Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

55
Yıl: 14 / Sayı:53 2018-1 Selçuk Ecza ve As Ecza Depolarının ücretsiz kurumsal yayınıdır. Ateşin Ustası; Jale Yılmabaşar Selçuk Ecza ve As Ecza Depolarının ücretsiz kurumsal yayınıdır. Selçuk Ecza ve As Ecza Depolarının ücretsiz kurumsal yayınıdır.

Transcript of Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

Page 1: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

Yıl: 14 / Sayı: 532018-1

Selçuk Ecza ve As Ecza Depolarının ücretsiz kurumsal yayınıdır.

Ateşin Ustası;

Jale Yılmabaşar

Selçuk Ecza ve As Ecza Depolarının ücretsiz kurumsal yayınıdır. Selçuk Ecza ve As Ecza Depolarının ücretsiz kurumsal yayınıdır.

Zeugma Antik Kenti kazı bölgesi

Page 2: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

İstanbul üçlemesi; köprü, kuşlar ve insanlar”

Page 3: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

Merhabalar,

2017 yılı global düzeyde yaşanan siyasi çalkantılarla ve artan ekonomik sorunlarla hem toplumsal yönden hem de iş dünyası açısından zor günler geçirdiğimiz bir yıl olarak geride kaldı. Özellikle ekonomik belirsizlikler ve döviz kurları karşısında Türk lirasının aşırı değer kaybı, artan enflasyon içinde bulunduğumuz ortamı zorlaştırdı.

Bu ve benzeri ekonomik gelişmeler karşısında, yeni yılla birlikte artarak gelebilecek bütçe disiplini uygulamalarının ve yapılacak yeni düzenlemelerin sağlık alanına yansımalarının en az seviyede olması en büyük arzumuzdur.

Her geçen yıl, global veya ulusal anlamda yaşanan sıkıntılar ne kadar yoğun olursa olsun; büyümeye, gelişmeye, üretmeye durmaksızın devam eden, parçası olmaktan gurur duyduğumuz sağlık ve ilaç sektörü, insanımızın yaşam kalitesini arttırmaya yönelik çabalarına yılmadan devam etse de bu olumsuz atmosferden ister istemez etkilenmektedir.

Ekonominin tekrar ayağa kalkması için tasarruf tedbirleri alınması doğru bir yaklaşımdır, ama sağlık alanı kendine has gerekleri olan bir sektördür. Nitelikli sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması adına sağlık ve ilaç harcamalarına diğer kalemlerden daha hassas yaklaşılması kaçınılmazdır.

Yeni yılla birlikte özellikle yakın coğrafyamızda ve pek tabi global düzlemde yaşanan tüm siyasi problemlerin ve sancılarını toplumca derinden hissettiğimiz ekonomik sorunların giderilmesini; barışın, kalkınmanın ve refahın hâkim olduğu bir huzur ortamı oluşmasını temenni ediyoruz.

Selçuk Ecza Deposu’nun 60., AS Ecza Deposu’nun 30., Ahmet ve Nezahat Keleşoğlu Vakfı’nın ise 10. yılına girişinin mutluluğunu ve gurunu yaşadığımız 2018 yılının tüm dünyaya barış, dostluk ve mutluluk getirmesi dileğiyle…

Sevgi ve saygılarımla,

Merhabalar,

Sonay GürgenSelçuk ve As Ecza DepolarıYönetim Kurulu Başkanı

Page 4: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

3 Ocak/Şubat/Mart2018

44DuayenlerProf. Dr. Murat Emre

Beynin Gizeminin Peşinde

48Kültür SanatJale YılmabaşarCumhuriyet Tarihininİlk Kadın Seramik Profesörü

56SektördenŞehram ZayerYaşanılabilir Bir Dünya İçin

64Turizmİzzet Keribar

Büyülü Kent Zeugma

72Uzman GörüşüDoç. Dr. Özlem Nazan Erdoğan

Farmakovijilans

74Yüzyıllık İlaçlar

Prof. Dr. Ayten Altıntaş

Düğün Geleneğinin Zerdesi ve

Safranın İlaç Hali

76Sağlık ÇantasıProf. Dr. Nuran Türkçapar

Psöriatik Artri (SedefArtriti)

78Hobiler MesleklerDr. Ercan Topçu

Su Kültürümüz Unutuluyor

86Bilim TeknolojiAslı Günel

90Ekonomi GündemiAslı Günel

92Çevre

Geleneksel Çarşılara Dönüş

94Ajanda

98Yemek KültürüKervansaraylar ve İmarethaneler

100VitaminKarikatür

1Editörden

2-3İçindekiler

4Kısa Kısa

16İçimizden BiriEcz. Ayşe Ergin Güllü

Eczacılık Özveri İsteyen Bir Meslek

18İçimizden BiriEcz. Bektaş Eren

Sevginin Yakışmadığı Yer Yok

20İçimizden BiriEcz. Emre Parlar

Eczacılık Önemini Koruyacaktır

22İçimizden Biri

Ecz. Öznur Dağ

Daha Donanımlı Eczacılar Yetişiyor

24İçimizden Biri

Ecz. Sema Mandev

Eczanede Farkı Eczacı Ortaya Çıkartır

28FakültelerimizProf. Dr. Ş. Güniz Küçükgüzel

Emin Adımlarla Geleceğe

36Seyahat

Süha Derbent

Orta Çağdan Kalma Bir Aşk:

Venedik

İmtiyaz SahibiSelçuk Ecza Deposu A.Ş. Adına,

SONAY GÜRGEN

Genel Yayın YönetmeniSorumlu Yazı İşleri Müdürü

HALUK ÖĞÜTÇÜ

Yönetim YeriSELÇUK ECZA DEPOSU A.Ş.

