Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

223

Transcript of Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Page 1: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 2: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 3: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 4: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

TOPLUM SÖZLEŞMESi YADA

SiYASİ HUKUK iLKELERi

Page 5: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Devin Yayınları

Devin Klasik: 1

Kitabm ÖZgii11 adı:

Du Contrat Social; ou Principes du Droit Politique.

Çeviride temel alınan metinler: Union Genera/e d'Editions [10/18], Paris, 1963

Athena, 1998 (Elektronik tam metin, Pierre Perroud) Athena, 2001 (Elektronik tam metin, Pierre Cohen-Bacrie)

Notlar, açıldaınalar: Henri Guillemin, P. Perroud, P. Co hen-Bacrie

Tiir"kfesi: M. Tahsin YALIM

Yayma Hazırlayan Hakan Tanıttıran

Kapak Tasarım

Mahir Duman Baskı ve Cilt:

Dört Nokta Matbaası Tel: O 212 516 79 10 Fax: O 212 516 79 09

©Devin Yayınlan 2004

Birind Basım: Ağustos 2004

İkind Basım: Aralık 2004

Cemal Nadir Sk. Akşam Han. No: 13/107 Cağaloğlu 1 İstanbul Tel: O 212 522 36 31 - Faks: O 212 522 36 32

e-mail: [email protected]

ISBN 975-6472-05-7

Page 6: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques ROUSSEAU

TOPLUM SÖZLEŞMESi

YADA

SİYASİ HUKUK iLKELERİ

Türkçesi

M. Tahsin YALIM

DE9iN

Page 7: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

. j j j j

j j

j j j

j j j j j j j

j j j j j j j

j j j

j

j j j j

j

Page 8: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

- [oederis :equas dicamus leges*

Vergilius, ./Eneis XI. Kitap, 321. dize

* "E§itlikçi (adaletli) bir uzla§manın kurallarını koyalım ... " Kral Latinus'un, kentini ku§atmakta olan Truvalllara kar§ı izlenecek politikaya ili§kin söyle­vinden . . . Bu kitabın okuruna: Kitap boyunca (*) yıldız i§aretiyle dü§ülmü§ notlar bu kitabın çevirmenine, numaralı dipnotlar ise yazarın kendisine aittir.

Page 9: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

içiNDEKiLER

Jean- Jacques Rousseau (1712-1778) /8 Toplum Sözle§mesi ve Rousseau 1 12

SunU§/15

Birinci Kitap I. Bölüm: Birinci Kitabın Konusu 1 19 II. Bölüm: İlk Toplurnlara Dair 1 21 III. Bölüm: Güçlü Olanın Haklılığına Dair 1 25 IV. Bölüm: Köleliğe Dair 1 27 V. Bölüm: Hep Bir İlk Uzla§maya Dönme Zorunluluğuna Dair 1 33 VI. Bölüm: Toplumsal Sözle§meye Dair 1 35 VII. Bölüm: Egemen Varlığa Dair 1 39 VIII. Bölüm: Toplum Haline Dair 1 43 IX Bölüm: Mülkiyet Hakkına Dair 1 457

İkinci Kitap I. Bölüm: Egemenliğin Ba§kasına Geçemeyeceğine Dair 1 53 IL Bölüm: Egemenliğin Bölünmezliğine Dair 1 55 III. Bölüm: Genel İradenin Yanılıp Yanılmayacağına Dair 1 59 IV. Bölüm: Egemen Gücün Sınırlarına Dair 1 61 V. Bölüm: Ölüm Kalım Hakkına Dair 1 67 VI. Bölüm: Yasaya Dair 1 71 VII. Bölüm: Yasa Yapıcıya Dair 1 75 VIII. Bölüm: Halka Dair 1 81 IX Bölüm: Devam 1 85 X Bölüm: Devam 1 89 XI. Bölüm: Farklı Yasama Sistemlerine Dair 1 93

. XII. Bölüm: Yasaların Bölümlenmesi 1 97

Page 10: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Üçüncü Kitap I. Bölüm: Genel Olarak Hükümete Dair 1 103 II. Bölüm: Farklı Hükümet Biçimlerinin Temel İlkesine Dair 1 109 III. Bölüm: Hükümet Biçimlerine Dair /113 N. Bölüm: Demokrasiye Dair 1 115 V. Bölüm: Aristokrasiye Dair 1 119 VI. Bölüm: Monarşiye Dair 1 123 VII. Bölüm: Karma Hükümetlere Dair 1 131 VIII. Bölüm: Her Yönetim Biçiminin Her Ülkeye Gitmeyeceği­

ne Dair 1 133 IX Bölüm: İyi Yönetimin Belirtilerine Dair 1 139 X Bölüm: Hükümetin Kötüye Kullanılması ve Bozulmaya Yüz

Tutması 1 143 XI. Bölüm: Politik Bütünün Yok Oluşu 1 147 XII. Bölüm: Egemen Gücün Nasıl Ayakta Duracağına Dair 1 149 XIII. Bölüm: Devam / 151 XIV. Bölüm: Devam / 153 XV. Bölüm: Milletvekilleri ya da Temsilcilere Dair 1 155 XVI. Bölüm: Hükümet Kurumunun Asla Bir Sözleşme Olmadı­

ğına Dair 1 159 XVII. Bölüm: Hükümetin Kurulumuna Dair 1 161 XVIII. Bölüm: Hükümetin Zorla Ele Geçirilmesini Önleyen Yol­

lar 1 163

Dördüncü Kitap I. Bölüm: Genel İradenin Yıkılmazlığına Dair 1 169 II. Bölüm: Oylara Dair 1 173 III. Bölüm: Seçimlere Dair 1 177 N. Bölüm: Roma'nın Comitia'ları 1 181 V. Bölüm: Tribunusluğa Dair 1 193 VI. Bölüm: Diktatörlüğe Dair 1 197 VII. Bölüm: Censorluğa Dair 1 201 VIII. Bölüm: Toplumsal Dine Dair 1 205 IX Bölüm: Sonuç 1 219

Page 11: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau (1712-1778) Siyaset, toplumsal özgürlük, haklar, eğitim ve din üstüne

geliştirdiği düşüncelerle tanınan İsviçre doğumlu Fransız filozof, denemeci, müzikbilimci ve romancı Rousseau, Cenevre'de doğmuş, büyük ölçüde kendini eğitmiş, genç yaştayken Fransa 'ya giderek yaşamı boyunca Paris ile taşraları arasında oradan oraya dolaşmıştır.

Rousseau ailesi din savaşları zamanında Fransa'dan kaçmış ve Jean-Jacques Rousseau 'nun doğduğu 28 Temmuz 1712 tarihinde yüzyıldan daha uzun bir süredir Cenova 'da yaşıyordu.

Annesi doğumu sırasında öldü. Babası bir saat tamircisiy­di ama ]ean-jacques Rousseau 'ya daha okula başlamadan okumayı öğretti. Yaklaşık on yaşındayken babasının karıştığı bir kavganın ardından Cenova 'dan ayrılmak zorunda kaldılar. Rousseau amcanın yanına verildi ve ilk eğitimini onun yanında Boissy papızından aldı.

On üç yaşına geldiğinde Rousseau temel eğitimini bitir­miş ve bir çırak olarak önce bir noterin ve bu başarısız olun­ca da bir oymaemın yanına verilmişti. 1728 yılında ustasını terk etti, kasabadan ayrıldı ve İtiraflar'ının ilk altı kitabında yazmış olduğu maceralarına atıldı. Yardım için başvurduğu Savoy'un Katalik rabibi ona yaptığı hayırlarla tanınan Madame de Warens'e gitmesini önerdi. Madame de Warens'in yardımıyla Turin'e giderek orada ona yemek ve barınak sağlayan bir manastır evinde kaldı ve dokuz gün boyunca Katalik inanç üzerine öğretim gördü. Daha sonraları kendisinin Protestanlığı terk edişinin "özünde bir haydudun edimi" olduğunu belirtse de, Rousseau 1754 yılına kadar ken­dini bir Katalik olarak görmeyi sürdürdü. Kısa bir dönem uşak olarak çalıştı. Ardından bir süre önce kendisine yardım etmiş olan Madame de Warens'e aşık oldu ve on yıl birlikte yaşadılar. Bu süre içerisinde Rousseau bir iş sahibi olabilmek

8

Page 12: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

ıçın çeşitli girişimlerde bulundu. Bir süre St. Lazare'nin papazlarıyla çalıştı. Sonra, kendisinin müziğe daha uygun olduğunu düşünerek katedralin koro şefinden dersler aldı; müzik birçok kez biricik geçim kaynağı oldu. - Madame de Warens ile ayrılmasının ardından Lyonlu bir aristokrat ailesinin yanında öğretmenlik konumunu kabul etti. Kısa bir zaman dilimi içerisinde bu işi yapamayacağını anladı ve 1741'de Paris'e gitti.

Rousseau'nun Paris'te yerleşme çabaları, müzik notaları üzerindeki çalışmalara bağlıydı ve bu işle geçinmeyi hesaplıy­ordu. Çalışmalarını Bilimler Akademisi'ne sundu ancak ilgi görmedi. Geliri olmadığı için daha fazla başkentte kalarnadı ve sonunda Paris'te kalışı sırasında tanıştığı kentin ileri gelen ailelerinden birinin aracılığıyla elde ettiği Venedik'teki Fransız Konsolosu'nun yanında sekreterlik işini kabul etmekten başka seçeneği kalmadı. 1745'te kente geri döndüğünde geçinmek için nota eşlemleme işini tekrar denedi, ayrıca edebiyat çevrelerinin oluşturduğu topluluklara özel bir ilgi gösterdi ve Diderot aracılığıyla Encyclopedie'ye müzik konusunda katkıda bulundu. o sıralarda yazdığı opera Les Muses galantes, ona belli bir tanınmışlık sağladı. Therese le Vasseur adındaki "sıradan" ve eğitimsiz bir hizmetçi kızıy­la birlikte yaşamaya başladı. Yaşamı boyunca onunla birlikte kaldı, kendi anlatırnma göre Therese ona tümü de doğduktan sonra hastaneye bırakılan beş çocuk doğurdu.

1750 yılında Dijon Akademisi'nin "Bilim ile sanatta yaşanan gelişmeler, ahlak yaşamında yansımasını bulmuş mudur?" konulu deneme yarışması için yazdığı ve ödül de kazandığı "Bilimler ile Sanatlar Üstüne Konuşma" başlıklı çalışmasında sonraki yapıtlarındakilere göre çok daha çarpıcı ama bir o kadar da yüzeysel düşünceler ortaya koyduğu gözlenen Rousseau, bu yapıtında ne bilimsel bilginin artışının ne de sanatların mükemmel yapıtlar yaratmasının

9

Page 13: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

tek başına gerek birey temelinde gerekse bir bütün olarak toplum temelinde ahlaksal bir iyileşme sağlamayacağını ileri sürmektedir. Tam tersine bu tür üst düzey bir kültürel yapılanmanın toplumun varolan konumu düşünüldüğünde fazlasıyla lüks ve gereksiz kaçacağının altını özellikle çizen Rousseau, ancak çok az sayıdaki dini düşünürün düşünceleriyle insanlığın ilerleyebileceğini savunmaktadır. Burada kazandığı ödül ona yazın çevrelerinde hatırı sayılır bir ün kazandırdı. Maliye Bakanlığı ona çok kazançlı bir iş verdi, başka bir operası saraya sunuldu ve eline bir kraliyet maaşı elde etme fırsatı geçmesine karşın geri çevirdi. 1753 yılında yazdığı "Fransız Müziği Üstüne Mektup" başlıklı yazısında Fransız müziğini eleştİren Rousseau, tekdüze, kaba saba ve renksiz bulduğu Fransız müziğinin bütün olumsuz özellik­lerinin kaynağını Fransız konuşma dili olarak görmekteydi. 1755 ile 17 60 yılları arasın da yazmaya başladığı ama bir türlü tamamlayamadığı "Dillerin Kökeni Üstüne" başlıklı den­emesinde Rousseau, Fransız dilinin ''yardım isteme" ya da ''yardım çağrısı" ile "öteki insanları denetleme" ünlemleri doğrultusunda biçimlenmiş olduğunu ileri sürmektedir, Fransız dilinin tatsız tuzsuzluğunun, hatta aşırı açıklığının da başlıca nedeninin bu öznitelikler olduğunu belirtmektedir. Ayrıca Rousseau, sıcak güney iklimlerinin hüküm sürdüğü ülkelerin dillerinin sevgi ve tutkuyla dolu aksanlarının dili her zaman renkli kıldığına ve bunun en belirgin örneğinin "İtalyan Operası "nda görülebileceğine dikkat çekerek, toplumsal ve siyasal İstemierin müzik dilini dahi derinden etkilediği saptamasında bulunmaktadır. Sözü buradan etkili bir devlet yönetiminin keskin, sert ve etkileyici bir söyleyişi olması gerektiği noktasına taşıyan Rousseau, bir başka "den­eme"sinde bütün dikkatini devlet yönetiminin ya da hükümetin kökeni ile işlevi konusuna çevirmektedir.

Diderot ondan politika üzerine bir makale İstedi ve ilkin

10

Page 14: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

1755'te Encyclopedie'de çıkan Politik Ekonomi Üzerine Söylem'i yazdı. Aynı yıl yine Dijon Akademi yarışması için yazılmış olan Eşitsizliğin Kökeni Üzerine Söylem'i yayım­/adı.

1756'da Paris yakınlarında taşraya çekildi. Burada La Nouvelle Heloise'i yazdı ve Diderot ile Madame d'.Epinay'ın sevgilisi Frederick Melchior Grimm ile belirsiz ve acı bir kav­gaya karıştı. 1758'de Montlouis'e yerleşti ve her ikisi de 1762'de yayımlanan "Emi/e, Eğitim Üzerine" ve "Toplum Sözleşmesi"ni orada yazdı.

Rousseau'nun Diderot ve Grimm ile kavgası bütün ansik­lopedicilerle olan ilişkisini tatsızlaştırdı. Onları ayrıca D'Alembert ve Voltaire'e tiyatro temsillerini savunmaları nedeniyle yaptığı saldırıyla daha da kızdırdı. Politika ve din üzerine görüşleriyle Fransız yetkililerinin düşmanlıklarını kazandı. Emile ortaya çıkışından kısa bir süre sonra Fransız parlamentosu tarafından kınandı ve Rousseau sürgüne git­mezse kendisinin tutuklanacağını öğrendi. Sürgünün ilk yıl­ları o yıllarda Prusya'ya ait olan Neuchatel'de geçti. Onu kınayanlarla çekişmeli yazıları sürekli olarak onu kamu tartış­malarına sürükledi ve sonunda bir kez daha kaçmak zorunda kaldı. İlk önce Berne bölgesine gitti, ama burada da onu aynı yazgı bekliyordu. En sonunda 1766 yılında Hume'un çağrısını kabul ederek onunla İngiltere'ye gitti. İngiltere'de dönemin önemli şahsiyetleriyle tanıştı ve Kral ona belli bir gelir bağladı. Ama daha sonra Hume ile bozuştu ve 1767'da bundan böyle orada rahatsız edilmeyeceğini öğrendiği Fransa'ya geri döndü. 1770'te Paris'e yerleşti, eskiden yaptığı gibi nota eşlemleme işine yeniden başladı ve "İtiraflar" ı bu arada bitirdi. Ancak bu yıllarda kendini gizli düşmanlarının olduğu kuşkusundan kurtaramadı. Bu kuşku Diderot ile kav­gasından beri yakasım bırakmamıştı. 2 Temmuz 1778'de inti­har söylentilerine neden olan koşullar altında aniden öldü.

1 1

Page 15: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi ve Rousseau Rousseau, "Toplum Sözleşmesi'ne bir toplum içinde bir

araya gelmemizi zorunlu kılanın birey olarak kendi kenciimize yetmeyişimiz olduğu saptamasında bglunarak baŞ]amaktadır. Ancak toplum içinde bir araya geldiğimiz vakit, yaşamımızı sürdürmek pahasına boyunduruk altına girmeyi doğal olarak istememekteyizdir. Özgürlük bu anlamda insanın doğası gereği sahip olduğu bir gereksinimi, insan olmanın en önemli göstergesidir. Rousseau, özgürlük olmadan salt yaşıyor olmanın gerçek anlamda bir insan yaşamını ifade etmediğini düşünmektedir. Bu noktada Rousseau, insanların özgürlük temelinde bir araya gelmeleri­ni, bütün kişilerin bir araya gelmesi adına egemenlik yapısının meydana getirilmesi durumunu, ''genel talep" diye adlandırmaktadır.

G_.enel talep kavramında Rousseau, insanın doğası gereği bencil olduğu ve kendi toplumsal aidiyetinin çıkarlarını savunmak adına "ötekileri" tahakküm altına alacak derecede baskıcı bir yaradı/ış taşıdığının bilincinde olduğu için, herkesin iyiliğini gözeten bir anlayışa içtenlikle bağlılığın sağlıklı bir toplumsal yapılanınayı olanaklı kılacak genel iyinin oluşturulabilme baş koşulu olduğunu savunmaktadır. Nitekim bu çok önemli koşul 'ikinci Kitap"ın da ana gövdesini oluşturur. Rousseau genel iyinin oluşturula­bilmesinin yeter koşullarını incelediği "İkinci Kitap"ta, özel­likle gerekli olduğunu düşündüğü, insanlan kendi bencil ilgi ve çıkarlarına karşı bütün bir toplumun iyiliğini düşünmeye özendirecek, bunun kendileri için daha büyük yararlar getire­ceği inancını aşı/ayacak yan kutsal bir yöneticinin karizması tasarımına başvurmaktadır.

Toplum Sözleşmesi'nin hükümetin rolünü ve görevlerini inceleyen "Üçüncü Kitap"ında Rousseau, çoğunluk yönetici­lerin toplumun ilgi ve çıkarlarını gözetecek yerde kendi özel

12

Page 16: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

ilgi ve çıkarları uyarınca hareket ettikleri gerçeğinden yola çıkmaktadır. Nitekim bu gerçeğe bağlı olarak Rousseau, hükümet işlevlerinin baştan sona halkın yargısının egemen­liği altında yürütülecek biçimde düzenlenmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Kuşkusuz bu yapılırken hükümetin farklı devletlerin farklı koşullarına (büyüklük, nüfus, coğrafya gibi) uygun güç ve yetkiler/e donatılmasına ayrı bir özen göster­ilmek zorundadır. Bu bağlamda Rousseau'nun demokratik yönetime karşı özel bir yakınlık duymaması önemli bir nok­tadır. Bunun ana nedeni anayasa ile egemen yapıyı Rousseau'nun iki ayrı konu olarak düşünmesine bağlanabilir.

'Dördüncü Kitap"ta Rousseau' nun, kitabın kapsamı göz önünde bulundurulduğunda oldukça uzun sayılabilecek bir biçimde Roma Devleti'ni tartışması söz konusudur. Rousseau burada Roma'ya bir yandan alabildiğine feci bir devlet çöküşünün modeli olarak yaklaşırken, öbür yandan tanrısal onaylar ile sivil yasaları bir araya getiren, tanrısal yasaları sivil yasalara uymaya çağıran, bütün ulusun genel iyiliğine halkın bağlılığını pekiştirecek bir olanak olarak "sivil din" tasarımını tartışmaktadır.

13

Page 17: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 18: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

SUNU Ş

Bu küçük inceleme, epey zaman önce, gücümü kuvvetimi ölçüp. biçmeden yazmaya başladığım, ancak ne zamandır bir kenara bırakılmış daha geniş ölçekli bir yapıttan

-alınmıştır.

Evvelce yazdıklarım arasından çekip çıkartılabilecek çe§itli bölümler içinde bu okuyacağınız, en kapsamlı, en çok halka sunulmaya değer alanıdır. Geri kalanına gelince, zaten çok­tandır ortada yok.

1 5

Page 19: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 20: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

BİRİNCİ KİT AP

Burada, insanlan olduklan gibi, yasaları da olabilecekleri gibi ele alarak, toplumsal düzen içinde me§ru ve güvenli bir yönetim kuralı bulunup bulunamayacağını ara§tıracağım. Bu ara§tırmada, adaletle fayda birbirinden ayrı dü§mesin diye, hukukun izin verdiğiyle çıkann emrettiğini hep uzla§tırmaya çalı§acağım.

Konumun önemini kanıtlamaksızın söze giriyorum. Ba­na, "hükümdar ya da yasa koyucu musun ki Politika hakkın­da yazıyorsun?" diye soracaklar. Şöyle yanıtlayacağım: Ben ne hükümdanın ne de yasa koyucu; zaten böyle olduğu içindir ki Politika hakkında yazıyorum. Hükümdar ya da yasa koyu­cu olsaydım, yapılması gerekeni söyleyerek vakit yitirmez­dİm: ya yapar ya da susardım.

Ç>zgür bir Devlet'in yurtta§ı olarak doğduğum, egemen gücün de bir parçası olduğuma göre, kamu i§lerinde oyum un etkisi ne denli az olursa olsun, oy verme hakkım bile bana bu i§leri öğrenme görevini yüklerneye elverir. Ne zaman hükü­met sistemlerini dü§ünmeye kalksam, ara§tırmalarımda ken­di ülkemin hükümet sistemini sevmek konusunda hep yeni yeni nedenler bulmaktan mutluyum.

17

Page 21: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1 1

Page 22: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

L KİTAP

L BÖLÜM

BİRİNCİ KİTABIN KONUSU

İnsan özgür doğar, oysa ki her yerde zinciriere vurulmU§­tur. Filanca ki§i kendini ötekilerin efendisi sanır, fakat bu du­rum, onun diğerlerinden daha fazla köle olmasını engelle­mez. Nasıl olup da bir ki§i efendi, ötekiler köle olmu§? Bu­nu bilemem. Pelcila bunu me§ru kılan nedir? Sanırım bu so­runun yanıtını bulacağım.

Yalnız gücü ve gücün dağuracağı sonucu göz önüne ala­cak olsam §öyle derdim: Bir halk boyun eğmek zorunda kalır da boyun eğerse, doğru davranmı§ olur; boyunduruğunu sil­kip atabilecek olur da atarsa daha da iyi eder; çünkü özgürlü­ğü, elinden hangi hakka dayanılarak alınmı§sa, o da onu aynı hakka dayap.arak geri almaktadır; ya özgürlüğünü geri almak için haklı nedenleri vardır ya da özgürlüğü elinden haksızca alınmı§tır. Fakat toplumsal düzen bütün haklara temel olan kutsal bir haktır. Bununla birlikte hiç mi hiç doğadan gelen bir hak değildir bu; birtakım uzla§ılara dayanmaktadır. So­run, uzla§ıların neler olduğunu bilmektir. Fakat oraya gelme­den önce, biraz önce ileri sürdüklerimi kanıtlamalıyım.

19

Page 23: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 24: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

LKİTAP ll. BÖLÜM

İLK TOPLUMLARA DAİR

Tüm toplumların en eskisi, ayrıca doğadan gelen, tek top­lum- ailedir. Aile toplumunda bile çocuklar ancak ya§am!�rını koruma gereksinimi duydukları sürece babaya bağlı kalırlar. Bu gereksinim ortadan kalkar kalkmaz söz konusu doğal bağ da _çözülür. Babalarına boyun eğmekten kurtulan çocuklar da, çocuklarına bakma külfetinden kurtulan baba da hep bir­d�n bağımsızlıklarına kavu§urlar. Yine birlikte ya§amaya de­vam edecek olurlarsa, artık bu doğadan kaynaklanan bir §ey değildir, istençlidir; ailenin bir bütün olarak kalması da gene uzla§ı sonucudur.

Bu herkesin sahip olduğu ortak özgürlük insan doğasının bir sonucudur. Bunun ilk yasası, kendi nefsini korumaktır; insanın ilk gösterdiği özen, kendine göstermek zorunda ol­duğu özendir; inşan _kendini bilecek çağa gelir gelmez, nefsi--- -ni k<?_�ll:maya ya_rayan_araçlar üzerinde biricik söz sahibi ken-disi olacağından kc;:ndi kendisinin efendisi de olmu§ olur.

Öyleyse aile, politik toplumların ilk örneğidir denilebilir; politik toplumlarda §ef babanın yerini, halk da çocukların ye­rini alır; hepsi de e§it ve özgür doğduklarından, özgürlükle­rinden ancak çıkarları uğruna vazgeçerler. Şu farkla ki, ailede babanın çocuklarına olan s�vgisi onlara gösterdiği özenin kar­şılığıyken, Devlet'te ise, şefin kendi halkına kar§ı beslemedi-

21

Page 25: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

ği sevginin yerini hükmetmek, e�men olmak zevki tutar. Grotius, insanda her türlü egemenliğin yönetilenler yara­

rına kurulmuş olduğunu yadsır: Örnek olarak da köleliği ve­rir. Onun sürekli başvurduğu mantık yürütme tarzı hukuku hep olgular üzerine inşa etmektir.1 Grotius'unkinden daha makul bir yöntem uygulanabilir, ancak Tiranlar için bundan elverişlisi bulunamaz.

Öyleyse, Grotius'a göre insanlık mı yüz kadar adamın ma­lıdır, yoksa bu yüz kadar adam mı insanlığın malıdır, doğru­su burası kuşkuludur; kendisi, kitabının başından sonuna dek, ilk görüşten yana görünüyor: Bobbes'un da düşüncesi budur. Bu görüşe göre insan türii birtakım hayvan sürüleri­ne bölünmüştür; sürüterin her birinin başında onuyutırtak i­çin koruyan bir şef vardır.

Çoban, nasıl sürüsüne oranla üstün bir yaradılışa sahipse, insan sürülerinin çobanları olan şefleri de halklarından, uy­ruklarından. üstün bir yaradılıştadırlar. Philon'un dediğine göre, İmparator Caligula böyle bir mantık yürütüyordu: Bu benzetmeden yola çıkarak kralların Tanrı, halkların da hay­vanlar olduğu sonucuna varıyordu. Philonius'un aktardığına göre, Caligula'nın mantığı Hobbes ve Grotius'unkiyle aynı kapıya çıkar. Aristotele,; de, bunların hepsinden önce insanla­rın doğaları gereği hiçtir zaman eşit olmadıklarını, kimileri-

'

nin kölelik, kimilerinin ise hükmetmek, egemen olmak için' dünyaya geldiklerini söylemişti.*

Aristoteles haklıydı, ancak sonucu neden olarak alıyordu. Kölelik içinde dünyaya gelen her insan kölelik için doğar, bu

1 "Kamu hukukuna ili§kin derinlikli, bilgece ara§tırmalar çoğu kez eski suiis­timallerin birer tarihçesi olmaktan öteye geçmez; bunları inceleme zahmeti­ne katlanmakta ise bo§una ısrar edilmi§tir." (Marquis d'Argenson tarafindan kaleme alınan, Fransa 'nın Komşularıyla İlişkilerindeki Çıkarları Üzerine El­yazması İnceleme, Amsterdam, Rey, 1872 basımı). ݧte Grotius'un yaptığı da tam tarnma budur. * Aristoteles, Politika, I. Kitap V. Bölüm.

22

Page 26: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

ku§ku götürmez. Köleler, vuruldukları zincirler içinde her §eyi yitirirler, hatta zincirlerinden kurtulmak isteğini bile; onlar, tıpkı Ulysses'in hayvaniara yara§ır ya§amlarını seven arkada§! an gibi köleliklerini severler. 2 Öyleyse doğanın gere­ği olarak köleler varsa, doğaya kar§ın köleler var olriıu§tur da ondan. İlk köleleri köle yapan kaba kuvvetse, köleliklerinin sürmesine neden olan da korkaklıkları olmu§tur.

Daha ne Kral Adem'den, ne de aynı Saturnus'un çocukla- · rının yaptığı gibi evreni aralarında payla§an üç büyük manar­kın -ki bunlar da kimilerince Saturnus'a benzetilmi§tir- ba­bası İmparator Nuh'tan söz ettim. Umarım gösterdiğim al­çakgönüllülük ho§ kar§ılanır. Çünkü [bir insan olarak] ben de doğrudan bu hükümdarlardan birinin, hatta belki de bü­yük oğulun soyundan geldiğime göre, atalarımdan sahip ol­duğum ünvaniarı kanıtlama yoluyla insan soyunun me§ru kralı olarak ortaya çıkmayacağıını kim bilir? Her ne olursa ol­sun, biricik sakini kaldığı sürece Robinson nasıl adasının hü­kümdarıysa, Adem'in de dünyanın hükümdan olduğu ku§ku götürmez; üstelik bu imparatorluğun en rahat yanı, tahtında güvende olan hükümdarın korkup çekineceği ne isyan, ne sa­va§, ne de suikast olu§udur.

'Plutarkhos'un, Hayvanların Uslarını Kullanmasına Dair adlı kısa inceleme­sine bakınız.

23

Page 27: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 28: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

LKİTAP llLBÖLÜM

GÜÇLÜ OLANIN HAlillllGINA DAİR

Güçlü olan, gücünü bir hak haline, boyun eğmeyiise bir görev haline getirmedikçe, asla sürekli

. efendi olarak kalacak

kidar güçlü değildir. Güçlünün haklılığı i§te buradan gelir; bu hak görünü§te ne denli alayla kar§ılansa da ilkesel olarak gerçekte temellenmi§ bir haktır: Ancak bu sözcük bize hiç 1a­çıklanmayacak mıdır? Güç fiziksel bir kudrettir; bunun do­ğuracağı sonuçlardan ne gibi bir ahlaklılık, ne gibi bir erde;- · çıkarılabilir hiç bilmem. Güce boyun eğmek, bir istenç i§i de­ğil, bir gerekliliktir; en fazlası bir ihtiyat edimidir. Hangi'an­lamda bir ödev olabilir?

Bir an için bu sözde hakkı var sayalım. Ben derim ki, bun­dan açıklanmaz, anlamsız bir laf salatasından ba§ka bir §ey çıkmaz. Çünkü hukuku yaratan güçse, p.edenle birlikte sonuç da deği§ir; kendinden bir öncekini alt etmeyi ba§aran güç o­nun hakkına, hukukuna da sahip olur. Cezasız kalan itaatsiz­lik me§rula§mı§ demektir; madem ki en güçlü olan daima

naklıdlr, öyleyse yapılacak §ey güçlü olmanın yolunu bul­maktır. İyi güzel de, gücün ortadan kalkmasıyla yok olan hak­kın ne kıymeti kalır? Ki§i zorla boyun eğecek olduktan sonra görev nedeniyle boyun eğmeye gerek yoktur; boyun eğmeye

25

Page 29: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

zorlanmadıkça boyun eğmeye de zorunlu değil demektir: Görülüyor ki bu hak sözcüğü güce hiçbir şey katmamaktadır; bunun hiçbir anlamı da yoktur.

Bütün güçlere boyun eğin. Eğer bu, "güce boyun eğin" demekse, önerilen yol doğru, ancak gereksizdir; ben bunun yerine hiçbir zaman ihlal edilemez derim. Her türlü güç Tanrı'dan gelir, kabul ediyorum; fakat her türlü illet de ondan gelir. Bu böyledir diye doktor çağırmak yasak mı ol­malı? Ormanın bir köşesinden karşıma bir haydut çıkacak ol­sa, kesemi ancak zorlandığım zaman mı vermeliyim yoksa hayduttan yakarnı sıyırmak elimde iken vicdanım böyle bu­yurdu diye mi? Çünkü eninde sonunda haydudun elindeki silah da bir güçtür.

Öyleyse kabul edelim ki güç hak yaratmaz, ancak meşru olan güce boyun eğme zorunluluğu vardır. Böylelikle dönüp dolaşıp ilk soruma gelmiş oluyorum.

26

Page 30: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

I. KİTAP N. BÖLÜM

KÖLELİGE DAİR

Hiçbir insanın hemcinsi üzerinde doğal bir otoritesi ol­madığına, güç de hiçbir hak yaratmadığına göre, insanlar ara­sındaki her türlü meşru otoritenin temeli olarak kala kala yal­

- nız toplumsal uzlaşılar kalır. Grotius, birey özgürlüğünü başkasına devredip bir efendi­

nin kölesi alabildiğine göre, neden bütün bir halk özgürlüğü­nü topluca devredip bir 'kralın uyruğu olmasın, der. Burada aÇıklama gerektiren anlamı belirsiz sözcükler var, ama biz yalnızca özgürlüğünü devretmek sözcüğü üzerinde duralım. Devretmek, bir başkasına terk etmek ya da satmak demektir. Oysa ki başka birine köle olan insan kendini, benliğini ver­mez, en fazlası, geçimini sağlamak için kendini satar: Pekala bir halk niçin kendini satar? Kral, uyruğundakiterin geçimini sağlamak bir yana, kendi geçimini de onların sırtından sağlar, üstelik Rabelais'nin dediğine göre bir kral öyle azla da yetin­mez. Öyleyse uyruklar mallarını da birlikte vermek koşuluy­la benliklerini, nefislerini de krala mı terk ediyorlar? O halde kendilerine koruyacak ne kalıyor, onu anlamıyorum.

Denilecek ki despot, uyruklarına toplum içinde dirlik dü­zenlik sağlıyor. Öyle olduğunu kabul edelim; fakat despotun hırsı yüzünden girmek zorunda kaldıkları savaşlar, doymak bilmez tamahı, nazırlarının insanlara yaptıği eziyetler onları

27

Page 31: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

kendi aralarındaki anlaşmazlıklardan daha çok ezer, perişan ederse, bu huzurdan, dirlik düzenlikten ne kazançları olur? Üstelik sefaletierinin nedenlerinden biri bu dirliğin ta kendi­siyse ne kazanmış olurlar? İnsan zindanda da sükunet içinde ya§ar: Ama bu kadarı, orada kendini iyi hissetmesine, mutlu olmasına yeter mi? Kyl9opsların mağarasında hapsolan Yu­nanlılar da, parçalanıp yutulma sıralarını bekleşirken içerde rahat, huzur iç\nde yaşıyorlardı.

İnsan benliğini karşılıksız terk eder demek anlamsız, akıl­dışı bir şeydir; böyle bir edimin meşruiyeti olmadığı gibi, ge­çerliği de yoktur; bunı.ın yegane nedeni, böyle davranan bir kimsenin bilincinin, sağduyusunun olmamasıdır. ,Aynı şeyi bütün bir halk için söylemek; delilerden oluşmuş bir halk varsaymak olur: Delilik hak yaratmaz.

Her insan kendi benl\ği._n,i başkalarına terk edebiise bile, çocuklarımukini terk edemez; çünkü çocuklar birer insan o­taraR, özgür doğarlar; özgürlükleri kendilerine aittir, kendile� ,rl.nden ba§ka hiç kimsenin, bu özgürlük üzerinde tasarrufta �t;!lunmaya hakkı yoktur. Akıl çağına varmadan önce baba, çocukları adına, benliklerinin korunması ve gönençleri (re­fahları) için birtakım koşullar koyabilir, ancak onları geri dö­nüşsüz, koşulsuz biçimde başkasına terk edemez; çünkü böy­lesi bir bağış, bir kez doğanın amaçlarına ters düşer, babalık

. haklarını da aşar. Demek ki keyfi bir hükümetin meşrutaş­ması için her kuşaktan halkın onu kabul ya da reddetme ko­nusunda söz sahibi olması gerekir: Ancak böyle olursa bu hü­kümet keyfi olmaktan çıkar.

Özgürlüğünden vazgeçmek, insanlık sıfatından, insan haklarından, dahası, ödevlerinden vazgeçmek demektir. Her şeyinden vazgeçen bir kimse için hiçbir tazmin olasıliğı yok­tur. Böylesi bir vazgeçiş insaıı-doğasıyhı bağdaşmaz; insanın istencinden her türlü özgürlüğü çekip almak onun davranış­larından da her türlü ahlak düşüncesini çekip almaktır. So-

28

Page 32: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

nuçta, bir yandan mutlak bir otorite, öte yandan sınırsız bir boyun eğme düzeni kurmak boş ve çelişkili bir uzlaşı olur. Kendisinden her şeyi talep etme hakkımız olan bir kimseye karşı hiçbir taahhüt altına girmeyeceğimiz açık değil midir? Bir eşdeğeri, dengi, karşılığı olmayan yalnızca bu koşul bile e­dimin geçersizliğini, hiçliğini gerektirmez mi? Çünkü bütün van yoğu bana ait olan, hakları da benim hakkım olan köle­min bana karşı ne hakkı olabilir? Bana ait olan hakların gene bana karşı ileri sürülmesinin hiçbir anlamı yoktur.

Grotius ve ötekiler, sözde kölelik hakkının bir başka köke­nini de savaşta buluyorlar. Onlara göre yenenin yenileni öl­dürmeye hakkı olduğundan, yenilen, hayatını özgürlüğünü vermek pahasına satın alabilir; bu uzlaşma, yenilenin de ye­nenin de çıkarına olduğundan, daha da meşrulaşır.

Ancak bu sözde "yenilenleri öldürme hakkı"nın hiç de sa­vaş halinin bir sonucu olmadığı açıkça bellidir. Bunun başlı­ca nedeni, ilksel bağımsızlıkları, serbestlikleri içinde yaşayan insanların, aralarında ne barış ne de savaş hali oluşturacak ka­dar sürekli, sabit ilişkiler içinde olmamalarıdır; sonuçta, do­ğal olarak düşmanları da yoktur. Savaş halini doğuran şey in­sanlar arasındaki ilişkiler değil, nesneler, şeyler arasındaki i­lişkilerdir; savaş hali yalın kişisel ilişkilerden değil, gerçek i­lişkilerden doğar; insanla insan, kişiyle kişi arasında bir özel savaş hali, ne sürekli, sabit bir mülkiyetİn olmadığı doğal ya­şam halinde ne de her şeyin yasaların yetkesi altında bulun­duğu toplumsal yaşam halinde var olur.

Kişisel kavgalar, düellolar, çarpışmalar bir "hal" oluşturma­yan edimlerdir; Fransa kralı IX Louis'nin kurumlarının ona­dığı, Tanrısal barışın ise yürürlükten kaldırdığı özel savaşlara gelince, bunlar derebeylik yönetiminin yasaları kötüye kullan­ması, hakka tecavüzüdür; hiç bu denli saçma, anlamsız, üste­lik doğal hukukun ilkelerine, her türlü tutarlı toplum düzeni­ne (politie) karşı bir sistem gelmemiştir bugüne dek.

29

Page 33: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau ·

Öyleyse sava§ insanla insan arasındaki bir bağıntı değil, Devlet'le Devlet arasındaki bir bağıntıdır; bu bağıntı içinde bireyler, ne insan hatta. ne de yurtta§ olarak değiV fakat asker sıfatıyla, vatanın üyeleri sıfatıyla değil, onu koruyan sıfatıyla, arızi olarak birbirlerine dü§mandırlar. Nihayet Devletlerin düşmanı olsa olsa başka Devletler olabilir, insanlar değil; çünkü farklı cinsten §eyler arasında gerçek bir bağıntı kurmak olası değildir.

Bu ilke öteden beri konmuş genel kurallara, tüm uygar halkların sürekli, deği§mez uygulamalarına da uygundur. Sa­Va§ ilanları, yöneten güçlere değil, onların uyruklarına birer uyarıdır asıl. İster kral olsun, ister birey, ister halk, bir hü­kümdarın uyruğu ki§ileri o hükümdara sa�aş ilan etmeksizin soyan, vurup öldüren ya da alıkoyan, tutsak eden bir yabancı dü§man değil, haydudun ta kendisidir. Fakat sava§ hali için­de, adil bir hükümdar bile, düşman ülkede halka ait her şeye pelclla el koyabilir, ancak bireylerin canına ve malına el sür­mez; kendi haklarının da temeli olan haklara saygı gösterir. Sava§ın amacı, dü§man Devlet'in yok edilmesi olduğundan, bu Devlet'i savunanian elleri silahlı olduğu sürece öldürme

3 Sava§ hukukunu dünyanın öteki uluslarından çok daha iyi kavrayan ve ona uyan Romalılar bu alandaki titizliklerini öylesine ileri götürmüşlerdi ki, hiç­bir yurttaşın, düşmana, üstelik adıyla sanıyla, fılanca düşmana karşı savaşma yükümlülüğü üstlenmeden gönüllü askerlik yapmasına izin verilmezdi. Ca­ton'un oğlunun Popilius komutasında ilk kez askerlik yaptığı lejyonun yeni­den yapılandırılması sırasında, baba Caton, Popilius'a yazdığı bir yazıda, eğer oğlunun yine komutası altında görev yapmasını arzu ederse, ilk askerlik ye­mininin geçerliğini yitirmiş olduğunu, bu durumda düşmana karşı silah kul­lanamayacağını, ona yeniden yemin ettirmesi gerektiğini bildiriyordu. Yine aynı Caton, bu kez oğluna, askerlik yeminini yenilemeden savaşa katılmak­tan kaçınmasını yazıyordu. Clusium Kuşatması ve öteki özel durumlar öne sürülerek bana karşı çıkılabilir, ancak ben burada yasalar ve törelerden söz e­diyorum. Romalılar yasalara en az aykırı davranmış bir ulustur. Hiçbir ulus Romalılar kadar sağlam, adil yasalara sahip olmamıştır.

30

Page 34: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

hakkı vardır; ancak silahlarını bırakıp da teslim olur olmaz düşman olmaktan ya da düşmanın savaş aracı olmaktan çıkar, sade birer insan olurlar, o zaman onların hayatı üzerinde hiç­bir hak da kalmaz. Bazen üyelerinden bir tanesini bile öldür­

.ıpeden bir Devlet'i yok etmek olasıdır: Öyleyse savaş, amacı-na ulaşmak için gerekli olmayan hiçbir hakkı vermez. Bunlar Grotius'un ilkeleri değildir; şairlerin yetkesini değil, eşyanın doğasını temel alır, akla dayanırlar.

Fetih hakkına gelince, bunun "güçlü olan haklıdır" yasa­sından başka hiçbir dayanağı yoktur. Eğer savaş, yenene, ye­nilen halkları katletme, kılıçtan geçirme hakkı vermiyorsa, böyle bir hak zaten var olmadığına göre, yenilenleri köleleş­tirme hakkına da temel olamaz. Düşmanı öldürme hakkı, an­cak onl! tutsak etmek, köleleştirmekmümkün olmadiğında vaFdır; demek ki tutsak etme, köleleştirme hakkı öldürme hakkından gelmez: Öyleyse, yenilene, üzerinde kimsenin hiÇbir hakkı bulunmadığı hayatını, özgürlüğü pahasına satın · aldırmak haksız, adaletsiz bir değiş tokuş olur. Ölüm kalım hakkını kölelik hakkına dayandırmakla, kölelik hakkını da ö­lüm kalım hakkına dayandırmakla kısır bir döngüye düşül­düğü açık değil mi?

Her şeyi öldürme, kesip biçme hakkı denen şu korkunç hakkın bulunduğunu varsaysak bile, savaşta tutsak alınan kişi ya da savaşta yenilen, ülkesi işgal edilen bir ulus, efendisine, zorlanmadıkça boyun eğmek zorunda değildir. Yenen, yeni­lenin hayatının karşılığı olan bir şeyi onun elinden almakla bağışlamış olmaz: Onu bir yarar sağlamaksızın, yok yere öl­düreceğine, yarar sağlayacak biçimde öldürmüştür. Bu ne­denle yenenin yenilen üzerinde, güce eklenen herhangi bir yetke elde etmesi bir yana, aralarında aynı eskisi gibi savaş ha­li varlığını sürdürmektedir; dahası, aralarındaki ilişki bu du­rumun bir sonucudur; savaş hakkının kullanılması hiçbir ba­rış antlaşmasını varsaymaz. Aralarında yapılan bir antlaşma

31

Page 35: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

olduğunu kabul edelim: Ancak bu antla§ma sava§ halini yok etmek §öyle dursun, onun sürmesini varsayar.

