k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel...

96
Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým / Ruhan Mavruk Pınar Turan Baskı: Haziran 2011 / Çap: Pûşper 2011 Tuks Matbaa Ajans Tel: 544 342 13 53 Şirinevler Mah. 1. Sok. No: 27/66 Bahçelievler-İstanbul Önsöz’e Ulaşabileceğiniz Adresler Navnîşanên Gihiştina Onsozê ÇIN GI/ Çirûsk AYIÞIÐI SANAT MERKEZÝ KİTAP DİZİSİ RÊZA PIRTÛKAN XXIV kültür / sanat / edebiyat çand / hûner / wêje Yine baharı karşılıyoruz birlikte... Bu baharla birlikte 24. sayıya ve 8. yıla merhaba diyoruz. Sekiz yıldır birlikte sürdürdüğümüz bu yolcu- lukta bizleri yalnız bırakmadığınız için sonsuz teşekkürler. Eksiklerimiz, gecikmelerimizden dolayı siz okurlarımıza bir özür borcumuz olduğunu da biliyo- ruz. Yolculuk sürüyor... Popüler Kültür Dosya'sıyla... Sanata Dair Notlar'la... Yabancılaşmaya Karşı Beyin Egzersizleriyle... Öykü ve şiirlerle... Tiyatro ve Sinema yazılarıyla... Röportajlarla... Ve sürecek... Bir sonraki sayımızı Komünist şairimiz Nazım Hikmet'e ayırdık. Ölümünün 50. yılında usta şairi- mize bir saygı duruşu olarak... Yaz sayımız da tüm yazarlarımızdan, şairleri- mizden Nazım Hikmet'e dair yazmalarını istedik. Siz okurlarımızdan da aynı şeyi istiyoruz. Kendi Nazım'ınızı bize anlatır mısınız? Ayrıca 2 Haziran Pazar günü Deniz Gezmiş Parkında yapacağımız “Ölümünün 50. Yılında Nazım Hikmet” etkinliğine tüm okurlarımızı davet ediyoruz. Emeğe Ezgi Nazım'ın şiirlerinden bestelenmiş şarkılarla, şiir atölyemiz Memleketimden İnsan Manzaraları'yla bu anma etkinliğinde yer alacaklar. 25. sayıda ve “Ölümünün 50. yılında Nazım Hikmet” anma etkinliğinde buluşmak dileğiyle... Ýstanbul Ýstiklal Cad. Rumeli Han 88/11 Kat: 6 Tel: 0212 249 44 43 Ýzmir 1337. Sk.No:18 Çankaya (Batı Dersanesi Karşısı) Ankara Bayındır Sok. Hitit Apt. No:22/14 Kızılay Adana Çınarlı Mah. Atatürk Cad. 61012 Sk. Pedük Apt. Kat: 1 No. 2 / Seyhan Tel: 0322 459 70 62 Antep Alaybey Mh. Hürriyet Cd. İ.Söylemez Sk. Halit Sarı İş Mrk. K:3 No:9 (Küçük Sigorta Yanı) Şahinbey/Antep Antakya Zenginler Mah. Kurtuluş Cad. No: 18 20/A Antakya (Katolik Kilisesi Sokağı) www.ekinsanat.org [email protected] [email protected]

Transcript of k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel...

Page 1: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Genel Yayın YönetmeniDerhênerê Giştî Yê Weşanê

Songül YücelYazı Kurulu – Komîta Nivîsan

Songül Yücel / Ülkü ÞeydaFatma Yýldýrým / Ruhan Mavruk

Pınar Turan

Baskı: Haziran 2011 / Çap: Pûşper 2011Tuks Matbaa Ajans Tel: 544 342 13 53 Şirinevler

Mah. 1. Sok. No: 27/66 Bahçelievler-İstanbul

Önsöz’e Ulaşabileceğiniz AdreslerNavnîşanên Gihiştina Onsozê

ÇIN­GI/­Çirûsk­­

AYIÞIÐI SANAT

MERKEZÝKİTAP DİZİSİ RÊZA PIRTÛKAN

XXIV

kültür / sanat / edebiyatçand / hûner / wêje

Yine baharı karşılıyoruz birlikte... Bu baharlabirlikte 24. sayıya ve 8. yıla merhaba diyoruz.

Sekiz yıldır birlikte sürdürdüğümüz bu yolcu-lukta bizleri yalnız bırakmadığınız için sonsuzteşekkürler.

Eksiklerimiz, gecikmelerimizden dolayı sizokurlarımıza bir özür borcumuz olduğunu da biliyo-ruz.

Yolculuk sürüyor...Popüler Kültür Dosya'sıyla... Sanata Dair Notlar'la...Yabancılaşmaya Karşı Beyin Egzersizleriyle... Öykü ve şiirlerle...Tiyatro ve Sinema yazılarıyla...Röportajlarla...Ve sürecek...Bir sonraki sayımızı Komünist şairimiz Nazım

Hikmet'e ayırdık. Ölümünün 50. yılında usta şairi-mize bir saygı duruşu olarak...

Yaz sayımız da tüm yazarlarımızdan, şairleri-mizden Nazım Hikmet'e dair yazmalarını istedik.Siz okurlarımızdan da aynı şeyi istiyoruz. KendiNazım'ınızı bize anlatır mısınız?

Ayrıca 2 Haziran Pazar günü Deniz GezmişParkında yapacağımız “Ölümünün 50. YılındaNazım Hikmet” etkinliğine tüm okurlarımızı davetediyoruz.

Emeğe Ezgi Nazım'ın şiirlerinden bestelenmişşarkılarla, şiir atölyemiz Memleketimden İnsanManzaraları'yla bu anma etkinliğinde yer alacaklar.

25. sayıda ve “Ölümünün 50. yılında NazımHikmet” anma etkinliğinde buluşmak dileğiyle...

ÝstanbulÝstiklal Cad. Rumeli Han 88/11 Kat: 6 Tel:

0212 249 44 43Ýzmir

1337. Sk.No:18 Çankaya (Batı Dersanesi Karşısı)

AnkaraBayındır Sok. Hitit Apt. No:22/14 Kızılay

AdanaÇınarlı Mah. Atatürk Cad. 61012 Sk.

Pedük Apt. Kat: 1 No. 2 / SeyhanTel: 0322 459 70 62

AntepAlaybey Mh. Hürriyet Cd. İ.Söylemez Sk.Halit Sarı İş Mrk. K:3 No:9 (Küçük SigortaYanı) Şahinbey/Antep

AntakyaZenginler Mah. Kurtuluş Cad. No: 18 20/A

Antakya (Katolik Kilisesi Sokağı) www.ekinsanat.org

[email protected]@gmail.com

Page 2: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

DOSYA / DosyePopüler Kültür Üzerine

Aklın LirizmiBirgün Bile Yaşamak

Orhan İyiler5 - 8

Gündöndü

3 2 - 3 3

derin

Ruhan Mavruk3 4

Yabancılaşmaya Karşı Beyin Egzersizleri

Milyonlarca Kişiyi Yok Etmeyi Başardık!

Temade Çınar9 - 1 2

Tarihsel Toplumsal Gelişmeve Sanattaki Yansıması -10-

Antikitede Materyalizm

Özgür Güven 17-21

Röportaj

Zengin Mutfağı

23-28

Guernica

29-31

Sanata Dair NotlarAydınlık / Henri Barbusse

D. Dağlı1 3 - 1 6

Nazım Akarsu4

Aş-Çı-Yız De-Diy-Sek Eşşek Değiliz!

Bahar Derin22

Popüler Kültür Üzerine

Sıla Erciyes 36-38Popüler Kültüre Eleştirel Bakışlar

Sibel ÖZBUDUN 39-43Popüler Kültür Üzerine

Özgür Güven 44-46Popüler Kültür Üstüne

Cengiz Gündoğdu 47-49“Gerçeklik İmajı Sonuçta Yener”

Setenay Berdan 50-52

Page 3: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Röportaj

AST 50. Yılı

73-77

VAZGEÇMEMENİNÖYKÜSÜ

78-79

Oyuncak Yeşil Bebek

Ciran71-72

86-96

Cem Olur Hayat

Atila Oğuz85

Mask-Kara...Salpa Oyunu Üzerine...

Orhan İyiler 5 3 - 6 1

“Adım Deniz”

Emeğe Ezgi 8 0

Şiiri Kızarmış Ekmeğin Üzerine Sürmek

ZEMHERİ BUZLARI

Recep ÇÖL 8 1 - 8 2

Bekle Beni

Sıla Erciyes 8 3 - 8 4

Selah Özakın6 2 - 6 3

Yarım Kalmış Bir Öyküydü Geçmiş

Ekinsu6 4

Türk Sinema Tarihi Araştırmalarında Kaynak Seçimi

Mazlum VESEK6 5 - 6 9

Volga Kıyısında Burlaklar

Bahar Derin70

Page 4: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Umudun Türküsü

Umudun türküsüsabırlı çarkların arasından doğar

Umudun türküsünasırlı parmakların karasından doğar

Umudun türküsüonurlu savaşçıların yarasından doğar

Umudun türküsütutarlı sanatçıların mirasından doğar

Umudun türküsükararlı insanların davasından doğar

Umudun türküsüduyarlı canların sevdasından doğar

Umudun türküsükızıl fularlı militanların kavgasından doğar

Umudun türküsüumutsuzlukları artan milyonların ayaklanmasından doğar

15 Ocak 2013Nazım Akarsu

Bahar4

Nazım Akarsu

Page 5: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Aklın LirizmiOrhan İyiler

Bahar 5

2 Şubat 1982İki gündür koyu bir kış yaşıyoruz. Soğuk ağır bir yük gibi abandı doğaya.

Gece yarısından sonra rüzgarla inim inim inliyor. Burkarak ve kanıtarak... sankievleri, ağaçları kökünden kazıyıp atacakmış gibi... Toprağın derinliklerine sızı-yor soğuk...

Ama karlı bir İstanbul'un görüntüsü her zaman güzel... Bir deniz kentindeher zaman da güzel olacak aklara bürünmüşlüğün koyu gri sulara yansıması.

14 Mart 1982Oniki Parmak'da ülser... Geçen hafta saptandı.

Kanser Araştırma Merkezi'nde yapılan sağlık yoklama-sından sonra doktorun istediği araştırmalar sonucu onikiparmak bağırsağımda ülser... Nasıl özen göstereceğimiçimdeki küçücük bir yaraya bunca uğraşlar, kaygılar,didinmeler içinde... beni asıl sıkan bu. Bir de ikide birkendime, içimdeki o küçücük yaraya kulak kabartmakzorunda kalışım. Ama çok kez o bana kendini yaman birbiçimde duyarlatıyor zaten... Onunla uğraşmaktan utanırgibiyim ama yine de doktorun dediklerini yerine getiri-yorum. Örneğin bir haftadır ağzıma içki koymadım.Oysa canım şu sıralarda bir de rakı istiyor ki...

Bir ayı aşkındır günceme yazamıyorum. Kendimigittikçe kendimde salıverir gibiyim. Oysa yoğun olaylaryaşıyoruz. Yaşadığımız yoğun olaylar yazgımıza boyuneğmeyi buyuruyor sanki... Yine de oyunumu yazmayısürdürüyorum zaman zaman... Ama öylesine keyifsizyazıyorum ki... Bunun asıl nedeni, bir türlü çalışmamıyoğunlaştıramamak... İşler... tümüyle anlamsız birbiçimde zamanımı alıyor. Artık açlıkla, yoksullukla,iflasla karşılaşmamak için yaşıyorum. Yalnızca ısınmak,karnımızı doyurmak için yaşıyor gibiyiz. Hiçbir ereği-miz falan kalmadı...

Oysa kendi kendime şunları söyledim: “Çok zor koşullar içinde yaşamadımı insanların çoğu...? Kendini neden kapıp koyuveriyorsun... Şimdi şu andaörneğin tutukevlerini düşün. Onbinlerce kişi en zorba ve en zor koşullar içindeyaşama sevinçlerini dimdik ayakta tutmasını biliyorlar... (Evet biliyorlar diyekarşılık veriyor içimdeki başka biri... çünkü onların savaşımlarında bir bütünlükbir birliktelik var... Tutukevinde oluşları kendilerini adadıkları yaşama biçimin-den ayrılmış koparılmış değil... Yine dostlarıyla, yine yoldaşlarıyla birlikte arıerekleri belli bir yaşamın içinde yalın türküler söyleyebilirler... Benim gibi saba-hın bilmem kaçında tedirginlikler içinde uyanıp ödemesi gereken çekleri, gelme-si gereken malları, ya da atölyedeki dört arkadaşın geçimleri için yeterince sipa-

Aramızdan ayrılışının 2. yılında Orhan İyilerîn Anısına

Page 6: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Yarını­düşün-

mek­zorun-

dayız­biz.

Tıpkı­kendi­romanında

dediğin­gibi­öyle

zamanlar­olur­ki­“Bir

gün­bile­sağ­kalışımız

yarını­belirler”.­Öyle

bir­ortamın­içinde

değil­mi­ülkemiz?­Öyle

bir­ortamın­içinde­işte.

Öyleyse­bu­sızlanma-

ları­bırak­ve­haydi

bakalım­aç­birikmiş

gazeteleri,­güncele,

yarın­neler­yaşadığımı-

zı­iyice­düşünebilmele-

ri­için­insanlarımız,

tarihi­sırasıyla­bir­bir

aktarmaya­başla.­

riş alıp alamamanın bunaltıcı, sıkıcılığını çekmiyor onlar...)O zaman kendi kendime hesaplaşmam acımasızca sürüyor.- Utanmalısın, diyorum kendime böyle düşünmekle nasıl yanıldığını bir

düşün. Neredeyse tutukevlerindekilerin bayram düğün içinde olduklarını söyle-yeceksin...

- Onları kıskanıyorum... ne yalan söyleyeyim. Tek bir seçmenin içinde yalınbir yaşayış biçimi var... Hiçbir zaman dışarıdakilerin bir takım bunalımları onla-rın dünyasında yok... Tutukevine girmeyi istediğim oluyor...

-Tutukevine girmeyi istemen kendin için...- Evet doğrusu kendim için... Kendimi yenilemem için...- İşte onların senden en büyük ayrıcalıkları... Onlar böyle özentiler için gir-

miyorlar içeri. Böyle özentiler için çekmiyorlar dayanılmaz işkenceleri...Başkaları için ve inandıkları, savaşım verdikleri örgütleri için. Sense hala birey-sel kaygılarından, tedirginliklerinden kurtulamadın.

- Bu koşullar içinde yaşadığım sürece de kurtulmam olanaksız... Oyunumubile doğru dürüst sürdüremiyorum, görmüyor musun? Oysa biliyorum, yazmamıyoğunlaştırdığımda “Kral Oidipus Yazarını Yargılıyor” iyi, sağlam dokulu veyaşadığımız olayları irdeleyen bir yapıda olacak... Güncemi bile doğru dürüsttutamıyorum. Güncel olaylarda ipin ucunu kaçırmaya başladım artık... Kaç par-çaya parçalanacağımı bilemez oldum. İşe mi, başlı başına bir uğraş olması gere-ken yazıya mı, inceleme ve okumaya mı: Hangisine... Ayrıca bunların içindeaslında hangisi benim kendim için, kendi çıkarım için bir şey istemek anlamın-dadır, söyler misin? Yazı yazmak da başkaları için değil mi?

- “Bir Gün Bile Yaşamak” adlı romanı Havas yayınlarına gönderdin. Birhaber çıktı mı?

- Hayır hiçbir haber yok.- Yayınlamayı göze alırlarsa sen bunun getireceği sıkıntıları iyice gözden

geçirdin mi?- Hiçbir şeyi gözden geçirmek istemiyorum. Yayınlarlarsa bana getireceği

tehlikeler ne olursa olsun bunu göze alacağım. Yazdığımı savunamazsam içten-likle neyi savunabilirim sonra? Kendime karşı dürüst davranmakta zorluk çek-mez miyim? Yayınlamalarını sevinçle karşılarım.

- Belki tutukevine de korlar seni... Böylece tutukevinde yaşama sevinciniyeniler durursun... fena mı?

- Yanılıyorsun. Ama kimbilir belki de doğru söylüyorsun. Öyle bir yaşambiçimi içinde öyle sorumluluklarla yaşıyorum ki kendimi bundan kendim çekipçıkarma gücünü artık bulamıyorum. Belki de onlar bana yardım etmiş olur. Teksorun kızımın geleceği... okulu. Öğrenimi... Notre Dame'de Sion'u ne olursaolsun, hangi koşullar içinde bulunursak bulunalım mutlaka okumalıdır. Birçokşeye bu nedenle katlanmıyor muyum?

- Doğrusu katlandıklarını son zamanlarda pek abartır oldun...- Belki ama yine de düşün... Beni seven, beni anlayan bir karım yok. İki

çocukla birlikte yaşayıp duruyorum yalnızca... Evin tüm harcamalarını ben kar-şılamak zorundayım. Çalışan bir karım olabilirdi ve o hiç olmazsa evin mutfakharcamalarına az da olsa bir katkıda bulunabilirdi... Benim yazıcılığıma inanmışolabilirdi. Bu konuda bir kadının özeni, titreyen sevgisi yazar için çok kez yaşa-mı, yazmayı, sorumlulukları kolaylaştırmıştır... Tüm bunlardan yoksunum ben.İş'te de yalnızım. Bir yardımcım yok. Bir yardımcı alacak kadar işler tıkırındadeğil çünkü. Onunla da ben uğraşmak zorundayım. Ve yalnız kaldığım sürece deyazmaya, okumaya çaba gösteriyorum...

- Dinle beni; kendi kendine bir insan daima haklı özürler bulabilir.Söylediklerinin hepsi doğru olsa bile ne çıkar bundan? Yani sonunda şunu mu

6 Bahar

Page 7: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Yaşamaya

mahkumsun.

Yazmaya.

Yetiştirmeye.­Öğren-

meye.­Öğretmeye.

Eleştirmeye.

Eleştirilmeye.­Özgür-

süzlüğe.­Savaşıma.

Özgürlüğe.­MAH-

KUMSUN.

söylemek gerekir sana: Eh dostum, madem böyle yoksunluklar içindesin, yükününhafiflemesi için yazmaktan cay. İşine gücüne bak... fırsatını kolla, iyice bir nasipçıkarsa evlen mi demek gerekir yani...

Bu öğütlerin yaşamın için gerçekçi bir yaklaşım olduğunu saydın şimdiye dekkendin uygulamaya koydun. Hem pek de zorlukla karşılaşmadan... bir bakıma ken-diliğinden... Demek ki özürlerine temelde kendin de inanmıyorsun. Ya da en azın-dan gerçekçi bulmuyorsun...

Yaşadığımız koşullar bu. Sen bu koşullar içinde yapman gerekeni yapmakzorundasın. İş de yalnız mısın? Evet yalnızsın, ama yine de okumak için zamanınoluyor. Hem de bazen çok... Kendin işi o nedenle büyütmekten hep kaçınmadın mı?Ta önceden beri... Yaşadığımız koşullar bu işte: vapurda düşünmek zorundasın...Uykunda... Tenha bir köşe buldun mu çıkar kağıt kalemi yaz hemen... KralOidipus'u yeterince yazamadığın için kıvranıp duruyorsun... görüyorum görüyo-rum... Ama olsun, aldırmadan sahne sahne yaz... Sonra kendin için bir süre tanı, busahneleri birleştirebilirsin... Ama ardına düşmekten kaçınma. Başka seçenek yok.Sen böyle yaparsan bak neler kurtulur: Sevgili kızın yaşamın en coşkulu yerindeyapayalnız kalmaz okulunu sürdürür... Öğrenmesini, yabancı dilini temellendirir.Hüsna coğrafya fakültesini rahat rahat bitirir güven içinde... kimseye muhtaç olmakorkusu taşımadan... Sen açlık ve yokluğu kendi yaşamından çok iyi bilirsin. Okoşullar içinde insan bırak yaratmayı, doğru dürüst düşünmez bile. Uyuşur kalır.Şimdi her şeye karşın o koşullar içinde bulunmadığını unutmamalısın.

Bir makine gibi kendini en verimli kılmakla sorumlusun. Böyle yenilginzamanlarımızda kendimize daha bir çekidüzen vermek zorundayız. Tutukevine gir-meni sen kendin özenlerinle saptamaya kalkma. Eylemin neyse o saptasın bunu.Yaşama biçiminden koparılıp alınacağın için bunun daha iyi olabileceği savınısürüp durma kendi kendine. Örneğin romanın yayınlanırsa yayınlanmasına karşıçıkma. Bu nedenle tutukevine mi koyacaklar seni. O zaman düşün onu.Varsayımlarla değil... eylemlerin getirdiği netliklerle düşün... Belki girmemen gere-kir tutukevine... belki de kaçman gerekir... Şimdiden saptayabilir misin bunu? Kaldıki şimdilik, böyle bir dönemde hiç kimse de “Birgün Bile Yaşamak”ı basmayıdüşünmeyebilir. Olsun, onlara hak ver. Böyle bir yapıtın bugünkü parasal gereklili-ği 1 milyon lira. Hiçbir yayıncı ertesi gün toplatılabilecek nitelikte bir yapıta 1 mil-yon lira harcayıp da kendini feda etmez. Bunu bildikten sonra için rahat olmalı.Yayınlanmıyor, yazdıklarım... öyleyse yazmanın artık ne anlamı kaldı deme... oyu-nunu yazmayı sürdür. Yarını düşünmek zorundayız biz. Tıpkı kendi romanındadediğin gibi öyle zamanlar olur ki “Bir gün bile sağ kalışımız yarını belirler”. Öylebir ortamın içinde değil mi ülkemiz? Öyle bir ortamın içinde işte. Öyleyse bu sız-lanmaları bırak ve haydi bakalım aç birikmiş gazeteleri, güncele, yarın neler yaşa-dığımızı iyice düşünebilmeleri için insanlarımız, tarihi sırasıyla bir bir aktarmayabaşla. Böyle bir ayı aşkın yığılmalar da yapma bir daha... Olayların önemini yitiri-yorsun bilinç düzeyinde... Bir örnek vereyim: Başbakan bir gazeteye verdiği açık-lamada “Kadınlarımız pahalanan şeyleri boykot etsinler. O şeyin fiyatı kendiliğin-den düşer... İngiliz kadınları böyle yapıyor...” diyordu. Onu yeren bir taşlama yaz-mıştın aklında iki gün... hani nerde şimdi? Zamanında oturup yazamadığın içinşimdi sana yavan, tatsız tuzsuz geliyor...

Yaşamaya mahkumsun. Yazmaya. Yetiştirmeye. Öğrenmeye. Öğretmeye.Eleştirmeye. Eleştirilmeye. Özgürsüzlüğe. Savaşıma. Özgürlüğe. MAHKUMSUN.

Nice mahkumlar faşist çizmeleri hücrelerinin önünde rap rap geçerken yazma-larını sürdürdüler.

Haydi çalışmaya ve yaşamaya... Haydi.

7Bahar

Page 8: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Bahar8

...Belki de bu ağırlığı yüreğimin ta ortasında daya-

nılmaz bir biçimde duyarladığım için oturduğum yer-den kalktım yeniden tabloların bulunduğu duvarlaradoğru yöneldim. Orda şimdiye dek görmediğim başkatabloyu gördüm. Yağlıboya bir tabloydu bu. Şöyle yazı-yordu altında: “Tuileries Sarayı, 10 Ağustos 1792”.Bunun altına da kocaman kocaman harflerle “DEMİR-Cİ” yazılmış. Anlamakta gecikmedim: “DemirciTuileries sarayında”. Demircinin karşısında Lous'lerinXVI. Demircinin elinde alabildiğine oransız büyüklük-te kocaman bir çekiç. Omuzuna vurmuş. Tablonuniçine Demirci'nin nasıl sığdığına şaşıp kalıyor insan.Demirci, omuzunda çekici coşkuyla sarhoş, kendinegüveni kendisine bir ağaç gibi fışkırmış, yaşamın tümsevinciyle konuşuyor kralın karşısında mantosu sankirüzgarda uçuşuyormuş, sanki bir şeyin üzerine doğrukoşuyormuşçasına. Çevresinde Paris proleterleri,emekçiler... bir de karısı Demirci'nin. Louis'lerin XVI.koltuğuna bir sinek gibi yapışmış, elindeki asasıyla bir-likte Demirci'nin karşısında ufaldıkça ufalmış.Barakadaki bu resimleri yapanların ölçekleri bu türlükullanmaları insanı çok şaşırtıyor. Demirci'yi buncaheybetli kılan ölçüler, kralda nasıl olup da bunca küçü-lüp onu yine de son derece belirgin kılabiliyor, insandehşetli şaşırıyor doğrusu. Kralın yüzü kül gibi solgun,alabildiğine ölü. Ama bu ölülüğün de korkuyla bakanbakışları pırıl pırıl kralın.

Ah bu tablo... gerçekten beni hepsinden çok etkile-yen işte bu tablo oldu sanırım. Şöyle diyordu Demircisanki krala: “Sir, demirciyim ben. İşte karım, o da gelenbu halkla birlikte. Zırdeli karım benim: TuileriesSarayında ekmek bulacağını sanıyor tıpkı ötekiler gibi.Üç çocuğum var ve ben sersefilim. Hepimizin kardeşolduğuna inanıyoruz ve bazen bir büyük düşün heyeca-nıyla coşuyoruz. Yaşamak, yalın tutkulu, kötü hiçbirşey demeden ve çalışarak onurlu bir aşkla sevilen kadı-nın yücelten gülümseyişi altında... İşte böyle yaşa-mak... Ve hiç eğilmeden sizin önünüzde. Tüfek ocağınüstünde çakılı kalıp giderken öylece “Kendi kendimeaklımda kaldığınca, yarım yamalak bu dizeleri mırıl-dandığımda tabloyu yapanın Rumbaud'nun “Demirci”adlı şiirini bildiğini düşünüyorum birden.

Benim tabloyu alabildiğine incelediğimi, üstündekendi kendime düşündüğümü gören genç bir proleterözgün giysisi içinde, hemen kulağımın dibinde:

- Biliyor musunuz, diye konuştu, bu tabloyu boşzamanlarımda incelemek için salt buraya bu nedenlegeldiğim çok olmuştur.

Başımı çevirip baktım, hemen yanımda duruyorduve boydan boya inceliyordu tabloyu sanki ilk kez gör-

müşcesine. Kendisine baktığımı görmemiş gibi konuş-masını sürdürdü:

- Ama en çok şaştığım şey şu oluyor tabloda: Bizi,biz proleterleri simgeleyen şu güçlü, kızıl sakallı, yaka-sı bağrı açık, bir dağ gibi heybetli Demirci niçin tutupda şuncacık kralı koltuğundan kaptığı gibi havaya fır-latmıyor? Ben olsam böyle yapardım. Kral hazretlerihavada samurdan kürkü içinde uçarken Demircininkarısı da kasıklarını tuta tuta çatlarcasına gülüyor gös-terirdim.

Sonra bana döndü. Kadife yumuşaklığındakibakışlarını boydan boya yüzüme dikerek konuştu:

- Bizim çarın resmini yapmayı düşünüyorum sizesöylediğim gibi. Deminden beri tabloları izlediğinizigörüyorum. Görsel sanatın bu kolundan iyice anladığı-nızı sanıyorum. Sanırım St. Petersburg Üniversitesindeokuyorsunuz? “Evet, öyle” dedim.

- Öyleyse düşüncemi daha rahat sorabilirim sizeyoldaş. Ben demin size söylediğim gibi bir resim çizer-sem, sizce yoldaş... bir kopyacı mı olurum?

Devrimin yazgısını belirleyecek tartışmalarınyapıldığı 25'i gecesi 17 ya da 18 yaşında genç bir pro-leterle resim sanatı üstünde konuşmak belki çok kişiyeanlamsız, aykırı bir tutum gibi gelebilir. Proleterler herşeye gereksinim duyuyorlardı. Yarınları yaratacak dev-rime hazırlıklarının kendi doğasal yapılarından coşacoşa kaynaklandığını bu genç proleterin Komün tablo-ları karşısındaki tutkusu kadar hiçbir şey bundan dahaiyi vurgulayamazdı. Ne ki o zaman henüz bilmiyor-dum; ileride, beyazların generali Yudeniç'e karşıPetrograd'ı savunan bir proleterin koltuğunun altındaPoincare'nin Bilimlerin Değeri yapıtını tutarken, ötekielinde tüfeğiyle gözcülük ettiğini daha sonraları dagörüp izleyecektim.

Bu genç, yakışıklı, bir şiir kadar ince proletere ogece ne yanıtlar verdiğimi anımsayamıyorum. Ama enikonu sanattan, devrimi anlatan sanatın öğelerinden,Tolstoy'dan, Lermentov'dan, Çernişevski'den söz ettiği-mizi biliyorum.

Genel grev konusunda kararın alındığını öğrendi-ğimizde dışarıya çıkıp gezerken sanırım banaPuşkin'den bir iki şiir de okudu. Ben de Nekrasov'dandizeler okudum. Tüm kardeşçe, dostça, yoldaşça ortak-lığın coşkunun içinde bu genç proleterin yüzüne baktı-ğımda noktalanan, yudum yudum kendini belirleyenbir acı da belleğimde o günkü gibi canlı, bir nabız gibiatıyor. “Ah” diyordum kendi kendime, “Çarın saraydankovuluşunun resmini yapmak isteyen Putilov fabrikala-rının bu narin işçisinin kimbilir belki de yarın çarın kur-şunuyla yüzü paramparça olacaktır”.

Sonra başımı kaldırıp Demirci tablosuna bir kezdaha bakıyorum. “10 Ağustos 1792, Tuileries Sarayı”.

Birgün Bile Yaşamak, syf. 96-98 Eksen Yayınları

Birgün Bile Yaşamak

Page 9: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Bu sayıdaki yaban-cılaşmaya karşıbeyin egzersizimiz-de yok edilmişhayatları arayaca-ğız.

Kapitalizmin yoketmeyi “başardığı”milyonlarca insa-nı... Şimdi nerede-ler ve kendilerineverilmiş hangi rolüoynuyorlar?

Bahar 9

“Bir insanı nasıl yok edersiniz? Öldürerek mi? Bugün hayatta olmadığı haldeyaşayan binlerce kişi var. Hatta ölümleri diğerlerinin gücüne güç katıyor, onları bir-leştiriyor. Demek ki öldürmek çözüm değil. Üstelik üretecek ve tüketeceklere ihti-yacınız varsa... Üretmeseler de mecbur tüketecekler. Nasıl yapmalı ki milyonlarcainsanı tehdit olmaktan çıkartmalı! Sadece zenginliği ve kendi yoksulluklarını üret-sinler ama itiraz etmesinler. Başlarını kaldıran olursa onları tek tek ortadan kaldır-mak kolay. Zaten çoğunluğu ortadan kaldırdığınızda azınlığı kim dinleyecek?Onlar, marjinal olup kalacaklar nasılsa.

Herkes öyle bir yaşasın ki durumlarını, algılamalarını bozalım. Üstelik durum-larından memnun olsunlar. Hatta en sefiller bile kendisinden daha sefilini görsün vebulunduğu duruma razı olsun. “Ayakkabım olmadığına üzülüyordum ta ki ayaklarıolmayan birini görene kadar” hikayesinde olduğu gibi.

Yok yok, en iyisi düşünmesinler, düşünemesinler. Hatta mutlu olup olmadıkla-rını, neden yaşadıklarını, yaşamın anlamını, değerini, özgürlüğü, mutluluğu, onuruasla düşünmesinler. Bunları düşünmeye vakitleri kalmasın. Milyonlarca kişininyoksulluğa razı olması gerekir ki azınlığın payı artsın. Çoğunluk olduklarını, fakir-liğin ve zenginliğin kaynağını düşünecek bir anları kalmasın. Kendilerine bunlarıanlatanları bile duymaz olsun kulakları, anlayamaz olsun algıları. Zamanlarınıntümünü ele geçirmek gerek ki düşünceyi yok edebilelim. Düşüncenin hareket ede-cek yeri kalmasın. Sadece çalışsınlar ve onlara sunduğumuz hayatları tüketsinler okadar. Tıpkı robotlar gibi...

Rolünüz yazıldı. Bu oyunda oynamak ister misiniz? Yoksa siz de size yazılmışolanı bir kenara itip kendi oyununu yazmaya kalkışanlardan mısınız?

Bu sayıdaki yabancılaşmaya karşı beyin egzersizimizde yok edilmiş hayatlarıarayacağız. Kapitalizmin yok etmeyi “başardığı” milyonlarca insanı... Şimdineredeler ve kendilerine verilmiş hangi rolü oynuyorlar?

Yüzbinlerce genç üniversite sınavlarına hazırlanıyor. Tam bir at yarı-şı buhranındalar. Önlerini göremiyorlar. Gelecek bulanık. Ama yapabil-diklerinin en iyisini yapmaya hayatlarını kurtarmaya çalışıyorlar. Enazından buna inanmaktan başka çareleri olmadığını düşünüyorlar.Aileleri onları özel üniversitelerde okutacak değil ya! Ya da dahaşimdiden işleri hazır olanlardan değil onlar. Onları önümüzdekiaylarda aramızda göremeyeceğiz. Üstelik böyle oldukları için tak-dir edilmekteler.

Yüzbinlerce genç üniversitede finallere, vizelere, bütünlemelerehazırlanıyor. Ya da hiçbir zaman değer görmeyecek olan projelerini, tez-lerini bitirmeye çalışıyorlar.

Yüzbinlercesi işsiz. İşsizliğin yaşamdan kovulmak olduğunu biliyoruz.Onlar sanki bunun sorumlusu kendileriymişçesine toplum tarafından itilipkakılmaktalar. Günlük yaşamlarını bile idare etmekte güçlük çekiyor, dur-madan o işten bu işe, bilmem hangi bakanlığın, kurumun açtığı sınavdan

Milyonlarca Kişiyi YokE tmeyi Başardık!

Temade Çınar Yabancılaşmaya Karşı Beyin Egzersizleri

Page 10: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

10 Bahar

sınava koşturuyorlar. Tek bir şeyi düşünüyorlar; bir iş bulmak, hayatlarını ve onur-larını kurtarmak. Ondan sonra hiçbir şey istemeyecek ve hiçbir şeye karışmayacak-lar.

Yüzbinlerce kadın, televizyondan başka bir dünyası olmaksızın altmış ile iki-yüz arasında değişen bir metrekareye mahkum. Onunla uyanıp onunla uyuyorlar.Televizyonda olup bitene ağlayıp, mutlu olup, huzurlu ya da huzursuz buluyorlaryatağın yolunu.

Yüzbinlercesi bilgisayar, cep telefonu vb. başında. Oyun oynuyor, skorunutakip ediyor, birbirlerini ekliyor, beğeniyor, tıklıyor, paylaşıyor, geziniyor.

Yüzbinlerce çalışan akşam yatmadan yatmaya evine gelecek kadar çok çalışı-yor. Bulsa bir ek iş daha yapacak geçinmek için. Bir işi olduğu için şanslı. Başı dik.Çocuklarının yüzüne bakabiliyor. Şimdilik açlığı alt edebiliyor. Şükrediyor bugünde karnını yağsız bulgur aşı ile doldurabildiği için.

Yüzbinlerce çalışanın ne yapıp edip işini kaybetmemesi lazım. Banka kredile-ri, ev, araba, taksitler vb. vb. ile kuşatılmış. Bunun için ne olsa katlanacak. Her türlühaksızlığa, aşağılanmaya karşı saklanıyor. Hatta bu zulmün bir parçası olmanınteorisini yapıyor. Daha da vahimi bir gün bunu bizzat kendisi yapacak.

Yüzbinlercesi bitmez tükenmez sınavlara hazırlanıyor. Birçok harfin bileşkesisınavlar, sınavlar... KPSS, ÜDS, TOEFL, TUS... Bir işe girebilmek, bir yere gele-bilmek için kendi emeğinden başka bir şeyi olmayanları bekleyen sayısız kapan.

Yüzbinlercesi askerde...Yüzbinlercesi uyuşturucu, fuhuş, dolandırıcılık ve sistemin ürettiği sayısız

suçun bataklığında çürümekte.Yüzbinlercesi faşizmin propagandasının etkisinde. Şovenizmin, dinciliğin,

güç sandığı şeylerin etrafında kendisinin bile anlayamadığı bir gürültü ile dolaşı-yor. Sermayenin artıklarından beslendikleri için kendilerini ayrıcalıklı sayıyorlar.

Yüzbinlercesi maça gitti. Zaten onlar maçtan, yarıştan başka bir şey düşün-mezler. Loto, toto, sayısal, at yarışı, kim kaça satılmış, hangi atın büyük annesihangi koşuyu kazanmış, kim şike yapmış, hangi hakem hangi maçta ne yapmış.Futbolcuların hayatları, ayakkabı numaraları...

Yüzbinlercesini popüler kültür yuttu. Onlar günün modasını takip etmeyi,popüler kitapları okuduğunu göstermeyi ve ne pahasına olursa olsun sınıf atlama-yı düşünmekteler. Diziler, paparazi, dedikodular... Yüzeysel hayatların yutup götür-düğü yüzbinler hatta milyonlar...

Yüzbinlercesi bu sistemin yarattığı sorunlarla artık baş edemiyor. Ağır safha-da kişilik bozuklukları, psikiyatrik bozukluklar... Şanslı olanlar psikiyatrik tedavigörmekteler.

Yüzbinlercesi ağır bir yoksulluğun altında gününü belki de yarınını yaşayabil-menin binbir hesabını yapmak zorunda. Otobüs parasını ayıramayacağı için saat-lerce yürüyerek işine gidenler, ekmeklerini çöpte arayanlar, buldukları bir odun

parçasını yakacak sayıp saatlerce arkalarından sürükleyenler... Yüzbinlercesi sadece söylenir. Onlar asla söylemez, söyleyenleri de

sevmezler. Durmadan şikayet etmeyi marifet sayarlar. Bir araya gelipmemleketin kötüye gittiğinden yakınır onu değiştirmek

için yola çıkanları eleştirir, bu kötü gidişe baş kaldıran-ları da lanetleyerek muhabbetlerini bitirirler. Ta ki erte-

si gün bir barda ya da bir çay bahçesinde yeniden bulu-şuncaya kadar.

Yüzbinlercesi kahvehanede okey, kağıt vb. oynamakta. Hattasendikaları, dayanışma derneklerini bile “yer yetmediği için” kahveha-

Sinir krizleri, öfkepatlamaları, buhran-

lar, intiharlar...Kıskançlık ve hırsın

zaptettiği bedenleraslında insanlıklarınıyaşayamıyorlar. Darbir gömleğin içinde

sıkışıp kalmış gibiler.Nereye dokunsanız

bir ah duyuyorsunuz.Zaman zaman tepki-lerin birleşip birlikte

hareket ettiğine detanık oluyoruz. Ancak

bu tepkiler anlıkçıkarlarda birleşipbaşka bir çıkarda

dağılıveriyor.

Page 11: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

neye çevirdiler. Bazı dernekler zaten sadece kahvehane işi yapmaktalar.Yüzbinlercesi...Siz sayabildiniz mi bilmiyorum. Burada adı geçmedi diye kimsenin alınacağı-

nı sanmam. Yok edilmişlerin çoğunun kendi durumlarından habersiz olduklarınısöylemeye gerek yoktur sanıyoruz. Bütün bu yok etme harekatı büyük sermayeler-le ve karmaşık ilişki ağlarıyla yaratılıyor. Ne için? Farkına varmayalım diye. Neyin?Sömürüldüğümüzün ve asıl önemlisi bu durumu değiştirebileceğimizin.

Bir insanın yaşamını ne işgal ediyorsa o insan ona benzer. Ya da tersi. Bir insanneye benziyorsa yaşamını o işgal ediyordur. Yaşamlarına el konulmuş, kişilikleri,insanlıkları olanakların sınırlarına hapsedilmiş bu insanların ortak yanı yaşamların-dan mutlu olmamaları ve huzursuzlukları.

Sinir krizleri, öfke patlamaları, buhranlar, intiharlar... Kıskançlık ve hırsın zap-tettiği bedenler aslında insanlıklarını yaşayamıyorlar. Dar bir gömleğin içinde sıkı-şıp kalmış gibiler. Nereye dokunsanız bir ah duyuyorsunuz. Zaman zaman tepkile-rin birleşip birlikte hareket ettiğine de tanık oluyoruz. Ancak bu tepkiler anlık çıkar-larda birleşip başka bir çıkarda dağılıveriyor.

Değiştirmemiz gereken bir şey var: Farkındalıklarımız... Bizi bu hayata mah-kum eden sistemin içinde kızdıklarımızla farksızlaşmamak için yaşadıklarımızı farketmek ve farklılaştırmak zorundayız.

Yaşadığımız ortamı, zamanı, isteklerimizi, etrafımızdaki insanları, kim olduğu-muzu, alışkanlıklarımızı, davranışlarımızı ve onların sonuçlarını, ağladığımız vegüldüğümüz şeyleri, yargılarımızı, korkularımızı, üstün ve zayıf yanlarımızı, nelerekarşı sorumluluk duyduğumuzu, yok edilişimizi ve daha pek çok şeyi fark etmeli-yiz.

Ne yazık ki bütün bunlar üzerine kafa yoracak ne zamanımız ne de enerjimizvar.

Günümüzün kaç saati bize ait? Çalıştığımız, yaşamsal zorunluluklarımıza har-cadığımız, verili olanlarla geçirdiklerimizin dışında. Milyonlarca insanın sadecegünde bir saatini yok olmamak için direnmeye ayırdığını düşündüğümüzde istedi-ğimiz her şeyi değiştirebileceğimizi göreceğiz. Bütün zamanımız işgal edilmişdurumda. Bir gün boyunca kendimizi izleyelim. Kafamızın nelerle meşgul olduğu-nu. Günlük yapmamız gereken zorunluluklar, faturalar, kampanyalar, ihtiyaçları-mız, kim kime ne demiş, sonra ne olmuş, ne giyeceğim, ne nerede ucuz, dizidekiolaylar, aile meseleleri, hesap kitap... Zamanının olmadığından şikayet edenler bun-lardan birkaçını elemeye başlasalar dünya için ne büyük bir kazanım olurdu.

Herkes bir insan olarak kendisinden çalınmasına izin verdiği zamanın insanlı-ğın zamanından çalınmış olduğunun farkına varsaydı... Kapitalizmin ihtiyaç duydu-ğu şey sadece bu zaman... Bütün katliamlar, korku üzerine kurulu harcamalar, bütünsözümona görüşmeler, bütün oyalamalar, yalanlar, diplomasi gürültüleri, medya veher şey bunun için değil mi? Bir süre daha kazanabilmek için. Bizim yolumuzuuzattığı sürece yaşayacak. Biz ona izin verdiğimiz sürece.

Bunları bütün insanlara anlatmak için yaşayan ve bütün zamanını buna harca-yan insanlar hayatımıza girmediği müddetçe ya da başkalarını uyandırmadığımızsürece sabun köpükleri gibi patlayıp söneceğiz. Zaten sınırlı kalan hayat parçaları-mızı onlardan koparabildiğimiz kadar hayatta kalacağız. Uyku gafleti içinde yokolup gitmek işten bile değil.

Neler yapabiliriz? Bizimle benzer şeyleri düşünen insanlarla bir araya gelebilir, birlikte düşünebi-

liriz. Televizyonu kapatıp yüzümüzü annemize, babamıza, kardeşimize, çocuğu-muza, eşimize dönüp güncel gelişmeleri birlikte yorumlayabiliriz. Televizyon saat-

11Bahar

Değiştirmemiz gere-ken bir şey var:Farkındalıklarımız...Bizi bu hayata mah-kum eden sisteminiçinde kızdıklarımızlafarksızlaşmamak içinyaşadıklarımızı farketmek ve farklılaştır-mak zorundayız.

Page 12: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

lerini bütün aile için sınırlayabiliriz. “Tek eğlencemiz bu” diyen itiraz sesleriniduyar gibiyiz. “Hatta o kadar ki en yakın dostlarımız geldiğinde bile birbirimizlekonuşmak yerine hep birlikte sadece televizyona bakıyoruz. Konuştuğumuzda bileondan konuşuyoruz. Hatta öyle ki onunla sabah aynı saatte uyanıp aynı saatte yatı-yoruz. Dizilerdeki karakterlerin sorunlarını kendi çocuğumuzdan daha fazla biliyo-ruz. Tek eğlencemiz bu. Onsuz biz ne yaparız?” O zaman onsuz neler yapabilece-ğimizi görme zamanıdır. Onsuz kendimize ait ne kadar zaman kaldığını hatırlamazamanıdır. Okumak, eğlenmek, dostlarla sohbet etmek, öğrenmek ve değişmekiçin. Bizden çalınan, hayatımızdan kırpılan ve yok oluşumuza neden olan zamanın.

İşyerimizde, okulumuzda ya da mahallemizde dayanışmayı güçlendirebilir,şovenizme, faşizme karşı birilerinin yanında dimdik durabiliriz.

Okey tahtasını kapatıp bir saatliğine gündemi tartışabiliriz. Emekçi mahallelerinde kapı kapı dolaşıp dergi, gazete dağıtan devrimcilere

“geçen sayı gelmedi” diye söylenmek yerine ayda bir kez dergimizi, gazetemizigidip kendimiz alabiliriz. Bir sıcak çay içip sohbet edebiliriz. Hatta gitmişken kom-şumuzunkini de yanımızda götürebiliriz.

Kızdığımız, söylendiğimiz şeylerle ilgili bir şeyler yapmak için yola çıkmışinsanların aşına bir tutam tuz da biz katabiliriz.

Yola çıkmış kitlelerin içine girip varlığımızla düşmana inat, “ben de varım”“yok olmadım, beni yok edemediniz” diyebiliriz.

“Bizleri yok ediyorlar. Eşyalar bizim hayatımızın yerini alıyor. Bizlerden dahadeğerli hale geliyor. Yıllarımızı bir eve, eşyalarına harcıyor gidiyoruz. Bizi birkaçtahtaya, birkaç çaputa kandırıyorlar. Ne için çalışıyor ne için yaşıyoruz?” diye his-seden, düşünen, söylenen milyonların harekete geçtiğini düşünebiliyor musunuz?Bu hiç de zor değil. Ne kadar direnirse dirensin koşullarının değişmediğini görecekve daha önemlisi kitleler koşulları değiştirme güçlerini birlikte öğrenecekler.

Onları harekete geçiren ve geçirecek olan öfke bu sistem tarafından her an, hergün bileniyor. Emekçiler, ürettikleri zenginliklerin heba oluşuna, ona ulaşma şans-larının asla olmayacağına öfkeleniyorlar. Öğrenciler en coşkulu zamanlarındanvazgeçip yıllarca kapatılıp ezberledikleri bilgilerin hiçbir işe yaramadığını, onlarıbir yere getirmediğini, şikeleri, kayırmaları, torpilleri görüp öfkeleniyorlar.Kadınlar emeklerinin sonuçsuzluğunu, saygı görmediğini görüp öfkeleniyor.Yıllarını verip, yemeyip içmeyip, çocuklarını okutacak olanaklarını harcayıp birgöz ev yapabilmiş olanlar yıkım ekiplerinin kapıya dayanmasına öfkeleniyor.Kürtler, Aleviler, Ermeniler ve aşağılanmaya maruz kalanlar kendileri hakkındaahkam kesenlere öfkeleniyorlar. Katliamlara, cezaevlerine, yasaklara, en barışçıleylemlere saldıranlara, insanlığın yerlerde sürüklenmesine, gazla ciğerlerinin dol-durulmasına öfkeleniyorlar. Evet çoğu zaman susuyor, siniyor ya da umutsuzluğakapılıyorlar. Ama öğreniyorlar. Bütün bilgiler hafızalarımıza kazınıyor. Güven,güvensizlik, yol, yöntem, taktik, kazananlar, kaybedenler, elenenler, kalanlar...Kapitalizmin bize öğrettiği gibi unutmuyoruz. Toplumsal öfke ve toplumsal hafızainanılmaz bir boyuta ulaştı.

Hala ayakta kalabilme seviyesine düşürülmüş yaşamlarımızdan bize kalanzamanı yaşamak için kullanabiliriz. Bize bu yaşamı “dar” edenlere zamanı, daretmek için.

Kapıları çalalım ve soralım “Orda kimse var mı?”

(İzmir Ayışığı “Yabancılaşmaya karşı beyin egzersizleri atölyesi”nin tartışma-larından derlenmiştir.)