Nakkaştepe Mah. Kuşbakışı Cad.No:37 Altunizade / Üsküdar

34662 İstanbulTel: 0(216) 554 0554Faks: 0(216) 554 0511

Proje YönetmeniDevrim Yaman

Editoryal Hazırlık ve YayınlayanMaestro İletişim Grubu

Göksu Evleri, Üst Çamlık Caddesi, No:163 (B119a), Anadolu Hisarı,

Beykoz, 34815 İstanbulTel: 0 (216) 465 6363

Faks: 0 (216) 465 [email protected]

[email protected]

Baskı ve CiltGezegen Basım

Tel: 0 (212) 549 6824

Yayın TürüYaygın Süreli Yayın

Baskı TarihiOcak 2018

Sayı: 53 / 2018-1(Ocak, Şubat, Mart)

Denge Dergisi üç ayda bir, Maestro Reklamcılık Tic.San.Ltd.Şti.

tarafından hazırlanıp,ücretsiz olarak dağıtılmaktadır.

Dergide yer alan yazılar kaynak gösterilerek kullanılabilir.

Eczacılık YeminiEczacılık mesleği üyeleri arasına katıldığım

bu andan itibaren, hayatımı insanlık hizmetine vakfedeceğime, sanatımı

hakkaniyetle paylaşacağıma ve bilgilerimi insanlık aleyhine kullanmayacağıma,

mesleğim dolayısıyla öğrendiğim sırları saklayacağıma, hastanın sağlığını baş kaygım olarak telakki edeceğime, meslektaşlarıma saygı göstereceğime,

düşkünleri her hususta gözeteceğime ve onlara yardım edeceğime, din, milliyet, ırk,

parti ve sosyal sınıf farklarının vazifemle vicdanım arasına girmesine müsaade

etmeyeceğime, hocalarıma karşı hürmet ve minnettarlığı ömrüm boyunca

muhafaza edeceğime, namusum ve vicdanım üzerine and içerim.

İçindekiler

Syf 36, Orta Çağdan Kalma Bir Aşk: Venedik / Süha Derbent

Syf 16, Ayşe Ergin Güllü

Syf 18, Bektaş Eren

Syf 20, Emre Parlar

Syf 22, Öznur Dağ

Syf 24, Sema Mandev

Syf 28, Güniz KüçükgüzelSyf 78, Hobiler Meslekler / Dr. Ercan Topçu

Syf 56, Sektörden / Şehram Zayer

Syf 48, Kültür Sanat / Jale Yılmabaşar

Syf 44, Duayenler / Prof. Dr. Murat Emre

Page 5: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

5 4 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

SağlıkSektöründeGelişmeler,Haberler

Kısa Kısa Kısa Kısa

TEB’de Kongre Heyecanının Ardından

Türk Eczacıları Birliği 41. Olağan Büyük Kongresi 16-17-18 Kasım 2017 tarihlerinde Ankara’da toplandı. 19 Kasım 2017 Pazar günü 09.00-17.00 saatleri arasında ise Türk Eczacıları Birliği kurullarının seçimi gerçekleşti.

Türk Eczacıları Birliği 41. Olağan Büyük Kongresi’nin 19 Kasım 2017 tarihinde yapılan Merkez Heyeti, Denetleme Kurulu ve Yüksek Haysiyet Divanı seçimleri sonrası, merkez organlarının seçimi ile göreve gelen 41. Dönem Merkez Heyeti ve Denetleme Kurulu, 23 Kasım 2017 tarihinde ilk toplantısını gerçekleştirdi ve görev dağılımı yaptı. 41. Dönem Merkez Heyeti ve Denetleme Kurulu’nun görev dağılımı ise şu şekilde gerçekleşti:

Ecz. Erdoğan Çolak BaşkanEcz. Sinan Usta II. Başkan

Ecz. Arman Üney Genel Sekreter Ecz. Mehmet İbrahim Özkol SaymanEcz. Mine Erdoğan Merkez Heyeti Üyesi Ecz. Cem Mercül Merkez Heyeti ÜyesiEcz. Kubilay Aydın Merkez Heyeti ÜyesiEcz. Serdar Türkaydın Merkez Heyeti ÜyesiEcz. Ümran Pelenkoğlu Merkez Heyeti ÜyesiEcz. M. Emin Beyaz Merkez Heyeti ÜyesiEcz. Halil İbrahim Avşaroğlu Merkez Heyeti ÜyesiEcz. Aylin Yalçınkaya Denetleme Kurulu BaşkanıEcz. Hidayet Vural Tunalı Denetleme Kurulu ÜyesiEcz. Hasan Buminhan Yavuz Denetleme Kurulu Üyesi

TEB’in yeni seçilen Yönetim ve Denetim Kurulunu kutluyor, tüm eczacılarımıza hayırlı olmasını diliyoruz.

TİTCK-TEB İstişare Toplantısı

Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu ve Türk Eczacıları Birliği yetkilileri, eczacılık uygulamaları ve ilaç sektörünün gündeminde yer alan konuları görüşmek ve birlikte değerlendirmek amacıyla 11 Aralık 2017 tarihinde Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu binasında bir araya geldi.

