KITAP Aydınlıkaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi40.pdfHızlan, Tarık Buğra,...
Transcript of KITAP Aydınlıkaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi40.pdfHızlan, Tarık Buğra,...
AydınlıkBU SAYIDA
30KİTAP
TANITILIYOR
30 Kasım 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 40
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
KITAP.
Toplam: 1323
Zamanadirenen yazar
Gerçektesavrulan kim?
Gerçeği kusurdaarayan bir yazar:
Jodi Picoult
Ülkesi gibi,bu gezegen gibi,
hepimiz gibi, arafta
Latin Amerika’nındevrimi ve evrimi
Kendi türünde bir klasik
Max Beer’den “Sosyalizmin ve SosyalMücadelelerin Genel Tarihi”
30 KASIM 2012 CUMA 3Aydınlık KİTAP
Bu sayıda Max Beer’in dünya sosyalist yazınında önemli yere sa-
hip “Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Genel Tarihi” başlıklı ça-
lışmasını kapak dosyamızdan işliyoruz. Kaynak Yayınları tarafından
yeniden basımı yapılan kitap İlkçağ’dan 20. yüzyıla; insanlık tarihinde
özgürlük, eşitlik, barış ve refah uğruna yürütülen mücadelelerin ta-
mamını kapsıyor. Bu çalışmaya dair geniş bir değerlendirme yazısı-
nı kapak sayfalarımızda bulabilirsiniz. İlginize sunuyoruz.
* * *
Yalçın Doğan’ın kısa süre önce basılan “Savrulanlar” başlıklı ki-
tabı haftalardır tartışılıyor. Gazetelerin eklerinde çokça yer aldı. Der-
sim olayları hakkında sayısız makaleye imza atmış, konunun uzmanı
sayılabilecek Mehmet Bedri Gültekin Aydınlık Kitap için yazdı. Tar-
tışmalara açıklık getireceğini düşünüyoruz.
* * *
Orhan Kemal’in ölümünün ardından 40 yıl geçmiş. Oğlu Işık Öğüt-
çü’nün titiz çalışmaları sayesinde yazarın farklı yönlerini keşfetme-
ye devam ediyoruz. Yakın zamanda yayımlanan “Zamana Karşı Or-
han Kemal” başlıklı kitap 50’li yıllardan bu yana çeşitli yayın or-
ganlarında Orhan Kemal hakkında yazılmış eleştiri yazılarını bir ara-
ya getiriyor. Olumlu olumsuz tüm yazıları içinde bulunduran çalış-
mada Attila İlhan, Melih Cevdet gibi birçok yazar ve edebiyat eleş-
tirmeninin Orhan Kemal’e ilişkin değerlendirmeleri bulunuyor. Bun-
ların birçoğu elbette biliniyor fakat hepsini tek bir eserde toplamak
özellikle konu hakkında araştırma yapanlar için büyük bir olanak.
Eser, tüm bu yazıları farklı yayın kuruluşlarından bulmasıyla ciddi
bir arşiv çalışmasının ürünü. Bu açıdan Öğütçü’nün sunduğu, bü-
yük bir hizmet. Bu değerlendirme yazıları sadece Orhan Kemal’i ye-
niden keşfetmeye yaramıyor. Aynı zamanda Türk edebiyatında var
olan eleştiri kültürünü hatırlamamızı, dönemin tartışmalarındaki de-
rinliği görmemizi sağlıyor. Kitaba ilişkin yazıyı iç sayfalarımızda bu-
labilirsiniz.
Haftaya görüşmek dileğiyle...
İÇİNDEKİLER SUNU
Haftanın Portresi: Fernando Pessoa s. 4
Orhan Kemal s. 5
Gerçekte savrulan kim? s. 6
Dört duvar dört kaçak s. 7
s. 8
Yüksek dozda vitamin s. 9
s. 10
s. 11
Kapak: Kendi türünde bir klasik s. 12
Don ve Volga’da yolculuk s. 14
Latin Amerika’nın devrimi ve evrimi s. 15
Arkeolojinin yıktığı tabular s. 16
s. 17
Yeni Çıkanlar s. 18-19
Çocuk-Genç: Kuyrukluyıldızın gizemi s. 20
s. 21
Alıntı Test-Bulmaca s. 22
Sahaf: Erzurum’dan ölümüne kadar Atatürk’le beraber
Tanpınar: “Atatürk bizi özlediğimizbütünlüğe götürdü.”
Gerçeği kusurda arayan bir yazar:Jodi Picoult
Ülkesi gibi, bu gezegen gibi,hepimiz gibi, arafta
Kozmopolitan hayatlar,Diasporik kimlikler
Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34
Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04
Faks: 0212 252 51 22
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.
adına sahibi:Mehmet Sabuncu
Genel Yayın Yönetmeni:Serhan Bolluk
Sorumlu Müdür:Mehmet Bozkurt
Genel Müdür Yardımcısı (Reklam):Saynur Okuroğlu
Aydınlık
KITAP.
Sayfa Sekreteri: Alev Özgenç
Editör: Pınar Akkoç
Yazıişleri: İrem Halıç, Deniz Antepoğlu, Cenk Özdağ
Yazıişleri Müdürü: Damla Yazıcı
İthaki Yayınları’nın “Başka Kitaplar”
isimli serisine bir kitap daha kazandırıldı:
“Tahsilli Bir Domuzun Anıları”. Yazar
Russell Potter’ın son kitabı dilimize ka-
zandırılmış ilk kitabı olma özelliğini taşıyor.
Hip hop kültürü, pop müzik ve 19. yüzyıl-
da İngilizlerin Kuzey Kutbu’ndaki keşifle-
ri üzerine araştırmaları ile dikkat çeken ya-
zar edebiyat ve erken dönem medya ders-
leri de vermektedir. Türkiye’de basılmamış
olsa da 1995 yılında çıkmış “Muhteşem Dil:
Hip Hop Kültürü ve Postmodernizmin
Politikaları” ve 2007 yılında basılmış “Ku-
tup Manzaraları: Görsel Kültürde Buzlar
İçindeki Kuzey” isimli iki kitabı mevcuttur.
Arka kapağında “Normallerin ulaşa-
mayacağı raflarda saklayı-
nız…” şeklinde bir uyarıy-
la okuyucuyu bekleyen ki-
tap, 19. yüzyıl İngilteresin-
de geçiyor. Roman, bir çift-
likte yaşayan sıradan bir
domuzun okumayı öğrene-
rek gelişen birtakım olaylar
sonucunda insanlarla ileti-
şim kurabilmesini ve bu ye-
teneğinin keşfedilmesiyle
eğitim alıp üniversiteden
mezun olmasını anlatıyor.
Kitap, “Toby” isimli domu-
zun otobiyografisi esasında.
Okumayı öğrendikten sonra
yazabileceği bir makine ge-
liştiren Toby, hayatını kaleme almış ve “ki-
tapta belirtildiği üzere” esasında kitap 19.
yüzyılda basılmış ve günümüzde yeniden
okuyucuyla buluşmuştur.
Kitabın konusu gerçekten ilginç. Arka
kapakta herhangi bir bilgi yer almaması da
belki de ilgi çekiciliğe katkıda bulunuyor. Ki-
tap sayesinde, 18. ve 19. yüzyıl İngilteresi-
ni ve domuzun gelişen olaylar sonucunda
yeteneğinin keşfi ile panayırlar dünyasını an-
layabiliyorsunuz. Özellikle dilinin akıcı ve
güzel oluşu sıkılmadan okumanızı sağlıyor.
Ancak tüm bunlar gerçekten güzel ve de-
ğişik bir kitap okudunuz mu sorusunun ak-
lınızdan çıkmasına sebep olamıyor.
Başlangıçta ilk hissettiğiniz hayvan sev-
gisini hissettirmek ve onların da en az in-
sanlar gibi değerli olduğu düşüncesi oluyor.
Ancak sadece bu amaçla kitap yazılmıştır
diye düşünmemeye başlıyorsunuz bir süre
sonra. Çünkü tam olarak hissedebildiğiniz
net bir fikir sunmuyor kitap. Sadece do-
muzun yaşamından ibaret. Domuz üniver-
site eğitimi aldıktan sonra da düşünceleriyle
sizi etkileyen veya size bir şeyler ifade
eden bir karaktere dönüşmüyor maalesef.
Sadece Shakespeare’i sevdiğini ve Latince
dil bilgisinin muazzam olduğunu öğreni-
yoruz. Dünyayı bir domuzun gözünden
görmeye çalışıyoruz, ancak bir yerde bir so-
run olduğu ve sizi hep te-
dirgin ettiği kesin. Sonu
nereye bağlanacak veya ya-
zarın değişik bir tarzla oku-
yucunun karşısına neden çı-
kıyor sorularının cevapla-
rını ben bulamadım ve bu
sebeple kitabın büyük bir
etkileyiciliği olduğu kanı-
sında değilim.
Genel olarak kitaptan
alabildiğim “hayvanları
sevme ve onlara eziyet et-
meme” oldu. Ancak bir
domuzun bile entelektüel
bir seviyeye gelebilmiş-
ken çoğu insanın gelemiyor olu-
şu eleştirilmek isteniyorsa oldukça farklı bir
noktaya ulaşılmak isteniyor. Ancak kitabın
sadece hayvan sevme temalı kaldığını umut
etmek istiyorum.
Sonuç olarak bir domuzun gözünden
eski İngiltere panayırlarını ve hayatının konu
olarak ilginç olduğunu düşünüyorsanız,
okunabilecek sıkıcı olmayan bir kitapla
karşı karşıyasınız. Ancak kitaplardan bir şey
bekleyenlerdenseniz umduğunuz gibi çık-
mayacağını söyleyebilirim.
( Tahsilli Bir Domuzun Anıları,Russell Potter, İthaki Yayınları,
Çev: İnci Katırcı, 229 s.)
HAFTANIN PORTRES�
Ünlü Portekizli yazar, şair ve ressam
Fernando Pessoa 1888 yılında Lizbon’da
doğdu. Erken yaşta babasını kaybeden
Pessoa, annesinin tekrar evlenmesiyle
Güney Afrika Cumhuriyeti’nde Durban’a
taşınır. 1905 yılında üvey babasını kaybe-
dince Lizbon’a geri dönerler ve 1921 yı-
lına kadar ekonomik zorluklar nedeniy-
le zor günler geçirir. Geçimini yabancı dil-
lerde iş mektupları yazarak kazanan Pes-
soa döneminin ve özellikle de ülkesinin
önde gelen yazarlarından olmuştur.
Portekiz modernizminin öncülerin-
den Pessoa önceleri önce İngiliz klasik-
lerinden Poe, Shakespeare’den ve daha
sonra Fransız sembolistlerinden Mal-
lerme ve Baudelaire’den etkilenmiş ve ilk
şiirlerini 1905’te yazmaya başlamıştır. Liz-
bon’a döndükten sonra dönemin mo-
dernist dergilerinde şiirleri yayımlanmaya
başladı. 1912’de şiirleri yayımlanmaya
başlandığında simgeci şiirin ve “geçmi-
şe özlem”in etkisi altındaydı. Takip eden
yıllarda eleştiri ve denemeler de yazdı.
1913 yılında fütürist harekete katıldı ve
“paulismo” akımını başlattı.
Pessoa yapıtlarını kendi adıyla yazdığı
kadar başka adlarla da yazdı. Ancak bu
sadece takma ad kullanmaktan ibaret de-
ğildi. Pessoa; Alberto Caeiro, Alvaro de
Campos, Ricardo Reis, Bernardo Soa-
res gibi takma adları oluştururken yazı-
larında onlar arasında diyalog da sağla-
yarak kurmaca bir gerçeklik kazanma-
larına sebep olmuştur. Bu adlarının her
birinin ayrı bir yaşam öyküsü vardır. Ör-
neğin Alberto Caeiro kötü bir Porte-
kizceyle doğa şiirleri yazmaktadır. Ri-
cardo Reis pagan dinlere inanan bir he-
kimdir. Bernardo Soares ise önemli
eserlerinden “Huzursuzluğun Kitabı”
yazarı olarak yaratılmıştı. Soares, gün-
düzleri bir kumaş mağazasında çalışan,
geceleri yağmurun sesinde, ayak sesle-
rinde yalnızlığını duyumsayan bir Liz-
bonluydu. Pessoa hayali yaşamlar oluş-
tururken gerçek sanılması için de uğ-
raşmıştır. Yarattığı bu kimlikler bir an-
lamda kendisinin farklı yönlerinden
oluşmaktadır.
Yaşamında pek tanınmayan yazar, ve-
fatıyla beraber bulunan yazılarıyla ün-
lenmiştir. Pessoa’nın eserleri ise şunlar-
dır: “Şeytanın Saati”, “Sırların Cebiri”,
“Denize Övgü”, “Düşsel ve Gerçek”,
“Anarşist Banker”, “Huzursuzluğun Ki-
tabı”. Şiirleri de meşhur olan Pessoa’yu
şiirleriyle de hatırlamak gerekmektedir:
Sayısız insan yaşar içimizde,
hissetsem de düşünsem de bilemem
kim düşünür içimde kim hisseder.
Düşünceler ya da hisler için
yalnızca sahneyim ben.
Ruhsa, birden fazla var bende.
Ben’se benden daha fazlası.
Herkes kayıtsız oysa
yaşadığım hayata:
Susturuyorum onları,
kendim konuşurken.
Hislerim, hissetmediklerim -
onlardan doğup da birbiriyle
çelişenler. Farkına varmıyorum
hiçbir şeyin - yalnızca yaşıyorum ben,
olmak istediğime kimsenin bir
sözü yok.
Fernando Pessoa(13 HAZİRAN 1888 - 30 KASIM 1935)
Pessoa yap�tlar�n�kendi ad�ylayazd��� kadarba�ka adlarla dayazd�. Ancak busadece takma adkullanmaktanibaret de�ildi.Pessoa; AlbertoCaeiro, Alvaro deCampos, RicardoReis, BernardoSoares gibi takmaadlar� olu�tururkenyaz�lar�nda onlararas�nda diyalogda sa�layarakkurmaca birgerçeklikkazanmalar�nasebep olmu�tur
Kitap sayesinde, 18. ve 19.yüzy�l �ngilteresini vedomuzun geli�en olaylarsonucunda yetene�inin ke�fiile panay�rlar dünyas�n�anlayabiliyorsunuz. Özellikledilinin ak�c� ve güzel olu�us�k�lmadan okuman�z�sa�l�yor. Ancak tüm bunlargerçekten güzel ve de�i�ikbir kitap okudunuz musorusunun akl�n�zdanç�kmas�na sebep olam�yor
30 KASIM 2012 CUMA4 Aydınlık KİTAP
DENİZ ANTEPOĞ[email protected]
Domuzgözüyle hayat
Russell Potter
5Aydınlık KİTAP
Zamanadirenen yazar
“Zamana Karşı Orhan Kemal” Işık
Öğütçü tarafından hazırlanıp geçtiğimiz ay-
larda raflarda yerini aldı. Kitap, geçmişten bu-
güne Orhan Kemal’le ilgili çeşitli yayın or-
ganlarında yer almış yazıların ve yazarla ya-
pılan röportajların bir derlemesi. Bugüne dek
kaleme alınan tüm eleştiri yazılarını bir ara-
ya getirdiği için gerçek bir kaynak kitap ni-
teliğinde. Öğütçü, daha önce de Orhan Ke-
mal’in gün ışığına çıkmayan “Yüz Karası”,
“Önemli Not”, “Yazmak Doludizgin” adlı
yapıtlarını okurla buluşturmuştu.
YAZI VE RÖPORTAJLARIşık Öğütçü, Orhan Kemal’e ilişkin ka-
leme alınan yazılarla, yazarla yapılan söyle-
şileri tarih sırasına göre okura sunuyor.
1940’lı yıllardan başlayarak 1970’li yıllara uza-
nan bir zaman dilimi içerisinde Orhan Ke-
mal’in eserlerini değerlendiren yazıları ve
onunla yapılmış söyleşileri sunuyor. Yazıla-
rın tarih sırasına göre verilmesi bir yerde bir-
birini izleyen yazılar ve yapıtlar arasındaki
bağlantıyı da kurduruyor okura.
Orhan Kemal’in yapıtları hakkında ya-
zılan yazılar kitapta çoğunluğu oluşturuyor.
Yazılara imza atanlar arasında, Attila İlhan,
Necati Cumalı, Oktay Akbal, Oktay Rıfat,
Vedat Günyol, Ömer Faruk Toprak, Doğan
Hızlan, Tarık Buğra, Melih
Cevdet Anday’ı adları ilk ak-
lıma gelenler arasında sayı-
yorum.
Işık Öğütçü sadece yuka-
rıda anlattığım derleme işini
yapmıyor. Kitabı okurken der-
lemeden öte bir çalışma yaptığı
göze çarpıyor. Yazılarda sözü
edilen bir konuyu yerine göre
özel arşivine başvurarak zen-
ginleştiriyor. Örnek vermek ge-
rekirse; Orhan Kemal bir yapı-
tı hakkında yapılan eleştirilere
Fikret Otyam’a yazdığı bir mek-
tupta yanıt veriyor. İşte bu yanı-
tı da kitapta bulmak mümkün:
“ ‘Suçlu’ insanların bozduğu dünyayı
gene insanların düzene koyacağına inanan bir
yazarın romanıdır her şeyden önce. ‘Suçlu’da
insanların insanlara yardımı vardır, arkadaşlık
vardır. Aydınlık bir gerçekçiliktir o. Basit bir
gözlemcilik değil.” (s.119)
Böylece Orhan Kemal’in yapılan eleşti-
ri hakkında ne düşündüğünü de öğrenmek
mümkün oluyor. Bu açıdan kitap, Orhan Ke-
mal’i tanımak ve daha iyi anlamak adına bu-
lunmaz bir imkan sunuyor okura.
EDEB�YAT TAR�H�M�Z“Zamana Karşı Orhan Kemal” bir yö-
nüyle Orhan Kemal’i anlatırken, bir yönüy-
le de 1940-70 arasındaki edebiyatımızın
otuz yıllık tarihine de katkıda bulunuyor. Otuz
yıllık zaman diliminde edebiyatımızda tartı-
şılan ve konuşulan konuları okuyoruz; usta
yazarımız Orhan Kemal’e düşen kadarıyla.
Dünden bugüne uzanan düzlemde edebiyatın
kapanmayan yaralarına da parmak basıldı-
ğını görüyoruz; özellikle Orhan Kemal rö-
portajlarında. Işık Öğütçü bu çalışmada
1940-70 yılları arasında yayın yaşamımızda
varlığını duyumsatan yazarlar ve yayın or-
ganlarını birer belge olarak aktarıyor. Bu dö-
nem her açıdan incelemeye değer. Dikkat çe-
ken önemli yanlarından birisi de kitaptaki
yazı ve röportajların II.
Dünya Savaşı ve sonrasına
rastlaması. Dünya savaş-
ları sonrasında yaşanan
sosyo-ekonomik çalkantı-
ların edebiyatı da derinden
etkilediği su götürmez bir
gerçek olarak karşımıza çı-
kıyor.
“Zamana Karşı Or-
han Kemal” yukarıda an-
latmaya çalıştıklarımızın
dışında bir yanıyla da
Orhan Kemal’in düşün
dünyasının kapılarını açı-
yor bizlere.
“Sanat öncülüğü bence, öncü sanatçının
içinde yaşadığı toplumun sosyal, ekonomik
itmesiyle meydana gelen bir çeşit görevdir.
Öncü sanatçı da her bakımdan bu niteliğe sa-
hip kişidir. Öncü sanatçı çıkarcı politikanın
önündedir.” (s.270)
Işık Öğütçü’nün Orhan Kemal ve yapıt-
larıyla ilgili yazı ve röportajları bir araya top-
ladığı, birkaç yerde de aile arşivini devreye
soktuğu “Zamana Karşı Orhan Kemal” sa-
dece Orhan Kemal okurlarının değil, her ede-
biyatseverin ve edebiyat alanında çalışma ya-
panların kitaplığında bulunması gereken
bir kitap.
(Zaman Karşı Orhan Kemal,Işık Öğütçü, Everest Yayınları, 450 s.)
MUSTAFA ASLAN
Orhan Kemal
Otuz y�ll�k zaman diliminde edebiyat�m�zda tart���lan vekonu�ulan konular� okuyoruz; usta yazar�m�z Orhan
Kemal’e dü�en kadar�yla
30 KASIM 2012 CUMA6 Aydınlık KİTAP
Her kitap sonuç olarak bazı
mesajlar verir ve yayınlanan her ki-
tap genellikle o günlerde yaşa-
nan gelişmelerle de ilişkilidir. Yani
kitap, olduğu varsayılan bir “ihti-
yaç” karşılamak, bir “boşluk” dol-
durmak iddiasındadır.
Bu açıdan bakıldığında Yal-
çın Doğan’ın Kırmızı Kedi Ya-
yınları’ndan çıkan “Savrulanlar –
Dersim, 1937-1938 Hatta 1939”
adlı kitabında öne sürülen görüş-
ler ile, Başbakan Yardımcısı Bekir
Bozdağ’ın 21 ve 22 Kasım 2012 ta-
rihlerinde çeşitli vesilelerle açık-
ladığı “Tekke ve Zaviyelerin Kal-
dırılması Hakkındaki Kanun, Al-
evileri hedef almıştır” şeklindeki
açıklamaları arasındaki paralel-
lik son derece dikkat çekicidir.
DERS�M �SYANI VEALEV�L�K
Yalçın Doğan bu konudaki gö-
rüşlerinde iddialıdır: “Bugüne ka-
dar (Dersim isyanı üzerine olan ya-
zılar) Kürtlüğün Türkleştirilmesi,
Türkleştirme, Kürtçülüğü yok
etme üzerine oluşturulan politi-
kalar ve eylemlerden söz ediyor.
Oysa Türkleştirmenin yanı sıra
Sunnileştirme de, temel
politika olarak karşı-
mıza çıkıyor.” (s.36)
Yalçın Doğan,
Dersim İsya-
nı’nın sadece
aşiretlerin ver-
gi, askerlik,
yol, okul gibi
düzenlemelere
karşı tepki ola-
rak ortaya çıktı-
ğını iddia etme-
nin yanlış olduğu-
nu, isyanın en önem-
li nedenlerinden birinin
de Dersimlilerin Alevi, Kema-
list iktidarın ise Sunni olması ol-
duğunu belirtir.
“Cumhuriyet Sunni bir Türk
toplumu yaratmak istiyor. Der-
sim tedibinde bir de bu amaç var.”