Bahar12

Bütün bilgilerhafızalarımıza kazını-yor. Güven, güvensiz-

lik, yol, yöntem, taktik,kazananlar, kaybeden-

ler, elenenler, kalanlar...Kapitalizmin bize

öğrettiği gibi unutmu-yoruz. Toplumsal öfke

ve toplumsal hafızainanılmaz bir boyuta

ulaştı. Hala ayakta kala-

bilme seviyesine düşü-rülmüş yaşamlarımız-dan bize kalan zamanıyaşamak için kullana-

biliriz. Bize bu yaşamı“dar” edenlere zamanı

dar etmek için. Kapıları çalalım

ve soralım “Ordakimse var mı?”

Page 13: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

13Bahar

D.Dağlı

AydınlıkHenri Barbusse

Bu sayıda, tanınmış Fransız yazar Henri Barbusse'ün dünyada çok iyi bilinenromanı “Aydınlık”ı tanıtmak istiyoruz. Onun, dünyada en çok yankı yaratanromanı “Ateş”tir. Yazar, I. Dünya Emperyalist Paylaşım savaşına gönüllü piya-de olarak katıldığı için, “Ateş” savaşın yıkıcı etkilerini canlı bir anlatımla orta-ya koyuyor. Önceleri şovenizmin etkisinde kalan yazar, savaşta yaşa-dıklarının da etkisiyle, dönüşüme uğruyor ve sosyalist oluyor.

Yazarın üslubu, canlı, dinamik, yaşam dolu.İnsanlığın geleceğine karşı büyük bir güven duyar.Eserlerinde, keskin gözlem ve derinlikli bir kavrayışvardır. J. London'a benzer üsluba sahiptir. Gerçekçibakış açısı; olguları, duyguları, tanımlamaları, en belirgin,en keskin, en etkileyici haliyle yansıtmasını sağlar.

Kendisine mesafeli duranların, ona seslenirken, çağırdık-ları isimle, “Mösyö Simon” kendisinin, çalıştığı fabrikadakiişçilerden daha üstün ve dişli biri olduğunu söyler.

Akşam fabrika paydosunda, işçilerle birlikte düşer evininyoluna. Herkes gibi o da, bütün günün yorgunluğundan sonra,bir an önce, kendini evine atmak ister, dinlenmek için.

Çalışanların yorgunlukları da umutları da birbirine benzer.Simon kendisini, işçilerden ayrı görse de, fabrikada çalışan küçük

bir memur olarak, işçilerle aynı yerde oturur, aynı koşulları paylaşır.Oturduğu şehir, bir şehir içinde iki şehir gibidir. Şehrin yukarı

kesiminde zenginler oturur, aşağı kesiminde ise yoksullar. Yukarıkesim, geniş caddeleri, otelleri ve oyma ağaçlardan yapılmış evle-riyle kendini gösterirken, aşağı kesim, daracık sokakları ve sıralan-mış işçi evleriyle bir şehirde nasıl iki şehir olduğunu tüm çıplaklığıy-la gözler önüne seriyor.

“Barış günlerinde forsalar gibi çalış-

tırılan ve savaşta ölüme sürüklenenlerde

bütün umudumuz. Sadece onların ışığa,

aydınlığa ihtiyacı var. Bütün umudumuz

dünyamızın yoksul insanlarında!”

Page 14: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Güz14

Simon, işçi mahallesi dışında bir yerde, zenginlerin semtinde oturama-yacağını çok iyi biliyor. Herkes toplumsal konumuna, ekonomik durumunagöre bir yerde oturabilir.

Simon'un sürekli karşılaştığı dük-kancı Crillon'un dükkanı da aynı semtte-dir. Crillon, ıvır zıvır onarım işleriyleuğraşır. Yaptığı iş baba mesleğidir.Dedesi de aynı mesleği yapmıştır.

Zenginlerin önünde saygıyla eğilenbu adam, sosyalistleri ise hiç sevmez.Kendisi bir dükkancı olarak, dirlik,düzenlik ister. Varolan durumu -tabikendi durumunu da- alt üst edecek deği-şikliklerden yana değildir. Sosyalistlerekarşı olması bu yüzdendir.

Simon halasıyla kalır. Annesini çok genç yaşta yitiren Simon'un babasıda hayatta değildir. O da halasıyla aynı evde yaşamak durumunda kalmıştır.Evin durumu, ne denli sefalet içinde olduklarını apaçık olarak gösteriyor.

Fakat hala, kendisini, kendisiyle aynı şartlarda yaşayan insanlardan say-maz. O, yoksulların hayatına, tepedekilerin gözüyle bakar. Israrlı olarak,Simon'un, bir işçi olmadığını, onlardan farklı olduğunu belirten bir işaret .bir simge takmasını ister.

Hala, bir taraftan varolan durumun devamından yana ve alışılmış yaşambiçiminin değişmesini istemiyor; fakat diğer taraftan da, Simon'un, kendini,herkese kabul ettirmiş bir gerçekçi olmasını ya da gerçekleri insanların yüzü-ne söyleyen büyük gerçekçilerden biri olmasını istiyor. Hala, içinde karşıtgörüşler taşıyor.

Mahallede oturanlar, kadınlar olsun, erkekler olsun, birbirleriyle sıkıdırilişki içindedirler. Birbirlerine bağlanmışlardır ve birbirlerine ait her şeyibilirler. Öyle ki, hala, Simon'un kendisini nasıl kırdığını ve öteki davranışla-rını, orada oturan birisiyle paylaşmaktan çekinmez

Dükkancıların birbiriyle ilişkisi zorunlu bir ilişkidir. Aralarındaki tümilişkiye karşın, birbirlerini çekemezler. Kıskançlık duyarlar. Ama hepsi dezengin dükkancılara karşı içten içe, derin bir kin ve öfke duyar. Alttakilerin,üsttekilere karşı duyduğu bir düşmanlıktır bu.

Simon, mahallede oturanlara ilişkin geniş bilgilere sahiptir. İnsanlarıdeğerlendirirken, kulaktan kulağa yayılan, çoğu kabalaştırılmış, şişirilmişbilgilere dayanır. Pazar günü, mahalleyi dolaşırken gördüğü insanlar hakkın-daki bilgilerini, gözlem ve değerlendirmelerini bize aktarır.

Gençlerin birbirleriyle ilişkileri, yaşlılardan farklı olarak daha içten,yaşam dolu ve değişimden yanadır. Anne ve babalar, yaşlandıkça, daha tutu-culaşır.

Buradaki insanlar, her ne kadar birbirleriyle görüşüp, konuşsalar ve bir-likte dolaşsalar da, durumları birbirinden farklıdır. Sınıfsal konumlarınabağlı olarak durumundan hoşnut olanlar var, durumundan hoşnut olmayanlarvar. Buradaki sosyal ilişkiler, sosyal yaşam, toplumun sosyal yapısını yansı-tır.

İnsanlarla ilişkisi mesafeli ve pek candan olmayan Simon'un kadınlarla

Yazarın­üslubu,­canlı,­dinamik,­yaşam­dolu.

İnsanlığın­geleceğine­karşı­büyük­bir

güven­duyar.­Eserlerinde,­keskin­gözlem

ve­derinlikli­bir­kavrayış­vardır.­J.­London'a­benzer­üslu-

ba­sahiptir.­Gerçekçi­bakış­açısı;­olguları,­duyguları,

tanımlamaları,­en­belirgin,­en­keskin,­en­etkileyici­haliyle

yansıtmasını­sağlar.

Page 15: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

ilişkisi de çok farklı değildir. Ta ki Marie ile konuşana dek. Marie, onuçok etkiler. Marie'nin onun elini tutması, ona dokunması, nefesini yüzün-de hissetmesi, Simon'un yüreğini ürpertir. Kadınlarla ilişkisi iyi olmayanSimon, şimdi, Marie'ye tutkuyla bağlanmıştır.

Çok coşkulu, çok heyecanlı ve duygunun doruğunda geçen birlikte-lik, evlilikle sonuçlanır.

Yazar, Marie ile Simon'un aşkını anlatırken, yalın, içten ve gerçekçidavranıyor. İkisinin duygu yoğunlaşmasını, duygu patlamasını sıcak biratmosfer içinde veriyor. Anlatım çok güçlü, etkileyici ve berrak.

Marie evlendikten sonrada coşkunluğunu yitirmez.Hayal kurmaya devam eder. Gökyüzünde ilk uçağı gör-düğünde, uçakta olmayı, birçok yere uçakla gitmeyihayal eder. Simon ise, Marie'nin heyecanına, ateşliliği-ne, hayalciliğine sahip değildir. Yaşamını zenginleştir-mek için fabrikanın kitaplığından eve kitap getirmeyidüşünen Marie'dir. Okuduğu kitaplarda yazılanın ger-çeklerle ilgisinin olmadığını söyleyen de Marie'dir.

Simon bir taraftan işe gidip gelirken ve günlükhayatını sürdürürken, bir taraftan da politik bir faaliyetiçindedir. Milliyetçi bir derneğe gidip, gelir.Milliyetçilerin derneği, bir yandan sosyalistlere karşışiddetini yoğunlaştırırken, öbür yandan da kitlelerietkilemek için çalışmalarını iyice artırır. Milliyetçiler,karşılarında en büyük tehlike olarak işçileri görürler.Bunu bildikleri için, işçileri yanlarına çekme yolları aramaya koyulurlar.

Simon, fabrikada işçilerin yanına gidip onlarla biraz temas kurunca,işçilerin kendisinden ne kadar farklı olduğunu görür. Ve hemen anlar ki,işçiler, ilerde kendilerini ezen ne varsa, hepsini tepetaklak edip geçecek-ler. Görüyor ki işçiler toplu halde bulunuyorlar ve kitlesel güce sahipler.İşçilerin kitle gücüne bakarak, yarının nelere gebe olduğunu anlıyor. Budurumun düzen güçleri için nasıl bir tehlike oluşturduğunu görüyor veonlar adına korku duyuyor.

Bir süre sonra, sokaklar, sosyalist işçilerin, çalışanların eylemiyle çal-kalanır. Eylem, ücretli emekçilerin, isteklerini patrona duyurmanın, kabulettirmenin en etkin yoludur. Eğer bu istekler kabul edilmezse, ardındanişçilerin şiddeti gelecektir.

İşçilerin eyleme geçmesi, mahallede etkisini hemen gösterir. Ortasınıflara göre, bu, bir ayaklanmadır, hem de şiddetli bir ayaklanma.İşçilerin yürüyüşe geçmesiyle, dükkanların kepenkleri hemen kapanır vedükkan sahipleri evlerine çekilerek pencerelerin ardından olanları izleme-ye ve anlamaya çalışırlar.

İşçi eylemleri hiçbir şey olmadan sona erdiği için derin bir nefes aldı-lar. Birer mülk sahipleri olarak, işçilerin eylemlerine kesin olarak karşılar.İşçi ayaklanması, şiddet, düzenlerini bozacak diye ödleri kopuyor. İçindebulundukları düzenin korunmasından yana bir anlayış taşıyorlar.

Eylemin sonucuna gelince. Eyleme kararlılıkla başlayan işçiler, eyle-mi kötü biçimde bitiriyorlar. Patronla görüşürken zayıflık gösteriyorlar.Patron onları sarhoş edip, rezil bir duruma düşürüyor. Patron görüşmeye

15Bahar

Yazar,­Marie­ile­Simon'un­aşkını

anlatırken,­yalın,­içten­ve­ger-

çekçi­davranıyor.­İkisinin­duygu

yoğunlaşmasını,­duygu­patlamasını

sıcak­bir­atmosfer­içinde­veriyor.

Anlatım­çok­güçlü,­etkileyici­ve­berrak.

Page 16: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Bahar16

gidenlerin cebine para koyunca, onlar da onurlarını ve eylemlerini satıyorlar.Simon ile Marie'nin evlilik yaşamı, sıradan insanların yaşamı gibi kendi

akışı içinde geçer: bıkkın, renksiz, heyecansız(... ) Kadın açısından hayatdaha da sınırlı, dar ve bezgin. Erkek ise daha serbest.

Onların bu hareketsiz günlük yaşamında bazen tek bir olay olmuyor. Taki savaş başlayana dek. Fransa'nın bu savaşta yer almasıyla her şey alt üstoluyor. Seferberlik başlatılıyor.

Sömürücü sınıflar savaşın gerçek nedenlerini gizlemek için, toplumutam bir yalan bombardımanına tutuyorlar. Kendi çıkarları için yapılan sava-şı, tüm ulusun çıkarı olarak gösteriyorlar. Bu ortamda, şovenizm alabildiği-ne kışkırtılıyor. Demogoji, yalan, şovenizm toplumu sersemletiyor. Kitlelerbu yolla cepheye gönderiliyor.

Savaşa katılanlardan biri de Simon. Cephede gördüklerini, savaşın,askerler üzerinde yarattığı etkiyi, acıları, yıkımı etraflı olarak anlatıyor.Savaş uzadıkça bu yıkımın nasıl derinleştiğini Simon'un gözlemlerindenöğreniyoruz. Ölüm, acı, yıkım, beraberinde daha bir hoşnutsuzluk ve öfkegetiriyor.

Savaş cephesinde sadece gönüllüler, aldatı-lanlar yok, orada “enternasyonalist” olanlar davar. Enternasyonalist, savaşa karşı. Onun savaşkarşıtı sözleri, askerler arasında yankı yaratıyorve ilgi uyandırıyor. Savaşın getirdiği büyükyıkım ve öfke atmosferi, savaş karşıtı görüşlerinetkisini artırıyor. Enternasyonalist, sözleriyleaskerlerin tepkilerini, biriken hoşnutsuzluğunuve öfkesini açığa çıkarıyor.

Savaşın toplumda yarattığı yıkıcı sonuçlar,açlık, yoksulluk, büyük sıkıntılar, yokluklar sıra-dan insanları, savaşın asıl nedenleri üzerinedüşünmeye sevkeder. Egemenler kendi çıkarlarıuğruna kitleleri birbirine kırdırdı. Halk bu duru-mu görmesin diye savaş üzerine, savaşın geliş-

mesi ve çıkma gerekçeleri hakkında sürekli yalan söyledi, yalan haber üre-tildi. Düzen gazeteleri, insanların aldatılmasında etkin bir görev üstlendi.

Şu sözler, savaşa katılan fakat savaş sırasında dönüşüme uğrayan sıradanbir insanın geldiği noktayı özetliyor.

“Barış günlerinde forsalar gibi çalıştırılan ve savaşta ölüme sürüklenen-lerde bütün umudumuz, sadece onların ışığa, aydınlığa ihtiyacı var. Bütünumudumuz dünyamızın yoksul insanlarında.”

Simon savaştan, yaralı olarak döner evine. Marie'ye tekrar kavuşur amaartık eski Simon değildir. Görüşleri değişmiş ve insanları aldatan herkese,her kuruma isyan içindedir.

“- Hayır hayal görmemeli insanlar, hata yapmamalılar. Yalan olan herşeye paydos demeliler. Ne tarafa gideceklerini şaşırıyorlar sonra.”

“Sadece büyük bir yenilgi açabilir milyonlarca insanın gözünü.”Sıradan biriyken değişen Simon, yaşadıklarının sonucunda devrimci bir

bakış açısına ulaşıyor.“... devrim yepyeni ve şaşmaz bir düzen müjdeliyor.”

Sömürücü­sınıflar­savaşın­gerçek­neden-

lerini­ gizlemek­ için,­ toplumu­ tam­ bir

yalan­ bombardımanına­ tutuyorlar.

Kendi­çıkarları­için­yapılan­savaşı,­tüm­ulusun

çıkarı­olarak­gösteriyorlar.­Bu­ortamda,­şove-

nizm­alabildiğine­kışkırtılıyor.­Demogoji,­yalan,

şovenizm­ toplumu­ sersemletiyor.­ Kitleler­ bu

yolla­cepheye­gönderiliyor.

Page 17: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

İnsanlığın barbarlık çağından uygarlık çağına geçişi, sınıflı toplumlarınilki olan köleci topluma geçişiyle oldu. Uygarlık tarihi, sınıflı toplumlarıntarihidir. Köleciliği doğuran, üretici güçlerin gelişiminde muazzam bir ilerle-me oldu. İnsanlar ilk defa kendi tükettiklerinden, yaşamsal gereksinmelerin-den daha fazla üretim yapmaya başladılar; ilk defa toplumsal bir artık değerortaya çıktı. Ve insanların bir bölümü köle emeğini sömürerek bu artık değe-re el koydu, böylelikle, yine ilk defa insanların bir bölümü, köle sahipleri boşzamana sahip oldu. Boş zamana sahip olanlar çevrelerinde olup biteni anla-mak için gözlem yapmaya, incelemeye, üzerinde düşünmeye, yorumlamayabaşladılar. Böylece felsefe doğdu.

İnsanların yaşamlarını sürdürebilmeleri için her şeyden önce yiyeceğe,barınağa, ısınmaya vb. maddi şeylere ihtiyacı var diyordu Marx. İnsanın yer-yüzündeki varlığı kadar eski bir gerçektir bu. Bu kadim gerçek nedeniyle-dir ilk filozofların daha önce değil de antik çağda, köleci toplumda orta-ya çıkışı. Felsefe de bilim de köle emeği üzerinde, köle emeğine elkoyan boş zaman sahipleri tarafından geliştirildi. Ve felsefenin ilk çağ-dan bugüne en temel sorunu, maddenin mi düşünceye, düşüncenin mimaddeye öngeldiği sorunu oldu. Evrenin temelinde madde miyoksa düşünce mi vardı?

Biz burada bu sorunu ele almayacağız. Bilimsel fel-sefe maddenin önce geldiğini düşüncenin de en gelişmişmadde olan insan beyninin bir ürünü olduğunu ortayakoydu. 15 milyar yıla yakın bir yaşa sahip olan evrende,şu son birkaç milyon yılda ancak insana ya da insanımsıcanlıya rastlanırken, düşüncenin öngeldiğini söylemek,safsata iklimine yelken açmaktır. Biz şimdi, maddeninöngeldiğini, düşüncenin de onun ürünü olduğunu savunanmateryalizmin ayak izlerinden onu izlemeye, gelişiminigörmeye çalışacağız.

Epiküros'un MateryalizmiEpiküros, MÖ. 341'de bugün Sisam ve Samas adla-

rıyla bilinen adada doğdu. Bir Atina vatandaşı olanEpiküros, 35 yaşındayken MÖ. 306 yılında “Bahçe”adıyla tanınan kendi okulunu kurarak, felsefe dersleri ver-meye başladı. MÖ. 271'de öldüğünde, kendi çağınınYunan dünyasında büyük bir etkiye sahip olmuştu.Epiküros, Büyük İskender'in ölümünden hemen sonraMakedonya'nın mirasçılar arasında paramparça edilip

Bahar 17

Antikitede

MateryalizmÖzgür Güven

Epiküros

Page 18: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

paylaşıldığı savaşlar sonunda, bütün etkinliğini ve gücünü yitirdiği; bunakarşılık Yunanistan'ın yeniden tarih sahnesinde öne çıkmaya başladığı birdönemde yaşadı. “Bahçe” sohbetlerinde öğrencilerine materyalizmi anlat-tı, tartıştı, tartıştırdı. Ancak onun materyalizmi, esas olarak düşünerekgeliştirdiği, düşünceye dayalı tasarımcı, kurgusal bir materyalizmdir.Epiküros'un fikirlerinin, tezlerinin kendi çağında Yunan düşüncesi ve top-lumsal hayatı üzerinde büyük etkisi olsa da, daha sonra yasaklandı.Avrupa'da yayılan Hristiyanlık ve kilise, Epiküros'u ve takipçilerini sapkın-lıkla suçlayarak din düşmanı ilan etti. Bu nedenle Epiküros'a ait el yazma-larının neredeyse tamamı kilise tarafından yok edilirken, takipçileri deengizisyonda kovuşturmalardan geçirilip, cezalandırıldı.

Epiküros'un fikirleri, felsefesi günümüz dünyasında olsun, moderniz-min doğup gelişmeye başladığı Aydınlanma çağında olsun genellikle ikin-ci elden, yani onun öğrencileri, takipçileri tarafından yazılan, aktarılaneserler tarafından öğrenilip tanındı. Bunların başında da Romalı büyükozan Lucretius (MÖ. 99-55) gelir. Lucretius, üstad olarak kabul ettiğiEpiküros'un anlatım biçimine ve düşüncelerine sadık kalarak kendi enbüyük eseri olan “De Rerum Natura”yı yazdı; “Seylerin (ya da nesnelerin)doğası” diye dilimize çevrilebilir.

Epiküros'un felsefesi, kendisinden önceki iki düşünürden etkilenir:Demokritos ile Leukippos. Demokritos (MÖ. 460-350) maddeye ait enküçük, bölünemez boyutlarda olan ve o maddenin özelliklerine sahip par-çasına “atoma” adını verir. “Atoma”, Yunan dilinde bölünemez anlamına

geliyor. Bu atomların her birinin ağırlığı birbirinden farklı olduğu gibişekilleri de farklıdır ve gözle görülemeyecek kadar küçüktürler.

Epiküros'a göre bu atomlar boşlukta varolurlar ve sürekli harekethalindedirler. Birbirleriyle çeşitli biçimlerde birleşip ayrılabilir-ler. Bütün “gerçeklik” işte bu atomlardan ibarettir; bir kaya da,bir insan da bir ağaç da nerede ne varsa bu atomlardan oluşmuş-tur. Hatta Demokritos'a göre tanrıların kendileri de atomlardan

oluşmuştur, ancak tanrılar son derece ince ve saydam atomlardanoluştukları için görülemezler. Epiküros'a göre bu atomlar yaratıl-

mamış ve yokolmayan, değişmeyen maddesel varlıklardır. Bütünduyu nesneleri bu atomlardan oluşur ve insanda duyumlar yaratır-

lar. Epiküros, kendisinden önceki filozoflardan farklı olarakatom hareketlerinin belirli normları olmadığı gibi belirlenmişkurallara da uymadıklarını savunur. Tesadüfler ve şans, buatomların hareketlerinde sapmalara neden olabilir.

Epiküros'un Demokritos ve Leukippos'tan alıp geliştirdiğibu tezler, Lucretius aracılığıyla daha sonrakilere ulaşmıştır.

Gassendi ve Bacon bu tezlerden hareketle doğa bilimlerini geliştir-mişlerdir. Epiküros'un tasarıma dayalı bu kurgusal materyalizmi, dahasonraki yüzyıllarda bilimin açığa çıkaracağı pek çok bilimsel buluşu,düşünce ve mantık yoluyla önceden işaret etmiştir. Epiküros'un tez-

leri ve düşünce biçimi, aydınlanma çağındaki bilimlerde dev-rimler süreci üzerinde etkili olmuş; pek çok bilimsel buluşa

imza atan bilim insanları onun düşüncelerinden esinlenmişlerdir.Epiküros'un felsefesi iki temel önermeye sahiptir: “Hiçbir şeyin hiç-

Bahar18

Epiküros,­felse-

feye­ “adalet”

kavramını­ da

getirdi.­ Kendisinden

önceki­ felsefede

olmayan­ bu­ anlayış,

onun­en­önemli­katkı-

ları­ arasında­ sayılır.

Adalet,­ “asla­ kendisi

için­bir­şey­değil,­ama

insanları,­ birbirleriyle

ilişkilerinde­her­nere-

de­ve­ne­zaman­olur-

sa­olsun­zarar­verme-

meye­ ve­ zarar­ gör-

memeye­yönelten­bir

tür­ sözleşmedir.”(J.B.­Fosster,­a.g.e)

Page 19: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

bir zaman tanrısal bir güç tarafından yoktan varedilmediğini ve doğanın.... birşeyi asla hiçliğe indirgemeyeceği” (Aktaran J.B. Fosster; Marx'ın Ekolojisi)

Epiküros'un felsefesi tutarlı bir mantık silsilesine dayanır. Biraz speküla-tif ve tasarıma dayalı da olsa, onun bütün felsefesine temel oluşturan bu man-tık-kurgusal düşünceleri açıklarken, kendisinin geliştirdiği bir kavram olan“önsezi”den yararlanır. Epiküros'un materyalizmi, genel olarak materyalizm-de varolduğu kabul edilen indirgemeciliği yadsır. O, sadece duyulara değil,genel düşünce sisteminin “kanunlar”ına dayanarak açıklar düşüncelerini.Epiküros'a göre “önsezi” düşünsel bir süreçtir, bu “önsezi”ler deneyimdenönce olamazlar, ama sistematik bir gözleme dayalı olarak akıl yürütmeye vebu akıl yürütmenin sonucunda pratik etkinliğe, eyleme öngelirler. Buradananlaşılacağı gibi “önsezi”, bilgi edinmede, bilgilenmede öznenin etkin rolü-nü kabul eder: Özne olmadan bilgi edinilemediği gibi, düşünce de varolamaz.Yani düşünceden önce gözlem yapan ve düşünen özne, madde varolmalıdır.

Epiküros'ta Ahlak ve HukukEpiküros'un takipçilerine göre “doğa kavramının esası, Lucretius'un söy-

lediği gibi MORS İMMORTALİSTİR” diyor Marx, yani ÖLÜMSÜZÖLÜM! İşte Antik Yunanistan'ın bu dev düşünürünün materyalist felsefesi,ölüme ve özgürlüğe yaptığı vurgu, onun ahlak felsefesinin de temelini oluş-turur. Epiküros, Temel Öğretiler'inde “ölümün bizimle hiçbir ilgisi yoktur,çünkü dağılan duyarsızdır ve duyarsızlıktan yoksun olanın da bizimle hiçbirilgisi yoktur” diyor. Yine, “bireyin özgürlüğü ancak “doğal bilim yoluyla,dünyanın ve onun içindeki bireyin ölümlülüğünün araştırılması olanaklıolduğunda başlar,” diyor. İşte bu düstur, materyalist bir ahlak için çıkışmomentumudur, dinin ve batıl inancın yaydığı ölüm korkusunun altedilmesi-dir. İnsana gerekli olan tek bilimin mutluluk bilimi olduğunu savunanEpiküros'a göre iki şey Tanrı ve ölüm insanlara mutsuzluk getirirdi.

Bu nedenle de, bu iki şeyle mücadeleye girişti. “Aç kalmamak, üşüme-mek, susamamak; işte Zeus'u bile kıskandıracak mutluluk... Ölüm gelecekdiye acı çekmek en büyük aptallıktır. Ölüm varken biz yokuz, biz varkenölüm yoktur, onunla hiçbir zaman buluşmayacağız ki” (Akt. OrhanHançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü)

Ahlak felsefesi, öteki dünya, öbür dünya gibi bir şeye yer vermediği içininsanın bütün gereksinmelerinin bu dünyada, maddi evrende karşılanmasınısavunur. Tanrıları evrenin hiçbir işine bulaştırmaz. Ona göre mutlu olmak acıduymamaktır. Buna da ancak ruhsal sükunetle ve bilgelikle erişilebilir.“Bütünlüğe erişmiş bir hayatın kutluluğunu üretmek için bilgeliğin sağladık-larının en yücesi dostluğa sahip olmaktır” diyen Epiküros için dostluk, bütüninsan hayatının ve toplumsal yaşamın merkezinde yer alması gereken ilkedir.İster aile birliği olsun ister devlet işleri ya da diğer toplumsal beraberlikler,eğer dostluk ilkesine dayanmıyorsa ruhsal sükuneti bozar ve mutsuzluk geti-rir.

Epiküros'un materyalizmi, acıdan kaçması ve her şeyi maddi dünyadaaraması, bazılarınca zevk düşkünlüğü, hatta hazcılık olarak adlandırılmayaçalışılmış olsa bile, o buna karşı çıkar. Hazcılığın aksine, basit ve sade biryaşamın mutluluk getireceğini savunur, öğütler: “Bizi anlamayan bilgisizle-rin suçlamalarına kulak asma Menoikeos. Zevk en üstün iyidir dediğimiz

Bahar 19

“Aç­ kalmamak,

üşümemek,­ susa-

mamak;­ işte­Zeus'u

bile­ kıskandıracak

mutluluk...­ Ölüm

gelecek­ diye­ acı

çekmek­ en­ büyük

aptallıktır.­ Ölüm

varken­ biz­ yokuz,

biz­ varken­ ölüm

yoktur,­ onunla­ hiç-

bir­zaman­buluşma-

yacağız­ki”

Page 20: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

zaman ne sefihlerin zevklerini, ne de hayvanca hazları ileri sürdük. Bizimsözünü ettiğimiz zevk, sadece ruh rahatlığıyla beden acısının yokluğundakizevktir. Bedenimiz acısız ve ruhumuz rahatsa mutluyuz. İnsanı mutlu kılanne tıka basa yeme, ne kıyasıya içme, ne cinsel sapıklıklardır. İnsanı mutlukılan; akla uygun ve sade alışkanlıklar, arayacağımız ve sakınacağımız şey-leri iyice ölçebilen, ruha rahatsızlık veren yanlış ve boş inançları söküp ata-bilen bir akıldır.” (Akt. Orhan Hançerlioğlu, a.g.e)

Epiküros, kısa vadeli ve bencilce bir haz arayışının bir süre sonra tatmin-sizlik düzeyine varacağını ve daha büyük ruhsal ve bedensel acılar getirece-ğini bilir. Bu yüzden de hayatı boyunca lükse ve servete hiç itibar etmedenbasit bir yaşamı tercih etmiştir. Ona göre insan doğasının ihtiyacı olan“Servet hem sınırlıdır hem de kolayca elde edilebilir; aylak hayal gücününistediği servet ise sonsuza uzanır.” (Akt. J.B. Fosster, Marx'ın Ekolojisi)

Basit bir yaşam ve dostluk, onun yaşamının ilkeleri oldu. Bu ilkeleri“Bahçe”sinde kendisini dinlemeye gelenlere, öğrencilerine de aşıladı.Bahçe'deki bu derslere, erkeklerle eşit birer birey olarak kadınlar da gelir veözgürce tartışırlardı. Ki bu, antik Yunanistan'da çok ender görülen bir özel-liktir. Zira bu dönem kadın, toplumda erkekle eşit değil, ikinci sınıf insankonumundaydı.

Epiküros, felsefeye “adalet” kavramını da getirdi. Kendisinden öncekifelsefede olmayan bu anlayış, onun en önemli katkıları arasında sayılır.Adalet, “asla kendisi için bir şey değil, ama insanları, birbirleriyle ilişkilerin-de her nerede ve ne zaman olursa olsun zarar vermemeye ve zarar görmeme-ye yönelten bir tür sözleşmedir.” (J.B. Fosster, a.g.e) Eğer hukuk kendi men-talitesine aykırı hale gelir de maddi koşullarla olan uyumunu yitirirse, insan-ların birbirleriyle olan karşılıklı ilişkilerini düzenlemekte yararlı olmaktançıkarsa, hukuk, “o zaman, adaletin zorunlu doğasına sahip değildir.”Epiküros'taki bu yaklaşım, onun idealistlerden ayrı bir bakışa sahip olduğu-nu gösteriyor. Zira idealizme göre hukuk kuralları, yasalar, insani toplumsaletkilerden kopuk, aşkın ve tanrısal yanları vardır. Oysa Epiküros, hukukun,yasanın, tamamen maddi koşullarla bağlantılı ve uyum içinde olması gerek-tiğini savunur, öğretir.

Epiküros'ta EvrimEpiküros felsefesi tutarlı bir mantık silsilesine dayanır. Yöntemi kurgu-

sal da olsa, insanal gelişimin kökeninde ilkel bir yaşam formunun olduğunuve bazı başka yaşam formlarının da zamanla yokolduğundan sözeder.İnsanın ilerlemesi fikrini açıklamaya yönelir. Ona göre insan doğası, insanınve toplumun evrimiyle birlikte gelişir ve değişir. Onun ahlak felsefesinintemelinde yer alan “dostluk” ilkesi, insanın ve toplumun varoluşunu sağla-yan maddi araçların karşılanması sürecinde yapılan bir toplumsal anlaşma-nın sonucu olarak varolabilir. Bunları, “Heredot'a Mektup”unda şöyle açık-lar: “İnsan doğasına her türden pek çok şeyi yapabilmenin sadece koşullartarafından öğretildiğini ve zorlandığını; ve ardından uslamlamayla doğanınönerdiğini geliştirip yeni buluşlar yaptığını, bazı konularda hızlı, bazılarındayavaş ilerlemelerle, bazı çağlarda büyük, bazı çağlarda daha yavaş gelişme-ler kaydettiğini varsaymalıyız.” (Akt. J.B. Fosster age.) Buradaki mantık-kurgusal yöntem açıkça görülse de, ortaya konan görüş, evrimci ve materya-

20 Bahar

“Bizi anlamayanbilgisizlerin suçla-

malarına kulak asmaMenoikeos. Zevk en

üstün iyidir dediği-miz zaman ne sefih-

lerin zevklerini, nede hayvanca hazlarıileri sürdük. Bizim

sözünü ettiğimizzevk, sadece ruh

rahatlığıyla bedenacısının yokluğunda-

ki zevktir.Bedenimiz acısız ve

ruhumuz rahatsamutluyuz. İnsanı

mutlu kılan ne tıkabasa yeme, ne kıya-sıya içme, ne cinsel

sapıklıklardır. İnsanımutlu kılan; akla

uygun ve sade alış-kanlıklar, arayacağı-

mız ve sakınacağı-mız şeyleri iyice

ölçebilen, ruharahatsızlık veren

yanlış ve boş inanç-ları söküp atabilen

bir akıldır.”

Page 21: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

list bir görüş. Neredeyse, insanların düşüncelerini belirleyen toplumsal var-lıklarıdır diyen Marx'ın tezine ulaşacak gibi.

Epiküros'tan sonra onun görüşlerini bize aktaran Lucretius'ta türlerindoğaya uyması ve soylarını sürdürmesi üzerine evrimci görüşler çok dahaaçık olarak ifade ediliyor. Antik çağdan bugüne kalan eserler arasında evrimüzerine başka yazılar da var. Örneğin MÖ. 500 ila 400 yılları arasında yaşa-yan Empedokles ile Anaksagoras'ta da evrim üzerine görüşler, tezler yeralır.Tabi ki evrimi reddeden, hatta saldıranlar da var. Bunların önde gelenlerindenbiri de Aristotales. Ve zaten biz, Empedokles'ten bugüne pek bir şey kalma-dığından, onun tezlerini Aristotales'ten öğreniyoruz. Aristotales,Empedokles'e karşı çıkarken, önce onun görüşlerini özetliyor.

“Öyleyse niçin doğanın parçaları için de durum aynı olmasın, örneğindişlerimiz -öndekiler parçalamaya uygun olacak biçimde keskin, azı dişleribesinleri öğütmeye uygun düşen tesadüfi bir sonuç olarak zorunluluktan çık-mış, aynı şekilde diğer parçalar da bizim onlara atfettiğimiz amaçlar içinyapılmış olmayıp bu amaçlara uygunluğu tesadüf olmasın? Her nerede parça-lar sanki bir amaç için yaratılmışcasına bir araya gelmişse, böyle şeyler ken-diliğinden olarak uygun biçimde düzenlenmiş olduğundan varlığını sürdür-meyi başarır, böyle olmayanlar ise Empedokles'in sözünü ettiği “insan yüzlüöküz” neslinin tükendiği gibi, yaşamayıp yok olacaklardır.” Empedokles'ieleştirip reddetmeye çalışırken onun görüşlerini böylece bize ulaştıranAristotales, “Doğanın bir neden, bir amaca doğru işleyen bir neden olduğuaçıktır” diyor ve böylece, doğanın bir amacı olduğunu, yani önceden tasarlan-mış bir planın düşünceye göre hareket ettiğini söyleyerek, materyalizmden nekadar uzak olduğunu da gösteriyor.

Epiküros, Empedokles'in “insan yüzlü öküz” gibi doğada hiç varolma-yan, doğaya aykırı hayal ürünü fantastik yanlarıyla alay etse de, Aristotaleskarşısında onun evrimci görüşlerini savunan bir tutum içinde oldu. Lucretiusise daha açık olarak doğada, kendilerini çevrelerindeki tehlikelerden koruya-bilecek mekanizmalar, organlar, özel şeyler geliştirebilen canlı türlerininhayatta kalabildiklerini ve soylarını sürdürebildiklerini, böylece türün varlı-ğını devam ettirebildiğini, “buna karşılık, bu doğal armağanlara sahip olma-yanların... doğa soylarını kurutuncaya dek diğerlerinin oyuncağı ve avı”olduğunu söyler. (Akt. J.B. Fosster, a.g.e) Burada şunu rahatlıkla söyleyebi-liriz: Darwin'in çalışmalarında kendi bilimsel-maddi temelleri ve kanıtlarıylaortaya koyduğu evrim teorisi, antik çağda tasarım yoluyla da olsa ilk olarakEmpedokles, Epiküros ve Lucretius'un tezlerinde görülebilir.

Epiküros'un düşüncesinin temelinde daima madde vardır, maddi dünyavardır. O, dış dünyayı da insanı da gözlem altına alıp iyice gözlemedendüşüncesinin konusu haline getirmez. Ortaya koyduğu bütün tezleri, madde-yi temel alan, madde üzerine yapılan düşüncelere dayanır. Lucretius'unEpiküros'tan aktardığı “hayvanlar gökten düşmüş olamazlar ve toprağın üze-rinde yaşayanlar tuzlu uçurumlardan çıkmış olamaz. Sonunda ana diliyleadlandırılmayı hak eden yeryüzüdür, çünkü bütün her şey yeryüzünden doğ-madır.” (age) Buradan açıkça anlaşılacağı gibi Epiküros'a göre yaşam ne gök-lerden inmiştir ne de tanrılar tarafından yaratılmıştır. Yaşam maddeden, dün-yanın kendisinden doğmuştur. Bu dünyadan başka, maddi dünya dışında biryaşam yoktur.

21Bahar

Epiküros'a­göre

yaşam­ne

göklerden

inmiştir­ne­de­tanrılar

tarafından­yaratılmış-

tır.­Yaşam­madde-

den,­dünyanın­kendi-

sinden­doğmuştur.­Bu

dünyadan­başka,

maddi­dünya­dışında

bir­yaşam­yoktur.

Page 22: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

22 Bahar

Aş-Çı-Yız De-Diy-Sek Eşşek Değiliz!

Bahar Derin

Bir ay kadar önceydi. İçimde tuhaf bir duyguylaayaklarım beni Haldun Taner Sahnesi’nden içerisoktu… Kestanecinin önünden geçerken kokusu sizicezbeder,canınız kestane çeker ya, içerden gelen piya-no sesleri, sonbaharda denizin hüzünlü dalgalarıyla bir-leşince; bana da gelecek ayın programından bir oyunseçmek kaldı.

Baktım programda birkaç yıl önce Antep’te izledi-ğim ve slogan atmamak için kendimi zor tuttuğum ooyun. Hemen biletleri aldım.

Sizi bilmem ama tiyatro benim için çok özeldir.Bende kendimi özel hissettim ve o gün yine bir sürüinsana insan kalabilmek için mücadele etmek gerektiği-ni anlattığım ve bu özel oyunu hak ettiğime olan inan-cımla giyinip süslendim, hatta giymeye pek fırsat bula-madığım etekte bana pek yakıştı. Kafamda sanattanalacak olmanın dayanılmaz hafifliği en güzel duygula-rımla girdim Harbiye’deki Muhsin ErtuğrulSahnesine…

Salona geçmeden panolardaki resim ve yazılardikkatimi çekti. Muhsin Ertuğrul’un SovyetlerBirliği’nde eğitim aldığını ve sergilediği eserleri oku-dum. Sanki sanatın onun bedenine girmiş o hınzır gülü-şüyle evet bende sizdenim dediğini duyar gibi oldum.

Salona geçtiğimizde koca salon yüzlerce enerjidolu gözle doluydu. Salona girişte dağıtılan oyununtanıtım broşürüne göz gezdirdim. Vasıf Öngören’iyaşamının ve eserlerinin kronolojisine baktığımda iyiki de İ.Ü. fizik bölümünü yarıda bırakıp tiyatroyu seç-miş dedim.

Son anonslar, ışıklar ve perde…

İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ ŞEHİR TİYATROLARIHarbiye Muhsin Ertuğrul SahnesiZENGİN MUTFAĞIYAZAN: VASIF ÖNGÖRENYÖNETEN: ASLI ÖNGÖREN

KONU: 15-16 Haziran İşçi Eylemlerinin yaşandı-ğı, 1970’ler Türkiye’sinde zengin köşkündeki hizmetli-lerin, o yıllardaki toplumsal kavga içinde taraf olupolmama konusunda yaşadıkları olaylar trajikomik biranlatımla sunuluyor. Ayrıca Epik Tiyatro’nun ülkemiz-deki önemli örneklerinden olan oyun, alt sınıf insanla-rının yaşamsal ve düşünsel seçimlerini sorguluyor.

Oyunu anlatmak için söz bulamıyordum. Sonra ilkdefa 77’de oynanan bu oyunun, o gün ve bugün sürenetkisini anlatmanın en iyi yolunun bu haber olduğunudüşündüm.

* Vasıf Öngören’in ‘Zengin Mutfağı’nın İstanbulŞehir Tiyatroları’ndaki sahnelenişi sırasında bir grup‘kurt’ işareti yaparak tepki gösterdi, oyunculara küfür-ler savurarak salonu terk etti. Salondaki 400 kadarseyirci ayağa kalkarak bu saldırıyı protesto etti. Aynıoyun 1978’de de Ülkü Ocakları’nın el bombalı saldırı-sına uğramıştı.

Bir tiyatro oyunu neler yapabilir?

“İnsan kime hizmet ettiğini düşünmeli” Vasıf Öngören

Page 23: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

ÖNSÖZ : Merhaba sizinle bu sezon sahnelenmekte olan Zengin Mutfağıoyunu üzerine konuşmak istedik. Zengin Mutfağı oyununu seçmenizdeki nede-ni anlatır mısınız?

ASLI ÖNGÖREN : Zengin Mutfağı emek sermaye çelişkisi var olduğusürece sergilenebilecek bir oyun. Ve insanın kime hizmet ettiğini düşünmesigerektiğini söyleyen, bunu sorgulayan bir oyun. Dolayısıyla safların keskinleş-tiği 70'ler Türkiye'sinde bu sözü söylemek, bunu her türlü ayrışmanın üzerineçıkarak, bir aydın titizliğiyle, bir devrimci yazar perspektifiyle görünenin ardın-daki gerçeği, akil bir biçimde söyleyebilmek gibi bir misyonu var oyunun. Otarihte bunu başarmış bir metin ve yazar Vasıf Öngören.

Biliyorsunuz o dönem tiyatrolarda bolca slogan atılırdı. Vasıf Öngören'inoyunlarında bu güçleşmişti. Çünkü oyunları provakatif değil daha çok düşün-meye yöneliktir. Oyunlarının çok akılcı bir temeli ve kurgusu vardır. Brehct'inepik yönelimi vardır ve bu da Vasıf Öngören'nin biricik yanıdır. O tarihte bileböyle durmuş bir oyunun, bugün safların iyice bulanıklaştığını söyleyebilece-ğimiz bir dönemde ama her kesimden de seyircinin farklı rahatsızlıkları yaşa-dığı ama asıl sorunun kimde ve ne olduğunu bilemediği, biraz kafa karışıklığı-nın yaşandığı bir dönemde Şehir Tiyatroları'ndan Zengin Mutfağı'nı yenidengündeme getirmeyi daha önemli ve elzem bulduk. 35 yıl aradan sonra ŞehirTiyatroları'nda bir Vasıf Öngören oyunu oynanıyor. Benim de kendimi hazırhissettiğim bir zamanla birlikte bu tarihe denk geldi. Yoksa fazla da talibi yoktu.Çünkü üstü kapalı gibi bir şeyleri eleştiriyor görünmek pek makbul, ama sözü-nü açık ve net söylemek pek de kolay değil, dolayısıyla hem bir sorumluluk

Zengin Mutfağı “İnsan kime hizmet ettiğini bilmeli...”

23Bahar

Zengin­Mutfağı

emek­sermaye

çelişkisi­var

olduğu­sürece­sergile-

nebilecek­bir­oyun.­Ve

insanın­kime­hizmet

ettiğini­düşünmesi

gerektiğini­söyleyen,

bunu­sorgulayan­bir

oyun.­

Page 24: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Bahar24

hem de cesaretti doğrusu. Ayşegül Şanlıoğlu'nun onayıyla olmuştur repartuar-da olan bu oyunun yeniden sahnelenmesi. Ona da teşekkürlerimi iletmek iste-rim. Tiyatrolarla ilgili son gelişmelerde bizim başka çalışmalarımız oldu veduraksamalar yaşandı. Burada bu sözü söylemenin, bizim de aslında kime hiz-met ettiğimiz konusunda, birilerinin tartıştığı dönemde başka boyut olarak çokda denk düştü. Vasıf Öngören'e 2012'den bir saygı duruşudur bu. Aynı zaman-da da insanımıza böylesine yalın bir bakışla da okumanın mümkün olduğunugösteren bir oyundur, kılavuzdur. Biz bu kılavuzu aktarabilmekte başarılı ola-bilmişizdir de izleyici de kavramanın hazzıyla, kendisine değer verildiğinin far-kına vararak aklına, sezgisine ve seçimlerine değer vererek hazırlanan bir işlekarşılaşmanın heyecanını ve keyfini yaşayabilmiştir diyoruz.

ÖNSÖZ : Peki 35 yıl önce Zengin Mutfağı sergilendiğinde sizizlemiş miydiniz, hatırlıyor musunuz?

Aslı Öngören : Hayır, hiç hatırlamıyorum.ÖNSÖZ : Vasıf Öngören’in kızı olarak, oyunu yönetirken özelolarak hisettiğiniz bir duygu var mıydı?

Aslı Öngören : Tabii var. Fakat şöyle bir şey, ben, tarihtenasıl bir tiyatro, sorusunu soran her tiyatrocunun Vasıf Öngö-ren'le yolunun kesişeceğini düşünüyorum. Oradan geçmemeyeimkan yok. Tıpkı epik yöntemdeki gibi duyguları yadsımayanama aklı ve çelişkiyi kullanan bir yaklaşım vardır ve pratikte

biz de bunu yaşadık. Elbette duygusal bir bağ var. Amainsan sevdiklerine de acımasız davranır ya bazen. Biz deöyle yaptık biraz "Ne demiş bu Vasıf Öngören?" diye birmesafeden başladık. Ama o mesafe bize çok güzel tokatlarattı. İşledikçe pratikte gördük ki, her cümlesi, her seçimi akıldolu bir metinle karşı karşıyayız. Kendimizce ona yöneltti-ğimiz hiç bir sınavdan sınıfta kalmadı metin. Biz çoksınıfta kaldık. Anlayamadığımız, kavrayamadığımız

boyutlarını keşfettik beraber. Müthiş eğitici bir süreçti. Bir kul-vardır Vasıf Öngeren, o kulvarda duygulardan çok akılla bağkurulabilir. Dolayısıyla elbette babamın Türkiye'de böylesineözel bir söz söylemiş bir yazar olmasından gururlanmamayaimkan yok. Çünkü Türk tiyatrosunun bu kadar kıymetli, bu

kadar yalın derdini anlatan bir tiyatro yazarına sahip olmasıgurur verici. Ben bu anlamdaki gururu ya da mirası her zamanbölüşmekten yanayım. Bu uygulamaya yönelik hatalar ve eksik-ler varsa onları da üstlenmek zorundayım tabi ki.

ÖNSÖZ : Bizler Zengin Mutfağı’nı sinema filmi ile tanıdık.Şener Şen oynuyordu. Doğal olarak da kafamızdaki imgeler, rol-ler, modeller sinemadaki modellerdi. Oyunu izlerken aşçıyı kabuletmekte zorlanıyor insan. Çünkü sahnede Şener Şen'i görmeyibekliyoruz. Ama bir süre sonra oyuncu büyük bir başarıyla onuunutturuyor, kendini kabul ettiriyor bize. Aşçıyı oynayan oyuncuarkadaş bu işin üstesinden nasıl geldi.