Toplantıya, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkanı Dr. Hakkı Gürsöz, İlaç ve Eczacılık Başkan Yardımcısı Dr. Ali Alkan, Tıbbi Cihaz ve Kozmetik Ürünler Başkan Yardımcısı Recep Uslu, Ekonomik Değerlendirmeler ve Laboratuvar Hizmetleri Başkan

Yardımcısı Doç. Dr. İsmail Mert Vural, Denetim Hizmetleri ve Bilgi Yönetimi Başkan Yardımcısı Fatih Tan, Destek Hizmetleri ve Bilgi Yönetimi Başkan Yardımcısı Eray Kaplan, Hukuk Müşaviri Av. Nuray Bilgin Demir, ilgili daire başkanları ve diğer kurum yetkilileri ile Türk Eczacıları Birliği Başkanı Ecz. Erdoğan Çolak, Genel Sekreter Ecz. Arman Üney, Hukuk Danışmanı Av. Hüseyin Öğüşlü, Genel Sekreter Yardımcısı Ecz. Rida Himmet ve Genel Sekreter Danışmanı A. Serkan Mercan katıldılar.

Gündemdeki bütün konuların ayrıntılı bir şekilde değerlendirildiği toplantıda, kurumsal istişare toplantılarının aylık olarak sürdürülmesine karar verildi.

Türkiye’de Bir İlk;Robotik Üniteli Simülasyon Eczanesi

Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi bünyesinde Selçuk Ecza Deposu’nun da katkılarıyla kurulan, teknolojinin sunduğu en son yenilikleri barındıran ve alanında bir ilk olan Dr. Hacı Ahmet Keleşoğlu Robotik Üniteli Simülasyon Eczanesi’nin açılışı, Aralık ayında yapılan törenle gerçekleştirildi.

Açılışa, Kayseri Milletvekili İsmail Tamer, TİTCK Başkanı Dr. Hakkı Gürsöz, Gazi Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Alper Ceylan, Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İlkay Erdoğan Orhan, Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Gülbin Özçelikay, TEB Başkanı Ecz. Erdoğan Çolak, Selçuk ve AS Ecza Deposu Yönetim Kurulu Başkanı Sonay Gürgen, Ankara Eczacılar Odası Başkanı Ecz. Süleyman Güneş, Trabzon Eczacılar Odası Başkanı Ecz. Halit Uslu, çok sayıda eczacı ve öğrenci katıldı.

Açılışta konuşan Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Alper Ceylan, robotik üniteli eczanenin, Türkiye’de eczacılık fakülteleri arasında bir ilk ve tek örnek olma özelliği taşıdığını söyledi. Ceylan, eczanenin Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi öğrencilerinin eğitimi ve eczane pratiklerini üst düzeyde geliştirmeye yönelik bir mesleki laboratuvar olarak kullanılacağını belirtti.

Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İlkay Erdoğan Orhan ise aylardır süregelen çalışmalar sonrasında yüzde yüz yerli ve milli bir Robotik Üniteli Simülasyon Eczanesi açmanın haklı gururunu yaşadıklarını söyleyerek konuşmasına başladı. Türkiye’de ilk kez bir eczacılık fakültesinde böyle bir eczanenin kurulduğunu söyleyen Orhan, 6 ay önce Ecz. Murat Aker’in ziyareti sırasında böyle bir projeden haberdar olduğunu ve ilgisini çektiğini belirtti. Sistemi inceledikten sonra böyle bir projenin fakülteye uygulanması için harekete geçtiklerini kaydeden Orhan; “Oldukça maliyetli bir sistem” dedi.

Gazi Üniversitesi’nin mottosunun “Gelenekten Geleceğe” olduğunun altını çizen Orhan, mottonun geçmiş kısmını Mart ayında açtıkları müze, gelecek kısmını ise bu simülasyon eczanesi ile hayata geçirdiklerini aktardı. Orhan konuşmasına şöyle devam etti; “El birliği ile gerçekleşti. İsimler ve makamlar geçici, yapılan eserler kalıcıdır. Robotik Üniteli Simülasyon Eczanesi tamamen eczane işletmeciliği laboratuvarı olarak tasarlandı. Öğrencilerin eczane işletmeciliğini ve yönetimini daha iyi öğrenmesini sağlayan ve son teknolojiyi içeren bir laboratuvar. Aslında yurt dışında kullanılan bir sistem ancak ülkemizde pek yaygın değil. Öğrencilerimiz bu sistemi kullanacak, tanıyacak ve çok daha üst düzey bir eğitim almış olacaklar.”

Robotik Üniteli Simülasyon Eczanesi için sponsor olan Selçuk ve AS Ecza Deposu’nun Yönetim Kurulu Başkanı Sonay Gürgen, Robotik Eczane’nin temellerinin Kıbrıs’ta bir konferans sırasında atıldığını söyledi. Projenin destekçisi olmaktan memnun olduklarını, eczacılık fakültelerine yönelik birçok başka projelerede destek sağladıklarından söz etti.

Başka bir projede ise Selçuk Ecza Deposu’nun kuruluşunun 60. yılı

münasebetiyle eczanelerin mesleki sorunları ve yeni açılımlar ile ilgili Türkiye genelinde eczacılara yönelik mesleki gelişim toplantıları düzenledklerine değinen Gürgen; “Türkiye genelinde 19 bin müşterimiz var. Bir araya gelip mesleki sorunlar ve yeni açılımları konuşuyoruz. Bundan son derece memnunuz” ifadelerine yer verdi.