Böylece, duruma hangi yandan bakılırsa bakılsın, kölelik hakkı sıfirdır, hiçtir; bu hiçlik yalnızca me§ru olmamasından değil, saçmalığından ve hiçbir anlam ta§ımamasından gelir. Bu iki sözcük, yani kölelik ve hak birbirleriyle çeli§kilidir; bi­ri hep ötekini dı§lar. ister insanla insan arasında olsun, ister insanla ulus, §U söylem hep anlamsız kalacaktır. "Seninle öy­le bir antla§ma yapıyorum ki, hep senin zararına, benim çıka­rıma olacak; ona keyfimin istediği sürece uyacağım, sen de gene benim keyfimin istediği sürece uyacaksın."

32

Page 36: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

L KİTAP

V. BÖLÜM

HEP BİR İLK UZLAŞMAYA DÖNME

ZORUNLULOGUNA DAİR

Buraya dek yanlışlığını kanıtladığım, çürüttüğüm görüşle­rin hepsini kabullensem bile, zorbalık yanlılarının bundan bir çıkarları olmaz, bir arpa boyu ilerleyemezler. Kalabalık bir topluluğu boyunduruk altına almakla bir toplumu yönetmek arasında hep büyük bir farklılık olacaktır. Dağınık biçimde ya­şayan insanların, sayıları ne olursa olsun, birbiri ardına tek bir kişinin boyunduruğu altına girmesinde ben hiçbir zaman ön­der ile halkını görmem, efendi ve kölelerini görürüm. Bu ol­sa olsa bir topluluk olur, asla bir toplum değil. Çünkü burada ne bir kamu yararı ne de bir politik bütünlük vardır. O kişi dünyanın yarısını boyunduruğu altına almış olsa bile, yine bir tikel kişi olmaktan öteye gitmez; ötekilerden ayrı olan çıkarı hala özel bir çıkardır. Bu kişi kazara ölecek olsa imparatorlu­ğu, tıpkı yanıp kül yığını olarak yere serilen bir meşe ağacı gi­bi darmadağın olur, bütünlüğünü yitirir.

Grotius, "bir ulus kendini bir krala teslim edebilir" der. Öyleyse Grotius'a göre, bir ulus kendini krala teslim etme­den önce ulustur. Bu bağış (teslim oluş) bile kamusal bir a­kittir.ve toplum içinde bir oylaşma gerektirir. Öyleyse bir u­lusun kendisine kral seçmesini sağlayan akdi incelemeden önce, bir ulusun ulus olmasını sağlayan akdi incelemek ye-

33

Page 37: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 38: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 39: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

le savunan ve koruyan öyle bir katılım, bir toplum biçimi bulmalı ki, her birey, bir yandan başkalarıyla birleşmiş, bü­tünleşmişken öte yandan yalnızca kendine boyun eğsin, eski­si kadar özgür kalsın." Toplum sözleşıneslnin çözüm yolu­nu bulacağı temel sorun budur.

Bu sözleşmenin hükümleri akdin doğasıyla, özüyle öyle­sine belirlenmiştir ki, en ufak bir değişiklik onları boş ve so­nuçsuz kılar; öyle ki toplumsal sözleşme bozulup da herkes sözleşmeden önceki haklarına kavuşuncaya, sözleşmeye da­yanan özgürlüğünü yitirip, onun uğruna vazgeçmiş olduğu doğadan gelen özgürlüğünü yeniden elde edinceye kadar, bu hükümler, belki hiç apaçık dile getirilmemiş olsa da her yer­de aynıdır; her yerde örtülü biçimde (zımnen) kabul edilmiş, tanınmıştır.

Kuşkusuz, bu hükümlerin hepsi tek bir hükme indirgenir: Toplum üyelerinden her biri kendini bütün haklarıyla birlik­te, tümüyle topluma terk eder. Çünkü bir kez her birey ken­dini bütünüyle topluma verdiğinden, durum herkes için bir­dir; böyle olunca da hiç kimsenin bunu başkalarının zararına kullanmakta çıkarı olmaz.

Ayrıca söz konusu bağlanma kayıtsız şartsız olduğundan, birlik de olabildiğince nükemmeldir; hiçbir üyenin artık ta­lep edeceği bir şey de kalmamıştır: Çünkü bireylerde bazı haklar kalmış olsaydı, bireylerle kamu arasında [ki anlaşmaz­lıklarda] söz sahibi olabilecek ortak bir üst makam bulunma­dığına, her birey bir noktada kendi kendisinin yargıcı olduğu­na göre, bunu her şeyde uygulamaya kalkışırlardı; o zaman

. da doğal yaşama hali sürüp gider, toplum (birlik) ister iste­mez zorbalığa kaçar ya da işe yaramaz olurdu.

Kısacası, kendini topluma, herkese bağlayan kişi hiç kim­seye bağlanmamış olur; ayrıca kendi üzerinde, başkasına tanı­dığı hakların aynını elde etmeyen hiçbir üye bulunmadığına göre, herkes hem yitirdiğinin tam karşılığını kazanmış, hem

36

Page 40: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

çle elindekini korumak için daha çok güçlenmi§ olur. Özüne bağlı olmayan §eyler bir yana bırakılırsa, toplum

sözle§mesi §öyle özetlenebilir: "Her birirrıiz bütün varlığımı­zı ve bütün gücümüzü, bir arada, genel istencin buyruğuna verir, her üyeyi bütünün bölünmez bir parçası kabul ederiz."

Birlik sözle§mesi, bu a§amada, sözle§meyi yapanların ki­§isel varlığı yerine, toplantıdaki oy sayısı kadar üyesi olan tü­zel ve kolektif bir bütün olu§turur; bu bütün ortak ben'ini, ya§amını ve istencini bu sözle§meden alır. Bütün öteki ki§i­lerin birle§mesiyle olu§an bu tüzel ki§iye eskiden site4 deni­lirdi, §imdi ise cumhuriyet ya da politik bütünlük deniyor. Üyeleri ona, edilgin olduğu zaman Devlet, etkin olduğu za­·man egemen varlık (souverain), öteki devletlerle kıyaslayınca da egemen güç (puissance) diyorlar. Ortaklara gelince, onlar bir birlik olarak halk, egemen gücün birer üyesi olarak yurt­taş, Devlet'in yasalarına boyun eğen ki§iler olarak da uyruk a­dını alırlar. Ne var ki, bu terimler, çoğu zaman birbirine ka­rı§ır, biri öbürünün yerine kullanılır; belirli biçimde kullanı­lırken bunları birbirlerinden ayırt etmesini bilmek yeter.

'Bu sözcüğün gerçek anlamına yeni yazarlarda hiç rast!anmıyor; çoğu, kenti si­te, kentiiyi de yurttaş ile karıştırıyor. Kenti evlerin, site'yi de yurttaşların mey­dana getirdiğini bilmiyorlar. Bu yanlışlık eskiden Kartacalılara çok pahalıya mal olmuştu. Hiçbir hükümd�ırın uyrııklanna cives (yurttaş) denilcliğine hiçbir ki­tapta rastlamadım, hatta ne eskiden Makedonyalılara, ne de zamanımızda, bü­tün öbür uluslardan özgürlüğe daha yakın olmalarına karşın, İngilizlere ... Yal­nız Fransızların hepsi kendilerine teklifsizce yurttaş demektedir. Sözlüklerin­den de anlaşacağı gibi bu sözcük üzerinde hiçbir berraklaşmış düşünceleri yok­tur; eğer olsaydı bu sözcüğü kendilerine maletmekle büyük bir suç işlemiş o­lurlardı. Bodin, bizim kentli ve varoşlularımızdan söz ederken, bunları birbiri­ne karıştırmalda büyük bir yanılgıya düşmüştür. Oysa M. d'Alembert bu ko­nuda yanılmamış, Cenevre adlı ansiklopedi maddesinde, kentimizde bulunan dört (hatta yabancılada birlikte beş) sınıfı, ki bunlardan yalnız ikisi cumhuriye­ti oluşturmuşryr, birbirinden ayırmıştır. Ondan başka hiçbir Fransız yazarı, bildiğim kadarıyla yurttaş sözcüğünün gerçek anlamını kavrayamamıştır.

37

Page 41: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 42: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 43: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

birey oluverir. Ama politik bütün ya da egemen varlık, varlığını sözleş­

menin kutsallığından aldığı için kendini hiçbir zaman ilk söz­leşmeye aykırı bir şey yapmaya zorlayamaz, hatta bir başkası­na karşı bile; örneğin, kendinden bir parçayı başkasına geçi"'" remez ya da bir başka egemen varlığın buyruğu altına gire­mez. Varlığını borçlu olduğu sözleşmeyi hiçe saymak, kendi­ni de yok etmek demektir; kendisi hiç olan bir şey ise yaratsa yaratsa ancak bir hiç yaratabilir.

Bu insan kalabalığı, böylece, bir bütün halinde birleşince, artık üyelerden birine saldıran bütününe saldırmış, bütünü­ne saldıran da üyelere saldırmış olur. Böylece, ödevleri ve çı­karları, sözleşmeyi yapan tarafları karşılıklı olarak yardımlaş­maya zorlar; aynı insanların bu iki ilişkiye bağlı bütün çıkar­larını da bu ilişkiye göre birleştirmeye çalışmaları gerekir.

Fakat egemen varlık, kendisini kurmuş olan kişilerden o­luştuğu için, bu kişilerin çıkarlarına aykırı çıkarı yoktur ve o­lamaz; bu yüzden, egemen gücün, üyelerine güvence göster­mesi gerekmez; çünkü bir bütünün, bir bedenin, üyelerine zarar vermeyi aklından geçirmesi düşünülemez; ayrıca biraz­dan göreceğimiz gibi, özel olarak hiçbirine de zarar veremez. Egemen varlık, yalnızca egemen olması dolayısıyla, ne olma­sı gerekirse hep odur.

Fakat uyruklarının egemen varlığa karşı durumu böyle değildir; çıkarları ortak olmakla birlikte egemen varlık, üyele­rinin bağlılığını güven altına alacak yollar bulmazsa, hiçbir şey onların sözlerini (taahhütlerini) yerine getirmelerini sağ­layamaz.

Gerçekte, her bireyin, insan olarak sahip olduğu özel ira­desi, yurttaş olarak sahip olduğu genel iradeye aykırı ya da karşıt olamaz; özel çıkarı ona genel yarardan apayrı bir yönde seslenebilir; mutlak ve doğal olarak bağımsız yaşamı, ortak davaya olan borcunu ona karşılıksız bir yardım gibi göstere-

40

Page 44: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

bilir; bu yardımdan yoksunluk başkalarına daha az zararlıdır, ama kendisine çok daha pahalıya mal olur. Devlet' i oluşturan manevi kişiyi, gerçek bir insan olmadığı için, akıl yapısı (per­sona fida) bir varlık olarak kabul ettiğinden, üyelik görevleri­ni yerine getirmeksizin yurttaşlık haklarından yararlanır. Oy­sa, bu öyle bir haksızlıktır ki, artarsa politik bütünün (toplu­mun) yıkılışma yol açar.

Toplum sözleşmesi boş bir reçete olarak kalmamak için bütün öteki bağlantıları pekiştiren şu bağlanınayı (taahhüdü) da örtülü olarak içerir: Kim genel iradeyi saymamaya kalkar­sa, bütün topluluk onu saygıya zorlayacaktır. Bu da, "o kişi özgür olmaya zorlanacaktır" anlamına gelir; çünkü bu koşul, her yurttaşı yurda mal etmekle onu her türlü kişisel bağımlı­lıktan korur; politik aygıtın hilesi, işleyiş anahtarı budur ve kamusal bağımlılıkları yalnız o haklı kılar. Çünkü bu koşul olmasa, bütün bağımlılıklar anlamsız, zorbaca olur, daha bü­yük aşırılıklara, kötülüklere yol açardı.

41

Page 45: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 46: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 47: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

sınırını kişinin gücünde bulan doğal özgürlüğü, halkın oyuy­la sınırlı toplum özgürlüğünden, kaba gücün ya da ilk yerleş­me hakkının bir sonucu olan sahipliği, gerçek bir yetkiye da­yanan mülkiyetten ayırt etmek gerekir.

Yukarıda söylenenlere, yani insanın toplum hali içinde el­de ettiklerine, insanı kendi kendisinin efendisi yapan "mane.:. vi" özgürlüğünü ekleyebiliriz: Çünkü salt İstekierin itisine uymak kölelik, kendimiz için koyduğumuz yasalara boyun eğmekse özgürlüktür. Fakat bu konuda gereğinden çok ko­nuştum; özgürlük sözünün felsefe anlamı da zate11 konum değil.

44

Page 48: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

L KİTAP

IX. BÖLÜM

MÜLKİYET HAKKINA DAİR

Topluluğun her üyesi, topluluk kurulduğunda, van yoğu ve tüm gücüyle birlikte, kendini olduğu gibi toplulu�a verir.· Bu demek değildir ki, bu akitle birlikte, mal sahipliği el de­ğiştirmekle özünü de değiştirir, egemen varlığın eline geçer, onun m ülkü olur; fakat sitenin güçleri tek kişinin güçlerin-

Jden kıyaslanmayacak kadar büyük olduğundan, kamunun mal sahipliği özünü �e değiştirir. Ama sitenin güçleri tek bir bireyin gücünden· kıyaslanamayacak kadar büyük olduğun­dan, kamunun mülkiyeti de gerçekte daha güçlü, daha kesin­dir; bununla birlikte, en azından yabancılar için daha yasal sa-

_yılamaz: Çünkü Devlet, toplum sözleşmesiyle bütün liyele­rinin maliarına sahiptir. Bu sözleşme Devlet içinde bütün hakların temelidir. Ama başka devletlere karşı sadece ilk yer.:. leşen (iskaricı) hakkı vardır ki, bu hakkı da kişilerden alır.

İlk yerleşen hakkı, "güçlünün hakkı"ndan daha ·gerçek ol­makla birlikte, ancak mülkiyet düzeninin kurulmasından sonra gerçek bir hak olur. Her insanın, kendisine gerekli olan her şey üzerinde doğal olarak hakkı vardır; ama insanı bir şe­yin sahibi kılan kesin, açık akit, onu geride kalan her şeyin sa­hipliği dışında bırakır. Payını aldığı için, onun sınırları iÇinde kalmak zorundadır; artık topluluktan talep edeceği bir hakkı kalmaz. İşte bu nedenle ilk yerleşen hakkı, doğal durumda ne

45

Page 49: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 50: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 51: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

Bu bölümü ve birinci kitabı her türlü toplumsal sisteme temel olması gereken bir düşünce ile bitireceğim; temel söz­leşme, doğal eşitliği ortadan kaldırmak bir yana, tam tersine, doğanın insanlar arasına koyduğu maddesel eşitsizlik yerine manevi ve hakka dayalı, meşru bir eşitlik getirir; insanlar, güç ve zeka bakımından olmasa da, uzlaşma ve hukuk yoluyla e­şit olurlar. 5

;Kötü yönetimlerde bu eşitlik yalnız görünüşte kalır ve yanılsatıcıdır; yoksu­lu yoksulluğu içine hapsetmekten, varlıklıya yağmacılığını sürdürmenin yo­lunu açmaktan başka işe yaramaz. Gerçekte, yasalar, hep mal mülk sahibine yararlı, hiçbir şeyi olmayan:ı zararlıdır; sonuç olarak, toplumsal hal, insanlar için, hepsinin bir şeyleri olması ve hiçbirinin gereğinden çok şeyi olmaması durumunda yararlıd;r.

48

Page 52: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 53: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 54: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

İKİNCİ KİT AP

Page 55: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 56: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplwn Sözle§mesi

IL KİTAP

I. BÖLÜM

EGEMENLİGİN BAŞKASINA

GEÇEMEYECEGİNE DAİR

Yukarıda ortaya koyduğumuz ilkelerin sonuçlarından ilki ve en önemli�i,_ yalnızca genel iradenin Devlet'in gü�lerini, Devlet'in kuruluş amacına, yani herkesin iyiliğine uygun ola­rak yönetebileçeğidir; özel çıkarlar arasındaki karşıtlık nasıl

- toplumların kurulmasırtı gerekli kıldıysa, aynı çıkarlar arasın­daki uyum da bunu olanaklı kılmıştır. Toplumsal bağı kuran §ey, bu birbirinden ayrı çıkarlar arasındaki ortak alandır; bü­tün çıkarların birbirlerine uyum gösterdiği bazı noktalar ol­masaydı hiçbir toplum var olmazdı. Öyleyse toplum bu ortak çıkar temel alınarak yönetilmelidir.

Egemenlik, gene'I iradenin uygulanmasından, yürürlüğe konmasından öte bir şey olmadığına göre, bence hiçbir za­

- man başkasına devredilemez; kolektif bir varlık olan egemen varlığı da ancak yine kendisi temsil edebilir: İktidar başkasına geçebilir, ama irade geçemez.

Gerçekte, bireysel iradenin kimi noktalarda genel iradeyle uygunluk göstermesi olmayacak şey değildir, ama bu uyum hiçbir zaman uzun ömürlü ve sürekli değildir. Çünkü birey­sel irade, özü gereği, özel tercihlere, yeğlemelere, genel irade ise eşitliğe doğru eğilim gösterir. Bu uyum hep var olsa bile, onu güvence altına almak da bir o kadar ol,anaksızdır; böyle-

53

Page 57: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

si bir uyum, bir hüner i§i değil, bir rastlantının ürünü olabi­lir ancak. Egemen varlık: "Filanca kݧinin istediğini, ya da en azından bir istek belirttiğini, §imdi istiyorum" diyebilir, fakat "Bu kݧinin yarın isteyeceğini de isterim" diyemez, çünkü i­radenin gelecek için kendisini bağlaması saçma olduğu gibi, isteyen varlığın (ki§inin) iyiliğine aykırı bir §eye boyun eğme­si de hiçbir iradenin elinde değildir. Halk açıkça boyun eğe­ceğine söz verirse, bu davranı§ıyla kendi kendini dağıtır, halk olmaktan çıkar; ortaya bir efendi çıkar çıkmaz, egemen varlık diye bir §ey kalmaz, politik bütün de yok olup gider.

Bu söylediklerimiz, §eflerinin buyruklarına kar§ı çıkmak­ta özgür olan egemen varlık bunu yapmayacak olursa, ba§la­rın buyruklarının genel iradenin yerine geçebileceği anlamı­na gelmez. Böyle durumlarda, herkesin susmasından, halkın bunu kabul ettiği, boyun eğdiği anlamı çıkarılmalıdır. Bu nokta ileride uzun uzadıya açıklanacaktır.

54

Page 58: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

II. KiTAP

Il. BÖLÜM

EGEMENLİGİN

BÖLÜNMEZLİGİNE DAİR

Egemenlik hangi nedenlerle başkasına geçemezse, devre­__ dilemezse, yine aynı nedenlerden ötürü bölünemez; çünkü i.:.

( m_de ya geneldir6 ya da değildir; ya halkın tümünün iradesidir ya da yalnızca bir bölümünün.

Birinci durumda, açığa vurulan bu irade bir eg�rnenlik �­dimidir ve yasayı oluşturur; ikincideyse yalnızca bireysel ira­�dedir ya da bir yargı işidir; olsa olsa bir kararnamedir.

Ancak bizim politika kuramcılarımız, egemenliği, ilkesin­de parçalara bölemediklerinden, konusunda bölerler: Onu güç ve irade, yasama gücü ve yürütme gücü, vergi, adalet ve savaş hakları gibi birtakım parçalara böler, iç yönetim ve dış ilişkilerde bulunma yetkisi gibi bölümlere ayırırlar: Kimi za­man bütün bu parçaları birbiriyle harmanlar, kimi zaman bir­birinden ayırırlar. Egemen varlığı, farklı birçok parçal,ar ek- , leştirilerek oluşturulmuş fantastik, düş ürünü bir V<}rlık du­rumuna sokarlar: Bu, insanı, sanki birinde yalnız gözler, bi­rinde kollar, birinde ise yalnız ayaklar bulunan birçok beden­den oluşturmak gibi bir şey olur. Anlatıldığına göre, Japon

6 Bir iradenin genel olması için her zaman oybirliği gerekmez, ancak bütün oy­lann hesaba katılmı§ olması gerekir; bir oyun bile dışlanması, genelliği bozar.

ss

Page 59: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

hokkabazlar, seyircinin gözü önünde bir çocuğu doğrar, ko­lunu, hacağını havaya fırlatır, sonra da capcanlı, her uzvu yer­li yerinde yere indirirlermiş. Bizim politika kuramcılarımızın yaptıkları hokkabazlıkların da bundan pek aşağı kalır yanı yoktur; onlar da toplumun bedenini panayır gözbağcılarına yaraşan bir el çabukluğuyla parçaladıktan sonra, nasıl yaparlar bilinmez, yeniden bir araya getiriverirler.

Bu yanlışlık, birincisi, egemen yetke üzerinde doğru bir kanıya sahip olmamaktan, ikincisi, bu yetkenin belirtilerini, onun parçaları sanmaktan ileri gelir. Sözgelimi savaş açmak, barış yapmak gibi edimlere egemenliğin edimleri gözüyle ha­kılmıştır; oysa bunlar egemenliğin edimleri değildirler; bu e­dimlerin her biri asla yasanın kendisi değil, yalnızca onun bir uygulanması olduğuna göre, ileride yasa sözcüğüne ilişkin düşünceler belirlilik kazandığında açıkça görüleceği gibi, bunlar yalnızca yasanın kendisi değil, birer uygulamasıdır.

Öbür bölümlemeler de bu yoldan incelenince görülür ki, egemenliği parçalara ayrılmış, bölpmlenmiş olarak görmek gi­bi bir sanıya kapıldığımızda yanılgıya düşmüş oluruz; ege­menliğin parçaları sanılan hakların hepsi de ona bağlıdır ve her zaman birtakım yüksek iradelerin uygulanmasını sağlarlar.

Egemen yetkenin kesin tanımındaki belirsizliğin politik hukuk konusunda, birtakım yazarların, krallarla halklarının karşılıklı hakları üzerinde kendi ilkelerine dayanarak bir yar­gıya varmak istediklerinde vardıkları kararları ne denli için­den çıkılmaz kıldığını anlatam;ım. Grotius'un ilk kitabının III ve IV. bölümlerinde, gerek bu bilgin adamın, gerek kita­bın çevİrıneni Barbeyrac'ın, kendi görüşlerini yeterince dile getirememek, pek azını ya da fazlasını söylemiş olmak endi­şesi ve uzlaştırmaya çalıştıkları çıkarları incitınemek kaygısıy­la, bilgiçlikleri içinde ne denli bocaladıklarını, açınaziara düş­tüklerini herkes görebilir. Yurduna küsüp Fransa'ya sığınan ve kitabını armağan ettiği XIII. Louis'ye yaranınaya çalışan

56

Page 60: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

Grotius, uluslan bütün haklarından yoksun bırakmakta, bü­tün hünerini sergileyip bu hakları krallara mal etmekte elin­den geleni ardına koymuyor. Çevirisini İngiltere kralı I. Ge­orge'a sunan Barbeyrac'ın tarzı da buydu. Ama ne yazık ki, "tahttan vazgeçme" diye tanımladığı II. James'in kovuluşu, Wılliam'ı tahtı gaspeden kişi durumuna solanamak için adı­mını ölçülü atmaya, sözlerini tartmaya, dilini tutmaya zorlu­yordu onu. Bu iki yazar, doğru ilkeleri benimsemiş olsalardı, bütün güçlükler ortadan kalkar, kendileri de tutarlı olur, sü­rekli çelişkiye düşmezlerdi; o zaman, gerçeği bütün açıklığıy­la söylemiş, yalnızca halka yaranmış olurlardı. Oysa doğru ol­mak kişiye bir şey kazandırmaz; halk da insana ne elçilik ba­ğışlar, ne üniversitede kürsü verir, ne de maaş bağlar.

57

Page 61: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 62: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

ll. KİTAP

m. BÖLÜM

GENEL İRADENİN

YANILIP YANILMAYACAGINA DAİR

Yukarıda anlattıklarımdan, genel iradenin her zaman doğ­ru ve kamu yararına yönelik olduğu sonucu çıkar: Ne var ki, bundan halkın kararlarının her zaman aynı doğrulukta oldu­ğu sonucu çıkmaz. İnsan her zaman kendi iyiliğini ister, ama bunun ne olduğunu her zaman kestiremez. Halk hiçbir za­man bozulmaz, ama çoğu kez aldatılabilir. İşte ancak o zaman kötülüğe eğilimli görünür.

Herkesin iradesi ile genel irade arasında, çoğu zaman e­peyce farklılık vardır; genel irade yalnız ortak çıkarları gözö­nünde tutar, öteki ise özel çıkarları gözetir ve özel iradelerin toplamından başka bir şey değildir: Ama bu aynı iradelerden, birbirini yok eden7 artılada eksileri çıkarınca, farklılıkların toplamı olarak elde genel irade kalır.

Yeterince aydınlanmış olan halk düşünüp tartışmaya, ka­rar almaya başladığı zaman, yurttaşlar arasında hiçbir iletişim olmazsa, sayısız küçük farklılıklardan her zaman genel irade

7 Marquis d'Argenson der ki: "Her çıkarın farklı ilkeleri vardır. İki özel çıkar arasındaki uzlaşma bir üçüneünün çıkarına karşı olur." D'Argenson şunu da ekleyebilirdi: Bütün çıkarlar, tek tek kişilerin çıkarlarına uzlaşırlar. Eğer bir­birlerinden farklı çıkarlar olmasaydı, ortak çıkarın varlığı duyulmazdı bile; politika da sanat olmaktan çıkardı.

59

Page 63: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

doğar ve ortak karar her zaman yerinde bir karar olur. Fakat ayrılıklar ortaya çıkar, genel birleşmenin zararına, birtakım kısmi birleşmeler olursa, bunlardan her birinin iradesi, üye­lerine göre genel, Devlet' e göre özel olur: O zaman, artık in­san sayısı kadar değil, birleşen sayısı kadar oy sahibi var dene­bilir. Ayrılıklar daha azalır ve daha az genel bir sonuç verir. Şu da var: Bu birleşmelerden birisi ötekilere üstün gelecek denli büyük olursa, artık ortada küçük farklılıkların bir topla­mı yok, tek bir farklılık var demektir. O zaman, artık genel i­rade diye bir şey kalmaz, üstün gelen görüş ise yalnızca birey­sel bir görüştür.

Genel iradenin kendini tam anlamıyla dile getirebilmesi i­çin, Devlet gücünde kısmi toplumsal birleşmeler olmamalı, her yurttaş kendi görüşüne göre kanısını dile getirmelidir;8 işte büyük Lykurgos'un koyduğu tek ve yüce sistem bu ol­muştur. Kısmi toplumsal birleşmeler varsa, yapılacak iş tıpkı Salon, N uma ve Servius gibi bunların sayısını artırmak ve a­ralarında eşitsizliklerin önünü almaktır. Bunlar, genel irade­nin her zaman aydınlanması, halkın aldanmaması için gerek­li olan biricik doğru önlemlerdir.

8 Machiavelli der ki: "Kimi farklılıklar cumhuriyete zararlı, kimileri ise yarar­lıdır. Mezhepleri, partileri kı§kırtanlar zararlı, hiçbirine el atmayanlar yarar­lıdır. Bir devletin kurucusu dü§manlıklan önleyemezse, en azından onların birer mezhep haline gelmelerini önlemelidir." (Floransa Tarihi, Kitap: VII; özgün metinde İtalyanca ... )

60

Page 64: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

ll. KİTAP N. BÖLÜM

EGEMEN GÜCÜN SINIRLARINA DAİR

Devlet ya da site, ya§amı, üyelerinin birleşmesini temel a­lan bir tüzel ki§i olduğuna ve en önemli görevi varlığını ko­rumak olduğuna göre, her parçayı bütüne en uygun biçimde i§letip kullanmak için genel ve zorlayıcı* bir güç ister. Doğa, insana nasıl uzuvları üzerinde mutlak bir yetki vermi§se, top­lum sözle§mesi de politik bütüne, kendi uzuvları (üyeleri) ü­zerinde böyle bir mutlak yetki verir; genel iradenin yönetimi altındaki bu yetki, dediğim gibi, egemenlik adını alır.

Ama tüzel kişinin dı§ında bir de, onu oluşturan, ancak ya­şamı ve özgürlüğü ister istemez tüzel kişiden bağımsız olan özel kişileri düşünmemiz gerek. Burada yapılacak §ey, yurt­ta§ların haklarıyla egemen varlığın kar§ılıklı haklarını,9 yani birincilerin (yurttaşların) birer uyruk olarak yapacakları ö­devlerle insan olarak yararlanacakları doğal hakları birbirin­den iyice ayırt etmektir.

Şunu kabul edelim ki, her kişi, toplum sözleşmesiyle, gü­cünün, mallarının, özgürlüğün ün yalnız toplulukça önemli o­lan bölümünden vazgeçer; yine şunu da kabul etmek gerekir

* Bütün topluluğa yayılan sınırlayıcı, zorlayıcı güç. 9 Dikkatli okuyucuların beni burada çeli§kiye dü§mekle suçlamaltta acele et­memelerini dilerim. Dilin fakirliği yüzünden, istemeden çeli§kiye dü§tüm; ama bekleyin biraz.

61

Page 65: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

ki, bu önem konusunda söz sahibi yalnız egemen varlıktır. Her yurtta§, egemen varlık istediğinde, Devlet' e yapabile­

ceği hizmetleri hemen yerine getirmek zorundadır; öte yan­da egemen varlık da, yurtta§ları topluluğa yararlı olmayan hiçbir angaryaya zorlayamaz: Hatta böyle bir §eyi isteyemez bile; ne var ki, doğa yasası gibi akıl yasası altında da hiçbir §ey nedensiz meydana gelmez.

Bizi topluma bağlayan yüklenimler, salt kar§ılıklı oldukla­rı için zorunludurlar. Bu yüklerrimierin özleri öyledir ki, on­ları yerine getirirken, kendi hesabımıza çalı§madan ba§kaları hesabına çalı§amayız. Genel irade niçin her zaman doğrudur ve niçin herkes hep birbirinin mutluluğunu ister? Çünkü herkes (her birimiz) sözünü benimsemeyecek, kendine mal etmeyecek ve oyunu herkes için kullanırken kendini dü§ün­meyecek tek bir insan yoktur da ondan. Bu da gösterir ki, hak e§itliği (hukuksal e§itlik) ve bu e§itlikten doğan adalet kavra­mı, her ki§inin kendini ötekilerden üstün tutmasından, dola­yısıyla insanın yaradılı§ından gelmektedir; genel irade, ger­çekten genel olabilmek için, özünde olduğu kadar, konusun­da da genel olmalı; herkese uygulanmak üzere herkesten "çıkmalıdır"; yine gösterir ki, genel irade ki§isel ve belirli bir konuya yönelirse, elbette k idoğal doğruluğunu yitirir, çünkü o zaman, kendimize yabancı olan §ey üzerinde yargıda bu­lunduğumuz için bize yol gösterecek, hak duygusuna ili§kin hiçbir ilkemiz olmaz.

Gerçekte, genel bir anla§mayla önceden düzenlenmemi§ bir nokta üzerinde özel bir durum ya da bir hak sorunu söz konusu olursa, ݧ uyu§mazlığa dönü§ür: Bu öyle bir davadır ki, taraflardan biri konuyla ilgili bireyler, öteki de halktır; a­ma ben bu davada ne uyulacak bir yasa görüyorum, ne de ka­rar verme durumunda olan bir yargıç. Bu durumda genel i­radenin kesin bir kararından söz etmek gülünç olur, çünkü böyle bir karar, olsa olsa taraflardan birinin kararı olabilir ve

62

Page 66: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

bunun sonucu olarak, öbür taraf için bu, yabancı ve özel bir iradeden, haksızlığa ve yanlışlığa yatkın bir iradeden başka bir şey değildir. Özel bir irade genel iradeyi temsil edemediği gi­bi, genel irade de, konusu özel olduğundan, özünü, doğasını değiştirir, genel irade gibi ne bir kişi üzerinde karar verebilir, ne de bir olay üzerinde ... Örneğin Atina halkı başkanlarını a­tadığı ya da görevden uzaklaştırdığı, kimini onurlandırdığı, kimini de cezalandırdığı ve birçok özel kararnamelerle her çeşit yönetim işini gördüğü zaman, halkın tam anlamıyla ge­nel bir iradesi yoktu; egemen varlık olarak değil, yönetici o­larak hareket ediyordu. Bu, alışılmış düşüncelere aykırı gibi görünebilir, ama kendi düşüncelerimi aniatma fırsatını ver­meniz gerek bana.

Yukarıda söylediklerimden şu anlaşılmalıdır ki, iradeyi ge­nel yapan, ayların sayısından çok onları birleştiren ortak ya­rardır. Çünkü bu sistemde herkes kabul ettirdiği koşullara is­ter istemez kendisi de boyun eğer: Bu, çıkarla adaletin pek güzel bir uyuşmasıdır ve ortak görüşmelere hak duygusu ka­tar. Özel işlerin görüşülmesinde ise bu hak duygusu yoktur, çünkü onda, yargıcın kuralıyla taraflarınkini birleştiren, öz­deşleştiren ortak bir çıkar bulunmamaktadır.

İlkeye hangi yandan bakılırsa bakılsın, hep aynı sonuca va­rılır; yani, toplum sözleşmesi yurttaşlar arasında öyle bir eşit­lik kurar ki, herkes aynı koşullar altında verdiği sözle bağlanır ve aynı haklardan yararlanır. Böylece, sözleşmenin özü gere­ği, her türlü egemenlik edimi, yani genel iradenin her türlü otantik edimi, bütün yurttaşları eşit olarak bağlar ya da kayı­rır; öyle ki, egemen varlık yalnızca ulusun bütününü tanır, o­nu oluşturanlar arasında hiçbir ayrılık gözetmez. Öyleyse, e­gemenlik edimi nedir? Bu, üstün astla değil, bütünün, üyele­rinden her biriyle yaptığı bir sözleşmedir; meşrudur, çünkü temelinde toplumsal sözleşme vardır; adildir, çünkü herkesi ortak biçimde kapsar; yararlıdır, çünkü kamunun iyiliğinden

63

Page 67: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

ba§ka bir amacı olamaz; son olarak, sağlamdır, çünkü güven­cesini kamu gücünden ve yüce güçten almaktadır. Uyruklar (yurtta§lar) yalnız böylesi sözle§melere bağlı kaldıkları süre­ce, kendi istençleri dı§ında kimsenin buyruğu altına girmi§ olmazlar. Egemen varlıkla yurtta§ların kar§ılıklı hakları nere­ye kadar uzanır diye sormak, yurtta§ların kendilerine, bir ki­§inin herkese, herkesin de bir kişiye ne ölçüye kadar bağlana­bileceğini sormak demektir.

Anlaşılıyor ki, egemen varlık ne denli mutlak, kutsal, do­kunulmaz olursa olsun, genel sözleşmelerin sınırlarını ne a­şar ne de aşabilir; her insan, bu uzlaşılar gereğince, malların­dan ve özgürlüğünden kendine ne kaldıysa ondan tümüyle ve istediğince yararlanabilir; öyle ki, egemen varlık, yurttaşlar­dan birini ötekilerden daha çok yük altına sokmaya yetkili de­ğildir, çünkü, o zaman, sorun özele girer, bu yüzden de ege­men varlığın yetkisi dışında kalır.

Bu ayrılıklar bir kez kabul edildi mi görülür ki, toplum sözleşmesinde bireyler açısından birtakım haklardan vazgeç­me diye bir şey yoktur, bu sözleşme sonucu, durumları ön­ceki durumlarına oranla gerçekten daha yeğlenir olmuştur, bireyler herhangi bir vazgeçme yerine, yararlı bir takasta bu­lunmuşlardır: Kesinlik taşımayan, anlaşılmaz, iğreti bir du­rum yerine, daha iyi, daha güvenli bir durum; doğal bağım­sızlık yerine özgürlük; başkasına zarar verme gücü yerine, öz güvenliklerini; başkalarının alt edebileceği güçlerinin yerine, toplumsal birliğin yenilmez kıldığı bir hakkı seçrnişlerdir. Devlet' e adadıkları yaşamları bile bu sayede sürekli olarak ko­runmaktadır; Devlet'i savunmak için yaşamlarını tehlikeye attıkları zaman, ondan aldıkları'nı yine ona verrnekten başka bir §ey mi yapıyorlar? Bu yaptıklarını, yaşarnlarını korumaya yarayan şeyi savunma uğruna canlarını tehlikeye sokarak ka­çınılmaz savaşlara giriştikleri doğal yaşama döneminde, hem daha sık, hem daha tehlikeli bir biçimde yapmıyorlar mıydı?

64

Page 68: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

Elbette gerektiğinde herkes yurdu uğruna savaşmak zorunda­çlır, ama artık kimse kendisi için dövüşecek değildir. Güven­liğimizi sağlayan şey uğruna, o güvenlik elimizden alımnca kendimiz için göze alacağımız tehlikelerden yalnız bir kısmı­na düşmekte de kazancımız yok mu?

65

Page 69: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 70: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

II. KİTAP

V. BÖLÜM

ÖLÜM KALIM HAKKINA DAİR

Kendi yaşamlarını istedikleri doğrultuda kullanmaya hak­ları olmayan kişiler, kendilerinin olmayan bu hakkı egemen varlığa nasıl devredebilirler, diye sorulur. Bu sorunun yanıtı­nın zor gibi görünmesi, sorunun yanlış sorulmasından gelir. Her insan kendi yaşamını korumak için onu tehlikeye atma hakkına sahiptir. Yangından canını kurtarmak için kendini pencereden atan kişinin, canına kıydı diye suçlandığı hiç du­yulınuş mudur? Fırtına kapacağını bile bile tekneye binen, sonra da batıp ölen bir kimseye aynı suçun yüklendiği olmuş mudur?

Toplum sözleşmesinin amacı, sözleşmeyi yapanların ko­runmasıdır. Amacı isteyen araçları da ister; bu araçlarsa birta­kım tehlikelerden, hatta birtakım kayıplardan ayrılmaz. Baş­kalannın zararına kendi yaşamını korumak isteyen, gerekti­ğinde yaşamını onlar için gözden çıkarmalı dır. Ayrıca yurttaş, yasanın "üstüne yürü! " dediği tehlike üzerinde artık yargıda bulunamaz; hükümdar: "Devlet'in çıkan senin ölmendir", dediğinde yurttaş ölmek zorundadır. Çünkü o güne dek gü­vende yaşadıysa, bu koşulun sayesinde yaşamıştır ve artık ya.,. şamı yalnızca doğanın bir nimeti değil, Devlet'in koşullu bir armağanıdır.

Canilere verilen ölüm cezası da aşağı yukarı aynı açıdan e-

67

Page 71: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

le alınabilir: Adam öldürünce ölmeye katlanmamız, bir kati­lin kurbanı olmamak içindir. Bu anlaşma ile insan kendi ya­şamını dilediği gibi kullanmaktan çok, onu güven altına al­mayı düşünmektedir; anlaşmayı yapanlardan hiçbirinin onu yaparken, kendini astırmayı tasarladığı da düşünülemez.

Zaten her kötülük yapan, toplumsal hakları çiğnerken, iş­lediği suçlada yurduna başkaldırmış, hainlik etmiş olur; yasa­larını çiğnemekle yurdun üyesi olmaktan çıkar, dahası ona savaş açmış sayılır. O zaman, Devlet' in korunmasıyla kendi yaşamının korunması birbiriyle bağdaşmaz olur; ikisinden birinin yok olması gerekir; suçlu öldürüldüğünde, artık bir yurttaş olarak değil, bir düşman olarak öldürülür. Yargılama ve karar onun toplum sözleşmesini çiğnediğinin, dolayısıyla Devlet'in üyesi olmaktan çıktığının kanıtı ve ilanıdır. Hiç de­ğilse, Devlet'in topraklarında yaşamış olmakla kendini Dev­let'in üyesi bildiği için, sözleşmeye aykırı davranmış bir insan olarak sürgün edilerek, halk düşmanı diye öldürülerek Dev­let'ten koparılıp atılmalıdır. Çünkü böyle bir düşman bir tü­zel kişi değil, bir insandır; bu durumda savaş hukuku, yenile­nin öldürülmesini gerektirir.

Burada denilecektir ki, bir suçlunun hüküm giymesi özel bir iştir. Doğrudur: Za ten bunun için değil midir ki, hüküm verme, mahkum etme !,;örevi egemen varlığa bırakılmamıştır; egemen varlığın, kendi başına kullanarnayıp başkasına devre­debileceği bir haktır bu. Bütün düşünederim birbiriyle tutar­lıdır, ama hepsini bir solukta sergileyemem.

Bununla birlikte, cezaların sıklığı, bir hükümette her za­man için bir güçsüzlük ya da tembellik belirtisidir. Hiçbir kö­tü insan yoktur ki, bir işe yarar hale getirilmesin. İbret için bi­le olsa, yaşaması tehlikeli olandan başkasını öldürmeye kim­senin hakkı yoktur.

Bir suçluyu, yasanın koyduğu ve yargıcın verdiği cezadan bağışlama ya da bağışık tutma hakkına gelince, bu hak, yalnız

68

Page 72: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

yargının ve yasanın üstünde olanın, yani egemen varlığındır; ancak bunda da egemen varlığın hakkı pek açık olmadığı gi­bi, bu hakkın kullamldığı durumlar da enderdir. İyi yönetilen bir Devlet'te cezalar azdır. Bunun nedeni, bağışlamaların çokluğu değil, suçluların azlığıdır: Çökmekte olan bir Dev­let'te suçların çokluğu cezasız kalmalarına yol açar. Roma Cumhuriyeti zamanında, ne senato ne de konsüller, cezaları hiçbir zaman bağışlamaya kalkışmadılar. Halk bile, kimi za­man verdiği yargıları geri almak, gözden geçirmekle birlikte, bağışlama yoluna pek gitmezdi. Bağışlamaların sıklaşması, çok geçmeden suçların artık bağışlanmasına gerek kalmadığı­m, bağışlanırsa bunun nereye varacağını da herkesi n bildiği­ni gösterir. Ama bu arada yüreğimin homurdandığını, beni yazmaktan alıkoyduğunu duyar gibiyim: Bu sorunların tar­tışmasını, ömründe hiç yamlmamış ve bağışlanmaya da hiç gereksinim duymaınış doğru bir kişiye bırakalım en iyisi . . .

69

Page 73: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 74: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

II. KİTAP

VI. BÖLÜM

YASAYA DAİR

Toplum sözleşmesiyle, politik bütünlüğe varlık ve yaşam verdik: Şimdi yapılacak şey, yasama yoluyla ona devinim ve i­rade kazandırmaktır. Çünkü bu bütünün kurulması ve bir­leşmesini sağlayan ilk sözleşme, bütünün kendini koruması için ne yapması gerektiğini daha o aşamada belirlemez.