Aslı Öngören : Murat Garipağaoğlu, son dönem Türk tiyat-rosunda yetişmiş çok kıymetli oyunculardan biridir kanımca. Biz

beş yıl önce “Oyunlardan bir oyun” diye dört Vasıf Öngören oyunundan

Page 25: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

bir kolaj yaptık. Orada da Zengin Mutfağı'ndaki bölümlerde aşçıyı Murat oyna-mıştı. Bu bizim aslında bir ön çalışmamız olmuş oldu. Aslında oyunun tama-mını yapmak aşçısız mümkün değildir. Ben Murat'ın bu kadar keyifli bu rolehazırlandığı o süreci hiç unutamadım ve Murat'ın bu rolün tamamını oynamasıgerektiğini düşündüm. Murat açısından çok uzun zaman geçtiği için Şener Şenfikrinin çok önde olduğunu zannetmiyorum. Elbette Şener Şen dev bir aktörhepimizin çok saygı duyduğu, hayran olduğu. Ama Başar Sabuncu da çokbüyük bir yönetmen doğrusunu söylemek gerekirse. Biz de kendi sınırlarımıziçinde en doğru, en namuslu şekilde bu metne yaklaşmak zorundaydık. Muratda aynı kaygıları yaşadı, ben de, diğer oyuncular da aynı kaygılarla bu metneyaklaştık. Gerçekten güç bir şey. Ama bu bir yeni keşif demek, bir rol paylaş-mak oyunculuk anlamında, ya da reji anlamında süsler koydurmak, şovlar yap-tırmak zaten bu oyunun meselesi değil. Dolayısıyla onlara da girmeyince çokyalın, kendi sınırlarımız, yeteneklerimiz ve aklımız kaldı geriye. Umarım doyu-rucu olur izleyiciler açısından da.

ÖNSÖZ : Kesinlikle çok güzel olmuş. Gerçekten zorlanıyorsunuz ilkbaşta. Çünkü ister istemez bir beklenti oluşuyor insanda. Bir de bir oyununsinemada ya da sahnede sunulması çok farklı. Ama kısa bir süre sonra artık sah-nedeki aşçıyı izlemeye başlıyorsunuz. Bu anlamda da başarılı. Diğer oyuncu-lar da aynı başarıyı gösteriyorlar. Mesela oyunda Hrant Dink cinayetinin veOgün Samast'ın konu edilmesi ve bugüne uyarlanması açısından çok başarılıve denk düşen bir bölüm.

Aslı Öngören : Oradaki benim bir yönetmen olarak bir küçük kat-kım diyeyim, göndermem. Aslında tekstin hiç böyle bir şeye ihtiya-cı yok. Normalde bütün hikayeyi anlatıyor. Ve bir çok kişi bir çokinsan bunun karşılığını görebilir Türkiye'de. Sadece benim hassasi-yetimden kaynaklı net bir gönderme var. Bu da benim yönetmenkaprisim oldu... Gerçekten kimler nerelerde besleniyor, semirtili-yor meselesini düşünmek önemli. Daha genel olarak düşünebil-mek önemli... Hiç kimsenin böyle bir oyunla adının gündemegelmesine de gerek yok. Belli bir ismin gündeme gelmesine degerek yok. Bu katkının doğru olup olmadığı dahi bence tartışıla-bilir. Bu benim duyarlı izleyicilerimizle aramda bu konuda küçükbir flörtüm olarak kalmalı diye düşündüm.

ÖNSÖZ : Gerçekten çok güzel olmuş. Ve Ogün Samast'ınhikayesinde de Rakel'in söylediği katil yaratmak meselesi... Şarkılar...

Aslı Öngören : Bu oyunda metinde olmayan şarkılar var. ÖNSÖZ : Oyunda da o karakter, masum bir üniversite öğrenci-

siyken, çok küçük hayalleri varken, umutları varken, bambaşka bircanavara dönüştürülmesi çok güzel işlenmiş.

Aslı Öngören : Vasıf Öngören'in de işlemek istediği şey budur.Objektif durmak, eşit mesafede durmak insanlara, insanları durumlarve olaylar içindeki davranışlarıyla göstermek... Eğer buradan bakabi-lirseniz, koşullar değişirse, insanların farklı davranabileceğini düşü-nürsünüz. Dolayısıyla sizi diyalektiğin temeli olan çelişkiye ve deği-şim ilkesine götürür. Bir şeyleri değiştirmemiz gerektiği fikri de ancakböyle doğabilir, yoksa kanıksamış oluruz olup bitenleri.

ÖNSÖZ : Bütün karakterler de zaten o değişimi gösteriyor oyun-

Bahar 25

Page 26: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

da. Aşçımızdan, kızımıza kadar olaylar karşısında değişiyorlar. İnandırıcı olu-yorlar dolayısıyla... İnanıyoruz biz o insanların yaşayan insanlar olduğuna.

Aslı Öngören : E, diyalektik süreç böyledir çünkü. oyunun yazarı da bunuişlemiştir.

ÖNSÖZ : Bir şey sormak istiyorum. Geçen haftalarda Su GösteriMerkezi'nde Salpa'yı izlemiştik. Orada dayı denilen bir devrimci abi var. Tıpkıoyununuzdaki Ahmet gibi. Bu iki oyunda da o iki tipleme simge olarak kal-mışlar. Bunun nedeni nedir sizce?

Aslı Öngören : Salpa oyunu için bir şey söyleyemem çünkü izleyemedim,oradaki yorumu da bilmiyorum. Ama Zengin Mutafağı'nda Ahmet karakteriözellikle bu dozda tutulmuştur. Çünkü bir ölçü gibi gelir mutfağa. Safını şaşır-mış mutfak kahramanlarına işçi sınıfının bilinçli tavrıyla bir ölçü getirmeküzere. Yani onların safını şaşırmışlıklarını görünür kılmak amacıyla yazarıngetirdiği bir karakterdir. Farkındaysanız çok fazla müdahil olmaz olaylara.Dışardaki gerçek mücadele ve onun hikayesi başka bir oyunun konusuymuşgibi durur. Ama onun geldiği, bilgi verdiği ya da küçük anlamda katalizörolduğu meselelerde diğerlerinin safını şaşırmışlığı ve kaybolmuşluğu görünürkılınır seyirci için. Sadece bunun için kullanılmış bir figürdür Ahmet figürü.Ayrıca o zamanlar bolca vardı böyle devrimci abiler. Ahmet, fazla bir çelişkitaşımaz, fazla dönüşüm de yaşamaz, bütün karakterlerden farklı olarak oyun-da. Tabii bu Vasıf Öngören'in çok bilinçli bir seçimidir. Çünkü o kendi gerçek-lerini, gereklerinin, nedenlerinin ve bedellerinin farkında olan bir rol kişisidir.Örgütlü bir işçidir, örgütlü mücadelenin gücü ardındadır, onun bilgisiyle dav-ranır. Diğerlerinin tek tekliğini, bireyce seçimlerini ve kaybolmuşluklarınıonun sayesinde anlıyoruz. Ahmet'i çıkarırsak oyun yarım kalır.

ÖNSÖZ : O Ahmet sanki, biraz daha belirgin olmalı, ya da bu başka biroyunun hikayesi..

Aslı Öngören : Evet, Ahmet bir başka oyunun hikayesi, devrimci bir işçinasıl olmalıdır, ne yapmalıdır bu başka bir konu. Ahmet sadece bir amaçla buoyunda yer alıyor. Bu oyunda safını şaşırmanın bedelleri. İnsanın sorgulama-dan, körü körüne hizmet etmesi, sınıfsal bilinçten yoksun olmasının bu düzen-de başına neler getirebileceğinin görülmesi oyunun amacı bu.

ÖNSÖZ : Son olarak bir sorumuz var. 70'li yıllar sanatçıların, aydınların,yazarların toplumsal olayları işledikleri, bu olayları sahneye taşıdıkları, ZenginMutfağı örneğinde olduğu gibi gerçekten işçi sınıfı adına güzel eserlerin orta-ya çıktığı bir dönemdeo günden bu güne işçi sınıfının, mücadele eden insanla-rın yarattığı bir sürü örnek bir sürü değer olmasına rağmen, sanat bu alanlar-dan uzaklaştı. Mesela, biz, bir çadırkent deneyimi yaşadık Ankara'da Tekelişçilerinin eylem sürecinde. Vasıf Öngören kendine dert ediniyor. 15-16Haziran'da acaba ne olmuştu bu köşkte diye kendine dert ediniyor ve bunu biroyuna dönüştürüyor. Oradaki bizim görünür kılmamız gereken insanları başkahraman yaparak eserine yansıtıyor. Bugün bunu göremiyoruz. Belki o olay-lardan çok daha üstün olaylar yaşanıyor, bilinç sıçramaları yaşanıyor ama bun-lar sanat eserlerinde ya da sanatçılarımızın dünyasında yeterince yer bulmuyorve biz bunları göremiyoruz.

Aslı Öngören : Doğru...ÖNSÖZ : Bunun nedeni nedir? Ya da bu konuda ne yapmak gerekir?Aslı Öngören : Bunlar belli saflarda yenilmiş olduğumuzu gösteriyor.

Bahar26

Vasıf Öngören'intiyatrosu burjuvasanatına karşı bir

estetiktir. Yani tiyat-roda da bir devrimi

amaçlar. Tabii bu birbaşka okumadır,

başka akıl ve teorikbirikim gerektirir ve

tabii tercihtir.

Page 27: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Çünkü burjuva sanatı, burjuva ideolojisi çok başarılı ve amacına ulaştı diyebili-riz şu aşamada. Biliyorsunuz, Vasıf Öngören'in tiyatrosu burjuva sanatına karşıbir estetiktir. Yani tiyatroda da bir devrimi amaçlar. Tabii bu bir başka okuma-dır, başka akıl ve teorik birikim gerektirir ve tabii tercihtir. Sadece suya sabunadokunmadan bir takım konulara değiniyor olmak yeterli ve mübahken, dahaderinlemesine ve riskli analizlere pek yanaşılmamasını anlayabiliyorum. Bir dedünyada da Brecht, Türkiye'de de Vasıf Öngören modası geçmiş bir tarz, birekol gibi lanse edilmeye çalışılır. Buna karşı çok güçlü bir kampanya olduğunusöyleyebilirim, bu biçimde algılamamıza neden olacak. Buna karşı koymanın engüçlü yolu da aslında Vasıf Öngören'in yapıtlarıyla karşılaşmak bence. Bunungenç yazarlarımıza da ufuk açmasıdır en büyük dileğim, hayalim. Çünkü alela-de sıradan insanın da derdidir Vasıf Öngören'in derdi. Bunun estetiğini kurmakpeşindedir. Dolayısıyla toplumun her kesiminden insana sıcacık böyle yanıba-şında bitiveren, orada oluşuveren kişiler yaratır. Bence de gerçekten bugün dev-rimci bir yazarın -o zaman da bir röportajında söylediği gibi Vasıf Öngören'in-görevi gerçeği öğretmekten başka bir şey değildir. Tek derdi gerçeği göstermek-tir. Gerçekten, gerçeğe bakabilen insanımız ne kadar? Sanırım buna da bağlı.Aslında Vasıf Öngören de yaşarken çok imkan bulamadı sözünü duyurmak için,bugün de çok zor. Vasıf Öngören'le ya da Brecht'le gerçekten, okullardaki ger-çeklikte, sahicilikte ve cesarette cümle kurmak, kuracak bir yer bulabilmek çokkolay değil. Ama bunun peşinde olmak lazım. Çünkü her şey değişir dönüşür,toplumda müthiş bir değişime hazırlık olduğunu gözlemliyorum ben. Tiyatroyaşantımızda da aynı biçimde.. hiç bağımsız değil. Ben umutluyum. Sadece buyöntem bilinmiyor veya iyi bilinmeden tukaka ediliyor ya da rafa kaldırılıyor.Şöyle söyleyeyim, ya tabulaştırılıyor ya da sıradanlaştırılıyor, gerçekte ne oldu-ğunu anlamaya ve merak etmeye çağırırım genç sanatçıları.

Bir şey daha eklemek isterim, şarkı sözlerinin benim ekim olduğunu oyunave Çiğdem Erken'in besteleriyle hayat buldu. Sizin de az önce söylediğiniz gibisöz gelimi Selim'in şarkısı çok bugünden, final şarkımız öyle. Bunlar bizimbugünden küçük birer büyütecimiz. Hem de bugün çok fazla zihinsel faaliyetehazır olmayanla da bunun yerine daha çok eğlenmeyi, hafiflemeyi bekleyenseyircimize bir başka yerden küçük duraklar verebilmek amacıyla kondu.Burada Çiğdem Erken'le yaptığımız yolculuğun da müthiş yaratıcı ve keyifliolduğunu da söylemek isterim, kendisine de çok teşekkür ederim.

ÖNSÖZ : Bizim de çok beğenerek izlediğimiz bir oyun oldu. Ama herkesaçısından aynı olmadı. Basından öğrendiğimize göre seyircilerden birkaçı kurtişareti yaparak salonu terketmiş.

Aslı Öngören : Evet, bu konuda iki kadın kurt işareti yapmışlar, bir reaksi-yon göstermişler iki kişi. Bunun tamamen münferit bir olay olarak görmek isti-yorum. Çünkü elbette birilerinin bu kadar net bir sözden rahatsızlık duymama-sını beklemek safdillik olur. Tiyatro adabı içinde bir tepki olmaması bizim üzün-tümüz. Ayrıca da bu mecranın dışında bu konu tartışılmalıdır. Aksi fikirde olan-lar kendi ürünlerini üretmeliler, bunu unutmayalım. Burası gerçek yaşam değil,bu bir sanat yapıtı, bir üst yapı kurumu. Bununla insanların bugünden yarına nebeyinleri yıkanır, ne değişirler, ne birden bire aydınlığa ererler. Bu bir süreçtir,katkıdır. Üstelik yalnız bir kesimin değil, bu ülkede yaşayan herkesin aydınlan-masına, bilincine bir katkıdır her sanat yapıtı. Onların da böyle bakmalarını ter-cih ederim.

Bahar 27

35 yıl aradansonra ŞehirTiyatroları'nda birVasıf Öngörenoyunu oynanıyor.Benim de kendi-mi hazır hissetti-ğim bir zamanlabirlikte bu tarihedenk geldi. Yoksafazla da talibiyoktu. Çünküüstü kapalı gibibir şeyleri eleştiri-yor görünmekpek makbul, amasözünü açık venet söylemek pekde kolay değil,dolayısıyla hembir sorumlulukhem de cesarettidoğrusu.

Page 28: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Mehmet Esatoğlu1978'de Yaşananları Anlatıyor

ESATOĞLU : 1978 senesinde Başar Sabuncu,İstanbul Şehir Tiyatroları'nda Zengin Mutfağı'nısahneye koyuyor. Vasıf Öngören de provalarda yeralıyor. Fatih Şehir Tiyatrosu'nda provalar yapılıyor.Bir akşam yine prova yapılıyor, biz de provayı izli-yoruz. Arkadan bekçi geldi. "Affedersiniz provayıbölüyorum ama bir taş attılar, cam kırıldı. Elimideğdirdim taş çok sıcaktı" dedi. Herkes panikledışarıya doğru yürümeye başladı. Tam böyle kapı-dan çıkıyorken Vasıf Öngören arkada kalmıştı.Birden bire "Herkes sahneye koşsun, herkes sahne-ye koşsun" diye bağırmaya başladı. Hepimizbilinçsizce sahneye koşmaya başladık. Biz koşar-ken birden bomba patladı. Ve şehir tiyatrosunun önbölümü tamamen havaya uçmuştu.

ÖNSÖZ : Eğer Vasıf Öngören sahneye çağır-mamış olsaydı, öbür tarafta insanlar ölebilirlerdi.

ESATOĞLU : Evet, evet. Vasıf Öngören bunuyaparak, işte burada fotoğrafını gördüğünüz oyunusahneledi. Bu oyunda yer alan Ali Uzunata, ŞenerŞen, Mahmut Gökgöz'ün hayatını kurtardı yani. Buoyun sahnelendi. Böyle bir yazarlığı vardı. Herkesdedi ki, "Nasıl oldu?" Vasıf Öngören de "Herkes oyana yöneldi ve hepsi ölebilerlerdi, o an durun birdakika gitmeyin diye seslenseydim, gitmeyedevam edeceklerdi. Ama bu şekilde bağırınca her-kes sahneye yönelmek zorunda kaldı" dedi. Tiyatrodisipliniyle hareket etti herkes. İşte o dönem böylebir şey yaşamıştık.

Bahar28

Seyircilerin Sorduk Oyunla İlgili Görüşleri

ÖNSÖZ : Zengin Mutfağı adlı oyunuizlediniz. Nasıl buldunuz?

Kadın Seyirci : Çok beğendim. Zaten bil-diğimiz bir oyundu. Sinema filmini de biliyo-rum. Şener Şen oynamıştı. Ama tiyatrosu dahagüzel. Sineması biraz sıkıcıydı. Tiyatroyu dahaçok beğendim. Çok keyif aldım.

ÖNSÖZ : En çok ilginizi çeken ne oldu?Aklınızda en çok kalan, etkilendiğiniz yerhangisi oldu?

Kadın Seyirci : Politik mesajları çokgüzel. Yaşadığımız sıkıntıları çok güzel yansıt-mışlar. Bugün de bunları görüyoruz. O çokhoşuma gitti çok güzel bir dille anlatılmıştı.Hem düşündürdü hem de eğlendirdi.Oyunculara teşekkür ediyorum.

ÖNSÖZ : Zengin Mutfağı oyunu hak-kındaki düşüncelerinizi alabilir miyim?

Erkek Seyirci : Çok akıcı ve güzeldibence. İki buçuk saat geçmiş ama ben hiç anla-madım bu iki buçuk saatin nasıl geçtiğini.İçerik açısından bence çok ince mesajlar vardı.Özellikle köpekler üzerinden verilen mesajbence çok etkiliydi.

ÖNSÖZ : Oyun hakkındaki düşünceni-zi alabilir miyim?

2. Kadın Seyirci: Çok beğendiğimizi söy-leyebilirim. Oyunda çok büyük emek var.İçerik açısından çok dolu. Verdiği mesajlar çokgüzel.

2. Erkek Seyirci: Oyunu beğendik. Çokünlü bir oyun. Bu teks 40 senedir oynanıyor veson derece başarılı buldum.

3. Erkek Seyirci : Daha kafamda biledeğerlendirmedim. Ama genel olarak beğen-dim. Epiğin iyi bir örneği diyebilirim.Beğendiğimm tarz da bir oyun. Mesajlardançok hoşuma gidenler olduğu gibi beğenmedik-lerim de oldu. Üzerinde durulan bazı şeylerbana ters geldi. Oyunlarda mesajlar verilmesin-den yanayım ama bazı mesajları doğru bulma-dım, o bölümlerde alkışlamadım mesela... Amagenelde oyunculukları açısından beğendim.

Page 29: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Bahar 29

Guernica, Biscaye'ın küçük bir kentidir, Bask ülkesinin geleneksel başkenti.Orada yükselirdi Bask geleneklerinin ve özgürlüklerinin kutsal simgesiÇınar. Şimdi yalnızca tarihsel ve duygusal bir önemi var Guernica'nın.

26 Nisan 1937'de, pazar kurulduğu gün, öğleden sonra ilk saatlerde,Franco'nun Alman uçakları, ardarda yükselip alçalan filolarla üç buçuk saatboyunca bombaladılar Guernica'yı. Kent tümüyle yıkıldı, yandı. Hepsi siviliki bin kişi öldü. Bu saldırının, patlayıcı yangın bombalarının acımasız etki-lerini sivil halk üzerinde denemekten başka bir amacı yoktu.

GuernicaPaul Eluard

Bir tek sözün şevkiyle/Dönüyorum hayata/Senin için doğmuşum/Seni haykırmaya//Özgürlük

Hem aşk hem de devrim şairi olarak 20. yüzyılın en büyük Fransız edebiyatçı-larının arasında gösterilir. Éluard ‘ın şiiri, acıyı ve yoksulluğu dayanışmacı bir ruhlaaşmak isteyen, derin bir insanlık duygusuyla doludur. Éluard, ustaca bir saydamlık veyalınlık içeren şiir diline ulaşmıştır. I. Dünya Savaşına katıldı. Savaş yılları şiirinde derinizler bıraktı. Dada hareketine katıldı. 1924 yılında yaptığı dünya gezisinin ardındandönüşünde Gerçeküstücü hareketin kurucularından biri oldu. 1936 yılında İspanya'yaiç savaşında Cumhuriyetçilerin safında mücadele etti. 1938'de gerçeküstücü hareketleilişkisini kesti. Hitler faşizminin Fransa'yı işgali üzerine direniş hareketine katıldı. Budönemde yazdığı şiirler gizlice elden ele dolaşıyordu. Özgürlük şiirinin de olduğu şiirkitabı gizlice yayınlandı. 1942 yılında Komünist Partisine katıldı. Toplumcu görüşlerlebirçok şiirler, yazılar yayımladı.

(Alain Resnais'inGuernica adlı filmiiçin Paul Eluard tara-fından yazılmıştır.)

Page 30: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

İyi yüzler ateşe iyi yüzler buzaGecenin itelemesine, sövgülerle vurmalara

Her şeye iyi yüzlerİşte size bakan boşluk

Adanmış zavallı yüzlerBir anıttır ölümünüz

Ölüm devrilmiş yürekÖdettiler sizeEkmeğini yaşamınızın

Ödettiler size gökyüzünü toprağı suyu uykuyuVe kapkara yoksulluğunuzu

İnce oyuncular öyle hüzünlü öyle sessiz Bir sürekli dramın oyuncularıDüşünmemiştiniz değil mi ölümüYaşama ve ölme korkusunu ve cesaretiÖylesine güç öylesine kolay ölümü

Guernica'nın insanları küçük insanlardır. Uzunyıllardır yaşarlar kentlerinde. Bir damla zengin-lik ve yoksulluk denizinden oluşur yaşamları.Çocukları severler. Pek küçük mutluluklar vepek büyük bir kaygıdan, yarın kaygısından olu-şur yaşamları. Bugün umut edilir. Bugün çalışı-lır.

Kahveden yudumlanarak okundu her şey gazete-lerde: Avrupa'nın bir yerinde bir bölük katil,karınca yuvası gibi eziyor insanları. Karnı deşil-miş bir çocuğu, başı kesilmiş bir kadını, birden-bire bütün kanını kusan bir adamı kafada canlan-dırmak güç. Uzaktır İspanya, sınırlarımızın ötesi.Kahve bitince işe yetişmek gerek. Zaman yokbaşka yerlerde bir şeyler olduğunu düşünmeye.Ve bastırılır, içe itilir pişmanlıklar.

Yarın acıya ve korkuya ve ölüme katlanma zamanı

Ama çok geç yok etmek için böyle bir cinayeti

Mitralyözlerin mermileri işini bitiriyor can çekişenlerin

Mitralyözlerin mermileri oynuyor çocuklarla. Rüzgardan da iyi

Ateşle ve kılıçla Bir maden parçası gibi ezilmiş insan

Kazılmış gemisiz bir liman gibiKazılmış ateşsiz bir ocak gibi

Aynıdır hazineleri kadınlarla çocuklarınİlkyazın yeşil yaprakları ve saf sütVe sürekli Saf gözlerinde

Aynıdır hazineleri kadınlarla çocuklarınGözlerinin içindeHer biri gösteriyor kendi kanınıBir de aramızdan oncası korktu fırtınadan!Bugün anlaşıldı ki yaşamdı fırtınaBir de aramızdan oncası şimşeklerden korktu,

gök gürültüsündenNe de saftık, bir melektir gök gürültüsünün

şimşek kanatlarıVe hiç inmemiştik bodrumaGörmeyelim diye ateş içindeki doğanın

dehşetiniBugün sonu bizim dünyamızınHer biri damlatıyor toprağa kanını

Kesin olarak

Çocuklar dalgın bir havadaVe bizler onlardayızEn yalın anlatımımızla.

Ve sevinç gözyaşları vardı bir deKollarını açan bir adam, karısının sevgisine

Avutulmuş çocuklar gülerek hıçkırıyorduÖlülerin gözlerinde dehşetin yoğunluğuÇorak toprakların inceliği gözlerinde ölülerinKurbanlar bir zehir gibi içti gözyaşlarını

Miğferli, çizmeli, bakımlı ve yakışıklı çocuksuhavacılar, özenle atıyorlar bombalarını, aşağıda-kilerin tam üstüne.

Yerde yıkım. En iyi düşünür bile bir sistemçıkarmadan önce iki kez bakıyor oraya. Çünkübugünle birlikte geçmiş ve gelecek de darmadu-man oluyor, eriyip tükenerek bir kraterin ağzın-

30 Bahar

Page 31: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

da. Yaşamın belleği üfleniyor bir mum gibi.

Kan insanların üstünde hayvanların üstünde kan

İğrenç ve çirkef kokan bir bağ bozumuKendileri saf ve temiz cellatlardan

Bütün gözler çıkarıldı bütün yürekler söndüBir ölü gibi soğuktur şimdi toprak

Gidin tutun ölümü hissetmiş bir hayvanı. Gidin çocuğunun ölümünü açıklayınbir anneye. Gidin güven verin alevlerin içinde. Nasıl anlatmalı ki, bu dünya-nın büyükleri çocukları almışlar düşman olarak ve bir savaş aracına saldırırgibi atılıyorlar bir beşiğe? Tek bir gece var, o da savaş gecesi. Yoksulluğunablası ve iğrenç, çıldırtıcı ölümün kızı.

Bu hazinenin türküsünün onlar için söylendiği insanlarBu hazinenin onlar için harcandığı insanlarAnnenizin, kardeşlerinizin, çocuklarınızın ölümünü düşünün, yaşamı bitirenbu direnmeyi, aşklarınızın ölümünü düşünün. Koruyun kendinizi katillerden.Bir çocuk, bir yaşlı, kendiliğinden yas tutan yaşamın dev dehşeti tarafındankarnından yakalandığını hisseder birden. Bir anda hisseder onlar, böyle bitir-mek için, boşluğunu yaşama tutkusunun.

Her şey çamura bulanıyor kararıyor güneşHüzün anıtları

Yıkıntıların güzel dünyasıMadenlerin tarlalarınKardeşlerim işte hayvan leşlerine dönüştünüzParçalınmış iskeletlerleGöz bebeklerinizde dönüyor dünyaÇürümüş bir çölsünüzÖlüm bozdu dengesini zamanın

Guernica'nın çınarlarının ölü odunu altında. Guernica'nın yıkıntıları üstünde,Guernica'nın saf göğü altında, bir adam döndü geriye, kollarında meleyen birkeçi, yüreğinde bir güvercin taşıyor. Sevgiye teşekkür eden, baskıya hayırdiyen başkaldırmanın saf türküsünü söylüyor bütün öteki insanlara. Verilmişsaf sözler en yüceleridir. Diyor ki, Oradour ve Hiroşima gibi Guernica da baş-kentlerinden biridir yaşayan barışın. Dehşetin kendisinden daha güçlü bir kar-şıkoymayı duyuruyor yokluğu.

Bir adam türkü söylüyor, bir adam hep umutlu. Ve acılarının eşekarıları uzak-laşıyor sertleşmiş gökyüzünde. Ve türkülerinin arıları yine de ballarını yapıyorinsanların yüreğinde.Guernica; suçsuzlar hakkından gelecek canilerin, eninde sonunda.Guernica!...

31Bahar

Page 32: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

G ÜND ÖND Ü:Bir Nehrin Hikayesi

Bahar32

Ağaçlar arasında küçük gözelerden gelenpırıl pırıl bir su... Tabiat ananın güzelliklerindenbiri... Beslenip büyüyen, kuzeyden güneye boy-dan boya geçtiği verimli Trakya topraklarına canveren bir su... Ergene Nehri. Kapitalist sanayileş-menin acımasız çarklarınca öldürülen, ölüm saçanölü bir su haline dönüştürülen Ergene Nehri!

Bir zamanlar içinde türlü balıkların yaşadı-ğı, duru, capcanlı Ergene Nehri, Trakya'nın yüzde55'i demek olan havzaya (Ergene Havzası) hayatveriyordu. Dünyanın en verimli toprakları arasın-da yer alan bölgenin candamarıydı. Cıvıl cıvıl,yaşam dolu! Sonra...

Sonrası malum! Denetimsiz sanayi, ağırmetal, bilinçsiz tarım ilaçları ve gübre, yoğunevsel atıklar, zehir, zehir, zehir... ölü balıklar, hızlaölmekte olan toprak, yok olan ekosistem, öfkelive çaresiz insanlar...

Page 33: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Bahar 33

Necla Demirci, “Gündöndü” adını verdiğibelgesel çalışmasında kamerasını Yıldız dağla-rından, doğduğu yerden itibaren 280 kilometre-lik yolculuğu boyunca Ergene nehrine çeviriyorve bu hayat dolu nehrin adım adım nasıl bir ölümsuyuna döndüğünü seriyor önümüze. Ergene ilebirlikte tüm bir doğayı ölüme sürükleyen kapita-list sanayinin acımasız çarklarını çarpıcı birşekilde anlatıyor. Belgeseli izlerken geriliyorsu-nuz. Yöre insanlarıyla birlikte öfkeleniyor, içle-rindeki derin sızıyı hissediyorsunuz yüreğinizde.Göz göre göre gelen ölümün tanığı oluyorsunuz.Göz göre göre gelen ölümün!..

Suyla temas eden insanların vücutlarındaçıkan yaralarla sarsılıyorsunuz... Çeltik tarlaları-nın yüzeyindeki o korkunç kir/yağ katmanınıgördüğünüzde şaşkınlığınız artıyor... Ve fabrika-ların “arıtma tesisleri”nden dereye akan sularıgördüğünüzde sessiz bir isyan dalgası kabarıyoriçinizde!Hele bu kirli suları açtıkları kuyularapompalayarak bölgenin tüm yeraltı sularınızehirlediklerini öğrendiğinizde hissettiklerinizitarif edecek kelimeler bulamıyorsunuz. Kimiyerlerde gizlice yapılan çekimlerle doğaya veinsanlığa karşı suç işleyen bir “sanayi çetesi”beliriyor önünüzde. En ufak bir vicdan kırıntısıolmayan, safi kar hesaplarından mürekkep insan-sılar...

Katliama Şahitlik Yapmak“Ergene’nin halinin tüm Trakya ve Türkiye

tarafından görülmesini istiyorum. Sonrasındaevrensel düzeyde uluslararası katılımcıların bukatliama şahitlik yapmasını istiyorum.” diyeözetliyor durumu Demirci. Elbirliğiyle örülen,neredeyse bir yazgı kesinliğiyle gerçekleşen birkatliama şahitlik yapmak!..

Bakir alanlara gelen sanayi, emeği kendineçeker... Hızlı bir kentleşme!.. Sınai tesislerdehemen hiçbir altyapı yatırımı yapılmaz. Malum,

yüksek kar arayışı!.. Hem çevreye zehir kusanişletmeler olarak belirir tesisler, hem içinde çalı-şanları zehirler. Tüm bir çevreyi hızla öldürmeyebaşlar. Hızlı kentleşmenin yarattığı sorunlar isedurumu içinden çıkılmaz hale getirir.Belediyeler, bu hızlı büyüme karşısında altyapısorunlarını çözmekten uzaktır. Sonuç tam birçevre felaketi olur. Doğa ölür! Bu katliamınardından sanayi kaçar “suç mahalli”nden! Yenibakir alanlar arar. Kısır döngü tekrar başlar.Sanayi, hızla emilen emek, hızlı kentleşme,çevre felaketi!...

Son iki yüzyılı aşkın bir süredir kapitalistsanayileşme, kapitalist uygarlık dünyanın dörtbir yanında sürekli ve sürekli yarattı bu korkunçtabloyu. İnsanların bu felaketlere karşı mücade-lesi kimi zaman başarılı oldu. Yavaşlattı felake-tin hızını. Ama nihayetinde bu “duygusuz katil”durdurulamadı. Toplumsal ilişkilerin köktendeğiştirilmesi gerçekleşmediği sürece de durdu-rulması mümkün değil!

Ergene Sevdasının ÖyküsüErgene Havzası'nda 1 milyon insan yaşıyor.

Bu yığılma neredeyse son yirmi yılın hikayesi.“İstanbul'u kurtarmak” adına sanayinin buverimli tarım topraklarına taşınmasının önü açı-lıyor. Dericiler, makine sanayi, kimyasallar...Zincirleme reaksiyon önü alınmaz bir şekildeişliyor. Nüfus yoğunluğu artıyor. Ve sonunda birzamanlar içinde cıvıl cıvıl hayat dolu olanErgene nehri öldürülüyor.

Necla Demirci işte bu gerçeği, kapitalistsanayileşme ile birlikte gelen sosyo-ekonomikdeğişimi, bunun kültürel sonuçlarını ve trajikçevre felaketini kah canlı tanıklıklara, kah belge-lerin soğuk yüzüne başvurarak anlatmayı başarı-yor. Kendi sözleriyle “Bu film 3 yıllık büyük biremeğin, bir sevdanın öyküsüdür. Ergene sevdası-nın öyküsüdür.”

“Bu film 3 yıllık büyük bir emeğin, bir sevdanın öyküsüdür. Ergene sevdasının öyküsüdür.”

Page 34: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

derinRuhan Mavruk

saat beş gibi uyanırım en çokayak tıkırtısına

kapılar açılır kapanıraçılır kapanırbir yakım sesi uzaklardanbir çığlık karanlıklarda

seni kaybetmişimdir on dokuzumdabir atlı gibi geçer yıllar yakalayamamvaroşları kar kaplamışson istasyon çok uzakkoşarım bir ömüryokluğuna tutsak

otuz yıl geçse de üstündenher gece sabaha karşıtompsonlarla dayanırlar kapıma

vietnam'ı bizden sorar bu adamlargazze'yi bizden

dünyayı kavururken telaviv'in ateşigül açmaz, bülbül ötmezdağ gölgeliklerindekurşunlar saçılırkenhalay çekenlerin üstüne

uludere'yi bizden sorarlarterörü bizden

upuzun kirpiklerin kaldı aklımdauzak galaksilerce düşlerin

şimdi bu sen misinböyle siyah-beyazfotoğraflardan gülümseyenya bu ben miyimböyle kaldırımlara uzanmışboylu boyunca

bir sevdiğim vardı benimkürsülerim vardısözcükler dokuyup okyanuslardançiğ taneciklerine giydirirdim gönlümce

siz vurdunuz beni siz

şimdi her gecesabaha karşıbeni benden soran gladyo tipi soykırımlara endeksli

siz kimsiniz!

34 Bahar

Page 35: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

35Bahar

Page 36: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

İnsan gelişmesinin alanı zamandır, diyor Marx. Kapitalizm bize zaman bırakıyor mu?Çalışma saatlerimiz çok uzun... Kendimizi gerçekleştirmek için ihtiyacımızolan zaman bizden çalınmış durumda. “Boş zamanı olmayan, tüm yaşamıuyku, yemek ve benzeri şeylerin getirdiği fiziksel kesintiler dışında kapitalistiçin çalışmakla geçen kişi, yük hayvanından bile aşağıdır. Kendi dışına yöne-lik zenginlik üreten bir makinedir yalnızca.” diyor Marx.

Kapitalizm bize zaman bırakmıyor?İşten çıktığımız andan itibaren başka bir sömürü alanının konusu haline geli-yoruz. AVM'ler çağındayız. Her adım başı bir AVM ve her AVM de ışıl ışılparıldayan vitrinler. Her yanımız tüketim nesneleri ile sarılmış durumda.Kimisi reklam panosundan, kimisi televizyon ekranından, kimisi gazete veinternet sayfasından “beni al” “beni al” diye bağırıyor. Biz de “özgür” birey-ler olarak, ayağımızdan, yakamızdan, elimizden kolumuzdan, beynimizdenyüreğimizden her yolla bizi yakalamaya çalışan bu nesnelerden birini “özgür-ce” seçiyoruz. “Yaşasın Özgürlük!”

İletişim çağındayız. Teknolojinin yaşamı nasıl kolaylaştırdığını biliyoruz. Amaneden bizim yaşamımız değişmiyor? Kim bunun sorumlusu? İhtiyacımız olanboş zamanı kim nasıl çalıyor. Emeğimiz gibi boş zamanımız kimin kasasındakilitli durumda. “Bireyler yaşamlarına zenginlik getiren metalar karşılığında

Bahar36

Popüler Kültür

Üzerine

“Bireyler yaşamlarına zenginlik getiren metalar karşılığında sadece emek-lerini değil, aynı zamanda serbest zamanlarını da satarlar.”

Sıla Erciyes

Page 37: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

sadece emeklerini değil, aynı zamanda serbest zamanlarını da satarlar.”Serbest zamanlarımız, yani kendimizi gerçekleştirmek için gerekli olan zamanı-mız da kapitalistler tarafından kara dönüştürüldü. Hangi filmi izleyeceğimize,hangi konsere gideceğimize, hangi kitapları okuyacağımıza karar verenler var.Bunlar en iyi filmi, en iyi konseri, en iyi kitabı, yorulmayalım diye sunuyorlarbize.

Popüler Kültürün Kazandığı Dönem

Kapitalizmin yarattığı bu dünyada sanat artık, dünyayı anlamaya ve onu değiş-tirmeye uğraşan bir yaratım olmaktan çıktı hoşça vakit geçirmeye yarayan birnesneye dönüştü. Büyük idealler sanatın konusu olmaktan çıktı. Büyük birendüstri haline dönüşen sanat piyasası, sanatçıyı bu çarkın bir dişlisi halinegetirdi. Sanatçı artık bir teknisyenden, bir kameramandan, bir doktordan fark-lı değildir.

Sponsorluk adı altında tekellerin, bankaların denetimine giren sanat, gelişmedinamiklerinin tümünü yitirdi. Artık piyasanın ondan beklediklerini, pazardaçabuk tüketilmeye uygun olanı yaratmak zorundadır. Popüler olanın kazandığıbir dönemdir bu. Sanat, popüler kültürün bir tüketim nesnesi haline geldi.Popüler kültür ise egemen olan kültürdür. Bu yolla geniş yığınlar sistemin ege-menliği altına alındı. Hatta onu destekler duruma getirildi.

Popüler kültürün yaygınlaşması için her yol ve yöntem uygulandı. Basın vemedya popüler kültürün yaygınlaştırma araçları oldu. Popüler kültürün yayıl-masında elbette en etkin araç televizyondur. Kitle iletişim araçlarından enyenisi olan televizyon 1950'li yıllarda siyah beyaz olarak hayatımıza girdi.Yaygınlaşması ise 70'li yılları buldu. Anadolu'da bu yaygınlaşma süreci birazdaha zaman aldı. 70'li yıllarda çocuk olanlar hatırlarlar herkesin evinde televiz-yon yoktu. Televizyonu olan komşunun evi çocukların en çok gitmek istediğievlerin başında geliyordu. Çizgi film izlemek için sıraya girilirdi.

O günler çok gerilerde kaldı. Artık her evde değil her evin her odasında, hattatuvaletinde dahi televizyon var. Yaşamımızın her anında televizyonun hayatımı-za dahil olmasına izin veriyoruz. Neyi alacağımıza, neyi giyeceğimize, neredeoturacağımıza, evimizi hangi eşyalarla dizeceğimize karar veren bir üst mercidurumunda. Evlerimize kadar giren ve bizi, bırakalım dışımızdakilere, en yakın-larımıza, hatta kendimize bile yabancılaştıran, rakip haline getiren, gerçeklik-ten uzaklaştırıp imajlar ve markalar dünyasına mahkum eden bir saldırı aracı-dır.

Bu değerlendirmeden teknoloji karşıtlığı, televizyon ve internet düşmanlığı gibibir sonuç çıkarılmasını istemeyiz. Amacımız asla bu değil. Amacımız kitle ileti-şim araçlarını mahkum etmek değil, onların bugün nasıl kullanıldığını, hangiellerde nasıl bir silaha dönüştürüldüğünü göstermektir. Özellikle de popülerkültürün yaygınlaştırılmasında etkin bir araç oluşlarına vurgu yapmak içindir.

Gelelim Popüler Kültür konusuna...

Bahar 37

Popüler kavramıdeğişik anlamlaralarak bugünekadar geldi.Ortaçağ'da biçim-lenen anlamıyla“halka ait” demekolan kavram kapi-talizmle birlikte“herkes tarafındanbeğenilen”, “genişkitlelere özgüolan” anlamı taşı-maya başladı.Popüler kültür isegeniş kitlelere aitolan her şeyi için-de barındırır.

Page 38: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Popüler kültür tartışması, kültür ve sanatın sermayenin elinde piyasanın birparçası haline getirilmesiyle başlamış bir süreçtir. Popüler kültür, sanayileş-me ve modernleşmeyle birlikte büyük topluluklar halinde insanların kentler-de biraraya gelmesiyle kendine gerekli olan zemini buldu.

Popüler kavramı değişik anlamlar alarak bugüne kadar geldi. Ortaçağ'dabiçimlenen anlamıyla “halka ait” demek olan kavram kapitalizmle birlikte“herkes tarafından beğenilen”, “geniş kitlelere özgü olan” anlamı taşımayabaşladı. Popüler kültür ise geniş kitlelere ait olan her şeyi içinde barındırır.Değişik tanımlamalara göre, “popüler kültür, gündelik yaşamın kültürüdür.Dar anlamıyla emeğin gündelik olarak yeniden üretilmesinin bir girdisi ola-rak eğlenceyi içerir. Geniş anlamıyla, belirli bir yaşam tarzının ideolojik ola-rak yeniden üretilmesinin önkoşullarını sağlar. Gündelik ideolojinin yaygın-laşma ve onaylanma ortamını yaratır.” Bir başka tanıma göre ise “yöneten ileyönetileni, varlıklı ile yoksulu, özgür olan ile olmayanı, mutsuz insan ile onumutsuz kılan toplumsal realiteyi özdeş kılan bir yanılsama yaratma işleviyleüretilir.”

Popüler kültüre yönelik değerlendirmeler birden çok anlam içerir. Konu üze-rine görüş ortaya koymuş yazarların çalışmalarının özü birkaç yaklaşımdanoluşmaktadır. İlk yaklaşım; popüler kültürü, kitle kültürü ile aynı olarak elealır. Kavramı “yüksek” ve “alçak” kültür ikilemi içinde inceler. Kültürü ayrıca-lıkların yarattığı kaf dağında oturan olarak gördüklerinden popüler olanıalçak zevklerin kültürü olarak görür. İkinci yaklaşım ise, yüksek kültür, kitlekültürü değerlendirmesinde yüksek kültürün yarattığı egemenliğe karşı birkarşı koyuş olarak değerlendirir. Farklı okumalar olarak görür. Üçüncü ve sonolarak popüler kültür ile bilinç endüstrilerinin toplumda egemenlik kurması,popüler kültüre karşı direnme yerine kitleler üzerindeki bu kültürün köleleş-tirici etkisi üzerinde durmuştur. Bu yaklaşım kültür endüstrisinin gerçek birkültür değil şeyleşmiş bir kalıp kültür üretdiğini söyler. Bu düşünürlerin öğre-tisine göre, popüler kültür ürünleri gerçeklik ile uyuşmayı ve yaşama yeni-den biçim vermekten geri durmayı telkin eden bir yapıdadır.

Popüler kültürü mücadele alanı olarak görenlerde vardır. Fiske bunlardanbiridir. İyimser bakmaktadır bu alana. Mc Donald ise olumsuz bakandır. McDonald'a göre halk kültürü toplumun en alt tabakalarından gelen, halkındoğal bir şekilde kendini ifadesi olarak ortaya çıkan kültürken; popüler kül-türün üst sınıflar tarafından üretildiğini söyler ve izleyicileri pasif tüketicilerolarak değerlendirir.

“Halk bunu istiyor”, “popüler olan, yaygın olan haklıdır” görüşünde olanlar,çoğunluğu temel alırlar. Küçük bir entelektüel grubun hobisi olarak görülenyüksek kültüre karşı halkın çoğunluğunun ürettiği popüler kültüre sahipçıkar ve onu savunurlar. Diğerleri ise, popülerin, ticari, ucuz ve sıradan oldu-ğunu söyler. Bu kültürün sahibi olan insanların birbirinin aynısı, tek tip, yoz-laştırılmış olduğunu savunurlar.

Popüler kültür dosyası ile bu sorulara cevap bulmaya çalışacağız.

Bahar38

Sponsorluk­ adı

altında­ tekelle-

rin,­ bankaların

denetimine­ giren

sanat,­ gelişme­ dina-

miklerinin­ tümünü

yitirdi.­Artık­piyasanın

ondan­ beklediklerini,

pazarda­ çabuk­ tüke-

tilmeye­ uygun­ olanı

yaratmak­zorundadır.

Popüler­ olanın

kazandığı­bir­dönem-

dir­bu.

Page 39: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Bahar 39

Aslına bakılacak olursa, “popüler kültür” solun gündemine yeni girmi-yor. Konu 1930’lardan, bir başka deyişle, Frankfurt Okulu’ndan bu yana gün-demde. Üstelik de, daha televizyonun emekleme çağında olduğu, reklamcılı-ğın kitle iletişim araçlarında yeni yeni yer bulmaya başladığı, popüler roman-ların, popüler müziğin “neşv ü nema” hâlinde olduğu bir çağda FrankfurtOkulu mensubu Marksist yazarlar, bir hayli sağlıklı eleştiriler yöneltmektey-di “popüler kültür” (daha doğrusu, zamanın diliyle “kitle kültürü”, ya da“kültür endüstrisi”) ürünlerine…

Hatırlayalım… Frankfurt Okulu mensupları Nazi Almanyası’ndanABD’ye geçtiklerinde, film, popüler müzik, radyo, televizyon ve diğer kitlekültürü biçimlerinin yükselişine birinci elden tanıklık edeceklerdi. Tarihte ilkkez “kültürel ürünler”, gelişmekte olan kitle iletişim araçları sayesinde, seç-kinlerin ayrıcalığı olmaktan çıkıp, kitlelere mal oluyordu. Ancak FrankfurtOkulu yazarları, bu sürecin gerisinde işleyen kapitalist dinamikleri sezinle-mekte gecikmediler. Onlar, tüm kitlesel kültürel mamûlleri, diğer kitle üreti-mi ürünleriyle aynı özellikleri (metalaşma, standartlaşma, kitleselleşme) pay-laştıkları sınaî üretim bağlamında ele alıyordu. Üstelik işlevleri salt “tüketimalanı”nın gelişmesinden ibaret değildi; kültür sanayilerinin ek bir işlevi demevcut kapitalist sistemin meşrulaştırılmasıydı.

Frankfurt yazarlarından Adorno’nun popüler müzik, televizyon ve falsütunlarından faşist söylevlere pek çok konuya ilişkin tahlilleri, Löwnthal’inpopüler edebiyat ve dergi tahlilleri, Hertzog’un pembe dizi irdelemeleri veAdorno ve Horkheimer’ın “kitle kültürü” çalışmasında geliştirdikleri kitlekültürü perspektif ve eleştirileri, bu yaklaşımların örneğini oluşturur. Onlaragöre, kitle kültür ve iletişimi boş zaman faaliyetlerinin merkezinde yeralmaktadırlar, önemli sosyalleşme araçları ve siyasal gerçekliğin dolayımla-yıcılarıdırlar ve çeşitli iktisadî, siyasal, toplumsal sonuçlarıyla, çağdaş toplu-mun başlıca kurumları arasında sayılmalıdırlar.

Popüler Kültüre Eleştirel Bakışlar - Kısa Bir Tarihçe

Sibel ÖZBUDUN

Kültürel­metalar

estetik­ kaygı-

lardan­ çok

standartlaştırıcı,­ ticarî

bir­mantığın­yönetimi

altındadır.­ Kültür

sanayinin­ ürünleri,

paketleme­ ve­ satışı

güvence­altına­alacak

standart­ formüllere

göre­ üretilir:­ pembe

diziler,­ şarkılar,­ film-

ler,­ “eğlence”­ nesne-

leridir­ve­kitle­kültürü

anlamlarını­otomobil-

ler,­sigaralar,­yiyecek-

ler­ gibi­ diğer­ nesne-

lerle­bütünleştiren­bir

reklam­sistemi­ içerisi-

ne­gömülüdür.­

“Televizyon, ilk gerçektendemokratik kültürdür-

herkesin yararlanabildiği vetümüyle halkın istekleriyle

yönetilen ilk kültürdür.En korku verici şey,

halkın istediği şeydir.”(Clive Barnes)

Page 40: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Frankfurt Okulu yazarları teknolojinin hem üretimin ana gücü, hem detoplumsal örgütlenme ve denetim tarzına dönüşmekte olduğuna işaretetmektedirler. Örneğin Herbert Marcuse, 1941 tarihli “Modern teknolojininkimi toplumsal imaları” başlıklı makalesinde çağdaş dünyada teknolojininbütünsel bir “toplumsal ilişkileri örgütleme ve sürdürme (ya da değiştirme)tarzı, bir denetim ve tahakküm aracı”na dönüştüğüne dikkat çeker.Marcuse’ye göre teknoloji, kültür alanında da bireylerin başat düşünce vedavranış tarzlarına uyum sağlamasına yol açan kitle kültürünü üretmektedir.Bu nedenle de güçlü bir toplumsal denetim ve tahakküm aygıtıdır.