(s.261)
Doğan, 1925 yılında çıkarılan
“Tekke ve Zaviyelerin Kaldırıl-
ması Hakkındaki Kanun”un da
esas olarak Alevileri hedef aldığı
kanısındadır. “Resmi Tarih bu ya-
sayı hep laikliğin ölçüsü olarak ta-
nıtır, öyle bir algı yaratmaya çalı-
şır. Oysa ... hedefte Alevilik var.”
(s.261)
Tekke ve zaviyelerin kapatıl-
masıyla Şark Islahat Planı’nda
amaçlanan “Kürtlerin asimile edil-
mesi” bir bütünlük taşıyor. (s.265)
Kitapta bir yanda bu iddialar sı-
ralanmakta, öte yanda Dersimli-
lerin neden bugüne kadar CHP’yi
destekledikleri ise laiklik ile açık-
lanmaktadır. Tekke ve zaviyelerle
ilgili kanunun Cumhuriyet’in en
önemli laiklik uygulamalarından
biri olduğunu unutuyor Yalçın
Doğan.
Gerçekte ise Dersim İsyanı’nın
Alevi-Sunni çekişmesi ile en ufak
bir ilgisi yoktur. Kemalist iktidarı
“sunni” bir iktidar olarak nitele-
mek ise ancak her türlü gerçeklik
duygusunu kaybetmekle açıkla-
nabilir. Kemalistlerin en büyük
muhaliflerinin Devrim yıllarından
bugüne kadar “Sunnilik” adına
politika yaptıklarını iddia edenler
olduğunu düşünmek bile konuyu
aydınlatmaya yeter.
Aleviler ise Atatürk’ü yaptığı
devrimlerden dolayı hep kendile-
rinden saymışlardır. Evet, Tekke ve
Zaviyelerin Kapatılması Hakkın-
daki Kanun’la kendi tekkeleri ka-
panmıştır ama ondan önce yüz-
yıllardır kendilerini ezen
tarikatların tekkeleri
kapanmıştır. Yani
artık herkesle
“kanun önün-
de eşit” yurt-
taş konumu-
na yüksel-
m i ş l e r d i r.
Dolayısıyla
söz konusu
yasadan ra-
hatsızlık duy-
maları bir yana,
seve seve benimse-
mişlerdir.
SEY�T RIZA’NIN S�YAS�K�ML���
Yalçın Doğan’ın kitabında ger-
çekleri yansıtmayan bir diğer tes-
pit ise, Seyit Rıza’nın bilinçli bir
Kürt milliyetçisi olduğu iddiasıdır.
Seyit Rıza’nın idam sehpasına
giderken söylediği iddia edilen
“Şehit oluyorum, Kürdistan şe-
hitlerine karışıyorum. Dersim
mağlup oluyor, fakat Kürtlük ve
Kürdistan yaşayacaktır. Kürt gen-
ci intikam alacaktır.” şeklindeki
sözleri gerçek dışıdır. Bu sözler
sonraki yıllarda Seyyit Rıza’dan bir
Kürdistan isyan kahramanı yarat-
mak isteyen Kürt milliyetçileri-
nin imalatıdır.
İdama doğrudan tanıklık eden
İhsan Sabri Çağlayangil bilindiği
üzere 1970’li yıllarda Seyit Rı-
za’nın idamı sahnesini büyük bir
açıksözlülükle anlatır. Seyit Rıza,
idam sehpasına giderken “Evladı
Kerbelayık, bihatayık, ayıptır, gü-
nahtır, zulümdür” demiştir.
Gerçekte ise Seyit Rıza, feodal
aşiret sistemini tasfiye ederek
Cumhuriyet’in otoritesini Der-
sim’de kurmak istenmesine karşı,
eski düzenlerini olduğu gibi sür-
dürmek isteyen aşiretlerin temsil-
cisi olarak ayaklanmıştır. Nitekim
isyanın hemen ön-
cesinde devlet yet-
kilileri ile görüşen
aşiret temsilcileri-
nin biricik istekle-
ri kendi düzenleri-
nin bozulmaması-
dır. Hatta üzerin-
de anlaştıkları bir
vergiyi de vermeye
razıdırlar, yeter ki
okul, yol gibi, dev-
letin kendi içlerine
girmesi anlamına
gelecek adımlar atıl-
masın.
Nuri Dersimi,
Alişer gibi eski Kürt mensupları-
nın Dersim’deki varlığı birer “sı-
ğınmacı” olmanın ötesine varma-
mıştır. Aşiretlerin silaha sarılma-
larında belirleyici değillerdir.
Keza İngiltere, Fransa, Hoy-
buncular ve Ermeniler Dersim is-
yanında Kemalist iktidarı zayıfla-
tacak bir “fırsat” olarak bakmış
olabilirler. Hatta bu “fırsat”ın
daha da büyümesini istemiş ola-
bilirler. Ama bunun ötesinde Der-
sim aşiretlerinin, milliyetçi bir
amaçla bazı ilişkilere girdiğinin de
hiçbir kanıtı yoktur.
DERS�ML�LEREKURULAN TUZAK
1937-38 Dersim İsyanı sırasın-
da olup bitenler bugün yoğun ola-
rak gündemde. Herkesin unut-
maması gereken gerçek şudur:
Dersim İsyanı
ve halkın çektiği
acılar bugün; bi-
rinci olarak Ke-
malist Devrime ve
Cumhuriyet’e kar-
şı yürütülen sal-
dırının bir parça-
sı olarak; ikinci
olarak ise bugüne
kadar Kemalist
Devrimi samimi-
yetle benimsemiş
Alevileri Cum-
huriyet Devrimi
cephesinden ko-
parmak amacıy-
la gündeme getirili-
yor. Bu çabaların halkın yaşadığı
acılarla bir ilgisi yoktur.
(Savrulanlar: Dersim 1937 –38 Hatta 39, Yalçın Doğan,
Kırmızı Kedi Yayınevi, 288 s.)
Yalç�n Do�an’�n kitab�nda öne sürdü�ü görü�ler ile, Ba�bakan Yard�mc�s� Bekir Bozda�’�n“Tekke ve Zaviyelerin Kald�r�lmas� Hakk�ndaki Kanun, Alevileri hedef alm��t�r” �eklindeki
aç�klamalar� aras�ndaki paralellik son derece dikkat çekicidir
Gerçekte savrulan kim?
MEHMET BEDRİ GÜLTEKİN
Dersim İsyanı vehalkın çektiğiacılar bugün;birinci olarak
Kemalist Devrimeve Cumhuriyet’ekarşı yürütülen
saldırının birparçası olarak;
ikinci olarak isebugüne kadar
Kemalist Devrimisamimiyetlebenimsemiş
AlevileriCumhuriyet
Devrimicephesinden
koparmakamacıyla gündeme
getiriliyor
YALÇIN DOĞAN’IN KİTABI “SAVRULANLAR - DERSİM, 1937-1938 HATTA 1939”
KitaptaDersimlilerin
neden bugünekadar CHP’yi
destekledikleri ise laiklikile aç�klanmaktad�r. Tekke
ve zaviyelerle ilgilikanunun Cumhuriyet’in en
önemli laiklikuygulamalar�ndan biri
oldu�unu unutuyor Yalç�n Do�an
Dört duvar dört kaçakFilm tad�nda okunan birkitap olan ‘”Güzel Kaçak”;ritminin yan�nda diliyle deçabucak okunacakkitaplardan. Yazar, mizahbar�nd�ran diyaloglarladillendiriyor adeta kitab�ve kitab� okurken, bir andaSimon’un arabas�nda,Yenge Carine’yesöylenirkenbuluveriyorsunuzkendinizi
7Aydınlık KİTAP
Fransız Edebiyatı’nın popüler kadın ya-
zarlarından biriymiş Anna Gavalda. Ka-
rakterlerin, konusunun ve olayların ritminin
size film tadını verdiği bu romanı okuduk-
tan sonra ufak çaplı araştırmamda öğreni-
yorum bunu ve sonradan fark ediyorum ki,
iki sene kadar önce izlediğim, “Bir Arada-
yız, Hepsi Bu” filminin öyküsü de Anna Ga-
valda’ya aitmiş. Filmin sıcaklığını hatırlıyo-
rum ve ısınıyorum yeniden. Audrey Tau-
tou’nun muhteşem oyunculuğuyla yer aldı-
ğı bu filmde oldukça basit bir şey anlatılı-
yordu: Sevginin yanı başımızda durduğu ger-
çeği. Tıpkı filmdeki gibi, kitabı okuduktan
sonra da aynı gerçeğin farkına varıyorsunuz.
Fakat bu sefer 68 kuşağının ye-
tiştirdiği sıra dışı dört kardeşin
öyküsüyle.
Güzel kaçak, bu beraber
büyümüş dört kardeşin yakın
bir akrabanın düğün davetinde
bir araya gelme hikayesini konu
alıyor. Her şey Lola, Simon ve
Garange’ın Vincet’in davete
gelmediğini öğrenmesiyle baş-
lıyor. Üç kardeş, hep beraber
olmanın özlemiyle ani bir ka-
rar vererek düğünden kaçıp
Vincent’ı rehberlik yaptığı şa-
toyu ziyarete gidiyorlar. Özgür
ruhlu kardeşlerin, hapsol-
dukları yetişkin hayatlarına
bir mola niteliğindeki bu buluşma; her biri-
nin hayatlarında yeni değişimler yaratıyor.
Kitap, bu dört kardeşin ilişkilerini bize an-
latırken aynı zamanda insanın kendini ye-
nilemesi konusuna da değiniyor.
Kitabı okurken, sizin de çocukluk anı-
larınız canlanıyor gözlerinizin önünde ve ço-
cukluğunuzun saf mutluluklarını arıyorsunuz.
Büyümekle çocuk kalmak arasındaki o çiz-
giyi ne zaman geçtiğinizi ve o mutluluğu ne-
rede bıraktığınızı sorgulatıyor size bu kitap.
Yazar hikayesiyle, bize büyürken kendimiz
ve çevremiz arasında ördüğümüz duvarların
bizi ne kadar yalnızlaştırdığı ve mutsuz et-
tiğini göstermek istiyor. Ve aslında kitabı
okurken ben; bu dört kardeşin düğünden ka-
çış hikayesini, dört kardeşin ayrı ayrı ha-
yatlarından, kendi duvarlarından kaçış hi-
kayesi olarak nitelendiriyorum. Her biri
kendi hayatlarına sıkışmış olan bu dört kar-
deşin “bir arada” olma özlemi de bundan
kaynaklanıyor olsa gerek. Anna Gavalda, di-
ğer kitaplarında da olduğu gibi bir arada ol-
manın mutluluğunu anlatmak istiyor bizle-
re. Bir arada müzik dinlemenin, bir arada
uyumanın, bir arada gülmenin, bir arada ağ-
lamanın… Aynı zamanda hikayede mizaha
da yer veren yazar; bu sıradışı karakterlerin
gözünden yetişkin dünyasının absürtlükle-
rini mizahi bir şekilde dile getirip, bizim bu-
nun farkına varmamızı sağlıyor.
YÜKSEK TEMPO VE M�ZAHFilm tadında okunan bir kitap olan
“Güzel Kaçak”; ritminin yanında diliyle de
çabucak okunacak kitaplardan. Öyle ki, ya-
zar daha ilk sayfalarda
kitaba bağlıyor sizi. Aynı
zamanda mizah barın-
dıran diyaloglarla dil-
lendiriyor adeta kitabı
ve kitabı okurken, bir
anda Simon’un araba-
sında, Yenge Carine’ye
söylenirken buluveriyor-
sunuz kendinizi.
Bu arada tüm kitap-
larında sevgiyi işleyen
Anna Gavalda’nın, yazar-
lığın yanı sıra edebiyat öğ-
retmenliği ve okuldan son-
ra da veterinerlik yaptığı-
nı öğreniyorum onu araş-
tırırken, buna çok da şaşırmıyorum. Nitekim
içinde bu derece sevgi barındıran bir insa-
nın bunları çevresine aktarması gerek. Ya-
zarın tavsiye edebileceğim bir diğer roma-
nı tüm diğer kitapları gibi yine Doğan Ki-
tap’tan çıkan “Onu Seviyordum”. Nitekim
yazar en çok bu romanıyla tanınıyor. Diğer
bir büyük başarı kazanan eseriyse “Bir Bek-
leyenim Olsa” isimli öykü derlemesi. Eser-
leri birçok dile çevrilmiş olan yazarın, insan
ilişkilerinin, özellikle yetişkinlerin dünya-
sındaki ilişkilerin 68 kuşağının yetiştirdiği, ay-
kırı dört kardeşin gözünden sorgulandığı
”Güzel Kaçak” adlı son romanını okurken
siz de bir süreliğine duvarlarınızdan vazge-
çip, çocukluğunuzdaki mutlulukları araya-
bilirsiniz.
(Güzel Kaçak, Anna Gavalda, DoğanKitap, Çev: Yaşar İlksavaş, 128 s.)
CEREN [email protected]
Anna Gavalda
30 KASIM 2012 CUMA8 Aydınlık KİTAP
“İdealin öldüğü bir dünyada gerçeği güzelde aramak boşunalıktır.”- B. F.
“Kız Kardeşim İçin”, “Yapboz”,
“Cam Çocuk”, “Taş Kağıt Makas”,
“Bir Daha Bak” ve en son A”nlaş-
ma”… Tüm dünyada 20 milyondan
fazla okur sahibi, kırktan fazla dilde
tercümesi olan bir yazar ile karşı
karşıyayız: Jodi Picoult. Sıradan bir ço-
cukluk, Harvard’da tamamlanan bir
eğitim ve devamında zorlu konulara
cesurca yaklaşan genç bir kadın. Tüm
kitapların ortak sorusu ise aynı: Peki
siz olsaydınız ne yapardınız?
İnteraktif okuma deneyimi, aynı
olayın birden fazla karakter üzerinden
farklı açılardan anlatımı, her defa-
sında sorunlu, riskli bir konu üzerine
inşa edilen bir hikâye ve sürpriz bir
son.
P�COULT ST�L�:ROMANT�ZMDEN ÖTE
Amerikan edebiyatında artık bir
Picoult stilinden söz edebiliyoruz.
Her kitabında ortak özellik aynı ola-
yı romanın her bir kahramanı üze-
rinden tekrar ve her defasında farklı
açılardan anlatıyor olması. Batı dün-
yası yazarlarının yazmaya çok
da yanaşmadığı, yaz-
dıklarında da ortalama
okura yönelik roman-
tik bir anlayışla çatıla-
rını kurdukları konular
Picoult’nun yazarlığın-
da özel alanlar olarak
ortaya çıkıyor. Türki-
ye’de yayınlanan ro-
manlarına baktığımız-
da bu zorlu konuların
dökümünü görüyoruz.
İlk olarak “Kız Kar-
deşim İçin” adlı roma-
nıyla Türkiyeli okurla
buluşan Picoult, bir laboratuar ço-
cuğunun hikâyesini anlatmıştı. Kar-
deşini yaşatmak için doğan ve tüm ha-
yatını kardeşine bedenini parça par-
ça bağışlamakla geçiren kahraman,
bir gün bir avukata gidiyor ve ailesi-
ne dava açıyordu. Devamında vicdan,
aile bağlarının sınırları ve bağışlama
temaları yakıcı bir biçimde inceleni-
yordu. “Kız Kardeşimin Hikâyesi”
adıyla filmleştirilen roman, tüm dün-
yada olduğu gibi Türkiye’de büyük ilgi
gördü.
Devamında “Cam Çocuk” adlı ro-
manıyla Picoult osteogenesis imper-
fecta hastalığı taşıyan bir kızı anlattı,
kemikleri cam kadar kırılgan olan, ne-
reye saklanacağı, nerede korunacağı
bir türlü bulunamayan, küçük bir kı-
zın hikâyesiydi bu. Okurun beklenti-
si kızın dramını yaşamak iken Picoult
yine dehasını kullanarak böylesi bir
çocuğa sahip olmayı ve ailenin çözü-
lüşünü anlatmayı seçti. Mutlak doğ-
ru, vicdan, aile bağları ve hastalık yö-
netimine dair sarsıcı bir romandı
“Cam Çocuk”, eleştirmenlerin bir
kısmı yazarı vicdanını satma kaygısıyla
kaybetmekle suçlarken, bir kısım
eleştirmen ise gerçekçi romanın en
önemli örneklerinden biri olarak
“Cam Çocuk”u gösterdiler.
“Yapboz”da bu kez yazar çocuk
tacizi konusuna yöneldi. Güçlü, sert
ve disiplinli bir ailenin oğlu gün geç-
tikçe içine kapanmaya, hırçınlaşma-
ya, değişmeye başlıyor ve sonunda ta-
ciz ve tecavüze uğradığı anlaşılıyordu.
Aile fertleri, komşular, kilisedekiler
şüpheli duruma düşüyor ve sonunda
beklenmeyen bir isimle hikâye bağ-
lanıyordu. Picoult sanılan ve tahmin
edilenin aksine tehlikenin çok yakında
olduğunu anlatıyordu
“Yapboz”da, ailelere
düşen yalnızca parça-
ları birleştirmekti.
“Bir Daha Bak”ta
Kızılderililer üzerin-
den “ırk temizliği” fa-
ciasını anlatırken, “Ev
Kuralları”nda Asper-
ger sendromlu bir ço-
cuğun cinayet zanlısı
olarak mücadelesini
kaleme aldı.
Her defasında
sorunlu bölgelere
dokundu, Amerikan
toplumun içini oydu, cesur konuları
özel bir teknikle ve okuru zorlamak
pahasına işledi. İdeal Amerikan top-
lumunu, sonsuz sınırsız rüyayı söz-
cükleriyle dağıttı, kusursuz görünen
bir sistemi tekniği ve diliyle darma-
duman etti. Üstelik bütün bunları bir
çok satan yazar olarak yaptı.
Kasım ayında April Yayıncılık
bu sefer “Anlaşma” adlı kitabıyla
okuru buluşturdu. İlişkilerin kay-
paklığı, görünen ile hakikat arasındaki
uçurumun en basit insan ilişkilerinde
bile nasıl ortaya çıkabildiğine dair et-
kileyici bir roman “Anlaşma”.
Çevirmenliğini Cihat Taşçıoğ-
lu’nun üstlendiği roman mutlak doğ-
ru ve mutlak yanlışı tartışıyor her şey-
den çok.
YA H�ÇB�R �EYGÖRÜNDÜ�Ü G�B�DE��LSE?
On sekiz yıl boyunca yan yana ev-
lerde yaşayan iki aile Harte ve
Gold’lar. En mahrem sırlardan aile
buluşmalarına birlikte kurulmuş ve
büyümüş bir hayat yaşadıkları. İdeal
Amerikan rüyasının bir banliyödeki
yansımaları adeta. Çocukları Chris ve
Emily de bu ideal tablonun biricik fi-
gürleri: aynı yaştalar, güzeller, akıllı-
lar, popülerler… Belli ki zamanı gel-
diğinde aileler daha da büyüyüp güç-
lenecek onlar üzerinden, ailelerin
birbirine olan bağlılığı bir de çocuk-
larının evliliğiyle perçinlenecek.
İdeal tablo bir gece yarısı çalan bir
telefonla kapkaranlık bir hal alıyor.
Emily başından vurulmuş, Chris olay
yerindeki tek kişi ve silahta bir kurşun
daha var, onu da kendine ayırdığını
söylüyor.
Ve Picoult bu noktadan sonra
ustalığını konuşturuyor, ya hiçbir şey
göründüğü gibi değilse? Ya birbirine
böylesine bağlı bu iki aile arasında
dostluğu çok aşan bir duygu fırtına-
sı için için yaşanıyor ve birlikte geçi-
rilen tüm vakitlerde söylenenlerden
çok söylenmeyenler kulaklarda uğul-
duyorsa? Ölesiye aşkın, sınırsız bağ-
lılığın, en büyük dostlukların yücel-
tildiği bir rüyada tek kurşun tüm
duyguların çökmesine ve en baştan
sorgulanmasına neden oluyor.
KUSURSUZLARAKALKAN BALTA
Jodi Picoult’nun kişisel hikâyesi
aslında yazdığı romanlara yön veren.
Dışarıdan bakıldığında mutlu bir aile
sahibi, geniş çiftliğinde hayvanlarıy-
la yaşayan, çok yazan ve çok kazanan
bir yazar profiliyle karşı karşıyayız.
Oysa ki hayatı boyunca büyük mü-
cadeleler vermiş bir yazar Jodi Pico-
ult, elitist yazar çevresinde hala kabul
görmüyor, gay ve lezbiyen haklarıyla
ilgili verdiği mücadele ve yazdığı ki-
tap (Singing You Home) Ameri-
ka’nın muhafazakar çevreleri tara-
fından lanetlenmiş durumda, dahası
kitabın hikâyesi aslında gay olan oğ-
lunun hikâyesi üzerine kurulu, ensest
mağdurlarını ısrarla romanlarına
konu ediyor, dini, sistemi, özellikle
adalet kurumunu sorguladığı ro-
manları büyük ilgi ve tepki çekiyor.
Baltasını tüm kusursuzlara kaldıran
bir yazar Picoult.
YÜZLE�MEYE DAVETBaşa dönersek, siz olsaydınız ne
yapardınız sorusu üzerine kurulu,
yoğun ve tempolu romanlarıyla Jodi
Picoult tüm dünyadaki okurlarını
yüzleşmeye davet ediyor. Güzellikler,
kusursuzluklar ve ideal olanlar üze-
rine yerleştirilmeye çalışılan bir dün-
yada sakat, sorunlu ve eksik olanlar
üzerinden bir edebiyat kuruyor. Çok
satan yazar olarak edindiği şöhret ve
gücü, istenmeyenden yana kullanıyor
ve en büyük özelliği, eli her defasın-
da yükseltiyor. Şimdi sıra okurda,
elindeki okuma ve eleştirme gücünü
farkında olan okurda: Peki siz olsay-
dınız ne yapardınız?
(Anlaşma, Jodi Picoult,April Yayıncılık, Çev: Cihat
Taşçıoğlu, 528 s.)
