyât 51/20-23;

Nâzi‘ât 79/26; Ğâşiye 88/21.

Tefsir meTinleri

20

114

Âyetteki وتعيها اذن واعية “Belleyici kulak(ların sahipleri) onu iyice belle-sin” ifadesi mesajın iyice kavranıp bellenmesini, muhafaza edilme-sini ve sonrakilere öğüt olmasını içeren bir cümledir. 24 Yûsuf 12/111 ve Sâd 38/29’da dile getirilen ülü’l-elbâb’dan olmak ile bu ifade aynı duyarlılık noktasında buluşmaktadır.

Âyetteki لكم leküm ifadesi ilk muhatapların Hz. Peygamber’in de muhatapları olan Mekkeliler olduğunu göstermektedir. Ancak ikinci cümledeki “iyice belleyen kulak(ların sahipleri)” ifadesi nekra olduğu için buradaki mesajın evrensel olduğunu söylemek durumundayız. Kıssalar ve tabiata yerleştirilen ilâhî sistemle ilgili bütün bildirimler dikkatle takip edilmelidir. Bu sûrede baştan beri anlatılan kavimle-rin akıbetleriyle ilgili dersler çıkartıp onların yaptığı türden hatalara düşmemek kıssaların da anlatılma gerekçelerini oluşturmaktadır.

24 Ferrâ, age., III, 181.