Avrupa faşizminin kurbanları olarak Frankfurt Okulu mensuplarıNazilerin kitle kültürü araçlarını faşist kültür ve topluma boyun eğdirmeninaraçları olarak nasıl kullandıklarının birinci elden tanığıydılar. ABD’ye yer-leştiklerindeyse, popüler kültürün Amerikan kapitalizminin çıkarlarını des-tekleyecek tarzda nasıl işlediğini gözlemleyebildiler. “Amerikan yaşamtarzı” değer, yaşam tarzı ve kurumların üretim ve pazarlanmasında, dev şir-ketlerin denetimindeki kültürel üretimin oynadığı rolü sıkça vurguladılar.

Yazarlara göre kültürel alan tahakkümden kaçışın en kolay olduğu alaniken, artan ölçüde o da yaşamın diğer alanlarında görülen rasyonalizasyonsüreçlerine tabi olmaktaydı. Rasyonel tahakkümden kaçış olanağı sunmakyerine, bizatihî kültürel faaliyet sınaîleşmiş bir üretim sürecine dönüşürkeninsanlarda bir kaçış ve özgürlük yanılsaması yaratmaktaydı. Kültürel ürün-ler metalaşırken sanatsal faaliyetin özerkliğini korumak güçleşiyordu.Kapitalizmin tekelci evresinde ortaya çıkan popüler kültür, kültür sanayininbir ürünüdür: Bu evrede gerek boş zaman gerekse tüketim kapitalist hatlar-da örgütlenmektedir; kültürel gelişmeyi sağlayan performansçılar ya da izle-yicileri değil, kültür endüstrisini yürüten finans kapitaldir. Kültürel tekelle-rin yöneticileri, demir, çelik, petrol, silah vb. tekelleriyle kaynaşır. Kültüreldenetçiler bu kompleks içerisinde oldukça güçsüzdür ve bankacılık ve işdünyasının tahakkümü altındadır.

Frankfurt Okulu düşünürleri, kültür endüstrilerini işçi sınıfının kapita-list topluma entegrasyonu açısından, yani siyaseten de ele almışlardı. Bukuramcılar, kitle kültürü ve tüketim toplumunun yükselişinin işçi sınıfı üze-rindeki etkilerini inceleyen ve bunların çağdaş kapitalizmi istikrara kavuş-turmadaki etkilerine dikkat çeken ilk Marksistler arasındaydılar ve bu doğ-rultuda siyasal değişim için yeni strateji ve modeller arayışına girmişlerdi...

Onlara göre modern kapitalizmde kültürel nesneler kamunun kendili-ğinden arzularının karşılığı değil, kültür sanayinin piyasaya sunduklarıdır.Edilgin kitleler tükettikleri kültürün üreticileri değildir. Kültürel metalarınfarklılaşması, tüketicilerin sınıflandırılıp etiketlenmesi çevresinde örgütle-nir; müşterilerin kültürel “malları” tüketmesi ise piyasa araştırmaları ve rek-lamlarla güvence altına alınır. Bu rasyonelleşme süreçleri, kültürel bir tek-tipleşmeye yol açmaktadır. Kültürel metalar estetik kaygılardan çok stan-dartlaştırıcı, ticarî bir mantığın yönetimi altındadır. Kültür sanayinin ürünle-ri, paketleme ve satışı güvence altına alacak standart formüllere göre üreti-lir: pembe diziler, şarkılar, filmler, “eğlence” nesneleridir ve kitle kültürüanlamlarını otomobiller, sigaralar, yiyecekler gibi diğer nesnelerle bütünleş-tiren bir reklam sistemi içerisine gömülüdür. Horkheimer ve Adorno’yagöre bunun göstergelerinden biri, gerçek yaşamla kültürel temsiller arasın-

Görülebileceği

üzere,­ bugün

adına­ “popü-

ler­ kültür”­ dediğimiz

görüngünün­ ilk­ kap-

samlı­ eleştirisi,

Frankfurt­Okulu­yazar-

larından­gelmişti.

Ancak­ bu­ okulun

“popüler”­kültürü­tüke-

ten­kitleleri­sadece­edil-

gin­alıcılar,­popüler­kül-

türü­ de­ sadece­ kapita-

list­ sistemin­ sürdürüm

aracı­ olarak­ gören

indirgemeciliğine­yöne-

lik­ -yine­ Marksist

cenahtan-­ eleştiriler

gecikmeyecekti.

40 Bahar

Page 41: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Popüler­kül-

tür­alanında

ya­da­kültür

endüstrisinin

tümünde­gerçek

sanatsal­dışavurum

tahrip­edilmişken

bireyler­artan

ölçüde­baskı­ve

yabancılaşmaya

maruz­kalır.

daki sınırların lağvolmasıdır: film yapımcısının hedefi, izleyicide filmin ger-çek yaşamının bir uzantısı olduğu izlenimini yaratmasıdır.

Dolayısıyla, kültürel ürünlerin insanları mutlu etme savı, sahte hazlarlasınırlıdır. Adorno için standartlaşmış, kitle üretimi kültürü kaçınılmaz olarakotantik-dışı, ikinci sınıf ve gerçek sanatsal değerden yoksundur. Kitle kültürüyalnızca yabancılaşmış gereksinimlere hitap edebilir.

Popüler kültür alanında ya da kültür endüstrisinin tümünde gerçek sanat-sal dışavurum tahrip edilmişken bireyler artan ölçüde baskı ve yabancılaşma-ya maruz kalır. Baskı ideolojik tahakküm olarak kültürel bir biçim almaktadır.Bu, onların arzularını manipüle edip kapitalizmi ayakta tutmaya yönelik sahtegereksinimlere kanalize ederken, özerk özneler olarak hareket etme yetileriniortadan kaldırır. Kültür böylelikle metaların tüketimini teşvik ve standartlaş-mış kitlesel bilinç üretme aracı olarak kapitalizmin yeniden üretiminde mer-kezî bir rol üstlenecektir.

Bu kültürel akımlar alternatif bakış açılarını olanaksızlaştırarak toplumsalyetkeyi güçlendirmektedir. Potansiyel muhalefet dolayımsız arzuların tüketi-me bağlanması aracılığıyla etkisizleştirilip depolitize edilir.

Görülebileceği üzere, bugün adına “popüler kültür” dediğimiz görüngü-nün ilk kapsamlı eleştirisi, Frankfurt Okulu yazarlarından gelmişti.

Ancak bu okulun “popüler” kültürü tüketen kitleleri sadece edilgin alıcı-lar, popüler kültürü de sadece kapitalist sistemin sürdürüm aracı olarak görenindirgemeciliğine yönelik -yine Marksist cenahtan- eleştiriler gecikmeyecek-ti.

Örneğin, Alman edebiyat eleştirmeni, kültür tarihçisi, estetik kuramcısıWalter Benjamin fotoğraf, film ve radyo gibi yeni teknolojilerin ilerici bir roloynayabileceğini öne sürüyordu. Yüksek kültürün gizemselleştirmelerindenarınmış medya kültürünün kendi kültürlerini tahlil edip eleştirebilecek dahaeleştirel bireyleri biçimlendirme yetisine sahip olduğunu öne sürenBenjamin’e göre sinemanın imgesel sürati, bireyleri sanayileşmiş kent top-lumlarının akış ve itiş-kakışını anlamaya daha yatkın kılmaktaydı.

Hatta Benjamin, kitle iletişim araçlarının siyasal aydınlanma forumlarınadönüştürülebileceği savından hareketle, Brecht’le birlikte film yapıyor, radyooyunları yazıyor ve medyayı toplumsal ilerleme araçları olarak kullanmayıhedefliyordu. Brecht ise, radyonun tek-yönlü iletişimini eleştirerek çok-yönlü,çok-taraflı bir iletişimi savunmaktaydı (sonradan internette gerçekleşecek biröngörü).

Benjamin kitlesel üretimin sanat yapıtlarının büyülü güçlerini yitirmesineyol açtığını, dolayısıyla da kültürel mamûlleri daha eleştirel ve siyasal bir tar-tışmaya elverişli hâle getirdiğini kabullenmekle birlikte, sinemanın şöhretkültü aracılığıyla yeni tip bir ideolojik büyü yaratabileceğini de öne sürmek-teydi.

* * *Ancak Frankfurt Okulu’na, günümüzün “Popüler Kültür” kavrayışını

biçimlendirecek eleştiriler, 1960’lı yıllardan itibaren öne çıkan “BritanyaKültürel İncelemeler ya da Birmingham Okulu”ndan gelmiştir.

Frankfurt Okulu devlet tekelci kapitalizmi ya da Fordizm koşullarında,yani kitlesel üretim ve tüketimle tanımlanan bir çağda gelişirken, Britanyakültürel incelemelerinin de öncelikle tüketim kapitalizmine kitlesel direniş,

41Bahar

Page 42: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Bu­perspek-

tif,­medya

kültürü-

nün­kimlik,­haz­ve

güçlenme­için

malzeme­sağlama

özelliği­üzerine

yöneltir­vurguyu.

1980’lerden­bu

yana­gerek

Britanya­gerekse

ABD’de­kültürel

incelemeler,­eski

sosyalist/devrimci

görüşlerden­bes-

lenen­eleştirelliğini

yitirerek­kimlik

politikaları­ve

medya­ve­tüketim

kültürü­konusun-

da­eleştirel­olma-

yan­konumlarda

sabitlenmiştir.­:

devrimci hareketlerin yükselişi ile, ardından da sermayenin postfordizm yada postmodernlik terimleriyle tanımlanan yeni bir evresiyle karakterize olan1960’lı yıllarda ortaya çıktığını söyleyebiliriz.

Birmingham Okulu 1960 ve 70’li yılların mücadelelerine, sınıf, toplum-sal cinsiyet, ırk, etnisite ve milliyet temsil ve ideolojilerinin kültürel metin-lerdeki etkileşimi üzerinde yoğunlaşarak tepki vermiştir. Gazete, radyo, tel-evizyon, film vb. kültürel biçimlerin izleyiciler üzerindeki etkisine değin ilkaraştırmalar, bu okulun ürünleri arasında yer alır.

1960-80’ler arasında Britanya kültürel incelemelerinin klasik dönemi,kültürün incelenmesinde, özellikle Althusser ve Gramsci etkisindekiMarksist bir yaklaşımı sürdürmektedir; sosyal kuram, metodolojik model vesiyasal perspektiflerinde de Frankfurt Okulu’nun etkileri sezinlenir.Frankfurt Okulu gibi Birmingham da işçi sınıfının düzenle bütünleşmesi vedevrimci bilincindeki gerileme sorunlarıyla ilgili ve kitle kültürünün kapita-list hegemonyanın oluşmasında önemli bir rolü olduğunu savlamaktadır.

Her iki okul da kültür ile ideolojinin kesişim hatlarıyla ilgilidir ve ideo-loji eleştirisini eleştirel kültürel incelemelere aslî olarak görmektedirler. Herikisi de kültürü ideolojik yeniden üretim ve hegemonya tarzı olarak görmek-te ve kültürel formların bireylerin kapitalist toplumların toplumsal koşulları-na uyarlanmasında aslî rol oynadığını öne sürmektedir. Ancak her ikisi dekültürde kapitalist topluma karşı direniş potansiyeli de saptar. Ne ki,Frankfurt Okulu kitle kültürünü ideolojik tahakkümün türdeş ve güçlü birbiçimi olarak görmede ısrarlıyken, Britanya kültürel incelemeleri sonralarımedya kültüründe direniş biçimlerini vurgulamaya önem verecektir.

Britanya kültürel incelemeleri başlangıçta doğası itibariyle son derecesiyasaldı ve muhalif altkültürlerdeki direniş potansiyellerini araştırmayaangajeydi. Bu angajman, önce işçi sınıfı, ardından da gençlik altkültürlerininkapitalist tahakküme karşı bir direnç odağı oluşturabileceği düşüncesinibiçimlendirdi. Okulun erken dönem yapıtlarının büyük bölümü, altkültürle-rin kendi uslûp ve kimliklerini yaratarak kapitalizme nasıl direndiğinin üze-rinde durmaktaydı. Punk ve siyahîler gibi altkültürlerin, anaakımdan farklıgörünüş ve davranışlarıyla kurulu düzene muhalif kimlikler oluşturduğugörüşü, 1970’lerdeki çalışmalara damgasını vuruyordu.

Ancak Britanya kültürel incelemeleri dikkatini büyük ölçüde medya kül-türü ve popüler ürünlerle sınırlandırmakla eleştirilmiştir.

Britanya kültürel incelemeleri -Frankfurt Okulu gibi- kültürün üretiliptüketildiği toplumsal ilişkiler ve sistemler dolayımıyla incelenmesi gerekti-ğinde ısrar eder ve bu nedenle disiplinlerarası bir çalışma yöntemini benim-semektedir: kültür analizi, toplum, siyaset ve iktisat incelemeleriyle sıkı sıkı-ya bağlıdır. Gramsci’nin hegemonya kavramı Britanya kültürel incelemele-rine medya kültürünün bir dizi başat değer, siyasal ideoloji ve kültürel biçi-mi bireyleri bir konsensüste birleştiren bir projede nasıl topladığına ilişkintemel kavrayışı sağlamaktadır.

Britanya kültürel incelemeleri ve Frankfurt Okulu akademik işbölümü-ne itiraz eden disiplinlerarası alanlar olarak kuruldu. Her ikisi de kültürü top-lumsal-siyasal bağlamından soyutlamanın yıkıcı etkilerinin bilincindeydiler.

Britanya Kültürel İncelemeleri’ni Frankfurt Okulu’ndan ayıran noktalarise, 1970’lerin sonuna dek bir hayli muğlak olmakla birlikte, ardılın önceli-

42 Bahar

Page 43: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

ne yönelttiği eleştiriler arasında “özne”nin etkin-liğine ilişkin tartışmalar merkeze yerleşmektedir.“Kültürel İncelemeler” öznenin “faillik” durumuüzerinde odaklanırken, yukarıda da belirttiğimgibi, ezilenlerin (işçi sınıfı, kadınlar, etnik grup-lar, gençlik altkültürleri, eşcinseller vb.) popülerkültürü protestolarını ifade etmede kullanışbiçimleri üzerinde durmaktadır -en azından1980’li yıllara dek. Bir başka deyişle “Kültürelİncelemeler” yaklaşımında, popüler kültürünkonumu ikircimlidir: bir yandan kapitalist siste-min bir hegemonya aracı işlevi görür, ama biryandan da ezilenlerin protestolarını yükseltebile-cekleri bir ortamı oluşturur.

1980 sonrasındaysa, kültürel incelemelerzevk, tüketim ve kimliklerin bireysel inşası üze-rine odaklanan bir yöneliş içerisine girecektir.Bu perspektif, medya kültürünün kimlik, haz vegüçlenme için malzeme sağlama özelliği üzerineyöneltir vurguyu. 1980’lerden bu yana gerekBritanya gerekse ABD’de kültürel incelemeler,eski sosyalist/devrimci görüşlerden besleneneleştirelliğini yitirerek kimlik politikaları vemedya ve tüketim kültürü konusunda eleştirelolmayan konumlarda sabitlenmiştir. Vurgu dahaçok izleyiciler, tüketim ve alımlama üzerineyönelirken, medya sanayilerinde metinlerin nasılüretildiği ve dağıtıldığı gibi sorunlar ön planaçıkartılmıştır.

Bu dönüşüm, tekelci devlet kapitalizmi yada Fordizm’den yeni bir sermaye rejimine geçi-şe eşlik etmektedir: farklılık, çoğulluk, eklekti-sizm, popülizme değer katan ve yeni enformas-yon/ tüketim toplumunda tüketiciliği yoğunlaştı-ran transnasyonal ve küresel sermaye çağı…

Postmodern kültürel incelemelerin “yenirevizyonizm”i, kültürel incelemeleri siyasal ikti-sat ve eleştirel toplumsal teoriden kopartacaktır.Yerel hazlar, tüketim ve melez kimliklerin inşasıadına iktisat, tarih ve siyasetten vazgeçme eğili-mi yaygın olarak göze çarpar. Bu kültürel popü-lizm, postmodern kuramın Marksizm ve onunsözde indirgemeciliğinden, başat tahakküm vekurtuluş anlatılarından, tarihsel nedenselliktenvazgeçişine eşlik etmektedir.

* * *Özetlemek gerekirse, “popüler kültür eleşti-

risi” olarak başlayan eleştirel duruş, postmoder-

nizm tarafından temellük edilerek “kof bir söy-lem alanı”na dönüştürülmüştür. Günümüzdegerek günlük basın, gerekse hem akademik, hemde popüler kullanıma yönelik yayınlarda “popü-ler kültür” konusunda yazılıp çizilenlerin, söyle-nenlerin artık neredeyse tümüyle bezdirici “söz-cük oyunları”na ya da “belagat yarışları”nadönüşmüş olmasının nedeni de budur.

Şu hâlde günümüzde “popüler kültür” deni-len alanı da kapsaması gereken mücadele, kültü-rü kapitalizmin “post-“lar dahil tüm versiyonla-rının (post-fordist, post-endüstriyel, postmo-dern…) temellük ve tahakkümünden kurtararakyeniden emekçilerin, ezilenlerin saflarına maletme savaşımıdır.

Ancak böyle bir mücadele sayesindedir kiyaratıcı insan faaliyeti olarak kültür, insanı hertürlü yabancılaşmadan kurtularak insanî benliği-ne kavuşma bilinç ve iradesiyle donatma yetisiniyeniden kazanacaktır.

YARARLANILAN KAYNAKLAR

­­­­­­­­­­­­­­­­­­Douglas­ Kellner,­ “The­ Frankfurt

School”,­Cultural­Theory,­

Tim­Edwards­(der.),­Sage­Publications,

2007.Chris­ Rojek,­ “Stuart­ Hall­ and­ the

Birmingham­School”,­Cultural­Theory,­

Tim­Edwards­(der.),­Sage­Publications,

2007.John­Scott,­“Cultural­Analysis­in­Marxist

Humanism”,­Cultural­Theory,­

Tim­Edwards­ (der.)­ Sage­ Publications,

2007.Graeme­ Turner,­ British­ Cultural

Studies,­An­Introduction,­Routledge.

43Bahar

Page 44: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Popüler Kültür Üzerine

Kültür, çok geniş bir kavram. Marx, doğanın değil, insanın yarattığıher şeydir diyordu kültür için. Soruna böyle bakınca çok geniş biralanı kapsıyor bu kavram. Biz burada bu genişliği içinde ele alma

şansına sahip olmadığımız gibi, böyle bir iddiada da değiliz. Popüler isehalkın malı olan, halka ait olan. Kısacası “popüler kültür” kelime anlamıy-la “halkın kültürü” demek oluyor. Ancak buradaki “halk”, Marksist litera-türdeki anlamıyla halk değil; sınıf farklılıklarının üzerinden atlayarak birülkede, kentte, bölgede yaşayan herkesi kapsayan bir halk. Ama en doğruanlamıyla, burjuvazinin aristokratlardan aldığı, emekçi sınıflara, alt sınıf-lara hitaben kullandığı aşağılayan, hor gören anlamıyla “avam” ya da“halk” demek oluyor.

Konu bu genişliği içinde alınınca, insanın yarattığı her şey ve herkesiiçine alan halk söz konusu olduğunda popüler kültür denince anlaşılmasıgereken yaşamın tamamı ve bütün alanları oluyor. Yani sadece entelektü-el alanı değil, maddi ve entelektüel yaşamın üretimini ve yeniden üretimi-ni kapsıyor. Burada karşımıza çıkan kapitalizmin kendisi oluyor. Tüm bugenişliği içinde, komünist hareket kapitalizmi Marx'tan bu yana 150 yılıaşan bir süredir eleştiriyor. Bu nedenle bizim burada konuyu daraltmamızbir zorunluluk oluyor, konuyu entelektüel alana, hatta ekin-sanat alanınaçekmemiz gerekiyor. Bunu yaparken amacımız diğer yanını reddetmekdeğil, aksine, kapitalist üretim ve yaşam, bir sistem olarak kapitalizm enacımasız biçimde her türlü araçla eleştiriye tabi tutulduğundan, biz buradaekin-sanatla yetinmek istiyoruz.

“Egemen sınıfın düşünceleri, bütün çağlarda, egemen düşüncelerdir,başka bir deyişle, toplumun egemen maddi gücü olan sınıf, aynı zamandaegemen zihinsel güçtür. Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf,aynı zamanda zihinsel üretim araçlarını da emrinde bulundurur, bunlar okadar birbirinin içine girmiş durumdadırlar ki, kendilerine zihinsel üretimaraçları verilmeyenlerin düşünceleri de aynı zamanda bu egemen sınıfabağımlıdır.

Marx'ın bu sözleri bir gerçeğin en açık biçimde ortaya konuşudur.Konumuz açısından da burdan yine aynı sonuç çıkar; popüler kültür kapi-talist kültürdür, “egemen sınıfın” kültürüdür. Burada kültür-sanat da maddi

“ABD­patentli

“küreselleşen­tüketim

kültürü”­ya­da­popüler

kültür,­tüketim­kapasi-

tesinin­alabildiğince

genişletilmesini­hedef-

lediğinden”­diyor­ve

ekliyor,­“Tüketimin­boş

zaman­sahibi­üst­sınıf-

ların­ayrıcalığı­olduğu

19.­yy.­Kapitalizminin

tersine,­geç­dönem

kapitalizmi­ağzına

kadar­metalarla­dolu-

dur.”

Özgür Güven

44 Bahar

Page 45: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

üretime bağlıdır, ekonomik alt yapıya bağlıdır, bu alt yapı üzerinde yükse-len ideolojik üst yapının bir parçasıdır.

Bilinen şey, Aydınlanma (Rönesans) burjuvazinin çıkış çağının kültü-rüdür; o, üst yapıdaki ideolojik egemenliğini bu çağda kabul ettirmiştir.Yani modern olan burada başlamıştır, modernizm burjuvazinin egemenliği-nin diğer adıdır, bir başka söylemle modernizm kapitalizmdir. Uygarlıktakiher yeni ilerlemenin kapitalizm koşullarında anlamı, toplumdaki sınıflararasında varolan eşitsizliğin artması demektir. Her yeni kurum kısa sürededeğişip kendi asıl amacının karşıtında yer alır. Burjuva sınıfla birliktebüyük bir ilerleme yaratır. Aynı zamanda sermayenin merkezileşmesi veyoğunlaşması da gerçekleşir, sonuç tekelciliktir. Bu süreçte kültürel kurum-larda da büyük bir karşıtlaşma gerçekleşir, asalaklığın, çöküşün, çürümeninkültürüne sanatına dönüşür.

Kapitalizmin gelişim sürecinde, daha önce toplumda varolan gelenek-sel üretim alanlarındaki insanlar hem mülklerinden, hem de topraklarındankoparılıp kentlere doğru itilirler. Bu, kapitalizmin her aşamada tekrar tek-rar yarattığı bir durum. İster ekonomik zor yoluyla olsun farketmez, sürek-li olarak kırdan kente doğru bir göç kapitalizmin işleyişinin bir sonucudur.Burada yaşanan bir durum var. Milyonlarca emekçi sürekli olarak, içindekendilerini var ettikleri ekonomik kültürel koşullardan koparıldılar. Her nekadar geldikleri kentlerde onları köydekine benzer koşullar bekliyor olsada, kendi kültürel köklerinden koptular. Kentlerin “modern proleter” sınıfkimliğini ve kent kültürünü özümsemeleriyse birçok etkene ve zamanabağlı. Tam da burada popüler kültür devreye giriyor. Ancak bunun gerçek-leşebilmesi de bir takım koşullara bağlı. Sadece kırdan kente göç yeterliolmuyor. Bunun yanı sıra hem kültürel faaliyete ayıracak boş zamana hemde bu iş için harcayabilecek paraya sahip olmaları gerekiyordu. İşte bukoşullar bir araya geldiğinde popüler kültürün tüketicileri olabildiler.

Kapitalizm burada iki temel etkenden hareketle popüler kültürü önesürdü, geliştirdi. Birincisi, sanatı popüler kültürün bir tüketim nesnesi hali-ne getirmenin müthiş karı; ikincisi, geniş yığınları bu yolla kendi egemen-liğinin devamına itiraz etmeyen, hatta destekleyen bir konuma çekme ola-nakları. Bu konuda Sibel Özbudun, “Kültür Halleri”nde:

“ABD patentli “küreselleşen tüketim kültürü” ya da popüler kültür,tüketim kapasitesinin alabildiğince genişletilmesini hedeflediğinden” diyorve ekliyor, “Tüketimin boş zaman sahibi üst sınıfların ayrıcalığı olduğu 19.yy. Kapitalizminin tersine, geç dönem kapitalizmi ağzına kadar metalarladoludur.”

Kolaylıkla özdeşleşme sağlayan popüler kültür nesneleri, simgeler veanlamlar aracılığıyla, kültürel çoğrafyasından koparılan bu geniş yığınlar,sistemin bir kenarına, tıpkı kentlerin varoşlarına eklendikleri gibi eklemlen-diler.

Bu eklemlenmenin aracı yolu da popüler kültür nesneleri oldu, metalaroldu. Bu nesneler genel olarak tüketim nesneleri oldular. Üretilip piyasayasürülen, kullanım süresi dolunca da bir tarafa atılan bu nesnelerin son kul-lanma tarihleri, genellikle o türden bir başka nesne-metadır. Kullanım süre-si dolduğunda sahki hiç olmamış gibi ne bir iz ne de başka bir şey unutu-lup, yok olur giderler. Bu nesnelerin en revaçta olanlarını da solun kültürü-

Popüler­kültürün

yarattığı­bu­imaja

dayalı­sahte­sanal

dünyalar,­sadece

bu­kültürün­tüketi-

cilerine­zarar­ver-

mekle­kalmıyor.

Aynı­zamanda

varolan­toplumsal-

siyasal­yapının

değişmezliğini,

değiştirilemezliğini

bir­ön­kabul­halin-

de­yerleştirerek,

olsa­olsa­Van­Der

Haag'in­söylemiyle

“idareten­yer­dol-

duran­haz”lar

sunup,­bir­uyuştu-

rucu­işlevi­görü-

yor.

45Bahar

Page 46: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Bahar46

ne şu ya da bu biçimde bulaşmış, ondan etkilen-miş, daha sonra kapitalist sistemde kendisine biryer bulmuş, entegre olmuşlar, sisteme katılan yada sistemin kendisine kattıkları tarafından üretil-diğini de belirtmek gerek. (Emperyalist-kapita-list sistem yüzyıllara varan birikimi ve deneyi-miyle kendi karşıtı olarak yola çıkan pek çoksanatçıyı yarattığı olanaklar ve verdiği fırsatlarlakendine katıyor, entegre ediyor. Eğer buna karşıbir tavır geliştiren olursa karşısında suskunlukduvarını bulup yalnızlığa mahkum ediliyor.Emperyalizm tarafından öyle çok yetenek dahayolun başında bu türden bir yolla yok edilmiştirki, sayısı bile belli değil) Popüler kültür toplum-sal yapıyla öylesine bir içiçelik, bütünleşme sağ-lamış ki, her şey kısa sürede onun bir parçasıhaline getirilebiliyor. Bu nedenle en ciddi, enkutsal, en saygın şeyler, değerler bile bir nesne-leşme yaşıyor, kısa sürede magazine edilip piya-saya sürülebiliyor.

Bu kültürün toplumda bu kadar yaygınlaş-masının bir diğer nedeni de günümüzde en geliş-miş iletişim teknolojilerine sahip tekelci basınınve medyanın,i nsanların evlerine dek girerek,hem kendi kendilerine, hem birbirlerine, yaban-cılaştırması, örgütsüzleştirip, atomize ederek,aynı aile bireylerini bile birbirlerine rakip halinegetirerek hem birbirlerinden hem de gerçekliktenuzaklaştırması, gerçekçilik yerine bir imajlardünyası tesis etmesidir. Popüler kültürün yarattı-ğı bu imaja dayalı sahte sanal dünyalar, sadecebu kültürün tüketicilerine zarar vermekle kalmı-yor. Aynı zamanda varolan toplumsal-siyasalyapının değişmezliğini, değiştirilemezliğini birön kabul halinde yerleştirerek, olsa olsa Van DerHaag'in söylemiyle “idareten yer dolduranhaz”lar sunup, bir uyuşturucu işlevi görüyor.

“Kapitalist düzen sanatı afyon olarak çoğalt-manın kazanç olanaklarını hemen sezdi. Buafyon sanatın üreticileri, tüketicilerin çoğunun,ilkel içgüdüleri hoşnut edilmesi gereken mağarainsanları oldukları varsayımına dayanarak işegirişiyorlardı. Bu varsayımla o ilkel içgüdülerikışkırtıp onları ayakta tutmaktan ve heyecanlan-dırmak da geri kalmıyorlardı.” (E. Fischer-Sanatın Gerekliliği)

Fischer'in de söylediği gibi insanı ilkelgören, aşağılayan bu kültür-sanat anlayışının

somut, canlı örneklerini çeşitli televizyon kanal-larının her gün yayınladıkları “BBG”,“Survivar”, “Popstar” gibi onlarca soytarılıkşovunda bulabilirsiniz.

Popüler kültürün yaygınlaşması, toplumdasadece kültürel yozlaşma, kalite düşüklüğüyaratmakla kalmıyor, aynı zamanda toplumdakiher türlü geri yanları kışkırtıp geliştirerek, faşiz-min üzerinde durabileceği edilgen bir kitle yara-tıyor. Tekelci faşist basın ve medya da buradaüzerlerine düşeni fazlasıyla yerine getiriyor.Popüler kültür nesnelerini sunarken bir yandanda genel beğeni düzeyini sürekli olarak düşürü-yor, duyuları dumura uğratıyor, emekçi yığınla-rın dikkatini sınıf mücadelesi dışında her şeyeyoğunlaştırmak için çaba gösteriyor.

“Çağdaş teknolojinin topyekun tek eldendenetleniyor oluşu yeni bir tür topluma yolaç-mıştır. Bu toplumdaki popüyer kültür bir yandaninsanları daha rahat, yaşamlarından gittikçe dahamemnun kılarken, bir yandan da aslında şeytanikötülükte olan yoksulluğa göz yuman, masumköylülere emperyalistçe savaş açan, ancak etki-siz kaldıkları sürece içerdeki aykırı seslere izinveren, bu toplumsal sisteme karşı çıkma özgür-lüklerini insanların ellerinden almıştır.” (HerbertMarcuse, Popüler Kültür-Yüksek Kültür)

Marcuse'nin emperyalizmden anladığı herne kadar bizden çok farklı olsa da popüler kültürüzerine yerinde değerlendirmeleri olduğu anlaşı-lıyor.

J.B. Foster'ın dediği gibi “... boş zamanınkendisi de; devasa bir üretken kapasiteyi emer-ken insan varlığının anlamlı bir dönüşümüne yada bireysel işçinin zincirlerinin gevşetilmesineizin vermeyen bir ekonomik sistemi güçlendir-mek üzere tasarlanmış olan bir başka sömürübiçimi haline: 'pasif biçimde emilebilen eğlence-ye' dönmüştür.”

Popüler kültür siyasaldır, çünkü bir sınıfınegemenliğinin devamını sağlamaya hizmet edi-yor. Çünkü toplumun sadece bir yanını, en sahte,en cilalı yanını öne çıkarıp pohpohlayarak, tıpkıbir metanın reklamında olduğu gibi bütün olum-suz yanlarını gizliyor. Popüler kültür, “egemensınıf” olan burjuva sınıfın kültürüdür, sanatıdır.Topluma dayattığı, egemen kılmaya çalıştığı kül-türdür.

Page 47: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Bahar 47

POPÜLER KÜLTÜR ÜSTÜNECengiz Gündoðdu

“Burjuva uygarlýðýný aþýp, yeni bir uygarlýk kurmaktýr temel sorun.”

Topal Nuri, Orhan Kemal’in Kanlý Topraklar (1) adlý romanýnda önemli birkarakterdir. Topal Nuri, çocukluðunda baltayla odun keserken kazayla, ayaðý-nýn baþparmaðý koparýr, bu yüzden topallar.

Baþta Cinci hoca, herkes “Allah’ýn takdiri” der. Topal Nuri, buna katlanýr, amatopallamayanlara içerler. Geceleri yataðýnda Tanrý’ya en aðýr biçimde söver.Ýþi ileri götürür. Ekmekle tuvalete gider, yine çarpýlmaz. Ekmeði kubura atar.Yine de çarpýlmaz. Kuþkulanýr Tanrý’nýn varlýðýndan. Bir gün Kabak Hafýz’arastlar. Kabak Hafýz’a göre ne günah vardýr, ne sevap. Cennet de yoktur,cehennem de. Bunun üstüne Topal Nuri, neden imamlýk yaptýðýný sorar. KabakHafýz’ýn yanýtý þöyledir, “Yani baþkalarýnýn kuru kuruya inançlarýndan yarar-lanýp, geçineceðim. Bu suretle ekmelerin en hasý, en rahatýna ulaþýyorum.Hem de hiç terlemeden. Sana da tavsiye ederim, insanlarý þuurlandýrýp gözle-rini açmaya kalkýþma. Bunun sana hiç faydasý olmaz. Tam tersi zararý olur.”(1)

Peki, insanlarý bilinçlendirip gözlerini açmanýn anlamý nedir. Bunu,Engels’ten görelim. “Burjuva ekonomisinin yasalarýna göre, ürünün en büyükkýsmý, onu üreten iþçilere ait deðildir. Þimdi tutar da bu haksýzlýktýr, böyleolmamalýdýr dersek, bu kez de bu sözlerin ekonomi ile doðrudan bir ilgisi kal-mamýþ olur. Böyle söylemekle, bu ekonomik gerçeðin ahlak duygularýmýzlaçeliþtiðinden baþka bir þey söylememiþ oluruz. Bundan ötürü Marx, kendikomünist sistemini, hiçbir zaman buna deðil, kapitalist üretim biçiminin hergün gözlerimizin önünde yer alan ve gittikçe daha büyük ölçülere varan kaçý-nýlmaz çöküþüne dayandýrmýþtýr, onun söylediði tek þey, artý-deðerin ödenme-miþ emekten ibaret olduðudur ki, bu da basit bir gerçektir. Ama, biçim yönün-den ekonomik olarak yanlýþ olan, dünya tarihi bakýþ açýsýndan doðru olabilir.Eðer kitlelerin ahlaki bilinci, kölelik ya da toprak köleliði durumlarýndaolduðu gibi, bir ekonomik olgunun haksýzlýðýný ilan ederse, bu, o olgununömrünü doldurmuþ bulunduðunun, bir öncekinin çekilmez ve savunulmazduruma gelmiþ olmasýndan ötürü ortaya baþka ekonomik olgularýn çýkmýþbulunduðunun kanýtýdýr.” (2)

Kapitalist düzen, “artý-deðerin, ödenmemiþ emek üstüne kuruludur. Engels’in,“basit gerçektir” dediði bu olgunun kitlelere anlatýlmasý zorunludur. Kitleleribilinçlendirip, gözlerini açmanýn da anlamý budur. “Ýdeolojiler bitti” diyen

Page 48: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

kapitalist ideologlar bunu çok iyi bilir. Her türlü iletiþim kanalýndan kitleninuyanmamasý için yararlanýr. Çok ince yöntemlerle yapar bunu.

Popüler denen kültür, kitlenin gözünü açmamasý için kullanýlan kanallardanbiridir. Bu popüler kültür, yalnýzca müzikle ilgili deðildir. Her türlü insanetkinliðini kapsamý içine almýþtýr.

Popüler kültürün temel özelliði gerçekçi olmayýþýdýr. Bu kültür, insana yalancýbir dünya yaratýr. Aslýnda yaþanan bir baþka dünyadýr. Bu bir futbolcu, biraktör, ya da aktris, ya da þarkýcý olabilir. Bu kiþilerin acýlarý, üzüntüleri, sevinç-leri, aþklarý, skandallarý kitleye yaþatýlýr. Evininin kirasýný ödeyemeyen bunaüzülmez de, arabasý çalýnan “ünlü”nün çalýnan arabasýna üzülür. Kitleninaydýnlanmasý için savaþým veren devrimcilerin tutsaklýðýna üzülmez de, eroin,kokainden yakalanan þarkýcýlarýn gözaltýna alýnmasýna kahrolur.

Popüler kültürün, halkýn yaþamýyla oluþturduðu halk kültürüyle hiçbir ilgisiyoktur. Aziz Çalýþlar, halk kültürü için þöyle der, “Emekçi insanlarýn kendiiþleri dýþýnda, özgür zamanlarýnda ortaya koyduklarý kültürel-yaratýcý etkinlik-ler. Kültürel halk yaratýmlarý, halkýn davranýþ ve düþünce biçimi uyarýp geliþ-tirecek çok çeþitli içerik, biçim ve yöntemleri içine alýr.” (3)

Popüler kültür, halký, emekçiyi edilgin duruma sokar.

Popüler kültürün bir baþka yaný, emperyalist kültürle iç içe geçmesidir.Emperyalist kültür, boþluklarý sevmez. Bir ülke boþ býrakýlsa orada gerçekçiMarksist kültürün geliþeceðini bilir. Bunu önlemek için bütün halklarý çelikaðlarla örmüþtür. Emperyalist kültür ürünleriyle hem para kazanýr, hem halkýnbilincini dumura uðratýr.

Kapitalizm, yýllardýr düþtüðü bunalýmdan kurtulamadý. Bunalým dönemindemutluluk iletileri her gün nokta atýþý yapýlýr gibi bilince gönderiliyor. Þu nes-neyi kullanýrsak, þunu yersek, þunu içersek, þu yatakta uyursak mutlu olacaðý-mýz söyleniyor. Bütün reklamlarla nasýl mutlu olacaðýmýz anlatýlýyor.

Emperyalist kültürle iç içe duran popülist kültürün bir baþka yaný da doðanýnsömürülmesidir. Bu sömürü, kedileri, köpekleri, güvercinleri, aðaçlarý korumamutluluðuyla örtülür. Bu, açýk bir aldatmadýr. Çünkü emperyalist kültürde doð-ayla insan karþý karþýya getirilmiþtir. Doða, para kazanýlmasý gereken bir araç-týr. Toprak üstüne dikilen 50 katlý yapýlar, doðayý yüreðinden býçaklamaktýr.Oysa Marksizmde doðayla insan karþý karþýya deðildir. Ýnsan doðanýn içinde-dir, doðanýn çocuðudur. Ýnsan, doðayla alýþveriþinde hem doðayý, hem kendiniinsanileþtirir. Emperyalist popüler kültür, bu anlayýþý yýkmýþtýr.

Kültürün kökeni emektir. Popüler kültür de emekle oluþturulur. Futbolcu 90dakika koþar. Þarkýcý dört beþ saat sahnede koþturur. Yazarý, masa baþýndaaylarca çalýþýr. Ýdeologlarý halkýn bilincini dumura uðratmak için ince inceyöntemler araþtýrýr. Sözgelimi, basýnda, televizyonda haberlere, izlenceleresunum çerçeveleri hazýrlar. Kime terörist, kime kahraman denecek. Hangiçatýþmada ölü ele geçirildiler diyecek. Ne zaman “katil soba can aldý” diyecek.Ýnce ince bunlarý tasarlarlar. Bütün bunlar yaþamýn akýþý içinde doðalmýþ gibiyapýlýr. Oysa bunlar ince ince hesaplanýr.

Bu emeðe ben yanlýþ emek, insan karþýtý emek diyorum.

Emperyalist popüler kültür insan saðlýðýna da el atar. Bir gün birdenbire birmeyvenin, ya da meyve suyunun kansere, basura, tansiyona, kýsýrlýða iyi geldidiye bir kampanya baþlatýlýr.

Bahar48

Popüler­kül-tür,­giyime­de­elatar.­Bir­ara­bizerkeklere­25-27

paça­pantolon­giy-dirdiler.­Birkaç

kez­kimi­erkeklerinpaçasýna­basýpdüþtüðünü­gör-müþtüm.­Þimdierkeklerle­pek

uðraþmýyorlar…Ama­yýrtýk­pýrtýkblujinlerin­yýrtýkolmayanlardandaha­pahalý

olduðunu­gördük-te­ne­diyeceðimibilemiyorum.

Page 49: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

“…­reklamlar

aracýlýðýyla­ve­yýðýn-

larýn­ideolojik­sis

altýnda­tutulmasýyla

toplumsal­düþünme

ve­davranýþ­bir

norm­içine­sokulur,

‘yýðýnlaþtýrma’­olgu-

su­doðar.­Bunun

sonucu,­bu­alanlar-

da­insan­baðýmsýzlýðý

yok­olur.­Bireyin

kendi­faaliyeti

olmaktan­çýkmýþ­ve

nesneden­kopmuþ

düþünme,­þaþkýna

dönmüþtür,­tutarsýz

olmuþtur.­Kendini,

mistik­düþüncenin

en­aþýrýsýna­ve

m……­en­vahþi

biçimlerine­teslim

eder.”­

Bahar 49

Bu kampanyalar bana, yýllar önce Eminönü’ndeki bir olayý anýmsatýr. Parktaoturmuþ gazete okuyordum. Birden “vatandaþlar” diye bir ses duydum. Biradam, iskemleye çýkmýþ. Elinde küçük bir þiþe. Þiþenin içinde merdiven. “Bumerdiven bu þiþenin içine nasýl girdi, nasýl çýkar” dedikten sonra çantasýndankoyu kahverengi bir þiþe çýkardý. Bu þiþenin içindeki ilaç yakýnda eczaneler-de satýlacakmýþ. Tanýtým için buraya gelmiþler. Ýþin ilginç yaný, bugün anlýþanlý gazetelerde yapýlan kampanya benzeri, en azýndan on sayrýlýða iyi gelenbu ilacý sattý. Ama ben, þiþenin içinden merdivenin nasýl çýkacaðýný göreme-dim. Çünkü yeteri kadar satýþ yapýldýðýnda anlaþýldý ki, arkadan bir ses “zabý-ta” deyince adam pýlý pýrtýsýný kapýp çekti gitti.

Olacak iþ deðil, ama bu saðlýk kampanyalarýný bu adam ya da akrabalarý mýdüzenliyor, bu iþin baþýnda onlar mý var diyorum. Çünkü yöntem ayný. Benimanýmsayabildiðim kadar, zakkum, havuç, fýndýk, nar suyu, kekik suyu popü-ler kültürün elinde oyuncak oldu… Gazetelerde okudum, buna inanan biri,havuç yiye yiye komaya girmiþ.

Popüler kültür, giyime de el atar. Bir ara biz erkeklere 25-27 paça pantolongiydirdiler. Birkaç kez kimi erkeklerin paçasýna basýp düþtüðünü görmüþtüm.Þimdi erkeklerle pek uðraþmýyorlar… Ama yýrtýk pýrtýk blujinlerin yýrtýkolmayanlardan daha pahalý olduðunu gördükte ne diyeceðimi bilemiyorum.

Popüler kültür daha çok kadýnlarla oynar. Sözgelimi bu yýl maviyi, baþka biryýl pembeyi piyasaya sürer. Dudaklara sürülen rujun rengi, her yýl deðiþir.

Bir ara mini eteði çýkardýlar. Depolarda kumaþ kalýnca, eteði, ayaðýn ucunakadar uzattýlar.

Emperyalist popüler kültür altýnda topladýðým, yanlýþ emeðe dayalý bu kültür,nasýl oluyor da bu kadar yaygýn olabiliyor. Davidov, bunu þöyle açýklar, “…reklamlar aracýlýðýyla ve yýðýnlarýn ideolojik sis altýnda tutulmasýyla toplum-sal düþünme ve davranýþ bir norm içine sokulur, ‘yýðýnlaþtýrma’ olgusu doðar.Bunun sonucu, bu alanlarda insan baðýmsýzlýðý yok olur. Bireyin kendi faali-yeti olmaktan çýkmýþ ve nesneden kopmuþ düþünme, þaþkýna dönmüþtür, tutar-sýz olmuþtur. Kendini, mistik düþüncenin en aþýrýsýna ve m…… en vahþibiçimlerine teslim eder.” (4)

Burda insanýn ontolojik yýkýmýna girmesidir. Ama bu bir baþka yazýnýn konu-su. Þimdi þu bilinmeli. Emperyal popüler kültürün bu ontolojik yýkýmdanyararlandýðýný söylemek isterim. Sorun, ekonomik düzenin deðiþtirilmesisorunu deðildir. Sorun, insanýn yýkýmýnýn nasýl önleneceðidir. Artý deðerinsömürülmediði, artý deðerin insan için, toplum için kullanýldýðý düzendetemel sorun, insanýn yeniden saðlýklý bir biçimde ayaða kaldýrýlmasýdýr.

Dipnotlar

1. Orhan Kemal, Kanlý Topraklar, Tekin Yayýnlarý, Ýstanbul, 1994.

2. F. Engels, 1. Almanca Baskýya Önsöz, K. Marx,Felsefenin Sefaleti,

Çev. Ahmet Kardam, Sol Yayýnlar, Ankara, 2007.

3. Aziz Çalýþlar, Kültür Sözlüðü, Altýn Kitaplar Yayýnevi, Ýstanbul, 1983.

4. Yuri Davidov, Özgürlük ve Yabancýlaþma,

Çev. Sargut Sölçün, Bilim ve Sosyalizm Yayýnlarý, Ankara, 1990.

Page 50: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Pek çok eleştirmen ve izleyici James Cameron'un 1997 tarihli Titanic fil-mini açık sınıfsal tavrı nedeniyle över; hatta biraz daha abartıp,Marksist bir alt metne sahip olduğunu iddia edenler bile olmuştur.

Öyle ya: sınıf farklılıklarının ve çelişkilerinin altını kalın çizgilerle çizer yönet-men film boyunca; dev transatlantiğin üst katlardaki lüks kamaralarda seya-hat eden aristokratlar ve burjuvalar; göçmen işçiler ise sefaletin, pasın,nemin diz boyu olduğu bodrum kamaralarında. Hikaye bu iki ayrı mekanınarasında gidip gelerek bu iki sınıfın yaşam ve ahlak anlayışlarını sergilemekiçin kullanılır.

Zengin ve soylu genç kadın, çıkarcı ve iki-yüzlü nişanlısının yerine hayat dolu genç işçi-ye aşık olur. Ve film beklenen felakete doğruilerledikçe bu ayrımları giderek bir çatışmayabir ölüm kalım mücadelesine dek vardırır.Görünüşte her şey acımasız ve amansız sınıfçelişkilerinin sergilenmesine hizmet edergibidir. Ve yönetmenin göçmen işçilere apa-çık bir sempatiyle yaklaşması, onun sınıfsalbir taraf olduğuna işaret sayılır. Ama durun,ortada bir yanlışlık var. Dünyanın en büyüktekelci film yapımcılarının elinden çıkan, ozamana kadar ki en pahalı filmden söz ediyo-ruz. Yoksa sermaye kendi ayağına ateş etme-ye böylesine hevesli mi?

Sinema dilini iyi bilen, Marksizmi de iyi bildiğini iddia eden Zizek gibieleştirmenler filmin ardı ardına sokuşturduğu zokayı yutmamışlardır. Zizek'egöre film uyuşmuş ve kaskatı kesilmiş burjuva-aristokrat bedene “barbaraşısı” yaparak yeniden hayat kazandırma girişimidir aslında. Soylu gençkadın -Kate Winslet- ruhsuz kuralların buz gibi dünyasından kaçabilmek içinbarbarların yani proletaryanın katına iner. Burjuva dünyasının buz dağınıreddederek proletaryanın arasında aşkı, neşeyi, dostluğu, dayanışmayıyaşar. Ama özlemle dolu insan yüreğine doğa, kaçınılmaz gerçeği bir felaketyoluyla hatırlatacaktır: Buzdağından kaçamazsın.

Zizek zengin genç kadının işçiyle bir arabada aşkı yaşadığı o ana dek geti-rilen buzdağına çarpma sahnesi için “her sınır ihlalinin kaçınılmaz bir bedeliolur” mesajı taşıdığına dikkat çeker. Evet kadın, aşkı ve neşeyi, hüznü ve

“Gerçeklik İmajı Sonuçta Yener”

Setenay Berdan

Tarihin böylesine yoğun yaşandığı,her köşede bir devrimin patlak

verdiği, her alanda bir gösterinin,her sokakta bir çatışmanın ortaya çıktığı

böylesi bir dönemde; toprağın altındanyeryüzüne teşrif eden devrim gerçeğinin

üzerinden atlayarak az çok gerçeklik duy-gusu uyandıran dramlar yaratılabilir mi

artık?