Türk Eczacıları Birliği Başkanı Ecz. Erdoğan Çolak açılışta bulunmaktan çok memnun olduğunu dile getirdi ve sözlerine şöyle devam etti; “Sorunları çözmek kadar önemli olan onları nasıl çözdüğünüzdür. Değişim ve dönüşümleri iyi takip edemezsek bir yerde tıkanıyoruz. Onun için yeni projeler üretmek, süreç içinde önümüze çıkacak yapısal sorunların çözümünde önemlidir. Gelecek vizyonumuzu belirleyen en önemli şey hasta sağlığı ve güvenliğidir. Bilimin geliştiği dünyada eczacılık ve ilaç alanlarında da gelişmeler yaşanıyor. Eczacının gelecek karşısında kendini konumlandırması şart. Eczacı sadece ilaç vermez. Basit teşhisler koyar. Sigara bıraktırmada rol oynar. Üreme sağlığı uzmanıdır. Evde sağlık hizmetlerinde eczacı vazgeçilmezdir. Danışmanlık hizmetleri verir”.

Page 6: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

7 6 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Kısa Kısa Kısa Kısa

Selçuk ve AS Ecza Akademisi Başladı

10 Ekim 1958 tarihinde kurulan, ilaç sektörünün köklü kuruluşlarından olan ve 2018 yılı itibarıyla 60. kuruluş yıldönümünü kutlama gururunu yaşayan Selçuk Ecza Deposu ile AS Ecza Deposu bu vesileyle yeni ve büyük bir projeye imza attı.

Sağlık sektörünün kalbi olan eczacıları her zaman iş ortağı olarak gören ve bu anlayışla faaliyetlerine devam eden Selçuk Ecza Deposu 60. yıl coşkusunu yine eczacılarla ve sektörün diğer paydaşlarıyla birlikte yaşamayı hedefliyor.

Bu kapsamda çok sayıda etkinlik ve projeyi eczacılarla ve sektörle buluşturmayı planlayan Selçuk Ecza Deposu ve AS Ecza Deposu tarafından; eczacıların mesleki gelişimlerine, mesleki farkındalığın yükseltilmesine ve ilaç sektörüne katkıda bulunabilmek hedefleriyle hazırlanan Selçuk ve AS Ecza Akademisi Mesleki Gelişim Toplantıları 28 Ekim 2017 tarihinde start aldı.

Selçuk Ecza Deposu ve AS Ecza Deposu’nun, sektörün bilinilirliği yüksek, tümüyle bir eczacı kuruluşu olan Eczacının Sesi/Farmazi Akademi ile işbirliğine gittiği projede; eczane ekonomisinin yönetiminden eczacılık mevzuatına, medikal malzemeden majistral formüllere, SGK kurum ilişkilerine, OTC ürünlerden kişisel bakım ürünlerine, eczacılık mesleğinin hemen her alanına ilişkin, mesleki gelişim toplantıları düzenleniyor.

Sektörün dinamiklerini yakından izleyen Eczacının Sesi Platformunun kurucusu Ecz. Hakan Gençosmanoğlu, editörü Ecz. Özlem Demir ve ekibinin yoğun ilgi gördükleri toplantılarda, her biri alanında uzman eğitimciler; Orhan Yıldız, SGK Başmüfettişi Fevzi Çakmak, Ecz. Gül Kara, Ecz. Ahmet Nezihi Pekcan, Ecz. Ayşe Arık Coşkun, Ecz. Ertan Çiftçi, uzmanlık alanlarındaki geniş bilgi birikimlerini katılımcılarla paylaşıyor. Diğer yandan, eczacılar birbirleriyle, Selçuk Ecza Deposu ve AS Ecza Deposu yöneticileri de eczacılar ile yakın iletişim olanağı yakalıyor.

Selçuk ve AS Ecza Akademisi Mesleki Gelişim Toplantıları süresince eczacıların nitelikli ve keyifli bir zaman dilimi geçirmeleri için tüm olanaklar Selçuk Ecza Deposu ve AS Ecza Deposu tarafından titizlikle sağlanıyor.

Selçuk Ecza Deposu ve AS Ecza Deposu salonlarında başlayan Mesleki Gelişim Toplantıları yeni yılla birlikte tüm Selçuk Ecza Deposu ve AS Ecza Deposu şubelerine yayılarak ülke genelinde sağlık danışmanlığı görevini özveriyle yapan eczacılara ulaştırılacak.

Şu ana kadar İstanbul, Ankara, Konya, Antalya, Adana, Aydın, Sakarya ve Gaziantep’te gerçekleşen Selçuk ve AS Ecza Akademisi Mesleki Gelişim Toplantılarına bizzat katılarak eczacılarla bir araya gelen Selçuk ve AS Ecza Grup Yönetim Kurulu Başkanı ve üyeleri proje hakkında; “Bu projemizde emeği geçen herkese ve toplantılarımıza yüksek ilgiyle katılan tüm eczacılarımıza teşekkür ediyoruz” dediler.

Antalya

Konya

Sakarya

AnkaraAydın

İstanbul

Konya

Page 7: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

9 8 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

İstanbul Eczacılık Zirvesi Beğeni Topladı

İstanbul Eczacılık Zirvesi, T.C. Sağlık Bakanlığı İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü-nün ev sahipliğinde 14-15 Ekim 2017 tarihleri arasında Osmanlı Arşivi Kon-gre Merkezi’nde gerçekleştirildi.

Zirveye Cumhuriyet tarihinin tek eczacı Sağlık Bakanı olan Mehmet Kâzım Dinç, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkan Yardımcısı Dr. Ali Alkan, İstanbul İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Kemal Memişoğlu, İstanbul Eczacı Odası Başkanı Ecz. Cenap Sarıalioğlu, eczacılar, akademisyenler ve öğrenciler katılım gösterdi.