Gerçeği kusurda arayanbir yazar: Jodi Picoult
Jodi Picoult tüm dünyadaki okurlar�n� yüzle�meye davet ediyor. Güzellikler, kusursuzluklar veideal olanlar üzerine yerle�tirilmeye çal���lan bir dünyada sakat, sorunlu ve eksik olanlar
üzerinden bir edebiyat kuruyorNAZLI BERİVAN AK [email protected]
Her defasındasorunlu
bölgeleredokundu,Amerikan
toplumun içinioydu, cesur
konuları özel birteknikle ve
okuru zorlamakpahasına işledi.İdeal Amerikan
toplumunu,sonsuz sınırsız
rüyayısözcükleriyle
dağıttı, kusursuzgörünen bir
sistemi tekniğive dilliyle
darmadumanetti
Jodi Picoult
30 KASIM 2012 CUMA 9BABİL BALIĞI Aydınlık KİTAP
“Hayattaki her şey bir süreliğinedir.” Philip K. Dick, A Scanner Darkly
Babil Balığı’nda işlediğimiz türleri
göz önüne alırsak, bazı haftalar içine hap-
solunan bunalımlara düşmemiz kaçınıl-
mazdı. Bunalımların çoğunlukla kayna-
ğını işlediğim türlerde yeni yayınların
ulaşmaması, yeterli tercümelerin o haf-
ta bulunmaması, çeşitli nedenlerle elime
geçmemesi oluşturuyordu. “Ne yazaca-
ğım bu hafta?” diye dövündüğüm ve bir
kaçış şekli olarak, daha önce elime geç-
miş fakat işleme fırsatı bulamadığım ya-
yınlara yöneldiğim haftaların aksine, bu
hafta da olduğu gibi bir güzellik bom-
bardımanına tutulduğum ve “Hangi bi-
rini yazacağım şimdi?” diye dövündüğüm,
yüksek dozda okur vitaminiyle karşılaş-
tığım da -şükür ki- oluyor. Bu hafta eli-
me geçen kitaplar arasında özellikle üç
kitap öne çıkıyordu. Eşit derecede öne-
me, okurla buluşturulma ihtiyacına ve kıy-
mete sahiplerdi. Ben bu güzellikler sil-
silesi için geride bıraktığımız TÜYAP Ki-
tap Fuarı’nı sorumlu tutuyorum. Pek
çok yayınevi yeni kitaplarını fuara yetiş-
tirebilmek için canla başla emek sarf et-
tiler ve bizi de uzun süre sayfaların ara-
sına hapsedecek bir macera bekliyor.
Bahsettiğim öne çıkan bu üç kitap, say-
fa adedi az ve kısa sürede okunup biti-
rilebilecek, önümüzdeki haftaya kadar
ancak karın tokluğu yaratabilecek (ki dü-
zenli kitap okuma alışkanlığı olan oku-
run, bir anda üç kitabı da bitirince şaş-
kınlıkla “Daha yok mu?” demesine yol
açacak) kitaplar olduğu için, üçünü aynı
yazıda tanıtmaya karar verdim.
YARI NOIR YARI FANTEZ�Hiç vakit kaybetmeden
ilk kitaptan başlayalım. Mü-
rekkep Basın Yayın, Neil
Gaiman’ın kaleme aldığı öy-
künün (radyo oyunu versi-
yonu da bulunuyor), Craig
Russell tarafından çizilen
ve çizgi-roman haline geti-
rilen, “Cinayet Sırları”nı
dilimize, kalın kapakla, ha-
rika bir baskı kalitesiyle ve
özenli bir tercümeyle ka-
zandırdı. Kesin bir çizgiy-
le çocuklar için değil, ye-
tişkinler için olan çizgi-ro-
manın konusunu iki faktör
katmanlaştırarak belirli-
yor. İncil’den alıntılanan
bir hikâye, Tanrı’nın planlamasını biraz
daha fanteziye kaçan, zaman zaman ür-
kütücü bir kalıba sokarken, bu öykünün
anlatımına olanak sağlayan bir diğer
katmandaki öyküde Los Angeles’taki
bir cinayet öyküsüne tanıklık ediyoruz.
Bütünde ise her iki öykü katmanı birle-
şiyor ve yarı Noir, yarı fantezi unsurları
örtüşüyor. Craig Rus-
sell’ın -ki kendisi pek
çok ödülü süpüren,
yılların çizgi-roman
emekçisidir (özellik-
le “Fairy Tales of
Oscar Wilde” unu-
tulamayacak bir ça-
lışmadır), çizimin-
deki kıvrımlar bir
yana özellikle ger-
çek zamanı içeren
bölümlerdeki Noir
yaklaşımı oldukça
güzel bir hava ka-
tıyor. Bunun hari-
cinde ise hayran
kitlesini karşıma
almayı da göze ala-
rak itiraf etmeliyim ki genel olarak ne ya-
zık ki Craig Russell’ın çalışmalarını es-
tetik açıdan klişe ve sıkıcı bulurum. Kul-
landığı paneller ve açılar bende hep
Hollywood izlenimi uyandırır. Özetle
bir Amerikan çizgi-romancısı için dahi
fazlaca Amerikan çizgi-romanı kokar.
Neyse ki “Cinayet Sırları”nın Noir ta-
banıyla bu çizim tarzı örtüştüğünden, faz-
laca rahatsız etmediği gibi, Neil Gai-
man’ın leziz öyküsü sayesinde tamamen
göz ardı da edilebilir.
MODERN MANGAÖNCÜLÜ�Ü
Bu haftaki bir diğer önemli kitap, uzun
bir süredir birbirinden harika çizgi-romanı
büyük özveriyle dilimize kazandıran Mar-
mara Çizgi’den geldi. Sıkı durun çünkü ol-
dukça önemli, klasik bir seri raflardaki ye-
rini alıyor: “Yalnız
Kurt ve Yavrusu”
(Lone Wolf and
Cub, Kozure Oka-
mi)! İlk olarak 1970
yılında Japonya’da
yayınlanan Man-
ga’nın (kısa tanı-
mıyla Japon çizgi-
romanı), konusunu
epik bir samuray öy-
küsü oluşturuyor.
Yayınlandığı tarih-
ten bu yana dünya
çapında milyonlarca
satan 28 ciltlik bu
dev seriyi önemli kı-
lan unsurlar arasında,
modern manganın şe-
killenmesinde yaptığı öncü rol, destansı
öykü yapısı, tarihi detaylardaki tutarlılı-
ğı, bushido etiğine yaptığı nostaljik ara-
cılık ve yayınlandıktan 42 yıl sonra dahi
pek çok modern örneğinden daha güzel
duran efsanevi sanatı gelir. Aksiyonu
yansıtan panellerin dışındaki çoğu panel
Ukiyo-e (Japon tahta blok baskısının
ana sanatsal türüdür,
Türkçesi: “Seyyar Dünya-
nın Resimleri”) tarzında
Japon tarihinden mekân-
lar, gelenekler ve doğa tas-
virleriyle doludur. Serinin
yazarı Kazuo Koike’nin, çi-
zer Goseki Kojima ile bir-
likte “Yalnız Kurt ve Yav-
rusu” haricinde, “Samurai
Executioner” (10 cilt) ve
“Path of The Assasin” (15
cilt) adında iki serisi daha
bulunuyor. Ayrıca Koike’nin
başka çizerlerle “Crying
Freeman” ve “Lady Snowb-
lood” serilerinin mevcut ol-
duğunu da ekleyelim. “Yalnız
Kurt ve Yavrusu”nun 300 sayfalık 1. cil-
dini bir çırpıda yıllar sonra tekrar oku-
mamın ardından, serinin devamını da tek-
rar Türkçe okumak için sabırsızlanıyorum.
Marmara Çizgi’den Emre Yavuz’a özen-
li tercümesi, cilde eklediği sözlük (son say-
fada olmadığı için gözden kaçabilir, söz-
lük 295. sayfada) ve tıpkı
Okko’yu incelediğimiz ya-
zıda (bkz. 3 Ağustos 2012
tarihli yazım) değindiği-
miz Japonca terimlere
gösterilen dikkat için te-
şekkür edelim. Frank
Miller’ın 1. cildin arka-
sında da bulunan, seriyi
harika şekilde özetle-
yen cümlelerini hatırla-
yalım: “Sizi başka bir
zamana ve rüzgârlarla
süpürülmüş, gri, kor-
kutucu, yabancı bir ül-
keye götürüyor. Koike
ve Kojima, hikâyeleri-
ni sanatsal bir ustalık-
la anlatıyorlar ve bunu yaparken de bir
adamı, bir çocuğu ve cehenneme gider-
lerken onlara eşlik eden bir ülkeyi res-
mediyorlar.”
GERÇEK DÜNYADAN KAÇI�Üçüncü kitabımız Altıkırkbeş Yayın-
ları’ndan: bBilim-kurgunun peygamberi
Philip K. Dick’in 1965 yılında kaleme al-
dığı ve kitap halinde de yayımlanan “Şi-
zofreni ve Değişimler Kitabı” isimli ma-
kalesi. (Dick’in “ ‘Aksın Gözyaşlarım’
Dedi Polis”, kitabının incelemesi ve hak-
kında daha fazla kişisel -çoğunlukla da öv-
güsel- gözlem ve birikim için bkz. 27 Tem-
muz 2012 tarihli yazım) Dick’in entelek-
tüel birikimini ve çeşitli konularda gö-
rüşlerini açıkladığı makaleleri, pek çok
okuru tarafından bilinmez. Ancak Dick’in
dünyasının ve birikiminin anlaşılmasında
hayati önem taşımalarının ötesinde bu
makaleler ayrıca başlı başlarına çeşitli
alanlarda öneme sahiptir. “Şizofreni ve
Değişimler Kitabı”, bu anlamda Dick’in
şizofreni anlayışı göz önüne alındığında
(genel olarak ise birincil anlayışı “We Can
Build You” -yazım tarihi 1962 yayınlan-
ma tarihi 1972- romanının temelindedir),
ilk kez şizofreniyi, erken dönem çocuk-
luk çağıyla ilişkilendirdiği yazısıdır. Şi-
zofreniyi, “gerçek dünyadan fanteziye
doğru bir kaçış” olarak tanımlar, psiko-
seksüel olgunluğa erişmede ve koinos kos-
mos’a (idios kosmos’un tersidir, “ortak
dünya” anlamına gelir) doğuşta başarı-
sızlıkla ilişkilendirir. Bahis edilen “De-
ğişimler Kitabı” (asıl adı Çince “I Ching”,
Yi Çing –Pin Yin-) Fu Xi tarafından ya-
zılan, bilinen en eski Çin metinlerinden
biridir. 3000 yılı kapsayan sürede Çin üze-
rinde etkisini sürdürmüş ve Batı dünya-
sında da takip alanı bulmuştur. Gizemli
yönü yadsınamayan bu metin üzerine in-
celeme ve araştırmalar günümüzde de
sürmektedir. İnsanın evrende kendini
konumlandırması üzerine ilk deneme-
lerdendir, Tao’yu anlatan ilk metindir ve
en sık kullanım alanı
tüm yaşamı yöneten
değişim sürecini anla-
mak üzerinedir. Dick’in
“I Ching” üzerine göz-
lem ve ilişkilendirmele-
rini okumak hayranlık
uyandırıcı. Zaten ol-
dukça kısa olan kitabın
(50 sayfa) içeriğini çok
fazla deşifre ederek oku-
ma serüveninizi baltala-
mak istemediğimden
geri duruyorum. 6.45’in
Harry G. Frankfurt ve
Philip K. Dick’le başla-
yan, bu bez ciltli (bir okur
olarak bu bez ciltleri o ka-
dar özledim ki anlatamam) yeni serisini
takibinize almanızı tavsiye ederim. Yal-
nız 6.45’den ricamız ileriki baskılarda,
özellikle “Şizofreni ve Değişimler Kita-
bı”nda çokça mevcut bulunan yazım ve
baskı hatalarından kaçınmaları, dolayı-
sıyla redaksiyon için daha fazla özen
harcamaları olacaktır. Ne yazık ki tercü-
mesi bulunmadığından, sadece İngilizce
bilen okur için, Philip K. Dick’in bu ki-
tabının yanında, Samuel J. Umland’ın
“Philip K. Dick: Contemporary Critical
Interpretations” kitabıyla yapılacak pa-
ralel okumaların çok daha özel bir oku-
ma serüveni ve Dick’in yazınına derin bir
bakış sunacağını vurgulayalım. Her haf-
ta bizleri memnun edecek bu kadar çok
yayını işleyebilmek ve haftaya görüşmek
dileğiyle…
M. SALİH [email protected]
Yüksek dozda vitamin
Immanuel Wallerstein’ın “dün-ya sistemindeki hegemonik taba-kaların, kendi gerçeklerini genel-leştirip evrensel insan gerçeklikle-ri haline getiren ve böylece insan-lığın önemli kesimlerini, yalnızca tö-zel önermelerinde değil araştırma-larının epistemolojisinde bile unu-tan görüşlerine karşı bir saldırı” ol-duğunu söylediği (2000, 206) kül-türel çalışmalara, “göç ve göçmen-lik deneyimi” gibi güncel konular-da önemli bir katkı kısa süre önceakademisyen Bora Ataman tara-fından yapıldı. Almanya’ya göçeden birinci kuşak “gurbetçi” bir ai-lenin üyesi olarak ilk elden göç-menlik deneyimlerini yaşayan Ata-man, akademik çalışmaları için git-tiği İngiltere ve Amerika BirleşikDevletleri’nde bu deneyimlerinidaha ileriye taşır. Onun 90’ların or-tasından bugüne değin yaşadığı ki-şisel göç deneyimleri ve göçmenlikleilgili bütün dertlerinden kaynakla-nan sorunlar ve bu sorunları araş-tırma merakı ilk kitabı olan “Koz-mopolitan Hayatlar, DiasporikKimlikler”in arka alanını oluşturur.
Ataman’ın çalışması temeldegöçmenlerin çok kat-manlı ve karma-şık kimlik oluş-turma süreçleri-ne ve bu karma-şıklığın içindeönemli bir sosyalaktör olarak gö-rülen medya vegöçmenlerin med-ya ile dolayımlan-mış yaşamlarınaeğiliyor. 2006-2008yılları arasındaLondra’da bulunanAtaman aynı kent-te gerçekleştirdiğia r a ş t ı r m a l a r d auzun süreli göç-menlik hayatı sonucunda oluşmuşkimlikler yerine, Türk diasporasıiçinde yer alan Türkiyeli lisansüstüöğrencileri tarafından oluşturulangeçici bir alt kümenin, ön-göç-
menlerin kimlik oluşum süreçleri-ne odaklanıyor ve bu süreçte med-ya tüketim alışkanlıklarını inceliyor.Bölüm, göçmenlik, diasporik kim-likler, kozmopolitizm, çok kültür-lülük, küreselleşme bağlamların-daki metodolojik ve teorik yakla-şımları çözümleyerek, medya izle-yicisinin kimlik inşa süreçlerininne derece karmaşık olduğunu gös-terme amacı güdüyor. Ancak çalış-ma bununla da kalmayarak Lon-dra’da yaşayan sosyalist-“ulusalcı”Türk diasporasını inceliyor. Bu in-celeme göçmenliğin tek bir haliolmadığı, bu nedenle farklı bağ-lamlarda ele alınması gerektiğinigöstermesi bakımından önem taşı-yor.
Ataman, Londra’da yaşayanTürkiyeli gruplar içinde yapmış ol-duğu çalışmalarının odağını oluş-turan ön-göçmenlik kavramını, onuilk kullanan Harry Hiller ve TaraFranz’dan (2004) farklı bir şekildeele alıyor. Bu araştırmacılar, ön-göçaşamasını fiziksel göçten önce ge-len dönem olarak tanımlayarak ile-tişim teknolojilerinin ön-göçmen-lere yerleşmeyi amaçladıkları yer
hakkında bilgi sağladı-ğını öne sürerken Ata-man ise ön-göçmenliğimekânsal ve zamansaldeğişimlere duyarlı ol-makla birlikte, fizikselhareketliliği göçmen-liğin söz konusu ilkfazı için tek bileşenkabul etmeyerek,daha çok bir “bilinçhali” olarak kavram-sallaştırıyor. Ona göreön-göçmenler, hernerede yaşarlarsa ya-şasınlar, sınırlar ara-sında yapılacak uzunsüreli ve belki de geridönüşsüz seyahatle-
re hazırlanan ve/veya uzun sürelikonaklamalara ilişkin kararlar ver-me aşamasında olan insanlardır.
Ataman çalışmasının ilk bölü-münde ön-göçmenlerin varoluş ve
dönüşümlerindemedyanın rolü-ne odaklanırken,ikinci bölümdeise kozmopolitanhayatlar ve ulus-ötesi medya at-mosferi bağla-mında diasporikkimliklerin inşa-sı olgusunu vesabit kimlikler-den daha akış-kan, melez veyakarışık kimlikle-re geçiş sürecini ele almaktadır.Kimlikler durağan bir “oluş” olarakdeğil evrilen ve dönüşen bir sürecinçıktıları olarak tartışılmakta ve busüreçte medyanın rolü incelen-mektedir. Onun ifadeleriyle bu ça-lışma; “siyasi ve kültürel kimlikle-ri anlamada daha yapısal olan kim-lik kategorileri göz önünde bulun-durularak köken ve sınıf bazlı ka-tegorizasyonlardan daha açık uçlu,akıl bazlı ve bireyci kategorizas-yonlara bir dönüştür.” Yine onagöre “ulusötesi medya kullanı-mı/tüketimi ile beslenen belirli birdiasporik grubun siyasi dünya gö-rüşlerinin küreselleşmiş/kozmopo-litan bir dünya karşısında günlükhayatlarını ve sosyal dünyalarınınasıl biçimlendirdiği milliyetleribağlamında sosyalist görüşlerinetutunmalarını nasıl sağladığı; aynızamanda, ulusötesi hayatlarınınkimlikleri ve ideolojileri açısındanonları konumlarını müzakere et-meye ne ölçüde teşvik ettiği ince-lenmiştir.” Bu incelemeler ile Lon-dra’nın kozmopolit ortamında be-lirli bir sosyo-politik çevrenin ideo-lojik duruşu günlük yaşantılarını vesosyal dünyalarını nasıl şekillen-dirdiği; bu ideolojik duruşun sos-yalist-“ulusalcı” fikirlere tutunma-larını nasıl sağladığı ve bu süreç-lerde medyanın rolünün ne olduğuaçıklanmaya çalışmaktadır.
Londra’da yapılan araştırma-ların önemli sonuçları var. Yapılanaraştırmalar katılımcıların Lon-
dra’ya geldiklerigünden itibaren ya-şadıkları çarpıcı de-ğişimlerden birininmedya tüketimle-rindeki büyük çe-şitlenme olduğunugösteriyor. Katı-lımcıların küreselsorunlara ilgileriartmakta ve bu ar-tış küresel medya-ya olan ilgilerindede görülmekte.Dünya sorunlarına
karşı farkındalıklarının ön-göçlebirlikte arttığı ve medya tüketim-lerinin çeşitlendiği gözlenmiş. Ay-rıca, kültürel kimliklerin dönüşümhalinde olduğu ve milliyetçi yöne-limlere karşı kozmopolit dünya gö-rüşünün filizlendiği gözlenmiş. Ata-man’ın çalışmasının bu güne değinyapılmış kültürel çalışmalara ve iz-leyici araştırmalarına iki temel kat-kıda bulunduğu söylenilebilir: Bi-rincisi, bu çalışmayla diasporik kim-lik ve cemaatlerin inşa süreçlerinigünlük medya tüketimleri ve med-ya ile kurulan ilişkiler çerçevesindeortaya çıkarılmıştır. İkinci olarak, is-ter anavatan, isterse diaspora kay-naklı olsun, belirli bir topluluğu he-defleyen tikelci medyanın artık bupazara tikelci bir yayın anlayışıylaulaşımının çok sınırlı kaldığı tespitedilmiştir.
(Kozmopolitan Hayatlar,Diasporik Kimlikler,
Bora Ataman,Libra Kitapçılık, 156 s.)
HILLER, H. ve T. FRANZ. (2004).“New Ties, Old Ties and Lost Ties: The Useof the Internet in Diaspora”, New Media &Society, S.6 (6), ss.731-52.
WALLERSTEIN, I. (2000). BildiğimizDünyanın Sonu: Yirmi Birinci Yüzyıl İçinSosyal Bilim. T. Birkan (çev.), İstanbul:Metis Yayınları (orijinal baskı tarihi 1999).
30 KASIM 2012 CUMA10 Aydınlık KİTAP
Büyükşehir yaşamındagöçmen sorunsalı
Ataman’�n çal��mas� temelde göçmenlerin çok katmanl� ve karma��k kimlik olu�turma süreçlerineve bu karma��kl���n içinde önemli bir sosyal aktör olarak görülen medya ve göçmenlerin medya
ile dolay�mlanm�� ya�amlar�na e�iliyor
AYDIN ÇAM
Ataman ön-göçmenliği
mekânsal vezamansal
değişimlereduyarlı olmaklabirlikte, fiziksel
hareketliliğigöçmenliğin sözkonusu ilk fazıiçin tek bileşen
kabul etmeyerek,daha çok bir“bilinç hali”
olarakkavramsal-
laştırıyor
Bora Ataman
KAYNAKÇA
30 KASIM 2012 CUMA 11Aydınlık KİTAP
Bir özlemi en yalın biçimde ifade
eden, geçmişle yüzleşip bugünü sor-
gulayan bu cümle bana sorarsanız
her şeyi özetliyor.
İç savaşın gölgesindeki bir coğ-
rafyadan, Beyrut’tan, dostlukları, se-
vinçleri, umutları, acıları bütün bir
gençliği geride bırakarak dünyanın
dört bir yanına dağılan bir arkadaş
grubu. Ve günün birinde Murad isim-
li arkadaşlarının cenazesi dolayısıyla
yeniden bir araya gelişlerinin roma-
nı “Doğu’dan Uzak’ta”.
Dünya edebiyatının merak edilen
ve beğenilen yazarları arasında olan,
kitapları milyonlarca satan Lübnan
asıllı Amin Maalouf’un beklenen bu ki-
tabı bir süre önce raflardaki yerini aldı.
Romanlarının ülkemizde yayım-
lanmaya başladığı 90’lı yıllardan bu
yana geniş ve sıkı bir okuyucu kitlesi-
ne sahip olan ve en çok da “Semer-
kand”, “Afrikalı Leo”, “Doğu’nun
Limanları” gibi kitaplarıyla tanıdığımız
Maalouf, bir insanın yapmaktan asla
vazgeçmemesi gereken bir şeyi, yani en
iyi bildiği işi yapıyor; Doğu’yu anlat-
maya devam ediyor…
BA�IMIZA GELENLER�NTEK SUÇLUSU…
“Adımda doğmakta olan insanlı-
ğı taşıyorum, ama ben nesli giderek tü-
kenen insanlığa aidim, diye kayıt dü-
şecekti Adam not defterine acı olay-
dan iki gün önce”.Adam (Adem), Maalouf’un ken-
disi gibi ülkesini terk ederek Fransa’yayerleşen roman kahramanının adı.Kitabı bitirdiğinde şu soruyu sormadanedemiyor insan; Adam ne kadar Maa-louf’un kendisi ne kadar değil.