Bahar50

Page 51: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Bahar 51

dramı, yeniden keşfederek hayatta kalacaktır, ama bu deneyimin bede-lini korkunç biçimde ödemiştir; bu bedele rağmen koca bir ömür sürer.O ömre ait birçok fotoğraf yansır kameralara. Bu fotoğraflarda kadınınartık kendi sınıfının çoktan kaybettiği hayallerinin peşinden gittiğinigörürüz. Ama bir şey çok dikkat çekicidir o fotoğraflarda: kadın birdaha asla proletarya ile biraraya gelmemiştir.

Popüler kültür dediğimiz; yani sermayenin kitlesel tüketim amacıylapiyasaya sürdüğü seri üretim kültürel meta olgusu ile, onun içine serpiş-tirilmiş sınıfsal sorunlarla olan ilişkisi, aşağı yukarı böyle tanımlanabilir:Barbar aşısı. Ve şimdi buna her zamankinden daha çok ihtiyacı var serma-yenin.

Üzerine egemenliğini inşa ettiği ekonomik-toplumsal sistem, çoktan miadını doldurmuşsa,bu sınıf bütün yaşamsal canlılığını kaybeder, kurubir kabuktan ibaret kalır. Geleceği yoktur bu sını-fın. Dolayısıyla umudu da. Anlatacak bir hikayesiyoktur, çünkü bütün insani karakterini sermaye decisimleştirerek yabancılaşmıştır kendi türüne. Onubekleyen tek dram, şirketin iflası ya da iktidarınınsonu. Bu da anlatılması yasak olandır. Egemenolduğu topluma yeniden hayatiyet duygusu vere-bilmek için geminin alt kamaralarından kopupgelen durdurulamaz gürültüyü, bir pencereninardından seyretmeye izin verecektir, ama hepsibu. Ve kuşkusuz her sınır ihlalinin korkunç bedel-leri olduğunu mutlaka hatırlatarak.

Burjuva toplumun ürettiği popüler kültür ona ait her şey gibi, birermetadan ibaret. Satılabilmesi, yani bir değişim değeri kazanabilmesi için,bağrında bir kullanım değerini taşıması gerekir, her metada olduğu üzere.Kitlesel tüketimi hedefleyen bu meta-kültür de satın alıcıların özdeşimkurabileceği karakterler, gerçeklik duygusu uyandıran çatışkılar ve çatışkıiçindeki karakterlerin değişimini ifade eden dramatik çözülmeler, onunkullanım değerini belirler.

Tarihin böylesine yoğun yaşandığı, her köşede bir devrimin patlakverdiği, her alanda bir gösterinin, her sokakta bir çatışmanın ortaya çıktı-ğı böylesi bir dönemde; toprağın altından yeryüzüne teşrif eden devrimgerçeğinin üzerinden atlayarak az çok gerçeklik duygusu uyandıran dram-lar yaratılabilir mi artık? İnsanların her alanda, her sokakta tanık oldukla-rı çatışmaları yok sayarak, kurgusal çatışkılar geliştirilebilir mi? Ama yinede sermaye, sınır ihlalinin korkunç bedelini hikayenin son kısmına saklarher zaman: karakterdeki değişimi gösteren o dramatik çözülme sahnesi-ne. Diziler ve sinemalardaki devrimci karakterleri hep aynı son beklemek-tedir: Ya bu işlerin bir sonu olmadığına kanaat getirip düzenle uzlaşacak-tır ya da kısa yoldan kara toprağı boylayacaktır.

Popüler kültür dediğimiz; yani ser-mayenin kitlesel tüketim amacıylapiyasaya sürdüğü seri üretim kül-

türel meta olgusu ile, onun içine serpişti-rilmiş sınıfsal sorunlarla olan ilişkisi,aşağı yukarı böyle tanımlanabilir: Barbaraşısı. Ve şimdi buna her zamankindendaha çok ihtiyacı var sermayenin.

Page 52: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Shrek 4'ü izlediniz mi? Çocuk filmi deyip geçmeyin. Her sahnesine bur-juva sınıfın yukarıda saydığım popüler kültür öğeleri sinmiştir. Artık turistikbir heyecan yaratmaktan öte başka bir işe yaramayan rutin ve bezdirici ailehayatından, kendi barbar yaşamına bir günlüğüne geri dönmek ister sevimlidevimiz. Ama bedeli ağırdır, her şeyini kaybeder: ailesini, dostlarını... Bunlarıyeniden kazanabilmek için yeraltındaki devlerin direniş örgütünde bulurkendini. Devrim naraları göklere çıkar çizgi filmin orta yerinde. Başarıya daulaşır devrim. Mutlak kötüyü yener devler. Böylece Shrek, bu “barbar aşısı-na” maruz kaldıktan sonra tekrar aynı hayatına geri döner. O rutin, bezdiriciaile yaşantısının yok ettiği aşkı, erdemi, ancak bu devrim deneyimi sayesin-de keşfetmiştir. Oysa değişen hiçbir şey yoktur. Aynı turistik yabancılık, aynıbezdirici görevler. İçinde debelenip durduğu çamur bile aynıdır; sadeceşimdi o çamurun içinde zevkle debelenip durmaktadır.

İki kanalda birden gösterilen bir dizi var: AdıRevolution-Devrim. Her tür iğrençliğin, alçaklığın sem-bolü olan ABD bayrağını devrimcilerin ellerinde göster-mek de bu diziye nasip oldu. Ama, günümüz dünyasıylatamamen ters bu algıya gerçeklik kazandırabilmek içinhikaye, bugünde değil gelecekte geçer: Elektriğin biranda kesildiği ve bilinen uygarlığın tümüyle sona erdiğibir dünyada. Başka türlü, bu zırvayı yutturmak zatenmümkün değil. Dizinin en çarpıcı karakteri sakallı, göz-lüklü, şişko bir bilgisayar uzmanıdır. Zamanında muaz-zam bir zenginlik içinde yaşamış bu konformizm yüzün-den sevdiği insanları koruyabilecek yürekten ve fizikgücünden uzaklaşarak hantallaşmıştır. Eski hayatınıyeniden elde etmeye çalışırken, barbarlığın tedrisatın-dan geçecek, cesareti, fedakarlığı, dayanışmayı öğrene-cek, yepyeni bir insan olacaktır. Ama ne için? ABD bay-rağının yeniden göklerde dalgalandığını görmek veonun gölgesinde sevdiği kadının yaş gününü bir limuziniçinde kutlayabilmek için.

Sonuç yerine bir kaç söz: Film ve dizilerde devrimci karakterlere arz-ıendam eylemeleri iyi midir kötü müdür? Bu konuda ahlaki bir yargıya var-mak, kısırdır; bizi bir yere götürmez. Meyve veren ağaç, bu durumu yaratansiyasal-tarihsel koşullara yapılacak vurgudadır. Bu dizilerdeki devrimcilermaddi temelden fışkırıp gelen devrimin üst yapısal ögesi olan kültürel zemi-ne kaçınılmaz sızışının bir sonucudur. Peki ya burjuvazinin bu karakterlereyüklediği “barbar aşısı” misyonu? Bu da akrebe “niye zehrin var” diye sor-maya benzer. Nihayetinde perde kapanır, diziler final yapar; onlardan geriyesadece bir imaj kalır; yaşamın gerçek çatışkıları ve gerçek dramları tarafın-dan test edilecek bir imaj. Ve tarih boyunca bu testin skor tabelasında hepaynı şey yazmıştır: Gerçeklik imajı oyunun sonunda yener. Tahrir'in tek bircanlı görüntüsünün yarattığı heyecan ile Hollywood'un her yıl ürettiği binler-ce filmin yarattığı toplam heyecan, kıyas bile kabul etmez.

Bahar52

Kitlesel tüketimi hedefleyenbu meta-kültür de satın alı-cıların özdeşim kurabileceği

karakterler, gerçeklik duygusu uyan-dıran çatışkılar ve çatışkı içindekikarakterlerin değişimini ifade edendramatik çözülmeler, onun kullanımdeğerini belirler.

Page 53: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Bahar 53

ÖNSÖZ: Merhaba, sizlerle şu an sergilenmekte olan Yılmaz Güney'in eseriSalpa üzerine konuşmak istiyoruz. Ama öncelikle Mask-Kara Tiyatrosu'nunne zaman kurulduğunu, hangi oyunlara imza attığını konuşalım istiyoruz.Ayrıca Su Gösteri Merkezi'nin tarihi ve önemli bir geçmişi var. Bu konuda dasöyleyecekleriniz olacaktır sanırım.

NAZIF USLU: Mask-Kara Tiyatrosu1994 yılının Ekim ayında kuruldu.Yakında yirmi yılını dolduracak.Niye özel bir tiyatro kurduk sorusu-na gelirsek. Geçmişte büyük tiyatro-larda çalıştık. Ama keyif alamadık,kendi istediğimiz işlere imza atama-dık. Sergilemek istediğimiz oyunlarısahneye koymak, söyleyeceklerimi-zi insanlara istediğimiz biçimdeaktarabilmek için kendi sahnemizikurduk. İlk oyunumuz "BirAnarşistin Bir Kaza SonucuÖlümü"ydü. Ve ben o oyunla birlikte, bir tiyatro oyununa insanlar nasıl kafayorar, yoğun bir şekilde nasıl oyun oynar orada gördüm. Çok yoğun oynadık,çok beğenildi. Hatta bu oyunla tiyatroya küsmüş çok insanı, seyirciyi tekrartopladığımızı, tekrar tiyatroya kavuşturduğumuzu bizzat kendilerinden duy-duk. "Evet, bir tiyatro böyle de yapılabiliyor" diye. Özellikle o yıllarda politiktutuklamalar yoğundu. Biz o oyunda, politik tutuklularla dayanışmak için,tutuklamaları protesto etmek için dört koltuğu sembolik olarak boş bırakmakararı almıştık. Bu dört koltuk oyunlarda boş bırakıldı. Hatta günlük magazingazetelerinde bile "Tiyatroculardan anlamlı eylem 'Bir Anarşistin Kaza SonucuÖlümü' adlı piyesinde dört sembolik koltuk boş bırakılıyor." diye yazılmıştı.Haluk Gerger, Fikret Başkaya, Münir Ceylan, İsmail Beşikçi için boş bırakmıştıkkoltukları. İsmail Beşikçi hariç diğerleri oyunu izlediler. Beşikçi izleyemedi neyazık ki, o çok sonra çıktı çünkü. Tabii turnelere de giderdik . Sürekli kulisleri-mize operasyon yaparlardı "Bomba ihbarı aldık" diye... Hemen hemen yaniülkenin gerçeğini hatırlatmak adına söylemek istiyorum, emniyete gittiğimizzaman oyun metinleriyle, tekstleriyle istisnasız Edirne'de de, Kocaeli'nde de,Adana'da da hep aynı yanıtı aldık polisten. Oyun metnini masaya koyduğumuzzaman: "Nassı oluyo lan bir anarşistin kaza sonucu ölümü heh he hee?..."diye böyle bıyık altından gülerlerdi alaysı bir şekilde. Hepsinden aynı tepkiyialıyorduk.

Mask-Kara...Salpa Oyunu Üzerine...

Page 54: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

ÖNSÖZ: Aslında bir tehdit...

NAZİF USLU: Tabii, aynen. Hepsinden aynı tepki alınır mı? Biz hepsinde aynıdurumla karşılaştık. Ondan sonra oyunlarımız devam etti. Birçok oyun oyna-dık. Ama Mask-Kara Tiyatrosu denilince en anılara kazınmış seyirci tarafındanoyun oydu. Başka iyi oyunlar yapmadık mı? Yaptık tabii, ama o başka bir oyun-du, çok başka bir etki yaratmıştı. Yoğun bir süreçti o 90'lar süreci... Daha sonraMask-Kara Tiyatrosu olarak çok badireler atlattık, tüm özel tiyatrolar gibi..Battık, çıktık, iflas ettik, sürekli yer değiştirmek zorunda kaldık... Bakırköy'dekurulmuştuk, oradan Bahçelievler'e taşındık, Bağcılar'a, Taksim'e, İkitelli'ye...gitmediğimiz yer kalmadı neredeyse....

ÖNSÖZ: Bir nevi gezici tiyatro oldunuz yani...

NAZİF USLU: Zaten oynamak için birçok yere gidi-yorduk ama... Oralarda birer mekan açmış oldukbir süre yani...Yerimizi kaybederdik, tekrar yer tut-mak için uğraşırdık. Kazandığımızı oraya yatırırdık.Tekrar başlardık...Yine batırırdık... Yaklaşık 5,5-6 yılöncesinde buraya taşınıncaya kadar böyle devamettik... Burada bizler hep "Söylemek istediğin sözünvarsa sahneye çık, yoksa ne işin var sahnede?" diyebir anlayışla hareket ettik. Burada hep derdi olanişleri yapmaya çalıştık, dert anlatmaya çalıştık.Seyirci kitlemiz de hep derdi olan ya da derdi oldu-

ğunu düşündüğümüz onların da bunları dert edinmesi gerektiğini düşündüğü-müz insanlardı. Onlarla düşüncemizi, duygumuzu paylaşmak istedik. Burayaen son tesadüfen geldik. Daha önce de burayı biliyordum zaten ama hiç elimizgitmiyordu, çünkü buranın çok kötü bir yer olduğunu biliyordum. Fiziki olarakçok kötüydü...

ÖNSÖZ: Boş ve harabe miydi?

NAZİF USLU: Boş, harabe olmaktan ziyade, bok çukuruydu burası.. Lağımborularının aktığı bir yerdi... 12 Eylül'den sonra buraya el konulduğu zamanherhalde bütün bölgenin lağımları, sahipsiz olduğu için buraya bağlanmış. Heryerden bir boru akıyor, sürekli borular patlıyor... Böyle bir yer olduğunu biliyor-dum bu yüzden çok sıcak bakamıyorduk. Ama yerimiz de yoktu.. Geldik birdaha baktık.. Biz burayı yapar mıyız? Yaparız, çok uğraştırır ama yaparız, yeri-miz yok çünkü... İnatçı adamlarız biz, yaparız dedik, giriştik. Sekiz ay kadarsürdü buranın tadilatı. Bir iki ayda pisliğini zor temizledik zaten... İçeride gör-düğünüz koltuklar eski koltuklar ve biz onları lağımın, balçığın içinden çekeçeke çıkardık, temizledik, zımparaladık, boyadık... Tüm bunları kendimiz yap-tık. Oyunlar oynuyorduk dışarıda, oradan kazandığımız parayı buraya harcıyor-duk. Buranın tadilatını yaparken de hayli haber oldu, basında, televizyonlarda,gelip çektiler yayınladılar... Yani derdimiz İstanbul'a bir sahne daha kazandır-maktı. Ve bizim de tiyatro olarak başımızı sokacağımız bir yer olmasıydı. Osüreçte bize çok maddi destek sağlamak isteyen oldu. Sahne açıyorsunuz, çok

54 Bahar

Page 55: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

masrafınız olacak size destek sağlayalım, diye-rek. Ama hiçbirini kabul etmedik. Böyle yardımetmek isteyenleri hep biliyorduk, onlar hepyüreğimizin bir tarafında oldular. Ama biz maddidestek almak yerine, "Bizim bir oyunumuz var,tiyatromuza yardımcı olmak istiyorsanız bulun-duğunuz yerde oyunumuzun organizasyonunuyapın, gelip oynayalım, böylece tiyatro çalışma-mıza katkı sunmuş olursunuz." dedik. Para ola-rak destek kabul etmedik, çünkü onun yükü ağır-dır, onu bildiğimiz için bu şekilde çözümler üret-meye çalıştık. Burayı yaptık, tabii burası çok eski,fiziki olarak çok kötü ama, tarihsel kültür olaraközellikle sol kültür olarak çok eski, önemli bir yermekan olarak. Buranın en önemli özelliğindenbiri Türkiye öğretmen hareketinin merkeziolmuş olması, siyasi hareketin merkezi olmuşolması, tüm örgütlerin... TÖS'den başlayarakTÖB-DER çalışmalarını burada yapmış. Şimdi kar-şıda yer alan Ganyan Bayii, Barış Kıraathanesi'ydieskiden, 1980 öncesinde. Yönetimi alanlar bura-da binadaydı, muhalefet ise BarışKıraathanesi'nde olurdu. Sonra seçimler olurdu,yönetim değişir, bu sefer eski yönetim BarışKıraathanesi'nde toplanırdı muhalefet olarak,eski muhalefet de burada yönetimde olurdu.1967'li yılları Seçkin Selvi ile konuşmuştum,Sermet Çağan'ın eşiydi. İlk kez burada 1967'deTÖS Tiyatrosu'nda Sacco ile Vanzetti oynanmış-tı... Ve burada o oyunu yaparken TÖS Tiyatrosuolarak "Ayak Bacak Fabrikası" adlı oyunu çokünlenmişti. O oyunda yine buradaki çalışmalarsırasında yazılıyor. Burada hatta Seçkin Selvianlatırdı "Burada provadan çıkardık, Sirkeci'yekadar paramız olmadığı için yürürdük, arabavapuruna kaçak binerdik. Sermet vapurda yazar-dı, ben de gidip evde temize çekerdim." diyeŞimdi sinema yönetmeni Yavuz Özkan'dan tutunda birçok insan o dönemde ilk defa burada sah-neye çıkmış. Pertevniyal Lisesi'nden mezun bir-çok insan, şu an sanat dünyasında yer alan, siya-sal olarak öne çıkan birçok insan ilk kez buradaçalışmalar yapmış. Yine anılardan dinledikleri-mizden bildikerimiz var. Deniz Gezmiş'in buradakonferans verdiği, İbrahim Kaypakkaya'nın kon-ferans verdiği bir mekan burası. Özellikleİbrahim Kaypakkaya'yı anlatırlardı. Gelip konfe-rans verecek diye, herkes heyecanla bekliyor...

Tabii devasa bir adam hayal ettikleri için karşıla-rında ufak tefek bir genç görünce şaşırıyorlar-mış. Böyle anılar da geçer... Yani hem kültürelsanatsal anlamda, hem sol siyasi tarih açısındançok önemli bir yer. Ama bu özelliğini yitirmedi,çünkü daha sonra da biz aldıktan sonra da bir-çok ilkler burada gerçekleşti. OyuncularSendikası burada kuruldu, burada gelip toplantı-ları yaptılar. Tiyatro Oyuncuları Derneği yineçalışmalarını yürütüyor. O gelenek kendiliğindenbir şekilde sürüyor. Ruhundan kaynaklı herhalde.Burada yaptığımız oyunları, burada oyunayıpsonra turnelere çıkıyoruz, organize edebildiğimizkadar, kendi yağında kavrulmaya çalışan, müsta-kil tiyatro yapan böyle garip tipleriz yani...

ÖNSÖZ: Ayışığı Sanat Merkezi ve DevinimTiyatro Atölyesi olarak bizim için de önemli biryeri var buranın, ilk oyunumuzu burada oyna-mıştık çünkü. Şimdi Salpa'ya gelelim. NedenYılmaz Güney, neden Salpa? Bu oyunu seçme-nizdeki etken nedir?

HALİT KARAATA: Neden Yılmaz Güney? O, buülkenin yetiştirdiği en önemli sanat adamların-dandır bence, özellikle sinema alanında. Benedebiyat yönünü de severim Yılmaz Güney'in.Daha çok sinemalarıyla anılır ama ben romanla-rını da hikayelerini de iyi bulurum. Başka insan-lar da vardır, insanların pek üzerinde durmadığıama benim beğendiğim, önemsediğim yanlarıolan... Nazım Hikmet'in oyun yazarlığı böyledirmesela çok önemlidir bence. Yılmaz Güney'in deedebiyatçı kimliği, sinema kimliği kadar önemli-dir, ama sinema kimliği çok öne çıkan bir kimlik-tir. Senaryo yazarlığı yönü güçlüdür, bunun tartı-şılır bir tarafı yok. Ama yazarlığı da iyidir. Onuniçin Yılmaz Güney'in bir metnini oynamak, belkibu yönünü de biraz daha vurgulamak adına veYılmaz Güney'i anmak adına seçtik diyebilirim.Salpa meselesine gelince... Salpa öyle bir eser ki,kendi döneminde, şu anda olduğu kadar öneçıkan bir şey değil. Yılmaz Güney'in müthiş biröngörüsüdür bu diyebilirim. Öngörü yaptığı bireserdir Salpa. Yılmaz Güney'in döneminde bubahsi geçen tüketim kültürü ve özgürlüklerinkısıtlanması, kültür bombardımanı vs. meselesiçok da güçlü değildi. Biz de yaşadık o dönemi...

55Bahar

Page 56: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Biraz çocukluğumuza, biraz delikanlı çağlarımızarast gelir. O zaman egemen kültürün argüman-ları bu kadar güçlü değildi, elindeki olanaklar dabu kadar çok değildi. Mesela bir televizyon yoktuelinde. Sonraları bir TRT vardı günde 4 saat yayınyapardı.. TRT bugün olsa komünist kanal falandenirdi herhalde. Burjuvazinin üç beş gazetesivardı belli başlı. Birkaç magazin dergisi vardı Ses,Hayat gibi.. Tercüman, Milliyet, Hürriyet bellibaşlı gazetelerdi. Bilboardlar yoktu, otobüslerin,dolmuşların üzerinde reklam yoktu... Dolmuşa,otobüse bindiğinde önünden ekran geçmiyor-du... Böyle bir reklam tüketim bombardımanınamaruz değildi insanlar. O dönemde buna dair birşey yazmış Yılmaz Güney... Tüketim bombardı-manıyla insanların aklının alınması üzerine birşey yazmış. Şimdi o bahsettiği olay çok dahagüçlü vaziyette yaşanıyor. Şu anda mesela,Yılmaz Güney'in döneminde belki Salpalar par-makla gösterilecek kadardı, nasıl diyelim % 20Salpa vardı diyelim, ama bu onu yazmaya itmiş.Şimdi Salpa sayısı çok daha fazla.Madem Yılmaz Güney Salpalara bir göndermeyapmış, sayıları bu kadar azken. Salpa sayısı bukadar çoğalmışken artık bunu gündeme getir-mek gerekir, diye düşündük. Çünkü eser o gün-den çok bugüne hitap ediyor.

Şu anda bir bombardıman altındayız, bir propa-ganda bombardımanı altındayız, mesela bazıreplikler var: "Afyon'a gitmek isterken Aydın'agönderecekler seni otobüs çığırtkanları, don las-tiği alacakken, o parayla bilmem ne birası içire-cekler sana..." diye. Bugün bu, medyanın yön-lendirmesi... Üstelik Yılmaz Güney bu eseri yaz-dığında medya filan hiç yok ortada...

ÖNSÖZ: Evet, bugün herkesi etkileyen çokgüçlü bir medya söz konusu.

HALİT KARAATA: Tabii, herkesi etkiliyor, biz dedahil. Bizler daha az etkilenenleriz, daha çoketkilenenler var. Tümüyle medyanın yönlendirdi-ği insanlar var.. Yılmaz Güney'in yaşadığı dönem-lerde bunlardan arınabilmek mümkündü. Bu türyönlendirmelere katılmayan, etkisinde kalmayanbirçok insanımız vardı. Örneğin sigara diyelim.Birinci içerdi insanlar, asker sigarası içerdi; izma-

ritli, marka sigara içmek küçük burjuvacılıktı.Böyle bir dönemde yazmış bunu Yılmaz Güney.O zaman insanlar son derece tutumlu, tasarruf-lu, kolay kolay bir şeyi satın almayan insanlarındönemi... Herşeyin gıdım gıdım harcandığı, eski-yen bir şeyin atılmadığı, yeniden başka şekildedeğerlendirildiği bir dönemden bahsediyoruz.Yılmaz Güney'in o yazdığı şey biraz da geleni gör-mek. Geleni görüyor. Hasan HüseyinKorkmazgil'in de öyle bir şiiri vardır ya "Birgünçıkıp geldiler, anlamsız sözleriyle... " diye. Neyingeldiğini görmüştü, biz de bu nedenle bugünSalpa'yı gündeme getirdik ki, Yılmaz Güney'i yadedelim, öngörüsünün hakkını teslim edelim iste-dik. Yılmaz Güney'in ağzından insanlara bunu birkere daha söyleyelim istedik. Durumumuz buduryani... Salpa durumundasınız diyoruz yani...

NAZİF USLU: Yılmaz Güney'in önermesi çok açıkve nettir: Sosyalizm. Salpa'daki önermesi debudur. Yani milliyetçi, faşizan, bölgesel bir tavırınötesindedir ve ey yoksul senin kurtuluşun sosya-lizmde, demektedir. Onun çok net önermesi buolduğu için en azından yalnız biçimsel olarak ,fiziki olarak, kaba bir put görüntüsünün algılan-masının dışında bir işlev yüklenmiş oluyor Salpa.Çünkü onu canlı bir organizma haline getiriponun dünya görüşünü, kurtuluşun nerede oldu-ğunu gösterebileceği bir metin, bir roman oldu-ğu için zaten onun bu özellikleri öne çıkarılarakHalit arkadaşımız tarafından sahneye konuldu.Bazı işler vardır, sen bir yerden bakarsın ve onuoradan doğru kurgularsın, ama onun dışında odoğallığıyla anlattığı çok başka şeyler de vardır.Salpa'nın böyle bir özelliği de vardır YılmazGüney'den kaynaklı. Yani bugün Yılmaz Güney'isadece biçimsel olarak algılayanlar var. "YılmazGüney'in düşüncesi bu ey vatandaş buna dabak" demiş olduk.

HALİT KARAATA: Ben şöyle bir ekleme yapayım.Bir sanatçının birçok eseri vardır fakat bir tanesimanifestosudur onun. Yılmaz Güney'in manifes-tosudur bence Salpa.. Kendi manifestosunu yaz-mış onda. Edebi bir eser yazmanın dışında mani-festo yazmış. Bu da Salpa seçimimizin nedenleriarasındadır. Bütün eserlerinin içerisinde o mani-festo gizlidir, Salpa'da sarihtir yani açıktır.

56 Bahar

Page 57: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

ÖNSÖZ: Asıl olarak Salpa adlı eserinden alındı oyun. Ama başka oyunların-dan da yansımalar var sanırım. Buna da değinir misiniz?

HALİT KARAATA: Yılmaz Güney'in Salpa eseriçok değerli ve güçlü bir eser olmasına rağmentiyatral bir eser değildir. Tiyatral olmadığı için deoyunlaştırılması konusunda da bazı denemeleryapılmış ve sıkıntı yaşanmıştır. Salpa'yla birtiyatral sahneleme yapmaya kalktığınızda o biranlatı olduğu için sürekli anlatıcı yoğunluklu bireser, karşılıklı diyaloglar yoktur. Sen şusunSalpa, sen busun Salpa gibi geçtiği için, bizimanlatıcı arkadaşlarımızın aktardığı kısımlar bun-lardır... Bazen Salpa'nın bir iki çığlığı ya da ceva-bı şeklinde bir anlatım vardır. Böyle bir eseritiyatral hale getirmenin zorlukları var. Ben o anlamda eseri biraz daha tiyatralhale getirmek için başka kaynaklar kullanmak zorundaydım. Ya ben o esere biriki eklenti yazacaktım ki, bu hiç doğru olmazdı... Yani Yılmaz Güney'in eserininiçerisine kendi kalemimizden bir şeyler eklemek sağlıklı bir şey olmazdı. Ozaman ikinci seçenek Yılmaz Güney'in diğer eserlerinden buraya taşımalaryapmaktı. Onlara baktık, hücredir, sanıktır, sopa olayıdır, diğer eserlerindenalınmadır. "Ölüm Beni Çağırıyor" kitabından alıntılar var mesela... Güney'indiğer eserlerinden bazı uygun parçaları alıp, bazılarını tamamen mizansenolarak yerleştirdik. Bazılarını da Salpa'ya ya da Kıvırcık'a yükledik. Bu tip sah-neler var oyunun içinde. Yılmaz Güney'in hayatına ilişkin yazılmış biyografikbir eserden de yararlandım. Bazı sahneler de bire bir kendi hayatından bölüm-lerdir ve onlar eklenmiştir.

Hayatında geçen bir diyalog, hayatında geçen bir anı... Bir karakol sahnesi var-dır, orada annesine "Kadın git, çocuğunu emzirme yeri değil burası" denmek-tedir. Bu gerçekten Yılmaz Güney'in annesine söylenmiş bir laftır, bu Salparomanında geçen bir şey değil. Orada hücrede annesinin hayali olarak getir-dik biz. Kürt olmasını inkar etmesi ve pişman olmasıyla, nasıl ben aslımı inkarettim, diye anlatılan kısım da Yılmaz Güney'in annesinin yaşadığı bir şeydir.Ben burada Kıvırcık karakterini biraz güçlendirdim. Salpa'daki Kıvırcık bu kadarbelirgin bir karakter değil. Kıvırcık kitapta Konyalıdır. Ben Kıvırcık'ı oyunda Kürtyaptım, Muşlu yaptım. O Kürt ilinden gelen bir gence de değinmiş olmak için.Bunlar benim yaptığım değişiklikler. Ne derece doğrudur, iyi olmuştur konu-şulabilir tabii.. Ama ben günün konjonktürel durumu, bugünkü yaşananmeseleler, Yılmaz Güney'in kimliği ve benzeri nedenle biraz Kürt kimliği üze-rinden de işlemek istedim ve Kıvırcık karakterini bu şekilde güçlendirdim.Mümkün olduğu kadar sözlü müdahalede bulunmadım, bir tek sahnede var-dır eklemiş olduğum diyalog, o da babasının kundura sattığı pazar sahnesidirki, o pazar sahnesini başka türlü sahnelemek mümkün olmayacaktı. Çünkükitapta hiç diyalog yok, anlatım var. Bu şekilde hem zihinsel alıntılar var, hemcoğrafi anlamda değişiklik yapılarak kullandığımız alıntılar var. Bir intihar sah-nesi var Ölüm Beni Çağırıyor hikayesinden alıntıdır, böyle alıntı sahnelerimizvar.

57Bahar

Page 58: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

ÖNSÖZ: Yılmaz Güney, Salpa için "Hayatın daraldığını hissedip taşradanİstanbul'a kaçan aradığını bulamayan, yoksulluğunu anlamlandıramayan,ama arayışını inatla sürdüren bir delikanlı..." demiş. Bugünün Salpa'larınabakalım. Bugünün Salpa'ları hangi gerçeklerle yüz yüze kalıyorlar? Arayışlarınasıl bir yol izliyor?

HALİT KARAATA: Sanıyorum Salpa'lar tarihsel süreç içerisinde hiç değişmemiş-lerdir. Sadece demin söylediğimiz gibi taşradan gelmek, kendine bir yer ara-mak, tarihsel süreç içerisinde hep gördüğümüz bir şey... Kent köy arasındakiayrımlar oluştuğundan beri tarihsel süreç içinde hep yaşanmış bir şeydir. Salpada bunlardan biridir. Salpa'da olan hala de devam ediyor ve köy-kent kavram-ları ortadan kalkıncaya kadar da devam edecek bir durumdur bence... Bulunduğun yerin dar gelmesi ve yola çıkıp başka bir yer edinmek hikayesiinsanlığın hikayesidir zaten. Salpalar yine aynı durumdalar.. Köyden kalkıpbüyük kente geliyorlar, bazen şehir değiştiriyorlar, şehirden şehire arayışlarolur bazen.Yerlerini arıyorlar ama o günden bugün arasındaki en büyük fark bu

yer edinme kavgasında, yerinizi kaybetmeni-zi isteyenler, yerinizi bulmanızı istemeyenlerçok daha güçlü, çok daha fazla argümanlarave silahlara sahip. Sizin kafanızı artık dahaçok ve daha iyi karıştırabiliyorlar. Eskidenkafa karıştırmak çok daha zordu. Şimdi şöylebir şey var, her şey çok daha fazla, seçeneklerpek çok ve bu da çok iyi bir şey gibi görünü-yor. Ama bu çok fazla seçeneğin olması iyi birşey mi?.. Çok tartışılır bir durum... Biz mese-la eskiden bir kitap bulmak için arardık,soruştururduk, bir arkadaştan zorla bir kitapbulunur, teksirden çoğaltırdık, olmadı yazıyageçirirdik. Ya Türkçe'ye çevrilmiş varsa, ki

çoğunlukla yasaktır, sansürlüdür... Şimdi bir kitabevine giriyorsunuz silmekitap var yani, hangisini alacağınızı şaşırırsınız.. Siz bir Orhan Kemal'in eserinibir Nazım Hikmet'in şiirini bulmak için mücadele verdiğiniz, uykusuz kaldığınız,rüyasını gördüğünüz o kitap benim elime bir geçse diye düşünürken eskiden,şimdi daha rahat seçme şansınızın olduğu bir ortam varmış gibi duruyor, amabu kıymetsizliği getiriyor. Bu da o eserin geçmiş dönemlerde yaptığı etkiyiyaratmıyor. Ben öyle gözlemliyorum, geçmiş dönemde insanların üzerindeyaptığı etkiyle şimdi insanların üzerinde yaptığı etki aynı değil. Yani biz o eser-lerden birisini okuduğumuz zaman dünyamız değişiyordu, bütün taşlarımızyerinden oynuyordu. Bizler harekete geçiyorduk, başka bir adam oluyorduk.Bir kitap okudum hayatım değişti meselesi vardır ya hakikaten öyleydi...Şimdihayatlar o şekilde değişmiyor yani...

ÖNSÖZ: Peki bugünün Salpa'larını anlatmak için ne yapmalı? Yılmaz Güneyaydın bir sanatçı olarak o dönemin işçi sınıfının bir sorununa parmak basmış.Peki bugünün insanına gelirsek, aydınlar, sinemacılar, tiyatrocular olarakaydın kişiler bu tür sorunları nasıl ele almalı? Buna nasıl bakıyorsunuz?Buradaki sorumluluklarımız neler?

58 Bahar

Page 59: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

HALİT KARAATA: Aydınların sorumluluğu budurzaten... İnsanları dürtmek sorumluluğu vardır,öyle diyeyim yani... Uyandırmak demeyeyimde... Çünkü o biraz iddialı bir laf olur... Sonuçtafazla misyon yüklemiş oluyoruz ama yarı uyan-mışsa da en azından şöyle tekrar bir, kendinegetirme sorumluluğumuz vardır. Bizim zaten asılmisyonumuz budur. Varolma nedenimiz buduryani. Bizim gibi işlerle uğraşanların tarihsel ola-rak varlık nedenidir bu aynı zamanda. Zaten butoplumsal ayrışmadaki görev bölümü de tarihiçerisinden buradan çıkmıştır. Toplumsal ilişki-lerde bu görev bölüşümünde dürtme misyonuverilmiştir bir takım adamlara. Onlara hatta birsüre sonra üretime de gelme demişlerdir insan-lar. Kabile topluluklarında bile böyle olmuşturyani.. Şamanın çıkışı böyle... Aaa bak seninkafan daha farklı çalışıyor, sen üretime, avlanma-ya gelme demişlerdir. Sen bizi dürtme işleriyleuğraş bunlara kafa yor, diye gelme demişlerdiradama. Sen şaman ol demişler. Şimdi aynı mis-yonu devam ettiriyorsun öyleyse bunu yapacak-sın. Ama şimdi Mehmet Salpalar nasıl anlatırızmeselesine gelince o gerçekten çok karmaşık birşey. Kafa yorduğumuz bir şey, çok da içindençıkamadığımız bir şey.

ÖNSÖZ: Hem izleyiciye anlatacaksın hem defark ettireceksin.

HALİT KARAATA: Evet, fark ettirmek. Anlatmak…Tamam hadi yaparsın anlatırsın eyvallah..Anlatırsın sorun değil, ama onu ne kadar anlar,anlattığından ne kadarını alır? Bu da bir dereceama asıl olan işte bu fark ettirmek misyon bu...Salpa'yı oynuyorum, geldi seyretti. Ne anladı?Bir de nasıl uygulayacak meselesi var. Tamam,duyurduk diyelim üç kişiye beş kişiye, insanlaruyandı.. Evet, ben böyle olmak istemiyorumdedi... Salpa'yı izledim çok etkilendim, ben bura-dan çıkmalıyım, söyleyin ne yapayım? Bana birde bunu söyleyin dedi... İşte o sorduğu sorununcevabı çok zor yani...

NAZİF USLU: Bütün yeni söylemler, yeni sanatsalakımlar ciddi kargaşa ve yıkımlar içerisindençıkar. Bu hep böyle olmuştur tarihsel süreç içeri-sinde. Eğer ideolojik olarak yeni söylemler, dün-

yaya yeni bakış ve yorumlamalar çıkmadığı süre-ce sanat da kendi içinde sayar durur. Bu gelişim,yenileşen dünya görüşüyle paraleldir. Sol açıdanbaktığımızda kavga ne kadar yükselirse, muhale-fet ne kadar çoğalırsa, söylem genişlerse, yenile-şirse, yeni üretimler de o ölçüde gelişecektir. Odüşük olduğu zaman senin sanatçın da dağılır.Çünkü zaten bu alan gevşek bir alandır. Çokdoğallığıyla disiplinli yürütülen bir alan değildir.Bunu yönlendirecek yeni söylemler, yeni düşün-celer üretmek gerekir ve oradan yola çıkmakgerekir. Ve birileri de bunu yapıyor.Postmodernizmden tutun da bir sürü konudayeni üretimler yapıyor. Ama karşı taraf bunlarıyaparken sen ne yapıyorsun? Sende yenileşenbir şey yok. O zaman doğallığıyla bizlerde, sanatalanında da yeni bir şeyler gelişmiyor.

HALİT KARAATA: Şunu söyleyeyim ki, bu konudapek benim gibi konuşana rastlamazsınız. BuDolayısıyla insanların özgürleşeceği alanlar çokazaldı... konu benim özel ilgi alanım. Bu konuylailgili bir adam yok Türkiye'de, dünyada vardır dakaç tanedir onu bilmiyorum yalnız. Bir defa oyunüzerine kitap yoktur. Çok sınırlı sayıda bir kaçkitap bulabilirsiniz. Oyun dediğimiz şey bir altyapı kurumudur, üst yapı kurumu değildir. Oyunbir kültür değildir. Bunu unutmamak, bunu başköşeye koymak lazım. Oyun bir kültürel bir hare-ket değildir. Hayvanlar da oynar. Bu bir güdüdür.Bu güdüyü değiştiremezsiniz. Kültür olsa değişti-rebilirsiniz bir şekilde zaman içinde..Engelleyebilirsiniz, refize edebilirsiniz, kültürlerdeğişebilir, yok edilebilir vs. Güdüler yok edile-mez. Oyun güdüdür. Kedi karnını doyurur, yanizorunlu ihtiyaç karşılanır, sonra oyununu oynar.Yani ekonomik alanda, aç kalmamak için avınıyakalamak için gereken çabayı gösterir. Aslaniçin de diyelim ki, böyledir. Avlanma sırasındagereken hareketleri yapmak, dikkat etmekzorundadır. Hiçbir hata yapamaz çünkü hatası açkalmasına neden olur. Bu alanda hiçbir keyfihareket yapmaz. Bu keyfi olmayan alanı yaşadık-tan, avını ele geçirip yedikten, karnını doyurduk-tan sonra başlarlar boğuşmaya, oynamaya...Oynamak üretim alanında, kendini kısıtlayanvarlığın, hayvanlar da dahil bütün canlı varlıklar,varlığında olan potansiyel hareket kabiliyetinin

59Bahar

Page 60: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

uygulanmasıdır. Artık istediği keyfiliği isterseyapabilir. Ama avlanma sürecinde bu keyfiliğinikısıtlıyor. Bunalıyor, isterse başka hareket yapa-bilir ama avlanırken bunu yapmıyor. Geliyor,bunu oyun zamanında bu sıkıntılı durumu oyna-yarak atıyor. İnsanlar için ise daha gelişmiş şekil-dedir bu durum. Oyun daha sonra kültürleşmiş-tir ama temel olarak güdüdür. Bir güdüyü elegeçirir ve böyle yok ederseniz, bunun enerjisisizin üzerinize mutlaka döner. İşte böyle hatalar,hata yapıyorlar dediğim şey budur işte burjuvaziiçin. Böyle bir kendine güvenin ve pervasızlığıngetirdiği hata... Bir bakıma da zorunlu buna,bakıyor ki, para geliyor bu alana el atınca..Kapitalizm de para üzerine kurulu zaten...

İşte böyle alanlarda bizim çok dikkatli olmamızlazım. Bunları biz nasıl kullanırız, nasıl anlatırız,buna kafa yormak lazım. Ama biliyoruz ki 60-70’li yılların ya da geçen yüzyıla ait birtakımmuhalif devinimlerle bire bir aynı sürdürülmesiaynı sonuçları vermeyecektir artık. Her sınıf ken-diliğinden zaten yok olur. Bunu özellikle de yık-maya gerek yok, her şey eskir, yıkılır ve yok olur.Ama bu süreci çok daha hızlı hale getirmek çaba-sıdır muhaliflerin yaptığı şey. İşte evrimden çokdevrim isteniyorsa eğer daha güçlü yöntemlerdüşünmek, kafa yormak lazım. Böyle bir şey bul-duğumuzu söyleyemeyiz, ben bulamadım enazından... Biraz daha düşünmemiz gerekecek,biraz da dayak yememiz gerekecek. ÖNSÖZ: Sohbetimiz güzel gidiyor.. Ama sizin devaktinizi almamak açısından oyuna dönelim.2,5 saate yakın uzun bir oyun Salpa. Ama akıcıolması onu sıkıcı olmaktan kurtarmış. Hemdekor ve sahneleme aşamasından bahsetsek..

HALİT KARAATA: Oyunun uzunluğu teknik birmesele. Oyun o kadar uzun değil. Oyunu prova-da oynuyoruz, bir saat elli beş dakika... Sahneyeçıkıyoruz, iki saat yirmi dakika... Tekrar prova alı-yoruz... Yok diyoruz biz yanlış hesapladık gali-ba... yine bir saat elli beş dakika... Oyuna çıkıyo-ruz bu sefer iki saat on dakika... Şöyle bir şeyyaşadık; prömiyerde oyun iki saat kırk dakikasürdü. Çok aklımın yattığı bir şey değil bu.. Halaanlamış da değilim... Sonra gala da iki saat 20dakikaya indi. Sonra iki ona indi... Sonra ben rep-

liklerden kırptım.. En son oynadığımızda bir saatelli beş dakikaya indi. oyunun uzunluğu o anlam-da yanıltıcı olabilir... Bu bir teknik sorun aslın-da... Aslında tempolu ritim üzerine kurulmuş biroyundur... Teknik olarak oyuncuların buna alışıkolmaları gerekir. Uygulama aşamasında bazıproblemler yaşadık. Bu problemlerden dolayıkadroda değişiklik de yapılabilir diye düşündük.Bizim koyduğumuz tarz ve ritme bazı oyuncula-rın, geçmişteki oyunculuk tarzları ve alışık olduk-ları ritim uyuşmuyor. Bunu giderebiliriz diyedüşündük fakat tam olarak bunu gidermekmümkün olmuyor. Bu problemle ilgili bir çözümüreteceğiz.

ÖNSÖZ: Oyun hala yeniliyor kendisini şu anöyle mi?

HALİT KARAATA: Evet, aynen öyle.. Oyun sahne-lendi, seyirci de beğendi belki ama, bizim istedi-ğimiz düzeye henüz ulaşmadığı için değişimleryapılıyor.. Benim provalarda gösterdiğim, çalış-tırmak istediğim tarzla uygulama tam istediğimizgibi olmadı. İzleyici memnun ama bizim istediği-miz düzeyde olmadı oyun henüz. Yeniden prova-lar alıyoruz. Bu teknik sorunu çözmeye çalışıyo-ruz. Yaşadığımız dönemde bu kadar uzun oyun-ları seyredemiyor insanlar. İnsanların bir debüyük şehirlerde ulaşım gibi bir sorunları var.Evlerindeyken uzun bir filmi seyredebiliyorlarama başka bir yerde bu olmuyor tabi. Zaman çokönemli bir kavram... Evinde daha rahat bir ortamvar her şeyden önce. Zamanı çok hızlı kullanı-yorlar artık. Ritim çok önemli. Bir kent ritmi varve bu kent ritminde yaşayan insanlara görehazırlamak lazım oyunları.

ÖNSÖZ: Hem hızı hem de derinliği bir aradavermek önemli...

HALİT KARATA: Evet zor olan bu, arkadaşlarımı-zın zorlanmasındaki neden de odur. Hem ritmihızlı tutacaksınız, hem de derinliği, manayı kaçır-mayacaksınız.. Zor olan yönü bu.. Hani benolmuyor daha çabuk olsun diye üsteliyorum,ama seyircinin de oyuncunun söylediği sözünmanasını yaşaması, hissetmesi lazım. Hız demek

60 Bahar

Page 61: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

görememek demektir. Atla bir yere giderseniz her yeri görürsünüz, trenle gider-seniz geçer her şey, hiçbir ayrıntıyı göremezsiniz. Kapitalizm de çok seviyor o hızı,çünkü ayrıntıyı göstermeyi sevmez. Ayrıntılar çünkü onun için problemli yerler-dir. Onun için sokak aralarına sokmak istemez seni. Tren yolunun geçtiği yerler-de binaların ön cepheleri boyalıdır, parklar bakımlıdır falan, arka taraf yıkılıyorama... Çünkü öyle istiyor, buradan geçen adam güzel görsün her şeyi.. Amainsan trenden iner de sokak aralarına inerse her şeyi ancak o zaman görecektir.Kapitalizm gerçekliği gösterememeyi sever. İşte bizim de böyle bir problemimizvar. Çünkü alıştılar artık bu hıza. Oyunu yavaşlatamayız. Ama hızı düşürmedensokak aralarını gezdirebilmemiz lazım. Ayrıntıları da göstermemiz lazım.

ÖNSÖZ: Çok hızlı olduğunda da bir süre sonra mesajlar yitmeye başlıyor uzunsüreli seyirlerde...

HALİT KARAATA: Evet, evet.. Çok doğru tespit... Eli aşağıda başlıyor tık tık tıkmesajları atmaya... Üff abi patladım.. Bu ne tiyatroymuş... Ruhum sıkıldı pufff ,diye başlıyor... Şu anda sanat hareketindeki en büyük problemlerden birisi busanırım. Zaman, hız sorunu.. Çözemediği şey bu... Biz de deniyoruz. Becerebilirmiyiz bilmiyorum...

ÖNSÖZ: Şimdi son sorumuzu sormak istiyorum. Sanata ve sanatçılara yöneliksaldırılar söz konusu. Bu süreçte bir de platform kuruldu. Bunu nasıl değerlen-diriyorsunuz? Bu platformda yer alıyor musunuz? Yaşayan bir organizmayadönüşmesi için bu platformun neler yapılması gerekir sizce?

NAZİF USLU: İnsanların mesleğini, özgürlüğünü savunması elbette güzel, fakatbunu nasıl yaptığın da çok önemli. İnsanın yaşam ilişkilerinde özle sözün birolması gerekiyor. Biz de gittik destekte bulunduk, anlattık, bu tür yerlerin özerkolması gerektiğini savunduk. Birçok meslek örgütü var, ancak platformu oluştu-ranlar bu meslek gruplarına hiçbir şekilde başvurmadılar birilikte hareket edelimdiye.

Her şeyden önemlisi bizim meslek tanımımız yok. Biz kimiz, ne iş yaparız, sanat-çı kimdir? O çıkar, bu çıkar ben sanatçıyım der, herkes sanatçı bu durumda...Bizim çok temel sorunlarımız var. Eğer onları çözemezsek, o yalan bu yalan al senbiraz oyalan, etkinlikleri olur bu tür oluşumlar. Biz oyuncular sendikası kurdukama torba iş yasasıdır bu, bilmem neredeki muhasebeci de gider üye olabilir.Çünkü yasa seni bu anlamda tanımlandırmıyor. Önce kendimizi tanımlandıraca-ğız sonra yapılanmalar oluşturacağız. Ona göre kavgamızı vereceğiz. Bu anlamdahep doğru durmak gerekiyor. Bizler örgütlülüğü her zaman savunduk. Toplumundiğer katmanlarından kendini hiç ayırmadan mücadele etmek gerektiğine inanı-yoruz. Diğer türlü ben dümenimi kurmuşum, hiçbir şeye karışmıyorum, diğerleribeni ilgilendirmiyor, deniliyorsa burada bir sorun var, demektir.

ÖNSÖZ: Zevkli ve bir o kadar verimli sohbetiniz için her ikinize de çok teşekkürediyoruz Önsöz olarak. Yeni oyunlarınızda tekrar görüşmek umuduyla...