Zirvenin açılış konuşmasını yapan İl Sağlık Müdür Yardımcısı Dr. Muhammed Atak; “İl genelinde branş komisyonları olarak sahadaki sıkıntılar için çalışmalar yürütüyoruz. Yürüttüğümüz çalışmaların oluşturduğu heyecanı görünce komisyondan daha büyük bir zirve yapalım istedik. İl Sağlık Müdürlüğü olarak eczacılık mesleğini güçlendirmek için çaba gösteriyoruz. İlimizde 5000’den fazla serbest eczacı var. Biz kurum olarak sizlerle beraber çaba göstermeye istekliyiz. Bu amaçla 18 Eylül’de eczacılar ve akademisyenlerle bir çalıştayda buluştuk. Orada çıkan konuları da böyle bir zirvede sizlere sunalım istedik. Hepiniz hoş geldiniz. İyi bir zirve olmasını diliyorum” dedi.

Ardından İstanbul Eczacı Odası Başkanı Ecz. Cenap Sarıalioğlu söz alarak, zirvenin gelecek yıllarda da devamının olmasını diledi. Sarıalioğlu zirvenin oluşmasındaki çabalarından dolayı başta İl Sağlık Müdürlüğü olmak üzere tüm bileşenlere teşekkür etti.

İstanbul İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Kemal Memişoğlu da zirveye katkıda bulunanlara teşekkür ederek başladığı konuşmasında; “İl Sağlık Müdürlüğü görevine geldiğimde eczanelerimizde müthiş bir potansiyel olduğunu gördüm. Akabinde eczanelerimizi nasıl daha iyi ve daha etkin kullanabiliriz üzerine çalışma yapmaya başladık. Bu konuda çalışanların başarısının

ve mutluluğunun yüksek olması için çalışacağız. Bizler yöneticiler olarak, hizmet verenlerin hizmetinde olmalıyız” dedi.

Memişoğlu eczanelerin önemine ise; “Hastalarımızın evine gitmeden önce en son uğradığı yer eczane. Eczacının ise bulunduğu bölgede, lokalde tanımadığı hiç kimse yok. O bölgenin sağlık danışmanı gibi çalışıyor. Sağlıkta ulaşım imkânlarını arttırdık. Sağlıkçılara şiddet olaylarını engelleyecek, sağlık okur-yazarlığını yükseltecek gene sağlıkçılardır. Sağlıkçılar arasında da mahalleyi daha iyi tanıyan eczacının rolü büyük olacaktır. Onların sorunlarının çözülmesi gelecekteki sorunların çözülmesi için elzemdir. Sizlerden de çözüm önerilerinizi bekliyoruz” sözleriyle ifade etti.

Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkan Yardımcısı Dr. Ali Alkan da konuşmasında kurumun yürüttüğü çalışmalar ve eczacıların sıkıntılarına ilişkin çözüm odaklı çalışmalara dair bilgiler verdi. Son olarak eski Sağlık Bakanlarından Mehmet Kâzım Dinç kürsüye gelerek konuşmasını gerçekleştirdi. Konuşmaların ardından Melih Ziya Sezer’e Meslekte Onur Ödülü takdim edildi.

Zirvenin sponsoru Selçuk Ecza Deposu da ödüle layık görüldü. Ödül kurum adına Selçuk Ecza Deposu Yönetim Kurulu Başkanı Sonay Gürgen’e, TİTCK Başkan Yardımcısı Dr. Ali Alkan ve İstanbul Eczacı Odası Başkanı Ecz. Cenap Sarıalioğlu tarafından takdim edildi.

Konya

Gaziantep

Ankara

AdanaAnkara

Aydın

İstanbul

İstanbul

Gaziantep

AydınAdana

Page 8: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

11 10 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Kısa Kısa Kısa Kısa

Bayer’e 11 Ödül

Bayer Tüketici Sağlığı bölümü tarafından hayata geçirilen “Onuncu Ay” ve “365 Gün Sağlıklı Yaşam Hareketi” projeleri ve Kadın Sağlığı bölümü tarafından hayata geçirilen “Nevşin Mengü ile Son Dakika Haberler” projeleri 12. Felis Ödülleri’nde yedi Felis ve dört Başarı Ödülü aldı.

Yeni annelere “Sen Nasılsın?” diyen OnuncuAy platformu, Sağlık İletişimi bölümünde “En İyi İletişim Yönetimi ve PR Çalışması” ve “En İyi Uyarlama/Yerelleştirme” kategorisinde 2 Felis ödülü aldı. Ayrıca yine Sağlık İletişimi bölümünde En İyi Etkinlik Yönetimi, En İyi Lansman / Re-lansman kategorilerinde de 2 Başarı Ödülü’ne layık görüldü. Aynı proje geçtiğimiz aylarda dünyanın en prestijli iş ödülleri programı olan Stevie® Award, 14. Uluslararası İş Ödülleri kapsamında “En İyi Kurumsal Sosyal Sorumluluk” kategorisinde bronz ödüle layık görülmüştü.

Bayer Tüketici Sağlığı’nın Türkiye’de daha sağlıklı yaşama bilincini yükseltmek hedefiyle başlattığı “365 Gün Sağlıklı Yaşam Hareketi”; Felis’te Sağlık İletişimi bölümünde En İyi İçerik Yönetimi, Sağlık İletişimi Kampanyası ve En İyi İnternet Sitesi/Mikrosite kategorilerinde 3 Felis ödülü aldı. 365gun.com aynı zamanda En İyi İletişim Yönetimi ve PR Çalışması ve Dijital Odaklı PR Çalışmaları kategorisinde 2 Başarı Ödülü’ne layık görüldü.