Bir şeyin iyi ve düzene uygun olması, insanın ortak söz­leşmelerden bağımsız olarak doğaya da uygun olduğu içindir. Her türlü adalet Tanrı'dan gelir; adaletin kaynağı yalnız odur. Ama biz adaleti bu denli baştacı etmesini bilseydik, ne hükü­mete gereksinimimiz olurdu ne de yasalara. Kuşkusuz, yalnız akim ürünü olan evrensel bir adalet vardır; ancak aramızda kabul görmesi için bu adaletin karşılıklı olması gerekir. Dün­yaya insan açısmdan bakmca görürüz ki, adaletin yasaları, do­ğal yaptırım güçleri olmadığınd�n, insanlar arasında etkisiz­dir, boşunadır; doğru insan herkesle birlikte bu yasalara uyar,

. ama kimse onunla birlikte uymazsa, o zaman bu yasalar kö­tünün yararına, iyinin zararına işler. Bu yüzden hakları gö­revlerle uzlaştırmak ve adaleti kendi konusuna yöneltmek i­çin sözleşmeler ve yasalar gerekir. Her şeyin ortak olduğu doğal yaşama hali içinde, söz vermediğim kimseye hiçbir şey borçlu değilim; benim işime yaramayan şey başkasının olabi­lir ancak. Her şeyin yasayla belidendiği toplum düzenindey-

7 1

Page 75: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

se, durum böyle değildir. Pekala, öyleyse yasa dediğimiz nedir? Bu sözcüğü yalnız

fizikötesi birtakım düşüncelere bağlamakla yetindikçe, anla­şamadan tartışır dururuz; üstelik bir doğa yasasının ne oldu­ğunu söylemiş oln1akla, bir Devlet yasasını daha iyi belirlemiş olmayız.

Özel bir şeye yönelmiş genel irade olamayacağını daha önce söylemiştim. Gerçekten de, bu özel şey ya Devlet'in i­çindedir ya da dışında. Eğer dışmda ise, o şeye yabancı olan bir irade, ona oranla hiçbir zaman genel değildir; eğer içinde ise, onun bir parçası demektir: O zaman da, parça ile bütün arasında bir bağıntı kurulur ki, bu bağıntı onları iki ayrı var­lık durumuna getirir; bu varlıklardan biri bütünün parçası, ö­teki ise bu parça çıktıktan sonra kalan bütündür. Ama bir par­çası eksik bir bütün, bütün sayılmaz. Bu bağıntı sürüp gittik­çe, ortada artık bir bütün yok, yalnızca birbirine eşit olmayan iki ayrı parça var demektir. Bundan da şu sonuç çıkar: Bun­lardan birinin iradesi ötekine göre hiç de genel olamaz.

Ama bütün halk, halkın bütünü için karara varırsa yalnız­ca kendini düşünüyor demektir; burada bir bağıntı kurulursa, bu, hiçbir bölünme olmaksızın, aynı bütünün, biri bütünden, biri bütüne olmak üzere iki ayrı açıdan görülmesinden doğar. O zaman, hakkında karara varılan nesne, o karara varan irade kadar geneldir. İşte benim yasa dediğim edim budur.

Yasaların konusu geneldir derken şunu anlıyorum: Yasa, yurttaşları bir bütün, davranışları da soyut olarak göz önüne alır; yoksa bir birey olarak irisanı ya da tekil bir davranışı dik­kate almaz. Böylelikle yasa birtakım ayrıcalıklar getirebilir, a­ma adını belirterek kimseye ayrıcalık tanıyamaz. Yasa yurttaş­ları sınıf1ara ayırabilir, dahası bu sınıf1ara girme hakkı veren birtakım nitelikler de atfedebilir, ama şu ya da bu kimseyi, ad vererek, bu sınıflara sokamaz; yasa bir krallık yönetimi, bir hanedanlık düzeni kurabilir, ama ne bir kral seçebilir, ne de

72

Page 76: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

kral ailesi atayabilir: Kısacası, bireysel bir konuyla ilgili her türlü görev yasama gücünün görevi olmaktan çıkar.

Bu düşünceden düpedüz görülüyor ki, yasa yapmak ki­min işidir diye sormanın yeri yoktur, çünkü yasalar yalnızca genel iradenin işlemleridir; hükümdar yasaların üzerinde bir konumda mıdır diye sormak da yersizdir, çünkü hükümdar Devlet'in bir üyesidir; yasa hakka aykırı olur mu, olmaz mı diye de sorulmamalıdır, çünkü kimse kendine karşı haksız davranmaz; yine nasıl olur da insan hem özgür hem yasaya bağlı olur diye sormak da gereksizdir, çünkü yasalar iradele­rimizin kaydı olan birer belgeden başka bir şey değildir.

Yine görülüyor ki, yasa iradenin evrenselliği ile konunun evrenselliğini bir araya getirir; kim olursa olsun, bir kişinin kendi başına verdiği buyruklar hiçbir zaman yasa olamaz. Hatta, egemen varlığın bile belirli bir konuda verdiği buyruk, yasa değil, yalnızca bir kararnamedir; bir egemenlik işi değil, bir yönetim işidir.

Ben, ne tür bir yönetim altında olursa olsun, yasayla yöne­tilen her Devlet'e cumhuriyet diyorum: Çünkü yalnız o za­man yaptığı işler yöneten halkın çıkannadır ve halk da önem­li bir varlıktır. Her meşru hükümet cumhuriyetçidir: ıo Hü­kümetin ne olduğunu ise ileride anlatacağım.

Gerçekte yasalar, toplumsal birleşmenin koşullarından başka bir şey değildir. Yasalara boyun eğen halk, onları koyan halkın ta kendisi olmalıdır. Toplum koşullarını düzenlemek birleşenlerin işidir. Ama bunu nasıl düzenleyeceklerdir? Tam bir anlaşmayla mı, yoksa birden "gökten inen" bir esinien­meyle mi? Politik birliğin iradesini bildiren bir organ var mı-

10 Bu sözcükle, yalnızca aristokrasİ ya da demokrasiyi değil, genelde yasa de­

mek olan genel iradenin yönettiği her çeşit hükümeti anlıyorum. Bir hükü­metin meşru olması için, egemen varlıkla bir olması değil, onun vekili olma­sı gerekir. O zaman monarşi de cumhuriyet (halk-yönetimi) sayılır. Bu bir sonraki kitapta açıklığa kavuşacak.

73

Page 77: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

dır? Ona yapacaklarını kestirme ve önceden bildirme gücünü kim verecektir? Gerektiği vakit onları nasıl dile getirecektir? Kendisine neyin hayırlı olduğunu ender olarak fark eden, ço­ğu kez ne istediğini bilmeyen gözü bağlı kalabalık, yasa koy­ma gibi böylesine büyük ve güç bir işi kendi başına nasıl ba­şarabilir? Halkın kendisi hep iyilik ister, ama kendi başına i­yiliğin nerede olduğunu her zaman göremez. Genel irade her zaman doğrudur, ama onu yöneten kafa her zaman aydın de­ğildir. Ona her şeyi, olduğu gibi, kimi zaman da ona nasıl gö­rünmesi gerekiyorsa öyle göstermelidir; ona aradığı yolu gös­termeli, onu özel iradelerin yanıltıcı etkisinden korumalı, başka zamanlarda ve yerlerdeki olayları birbiriyle kıyaslatma­lı, önündeki yararların çekiciliği ile uzak ve gizli kötülüklerin tehlikesini karşılaştırmalıdır. Kişiler tek tek iyiliği görürler, a­ma tepeder onu; halk ise iyiyi ister, ama görmez. Hepsinin de yol göstereniere gereksinimi vardır. Birini, iradesini aklına uydurınaya zorlamalı, ötekine ise ne istediğini bilmesini öğ­retmelidir. İşte o zaman, halkın aydınlanmasının sonucu ola­rak toplumsal bütünde, akılla irade birleşir ve taraflar elbirli­ği eder, politik bütün de gücünün en yüksek noktasına varır. Yasa yapıcıya olan gereksinim de buradan kaynaklanır.

74

Page 78: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§ınesi

ll. KİTAP

VII. BÖLÜM

YASA YAPICIYA DAİR

Uluslara uygun gelecek en iyi toplum kurallarını bulup çı­karmak için, insanın bütün tutkularını yaşadığı halde hiçbiri­ne kapılmayan, insan doğasını adamakıllı bildiği halde onun­la hiçbir ilişkisi olmayan üstün bir zelci gerekir. Öyle bir ze­lci ki, mutluluğu bizimkine bağlı olmamakla birlikte, mutlu­luğumuz için çalışmak istesin ve zamanın akışı içinde, uzak bir onur payıyla yetinsin, bir yüzyılda çalışıp bir başka yüzyıl­da keyifle yaşayabilsin. 1 1 İnsanlara yasalar Vermek için Tanrı­lar gerekir. .

Caligula'nın toplumsal olgular bakımından ileri sürdüğü düşünceyi, Platon, De Regno* adlı kitabıııda, uygarca ya da kralca yaşayan insanı tanıınlarken hak, hukuk açısından ileri sürmekteydi . Büyük bir krala binde bir rastlandığı bir gerçek­se, kim bilir büyük bir yasa yapıcı için durum ne olur? Kralın yapacağı şey, yalnızca yasa yapıcının göstereceği örneğe göre davranmaktır. Yasa yapan, makineyi bulan mühendistir, kral ise onu kurup işleten bir işçiden başka bir şey değildir. Mon­tesquieu der ki: "Toplumların ilk kurulduğu günlerde, cum-

1 1 Bir ulus ancak yasabrı çökmeye başladığı zaman ünlenıneye başlar. Eski

Yunan'ın öbür bölgelerinde, daha Spartalıların adı bile geçmezken, Lykur­gos'un yasaları kim bilir onları ne denli mutlu yaşatmıştı.

* Saltanata Dair . . . Poliricus ya da Vir Civilis olarak da bilinen diyalog.

75

Page 79: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

huriyetin önderleri kurumları kurar, sonra da kurumlar ön­derleri yetiştirir."*

Bir ulusa kurumlar vermeye kalkışan kişi önce kendinde, insan doğasını değiştirecek gücü, sonra aslında tam ve başlı başına bir bütün olan kişiyi, bir bakıma yaşamını ve varlığını borçlu olduğu daha büyük bir bütünün bir parçası durumu­na sokabilecek yetiyi bulmalıdır. Yine bu kişi, insan yapısını güçlendirmek için kendini değiştirecek; doğadan aldığımız maddesel ve bağımsız varlığımızı kısmi ve ahlaksal bir varlığa çevirecek, onu bütünün bir parçası durumuna sokacak güçte olmalıdır. Kısacası , insandan kendi güçlerini alıp ona, başka­sının yardımı olmaksızın kullanılabileceği yeni, dışardan güç­ler vermelidir. İnsanın bu doğal güçleri ne denli ölü ve yok e­dilmiş olursa, elde edilen güçler büyük ve sürekli, kurum da bir o kadar sağlam ve eksiksiz olur. Öyle ki, her yurttaş tek başına bir hiçse, ancak öbür yurttaşlarla birlikte bir şey yapa­biliyorsa ve bütünün elde ettiği güç bütün bireylerin doğal gücüne eşit ya da ondan üstünse, işte o zaman yasa koyma i­şi ulaşabileceği en yüksek olgunluğa erişmiş demektir.

Yasa yapan, Devlet içinde her bakımdan olağanüstü bir in­sandır. Üstün zekasıyla olduğu kadar, görevi dolayısıyla da o­lağanüstü olmalıdır. Yasa yapıcılık ne yönetim işidir, ne de e­gemenlik; cumhuriyeti kurmakla birlikte, onun yapısına gir­mez; insanın üstünlüğüyle, egemenliğiyle hiçbir ortak yanı olmayan özel ve üstün bir görevdir bu; çünkü · insanlara ko­muta edenin nasıl yasalara komuta etmemesi gerekiyorsa, ya­salara komuta edenin de insanlara komuta etmemesi gerekir: Yoksa, tutkularının aracı olan yasaları, çoğu zaman, haksızlık­larını sürdürmekten başka bir işe yaramaz; birtakım kişisel görüşlerin kendi eserinin kutsallığını bozmasına da engel o­lamazdı hiçbir zaman.

Lykurgos, yurdu için birtakım yasalar koyarken, önce

* Montesquieu, Romalıların Büyüklüğü ve Çöküşü. I. Bölüm.

76

Page 80: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

krallıktan çekildi. Yunan siteleri yasalarını öteden beri yaban­cılara yaptırırlardı. Bugün İtalya'daki cumhuriyetler de çoğu kez Yunanlılara öykündüler. Cenevre Cumhuriyeti de böyle yaptı ve bunun yararını gördü. 12 Roma, en parlak günlerinde, zorbalığın bütün kötülüklerinin hortladığını gördü, yasama yetkisiyle egemen gücü aynı kişilerde topladığı için de yok ol­ma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

Buna karşılık, decemvirler* bile yalnız kendi yetkilerine dayanarak hiçbir yasa yapma hakkını kullanmadılar. Halka şöyle diyorlardı: "Sizlere önerdiğimiz şeylerden hiçbiri, siz kabul etmedikçe, yasa olamaz. Romalılar, mutluluğumuzu sağlayacak yasaları yine siz kendiniz yapın."

Demek ki, yasaları kaleme alan kişinin hiçbir yasama hak­kı yoktur ya da olmamalıdır; hatta halk bile, istediği zaman, başkasına geçirilmeyen bu haktan vazgeçemez. Çünkü temel sözleşme gereğince bireyleri ancak genel irade bir şeye zorla­yabilir, özel bir iradenin genel iradeye uygun olduğu da bu ö­zel iradenin halkın serbest oyuna sunulduğunda anlaşılabilir; bütün bunları daha önce söylemiştim, ama bir kez daha söy­lemekte yine de yarar var.

Böylelikle görülüyor ki, yasama işinde birbiriyle uzlaşmaz sanılan iki şey var: İnsan gücünü aşan bir şey ve bunu yürüt­mek için, hiçbir şey olmayan bir güç.

12 Calvin'e yalnız tanrıbilimci gözüyle bakanlar dehasının enginliğini kavra­yamazlar. Kaleme alınmasında Calvin'in büyük payının olduğu "termanlar," ona Institute (Yasalar) adlı yapıtı kadar onur sağlamaktadır. Zamanın inanç­larımızda meydana getireceği değişim ne olursa olsun, içimizdeki yurt ve öz­gürlük aşkı sönmedikçe, bu büyük adam hep kutsanacaktır. *MÖ 450'de Plebler'in baskısıyla kanunları yazmak üzere 10 kişilik bir komisyonun kurulmasına karar verilir. Çünkü, bu tarihe kadar Roma'da yazılı kanunlar olmadığından, örf ve adedere göre hareket edilirdi. Aile hukuku, veraset hakkı, dava hakkı, borç ve ceza kanunu hakkında hükümleri on iki levhaya yazıp meclisin oylamasından sonra herkesin görebilmesi için Forum'da bir yere asan bu kurula decemvirler dendi (y.n.).

77

Page 81: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

Üzerinde durulması g�reken bir başka zorluk daha var. Halka, halkın diliyle değil, kendi dilleriyle seslenmek isteyen bilge kişiler, ona söylemek istediklerini anlatamazlar. Oysa halk diliyle anlatılamayan sayısız düşünce vardır. Çok genel kavramlar gibi, çok uzak konulan da halk anlayamaz: Her bi­rey yalnız kendi çıkarına uygun yönetim biçiminden başkasını denemediği için, iyi yasaların yüklediği sürekli yoksunluklar­dan elde edeceği yararları da kolay göremez. Genç bir ulusun, politikanın sağlıklı yasalarının tadına varabilmesi, Devlet yara­rıyla ilgili temel kuralları uygulaması için etkinin, etken (ne­den) durumuna geçmesi; kurumun eseri olan toplum ruhu­nun bu kurumun kuruluşunu yönetmesi; insanların da yasa­ların etkisi altmda varacakları noktaya daha önceden varmış ol­maları gerekir. Böylece yasa yapıcı, güce de akla da başvurma­dığı için, zora başvuramadan halkı peşinde sürükleyebilen, ik­na etmeden razı edebilen başka bir güç kullanmak zorundadır.

Doğanın yasalarına olduğu gibi Devlet'in yasalarına da bağlı uluslar, insanın oluşmasında olduğu gibi sitenin oluşu­munda da aynı gücü tanıyıp ona serbestçe boyun eğsinler ve genel mutluluk boyunduruğuna uysalca katiansınlar diye, u­lusların önderlerini her çağda Tanrısal yollara başvurmaya ve kendi bilgeliklerini Tannlara ınal etmeye zorlayan şey budur.

Sıradan insanları aşan bu akıl, insan ölçülülüğünün yola getiremediği kimseleri Tanrısal güçle zorlamak için yasa ya­panın, kararlarını ölümsüzlere söylettiği akıl dır. 13 Ama ne Tanrıları konuşturmak ne de onların sözcüsü diye ortaya çı­kıp insanları buna inandırmak her insanın yapabileceği bir iş değildir. Yasa yapıcının ruhça büyüklüğü gerçek bir mucize-

13 Machiavelli şöyle der: "Gerçekte, hiçbir ülkede Tanrı'ya başvurmaınış olan tek bir sıradışı yasacı yoktur; yoksa koyduğu yasalan kimse kabul etmezdi; gerçekte, bilge kişi birçok yararlı şey bilir, ama bu bilgilerde başkalarını inan­clıracak ölçüde açık birtakım nedenler yoktur." ( Titus Livius Üzeline Söylev, L Kitap, XI. Böl. Özgün metinde İtalyanca).

78

Page 82: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle�ınesi

dir, görevini doğru !ayan bir mucize. I i er insan lahider oya bi­lir, bir kehanet satın alabilir, herhangi bir Tanrısal varlıkla gizli ilişki içindeymiş gibi görünebilir, kulağına bir şeyler fı­sıldar gibi yapan bir kuş yetiştirebilir ya da istediğini halka da­yatmak için başka birtakım kaba yollar bulabilir. Başka bir şey bilmeyen biri, birtakım ahmakları belki bir araya getirebilir, ama hiçbir zaman bir hükümet kuramaz; yaptığı garip işler çok geçmeden kendisiyle birlikte yok olup gider. Nafile o­yunlar geçici bir bağ kurabilir ancak; bu bağı yalnız bilgelik sürekli kılabilir. Hala yaşayan Musa yasaları, on yüzyıldan be­ri dünyanın yarısını yöneten Muhammed yasaları, bunların arkasındakilerin ne büyük adamlar olduğunu bugün bile gös­teriyor bize. Kendini beğenmiş felsefe ya da kör particilik ru­hu bunlara istediği kadar mutlu birer düzenbaz gözüyle bak­sm, gerçek politika, onların yapıtlarında o uzun ömürlü ku­rumlara önderlik eden büyük ve güçlü zekaya hayran kal­maktadır.

Bütün bunlara bakarak, Warburton* gibi, insanlar arasın­da, politikayla dinin amacının aynı olduğu sanısına kapılma­malı. Ulusların ilk kuruluş günlerinde bunlardan biri, öbü­rüne yalnızca aracılık eder.

* Gloucester piskoposu ( 1698- 1770). İngiliz tanrıbilimci; başlıca yapıtı: Ki­lise ile Devlet'in Bağlaşması (1736).

79

Page 83: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 84: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

n. KiTAP VUI. BÖLÜM

HALKA DAiR

Bir mimar, büyük bir yapıya ba§lamadan, yapının ağırlığı­na dayanıp dayanmayacağını anlamak için nasıl toprağı ince­ler, direncini ölçerse, bilge bir yasa yapıcı da, aslında iyi, adil yasaları kaleme almadan önce, bunların uygulanacağı ülkede halkın bunları benimseyip benimsemeyeceğini ara§tırır. Bu­nun içindir ki, Platon, Arkadyalılarla Cyrenialılara yasa yap­maya yana§madı, çünkü Platon bu iki ulusun da zengin oldu­ğunu, e§itliği ho§ kar§ılamayacaklarını biliyordu: Yine bunun içindir ki, Girit'te iyi yasalar ve kötü yasalar vardı. Çünkü Mi­nos, ba§tan a§ağı kötülüğe batmı§ bir halkı disiplin altına al­mı§tı.

Adil yasaları ho§ kar§ılamayacak nice ulus bu dünyada par­lamı§tır; ho§ kar§ılayacak olanlar ise, ömürleri boyunca, par­lamaya yetecek vakti pek bulamamı§lardır. İnsanlar gibi ulus­ların da çoğu, yalnız gençliklerinde yumu§ak ba§lıdır; ya§lan­dıkça yola gelmez olurlar. Bir kez töreler yerle§ip körinançlar kökle§ti ini, artık onları düzeltmeye kalkı§mak hem tehlikeli hem bo§unadır. Halk, yok etmek için bile olsa, dertlerine kimsenin dokunmasını istemez, tıpkı hekimi görünce tir tir titremeye ba§layan akılsız, ödlek hastalar gibi.

Kimi hastalıklar nasıl insanların kafalarını allak bullak e­der, onlara geçmi§i unutturursa, Devletlerin ya§amında da

81

Page 85: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

öyle sancılı dönemler olur ki, devrimler halkm üzerinde, bir­takım bunalımların bireyler üzerinde yaptığını yapar; geçmi­şin dehşeti unutulur, iç savaşlarla yanıp yıkılan Devlet kendi küllerinden yeniden doğar, ölümün perıçesinden kurtulup yeniden taze güce kavuşur. Lykurgos zamanında Sparta, Tar­quiniuslardan sonra da Roma böyle olmuştu; günümüzde ti­ranların kovulmasından sonra Hollanda ile İsviçre de böyle · oldu.

Ancak bu olaylar binde bir olur; bunlar birtakım istisnai o­laylardır ve nedenini de her zaman, gene bu istisnai Devlet'in özel yapısında aramalıdır. Dahası, bu olayların iki kez aynı devletin başına geldiği de görülmüş değildir: Çünkü bir ulus barbar kaldığı sürece özgürlüğünü elde edebilir, ama uygar­lık yayı eskiyip pasiandı mı, bir daha özgür olamaz artık. O zaman ayaklanmalar yıkabilir, devrimler bile yeniden ayağa kaldıramaz onu; kölelik zincirleri kopar kopınaz, halk dağılır, var olmaktan çıkar: Artık ona gereken, bir kurtarıcı değil, bir efendidir. Ey özgür halklar! Şu özdeyişi aklınızdan çıkarma­yın: "Özgürlük elde edilebilir, ama bir kez yitirildi mi, bir da­ha ele geçmez artık. "

Gençlik başka, çocukluk başkadır. İnsanlar gibi ulusların da gençlik ya da olgunluk çağı vardır diyebiliriz; onları yasa­lara bağlı kılmadan önce, bu çağın gelmesini beklemek igere­kir; ne var ki, bir ulusun olgunluk çağını fark etmek her za­man kolay olmaz; erken davranıldı mı, iş başarısızlığa uğrar. Filanca ulus on yüzyıl sonra bile sıkı disiplin altına alınamaz­ken, falanca ulus daha başlangıçtan almabilir. Ruslar hiçbir zaman gerçekten uygarlaşamayacaktır, çünkü bu işe çok er­ken başlamışlardır. Deli Petro'nuıı, gerçek değil, öyküıımeci bir zekası vardı, ama her şeyi yoktan yaratan gerçek bir zeka değildi bu. Yaptığı işlerden bazıları iyi olsa da, çoğu yersizdi. Ulusunun barbar olduğunu görmüştü, ama uygarlaşacak denli olgunlaşmamış olduğunu fark etmemişti; onu savaşa a-

82

Page 86: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

lı�tırması, pi�irmesi gerekirken uygarlaştırınaya kalkışınıştı. Deli Petro'nun bü ulusu her �eyden önce Ruslaştırmakla işe başlaması gerekirken, o Almanlaştırınak, İngilizleştirmek is­tedi: Uyruklarına, olmadıklarını, olduklarına inandırarak ola­bilecekleri olmaktan alıkoydu onları. Bir Fransız eğitmeni de böyle yapar: Öğrencisini, çocukluğunda bir harika, sonra da bir hiç olmak üzere yetiştirir. Rus İmparatorluğ� Avrupa'yı boyunduruk altına almak isteyecek, ama boyunduruk altma asıl kendisi girecektir. Uyrukları ya da komşuları olan Tatar­lar, onun da bizim de efendilerimiz olacaklardır; bu devrim bana kaçınılmaz gibi görünüyor. Bütün Avrupa kralları da bunu elbirliğiyle çabuklaştırmaya çalışıyorlar.

83

Page 87: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 88: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

n. KiTAP IX. BÖLÜM

DEVAM

Doğa, düzgün yapılı bir insanın boyuna bosuna sınırlar koymuştur; bu sınırlar aşıldı mı, ortaya ya devler ya da cüce­ler çıkar. Bunun gibi, bir Devlet'in de yapı bakımından sahip olabileceği birtakım sınırları vardır; bu sınırlar, ne Devlet'in iyi yönetilmeyecek kadar büyük, ne de kendini koruyamaya­cak kadar küçük olmamasını gerektirir. Her politik bütünün güç bakımından aşamayacağı en yüksek bir nokta vardır ve çoğu kez büyüdükçe bu noktadan uzaklaşır. Toplumsal bağ, yayıldığı oranda gevşer; genel olarak, küçük bir Devlet büyü­ğüne oranla daha güçlüdür.

Bu kuralın doğruluğunu kanıtlayan sayısız neden var. Bir kere, çok uzaklardan yönetmek daha güçtür, tıpkı uzun bir kaldıracın ucunda bir kütlenin daha da ağırlaşması gibi . . . U­zaklık arttıkça yönetim de yükümlü olur: Çünkü her kentin kendi yönetim işi vardır, bunun giderini de halk öder; yine her ilçenin kendi yönetimi vardır, bunun giderini de halk karşılar. Sonra, eyaletler, valilikler, satraplıklar, genel valilik­ler gelir; yukarı basarnaklara çıkıldıkça giderler artar ve bun­lar hep zavallı halkın sırtına biner. Son olarak, en yüksek yö­netim basamağı gelir ki, ezicilikte hepsine taş çıkartır. Bu ka­dar yük yurttaşları durmamacasına ezer: Yurttaşlar, bunca farklı kurumlar tarafından daha iyi yönetilrnek bir yana, baş-

85

Page 89: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

!arına geçecek tek bir gücün yönetiminden bile daha kötü du­ruma düşerler. Üstelik olağanüstü durumlarda başvuracakla­rı kaynaklar da kurumuş gibidir; bunlara başvurmak gerekti­ğinde ise, Devlet ha yıkıldı ha yıkılacak durumdadır.

Hepsi bu kadarla bitmez: Bir yandan hükümet, yasaları saydırma, kırıcı davranışları önleme, kötülükleri engelleme ve uzak yerlerdeki başkaldırıları bastırınada daha gevşek, da­ha ağır davranırken, öte yandan halk da, yüzlerini bile göre­mediği başkanlarına, dünyası olan yurduna, çoğu kendine ya­bancı yurttaşlarına karşı daha az sevgi besler. Töreleri ayrı o­lan, birbirine zıt iklimlerde yaşayan ve aynı yönetim biçimi­ne kadanamayan o denli farklı vilayetlere aynı yasalar uygun gelmez. Farklı yasalar ise çeşitli halklar arasında karışıklık ve kargaşa yaratmaktan başka işe yaramaz. Çünkü bunlar aynı başların yönetiminde olmaları ve sürekli ilişkide bulunmala­rı dolayısıyla birbirlerinin ülkesine gidip geldikleri, birbirle­rinden kız alıp verdikleri için başka törelere bağlanırlar, bu yüzden de ana baba kalıdarının gerçekten kendilerinin olup

· olmadığını hiçbir zaman bilemezler. Yüksek yönetim merke­zinin bir araya getirdiği bu birbirini tanımayan insan kalaba­lığı içinde� yetiler gömülü, erdemler gizli, kötülükler . de ce­zasız kalır. İşten göz aç1mayan başlar hiçbir şeyi kendilikle­rinden göremez olurlar; Devlet'i küçük memurlar yönetir. Son olarak, devlet gücünü ayakta tutmak için alınması gere­ken ve uzaklardaki onca görevlinin kaytarmak ya da başkası­na yüklemek istediği önlemler tüm kamu hizmetlerini ken­dilerine çekip emerler; öyle ki, halkın mutluluğu için harca­nacak hiçbir şey kalmaz ortada; kalsa da, ancak gereğinde kendini savunabileceği kadar bir şey kalır. Yapısına göre gere­ğinden çok büyüyen bir politik bütün böyle çöker, kendi a­ğırlığı altında ezilip yok olur.

Öte yandan Devlet ister istemez dayanıklı olmak, duyaca­ğı sarsıntılara göğüs germek, ayakta kalabilmek için harcaya-

86

Page 90: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

cağı çabalara dayanabilmek amacıyla kendine bir temel edin­mek zorundadır. Çünkü bütün uluslarda bir merkezkaç güç vardır; bu güç, tıpkı Descartes'ın burgacı gibi onları birbirine karşı etkide bulunmaya, komşulan zararına büyümeye zorlar. Böylece, çok geçmeden, güçsüzler yutulma tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar ve hiçbiri, bütün ötekilerle birlikte, baskısı her yanda yaklaşık aynı olan bir tür denge kurmaksızın varlığını koruyamaz.

Buradan da görülüyor ki, gerek genişlemek, gerek daral­mak için birtakım nedenler vardır. Bunların birbirleri arasın­da, devletin yaşamasına en elverişli oranı bulmak devlet ada­mı için az ustalık istemez. Genel olarak denebilir ki, genişle­me nedenleri, dışsal ve göreli oldukları için iç ve salt daralma nedenlerine bağlı olmak gerekir. Peşinen aranılınası gereken, sağlam ve güçlü bir anayapıdır; insan ayrıca geniş toprakların sağlayacağı gelir kaynaklarından çok, iyi bir yönetimin yarata­cağı güçlülüğe güvenmelidir.

Öte yanda, fetih yapma zorunluluğu anayasalarında bile yer alan birtakım devletler görülmüştür; bunlar, varlıklarını korumak için durmadan genişiemek zorundaydılar. Belki de büyüklüklerinin sınırını ve düşüşlerinin kaçınılmaz anını gösteren bu mutlu zorunluluktan memnundular.

87

Page 91: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 92: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

II. KiTAP X. BÖLÜM

DEVAM

Politik bir bütün iki biçimde ölçüye vurulabilir: toprağının geni§liği ve halkının nüfusuyla; bu iki ölçü arasında Devlet'in gerçek büyüklüğünü belirlemeye yarayan bir oran bulunur. Devlet'i Devlet yapan insanlardır, insanları besleyen de top­rak: Bu oran, halkın geçimine yetecek kadar toprağın, topra­ğın besteyeceği kadar insanın bulunması gerektiğini anlatır. Belirli sayıda halk için en yüksek sınır bu oranda ifadesini bu- · lur; çünkü toprak gereğinden fazla olursa, bakımı, korunma­sı da o ölçüde yüklü olur; yeterince ekilip biçilemez, gereğin­den çok ürün verir; bu ise, yakın bir gelecekte toprağı savun­mak için sava§lara yol açar: Tersine, toprak yeterli değilse, bu kez Devlet, eksiğini kapatmakta kom§ularının iyi niyetine bağlı kalır; bu da bir sure sonra kom§ulara saldırıyla ba§layan sava§lara neden olur. Konumu gereği, ticaretle sava§ arasında bir seçim yapmak zorunda olan her ulus aslında güçsüz biru­lustur; çünkü ya kom§ularının keyfine ya da olaylara bağlıdır; ömrü kısa ya da nasıl sonlanacağı belirsizdir. Ya ba§ka ulusla­rı boyunduruk altına alıp durumunu deği§tirir ya da kendisi boyunduruk altına girer, yi ter gider. Özgür kalabilmek için ya küçük olacaktır, ya da büyük; ba§ka yolu yoktur.

Birbirine yeten toprak geni§liği ve insan nüfusu arasında deği§mez bir or;ı.n gösterilemez; çünkü toprağın özelliklerin-

89

Page 93: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

de, verimlilik derecesinde, ürünlerinin türünde, iklimsel et­kilerde ve bu toprakta oturanların mizaçiarında birtakım farklılıklar vardır; kimisi verimli bir ülkede az tükettiği halde, kimisi verimsiz topraklarda çok tüketir. Ayrıca kadınların az ya da çok doğurgan olmalarını, ülkenin nüfus kalabalığına az ya da çok elveri§li olu§unu, yasa yapanın, kurumlarıyla bu nüfus üzerinde kurmayı umduğu etkiyi de hesaba katmalıdır; öyle ki, yasa yapan, yargısını gördüklerine göre değil, öngör­düklerine göre vermeli; nüfusun bugünkü durumunu değil, doğal evrimi sonucu ula§acağı sayıyı göz önünde tutmalıdır. Nihayet, ülke topraklarının kendine özgü yapısı gibi öyle bin bir türlü yerel ko§ul vardır ki, bunlar ba§ta gerekli görül­meyen birtakım toprakları elde etmeyi zorunlu kılar ya da buna olanak verir. Sözgelimi, dağlık ülkelerde insanlar alabil­diğine yayılırlar, çünkü böyle yerlerde orınanlar, otlaklar gibi doğal ürünler daha az çaba ister; dağlık bölgelerde kadınların ovadakilerden daha çok dağurdukları deneyimlerle bilin-

. mektedir; yine buralarda, geni§ bir yamacın yalnız _küçük bir yatay parçası ekine elveri§lidir. Buna kar§ılık, insanlar, kıyı­larda, hatta kayalıklarda, tamamen verimsiz denebilecek kumsallarda sıkı§ık düzende oturabilirler, çünkü buralarda tarım ürünlerinin yerini büyük ölçüde balıkçılık tutabilir; yi­ne buralarda insanların karsanlara kar§ı koymak için daha toplu durumda bulunmaları gerekir; ayrıca kolaniler biçi­minde yerle§im yoluyla ülkeyi fazla nüfustan kurtarmak da­ha kolaydır.

Bir ulusa yasalarla düzen vermek için gereken bu ko§ulla­ra, ba§ka hiçbirinin yerini tutamayacak bir ba§kasını da ekle­melidir; onsuz ötekilerin hepsi yararsız kalır: Bolluk ve barı§ içinde ya§ama ko§uludur bu; çünkü bir Devlet'in kurulu§ an­ları, aynı orduda bir taburun kurulu§ anları gibi, yapısal di­rencinin en az, yıkılınaya en elveri§li olduğu anlardır. Herke­sin, kar§ıdan gelecek tehlikeyi unutup kendi derdine dü§tüğü

90

Page 94: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

örgütlenme, kaynaşma anlarından çok, tam bir kargaşa anııı­da daha fazla direnebilir. Bunalım dönemlerinde, bir savaş, bir kıtlık, bir ayaklanma olmaya görsün, Devlet çöker; şaşmaz bir kuraldır bu.

Böylesi fırtmalı dönemlerde birçok hükümet kurulma­ınıştır demek istemiyorum; kurulınuştur, ancak o Devlet'i yıkan da bu hükümetlerin ta kendisi olmuştur. Devlet gücü­nü zorla ele geçirenler, halkın büyük ürküntüsünden yararla­nıp, onun soğukkanlılıkla hiçbir zaman kabul ederneyeceği yasalar getirmek için hep böyle karışıklıklar çıkartır ya da bu gibi dönemler seçerler. Yasa koymak için seçilen zamana bak­mak, bir yasa yapıcının yapıtıyla bir tirarıınkini birbirinden a­yırt etmeye yarayan en şaşmaz yollardan biridir.

Öyleyse hangi ulus yasa yapmaya elverişlidir? Herhangi bir soy birliği, çıkar birliği ya da bir sözleşmeyle birbirine bağlı olmakla birlikte, henüz yasaların gerçek boyunduruğu altına girmemiş olan; kökleşmiş töreleri, körinançları olma­yan, apansız işgale uğramaktan korkmayan; komşularının kavgalarıııa katılmaksızın tek başına her birine karşı koyabi­lerı ya da birinin yardımıyla öbürünü püskürtebilen; üyeleri birbirini tanıyan, kimseye bir insanın taşıyabileceğindeıı ağır yük yüklemeyen; başka uluslara muhtaç olmadığı gibi başka ulusların da kendisine muhtaç olmadığı, 14 ne zengin ne de yoksul olan, kendi yağıyla kavrulan; kısacası, eski bir ulusun tutarlılığı, bütünlüğüyle yeni bir ulusun uysallığını birleşti-

14 İki kom§u ulustan biri öbüründen vazgeçemeyecek olursa, bu birincisi için çok ağır, ikincisi içinse çdk tehlikeli bir durum yaratır. Bu durumda, her ak­lı ba§ında ulus, ötekini bu bağımlılıktan bir an önce kurtarınaya çalı§ır. Mek­sika İmparatorluğu sınırları içinde bir iç toprak olan Thlascala Cumhuriyeti, Meksikalılardan tuz satın almaktansa hiç tuz kullanınama kararı alınış, daha­sı, Meksika'nın bedava tuz verme önerisini geri çevirınişti. Çünkü bilge Thlascalalılar bu cömertliğin altındaki tuzağı gördüler. Özgürlüklerini koru­dular; koca imparatorluğun içindeki bu küçük Devlet sonunda Meksika'nın başını yedi .

91

Page 95: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

ren bir ulus. Yasama işini güçleştiren, kurulması gerekenden çok, yıkılınası gereken şeydir; bu konuda başanya binde bir erişmenin nedeni de, doğadaki yalınlıkla toplumun gereksi­nimlerini bir arada tutmanın olanaksızlığıdır. Doğrusu bütün bu koşulların bir araya gelmesi güçtür: Bu yüzden değil mi­dir ki, sağlam yapılı devletlere pek rastlanmaz ...

Avrupa'da hala yasama işinin üstesinden gelebilen bir ül­ke var: Korsika Adası. Bu yiğit halkın, özgürlüğüne kavuşma­da ve onu savunmada gösterdiği üstünlük ve tutarlılık, bilge kişilerin onlara bu özgürlüğün nasıl korunacağını öğretmesi­ne değer. Bir önsezi, bu küçük adanın, günün birinde tüm Avrupa'yı şaşırtacağını söylüyor bana.

92

Page 96: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

IL KiTAP XL BÖLÜM

FARKU YASAMA SİSTEMLERiNE DAİR

Her yasama sisteminin amacı olması gereken genel yara­nn ne olduğunu ara§tırırsak, bunun ba§lıca iki konuya, öz­gürlük'e ve eşitlik'e indirgendiğini görürüz: Özgürlüğe in­dirgenir, çünkü her özel bağımlılık, Devlet'in bedeninden koparılmı§ bir o kadar güç demektir; e§itliğe indirgenir, çün­kü e§itlik olmadan özgürlük olmaz.

Toplumsal özgürlüğün ne olduğunu daha önce söylemi§­tim: E§itliğe gelince, bu sözcükten, güç ve zenginlik derecele­rinin herkes için mutlaka aynı olması değil, bu gücün hiçbir zorbalığa kaçmaması, ancak toplumsal tabaka ve yasalara göre kullanılması; varlık bakımından ise hiçbir yurtta§ın ne ba§ka­sını satın alacak kadar zengin, ne de kendini satmak zorunda kalacak kadar yoksul olmaması gerektiği anla§ılmalıdır:15 Bu da, büyükterin mal, mülk ve saygınlık, küçükterin de cimrilik ve açgözlülük bakımından ölçülü olmalarını gerektirir.

Bu e§itlik, gerçekte yeri olmayan bo§ bir dü§tür derler. Pe-

15 Devlet'te bütünlük, sağlamlık mı istiyorsunuz, aşırı uçları elden geldiğince birbirine yaklaştırın; ne çok varlıklılara göz yumun, ne de aşın yoksullara. Doğal olarak birbirinden ayrılamayan bu iki durum, ortak yarara aynı ölçüde zararlıdır. Birinden zorbalığı kışkırtanlar, öbüründen de zorbalar çıkar: Hal­kın özgürlüğünün alım satımı hep bunlar arasında olur; biri satın alır, öteki satar onu.

93

Page 97: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

kala ama, kötüye kullamlması kaçınılmazdır diye, eşitliğe hiç değilse belirli bir düzen de getirmemeli mi? Olayların gücü hep eşitliği ortadarı kaldırınaya yöneldiği içindir ki, yasaların gücü hep eşitliği sürdürmeye yönelmelidir.

Ama bütün sağlam kurumların bu genel hedefleri, her ül­kede, gerek yerel durumdan, gerek halkın mizacıııdan, öz ben­liğinden doğan ilişkilere göre değiştirilmeli, bu ilişkilere daya­narak, her ulusa, özünde değilse bile, hedeflenen halk için en iyisi olan özel bir kurumlaşma sistemi verilmelidir. Sözgelimi, toprak çorak ve verimsiz mi, ya da ülke toprakları nüfusa gö­re çok mu dar? Endüstriden ve el sanatlarından yana dönü­nüz; buradan elde edeceğiniz ürünleri sizde olmayanlada ta­kas ediniz. Aksine, zengin ovalarda, verimli yamaçlarda mı o­turuyorsunuz? Ya da verimli topraklarda oturuyorsunuz da, nüfusuııuz mu az? Bütün çabaııızı tarım işlerine verin; tarım insanları da çoğaltır, ayrıca el sanatlarını bir yana atın, çünkü bunlar zaten az olan nüfusu birkaç noktada toplayarak ülkeyi büsbütün çöle çevirir. j(, Geniş ve elverişli kıyılarda ını oturu­yorsunuz? Denizi gemilerle doldurun, ticareti ve gemiciliği geliştirin: Kısa, ama parlak bir ömür sürersiniz. Kıyılarınız ne­redeyse yanaşılmaz kayalada ını dolu? O zaman, barbar kalın ve balıkçılıkla geçinin; daha rahat, belki de daha iyi, ama şaş­mazcasına mutlu yaşarsınız. Kısacası, herkesin ortak malı olan ilkelerin yanı sıra, her ulusun, kendine bir düzen sağlayan, ya­salarını o ülkeye özgü kılan nedenleri vardır. Nitekim, eski­den Yahudilerce, daha sonra da Araplarca önde gelen amaç din, Atinalılarca edebiyat ve felsefe, Kartacalılar ve Surlularca ticaret, Rodoslularca denizcilik, Spartalılarca savaş, Romalılar­ca da erdemdi. Yasaların Ruhu yazarı,* yasa yapıcının, yasala-

ı r, Marquis d'Argenson der ki: "Dış ticaretin kimi kolları, genelde bir krallık i­çin ancak görünüşte bir yarar sağlar; bazı kişileri, dahası, bazı kentleri zengin-­leştirir; fakat ulusun bütününün bundan bir kazancı olmaz, halkın ise hiç ka­zancı olmaz. * Montesquieu.

94

Page 98: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

n bu hedeflerden her birine ne türlü bir ustalıkla yönelttiğini sayısız örneklerle gösterıniştir.