NAZİF USLU- HALİT KARAATA: Biz çok teşekkür ederiz.

61Bahar

Page 62: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

söyle sabah

ne dolsun gözün

ağlamağa “a” diyelim mesela

gülmeğe “b”

“c” olsun öfke

ağıtsa “d”

sayısız seçeneği var bu puşt bilmecenin

sen

hangisisin

kimse bilmiyor

nasıl çözülür

dünün yüklediği hüzün

giydiğim bu kanlı kaftanın bilmecesini

bilmiyor kimse

yaşam kime güle

kim yaşarken öle

sahi ece

söylesene

yüreğe saplanan mermi

kaç gram çekmekte

bir hayatı karartmanın ağırlığı ne

söyle

bu coğrafyada

ne zamandan beri kan renginde açmakta

karanfiller

işte ama

öyle bir an dayanır ki insanın alnına

mesela

ölümünden bir yıl sonra

Orhan İyiler'in mezarı başında

enternasyonal söyler çocuklar

yumruklar havada

güler yaşam kahkahayla

62 Bahar

Selah Özakın

Page 63: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

ki şimdi göçmüş olan o

Sinan'ı almaya gittiydi babasıyla bir zamanlar

bu

yürek gibi yürek isterdi

düşünün bir

yıl bin dokuz yüz yetmiş bir

bir devrimciye sahip çıkmak

kolay değildi

ya baba

ya da Orhan İyiler olmak gerekti

ki zaten o

baba yarısı Orhan İyiler'di

mezarı başındayız şimdi

hava buz

geçen yılki gibi

ama Zeynep

ama Songül

Fatma

ve bir kolunu

dostlarına ve inandığı davasına feda etmiş Vefa

ve

ve adlarını bilmediklerim erkekler

kadınlar

hepsi sıcacıklar

tıpkı dünden güne gelen

oradan yarına iletilecek bir türkü gibi

hep bir ağızdan enternasyonal söylüyorlar

ah

ne güzel Orhan ağbi

aradan bir yıl geçti

ama yürek dostların

direnişlerilerinde yaşatıyor seni

ve direnen yüreğini

63Bahar

Page 64: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

64 Bahar

Yarım Kalmış

Bir Öyküydü GeçmişEkinsu

Uzun saçları yeni sürdüğü kınanın verdiği renkle kıpkızıl parlıyordu. Birçokinsanı imrendiren ela gözleri vardı. Gözlerinin etrafındaki derin kırışıklıklar onlarcayılın acısını, sevincini, umudunu taşıyordu. Her bir çizgi başka başka anıları barın-dırıyordu içinde. Tıpkı derin vadilerden akan Munzur suyu gibi. Her geçen günüiçinde taşırken Munzur, toprağı bir kat daha yarıyor, genişliyor, büyüyordu. Ve hergeçen gün Satı Ana'nın yüzündeki çizgiler de daha da belirginleşiyor, derinleşiyor-du...

75 yaşındaki Satı Ana yedi yaşındaki torununun saçını örerken kendi küçüklü-ğünü anımsardı hep. Aralık ayının soğuk bir kış gecesinde gözlerini dünyaya açmış-tı. Çığlıkları buz gibi havayı yarmıştı adeta. Minicik bedeni çırpınırken "Bu da kızoldu Xate" sesinin odadakilere verdiği acıyı hiç hissetmemişti. Annesi, bitkin düş-müş haliyle kucağına alırken uzun uzun bakmıştı kızına. "Keşke ölseydin." derken,hiçbir zaman dile getiremeyeceği, yüreğinin yeniden sızladığını hissetmişti.

Kız çocuğu olmanın anlamsızlığı ne kadar büyükse beşinci kız çocuğu olmanınanlamsızlığı daha da büyüktü. Belki de bunu farketmiş olsa ki, ablaları küçük yaş-lardayken dahi çocuk olmanın gereğinden vazgeçmiş, sessiz sedasız her söylenilenebaş eğmişlerdi. Oysa Satı daha beş yaşındayken tüm sözlerden dışarı çıkar, sorula-rıyla evdekilerin kafasını şişirir, istediği olmayınca ortalığı darma duman ederdi.Hele biri Satı'ya bağırmaya görsün, koca bir taşı kafasında bulurdu.

Hırçın zamanları hiç bitmezdi. Dokuz yaşındayken komşularının oğlu Baran'ıitmiş, kolunun üzerine düşen çocuğun omzu çıkmıştı. Bunun üzerine babasındanokkalı bir tokat yemişti. Bir hafta evdekilerle bu yüzden hiç konuşmamıştı Satı. Onagöre Baran hak etmişti, çünkü Satı her zamanki gibi yalnız oynarken bir ara az ile-ride bir at görmüş kendi kendine "Biraz daha büyüyeyim ben de ata bineceğim,çoook uzaklara gideceğim, hem de çok hızlı..." diye söylenmişti. Yanından geçerkenbunu duyan Baran da Satı'yla dalga geçerek "Sen kızsın, ne anlarsın ata binmekten,

uzaklara gidecekmiş bir de..." demiş ve ne olduysa bundan sonra olmuştu.Bahar en sevdiği mevsimdi, tıpkı baharda dolup dolup taşan Munzur suyu

gibi içi yaşama sevinciyle dolar, bütün çevresine de yaşamın tadını, güzelliği-ni gösterir, kendisi gibi yapardı herkesi. Dağlardan aşağı hızla koşar, koşar-

ken de avazı çıktığı kadar bağırırdı.Her yıl büyüdükçe üretkenliğinin ne kadar çoğaldığını görebili-

yordu. çevresindeki tüm kadınların aksine o, doğurganlığın, üret-kenliğin simgesi kadın olmakla gurur duyardı her zaman.

13 yaşına geldiği vakit yaşam dolu gözlerinin içindeki ışıltıkayboluverdi ve o an "Dur!" dedikleri Satı koşup gidemedi dağ-lara, tek söz edemedi onlara, kural buydu, töre buydu...Gelinliğini giydiğinde tek hissettiği içinden bir şeylerin kopupgittiği olmuştu.

Aklından geçtiği vakit bunlar, son örgüsünü yaparken toru-nunun gözünden düşen bir damla gözyaşı, torununun saçları ara-sında kayboldu...

Page 65: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Türk Sinema Tarihi Araştırmalarında Kaynak Seçimi

Bahar 65

Bir alanı tartışabilmek ve arka planını ortaya koymak, mutlaka o alanlailgili tarihsel bir bilgi gerektirir. Türk sineması da 1914’ten bu yana çekilen7 bini aşkın eserle her yönüyle incelenmeye değer bir alandır. Dolayısıyla,Türk sinemasının, siyasal, sosyal ve iktisadi olarak incelenebilmesi içintarihsel gelişimi iyi takip etmek gerek. Bugüne kadar Türk sineması üzeri-ne sayısız kitap okuyucuyla buluştu. Bilimsel olarak hiçbir değer ifadeetmeyen eserler de var, hiç emek verilmeden okuyucuya adeta yutturulaneserler de… Biz bu yazımızda Türk sinema tarihi araştırmasına el atanmeraklının incelemesi gereken kaynakları sıralayacağız.

Türkiye’ye sinemanın girişiyle ilgili sözü edilen ilk eserler AyşeOsmanoğlu’nun ‘Babam Sultan Abdülhamid’ kitabı ve Ercüment EkremTalu’nun 1943 yılında Perde-Sahne dergisine yazdığı yazıdır. Ancak, bubilgiyi de sinema tarihi çalışmalarında ilk kullanan kişi de Türkiye sinema-sı tarihi yazıcılığı alanında kurucusu sayabileceğimiz Nijat Özön’dür. (1)

Nijat Özön’e geçmeden önce, Türk sinema tarihi alanında Cumhuriyetöncesi dönemle ilgili dikkate değer özgün çalışmalardan söz edelim. Türksinemasının ilk filmi ile ilgili tartışmalar Osmanlı’nın son zamanlarına rast-lamaktadır. Bu açıdan, hem tartışmaları izlemek hem Osmanlı devletindesinema ile ilgili gelişmeleri görmek açısından Ali Özuyar’ın ‘SinemanınOsmanlıca Serüveni’ (2) ve ‘Bab- ı Ali’de Sinema’ (3) adlı çalışmaları oku-nabilir.

Türk sineması tarihi adıyla çıkan ilk kitap Nijat Özön’ün ‘Türk SinemaTarihi’ adlı çalışmasıdır.(4) Türk sinemasının devlet düzeyinde ciddiyealınmadığı, uluslararası alanda dikkate değer hiçbir başarının elde edilme-diği bir dönemde basılan kitap, sinemayı bir sanat ve aydınlanma aracı ola-rak kabul ettirme açısından ciddi bir adım oldu. Başta YÖN Degisi olmaküzere dönemin basını kitaba ilgi gösterdi. Özön’ün bu kitabı kadar önemlisayılabilecek bir diğer sinema tarihi çalışması ‘Türk SinemasıKronolojisi’dir. (5) Uzunca bir girişle Türk sinemasının Türkiye’ye girişyıllarını ve dönemsel dökümünü yapan Özön’ün bu kitabının en önemliözelliği Türk sinemasının kronolojik gelişimini dönemin iç ve dış olayla-rıyla birlikte vermesidir. Türk sinemasının eğilimlerini notlar halinde akta-ran yazar, dünya sinemasındaki gelişmeleri de aktarmış, sinemayı siyasal

Mazlum VESEK

Ekrem­Talu

Page 66: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

olaylarla birlikte incelemek için önemli örnek bir eser ortaya koymuştur.Özön’ün mutlaka ele alınması gereken bir diğer çalışması da ‘KaragözdenSinemaya’ adlı kitabıdır. (6) Türk sinemasını 1987’ye kadar tarihsel olaraktekrar ele alan yazar, 1950’lerden itibaren bazı alanlarda önemli bulduğuyazıları bir araya getirmiş. Birinci ciltte Türk sinemasını ‘Tarih-Sanat-Estetik-Endüstri-Ekonomi’ başlıkları altında inceleyen yazar ikinci cilttede, ‘Eleştirme, Eleştiri Yazıları, Sinema ve Toplum, Denetleme, Sinema veTV’ başlıklarını ele almış. Kitapta Bülent Vardar’ın yazarla yaptığı söyleşide, 1980’lerin ortamında sinema araştırmaları yapan bir gence bir sinematarihçisinin 20 yıl önceki tartışmaları ortaya koyması açısından önemli birektir.

Türk sineması hakkında araştırma yapabilmek için şüphesiz filmlerindökümüne ihtiyaç var. İnternet teknolojisinin her yere girdiği günümüzdeyine de filmler hakkında bilgilere ulaşmak için Agah Özgüç’ün ‘TürkFilmleri Sözlüğü’ (7) kitabı mutlaka başvurulması gereken bir kaynak.Çünkü, yarım asırlık bir sinema arşivi birikimine sahip olan Özgüç, filmle-rin yönetmeninden set işçisine kadar hiçbir bilgiyi ezbere yazmaz. Özgüç,iletişim teknolojisi ve internetin yaygın olmadığı 1960’lı ve 1970’li yıllar-da film setlerine kadar gidip, filmde kimin görev aldığını not ederek çalı-şan bir araştırmacıdır. Sözünü ettiğimiz sözlük farklı zamanlarda sürekligüncellenerek okuyucuyla buluştu. 2012 yılında hazırlanan çalışma en kap-samlı sözlük olarak raflardaki yerini aldı.

Sinemanın farklı konularında araştırmaları bulunan Özgüç’ün, Türksineması hakkında derli toplu bilgi veren bir diğer çalışması, ‘100 FilmdeBaşlangıcından Günümüze Türk Sineması’ (8) kitabıdır. Türk sinema tari-hi hakkında genel bir değerlendirme yaptıktan sonra 100 filmi ele alanÖzgüç, 1923’te çekilen Ateşten Gömlek (Y: Muhsin Ertuğrul) filminden iti-baren en iyi 100 Türk filmini ele alıyor. Hiç şüphesiz 1993’te basılan bukitabın ardından, Özgüç’ün ele aldığı bazı filmler ilk 100’lük listeden elen-di. Ancak, ilk 100 ile ilgili ilk değerlendirme olan kitabın Ertem Eğilmez’inArabesk’inden sonra; Yavuz Turgul’un Eşkıya’sından önce hazırlandığınıbelirtelim. 100 filmle birlikte kendi dönemine kadar başarılı bir sinemaokuması.

Düşünce veya ekol anlamında dünya sinemasına hali hazırda bir akımkazandıramayan Türk sineması, Türkiye’deki düşünce hayatını yansıtmasıaçısından azımsanmayacak bir birikime sahiptir. Türk sinemasında bir akımveya düşüncenin tartışıldığı ve yer bulmaya çalıştığı 1960’lı yıllarda ‘top-lumsal gerçekçilik’, ‘halk sineması’, ‘ulusal sinema’ adına bir kitap ortayaçıkmadı. Sinemamızdaki düşünce tartışmalarını ele alan ilk kitap HalitRefiğ’in ‘Ulusal Sinema Kavgası’ (9) adlı eseridir. Kitabın adına uyacakşekilde adeta herkesle kavga eden Refiğ’in kitabı kendini ulusal sinemacı-lar olarak adlandıran yönetmenler ve onların filmlerini anlamak için birin-ci ağız bir kaynak olduğunu söyleyebiliriz. Refiğ üzerine yazılan veya ken-disi ile yapılan söyleşilerden oluşan kitap sayısı dikkate değerdir; ancakİbrahim Türk’ün hazırladığı ‘Halit Refiğ- Düşlerden Düşüncelere

66 Bahar

Page 67: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Söyleşiler’ (10) kitabı hem röportaj tekniği açısından hem Halit Refiğ’insinema tarihine kendi penceresinden baktığı en kapsamlı kitap.

Türk sinemasındaki düşünce hareketlerini kapsamlı ve başlıklar halindeele alan ilk kitap ise Mesut Uçakan’ın ‘Türk Sineması’nda İdeoloji’ (11)adlı çalışmasıdır. Uçakan, 1977’ye kadar adı zikredilen fakat bir kitabakonu olmayan, toplumsal gerçekçilik, ulusal sinema, milli sinema ve dev-rimci sinema tartışmalarını kitabına taşıdı. Kendisi de İslamcı-milli sinemaçizgisinde yer alan Uçakan, Akın Grup adlı sinema grubunun bildirisine dekitapta yer vermiş. Kitap, muhafazakar hareketin sinema ortamı ile ilgiliyaptığı değerlendirmeden daha fazlasını veriyor.

1970’li yılların sinema ortamında araştırmacı kimliği ile ön plana çıkanbir başka yazar Erman Şener’dir (12). Şener’in Yeşilçam ve Türk Sineması(13) adlı kitabı Yeşilçam’daki üretimi her yönüyle ele almaya çalışan birkitap. 1960’ların sonunda Genç Sinemacıların sol bir duyarlılıkla ortayakoyduğu Yeşilçam’ın sömürü ortamı ve yozluğunu elbette daha derli topluve bilimsel bir şekilde ortaya koymaya dikkat eden yazarın çalışması buaçıdan ilk sayılır. Yine Şener’in ‘Kurtuluş Savaşı ve Sinemamız’ (14) kita-bı tarihsel bir olayın sinemaya yansımasını ele alan bir ilk kitap olarak arşi-vimizde duruyor. Şener’in ‘Festivaller’ (15) adlı kitabı da 1971’e kadarTürkiye’de yapılan film festivallerini ele alan bir kitap. Alanında tek olanbu çalışmadan sonra 42 yıldır festivaller üzerine bir çalışma yapan olmadı.Şener, tüm dünyada festivaller kurumsallaşırken ve festivallerin sinemayakatkılarını anlatırken Türkiye’deki durumu ortaya koyuyor. 1972’de AltınKoza’da yaşanan skandal, 1980’de darbeden dolayı yapılamayan ve ödül-leri sahiplerini bulamayan Altın Portakal, İzmir’de yıllar sonra tekrar ken-tle buluşan film festivali gibi sayısız olayı 40 küsur yıllık tarihe sığdıranfestivallerimiz bir kez daha ele alınabilir. Şener’in kitabı pekala iyi bir önçalışma kabul edilebilir.

Türk sinemasını yönetmen düzeyinde ele alan ilk kitap ise GiovanniScognamillo’nun ‘Türk Sineması’nda 6 Yönetmen’ (16) kitabıdır. Bu kitap,araştırmacılar dışında okuyucular ile buluşma imkanı bulamamıştır. Bukitaptan sonra sinema araştırmalarını yönetmenlerin izini sürerek gündemegetiren bir diğer akademisyen- yazar da Prof Dr Kurtuluş Kayalı’dır.‘Yönetmenler Çerçevesinde Türk Sineması’ (17) kitabı ile ErtemEğilmez’den Metin Erksan’a, Yılmaz Güney’den Şerif Gören’e farklıyönetmenleri özellikle ele alıyor. Kayalı, eserinde Türk sinemasının tarihi-nin ciddiyetle yazılmadığını ve sinemanın Türkiye’de bir hafıza sorunuyaşadığını savunuyor. Yönetmenler üzerinden yapılacak araştırmaların buhafıza kazandırma meselesine önemli bir katkı sunacağını yapıtıyla günde-me getiriyor. Zira, eserinden feyz alıp bazı çalışmalara girişen araştırmacı-lar yok değil. (18)

Giovanni Scognamillo’ya tekrar dönelim. Özön’den sonra kapsamlı venitelikli denilebilecek Türk Sinema Tarihi’ni (19) ele alan araştırmacıScognamillo’dur. İtalyan asıllı bir aileden gelen yazar, Türk sineması ile

67Bahar

Page 68: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Bahar68

ilgili en geniş arşive ve yazı birikimine sahip yazarlardandır. Sinema tarihi-ne yaklaşımı dönemlere ayırma ve değerlendirme açısından elbetteÖzön’den epey farklılıklar gösteriyor. Türk sineması ile ilgili daha özel çalış-malar da hazırlayan yazar, sinema tarihimizde kitap konusu olmuş bir araş-tırmacıdır.

Türk sinema tarihini ayrı bir bölüm olarak ele alan Rekin Teksoy’u da(20) saymamız gerek. ‘Rekin Teksoy’un Sinema Tarihi’ olarak 2009 yılındaOğlak Yayınları’ndan çıkan kitabın bir bölümü Türk Sinemasına ayrıldı.Kitaba dahil edilen makaleler ve değerlendirmeler dikkate değer. Teksoy,kitabın, Türkiye’de sinema ile ilgili yazılmış en kapsamlı eser olduğunu notdüştü.

Sinema tarihçisi olmasa da ‘Işıkla Karanlık Arasında’ (21) adlı anı kitabıile geleceğin sinemacılarına ve araştırmacılara en az filmleri kadar kıymetlibir eser bırakan Lütfi Ömer Akad (22) 96 yaşında öldüğünde Türk sinema-sının yaşayan en büyük ustasıydı. Sinemamızın en önemli dönemleri ile ilgi-li tanıklıkları ve tecrübeleri çoğu akademisyen tarafından kaynak kitap ola-rak değerlendiriliyor.

Ele aldığı konu her ne kadar tartışmalı ve kimi araştırmacılar tarafındaneksik bulunsa da bilim ve araştırma yöntemi açısından çok başarılı sayabile-ceğimiz Aslı Daldal’ın kaleme aldığı ‘1960 Darbesi ve Türk SinemasındaToplumsal Gerçekçilik’ (23) kitabı her sinema araştırmacısının mutlaka baş-vurması gereken bir kitaptır.

Sinemaya çok farklı alanlarda emek veren Ahmet Soner de üzerindedurulması gereken bir yazardır. ‘Akıntıya Karşı’ adlı kitabında yer alan yazı-lar bazı konuların izini sürmek açısından dikkate değer bir kaynak.

Türk sinema tarihini Marksist diyalektik yöntemle ele aldığını vurgulayanve hipotezi bu şekilde kurmak gerektiğinden söz eden Zahit Atam’ın yazıla-rı ve kitapları mutlaka okunmalı.

BİR KAÇ NOT Yukarıda saydığımız eserlerin dışında şüphesiz yol gösteri-ci eserler var. Orhan Kemal’in ‘Senaryo Tekniği veSenaryolar’, Zahir Güvemli’nin ‘Sinema Tarihi, TRT tara-fından hazırlanan ‘Sinemayı Sanat Yapanlar’, VedatTürkali’nin ‘Bu Gemi Nereye’, ‘Üç Film Birden’ ve saya-bileceğimiz bir çok eser sinema tarihi araştırmaları açısın-dan okunabilir ve incelenebilir. Bu çalışmamızda Türksinema tarihine genel bir bakış için hem bir sıralama yap-maya çalıştık hem genel olarak bazı eserleri aktarmayaçalıştık. Bu çalışmanın da, son tahlilde öznel ve kişiseldeneyimleri aktardığını belirtmemizde yarar var.

Page 69: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Bahar 69

DİPNOTLAR

1) Nijat Özön: 27 Aralık 1927- 15 Aralık 2010.Türkiye’de ilk ciddi sinema dergisini ve ansiklopedisinihazırlayan Özön, edebiyatçı Mustafa Nihat Özön’ünoğludur. 1951’de TKP Tevkifatı’nda tutuklanmış sonra-sında TKP ile yollarını ayırmıştır. Özön, Türk sineması-nı her yönüyle mercek altına alan ilk sinema tarihçimiz-dir. Yazdıkları Türk sinemasının düşünce hayatında tar-tışmalar yaratmıştır. Özön’ün yazı ve araştırma çalışma-ları ayrı bir araştırma konusudur.

2) Ali Özuyar, Sinemanın Osmanlıca Serüveni,Öteki Yayınları, 1999, İstanbul

3) Ali Özuyar, Bab-ı Ali’de Sinema, İzdüşümYayınları, 2004, İstanbul

4) İlk defa 1962 yılında Artist Yayınları tarafındanbasılan kitap 2003’e kadar hiç basılmadı. 2003’te AltınPortakal Film Festivali için 1000 adet özel bir baskıyapıldı. Yazarın ölümüne yakın 2010 yılında DorukYayınları kitabı yeniden okuyucu ile buluşturdu.Kitabın önsözü Özön’ün okuyucuyla buluşan son gün-cel yazısı oldu.

5) Bilgi Yayınları tarafından 1968’de basılan kitabınyeni bir baskısına rastlamadım.

6) Nijat Özön, Karagözden Sinemaya, KitleYayınları, 1995, Ankara

7) Agah Özgüç, Ansiklopedik Türk FilmleriSözlüğü, Horızon Internatıonal, 2012

8) Agah Özgüç, “100 Filmde BaşlangıcındanGünümüze Türk Sineması’, Bilgi Yayınevi, 1993,Ankara

9) Halit Refiğ, 1934 İzmir-2009 İstanbul. Türk sine-ma tarihinde gündemden düşmeyen yönetmen, dahaçok 12 Eylül darbecileri tarafından yakılan ‘YorgunSavaşçı’ filmi ile hatırlanır. İlk defa 1971 yılındaHareket Yayınları tarafından basılan kitabı da, sinemaortamında çok tartışıldı. Milliyetçi bir çizgideki HareketYayınları’nda bile basılması ‘eski solcu’ Halit Refiğ’esol çevreler tarafından ciddi bir tepki oluşturdu. Bukitap, sinema tarihi çalışmalarında kaynak olarak göste-rilme özelliğini hiç yitirmedi. Dergah Yayınları, 2009yılında kitabın tıpkı basımını okuyucu ile buluşturdu.

10) İbrahim Türk, Halit Refiğ- DüşlerdenDüşüncelere Söyleşiler’, Kabalcı Yayınları, 2001,İstanbul

11) Mesut Uçakan, Türk Sinemasında İdeoloji,Düşünce Yayınları, 1977, İstanbul. Milli sinema akımı-nın ideologlarından Mesut Uçakan’ın henüz 24 yaşındaiken kaleme aldığı çalışma aşırı sağcı söylemine rağ-men her kesimden sinemacının kaynak kitaplarındanbiri olmayı sürdürüyor. 33 yıl sonra Sepya Yayınlarıtarafından basılan kitap, Uçakan’ın bir söyleşisi eklene-rek tekrar okuyucu ile buluştu.

12) Erman Şener. 1942 Afyon- 2002 İstanbul.1980’lere kadar yaptığı araştırmalarla Türk sinema tari-hine önemli katkılarda bulundu. Yeşilçam sonrasıdönemde sinema meraklılarının adeta okulu olanTRT’deki Çarşamba Sineması adlı programı hazırladı.

13) Erman Şener, Yeşilçam ve Türk Sineması,Kamera Yayınları, 1970, İstanbul. Yeşilçam’ın altyapı-sını ve topyekun işleyişini ele alan kitapla ilgili özellik-le belirtilmesi gereken bir not, arka sayfadaki reklamlar-dır. Özellikle film reklamlarındaki yanlış bilgiler odönemki reklam anlayışını ve yerleştirdiği yanlışlarıgöstermesi açısından dikkat çekicidir. Şener’in kitabın-da eleştirdiği konular son sayfalarda reklamlar aracılı-ğıyla yüzümüze çarpıyor.

14) Erman Şener, Kurtuluş Savaşı ve Sinemamız,Dizi Yayınları, 1970, İstanbul

15) Erman Şener, Festivaller, Anlam Yayınları,1972, İstanbul.

16) Giovanni Scognamillo’nun ‘Türk Sineması’nda6 Yönetmen’, Türk Film Arşivi Yayınları, 1973

17) Kurtuluş Kayalı, Yönetmenler ÇerçevesindeTürk Sineması, Deniz Yayınları, 2006, Ankara. Kitapdaha önce 1994’te Ayyıldız Yayınları tarafından basıldı.

18) Sadık Battal’ın, Asıl Film Şimdi Başlıyor kitabı-nı başarısız bulduğumu söylemeliyim. Ancak, Battal’ınKurtuluş Kayalı’nın çalışmasını örnek aldığını anlamakzor değil. Sözünü ettiğimiz kitabın önsözü de Kayalı’yaait. Yine akademisyen Cem Pekman, ‘Filim Bir Adam-Ertem Eğilmez’ adlı kapsamlı derleme çalışmasındaKurtuluş Kayalı’nın Eğilmez sineması ile ilgili görüşle-rine değinmiş. Pekman, bu alanda işaret edilen bireksikliği kapatmış.

19) Giovanni Scognamillo, Türk Sinema Tarihi,Kabalcı Yayınları, 2003 İstanbul. İlk kez 1987’de MetisYayınları tarafından basılan kitap, eklemeler yapılaraktekrar basıldı.

20) Rekin Teksoy, 1928 İstanbul- 30 Mayıs 2012İstanbul. TRT’de 10 yıl boyunca hazırladığı sinema veedebiyat programı ile hafızalarda kaldı.

21) Lütfi Akad, Işıkla Karanlık Arasında, İş BankasıYayınları, 2004, İstanbul

22) Lütfi Akad, 1916’da doğan ve 2012’de hayataveda eden Akad, sinemamızın ustasız ustalarındanbiriydi. Şüphesiz başta Yılmaz Güney olmak üzere birçok sinemacının da ustasıydı. Kızılırmak Karakoyun,Hudutların Kanunu, Kurbanlık Katil, Gelin, Düğün,Diyet, Irmak, Yangın Var gibi unutulmaz filmlerin yara-tıcısı.

23) Aslı Daldal, 1960 Darbesi ve Türk SinemasındaToplumsal Gerçekçilik, Homer Kitabevi, 2005, İstanbul

24) Ahmet Soner, Akıntıya Karşı, Sorun Yayınları,1995, İstanbul.

Page 70: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

70 Bahar

Bahar Derin

Volga kıyısındayım İlya,

Burlaklarına bakıyorum

11 köle çekiyor bir gemiyi.

Her biri yorgunluktan perişan

Saç sakal karışmış,

Kirden pastan kararmışlar

Yüke sürülmüş hayvanlar gibi

Çaresizce başını öne eğmiş her biri

Her biri umudunu çok zaman önce kaybetmiş

Ama biri var İlya!

Picasso’nun Guernica’sındaki papatya misali

Köleliğe inat duruşuyla

Genç bir burlak güneşe bakıyor

Güneş, genç burlağın yüzüne akıyor

Sanki bizim özlemini duyduğumuz dünyayı görüyor

Güneşe kaldırdığı yüzünde

“Umut bende” der gibi

1873 Rusya’sında…

Bir resim konuşuyor gerçekliğin diliyle.

İlya hissetmiş doğacak güneşi,

Soğuk ülkedeki çekirdekten gelen sıcaklığı…

Volga Kıyısında Burlaklar

Page 71: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Adımın anlamı seni sevmektir

Kuşların göç yolu olurum sana

( İbrahim Tenekeci )

*Aynaya her baktığımda karşımda gördüğüm baba’ya...

CİRAN

Bölünen her ekmek kahraman yaparken bi babayı, perdeleri sonunakadar çekilmiş bi evde yarası yoksulluk olan bi adam uyanmıştı. Bi iş kazasın-dan kalma yaraları vardı ayağında. Sigortasız çalıştığı için hemen kovmuşlar-dı onu. İşsiz, parasız öylece kalmıştı. Kızını bu yüzden yatılı okula vermekzorunda kalmıştı. Kızıyla yurdun kapısına kadar yürümüşlerdi. Yurdun kapı-sında “Keşke sende kalsan baba” demişti kız. Adam susmuştu. Zeynep gitmedemişti içinden. Ama gitmeliydi kızı. Okumalı benim güzel kızım diyordu. Buyoksulluk yenilmeliydi. Kokusundan öpmüştü kızının. Ve hep susmuştu. Vedayaşandığında cümle kurmanın bi anlamı yoktu. Çünkü veda gözlerde başlar-dı, gözyaşıyla biterdi. Ayrılık cümleleri kurmamışlardı. Uzun uzun sarılmakistemişlerdi birbirlerine kokuları üzerlerinde kalsın diye. Ama yurt müdürüizin vermemişti. Kurallar demişti. Sevginin olmadığı yerde kurallar yeni biyara açmaktan başka neydi ki?

Kendini çok yalnız hissediyordu. Çünkü bi hayatı çoğaltan, kalabalıklaştı-ran bazen tek kişiydi. Kızıydı, en sevdiğiydi. Ama yoksulluktu işte bi babayı ensevdiğinden ayıran. Ve yoksulluk en büyük yaraydı sustukça büyüyen. Sustu,yaralarına baktı. Ona yabancıydı sanki. Çünkü yoksul bi babanın bütün yara-ları başkalarının zenginliği içindi ve susulan her yara bir diğerinin sebebiydi.

Kızının doğum günü yaklaşıyordu. Oyuncak bi bebek almak istiyordu.Bunun için para biriktiriyordu. Bütün bi ay işe yürüyerek gitmişti. Doktor buyüzden ayağının daha da kötü olacağını söylemişti ama umurunda değildiadamın. Biriktirdiği paraya baktı, oyuncakçıların olduğu sokakta bi dükkânagirdi. Yeşil bi bebek çarptı gözüne. Fiyatını sordu, cebindeki para yetmedi. Bibaşka bebeği biraz pazarlık yaparak aldı. Kalpli bi kutunun içine koydu bebe-ği. Hiç parası kalmamıştı. Ağrıyan ayağına baktı. Evine uzak bi yerdeydi.Gülümsedi. “Kızım için” dedi, yürüdü. Attığı her adımda ayağının ağrısı arttı.Parklarda mola verdi, ayağını ovuşturdu. Acısı arttıkça Zeynep’in hediyepaketini açıp nasıl sevineceğini düşündü. Bi babanın acısını kızından başkakim alabilirdi ki? Ama aklı o yeşil oyuncak bebek de kalmıştı. Ayağından dahaçok canını yakıyordu bu. Eve geldi, o gece ayağının ağrısından uyuyamadı.Aklına işe ilk girdiği zaman patronun sakat ayağına bakıp sorduğu soru geldi.“Ne kadar maaş istiyorsun” diye sormuştu patronu. Düşündü. Bir babaneden para kazanmak ister? Yağmur yağıyordu, kalemini çıkardı ve Zeynep’eyazdığı mektupta aradı cevabı.

“Biliyor musun kızım, galiba bir işe gireceğim. Hatta bana maaş bile vere-cekler. Biraz az olacak ama olsun. Bir baba neden para kazanmak isterZeynep? Bunu bugün anladım. Sana hediye almaya giderken anladım. Nekadar maaş istersin diye sorduklarında, sana almak isteyip de alamadığım oyeşil oyuncak bebek düştü aklıma. O bebeği alacak kadar dedim içimden.

71Bahar

Oyuncak Yeşil Bebek

Page 72: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Zeynep’e oyuncak bebek, şiir kitabı, üşümesin diye patik alacak kadar.Uzaklarda saklı olan ablama mektup yollayacak kadar. Bu kadar maaşistedim kızım. Bir baba neden para kazanmak ister anladım.

Şehrimde güzel olan her şeyi toplamak isterdim senin için. Güzelolan her şeyi… Oysa biliyorum zaten dünyadaki en güzel şey benim-dir, yanımdadır ve bana baba diyordur her sabah. Benim hayatımboyunca senin kadar güzel bi şeyim olmadı ki kızım. Belki bu yüzden-dir bu acemiliğim ya da seni bu kadar çok kaybetmekten korkmam.Gittiğim her semtte parkların adlarını yazıyorum bi kâğıda. Zeynep’leburaya gelmeliyim diyorum. Aşık olacağın, evleneceğin ve gideceğingünün korkusuyla yaşıyorum hep. Gitmesen olmaz mı? Birbirine neçok sorular soruyor insanlar değil mi?

Biz bi kalbin üzerinde yaşıyoruz seninle, aynı kalbin. Bazı insanlaraynı kalbi taşır kızım. Sen masallara benziyorsun baba demiştin ya.Peki ya ben? Ben kime benzeyeceğim diye sormuştun hani. Benbüyüyünce onlara, kötü insanlara benzemek istemiyorum, sana ben-zemek istiyorum demiştin. Sen kalbine benzeyeceksin. İnsan kalbinebenzer güzel kızım. Sen masallara benzeyeceksin. Uzaklarına… İnsanuzaklarına benzer güzel kızım.

İnsan severek yaşıyor güzel kızım. Güzelliklere inanarak yaşıyor.Ama bilirim sen yoksan eksiktir bütün güzellikler. Ki bi baba kızındanuzaksa güneş bile üşütür onu. İçimde üşüyen bir yersin Zeynep.Boşluğuna katlanmak zor. Ve sadece rüyalarda görebilmek seni, okadar acı ki. Oysa ben senin için her acıyı çekerim Zeynep. Hiç düşün-mem bile. Ben her acıyı yenerim ama içinde senin olan bi acıyı nasılyeneyim güzel kızım?

Yağmur yağıyor, üşüyor musun? Her yağmurda birlikte uyurduk.Bu ayrı düştüğümüz ilk yağmur. Hava çok soğuk. Çok korkuyorumhasta olacaksın diye. Görevli kadınlara söyledim. O uyurken hep üze-rini açar. Nolur onun üzerini örtün. Üzerini örtüyorlar mı kızım? Biekmeği bölerken bile aklıma geliyorsun. Acaba aç mı, yemeğini yedimi? Ya sevmediği yemeği yaptılarsa? Eve geliyorum bi sessizlik, kocabi boşluk. Oyuncaklarını öpüyorum, onlarla uyuyorum. . Resminebakıyorum. Sana mektuplar yazıyorum güzel kızım.

Yoksulluk ne acı bi kelimeymiş kızım. İşe yürüyerek gidiyorum vegünde 3 lira param artıyor. Ayağım ağrıyor ama olsun. Kızım için diyo-rum, yürüyorum. Dolmuşa binmeyi kendime hak olarak görmüyo-rum. Biriktirdiğim paralarla sana alacağım hediyelerin hayalini kuru-yorum. Bazı geceler neden yürümediğim için kızıyorum kendime.Oysa ben sadece senin için yürümek isterdim Zeynep. Sadece seniniçin. Çünkü bütün adımlarım sanaymış kızım, bütün yolculuklarımsana.

Nereye gidersek gidelim birbirimizedir yolculuğumuz Zeynep. Veher yağmurda babasına döner çocuk, kalbine döner. Her yağmurdabana dön Zeynep, kalbine dön. Senin şehrin babanın kalbidir. Seninyağmurun babanın gözyaşı… Gözyaşında buluşacağız Zeynep. Yarımbırakılmış düşlerde.

İnan güzel kızım bu acılar bi gün bitecek. Ve çok mutlu olacağız.İnan.

Seni çok özlüyorum, seni çok seviyorum güzel kızım, iyi ki doğdunkızım, İyi ki doğdun Zeynep “

72 Bahar

Page 73: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

ÖNSÖZ : Merhaba Önsöz dergisi adına 50. sanat yılınızı kutluyoruz. Elli yılboyunca emek vermiş bir sanatçı olarak bu elli yılı nasıl değerlendiriyorsunuz,bu yolculuğu ve bugünü?

Ankara Sanat Tiyatrosu : Şimdi 50 yıl özel bir kurumun, tiyatro alanında, Türkiyegibi bir ülkede sanat yaparak ellinci yılını dolduran aynı adreste, aynı mekanda ellin-ci yılını kutlayan, ellinci sezonda oyununu oynayan, elli yıldır perde açan, onca aksa-malara rağmen -aksama derken dıştan gelen engellemelere, darbelere, sıkıyönetimle-re rağmen- her türlü baskıya rağmen 50 sezondur oynamak dile kolay. Ankara SanatTiyatrosu tek örnektir. Tiyatro alanında kurumsal olarak yıllardır çalışma yürüten üçkurum vardır. Bunlar; İstanbul Şehir Tiyatrosu, Devlet Tiyatroları ve Ankara SanatTiyatrosu'dur. ikisi ödenekli tiyatrodur yani bunlar devlet destekli tiyatrolardır.Personellerinin maaşlarını devlet öder, binanın ısıtmasından elektriğine kadar devletöder. Devlet desteğiyle ayakta kalmış kurumlardır. Ankara Sanat Tiyatrosu'nun buanlamıyla onlardan mutlaka ayrılması gerekir. AST kendi ayaklarının üzerinde dura-bilen, kimi zaman dizlerinin üzerine düşen, kimi zaman yere düşen ama yine deayağa kalkan ve yoluna devam eden bir kurum olarak tarihe geçmiştir. AST aynızamanda bir okul niteliği de taşır. Bugün tiyatro sanatında yer alan tiyatro sanatçıla-rının yüzde doksanı AST'ın küçük sahnesinden geçmiştir. AST 'la küçük de olsa biranısı vardır. Anlatacak o kadar çok şey var ki, biraz dağınık gidiyorum herhalde.

ÖNSÖZ : Tabii anlatacak çok şey var ve biz bunları istiyoruz. Çünkü AST'ıntiyatro alanında bir mücadele tarihi var.

A.S.T. : Evet öyle... İlk dönem Asaf Çiyiltepe ve arkadaşları yönetimdeydi. 1963yılında kuruldu. Daha sonra Güner Sümer gelir, onu atlamamalıyız. Asaf bey trafikkazasında ölünce yönetimi başka birileri devraldı. Ondan sonra Rutkay Aziz'ler gelir.Şunu söyleyeceğim, bu yönetime niye bu kadar takılıyorum. Çünkü AST'ın hep gör-

73Bahar

Page 74: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

kemli günlerinden bahsediliyor. Burada oynayan oyun-cular, sanatçılar, teknisyenler, çalışanlar AST'taki hep iyianılarından bahsederler. Bu çok güzel bir şey. Ama sonrane olduğuna kimse deyinmez. Senden sonra ne oldu? Busoru sorulmuyor kimseye.Eskiden burada büyük kavgalar olurdu. Yönetim anla-mında kavgalar olurdu. Ama kavganın da bir onuruvardı. Siyaset kavgaları yapılırdı, fraksiyon kavgalarıyapılırdı. Sahneye koyacağınız oyunun siyaset yapınıza,dünya görüşüne uygun olup olmadığının kavgaları yapı-lırdı. Ondan çatışma çıkardı. Kavganın bir onuru vardıburada. Biz AST'ın yönetimini devraldığmızda kurumbir çok açıdan zedelenmişti. Ekonomik anlamda çökm-üştü, bir enkaz vardı, suistimal edilmişti, kurum zedelen-mişti, marka zedelenmişti.

ÖNSÖZ: Bu süreçten biraz bahsedebilir misiniz? Nasıl bir enkazdı?

A.S.T. : Ekonomik anlamda tabii.. Ama Dört yıldır çalışan oyuncu arkadaşlarımı-zın, teknik alanda çalışan arkadaşlarımızın, seyircinin de desteğiyle müthiş bir yolkatetti AST. Geçmişindeki o görkemli döneme dönmeye başlamıştır diyebiliriz.Kapıdan içeriye girdiğinizde AST'ı bilenler, buraya bir seyirci olarak, bir arkadaş,dost olarak gelip gidenler şu kapıdan girdiklerinde fiziksel bir değişimi de fark edi-yorlar. Zaten onların yüzlerindeki yansımayı, gözlerinin içindeki ışıldamayı anlayıpdiyoruz ki demek ki başarmışız. Bir de tabii buradan salona girip oyunu seyrettik-lerinde ve o beğeni kat kat arttığı zaman da mutlu oluyoruz. Bunun zaten ekonomikanlamda hiç bir karşılığı yok. Çıkarımız yok. Hep birlikte üretmenin sevinci yaşa-dığımız. Geçtiğimiz dönem her şey daha farklıydı, daha komün yaşanırdı. Ama Türkiye'nintoplumsal ve siyasi yaşamı günden güne değiştiği için, insanların ve kuşaklarınbakış açıları, her şey değişiyor. Dolayısıyla siz belli bir kuşak olarak o eski ortamı,bugünün sanatsal ortamında bulamayabilirsiniz. Bocalıyoruz bu konuda. Çünkühala biz bu tip konularda eski kafalıyız, hani belki yaşımız o kadar değil ama budeğerleri taşıyoruz. O günlerin çok daha anlamlı, insan hayatında çok daha unutul-mayacak günler olduğunu, değerler olduğunu iddia ediyoruz.Bugün gerçekten ayakta durmak çok zor. Devlet tiyatroları ödenekli oldukları içinistedikleri projeyi yapabiliyor, istedikleri oyunu koyabiliyorlar. Şimdi televizyondenen bir namert girdi evlerimize, yatak odalarımıza, hatta banyolarımıza...

ÖNSÖZ : Evet, siz afyon diye tabir etmişsiniz.

A.S.T. : Ben bunlara uyuşturucu diyorum. Faşizmin elindeki en büyük silah olarakgörüyorum. Çünkü o diziler, o düzeysiz seviyesiz programlarla halkı uyuşturupevlerinden dışarı çıkmamalarını, düşünmemelerini, tam bir robot şeklinde hayatla-rını sürdürmelerini, itaat etmelerini, soru sormamalarını sağlayabilen, bunu hisset-tirmeden yapabilen, hissettirmeden onları evlerimize yerleştirebilen bir silah olarak,devletin en büyük silahı olarak görüyorum. Bunda da yüzde yüz başarılı olmuştur.Bu silahı kullanma konusunda da . Allah sonumuzu hayır etsin diyeceğim ama....

ÖNSÖZ : Televizyona karşı bir mücadele veriyoruz. Ama sanat dünyası çokdaha büyük saldırılara maruz kaldı. Aynı zamanda siz ideolojik bir saldırıyakarşı mücadele veriyorsunuz. Bir otosansür uygulanmak isteniyor tiyatrosanatına ve diğer sanat alanlarına da tabii... AST aynı zamanda şu andaki sis-

74 Bahar

Page 75: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

tem tarafından nasıl bir saldırıya uğruyor? Ne yapmak istiyor? Ya da şuandaki sanat camiasının buna karşı tepkilerini nasıl buluyor? Elli yıllık geç-mişi olan bir tiyatro için çok önemli bunun cevabı.

A.S.T. : Şimdi şöyle diyeyim. Biz biraz yaramaz çocuk misaliyiz. Fazla şu andabirebir bize müdahale eden, bire bir baskı, bir zulüm görmüyoruz açıkçası. Bunugösteremezler de bize çünkü biz özgür ve bağımsız olduğumuzu ortaya koyuyo-ruz. Burada yaptığımız her projeyi kimseye danışmadan yapıyoruz. Bir devletkurumundan, bir yerden izin almadan, ya da danışmadan yapıyoruz. Yetkili birisi-ne sormuyoruz, öyle bir merciyi yetkili olarak tanımıyoruz. Bu oyunu oynamayın,bu sanatçıyı oynatamazsınız diye bir engelleme gelmedi. Ama biz sadece burada-yız, 50 yıldır bu merdivenlerden inip çıkıyoruz, sabahtan gece yarılarına kadarçalışıyoruz deyip, dışarıyı, sokağı da takip ediyoruz ve takip etmek zorundayız.Çünkü işimiz bu, biz insanı anlatıyoruz.

ÖNSÖZ : Bu mücadelenin de bir parçası bu aynı zamanda.

A.S.T. : Elbette, bu geçmişten bugüne bir gelenek. Dün olduğu gibi bugün de bizsokaktayız. 70'lerdeki Ana oyunundaki -belki bir çok seyircimiz bunu bilmezama- Ana oyununun müziği 1 Mayıs'ta alanlarda söylenen müziktir. 1 MayısMarşı'nı alanlarda söyleyenlerden 99 bini bunun Ana oyununun müziği olduğunubilmez bile... Bu çok önemli bir şey bir oyun müziğinin sahneden çıkıp kitleleremal olması. AST'ın liderliğini önderliğini gösterir. Kitlelere nasıl yansımış, nasıletkilemiş. Bir oyunun müziği kitlelerin marşı olmuş, hala da söyleniyor üstelik.Bunu kimse bilmez. AST her zaman sokaktaydı, geçmişte de bugün de sokaktadır.

ÖNSÖZ : Mühürlendi, greve gidildi, bir çok şeyler yaşandı. Şu andaki sanatcamiası, özellikle tiyatro camiasına yönelik saldırılar konusunda AST nelerdüşünüyor? Önerileri nelerdir bu konuya ilişkin?

A.S.T. : Biz normal politik yaşamımızda hiçbir zaman birlik bera-berlik olamadığımız için bu konuda da birlik olduğumuza inanmı-yorum. AST tabi ki böyle bir saldırının karşısında olmuştur, des-teğimizi verdik arkadaşlarımıza. Nasıl bir tiyatro salonu kapatıla-bilir, nasıl bir oyun yasaklanabilir? Nasıl bir oyuncu politik görü-şünden dolayı ceza alabilir? Tüm bu saldırıların karşısında olduk,arkadaşlara destek verdik, veriyoruz da. Ben az önce bahsettimgerileme yaşadığımız dönemlerde kendi eksiklerimizi de görebil-memiz lazım. Demek ki iyi üretim yapamamışsınız, demek ki iyioyun koyamamışsınız, seyirci sizden uzaklaşmış, iyi oyuncularlaiyi projeler üretemeyince seyirci uzaklaşmış, dolayısıyla ekono-mik anlamda gerilemişsiniz. Bunları özeleştiri olarak veriyorsamdiğer konularda da biraz aynaya bakmamız gerekir diye düşünü-yorum. Bazı olaylardan haberimiz bile olmuyor yani. Başta geç-miş dönemde liderlik yapan bir kurumu şimdi siz bir kenara atı-yorsunuz, İstanbul olsun, Ankara olsun... AST var arkadaşlar 50yıldır. İki büyük devlet kurumunun yanında özel bir kurum olaraküstelik. AST'a bir soralım, denilmiyor. Gazetelere bakıyoruz her-kes kendi dünyasında, bir birlik yok. İstanbul'da bir grup toplan-mış mesela.. Bir grup... niye bizim haberimiz yok? Niye oradaAST yok? Bizim de bir çift lafımız var belki.. Sizi destekleyecekbir sözümüz var mesela.. Belki bir özeleştiri yapacağız orada.

75Bahar

Page 76: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

ÖNSÖZ : Mücadele alanında ortaklaşmamız gerekiyor.