Ali Berktay’ın çevirdiği “Doğu’dan
Uzakta” bütünü itibariyle bakıldığında
tam da bir yüzleşme romanı. Kahra-
manımız Adam’ın “eve dönüş”üyle
birlikte başlayan ve Ortadoğu’nun
uzun yıllardır kanayan yaralarıyla on altı
günlük bir yeniden yüzleşmenin romanı.
Kitapta da ifade edildiği gibi “Her
şeyin bir tek gerçek suçlusu var: Savaş”.
1970’lerin ortasında başlayarak
1990’lara kadar Müslümanlar ve Hı-
ristiyanlar arasında süren bir iç savaş.
İsmi hiç geçmese de anlatılan yer
Beyrut. Ve Amin Maalouf Adam’ın di-
linden bir yandan 1970’ler Lübnanını
anlatırken bir yandan da sanki kendi
yaşamını anlatıyor.
Adam’ın eski arkadaşı Murad’ın
ölümüyle birlikte uzun yıllar sonra dön-
düğü “evi”ne, Beyrut’a gidişiyle birlikte
zaman zaman not defterine düştüğü
satırlardan, zaman zaman arkadaşla-
rına yolladığı elektronik postalardan,
zaman zaman da sohbetlerinden ço-
cukluğunu, gençlik yıllarını ve sonra-
sında ülkesinden ayrı geçirdiği yıllara
zaman tüneli misali tanıklık ediyoruz.
Anlatılan kimine göre ülkesinde
kaçmak zorunda kalanların, kimine
göre kaçanların, kimine göre ise mül-
teciliğe zorunlu bir geçiş yapanların hi-
kâyesi.
Adam’a göre hepsi
bir mülteci. O kendini
Fransa’da buluyor. Arka-
daşları Naim Brezilya’da,
Semiramis Mısır’dan ay-
rılmak zorunda kalıyor.
Ve diğerleri…
Üniversite kendilerine
“Bizanslı” adını veren ve
her biri bir köşeye dağılan
kadim bir arkadaş grubu…
Arkadaşları Murad’ın ölü-
mü nedeniyle yıllar sonra
bir araya gelmeye çalışırlar. Adam
bu buluşmanın öncüsüdür. Her biri
dünyanın başka başka yerlerinde, baş-
ka başka kaygılar içerisindedir. Hep-
sine ulaşmaya çalışır Adam. Bu yolda
çaba sarfeder.
Kimdi bu arkadaşlar? Sanki bütün
Ortadoğu yahut Doğu, belki de en
doğru bir ifadeyle belirtmek gerekir-
se bütün bir gezegenimizdi.
“Müslümanlar arasında en iyi ar-
kadaşım Ramiz’di; Yahudiler arasın-
da en iyi arkadaşım Naim’di. Hıristi-
yanlar arasında en iyi arkadaşım da
Adam’dı…”
Savaşın etkisiyle kimliklerdeki dö-
nüşüm, gidenlerde oluşan noksan yan-
lar, bölünmüşlükler; kalanların değişen
ruh halleri, dünya görüşleri, yaşam bi-
çimlerini bulabiliyorsunuz kitapta.
GÖSTER��S�Z VE SADEB�R YOLCULUK
Doğu’yu Batı’ya taşıyan usta yazar
Amin Maalouf, sancılı bir coğrafyada
yetişen bireylerin ruh hallerini ortaya
koyuyor “Doğu’dan Uzakta” roma-
nında. Gösterişsiz ve sade bir yolculuğa
çıkarıyor bizi. Maalo-
uf’un otobiyografisinde
yapılmış bir yolculuk da
diyebiliriz buna.
Maalouf’un ülkesi-
nin adını hiç geçirme-
mesi bu romanın en
dikkat çekici yanı. San-
ki ismini andığında ya-
rasının daha beter ka-
namasından çekinmiş
gibi.
Ama bu geri dö-
nüş esnasında birçok
soru soruyor ve tespitte bulunuyor
Maalouf; ama her seferinde de özle-
mini, düşsel kırıklıklarını dışa vur-
maktan geri durmuyor: “İnsan geç-
mişin yok olması karşısında kolay
avunur; asıl kaldırılamayan, geleceğin
yok olmasıdır. Yokluğu beni üzen ve
aklımdan hiç çıkmayan ülke, gençli-
ğimde tanıdığım değil, gençliğimde ha-
yalini kurduğum ve asla güneşin al-
tında yerini alamayan ülkedir.”
Ve sık sık bir hesaplaşma ve bağ-
ları yeniden örme gayreti gösteriyor.
“O değişti, ben değiştim, ülke değişti,
dünyamız da aynı değil. Dünün ön-
cüleri geriye itildi ve artçı kuvvetleri en
ön saflara kadar ilerledi.”
Kitapta dikkatimi çeken başka bir
noktada Maalouf’un çok kere yinele-
diği “Çağın Ruhu” “Çağın Nabzı”
olgusu oldu. Maalouf birçok kez ir-
deliyor “Çağın Ruhu”nu ve sorgulu-
yor. Çağın nabzına uygun davran-
mak, vakitsiz yürürlükten kalkmış
başka bir çağa ait olmak…
ÇOK �Y� B�LD���CO�RAFYAYI YAZMAYADEVAM ED�YOR
Asya ve Akdeniz çevresi kültürü-
ne ait söylenceleri de eserlerinde usta
bir dille ve örgüyle işliyor. İlk kitabı olan
“Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri”
(1983’te yayımlandı) ile adını duyuran
ve büyük bir başarıya imza atan Maa-
louf, 1986’da yayınlanan ve ikinci kitabı
olma özelliğine sahip “Afrikalı Leo” ile
Fransız-Arap Dostluk Ödülü’nü ka-
zanmıştı. Ve eseri klasik olarak kabul
görmekte. “Afrikalı Leo” aynı za-
manda O’nun ilk romanı.
Bu yapıtları sırasıyla “Semerkant”,
“Işık Bahçeleri”, “Tanios Kayası”,
“Doğunun Limanları”, “Ölümcül
Kimlikler”, “Yüzüncü Ad-Baldassa-
re’nin Yolculuğu ve Yolların Başlan-
gıcı” (“Doğu’dan Uzakta”dan önceki
romanı) takip etti.
Maalouf ayrıca, “Uzaktan Aşk” ve
“Adriana Mater” adında iki libertoya
ve 2009’da ilk denemesi “Çivisi Çıkmış
Dünya”ya da imza attı.
Amin Maalouf, daha önce de be-
lirttiğimiz gibi çok iyi bildiği bir coğ-
rafyayı yazmaya devam ediyor. “Do-
ğu’dan Uzakta” da bu coğrafyayı an-
latıyor ve Doğu’yla Batı arasında ince
ince dokunmuş bir köprü kurmaya
çalışıyor.
(Doğu’dan Uzakta,Amin Maalouf, Yapı Kredi
Yayınları, Çev: Ali Berktay, 460 s.)
Ülkesi gibi, bu gezegengibi, hepimiz gibi, arafta
ŞENOL Ç[email protected]
Gösterişsiz vesade bir
yolculuğaçıkarıyor bizi.
Maalouf’unotobiyografisinde
yapılmış biryolculuk da
diyebiliriz buna.Maalouf’un
ülkesinin adınıhiç geçirmemesi
bu romanın endikkat çekici
yanı. Sankiismini andığında
yarasının dahabeter
kanamasındançekinmiş gibi
Amin Maalouf
“…Hiç sava� ç�kmasayd�, elli ya��nda olaca��m�za yirmi ya��ndaolsayd�k, aram�zdan hiç kimse ölmeseydi, aram�zdan hiç kimse
ihanet etmeseydi, aram�zdan hiç kimse sürgüne gitmeseydi, ülkemizhâlâ Do�u’nun incisi olsayd�, dünyan�n alay konusuna, saplant�s��na,
öcüsüne ve �amar o�lan�na dönmeseydik, hayat güzel olurdu.”
30 KASIM 2012 CUMA12 Aydınlık KİTAP KAPAK
“SOSYALİZMİN VE SOSYAL MÜCADELELERİN GENEL TARİHİ”
1990 yılından beri, yani 22 yıl-
dır baskısı yapılmayan ve piyasada
bulunmayan Max Beer’in ünlü
klasiği, “Sosyalizmin ve Sosyal
Mücadelelerin Genel Tarihi” ki-
tabı, Kaynak Yayınları tarafından
yayımlandı.1
Kitabın yazarı Max Beer,
1864-1943 yılları arasında yaşamış
Galiçya (Avusturya) doğumlu bir
Alman sosyalist gazeteci ve tarih-
çi. Almanya’ya göç ettiği 1889 yı-
lından başlayarak Alman Sosyal
Demokrat Partisi’nin merkez ya-
yın organları Die Neue Zeit (YeniÇağ), Vorwärts (İleri) ve Sozial De-mokratie (Sosyal Demokrat)’ta ve
diğer parti gazetelerinde tarih,
ekonomi, felsefe, sosyalizm, kül-
tür ve emekçi hareketleri üzerine
tahliller, incelemeler ve haberler
yazdı. Alman devriminin yenilme-
sinden sonra kendini daha çok
sosyalizm ve sosyal mücadeleler
tarihi çalışmalarına veriyor. “Sos-
yalizmin ve Sosyal Mücadelelerin
Genel Tarihi”, onun bu çalışması-
nın ilk ürünü…
Max Beer’in kitabı ilk önce
İngilizce olarak ve 1922-1925 yıl-
ları arasında beş cilt halinde Lon-
dra’da yayımlanmıştır. Daha son-
ra hem kendi sağlığında hem de
ölümünden sonra, başta ana dili
Almanca olmak üzere, dünyanın
belli başlı bütün dillerinde ve de-
falarca basılmıştır.
K�TABIN KONUSU VEKAPSAMI
Kitap, İlkçağ’dan başlayarak
1924’e kadar, yeryüzünün Ön
Asya, Mezopotamya, Akdeniz,
Avrupa ve Kuzey Amerika coğ-
rafyalarındaki eşitlikçi ve özgür-
lükçü toplumsal hareketleri, bas-
kıya, haksızlığa ve sömürüye karşı
mücadeleleri inceliyor. Bu hare-
ketleri ve mücadeleleri etkilemiş,
onlara esin kaynağı olmuş ya da
yol göstermiş düşünce akımlarını
ve siyasi örgütlenmeleri konu edi-
niyor.
Kitap kendini, başlangıcı bakı-
mından zaman olarak sınırlamı-
yor. Yazılı tarih kay-
naklarına dayana-
rak incelemesini
İlkçağ’a kadar götü-
rüyor.
Ama çalışma
kapsamını, coğrafya
ve toplum olarak sı-
nırlıyor. Kitapta İlk-
çağ’dan Yeniçağ’ın
20. yüzyılı başına
kadar, Musevi-Hı-
ristiyan coğrafyasın-
daki toplumlarla sı-
nırlamaktadır.
Kitapta, “İlkçağ”
kapsamında, Filis-
tin, Mısır, Yunan
(Atina, Isparta),
Roma ilkçağındaki iz
bırakan toplumsal
mücadeleler ve dü-
şünce akımları ince-
lenmektedir. Bu bö-
lüm, Filistin İbrani
toplumu içindeki sos-
yal adaletçi ve ilkel
komünist düşünce ve
akımlarla başlamakta,
2. yüzyıla kadar olan
İlkel Hıristiyanlıktaki
komünizan düşünce
ve hareketlerle son
bulmaktadır.
Ortaçağ’daki eşit-
likçi ve özgürlükçü
toplumsal hareketlere
ve düşünce akımları-
na geçildiğinde coğra-
fi kapsam daha da da-
ralmakta, kitap, Ak-
deniz ve Avrupa top-
lumları üzerinde yo-
ğunlaşmaktadır. Bu bölümde
Roma, Orta Avrupa ve Balkan-
lar’daki düşünce akımları ve top-
lumsal mücadeleler, incelemenin
ana eksenini oluşturmaktadır.
Yeniçağ’dan itibaren kitap ar-
tık bütünüyle, Reform hareketle-
rinin ve Rönesans’sın merkezi
olan toplumlara, doğmakta olan
kapitalizm coğrafyasına odaklan-
maktadır. Bu bölümde, Avru-
pa’daki köylü isyanları, Kilise bağ-
nazlığına karşı gelişen ve din dışı-
na çıkmaya çalışan (materyalist)
düşünce ve hareketler, Hüma-
nizm, görece gelişmiş sınıfsız (ko-
münist) toplum tasarıları olarak
Ütopyalar incelenmektedir.
İngiltere’de 17. yüzyılda başla-
yan ve toplumsal
planda burjuva
devrimi ile bilim
ve teknoloji ala-
nında sanayi
devriminin birbi-
rine eşlik ettiği
“Kapitalizm
çağı” ya da “Ya-
kınçağ”, kitabın
en kapsamlı bö-
lümünü oluştur-
maktadır.
1650’lerdeki
İngiliz Cromwell
Devrimi ile baş-
layıp, 20. yüzyı-
lın son çeyreğine kadar süren yak-
laşık üçyüz yıllık, inişli çıkışlı bir
Devrimler Çağı… İnsanlık tarihi-
nin en gelişmiş, en köklü, en kap-
samlı ve en büyük devrimlerinin
gerçekleştiği çağ... Eşitlik ve öz-
gürlük bakımından İlkel Komü-
nalliğin “altınçağ”ından bu yana
insanlığın sınıfsız, sömürüsüz,
baskısız bir toplum düzenine en
çok yaklaştığı; böyle bir toplumsal
düzeni yaratmanın ve yaşatmanın
maddi manevi koşullarına en çok
yaklaştığı çağ… Max Beer kita-
bında haklı olarak, incelemesinin
temel konusunu oluşturan “sosya-
lizm ve sosyal mücadeleler” bakı-
mından en verimli çağ olan “Yeni-
çağ” ve onunu devrimleri üzerin-
de duruyor.
Bu bölümde de, sınıf mücade-
lesinin en gelişmiş biçimlerde ya-
pıldığı 19. ve 20. yüzyılın mücade-
lelerine özel bir önem veriyor. Ka-
pitalizm, başka bir dizi özellikleri-
nin yanında, aynı zamanda sınıf
mücadelelerinin en gelişmiş ideo-
lojik, siyasi, felsefi akımlar öncü-
lüğünde, en gelişmiş, en çeşitli ör-
gütlenmeler, taktikler, savaş bi-
çimleriyle yapıldığı çağdır.
Max Beer’in incelemesi, kapi-
talizmin emperyalizm aşamasına
ulaştığı ve toplumsal çelişmeleri
sosyalizm ve milli demokratik
halk devrimleri ile çözmeyi zo-
runlu kılacak ölçüde keskinleştir-
diği 20. yüzyılın başında bitmek-
tedir. 1924’e kadar olan bu tarih,
1. Emperyalist Paylaşım Savaşını
ve savaş ertesinde gerçekleşen
Ekim Devrimi ile başarıya ulaşa-
mayan Avrupa devrimlerini kap-
samaktadır.
MAX BEER’�N EKS�KL���Yukarıda belirttik, Max Be-
er’in sosyalizm ve sosyal mücade-
leler tarihi çalışması, coğrafya ve
toplum olarak Asya, Latin Ameri-
ka ve Afrika’yı kapsamamaktadır.
Oysa tarihin en eski uygarlık (sı-
nıflı toplum) merkezleri olan
Asya ve Latin Amerika’da da eşit-
likçi ve özgürlükçü idealler ve öz-
lemler taşıyan büyük toplumsal
mücadeleler yaşanmış, bunlara
öncülük eden büyük düşünce
akımları ortaya çıkmıştır.
Çin, Hindistan, Rusya, İran
gibi Asya’nın büyük uygarlık ve
Kendi türünde bir klasikKitap, �lkça�’dan ba�layarak 1924’e kadar, yeryüzünün Ön Asya, Mezopotamya, Akdeniz, Avrupa
ve Kuzey Amerika co�rafyalar�ndaki e�itlikçi ve özgürlükçü toplumsal hareketleri, bask�ya,haks�zl��a ve sömürüye kar�� mücadeleleri inceliyor
ARSLAN KILIÇ
Çevirmen ZühtüUyar, Atatürk’ün
Özel KalemMüdürlerindendir.
Ve kitabı ilkin,1935 ya da 1936’da
Atatürk’ün isteğiüzerine ve onun
okuması içinAlmancadan
çevirmiştir.Atatürk kitabın ilk
müsveddeçevirilerini, altını
çizerek vekenarlarına notlardüşerek okumuş vesonra Milli Eğitim
Bakanlığıncayayımlanmasını
istemiştir
Max Beer
30 KASIM 2012 CUMA 13KAPAK Aydınlık KİTAP
imparatorluk merkezleri, Ortaçağ önce-
sinin büyük İslam uygarlığının bağrında
doğmuş eşitlikçi düşünce akımları, hiçbir
bakımdan böyle bir genel tarih kitabının
dışında tutulamaz. Uzağa gitmeye gerek
yok. Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluk-
ları dönemlerindeki tarihe damgasını
vurmuş halk hareketleri ve düşünce
akımları, Beer’in kitabında incelenmiş
olanlardan çok daha önemli ve büyük-
tür. Örneğin Anadolu’nun batısını ve
Balkanları kapsayan geniş coğrafyada et-
kili olmuş, düşünsel etkisi ise bütün bir
İslam coğrafyasına ve yüz yıllara yayılmış
Bedrettin hareketi, Max Beer’in incele-
me alanına giren Bilimsel Sosyalizm ön-
cesi çağların sosyalizm hareketlerinin en
büyüklerindendir.
Rusya ve Çin’de 18 ve 19. yüzyıl ile
20. yüzyılın başında gerçekleşen ve ro-
manlara, filimlere konu olan köylü ayak-
lanmaları; Rusya’daki Narodnik hare-
ket, Çin’deki antiemperyalist ve antifeo-
dal halk hareketleri, Sun Yat-Sen’in ön-
derlik ettiği 1911 devrimi; Türkiye’de
1908 Jöntürk Devrimi ve 1923 Cumhuri-
yet Devrimi, 1905-1911 İran Devrimi,
Beer’in inceleme alanına giren, tarihte iz
bırakmış büyük sosyal mücadelelerdir.
Beer’deki eksikliğin biri öznel,
diğeri de nesnel iki nedeni var.
Öznel neden, Batı düşün-
cesine 18. yüzyıldan başlaya-
rak 19 ve 20. yüzyılda ege-
men olan Batı merkezlilik-
tir. Halen sürmekte olan
bu durum Bilimsel Sosya-
lizmin Avrupalı bir akım
olduğu dönemde onu da et-
kilemiştir. Max Beer de bu
dönemin marksistlerinden
olan bir sosyalist aydındır.
Nesnel neden ise, yazarın za-
man ve bilgi sınırlılığıdır. Kaynak ve
kaynaklara ulaşmasındaki olanaksızlık-
lar sınırlılığıdır.
Bütün bu eksikliklerine rağmen kuş-
kusuz ki Beer’in çalışması, türündeki en
önemli çalışmalardandır. Bu kitapta in-
celediği ve Musevi-Hıristi-
yan coğrafyasının toplum-
larındaki eşitlikçi, özgür-
lükçü düşünce akımları ve
toplumsal hareketler, hele
de 16. yüzyıl ve sonrasın-
dakiler, örneğin Mark-
sizm, yüzyıllar boyu dün-
yanın her yerine yayılmış
ve her yerinde etkili ol-
muş akımlar ve hareket-
lerdir.
TÜRKÇEDE MAXBEER
Max Beer’in kitabı
Türkçede ilk kez 1941 yılında Zühtü
Uyar’ın çevirisiyle Milli Eğitim Bakanlığı
Yayınevi tarafından yayımlanmıştır.2
Çevirmen Zühtü Uyar, Atatürk’ün
Özel Kalem Müdürlerindendir. Ve kitabı
ilkin, 1935 ya da
1936’da Atatürk’ün
isteği üzerine ve
onun okuması
için Almanca-
dan çevirmiş-
tir. Atatürk
kitabın ilk
müsvedde çe-
virilerini, altı-
nı çizerek ve
kenarlarına not-
lar düşerek oku-
muş ve sonra Milli
Eğitim Bakanlığınca
yayımlanmasını istemiştir.3
İlk baskıya önsözü, Cumhuriyet’in
devrimci yıllarının İktisat ve Adliye Ba-
kanı, ateşli devrimci Mahmut Esat Boz-
kurt yazmıştır. Bozkurt’un övücü öns-
özü, daha sonraki bütün Türkçe baskı-
larda korunmuştur.
İlk baskıdan sonra
kitabın bir daha, 1965
yılına kadar basılmadı-
ğını görüyoruz. Araya,
Türkiye’nin İkinci Dün-
ya Savaşı sonrasında sü-
rüklendiği Atlantik
kampı yılları, bu yıllara
egemen olan “antiko-
münizm” gericiliği gir-
miştir.
Kitabın ikinci baskısı,
24 yıl aradan sonra,
Cumhuriyet döneminin
ikinci aydınlanma, çağ-
daşlaşma ve demokratik
devrim atılımını yaratan 27 Mayıs Devri-
mi sonrasında; 1960’ların devrimci atılım
yıllarında yapılmıştır. 1965’te gerçekle-
şen ikinci basım, Kitaş Yayıncılık tarafın-
dan, Zühtü Uyar çevirisi esas alı-
narak, Galip Üstün ve Hüseyin
Baş’ın çeviri katkısıyla beş cilt ha-
linde yayımlanmıştır. Kitaş Yayın-
cılık’ın bu ikinci baskıya koyduğu
kısa sunuşta, Max Beer’in kitabı-
nın yeniden yayımlanmasıyla ilgili
şu bilgiler verilmektedir:
“‘Sosyalizmin ve Sosyal Mücade-lelerin Tarihi’ 1941 yılında Milli Eği-tim Bakanlığı tarafından basılmış,yayınlanmış ve kısa bir sürede bittiğiiçin çok aranır bir eser olmuştur. MaxBEER'in beş kitaptan meydana gelendeğerli, öğretici eserinin tam olarak vebugünkü dille çevrilmesine özellikledikkat edilmiştir. Birinci ve ikinci ki-taplar Galip Üstün, üçüncü kitap HüseyinBaş tarafından gözden geçirilmiştir. Dör-düncü ve beşinci kitabı da Galip Üstünçevirmiştir.