Bir Devlet'in ana yapısını gerçekten sağlam ve sürekli kı­lan, törelere gerektiği gibi uyulmasıdır, törelere uyulunca da, doğal ilişkilerle yasalar hep aynı noktalarda uzla§ır; yasalar i­se, yalnızca ötekileri sağlamlaştırmaya, onlarla birlikte yol a­lıp, onlara eşlik edip düzeltmeye yararlar. Ama yasa yapan, a­macında yanılır da, durumun özelliğinden doğan ilkeden başka bir ilkeyi benimserse; bu ilkelerden biri köleliği, öteki özgürlüğü tutarsa, biri zenginliğe, öteki nüfusa önem verirse; biri barışa, öteki fetihlere yönelirse, o zaman yasaların yavaş yavaş gevşediği, toplum yapısının bozulduğu; Devlet'in de, yok olup gidinceye ya da değişinceye, yenilmez doğa yeniden gücünü gösterineeye kadar kargaşadan yakasım kurtaramaz.

95

Page 99: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 100: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

ll. KİTAP

Xll. BÖLÜM

YASALARIN BÖLÜMLENMESİ

Bütünü düzene sokmak ya da kamu i§lerine elden gelen en iyi biçimi vermek için gözönünde tutulması gereken bir­çok ili§ki vardır. Önce, bütünün kendi kendisine etkisi, yani bütünün bütünle ya da egemen varlığın Devlet'le olan ili§ki­leri vardır. Bu ili§kiler de, ileride göreceğimiz gibi, ara terim­lerin ili§kisinden olu§ur.

Bu ili§ kileri düzenleyen yasalara politik yasalar dendiği gi­bi, anayasalar da denir. Akla uygun, bilgece düzenlenmi§ler­se, bunlara anayasa demek yersiz olmaz; çünkü her Devlet'te yalnız bir tek iyi düzen varsa, bu düzeni bulan halk, ona sıkı sıkıya bağlanmalıdır. Ama kurulu düzen kötüyse, o zaman düzenin iyi olmasını engelleyen yasaları neden anayasa say­malı? Zaten, her durumda, yasalarını, hatta en iyilerini bile deği§tirmek halkın elindedir; çünkü kendi kendisine kötülük etmek isterse, onu bu i§i yapmaktan alıkoymaya kimin hakkı olabilir?

İkinci ili§ki, üyelerin gerek birbirleriyle, gerek bütünle o­lan ili§kileridir. Bu ili§ki, birinciler bakımından olabildiğince sınırlı, ikinciler bakımından ise olabildiğince geni§ olmalıdır; öyle ki, her yurtta§, bütün öbür yurtta§lara kar§ı tam bir ba­ğımsızlık, siteye kar§ı da büyük bir bağımlılık içinde olsun: Bu ise, hep aynı yollarla yapılır; çünkü yalnız Devlet gücü, ü-

97

Page 101: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

yelerine özgürlük sağlayabilir. Toplum yasaları da bu ikinci i­lişkiden doğar.

insanla yasa arasında üçüncü tür bir ilişki daha düşünüle­bilir: O da cezaya itaatsizlik ilişkisidir ve ceza yasalarının ko­nulmasına yol açmıştır. Bu yasalar, aslında, bir tür özel yasa olmaktan çok, bütün öteki yasalar için bir yaptırım gücüdür.

Bu üç tür yasaya, hepsinden önemli bir dördüncüsü daha eklenir. Bu yasa, mermere, tunca değil, insanların yürekleri­ne kazınır; Devlet'in gerçek anayasası olur, her gün yeni güç­ler kazanır; eskiyen ya da yürürlükten kalkan yasalara yeniden can verir ya da onların yerini alır, halkı yasaların ruhuna bağ­lı tutar, buyruk gücünün yerine, farkına vanlmaksızın alış­kanlığın gücünü koyar. Burada sözünü ettiğim şey, ahlak, tö­reler ve özellikle de kamuoyudur. Bu, politikacıların bilme­diği bir şeydir, ama bütün öteki ilişkilerin başarısı ona bağlı­dır; bilge yasacı, özel birtakım yönetmeliklerle yetiniyormuş gibi görünürse de asıl gizliden gizliye bunlarla ilgilenir. Çün­kü bu özel yönetmelikler kubbenin kemerleri ise, ağır ağır o­luşan töreler de bu kubbenin sarsılmaz destek taşlarıdır.

Bu çeşitli yasalar arasında, benim konurola ilgili olanlar yalnızca, yönetim biçimini belirleyen siyasi yasalardır.

98

Page 102: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 103: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 104: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

m. KiTAP

Farklı hükümet biçimlerinden söz etmeden önce, bugüne dek iyice açıklanmamı§ olan yönetim sözcülüğünün tam an­lamını belirtelim.

Page 105: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 106: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

Ill. KİTAP

LBÖLÜM

GENEL OLARAK HÜKÜMETE DAİR

Pe§inen uyarayım: Bu bölümü aceleye getirmeden oku­malı, dikkatsizler için açık olmak gibi bir ustalığım yok.

Özgürce yapılan her ݧ bir araya gelen iki etkenden doğar: biri, ݧi belirleyen, tanımlayan ruhsal etken, yani irade; öteki, i§i gerçekle§tiren etken, yani fiziksel güç. Bir nesneye doğru gittiğim zaman, önce ona gitmek istemem gerekir, sonra da ayaklarımın beni ona götürmesi. Bir kötürüm ko§mak istese, eli ayağı tutan, çevik bir adam da istemese, ikisi de oldukları yerde kalır. Politik bütünde de aynı etkenler vardır: Güç ile i­rade onda da birbirinden ayrılır. iradeye yasama gücü, "fizik­sel" güce de yürütme gücü denir. Bunların ikisi bir araya gel­medikçe, politik bütünde hiçbir §ey yapılamaz, yapılmamalı­dır da.

Gördük ki, yasama gücü halkın elindedir, halktan ba§ka� sında da bulunamaz. Öte yandan, yukarıda konulan ilkelerden kolayca anla§ılır ki, yürütme gücü, yasa yapan ya da egemen varlık niteliğiyle çoğunluğun elinde olamaz, çünkü bu güç yalnızca bireysel davranı§lara dayanır, bunlar da yasanın yetki­sine girmez, dolayısıyla egemen varlığın yetkisine de hiç gir­mez, çünkü egemen varlığın ediınieri ancak yasalar olabilir.

Öyleyse, kamu gücüne, bu güce özgü öyle bir etken gere­kir ki, Devlet ile egemen gücün ileti§imini sağlayan ve ben-

103

Page 107: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

zetme yerindeyse, ruhla bedenin birleşmesinin insanda yap­tığını kamusal varlıkta yapan genel iradenin gösterdiği yönde birleştirebilsin onu. Öyle bir etken ki, ruhla beden birleşme­sinin insanda yaptığını kamusal varlıkta yapsın. İşte Devlet i­çinde hükümetin varlığının gerekçesi budur; hükümet, yer­siz olarak, egemen varlıkla karıştırılır, oysa egemen varlığın bir aracıdır yalnızca.

Öyleyse hükümet nedir? Yurttaşlarla egemen varlığın kar­şılıklı ilişkilerini sağlamak için kurulmuş, gerek yasaları yü­rütmek gerekse de politik ve toplumsal özgürlükleri sürdür­mekle yükümlü bir ara bütündür.

Bu bütünün üyelerine görevliler ya da krallar, yani yöne- · ticiler, bütünün hepsine de hükümdar17 denir. .Görüldüğü gi­bi, bir halkı başların buyruğu altına sokan işlemin hiç de bir sözleşme olamayacağını ileri sürenler çok haklıdırlar. Bu, bir iş vermeden, bir görev devrinden başka bir şey değildir; bu­rada egemen varlığın birer görevlisi olmaktan öte gitmeyen yöneticiler yine onun adına devlet gücünü kuHanırlar; ege­men varlık bu yetkiyi keyfince sınırlayabilir, onda değişiklik yapabilir, dilediğinde geri alabilir. Böylesi bir hakkın başkası­na geçirilmesi, toplumsal bütünün özüne aykırı olduğundan, birleşmenin de amacına aykırıdır.

Sonuç olarak ben, hükümet ya da yüksek yönetim diye, yürütme gücünün meşru yoldan kullanılmasına; hükümdar ya da görevli diye de, bu yönetim işini üstlenen kişiye ya da bütüne diyorum.

Ara güçler ise hükümetin içinde yer alır; bunlar arasında­ki ilişkiler, bütünün bütünle, egemen varlığın da devletle ba­ğıntısını oluştururlar. Bu son bağıntı, kesintisiz bir orantının son terimleri arasındaki orantıyla gösterilebilir; bu oranttnın orta terimi hükümettir. Hükümet, egemen varlıktan .aldığı

17 Zaten Venedik'te dogeun katılmadığı zamanlarda bile, "college"ye, serenis­sime prince (yüce prens] adı verilir.

104

Page 108: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§ınesi

buyrukları halka geçirir. Devletin tam bir dengeye varması, hükümetin toplam gücü ile hem egemen varlık hem de uy­ruk olan yurttaşların toptan güçleri arasında, her şeyi hesaba katmak koşuluyla eşitlik olmasına bağlıdır.

Üstelik, orantıyı bozmadan bu üç terimden hiçbirini de­ğiştiremeyiz. Egemen varlık yönetmeye, yönetici yasamaya, yurttaşlar da yasayı hiçe saymaya kalkıştılar mı, düzen, yerini karışıklığa bırakır, güç ile irade artık birlikte yürümez olur, devlet ya zorbalığa kayar ya da anarşiye. Son olarak diyebiliriz ki, her orantı arasında yalnız bir tek orta terim bulunduğu i­çin, bir Devlet'te de ancak bir tek iyi hükümet bulunabilir: A­ma bir ulusun ilişkilerini sayısız olay değiştirebildiğine göre, değişik hükümetler yalnız farklı uluslara değil, farklı zaman­larda aynı ulusa da iyi gelebilir.

İki uçtaki terimler arasında var olabilecek orantıları anlata­bilmek için, kolay tanımlanır bir orantı olması açısından hal­kın nüfusunu örnek alacağım.

Varsayalım ki devlet on bin yurttaştan oluşmaktadır. Ege­men varlık, ancak kolektif ve bir bütün olarak düşünülebilir; fakat her tekil insan, uyruk olarak bir birey sayılır: Bu yüz­den, egemen varlığın uyruğa ilişkisi, on binierin bire olan i­lişkisi gibidir, yani Devlet'in üyelerinden her birinin payına, egemen varlığa tümüyle bağlı ve onun denetiminde kalmak­la birlikte, kendisine egemen yetkenin on binde biri düşer.

. Varsayalım ki halk yüz bin kişi olsun, uyrukların durumu yi­ne değişmez; her biri yine yasaların tüm ağırlığı, yetkesi altın­dadır; oysa uyrukların oyunun gücü yüz binde bire düşmüş­tür ve yasaların kaleme alınmasını on kat daha az etkilemek­tedir. Uyruk hep tek kaldığı için, egemen varlığın uyruğa i­lişkisi yurttaş sayısı ölçüsünde artar. Sonuçta, pevlet ne den­li büyürse, özgürlük de o denli azalır.

İlişki (orantı) artar derken, eşitlikten uzaklaşır demek isti­yorum. Böylece, ilişki matematiksel olarak ne denli büyükse,

105

Page 109: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

genel anlamda o denli küçüktür. İlk anlamdaki ilişki, nicelik bakımından düşünüldüğü için bölümle [ quotientJ , ikinci an­lamda ise, özdeşlik bakımından düşünüldüğünden benzeşme ile ölçülür.

Demek ki, özel iradelerin genel iradeyle orantısı -yani, tö­relerin yasalarla olan orantısı- ne denli küçükse, zorlayıcı gü­cün de o denli artması gerekir. Öyleyse, bir hükümetin iyi hükümet olabilmesi için belirli bir oranda güçlü, halk da ay­nı oranda kalabalık olmalıdır.

Öte yandan, Devlet'in büyümesi, devlet yetkesini ellerinde tutanlara daha çok kötülük eğilimi ve güçlerini kötüye kullan­ma araçları verdiği için, hükümet halkı dizginlemek için elin­de .ne denli güç bulundurmak zorundaysa, egemen varlık da hükümeti dizginlemek için elinin altında o kadar güç bulun­durmak zorundadır. Burada sözünü ettiğim mutlak bir güç değil, Devlet'in çeşitli bölümlerinin göreli gücüdür.

Bu ikili orantıdan, egemen varlık ile hükümdar ve halk a­rasındaki ilişkinin sürekli olduğu, bunun keyfi bir düşünce değil, politik bütünün özünden doğan kaçınılmaz bir sonuç olduğu çıkar. Yine bu ilişkilerden çıkan bir başka sonuç da, i­lişkinin son terimlerinden birinin, yani uyruk olarak halkın, sabit kaldığı ve "bir" ile gösterildiği için, ikili ilişki arttıkça ya da azaldıkça bununla birlikte basit ilişkinin ya arttığı ya da ek­sildiği, dolayısıyla orta terimin de değiştiğidir. Bu da gösterir ki, tek ve mutlak bir hükümet biçimi yoktur; belki büyüklük bakımından birbirinden ayrı ne kadar Devlet varsa, öz bakı­mından da bir o kadar ayrı hükümet vardır.

Bu sistemi gülünçleştirmek amacıyla bana: "Bu orta teri­mi bulmak ve hükümetin gövdesini oluşturmak için, sana göre halkın nüfusunun kare kökünü almak gerekir" diyecek olanlara şu yanıtı veririm: "Ben bu sayıyı burada yalnız örnek olarak aldım; sözünü ettiğim ilişkiler yalnız insan sayısıyla değil, genel olarak, sayısız nedenden doğan ve bileşen eylem-

106

Page 110: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

lerin, edirolerin sayısıyla da ölçülür; kısacası, bir ara matema­tik terimler kullanmam, söylemek istediğimi az sözle anlat­mak içindi; yoksa geometrideki kesinliğin manevi nicelikler­de yeri olmadığını bilmez değilim."

Hükümet, kendisini içeren politik bütünün küçük ölçek­li bir örneğidir. Hükümet, elinde birtakım yetkileri bulundu­ran tüzel bir kişidir; egemen varlık gibi etken, devlet gibi e­dilgendir, başka benzer ilişkilere ayrıştırılabilir; bu . ayrışma­dan ortaya başka bir ilişki, bundan da, yönetim görevlerinin sırasına göre başka bir ilişki daha çıkar; sonunda, bölünmez bir orta terime, yani tek bir başa ya da yüksek yöneticiye va­rılır; o da, bu ilerleyiş ortasında kesir dizisiyle tam sayı dizisi arasında birim gibi gösterilir.

Artan teriın sayısı karşısında bocalamadan, şimdilik hükü­mete, yalnız Devlet içinde yeni bir bütün, halktan ve egemen varlıktan farklı, ikisinin ortasında bir ara bütün gözüyle baka­lım.

Bu iki bütün arasında şu temel farklılık vardır: Devlet, kendiliğinden, hükümet ise ancak egemen varlıkla birlikte vardır. Dolayısıyla, hükümdarın üstün iradesi, genel iradeden ya da yasadan başka bir şey değildir, olmamalıdır da; gücü i­se, yalnızca kendinde toplanan kamu gücüdür: Kendi başına mutlak ve bağımsız bir edirnde bulunmaya görsün, bütünün bağları gevşemeye başlar. Son olarak, hükümdar, egemen varlığın iradesinden daha etkin bir tikel iradeye sahip olursa, bu tikel iradeye uymak için elinin altında bulunan kamu gü­cünü kullanırsa ve bundan, biri hukuka, öteki de olaylara da­yanan iki varlık doğarsa, toplumsal birlik bir anda yok olur, politik bütün ise dağılıp gider.

Bununla birlikte, hükümetin bünyesinin, kendisini Dev­let'in bünyesinden ayırt edecek bir varlığa ve gerçek bir ya­şama sahip olabilmesi; bütün üyelerin birlikte davranabilme­leri ve kuruluşlarındaki amaca karşılık verebilmeleri için, hü-

107

Page 111: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

kümetİn kendine özgü bir ben' e, üyeleri arasında ortak bir duyguya, varlığını korumaya yönelik bir güce, bir iradeye sa­hip olması gerekir. Bu özel varlık, toplantıları, danı§ma ku­rullarını, bir oyla§ma ve çözüm bulma gücünü, münhasıran hükümdara özgü birtakım hakları, unvanları, ayrıcalıkları varsayar; bunlar güçlükleri ölçüsünde yönetenlere daha fazla onur kazandırır. Güçlükler, asıl bütünün içinde bu ikinci de­recedeki bütüne verilecek düzenin biçimindedir; bu öyle bir düzen olacaktır ki, bu ikinci derecedeki bütün, kendi yapısı­nı kesinle§tirirken genel yapıyı bozmayacak, kendini koru­maya yarayan özel gücü ile Devlet'inkini koruyan gücü her zaman birbirinden ayıracak, kısacası, her zaman halkı hükü­mete değil, hükümeti halka feda etmeye hazır olacaktır.

Öte yandan §U da var: Hükümetin yapay bedeni bir ba§ka yapay bedenin eseridir; ya§amı da bir bakıma iğreti ve bağım­lıdır, ancak bu durum, onun az ya da çok güçlü biçimde ve i­vedilikle davranmasına, az çok sağlıklı bir bünyeye sahip ol­masına engel değildir. Kısacası, kurulu§ amacından düpedüz uzakla§mamakla birlikte, ondan kurulu§ biçimine göre az çok ayrılabilir.

Hükümetle Devlet'in bünyesi arasında var olması gereken farklı ili§kiler de i§te bütün bu farklılıklardan doğar; aynı Devlet'i deği§ime uğratan da tüm bu rastlantısal ve özel ne­denlerdir. Çünkü özünde en iyi hükümet, bağlı bulunduğu politik bütünün kosurlarına göre ili§kileri deği§ime uğrarna­yacak olursa, en kötü hükümet olabilir.

1 08

Page 112: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

III. KiTAP

IL BÖLÜM

FARKLI HÜKÜMET BiÇiMLERİNİN

TEMEL İLKESiNE DAİR

Bu farklılıkların genel nedenini ortaya koymak için yuka­rıda, Devlet ile egemen varlığı nasıl birbirinden ayırdımsa, §imdi de hükümetin temel ilkesiyle hükümeti birbirinden a­yırmam gerekiyor.

Yöneticiler bütünü, daha çok ya da daha az üyeden olu§­mu§ olabilir. Daha önce de söylemi§tik: Halkın nüfusu ne denli fazlaysa, egemen varlığın uyruklarına olan ili§kisi de o denli artar; apaçık bir örnekseme ile, hükümetin yöneticilere olan ilişkisi için de aynısını söyleyebiliriz.

Sonuçta hükümetin elindeki bütün güç, her zaman Dev­let'in gücü olduğu için hiçbir zaman değişmez. Bundan §U sonuç çıkar: Hükümet bu gücü kendi üyeleri üzerinde ne kadar az kullanırsa, halkın tümü üzerinde kullanılacak gücü de o ölçüde azalır.

O halde, hükümetin toplam gücü, her zaman Devlet'in gücü olduğuna göre, hep sabit kalır: Bunun sonucunda, bu gücü kendi üyeleri üzerinde ne denli çok kullanırsa, bütün halk üzerinde kullanacağı o denli az gücü kalır.

Öyleyse, yöneticiler ne denli çok olursa, hükümet de o denli güçsüz olur. Bu kural, temel kural olduğundan, onu i­yice aydınlatmaya çalışalım.

1 09

Page 113: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

Yöneticilerin kişiliğinde, temelde birbirinden farklı üç ay­rı irade yer alır: Birincisi, yalnız kendi çıkarını gözeten kişi­nin kendi iradesi; ikincisi, yöneticilerin ortak iradesi ki, yal­nız hükümdardan yanadır; bütünün iradesi diyebileceğimiz bu irade, hükümete göre genel, devlete göre özeldir; özeldir ve hükümet de Devlet'in bir parçasıdır; üçüncüsü, halkın ya da egemen varlığın iradesi ki, gerek bir bütün sayılan Dev­let'e, gerekse bütünün bir parçası gözüyle bakılan hükümete göre geneldir.

Kusursuz yasalarda özel ya da bireysel iradenin hiç yeri ol­mamalı; hükümetin bütününe özgü irade çok bağımlı olma­malı; genel ya da egemen irade ise her zaman üstün gelmeli ve iradelerin tek temeli olmalıdır.

Tersine, doğal düzene göre, bu farklı iradeler bir noktada birleştikleri ölçüde daha etkin olurlar. Buna göre, genel irade her zaman en güçsüzdür, bütünün iradesi ikinci sırada gelir, özel irade ise hepsinin üzerindedir: Öyle ki, hükümette her üye, önce birey olarak kendisi, sonra yönetici, en sonra da yurttaştır; bu, toplum düzeninin gerektirdiği sıralamanın tam tersi dir.

Bu gerçek ortaya konduktan sonra denebilir ki, hüküme­tin bütünüyle tek bir kişinin elinde bulunması halinde, özel iradeyle bütünün iradesi tam anlamıyla birleşmiş ve sonuçta bütünlin iradesi, sahip olabileceği gücün en yüksek noktası­na erişmiş olur. Oysa, Devlet gücünün kullanımı, irade dere­cesine bağlı olduğuna, hükümetin mutlak gücü de hiç değiş­mediğine göre, hükümetlerin en etkini tek kişinin elinde a­landır.

Bir de tam tersini yapıp hükümeti yasa gücüyle birleştire­lim, egemen varlığı hükümdar, bütün yurttaşları da yönetici yapalım; o zaman, genel iradeyle tek vücut olan bütünün ira­desi ondan daha etkin olamaz ve bireysel, tikel iradenin tüm gücünü kullanmasına yol açar. Böylece, mutlak gücü hep ay-

1 10

Page 114: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

nı kalan hükümetin göreli gücü ya da etkinliği en alt nokta'ya düşer.

Bunlar tartışma götürmez ilişkilerdir; onları doğrulamaya yarayan başka görüşler de vardır. Örneğin her yöneticinin kendi bütünü içindeki etkinliği, her yurttaşın kendi bütünü içindeki etkinliğinden fazladır; bunun sonucunda, tikel irade, yönetim işlerinde egemenlik işlerinde olduğundan daha faz­la etkilidir; çünkü her yöneticinin hemen her zaman bir yö­netim görevi vardır; oysa her yurttaş, tek başına, hiçbir ege­menlik görevi yapmaz. Öte yandan, Devlet ne denli genişler­se, gerçek gücü de o denli artar; ne var ki, bu artış, devletin genişliğiyle duz orantılı da değildir: Ama Devlet aynı kalırsa, yöneticilerin sayısı istediği kadar artsın, sırf bu yüzden hükü­metin gerçek gücü daha fazla artmaz, çünkü bu güç, Dev­let'in gücüdür, ölçüsü de hiç değişmez. Böylece, devletin mutlak ya da gerçek gücü artmaksızın, göreli gücü ya da et­kinliği 'azalır.

Şurası da kesindir ki, yönetim işlerini görenlerin sayısı ne denli artarsa, işler de o denli ağır yürür: aşırı derecede ölçülü olmaya fazlaca ağırlık verilir de, talihe yeterince ağırlık veril­mez; fırsat kaçar ve tartışa tartışa, çoğu zaman tartışmadan da sonuç çıkmaz olur.

Yöneticilerin çoğalması ile hükümetin gevşeyeceğini yu­karıda kanıtladım. Ayrıca şunu da kanıdadım ki, halkın nüfu­su ne denli artarsa baskı gücü de o denli artmak zorundadır. Buradan şu sonuç çıkar: Yöneticilerin hükümete oranı, uy­rukların egemen varlığa oranlarının tersi olmalıdır; yani Dev­let ne denli büyürse, hükümet de o denli daralmalıdır. Öyle ki, halkın nüfusunun arttığı ölçüde başların sayısı azalmalıdır.

Hem ben burada hükümetin doğruluğundan değil, göreli gücünden söz ediyorum yalnızca. Çünkü yönetici sayısı ne denli çok olursa, bütünün iradesi genel iradeye o denli yakla­şır; oysa, tek yöneticinin yönetiminde, bütünün aynı iradesi,

1 1 1

Page 115: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

yukarıda söylediğim gibi, özel bir iradeden öte bir şey değil­dir. Böylelikle, bir yandan kazanılan, öbür yandan yitirilir; yasa yapanın ustalığı, karşılıklı ilişkide olan hükümet gücü i­le hükümet iradesinin Devlet'e en yararlı olacak ölçüde bir­leşecekleri noktayı bulabilmektir.

1 12

Page 116: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

lll. KİTAP lll. BÖLÜM

HÜKÜMET BİÇİMLERİNE DAİR

Önceki bölümde, hükümetlerin, üyelerinin sayısına göre çe§itli türlere ya da biçimlere ayrıldığını gördük; geriye, bu bölünümün nasıl yapıldığını görmek kalıyor.

Egemen varlık, öncelikle, yönetim görevini bütün halka ya da halkın büyük bir bölümüne bırakabilir: Öyle ki, yöne­tici yurtta§ların sayısı sıradan yurttaşların nüfusunu aşar. Bu yönetim biçimine demokrasi denir.

Ya da egemen varlık, hükümet görevini bir azınlığa bıra­kabilir. Öyle ki, sıradan yurtta§ sayısı yönetici sayısından faz­la olur; bu yönetim biçimine de aristokrasİ adı verilir.

Son olarak, egemen varlık hükümet görevini tek bir yöne­ticinin elinde toplar; bütün öteki görevliler güçlerini ondan alırlar. Bu üçüncüsü, en yaygın yönetim biçimidir, adına da monarşi ya da krallık yönetimi denir.

Bütün bu biçimler ya da en azından ilk iki biçim, az ya da -çok nüfusa elverişlidir, hatta oldukça geniş bir kapsamları vardır. Çünkü demokrasi bütün halkı kapsayabildiği gibi, halkın yarısını kapsayacak kadar da daralabilir. Aristokrasİ ise, halkın yarısından ba§layıp en az sayıya kadar sonsuzca darala­bilir. Krallık bile kimi bölünümlere yatkındır. Sparta' da, ana­yasa gereği hep iki kral bulunurdu; Roma İmparatorluğu'nda

1 13

Page 117: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

bir arada sekiz imparator bulunduğu olmu§tur, ama sırf bu nedenle imparatorluk için bölümlenmi§ denemezdi. Öyleyse her yönetim biçiminin bir sonrakiyle örtü§tüğü, tekvücut ol­duğu bir nokta vardır; görülüyor ki, yalnızca üç ad altında bi­le bir yönetim, gerçekte Devlet'in yurtta§ sayısı kadar biçim­ler almaya elveri§lidir.

Dahası var: Aynı yönetim kimi bakımlardan ba§ka birta­kım alt bölümlere ayrılabildiğine ve bunların bir bölümü bir biçimde, bir bölümü de ba§ka biçimde yönetilebildiğine gö­re, birlqtirilen bu üç biçimden sayısız karma biçim elde edi­lebilir; bunların her birini bütün yalın biçimlerle çarpıp ço­ğaltabiliriz.

Yönetim biçimlerinden her birinin, kimi durumlarda en i­yi, kimi durumlarda ise en kötü olabileceği göz önüne alın­madan, en iyi yönetim biçiminin ne olduğu konusunda öte­den beri tartı§malar yapılagelmi§tir.

Eğer farklı Devletlerde, yüksek görevli sayısı yurtta§ nüfu­suyla ters orantılıysa, bundan §U sonuç çıkar: Demokrasi yö­netimi, genel olarak küçük Devletlere; aristokrasİ yönetimi orta Devletlere; monar§i yönetimi de büyük Devletlere elve­ri§lidir. Bu kural dolaysız olarak ilkeden çıkmaktadır. Ama kural dışında kalabilecek sayısız durumu nasıl sayıp dökelim?

22 In Civili.

1 14

Page 118: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

lll. KİTAP

IV. BÖLÜM

DEMOKRASiYE DAİR

Yasayı yapan, . onun nasıl yürütülmesi ve yorumlanması gerektiğini herkesten daha iyi bilir. Onun için, yürütme gü­cünü, yasama gücüyle birleştiren bir anayasadan daha mü­kemmeli olmaz gibi görünür: Ama aslında, hükümeti birçok bakımdan yetersiz duruma düşüren budur, çünkü birbirle­rinden ayrılmaları gereken şeyler ayrılmamıştır ve kralla ege­men varlık (halk) aynı kişi olunca, sanki hükümetsiz bir hü­kümet kurulmuş olur.

Yasaları yapanın onları yürütmesi iyi olmadığı gibi, halkın tümünün, dikkatini kamu işlerinden çevirip özel işlere yö­neltmesi de iyi değildir. Özel çıkarların kamu işlerini etkile­mesinden daha tehlikeli bir şey olamaz; ayrıca hükümetin ya­saları kötüye kullanmasından doğacak kötülük, kişisel görüş­lerin kaçınılmaz sonucu olarak yasa yapıcının ahlakça bozul­masının yanında hiç kalır. Bu durumda, Devlet, özünde bo­zulduğu için hiçbir yenileştirme yapılamaz olur; hükümeti hiçbir zaman kötüye kullanınayan bir halk, bağımsızlığını da kötüye kullanmaz; kendini hep iyi yöneten bir halkın yöne­tilmeye gereksinimi yoktur.

Sözcüğü temel anlamıyla ele alırsak, diyebiliriz ki, gerçek demokrasi hiçbir zaman var olmaınıştır ve olmayacaktır da . . . Çoğunluğun yönetmesi, azınlığın yönetilmesi doğal düzene

1 1 5

Page 119: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

aykırıdır. Kamu ݧleriyle uğra§mak için halkın aralıksız top­lantı halinde olması dü§ünülemez; bu ݧ için yönetim biçimi deği§meden komisyonlar kurulamayacağı da kolayca anla§ılır.

Gerçekten de, ilke olarak §Unu koyabiiirim sanıyorum: Hükümetin görevleri birçok kurul arasında payla§ılınca, üye sayısı az olan kurullar, er ya da geç, kendiliğinden, en büyük yetkeyi elde ederler; bunun nedeni belki de bu kurullarda i§­lerin daha çabuk ve kolaylıkla sonuca bağlanmasıdır.

Zaten bu hükümeti gerektiren, bir araya getirmesi zor o denli çok ko§ul vardır ki!.. Birincisi, Devlet çok küçük olacak ki halk rahatça toplanabilsin, bir araya getirilebilsin, her yurt­ta§ öbür yurtta§ların hepsini kolayca tanıyabilsin; ikincisi, tö­relerde öyle yalınlık olacak ki, i§lerin üst üste yığılıp çetin tar­tı§malara yol açmasını önlesin, ancak bunun yanı sıra sınıflar­da ve zenginliklerde fazlasıyla e§itlik de olmalı, yoksa haklar­da ve yetkilerde e§itlik fazla sürdürülemez; üçüncü ve son o­larak, lüks ya az olacak ya da hiç olmayacak, çünkü lüks ya zenginlikten doğar ya da zenginliği gerekli kılar; zenginin de ahlakını bozar, yoksulun da; birinciyi mal mülk, ikinciyi de açgözlülük yüzünden ... Lüks, yurdu gev§ekliğe ve yoksulluğa sürükler; Devlet'in elinden bütün yurtta§larını alır; onları birbirine, hepsini de kamuoyuna köle eder.

ݧte bunun için ünlü bir yazar,* cumhuriyetin ilkesi ola­rak erdemi göstermi§tir. Çünkü erdem olmazsa bütün bu ko­§Ullar sürüp gidemez; ne var ki, bu üstün zelcilı adam, gerek­li ayrımları yapmadığı için çoğu zaman dü§üncelerinde doğ­ruluktan, kimi zaman da açıklıktan uzakla§mı§, egemen güç her yerde aynı olduğu için, aynı ilkenin, iyi kurulmu§ bir devlette, hükümet biçimlerine göre (elbette ki az ya da çok) yer alması gerektiğini anlamamı§tır.

Şunu da ekleyeliin ki, hiçbir yönetim, demokrasi ya da · halk yönetimi kadar iç sava§ ve karı§ıklıklara elveri§li değildir,

* Montesquieu, Yasaların Ruhu, III. Kitap: III. Bölüm.

1 16

Page 120: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

çünkü demokrasi kadar, güçlü ve sürekli olarak ve durmaksı­zın biçim deği§tirme eğilimi olan, aynı biçimde kalmak, var­lığını korumak için de daha çok uyanıklık ve yiğitlik isteyen hiçbir yönetim yoktur. Böylesi bir yapı içinde yurtta§ güçlen­meli, direni§ kazanmalı, erdemli bir Palatin'in18 Polanya diyet meclisinde söylediği §U sözleri ömür boyu her gün içinden yinelemelidir: "MaJo periculosam libertatem quam quietum servitium."*

Bir Tanrılar ulusu olsaydı, o ulus demokrasi ile yönetilir­di. Ama böylesi yetkin bir yönetim insanların harcı değil.

18 Posen (Poznan) palatini. Polonya kralının babası ve Lorraine dük.ü . .. * Özgürlüğün tehlikelisini, köleliğin rahatlığına deği§mem.

1 1 7

Page 121: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 122: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

ill KİTAP

V. BÖLÜM

ARİSTOKRASİYE DAİR

Burada birbirinden çok ayrı iki tüzel kişi karşısındayız: hükümet ve egemen varlık; bunun sonucunda, biri bütün yurttaşiara göre, öbürü de yalnızca yönetimin üyeleri için iki genel irade karşısındayız demektir. Buna göre hükümet, ken­di iç örgütünü istediği gibi düzenleyebilirse de, halka yalnız egemen varlığın, yani halkın kendisi adına seslenebilir; bunu hiç unutmamalı.

İlk toplumlar kendilerini aristokrasiyle yönettiler. Aile re­isleri toplum işlerini kendi aralarında toplanarak tartışırlardı. Gençler, deneyimin yetkesine sorunsuzca boyun eğerierdi yalnızca. Papazlar, ihtiyarlar, senato, gerantlar gibi adlar bu­radan gelir. Kuzey Amerika yerlileri bugün bile kendilerini böyle yönetir, üstelik çok da iyi yönetirler.

Ama toplumsal kurumların yarattığı eşitsizlik, doğal eşit­sizliğe üstün gelince, zenginlik ya da güçlülük19 yaştan üstün tutuldu ve aristokrasİ de seçimli oldu. Sonunda, babanın ma­lı m ülküyle birlikte çocuklara geçen güç, aileleri soylulaştırıp, hükümeti de babadan oğula geçer duruma getirdi, yirmi ya­şında senato üyeleri görülür oldu.

Öyleyse, üç tür aristokrasİ var: doğal, seçimli ve veraset

19 Eski Yunan'da, Optimates sözcüğünün, "en iyiler" değil, "en güçlüler" an­lamına geldiği açıktır.

1 19

Page 123: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

yoluyla geçen aristokrasi. Birincisi karma§ık olmayan halkla­ra uygundur; üçüncüsü yönetimlerin en kötüsüdür; ikinci i­se en iyisidir; gerçek anlamdaki aristokrasİ budur.

Seçim temelli �ristokrasinin, iki gücü birbirinden ayırma­sı dı§ında, üyelerinin seçilmi§ olması gibi bir üstün yanı var. Çünkü halk hükümetinde bütün yurtta§lar Devlet yöneticisi olarak doğar, buna kar§ılık aristokrasİ hükümeti yalnızca bir avuç insanı yönetici yapar; bunlar ancak seçim yoluyla yöne­tici olurlar;20 bu yoldan, doğruluk, bilgi, görgü, halkın tercih ve saygısını çeken bütün ba§ka nedenler, halkın bilgece yöne­tilebileceğine birer güvencedir.

Ayrıca aristokraside toplantılar daha kolay yapılır; sorunlar daha iyi tartı§ılır, daha bir düzen içinde ve daha çabuklukla görülür; yabancı ülkelerde Devlet'in saygınlığını değerli se­natörler, tanınmamı§ ya da a§ağı görülen bir halk yığınından çok daha iyi korurlar.

Kısacası, aristokrasi, bilge ki§ilerin halk yığınını yönetme­si, kendi çıkarları için değil, halkın çıkarına· yönettikterin e kimsenin ku§kusu olmadığı sürece, en iyi, en doğal dü­zendir ... Yönetim araçlarını bo§u bo§una artırmamalı, seçil­mi§ yüz insanın ba§arıyla yapabileceği İ§İ yüz bin ki§iye yap­tırmamalıdır. Ama §U da unutulmamalı ki, burada bütünün çıkarı, genel isteme, kamu yararına pek uymayan bir yön ver­meye ba§lar; kaçınılmaz bir ba§ka eğilim de, yürütme gücü­nün bir parçasını yasalardan çekip almaktır.

Tek tek bireyler açısından bakıldığında, iyi bir demokrasi­de olduğu gibi, yasaların genel istemin hemen ardından uy­gulamaya konması, yürürlüğe girmesi için ne o denli küçük

2Jl Yöneticilerin nasıl seçileceklerini yasalarla düzenlemek çok önemlidir; çünkü seçim hükümdarın iradesine bırakılınca Venedik ve Bern cumhuriyetlerinde olduğu gibi, veraset yoluyla geçen aristokrasiye düşme tehlikesinin önüne geçilmez. Zaten bu yüzden değil midir ki, Venedik ne zamandır yok olmuş; Bern Cumhuriyeti ise senatosunun büyük bilgeliğiyle ayakta durmaktadır; bu da çok onur verici, ama çok da tehlikeli bir istisnadır.

120

Page 124: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

bir Devlet ister ne de o denli basit ve doğru bir halk. Yöneti-. cilerin halkı yönetmek için yurdun birtakım yerlerine dağılıp

her birinin kendi bölgesinde egemenlik taslamaması, bağım­sızlığa kalkışıp sonunda birer efendi kesilmemesi için ulusun da o denli kalabalık olmaması gerekir.

Fakat aristokrasi, halk hükümetine kıyasla daha az erdem isterse de, zenginlerde ölçü, yoksullarda ise azla yetinmek gi­bi kendine özgü ba§ka erdemler ister; çünkü aristokraside tam bir e§itliğe yer olmasa gerek; Sparta'da bile tam bir e§it­lik gözlenmemi§tir.

Kısacası, bu hükümet biçimi, ma,ddesel varlıklarda kimi e­şitsizlikler gösterse de, bu, kamu i§lerinin yönetimini, genel olarak, bütün zamanlarını bu işlere en iyi biçimde ayırabile­cek kimselere bırakmak içindir; yoksa, Aristoteles'in dediği gibi, hep varlıklıların üstün tutulması değildir. Aksine, kar§ıt bir seçimle halka bazen §Unu göstermek gerekir: İnsanların değeri konusunda zenginlikten çok daha önemli birtakım yeğleme nedenleri vardır.

121

Page 125: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

j j j j j j j j j j j j j j j j ı

j j j j j j j ı

j j j j

j

j j j

1

j

Page 126: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

llL KİTAP

VI. BÖLÜM

MONARŞİYE DAİR

Şimdiye dek, hükümdara, yasaların gücü ile birleşmiş, tekleşmiş ve Devlet'te yürütme gücünü elinde bulunduran tüzel ve kolektifbir kişi gözüyle baktık. Şimdi ise, bu gücün, yasa gereğince onu tek başına kullanma hakkı olan doğal bir kişinin, gerçek bir insanın elinde toplanmış olduğunu düşü­neceğiz. Bu kişiye monark ya da kral adı verilmektedir.

Kolektif bir varlığın bireyi temsil ettiği bütün öteki yöne­tim biçimlerinin tersine, monarşide birey kolektif bir varlığı temsil eder; öyle ki, burada hükümdara varlık veren manevi birlik, aynı zamanda maddesel bir birliktir; yasanın, ötekinde büyük çabayla bir araya getirdiği yetiler bu birlikte kendili­ğinden bir arada bulunmaktadır.

Böylece, halkın iradesiyle hükümdarın iradesi, Devlet'in kamusal gücüyle hükümetin özel gücü hep aynı etkene bağ­lıdır, makinenin bütün çarkları aynı eldedir ve her şey aynı a­maca yönelmiştir; birbirini yok eden karşıt davranışlardan e­ser yoktur; en az çabayla en geniş sonucun alınabileceği bir başka Devlet düzeni de düşünülemez. Kıyıda rahatça oturup denizdeki koca bir gemiyi zahmetsizce çeken Arkhimedes, bence, çalışma odasından geniş ülkelerini yöneten, kendisi kıpırdamaz gibi görünürken her şeyi devindiren usta bir mo­narka benzer.

123

Page 127: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

Ne var ki, monarşiden daha güçlü hiçbir hükümet olma­dığı gibi, özel iradenin daha baskın çıktığı ve öteki iradeleri daha kol4ylıkla avucunun içine alabildiği bir başka hükümet de yoktur: Her şey aynı amaca doğru yönelmekte olsa da, bu amaç asla halkın mutluluğunu gözetmez; yönetim gücü de sürekli Devlet'in zararına işler.

Krallar mutlak olmak isterler; insanlar onlara: "Bunun en iyi yolu kendini halka sevdirmektir," diye uzaktan boşuna haykırıp dururlar. Bu genel kural hem çok güzel, hem kimi bakırnlardan çok da doğrudur: Bu sözler saraylarda hep ala­ya alınacaktır ne yazık ki. Halkların sevgisinden gelen güç kuşkusuz en büyük güçtür, ama iğreti ve koşulludur; hü­kümdarlar bununla hiçbir zaman yetinmeyeceklerdir. En iyi krallar, canları isterse, kötü olmayı deneyebilirler, bu onların başta kalmalarına engel de olmaz. Bir politika öğütçüsü, on­lara istediği kadar: "Halkın gücü kendi gücünüz demektir; o­nun için en büyük çıkarınız, halkın dört başı mamur, kalaba­lık ve korkulur olmasındadır," desin dursun; onlar bunun doğru olmadığını çok iyi bilirler. Kişisel çıkarları, her şeyden önce, halkın güçsüz, yoksul olmasını, hiçbir zaman kendik­rine direnç göstermemesini gerektirir. Aslına bakarsanız, uy­ruklar hep boynu bükük olduğu sürece, hükümdarın çıkarı halkın güçlü olmasındadır; çünkü bu güç hükümdarın gücü

- olduğu için komşuları ondan çekineceklerdir; ama bu çıkar i­kincil ve bağımlı olduğu, boyun eğme ile güç de birbiriyle uzlaşmadığı için, elbette ki hükümdarlar kendilerine en kısa erirnde yarar sağlayan ilkeyi üstün tutarlar. İşte, Şemuel'in ihranilerin önüne koyduğu, Machiavelli'nin de açıklıkla gös­terdiği buydu. Machiavelli, krallara ders verir gibi görünerek uluslara büyük öğütler vermiştir. Il Principe adlı yapıtı cum­huriyetçilerin kitabıdır.21

21 Machiavelli dürüst bir insan, iyi bir yurttaştı; ama Medicis ailesine bağlı ol­duğu için, ülkesindeki baskı nedeniyle özgürlük aşkım gizlemek zorundaydı.

1 24

Page 128: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

Monarşinin, genel boyutlarıyla, yalnız büyük devletlere uygun düştüğünü gördük; monarşiyi kendi içinde inceleyin­ce de yine aynı şeyi görürüz. Kamu yönetimi kadrosu çoğal­dıkça, hükümdarın uyruklarıyla olan ilişkisi o denli azalır; a­zaldıkça ise eşitliğe yaklaşır, öyle ki demokraside bile bu iliş­ki birdir ya da mutlak eşitliktir. Hükümet küçüldükçe bu i­lişki de artar; hükümet tek kişinin eline geçince de en yüksek noktasına varır. O zaman, hükümdarla halkın arasına büyük bir uzaklık girmiş olur, Devlet bağlantıdan yoksun kalır. Bağ­Iantıyı kurmak için, birtakım ara sınıfların bulunması gerekir; bu sınıfları doldurmak için de hükümdarlara, büyüklere, soy­lutara gereksinim duyulur. Ama bütün bunlar küçük bir Devlet' e uygun düşmez; çünkü her sınıf farklılaşması yıkıma götürür onu.