A.S.T. : Kesinlikle, bu bir tek tiyatro alanında değil, her konuda böyledir. Siz sendi-kalıyım diyorsunuz örneğin sendikalarda da aynı şey var. Benzer şeyler bunlar. Her 1Mayıs'ta gideriz, her eylemde olmaya çalışıyoruz. 1 Mayıslarda mesala bir çok grup-tan insan var, tiyatrodan gruplar var. Oraya niye gidiliyor, ortak bir çığlık, haykırışolsun diye gidiyorsun. Bunu her alanda yapsak ne olur? Kendi mesleğimiz açısındanmesela. Bu alana, bu alanın insanları sahip çıkmalı, ortaklaştırmalı. Herkes kendi çer-çevesinden bakıyor, böyle bakarsam sizi göremem doğal olarak. Bunlar da derinkonular aslında. Anca yumurta kapıya gelince, vay tiyatrolarımız kapatılıyor, vayefendim sanata saldırı var. Eee, dün neredeydin, dün biz burada bağırıyorduk.. Bunlarısuçlamak için söylemiyorum.. Kimse bundan yanlış bir şey çıkarmasın... bunu birözeleştiri, hataların söylenmesi anlamında söylüyorum. Daha organize ve yapıcıolmamız, birlik olmamız gerekiyor. Başka yol yok.

Traji-komik bir olay var. Biz burada oyun yetiştirmeye çalışıyoruz. İnşaatvar. Kabus gibi karmaşık bir ortam. Burada tadilat var, kamyonlarla moloztaşınıyor. Herkes çalışıyor öyle bir ortam. Sanatçıymış, teknisyenmiş, çalı-şanmış yok. Amelelerle biz de çalıştık onlarla birlikte.. Seyircilerden bileyardıma gelenler oldu. Bundan daha güzel bir şey var mı? Ölçemezsinizhiçbir şeyle. Bir yandan da oyun çalışıyoruz. Böyle günlerdeyiz.. Bir arka-daşımız AST'ın internet sayfasında bir duyuru yayınlamış: Ekim ayındaAST'ın geleneksel tiyatro kursları başlıyor diye. İnternet ortamından şöylebir yazı: Vayy hocam yılların AST'ı... Biz burada savaşa hayır diye bağırı-yoruz, AST orada kurslarla uğraşıyor!.. Ve bu böyle bütün her yere yayılı-yor. Beğenenler, tıklayanlar.. Yutkundum.. Bu yorumu yazan da eskiAST'tan birisi. Şimdi ona cevap yazmak için facebookta olmanız gereki-yor. Ben de anlamam bunlardan.. Bilgisayar özürlüyüm ya ben. Direk ara-dım ben. Sen bunu nereden yazıyorsun. Savaşa Hayır diye bir eylem vardıda bizim haberimiz mi olmadı diye sordum. tam o Suriye karışıklığı döne-mindeyiz.. Taş taşıyorsak da burada okuyoruz yani gazeteleri de... Böyle

sorunca durdu bu adam... Bu arada da içimde şöyle geçiriyorum: Mutlaka bu arada bireylem oldu, bütün sanat camiası da buna ayaklandı, kalktılar gittiler Kızılay'da eylem-de copları yediler, gazları yediler.. Biz de burada taşların inşaatın içinde kaldık birşeyden haberimiz olmadı.. Bir eziklikle aradım.. Adam "Savaşa Hayır diyoruz" diyor.Sen neredesin şimdi diye sordum. Evdeyim, İstanbul'da... dedi. "Nasıl yani... Senodanda mısın? Odandan internet ortamında savaşa hayır diyorsun öylemi" diye sor-dum. "Evet abii.. internetten" dedi. Sen odandan internet ortamında savaşa hayırdiyorsun biz de katılmıyormuşuz buna. Dayanamadım artık "Sen geri zekalı mısın,oturduğun yerden savaşa hayır diyorsun bu eylem mi oluyor.. İnsanlar bu kadar mıdüştü yani!" dedim. Böyle bir şey var mı? Benim aklıma neler neler geldi... Adamoturduğu yerden savaşa hayır demiş de AST oradan kurs duyurusuyla uğraşıyormuş...Böyle bir şey var mı?!... böyle yüzlerce örnek var. Kimle mücadele vereceğiz. Öncekendi içimizdekiyle mücadele etmek lazım.. İçimizdeki eblehlikleri çözmek lazım.Kesinlikle eblehiz yani...

ÖNSÖZ : Ortak duyarlılıkların ortaklaştırılması lazım. O düzeyde ortaklaşmaklazım. AST 'ınyeni dönemiyle ilgili konuşalım. Bu sezonda üç oyun birden sah-nede. Aynı zamanda oyunculuk çalışmalarınız var. Bu konuda da bilgi verebilirmisiniz?

A.S.T. : Biz 7'den 70'e herkesin bildiği Aziz Nesin'in Zübük adlı eserini ilk defa tiyat-ro sahnesine uyarladık geçen sezon. Müzikal olarak yaptık bunu. Orkestra eşliğindebayağı büyük bir prodüksiyon oldu ve çok beğenildi bu oyun. Zübük bu sene de

76 Bahar

Page 77: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

devam ediyor. Bir de önceki sezonda Gider Ayakdiye bir oyunumuz vardı. Üçüncü sezonunu yapanoyun olarak AST'ın tarihine de geçti. Bu sezonunyeni oyunu da Aziz Nesin'in Yücel Erten'in uyarladı-ğı Selamın Kavlen Karakolu diye bir oyun. İki taneüç kağıtçının bir mahallede sahte bir karakol kuruphalkı dolandırmasını anlatan traji-komik bir hikaye-dir. Aziz Nesin'in çok güzel öykülerinden derlenmiş.Bu da canlı müzikle sergileniyor. Seyirci her haldeyaptığınız işten de size gereken cevabı burayı doldur-masıyla veriyor. Burada perde açılıp da o salonu dolugörmek verdiğiniz emekleri, her şeyinin karşılığınıaldığınıza inanmanızı sağlıyor. Ocak ayında bir yenioyunumuz çıkacak. Dileğimiz AST'ın eski günlerin-deki gibi Pazartesi günleri hariç diğer günlerde dev-let tiyatroları gibi haftanın 6 günü perde açılmasıdır.Bunu da başaracağımızı düşünüyorum. Çünkü tüne-lin sonunda öyle bir ışık görüyorum, görüyoruz yani..

ÖNSÖZ : Sanırım genel olarak seyirciler tiyatro-lardan uzaklaşırken böyle bir çalışmaya girişmeyibiraz Donkişotluk olarak değerlendirmişsiniz.Ama sonuçta AST'ta bir seyircinin gelişi, dahafazla ilgisi söz konusu bunu nasıl değerlendiriyor-sunuz?

A.S.T. : Dediğim gibi yaptığınız işlerle alakalı.Seyirci azaldı dediğinizde bu sizin suçunuzdur. Sizinişiniz seyirciyle.. Bir üretim yapıyorsunuz sahnedebir oyun sergiliyorsunuz ve seyirciye göstermek isti-yorsunuz bunu. Yaptığınız proje kötüyse, işleyişkötüyse, çizginizden saptıysanız, ürettiğiniz projelero AST'ın geleneğinden kulvar değiştirdiyse, doğalolarak sizin o geleneksel kuşak seyirciniz zaten aza-lıyorken, yeni kuşak üniversite gençliğine de örneğinulaşamadıysanız bu dışarıdaki insanın suçu değildir.Siz gelmek ister misiniz kötü bir projeye.. Niye vak-tinizi ayırasınız? Sadece üzülürsünüz, bakarsınızşöyle bir tabelaya "Vaaay be.. AST'a bak ne hale gel-miş!.." dersiniz. Ama gene AST sevgisi o kuşağın herzaman içindedir. Onun için demek ki seyirci mem-nun. Geri dönüş sağlandı çünkü yaptığımız projeleriyi. Biz yıllardan beri ilk defa şunu gördük.. İlk defabu sezonda bir oyun için 20 seansına bilet kalmamış-tır yazısı asıldı. Ben bunu AST'ta yaşamıştım, UğurMumcu'nun Sakıncalı Piyade oyunuyla girmiştimAST'a. O zamanlar çok normal gelirdi böyle yazılarasılması "Yirmi seansına bilet kalmamıştır" diye..."15.00 seansına bilet kalmamıştır" diye ertesi günasılırdı mesela... Yıllardan sonra böyle bir yazınınasılması çok önemli. Arkadaşlar gişenin fotoğrafınıçekiyor çünkü çok önemli bir olay bu...

ÖNSÖZ : Elli yıldır toplumcu gerçekçi sanatmücadelesi veriyor AST. Sizin yeni kuşağa, top-lumcu gerçekçi sanat mücadelesi veren kuşağaönerileriniz neler? Elli yıllık bir kök, bir kuşakolarak.

A.S.T. : Bizim sözümüzü, söyleyeceğimiz lafı sahne-den söylüyoruz. Biz sahneye çağırıyoruz onları.Gelsinler görsünler, bizim anlatmak istediğimizi sah-neden görsünler. Bizim derdimiz, gençliği, AST'taçağırmak, gençliğe AST'ı tanıtmak. Biz onun müca-delesini veriyoruz. Buraya gelsin ki görsün. Sonrakonuşalım ne konuşmak istiyorsa. Burada ne anlat-mak istediniz, burada niye bunu söylediniz desin.Eskiden öyle olurdu çünkü. Hacettepe'den,ODTÜ'den öğrenciler kapatırdı oyunu ve oyununardından paneller olurdu, söyleşiler olurdu. İşte söy-lemek istediğiniz bir şey var mı dediğiniz şeyler,oyundan sonra soru cevap şeklinde olurdu. Seyircisorardı oyun tartışılırdı, şimdi var mı böyle bir şey...Yok böyle bir şey kalmadı. İyi ki ben de onun sondönemlerini yaşamışım...

ÖNSÖZ : Şimdiden sonra yeniden oluşacak uma-rım... Yeniden oluşur diye düşünüyorum çünkümerak her tarafta çok sarmış durumda.

A.S.T. : İnşallah... Umarım.. Söylemek istediğiniz birşeyi tutup hemen algılayamıyorlar. Gerçekten yeninesil algılayamıyor.. Yeni nesil buraya bir gelsin..Çağıralım, buraya gelmelerini sağlayalım, görsünlerne söyleyeceğimizi... Zaten onlar da anlayacaklardır,tartışma kendiliğinden başlayacaktır. Biz bunu başa-ramadık daha.. Ama zamanla o da olacak umarımyakında. Yoksa tutup böyle bakarak olmaz. AnkaraSanat Tiyatrosu, Ankara Devlet Tiyatrosu burada birsalon var ya mutlaka devletin salonudur... Böylebilen insanlar var.. ODTÜ'de, Hacettepe'de,Siyasal'da okuyan, 5-6 yıldır Ankara'da olan insanlarbunlar.. Okudukları okullar iyi olanlar.. Sanki bizyeni kurulmuşuz da yeniden bir tanıtım yapıyoruz,bakın burada bir tiyatro var dermişiz gibi oluyoruz.Ama bu yavaş yavaş değişiyor. Bunu nereden anlıyo-ruz... Tam bilet öğrenci bileti vardır ya... Eskiden tambiletler çok olurdu.. Şimdi öğrenci biletleri çok satılı-yor. Burada diyoruz ki gençlik ilgi göstermeye başla-dı. Siz geliyorsunuz, sonra arkadaşlarınız geliyor,sonra 3-4 kişilik gruplar olarak geliyorlar. Bizimböyle çoğalmamız lazım zaten... Başka türlü olmu-yor.

ÖNSÖZ: Biz de Önsöz olarak 50. yılınızı kutluyor,söyleşi için teşekkür ediyoruz.

77Bahar

Page 78: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Bahar78

Söz vermiştim bir kere,düşlerimde ağladım gidişine.

Sessiz bir çığ gibidüşerken her yıldız üzerimize,Bu nasıl vuruşmadır ey ömür?Bu ne yıldızlı gecedir!Her gece yıldızlara türküler söylenir,ses yiter,türküler tekrara dönerde,yinede bitmez bu yağmur,yıldızlar yağar üzerimize.

Issızlık, korkaklık ve alçaklık,kötü bir sis gibi çökerken üzerimize,bahar kokan karanfillere sarılmanın,sevdayı içmenin,ve o büyük halayın düşünü kurmanınhep bir yolu vardı yüreğince.

Bir yolu vardı „vazgeçmemenin“...Bir yolu vardı „kabul etmemenin“...Ne mutlu,

giderken öğrettin bize.

Söz vermiştim bir kereDüşlerimde ağladım gidişine.

II

Kaç yıldıza kavuşmaktı dileğin Yoldaş?

Ah yoldaş yüreklim...Bak gözlerime, gözlerim samanyolu benim.

Güneşe bakamıyorum artık yoldaşelimde tutuyorum resmini....söz verdim bir kere...

ağlayamıyorum.

VAZGEÇMEMENİN ÖYKÜSÜ

“Vazgeçmemenin , Kabul Etmemenin Öncüsüne.. SİBEL`e”

Page 79: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Bahar 79

Ah yoldaş yüreklim...Ölüm bendensadece ömrümü istedi.Oysa ben bu sevdaya yüreğimi verdim!Ve sen,akıttığında göz pınarlarından yüreğinibırak resmimi elindenVe doya doya ,ağla o zamanHer yanda beni göreceksin

III

Düşmez yağmur taneleri nisanda toprağa.Dudaklarıma çarpar her biri.Sığdırırım onları tek bir begonya yaprağına.Gözlerim ıslanır sonra.Ben yanarım....„Yeni“, değişir artikUçsuz bucaksız değilse, yeni`de , değildir.Dünya maviye keser, limanlar kaybolur,ben sığarım bir yağmur damlasına.

Düşmez yağmur taneleri nisanda toprağa,koşarım peşlerinden, yakalarım onları ben.Sığdırırım hepsini avuçlarımaellerim ıslanır...Ben, yanarım...„Eski“, değişir sonra.Bedrettin olurum,savururum bütün okuduğum kitapları sulara.Avuçlarım büyür.Büyür, kocaman olur.Ben küçücük kalırım...

Artik düşmez yağmur taneleri nisanda toprağa!.

Ey, Vazgeçmemenin, Kabul etmemenin Yiğit öncüsü!Hem dünyanın yüküdür

bize bıraktığınHem zaferin türküsüVe antlar olsun,

antlar olsun ki sana!..Bitmeyecek,gökyüzü ile toprak arasında,

yağmur tanelerinin öyküsü.

Page 80: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Bahar80

“Adım Deniz” Bizler ‘Adım Deniz’ diyen herkesi bu davada bizleri ve dolayısıyla asıl yargılan-mak istenen Denizler’i ve onların simgelediği devrimci değerleri sahiplenmeyeçağırıyor ve yine aynı sözleri söylüyoruz:

6 Mayıs 2012 günü Antep’te düzenlenen Denizleri anmaetkinliğine katıldıkları için, aralarında Emeğe Ezgi Grubu üyeleri-nin de bulunduğu 12 kişinin yargılanmasına başlandı.

Emeğe Ezgi Müzik Grubu “Adım Deniz” isimli ilk albümleri-ni 6 Mayıs günü tamamlamış ve aynı gün Antep’te Denizleri anmaetkinliğinde şarkılar söylemişti.

Antep’te uzun bir zaman sonunda ilk kez binlerce insanınkatıldığı devrimci bir yürüyüş gerçekleşince bu durumun tekraretmemesi için ilgili merciler tarafından düğmeye basılmış ve etkin-liğe katılan binler arasından 12 kişi hakkında soruşturma başlatıl-mıştı. Soruşturma sonrasında açılan davanın ilk duruşması 12Aralık 2012 günü Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

Duruşmaya sanık olarak çağırılanların tamamı söz konusueyleme katıldıklarını doğrulayıp Denizleri sahiplendiklerini veonları savunduklarını söylediler. Emeğe Ezgi üyeleri de gerekalbümlerinde seslendirdikleri şarkılarla, gerekse çeşitli platformlar-da söyledikleri şarkılarla Denizler’i sahiplendiklerini yineleyerekDenizleri’i anmanın suç olamayacağını belirttiler. Hazırlanan iddia-namenin de hiçbir somut suç kanıtı barındırmadığını, sadece daya-naksız suçlamalar içerdiğini söyleyen grup üyeleri mahkeme son-rasında şu açıklamayı yaptılar:

Hazırlanan iddianame ile bizlere birçok suçlama yapılmışancak bu suçlamaların ispat edilmesine dahi gerek duyulmamıştır.Bu durum hukukun en temel yasası olan ‘suçu ispatlanana kadarherkes masumdur’ ilkesinin savcılık tarafından dikkate alınmadığı-nın bir göstergesidir.

Bahaneler ne olursa olsun, açılan bu dava ile yapılmak istenenDenizler’i bizim nezdimizde bir kez daha yargılayıp mahkûmetmek ve devrimci değerleri sahiplenmek isteyenlere gözdağı ver-mektir.

Ancak biz bu durumun çözümünü biliyoruz: Gerek hukukta,gerekse siyasette bir eylemin ya da bir kavramın meşru olması, kit-leler tarafından ne kadar sahiplenildiğine bağlıdır. Denizler’in veonarın yolundan gidenlerin haklılığı yine kitlelerin ve emekçilerinsahiplenmesiyle kendini göstermelidir ve gösterecektir.

Bizler ‘Adım Deniz’ diyen herkesi bu davada bizleri ve dola-yısıyla asıl yargılanmak istenen Denizler’i ve onların simgelediğidevrimci değerleri sahiplenmeye çağırıyor ve yine aynı sözleri söy-lüyoruz:

Adım Deniz. Adım Yusuf. Adım Hüseyin.Devrimciyim.

Page 81: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Recep Çöl

Şiiri Kızarmış Ekmeğin Üzerine Sürmek

Bahar 81

Saf tutmak ne bir temennidir ne de bir duadır.Fırtına öncesi sessizliğin ete kemiğe bürünebilmesi vebir yaşam biçimini alması, bir ağacı bir ormana çevire-bilmenin zor ancak olanaksız olmadığını şiir diliylepaylaşmak için yol arkadaşım olmanızı istiyorum. Buyazımın akademik bir yazı olmayacağını söylemekdurumundayım. Şiirlerde zaten yüklü olan anlamı, işçi,emekçi ve geniş halk kitleleriyle buluşturmaktır asılniyetim . Şiire yeni bir anlam veya yeni bir değer katmagibi haddimi aşmak niyetinde asla değilim. Anlatmayaçalışacağım şey şiirin zaten var olan gücünü bellekler-de güncelleştirebilmektedir. Söylediğim gibi şiirinyeniden tarife ihtiyacı yok. Ama sahip olduğu değerinemekçiler nezdinde hep canlı ve taze kalması gerek.Hani bir türkü var ya "Ela gözlüm" türküsündeki"Kerem Ol Aklından Çıkarma Beni" vurgusundaolduğu gibi, şiirin de işçi sınıfının dilinden düşürmeye-ceği bir mekanize silahı gibi olmalıdır.

Eğer Nazım, taa 1924'te kaleme aldığı; Güneşiİçenlerin Türküsü şiirinde;

Düşmesin bizimle yola:evinde ağlayanların gözyaşlarınıboynunda ağır bir yük gibi taşıyanlar....Bu dizelerin sayesinde işçi sınıfının yiğit önderleri

yüreklere bir nakış gibi işleyen o destansı direnişlerinive devrimin bir gün kendilerinden her şeylerini isteye-bileceğini ve bu davanın sosyalizme sevdalı olmayan-ların ayak bağı olacağını öğrenebilirler miydi, böylesi-ne muhteşem dizelerin o eylemsi vurgular olmasaydı.Acaba bu bilgi yüreklere böylesine ne zaman zikredile-bilirdi.

Nazım'ın; Şeyh Bedrettin destanı kitabında yazdı-ğı ve tarihi kaynaklara göre Börklüce Mustafa'ya aitolduğu belirtilen ve kapitalizmin suratına bir tokat gibiçarpılan bu evrensel değerlere sahip şiirindeki; YarinYanağından Gayrı Her Şey deyimi, sosyalist ahlakıbütün dünyanın hafızasına kazımıştır.

Pir Sultan Abdal'a ait Olan "Dönen Dönsün BenDönmem Yolumdan" şiiri kim bilir kaç devrimcininazim ve kararlığını bilemiştir. Kaç devrimcinin diren-mesinin ilham kaynağı olmuştur. Asırlardır dillere des-tan bu şiir hiç güncelliğini yitirmeden öylesine düşme-yen bir şiar oldu ki dillerde. Zaten, hiç düşmesin de.

Yine gönüllerin büyük ozanı; Yunus Emre der ki:"Aşk gönlün hitabıdır,

divanenin hesabıdır,Aşk şiirin kitabıdır"yazabilene aşk olsun"

Samimiyetin, doğallığın, dostluğun ve (B) plansızduyguları nasıl da ustaca anlatmış gönüllerin ozanı buşiirleriyle. Buna kısaca şiirin gücü demek ne kadaryeterli bir tanım olur bilmiyorum ama, şiirle değil defarklı yazım şekliyle olsaydı, pek tadı tuzu olmayaca-ğından eminim.

Büyük usta ve dünya çapındaki komünist ozanNazım "Senin Sayende" şiirindeki bir dizesinde: / HerGünüm Mis Gibi Dünya Kokan Bir Kavun DilimiSenin Sayende./ derken Aşkın tarifini sanki taze kızar-mış bir ekmeğin üzerine sürülen envai tatlardan oluş-muş bir marmelat gibi pek de güzel anlatmış değil mi..?Ve devam ediyor: / Bütün Yemişler ElimeGüneştenmiş Gibi Uzanıyor Senin Sayende/ BuradaAşkın sıcaklığı merhameti ve şefkati buram buramkokuyor. / Senin Sayende Yalnız UmutlardanAlıyorum Balımı. Yüreğimin Çalışı Senin Sayende./İşte umut, işte hayatın anlamı ve yaşama azmi başkanasıl anlatılabilirdi ki şiirden başka bir yazım şekliyle...Ve yine kılcal damarlara kan gönderen başka dize: / EnYalnız Akşamlarım Duvarında Gülen Bir AnadoluKilimi , Yüreğimin Çalışı Senin Sayende.. Yalnızlık veanadolunun otantik fotoğrafı, ancak bu kadar güzelçekilebilirdi. /Şehrime Ulaşmadan Bitirirken YolumuBir Gül Bahçesinde Dinlendim Senin Sayende/Uzaklardan yola çıkıp sevdiğine kavuşmak faslındaolan bir yüreğin huzura erişinin yorumudur diye düşün-mekteyim. / Senin Sayende İçeri Sokmuyorum EnYumuşak Urbalarını Giyip Büyük Rahatlığa ÇağıranTürküleriyle Kapımı Çalan Ölümü./ Aşkı sayesindeölümü bile hiçe saymanın bana göre, türküsüdür budizeler. Özetlemek gerekirse; şiirde, ihanet, yalan şan-taj, tehdit, nankörlük barınmaz. Şiir bazen zevki sefa-nın, bazen hüsranın bazen, isyanın, ve en önemlisidebaşkaldırışın dilidir. Zulme karşı birlikte mücadeleninçağrısı, işçi sınıfının elindeki bayrak, moral motivas-yon, direnme ve zafer marşının dili, gözü kulağıdır.Hisleri, dayanma gücünü ve en önemlisi de yiğidin bes-lendiği sevdasının çiçeğidir.

Diyalektik: "dünyadaki ilişkilerin toplumların herzaman değişmekte olduğunu söyler". Materyalistdüşünmek; "varlığın düşünceyi yarattığı formülünü vebu formülün nasıl hayata geçeceğini bilmektir". Şiir demücadele alanlarının devrime sevdalanmış yüreklerintürkülerle marşlarla karılmış haykırışıdır. Yani şiir çokfazladır Çoook. Yolculuğumuzu burada sonlandırmıyorama ara veriyoruz. Benimle birlikte sizde yoruldunuz.Yüreğinize sağlık..

Page 82: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Onur kavgamın ağıtlarını

yazdım

zemheri

buzlarının

üzerine..

Civan,

mert,

delikan

yüreğim

artık keskin bir bıçaktır

ihanet dalgasının

şah damarında...

Sevdamı en utangaç

ve tam ortasından

katli vacip değilken

yargısız infaz etti

sonbaharın

en puşt ayları

Küskülerin,

kazmaların,

küreklerin

ve kendir

mendillerin

ucunda kurulan

maden işçilerinin

sofrasında buluşacağız

seninle...

Kırgın,

Mahsun,

ve yorgun nağmelerimiz

damlayacak,

demlenmiş

günahlarımızın

üzerine...

anti suskunluk

şiarımızdır,

yer kürenin

bütün kıt'alarında..

Kızgın bir demir gibi

eriyecektir

öfkelerin

hışmına uğramış

zavallı ölüm...

kutuplardan

munzur nehrinden

ekvatordan

ve bütün

damıtılmış

kaynak sularını

biz akıtacağız,

yaylalardaki

arşa uzanmış

nasırlı

ve eylemsi

ellere....

korku hükümdarlarının

boynunu,

ninemin

uzun

kış gecelerinde

anlattığı

masalların

bilenmiş

asi,

keskin,

ve zılgıt rengi

oraklarla vuracağız,

birleşen

şevki

hasretimizle...

ZEMHERİ BUZLARI

Recep ÇÖL

82 Bahar

Page 83: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

83Bahar

Bekle BeniSıla Erciyes

Bekle beni küçüğüm

Umudun karatmadan

Sevincin yitirmeden

Döneceğim bir gün

Bekle beni

Mapushane'nin türküleri

Hüzünlüdür biraz

Her dinleyişinde belki

Yüreğin burkulur,

İçin sızlar

Ama acılara alışılmaz.

Bir şeyler var değişecek

Bir şeyler var değiştirmemiz gereken

Önce acılardan başlanacak

Mapushane'nin türküleri

Hüzünlüyse de biraz

Burkulmasın yüreğin

Sızlamasın için sakın

Bekle beni

Sen türkülerini söyle

Ve gülümse küçüğüm

Çünkü sesinin ırmağıyla

Yeşerecek hasretin bozkırları

Ve sen sahip çıkarak

Yaşama ve sevince

Bekle beni

Acılar bitecek bir gün

Saat üçe geliyor. Her an telefon çalabilir. Bugüntelefon uzun zamandır birbirinin sesini duyamayan,yüzünü göremeyen iki sevdalı yüreği buluşturmakiçin çalacak. Heyecanlıyız.

Telefon çalıyor...Alo diyen ses de heyecanlı... “Hemen başlaya-

lım, ne de olsa süre çok kısa.”Bir on dakikaya sığdırılmak zorunda olan 20

yılın hasreti...Telefon kayıtta... Özlem dolu bir bir ses başlıyor sevdiği için şarkı

söylemeye... Bekle beni küçüğüm, diyor. Umudukarartmadan... sevincini yitirmeden... bekle gelece-ğim, diyor.

Seven ve sevilen yürekten önce dinlemek bugüzel sesi... biraz buruk yüreğimiz... Ama biliyoruzki birkaç gün sonra sevgiliye ulaşacak bu ses.

Dinliyoruz...Diyor ki telefondaki ses... bekle beni küçü-

ğüm... umudu karartmadan... sevinci yitirmedenbekle... döneceğim bir gün elbet... bekle beni...

90'lı yıllarda mücadelenin içinde olan bir çokdevrimci gencin dilinden düşmeyen bu şarkı şimdiseven bir yüreğin özlemini iletmek ve dindirmekiçin söyleniyor bir tutsak tarafından.

90'lı yıllar her an ayrılığın, her an ölümün, heran tutsaklığın yanı başımızda olduğu günlerdi. Ogünde bugünde umudunu yitirmeyenlerin şarkısıoldu Ahmet Telli'nin yazıp Çağdaş Türkü tarafındansöylenen bu şarkı.

Page 84: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Bahar84

Sevgiler çiçek acaçak

Uğuldayan bu rüzgar

Bu delice yağan kar

Ürkütmesin seni

Direnmektir artık

Bekleyişin bir başka adı.

Beklemek... ve umut etmek... direnmeninbir başka adı olur... şairler en güzel dizeleriyle anla-tırlar bize bu umudu ve bekleyişi... Tıpkı AhmetTelli'nin şiirinde olduğu gibi...

Ahmet Telli bu şiiri yazmadan önce okuduğu birşiirden o kadar çok etkilenmiş olma ki hiç tanımadı-ğı bir şairin şiir dünyasından kendi şiir dünyasınageçer ve alır kalemi eline yazar kendi bekle beni şii-rini...

O şair Kostantin Simonov'dur... Şöyle seslenirsevdiğine...

Bekle beni, döneceğim ben.

Çok çok, bıkmadan bekle!

Sarı yağmurların

Hüznü basınca,

Kar kasıp kavururken,

Kızgın sıcaklarda - bekle.

Uzak yerlerden mektuplar kesilince

Bekle beni.

Birlikte bekleyenlerin beklemekten

Usandığına bakma, bekle.

Bekle beni, döneceğim.

Unutmak zamanı geldiğini

Ezbere bilenleri

Hayırla anma!

Varsın oğlum, anam

Hayatta olmadığıma inansın,

Dostlarım beklemekten usansın,

Ocak başında toplanıp

Acı şarapla

Yadetsinler beni.

Sen bekle. Onlarla birlikte

İçmekte acele etme.

Bekle beni; döneceğim,

Bütün ölümleri çatlatmak için döneceğim!

"Şansı varmış..." desinler,

Beklemedikleri için,

Beni bekleyerek

Düşman ateşinden nasıl

Koruduğunu anlayamazlar.

Sağ kalışımın sırrını yalnız

Senle ben bileceğiz-

Bütün sır -senin

Başkalarının bilmediği gibi

beklemeyi bilmende.

Ahmet Telli kim için yazmıştır bilinmez amaSimonov sevdiğine yazar bu şiiri. Aşık oluğu kadınValentine Serova için cephede, ateş altındaykenyazdı. Şiir bütün bir savaşın ve koskoca bir umudunsimgesi olarak ezberlendi, şarkı haline getirilip söy-lendi.

Bekle beni... bekle beni döneceğim ben diyorcepheden bir asker uzaktaki sevdiğine... bıkmadanbekle... usanmadan bekle... umudu yükler şair bekle-yişe... bu öyle bir umuttur ki, hitler faşizmini yenmekararlılığını taşır içinde... Hitler yenilecek ve sevdik-lerine er geç kavuşacaklardır... Simonov o sıralardahenüz yirmi beş yaşında genç bir yürektir... NişanlısıValentina için cepheden yazdığı şiirini izne giden biraskere gazeteye teslim etmesi için verir... Ama şiiri-nin gazeteye ulaşıp ulaşmadığını, Valentina'nın onugörüp görmediğini bilmez. Şiir gazetede yayınlanırve Stalingrad cephesinde elden ele dolaşan şiir dahasonra da bir şarkıya dönüşür. Yüzlerce değişik şekil-de bestelenir. Hitler faşizmine karşı cephede savaşan,yaralanan ve vurulan tüm Sovyet askerlerinin tamkalplerinin üzerine denk gelen göğüs ceplerinde, yagazeteden kesilip çoğaltılmış ya da kargacık burgacıkharflerle yazıya dökülmüş bekle beni şiiri çıkmıştır.

Herkesin beklemekten usandığı zaman bekle...unutmak zamanı geldiğini söyleyenlere inanma...varsın oğlum, annem, yoldaşlarım hayatta olmadığı-ma inansınlar... bir tek sen bekle beni... Ve sırrımızbekleyişimiz olsun...

Simonov'un cehpede sevdiğinden ayrıyken ses-leniyor “bekle beni” diyerek. Şair Ahmet Telli 12Eylül'ün karanlık günlerine inat “bekle beni” diyor“geleceğim bir gün” Ve F tipi hücreden bir tutsaksevdiğine sesleniyor “bekle beni” diyerek.

Zaman değişiyor. Ülke değişiyor. Kişiler değişi-yor. Özlem ve umut aynı şekilde hissediliyor.Evrensel duyguların gücüyle...

Page 85: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Bahar 85

Saklı kaldı düşlerim

Sokaklarında senin

Soluk güneşin altında dolaştım

Nice zamanlar

Kararınca uranos

Aradı güneşi gözlerim

Gözlerim güneş olur

Seni görürdü bir tek

Bir de Deniz’i

Apaydınlık

Gün ortası gibi gecede

Fovos kol gezerdi

Sokaklarda

Sokaklar meydanlara akar

Yorulmak bilmeden

Kimin gözleri karanlık!

Düşleri kara bakan kim!

Neden bu fovos

Yayılır gün güzeli yurduma

Hangi karanlık el

Dizginleri tutar elinde

Kim yönünü belirler hayatın?

Hayat ne güzelsin

Dalgaların vurunca sahil boyuna

Sularını Poseidon mu köpürtür

Poseidon’u Pontos mu gözetler

Olimpos’ta kim oturur?

Babil şehrini kim yağmaladı?

Neden Filistin’de

Çocuk generaller var

Neden bir yürek

Dörtte bölündü

İşte güneş yine doğuyor

Miletos şehrine

Felsefe konuşacaklar

Neden nasıl diye

Çözüm bulacaklar

Dünyanın yüküne

Çocuklar gülsün

Mutlu büyüsün diye

Yüzümüz Kuzeye bakar

Gönlümüzde Cem coşar

Afrodit’in aşkından

Adonis doğar

Manisa lalesi

Olur zaman

Çoğalır sevdalı Deniz’in çağıltısı

Kuzeycem Adonis olur şarkısı

Mutlu bakılır uranosa

Gecenin ayazında

Bir umut daha büyüdük

Seninle çocuk

Hoş geldin oğlum

Adonis04 Eylül 2012 Antalya

CEM OLUR HAYAT(Oğlum Kuzeycem Adonis’e)

Atila OĞUZ

Page 86: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Bahar86

GREV ÇADIRISeyirci salona alındığında sahnenin ortasında bir çatal merdiven dik olarak durmaktadır. Merdivenin üze-

rine tül örtülmüş ve bir çadır görünümü verilmiştir. Çadırın tepesinde Grev’de 20. Gün yazmaktadır. Çadıraasılmış ya da yere dikilmiş diğer dövizlerde değişik sloganlar yazılıdır. Leyla, çadırın önünde oturur durumdauyuklamaktadır. Sahne tersten 3 derece ışıkla aydınlatılmıştır. Grev’de 20. Gün yazısı ayrıca bir spotla aydınla-tılmıştır. Diğer oyuncular ellerinde bendirlerle sahne gerisine sıralanmış ters ışığın yardımı ile bendirlerde silu-etler oluştururlar. Bendirler hafif tonda çalmaktadır. Bendirler bundan sonra sahnenin konusuna göre ses vere-cektir. Örneğin; bir işkence sahnesinde ilkel sesler verirken duygusal bir sahnede daha mistik çalacaklardır.Kadınlar korosu sesleriyle müziğe destek verebilir. Seyirci yerini aldıktan sonra Leyla’nın cep telefonu çalar vebendir sesleri kesilir. Lokal ışıkta Leyla aydınlanır. Leyla sıçrayarak uyanır. Telefonunu arar, bulur açar.

LEYLA -Nazım, güzel oğlum… buradayım, çadırda… yok annem, gelemem. Korkmayın… bitecekoğlum, bunlar da geçecek elbet. Deniz neden ağlıyor? … Sen ağabeysin, kardeşini korursun. Hadi telefonunsesini dışarı ver de ben size kitabımızı okuyayım. Kaldığımız yerden devam ediyorum. (Bir kitap alır.

Page 87: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

87Bahar

İşaretlediği yeri bularak…) Hani Enricoların evineduvarcı ustasının oğlu gelmişti ve çocuğun ceketindebabasına yardım ettiği için alçı ve kireç lekeleri vardı.Çocuğun oturduğu koltukta iz kalınca Enrico silmekistemiş ve babası gizlice onu durdurmuştu. Evet, ora-dan devam ediyoruz. Şimdi Enrico’nun babası konu-şuyor (Okuyarak):

Sevgili oğlum, koltuğu arkadaşının yanında sil-meni istemedim. Çünkü arkadaşının ceketindeki alçıve kireçler çalışma izleriydi, kir değildi. Çalışmakinsanı kirletmez ve çalışan bir işçi asla pis değildir.Onlara “elbisende emeğinin izi var” de. Ve arkadaşı-nı arkadaşın olduğu için sevdiğinden daha çok biremekçinin çocuğu olduğu için sev. (Kısık sesle telefo-na seslenir…) Nazım… Deniz… (Kendi kendine söy-lenerek telefonu kapatır) Uyumuşlar. Canlarım benim.Güzel yavrularım.

Esner. Kitabı kapatıp kenara koyar. SahneBaşında olduğu gibi oturduğu yerde uyuklamaya baş-lar. Lokal ışık sönerken bendirler çalmaya başlar. Tersışıklar yavaş yavaş söner. Bendir sesleri kreşendoyapar ve susar. Karanlıkta seyircilerin arkasında iki elfeneri yanar. İki adam aralarında fısıltılı konuşaraksahneye doğru ilerler. Arada seyirciye de el feneritutarlar.

- Buralarda bir yerdeydi… - Bu gece çok karanlık bir şey görünmüyor ki! - Daha iyi ya, biz de görünmüyoruz… - Şurada bir kıpırtı var! Kediymiş… - İşte bizim kuş orada… - Ne kuşu? Grev kuşu… Adamlardan biri çadırı tekmeleyerek yıkar.

Gürültüye Leyla ayaklanır. Adamlar fenerlerini sorguyapar gibi Leyla’nın gözüne tutarlar.

LEYLA -Ne oluyor, siz de kimsiniz?1.ADAM -Yavvaşş, burada soruları biz sorarız.2.ADAM -Sen ne yapıyorsun burada kuşum?LEYLA -Ben, ben… Grev yapıyorum. Siz ne

yapıyorsunuz?1.ADAM -Biz de görev yapıyoruz.Bendirler hafif tonda çalmaya başlar sonra ilkel

bir kurban ritüeli müziğine dönüşür. Adamlar el fener-lerinin ışıklarını cop gibi kullanarak Leyla’ya vurur-lar. Leyla bu kaba dayak sahnesinde her darbede hemah ve imdat sesleri çıkartır hem de işkence edileninhareketlerini tartımlı olarak canlandırır. Leyla’nındansına el fenerleri destek olarak farklı görüntüler,gölgeler yaratabilirler. Arada bendirlerin sesi inerLeyla’nın ve adamların konuşması duyulur.

LEYLA -İmdaat. Yardım edin. Yok mu bir Allahkulu?

1.ADAM -Biz emir kuluyuz…Vahşice gülerek işkenceye devam ederler.

2.ADAM -Yarın burada görmeyelim seni,yoksa…

Bendir sesleri yükselir. El fenerleri söner. Leylaçadırın önünde uzanmış yatmaktadır. Çadır devrilmişdövizler yırtılmıştır. Genel ışık yavaş yavaş girerkenbendir sesleri iner. Temizlik işçisi türkü söyleyereksahne sağından girer. Leyla yavaş yavaş gözünü açar.İşçiye seslenir.

LEYLA -Keyfin yerinde bakıyorum. İŞÇİ-Senin değil galiba.LEYLA -Değil… Adamların işten attıkları, göz-

altına aldıkları yetmiyor gibi şimdi de rüyama giriyor-lar. Dün gece berbat bir kabus gördüm. Çadırımı yıkıpbeni dövüyorlardı.

İŞÇİ -(Çadıra ve Leyla’nın haline bakar) Çokgerçekçi kabuslar görüyorsun be abla. Yahu seninçadırı düpedüz yıkmışlar.

LEYLA -(Birden kendine gelir. Ayağa kalkmakiçin yeltenir kalkamaz. Oturur.) Beni de düpedüz döv-müşler… Karanlıktı. Kaç kişiler bilmiyorum.Bayılmışım herhalde. Senin sesinle uyanınca kabusgördüm sandım…

İŞÇİ -Tabii benim yanık sesimi duyunca, bunlargerçek olamaz kabustur dedin.

LEYLA - Elleri kırılsın. Anam anam, hiçbiryerim tutmuyor. Utanmıyorlar da, yalnız bir kadınaonca adam…

İŞÇİ -Aman be abla utanacak bir şey kaldı mı ki?On üç yaşında çocukların gönüllü olarak tecavüzeuğradığı yerde… Hem belki de sen adamların copları-na kendi kafanı kolunu vurmuşsundur…

LEYLA -Zevzeklik yapma, git başımdan.“Yılmayacağım” dedim ama yıldırdılar. Ben nasıl başaçıkacağım bunlarla

İŞÇİ -Canım Leyla Ablam, ben sana bir türküpatlatırım hiç bir şeyin kalmaz.

LEYLA -Git başımdan dedim. Her tarafım dökü-lüyor. Biraz daha yatayım sonra toparlanıp giderim…

İŞÇİ -Tamam ninni söyleyeyim.LEYLA -Al Allahım delini, zapt eyle kulunu…

Etrafa göz kulak ol, biri gelirse uyandır.İŞÇİ -Emrin olur Ablacığım.İşçi bir türkü tutturarak ortalığı süpürmeye baş-

lar. Leyla uzanır. İşçi sahne soluna gider, tekrar sahnesağına doğru süpürmeye devam ettiğinde biraz öncekigrev çadırının tülü süpürgesinin başında takılıdır. İşçisahne sağından kaybolurken tül, bir gölge perdesi ola-rak sahne ortasına gerilir. İşçinin sesi inerken bendir-ler yükselir. Bu arada Leyla kulise girer. Genel ışıkiner kırmızı ters ışık yanar. Kadınlar Korosu siyah giy-siler içinde gölgede görünürler. Bendir sesleri fonda-dır.

KORO -Çoktandır uç vermiş olan felaketin şarkı-

Page 88: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

88 Bahar

sını söyleyeceğiz sizlere... Kadınların şarkısını...3.KADIN -Bir zamanlar her şey olan biz kadınla-

rın...KORO -Evet biz kadınların şarkısı bu...1.KADIN -Ne oldu yarattığımız mutluluk dünya-

sına...7.KADIN -Gelmez mi bir daha?Rabarba-Kaos KORO -Ortak olanı mülk edinmekle başladı

kavga...4. KADIN -Herkesin olan olamaz bir kişinin... 1.KADIN -Herkesin olanla yaratılmıştı mutluluk

ülkesi...3.KADIN -Tanrıçalar vardı anaerkil dönemde4.KADIN -Tanrılar geldi ataerkil dönemde5.KADIN -Geçmişin hoşgörüsü yerine2.KADIN -Kadını ezdikçe ezdi, erkekliğiyle…BÜYÜCÜ -Ah bu herkesi ağlatan ocakAh bu mezar kapağı olmuş çatıÖlümlülerin dehşeti içindeGüneşsiz karanlıklar kapladı her yanı1.TANRIÇA -Üleşmek vardı bir zamanlar2.TANRIÇA -Bozulmamış yozlaşmamış zorla-

masız3.TANRIÇA -Yer etmişti halkın kulağında1.TANRIÇA -Yüreğinin derininde hatta… Şimdi

neredeeee?2.TANRIÇA -Korku saldılar her yere…3.TANRIÇA -Mülkiyet ve iktidar1.TANRIÇA -Tanrı olmuş insanlara tanrıdan da

öte2.TANRIÇA -Ah siz yeni kuşak tanrılar3.TANRIÇA -Eski yasayı, en temel hukuku zorla

aldınız elimizden.KORO -Yerlerde çiğniyorsunuz onu şimdiBÜYÜCÜ -Zehir, yüreğimizden akan zehirSulayacak bu topraklarıDoğurganlığı yok edenYaprakları meyveleri kurutan yosunlar dikenler

sarsın her yanınızı1.TANRIÇA -Eğer yeni tanrıların hukuku kaza-

nırsa zaferi, 2.TANRIÇA -Yenilerin yasası her şeyi devirmiş

demektir. 3.TANRIÇA -Yerin güneş almaz derinliklerine

atılmış olsa da ülkemiz KORO -Onurumuzun bilincindeyiz biz, 1.TANRIÇA -Kimileri tanımak istemese de... 2.TANRIÇA -Ve zamanın başlangıcında bulur

kaynağını en eski görevimiz... 3.TANRIÇA -Bu görev şimdi senin... KORO -Anlat bizim hikayemizi bizden sonra

gelecek olan kadın kuşaklarına...

Gölgede yalnız Itza kalır. Koro geriye çekilmiştir.ITZA -Ömrüm bir balta ile son bulacak biliyo-

rum... Ama yine de onurumu koruyacağım sizler gibionlar karşısında. Kulak versinler duama, her şeyidoğuran ve yeniden tohum verene dek büyütüp yetişti-ren toprak ana duysun: Gelecek bana ve bize ait...

Bendirler yükselir. Kreşendo olduğunda perdebirden iner ve Itza’nın üstüne kapanır. Şimdi sahneyikırmızı bir ışık kaplamıştır. Bendirler bir doğum müzi-ği çalar. Itza tülün altından yükselerek dansına başlar.

ITZA -Haydi Büyücü Kadın, Haydi Tanrıçalargörevinizi yapın. (Kadınlar Itza’nın etrafında dönme-ye başlar. Itza bu dansın sonunda tülden sıyrılır.Sözlerinin sonunda bir ağaç gibi merdivenin tepesin-dedir. Tül merdivenin üstünü bir ağacın kökleri gibikaplamıştır.)

Toprak Ana doğur beni, beni yeniden yarat. Bensenin kızınım. Bir çınarda gövdelendir beni. Rüzgarkardeşim estikçe Kadınların şarkısını söyleyeyim.(Müzik yükselir)

İşte köklerim uzuyor tarihin olmadığı zamanlara.İşte gövdem oluşuyor. Kanım, yaşamdan oluşmuşuzun bir okşayış gibi özsuyuma dönüşüyor, derimkabuklaşıyor ve dallarım uzuyor. Ve bu yeni derininbitkisel dehlizlerinde genişliyorum. Saçlarım çözüldüve şarkı söyleyen kuşları dinlemek için beyaz bulutlumavi göğe doğru uzanıyorum. Ve çok sesli ağzımlaşarkı söylüyorum. Çiçek açıyorum, dallarım titriyor...Gövdemde tomurcuklarım, dallarımda meyvelerim…Doğuruyoruummm… Doğuyoruuummm…

Itza merdivenin üst basamağına çıkmıştır. Lokalışıkta başı aydınlanır. Müzik yükselir. Kırmızı ışıklarsöner. Müzik kesilir. Kadınlar korosu kulislerdedir.Genel ışık girerken Leyla uyanır. Etrafa bakar.Kimseyi göremez. Kendi kendine söylenir.

LEYLA -Sanki bir gürültü duydum ama kimse-ler yok. Şimdi de başımda davul çalıp saklanıyorlarherhalde.

ITZA -Seni korkutmak istemedim. LEYLA -(Korkarak) Hiii! İyi saatte olsunlar.

(Kendini çimdikler) Kabus da değil bu. Sen de kimsin.Ne arıyorsun burada. Ne istiyorsun benden?

ITZA -Korkma bendenLEYLA -(Rahatlar) Ne korkacağım. Birden

görünce gerçekten ağaç sandım. Sonra anladım kimolduğunu. Eskiden simitçi kılığına giriyordunuz. Artıkağaç. Bak bu daha yakışmış. (Kendi kendine) Yenigözetleme yöntemleri daha salakça olmuş…

ITZA -Düşündüğün gibi değil Leyla. Bak başınagelen her şeyi biliyorum.

LEYLA -Bileceksin tabii. Sen de onlardansın. Yada kötü bir düş görüyorum.

ITZA -Belki bir düş görüyorsun, belki de bu

Page 89: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

89Bahar

senin gerçeğin. Hani sen yıldım dedin ya…LEYLA -Yıldırdınız, aferin size. Tamam, başka

numaraya gerek yok toplanıyorum.ITZA -Hayır Leyla kalıyorsun. Ben bunun için

buradayım. Sen vazgeçince bütün tanrıçalar ayaklandı.Toprak Ana uyandı ve beni görevlendirdiler.

LEYLA -Bacım git başımdan. Her tarafım ağrı-yor zaten. Sen de mi görevlisin? Sen de mi beni döve-ceksin?

ITZA -Benim görevim başka Leyla, sana binler-ce yıl öteden bugüne kadınların şarkısını söyleyece-ğim, hikayesini anlatacağım. Ta ki, direncini yenidenkazanana kadar... Ta ki onurlu mücadelene yenidenbaşlayana kadar…

LEYLA -Ben yıldım, anlamıyor musun? Onlarkazandı. Onlar benden güçlü. Eve gidiyorum. Çocuk-larımın yanına…

ITZA -Leyla, hani bir sloganınız vardı: “bizçocuklarımıza onurlu bir gelecek vereceğiz” diye.Şimdi hangi yüzle gideceksin çocuklarının yanına? Nediyeceksin Nazım’a, Deniz’e…?

LEYLA -Sen, sen benim çocuklarımın adınınereden biliyorsun?

ITZA -Gel yanıma… (Leyla, Itza’nın yanınaçıkarken lokal ışık sadece onları aydınlatır. Bendirlerbaşlar.) Önce ben sana anlatacağım sonra da sen anla-tacaksın hikayeni.