Bayer Kadın Sağlığı ekibi, “Nevşin Mengü ile Son Dakika Haberler’ projesi ile yeni yayınlanan klinik çalışmaları kadın doğum hekimleriyle daha yenilikçi ve interaktif bir yöntem ile paylaşarak bir ilke daha imza attı. Bu proje sayesinde, Sağlık Profesyonelleri İletişimi kategorisinde En İyi Medikal Pazarlama İletişimi ve En İyi Detailing Çalışması dallarında 2 Felis ödülü almaya hak kazandı.

Güçlü Bir Türkiye için Klinik Araştırma Eğitimleri

Pfizer Türkiye, Klinik Araştırma Eğitimleri ve AR-GE işbirliği projeleriyle ülkemizde uluslararası standartlarda araştırmaların yapılabilmesi ve bilim insanlarımızın uluslararası alanda en üst seviyelerde yer bulabilmesi için fırsatlar oluşturmaya devam ediyor. Pfizer Türkiye, 2000 yılından bu yana 3.000’in üzerinde hekime sunduğu araştırmacı eğitimlerinden sonuncusunu, Ankara Üniversitesi işbirliği ve T.C. Sağlık Bakanlığı onayıyla geçtiğimiz Kasım ayında düzenledi. Klinik Araştırma Eğitim programıyla, ülkemizde yüksek standartta klinik araştırmaların yaygınlaşması, araştırmacıların bu konudaki bilgilerinin güncellenmesi, dünyada ve Türkiye’deki son gelişmelerin paylaşılması hedeflendi. Ankara Üniversitesi işbirliğiyle hayata geçirilen Klinik Araştırma Eğitimleri, Pfizer’in Türkiye’de düzenlediği 33. eğitim oldu. Eğitimlerde sağlık

profesyonellerine, klinik araştırmalarda etik yaklaşımların tarihçesi, Helsinki Bildirgesi ve iyi klinik uygulamalar, metodoloji ve tasarım çalışmaları hakkında kapsamlı bilgiler sunuldu. Ayrıca, program süresince gerçekleştirilen interaktif katılımı destekleyen iki atölye ile katılımcılar öğrendiklerini uygulama imkanı buldu. Hekimlere yönelik düzenlenen eğitimin sonunda, tüm modüllere katılan katılımcılar, katılım belgesi almaya hak kazandı. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Gülfem Elif Çelik, program hakkında şöyle konuştu; “Araştırmalarda bilimsel sorulara cevaplar ve hastalıkları önlemenin, teşhis ya da tedavi etmenin daha iyi yolları aranır. Klinik araştırmalar, daha sağlıklı bir yaşamın gereği olan yeni ilaç ve tedavilerin geliştirilebilmesi için büyük önem taşımaktadır. Bu eğitim programlarının ülkemize önemli katkılar sağlaması ve klinik araştırma nicelik ve niteliğinin artması ümidiyle eğitime katılan tüm araştırmacı ve hekimlerimize teşekkür ediyorum”.

MSD’den Yeni Satın Alma

MSD Hayvan Sağlığı, Türkiye merkezli Vimar Grubu’nun bir bölümü olan Vilsan Veteriner İlaçları Sanayi ve Ticaret A.Ş.yi satın almak üzere bir anlaşma imzaladığını duyurdu. Geniş bir farmasötik ürün portföyüne ve bir imalat tesisine sahip olan Vilsan A.Ş., Türkiye’nin özel sektördeki en büyük hayvan sağlığı ürünleri üreticisi konumunda.

MSD Türkiye’nin Hayvan Sağlığı Genel Müdürü Philippe Hou%schmitt konuyla ilgili olarak şunları söyledi; “MSD Hayvan Sağlığı portföyümüzü Vilsan Veteriner İlaçları Sanayi ve Ticaret A.Ş.nin ürünleriyle genişletip tamamlama olanağı bizi heyecanlandırıyor. Bu ürünler, bölgedeki müşterilere yeni seçenekler sunacak ve değer katacak.”

“MSD Hayvan Sağlığı’na katılmaktan ve böylece hayvan sağlığını geliştirmeye yönelik 30 yıllık taahhüdümüzü daha da ileriye götürmekten büyük mutluluk duyuyoruz” diyen Vilsan A.Ş. CEO’su Burhan Hacı sözlerini şöyle sürdürdü; “MSD’nin uzmanlığı, ticari erişimi ve dünya çapındaki ağı bizim portföyümüz ve üretim kapasitemizle birleştiğinde, bu bölgedeki üreticiler ve veteriner hekimlere hizmet için büyük bir fırsat oluşturmaktadır.”

Selçuk Üniversitesi İlaç ve Aşı Çalıştayı

Selçuk Üniversitesi’nin ev sahipliğinde hazırlanan İlaç ve Aşı Çalıştayı, Konya Teknokent binasında gerçekleştirildi. Çalıştay Başkanlığını Selçuk Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Hüseyin Kara yaparken etkinlik süresince; “Yeni İlaçların Keşfi, Doğal Kaynaklı Ürünler, Pre-Klinik Çalışmalar, Klinik Çalışmalar ve Biyoteknolojik İlaçlar ve Aşı” olmak üzere 5 ana başlıkta belirlenen konulara yönelik değerlendirmeler ve bilgi paylaşımları yapıldı.