Büyük bir devletin yönetimi zorsa, tek kişi eliyle yönetil­mesi daha da zordur; kral, başa kendi yerine başkasını geçir­diği zaman sonucun ne olacağını herkes bilir.

Monarşi yönetimini cumhuriyet yönetiminden her za­man aşağıda tutan temel, kaçınılmaz eksiklik şudur: Cumhu­riyet yönetiminde halkoyu, hemen her zaman yalriız aydın ve yetenekli kişileri yüksek görevlere getirir; bunlar görevlerini onurla yaparlar. Oysa monarşilerde yüksek görevlere erişen­ler, çoğu kez, insan müsveddesi birtakım kişiler, düzen bazlar, entrikacılar, aşağılıklardır; saraylarda yüksek konumlara ulaş­mış aşağılık yetenekler, oralara erişir erişmez, budalatıklarını halkın gözü önüne serrnekten öteye gitmezler. Halk, kendi a­damlarını seçmekte hükümdardan daha az yanılır; cumhuri­yet yönetiminin başında bir budalanın bulunması ne denli

Caesar Borgia gibi iğrenç bir adamı kahraman olarak seçmesi gizli niyetini yeterince ortaya koymaktadır; Il Principe (Hükümdar)'teki öğretisiyle Titus­Livius Üzerine Söylev'deki ve Floransa Tarihi'ndeki öğretisi arasındaki zıtlık bu derin politika kurarncısının bugüne dek ne üstünkörü, ne ahlakı bozuk o­kıırlann elinde olduğunu gösterir. Roma sarayı kitabı şiddetle yasaklamıştı: Buna aklım erer; yapıtın açıkça herimiediği de Roma sarayıydı çünkü.

125

Page 129: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

enderse, kralın bakanları arasında gerçek değerde bir kişinin bulunması da bir o denli enderdir. İşte bir alay yönetici müs­veddesi yüzünden neredeyse çökmekte olan monarşide, gü­zel bir rastlantı sonucu, doğuştan yönetici bir kişi yönetimi e­line alırsa, bu adamın bulduğu çözümler ve olanaklar karşı­sında herkes parmağını ısırır, bu durum ülke tarihinde yeni bir devir açar.

Monarşi temelli bir devletin iyi yönetilebilmesi için bu devletin büyüklüğü ya da enginliği, onu yönetenlerin yete­nekleriyle ölçülmelidir. Fethetmek, yönetmekten kolaydır. Uygun bir kaldıraç yardımıyla, dünya tek parmakla yerinden oynatılabilir, ama onu taşıyabilmek için Herkül'ün omuzları gerekir. Devlet biraz büyüyecek olsa, hükümdar ona göre he­men her zaman çok küçük kalır. Tersine, Devlet baştakine göre çok büyük oldu mu -ki buna binde bir rastlanır- yine kötü yönetilir; çünkü baş, hep büyük amaçlar peşinde koŞ­maktan halkın yararını unutur; ölçüsüz yeteneklerini kötüye kullanarak halkı mutsuzluğa sürükler, tıpkı yeteneksizlikleri yüzünden halkı mutsuz edenler gibi. Bir krallık, her saltanat döneminde, hükümdarın yetilerine göre ya genişler ya dara­lır diyebiliriz; oysa bir senatonun yetenekleri daha fazla sabit kaldığı, daha az değiştiği için, Devlet'in sınırlan daha kararlı olur, yönetim de daha kötü işlemez.

Tek kişinin yönettiği hükümetin en ağır basan sakıncası, Devlet gücünün sürekli el değiştirmesidir; oysa ki bu değişim öbür iki yönetim biçiminde kesintisiz bir bağlantı unsurudur. Bir kral ölünce, yerine bir başkası geçmelidir; seçim aralann­daki boşluklar tehlikelidir; fırtınalar kopar. Hele yurttaşlar, bu yönetirnde zaten pek rastlanmayan çıkarsızlık ve dürüst­lükten yoksunsalar, işin içine entrikalar, yolsuzluklar karışır. Devlet kendini birisine satmışsa, o kişinin de, sırası gelince Devlet'i satmaması, güçlülerin kendisinden kopardığı para­lan güçsüzlerden çıkarmaması olacak şey değildir. Böylesi bir

1 26

Page 130: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§ınesi

yönetimde, er ya da geç rü§vet çarkı dönmeye, her §ey paray­l<l alınıp satılmaya ba§lar ve kralların yönetimi altındaki dirlik düzenlik, saltanat bo§luklarındaki karga§adan beter olur.

Bu belaları önlemek için neler yapılmadı ki! Kimi hane­danlarda hükümdarlık babadan oğula geçer hale getirildi; kralların ölümünde her türlü kavgayı önlemek için tahta ge­Çݧ sırası getirildi, yani seçimin sakıncasının yerine naipliğin sakıncası konuldu, görünü§te, yapay bir durgunluk, bilgece bir yönetimden üstün tutuldu; yani iyi kralları seçmek için çeki§mektense, çocukları, ucubeleri, aptalları ba§a geçirme tehlikesi yeğ tutuldu. Bu ikinci seçenek göze alındığında, ta­lihin kendilerine kar§ı döneceği akıllarına gelmedi. Genç Di­onysos'un, yüz kızartıcı bir davranı§ını yüzüne vuran ve "Sa­na ben mi kötü örnek oldum?" diyen babasına, "Sizin baba­nız kral mıydı ki" diye kar§ılık vermesi hayli anlamlı bir dav­ranı§tır.

Ba§kalarını yönetmek, buyruk vermek için yeti§tirilen bir ki§iyi doğruluktan ve akıldan uzak tutmak üzere sanki her §ey el ele vermi§tir. GenÇ hükümdarlara, saltanat etme sanatını öğretmek, söylendiğine göre insana hayli ter döktürürmü§: Bu eğitimden pek yararlanmı§ gibi de görünmezler. Onlara boyun eğme sanatını öğretmekle i§e ba§lansa bence daha iyi olur. Tarihin yücelttiği en büyük krallar hiç de boyun eğdir­mek için yeti§tirilmi§ değillerdi; bu öyle bir sanattır ki, insan ne denli öğrense, ona o denli daha az sahip olur; boyun eğ­dirmekten çok, boyun eğmekle daha iyi elde eder onu. "Nam utilissimus idem ac brevissimus bonarum malarumque re­rum delectus, cogitare quid aut nolueris sub alio principe, a­ut volueris."*

Bu tutarsızlığın bir sonucu da, krallık yönetiminin karar-

* Tacitus, Tarihler (Kitap I, XVI. Bölüm). "Çünkü h,eın en iyi hem de en kı­sa yol, iyiyi kötüden ayırınaktır, senden başkası kral olmuş olsa, kendi kendi­ne neyi isteyip neyi istemediğini sorınaktır."

127

Page 131: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

sızlığıdır; bu yönetim, baştaki hükümdarın ya da onun adına hüküm sürenlerin karakterine göre kimi zaman şöyle, kimi zaman böyle davrandığından, ne uzun süreli, belirli bir ama­cı olabilir, ne de tutarlı bir davranışı; bu değişkenlik de dev­leti hep bir temel yasadan bir başka temel yasaya, bir tasarıdan bir başkasına iter; bu duruma, hükümdarın hiç değişınediği öbür yönetim biçimlerinde rastlanmaz. İşte onun içindir ki, bir sarayda ne denli dalavere, entrika varsa, bir senatoda o denli bilgelik vardır; cumhuriyetler, amaçlarına, daha değiş­mez, daha tutarlı görüşlerle ilerlerler; oysa, bütün bakanlarca, dalıasi bütün krallarca tutulan yol, her şeyde kendilerinden öncekilerin tersini yapmak olduğuna göre, kralın bakanları a­rasında yapılan her değişim, Devlet'in kendisinde de bir de­ğişim meydana getirir.

Bu tutarsızlık, ayrıca, kralcılık yanlısı politika kuramcıla­rında sık sık rastlanan bilgiciliği de açıklar; bu bilgicilik, yal­nız toplum yönetimini aile yönetimine, hükümdan da aile babasına benzetmekle kalmaz -bu yaniışı daha önce çürüt­müştük-, aynı zamanda hükümdara, gereksinimi olan bütün erdemleri cömertçe verir; onu nasıl olması gerekiyorsa öyle düşünür: Bu yüzden de krallık yönetimi bütün öteki yönetim biçimlerine üstün oluverir; çünkü onun yönetimlerin en iyi­si olması için de, genel iradeye daha uygun bir iradeye gerek­sinimi vardır.

Ama Platon'un dediği gibi,22 kral yaradılışı gereği o denli az bulunur bir kişiyse, doğayla talih ona taç giydirmek için kim bilir kaç kez el ele vereceklerdir? Krallara özgü eğitim, bu eğitimi görenleri ister istemez bozuyorsa, başa geçmek a­macıyla yetiştirilen bir sürü kişiden ne umulur? Demek ki, krallık yönetimini, iyi bir kralın yönetimi ile karıştırmakla in­san kendin.i aldatmış olur. Bu yönetimin, özünde ne olduğu­nu anlamak için, onu yetisiz ve kötü hükümdarların elindey-22/n Civili

128

Page 132: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

ken inceleme li; çünkü onlar tahta ya yetisiz ve kötü olarak çı­karlar ya da taht onları bu duruma getirir.

Bu güçlükler bizim yazarların gözünden kaçmamıştır; a.,. ma bundan tasalandıkları da yoktur. Onlara bakılırsa, bunun ilacı kem küm etmeden boyun eğmektir; Tanrı öfkelenirse kötü krallar yollar; onlara Tanrı'nın bir cezası diye katlanmak gerekir. Bu söylem, kuşkusuz pek yükseltici, örnek oluşturu­cu bir söylemdir, ama bir politika kitabından çok, vaaz kürsü­süne daha uygun düşmez mi? Mucizeler gerçekleştireceğini söyleyen, ama bütün ustalığı, hastalara dişlerini sıkıp dayan­malarını salık vermek olan bir hekim için ne düşünürsünüz? Başımızda kötü bir hükümet varsa, ona katlanmak gerektiği­ni biliriz; ama temel sorun iyi bir hükümet bulmaktadır.

1 29

Page 133: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 134: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

III. KİTAP

Vll. BÖLÜM

KARMA HÜKÜMETLERE DAİR

Doğrusunu isterseniz, yalın yönetim diye bir şey yoktur. Tek bir başın, kendi buyruğu altında birtakım görevlileri, bir halk hükümetinin de bir başı olması gerekir. Dolayısıyla, yü­rütme gücünün paylaşılmasında, her zaman, büyük sayıdan küçüğe doğru bir derecelenme vardır; şu farkla ki, kimi za­man büyük sayı küçüğe, kimi zaman da küçük sayı büyüğe bağımlıdır.

İster İngiltere hükümetinde olduğu gibi, art arda gelen ya­pıcı parçalar karşılıklı olarak birbirine bağımlı olsun, ister Le­histan'da olduğu gibi, parçalardan her birinin gücü bağımsız, ama yetersiz, kusurlu olsun, paylaşma eşit olur kimi zaman. Bu son biçim kötüdür, çünkü hükümette birlik olmaz, Dev­let de bağlantılardan yoksun kalır.

Yalın hükümet mi iyidir, karma hükümet mi? Bu soru po­litika yazarlarının hararetli bir biçimde tartıştıkları bir soru­dur; bu soruya da, yukarıda her tür yönetim biçimi ile ilgili verdiğim yanıtın aynını vermek gerekir.

Yalın hükümet, salt yalın olduğu için özünde en iyi hükü­mettir. Ama yürütme gücü yasama gücüne yeterince bağımlı olmazsa, yani hükümdarın egemen varlığa bağlantısı halkın hükümdara olan bağlantısından fazla olursa, bu ölçüsüzlü­ğün çözümü hükümeti bölmektir; çünkü o zaman, bütün bu

131

Page 135: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

parçaların uyruklar üzerindeki etkileri daha az değildir, ama bölünmeleri hepsini birden egemen varlık karşısında daha az güçlü kılar.

Aynı sakınca, hükümetin bütünlüğünü bozmamak için yürütme ve yasama güçlerini dengeye getirmeye ve her biri­nin karşılıklı haklarını korumaya yarayan ara kademe yöneti­cileri işbaşma getirmekle de önlenebilir. O zaman yönetim karma değil, ılımlı olur.

Bunun tersi olan sakınca da benzer yollarla önlenebilir; hükümet çok gevşek ve dağınıksa, onu bütünleştirmek için birtakım kurullar oluşturulabilir; bu yöntem bütün demok­rasilerde uygulanmaktadır. İlk durumda, gücünü azaltmak, i­kinci durumda ise güçlendirmek için yönetim parçalanır. Çünkü gücün de, güçsüzlüğün de en yüksek aşaması yalın hükümetlerde bulunur, oysa ki karma hükümetlerde orta de­recede bir güç vardır.

132

Page 136: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

Ill. KİTAP

VllL BÖLÜM

HER YÖNETİM BiÇİMİNİN HER

ÜLKEYE GİTMEYECEGİNE DAİR

Özgürlük her iklimde yetişen bir meyve değildir, dolayı­sıyla her ulus ona yetişemez. İnsan, Montesquieu'nün koy­duğu bu ilke üstünde ne denli düşünse, doğruluğunu o den­li iyi kavrar; ne denli karşı çıkacak olsa, yeni kanıtlarla doğru­lanmasına o denli fırsat verir.

Dünyanın bütün yönetimlerinde kamusal kişi olan Devlet tüketir, fakat hiçbir şey üretmez. Öyleyse tükettiği nereden gelir? Üyelerinin emeğinden. Kamunun gereksinimlerini, bireylerin gereksinim fazlası karşılar. Buradan şu sonuç çıkar: Toplumsal hal, insanların emeğinin, onların kendi gereksi­nimlerinden fazlasını sağladığı sürece ayakta durabilir.

Ancak bu fazlalık dünyanın bütün ülkelerinde aynı değil­dir. Birçoklarında aşırı ölçüde, kimisinde orta karar, kimisin­de sıfır, kimisinde ise sıfırın bile altındadır. Üretimin tüketi­me oranı, iktimin verimliliğine, toprağın gerektirdiği emek biçimine, ürünlerin çeşidine, halkın gücüne ve kendilerine gerekli besinierin azlığına, çokluğuna, son olarak da, üretim­tüketim oranını meydana getiren bunun gibi sayısız ilişkiye bağlıdır.

Öte yandan, bütün hükümetlerin özü bir değildir; kimisi az, kimisi çok tüketir; aralarındaki farklılıklar başka bir teme-

133

Page 137: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

le de dayanır: Kamu giderleri, kaynakları ne denli aşarsa, yurttaşların yükü de o denli ağırlaşır. Bu yükün ağırlığını öl­çerken, vergilerin tutarından çok, çıktıkları ellere dönmek i­çin geçmek zorunda oldukları yolu ölçmek gerekir. Bu dola­şım hızlı ve düzenli olursa, verginin az ya da çok olması ö­nemli değildir; halk her zaman varlıklı, Devlet'in kasası her zaman dolu demektir. Tersine, halk ne denli az vergi öderse ödesin, bu vergi kendisine geri dönmüyorsa, durmadan ver­gi ödediği için elinde avucunda bir şey kalmaz; Devlet hiçbir zaman zenginleşmez, halk da hep yoksul kalır.

Buradan şu sonuç çıkar: Halkla hükümet arasındaki me­safe ne denli açılırsa, vergiler de o denli ağırlaşır: Bu nedenle halk, demokrasilerde en hafif vergi yükü altındadır; aristok­rasiçle daha ağır, monarşide ise en ağır yükü taşır. Demek ki monarşi yalnız çok varlıklı uluslara, aristokrasi, varlık ve bü­yüklük olarak orta halli devletlere, demokrasi ise küçük ve yoksul devletlere elverişlidir.

Doğrusu insan ne denli çok düşünürse, özgür devletlerle monarşik devletler arasında o denli çok farklılık bulur. Özgür devletlerde her şey ortak yarar yolunda harcanır; monarşiler­de ise, kamu gücü ile bireylerin gücü birbirini karşılıklı ola­rak etkiler; birinin güçsüzlüğü, ötekinin gücünü artırır: Son olarak, zorbalık yönetimi ise, uyrukları mutlu etmek amacıy­la yönetmek yerine, yönetmek amacıyla yoksullaştırır.

Demek oluyor ki, her iklimde birtakım doğal nedenler vardır ki, bunlara dayanarak bu ikiimin gerektirdiği yönetim biçimlerini, dahası, nasıl bir halkı olması gerektiğini bile be­lirlemek olasıdır.

Ürünlerin harcanan emeğe değmediği verimsiz ve çorak topraklar ekinsiz ve boş bırakılmalı ya da vahşilerle doldurul­malıdır: İnsan emeğinin ancak zorunlu şeyleri karşılayabildi­ği yerlerde ise yalnız barbar uluslar oturmalıdır. Çünkü bu gibi yerlerde herhangi bir politie (toplum düzeni) kurula-

134

Page 138: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

maz. Emeğe göre ürün fazlası orta ölçekte olan yerler özgür uluslara elveri§lidir; az emeğe kaqılık çok ürün veren bol ve verimli toprakları olan yerler ise, yurtta§ların gereksinim faz­lası hükümdarın lüksüne harcanmak üzere, monar§iyle yö­netilmek ister; çünkü bu fazlalığı ki§ilere dağıtıp bo§a harca­mak yerine hükümete vermek daha uygundur. Birtakım ku­raldı§ı durumlar olduğunu elbette biliyorum; ama er ya da geç, her §eyi doğal düzenine geri döndüren devrimleri doğu­rarak kuralı doğrulayan da bu kuraldı§ı durumlardır zaten.

Genel yasaları, bu yasaların etkisini deği§tirebilen özel ne­denlerden ayıralım. Bütün güneyi cumhuriyetler, kuzeyi de zorba devletler kaplamı§ olsa bile, §Urası su götürmez bir ger­çek ki, ikiimin etkisiyle, zorbalık yönetimi sıcak ülkelere, bar­barlık soğuk ülkelere, iyi bir toplum düzeni de ılımlı bölgele­re elveri§lidir. Şunu da görüyorum: ilkeyi bir kez kabul etsek de, uygulanması tartı§ılabilir: Denebilir ki, çok verimli soğuk ülkeler bulunduğu gibi, çok verimsiz sıcak ülkeler de vardır. Ne var ki önümüze çıkan bu zorluk, sorunu bütün yönleriy­le incelemeyenler içindir. Daha önce de söylediğim gibi, e­mek, güç, tüketim vb. etkenleri de hesaba katmak gerekir.

Varsayalım ki, aynı geni§likteki iki topraktan biri be§, öbü­rü on ürün versin. İlkinde oturanlar dört, ikincisinde oturan­lar da dokuz oranında tüketirlerse, ilkinin üretim fazlası be§­te bir, ikincininki de onda bir olur. Bu iki fazlalık arasındaki oranla ürünler arasındaki oran birbirinin tersi olduğu için bu, be§ veren toprağın on verenin iki kat fazlasını verdiği anlamı­na gelir. Ama burada sorun iki kat ürün değildir; genelde kimsenin, verimlilik bakımından, soğuk ülkelerle sıcak ülke­leri aynı kefeye koymaya kalkı§acağını da sanmam. Gene de böyle bir e§itliğin olduğunu varsayalım; dahası, isterseniz, İn­giltere ile Sicilya'yı, Lehistan ile Mısır' ı aynı teraziye koyalım: Daha güneyde Mrika ile Hindistan bulunsun, daha kuzeyde ise hiçbir §ey. Ürünlerdeki bu e§itliğin yanında, tarım bakı-

135

Page 139: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Roussealı

ınından var olan büyük farklılıklara bir bakın! Sicilya' da top­rağı şöylece bir eşeleyivermek yeterken, İngiltere'de onu sür­mek için ne emekler gerektiğini görün! Öyleyse, aynı ürünü vermek için, daha çok insan emeği isteyen yerde, ürün fazla­sı ister istemez daha az olacaktır.

Bundan başka, aynı sayıda insanın, sıcakülkelerde öteki­lere göre çok daha az besin tükettiğini göz önüne alalım. Sı­cak yerlerde iklim, az yiyip içmeyi sağlık adına gerekli kılar. Buralarda, kendi ülkelerindeymiş gibi yaşamak isteyen Avru­palılar, dizanteri ve sindirim sorunlarından telef olup gider­ler. Chardin der ki: "Biz Avrupalılar, Asyalılara kıyasla yırtıcı hayvanlara, kurdara benzeriz. Kimileri, İranlıların aza kanar olmalarını topraklarının az işlenir oluşuna verirler; oysa İ­ran'ın, yiyecek içecek bakımından fazla bolluk içinde olmayı­şının nedeni, bence, tam tersine, halkın gereksiniminin az ol­masıdır. Az besin tüketmeleri ülkedeki kıtlığın bir sonucu ol­saydı, yalnız yoksulların az yemeleri gerekirdi; oysa, orada, genel olarak herkes az yiyip içer; gene öyle olsaydı, her ilde, o ilin toprakların verimliliğine göre, az ya da çok yemeleri ge­rekirdi. Oysa İran'ın her yerinde hep aynı aza kanarlık vardır. İranlılar yaşama biçimleriyle fazlasıyla övünürler, kendi yaşa­yışlarının Hıristiyanlarınkinden ne denli üstün olduğunu an­lamak için de tenlerinin rengine bakmanın yeteceğini söyler­ler. Gerçekten, İranlıların tenleri pürüzsüz, cilderi güzel, in­ce ve parlaktır; oysa İranlıların uyruğu olan ve Avrupalılar gi­bi yaşayan Ermenilerin derileri sert, yüzleri lekeli, sivilceli, gövdeleri iri ve hantaldır."

Ekvator' a yaklaştıkça, insanların daha azla yetindikleri gö­rülür. Ekvator insanları hemen hemen hiç et yemezler. Pi­rinç, mısır, kuskus, dan ve manyok unundan yapılan çörek­ler onların günlük besinleridir. Hindistan'da milyonlarca in­san vardır ki, günlük nafakaları meteliği bulmaz. Avrupa'da bile, kuzeydeki uluslarla güneydekiler arasında yeme içme is-

136

Page 140: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

teği bakımından büyük farklılıklar göze çarpar. Bir İspanyol, bir Alman'ın akşam yemeğiyle sekiz gün karnını doyurur. İn­sanları oburcasına yiyen ülkelerde, yeme içmedeki bu a§ırılık ve lüks aynı zamanda her türlü tüketime de yönelir: Bu, ken­dini İngiltere'de et yemekleri ile dolu sofralarda gösterir; İtal­ya' da ise insanı §ekere ve lezzete boğarlar.

Giysilerdeki lükste de benzer farklılıklar bulunur. Mevsim deği§imleri hızlı ve zorlu olan iklimlerde giysiler daha iyi, da­ha sadedir; giysinin süs yerine geçtiği iklimlerde ise yarardan çok gösteri§ aranır. Giysi, oralarda bir lüks aracıdır. Napoli'de, Pausilippeum' da her gün birtakım kimseleri gezinirken gö­rürsünüz; bunların ayağında çorap yokken, sırtlarında altın yaldızlı ceketler vardır. Yapılar için de durum aynıdır: Hava­nın etkisinden korkulmayan yerlerde yalnız gösteri§e önem verilir. Paris'te, Londra'da evlerin sıcak ve rahat olmasına ba­kılır. Madrid' de, görkemli salonlar vardır, ancak kapanır cins­ten pencereler yoktur; herkes sıçan deliği gibi yerlerde yatar.

Besinler sıcak ülkelerde daha özlü ve lezzetlidir; bu da ü­çüncü bir ayrılıktır ki, ikinciyi etkilemekten geri kalmaz. İtal­ya'da niçin çok sebze yenir? Sebzeler oralarda iyi, besleyici ve çok lezzetlidir de ondan. Fransa' da ise yalnız suyla yeti§tiril­dikleri için besleyici değildirler; bu yüzden sofralarda sebze­nin fazla yeri yoktur; öte yandan toprakta daha az yer tutma­dıklarından ba§ka, yeti§tirilmek için de bir o kadar çaba ge­rektirirler. Deneyle görülmü§tür ki, Kuzey Amerika'nın buğ­dayı, Fransa'nınkinden daha a§ağı nitelikte olmasına kar§ın, daha fazla un verir. Fransa'nın buğdayı ise Kuzey ülkelerin­kinden daha çok un verir. Buradan çıkan sonuca bakarak di­yebiliriz ki, genel olarak, Ekvator'dan kutba doğru benzer bir derecelenme gözlenir. Öyleyse, e§it miktardaki ürünlerden daha az besin elde etmek apaçık bir zarar değil de nedir?

Bütün bu farklı görü§lere, bunların sonucu olan ve bunla­rı destekleyen bir ba§kasını ekleyebilirim; buna göre, sıcak

\ 137

Page 141: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

ülkeler suğuk ülkelerden daha az nüfusa gereksinim duyar, daha çok insanı da besleyebilir; böylelikle, nüfus iki kat fazla olur ki bu da zorba yönetimlerin ekmeğine yağ sürer. Aynı sayıda halkın oturduğu yer ne denli geniş olursa, orada ayak­lanmalar da o denli zorlaşır. Çünkü halk hızlı ve gizlice ör­gütlenip bir çözüm yolu bulmaya çalışamaz; hükümet için, a­yaklanma hazırlıklarını haber alıp önlemek, haberleşmeleri kesrnek de bu durumda çoğu zaman işten bile değildir. Ama kalabalık bir ulusun bireyleri birbirlerine ne de�Ii yaktn du­rursa, hükümet egemen varlığın hakkını o denlı �iğneye­bilir; hükümdar, kendi kurullarında ne denli güven içinde kararlar alırsa, ayaklanmalarda başı çekenler de kendi hücre­lerinde o denli güvenle tartışıp karar alırlar; hükümdarın bir­likleri karargahlarında ne denli çabuk toplanırlarsa, halk da meydanlarda o denli çabuk toplanır. Demek ki zorba bir yö­netimi üstün kılan, uzaktan etkili olmaktır. Hükümetin gü­cü, kendi kendine sağladığı dayanak noktaları yardımıyla, tıp­kı kaldıracın gücü gibi uzaktan daha da artar.23 Halkın gücü i­se, tam tersine, ancak bir noktada toplandığında, örgütlendi­ğinde etkili olabilir: Tıpkı yere dağınık olarak serpiştirilmiş barutun etkisi gibi, ulusun gücü de yayıldıkça uçup gider, yok olur; tane tane ateş alır. Nüfusu az olan ülkeler de yine zor­balık yönetimine en elverişli ülkelerdir; yırtıcı hayvanlar an­cak çöllerde hüküm sürerler.

23 Bu, yukarıda (ll. Kitap, IX Bölüm) büyük devletlerin olumsuzlukları ko­nusunda söylediklerirole ters düşmez; çünkü o bölümün konusu, hüküme­tin, üyeleri üzerindeki etkisiydi, burada ise uyrukları üzerindeki gücüdür. Dağınık durumdaki üyeleri, hükümetin halk üzerinde uzaktan etki edebil­mesi için ona dayanak noktası görevi yaparlar, ne var ki hükümetin doğrudan kendi üyeleri üzerinde etki edebilmesi için hiçbir dayanak noktası yoktur. Sonuçta, ilk durumda, kaldıracın uzunluğu zayıf noktasını oluştururken, i­kincisinde, zayıf noktayı oluşturan güçtür.

1 38

Page 142: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

m. KiTAP

IX. BÖLÜM

İYİ YÖNETiMiN BELİRTİLERİNE DAİR

Mutlak olarak en iyi yönetim hangisidir diye sorulduğun­da, ortaya belirsiz olduğu kadar çözümlenmesi de olanaksız bir sorun atılmış olur; şöyle de diyebiliriz: Halkların mutlak ya da göreli konumlarında ne denli olası bileşimler varsa, bu sorunun da bir o denli doğru çözümleri vardır.

Fakat bunun yerine, belirli bir ulusun iyi ya da kötü yöne­tildiğinin belirtileri nelerdir diye sorulsaydı, o zaman ݧ deği­şirdi, sorun olaylara dayandınldı mı çözümlenebilirdi.

Ne var ki bir türlü çözümlenemiyor; çünkü herkes onu kendine göre çözümlernek istiyor. Uyruklar kamusal dirliği öne çıkarıp övmekteler, yurttaşlar ise bireysel özgürlüğü; ki­misi malların, kimisi kişilerin güvenliğini üstün tutmakta. Kimine göre, en iyi yönetim en sert, kimine göre de en yu­muşak olanı . . . Kimisi suçların cezalandırılmasını, kimisi de işlenıneden önlenmesini istemekte. Kimisi komşu devletlere korku salmanın iyi olduğunu ileri sürer, kimisi de onları yok sayınayı yeğler. Kimisi paranın el değiştirmesine sevinir, ki­misi de halkın yiyecek ekmeği olmasında direnir. Bu ve buna benzer noktalar üzerinde uyum sağlansa bile, sorunun çözü­münde ilerleme sağlanmış olunur mu? Ahlaksal nitelikler ke­sin bir ölçüye vurulamadığı için, belirtiler bakımından uzla-

139

Page 143: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

şılsa bile, değer biçme konusunda nasıl uzlaşılır? Ben kendi hesabıma, insanların bu kadar basit bir belirti­

yi görmezlikten gelmelerine, onu kabullenmeyecek denli kö­tü niyet göstermelerine şaşarım. Politik bir ortaklık kurma­nın amacı nedir? Üyelerinin korunmuş, gelişip bolluğa, mut­luluğa kavuşmuş olmaları . . . Korunduklarının ve bolluk için­de olduklarının en açık belirtisi nedir? Sayıları ve nüfusları . . . Öyleyse, üzerinde bu denli tartışılmış olan bu belirtiyi uzak­larda aramayın. Her şey eşit olmak koşuluyla, dışarıdan kat­kılar, yurttaşlığa alınmalar ve kolaniler olmadan, yönetimi al­tında yurttaş sayısının arttığı, giderek çoğaldığı hükümet kuş­kusuz en iyi hükümettir. Yönetimi altında halkın nüfusunun azalıp yok olmaya yüz tuttuğu hükümet ise en kötü hükü­mettir. Hesap uzmanları! Şimdi iş size düşüyor; sayın, ölçüp biçin, kıyaslayın!24

24 İnsan soyunun mutluluğu açısından üstün tutulması gereken yüzyılları bu ilkeye göre düşünmeli. Edebiyat ve güzel sanatların gelişme gösterdikleri yüzyıllara fazlaca hayranlık duyulmuş, bunun kötü sonuçları hesaba katılma­mıştır: "Idque apud imperitos humanitas vocabatur, quum pars servitutis es­set." (Deliler, kölelerin başlıca bölümüne insanlık derler: Tacitus, Agricola). Kitaplardaki özdeyişlerde yazarları konuşturan aşağılık çıkarları hiç görmeye­cek miyiz dersiniz? Hayır, yazarlar ne derlerse desinler, bütün parlaklığına, ününe karşın bir ülke halkının nüfusu azalırsa, orada her şeyin yolunda git­tiğini söylemek pek yerinde olmaz. Bir ozanın yüz bin liralık geliri olması, yaşadığı çağın en iyi çağ sayılmasını gerektirmez. Başkanların görünürdeki iç dirliğinden, kaygısızlığından çok, bütün ulusların, özellikle kalabalık devlet­lerin rahatlığına bakmak gerekir. Dolu, birkaç kantonu kasıp kavurur, ama binde bir kıtlığa yol açar. Ayaklanmalar, iç savaşlar baştakileri fazlasıyla ürkü­tür, ama uluslar için asıl yıkım bu değildir. Bunların arasına zaman girebilir, ama beri yanda, onları sen mi ezeceksin ben mi diye bir yarıştır sürüp gider. Ulusların gerçek mutlulukları da, mutsuzluklan da, içinde bulundukları de­ğişmez koşullardan gelir; her şey boyunduruk altında ezilip kaldıkça yok o­lup gitmiş demektir: O zaman baştakiler onları canlarının istediği gibi orta­dan kaldırırlar, "ubi solitudinem Eıciunt pacem appellant." (Issızlık yarattık-

140

Page 144: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

ları yerde barış var diyorlar, Tacitus, Agricola). Büyüklerin kışkırtmalarıyla Fı:ansa Krallığı'nın sarsılması ve Paris piskopos yardımcısının parlamentoya cebinde hançer le gelmesi, Fransız ulusunun onur ve özgürlük içinde mutlu yaşayıp çoğalmasına engel olmamıştı. Kan gövdeyi götürmekle birlikte, ülke yine de insanla doluydu. Machiavelli şöyle der: "Asıp kesmeler, sürgünler, iç savaşlar içinde bile cumhuriyetimiz daha da güçlenmişti. Yurttaşların eylemi, töreleri ve bağımsızlığı, bütün o zayıftatıcı geçimsizliklere karşın devleti da­ha da güçlendiriyordu. Biraz karışıklık ruha etkinlik verir. İnsanoğlunu ger­çekten mutlu kılan, dirlikten çok özgürlüktür." ·

141

Page 145: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

j j

j j j j

j j

j j j j

j j j j j j j j j

j j j j j j j j j

j j j j

j j

j j j

J

j

Page 146: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

T()plum Sözle§mesi

m. KiTAP

X. BÖLÜM

HÜKÜMETiN KÖTÜYE KULLANILMASI

VE BOZOLMAYA YÜZ TUTMASI

Özel irade durmaksızın genel iradeyi etkilediğinden, hü­kümet de egemenliği etkilemekte sürekli çabalar. Bu çaba ne denli artarsa, ana yapı da o denli deği§ime uğrar; burada hü­kümdarın iradesine direnip bir denge kurabilecek bir bütün iradesi bulunmadığı için, hükümdar egemen varlığa eninde sonunda baskı yapacak ve toplum sözle§mesini bozacaktır. ݧ­te bu öylesine kaçınılmaz ve içkin bir kusurdur ki, tıpkı ya§­lılık ve ölümün insan bedenini yok etmesi gibi, politik bütü­nü, daha doğu§undan ba§layarak durmaksızın ortadan kaldır­maya çalı§ır.

Bir hükümetin bozulması için, genel olarak iki yol vardır: biri hükümetin daralması, öteki de devletin dağılması.

Bir hükümetin daralması, küçülmesi, büyük sayıdan kü­çüğe, yani demokrasiden aristokrasiye, aristokrasiden krallığa geçmesiyle olur. Hükümetin doğal eğilimi budur.25 Hükü-

25Venedik Cumhuriyeti'nin lagünler üzerinde ağır ağır doğuşu ve gelişme­

si bu geçişe iyi bir örnektir. Venediklilerin bin iki yüz yıldan bu yana hala i­

kinci aşamada gibi görünmeleri şaşırtıcı bir olgudur; bu aşama 1198'de Ser­

rar di Consiglio ile başlar. Venediklilerin bundan ötürü kınandığı eski du­

kalara gelince, Squittinio della liberta veneta adlı yapıtta haklarında ne den-

143

Page 147: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

li ol�mlu şeyler söylenirse söylensin, bunların hiçbir zaman Venediklilerin hükümdarları olmadıkları kanıtlanmıştır.

Bu düşüneerne karşılık, Roma Cumhuriyeti'ni örnek verecek, bu cum­huriyetin, tam tersine, monarşiden aristokrasiye, aristokrasiden de demok­rasiye geçtiğini öne sürecek kişiler olacaktır. Ancak ben hiç de böyle düşün­müyorum.

Romulus'un kurduğu ilk hükümet karma bir hükümetti ve bir çırpıda bozulup zorbalığa dönüşüvermişti. Devlet, özel birtakım nedenlerden dola­yı zamansız ortadan kalkar; tıpkı yetişkin insan diyebileceğimiz bir çağa gel­meden önce ölüp giden bir bebek gibi . . . Cumhuriyetin asıl doğuş dönemi, Tarquiniusların kovulmasıyla başlar. Ama başlangıçtan değişmez bir biçim almış değildir, çünkü soylular ortadan kaldırılmadığı için, işin ancak yarısı yapılmıştı. Bu yolla, yasal yönetim biçimlerinin en kötüsü olan soydan geç­me aristokrasi, demokrasi ile anlaşmazlık halinde olduğundan, her zaman kararsız ve değişken olan yönetim biçimi, Machiavelli'nin de kanıdadığı gi­bi ancak tribunusların kurulmasıyla değişmezliğe kavuştu; işte ancak o za­man gerçek bir hükümet ve gerçek bir demokrasi kurulmuş oldu. Gerçekte halk, o zaman, yalnızca egemen değil, hem yönetici hem de yargıç konu­mundaydı; senato, hükümeti, davranışında ölçülü ve toplu tutmaya çalışan bağımlı bir kuruldu yalnızca; konsüller bile birer soylu kişi ve en yüksek devlet görevlisi, ayrıca savaşta da tam yetkili birer komutan olmalarına kar- · şın, Roma'da yalnızca halkın başkanıydılar.

O zamandan sonra hükümetin de doğal eğilimine uyduğu, iyiden iyiye aristokrasiye yöneldiği görüldü, Patricia kendini neredeyse ortadan kaldır­mış olduğundan, aristokrasİ de varlığını; artık Venedik ve Cenova'da oldu­ğu gibi, Patricia'larda değil, pleblerle Patricia'lardan oluşan senatoda, hatta, ellerine etkin bir güç geçirmeye başlamaları ardından Tribunuslarla sürdü­rüyordu: Çünkü sözcükler olayları değiştiremez; bir ulusun başında onu u­lus adına yöneten başlar varsa, bunların adı ne olursa olsun, hükümet bir a­ristokrasi yönetimidir.

Aristokrasinin kötüye kullanılmasından iç savaşlar ve Triumvira doğdu. Sulla, Caesar, Augustus gerçek birer monark oldular; sonunda da, Tiberi­us'un zorba yönetimi altında devlet dağıldı. Demek Roma tarihi benim il­kemi yalanlamıyor, aksine doğruluyor onu.

1 44

Page 148: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

met, küçük sayıdan büyüğe doğru gerisin geriye giderse gev­§emekte olduğunu söyleyebiliriz: Fakat bu tersine ilerleyi§ o­lanaksızdır.

Gerçekte hükümet, biçimini koruyacak gücü tükenip de onu yitirecek duruma dü§medikçe biçimini deği§tirmez. Ge­ni§leyerek daha da gev§eyecek olursa, o zaman gücü sıfıra i­ner, ya§ama olanağı daha da azalır. Onun için gev§edikçe zembereğini kurmak, sıkı§tırmak gerekir; yoksa zembereğin ayakta tuttuğu devlet yıkılıp gider.

Devletin parçalanması iki türlü olabilir: Parçalanma, ilkin, hükümdana devleti yasalara göre yö­

netmemeye ba§laması ve egemen gücü zorla ele geçirmesi, gasp etmesiyle olur. O zaman önemli bir deği§im meydana gelir; demek istediğim, bu kez hükümet değil, Devlet'in ken­disi daralıp küçülür; yani, büyük devlet dağılıp gider ve onun içinde, yalnızca hükümet üyelerinin kurduğu bir ba§ka dev­let ortaya çıkar; bu da, halkın geri kalanı için artık bir efendi­den, bir zorbadan ba§ka bir §ey değildir. Öyle ki, hükümet e­gemenliği zorla ele geçirir geçirmez toplum sözle§mesi bozu­lur; hukuk açısından doğal özgürlüklerine yeniden kavu§an sıradan yurtta§lar boyun eğmeye zorlanırlarsa da, boyun eğ­mek zorunda değildirler.

Hükümet üyeleri hep birlikte, bir bütün olarak kullanmak zorunda oldukları devlet gücünü ayrı ayrı ellerine geçirdikle­ri zaman da aynı durum ortaya çıkar; bu da yasaya enikonu kar§ı çıkmaktır ve büyük karı§ıklıklara yol açar. O zaman, ne kadar yönetici varsa o kadar hükümdar var demektir; parça­lanmı§lıkta hükümetten a§ağı kalmayan devlet de ya yok olup gider ya da biçim deği§tirir.

Devlet dağıldığı zaman, biçimi ne olursa olsun hüküme­tin kötüye kullanılmasına, genel olarak anarşi denir. Bir ay­rım yaparsak görürüz ki, demokrasi bozulunca oklokrasi, a­ristokrasi de oligarşi olur. Buna, krallığın yozla§arak tiranlığa

145

Page 149: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

dönüştüğünü de ekleyeyim; ama tiranlık ikircil anlamlı bir sözcüktür ve açıklanmak ister.

Tiran, halk dilinde, adaleti ve yasaları hiçe sayarak zorba­ca yöneten krala denir. Açık ve kesin anlamındaysa, tiran, krallık yetkesini haksız olarak eline geçiren kişidir. Yunanlılar bu sözcüğü bu son anlamda alırlardı; iyi, kötü ayrımı yapma­dan, güçleri meşru olmayan hükümdarlara tiran derlerdi.26 Demek oluyor ki, tiran ve usurpateur (yönetimi gasp eden) tam tarnma aynı anlama gelen iki sözcüktür.

Farklı şeyleri farklı biçimde adlandırmak gerekirse, krallık gücünü zorla ele geçirene tiran, egemen gücü, zorbaca gasp edene de despot diyeceğim. Tiran, yasalara göre yönetme hakkını, yasalara aykırı olarak kendine mal eden kişidir; des­pot ise, kendini yasaların üstüne koyan kişidir. Demek ki, ti­ran despot olmayabilir, fakat despot her zaman tirandır.

26 "Omnes enim et habentur et dicuntur tyranni, qui potestate utuntur per­

petua in ea civitate quae libertate usa est." (Tiran adı verilen ve tiran sayılan­ların hepsi, özgürlüğü tatmış olan bir devlette devlet gücünü sürekli ellerin­de tutanlardır. Comelius Nepos, Miltiades'in Yaşamı, VIII. Bölüm) Şurası gerçek ki, Aristoteles tiranı kralla bir tutmazdr (Mor. de,Nikomakhos'a Etik, VIII. Kitap X Bölüm). Ona göre birincisi salt kendi çıkarı için, ikinciyse yal­nız uyruklarının yararı için yönetir; ama özellikle Ksenophon'un Hieron'un­da görüldüğü gibi, bütün Yunan yazarları, genel olarak tiran sözcüğünü baş­ka anlamda kullanmışlardır; dolayısıyla, eğer Aristoteles'in yaptığı ayrım ka­bul edilecek olursa, denebilir ki, dünya kuruldu kurulalı, henüz tek bir kral bile var olmuş değildir.

1 46

Page 150: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

IIT. KİTAP XL BÖLÜM

POLİTİK BÜTÜNÜN YOK OLUŞU

En iyi biçimde kurulmuş hükümetlerin doğal ve kaçınıl­maz sonu budur. Sparta ve Roma bile yok olduktan sonra, hangi devlet sonsuza dek sürüp gitmeyi umut edebilir? Uzun ömürlü bir yönetim biçimi kurmak istiyorsak, onu sonsuz kılınayı hiç aklımıza getirmeyelim. Başarı elde etmek için, ne olmayacak işlere kalkışalım, ne de insan elinden çıkma işlere insan yapısının yatkın olmadığı dayanıkldığı vermek kurun­tusuna kapılalım.