LEYLA -Benim hikayem yok ki.ITZA -Acele etme, aslında o kadar çok hikayesi

var ki bu toprakların. Anlatmaya başladığında sen bileşaşacaksın.

LEYLA -Sen anlatacaksın ben anlatacağım. Eeeesonra ne olacak?

ITZA -Birbirimize anlattıkça hikayemizi seninben, benim ise sen olduğumda birleşecek yolumuz.Beş bin yıldır birçok kadının yaşamına tanıklık ettim.Onlarla ağladım, onlarla sevindim... Onlarla özgürlüğekanat açtım. Adım Itza.

LEYLA -O ne biçim isim öyle…ITZA -Şebnem anlamına geliyor... Çok gözyaşı

gördüm. Sessizce döktü kadın kuşakları gözyaşlarını...İçine akıttı nehirler gibi... Kadın ağladıkça ben beslen-dim, kadın ağladıkça ben büyüdüm. Topladım hepsiniruhumda. Hepsinin yaşamına ortaktım ben aslında.Şimdi senin yaşamında olduğu gibi… İçimde taşıdımhepinizi o günden beri. Ne yağmur, ne kar, ne fırtınakoparamadı beni sizden. Ve seninle bir yolculuğa çıka-cağız, uzun ve zorlu... Beş bin yıllık bir tarihe yolcu-luk... Kadın kuşaklarının tarihine...

LEYLA -Beş bin yıl mı? Yok artık...ITZA -İnanmıyorsun değil mi? Gel benimle o

halde?LEYLA -Nereye?

ITZA -Seni bugüne getiren binlerce yılın içine.Hadi tut elimi. Hypatia’nın yanına gidelim.

Müzik yükselir. Orta lokal ışıkta Hypatia aydınla-nır. İki elinde iki mum vardır. Gökyüzüne bakarakkendi etrafında dönmektedir.

HYPATIA -Evrenin ortasında, her şeyi aydınla-tan ve ısıtan ateş, bir sunaktaki ateş gibi yanıp durur-du. Bunun çevresinde ayla güneşi, yıldızlarla gezegen-leri taşıyan on billur kubbe dönerdi. Dünyada bu genelkanuna uyarak yerinde durmaz, evren ateşi çevresin-deki düzenli, ritmik raksa katılırdı.

Sağ ön lokal ışıkta tellal görünür. Elindeki ferma-nı okurken Hypatia mumları ön tarafa koyar ve çuval-dan bir papirüs alarak okur. Ardından yere okuduğuşeyi çizmeye çalışır. Çuvaldan bir papirüs çıkarır veaçıp önüne serer. Tellal okudukça Hypatia bir ona birpapirüslere bakarak acele etmeye çalışır.

TELLAL -Şu andan itibaren İskenderiye’desadece Hıristiyan ve Yahudilerin ibadetine izin verile-cektir. Paganların kurban kesmesi, pagan simgelerineibadet, Pagan tapınaklarının ziyaretine artık izin veril-meyecektir. Bunları yapmaya kalkışanlar, eski tanrıheykellerine bakmış bile olsalar acımasızca cezalandı-rılacaktır.

Lokal ışık söner. Tellal çıkar. Bu arada Hypatiayere çizdiği şemayı bozar. Yeniden farklı bir çizimyapar.

HYPATIA -Aristarkus, evrenin kalbini yerindenoynattı. Dünyanın hareket ettiğini, gezegenlerin anlamveremediğimiz davranışının göz aldanmasından ötebir şey olmadığını ileri sürdü. Bunun nedeni olarakdünyanın güneşin etrafında dönmesini gösteriyor.Yıldızların kralı olarak güneşi görüyor. Bu durumdadünya gezginlerden sadece biridir. Hangisi doğru...Bütün önyargılarımdan kurtulsam karşıma nasıl birevren çıkar? (Bir anlık bir sessizlik. Ve kendine acıya-rak bakar.) Peki, şimdi ne anlamı var bunları düşün-menin? Şu halime bak. Bir çuval papirusla yapayalnızkaldım.

Karanlıktan Itza’nın sesi gelir.ITZA -Kalem durmadan yazıyor, kafa durmadan

işliyordu. Cellat ise bu düşünen kafayı kesecek baltayıbilemeye başlamıştı.

HYPATİA -Öğrencilerim ellerinde kılıçla sokak-lardalar. Niçin? Herkes kendi tanrısı adına savaştığınısöylüyor. Gerçekten böyle mi? Gökyüzünde gezegen-lerden, güneşten, aydan, yıldızlardan başka bir gerçekaramanın anlamı ne? Ve her şeyden önemlisi bu kendigerçeğini silah zoruyla kabul ettirmeye çalışmanın...Ve durmuyorlar... Kendi inançlarını herkesin inancıhaline getirmek için...

Bendirler çalar, sol ön lokal ışıkta bir rahipaydınlanır. Hypatia’nın lokali söner.

Page 90: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

RAHİP –Kadınların gösterişsiz, iffetiyle ve ada-bıyla giyinmesini isterim. Örgülü saçlarla ya da altınlaveya incilerle ya da pahalı giysilerle değil sevaplarıylaisterim. Kadın mutlak bir itaatle öğrensin. Bir kadınınbir erkeğe bir şey öğretmesine veya üzerinde otoritekurmasına izin vermem. “Kadın olarak itaat et veboyun eğ.” Bunlar tanrının sözleri. İsa bu söze uydu vekutsal mirasını on iki erkeğe teslim etti.Havarilerinden bir teki bile kadın değildi. Oysa şimdiİskenderiye’de Hypatia adında bir kadın şeytanın yolgöstericiliğinde değerlerimize saldırıyor. Saçma sapandeneylerle bilim yaptığını söyleyen bu kadın karabüyü ile uğraşıyor. Göklerde tanrının olmadığını söy-lüyor. Her yerde tanrısızlığını ilan etmekten korkmu-yor. O kadın bir cadıdır. Ve cadılar gibi cezasını bul-malıdır.

Rahibin lokali söner, Hypatia’nın lokali yanar.HYPATİA -Araştırmalarımın daha çok başında-

yım. Her şeye yeni baştan başlamalıyım. Yeni gözler-le her şeyi yeniden düşünmeliyim. Bilmediğimiz neçok şey var. İnsanın bir bilgiden diğerine geçişi nekadar zor oluyor. Yıldızların gökyüzünden yere indiri-lemeyeceği bizce net ya peki yıldızlar bizden ne kadaruzaktalar. Nasıl hareket ediyorlar? (Bendirler fondaçalmaya başlar.) Zamanım çok daraldı. Bütün ömrümpapirüsler arasında geçti. Evrenin sırlarını çözmeyeçalıştım. Kimi zaman o evrende kayboldum kimizaman kendime inandığım doğrular buldum. Her bilgiyeni bir bilgiyi çağırdı. Her soru yeni bir cevabı heryeni cevapta yeni bir soruyu beraberinde getirdi.Keşke cevaba biraz daha yaklaşabilseydim!

İpatiya bir papirustan diğerine hızla geçer. Halaöğrenme telaşı içindedir. Işık loşlaşır ve söner. Şimdisadece mum ışığı vardır.

1.ADAM -Cennetin krallığı bizimle. Daha nebekliyorsunuz. Cadıyı taşlayın.

Bendirler atılan taşların sesini verirken el fener-leri kesik ışıklarla Hypatia’nın üzerine düşerek taşla-mayı simgelerler.

2.ADAM -Pislik. Cadı. Dünya güneşin etrafındadönermiş öyle mi pis orospu.(kahkaha) Haydi çırılçıp-lak soyalım. Tanrı bütün pisliklerini görsün dinsizfahişenin.

Her yandan taşlar yağar. Müzik yükselir. Hypatia,taşlanmanın dansını yaparak mumların üstüne kapa-nır. Merdivenin üstünde Itza ve Leyla lokal ışıktaaydımlanır.

ITZA -Mısırlı filozof, matematikçi ve gökbilimciHypatia. Binlerce yıl önce, insanların karşısında sırlar-la dolu bir dünya vardı. Güneş nasıl doğar ve kim sal-lar yeri bilmiyorlardı. Korkuyorlardı. Mevsim döngü-süne bir türlü akıl erdiremiyorlardı. Sonunda bunuyapan bir şey olduğuna karar verdiler. Önce aralarında

biri mi diye kuşkulandılar. Sonra güneşten kuşkulandı-lar ve ona tapınmaya başladılar. Toplayıcılık dönemin-de topladıklarından, avcılık döneminde avladıkların-dan ona adaklar sundular. Sadece ilkel ihtiyaçlarınıgidermek için. Ateşi buldular ama buldukları şeyin neolduğunu bilmiyorlardı. Yakıyordu, ısıtıyordu, ışıtı-yordu. Sonra ona taptılar ve sönmesin diye sürekli bes-lediler. Bilinmeyen, anlaşılmayan onlara yaşamı güç-leştiren ya da yiyecek, barınma, üremeyi sağlayandoğanın her gücünü tanrı bellediler. İyi geçinmeyeçalıştılar onlarla. Sonra insan güçlü olmak istedi doğa-nın karşısında. Alet yaptı. Kesiciler, eziciler, deliciler,vurucular, yontucular... Öyle kolay olmadı bu. Bin yılsürdü taşı yontmayı öğrenmesi ve ucunun sivriltilmesiiçin bir bin yıl daha. Mızrağa bağladılar sonra taşı,sonra da cilaladılar. Kıtlık, soğuk, sıcak vahşi hayvan-lar hastalıklar her şey ama her şey tehditti onlara.Sürekli öğrendiler; Eti pişirmeyi, ekmeği yapmayı,nehirlerde odunlarını taşımayı ve onlardan ev yapma-yı... Öldürmemeyi öğrendiler her canlıyı. Besleyipevcilleştirdiler bazılarını. Tüm bunları yapabilmek vedoğa acımasızlığı karşısında ayakta kalmak için omuzomza verdiler. Birlikte, dayanışma ve paylaşma içindeolmaları gerekiyordu. Öyle yaptılar. Birlikte ürettikbirlikte tükettiler. Herkes üretime gücü oranında katıl-dı, ihtiyacı kadarını tüketti.

LEYLA -“İlkel toplum!” diyoruz onlara. Kimdaha ilkel? İlkel-komünal toplumlar mı, vahşi kapita-list toplumlar mı? Ve biz neden toplum kapitalistleştik-çe güç kaybediyoruz, direncimiz kırılıyor?

ITZA -Çünkü direncimizi kırmak için bizi önceyalnızlaştırıyorlar Leyla. Bak sen bir haksızlığa baş-kaldırdın ve tek başınasın.

LEYLA -Sanki yüz kişi olsak bir şey oluyor…ITZA -İlkel insan doğaya karşı savaşımını böyle

kazandı. Güçlü doğaya karşı... Oysa bizim karşımızda-ki kapital sahibi bazen küçük bir grup bazen tek birkişi…

LEYLA -(Itza’nın sözünü keserek) İktidarı elindetutan…

ITZA -Onları siz seçmiyor musunuz?LEYLA -Her zaman değil. Bazen kendileri geli-

yor…ITZA -Hah tamam, dur orada. O kadınların da

hikayesi var. Hatta komşun o kadınlar.LEYLA -Nasıl yani?ITZA -Yunanlı kadınlar…Bendirler uygun adım yürüyen askerlerin ayak

seslerini vururlarken Itza’nın lokali söner ve orta lokalyanar. Dört kadın, dört yöne doğru bakarak bitişikhalde durmaktadır. Birden açılırlar. Birer elleri birbi-rine kenetli ve ortada birleşmiş haldedir. Boştaki elle-riyle hep birlikte dönerek bir daire oluştururken…

90 Bahar

Page 91: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

1.KADIN -Burası Trikeri adası... 2.KADIN -Yunanistan’ın Kuzeyinde Pelion

Dağının eteğinde hemen hemen terk edilmiş küçük birada...

3.KADIN -Beş bin kadının tutulduğu, duvarlarısonsuz boşluktan ve mavilikten oluşan bir zindan...

4.KADIN -Burada idam mangaları adalet adınaöldürür... milliyetçilik adına işkence eder...

Bendir sesleri askeri tempoda yükselir, düşer. Buarada anons girer. Anons kulisten gelen bir erkek sesi-dir. Birbirlerine sırtlarını dayayarak otururlar. Herbiri bir işle meşguldür. Biri ağaçtan kaşık, biri kamış-tan flüt, biri otlardan şapka yapar. Aliki de mektupyazar. Önce ikisini görürüz. Sonra sırtlarını dayayarakkalkıp döner tekrar otururlar diğer ikisini görürüz.

ANONS -Dikkat Dikkat! Kadınların kararlarınıgözden geçirmesi için bir fırsat daha verilmiştir.

Bendir sesleri yükselir düşer onlar işlerine vedönmelerine anonsu duymamış gibi devam ederler.Yanlarına bir asker gelir. Elindeki kağıtları uzatır.Kadınlar ellerindeki işleri bırakarak düz bir sıra oluş-turup önce kağıtlara, sonra birbirine bakar ve hep bir-likte kağıtları yırtıp atarlarken yere tükürürler.

ADAM -Kızım siz kendinizi ne bok sanıyorsu-nuz. Buradan bir erkek bile sağ çıkamaz. Tek yol; çakimzayı, çık dışarı. Yani adın pişman, soyadın pişman,kendin pişman olmazsan cenazen çıkar. Pişman olur-san şişman olman fark etmez çıkarsın.

Adam kendi esprisine kendi gülerek çıkarkenkadınlar volta atmaya başlar. Sadece sözünü söyleye-cek olan voltada ışığa çıkar diğerleri karanlıkta voltaatmaya devam eder.

VICTORIA -Hiç vazgeçmeyecekler.LUISA -Zayıf bir anımızı yakalayabilmek için

hala fırsat kolluyorlar.MARIA -Çok beklerler.LUISA -Sadece beklemekle yetinmiyorlar.

İşkence ile hile ile irademizi teslim almak için uğraşı-yorlar. Bundan aylar önce bir gece gelip beni almışlar-dı ya…

VICTORIA -Evet, Seni vermemek için ne kadarçaba göstermiştik. Ama onlar besili domuzlar gibiydi,biz ise sıska ve çelimsiz. Tüm çabamıza rağmen senionların elinden alamamıştık.

ALIKI -Sabaha kadar gözümüze uyku girmemişseni beklemiştik.

MARIA -Belki sesimizi duyarsın diye en sevdi-ğin şarkıları söyledik. Seni seviyoruz diye bağırdık.

ALIKI -Sana kadar ulaştı mı sesimiz bilmiyoruzama biz adını haykırmaktan vazgeçmedik. Susturmakiçin bize saldırdılar, ağzımızı kapatmak istediler amabaşaramadılar. Biz fırsatını bulduğumuzda yine bağır-dık, şarkılar söyledik.

LUISA -Yanımda olduğunuzu, benim için kaygı-lanarak uyumadan sabahı ettiğinizi biliyorum kızlar.Siz bana sesinizi duyurmaya çalışırken onlar da benimçığlıklarımı size duyurmaya çalışıyorlardı.

ALIKI -O geceyi hiç konuşmadık seninle.LUISA -Konuşamadım. Ama şimdi konuşmak

istiyorum.MARIA -Dur. Bir fikrim var. O geceyi yansılaya-

lım. Yani canlandıralım. Hem de vakit geçer(Gülerler)

VICTORIA-Neden?MARIA -Itza’ya yardım etmek için. Belki Leyla

daha iyi anlar direnişimizi ve mücadelesinden vazgeç-mez.

LEYLA -Bizi görüyorlar mı?ITZA -Onların seni değil senin onları görmen ve

bilmen önemli. Onları bilmediğinden yıldın belki…2.KADIN -Gece, saat dokuz ya da on civarında… 3.KADIN -Diğerleri duvara dayansın Luisa kapı-

ya yaklaş açılınca dışarı çık.Üç kadın Luisa’nın elini tutarlar, bırakmazlar,

çekişme sonunda Luisa onlardan kopar. Lokal ışıksöner, el fenerleri ile Luisa coplanır. Lokal ışık yandı-ğında Luisa ortadadır, diğerleri dışarıda kalır.

4.KADIN -İşte iyi bir kız. Pişmanlık belgesiimzalamaya gelmiş.

Yemek yeme sesleri…2.KADIN -Aç mısın?LUISA -Hayır…3.KADIN -Nerelisin?LUISA -Konitsa…4.KADIN -Bugün imza, yarın Konitsa…

(Gülerler)LUISA -Hiçbir şey yapmadım ve hiçbir şey imza-

lamayacağım. Beni bütün gün sebepsiz yere nedendövdünüz?

ANONS -Dikkat dikkat! Son on beş dakika...Karar verin. Seçim sizin: yaşam ya da ölüm”

LUISA -Siktir. Oyuna devam kızlar. (Yine coplargelir araya tekmeler ve kırbaçlar karışır) Sizin ananız,kız kardeşleriniz, karılarınız yok mu? Siz insan değilmisiniz?

Kızlardan biri ağzını kapatır Luise ısırır ve kanfışkırır.

2.KADIN -Elimi ısırdı orospu…Diğeri saçından çekip tokatlar. Gözüne kağıdı

dayarlar. Eline zorla kalem tutuştururlar. Luisa imza-lamaz direnir bu kez parmağını mürekkebe bastırmayaçalışırlar

LUISA -Okuma ve yazmam var. Bunu yapmayahakkınız yok..

İğrenç şekilde gülerek tekrar döverler. 2.KADIN -Bunu koyağa götürün ve işini bitirin.

Page 92: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

3.KADIN -(Bağırarak 2.Kadının yakasına yapı-şır) Sizin elinizde işkence ve cezalandırmanın her biçi-mini tattık ve korkuya karşı bağışıklık kazandık artıkbizi dize getiremezsiniz. İşkenceleriniz yalnızca bizimöfkemizi ve nefretimizi büyütür ve direncimizi artırır.

4.KADIN -Sakin ol.2.KADIN -Ben Yüzbaşı rolüme devam edebilir

miyim?3.KADIN -Pardon arkadaşlar, pardon. 2.KADIN -Seni koyağa götürüp vuracaklar.

Leşini akbabalar yiyecek…LUISA -Fark etmez nereye isterseniz oraya götü-

rün. ANONS -Dikkat dikkat! Pişmanlık yasasından

faydalanmak istemeyen idam mahkumlarının infazlarıiçin geri sayım başlamıştır. Son bir şans daha size…İdamı durdurmanın yolu bir tek imza...”

LUISA -(El hareketi yapar) Al sana pişmanlıkbelgesi. Ölülerimizden dahi alamayacaksınız pişman-lık belgesini. Hadi kızlar bugünlük bu kadar yeter. Günbatımını izleyelim mi?

Sahne önüne gelirler. LUISA -Uzaklara bakın çok uzaklara... Yaşamı

duyabiliyor musunuz?VICTORIA -Çok yükseklerdeki ışıkları görüyo-

rum. Bizden çaldıkları ışıkları...MARIA -Tepeler, bizim tepelerimiz ne kadar

uzak ve ne kadar bize yakın görünüyorlar. ALIKI -Bir gün o tepelerden bu lanet adaya baka-

cağız kızlar. Tüm kalbimle inanıyorum buna...LUISA -Biz gitsek de bu çınar burada bekleyecek

ve asırlar sonra burada yaşananları anlatacak.HEPSİ -Anlat çınar gelecek kuşaklara yaşanan

acıları. Bekle burada…1.ADAM -Çınar ağacı sizi bekliyor ama darağacı

olarak. Haydi, hazırlanın hanımlar. Artık pişman olsa-nız da çok geç. (Şarkı söyleyerek çıkar) Son pişmanlıkfayda etmez, git ona söyle…

Bendirler çalmaya başlar. Kadınlar saçlarınıtarar, üstlerini başlarını düzeltirler. Sonra sirtakiadımlarıyla ağaca doğru yürürler.

HEPSİ -Biz kazandık. Biz kazandık, siz kaybetti-niz.

Luisa flüt çalmaya başlar. “hoşçakalım dostla-rım” şarkısını söyleyerek ağaçtan birer ip alıp boyun-larına dolarlar ve birer basamak çıkarlar. Kendileriniaşağı bıraktıklarında ışıklar söner, bendirler susar.Itza’nın lokali yanar.

ITZA -O günü hiç unutamıyorum. Beş bin yılboyunca en büyük acıyı ne zaman yaşadın diye sorsa-nız, herhalde Aliki ve arkadaşlarının nazlı bir gelincikgibi dallarımdan sarkıtıldığında derim. Dallarımdadolaşan öz suyum o gün dondu kaldı. Bir ağaç dalına

küser mi? Küstüm. Öz suyumu göndermedim o dala...O günden beri yeşermedi bu dal, kuru hala... Amaonların vasiyetini unutmadım bugüne dek. Hala anlatı-yorum…

Işık yavaş yavaş genele dönerken Frida aksaya-rak sahneye girer. Elindeki tuvali merdivenin önüneyerleştirir. Merdiveni şövale gibi kullanmaktadır.Boyalarını almaya çıkar.

LEYLA -O kadar da yalnız değilmişim bak biriyırtılanların yerine yazı yazmaya geldi. Direnişimedevam edeceğim galiba. (Frida boyalarla gelir.)Arkadaşım “baskılar Leyla’yı yıldıramaz” yaz. Sağ olbeni yalnız bırakmadın. Yüzün hiç yabancı değil amaçıkaramadım. Kimlerdensin?

ITZA -Magdalena Carmen Frida KahloCalderon, Meksikalı ressam ve komünist. Devrimcikimliğini sanatına katan bir ressam...

Bendirler çalar. Lokal ışıkta Frida aydınlanır.Itza’nın ışığı söner. Frida sırtı seyirciye dönük ellerineboya sürerek tuvale resim yapmaya başlar.

FRİDA -En büyük şansımız, içinde bulunduğu-muz tarihsel ortamın bizi yakından ilgilendirmesi, gen-çliğimizin enerjisine bir anlam kazandırmasıydı.Uğurlarında mücadele etmemiz gereken ve karakteri-mizi güçlendiren haklı davalar vardı. Her şeye karşıkorkunç bir merak duyuyor, anlamaya bilmeye can atı-yorduk. Sürekli öğrenmek istiyorduk, açlığımız tüken-miyordu. Bütün bunlar çok güzeldi. Hepimiz, toplu-mun ne denli ayrılmaz birer parçası olduğumuzu en uçderecede duyumsuyorduk. Kişisel olarak serpilip geli-şiyor, ama bunun yanı sıra tüm olanaklarımızı tüminsanlığın değilse bile en azından ülkemizin hizmetin-de daha parlak bir gelecek adına birleştiriyorduk. Bizbir devrimin çocuklarıydık ve bu devrimin bir yanıbizim omuzlarımızı destek alarak ayakta duruyordu.Devrim bizim sütannemiz, bizleri karnında taşımışolan gerçek annemizdi. Karşı çıkılması olanaksız birtarihsel anlam beynimizin dünü, bugünü ve yarınındatitreşiyordu ve biz bunun tümüyle bilincindeydik,bununla gurur duyuyorduk. Bizden önce var olan kül-türel öğeler bütününü ölçüyor ve olabildiğince dahauzak geçmişleri deşiyorduk. Kişilerin ve olaylarınürünü olduğumuzu bildiğimizden, onların ağırlığı bizikendine çeken bir güç oluşturuyordu. Bunu görmezlik-ten gelmemiz zordu. İnanç ve umut doluyduk.Yeryüzünde değişmesi gereken her şeyi değiştirecekgüce sahip olduğumuzu düşünüyorduk. Haklıydık da...Gücümüz neredeyse kendimizi aşıyordu. Ben bir dev-rimle birlikte doğdum. Duyduk duymadık demeyin.Gün ışığını görünceye dek isyanın coşkusuyla dolupböyle bir ateşin ortasında doğdum ben. Gün kavuru-cuydu. Tüm yaşamım boyunca beni sarmaladı. Çocuk-ken bir kıvılcım gibi çıtırdadım. Büyüyünce tepeden

92 Bahar

Page 93: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

tırnağa alev kesildim. Ben bir devrimin kızıyım, bundahiç şüphe yok, bir de atalarımın taptığı ihtiyar ateş tan-rısının.

Müzik yükselir. Resim bitmiştir. Frida çıkar, resimlokalde bir süre daha göründükten sonra Itza’nın loka-li yanar, orta lokal söner. Müzik düşer.

LEYLA -Haklısın Itza direnmeliyim.Yılmamalıyım. Tüm kadınlar gibi ben de üzerimedüşeni yapmalıyım. (Leyla’nın cep telefonu çalar.Açmadan ekrana bakar. Kaygılı…) Çocuklar arıyor.(Telefonu açar) Nazım, oğlum… fark etmemişimzamanı… biliyorum. Kitap okuma saati gelmiş. Dur,kitabı alıyorum. Sen sesi dışarı ver…

ITZA -Leyla, çocuklara ben bir masal anlatabilirmiyim?

LEYLA -Oluur, tabi. Neden olmasın? Nazım,Deniz bakın oğlum burada Itza ablanız var… Itzaoğlum, Datça değil… Evet, ağaçtan çıktıydı da… (Es)Neyse boş verin nereden geldiğini. Bu gece o sizemasal anlatacak… he, veriyorum telefona… (TelefonuItza’ya uzatır. Itza masal anlatırken merdivenden iner,sahne önüne gider. Lokal ışık altında masalı seyirciyeanlatır. Itza masal anlatırken uygun bir zamanda geri-ye gölge perdesi gerilir.)

ITZA -Bir varmış bir yokmuş, bir zamanlar çokama çok küçük olan ve büyük bulutlardan dışlanmışbir bulut varmış. Bir bulut parçası denebilecek kadarminikmiş. Ve büyük bulutlar ne zaman dağları yeşileboyamak için yağmur yağdırmak üzere harekete geçseküçük bulut da koşarak gelir ve hizmet etmek istediği-ni söylermiş. Ama Büyük bulutlar çok küçük olduğuiçin onu hor görürmüş.

Büyük bulutlar her seferinde “Senin verecek hiç-bir şeyin yok” derlermiş. “Sen çok küçüksün”

Küçük bulutla dalga geçerlermiş. Ardından çoküzülen küçük bulut yağmur yağdırabileceği bir yerlerekaçmak için çabalarmış ama nereye giderse gitsinbüyük bulutlar onu hep dışlamışlar. Bunun üzerineküçük bulut o kadar uzağa gitmiş ki, çok ama çok kurubir yere ulaşmış. O kadar kuru bir yermiş ki tek birparça çalı bile yokmuş. Küçük bulut aynasına dönmüş-Bu küçük bulutun yalnız kaldığında kendi kendisiylekonuşmak için bir aynasının bulunduğunu anlatmayıunuttum-:

“Burası yağmur yağdırmam için mükemmel birnokta çünkü daha önce hiç kimse gelmemiş.”

Küçük bulut yağmur yağdırabilmek için büyükçaba harcamış ve sonunda tek bir yağmur damlasınadönüşmüş. Yani küçük bulut parçası kaybolmuş veondan bir tek damla yağmur oluşmuş. Küçük, eskiküçük bulut yeni küçük yağmur damlası aşağıya düş-meye başlamış. Yalnızlığıyla birlikte düşmüş, düşmüşama aşağıda kendisini bekleyen hiçbir şey yokmuş.

Sonunda küçük yağmur damlası kendi başına yereçarpmış. Ama çöl öylesine sessizmiş ki, küçük yağmurdamlası bir taş parçasının üzerine düştüğünde büyükbir ses çıkarmış. Bu ses toprağı uyandırmış ve sormuş:

“Bu ses neydi?”“Bir yağmur damlasıydı” diye yanıtlamış taş.Güneşten toprağın altına saklanan bitkileri uyara-

rak, “Bir yağmur damlası mı? Bu yağmur yağacakanlamına geliyor! Çabuk! Kalkın! Yağmur yağacak!”diye bağırmış.

Ve bitkiler saklandıkları yerden çıkıp beklemeyebaşlamışlar. Bir dakika içerisinde tüm çöl yeşileboyanmış ve büyük bulutlar uzaktan bu yeşilliklerigörünce bağırmışlar:

“Bakın. İleride bir sürü yeşil var. Hadi gidip o böl-geye yağalım. Bu kadar yeşil olduğunu bilmiyorduk.”

Ve bir zamanlar çöl olan bölgeye gidip yağmayabaşlamışlar.

Bulutlar yağdıkça bitkiler de büyümüş.Ve her şey bir anda yeşile dönüşmüş.Büyük bulutlar, “buralarda olmamız büyük şans”

demişler. “Biz olmasaydık hiç yeşil olmazdı.”Ve kimse küçük bulut parçasının tek bir yağmur

damlasına dönüşüp yere çarpmasıyla uyuyanları uyan-dırdığını hatırlamamış.

Kimse hatırlamasa da taş, küçük yağmur damlası-nın sırrını saklamış. Zaman su gibi akıp geçmiş ve ilkbüyük bulutlar ortadan kaybolmuş, ilk bitkiler ölüpgitmiş. Hiç ölmeyen taş yerinde kalmış, yeni doğanbitkilere ve yeni gelen bulutlara küçük bir yağmurdamlasına dönüşen minik bulut parçasının masalınıanlatmış.

LEYLA -(Itza’nın yanına gelerek) Sen şimdi bumasalı çocuklara mı anlattın, bana mı? (Derinden birçocuk sesi gelmektedir. Ne dediği anlaşılmaz) Mesajalınmıştır alınmasına da, neden bu kadar uzun. Elindecep telefonu var, kısa mesaj atsaydın, anlardık.

ITZA -Şşştt, bir ses duyuyor musun sen de?LEYLA -(Kulak kesilir) Evet…İkisi sesin sahibini arayarak sahne sağından ve

solundan kaybolurlarken lokal ışık söner, ters ışıkyanar. Toprak altında debelenen kız çocuğunun gölge-si görünür. Çocuğun sesi anlaşılacak kadar yakınlaşır.

ÇOCUK -Sesimi duyan var mı? Ölmedim ben.Toprak ne kadar ağır ve karanlık... Karanlıkta köroldum... Çekip çıkarsanıza beni zifiri sulardan... Üşü-yorum... Duysanıza sesimi... Diri diri gömdüler beni…Tükeniyorum... Parmaklarım kaskatı...Göremiyorum... Alsanıza aydınlık düşlerinize beni...Küçük bir kız çocuğuyum ben... Her gece düşleriniz-den arttırdıklarınızla büyüyen... Derin bir uykuda gibibedenim... Umut verin bana... Tutsanıza ellerimden...Sarılsanıza küçücük bedenime... Annem nerede?

93Bahar

Page 94: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

Tutuşmuş yangın yeriydi yüreği ondan koparılıp alın-dığım zaman... Neden soğudu sessizleşti her yer...Neden karanlık, güneş varken gökyüzü... Üşüyorum...Çok soğuk... Uykum var! Uzanmak istiyorum ellerini-ze... Ama olmuyor... Koşmak istiyorum düşlerinize...Yine olmuyor... Kim örttü bu karanlığı üzerime...Annemin sesi geliyor uzaktan. İnce... nazik... güvendolu... söyleyin ona ben buradayım. Gelsin alsın beniuzansın ellerime elleri... Annem beni çağırıyor. Ama...ama... ama... benim sesim ona ulaşmıyor. Söyleyinanneme buradayım ben bu toprağın altında küçükbedenim ve onu bekliyorum. Anne… Anne…Anneciğim… Annemmm…

Ters ışık söner ön lokal yanarken Itza ve Leylasahnenin sağından ve solundan gelerek ön lokaldebuluşurlar.

LEYLA -Yavrummm… Bu kimin çığlığı Itza?ITZA -Toprağın altında yatan kız çocuklarının

çığlığı. İnsanların yürekleri bir zamanlar kapanmıştıkız çocuklarına... Yaşamak yasak edilmişti onlara...Analarının elinden zorla alınıp gömüldüler kara topra-ğın altına. Toprak ana korudu kolladı onları. Amaonlar hala kendi analarını arar dururlar.

Genel ışık yanar. Merdiven yere yatırılmış üzerin-de bir kadın yatmaktadır. İkisi döner ona bakarlar.

ITZA -Tanıyor musun?LEYLA -Güldünya. Ne o dünyaya gülmüş, ne de

dünya ona. Tecavüze uğramış, hamile kalmış. Tecavüzeden yaşıyor. Töreleri batasıcalar, Güldünya’yı öldür-mek istemişler ama yaşıyor. Buna yaşamak denirse…Hastanede bile ölüm korkusuyla yaşıyor.

1.Adam Güldünya’nın yanına gider. Silahınıçıkartır, ateş eder. Silah sesi bendirden verilir. Itza veLeyla şaşkınlıkla bakarlar. 1.Adam koşarak uzaklaşır-ken Leyla bağırır…

LEYLA -Sen kimsin ulaannn!1.ADAM -O benim karındaşım, ben onun azraili-

yim…Genel ışık söner, orta lokalde Güldünya aydınla-

nır. Yavaşça doğrulur. Her tarafı kan içindedir.G.DÜNYA -Şimdi soracaklar öte diyarda bana

“sen kimsin” diye. “Bitlis’te başlayıp, İstanbul’dabiten bir türküyüm” diyeceğim. “Yaşamak nedir” diye-cekler: “Kaçmak” diyeceğim. En büyük özlemimisoracaklar: Ben de, “karnımda büyütüp kucağıma ala-madığım oğlumun kokusu” diyeceğim. “Peki, sevdinmi hiç?” derlerse, “fırsat olmadı” derim. “Bize kızgınmısın?” diye sorarlarsa, işte o zaman sadece (gülmeyebaşlar) güleceğim, güleceğim, güleceğim, çoook güle-ceğim, çook… (kahkahalarla gülerek çıkar. Işık gene-le döner.)

ITZA -Hatırlıyor musun Leyla ilk karşılaştığı-mızda “ben sana hikayelerimi anlatacağım, sen de

bana” dediğimde…LEYLA -(Keserek) “Benim hikayem yok ki”

demiştim. Sen de bana “aslında o kadar çok hikayesivar ki bu toprakların” demiştin.

ITZA -Farkında olmadan anlatmaya başladın.LEYLA -Doğru söylüyorsun. Anlatmaya başla-

dım. Eksik kalmış yaşanmamış hayatlarla dolu bu top-raklar. Eksik öyküleri olan kadınlar... Yarım kalmışşiirler, bitmemiş türküler gibi hayatlar… Kırık hayat-lar, vefasız aşklar, kurşun yaraları, mapusluklar... Birde hiç yaşamamış olanlar var… Eksik bile değil, hiç…

Nasıl anlatılır ki hiç yaşamamış olmak...Ön lokal yanar. Genel ışık söner. Itza kulise gider.Doğmuş, sene bilmem kaç...Ne mektep görmüş ne de mektepli...Büyümüş... 15-16 yaşında kocaya satılmış, başlık

parasına. Belki babası yaşında bir adama…Ne öyle ahım şahım bir aşk ne telli duvaklı gelin-

lik...Doğurmuş... İlk bebesi kız...Diğer oyuncular oyunun başındaki gibi sahne

gerisinde dizilirler. Ters ışık yanar. Gerideki oyuncula-rın bendirlerden siluetleri görünür.

1.KADIN -Dölü bozuk kancık, kendi gibi kancıkdoğurdu.

2.KADIN -İkinci de kız oldu, bu karının rahmin-de bir bokluk var anacığım…

4.KADIN -Ya sıkarsın kıçını oğlan doğurursun.Ya da töremize göre üstüne kuma getireceğiz.

1.ERKEK -Bir ocağı devam ettirmek, adını gele-ceğe taşımak için erkek evlat sahibi olmak gerektir. Biroğlum olmuyorsa suçlu kim? Sensin. Bir kadın oğlandoğuramıyorsa eksiktir, yarımdır... Erini mutlu edeme-miş, ona bir erkek evlat verememiştir...

1.KADIN -Erime bir oğul veremedim. Eksiklikbende, suçluyum…

2.KADIN -Kıçı kırık iki kız doğurdu, benim nurtopu gibi oğlum var…

3.KADIN -Bizimki her yerde söyler “erkek ada-mın erkek oğlu olur” diye...

4.KADIN -Geliiinn, al şu kancık eniklerini sofra-dan. Kalkın kız. Sanki oğlan çocuğu da yemeğin etiniyiyorlar. Anan olacak kaltak bana bir erkek torundoğuramadı. Kimselerin yüzüne bakamıyorum…Ocağımız sönecek…

1.ADAM -İcat çıkarma kadın. Ne gerek var kızıokutmaya, bacağını kırsın otursun. İleride kocayavaracak. Masraf etmeye değmez.

4.KADIN -Sen kızsın fazla konuşma... 2.KADIN -Sen kızsın fazla dolaşma... 3.KADIN -Sen kızsın fazla kırıtma... 1.KADIN -Sen kızsın fazla nefes alma…1.ADAM -Devletin zoruyla okula yazdırdık,

94 Bahar

Page 95: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

gidip gelirken sağa sola bakma.4.KADIN -Okulun kapısından çıktığın anda başı-

nı önüne eğ ve doğru eve gel... 1.ADAM -Bacaklarını kırarım oğlanlarla konuş-

tuğunu duyarsam. Diri diri toprağa gömerim…1.KADIN -Üzülme kızım, dört yıl bu çabucak

geçer. Sonra okul baskılarından kurtulur kocaya varır-sın.

Leyla konuşmaya başladığında ters ışıklar söner.Oyuncular kulise çıkar.

LEYLA -Sonunda gelmiş bir oğlan...Evde yemeğin etli yanı, sütün kaymağı, erkeğin

hakkıdır.Büyür çocuklar... Uçar yuvadan... Torunları, gelinleri olur. Gelinler iyidir önce sonra

suratlarını dökerler ve başlar evlat evinde fazlalık faslı.Yaşamayan kadınlar var bu ülkede ve bu dünyada.

Hiç yaşamayan… Vurulan, satılan, dövülen, doğurdu-ğu bebeğine ad bile veremeyen, tecavüz edilen, hattaöldürülen…

Ve ben şimdi anamı düşünüyorum, hiç yaşamamışve artık ölümü iyice yaklaşmış olan anamı...

Ön lokal söner. Karanlıkta bir türkü yükselir.Leyla kulise çıkar.

AYSUN -Aman annem bu da bana zor geliyorTers ışık yanar. Merdiven iki oyuncu tarafından

parmaklık gibi tutulmuştur. Gölgesi yerde yatanSibel’in ve oturmuş türkü söyleyen Aysun’un üzerinedüşer.

Pencereden kar geliyorOrta lokal yanar. Sibel heyecanla uyanır.Aman annem…

SİBEL -Hemen bana bir kalem kağıt ver. AYSUN -Hayırdır. Rüyanda mı gördün? (Kalem

kağıt bulur, uzatırken) SİBEL -En iyisi sen yaz. BırakBırak yüzün şiirle örtülsünSen yıldızlara bakBırak dünyanın yükünü Ve zaferin türküsünüYaşayanlara, yoldaşlarınaSen hepsinin üzerindesinTüm gözlerinÇevrildiği yerdesinDenizin ufkundaGökyüzünün sonsuzluğundaAYSUN -Bu şiir de nereden çıktı şimdi?SİBEL -Rüyamda gördüm. Unutmamak için yaz-

dırdım. Üzerime toprak örtülüyordu. “Durun, ne olu-yor böyle” diyorum… Sonra sen yanımdaydın “Sibelsakin ol, bir şey yok” diyerek sakinleştirdin beni.Sakinleşince bu dizeleri söylemeye başladım… Bırak,

bırak yüzün şiirle örtülsün…Doktor gelir. Elinde kartela ve üzerinde tutturul-

muş hasta evrakları vardır.AYSUN -Muayene olmayı kabul etmediğimizi

biliyorsunuz ama yine de gelmekten vazgeçmiyorsu-nuz öyle mi?

DOKTOR -Siz hiç geç saatlere kadar yatmayı,dinlenmeyi düşünmez misiniz? Yine erkenden kalk-mışsınız. (Sibel’in yanına doğru gider, elindeki evrak-tan okur gibi) Sibel Sürücü… Sibel, bak buradaki enufak tefek olan sensin. Vücudun bu kadar açlığa daya-namaz. Seni bugün değilse de yarın almalıyız. Devamettiğin her gün ölmesen bile her an sakat kalabilirsin.

SİBEL -Beni hiçbir yere götüremeyeceksiniz!Sakat kalmak bir bedelse, söyleyin sizi buraya gönde-renlere biz o bedeli de göze aldık, bunu bilsinler, bunusiz de bilin. (bu sözleri sert ama ince bir alay ve tebes-sümle söyler)

DOKTOR -Peki şimdilik dediğiniz gibi olsun…Bugün iyi görünüyorsunuz… (Çıkar)

SİBEL -Haydi gidip pencereden aşağıdakibegonyamıza bakalım. Hem yolu da izlemiş oluruz.Belki oradan geçen bir araçta bizimkilerden birinigörürüz.

AYSUN -Her gün bu begonyayı izlemekten nezevk alıyorsun anlamıyorum. Aa bak şu koca çınarasonunda o da yeşile bürünmeye başlamış. Bahardaağaç yaprakları yeni doğmuş çocuk eli gibi narin veyumuşak oluyor…

SİBEL -Yoruldum, hadi yoldaşlara iyi olduğumu-zu bildiren bir not yazalım. Merak etmişlerdir bizi…

AYSUN -Ben tuvaletteyim sen yazmaya başla…Aysun çıkarken Sibel arkasından seslenir…SİBEL -Rüyamda gördüğüm şiiri de yazayım mı?AYSUN -(dışarıdan) Yaz yaz… SİBEL -(yazarken giderek yavaşlar ve durur) En

iyisi sen yaz. BırakBırak yüzün şiirle örtülsünSen yıldızlara bakBırak dünyanın yükünü Ve zaferin türküsünüYaşayanlara, yoldaşlarınaKağıt kalem elinden düşer. Vücudu yavaşça yere

yıkılırken Aysun girer. Hızla Sibel’in yanına gider. Onututarak başının altına dizini koyar.

AYSUN -Sibel! Sibel! Yoldaşım! Beni duyuyormusun?

Aysun, bir mum çıkartıp yakar. Sibel’in nefesinetutar. Alev kıpırdamaz. Kendi yüzüne tutar alev hare-ketlenir. Tekrar Sibel’e tutar. Mum alevi yine kıpırda-maz. Işıklar söner. Aysun mumu yere koyar ve“Pencereden kar geliyor” türküsünü söylemeye baş-

95Bahar

Page 96: k s û Ç GI N I Ç · Genel Yayın Yönetmeni Derhênerê Giştî Yê Weşanê Songül Yücel Yazı Kurulu – Komîta Nivîsan Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým

lar. Kulislerden sesler gelir. 1.SES -Gencecik vücudu sanki bir asır yaşamış

ve yaşamadığı hiçbir mutluluk hiçbir sevinç kalmamışgibi yatıyor…

2.SES -Nisan ayı sonlarıydı. Kocaman bir ışıkbatmıştı kocaman bir ummanda.

3.SES -Kıpkızıl bir güneş gibi mavi sularda battıyeniden mavi sulardan doğmak için.

4.SES -Ve derin bir iç çekişle verdi son nefesini.Başı yoldaşının omzuna hafifçe yaslandı. Sıradakine‘hadi’ dedi ‘elim sende’ .

5.SES -Şimdi o kıpırtısız vücutta tek bir şey var.Sol yanağından aşağı doğru düşen bir damla gözyaşı.

6.SES -Gözyaşı değil belki, bir ışık gibi söndüğüo uçsuz bucaksız mavi denizlerin bir damlası.

Aysun mumu söndürür. Leyla ve Itza ön lokaldeaydınlanır.

LEYLA -Gerçekten bu topraklarda öykü de çok-muş, türkü de…

ITZA -Artık sıra sana geldi. Haydi, bizeLeyla’nın hikayesini anlat.

Genel ışık yanar. Sahne Itza’nın geldiği andakigibidir.

LEYLA -Beş yıldır büyük bir tekstil fabrikasındaçalışıyordum. Güzel bir internet siteleri var. Bolcaayakkabı, çanta, elbise görüntüleri, bunları üzerindeteşhir eden güzel mankenlerin boy boy fotoğraflarıvar. Ama o çantayı, elbiseyi, deri montu kimlerinhangi koşullarda ürettiği, bu insanların nasıl geçindiğidoğal olarak yok. Zaten bilmiyorlar ve merak da etmi-yorlar. (Hatırlamış gibi) Ha, artık biliyorlar. Şu yaptı-ğım grev sırasında hayatım boyunca çekilmediğikadar fotoğrafım görüntüm çekildi.

Fabrika, yabancı ortaklı… Yabancı ortaklı olma-sının bir tek avantajı var: Yabancı ortaklardan biriziyarete gelirse fabrikada o gün her yer pırıl pırıl olu-yor, tuvaletlerimize tuvalet kağıdı, kağıt havlu konulu-yor. Çoğunluğu kadınlardan oluşan 500 emekçi çalışı-yor fabrikada. Çünkü daha az para ödüyorlar kadınla-ra. Son teknoloji makinelerle donatılmış bir fabrika.Ama çalışma koşulları kölelik düzeninden kalma.Günde on bir saat çalışıyoruz. Ve bu on bir saat içindeyalnızca bir kez tuvalete çıkabiliyoruz. Bu işkence bileyetmez mi isyan etmeye. Bir düşün bir insanın gündekaç kez tuvalete gitme ihtiyacı duyabileceğini.

Ücretler asgari, mesailer azami. Ay sonunda enbüyük ortak bölen bizim 150-200 saatlik mesaimiziböle böle 6 ila 8 saate düşürüyor. Beni çocuklarımdanayırdıkları hatta çaldıkları bu zamanın bir de bedeliniödemiyorlar. Geçen ay çok yoğun çalıştık. Evimizegidemedik günlerce. Makinelerin altında uyuduk.Mağazalara ürün yetiştirebilmek için. Yaklaşık 250

saat fazladan çalıştık. Mesai çizelgesinde 12 saat fazla

mesai görünce yırtıp attım kağıdı herkesin gözü önün-

de. İşten atılma nedeni sayıldı. Aslında firmanın iki

fabrikası daha var. Oralarda da boku bahane edip arka-

daşlarımızı işten attılar. Ne tesadüftür ki hepsi sendika

üyesi. Benim çalıştığım fabrikaya henüz sendika gir-

memişti. Ben üye kaydediyordum. Ne tesadüftür ki

sendikanın girmesine çok az kalmıştı ve ben işten atıl-

dım…

Ben de tek başıma greve başladım.

ITZA -İşsiz bir emekçinin grevi.

LEYLA -Dalga geçme. Ben de biliyorum işsiz

insanın grev yapmasının mantıksızlığını. Onlar beni

işten atarken “Ben yaptım oldu” ilkesiyle davrandılar.

Ben grev yaptım oldu, var mı ötesi…

Basın ilgi gösterince rahatsız oldular. Önce paray-

la kandırmaya çalıştılar, olmadı tehdit ettiler, taciz etti-

ler, en sonunda da gördüğün gibi çadırımı başıma yık-

tılar…

Leyla çadırını kurmaya başlar. Itza kaybolur. İşçi

girer ve Leyla’yı izlemeye başlar.

Yılgınlığım geçti. Baskılar beni yıldıramayacak.

Onların parası varsa benim de emeğim var. Hangisi

daha değerli göreceğiz. Mont diken, ayakkabı yapan

banknot ya da çek defteri görülmüş şey mi? Ben olma-

sam ne…

İŞÇİ -(Keserek) Abla kiminle konuşuyorsun?

LEYLA -Itz… (Etrafına bakınır. Itza’yı göremez)

Kendi kendime konuşuyorum sana ne?

İŞÇİ -(Gülerek) İyi saatte olsunlar. Toparlanmana

yardım edeyim de sen git artık evine.

LEYLA -Kalıyorum. Yardım edeceksen şu çadı-

rı kurmama yardım et.

İŞÇİ -Aman abla bir gören olur. Ben de işimden

olurum.

LEYLA -Ne yapacaksın, haksızlıklara susacak

mısın?

İŞÇİ -Abla neme lazım? Bana dokunmayan yılan

bin yaşasın. Değil mi ama?

LEYLA -Değil ama… O yılana gücümüzü gös-

termezsek, dayanışmamızı bildirmezsek, o yılan seni

de sokar. Gün olur sıra sana da gelir.

Kulislerden “susma sustukça sıra sana gelecek”

sloganı pes sesle gelir. Işıklar söner. Slogan sesler

yükselerek tekrarlanır, kreşendo bitirilir.

SON

96 Bahar