“KİTAŞ bu yeni baskıda beşciltlik bu büyük bilim eseri-ni yeniden gözden geçi-rerek toplu halde yep-yeni şekilde yayınla-maktadır. Cumhu-riyet Hükümetle-rinin örnek Ba-kanlarındanMahmut EsatBozkurt’tun 25 yılönce, eserin ZühtüUray tarafından ilkçevrilişi dolayısıylayazmış olduğu önsöz,yeni bir önsöz yazılmasınıgereksiz kılmaktadır. Aynensunuyoruz.”4
Kitaş Yayıncılık kitabın kendi ikinci,
Türkçedeki üçüncü baskısını 1969 yılın-
da yapıyor.
1969 son-
rasında araya
12 Mart geri-
ciliği giriyor
ve “Sosyaliz-
min ve Sosyal
Mücadelele-
rin Genel Ta-
rihi” kitabı,
baskısı tü-
kendiği ve
arandığı hal-
de. 1974 yılı-
na kadar ba-
sılamıyor.
1974’te
Türkçe üçüncü bası-
mı, tek cilt olarak ve 1969 baskısı aynen
korunarak May Yayınları yapıyor. Kitap,
1980 yılına kadar May Yayınları tarafın-
dan dördüncü ve beşinci kez basılarak,
12 Eylül’e kadar piyasada bulunuyor.
1980’de araya bu kez 12 Eylül ge-
riciliği yılları giriyor. Altıncı
basım, önceki basımların çe-
virisi ve Mahmut Esat
Bozkurt önsözü kullanıla-
rak 1989’da Can Yayın-
ları tarafından yapılıyor.
Kaynak Yayınları bu
çok aranan eserin Türk-
çede yedinci basımın
gerçekleştirdi.
Max Beer’in kitabı,
Türkiye’nin her devrimci
atılım döneminin aranan ve
okunan el kitabı olarak yeniden
okurla buluşmasının yine bir devrim-
ci atılım dönemine rastlaması, onun top-
lumsal mücadeleler konusunda devrimci
ve bilimsel tarih bilinci kazandıran özel-
liğine denk düşüyor.
Beer’inçal��mas�, Asya,Latin Amerika ve
Afrika’y� kapsamamaktad�r
Çin, Hindistan, Rusya, �ran
gibi Asya’n�n büyük uygarl�k ve
imparatorluk merkezleri,
Ortaça� öncesinin büyük �slam
uygarl���n�n ba�r�nda do�mu�
e�itlikçi dü�ünce ak�mlar�,
böyle bir genel tarihkitab�n�n d���nda
tutulamaz
�lkbask�dan sonrakitab�n bir daha,1965 y�l�na kadar
bas�lmad���n� görüyoruz.
Araya, Türkiye’nin �kinci
Dünya Sava�� sonras�nda
sürüklendi�i Atlantik kamp�
y�llar�, bu y�llara egemen
olan “antikomünizm”gericili�i girmi�tir
[1] Max Beer, Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Genel Tarihi, Kaynak Yayınları, Dördüncü (Altıncı) Basım, 15 Kasım 2012, İstanbul.[2] Kitabın bu baskısı ile ilgili, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde, “Ana İlim Kitapları Tercüme Serisi”nde kayıtlı bilgiler şöyledir: “ Max Beer, Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Umumi Tarihi, Çev: Zühtü Uyar, Önsöz: Mahmut Esat Bozkurt, Bir İzah: Zühtü Uyar, Başlangıç: Marcel Olliver, Maarif Vekaleti Yayınları, 1941, birinci defa 1 000 sayı basılmıştır”.[3] Bu konudaki bilgileri, Sadi Borak’ın Atatürk ve Edebiyat kitabından (Kaynak Yayınları, İkinci Basım, Eylül 1998, İstanbul, s. 135) aldık. S. Borak da bu konuda, kendi özel bilgileri yanında, Afet İnan’ın Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler kitabındaki bilgilere ( s.292) dayanmaktadır.[4]Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Tarihi, Kitaş Yayıncılık, Çev: Zühtü Uyar, Çevrilen dil: Almanca, Önsöz: Mahmut Esat Bozkurt, ikinci basım, 1965, İstanbul.
Kaynakça
30 KASIM 2012 CUMA14 Aydınlık KİTAP
Uğur Kökden 70’li yıllardan bu
yana çeşitli dergi ve gazetelerde ya-
yımlanan denemeleriyle bilinir. Kök-
den, yazılarında çoğunlukla gezdiği
coğrafyaya ilişkin gözlemlerini, gör-
dükleri üzerine düşüncelerini akta-
rıyor. Yazarla “Gece’ye Evet” isimli
öyküsü ve gezileri üzerine bir sohbet
gerçekleştirdik.
Uzun öykünüzün konu aldığıyolculuğu ne zaman yaptınız?
1964 yılında. O tarihlerde, Fran-
sa’nın başkenti Paris’te, genç bir mü-
hendis olarak çalışıyordum. Bağlı
bulunduğum uluslararası mühendis-
lik bürosu, büyük ırmaklar üstünde
kurulacak hidroelektrik barajlara
ilişkin proje çalışmaları yapıyordu.
Dolayısıyla, yaz başlangıcında, Sov-
yetler Birliği’ndeki Don ve Volga
nehirlerinde ger-
çekleştirilecek
nehir gezisi prog-
ramı elime geçin-
ce hemen değer-
lendirmek iste-
dim. Daha sonra
yolculuk boyunca
yaşadıklarımı öy-
küleştirme fikri
doğdu. Dolayısıyla,
öyküm de çok kişi-
li bir toplu yolcu-
luğu yansıtır. Kaldı
ki, ırmaklar, benim
için son kertede
özel, yaşamsal ve
sevgili varlıklardır.
Bu uzun yolculuk nasıl bir seyirizledi?
Vapur, tren, vapur ve de dönüş-
te uçakla. İlkin, Paris’ten Manş De-
nizi’ne bakan Le Havre limanına
dek trenle gidildi. Sonra da, oradan
bir grup Fransız turistle, Nadezda
Krupskaya isimli (Lenin’in eşinin
adını taşıyan) yolcu vapuruna bine-
rek önce Kuzey Denizi, sonra Baltık
Körfezi üstünden Leningrad’a (şim-
diki Petersburg) ulaştık.
Leningrad ile Moskova arası yol-
culuk, yataklı bir gece treninde ger-
çekleşti. Onun ardından da, özel bir
nehir teknesi olan Yuri Krimov’la
Don Nehri’ndeki yolculuğumuz baş-
lamış oldu; daha sonra Tsimlianski
Gölü’nden ve kanallardan geçerek
Volga’ya ulaştık. Geceleri vapurda ya-
tıyor, orada yemek yiyor, piyanoda ça-
lınan “Beethoven sonatları (adagio
bölümü)” ve “Çaykovski” dinliyor;
sonra da değişik insanlarla sohbet
ediyorduk. Bu arada, zaman zaman
bazı iskelelere de uğramadık değil.
Böylece, Volgagrad’a dek gidildi.
Paris’e dönüşte, sıcağı sıcağına -
hiçbir ayrıntıyı unutmadan- bu sıcak
ve renkli izlenimleri yazmaya ko-
yuldum. Kitabın bir yerinde de söz
edildiği gibi, beş deniz (Kuzey Denizi,
Baltık Denizi, Azak Denizi, Kara-
deniz ve Hazar Denizi), aynı za-
manda öykünün çerçevesini oluştu-
ruyordu. Zaten evcil Volga’nın uyu-
şukluğunun arkasında da, söz konusu
o beş denizin hırçın dalgalarının şa-
pırtısı duyulur.
Yine de, “Gece’ye Evet” öykü-
sünü Paris’te tam olarak bitiremedim.
1966 yılı başında, Türkiye’ye dönmek
zorunda kaldım ve o yılın martında
da askerlik görevimi yapmaya başla-
dım. Bu nedenle öyküme
son noktayı, ancak 1967’nin
son ayında Çankırı’da koy-
muş oldum.
Kitabınız gezi izle-nimlerinden oluşuyor. Ne-den tür olarak uzun öy-küyü seçtiniz?
O yıllarda, yani 60’la-
rın ilk yarısında, ABD’nin
kışkırttığı soğuk savaş
propagandasının etkisiy-
le, Türkiye’de tam bir
“SSCB fobisi” vardı. De-
ğil bir Türk yazarının
Rusya’da gezi yapması,
Suat Hayri Ürgüplü sonra-
sında herhangi bir Türk
Başbakanı Moskova’ya
siyasal amaçlı ziya-
rette dahi bulun-
muyordu. Bu ko-
şullarda ben de
yazacaklarımı
edebi bir tür
çerçevesinde
vermeyi yeğle-
dim. Ayrıca Vi-
etnam Savaşı do-
layısıyla dönemin
SSCB’sine yönelik
kimi eleştirilerimi de an-
cak bu biçimde kağıda döke-
bilirdim. Öyle de yaptım.
Öykünüzün geçtiği coğrafyayıbiraz anlatır mısınız?
Öyküde geçen coğrafyada Vol-
gagrad’ın (eski ismiyle Stalingrad)
ayrı bir yeri var bende. Öyle ki, bu ko-
nuda daha sonra, “Gece’ye Evet”den
ayrı olarak bir edebi deneme daha ya-
yınladım: “Analar El Bağladı Ma-
mayef’de” (Tiksinti Çağı, De Ya-
yınevi, Ekim 1985, İstanbul). Vol-
gagrad, İkinci Dünya Savaşı’nda, Al-
man Orduları için Sovyet toprakla-
rında varılmış olan son noktadır. Ev
ev sürdürülmüş sokak savaşları, -
özellikle, kentte savaşın simgesi ola-
rak son durumu nasılsa öylece bıra-
kılmış olan o dev bina iskeleti- tutsak
alınan Alman Generali von Paulus ve
onun askerleri için kaçınılmaz sonu
anımsatır.
Şimdi bile Volgagrad’da kentin
savunmasını temsil eden Mamayef
Tepesi’ndeki büyük granit anıt Ba-
buşka’dan “Analar’ın Üzüntüsü Ala-
nı”na inişi, “Dikilitaş”ı, sonra “Dost-
luk Çeşmesi”ni, “Barış Sokağı”nı -
bence Volgagrad’ın en güzel soka-
ğıydı - bir ucunda Savunma Müze-
si’nin bulunduğu daracık Gogol So-
kağı’nı, ve bu çizgi- kenti ikiye bölen
Volgagrad’ın en uzun caddesini (Le-
nin Caddesi), Kızıl Ekim Çelik Fab-
rikaları’nı, Çalışma Sarayı’nı anım-
sıyorum bir bir.
Zaten öyküde de, genç Sovyet
gazetecisi Nogin, sanki Volgagrad
topraklarında bilinmeyen bir gerçeği
arar. Bu bir kemik parçası ya da obüs
kalıntısı mıdır? Yoksa taze ve sıcak bir
kan pıhtısı mı? Avucunda sıkmış ol-
duğu gevşek toprak, neyin simgesi sa-
yılmalı? Ayakkabısının uçlarıyla top-
rağı kazıyan gazeteci, orada, nasıl bir
kesinliğin ardındaydı acaba? Savaşın
üstünden yıllar geçince de bu kez Si-
menov’un ünlü “İnsan Asker
Doğmaz” isimli roma-
nını okudum. Ardın-
dan, bir kez de, Var-
şova ya da Mos-
kova’da, yazarın
kendisiyle karşı-
laştım ve konuş-
tum.
Öte yandan
öykünüzde, yer
yer Neva Neh-
ri’ne, Leningrad’a
(doğal olarak, o ta-
rihteki ismi), Moskova’ya,
Rostov’a, dahası Prag’a gön-
dermeler var. Böylece, nehirler ve ka-
ralarla, kocaman bir Sovyetler Birli-
ği tablosu çizmiş oluyorsunuz.
Bütünüyle değilse bile evet. Öy-
künün kahramanı gazeteci Nogin,
aslında Rostovlu. Rostov Tarım Ma-
kinaları Fabrikası’nda işçiyken, fabri-
ka’nın verdiği bursla gazetecilik oku-
muş. Bu arada, bir süre de, Prag’da staj
yapıyor. Tiyatro oyuncusu Maya’ysa,
Leningradlı. Onu orada, Rostov Dram
Tiyatrosu’ndan tanıyor. Maya’nın an-
nesi de, İspanya İç Savaşı’nda çevir-
men olarak görev yapmış.
Don’dan Volga’ya geçişte, birta-kım kanallardan söz ediyorsunuz. Bubağlantının geçmişte Osmanlı İm-paratorluğu’nun sahiplendiği ka-nal projesiyle bir ilişkisi var mı?
Elbette... Sokollu Mehmet Pa-
şa’nın girişimiyle, XVI. yüzyılın ikin-
ci yarısında, Hazar Denizi’ni Kara-
deniz’e bağlamak için Aşağı Don ve
Volga ırmakları arasında bir kanal
açılmasına karar verilmiş. Ancak o
dönem Kırım Hanı’nın olumsuz tav-
rı, Rus saldırıları karşısında da Kefe
Valisi’nin etkisiz kalışı yüzünden, bu
önemli proje gerçekleşememiş. Os-
manlı donanmasının İnebahtı yenil-
gisiyle eş zamanlı.
Son olarak, kitabınızın isminedeğinelim. Neden “Gece”?
“Gece” sözcüğü, ABD’nin Gü-
neydoğu Asya’da yol açtığı sıcak ça-
tışma karşısında SSCB’nin suskunluğu
nedeniyle -taşıdığı sorumluluk anlayışı
sonucu- Vietnam’a savaşmaya git-
mek isteyen genç bir insanın (gazeteci
Nogin) önünde ortaya çıkmış olan be-
lirsizlikleri, bilinmeyen ve karanlık ge-
leceği simgeler. Yoksa, yoğun bir
umutsuzluğu değil! Nogin’e göre, o
yıllarda,Vietnam, bir ayna ödevi gör-
mekteydi. “Sanki herkes orada ken-
di öz çehresini seyrediyordu.”
Yine genç adam için “gece”,
“umutsuz bir bugün ve -o haliyle, da-
yanışmasız kaldıkça da- katlanılmaz
bir yarındır”!
Don ve Volga’da yolculuk“60’lar�n ilk yar�s�nda, Türkiye’de tam bir ‘SSCB fobisi’ vard�. De�il bir Türk yazar�n�n Rusya’da gezi
yapmas�, Suat Hayri Ürgüplü sonras�nda bir Türk Ba�bakan� Moskova’ya siyasal amaçl� ziyarette dahibulunmuyordu. Bu ko�ullarda ben de yazacaklar�m� edebi bir tür çerçevesinde vermeyi ye�ledim”
EMEL TELCİ
“ ‘Gece’ sözcüğü,ABD’nin
GüneydoğuAsya’da yol açtığı
sıcak çatışmakarşısındaSSCB’nin
suskunluğunedeniyle -taşıdığı
sorumlulukanlayışı sonucu-
Vietnam’asavaşmaya gitmek
isteyen genç birinsanın (gazeteci
Nogin) önündeortaya çıkmış olan
belirsizlikleri,bilinmeyen ve
karanlık geleceğisimgeliyor”
U�ur Kökden
“GECE‘YE EVET”
“Öyküdegeçen
co�rafyadaVolgagrad’�n ayr� bir
yeri var bende,Volgagrad, �kinci Dünya
Sava��’nda, AlmanOrdular� için Sovyet
topraklar�nda var�lm�� olan son
noktad�r”
30 KASIM 2012 CUMA 15Aydınlık KİTAP
Latin Amerika toprakları kan-
la ve ateşle, tarihiyse işgaller ve kö-
lelikle yoğrulmuştur. Bugün yir-
miye yakın ulusun bulunduğu kı-
tanın temelde tek bir hikâyesi var-
dır. Birçok ülkenin tek bir tarihi
paylaşması ilk bakışta çelişkili gibi
görünür ama zaten Latin Amerika
pek çok şeyin yanında karşıtlıklar
ve çelişkiler coğrafyasıdır:
Bir kere henüz gençtir; çoğu ül-
kede yaş ortalaması ergenlik ça-
ğındadır ve gençlikten kaynaklanan
bir dinamizm içerir. Aynı zaman-
da yaşlıdır; küçük ve basit barınaklı
köylerden oluşan tarihi yıkıntılar-
da insanlar binlerce yıl yaşamıştır.
Kimi Latin Amerikalılar hâlâ muz
ve manyok yetiştirerek küçük ara-
zilerde yaşamını sürdürürken, kimi
de pek çok ülkeye göre daha çok
kentleşmiş olan gürültülü ve hu-
zursuz şehirlerde yaşamaktadır.
Tüm nüfusun onda dokuzu bir
Avrupa dilini konuşmakta ve bir
Avrupa dinine bağlı yaşamaktadır.
Orta sınıfa mensup az sayıda La-
tin Amerikalı, Amerika Birleşik
Devletleri orta sınıfına benzer bir
hayat yaşarken, büyük bir çoğun-
luk satın alma gücünden yoksun-
dur. Bütün bunlara rağmen bugün
çoğu Latin Amerikalı Batı’nın tü-
ketici kültürüne kapılmış görün-
mektedir.
Ülkeler arasında da karşıtlıklar
vardır: Brezilya kıtanın neredeyse
yarısını kaplar ve nüfusu iki yüz
milyona ulaşırken, diğer ülkeler ol-
dukça küçüktür. Öyle ki, Pana-
ma, Porto Riko, Paraguay, Nika-
ragua, Honduras ve El Salvador’un
toplam nüfusu, Mexico City nüfu-
sundan azdır. Sosyal göstergeler de
çelişki içerir: Arjantin ve Urugu-
ay’daki okur-yazarlık oranı Ame-
rika ve Kanada ile kıyaslanabilecek
kadar yüksekken, Guatemala’da
yetişkinlerin %30’u okuma yaz-
ma bilmemektedir. Kosta Rika’da
yaş ortalaması yetmişken, Boliv-
yalılar altmışı biraz aşabilmektedir.
LAT�N AMER�KA’NINÇE��TL�L���
Akıl almaz etnik karışıma ge-
lince; ırklar arasındaki çeşitlilik
Latin Amerika tarihinin temelini
oluşturur. 1500 ile
1850 yılları arasın-
da Afrika’dan sade-
ce Brezilya’ya getiri-
len köle sayısı 3,5
milyondur. Bu köle-
ler, Karayiplarden
başlayarak Güney
Amerika sahillerine
kadar binlerce işte ça-
lıştırılmışlar ve özel-
likle şeker pancarı ye-
tiştirmişlerdir. Za-
manla yerli halklarla
ve Avrupalılarla karı-
şarak son derece kar-
maşık ırklar meydana getirmişler-
dir. Arjantin, Kosta Rika, Urugu-
ay ve Güney Brezilya’daki nüfusun
çoğunluğu Avrupa kökenlidir.
Meksika, Paraguay, El Salvador ve
Şili’de yerli ve Avrupalı ırkların ka-
rışımı olan Mestizolar yaşamakta-
dır. Peru, Guatemala ve Boliv-
ya’da yaşayanlar kendilerini Mes-
tizolardan ayrı tutmakta, daha çok
yerli dilleri konuşmaktadır. Giysi-
leri ve yiyecekleri gelenekseldir.
Birçok ülkede siyahlar ve beyazlar
sahil kesimlerinde yaşarken, yerli
ve beyaz karışımı nüfus, iç kısım-
larda yaşamayı tercih etmektedir.
Bu kadar büyük farklılıklar ve
çelişkilere rağmen tek bir öykü on-
ları birleştirir: Hepsi Avrupalıların
fethini ve sömürgeleştirmesini ya-
şamıştır. Hepsi aşağı yukarı aynı za-
manlarda bağım-
sızlıklarını kazan-
mıştır. Hepsi so-
runlarla benzer bi-
çimde başa çıkmış,
bağımsızlık sonrası
hepsi benzer politik eği-
limlerin hakimiyetini ya-
şamıştır.
Kazananlar ve kaybedenler.
Zenginler ve yoksullar. Fatihler
ve fethedilenler. Patronlar ve kö-
leler. İşte Latin Amerika tarihinin
kökeninde yatanlar. Bu çelişkiler ve
çatışmalar bugün de sürmektedir.
1990’larda Birleşik Amerika ile
imzalanan ticaret anlaşmalarını
protesto eden Mayalar yıllar süren
bir ayaklanma baş-
latmışlardır. Çoğu
yerlilerden oluşan
bu insanlar, 1900’le-
rin başında toprak
reformu için müca-
dele verenlerin anı-
sına kendilerine
Zapatista adını seç-
tiler. Bolivyalılar ise
2006’da ilk yerli
başkanlarını seç-
meyi başardılar
ama yerli olmayan
halkın büyük di-
renciyle karşılaştılar.
LAT�N AMER�KA’NINH�KÂYES�
İşte tüm bu çatışmaların kökeni
1492’ye kadar uzanmaktadır. Kuzey
Carolina Üniversitesi tarih profe-
sörlerinden John Charles Chasteen,
Latin Amerika’nın hikâyesini bu
tarihten başlayarak anlatmayı amaç-
lamakta. Özetle, ilk olarak 1500’ler-
den başlayarak İspanyol ve Portekiz
sömürgecilerinin, madenlerde ve
tarlalarda onlar için çalışan ve evle-
rinde ve yataklarında da onlara hiz-
met eden yerli Amerikalılara ve
köle Afrikalılara kendi dillerini,
kendi dinlerini ve kendi sosyal ku-
rumlarını kabul ettirdikleri üç yüz yı-
lın hikâyesi. İkinci olarak, üç yüz yı-
lın sonunda ortaya çıkan iki yeni po-
litik gücün; Amerikan ve Fransız
devrimleri sonucu ortaya çıkan ve
inanç yerine mantığı, yerel değerler
yerine evrensel değerleri, devlet de-
netimi yerine piyasa ekonomisini
koyan liberalizme ve emperyalizme
karşı ideolojik bir savunma, sosyal
eşitlik için olumlu bir güç ve beyaz-
ların üstünlüğüne karşı bir direniş
olarak algılanan milliyetçiliğin Latin
Amerika’yı değiştirme ve dönüş-
türme hikâyesi.