Politik bütün, tıpkı insan bedeni gibi, daha doğar doğmaz ölmeye başlar ve göçüşünün nedenlerini içinde taşır. Ama i­kisi de az ya da çok dirençli, sağlam, varlıklarını az ya da çok uzun bir zaman sürdürmeye yetecek bir yapıya sahip olabilir­ler. İnsanın yapısı doğanın eseridir; Devlet'inki ise insanın . . . Ömürlerini uzatmak insanların elinde değildir, ama devlette en iyi yapılanınayı sağlayarak ömrünü olabildiğince uzatmak ellerindedir. En iyi yapılanmış olan bile yok olup gidecektir elbet, ama öbüründen çok sonra; yeter ki beklenmedik bir kaza vaktinden önce yok olmasına yol açmamış olsun.

Politik yaşamın ilkesi egemen güçtedir. Yasama gücü dev­letin yüreği, yürütme gücü ise beynidir; beyin bütün öteki parçalara canlılık sağlar. Beyin felce uğrasa bile, insan yaşaya­bilir. İnsan düşünme yetisini yitirir, muhakeme yeteneğini

147

Page 151: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

yitirir, ama yine de yaşar. Ancak yürek görevini yapmaz olun­ca, canlı varlık da ölür.

Devlet yasalarla değil, yasama gücüyle yaşar. Dünün yasa­sı bugünü bağlamaz; ancak onların sessizce özümsenmesine de engel değildir; bu konuda sessiz kalmak boyun eğmek an­lamına gelir; egemen varlık da, ortadan kaldırmak elindeyken kaldırmadığı yasaları durmaksızın teyid ediyor, doğruluyor sayılır; bir kez için "istiyorum" denilen şey, sonradan "iste­miyorum" denmedikçe hep isteniyor demektir.

Öyleyse, eski yasalara niçin bunca saygı gösterilir? Eski ol­dukları için. Bu yasaları uzun zaman sürdürebitir kılan şeyin eski iradelerin yetkinliği olduğuna inanmamız gerekiyor; çünkü egemen varlık bunları her zaman yararlı saymamış ol­saydı, çoktan ortadan kaldırırdı. İşte bu yüzden, her sağlam temelli devlette yasalar, güçlerini yitirecek yerde, durmaksı­zın yeni bir güç kazanırlar; eskinin hep en iyi olduğu yolun­daki önyargı, bu yasaları her gün biraz daha yüceltir, saygın­laştırır: Oysa yasalar eskidikçe güçlerini yitirirler; bu da artık yasama gücünün yok olduğunu, Devlet'in de yaşamaclığını gösterir.

148

Page 152: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

III. KİTAP

XII. BÖLÜM

EGEMEN GÜCÜN

NASIL AYAKTA DURACAGINA DAİR

Egemen varlığın elinde yasama gücünden ba§ka bir yetki olmadığı için ancak yasalarla ݧ görür; yasalarsa, genel irade­nin gerçek i§lemleri olduklarından, egemen varlık ancak halk bir araya geldiği zaman ݧ görebilir. Halkın toplanıp bir araya gelmesi, bütünle§mesi dü§ olmaktan öteye gitmez, denebilir. Bugün için bir dü§ olduğu doğrudur, ama iki bin yıl önce dü§ değildi. İnsanların özü mü deği§ti yoksa?

Manevi konularda olağanın sınırları sandığımız kadar dar değildir; onu darla§tıran, güçsüzlüklerimiz, ahlaksızlıkları­mız, körinançlarımızdır. Alçak ruhlu insanlar büyük adamla­ra inanmazlar: Aşağılık köleler özgürlük sözcüğü kar§ısında alaycı bir ifadeyle gülümserler.

Neler yapılmı§ olduğuna bakıp neler yapılabileceğini dü­§ünelim. Eski Yunan cumhuriyetlerinden söz edecek deği­lim; ama bana kalırsa, Roma· Cumhuriyeti büyük bir devlet, Roma kenti de büyük bir kentti. Son nüfus sayımı, Roma' da eli silah tutan dört yüz bin yurtta§ olduğunu, imparatorluğun son nüfus sayımı da, uyruklar, yabancılar, kadınlar, çocuklar ve köleler sayılmazsa, dört milyonu a§kın yurtta§ bulunduğu­nu göstermi§ti.

İnsan, bu ba§kent ve dalaylarının kalabalık halkını sık sık

1 49

Page 153: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

bir araya getirmenin ne denli güç olduğunu düşünebilir! Oy­sa Roma halkının toplanmadığı, hem de birkaç kez toplan­madığı haftalar pek azdı. Halk bu toplantılarda yalnız ege­menlik haklarını kullanınakla kalmaz, yönetim haklarının bir bölümünü de kullanırdı. Birtakım işleri görüşür, bazı davala­ra bakardı; bu halk, toplantı alanında, çoğu kez bir yurtta§, bir o denli de yönetici gibi davranırdı.

Ulusların ilk dönemlerine bakılacak olursa görülür ki, es­ki hükümetlerin çoğunda, hatta Makedonyalılar ve Frankla­rınki gibi monarşik hükümetlerde, buna benzer meclisler vardı. Ne olursa olsun, bu tartışmasız durum bile bütün güç­lüklere verilmiş bir karşılıktır; varolandan, varolabilecek ola­nı çıkarmak uygun gibi görünür bana.

1 50

Page 154: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

m. KiTAP

Xlli. BÖLÜM

DEVAM

Bir araya gelen halkın bir yasalar bütününe yaptırım gücü vererek, bir defada Devlet'in anayasasını belirlemesi yeterli olmaz; kesintisiz bir yönetim kurması ya da bir kez olmak ü­zere yöneticilerin seçimini gerçekle§tirmesi de yetmez; bek­lenmedik olayların gerektirebileceği olağanüstü toplantılar­dan ba§ka, tarihi belirli ve süreli toplantılar da olmalı, bunlar ne kaldırılabilmeli ne de ertelenebilmeli; öyle ki, halk, belirli günlerde, resmi çağrıya gerek kalmadan yasa gereği toplansın.

Ama yalnız toplanma tarihleri bakımından hukuka uygun olan bu toplantılar dı§ında, bu i§le görevli, seçilmi§ yönetici­lerin çağrısıyla, yasaca gösterilen yollardan toplanmamı§ halk meclisleri yolsuz, yasadı§ı sayılınalı ve orada yapılan i§lere ge- · çersiz gözüyle bakılmalı; çünkü toplanma buyruğu bile yasa­dan gelmelidir.

Yasal toplantıların sıklık derecesine gelince, kesin kurallar konamayacak kadar sayısız nedenlere bağlıdır. Yalnız genelde denebilir ki, hükümet ne denli güçlü olursa egemen varlık da kendini bir o denli sıkça göstermelidir.

Bana denebilir ki: Bütün bunlar tek bir kent için doğru o­labilir, ama ya devletin birden fazla kenti varsa, o zaman ne yapmalı? Egemen gücü bölmeli, dağıtmalı mı? Yoksa onu bir kentte toplayıp ötekileri onun buyruğu altına mı sokmalı?

1 5 1

Page 155: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

Ben de karşılık olarak derim ki: İkisini de yapmamalı; bir kere egemen güç yalın ve tektir, yok etmeden bölünüp parça­lanamaz. Sonra aynı bir ulus gibi, bir kent de, yasal olarak başka bir kentin uyruğu altına alınamaz, çünkü politik bütü­nün özü, boyun eğme ile özgürlüğün uzlaşmasını gerektirir; uyruk ve egemen varlık sözcükleri arasında özdeş bağiılaşma vardır; bu bağiılaşma kavramı ise yurttaş sözcüğünde birleşir.

Şunu da söyleyebilirim: Birçok kenti tek bir sitede topla­mak kötülükten başka bir şey değildir; böyle bir birleşme ger­çekleştirmek istendiğinde bunun dağuracağı sakıncaları ön­leyebiliriz diye övünmeyelim. Yalnızca küçük devletler iste­yenlerin karşısına, büyük devletlerin olumsuzluklarını, aşırı­lıklarını koymayalım. Pekala, büyüklere karşı koyabilmeleri için küçük devletlere gerekli gücü nasıl sağlamalı? Büyük Hükümdar'a direnen eski Yunan siteleri ve yakın zamanlarda Avusturya kral soyuna karşı koyan Hollanda ve İsviçre gibi . . .

Her şeye karşın, Devlet doğru sınırlarına indirgenmezse, bir çare daha kalır; Devlet'i bir başkentin ağırlığından kurtar­mak, hükümete, her kentte sırayla, nöbetieşe yer vermek ve halk meclislerini sırayla buralarda yapmaktır.

Ülke topraklarına eşit sayıda insan yerleştirin, her yere ay­nı hakları verin, bolluk ve yaşam götürün; böylece Devlet hem olabildiğince güçlü olur, hem de daha iyi yönetilir. U­nutmayın ki, kentlerin surları köy evlerinin yıkıntılarıyla ya­pılır. Başkentte yükselen her sarayı gördükçe, gözümün önü­ne bütün bir ülkenin yıkıntıya çevrilmiş olduğu gelir.

1 52

Page 156: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

III. KİTAP

XN. BÖLÜM

DEVAM

Halk, egemen bir bütün olarak yasal biçimde toplanır top­lanmaz hükümetin 'her türlü yasama hakkı kesintiye uğrar, yürütme gücü i§lemez, askıya alınır, sıradan bir yurtta§ın var­lığı en üst yöneticininki kadar kutsal ve dokunulmaz olur. Çünkü temsil edilenin bulunduğu yerde temsil eden diye bir şey kalmaz. Roma'da comitia'lardan yükselen gürültü patırtı­ların çoğu bu kuralı bilmernekten ya da umursamamaktan i­leri gelmişti. O sırada, konsüller yalnızca halkın temsilcileriy­diler, tribunuslar ise yalnızca birer hatip olmaktan öte geç­mezlerdi.27 Senato ise bir hiçti.

Toplantıların askıya alındığı dönemlerde hükümdar ol­dum olası korkulara kapılırdı, çünkü o dönem için kendisin­den üstün bir gücün varlığını kabul eder ya da etmek zorun­da kalırdı. Politik bütünün koruyucusu ve hükümetin dizgi­ni olan halk toplantıları baştakiler için öteden beri bir korku unsuru olmu§tur: Onun için, yurttaşları bu toplantılardan bıktırmak, amacıyla her türlü çabadan çekinmedikleri gibi, engellemeler, zora ko§malar ve vaatlerden de kaçınmazlar. Yurttaşlar cimri, korkak, gevşek oldukları, özgürlükten çok,

27 Sözcüğün buradaki anlamı, İngiltere parlamentosunda yüklenen anlamıyla üç a§ağı be§ yukarı aynıdır. Her türlü yargı hakkı askıda kalmı§ olsa bile, bu görevlerin benzerliği konsüller ile tribunuslar arasında çatı§ma yaratabilirdi.

1 53

Page 157: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

rahatlarına düştükleri dönemlerde, hükümetin artan çabaları karşısında uzun süre direnemezler: Böylece, direnme gücü giderek arttığından, egemen güç sonunda yok olur, sitelerin çoğu da vaktinden önce ömrünü yitirir.

Ama bazen egemen güç ile keyfi hükümet arasına kimi za­man aracı bir güç girer ki, ondan söz etmeden geçilemez.

1 54

Page 158: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

III. KİTAP

XV. BÖLÜM

MİLLETVEKİLLERİ

YA DA TEMSiLCiLERE DAİR

Kamu görevi yurtta§ların ba§ta gelen i§i olmaktan çıktığı ve yurtta§lar kendileri çalı§acak yerde paralarıyla hizmet etme yolunu seçtikleri zaman Devlet iflasın e§iğine gelmi§tir bile. Sava§a mı katılmak gerekiyor? Yurtta§lar parayla asker tutar, kendileri evde oturur; kurultay ya da meclis toplantısına mı gitmek gerekiyor? Kendilerine vekiller seçer gene evde otu­rurlar. Aylaklık ve para onlara olsa olsa yurdu köleliğe sürük­leyecek askerler, onu satacak temsilciler sağlar.

Yurtta§ların kendi görecekleri i§leri parayla gördürülür hizmetlere dönü§türen §ey, ticaret ve zanaatın zorluğu, a§ırı kazanç hırsı, gev§eklik ve rahata dü§künlüktür. İnsan, kazan­eını kolayca artırabilmek için onun bir parçasını gözden çıka­rır. Paranızı ona buna bağı§layın, çok geçmeden köle olursu_. nuz. Şu finance (finans) sözcüğü kölelere özgüdür; bu söz­cük sitede bilinmez bile. Gerçekten özgür bir ülkede, yurtta§­lar her §eyi parayla değil, kollarının gücüyle yaparlar; görev­den kurtulmak için onu ba§kalarına parayla yaptırmak yerine, bu görevi kendileri yapmak için ceplerinden para verirler. Beylik dü§üncelerden çok uzağım; bence angaryalar, özgür­lüğe vergilerden daha az aykırıdır.

Devlet ne denli iyi kurulmu§ olursa, kamu i§leri, yurtta§la-

1 55

Page 159: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

rm kafasında özel işlere oranla o denli üstün bir yer tutar. Da­hası, özel işlerde büyük azalma olur, çünkü ortak mutluluktan her bireyin payına kişisel mutluluğundan daha fazlası düşer, dolayısıyla özel çabalardan bekleyeceği fazla bir mutluluk kal­maz. İyi yönetilen .bir sitede herkes halk meclislerine koşar; kötü bir yönetirnde ise, meclise gitmek için kimse adım atmak istemez, çünkü halk meclislerinde olan bitenle kimse ilgilen­mez; orada genel iradenin üstünlük sağlamayacağını herkes önceden sezer, ev işleri daha ağır basar. İyi yasalar daha iyile­rinin yapılmasını sağlar, kötüler ise daha kötülerin. Kişi, dev­let işleri için, Neme gerek? dedi mi, Devlet bitmiştir.

Yurt sevgisinin azalması, özel çıkar oyunları, devlet sınır­larının enginliği, fetihler, yönetimin kötüye kullanılması gibi nedenler, millet meclislerinde milletvekilleri ya da temsilci­ler bulundurma yolunu esinlemiştir. Bazı ülkelerde "tiers etat" denilen budur. Böylece, iki sınıfın çıkarı ilk ve ikinci sı­rada tutulmuş, genel yarar ise üçüncü sıraya düşmüştür.

Egemenlik hangi nedenlerle başkasına devredilemezse, yi­ne aynı nedenlerle temsil de edilemez; egemenlik başlıca ge­nel iradeye dayanır, genel irade ise temsil edilemez: Ya aynı genel iradedir ya da değildir, ikisinin ortası olamaz. Dolayı­sıyla, milletvekilleri ulusun temsilcisi değildirler ve olamaz­lar. Olsa olsa birer görevli, yüklenici olabilirler; hiçbir kesin karar alamazlar. Halkın onamadığı hiçbir yasa geçerli değil­dir; yasa sayılmaz. İngiliz halkı kendini özgür sanır, ama faz­lasıyla aldanmaktadır; o ancak parlamento üyelerini seçerken özgürdür; üyeler seçilir seçilmez, İngiliz halkı köle olur, bir hiç düzeyine iner. Kısa süren özgürlük anlarında, özgürlüğü­nü o denli kötüye kullanır ki, onu yitirmeyi hak eder.

Temsilci seçme düşüncesi yenidir: Bu düşünce bize, dere­beylik yönetiminden, insan soyunu alçaltan, insan adını leke­leyen o çok haksız ve saçma yönetimden geçmiştir. Eski cum­huriyetlerde, dahası monarşilerde bile halkın hiçbir zaman

1 56

Page 160: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

temsilcisi olmadı; bu sözcük bilinmezdi bile. Pek gariptir ki, tribunusların, çok kutsal sayıldıkları Roma'da, halkın görevle­rini zorla ele geçirebilecekleri kimsenin aklından geçmemiş­tir, o denli büyük bir halk yığını içinde, tekbir halk oylaması­nı bile kendi lehlerine çevİrıneye yeltenmemişlerdir. Yurttaş-

. ların bir bölümünün, oyunu damların üzerinden verdiği Gracchuslar döneminde olup bitenlere bakarak, halkın bazen yöneticiler için ne büyük sıkıntılara yol açtığı akla getirilmeli.

Hak ve özgürlüğün her şey demek olduğu yerde, olum­suzlukların, sakıncaların sözü bile edilmez. Bu bilge halk her şeye hak ettiği değeri verirdi: Tribunusların yapmayı göze a­lamadıklarını liktariarına yaptırırdı; çünkü liktarların kendi­ni temsile kalkmalarından çekinmezdi.

Bu arada, tribunusların kimi zaman halkı nasıl temsil etti­ğini açıklamak için, hükümetin egemen varlığı nasıl temsil ettiğini kavramak yeterlidir. Yasa, genel iradenin bildirgesin­den başka bir şey olmadığına göre, yasama gücü içinde halkın temsil edilerneyeceği açıktır; fakat halk, yasaya uygulanan güç olan yürütme gücünde temsil edilebilir, edilmelidir de. Bu da gösteriyor ki, konu iyice incelenince pek az ulusun yasalara sahip olduğu ortaya çıkar. Ne olursa olsun, şurası kesindir ki, tribunuslar, hiçbir yürütme güçleri olmadığından, Roma hal­kını, görevlerinden aldıkları haklara dayanarak değil, senato­nun haklarını zorla ele geçirerek temsil edebilmişlerdir.

Eski Yunan'da halk, yapacağı işleri kendi yapardı: Sürekli olarak meydanlarda bir araya gelirdi. Yunanlılar yumuşak bir iklimde yaşıyorlardı; açgözlü değildiler; işlerini köleler gö­rürlerdi. En büyük sorunları özgürlükleriydi. Aynı yararlar, aynı ayrıcalıklar yoksa, aynı haklar nasıl korunabilir? Daha sert bir iklim sizde daha çok gereksinim doğurur.28 Kamu a-

28 Soğuk ülkelerde, Doğululara özgü lüks ve gevşekliği benimsemek, onlar gibi zincire vurulmayı, köleliği kabullenmek, dahası buna onlardan daha ka­çınılmaz biçimde katlanmak olur.

1 57

Page 161: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

lanları yılın altı ayı toplanılmaz haldedir; kısık sesinizi açıkta kimseye duyuramazsınız; özgürlüğünüzden çok kazancınızı düşünürsünüz; kölelikten, sefaletten korktuğunuz kadar korkmazsınız.

Ne yani! Özgürlük ancak köleliğin desteğiyle mi koruna­biliyor? Belki. İki aşırı uç birleşiyor. Doğada yeri olmayan şe­yin sakıncaları vardır; hele uygar toplumunkiler daha da faz­ladır. Öyle ters, olumsuz durumlar vardır ki, insan, özgürlü­ğünü ancak başkalarınınki pahasına elinde tutabilir; yurttaşın tam anlamıyla özgür olabilmesi, kölenin alabildiğine köle ol­masına bağlıdır. Örneğin Sparta'da durum böyleydi. Siz çağ­daş halklar! Sizin köleleriniz yok, ama asıl köle olan sizsiniz; kölelerin özgürlüğünü siz kendi özgürlüğünüzle ödüyorsu­nuz; birini ötekine üstün tutmakla istediğiniz kadar övünün, bence bu, insancıllık değil, korkaklıktır daha çok.

Bunları söylerken, ne herkesin kölesi olmalı demek istiyo­rum, ne de kölelik hakkının meşru bir şey olduğunu öne sü­rüyorum; bunun tersini daha önce kanıtlamıştım: Ben bura­da yalnızca, kendilerini özgür sanan zamanımız halklarının niçin temsilcileri bulunduğunu, eski halkların ise niçin bu­lunmadığını anlatmak istiyorum. Ne olursa olsun, bir ulus kendiıle temsilciler seçer seçmez, özgürlüğünü de, varlığını da yitirmiş olur.

Her şeyi iyice inceledikten sonra görüyorum ki, bundan böyle egemen varlığın aramızda haklarını kullanması site çok küçük olmadıkça mümkün olmayacaktır. Ancak site çok kü­çük olursa boyunduruk altına alınmaz mı? Hayır, büyük bir ulusun dış gücü ile küçük bir ulusun kolay yönetimi ve dü­zeninin nasıl bir leştirile bileceğini ileride göstereceğim. 29

29Bu yapıtın sonlarına doğru, dış ilişkileri incelerken konfederasyon konusu­na değindiğimde yapmayı düşündüğüm de buydu; ileride ilkelerini koymak gereken yepyeni bir konudur bu.

1 58

Page 162: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Topl41m Sözle§mesi

III. KİTAP

XVI. BÖLÜM

HÜKÜMET KURUMUNUN ASLA

BİR SÖZLEŞME OLMADIGINA DAİR

Yasama gücü adamakıllı temellendikten sonra sıra yürüt­me gücünü temellendirmeye gelir; çünkü yalnız özel işlem­lerle süregiden yürütme gücü, özü yasama gücününkinden farklı olduğundan doğal olarak ondan ayrılır. Yürütme gücü olarak kabul edilen egemen güç, yasama gücünü elinde tuta­bilseydi, hak ve olgu öylesine birbirine karışırdı ki, hangisinin yasa olduğu, hangisinin olmadığı kestirilemezdi; böylece özü, doğası bozulan politik bütün, çok geçmeden, önlemek için kurulmuş olduğu zorbalığın bu kez kendisi kurbanı olurdu.

Yurttaşlar, toplum sözleşmesi gereğince, birbirlerine eşit olduklarından, hepsinin yapması gerekeni hepsi salık verebi­lir; oysa hiç kimsenin kendi yapmadığı bir şeyi başkasından istemeye hakkı yoktur. Egemen varlığın, hükümeti kurarken hükümdara verdiği hak, politik bütünü yaşatmak, ona hare­ket vermek için vazgeçilmez olan bu haktır.

Birçoklarının iddiasına göre, bu yönetim işi halk ile halkın kendine baş olarak seçtikleri arasında yapılan bir sözleşmedir; bu sözleşmeyle, taraflardan birinin ne gibi koşullar altında buyruk vereceği, ötekinin de boyun eğeceği belirlenir. Hiç

159

Page 163: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

kuşkum yok ki, bunun tuhafbir sözleşme yolu olduğunu siz de kabul edersiniz. Ancak şimdi bir bakalım bu görüşün tu­tar yanı var mı.

Bir defa, en yüce yetke başkasına aktarılmadığı gibi, değiş­tirilemez de; ona sınır koymak, yok etmek olur. Egemen var­lığın kendinden üstün bir varlık kabul etmesi saçma ve çeliş­kilidir; kendi kendini, bile bile bir efendiye kul etmek, özgür­lüğe dönmektir.

Ayrıca şurası da apaçıktır ki, halkın şu ya da bu kişilerce yaptığı bu sözleşme özel bir sözleşme olurdu; bu yüzden de ne bir yasa sayılabilirdi ne de bir egemenlik işlemi; dolayısıy­la yasal da olmazdı.

Şu da besbelli ki, sözleşmeyi yapan taraflar, karşılıklı bağ­lanmalarında hiçbir güvence bulunmaksızın, aralarında yal­nızca doğa yasasının buyruğu altındadırlar; bu da her bakım­dan toplumsal yaşam biçimine aykırıdır: Elinde güç bulunan kişinin, yaptırım gücünü de elinde tutacağına göre, bir kişi­nin, bir başkasına, "Canınızın istediğini bana geri vermek ko­şuluyla varımı yoğumu size bırakıyorum," demesine de söz­leşme adı verilebilir öyleyse.

Devlette yalnız tek bir sözleşme vardır, o da ortaklık söz­leşmesidir. Yalnızca bu, başka her türlü sözleşmeyi olanaksız kılar. Bunun dışında ne türlü sözleşme yaparsanız, bunu bo­zar.

1 60

Page 164: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

III. KİTAP

XVII. BÖLÜM

HÜKÜMETiN KURULUMUNA DAİR

Hükümetin kurulmasını sağlayan işlemi o zaman hangi kavrama göre düşüneceğiz? Önce şuna dikkat çekeyim ki, bu işlem karmaşıktır ya da başka bir deyişle, iki ayrı işlemden o­luşmuştur: yasa koyma ve onu yürütme işlemi.

İlkiyle, egemen varlık şu ya da bu biçim altında bir yöne­tim bütünü kurulacağını karar altına alır: Bu işlemin bir yasa olduğu açıktır.

İkincisiyle ise halk, kurulu yönetirnde görev üstlerrecek başları atar. Bu atama, özel bir işlem olduğu için ikinci bir ya­sa değil, belki, sadece birincinin sonucu ve bir yönetim işidir.

Burada zorluk, hükümet daha var olmadan bir hükümet işleminin nasıl var olabileceğini, ayrıca egemen varlıktan ya da uyruktan başka bir şey olmayan halkın kimi durumlarda nasıl hükümdar ya da yönetici olabileceğini kavrayabilmektir.

Tam burada, politik bütünün şaşırtıcı özelliklerinden biri daha ortaya çıkmış oluyor: Politik bütün, bu özelliklerle, gö­rünüşte birbirine karşıt işlemleri uzlaştırır; çünkü bu, ege­menliğin birden demokrasiye dönüşüvermesiyle gerçekleşir; öyle ki, gözle görülür bir değişiklik olmaksızın ve yalnız her­kesin herkese karşı yeni bir ilişki içine girmesiyle, birer yöne­tici konumuna kavuşan yurttaşlar, genel işlerden özel işlere, yasadan yürütme işine geçerler.

161

Page 165: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

Bu ilişki değişimi, pratikte benzeri, örneği görülmemiş bir düşünce oyunu değildir: İngiltere Parlamentosu'nda her gün rastlanan bir şeydir bu; İngiltere'de Avam Kamarası, bazı du­rumlarda işleri daha iyi görüşebilmek için büyük bir kurul halini alır; az önce egemen bir kurulken, basit bir komisyon oluverir. Öyle ki, bir konu üzerinde büyük kurul olarak ha­zırladığı raporu, Avam Karnarası olarak yine kendi kendine sunar, başka ad altında daha önce karara bağladığı şeyi, bir başka ad altında yine görüşmeye başlar.

Demokrasi yönetiminin kendine özgü üstünlüğü burada, yani genel iradenin düpedüz bir işlemiyle kurulabilmesinde­dir. Bundan sonra, bu geçici hükümet -eğer kabul edilen hü­kümet geçiciyse...; iktidarda kalır ya da egemen varlık adına ya­sanın öngördüğü hükümeti kurar; böylece her şey kuralına uygun yapılmış olur; sonuç olarak, yukarıda koyduğumuz il­kelerden ayrılmaksızın hükümet kurmanın, bunun dışında başka herhangi bir yasal yolu yoktur.

162

Page 166: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

III. KiTAP

XVIII. BÖLÜM

HÜKÜMETiN ZORLA ELE

GEÇİRİLMESİNİ ÖNLEYEN YOLLAR

XVI. bölümde söylenenleri de doğrulayan bu açıklamalar­dan §U sonuç çıkar: Hükümet kurma i§i asla bir sözle§me i§i değil, bir yasa i§idir; yürütme gücünü ellerinde tutanlar da halkın efendileri değil, onun görevlileridir; halk istediği za­man onları i§ba§ına getirir, istediğinde i§ten uzakla§tırır; on­ların i§i sözle§me yapmak değil, boyun eğmektir; Devlet'in kendilerine yüklediği görevi kabul etmekle de yalnız yurtta§­lık ödevlerini yerine getirmi§ olurlar; hiçbir biçimde ko§ullar üzerinde tartı§maya hakları yoktur.

Demek ki halkın, ister kral soyuna bağlı monar§ik bir hü­kümet, ister bir sınıf yurtta§a bağlı aristökratik bir hükümet ol­sun, veraset yoluyla geçen bir hükümet kurduğu olursa, ken­dini bağlamı§ olmaz; yalnızca, canı istediğinde farklı bir düzen kuruncaya kadar, yönetime geçici bir biçim vermi§ olur.

Gerçi bu deği§iklikler her zaman tehlikelidir; kamu yara­rına aykırı bir durum olmadıkça da kurulu bir hükümete do­kunmamalıdır: Ama bu sakınım, bir hukuk kuralı değil, bir politika ilkesidir; Devlet askeri yetkeyi generallerin eline bı­rakmak zorunda olmadığı gibi, sivil yetkeyi de ba§takilere bı­rakmak zorunda değildir.

Şurası bir gerçektir ki, bu gibi durumlarda, kurallı ve ya-

1 63

Page 167: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

saya uygun bir davranışı, kışkırtıcı bir kargaşadan ve tüm bir halkın isteğini, fesatçı bir kalabalığın gürültüsünden ayırt e­den bütün formalitelere gereğince dikkat edilmez. Özellikle burada, o iğrenç duruma,* yasanın esirgemeyeceği en zorlu işlemi uygulamaktan kaçınmamalıdır; zaten hükümdar da gücünü halka rağmen korumada bu zorunluktan geniş ölçü­de yararlanır ve kimsenin, bu gücü zorla almış olduğunu ile­ri sürmesine meydan vermez; çünkü yalnızca haklarını kulla­nıyormuş gibi davranmasına karşın, bu hakları genişletmek ve görevleri yalnızca düzeni sağlamak olan halk toplantıları­nı, kamusal dirliği korumak bahanesiyle yasak etmek kendisi için işten bile değildir; öyle ki, bozulmasına göz yummadığı bir sessizlikten ya da kendisinin kışkırtıp yaptırdığı yolsuz­luklardan yararlanarak korkudan ağızlarını açamayanları ken­dinden yana sayar ve ağzını açacak olanları da cezalandırır. İş­te, başlangıçta bir yıl için seçilen, sonra görevleri birer yıl da­ha uzatılan decemvirler comitiaların toplanmasına izin ver­meyerek, devlet gücünü sonsuzcasına ellerinde tutmaya böy­le kalkışmışlardı. Dünyanın bütün hükümetleri, kamu gücü­nü bir kez ellerine geçirdikten sonra, aynı kolay yoldan ege­men gücü de er geç ell'=rine geçirirler.

Yukarıda sözünü ett;ğim süreli halk toplantıları, bu felake­ti önlemeye ya da geciktirmeye yararlar; hele bunlar toplan­mak için açıkça çağrılmaya gereksinim duymazlarsa; çünkü o zaman, hükümdar yasaları hiçe saydığım ve Devlet' e düşman olduğunu açığa vurmaksızın bu toplantılara engel olamaz.

Toplum sözleşmesinin varlığını korumaktan başka amacı olmayan bu toplantılar, her zaman, asla ortadan kaldınlarna­yan ve ayrı ayrı oya konan iki önerme ile açılmalı:

Birincisi: "Egemen varlık hükümetin bugünkü biçimini . korumak isteğinde midir?"

* İğrenç durum deyimi, burada, talep edilen hakkın kullanılmasının tehlike­li göründüğü durum anlamında kullanılmıştır.

1 64

Page 168: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

İkincisi: "Halk, hükümetin yönetimini, bu görevi yüklen­mi§ olanlara bırakmak niyetinde midir?"

Yukarıda kanıtladığımı sandığım §eyi burada gene varsayı­yorum: Devlet içinde yürürlükten kaldınlmayacak hiçbir te­mel yasa yoktur; toplum sözle§mesi bile; çünkü bütün yurt­ta§lar toplum sözle§mesini oybirliğiyle bozmak için toplanır­larsa, sözle§menin yasaya uygun olarak bozulacağından ku§­ku duyulmaz. Grotius bile, bir bir her ki§inin, üyesi bulun­duğu Devlet'ten vazgeçebileceğini, ülkeden ayrılarak doğal özgürlüğüne ve mallarına kavu§abileceğini söylüyor.30 Buna göre, yurtta§ların her birinin teker teker yapabildikleri §eyi hepsinin bir araya gelerek yapamamaları çok saçma olurdu.

30 Görevden kaçmak ve yurdumuzun bize gereksinimi varken ona hizmet et­memek için çekip gidilmez elbet. O zaman kaçmak bir suç olur ve cezayı hak eder; bu bir çekilme değil, görevden kaçmadır.

165

Page 169: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 170: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

N. KİTAP

Page 171: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j

j j j j j j j j j j j

j j j j j j

j j j

j

j j j j

Page 172: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

N. KİTAP

I. BÖLÜM

GENEL İRADENİN

YIKILMAZLIGINA DAİR

Bir araya gelen birçok insan kendilerine tek birbütün gö­züyle baktıkları sürece, bütünün korunması, gözetilmesi ve herkesin rahatlığına ilişkin tek bir iradeleri vardır. Bu du­rumda, Devlet'in bütün mekanizmaları güçlü ve yalın, kural­ları açık ve berraktır; orada, birbirine karışmış, çelişkili çıkar­lar yoktur; ortak yarar her yerde apaçık biçimde kendini gös­terir; görünmek, fark edilmek için sağduyudan başka bir §ey istemez. Dirlik düzenlik, birlik ve eşitlik, politika kurnazlık­larının düşrnanıdır. Dürüst ve sade insanları, sade oldukları i­çin aldatmak zordur: Yalanlar dalanlar, ustaca bahaneler on­ları hiç mi hiç etkilernez; dahası, aldanacak denli ince de de­ğildirler. Dünyanın en mutlu ulusunda, küme küme köylü­nün bir rneşe ağacının altında devlet işlerinin üstesinden gel­diklerini ve hep bilgece davrandıklarını gördükçe, kendileri­ni bunca ustalık ve gizernle ünlü ve yoksul hale getiren ulus­ların inceliklerini küçümsemekten kendini alabilir mi insan?

Böylesine yönetilen bir devlete çok az yasa gereklidir; ye­ni yasalar koyma zorunluluğu ortaya çıktığı sürece, bu zorun­luluğu herkes duyar. Bu yasaları ilk öneren kişi, herkesin da­ha önce duyduğu bir gereksinimi dile getirrnekten başka bir iş yapmış olmaz; başkalarının da kendisi gibi davranacağını

1 69

Page 173: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

kestirir kestirmez, teker teker herkesin önceden yapmakta kararlı olduğunu yasa haline getirmek için artık ne entrikala­ra, ne de söz ustalığına ba§vurmaya gerek kalır.

Kurarncıları yanıltan §ey, gözleri önüne hep daha doğu§la­rından beri yalnızca kötü kurulmu§ devletler geldiği için, bu devletlerde böylesi bir düzen sürdürmenin olanaksızlığı kar­§ısındaki §a§kınlıktır; bu kuramcılar, i§inin ehli bir sahtelcl­rın, insanın beynine, ruhuna girmesini bilen bir söz ustası­nın, Paris ya da Londra halkına yutturabileceği bir sürü saç­malıklan akla getirdikçe gülrnekten kendilerini alamazlar. Oysa bilmezler ki, Cromwell Bem'de olsa, halk kendisine kırbaç cezası verir, Cenevreliler de Beaufort düküne ayak de­ğirmeni i§kencesi uygulardı.* Ne var ki toplumsal bağ gev§e­meye, Devlet gücünü yitirmeye, özel çıkarlar kendilerini du­yurmaya, küçük toplumlar da büyükleri etkilerneye ba§ladı mı, ortak yarar deği§ime uğrar, kar§ısına birtakım muhalifler dikilir: Artık oybirliği diye bir §ey kalmaz, genel irade de her­kesin iradesi olmaktan çıkar; kar§ıtlıklar, tartı§malar su yüzü­ne çıkar, en iyi dü§ünce bile kavgasız dövü§süz kabul edile­mez olur.

Son olarak, yıkımın e§iğine gelen devlet bo§ ve aldatıcı bir biçim olarak ayakta durduğu, yüreklerde toplum bağından e­ser kalmadığı, en a§ağılık çıkarlar, utanıp sıkılmaksızın o kut­sal genel yarar kisvesine büründüğü zaman, artık genel irade­nin sesi çıkmaz olur; gizli güdülerin yönlendirdiği insanlar, devlet sanki hiç yokmu§ gibi artık bir yurtta§ olarak dü§ünce­lerini ileri sürmez, özel çıkarlardan ba§ka amaçlan olmayan birtakım haksız kararlan yasa diye geçirirler.

Bundan, genel iradenin yok olduğu ya da bozulduğu so­nucu çıkar mı? Hayır: Genel irade hiçbir zaman deği§mez, bozulmaz ve tertemizdir; ama kendisine üstün gelen ba§ka i-

* Kırbaç ve ayak değinneni cezası kamu düzenini bozanlara uygulanan yerel bedensel eziyetlerdi.

170

Page 174: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

radelere bağlıdır. Her ki§i kendi çıkarını ortak çıkardan ko­parmaya çalı§ırken, bu i§i tam olarak becerernediğini de gö­rür; ama gözünde, tek ba§ına elde etmek istediği yarann ya­nında, toplumun uğradığı zarardan kendisine dü§en payın hiç önemi yoktur. Bu özel çıkar dı§ında, genel yararı kendi çıkarı adına, bir ba§kası kadar canla ba§la ister. Oyunu para kar§ılığında satarken bile içindeki genel iradeyi söndürmez, yalnızca yan çizer ona. Yaptığı yanlı§lık, sorunun biçimini de­ği§tirmesi ve sorulandan ba§ka §eye kar§ılık vermesidir: Öyle ki, verdiği oyla, "Bu devlete yararlıdır," diyecek yerde, "Şu ya da bu görü§ün kazanması, falanca adama ya da fılanca partiye yararlıdır," der. Böylece, halk meclislerinde kamu düzeni ya­sası, genel iradeyi gözetmekten çok, ona ha§vurmayı, danı§­mayı ve her zaman kar§ılık almayı sağlamaktadır.

Her türlü egemenlik ediminde, salt oy verme hakkı üstü­ne, yurtta§ların elinden hiç kimsenin alamayacağı bu hak üs­tüne birçok dü§ünce ileri sürebilirdim; yine, dü§üncesini söylemek, öneri getirmek, ayırıp tartı§mak hakkı üstüne, hü­kümetin hep kendi üyelerine vermeye özen gösterdiği bu haklar üstüne birçok §ey söyleyebilirdim; ama bu önemli ko­nu ayrı bir biçimde ele alınmaya değer; burada her §eyi söy­leyemem.

171

Page 175: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 176: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

IV. KİTAP

Il BÖLÜM

OYLARA DAİR

Önceki bölümden de anlaşıldığı gibi, kamu işlerinin ele a­lınış biÇimi, törderin o günkü durumu ile politik bütünün sağlıklı olup olmadığı konusunda oldukça güvenilir bir ipucu verebilir. Halk meclislerinde ne denli birlik olursa, yani gö­rüşler ne denli birbirine yaklaşır, birleşirse, genel irade o den­li baskın çıkar; öte yandan, uzun tartışmalar, ayrılıklar, gürül­tü patırtılar ise özel çıkarların ağır bastığının, Devlet'in sonu­nun geldiğinin habercisidirler.

Bu durum, devletin yapısında, Roma'daki pleblerle patri­cialar gibi iki ya da daha çok sınıf bulunduğu zaman o denli açıkça belli olmaz; çünkü bu iki sınıf arasındaki kavgalar, cumhuriyetin en parlak günlerinde bile, comitiaları sıkça ka­rıştırırdı: Ancak bu gerçek olmaktan çok, görünüşteki bir ay­rılıktır; yoksa politik bütünün özünde var olan bozukluklar yüzünden, Devlet'in içinde neredeyse iki Devlet var olur; i­kisi için birden doğru olmayan, her biri için ayrı ayrı doğru­dur. Gerçekte, en fırtınalı dönemlerde, senato işe karışmadı­ğı zamanlar, halk oyunu sessiz sedasız ve ezici çoğunlukla ve­rirdi: Yurttaşların çıkarı tek olduğundan, halkın da tek irade­si vardı.

Çemberin öbür ucunda, oybirliği yeniden ortaya çıkar: Bu durum, köle durumuna düşen yurttaşlar, özgürlüklerini ve i-

1 73

Page 177: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

radelerini yitirdiklerinde meydana gelir. O zaman, endişe ve yaltaklanma oyları alkışa çevirir; artık .tartışma denen şey kal­maz, ya hayranlık vardır ya da lanet ... Imparatorlar dönemin­de senatonun kanısını, görüşlerini bildirme yolu böylesine iğrenç bir yoldu. Kimi zaman bu, gülünç birtakım önlemler­le yapılırdı. Tacitus'un anlattığına göre,* Othon döneminde senato üyeleri bir yandan Vitellius'a lanetler yağdırırken, öte yandan, kazara başa geçerse neler konuşulduğunu bilmesin diye korkunç bir gürültü yaparlarmış.

Bu farklı düşüncelerden birtakım kurallar çıkar; bunlara göre genel iradenin az ya da çok anlaşılır olmasına, Devlet'in az ya da çok çöküş eğiliminde bulunmasına göre, oyları say­ma ve düşünceleri birbiriyle kıyaslama yollarını bu kurallara göre düzenlemek gerekir.

Özü gereği, oybirliğiyle onanmak isteyen tek bir yasa var­dır: Toplum Sözleşmesi'dir bu; çünkü toplumsal bütünleş­me dünyanın en çok irade isteyen işidir; iradeli her insan öz­gür ve kendi kendisinin efendisi olarak dünyaya geldiği için, ne bahaneyle olursa olsun, hiç kimse onu rızası dışında buy­ruğu altına alamaz. Bir kölenin oğlunun da kendisi gibi köle doğacağına peşinen karar vermek, insan olarak doğmadığına karar vermektir.

Öyleyse, toplum sözleşmesi yapılırken, ona karşı çıkanlar bulunsa bile, onların muhalefeti sözleşmeyi geçersiz kılmaz, yalnızca ona katılmalarına engel olur: Bunlar yurttaşlar arasın­da yabancı konumuna düşerler. Devlet kurulduktan sonra, o­rada oturan, sözleşmeyi onamış sayılır; devletin topraklarında oturmaksa, o devletin egemenliğine boyun eğmeyi gerektirir.31

* Tacitus, Tarihler, I. Kitap, XXCV. Bölüm. 31 Özgür bir Devlet için söz konusudur bu; çünkü özgürlüğün olmadığı bir yerde, çocuklar, mülkiyet, konutsuzluk, gereksinimler, zorbalık, kişiyi istese de istemese de alıkoyabilir; bu durumda, o kişinin o ülkede oturması başlı başına sözleşmeye ya da sözleşmenin çiğılenmesine razı olunduğu anlamına gelmez.

1 74

Page 178: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

Bu ilk sözleşme bir yana, salt çoğunluğun oyu, öteki yurt­taşların tümünü her zaman bağlar; bu, sözleşmenin gerektir­diği bir sonuçtur. Ancak bu noktada bize sorulacaktır: "Kişi nasıl hem özgür olabilir hem de kendinin olmayan iradelere boyun eğmeye zorlanır? Muhalifler nasıl hem özgür olur hem de onamadığı yasalara boyun eğer?"