İlaç ve Aşı Çalıştayı Onursal Başkanı Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Şahin yaptığı açıklamada; “Çalıştaya katılan herkese teşekkür ediyorum. Buradan çıkacak veriler, üniversitemizin geleceğe yönelik çalışmalarını belirleyecek. Ülkemizde 31 eczacılık fakültesi öğrenci alıyor. Bu fakülteler içerisinde 9. sırada yer alıyoruz. Bu durum Selçuk Üniversitesi markasının bir yansımasıdır.

Temel hedefimiz; çok sayıda eczacı yetiştirmek değil, araştırmacı eczacılık misyonunu öne çıkartmaktır. Doğal Ürünler Araştırma Merkezi ve büyük yatırımları barındıran İleri Teknoloji Laboratuvarımız var. Aynı zamanda aromatik bitkiler alanında da çalışan hocalarımız bulunuyor. Yapacağımız işlerle ilgili fotoğrafı düzgün çekmek, teşhisi doğru koymak lazım. Uygulayacağımız tedavi ve çözümleri de ona göre belirlemek gerekiyor” dedi.

Evimizin Sağlık Elçileri

Sanofi Pasteur ve ÇABA Derneği işbirliği ile yürütülen Evimizin Sağlık Elçileri projesinin ikinci eğitimi, Bakırköy Belediye Başkanı Bülent Kerimoğlu’nun desteğiyle Bakırköy İspirtohane Kültür Merkezi’nde ünlü isimlerin katılımıyla gerçekleştirildi.

Ünlü oyuncu Ali Sunal, 1992 Türkiye güzeli Özlem Kaymaz’ın katıldığı

toplantıya ilgi oldukça yüksekti. Toplantıya katılan Dr. Özlem Cankurtaran, Prof. Dr. Ayşe Sesin Kocagöz, Dr. Mustafa Engin Çakmakçı, Prof. Dr. Murat Saruç etkinliğin sonunda katılımcıların sorularını yanıtladı.

Her evde bir sağlık elçisi yaratmak için Türkiye’nin farklı illerinde yapılacak eğitim programlarını kapsayan proje ile annelerin bilgilendirilerek aileden başlayan sağlık bilinciyle topluma katkı

sağlanması amaçlanıyor. Projenin lansman etkinliği İstanbul’da 4 Kasım 2017 tarihinde yapıldı.

Proje kapsamında ilk eğitim ise 18 Kasım’da Gaziantep’te 250 kişinin katıldığı bir organizasyonla gerçekleşti. Evimizin Sağlık Elçileri projesi, önümüzdeki yıl 11 ilde yapılacak eğitimlerle devam edecek. Proje ile her evde bir sağlık elçisi oluşturulması hedefleniyor.

Page 9: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

13 12 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Kısa Kısa Kısa Kısa

Abdi İbrahim Otsuka 5 Yaşında

Japonya’nın ilaç devi Otsuka ile Türk ilaç sektörünün lideri Abdi İbrahim ortaklığında kurulan Abdi İbrahim Otsuka, bu yıl 5. yaşını kutluyor. Şirket genel merkezinde düzenlenen etkinliğe Otsuka Pharmaceutical Başkanı İchiro Otsuka, Abdi İbrahim Yönetim Kurulu Başkanı Nezih Barut, Otsuka Asya-Arap Bölgesi Müdürü Mikio Bando, Abdi İbrahim CEO’su Süha Taşpolatoğlu, Abdi İbrahim Otsuka Genel Müdürü Elif Elkin ile şirket çalışanları katıldı. Otsuka ile yaklaşık 15 yıldır güven ilişkisi temeline dayanan ve güçlenerek büyüyen bir iş ortaklığı içinde olduklarını dile getiren Barut; “2003 yılında lisansörlük kapsamında başlayan ilişkilerimiz 2012 yılında ortaklığa dönüştü. Yüzde 50 ortaklık yapısıyla Abdi İbrahim Otsuka’yı kurduk. Abdi İbrahim Otsuka, Türkiye ilaç sektöründeki ilk ve tek Japon ortaklığıdır.

Abdi İbrahim Otsuka, sadece iki farklı şirketin ortaklığı ile kurulmuş bir yapı değil, aynı zamanda iki farklı kültürün uyumunun da güzel bir örneği. Bu iki

büyük firmanın ortaklığı ile kurulmuş olmanın çok fazla avantajı var. Otsuka’nın misyonu, yenilikçi ürünleri ve deneyimli AR-GE’si ile 105 yıllık köklü geçmişe sahip Abdi İbrahim’in tecrübesi, vizyonu ve uzun yıllara dayanan başarı hikâyesi, Abdi İbrahim Otsuka’ya güç veren başlıca unsurlar arasında yer alıyor” dedi.

Otsuka’nın inovatif ürünlerini, Türkiye’deki tesislerinde yüksek kalite

standartlarında ürettiklerini belirten Barut, konuşmasını şöyle sürdürdü; “Bir yandan yerel üretime katkı sağlamaya devam ederken, diğer yandan çok önemli tedavi alanlarındaki ürünleri Türk tıbbının hizmetine sunuyoruz. Yalnızca Türkiye ile sınırlı kalmıyor; Cezayir, Tunus ve Singapur’a da bu ürünleri ihraç ediyoruz. 2023 yılında Türkiye’nin bir numaralı Japon ilaç firması olmayı hedefliyoruz.”