Latin Amerikalı yazarlar sa-
yesinde acılı ve hüzünlü hikâyesi-
ne aşinayız bu toprakların. Çoğu
zaman kendi tarihimizle paralel-
likler kurar, bir çeşit kader ortak-
lığı atfederiz. Bu nedenle Chaste-
en’in “Latin Amerika Tarihi”, coğ-
rafi olarak ne kadar uzaksa, duygu
olarak o kadar yakın bir okuma
vaat ediyor bizlere...
(Latin Amerika Tarihi,John Charles Chasteen, Say
Yayınları, Çev: Ekim Duru, 400 s.)
1500’lerden ba�layarak �spanyol ve Portekizsömürgecilerinin, madenlerde ve tarlalarda onlar içinçal��an ve evlerinde ve yataklar�nda da onlara hizmeteden yerli Amerikal�lara ve köle Afrikal�lara kendidillerini, kendi dinlerini ve kendi sosyal kurumlar�n�kabul ettirdikleri üç yüz y�l�n hikâyesi
IRAZ MAYA
BirleşikAmerika ile
imzalanan ticaretanlaşmalarınıprotesto eden
Mayalar yıllarsüren bir
ayaklanmabaşlatmışlardır.
Çoğu yerlilerdenoluşan buinsanlar,
1900’lerin başındatoprak reformu
için mücadeleverenlerin anısına
kendilerineZapatista adını
seçtiler
Latin Amerika’nındevrimi ve evrimi
30 KASIM 2012 CUMA16 Aydınlık KİTAP
Son yıllarda arkeolojik yayın-
larda artan yükseliş, alan ile ilgili ça-
lışmaların hem daha zengin kay-
naklara doğrudan kendi dilimizde
ulaşmamız, hem de yeni arkeoloji ça-
lışmalarına olanak vermesi açısından
sevindirici. Farklı yayınevlerinin ya-
yın programlarına arkeolojik yayın-
lar almasının talep noktasında da
ciddi bir yönelişin olduğunun gös-
tergesi diyebiliriz. Tabii yayınevleri
arttıkça konuyla ilgili basılan kitap-
ların da çeşitlenmesi kaçınılmaz gö-
rünüyor.
DO�U’YU YOK SAYMAKVE �T�RAZ SESLER�
Bu yayınlara iyi bir tarih dizisi
katkısıyla giren İthaki Yayınları, art
arda yayımladığı eserler ile ilgimizi
hak eden kaliteli, özenle basılmış
eserler sundu. Bu yayınlardan Wal-
ter Burkert’in “Yunan Kültüründe
Yakındoğu Etkileri”, konu ile ilgi ça-
lışmalarda ülkemizde de pek giril-
memiş bir alanla ilgili olması bakı-
mından, içerik ve savlarına getirdi-
ği açıklamalar ve yaklaşım olarak tar-
tışılması gereken bir kitap. Burada
ilk baskısını Kaynak Yayınları’nın
yaptığı Martin Bernal’in “Kara Ate-
na” kitabını özellikle anmakta fay-
da var, keza konunun bütün olarak
ele alınışı, getirdiği tezler ve ortaya
koyduğu verilerle
ciddi bir alan açan
yayın olarak önemi-
ni fazlasıyla koru-
makta. Arkeolojinin
bu pek tartışılmamış
alanında dikkat çek-
mek istediğimiz nok-
ta, Avrupa-merkezci
yaklaşımların arkeo-
lojik verilerle des-
teklenerek tüm dün-
yaya sunulması ve bu-
nun yarattığı erozyo-
na karşı, konunun
önem bakımından
çok daha fazla tartı-
şılması ve çalışmaların artmasıyla
ciddi bir yanlışın ortadan kaldırılması
yönündedir. 18.yy ile başta Alman
entelektüelleri arasında filizlenen bu
yaklaşımın temel argümanı, Batı
kültürünün temellendirildiği Antik
Yunan’ın bağımsız, kendi içinde ge-
liştiği özellikle de Doğu etkisinin ol-
madığı ve de bağımsız bir gelişmey-
le süreklilik arz eden bir üstünlük bi-
çiminde olduğuydu. Bu kurgunun
materyal olarak desteklenmesi de ar-
keolojik verilerin tersyüz edilmesi, bi-
linçli olarak çarpıtılması ya da yok sa-
yılmasıyla inşa edilmeye çalışıldı.
Özellikle Batı’nın kendi hegemon-
yasına meşruluk kazandırmak üze-
re imal ettiği tarih anlayışı, içinde bu-
lunduğu krize uygun olarak, yine
özellikle kendi içinden itirazlarla
hızlanan bir karşı tezler ve eleştiri-
ler süzgecinden geçirilmeye başlan-
masıyla, yıllarca öne sürülen tezle-
rin ve aslında kurgulanan tarih yak-
laşımının ne derece yanlış bilgilerle
sunulduğunu da ortaya çıkarmaya
başladı. Giderek artan başta arkeo-
lojik buluntular olmak üzere, elde
edilen yeni veriler ile itiraz sesleri
daha da güçlendi ve konuyla ilgili ya-
yınlar artmaya başladı. Bu yayınla-
rın yavaş yavaş dilimize de kazandı-
rılması ümit verici.
SOMUT ÖRNEKLERLETAÇLANDIRMA
Burkert, kitabının giriş kısmını
“Yunan uygarlığı Doğu etkisini, tam
da şekillendiği bir dönemde yaşa-
mıştı” cümlesiyle noktalarken, kita-
bın genel çerçevesini de bizlere ver-
miş oluyor. Yine Burkert, bu giriş bö-
lümünde Bernal’in “Ari Model”
olarak andığı sürecin
nasıl oluşturulduğu-
nun kısa bir özetini
yaparken, konuyla il-
gili Batılı çalışmacıla-
rın, Batı merkezli an-
layışı nasıl kurdukla-
rını, nasıl bir süreç
içinde şekillendiğini
anlatırken, aynı za-
manda bu anlayışa
karşı oluşan tepki-
nin de kısa bir özeti-
ni veriyor. Doğu’nun
Batı’yı etkilemesini
üç ana başlıkta ince-
liyor Burkert; ilk bölümde
“Göçmen Zanaatkarlar -Halkın Ya-
rarına Çalışan Zanaatkarlar”, ikin-
ci bölümde “Bir Kahin Ya Da Bir Şi-
facı –Doğu’dan Batı’ya Büyü ve
Tıp”, üçüncü bölümde, “Ya Da
Aynı Zamanda Tanrısal Bir Şair –
Akadca ve Erken Dönem Yunan
Edebiyatı”. Burkert, kitabın oluş-
turduğu her üç bölümde de bol
kaynaklarla destek-
leyip, savlarının so-
mut örneklemeleri-
ni vererek, okunma-
sı kolay, anlaşılır ve
konuya hakim oluşu-
nu bizlere gösteriyor.
Yazar, “Klasik fi-
loloji, Çiviyazısı ve
hiyeroglifin çözül-
mesi, Eski Yakın
Doğu ve Mısır'ın ye-
niden keşfi, Miken
uygarlığının ortaya
çıkarılışı ve arkaik
Yunan sanatının ge-
lişiminde kuvvetli
Doğu etkisinin gö-
rüldüğü bir dönemin
varlığının anlaşılma-
sı”, Batı merkezli sav-
ların gerilemesinde
önemli adımlar ol-
duğunu belirtir.
Burkert kitabın-
da, bolca antik kay-
naklardan da yarar-
lanmaya özen gös-
termiş; edebi ve siya-
sal metinler ile diğer
antik kaynaklara, sav-
larını doğrulaması
bakımından sıkça başvurmuş ve ti-
tiz bir çalışmaya imza atmış. Bunla-
rı yaparken başta belirttiğimiz gibi
alıntılar konusunda da kısa ve öz bil-
gilerle yetinmiş. Kitabın birçok bö-
lümünde karşımıza çıkan kelime
geçişlerini, köken ve fonetik açıdan
incelemeye çalışan Burkert, bu ge-
çişlerle ilgili olarak da önemli tes-
pitler sunuyor. Diğer taraftan Bur-
kert, Suriye-Filistin bölgesindeki en
önemli başarının, okuma yazmanın
ciddi şekilde kolaylaşıp yaygınlaş-
masını sağlayan alfabetik yazının
geliştirilmesi olarak görmekte ve
bu yazının kökeninin Bronz çağına
kadar gittiğini vurguluyor. Yunan ya-
zısının ilk örneklerinin ise çok son-
ra M.Ö. VIII. yy sonlarında ticari
faaliyet yollarıyla ilgili olarak orta-
ya çıktığını belirtiyor.
�LET���M VAR ETK� YOKHer çağda yer ve uzam farkı ol-
maksızın, kültürlerarası etkileşimin
başta ticari faaliyetler olmak üzere
birçok alanda kaçınılmazlığı ile, Ba-
tıcı yaklaşımların kesin olarak Do-
ğu'yla iletişimi kabul eden fakat et-
kiyi reddeden bakış açısını somut-
layarak iddianın yanlışlığını ortaya
koyan yazar, bu gerçekliği verilerle
desteklerken nesnelliği de elden bı-
rakmıyor.
Dilimize daha önce “İlkçağ Gi-
zem Tapıları” kitabı çevrilen Bur-
kert, 1931 Almanya doğumlu. Yunan
dini ve Yakındoğu etkileşimleri ko-
nusunda başta gelen uzmanlardan
biri olup, Zürih Üniversitesi’nden
fahri profesör ünvanına sahip. Bir-
çok yayını bulunan yazarın dilimize
henüz iki kitabının çevrilmiş olma-
sı ise üzücü.
Walter Burkert’in bu çalışmasıyla
ilgili benzer yayınların artması, ar-
keoloji biliminin hak ettiği ilginin
karşılık bulması ve gerekli özenin
gösterilmesi, gelecek kuşaklar için
nesnelliği elden bırakmayan yayın-
lara dair ülkemizden de gelecek
katkılarının çoğalması ümidiyle.
(Yunan KültüründeYakındoğu Etkileri, Walter
Burkert, İthaki Yayınları,Çev: Mehmet Fatih Yavuz, 160 s.)
Arkeolojinin yıktığı tabular18.yy ile ba�ta Alman entelektüelleri aras�nda filizlenen bu yakla��m�n temel argüman�, Bat�
kültürünün temellendirildi�i Antik Yunan’�n ba��ms�z, kendi içinde geli�ti�i özellikle de Do�uetkisinin olmad��� ve de ba��ms�z bir geli�meyle süreklilik arz eden bir üstünlük biçiminde
oldu�uydu. Bu kurgunun materyal olarak desteklenmesi de arkeolojik verilerin tersyüz edilmesi,bilinçli olarak çarp�t�lmas� ya da yok say�lmas�yla in�a edilmeye çal���ld�
UFUK DEMİRBAŞ[email protected]
Yazar her çağdayer ve uzam farkı
olmaksızın,kültürlerarası
etkileşimin baştaticari faaliyetler
olmak üzerebirçok alanda
kaçınılmazlığı ile,Batıcı
yaklaşımlarınkesin olarak
Doğu’yla iletişimikabul eden fakat
etkiyi reddedenbakış açısını
somutlayarakiddianın
yanlışlığınıortaya koyuyor
30 KASIM 2012 CUMA 17Aydınlık KİTAP
TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı’nda
(17-25 Kasım) bulunduğum her üçlü
beşli buluşmada konuştuğumuz ilk
konu, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın si-
yasal yönelimleri ve sanatçı kişiliği ara-
sında bir kopukluk olmadığı halde kırk
yıldır bu gerçeğin göz ardı edilmesi ya
da gizlenmesiydi. Teori Dergisi’nin ya-
yın yönetmeni Arslan Kılıç başta ol-
mak üzere birçok yoldaş, nice yazar ar-
kadaş ve her yaştan okur bu konu et-
raflıca aydınlatılıncaya kadar tartış-
mayı ısrarla sürdürmemi istedi. Ke-
pirtepe’den çocukluk arkadaşım ve ya-
zar dostum Kemalettin Kaya, Tanpı-
nar’ın Atatürk’ü anlatan bir yazısını
(Ulus, 21 Kasım 1960), bu tartışma ve-
silesiyle kendisi değerlendirmek ye-
rine, bana getirdi. Ona müteşekkirim.
Köşemizin elverdiği çerçevede, bu
yazıdan başlıca belirlemeleri Aydınlık
Kitap okurlarıyla paylaşmak istiyorum:
ATATÜRK’TEN ALINACAKBÜYÜK DERS AHMETHAMD� TANPINAR
Bir vaziyeti olduğu gibi görmek,
bütün ihtimallerini tartmak, sıralamak,
en lüzumluyu, acele cevap verilmesi
gereğini ayırmak, can alacak kilit
noktayı bulmak ve oraya bütün kuv-
vetleriyle yüklenmek. İşte büyük ma-
nasında hareket adamının belli başlı
vasfı.
Her an uyanık olacaksın ve bu
ameliyeyi [işlem] her an için yeniden
yapacaksın. Mustafa Kemal’in haya-
tı üzerine birazcık eğilen her insanın
onda ilk gördüğü şey budur. Onun ze-
kâsı daima hareket halindedir. Sanki
daima matematik terkipler [bileşim]
içinde, onları tanzim ederek ve ce-
vaplandırarak yaşadı. Daha Anafar-
talar’da, biz onu kısa bir vaziyet mü-
talaasından [durum değerlendirmesi]
sonra kararını vermiş, elindeki kuv-
vetleri, seçtiği noktaya tereddütsüz
boşaltır görürüz.
Modern harp tarihi tek bir ku-
mandanın omzuna yüklenmiş bu cins-
ten bir karar ve icra mesuliyetini [yü-
rütme sorumluluğu] pek az kaydeder.
«Böyle olmalıdır, yalnız böyle olabi-
lir.» Ve hareket bittiği anda eski pa-
yitaht kurtulmuş, Çarlık Rusya’sının
akıbeti belirmiş, dünya gömlek de-
ğiştirmeye hazırlanmıştır.
Pek az kumandan kendi tarihine
bu kadar parlak ve kati bir zaferin ka-
pısından girer. Fakat biz onu daha ev-
vel Balkan Harbi’ne tekaddüm eden
[ön gelen] büyük manevrada da aynı
sarih [açık] vaziyet mütalaasında
görürüz.
Atatürk’ün çıraklık devri yoktur. O,
daima karşısına geçer geçmez kavra-
dığı vaziyetin tek adamı olmuştur.
Hakikatte vaziyet fikriyle, onun de-
hasıyla doğmuş olanlardandı. [...]
1918’de mağlup İmparatorluğun
geniş kumanda kadrosu içinde yalnız
onun çehresinin ortaya çıkması, bütün
bir milletin onun etrafında toplanması
hiçbir şekilde tesadüf değildir. Eğer İs-
tiklâl Savaşı’nda tesadüfün veya tali-
hin bir yardımı varsa, şüphesiz ki bu,
Mustafa Kemal’in Mustafa Kemal
olarak, o ruh ve imanla, o irade ve va-
ziyet dehasıyle aramızda doğmuş ol-
masıdır. Atatürk her yeni işe, biraz ev-
vel bırakmış gibi giren adamlardandır.
Asıl yapılacağı adeta içgörüsü ile se-
çer, Milli Mücadele’de dikkat israfı de-
nen şeyi bulamazsınız. Dumlupınar za-
feri tam zamanında yapılan bir hasa-
da benzer. [...]
Hakikatte Milli Mücadele’de her
şeyden evvel o vardır. 26 Ağustos’ta
bütün gücüyle ayağa kalkan ve etra-
fını hurdahaş eden Dev’in belkemiği
ve düşünen kafası odur, seçtiği birkaç
arkadaşıdır. [...]
ATATÜRK VE �NÖNÜİşi ne kadar da iyi biliyordu. Ana-
dolu’ya geçer geçmez bu işin ancak bir
teşekkülle olabileceğini anladı ve Bü-
yük Millet Meclisi Hükümeti’ni o
meşru ve milli hayata tasarruf hakkı
olan cihazı [aygıt] kurdu. Filhakika [as-
lında] muharebe dahi ancak teessüs et-
miş [kurulmuş] bir hukuk devleti ile
olabilirdi. Ve hemen arkasından or-
duyu kurdu. Milli Mücadele’nin ilk za-
ferlerinden biri muntazam ordunun
katıksız olarak kurulması kararının
Büyük Millet Meclisi’nden çıktığı gün
idrak edildi. Bu işte İsmet İnönü’nün
hemen hemen onun kadar payı var-
dır ve zaten onun Anadolu’ya geçişi de
Mustafa Kemal’in kazandığı bu ilk za-
ferlerden biridir.
Atatürk ve İnönü, ne kadar necip
[soylu] duygulara dayanırsa dayansın,
ihtiyarînin keyfî ile kapı bir komşu ol-
duğunu gayet iyi biliyorlardı. Onu
hesaplarından tarh etmişlerdi [çıkar-
mışlardı]. Atatürk’ün büyük mezi-
yetlerinden biri de arkadaş seçmesi-
ni bilmesidir. Bir kere seçtiği ve de-
ğerlendirdiği adamı kolay kolay bı-
rakmaz ve daima tutardı. Bütün ha-
yatında hâkim olan ölçü fikri bu de-
ğerlendirme işinde hâkimdi. Herke-
sin onun nazarında ayrı bir yeri vardı.
İnönü daha ilk günden itibaren en gü-
vendiği arkadaşıdır. Yeni kurulan
devletin içindeki gizli mücadelelerin
çoğu bu tercihin etrafında uyanan kıs-
kançlık hissi ile başlar. Sofra adamla-
rı bu sarih düşünce ve nizam adamı-
nı bir türlü çekemezler. Kaldı ki İnö-
nü her şeyden evvel bir otorite idi. Pek
az dostluk bu kadar samimi ve karşı-
lıklı anlayışa dayanır.
[...] İsmet Paşa vazgeçmek denen
kelimeyi lügatinden silmiş adamdı. Ri-
cat [gerileme] onun için sadece bir ta-
biye ıstılahı [doğallık terimi] veya
usulü idi. Nitekim yeni kurulan Cum-
huriyet bu sarih ve başarılı düşünce-
den en sağlam iç kalesini buldu. İkin-
ci Cihan Harbi’nde bu kale bir kaptan
köprüsü oldu.
Atatürk Milli Mücadele yıllarında
sade büyük asker ve büyük devlet
adamı değildir. O her şeyden evvel bel-
ki de sari [bulaşıcı] bir ruh, bir iman ve
kalp adamı idi. Tarihimizde hiç kimse,
büyük halefi hariç, onun kadar iyi ve gü-
zel konuşmadı. Türk demokrasisi her
hareketini halkımıza en geniş şekilde
izah eden ve onun tasvibinden geçiren
Atatürk’le başlar. [...] Burada bir mu-
kayese yapmak zaruridir: Muharebe
meydanında hiç şaşırmayan Napolyon
hemen her meclisten mağlûp çıkardı.
Darıltmadan ağız açtığı pek az vaki idi.
Mustafa Kemal ise sözü ile karşısın-
dakini kendine bağlardı.
Bütün bunlara, sihirli varlığını,
şahsiyetinde kendiliğinden mevcut
otoriteyi de ilave etmek lazımdır.
Onda kudret denen şey bir mıknatıs
gibiydi. [...]
Yahya Kemal’den dinlediğim bir-
kaç anektot Mustafa Kemal’in mizaç
kudretini bana öğretti. Yazık ki, bu ka-
dar şey, gördüğünü tespit etmeye bir
türlü alışamayan muasırlarının ih-
mali yüzünden kaybolacak.
Hiçbir ciddi ifrata [aşırılık] düş-
medi. Bütün Müslüman Şark tarihi-
ni bize öğreten Garp, kovduğu hane-
danın yerine geçeceğini sanıyordu.
Hepsi Mustafa Kemal için kabildi. O,
kurduğu yeni Türkiye Cumhuriye-
ti’nin bir numaralı vatandaşı olmak-
la kaldı, Atatürk oldu. [...] İyi bir cer-
rah gibi milli hayatın teşhisini yaparak
inkılaplarını vücuda getirdi.
H�ÇB�R �NKILÂBIYÜZEYSEL DE��LD�
Mustafa Kemal inkılâpları yuka-
rıda bahsettiğimiz vaziyet fikrinde en
iyi izahını bulur. Vaziyet fikri, realite
fikridir ve Batılı insanın en büyük si-
lahı ve en büyük kuvvet ekonomisidir.
Türkiye’nin ihtiyaçlarını nefsinde ya-
şamış gibi biliyordu. Kendisinden yüz
sene evvel hangi şartlar altında ve sı-
fırdan başlayarak yürüdüğümüzün
farkında idi. Garp medeniyetinin ışı-
ğına ve insan haklarına büyük bir
şevkle koşmuş, fakat mazi başlarını ge-
reği gibi koparamadığımız için dur-
madan bir pervane gibi yolun fener-
lerine çarpmıştık. Mustafa Kemal üst
üste inkılâplarıyla bu cansız ve yol ke-
sici bağları kopardı.
Hiçbir çiftçi, tarlasını bu kadar dik-
katle ayıklamaya çalışmamıştır. Bütün
kuvvetiyle memlekette hüküm süren
ikililiğe ve onları besleyen müessese-
lere yüklendi. Devrinde o kadar ten-
kit edilen, halâ bile sathî bir iş gibi gö-
renler bulunan kıyafet inkılâbı haki-
katte bizi, bir lahzada, şüpheli bir va-
ziyetten çağdaş bir vaziyete getirmiş-
tir. Hakikatte Mustafa Kemal inkı-
lapları bir tereddüdün, bir eşikte du-
raklamanın sona ermesiydi. [...]
Eski hukuk, Müslüman medeni-
yetinin çerçevesinden çıktığımız gün
örf olmuştu. Örf [töre], büyük manâ-
sıyle medeniyet ve kültüre karşı gelirse
terk edilir. İnsan değişen mahluktur.
Çünkü tecrübelerini birbirine nakle-
den, birbirinden değiştiren mahluktur.
Atatürk’ün yaptığı veya başladığı hiç-
bir şey yoktur ki, bizi özlediğimiz bü-
tünlüğe götürmesin. [...]
Kitleye yolunu işaret etti ve oraya
doğru beraber yürüdü. Her haliyle,
«Bugün belki itiyatlarınızda [alışkan-
lık] rahatsız olursunuz, fakat yarın ço-
cuklarınız mes’ut olur.» der gibiydi.
[...] Düşünce daima bütünü ister.