Ben de onlara, soruyu yanlış soruyorsunuz derim: Yurttaş, bütün yasalara, hatta isteği dışında onanmış olanlara, dahası herhangi birine karşı geldiğinde kendini cezalandıran yasala­ra bile boyun eğmiş, onları kabullenmiş olur. Devlet'in bü­tün üyelerinin değişmez iradeleri genel iradedir; üyeler onun sayesinde hem yurttaş hem de özgürdürler.32 Halk meclisine bir yasa önerisi getirildiğinde, halktan istenen, öneriyi kabul edip etmemesi değil, bu yasanın, kendi iradesinden başka bir şey olmayan genel iradeye uygun olup olmadığıdır: Herkes, oy vermekle bu konuda düşüncesini de belirtmiş olur ve oy­ların sayılmasıyla genel irade belirir. Benim düşüneerne aykı­rı bir düşünce üstün gelirse, bu sadece yanıldığımı, genel ira­de sandığım şeyin genel irade olmadığını gösterir. Benim ki­şisel düşüncem üstün gelseydi, istemiş olduğumdan bambaş­ka bir şeyi yapmış olurdum ve asıl o zaman özgür olmazdım.

Gerçi bu, genel iradenin bütün özelliği hala çoğunluğun­dadır demeye geliyor, ama bir kez çoğunluğu yitirdi mi, o za­man insan hangi yanı tutarsa tutsun, artık özgürlük diye bir şey kalmaz.

Yukarıda, toplum içindeki tartışmalarda genel iradenin ye­rini özel iradelerin nasıl aldığını gösterirken, bu tersliği önle­menin pratik yollarına yeterince değinmiştim; aşağıda gene

32 Cenova'da, cezaevlerinin cephesinde ve kürek mahkUmlannın zincirleri ü­zerinde, Libertas (özgürlük) sözcüğü kazılıdır. Sözcüğün, yerinde ve haklı bir kullanımıdır bu. Gerçekten de, her Devlet'te, yurttaşların özgürlüğünü engel­leyenler kötüler, sahtelcirlardır. Bu kişilerin hepsinin kürek cezasına mahkUm edileceği bir ülkede dört dörtlük bir özgürlükten yararlanılabilir ancak.

175

Page 179: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

değineceğim; genel iradeyi belirtmek için gerekli oy sayısının orantısına gelince, bunun belirlenebileceği ilkeleri de belirt­miştim. Tek bir oy farkı, eşitliği, tek bir muhalif oy da oybir­liğini bozar; fakat oybirliği ile oy eşitliği arasında, birbiriyle e­şitsiz birçok oy basamakları vardır; bunların her birinde bu o­ran politik bütünün durumuna ve gereksinimlerine göre be­lirlenebilir.

Oylar arasındaki bu ilişkiyi düzenlemek için iki genel ku­ral vardır: İlk olarak, görüşülen sorun ne denli önemli ve cid­di ise, ağır basan görüş oybirliğine o denli yaklaşmalıdır; ikin­ci olarak, ele alınan iş ne denli ivedilik isterse, oyların sayısal oranı arasında aranan fark o denli azaltılmalıdır: Bir çırpıda sonuca bağlanması gereken görüşmelerde ise tek bir oy fazla­lığı bile yeterli görülmelidir. Bu kuralların ilki yasalara, ikin­cisi ise gündelik işlere daha elverişli görünüyor. Ne olursa ol­sun, bir karar almak için çoğunluğa gerekli olan en iyi oran­ları bu kuralların bileşimiyle elde edebiliriz.

176

Page 180: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

IV. KİTAP

TIL BÖLÜM

SEÇiMLERE DAİR

Karmaşık işler olduğunu daha önce söylediğim hükümda­rm ve Devlet görevlilerinin seçimine gelince, burada tutula­cak iki yol vardır: seçim ve kura. Bu yolların her ikisi .de çe­şitli devletlerde kullanılmıştır; bugün Venedik Doge'u seçi­minde bu ikisinin çok karmaşık bir karışımı kullanılagelir.

Montesquieu der ki: "Kura yoluyla oy verrnek dernokrasi­lerin özü gereğidir." Kabul, ama nasıl olur bu? Montesquieu şöyle sürdürür, "Kura öyle bir seçim yoludur ki, kimseye a­daletsiz gelmez; her yurttaşa, yurduna hizmet yolunda akla uygun bir umut payı bırakır. Ancak bunlar birer gerekçe ola­mazlar."

Baştakilerin seçirninin, egemen varlığın değil, yönetirnin bir işlevi olduğuna dikkat edilirse, kura yolunun demokrasi­nin özüne neden daha uygun düştüğü anla§ılır, çünkü de­mokraside yönetim, işlerin sayıca azlığı ölçüsünde daha iyidir.

Her gerçek demokraside yönetim görevi bir üstünlük de­ğil, pahalıya mal olan bir görevdir ve gerçekten de bir ki§iye ya da bir ba§kasına yüklenernez. Bu görevi yasa, ancak kura­da çıkan kişiye yükleyebilir. Çünkü o zaman, koşullar herkes için e§it olduğu ve seçim hiçbir insanın iradesine bağlı olma­dığından, yasanın evrensellİğİnİ bozan hiçbir özel uygulama yoktur.

177

Page 181: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

Aristokraside hükümdan yine hükümdar seçer; yani yö­netim kendi kendini sürdürür; aylar ancak orada yerini bu­lur.

Venedik'te Doge seçimi örneği, bu ayrılığı ortadan kaldır­mak bir yana, onu büsbütün destekler: Bu karı§ık yol, karma bir yönetime uygun dü§er. Çünkü Venedik hükümetini ger­çek bir aristokrasİ saymak yanlı§tır. Orada, halkın yönetirnde yeri yoksa, bu, soylu sınıfın kendisinin halk olmasından gelir. "Barnabo"lar denilen, bir sürü yoksul soylu hiçbir yönetim görevine yana§mamı§, soylulukları, onlara, yalnızca sanların­dan ve büyük kurulda yer alma hakkından ba§ka bir §ey sağ­lamı§ değildir. Bu büyük kurul, Cenevre'deki Genel Ku­rul'umuz kadar kalabalıktır, ama o ünlü üyelerinin sıradan yurtta§larımızdan fazla bir ayrıcalıkları yoktur. İki devlet ara­sındaki büyük aykırılık bir yana bırakılırsa, besbelli ki, Ce­nevre burjuvazisi tam tarnma Venedik'in soylu sınıfının yeri­ni tutmakta, Cenevre yedisi ve halkı, Venedik yedisi ve hal­kının, köylülerimiz de kırsaldaki uyruklarının yerini tutmak­tadır: Bu cumhuriyete nereden bakılırsa bakılsın, büyüklüğü bir yana, Devlet yönetimi bizimkinden daha aristokratik de­ğidir. Aralarındaki büyük ayrılık §Udur: Bizim ba§ımızda, ö­mür boyu görev yapacak bir ba§kanımız olmadığı için onlar gibi kuraya gereksinimimiz yoktur.

Kura yoluyla seçimin, gerçek bir demokraside fazla olum­suzluğu yoktur. Çünkü demokraside, gerek töreler ve yete­nekler, gerekse ilkeler ve zenginlik bakımından her §eyde e­

. §itlik olduğu için, §U ya da bu kesimin seçilmi§ olması hemen hiç fark etmez. Zaten daha önce de söylemi§tim, gerçek bir demokrasi hiçbir zaman var olmamı§tır.

Seçim ve kura yöntemi birle§tirilirse, seçim, askeri görev­ler gibi özel yetenek isteyen yerlere, kura ise, yargı görevi gi­bi yalnız sağduyuya, doğruluğa ve dürüstlüğe bağlı yerlere uygun ki§i bulmakta elveri§lidir: Çünkü iyi yapılanmı§ bir

1 78

Page 182: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

devlette bu nitelikler bütün yurttaşlarda bulunur. · Monarşi yönetiminde ne seçime yer vardır, ne de kuraya . . .

Monark, de jure (hukuken) olarak tek hükümdar ve en üst­teki tek yönetici olduğu için, vekillerini seçme hakkı yalnız kendine aittir. Abbe de Saint-Pierre, Fransa kralına, danışma kurullarını çoğaltınası ve üyelerini seçim yoluyla getirmesini önerirken, bununla, aslında, yönetim biçiminin değiştirilme­sini önerdiğinin farkında değildi.*

Geriye bir de halk meclislerinde oy verme ve oy toplama yollarından söz etmek kalıyor, ama belki de Roma siyasi dü­zeninin tarihçesi bu konuda benim kayabileceğim bütün ku­ralları daha iyi açıklayacaktır. İki yüz bin kişilik bir mecliste, genel ve özel işlerin nasıl ele alındığını biraz ayrıntılı görmek, bilinçli ve titiz bir okurun hakkıdır.

* Abbe de Saint Pierre, Çok Ruhani Meclisiilik (Çoksinodluluk) Üstüne Söylev adlı yapıtı nedeniyle Fransız Akademisi 'nden ihraç edilmişti. Rousse­au, yazarın bu yapıtıyla Ebedi Banş adlı yapıtının tahlillerini yapmıştı.

179

Page 183: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 184: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

IV. KİTAP

IV. BÖLÜM

ROMA'NIN COMITIA'LARI

Elimizde Roma'nın ilk günleriyle ilgili hiçbir sağlam bel­ge yok: Hatta göründüğü kadarıyla, bunlar üstüne anlatılan­ların çoğu da uydurma §eyler;33 ayrıca genel olarak ulusların kurulu§ları üstüne yazılmı§ tarihierin en öğretici parçaları ise en çok eksikliğini çektiğimiz §eydir. imparatorluklardaki dev­rimierin hangi nedenlerden doğduklarını, her gün görüp ge­çirdiğimiz deneyimlerden öğreniyoruz: Ama artık yeni ulus­lar kurulmadığı için, bunların nasıl meydana geldiği, olu§um süreçlerine ili§kin elimizde, gerçeğin ötesinde, yalnızca görü­nü§e dayanan birtakım sanılar var.

Yerle§mi§ törderin varlığı, bunların hiç değilse bir ba§lan­gıcı, bir kaynağı olduğunu gösterir. Ucu bu kaynaklara uza­nan ve en yetkili ki§ilerce de desteklenen, en sağlam belgeler­le kanıtlanmı§ gelenekiere en sağlam gelenekler gözüyle ba­kabiliriz. Dünyanın en özgür ve güçlü ulusunun yüce Devlet gücünü nasıl kullandığım ara§tırırken izlemeye çalı§tığım il­keler bunlar . . .

Roma'nın kurulu§undan sonra, doğmakta olan cumhuri-

33 Romulus'tan türetildiği ileri sürülen Roma sözcüğü Yunanca' dır; güç an­lamına gelir. N uma sözcüğü de Yunanca'dır ve yasa anlamına gelir. Bu ken­tin ilk iki hükümdannın gerçekleştirdikleri işlere böylesine uygun adları ön­ceden almış olmalarına inanmak olası mı?

1 8 1

Page 185: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

yet, yani kurucunun ordusu, Albinler, Sa binler ve yabancılar­dan oluşan üç ko la ayrıldı; bu ayrılmanın sonucu ortaya çıkan bölümlere kol (tribu) denildi. Bu kollardan her biri on curi­a'ya, her curia da decuria'lara ayrıldı. Bunların başındakilere de curion ve decurion dendi.

Ayrıca, her koldan, yüz süvarİlik ya da "şövalyelik," centu­ria adı verilen birer birlik çıkarıldı; görülüyor ki, küçük bir kent için pek de gerekli olmayan bu bölümler, başlangıçta yalnızca askeri amaçlıydılar. Ama öyle görülüyor ki, büyük­lük içgüdüsü, küçük Roma kentini, kendisine daha o günler­den bir dünya başkentine yaraşır bir toplum düzeni sağlama­ya doğru götürüyordu.

Bu ilk bölünmeden bir süre sonra büyük bir sakınca doğ­du; Albin34 ve Sabin35 kollarının hep aynı durumda kalmaları­na karşılık, yabancı36 kollar Roma'ya yerleşen yabancıların ka­tılımıyla sürekli arttılar ve çok geçmeden öteki ikisini gölge­:ie bıraktılar. Servius'un bu tehlikeli yükselişe bulduğu çö­ıüm, bölümlenmeyi değiştirmek, ırkları temel alan bölüm­lenmeyi lağvederek yerine her kolun, kentte oturduğu yere �öre bir bölümlenme getirmek oldu. Servius, üç olan kol sa­{ısını dörde çıkardı; bunlardan her biri, Roma tepelerinden Jirinde oturmakta ve o t��penin adını taşımaktaydı. Servius, o �nkü eşitsizliğe çözüm getirirken, gelecekteki eşitsizliği de )nlemiş oldu; bu bölünmenin yalnız yerlere göre değil, in­:anlara göre olmasını da sağlamak için bir mahalle halkının >aşka bir mahalleye geçmesini yasakladı; böylelikle ırkların >irbirine karışması önlenmiş oldu.

Servius, eski üç süvarİ centuriasını iki kat çoğalttı, bunla­a, aynı adları taşımaları koşuluyla on iki tane daha ekledi; bu ıasit ve iyi düşünülmüş çözümle, şövalyeler birliğini halkın

1 Ramnenses. ; Tatientes. ; Luceres.

1 82

Page 186: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

sızİanmasına meydan vermeden ondan ayırdı. Bu dört kent koluna, Servius on beş tane daha ekledi;

bunlara köy kolları denildi; çünkü on beş kantona ayrılmış bulunan bu kolları köy halkı meydana getiriyordu. Bunların ardından bir o kadar daha yeni kol kuruldu; sonunda, Roma halkı otuz beş kola ayrıldı ve bu sayı cumhuriyetin sonuna dek değişmedi.

Kent kollarıyla köy kollarının ayrılmasının sonucu üzerin­de durulmaya, incelenmeye değer, çünkü bunun başka bir örneği yoktur ve Roma, gerek törderin korunmasını, gerek­se imparatorluğun genişlemesini buna borçludur. Kent kol­larının, çok geçmeden, gücü, egemenliği, şam, şerefi kendile­rine mal ettikleri, kırsal kolları gözden düşürdükleri, yere ba­tırdıkları sanılır: Ancak bunun tam tersi olmuştur. İlk Roma­lıların kır yaşamını ne denli sevdiklerini biliriz. Bu sevgi, on­lara, özgürlükle köy ve askerlik işlerini bağdaştırmış, sanatla­rı, zanaatları, entrikaları, zenginliği ve köleliği adeta kentlere taşımış olan o bilge kuruculardan geçmiştir.

Böylece Roma'nın, ne denli ünlü yurttaşı varsa, hepsi de köylerde yaşayıp tarım işleriyle uğraştıklarından, cumhuriye­tin temellerini kırsalda aramak bir gelenek olmuştu. Bu du­rum, en onurlu patriciaların durumu olduğu için herkesin saygısını kazandı; köylülerin çalışmayla geçen sade yaşamları Roma burjuvalarının aylak ve tembel yaşamlarından üstün tutuldu; kentte, zavallı bir emekçi olmaktan kurtulamayacak bir adam, tarlada çiftçilik etmekle saygın bir yurttaş oluyordu. Varron'un, "Gönlü yüce atalarımızın, kendilerini savaşta sa­vunan, barış zamanında besleyen o gürbüz, o yiğit kişilerin yetiştiği yuvaları köylerde kurmaları boşuna değildi" demesi anlamlıdır. Plinius da olumlu bir bakışla der ki, köy kolları kendilerini kuran kişiler dolayısıyla saygı görürdü; gözden düşürülmek, aşağılanmak istenenler ise, yüz karası diye kent koliarına yollanırdı. Sabialı Appius Claudius, Roma'ya yer-

1 83

Page 187: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

le§meye geldiği zaman saygı gördü ve bir köy koluna yazıldı; bu kol sonradan onun adını aldı. Azatlı köleler de köy kolla­rına giriyor, kent kollarına hiç girdikleri olmuyordu; tüm cumhuriyet dönemi boyunca, bu azatlı kölelerden hiçbirinin yüksek bir devlet görevine ula§tığı görülmü§ değildir.

Yetkin, dört dörtlük bir kuraldı bu; ne var ki uygulamada öylesine ileri gidildi ki, devlet düzeninde bir deği§ime ve bel­li bir kötiile§meye yol açıldı.

Bir kere, censorlar, yurtta§ları, uzun süre, keyiflerince bir koldan öbürüne gönderme hakkını ellerine geçirdikten son­ra, yurtta§ların çoğuna istedikleri kala yazılma izni verdiler; bu izin, hiçbir i§e yaramaması bir yana, censorluğun elinden �n büyük yetkilerinden birini almı§ oluyordu. Ayrıca büyük­lerin ve sözü geçen ki§ilerin hepsi kırsal koliara yazılıyordu; yurtta§lık hakkı kazanan azatlı köleler a§ağı halk tabakasıyla birlikte kent kollarında kaldıkları için, genel olarak, kolların tıe belirli yerleri ne de toprakları kaldı, ama hepsi birbirine )ylesine karı§tı ki, kolların üyelerini sicil defterine bakmadan ıyırt etme olanağı kalmadı; öyle ki, kol sözcüğünün anlamı, cnülkiyet kavramından sıyrılıp ki§iselle§ti, daha doğrusu, içi tıemen hemen bo§almı§ bir kavram oldu.

Bunun yanı sıra, kent kolları, daha el altında oldukları i­;in, çoğu zaman comitialarda daha güçlü bir konum elde et­:iler, comitiaları meydana getiren ayaktakımının oylarına te­Jezzül edenlere devleti sattılar.

Curialara gelince, yüce kurucu,* her kolda on curia olu§­:urduğu için kent surları içinde bulunan tüm Roma halkı bu iurumda otuz curiaya bölünmü§ oldu; bunlardan her birinin ;:endi tapınakları, Tanrıları, görevlileri, rahipleri, compitalia tdı verilen yortuları vardı; compitalialar daha sonra köy kol­arında yapılan paganaliaların bir benzeriydiler.

Servius'un son yaptığı bölümlemede, bu otuz sayısı, dört

r Romulus.

1 84

Page 188: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

kol arasında eşitçe bölünmediği için, bunlara dokunulmadı; kollardan bağımsız kalan curialar Roma halkının bir başka bölümünü oluşturdular; ama ne kırsal kollarda, ne bunları meydana getiren halk arasında curialar söz konusu değildi, çünkü kollar bütünüyle sivil bir kurum durumuna geldikle­ri, asker toplama işinde ise farklı bir yol benimsendiği için, Romulus'un kurduğu askeri bölümlerin artık bir anlamı kal­mamıştı. Böylelikle her yurttaş, bir kola kayıtlı olmakla bir­likte, bunların çoğu curia üyesi değildi.

Servius, yukarıdaki bölümleme ile hiçbir ilişiği olmayan bir üçüncü bölümleme daha yaptı. Bu bölümleme, etkileriy­le daha büyük önem kazandı. Servius, bütün Roma halkını altı sınıfa ayırdı; bu sınıflama, yerlere ve insanlara göre değil, varlıklara göreydi. Öyle ki, birinci sınıfa zenginleri, sonuncu­suna yoksulları, orta sınıfa ise orta hallileri koydu. Bu altı sı­nıf centuria denilen yüz doksan üç alt kola bölündü. Bu kol­lar öyle dağılmı§lardı ki, birinci sınıf, tek ba§ına, hepsinin ya­rısından çoğunu içeriyordu; sonuncu sınıfta ise tek bir cen­turia vardı. Böylece, insan sayısı açısından en az olan sınıf yi­ne sayıca en çok centuriaya sahip oldu; Roma halkının yarı­sından çoğunu içermekle birlikte, bu tek alt sınıf sayılıyordu.

Halk, bu son biçimin sonuçlarının önemini pek kavraya­masın diye Servius ona askersi bir hava verdi: İkinci sınıfa tü­fekçi ustalarından iki centuria, dördüncü sınıfa da sava§ aracı üreten iki centuria koydu. Sonuncu sınıfın dışında, her sınıf­ta, genç ya§lı ayrımı koydu: askerlik yapmak zorunda olanlar­la ya§ları dolayısıyla ve yasa gereğince askerlik dışında tutu­lanlar. . Bu ayrım, mülkiyete ilişkin ayrımdan çok, sık sık nü­fus sayımını gerektirdi. Son olarak, Servius, halk toplantıları­nın Campus Martius'da yapılması ve askerlik çağındakilerin buraya silahla gelmeleri zorunluluğunu getirdi.

Sonuncu sınıfta yaşlı-genç ayrımını korumamasının ne­deni, bu sınıfın halkına, yani a§ağı tabakadan halka, yurt uğ-

1 85

Page 189: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

runa silah taşıma onurunun tanınmamasıydı; aile ocaklarını savunma hakkına sahip olmak için insanın kendi ocağı olma­lıydı: Bugün kralların ordularını süsleyen o sayısız dilenci sü­rüsü içinde, Roma cohorslarından nefretle kovulmayacak bir kişi gösterilemez, hele askerlerin özgürlüğün savunucusu ol­duğu bir dönemde.

Bu sonuncu sınıfta, bir de prolaetariuslarla capite censi a­dı verilenler de birbirlerinden ayrı tutuldular. Büsbütün bir hiç olmayan bu birinciler, devlete en azından yurttaş, sıkışık durumlarda da asker sağlarlardı. Hiçbir şeyleri olmayan ve "kafa" hesabıyla sayılan ikincilere gelince, bunlar büsbütün yok sayılırlardı. Bunların arasından asker almaya ilk yanaşan Marius olmuştu.

Bu üçüncü ayrımın iyiliği ya da kötülüğü üstüne hiçbir yargıda bulunmadan, bu noktada şunu söyleyebilirim ki, bu­nun uygulanmasını olanaklı kılan tek şey, ilk Romalıların ya­lın töreleri, çıkar gözetmemeleri, tarıma olan eğilimleri, tica­rete ve kazanç tutkusuna karşı tiksintileriydi. Her şeyi yiyip bitiren açgözlülük, kaygı, entrika, sürekli yer değiştirmeler, sonsuz talih değişimleri içinde, devleti baştan başa altüst et­meden böyle bir kurumu bugün hangi ulus yirmi yıl sürdü­rebilir? Şunu da gözardı etmemek gerekir ki, bu kurumdan çok daha güçlü olan töreler ve censorluk, Roma'da bu kuru­mun kusurlarını, olanaksızlıklarını gidermiş, zenginliğiyle a­Jartılı gösteriş içindeki varlıklı kişiler, yoksullar sınıfına indi­:ilmiştir.

Gerçekte altı sınıf olmakla birlikte, yalnız beş sınıftan söz �tmemizin nedeni, bütün bu söylenenlerden kolayca anlaşı­ır. Altıncı sinıf, orduya asker, Campus Martius'a37 da seçmen

7 Campus Martius dememin nedeni, comitiaların, centurialar halinde orada )planmasıdır: Öteki iki durumda ise halk forum'da ya da ba§ka bir yerde )planılırdı; i§te o zaman capite censı1er en öndeki yurtta§lar kadar etkili o­ırlardı.

1 86

Page 190: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

sağlamadığı ve devlette hemen hiçbir ݧ görmediği için pek hesaba katılmazdı.

Roma'nın çe§itli bölümleri bunlardı. Şimdi de bunların halk meclisierindeki etkilerini görelim. Yasaya uygun olarak toplantıya çağrıldıklarında, bunlara comitia (halk meclisleri) denirdi. Bunlar, genel olarak Roma meydanında* ya da Cam­pus Martius'da toplanırlardı. Curialar centuria, centurialar da comitialar olarak ayrılırlardı; kol bölümlerinden hangisine göre çağrılmı§larsa, buna göre comitia curiata, comitia centu­ria ve comitia tributa adlarıyla birbirlerinden ayrılmı§lardı. Comitia emiata'yı Romulus, Comitia centuria'yı Servius, Comitia tributa'yı da halk tribunusları kurmu§tU. Yasalar yal­nız comitia'da onaylanır, yönetim görevlileri yalnız oralarda seçilirdi. Curia, centuria ya da kola kayıtlı olmayan hiçbir yurtta§ bulunmadığı için, hiçbir oy hakkından yoksun bıra­kılmazdı; Roma halkı hem de jure (hukuken) hem de de Eıc­to (fiilen, eylemsel anlamda) olarak egemendi.

Comitiaların yasaya uygun olarak toplanabilmeleri ve ora­larda alınan kararların yasa gücü kazanabjlmesi için üç ko§ul gerekirdi: İlkin, onları toplantıya çağıran topluluğun ya da görevlinin bu konuda gerekli yetkisi bulunmalı; ikincisi, top­lantı yasanın izin verdiği günlerde yapılmalı; son olarak da, kehanetler elveri§li olmalı, buna olanak vermeliydi.

Birinci kuralın nedenini açıklamaya gerek yoktur. İkincisi bir düzen ݧidir: Örneğin yortu günleri, pazar kurulduğu günler halk toplantıları yapılmazdı; çünkü bu günlerde ݧ için Roma'ya gelen köylülerin bütün gün meydanda kalmaya va­kitleri olmazdı. Üçüncü kural da senatonun gururlu ve kabı­na sığmayan halkı dizginlemesini, kı§kırtıcı tribunusların ta§­kınlığını zamanında yatı§tırmasını sağlardı; ne var ki tribu­nuslar bu baskıdan kurtulmanın birçok yolunu bulmu§lardı.

Comitiaların kararına sunulan sorunlar yalnız yasalar ve

* Forum.

187

Page 191: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

başların seçimi sorunu değildi: En önemli yönetim işlerini Roma halkı eline aldığı için, bütün Avrupa'nın yazgısı halk meclislerinde karara bağlanırdı denilebilir. işlerdeki bu çeşit­lilik, halkın karar vereceği konulara göre, bu meclisierin çe­şitli biçimler almasına yol açıyordu.

Bu çeşitli biçimler üstünde bir yargıya varmak için, onları birbirleriyle kıyaslamak yeter: Romulus, curiaları kurduğu zaman, serratoyu halk aracılığıyla, halkı da senato aracılığıyla dizginlemeyi, böylelikle aynı anda, ikisine de egemen olmayı düşünmüştü. Onun için, bu yolla, patricialara bıraktığı yetki ve zenginlikleri dengelemek amacıyla halka çoğunluğun bü­tün gücünü verdi. Ama monarşi ruhuna uygun olarak, patri­cialara, clienteslerin oy çokluğu üstündeki etkileri dolayısıyla daha fazla yararlar sağladı. İnsana hayranlık veren bu patron­clientes kurumu, bir politika ve insanlık başyapıtıdır, cumhu­riyetin ruhuna bu denli aykırı olan patricialık bu kurum ol­maksızın yaşayamazdı. Dünyaya böylesi güzel örneği verme onuru yalnız Roma'nındır; bundan hiçbir zaman bir sakınca doğruadıysa da, ona uyan da olmamıştır.

Krallar döneminde, curialık Servius'a kadar sürüp gittiği ve sonuncu Tarquinius'un krallığı da meşru sayılmadığı için krallık dönemi yasalarına genel olarak leges curiatae dendi.

Cumhuriyet döneminde, curialar hep dört kent koluyla sınırlandığı ve yalnız Roma'nın ayaktakımını içine aldığın­dan, ne patriciaların başı olan senatonun, ne de kendileri pleb olmakla birlikte, varlıklı yurttaşların başında bulunan tribu­nusların işine geliyordu. Bu yüzden gözden düştüler ve öyle­sine alçaldılar ki comitiaların yapacağı işleri onların otuz lic­toru yapmaya başladı.

Centurialara bölünme aristokrasiye öylesine elverişliydi ki, senatonun, konsülleri, censorları ve başka yüksek görevli­leri ( curules) seçen aynı ad daki comitialara nasıl her zaman üstün gelmediğini ilk ağızda anlamak olanaksız. Gerçekte,

1 88

Page 192: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

tüm Roma halkının altı sınıfını oluşturan yüz doksan üç cen­turiadan yalnız doksan sekizi birinci sınıfa girdiği ve oylar yalnız centurialara göre sayıldığı için birinci sınıf, tek başına, oy sayısı bakımından öbür sınıflara üstün geliyordu. Bütün centurialar sözbirliği ettiler mi, artık oy sayımı sürdürüle­mezdi bile; azınlığın verdiği karar çoğunluğun kararı sayılır­dı. Denebilir ki, comitia centurialarda işler, ayların çoğunlu­ğundan öte, paraya pula, keselerin şi§kinliğine göre sonuçla­nırdı.

Ama bu aşırı yetke, iki yoldan dengeleniyordu: ilkin, ge­nelde tribunuslar, sonra da her zaman varlıklılar sınıfından oldukları için pleblerin çoğu bu birinci sınıfta, patriciaların etkisi karşısında bir denge oluşturuyorlardı.

İkinci yol ise centurialara her zaman birinciden başlaya­rak, sırayla oy verdirecek yerde kura çekilmesiydi; kurada hangi centuria çıkarsa, o38 tek başına seçimi gerçekleştirirdi; daha sonra, bir başka gün, centurialar sınıflarına göre çağrılır­lar; bunlar da aynı seçimi yineler ve genel olarak onaylarlar­dı. Böylece, örnek olmanın verdiği yetke, üstünlük bir sınıf­tan alınıp, demokrasi ilkesine uygun olarak kuraya bırakılı­yordu.

Bu yollara başvurmanın bir başka yararı daha oluyordu: Köylerdeki yurttaşlar, iki seçim arasında geçici olarak aday gösterilerrlerin başarılı olup olamayacağını öğrenmeye vakit buluyor, oylarını ona göre verebiliyorlardı. Ama seçim işlem­lerinin hızlandırılması gerekçe gösterilerek bu yoldan vazge­çildi, iki seçim aynı günde yapılmaya başlandı.

Comitia tributa, Roma halkının gerçek anlamdaki kurulu idi. Onları yalnızca tribunuslar toplantıya çağırırdı : Tribu­nuslar bu toplantılarda seçilir, onlar için halkoylaması burada yapılırdı. Senatonun kurulda yeri olmadığı gibi, toplantıya

38 Kura ile seçilen bu centuria, oyuna ba§VUrulan ilk centuria olması açısın­dan praerogativa adını alırdı. Prerogative (ayrıcalık) sözcüğü buradan gelir.

189

Page 193: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

katılma hakkı da yoktu; oy veremedikleri yasalara boyun eğ­mek zorunda olan senato üyeleri, bu konuda, sıradan yurttaş­lardan daha az özgürdüler. Bu haksızlık tümüyle yanlış anla­şılmakta, bütün üyelerin kabul olunmadığı bir bünyenin (meclisin) kararlarını geçersiz saymaya yetmekteydi. Patricia­lar, yurttaş olarak sahip oldukları hakka dayanarak bu comiti­alara katılsalar bile, bu durumda, sıradan kişiler durumuna düşeceklerinden, en aşağı prolaetariusun, bir principes sena­tus (senato başkanı) kadar etkili olduğu, ayrıca adam başına bir oyun düştüğü bu toplantılarda oylamayı pek etkileyemez­lerdi.

Görülüyor ki, böylesi kalabalık bir halkın oylarını topla­maya yarayan bu çeşitli bölünmeler, bir düzen oluşturduktan başka kendi kendine yabancı birer kalıp durumuna da düş­müyor, her biri kendini yeğ tutan görüşlere ilişkin birtakım etkilerde bulunuyordu.

Bütün bunları ayrıntılara girmeden söyleyeyim; yukarıda­ki açıklamalardan şu sonuç çıkar: Comitia tributalar, halk yö­netimine, Comitia centurialar da aristokrasiye daha uygun­dur. Çoğuuluğunu tek başına Roma'nın ayaktakımının oluş­turduğu Comitia curiatalara gelince, bunlar yalnızca zorbalı-

. ğa ve kötü niyedere yol açmaktan başka işe yaramadıkların­dan, değerlerini yitirip gözden düştüler; kışkırtıcılar bile, ni­yetlerini fazlasıyla açığa vuran böyle bir araçtan el çektiler. Ş urası kesindir ki, Roma halkının tüm yüceliği Comitia cen­turialarda kendini gösterirdi; çünkü yalnız bu kurullar tam ve eksiksizdi; Comitia emiatalarda kırsal kollara, Comitia tribu­talarda ise senato ile patricialara yer yoktu.

Oyları toplama işine gelince, bu, ilk Romalılarda, Spar­ta' dakinden daha az karmaşık olmamakla birlikte, hiç değilse kendi töreleri kadar sadeydi. Herkes oyunu yüksek sesle bil­dirir, bir yazman da bunları kaydederdi: Her kolda ayların çoğunluğu o kolun oyunu, kollar arasındaki oy çoğunluğu da

190

Page 194: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

halkın oyunu belirlerdi; curialarda ve centurialarda da durum aynıydı. Bu oy toplama yolu, yurtta§lar arasında dürüstlüğün egemen olduğu, herkes haksız bir dü§ünceye ya da oy verme­ye layık bulunmayan bir konuya açıkça oyunu vermekten ka­çındığı sürece iyi idi; ama halkın ahlakı bozulup da oylar sa­tın alınmaya ba§lanınca, oy taeirierini yıldırıp dizginlemek, sahtekarların ihanet yollarını tıkamak amacıyla oyların bun­dan böyle gizli verilmesi uygun görüldü.

Cicero'nun, bu deği§ikliği kınadığını, cumhuriyetin yıkıl­masını bir bakıma buna bağladığını biliyorum. Ama burada, Cicero'nun yetkesinin ne denli ağır basacağını bilsem de o­nun görü§üne katılmam: Tam tersine, kanımca bunun gibi deği§imler yeterince yapılmadığı içindir ki, devletin çökmesi çabukla§ını§tır. Sağlıklı insanların yiyip içtikleri, nasıl hastala­ra iyi gelmezse, ahlakı bozulmu§ bir halkı da sağlam ahlaklı bir halkın yasalarıyla yönetmeye kalkı§mamalıdır. Hiçbir §ey bu kuralı Venedik Cumhuriyeti'nin uzun ömrü kadar des-

, tekleyemez. Bu cumhuriyet, §imdi varlığını bir gölge gibi sürdürüyor, çünkü yasaları yalnızca kötülerin i§ ine gelmekte­dir.

Gizli oy yöntemi kabul edildikten sonra, yurtta§lara levha­lar dağıtılır oldu; her yurtta§, dü§üncesini gizli olarak bu lev­halarla bildiriyordu: Böyle olunca, levhaların toplanması, oy­ların sayımı, sayıların kıyaslanınası vb. konularda birtakım önlemler alındı, formaliteler kondu, ancak bunlar, bu i§leri gören görevlilerin doğruluğundan ku§kuya dü§ülmesine en­gel olamadı.39 Oy alıp satmayı, sahtelclrlıkları önlemek üzere birtakım fermanlar çıkarıldı; bunların fazlalığı, hep bir önce­kilerin hiçbir i§e yaramamı§ olduğunu gösterir.

Cumhuriyetin son dönemlerine doğru, yasaların yetersiz­liklerini kapatmak amacıyla, çoğu zaman, olağanüstü birta-

39 "Custodes, diribitores, rogatores suftragiorum." (Seçim görevlileri ayların muhafızı dır.)

191

Page 195: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

kım önlemlere ba§vurmak zorunda kalındı. Kimi zaman bir­takım mucizeler beklendiği bile oldu; ama halk üzerinde et­kili olabilecek bu önlem, halkı yönetenlere kar§ı etkisiz kalı­yordu; kimi zaman, adaylar birbirlerine dolaplar çevİrıneye fırsat bulamasınlar diye, halk aniden toplantıya çağrılıyor, ki­mi zaman da, kandırılan halkın ters bir karar vereceği anla§ı­lınca, koca bir oturum bo§ tartı§malarla harcanıyordu. Ama sonunda, hırs bütün bunları etkisiz bıraktı; i§in inanılmaz ya­nı §U ki, bunca kötülüğün ortasında, bu büyük halk yığını, es­ki yasalara, tüzüklere dayanarak neredeyse senato kadar ko­laylıkla görevlileri seçmekten, yasaları kabul etmekten, dava­ları çözüme bağlamaktan, genel ve özel i§lere çözüm bulmak­tan geri kalmıyordu.

1 92

Page 196: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

N. KİTAP

V. BÖLÜM

TRİBUNUSLUGA DAİR

Devlet'i olu§turan unsurlar arasında tam bir ili§ki kurula­maz ya da önüne geçilemeyen bazı nedenler bu ili§kileri sü­rekli bozarsa, öbür görevlerle birle§ip bütünle§meyen bir ö­zel görevliler birimi kurulur, bu birim ötekilerden ayrılır; her öğeyi (terimi) gerçek ili§kisi içine yerle§tirir ve gerek hüküm­darla halk, gerek hükümdarla egemen varlık, gerekse her iki taraf arasında bir bağlantı ya da bir orta terim olu§turur.

Tribunusluk adını verebileceğim bu bütün, yasaların ve yasama gücünün koruyucusudur. Kimi zaman, Roma'da halk tribunuslarının yapmı§ olduğu gibi egemen varlığı hüküme­te kar§ı korur, kimi zaman, bugün Venedik'te On 'lar Kuru­lu 'nun yaptığı gibi, hükümeti halka kar§ı desteklemeye, kimi zaman da, Sparta'da Ephorosların yaptığı gibi, her iki tarafa­rasında denge kurmaya yarar.

Tribunusluk, siteyi olu§turan öğeler arasında yer almaz; bu nedenle, ne yasama gücünde payı olabilir, ne de yürütme gücünde: Site gücünün çok daha büyük olu§U da buradan ge­lir: Çünkü hiçbir §ey yapamadığı için her §eye engel olabilir. Yasaların koruyucusu olarak, yasaları yapan egemen varlıktan ve onları yürüten hükümdardan daha kutsal ve saygındır. Ay­nı durum, bütün halkı öteden beri hor görmü§ olan gururlu patriciaların, hiçbir üstünlüğü ve yargı yetkisi olmayan bir

193

Page 197: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

halk temsilcisinin önünde boyun eğmek zorunda kaldıkları Roma'da açıkça görülmüştür.

Bilgece ılımlı kılınmış bir tribunusluk iyi bir devlet yapı­sının en sağlam dayanağıdır; ama gücü azıcık ölçüyü aştı mı, her şeyi altüst eder: Güçsüzlüğün ise onun doğasında yeri yoktur; kendisi ne olursa olsun, gücü hiçbir zaman gereğin­den az değildir.

Tribunusluk, dizginlemekle görevli olduğu yürütme gü­cünü zorla ele geçirip, korumak zorunda olduğu yasaları key­fine göre uygulamaya kalktığında zorbalığa dökülür. Sparta, törelerini koruduğu sürece tehlikeli olmayan Ephorosların büyük gücü, bir kez ahlak bozukluğu başlayınca onu daha da hızlandırmıştı. Bu zorbaların bağdurduğu Agis'in öcünü kendisinden sonra gelen halefi aldı: Ephorosların suç ve ce­zaları da cumhuriyetin çöküşünü hızlandırdı. Cleomenes'ten sonra da Sparta bir hiç durumuna düştü. Roma da aynı şekil­de yok olup gitti; tribunusların adım adım ele geçirdikleri a­şırı güç, özgürlüğü korumak amacıyla yapılan yasalar yardı­mıyla onları çiğneyen imparatorları korumaya yaradı. impa­ratorlar da özgürlüğü ortadan kaldırdılar. Venedik'in On'lar Kurulu'na gelince, bu, halka da, patricialara da iğrenç gelen kanlı bir kuruldu. Bu kurul, yasaları yukarıdan korumak şöy­le dursun, yasalar gözden düştükten sonra karanlıklarda kim­senin görme yürekliliğini göstermediği darbeler vurmaktan öte gidemedi.

Tribunusluk da, tıpkı hükümet gibi, üyelerinin sayısı art­tıkça etkisini yitirdi . Sayıları, önce iki, sonra beş olan Ro­ma'nın halk tribunusları, sayılarını iki kat artırmak istedikle­ri zaman senato buna ses çıkarmadı, çünkü onları birbirleriy­le dizginleyeceğinden kuşku duymuyordu; çok geçmeden dizginledi de zaten . . .

Böylesine korkunç bir bütünün eline zorla gfçirmesini önlemek için şimdiye kadar hiçbir hükümetin akıl edemedi-

194

Page 198: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

ği en iyi yöntem, onu sürekli kılmamak, ortadan kaldırıldığı, işba§ından uzaklaştınldığı zamanları düzenlemektir. Kötü­lüklerin yerle§ip güçlenmesine meydan verecek kadar uzun olmaması gereken bu zaman aralıkları, gereğinde olağanüstü komisyonlarca kısaltılabilecek yolda birtakım yasalarla belir­lenebilir.

Bu yöntem bana sakıncasız görünüyor, çünkü daha önce de söylediğim gibi, tribunusluk anayasada yer almadığı için, anayasaya zarar vermeden kaldırılabilir; bu yöntem bana etki­li gibi görünüyor, çünkü yeniden i§ba§ına getirilen bir görev­li hiçbir zaman selefinin yetkisiyle değil, yasanın kendine ver­diği yetkiyle i§e ba§lar.

195

Page 199: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 200: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplmn Sözle§mesi

N. KİTAP

VI. BÖLÜM

DİKTATÖRLÜGE DAİR

Yasaların, olaylara göre esneklik göstermesine engel olan katılıkları, onları kimi durumlarda zararlı kılabilir; bu esnek­likten yoksunluk, bir kriz halinde, yasalar vasıtasıyla Dev­let'in iflasına yol açabilir. izlenen formalitelerin sırası ve ya­vaşlığı uzun bir zaman aralığı ister, ancak koşullar buna bazen elvermez. Ortaya, yasa yapanın öngöremeyeceği bin bir türlü durum çıkabilir, öte yandan, her şeyin öngörülemeyeceğini bilmek de son derece gerekli bir öngörüdür.

Öyleyse, politik kurumları, doğuracakları sonuçları önle­me yetkisini elimizden alacak denli güçlendirmek doğru de­ğildir. Sparta bile yasalarını uyumaya bırakmıştır.

Öte yandan, kamu düzenini bozma tehlikesini ancak en büyük tehlikeler dengeleyebilir; yurdun esenliği gerektirme­dikçe de, yasaların kutsal gücünü hiçbir zaman durdurmama­lıdır. Böyle ender rastlanan ve apaçık durumlarda, kamu gü­venliği özel bir sözleşmeyle sağlanır; bu sözleşme gereğince güvenlik görevi, buna değer bir kişiye verilir. Bu görev, teh­likenin türüne göre iki biçimde verilebilir.

Tehlikeyi önlemek için hükümetin etkinliğini artırmak yetiyorsa, yönetim gücü hükümet üyelerinden biri ya da iki­sinde toplanır: Böylece yasaların yetkesi değişime uğratılma­mış olur, yalnızca uygulanış biçiminde değişikliğe gidilir. Ya-

197

Page 201: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

sal mekanizmanın insanların korunmasına engel olabileceği tehlikeli anlarda, yasaları susturan bir yüksek yönetici seçilir; bu ki§i, egemenlik gücünü bir süre askıya alır. Böyle durum-. larda, genel irade üzerinde bir ku§ku yoktur; §urası açıktır ki, halkın birincil isteği Devlet'in yok olmamasıdır. Yasama gü­cünün bu yolla askıya alınması onu ortadan kaldırmaz: Bu gücü susturan yöneticinin onu dile getirmesi elinde değildir; bu gücü baskı altında tutabilir, ama temsil edemez. Yasalar dı§ında her §eyi yapabilir.

Roma senatosu, cumhuriyetin esenliğini sağlama göre\Tini özel bir formülle konsüllere verdiği zamanlar bu ilk yola ba§­vururdu. Konsüllerden biri bir diktatör atadığında da ikinci yola gidilirdi;40 bu gelenek Roma'ya Alba'dan geçmi§tir.