Ancak hakiki aksiyon adamıdır ki ol-
duğu yerde dönmekten ve kuvvetlerini
beyhude yere israftan başka bir şey ol-
mayan bu sabırsızlığı, iyi niyet hoşnut-
suzluğunu işleri sıraya koyarak müspet
bir kuvvet haline getirir. Bu çabada bize
Atatürk türlü meziyetleriyle daima en
iyi örnek olacaktır. Hayatının her mer-
halesi, şahsiyetini yapan her çizgi gibi bi-
çim için sonsuz bir tecrübe, nesilden nes-
le kudreti artacak bir derstir. [...]
Demokrat Parti idaresi bu derse ve
bu büyük tecrübeye gözlerini kapadığı
için on senemizi ve bu kadar imkânı yak-
tı, kül etti. İkinci Cumhuriyet’in de [27
Mayıs Devrimi] Yeni Türkiye’nin ku-
rucusunun yolunda hiç tereddütsüz yü-
rüyeceğine eminiz ve bununla mesuduz.
“Atatürk'ün ç�rakl�k devri yoktur. O, daima kar��s�na geçer geçmez kavrad��� vaziyetintek adam� olmu�tur. Hakikatte vaziyet fikriyle, onun dehas�yla do�mu� olanlardand�.”
ARAKABLO
Tanpınar: “Atatürk biziözlediğimiz bütünlüğe götürdü”
SEYY�T NEZ�R
30 KASIM 2012 CUMA18 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR
Umut Yolu
“Kağıt Kayıklar”, farklı kesimlerden
gelen beş kadın ve beş erkeğin psiko-
terapi süreçlerini anlatan bir öykü seç-
kisi. Her bir bölümle bizi başka dünya-
ların içine çekiyor. Bir öyküde, gençli-
ğinde sistematik işkenceye maruz kal-
mış bir şairin feryadına şahit olurken, bir
diğerinde kadın cinselliğinin çocuk yaş-
lardan itibaren toplumsal ve dinsel
motiflerle nasıl şekillendiğini görüyoruz.
Delilikle dâhilik arasındaki ince çizgi-
de yürüyen bir adam, ruhsal acılarını be-
deniyle ifade eden bir kadın, aile bas-
kısına karşı direnen bir alkol bağımlısı
kitapta bizi bekliyor... Şebnem Kartal,
kısa öykülerle derinlemesine giriyor
hayatlarımıza. Kendimizi keşfetmek
için eşsiz bir kaynak armağan eden ya-
zar, tüm satırlarını “anlamak” ve “far-
kında olmak” üzerine kurguluyor.
Ka��t Kay�klar
Takvimler 11 Aralık 2012’yi göste-
rirken Los Angeles sıradan bir güne
daha uyanmıştır. Ancak günün sonun-
da, ender görülen salgın hastalıklar ko-
nusunda dünyanın en önde gelen uzman
doktoru, sergilediği semptomlar karşı-
sında şaşkına dönüp dehşete düştüğü bir
hastayla uğraşmak zorunda kalırken,
Maya uygarlığıyla ilgili çalışmaların
parlak yıldızı Chel’in elinde bir zaman-
lar atalarının yaşadığı antik şehirde bu-
lunmuş paha biçilmez bir yazıt vardır.
Devrin saray kâtibi tarafından gizlice tu-
tulmuş bu olağanüstü tarihi kayıt Maya
Krallığı’nın bir gecede yok oluşuyla il-
gili tarihin o büyük bilmecesine de ce-
vap olacaktır. Çünkü Maya Krallığı’nı bir
gecede tarih sahnesinden silen o kor-
kunç tehlike yeni silahlar kuşanarak me-
deniyetimizi ortadan kaldırmak için
çoktan harekete geçmiştir bile.
21.12
Modern düşüncenin kurucuların-
dan biri olan Georg Wilhelm Friedrich
Hegel genel olarak Prusya mülkiyet-
çiliğinin dar kafalı savunucusu, anla-
şılmayacak şekilde ve anlaşılmamak
için yazmış asık suratlı bir felsefeci ola-
rak tanınır. Onun Fransız devriminin
etkisiyle coşan bir devrimci; Alman mil-
liyetçiliğine karşı çıkan bir evrenselci;
kağıt oynamayı, arkadaşlarıyla tartış-
mayı, meyhanelerde yarışırcasına iç-
meyi seven ve dolayısıyla birçok kez di-
sipline verilen bir öğrenci; dans et-
mekten, kızların çevresinde olmaktan
hoşlanan neşeli bir genç olabileceği pek
akla getirilmez. Oysa Hegel, olumlu ki-
şisel özellikleri, bilgisi, geniş ufku ve bü-
yük ilgi gören dersleri sayesinde için-
de yaşadığı toplumun en etkin şahsi-
yetlerinden biri haline gelmiştir.
Hegel
Kudüs, 1947. İsrail devletinin
kurulmasına birkaç ay kalmıştır.
İngiliz işgali altında büyümüş
olan 12 yaşındaki Profi, işgalci kuv-
vetlere karşı direnişin coşkulu ha-
vasına kapılmış ve İngilizleri doğup
büyüdüğü topraklardan kovmak
için iki arkadaşıyla bir yeraltı örgü-
tü kurmuştur.
Hayallerinin arasında İngiliz
kraliyet sarayını havaya uçurmak;
dünyanın dikkatini, ülkesinde ya-
şanan haksızlığa çekmek de vardır.
Ama hayallerinden bazıları çok
da kahramanca değildir.
Şeytan, gerçek bir erkek olmaya
çalışan delikanlıyı ayartmak için
her yerde pusuya yatmıştır; ihanet
çok uzak değildir.
Pusudaki Panter
“Gövden mi var, derdin var. Etin
markası olmaz. İnsanların öldürülmesi
hoş bir şeydir. IQ’lar eşit olmadıkça,
insanlar eşit değildir. Botobur bir ulu-
sa faşizm ne güzel de yaraşır. Yerinde
kullanılan şiddeti savun. Kimseyle
uyumlu olmak zorunda değilsin. Ce-
sur, özgür ve güçlüysen yenersin. Aksi
halde defol! İnkâr et tüm sana öğre-
tilenleri.” Akla gelen her kötü dü-
şünceyi zararlı sanmamalı; bazen kötü
düşünmek hayat kurtarır, ilişki kurtarır,
ülke kurtarır, gezegen kurtarır. Şey-
tanın dürttüğü yer bir yol ayrımıdır. O
noktada gülümsemeli ve silah, kalp, öç
son kez kontrol edilmeli. Tek ortak ana
dil, ruhtur. Küçük İskender’den vah-
şet, şehvet, romantizm, alay, aşağıla-
ma, cezaya teşvik, suç arşivi içeren
“666” isimli pis bir kitap daha.
666
Yusuf Akçura, Türk milliyetçili-
ğinin öncülerinden ve Kemalist Dev-
rim’in ideologlarındandır. Yaşamını
Türk toplumlarının ilerlemesi, yük-
selmesi, çağdaşlaşması davasına ada-
yan Akçura, bunun için, Türk milli-
yetçiliğinin halkçı, antifeodal, anti-
emperyalist ve birleştirici olmak zo-
runda olduğunu belirtmiştir. Bütün
millet ve kavimlerle eşitlik ve barış
içinde yaşamak, onun savunduğu
Türk milliyetçiliğinin temel özellik-
lerindendir. Bu kitapta Akçura’nın,
Türk toplumu için; halkçı, bağımsız ve
çağdaş bir Türk devletinin zorunlu-
luğunu ve bu konuda Türk aydınına
düşen görevleri işlediği makaleleri
bir araya getirilmiştir. Makaleler,
1921-1925 yılları arasında yayımlanmış
yazı ve konferanslarından seçilmiştir.
Ayd�nlara Dü�en Vazife
“Kanlı Kumpas”ın senaryosunu
CIA yazdı, ama figüranlık yerli isimlere
düştü. Kenan Evren’den Fethullah
Gülen’e, Süleyman Demirel’den Bülent
Ecevit’e, Alparslan Türkeş’ten Ab-
dullah Öcalan’a kadar herkes “Kanlı
Kumpas” tiyatrosundaki rolünü oyna-
dı. Kan, gözyaşı, acı ve hüznün yolu hep
darbelere çıktı... Derin devletin kurul-
ması için imza koyan başbakan kim?
Darbelere zemin hazırlayan gladyo
yapılanmalarında CIA’nın rolü nedir?
Amerikalı çavuşun parkasını tutan ge-
neral kimdi? Humeyni’nin arkasında
namaz kılmak hangi başbakana kısmet
oldu? Anadolu’da Alevi-Sünni çatış-
masını körükleyen CIA ajanı kimdi?
Türk askerinin başına çuval geçiril-
mesini, “pratik bir uygulama” sözleri ile
kim savundu?
Kanl� Kumpas
Küçük �skender (Derman �skenderÖvel), Sel Yay�nc�l�k, 212 s.
Edgar Morin, Stephane Hessel,Say Yay�nlar�, Çev: �smail
Yerguz, 88 s.
Stéphane Hessel 95 yaşında Fransız
yazar, filozof ve diplomat. Türkiye’de,
yaklaşık 30 dile çevrilen, Fransa’da sa-
tışı 2 milyonu aşan “Öfkelenin” adlı ki-
tabıyla tanınıyor. Edgar Morin ise 91 ya-
şında Fransız yazar, filozof ve sosyolog.
Her ikisi de direniş savaşçısı olan ya-
zarlar evrensel nitelikte bir uygarlık si-
yasetinin mümkün ve gerekli olduğunu
ileri sürüyor ve umudun yolunu açı-
yorlar. Yeşil enerjileri, dayanışmacı
ekonomiyi, megapollerin insanileşme-
sini, kültürü hedef alan düzenlemeleri
önceleyen; endüstriyel tarımı, nükleer
enerjileri, savaş sanayisini, savurganlık
ekonomisini dışlayan; finans kapital ej-
derhasına, etnik-dinsel çatışmalara, bi-
yosferin bozulmasına karşı çıkan bu yeni
siyaset, liberter, sosyalist, komünist ve
çevreci kaynaklardan besleniyor.
Dustin Thomason, Alt�n Kitaplar,Çev: Seda Hauser, 384 s.
Necdet Pekmezci,Tanyeri Kitap, 272 s.
�ebnem Kartal,3P Yay�nc�l�k, 219 s.
Terry Pinkard, �� Bankas� KültürYay�nlar�, Çev: Mehmet Bar��
Albayrak, 772 s.
Amos Oz, Do�an Kitap,Çev: Elif Ayla, 152 s.
Yusuf Akçura,Kaynak Yay�nlar�, 112 s.
30 KASIM 2012 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR
Unutmak
Neoliberal iktisadi rejim bütün
dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sos-
yal politikaları alt üst etti. Bu kitap, ko-
nuya toplumsal cinsiyet ve kadın açı-
sından yaklaşıyor. Piyasa, özel ve ka-
musal ataerkilliğin üçlü kıskacındaki ka-
dın emeği nasıl bir rejime, ne gibi dış-
lama ve sömürü mekanizmalarına tâ-
bidir? Sosyal güvenlik reformları, ne
gibi cinsiyetçi farklılaşmalar kuruyor ve
yeniden üretiyor? Kadınlar nasıl bir sos-
yal güvence tahribatına maruz kalıyor?
Bu durum karşısında toplumsal cinsi-
yet eşitliği taleplerinin anlamı ve pers-
pektifi nedir? Sosyal politikanın bütün
özgül alanlarını, kadının ücretsiz bakım
emeğini, ev içi emeği, enformel sektörü
de hesaba katan, ayrıntılı, titiz incele-
melerden oluşan bir derleme.
Türkiye’de RefahDevleti ve Kad�n
Türkler muazzam çaba ve kararlı
çalışmayla modern Türkiye’yi Asya’dan
çıkarmaya çabalıyorlar. Yeni nesil Türk,
kaderci zihniyetini yenmeye muktedir
olacak. Devlet başkanına ve bakanla-
rına, yabancı uzmanlardan oluşan mu-
azzam bir kadro yardım ediyor. Uz-
manların işi zor, çünkü yabancı çevre-
de idrak daha zor; çoğu kez, daha az ay-
dına sahip olan ama yine de büyük ma-
kamı dolduran, sıklıkla uzmanların
yanında daha uzman olmayı isteyen eski
Türklerin kıskançlığıyla ve güvensizli-
ğiyle baş edebilmeleri gerekiyor. Mu-
cize kâbilinden bir görevle, bugünkü
Türkiye’yi yüz yıllık geri kalmışlığından
çıkarmak konusunda başarılı olacak
olan Gazi Kemal Paşa’nın aydın ve is-
tekli birçok kurmayı var.
Türk MeteorolojisininKurulu�u - Aksakall�
Havabakan Antal Bey
19. yüzyılın sonlarında Balkan-
lar’dan Anadolu’ya göç etmiş bir
Müslüman-Türk ailenin tek erkek
çocuğunun II. Abdülhamit döne-
minde geçen okul yılları, Osmanlı İda-
ri Teşkilatı’nda yaşadığı deneyimler,
1908 Devrimi, 31 Mart Olayı, Yunan
İşgali, Milli Mücadele ve Kurtuluş,
Yahya Sezai Uzay’ın birinci el tanık-
lığıyla anlatılıyor. Cumhuriyet’in ku-
ruluş yıllarına da uzanan bu tanıklık,
Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümün-
den bir yıl önce Trabzon’u ziyaretini
de kapsıyor. Yahya Sezai Uzay’ın ya-
şamı yıkılan İmparatorluğun öykü-
süyle, onun küllerinden yaratılan
genç Cumhuriyet’in kuruluş öykü-
sünü birleştiriyor ve Türk tarihinin en
sancılı yıllarına ayna tutuyor.
Osmanl�’dan Cumhuriyet’eSanc�l� Y�llar
Aleviler Neden Ramazan
Orucu Tutmazlar?
Aleviler Neden Tavşan
Yemezler?
Alevilerde Abdest ve Anlamı
Alevilerde Kıble
Aleviler Yıkanmaz mı?
Aleviler Sünnet Olmaz mı?
Alevilikte Musahiplik
Alevilikte Miraç
Alevilikte Kırklar Söylencesi
İbni Arabî ile Derrida arasındaki
ilişki tam olarak nedir? Yapısökü-
mün metaforları, stratejileri ve motif-
leri bütün anlamlarını tasavvufla bir
mukayese bağlamında değiştiriyor
mu? İbni Arabî bize Derrida’yı farklı
şekilde okumayı öğretebilir mi; ya da
Derrida İbni Arabî’yi? Son dönem-
lerde tüm dünyada karşılaştırmalı din
ve teoloji bölümlerindeki akademis-
yenler kendi dini geleneklerindeki çe-
şitli örnekleri Derrida’nın yapısö-
kümcü yazıları için yeniden keşfeder-
ken, Georgia State University’de post-
kolonyal edebiyat teorisi üzerine ders-
ler vermekte olan ve daha önce Tür-
kiye üniversitelerinde de çalışan Ian Al-
mond da, bu kitapta, pek çok soruya
yanıt aramakta ve iki ayrı düşünürü
karşılaştırmalı olarak ele almaktadır.
�bni Arabi ve Derrida
Murat Çulcu ‘’Siyonizm’in ilk dö-
nemi’’ olarak adlandırırdığı 1895-1922
sürecini kendine özgü bir yöntemle ve
tarafsızca irdeliyor. Siyonizm’in “Ber-
lin-Londra İkilemini” ve “Herzl-
Rothschild” yapılanmalarını büyüteç
altına alıyor. “Herzl öncesine” pa-
rantez açıyor. Çanakkale’de çarpışan
Sion Alayı’nın “siyasal misyonu”nu
saptıyor. Pro-Palestina’nın izlediği
stratejiyi özgün belgeleriyle anlatıyor.
Max Cohen’in tarihsel konferansını
tam metin olarak okura sunuyor. Os-
manlı yönetiminin “Filistin’e Yahudi
iskanı’’ politikasını ve yasağını sorgu-
luyor. Herzl - II.Abdülhamid ilişki-
sindeki yanılsamalara dikkat çekerken
Ağa Han’ın Londra-İstanbul ekse-
nindeki “federasyon-konfederasyon”
önermelerini masaya yatırıyor.
Gelecek Y�l Kudüs’te
Llosa “Genç Bir Romancıya Mek-
tuplar”da roman sanatı hakkındaki
düşüncelerini aktarıyor. Yazım sana-
tıyla yaşam arasındaki ilişkiyi sorgulu-
yor. 2010 Nobel Edebiyat Ödülü sahi-
bi yazar, edebiyat tutkusunun filizlen-
diği Peru’daki gençlik günlerinden
başlayan on iki mektupta, Miguel de
Cervantes, Gabriel García Márquez,
Jorge Luis Borges, Julio Cortázar, Ja-
mes Joyce, Gustave Flaubert, Virginia
Woolf, Ernest Hemingway, Alain Rob-
be-Grillet, Herman Melville, Marcel
Proust ve Franz Kafka’nın da arala-
rında bulunduğu birçok yazarın eser-
lerini ve fikirlerini ele alıyor, hem
genç romancılar için bir yol haritası çı-
karıyor hem de roman sanatına aşina
olanların alışkanlıklarını gözden ge-
çirmelerini öneriyor.
Genç Bir Romanc�yaMektuplar
Ian Almond, Ayr�nt� Yay�nlar�,Çev: Kadir Filiz, 176 s.
�nci Aral,K�rm�z� Kedi Yay�nevi, 372 s.
İnci Aral, otuz yılı aşan edebiyat uğ-
raşının bu noktasında duruyor ve Tol-
ga Meriç’in sorularına verdiği yanıtlarda
kendini, tıpkı romanlarından birinin
kahramanıymışçasına irdeliyor. Parça-
lanıp dağılmış bir aile, beslemelerle pay-
laşılmış odalar, parasız yatılı okullar,
mektuplar, yolculuklar, uçurumlar, şe-
hirler, şarkılar ve tabii öldürücü aşklar
ama hepsinden daha büyük bir aşkla
bağlanılmış kitaplarla kâğıtlar... “İnsan
unutmak zorundadır. Ama bu unut-
manın kendisi değildir. Unutmak yok-
tur” diyen İnci Aral’ın, hem özel hem
de yazarlık dünyasını okuruna açtığı, bu
anlatı, hayatına edebiyatın, edebiyatı-
na hayatın ışıklarını düşürebilen bir ya-
zarı daha iyi tanımak, yazdıklarının
derinine girmek ve yazma tutkusunun
ne olduğunu anlamak isteyenler için...
Melek Çolak,Yap� Kredi Yay�nlar�, 152 s.
Mario Vargas Llosa, Can Yay�nlar�,Çev: Emrah �mre, 128 s.
Kolektif,�leti�im Yay�nevi, 368 s.
Lale Uzay Akal�n,Tarihçi Kitabevi, 239 s.
Do�an Do�an,Uyum Yay�nlar�, 280 s.
Murat Çulcu,E Yay�nlar�, 278 s.
Aleviler Neden NamazK�lmazlar?
Kuyrukluyıldızıngizemi
III. Murat’ın fermanıyla 1575 yılında
Tophane sırtlarında gökbilimci Takiyüd-
din’in yönetimi altında bir rasathane ku-
rulmuş. Ancak çok geçmeden birtakım
dini ve siyasi çekişmeler nedeniyle rasathane
yıkılmış. Osmanlı’nın uzaydaki gözü olan bu
rasathanenin hazin sonu hakkında pek
çok söylenti var. 1577 yılında gözlenen
kuyrukluyıldız, ertesi sene baş gösteren veba
salgını, aynı dönemlere denk gelen dep-
remler… Osmanlı halkını çileden çıkaran
bu olayların yanı sıra, Takiyüddin ve gözlem
ekibinin uygunsuz bir biçimde melekleri iz-
lediği iddiası da rasathanenin sonunu ha-
zırlamış ve rasathane 1580 yılında Kılıç Ali
Paşa’ya yıktırılmış. Bu bilgilerin çoğu ta-
rihçiler arasında tartışılıyor, tarihler, kişiler
ve iddialar her kaynakta farklı belirtiliyor.
Fakat rasathanenin yıkılışındaki siyasi se-
beplerden başka asıl ilginç olan Osmanlı
halkının “uzayı gözleme” eylemini “me-
lekleri gözleme” eylemine dönüştürüp
bunu sakıncalı bularak rasathaneyi yıktır-
dıkları söylentisi. Henüz bilim geleneğinin
yerleşmediği 16. yüzyılda böyle bir olayın ya-
şanma ihtimali elbette var. Sonuç olarak,
“Takiyüddin kimdir?” diye sorulduğunda zi-
hinlerde, trigonometri terimlerinin tanım-
larını yapan matematikçi ve dünya ekseni-
nin 23 derece 27 dakikalık eğikliğini 1 da-
kika 40 saniye farkla gerçeğine en yakın ola-
rak hesaplayan gökbilimci ile birlikte ra-
sathanede oturup sabah akşam melekleri iz-
leyen bir hasta da canlanıyor. Zaten efsa-
neler de böyle doğuyor.
Takiyüddin’den bahsetmemin sebebi
elimdeki kitap: “Rasathane'de Bir Gece”.
Kelime Yayınları’ndan çıkan Özlem Tok-
man'ın yazdığı bu macera kitabının can da-
marını Takiyüddin Rasathanesi oluşturuyor.
Özlem Tokman 1978 Ankara doğumlu,
Uluslararası İlişkiler mezunu. Lisans eği-
timinin ardından İngiltere’de lisanüstü eği-
tim almış, Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmış
ve Pekin Büyükelçiliği’ne diplomat olarak
atanmış. Bu başarılı kariyerin ardından
anne olduğunda iş hayatına kısa süreliğine
ara verip kızı Ada’dan aldığı ilhamla çocuk
kitapları yazmaya başlamış. Kitabın çizim-
lerini üstlenen Canan Barış ise uzun yıllar
reklam ajanslarında sanat yönetmenliği
yapan, şu sıralar serbest illüstratör olarak
çalışan başarılı bir çizer. Gelelim bu ilginç
konulu maceranın öyküsüne.