Cumhuriyetin ilk günlerinde diktatörlüğe çok sık ba§vu­rulmu§tur; çünkü Devlet yalnız ana yapısından aldığı güçle a­yakta duracak denli deği§mez bir temelden yoksundu.

O günlerde töreler, ba§ka bir zaman için gerekli olabilecek birçok önlemi gereksiz kıldığından, diktatörün, ne yetkesini kötüye kullanmasından korkulurdu ne de bu yetkeyi dikta­törlük dönemi sona erdikten sonra elinde tutmaya kalkı§ma­iından. Tam tersine, bu denli büyük bir güç, onu kullanmak­la görevli olanlara bir yük gibi gelir ve sanki yasalann yerini :utmak çok zorlu ve tehlikeli bir i§mi§ gibi, onu bir an önce Ja§larından savmaya bakarlardı .

Demek ki, i lk zamanlar diktatörlüğe geli§igüzel ba§vurul­nasını kınayı§ım, kötüye kullanılmasından değil, ayağa dü§­nesi tehlikesindendir; çünkü seçimlerde, takdis törenlerin­le, tümüyle formaliteye dayanan i§lere fazlaca ba§vurulur­�en, bu yüce görevin (diktatörlüğün) gereğinde daha az kor­�utucu, yıldırıcı olmasından, halk tarafından ancak gereksiz, >o§ törenlerde kullanılan bir formalite olarak görülmeye ba§-

ı Bu atama, sanki bir kݧiyi yasaların üzerine çıkarmaktan utanılırmı§ gibi, :eceleyin gizlice yapılırdı.

198

Page 202: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§ınesi

lanmasından korkulur. Cumhuriyetin sonlarına doğru daha ölçülü olan Romalı­

lar, diktatörlüğe, önceleri ne denli sıkça boş yere başvurmuş­larsa, bu kez nedensiz yere fazla ba§vurmaz oldular. Korkula­rının temelsiz olduğu kolaylıkla görülebilirdi ; gene görülebi­lirdi ki, başkentin güçsüzlüğü, bünyesindeki yöneticilere kar­şı kendi güvenliğini sağlıyordu; bir diktatör, kimi durumlar­da, kamunun özgürlüğünü, onu hiç de tehlikeye atmaksızın savunabiliyordu ; Roma'nın kölelik zincirlerinin demiri, Ro­ma'da değil, orducia dövülecekti. Marius'un Sulla'ya, Pompe­ius'un da Caesar'a pek az direnmesi, dışarının gücüne karşı i­çerinin yetkesinden neler beklenebileceğini iyi göstermiştir.

Bu yanılgı, Romahiara büyük yanlışlar yaptırdı: Sözgeli­mi, Catilina komplosunda bir diktatör seçilmemesi yanılgıy­dı: Çünkü komplo, yalnızca kentin içini, en çok da İtalya'nın birkaç vilayetini ilgilendirdiğine göre, olay, yasaların diktatö­re verdiği sınırsız yetkeyle kolayca bastırılabilirdi; oysa ancak insan ihtiyadının beklerneye tahammül ederneyeceği birta­kım mutlu rastlantıların bir araya gelmesiyle bastırılabilmişti.

Senato, bir diktatör seçecek yerde, bütün yetkisini konsül­lere bırakınakla yetindi; öyle ki, Cicero, etkili biçimde dav­ranmak için, önemli bir noktada bu yetkilerini aşmak zorun­da kaldı; önceleri birtakım sevinç gösterileri davranışını o­naylasa da, sonradan, haklı olarak, yasalara aykırı olarak dökü­len yurttaş kanlarının hesabı kendisinden soruldu; oysa bir diktatöre böylesi bir eleştiri yöneltilmezdi bile. Ama konsü­lün parlak sözleri her şeyi istediği yana çekti; kendisi Romalı olmakla birlikte, ünü, onuru yurdundan çok sevdiği için, Devlet'i kurtaracak en haklı ve şaşmaz yollardan çok, bu işin bütün onurunu kendine mal etmenin yollarını arıyordu.41

41 Cicero, bir diktatör öne sürmekle bunu sağlayacağına güvenemiyordu; ne kendini atamayı göze alabiliyor, ne de ba§kalarının kendisini seçmesini sağ­layabiliyordu.

199

Page 203: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

Bunun için Cicero, bir yandan Roma'nın kurtarıcısı diye öklere çıkartılırken, öte yandan yasaları çiğnedi diye haklı o­trak cezaya çarptırıldı. Göreve geri çağrılı§ı, ne denli parlak lsa da, bunun yalnızca bir bağı§lama olduğu besbelliydi.

Öte yandan, bu önemli görev nasıl verilirse verilsin, süre­.ni çok kısa tutmak, hiçbir zaman uzatılmamasını sağlamak ::>k önemlidir. Diktatörlüğü gerekli kılan bunalımlı dönem­�rde, Devlet, çok geçmeden ya kurtulur ya da yok olup gi­er; ivedilik durumu ortadan kalkınca, diktatörlük, ya zorba­ğa dönü§ür ya da gereksiz olur. Roma'da diktatörler yalnız ltı ay için seçildikleri halde, çoğu bu süreden önce görevden yrılmı§lardır. Bu süre daha uzun olsaydı, belki de onu, bir ıllık sürelerini uzatan Decemvirler gibi bir süre daha uzatma ğilimi gösterirlerdi. Diktatör, seçimini gerekli kılan gereksi­imi kar§ılamaya ancak vakit bulurdu: Ba§ka tasanlara kafa ormaya pek zamanı yetmezdi.

200

Page 204: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

N. KİTAP

Vll. BÖLÜM

CENSORLUGA DAİR

Genel irade nasıl yasa ile dile geliyorsa, kamuoyu da cen­sorlukla dile gelir. Kamuoyu öyle bir yasadır ki, censorluk o­nun uyglılayıcısıdır; censorun yaptığı, tıpkı hükümdar gibi, yalnızca yasayı özel durumlara uygulamaktır.

Censorluk meclisi, kamuoyunu keyfince yorumlayamaz, onu yalnızca dile getirir; halkın görü§lerinden sapması duru­munda, aldığı kararlar bo§ ve etkisiz kalır.

Bir ulusun törelerini onun değer verdiği §eylerden ayır­mak bo§unadır; çünkü bütün bunlar aynı ilkeye bağlıdır ve zorunlu olarak birbirine karı§ır. Dünyadaki bütün ulusların beğeni seçimlerinde ağır basan, kararsal olan, doğa değil ka­muoyudur. Halkın görü§lerini, dü§üncelerini yükseltin, ah­lak anlayı§ları; töreleri, kendiliğinden arınır. İnsan her zaman güzel olanı ya da güzel bulduğunu sever, ama insan en çok güzel üstüne verilen yargıda yanılır; öyleyse düzenlenmesi gereken de bu yargıdır. Töreleri yaı;gılayan onuru yargılar; o­nuru yargılayan da bu yetkiyi kamuoyundan alır.

Bir ulusun görü§ ve dü§ünceleri onun ana yapısından do­ğar. Yasa, her ne denli töreleri düzenlemezse de, onları doğu­ran yasamadır; yasalar gev§ediler mi, ahlak ve töreler de yoz­la§ır: Fakat o zaman, yasa gücünün yapamadığını censorların yargısı yapamaz.

201

Page 205: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

Bundan çıkan sonuca göre, censorluk, ahlak ve töreleri ko­rumada yararlı olabilirse de onları yeniden kurmada yararlı o­lamaz. Yasalar güçlüyken censorları göreve getirin; yasalar gü­cünü yitirince, her şeyden umut kesilmeli, krallar güçlerini yi­tirdikten sonra meşru olan hiçbir şeyin gücü kalmaz artık.

Censorluk, düşüncelerin bozulmasına engel olarak, akıllı uygulamalarla doğruluklarını sürdürerek, dahası, kimi zaman, henüz kesinleşmemiş olanları sabitleştirip belirleyerek, ahlak ve töreleri ayakta tutar. Düellolarda yardımcı bulundurma a­lışkanlığı, ki bu Fransa Krallığı'nda fazlasıyla abartılmıştı, bir kral fermanındaki şu sözlerden ötürü ortadan kalktı: "Düello­lara, yardımcılar getirmek alçaklığında bulunanlara gelince . . . " Halkın yargısından önce verilmiş olan bu yargı, birden onun yargısını da belirledi. Ancak aynı fermanlar bu kez düellonun da bir alçaklık olduğunu bildirmeye kalkınca, ki bu çok doğ­ruydu, halk bunu umursamadı bile; çünkü d üşüncesine uy­mayan bu karar üstüne çoktan yargısını vermişti.

Bir başka kitapta42 demiştim ki, kamuoyu hiçbir baskıya uğramadığından, onu temsil amacıyla kurulan mahkemeler­de de hiçbir baskı belirtisi bulunmama

-lıdır. Bugünkü ulus­

larda bütünüyle ortadan kalkmış olan bu önlemden, Romalı­ların ve onlardan da öte, Lakedemonyalıların büyük bir usta­lıkla yararianmış olmalarına ne denli hayran kahnsa yeridir.

Ahlakı bozuk bir kişinin Sparta kurultayında iyi bir dü­şünce ileri sürmesi üzerine, Ephoroslar bunu dikkate alma­dan aynı düşünceyi erdemli bir yurttaşa söylettiler. Bu iki ki­şiden ne birini ne de öbürünü övmeye ya da yerıneye kalma­dan, biri için ne onurlu, öteki için ne onur kırıcı bir şeydi bu! Birkaç Sisamlı43 sarhoş, Ephorosların mahkemesini kirletti-

42 M. d'Alembert'e Mektup'ta. uzun uzadı ya üzerinde durduğum konuya bu bölümde şöylece bir değiniveriyorum. 43 Onlar bir başka adadan geliyorlardı; dilimizin kibarlığı, adlarını söylememe �ngeldir. (Rousseau, bu hilciyeyi Plutarkhos'tan aktarıyor, fakat olayı Sakız-

202

Page 206: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

ler: Ertesi gün, bir fermanla Sisamlıların her türlü ahlaksızlı­ğına izin verildi. Gerçek bir ceza, böylesi bir cezasızlığın ya­nında, bu denli etkili olamazdı. Sparta, bir şey dürüsttür ya da değildir dedi mi, artık Yunanistan onun yargılarına dil uzat­mazdı.

lılara mal eden Yunanlı yazarın üslubunu benirusernekten kaçınıyor; Sakız Adası'nın Fransızca karşılığı Chios sözcüğünün okura, "chier"yi [ dışkıla­mak .. . ] anıştırmasından çekiniyor. [Henri Guillemin'in notu]).

203

Page 207: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 208: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

N. KiTAP

Vll1. BÖLÜM

TOPLUMSAL DİNE DAİR

Başlangıçta, insanların Tanrılardan başka kralları, din te­melli yönetimden başka yönetimleri yoktu. Caligula'nın mantığını izlediler; o gün için düşünceleri yerindeydi. İnsa­nın, benzerini kendine efendi olarak kabullenebilmesi, bu­nun yararlı olacağı umuduna kapılabilmesi için, duygu ve dü­şüncelerinde uzun bir süreçte değişiklik olması gerekir.

Her politik toplumun başına bir Tanrı'nın konmuş olması, ulus sayısı kadar Tanrı'nın ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bir­birine yabancı ve hemen her zaman düşman olan iki ulus, ay­nı kişiyi uzun süre efendi olarak tanıyamamışlardır: Birbiriyle çarpışan iki ordu da aynı başın buyruğuna giremezlerdi. So­nuçta, ulus farklılıklarından çoktanrılılık doğdu, buradan da, dinsel ve toplumsal hoşgörüsüzlük ortaya çıktı; aşağıda açıkla­nacağı gibi, bunların ikisi de doğal olarak aynı kapıya çıkar.

Eski Yunanlıların, Tanrılarını barbar uluslarda arama he­vesi, kendilerine bu ulusların doğal efendisi gözüyle bakma eğiliminden geliyordu. Ama türlü uluslardaki Tanrıların kimlikleri üzerine ileri sürülen derin bilgi bugün için çok gü­lünçtür: Sanki Moloch, Saturnus ve Chronos aynı Tanrıy­mışlar; sanki Fenikelilerin Baal'i, Yunanlıların Zeus'u ve La­tinlerin Jupiter'i aynı olabilirlermiş; sanki farklı adları olan düşsel varlıklar arasında ortak bir şey bulunabilirmiş gibi !

205

Page 209: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

Nasıl oldu da, her Devlet'in kendi inancı ve Tanrıları ol­:luğu paganlık döneminde, hiç din kavgası olmadı diye sora­:::ak olanlara derim, ki; her Devlet'in kendine özgü inancı ve hükümeti olduğu için, Tanrılarıyla yasalarını bir tutardı da �mdan. Politik savaş, aynı zamanda dinsel savaştı; başka bir :leyişle, Tanrıların etki alanları ulusların etki alanlarının sı­nırlarını aşmazdı. Bir ulusun Tanrısı, öbür uluslar üzerinde hiçbir hakka sahip değildi. Faganların Tanrıları hiç kıskanç değillerdi; dünya egemenliğini aralarında paylaşırlardı. Mu­sa'nın kendisi ve Yahudiler, İsrail Tanrısı'ndan söz ederken kimi zaman bu düşüneeye katılırlardı. Gerçi Yahudiler, yeri­ni alacakları, ardan oraya sürülen, yıkılınaya mahkum bir halk olan Kenaniler'in Tanrılarını yok da sayarlardı; ama ba­kın, dil uzatmaları yasak edilen komşu u lusların Tanrıların­dan nasıl söz ediyorlardı: Jephtah, Ammonitlere şöyle diyor­du: "Tanrınız Chamos'un malının mülkünün sahipliği hak­kaniyet açısından size düşmez mi? Muzaffer Tanrımızın e­dindiği topraklara aynı hakla b iz de sahibiz."44 Sanırım bu, Chamos'un haklarıyla İsrail Tanrısının haklarını birbiriyle kıyaslayarak kanıtlanması ve kabullenilmesidir.

Ama önce Babil, sonra da Suriye krallarının buyruğu altı­na giren Yahudiler, kendi Tanrılarından başka Tanrı tanıma­makta direnince, yenene karşı başkaldırma sayılan bu davra­nış, başlarına, tarihlerinde okuduğumuz ve Hıristiyanlıktan önce bir eşine rastlanmayan zulümler geldi.45

44 "N anne ea quae possidet Chamos deus tuus, tibijure debentur?'' (Yargıç­lar, XI, 24) Vulgata'nın metni aynen böylediL Rahip Carrieres bunu §öyle çe­virmi§: "Tanrınız Chamos'un malı mülküne sahiplik etme hakkınız olduğu­na inanmıyor musunuz?" İbranice metinde vurgunun ne denli güçlü oldu­ğunu bilmiyorum, ama görüyorum ki, Vulgata'da, Jeptah, tanrı Chamos'un haklarını kesin olarak tanıyoL Fransız çevirmen ise, Latince metinde bulun­mayan size göre sözcüklerini kullanarak bu tanımayı hafıfletiyor. 45 Phokaialıların kutsal sava§ dedikleri birer din sava§ı olmadığı apaçıktıL Amaç, imansızları imana getirmek değil, dine saygısızlık edenleri cezalandırmaktır.

206

Page 210: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

Her din onu kabul eden devletin yalnızca yasalarına bağlı olduğundan, bir ulusa dinini değiştirtmek için onu boyundu­ruk altına almaktan başka yol yoktu, bu dinin fethedenlerden başka misyoneri, rahibi yoktu; dinini değiştirme zorunlulu­ğu, yenilerrlerin alınyazısı olduğundan, din değiştirme konu­suna gelmeden önce işe yenmekle başlamak gerekiyordu. İn­sanların, Tanrılar uğrunda savaşması şöyle dursun, aksine, Homeros'ta olduğu gibi, Tanrılar insanlar uğruna savaşırlar­dı; herkes kendi Tanrısı'ndan zafer diler, zafer elde edildiğin­de Tanrı'ya borcunu yeni sunaklada öderdi. Romalılar, bir yeri almadan önce, Tanrıları oradan ayrıl�aya çağrırlardı; Tarentialıların öfkeli Tanrılarına dokunmamalarının nedeni ise, bunları Roma Tanrılarına bağlı, onlara saygı göstermekle zorunlu saymalarıydı. Romalılar, yendikleri uluslara yasaları­nı bıraktıkları gibi, Tanrılarını da bırakırlardı. Yenilenlerden tek istedikleri, çoğu kez, Capitole'ün Jupiter'ine bir çelenk bırakmaktı.

Sonuç olarak, Romalılar imparatorlukları ile birlikte din­lerini ve Tanrılarını da yaydıkları, çoğu kez yendikleri ulusla­rın dinlerini ve Tanrılarını kabul ettikleri ve hepsine yurttaş­lık haklarını sağladıkları için, bu geniş imparatorluğun halk­ları, yavaş yavaş, her yerde, aşağı yukarı birbirinin aynı birçok din ve Tanrı edindi: İşte böylece, paganlık da bütün dünyada tek ve aynı din olarak tanındı.

İsa bu koşullar altında gelip yeryüzünde bir din krallığı kurdu: Din krallığı, teolojik sistemi politik sistemden ayıra­rak Devlet'i tek güç olmaktan çıkardı, Hıristiyan uluslarda durmaksızın çalkantılara neden olan iç bölünmelere yol açtı. Bu yeni düşünceyi, yani öbür dünya krallığı düşüncesine hiç­bir zaman aklı ermeyen paganlar Hıristiyanlara hep gerçek birer asi gözüyle baktılar; onlara göre Hıristiyanlar, ikiyüzlü bir boyun eğiş, sırf görünüşte bir uysallık içindeydiler, ama gerçekte bağımsızlıklarını kazanıp egemen olmak ve güçsüz-

207

Page 211: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

ken boyun eğer gibi göründülderi gücü kurnazca ellerine ge­çirmek için fırsat kolluyorlardı. İşte Hıristiyanların gördükle­ri işkencelerin nedeni buydu.

Paganların korktukları başlarına geldi. Her şeyin rengi de­ğişti; o alçakgönüllü Hıristiyanlar ağız değiştirdiler ve çok geç­meden o sözde öbür dünya krallığı, gözle görülen bir başın yönetiminde, bu dünyada en amansız bir zorbalık oluverdi.

Bununla birlikte, ortada her zaman bir hükümdar ve top­lum yasaları bulunduğu için, bu çifte güçten, yargılama bakı­mından sonu gelmez bir anlaşmazlık doğdu; bu da Hıristiyan devletlerde her türlü iyi politik yönetim (politie) olanağını ortadan kaldırdı: öyle ki, artık kimse, krala mı yoksa papaya mı boyun eğeceğini kestiremez oldu.

Bu arada birçok ulus, hatta Avrupa ve Avrupa çevresinde­kiler bile, eski düzeni elde tutmak ya da yeniden kurmak is­tedilerse de başarılı olamadılar; Hıristiyanlık ruhu her yeri sardı. Kutsal inanç, ya hep egemen varlıktan bağımsız kalmış ya da sonradan ondan bağımsız olmuş, Devlet bünyesiyle hiçbir gerekli ilişki kurmamıştır. Muhammed'in alabildiğine sağlıklı görüşleri vardı; politik sistemini iyi temellendirmişti; kurduğu hükümet biçimi, halifeler devrinde varlığını sürdü­rürken tam bir birlik içinde kaldı, bu nedenledir ki güçlü bir hükümet oldu. Ne var ki, Araplar gelişip eğitimli, uygar, yu­muşak ve gevşek insanlar haline gelince, barbarların boyun­duruğu altına girdiler: O zaman iki güç arasında parçalanma yeniden başgösterdi. Bu Hıristiyanlardaki kadar göze batma­ınakla birlikte, Müslümanlar arasında, özellikle Şiiler'de orta­ya çıktı; hele İran gibi devletlerde ise sürekli kendini duyur­du, bitrnek bilrnedi.

Bizler, yani Hıristiyanlarda, İngiliz kralları, tıpkı çarlar gi­bi, kendilerini kilisenin başı olarak gördüler: Arıcak bu un­vanla, kilisenin başı değil, daha çok onun aracıları oldular; o­nu değiştirrnekten çok koruma yetkisi kazandılar; kilisenin

208

Page 212: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

yasa yapıcılan değil, hükümdarlan oldular yalnızca. Ruhhan sınıfı, her nerede bir bütünlük olu§turduysa, 46 yurtlannda da hem efendi kesilmi§lerdir, hem de yasa yapan. Demek ki, ba§ka yerlerde olduğu gibi, İngiltere ve Rusya'da da iki güç, i­ki egemen varlık vardır.

Bütün Hıristiyan yazarlar içinde, hem derdi hem devayı i­yi görüp, kartalın iki ba§ını birle§tirme ve her §eyi politik bir­liğe götürmeyi önerme yürekliliğini gösteren yalnız filozof Hobbes olmu§tur; çünkü politik bütünlük olmadan ne Dev­let tam anlamıyla kurulabilir, ne de hükümet. Ama Hobbes, yine ister istemez görmü§tür ki, kendi sistemi, Hıristiyanlı­ğın baskıcı anlayı§ıyla bağda§mamaktadır ve rahibin çıkarı her zaman devletinkinden daha güçlüdür. Bobbes'un politik sis­teminde tiksinti uyandırmı§ olan, ondaki iğrençlikler, yanlı§­lıklar değil, haklı ve doğru olanlardır.47

Sanırım, tarihsel olaylar bu açıdan incelenirse, Bayle'in ve Warburton'ın birbirine kar§ıt dü§ünceleri kolaylıkla çürütü­lebilir; Bayle, dinin politik bütüne hiçbir yararı olmadığını, Warburton da, tam tersine, Hıristiyanlığın politik bütünüp. en sağlam dayanağı olduğunu ileri sürmektedir. Bu dü§ünür­lerden ilkine, temelinde din olmayan hiçbir Devlet'in kurul-

46 Şu nokta gözden kaçırılmamalı: Ruhhan sınıfını bir bütün haline getiren, Fransa'daki gibi resmi topluluklar değil, kiliselerirı inanç birliğidir. İnan bir­liği (communion) ve aforoz, ruhhan sınıfının toplum sözleşmesidir; bu söz­leşmeyle, devamlı biçimde, ulusların da, kraliann da efendisi olurlar. İnan birliği halindeki tüm rahipler, isterlerse dünyanın farklı uçlannda olsalar bi­le birbirleriyle yurttaştırlar. Bu buluş, politikanın benzersiz bir başarısıdır. Pagan rahipler arasında bu yoktur: Zaten bu yüzden değil midir ki, hiçbir za­man bütünleşip bir sınıfhaline gelememişlerdir. 47 Birçok belgenin yanı sıra, Grotius'un kardeşine yolladığı 11 Nisan 1643 ta­

rihli mektubuna bakınız: Bu bilge kişinin, neyi doğru, neyi kusurlu bulduğu de Cive adlı yapıtında görülür. Gerçi hoşgörülü davranıp, yazann iyi yönle­rine bakarak kötü yönlerini bağışlar görünürse de herkes onun kadar bağışla­yıcı değildir h

209

Page 213: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

mamış olduğunu, ikincisine ise, Hıristiyan yasasının, Dev­let'in güçlü yapısına aslında yararlı değil, zararlı olduğunu ka­nıtlayabiliriz. Anlatmak istediğimi iyice açıklamak için, dinin konumla ilgili olan bulanık kavramiarına biraz daha açıklık, kesinlik kazandırmam gerek.

Toplumla ilişkisi açısından ele alındığında, hem genel, hem özel olan din, ayrıca insanın dini ve yurttaşın dini diye de ikiye ayrılabilir. Birincisinin tapınağı, sunağı, törenleri yoktur; yüce Tanrı'ya bütünüyle içten bir tapınıştır ve ebedi ahlaki ödevlerle sınırlıdır; İncil'in esinlendiği arık ve sade dindir bu, gerçek Tanrıcılık, doğal Tanrı hukuku denilebile­cek şey budur. İkincisi ise tek bir ülkenin içinde kalır, o ülke­ye, Tanrılarını, ermişlerini, koruyucu meleklerini verir: Ken­dine ait dogmaları, ayinleri, yasalarla belirlenmiş dışsal tören­leri vardır; onu kabul eden ulustan başkası ona göre imansız­dır, yabandır, barbardır; insanların ödevleri ve hakları mih­raplardan öte gitmez. İlk kavimlerin dinleri böyleydi işte; bu dine ise toplumsal ya da pozitifTanrı hukuku diyebiliriz.

İnsanlara çifte yasa, çifte baş, çifte yurt verip, onlara birbi­riyle çelişen, karşıt görevler yükleyen, aynı anda hem dindar, hem yurttaş olmalarını engelleyen, ilk ikisinden daha da tu­haf üçüncü tür bir din vardır. Lamaların, Japonların, Roma Kilisesi'ne bağlı Hıristiyanların dini böyledir. Bu sonuncuya rahip dini de denebilir. Bundan, karma ve toplum yaşamına ters bir tür hukuk doğar; bunun da adı yoktur.

Politik açıdan incelendiğinde, bu üç tür dinin üçünün de kendilerine özgü eksiklikleri olduğu görülür. Hele üçüncüsü o denli açık biçimde kötüdür ki, bunu kanıtlamaya uğraşmak boşuna vakit yitirmekten öteye gitmez. Toplumsal birliği bo­zan her şey; insanın kendi kendisiyle çelişınesine neden olan kurumların hiçbiri beş para etmez.

İkinci din, Tanrı aşkıyla yasa sevgisini birleştirdiği ve yurt­taşiara yurda karşı tapınma derecesinde bir hayranlık aşılaya-

210

Page 214: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

rak devlete hizmet etmenin, devletin koruyucusu Tanrı'ya hizmet olduğunu öğrettiği için iyidir. Bu bir tür teokrasidir; onda hükümdardan başka yüksek rahip, yöneticilerden ba§ka din adamı yoktur. Böyle olunca, yurdu uğrunda can vermek §ahadettir; yasaları çiğnemek dinsizlik, bir suçlunun üzerine herkesin lanetini çekmek, Tanrıların öfkesine kurban etmek­tir onu: Sacer es to.*

Ama yanılgı ve yalan dolan üzerine kurulu olan bu din, in­sanları kandırdığı, çabuk kanan, körinançlı kişiler haline ge­tirdiği, Tanrı'ya ğerçek tapınışı, boş törenierin içinde boğdu­ğu için de kötüdür. Yine kötüdür, çünkü dı§layıcı, tekelci ve zorba bir kimliğe bürünerek, halkı kıyıcı ve hoşgörüsüz kılar; öyle ki halk artık asıp kesme, kıyım düşüncesiyle yatıp kalkar olur, kendi Tanrılarına inanmayanı öldürmekle kutsal bir ey­lem yaptığına inanır. Sonuçta, bu dini benimseyen bir halkı, öteki halklarla, kendi güvenliğine fazlasıyla zararlı doğal bir savaş haline iter.

Geriye bir tek, insan dini ya da Hıristiyanlık kalır; ama bu­günkü Hıristiyanlık değil, ondan büsbütün ayrı olan İncil di­nidir bu. Bu kutsal, yüce ve gerçek din sayesinde, aynı Tan­rı'nın kulları, evlatları olan insanlar birbirlerini kardeş bilir­ler; onları birle§tiren toplumu ölüm bile dağıtamaz.

Ancak bu din, politik bütünle hiçbir özel ilişkisi olmadı­ğından, yasaların, kendi kendilerinden aldıkları tek gücü yine yasalara bırakır, ancak onlara başka hiçbir güç eklemez; bu yüzden, bu bütünleşmiş topluluğun en güçlü bağlarından, birleştirici unsurlarından biri etkisiz kalır. Bundan da öte, yurttaşları Devlet'e yürekten bağlamak şöyle dursun, onları her türlü dünyevi §eyden kopardığı gibi, Devlet'ten de kopa­rır. Toplum ruhuna bundan daha aykırı bir şey bilmiyorum.

Gerçek Hıristiyan olan bir halkın, insan aklının düşünebi-

* "Cehenneme gitsin," anlamındaki Latince söz. MalıkUmu "Kim öldürürse öldürsün" anlamında kullanılırdu.

21 1

Page 215: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

eceği en olgun toplumu kuracağını ileri sürerler. Bence bu iüşüncede büyük bir zorluk yatmaktadır: Çünkü gerçek Hı­·istiyanlardan oluşan bir toplum artık bir insan toplumu ol­naktan çıkar. Hatta, bence böylesi düşsel bir toplum, tüm retkinliğine karşın, ne en güçlü toplum olur, ne de en sürek­i; yetkinleştiği ölçüde birlikten, bağlılıktan yoksun kalır; onu ;::emiren kurt, yetkinliğin ta kendisidir.

Böyle bir toplumda herkes ödevini yerine getirecek; halk rasalara boyun eğecek, başkanlar doğru, adil ve ölçülü olacak­ar, askerler ölümü hiçe sayacaklardır; ne kibir olacaktır, ne :atafat: Bütün bunlar iyi, güzel de, biraz daha ileri gidelim ba­�lım.

Hıristiyanlık, bütünüyle ruhani bir dindir, öbür dünya iş­eriyle uğraşır; Hıristiyan'ın yurdu bu dünyada değildir. Ger­:i bu dünyadaki ödevini yapar, ama gösterdiği özenin başan­ı ya da başarısızlığına tümüyle kayıtsız biçimde yapar bunu. �eter ki kendi kendini kınayacak hiçbir şeyi olmasın; bu dün­rada her şey yolunda gidiyormuş ya da gitmiyormuş umrun­la bile değildir. Devlet gelişmekteyse, halkın mutluluğuna evinme yürekliliğini pek göstermez; yurdunun şanıyla ö­ünmekten korkar: Devlet zayıf düşecek bile olsa, halkına şa­rıarı vuran Tanrı'ya hala şükretmekten kendilerini alamazlar.

Toplumun dirlik içinde olması, toplumsal uyurnun varlı­mı sürdürmesi için yurttaşların, istisnasız hepsinin aynı za­rıanda iyi birer Hıristiyan olmaları gerekir: Ancak kazara gö­ü yükseklerde tek bir kişi, tek bir ikiyüzlü, sözgelimi bir Ca­Jina, bir Cromwell çıkınaya görsün, bu adam, hiç kuşkusuz, ::>fu yurttaşlarının hakkından gelecektir. Hıristiyan merha-1eti, insanın hemcinsi için kötü düşünmesine öyle kolaylık­t izin vermez. Ancak böyle bir kişi, birtakım kurnazlıklarla, ilelerle yurttaşlarını buyruk altına almanın, Devlet yetkesi­in bir bölümünü ele geçirmenin yolunu bulur bulmaz, en tygın insan oluverir; öyle ya, Tanrı ona saygı gösterilmesini

212

Page 216: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

istiyordur: Büyük bir güç oluverir birden; Tanrı ona boyun eğilmesini istiyordur. Bu gücü elinde tutan kimse onu kötü­ye mi kullandı? Tanrı, onun aracılığıyla kullarını cezalandır­mak istediği içindir! Tanrı'nın sopasıdır o. Devlet gücünü zorla eline geçiren böyle bir ki§iyi def etmeye vicdan elver­mez: Çünkü bunu yapmak için zor kullanmak, kan dökmek gerekecektir: Oysa bütün bunlar Hıristiyanlığın yumu§aklı­ğıyla, uysallığıyla bağda§ır §eyler değillerdir; hem acı çekmek için gelinen, bu azap dünyasında insan özgür olmu§, köle ol­mu§, ne önemi vardır? Esas olan cennete gitmektir; alacak­lara boyun eğmek, tevekkül etmek cennete gitmenin yolla­rından biridir.

Yabancı bir Devlet'le sava§ mı çıktı, yurtta§lar itiraz etme­den sava§a giderler; hiçbiri kaçınayı aklından bile geçirmez; hepsi de ödevini yerine getirir, ama zafer tutkuları yoktur; onlar yenmekten çok ölmesini bilirler. Yenseler de, yeniise­ler de urourlarında değildir. Zaten onlara neyin gerektiğini Yüce Tanrı onlardan daha iyi bilmez mi? Gururlu, co§kun, hırslı bir dü§manın, onların bu stoacı anlayı§ından nasıl da yararlanacağını bir dü§ünün! Bunların kar§ısına, yurdunu muzaffer kılma tutkusuyla yanıp tutu§an §U özverili, serden geçmi§ ulusları koyun; Hıristiyan cumhuriyetinizi Sparta ya da Roma'nın kaqısına çıkardığınızı varsayalım: Sofu Hıristi­yanlar daha akıllarını ba§larına toplamaya fırsat kalmadan ye­nilecek, ezilip darmadağın olacak ya da dü§manlarının kendi­lerini adamdan saymaması sayesinde canlarını kurtaracaklar­dır. Fabius'un askerlerinin yemini tam benim istediğim gibi bir yemindi; onlar, ölmek ya da yenmek için değil, zaferle dönmeye yemin ettiler ve yeminlerini de tuttular. Hıristiyan­lar hiçbir zaman böyle bir yemin edemezlerdi; çünkü bu, kendini Tanrı'ya e§it ko§mak gibi gelirdi onlara.

Ama Hıristiyan cumhuriyeti derken yanılgıya dü§üyo­rum; bu iki sözcük birbirini dı§lar. Hıristiyanlık, yalnızca kö-

213

Page 217: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Je�an-Jacques Rousseau

elik ve bağlılığı vaaz eder. Bu dinin ruhu, zorbalığa o denli �lverişlidir ki, zorbalık ondan yararlanmazlık etmez. Gerçek -Iıristiyanlar köle olmak için yaratılmışlardır; bunu bilir ve tiç hayıflanmazlar; bu kısa yaşam onların gözünde öylesine memsizdir ki . . .

Hıristiyan askerler mükemmeldir derler. Yadsıyorum bu üşünceyi: Bana bir örnek göstersinler. Ben Hıristiyan ordu­ll diye bir şey tanımıyorum. Bana örnek olarak Haçlı Sefer­:ri'ni gösterecekler. Haçlılar'ın değerini tartışmadan önce ma dikkat çekeyim ki, bunlar Hıristiyan bile değildiler, Pa­a'nın askerleri, kilisenin yurttaşıydılar: Askerler onun ru­ani, manevi ülkesi uğruna çarpışmaktaydılar; kilise nasıl be­:rdiyse, bu ruhsal ülkeyi dünyevi kılmış, dünyaya yerleştir­tiştir. İyi anlaşılacak olursa, paganlığa girer bu: İncil ulusal r din kurmadığına göre, Hıristiyanlar için bir din savaşı o­sı değildir. Pagan imparatorlar döneminde, Hıristiyan askerler yiğit

�ilerdi; bütün Hıristiyan yazarlar böyle olduklarına ilişkin tvence veriyorlar. Onlara inanıyorum: Çünkü Hıristiyan mayan ordulara karşı bir onur yarışıydı bu. Pagan impara­rlar Hıristiyan olur olmaz bu yarışma varlık nedenini yitir-haç, kartalı kovunca, Romahiara özgü tüm değerler de or­

lan kalktı. Fakat politik düşünceleri bir yana bırakıp yine hukuğa ge­im ve bu önemli nokta üstünde ilkderimizi koyalım. Top­n sözleşmesinin egemen varlığa, uyrukları üzerinde tanı­;ı hak, evvelce de söylediğim gibi, kamu yararının sınırları­hiçbir zaman aşmaz.48 Öyleyse uyruklar, egemen varlığa

arqtris d'Argenson §öyle der: "Cumhuriyette herkes, ba§kalarına zarar neyen §eyleri yapmakta bütünüyle özgürdür." Deği§mez sınır budur ݧ� >undan daha iyi de tanımlanamaz. Bakan olmasına kar§ın, gerçek yurtta§ ·ğini korumu§ olan, yurdunun yönetimi üstünde doğru ve sağlam görü§­sahip ünlü ve saygın bir adamı burada on urlandırmak amacıyla, ara sıra,

214

Page 218: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

yalnızca karrtuyu ilgilendiren düşüncelerinin hesabını ver­mek zorundadırlar. Bu nedenle, her yurttaşın, kendisine ö­devlerini sevdirtecek bir dini olması Devlet için büyük önem taşır; ama bu dinin dogmaları, ne Devlet'i, ne de üyelerini il­gilendirir; üstelik bu dogmalar, inanç sahibinin başkalarına karşı yerine getirmek zorunda olduğu ahlak kurallarına ve ö­devlere ilişkindir. Ayrıca herkes canının istediği, aklına yatan düşünceyi benimsemekte özgürdür; bunu bilip öğrenmek, e­gemen varlığın üstüne vazife değildir: Çünkü öbür dünyada hiçbir yetkisi olmadığı için, uyruğu öbür dünyada bekleyen ne olursa olsun onun işi değildir, yeter ki uyruklar, bu dün­yada iyi birer yurttaş olsun.

Öyleyse, tümüyle toplumsal bir inanç beyanı, açıklaması vardır; bunun maddelerini belirlemek egemen varlığın işidir; bunlar tam anlamıyla din dogmaları gibi değil, insanları top­lumsallaştıncı duygulardır; bunlar olmaksızın ne iyi bir yurt­taş olunabilir ne de sadık bir uyruk. 49 Egemen varlık, hiç kim­seyi bunlara inanmaya zorlayamamakla birlikte, inanmayanla­rı, dinsiz diye değil, toplumsal yaşama elverişsiz, yasaları ve a­daleti içten sevmeye, gerektiğinde görevi uğruna yaşamını fe­da etmek için yetersiz diye Devlet'in sınırları dışına sürebilir. B� dogmaları kamu önünde kabul ettikten sonra bunlara i­nanmaz gibi davranan kimseyi ölümle cezalandırmalıdır; çün­kü en büyük suçu işlemiş, yasalar önünde yalan söylemiştir.

Toplum dininin dogmaları (kuralları) yalın, sayıca az ol­malı, açıklama ve yorumlar gerektirmeyecek denli açık ve se-

halkın pek bilmediği bu elyazmasından birtakım bölümleri aktarma keyfın­den kendimi alıkoyamadım. 49Caesar Catilina'yı savunurken, ruhuri ölümlülüğü dü§üncesini temelien­dinneye çabalıyordu: Cato ile Cicero, bunu çürütmek için felsefe yapmaya yana§madılar; onun yalnızca kötü bir yurtta§ gibi konu§tuğunu, Devlet' e za­rarlı bir dü§ünceyi savunduğunu göstermekle yetindiler. Zaten Roma Sena­tosu, yargısını tanrıbilim sorunu üzerinde değil, asıl bu sorun üzerinde vere­cekti.

215

Page 219: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Jean-Jacques Rousseau

:ik biçimde bildirilmeli. Gücü her şeye yeten; halden anlayan, tayırsever, öngören, verici bir Tanrı'nın varlığı; gelecekteki aşam, doğruların mutlu olacağı, kötülerin cezalandırılacağı, )plum sözleşmesinin ve yasalann kutsallığı . . . İşte olumlu ogmalar! Olumsuzlara gelince, ben onları bire indirgiyorum: ) da hoşgörüsüzlüktür ve dışladığımız inançlara girer.

Toplumsal hoşgörüsüzlükle dinsel hoşgörüsüzlüğü birbi­nden ayıranlar kanımca yanılıyorlar. Bu iki tür hoşgörüsüz­ik birbirinden ayrılmaz. İnsan, cehennemlik saydığı kimse­de barış içinde yaşayamaz; onları sevmek, onları cezalandı­lll Tanrı'dan da nefret etmek demektir: Bunları ya mutlaka nana getirmek ya da azap çektirrnek gerekir. Dinsel hoşgö­isüzlüğün kabul edildiği yerde, bunun toplum üzerinde et­si olmaması olası değildir;50 bu etki olunca da, egemen var­� artık egemen varlık olmaktan çıkar, dünya işlerinde bile: zaman rahipler gerçek efendi, krallar ise onların görevlisi

maktan öte gitmez.

)rneğin evlenme vatandaşlık hukukuna ilişkin bir sözleşme olduğu için ıuçlan da toplumu etkiler; bunlar olmaksızın toplumun yaşaması bile ola­�ızdır. Bir ruhhan sınıfının bu sözleşmeyi yapma hakkını yalnız kendine I etmeyi başardığını varsayalım; hoşgörüsüz bir dinde bu hakkı ister İste­z zorla ele geçirir; oysa ki bu konuda kilisenin yetkesini öne sürüp, bu ranışıyla hükümdarınkini açıkça etkisiz kılmış olmaz mı? O zaman hü­ndann ruhhan sınıfının kendisine bırakacağı uyruklardan başka uyruğu nış olmaz mı? Şu ya da bu dinsel doktrini benimsemelerine, şu ya da bu kuralım kabul etmeleri ya da yadsımalanna, kendine az ya da çok bağlılık :ermelerine bakıp kişileri birbirleriyle evlendirip evlendirmemekte özgür ı bu topluluk, sakınımlı ve kararlı davranarak, miraslara, görevlere, yurt­Lra, dahası Devlet' e istediği gibi el koymuş olmayacak rm? Bu durumda, !rden oluştuğu için Devlet de yaşayabilir mi? Ama denecektir ki, o zaman ;timaller için yas.aya başvurulur, celpler, karamameler çıkarılır, rahiplerin yalığına el konur. Ne acınacak durum! Yüreği değilse bile birazcık aklı o­lin adamı, yapasınız diye bırakır sizi, gene de bildiğini okur, celplere, ha­re, karamarnelere sessiz sedasız uyar, yine de dizginleri elinde tutar. kü, bana kalırsa, parsanın tamamını kapacağını kesin olarak bilen insa­onun bir parçasından vazgeçmesinde büyük bir özveri yoktur.

216

Page 220: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözleşmesi

Şimdi, salt ulusal bir din olmadığı ve olamayacağına göre, ba§ka dinleri hoşgören diniere hoşgörü gösternielidir, yeter kl dogmaları arasında yurttaşlık görevlerine aykırı bir şey bu­lunmasın. Ama, kilise Devlet, _ kral da papa olmadıkça, kilise dışında selamet yoktur, diyecek denli ileri giden kişi Dev­let'ten sürülür. Böyle bir dogma ancak din yönetiminde ge­çerli olabilir; başkalarındaysa zararlıdır. Kral IV. Henri'nin Katolikliği kabul etmesi üstüne gösterilen gerekçelerin, her dürüst insanı, özellikle de aklı başında her hükümdan bu di­ni bırakmaya zorlaması gerekirdi.

217

Page 221: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi
Page 222: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi

Toplum Sözle§mesi

IV. KİTAP

IX. BÖLÜM

SONUÇ

Politik hukukun gerçek ilkelerini koyduktan ve Devlet'i kendi temeli üzerine oturtmaya çaba gösterdikten sonra, sıra onu dı§ ili§kilerinde desteklemeye gelir: Bu da devletler hu­kukunu, ticareti, sava§ ve fetih hukukunu, kamu hukukunu, Devletler arasında birlikleri, görü§meleri, antla§maları vb. i­çerir. Bütün bunlar benim dar görü§ümü a§an, fazlasıyla ge­ni§ bamba§ka konulardır: Oysa benim, amacımı daha yakın a­lanlara yöneltınem gerekmekteydi.

219

Page 223: Jean Jacques Rousseau - Toplum Sözleşmesi