GERÇEKLE HAYALARASINDA
Kitabımızın çocuk kahramanı Elif, evin
tek çocuğu. On üç yaşına basacağı gün, anne
babası doğumgününü unuttuğu için Elif çok
öfkeleniyor. Sinirle odasına girip pencere-
nin kenarına oturuyor ve gökyüzünü izle-
meye başlıyor. Bir yandan hem anne ba-
basına kendisine bir kardeş yapmadıkları
için kızarken bir yandan da tek çocuk ol-
duğu halde nasıl doğumgününü unutmayı
başarabildiklerini düşünüyor. Saat 21:09'u
gösterdiğinde gökyüzünde kayan bir kuy-
rukluyıldızdan yeryüzüne doğru bir ışık
hüzmesi inmeye başlıyor ve bu yoğun ay-
dınlık o gecenin bitiminde Elif için yeni bir
başlangıca dönüşüyor. 21:09 Elif'in doğum
saati! Düşünün ki bir sabah uyanıyorsunuz,
anne babanız çalıştığı için evde yalnız ol-
duğunuzu bilerek salona doğru ilerliyor-
sunuz. Sonra mutfaktan birtakım sesler du-
yuyorsunuz. Mutfağa doğru yöneldiğinizde
karşınıza çıkan manzara şu: Anneniz işe git-
mek yerine mutfakta kahvaltı hazırlıyor, ba-
banız aynı şekilde masada gazetesini oku-
yor ve yanlarında biri kız diğeri erkek, iki
küçük çocuk var. Siz daha rüyadan uyanıp
uyanmadığınızı anlamaya çalışırken anne-
niz size “Hadi gel kardeşlerinin yanına otur,
omletin hazır olmak üzere” diyor. “Olamaz,
benim kardeşim yok ki!”
“Kitabın Gizemi” serisinin ilk kitabı olan
“Rasathane’de Bir Gece”de Elif’le birlik-
te, Takiyüddin’in rehberliğinde aydınlık
ve karanlık güçlere karşı heyecan verici bir
fantastik maceraya çıkacaksınız.
İyi okumalar diliyoruz.
(Rasathane’de Bir Gece, Özlem Tok-man, Kelime Yayınları, 144 s.)
30 KASIM 2012 CUMA20 Aydınlık KİTAP ÇOCUK - GENÇ
“Kitab�n Gizemi”serisinin ilk kitab� olan“Rasathane’de BirGece”de Elif’le birlikte,Takiyüddin’inrehberli�inde ayd�nl�k vekaranl�k güçlere kar��heyecan verici birfantastik macerayaç�kacaks�n�z
İREM HALIÇ[email protected]
Geçmi�e T�rmanan Merdiven
Yazarlık üzerine, mizahla renklenen eğlenceli
bir öykü! Evrensel konuları, sıradan insanların sı-
radışı halleriyle anlatan, sosyal sorunları güçlü bir
mizah dili ve renkli karikatürlerle işleyen Behiç
Ak, çocukların gözdesi “Gülümseten Öyküler” di-
zisinin 10. kitabında, mahalle yaşamı, aile tarihi
ve yazarlık üzerine etkileyici bir öykü anlatıyor.
Sahipsiz köşke yeni taşınan yazarın izini süren bir
çocuk, geçmişe doğru yolculuk yaparken, kendi
ideallerini de keşfeder. Yaşamı değişik açılardan
algılayabilme ve anlamanın önemini işleyen
öykü, gözlem yapmanın bazen deneyimlemekten
daha anlamlı olabileceğini düşündürürken, hayal
gücüne ve bireysel keşiflere bırakılan payın, yaratıcılığı nasıl körüklediğine dik-
kati çekiyor. Behiç Ak’ın bu kitabı, çocukları yazmaya ve çizmeye heveslendir-
diği “ÇizeYaza Öyküler” projesine de yeni bir davet niteliğinde. (Bu projeye ka-
tılan çalışmalar cizeyaza.tumblr.com adresinde sergilenmektedir.) Çocukların bah-
çesinde oyun oynadığı tarihi bir Boğaziçi köşküne bir yazar taşınır. Bütün mahalle,
hiç ortalarda görünmeyen yazarın nasıl yaşadığını merak eder. Bir yazar nasıl bu
kadar zengin olmuştur? Evde kaç hizmetçi çalıştırıyordur? Yazar, mahalledeki
berbere ya da kahveye neden uğramıyordur? Yazarın köşkünü keşfetme cesaretini
bulan tek kişi, küçük Doğaç'tır. Köşkün merdivenlerini tırmanırken, hem Yazar'ın
hem de yazarlığın sırlarını çözmeye başlayacaktır...
Tav�an Peter Masal�İş Bankası Kültür Yayınları minik okurları için yine
renkli ve eğlenceli bir kitap yayınladı. Kültür Yayınları
Oscarlı senarist ve oyuncu Emma Thompson’ın
küçükken babasından dinlediği ve İngiltere’de bir fe-
nomen olan Beatrix Potter’in orijinal hikayesinden
esinlenerek kaleme aldığı yeni bir “Tavşan Peter Ma-
salı”nı minik okurlarıyla buluşturdu. Sevimli ve afa-
can tavşan Peter’in yeni ve renkli maceralarını konu
alan kitap, Eleanor Taylor’un muhteşem çizimleriyle
masal tutkunlarına ulaşıyor. Thompson’un yeni ma-
salında can sıkıntısı ve başka yerlere gitmenin özle-
miyle içinde Bay Yeşilbahçe’nin bahçesine dalan Tav-
şan Peter beklenmedik tesadüfler sonucu istediği he-
yecana kavuşuyor. Tavşan Peter İskoçya’nın yemyeşil dağlarında yaşadığı mace-
ralarla minikler için renkli ve sıcacık bir dünyanın kapılarını aralıyor. Daha önce
İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan “Tavşan Peter ile Pofuduk Tavşancıklar”,
“Tavşan Peter ile Saklambaç” ve “Tavşan Peter” isimli kitaplarla miniklere ula-
şan Tavşan Peter bu yeni sevimli masalın sonunda minik okurlarına Thompson’un
yazacağı yepyeni maceralarla geri döneceğinin sinyallerini veriyor.
Aç�l Maske Aç�l
Aytül Akal’ın düşlerinden dökülen sözcükler,
Mustafa Delioğlu’nun paletinden sıçrayan renklerle
birleşerek, serinin ilk iki kitabında olduğu gibi yine
kapıların birbiri ardına açıldığı büyüleyici bir gör-
sel ve edebi şölen vaat ediyor minik okurlarına.
“Abla olmak zor iş! Kardeşinin haylazlıklarına kat-
lanmak yetmezmiş gibi bir de yıl sonu gösterisini
izlemeye gitmek, çekilecek dert değil. Üstüne
üstlük, kulisteki kalabalık arasından kardeşini
bulup çıkarmak da cabası! Hoop, yakaladım! Çı-
kar maskeni bakalım, gösteri bitti. Nasıl olur, sen
kardeşim değilsin ki! Hah, şimdi buldum! Ay, yine
o değil! Öff, şu kardeşim yok mu!..” Çocuk ede-
biyatının renkli kalemlerinden Aytül Akal, evrensel motifler kullanarak her kül-
türün kendine özgü farklılıkları olduğunu hatırlattığı bu öyküsünde; okurlarını,
özgünlük ve hoşgörü kavramları üzerine düşünmeye yönlendirirken, satır ara-
larına serpiştirdiği küçük mesajlar yoluyla da “tek tip birey” olmaya karşı eleş-
tirel bir yaklaşımda bulunuyor. Şiirsel dili ve gökkuşağının renkleriyle boyanan
resimleriyle “Açıl Maske Açıl”, çocukları farklı kültürlerle tanıştırarak hoşgö-
rüye yönlendiren, cesur ve yaratıcı bir kitap.
Behiç Ak, Gün�����Kitapl���, 92 s.
Aytül Akal, MustafaDelio�lu, Uçanbal�k
Yay�nc�l�k, 36 s.
Emma Thompson,�� Bankas� KültürYay�nlar�, Çeviren:
Cumhur Öztürk, 65 s.
Müzik literatürüne ismini altın
harflerle yazdırmış İngiliz alternatif
rock grubu The Cure, melankolik
ve kasvetli tarzıyla gotik rock mü-
ziğin temsilcilerinden. Solisti Ro-
bert Smith ise çılgın saçları, sür-
düğü kırmızı ruj ve gözlerine yap-
tığı siyah makyajla hafızalarımıza
kazınan bir isim olmanın ötesinde
güçlü bir söz yazarı da ayrıca. Bu
hafta dünyaca ünlü müzik grubu
The Cure'un müziğinin edebiyat-
la ilişkilendirmesini ele alıyoruz.
The Cure'un dinleyicisine ver-
diği en güzel şeylerden biri, solis-
ti Robert Smith'in etkilendiği ede-
biyatçıları, yazarları okuma isteği
uyandıracak denli güçlü bir felse-
feye ve sözlere sahip olmasıdır.
Şarkı sözünün bir melodiyle gelip
geçerliğin ötesine taşındığı müzi-
ğe sahip olmak The Cure'un gü-
cünü arttıran en büyük etmenler-
den. Roberth Smith dinleyicisini
iyileştiren müzik adamlarından
biri.
Robert Smith'in “The Narnia
Chronicles” (C.S. Lewis) ile baş-
layan okuma serüveni, Kafka, Al-
bert Camus ve Jean-Paul Sartre
gibi varoluşçuları okumakla etki-
leşim sürecini sürdürmüştü. Son-
raları Robert Smith röportajla-
rında Sartre'ın önemli eseri “The
Nausea”dan alıntılar görülecekti.
Smith'in edebiyatla kurduğu bağ
zamanla şarkılara ilham vermeye
başlamıştı. Charlotte Sometimes,
The Outsider, At Night gibi par-
çalar buna örnek gösterebilecek-
lerimiz.
22 aralık 1978 tarihine geldi-
ğimizde The Cure “Killing an
Arab” çalışmasını piyasaya sürdü.
Fransız varoluşçu yazar Albert
Camu'nun “Yabancı” kitabından
etkilenerek yazılmış olan bu par-
ça grubu büyük bir karışıklığın
içine soktu ve isimden kaynaklı
olarak “ırkçılık” suçlamasıyla kar-
şı karşıya kalan grubun albümü pi-
yasadan toplatıldı. Grup bu duru-
ma çareyi ırkçılık karşıtı bir am-
blemi albüm kapağına yerleştir-
mekte buldu.
“How Beautiful You Are”
Charles Baudelaire'in “Les Yeux
des Pauvres” adlı kısa öyküsünden
etkilenerek yapılan bir The Cure
parçasıdır. Patrick White’ın “The
Cockatoos” adlı eseri “Love Cats”
parçasına ilham kaynağı olmuştur.
Robert Smith’in en beğendiği ya-
zarlar arasında yer alan şair Dylan
Thomas'ın “Love In The Asylum”
adlı şiirinin sözleri “The Top” al-
bümünde henüz melodi halinde-
ki olan “Birdmad Girl” parçasına
okumuştu. “The Top” albümü yer
alan diğer bir diğer parça “Bana-
nafishbones”, J.D. Salinger’ın “Do-
kuz Öykü”kitabındaki ilk ve en
çarpıcı öyküsü olan “Muzbalığı
İçin Mükemmel Bir Gün” adlı
öyküden etkilenerek yazılmıştır.
Jean Cocteau’nun “Les En-
fants Terribles” adlı eseri Robert
Smith’i gözyaşları içinde bıraktığı
söylenir.
Smith, okuduğu en iyi kitabın
Thomas Nagel'in “The Point of
View of Nowhere”olduğunu söy-
ler.
William S. Burroughs'un “Çıp-
lak Şölen”i, Vladimir Nabokov'un
“Lolita”sı yazarın severek oku-
duğu ama eserlerinde yer vere-
mediği kitaplardandır.
Robert Smith kayıt stüdyosu-
nun hatta evinin duvarlarında bile
beğendiği yazarlardan alıntılar ka-
raladığı söylenir. Yıllardan beri
Robert Smith kendi kısa öyküle-
rinden oluşan bir kitap yazacağı ve
adının “The Glass Sandwich” ola-
cağı da söylentiler arasında. İler-
leyen süreçte bu söylentilerin ger-
çeğe dönüşüp dönüşmeyeceğini
bekleyip göreceğiz.
SES - SÖZ
Mazhar Müfit
Kansu, Cumhuriyet
D e v r i m i ’ m i z i n
önemli tanıkların-
dandır. Atatürk’ün
başlattığı harekâta
Erzurum’da katılır
ve ölümüne kadar
da birlikte olur. Bu beraberliği de
“Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le
Beraber” isimli kitabıyla ölümsüzleştirir.
B�TL�S’TEN ANKARA’YAİki ciltlik kitap 1966 yılında Türk Tarih
Kurumu tarafından basılmıştır. Kansu,
Bitlis Valisi iken hakkında Ermeni meza-
limi gerekçe gösterilerek soruşturma açı-
lır. Mütareke yıllarıdır. İstanbul’a gitse tu-
tuklanıp Boğazlıyan Kaymakamı Kemal
Bey’in başına gelenler onun da başına ge-
lecektir. Millici olduğu için tarihi kararı ve-
rir ve yolunu değiştirir. Bu hayırlı yolculuk
devrimle sonuçlanır ve çok önemli olayla-
ra da tanık olur. Bunları günü gününe not-
lara aktarır. Mazhar Bey’in hususiyeti de
budur. Notları öyle işe yarar ki, Mustafa Ke-
mal Paşa birşey hakkında takıldığında he-
men onun notlarına başvurur. Notlarda ne-
ler yok ki: Erzurum ve Sivas Kongresi ha-
zırlıkları ve oralarda yaşananlar, çekilen sı-
kıntılar, kaybedilmeyen umutlar, zaferler,
bir de Mustafa Kemal Paşa’nın “yaz” de-
dikleri tabi...
ÇAY PARALARI B�LE YOKTUGerici kesimin meşhur yalanı vardır ya
“Sultan Vahdettin, Mustafa Kemal Paşa’yı
Samsun’a 40 bin altınla gönderdi” diye...
Mazhar Bey’in notlarını okursanız bunun
ne kadar saçma bir yalan olduğunu gö-
rürsünüz. Çünkü Erzurum ve Sivas’ta
öylesine para sıkıntısı çekilir ki; kimi za-
man çay ve şeker alacak paraları bile yok-
tur. Muzhar Bey, o anlarda Paşa’dan ricada
bulunur, bankadan borç almak için, ancak
“Sen bize şimdi de bankaları dolandırı-
yorlar mı dedirttireceksin” diye geri çe-
virtir. O anda ise “Allahtan ümit kesilmez”
sözleri devreye girer. Bunlardan birisi
Erzurum’dan Sivas’a gidileceği günlerde
yaşanır. Bin lira para lazımdır. 4 araba tu-
tulacaktır. Ortada para yoktur. Gelenler-
den birisine “Çay içmezsiniz değil mi?” de-
nilmiştir. O, durumu anlamış ve eve gi-
derek biriktirdiği 900 lirayı getirerek ver-
miştir. İşte bu özverilerle yola düşülür. Si-
vas’a gidiş öyle
kolay olmamıştır.
Dersim geçitlerini
eşkıyalar tutmuş-
tur. Yarı gerçek
yarı yalan! Ya
doğruysa. Dön-
mek yok. Mustafa
Kemal Paşa ge-
rekli tedbiri ala-
rak “ölüm pahasına” yola düşer. Sivas’a va-
rılır. Yolda yedikleri yemek ise ekmek, so-
ğan ve zeytindir. İştahla yerler...
VAKT� ZAMANI GEL�NCEMazhar Bey’in kitabında öylesine ilgi
çekici olaylar edebi bir dille anlatılır ki,
koca kitabı bitirmeden bırakasınız gelmez!
Unutulmaz satırlardan birisi de Mustafa
Kemal Paşa’nın Mazhar Bey’e “Yaz ba-
kalım” deyip de “Vakti zamanı gelince hü-
kümetin şekli Cumhuriyet olacaktır” söz-
leri... Bunların yazıldığı an, Mazhar Bey
şaşkınlığını gizleyemez. Ama olmuştur.
Vakti zamanı gelince de sorulur. “Şimdi
neredeyiz” diye! Atatürk ve Cumhuriyet
dönemi meraklıları bu kitabı okumamış-
larsa “Kitap okudum” demesinler. Uzun
yıllar milletvekilliği yapan Mazhar Bey’i,
12 Kasım 1948 günü kaybettik. Saygıyla
anıyoruz. İyi ki günü gününe not tutmuş-
sunuz. Sayenizde neler öğrenmedik ki...
Erzurum’dan ölümünekadar Atatürk’le beraberErzurum’dan ölümünekadar Atatürk’le beraberErzurum’dan ölümünekadar Atatürk’le beraberErzurum’dan ölümünekadar Atatürk’le beraberErzurum’dan ölümünekadar Atatürk’le beraberErzurum’dan ölümünekadar Atatürk’le beraberErzurum’dan ölümünekadar Atatürk’le beraberErzurum’dan ölümünekadar Atatürk’le beraber
ERCAN DOLAPÇI
GÖKÇE KALE
MazharMüfit Kansu
Mazhar bey
Sivas Kongresi heyeti, 4 Eylül 1919
30 KASIM 2012 CUMA 21Aydınlık KİTAPSAHAF
The Cure ve esin kaynağı
Robert Smith
BULMACA
ALINTI-TEST
Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?
30 KASIM 2012 CUMA22 Aydınlık KİTAP
Her şey sıfırın altında başlar. Kar maskeleri ge-çirildikçe başların etrafına, gerçek yüzler or-taya çıkar. İnsan, saklanınca kendisi olur.Kalınkumaşlara gömülünce çıplak kalır. Her şey sı-fırın altında biter. Hayaller de, gerçekler kadarbuz tozuna dönüşünce.
1Benim hakikatim senin için bir yalan olabilir,Mümkündür bu, elbette, kuşku duymak uzunyaşamış olanın ayrıcalığıdır, işte belki bu yüz-den, benim gözüme yalancılık gibi gelen şey-leri gerçek kabul etmeye beni ikna edemezsin.
Belli çok düşünmüş beni. Anlamış. Ama anla-yamadığı bir şey yok mu, benim bile anlaya-madığım? “annem diyor ki...” gibi gitme kaldediğimde “bugün olmaz” demesi gibi... Bu-günün çok uzun olduğunu bilmiyor mu?
3
a) Murathan Mungan - Kullanılmış Biletler
b) Hakan Günday - Ziyan
c) Hikmet Temel Akarsu - Dekadans Geceleri
d) Murat Menteş - Korkma Ben Varım
e) Hakan Yaman - Fotoğraftaki Kadın
a) Hermann Hesse - Siddartha
b) Virginia Woolf - Dalgalar
c) Jose Saramago - Kabil
d) Albert Camus - Düşüş
e) D.H. Lawrence -Bakire ile Çingene
a) Yusuf Atılgan - Aylak Adam
b) Oğuz Atay - Tehlikeli Oyunlar
c) Tezer Özlü - Kalanlar
d) Ahmet Altan - Tehlikeli Masallar
e) Tomris Uyar - Ödeşmeler
2
Bu haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(b) 2-(c) 3-(a)
SOLDAN SAĞA1. Resimdeki yazar - Kiloamper (kısa)2. Otlar - Çıplak - İpotek, tutu3. Beynin parçaları, bölümleri - Brom’un simgesi - Pozitif
elektrot - “... Güler” (fotoğrafçı)4. Bir bilim veya sanata özgü kelime, deyim, terim - Yüzyıl
(kısa) - Bir iş, bir görev için yetiştirilmekte olan kimse,namzet
5. Köpek - “Hay hay”, “olur” anlamında bir sözcük - Türklirası (kısa) - Rutenyum’un simgesi
6. Düşünce, kavrama ve anlama gücü, us - Hastalık yapıcıözelliği olan mikroorganizma veya madde
7. Beyaz - Kimi zaman - Hz.Muhammed’i övmek amacıylayazılan kaside
8. Özel gezinti gemisi - Voltamper (kısa) - Sahip, malik - Çinsatrancı
9. Güçlükleri, engelleri yenme kararlılığı - Mezopotamya pan-teonunda tüm tanrıların babası ve kralı olan gök tanrısı
10. Son, sonunda - Tel, sicim veya iplikten kafes şeklinde ya-pılmış örgü - Türk Standartları Enstitüsü (kısa)
11. Yanan şeylerden geri kalan toz madde - Tesir - “... Far-row” (aktris) - Yabancı
12. Mana; meal - Doğru veya düz olmayan - Olan, olmuş 13. Film seslendirmelerinde, tiyatro oyunlarında hareketlere
uygun seslerin bazı özel yöntemlerle çıkartılması işlemi -Başlangıçta yer alan - Molibden’in simgesi
14. Bir haber ajansı - Bir Afrika ağacı - Şöhret - Üzeri emaylakaplanmış olan
15. İnsan yüzü kalıbı - Sarıya çalan açık yeşil renk - En kısa za-man parçası, lahza
YUKARIDAN AŞAĞIYA1. Kılıcın ya da bıçağın keskin yüzü - Resimdeki yazarın bir
eseri2. Osmiyum’un simgesi - “... Gündüz Kutbay” (ney üstadı) -
Kan - Ayak3. Kuşkucu, şüpheci - Devrimden önce Fransa’da soylu olma-
yanlardan alınan bir vergi4. Tümör - Köleye ya da cariyeye özgürlüğünü geri verme -
Zirkonyum’un simgesi - Dört bir taraf5. Hayvanlar, bitkiler ve cansız nesneler arasında geçtiği ha-
yal edilen öğretici masallar - Bir resmi sulandırılmışrenklerle boyama ya da gölgeleme biçimi - Uzun, yorucuve özenli çalışma
6. Tanrı - Araba koşumlarında atların boynuna geçirilen ağaççember - Kuruyarak veya çürüyerek içi boşalmış olan
7. Tantal’ın simgesi - Her zaman, daima, sürekli olarak - Engel8. Seciye, karakter - Lantan’ın simgesi - İplik eğirmekte kulla-
nılan, ağaçtan yapılmış bir alet - Herhangi bir sefer içinmerkez olarak seçilip ona göre donatılmış olan yer
9. Bir kömür türü - Dünya zevklerini hoşgören, dünyaya önemvermeyen, kalender
10. Rey - Kimononun üstüne takılan, biçimi ve boyutu cinsiye-te, yaşa, mevkiye ve bölgeye göre değişen, bir düğümle bir-leştirilen geniş ipek kuşak - Asıl sebep, etken, faktör
11. Geri; peş - Çin’in plakası - Düşman, hasım - Bir tür tatlıçörek
12. Bir soru sözü - Herkesin gözü önünde, açıktan açığa - Şi-kar - Bir nota
13. Sınır, uç - Sodyum’un simgesi - Bir çalgı türü - Japon-ya’da buda rahibesi
14. Yineleme - Gümüş’ün simgesi - Kaliforniya’da yetişen,yüksek boylu ve çok uzun ömürlü kozalaklı ağaç
15. Resimdeki yazarın bir eseri - Genişlik
GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