Pharmactive ve Polus Türkiye’de Üretim Tesisi Kuracak

Türkiye’nin yüzde 100 yerli sermayeli ilaç şirketi Pharmactive, Global Yatırım Ortaklığı kapsamında anlaşmaya vardığı Güney Kore şirketi Polus ile Türkiye’de üretim tesisi kuracak. Pharmactive İlaç Yönetim Kurulu Başkanı Haluk Sancak ile Polus Yönetim Kurulu Başkanı Seung Heon Nam, Pharmactive’nin Çerkezköy’de bulunan üretim tesislerinde

düzenlenen toplantıda kurulacak tesisle ilgili bilgiler verdi.

Sancak, toplantıda yaptığı konuşmada, Türkiye’nin yüzde 100 yerli şirketleri arasında ihracat lideri olmayı hedeflediklerini ifade ederek, Pharmactive’in Güney Koreli global bir şirket olan Polus ile 2016 yılında ortak olduğunu ve bu ortaklığın Türkiye’de yeni bir üretim tesisi kurma fikriyle taçlanarak yatırım ortaklığına dönüştüğünü söyledi.

AbbVie’ye Yılın En İyi Farkındalık Projesi Ödülü

Global biyofarma şirketi AbbVie’nin desteğiyle hayata geçirilen ve inflamatuvar bel ağrısıyla ilgili

farkındalık yaratmayı hedefleyen “Bel Ağrısına Sırtını Dönme” projesi, Doktorclub Award’da Yılın Sağlık Sanayisi Ödülleri kategorisinde Yılın En İyi Eğitim / Bilinçlendirme / Farkındalık Projesi Ödülü’ne layık

görüldü.

İltihabi bel ağrısıyla ilgili toplumda

farkındalık yaratmak ve hastaların doğru

hekime, doğru zamanda ulaşmasını sağlamak amacıyla ortaya çıkan proje kapsamında, işyeri hekimleriyle romatoloji

uzmanları bir araya gelerek “İşyerinde Bel Ağrısının Yönetimi” konulu 22 farklı toplantı düzenledi. 2015 yılından itibaren düzenlenen bu toplantılar sonucunda 500 iş yeri

hekimi eğitilirken 360.000 çalışan bilgilendirildi.

Hastalar ve ailelerine hastalık hakkında ihtiyaç duydukları bilgilere kolaylıkla ulaşabilecekleri güvenilir bir kaynak sağlamak amacıyla, hekim videolarının yer aldığı belagrisinasirtinidonme.com portalı hazırlandı. Ardından sosyal medya kanalları aracılığıyla “Ağrıya Sırtını Dönme” hashtag’iyle bir sosyal medya kampanyası başlatıldı.

Ayrıca iltihabi bel ağrısı hakkında toplumun doğru bilgiye ulaşmasını sağlamak amacıyla çeşitli bilinçlendirme çalışmaları gerçekleştirildi. Hastaların yaşamlarına dokunan bu farkındalık projesiyle milyonlarca kişiye ulaşılarak iltihabi bel ağrısı ile ilgili toplumun bilgi düzeyi arttırıldı.

Farmafikir 2017 Ödülleri Sahiplerini Buldu

Farmafikir 2017 Ödül Töreni, İstanbul Yeditepe Üniversitesi’nde yapıldı. Tören kapsamında, 29 üniversitenin eczacılık fakülteleri öğrencilerinin hazırladığı 20 proje içerisinden finale kalan 4 proje ödüllendirildi.

Genç eczacıların fikir ve projelerini desteklemek amacıyla, Türkiye ve KKTC’deki eczacılık fakültelerinde öğrenim gören öğrencilerin oluşturduğu Farmafikir projesi, bu yılki ödüllerini verdi. Farmafikir 2017 Ödül Töreni’nde, Karadeniz Teknik Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden Mona Khorshidtalab birincilik ödülüne layık görüldü.

Eczacılık fakültesi dekanlarının, akademisyenlerin, eczacılık bölümü öğrencilerinin, Pharmetic Girişimci Eczacılar Derneği Yönetim Kurulu ve

üyelerinin katıldığı final programı açılış konuşmaları ile başladı. Farmafikir tanıtım videosunun gösterimi ve ritim şovun ardından öğrenci sunumlarına geçildi.

Değerlendirme Kurulu puanlamasına göre, Medipol Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden Gizem Gül ikinciliği, Trakya Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden Beşir Sefa Mumay ve Utku Ertaş üçüncülüğü, Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden Hüsniye Binnur Güzeldağ ise dördüncülüğü aldılar.

Pharmetic Girişimci Eczacılar Derneği Başkanı Ecz. Armağan Ener kapanış konuşmasınd; “Farmafikir ailesi gün geçtikçe büyüyor. Farmafikir yarışmasına katkı sağlayanlara teşekkür ediyorum ve bütün eczacılık fakülteleri öğrencilerimizi Farmafikir 2018’de ailemize katılmaya davet ediyorum” dedi.

İlko İlaç Eğitimlere Devam Ediyor

Daha önce yaygın eğitim programları içerisinde yer alan ve 872 saatlik bir modül olan “İlaç Üretimi Operatörü” eğitimi, İLKO İlaç tarafından “Tehlikeli ve Çok Tehlikeli İşlerde İlaç Üretimi” şeklinde farklı bir modül ve 40 saat olarak yeniden hazırlanarak sektörün kullanımına sunuldu.

İLKO İlaç’ın “Tehlikeli ve Çok Tehlikeli İşlerde İlaç Üretimi” için hazırladığı bu 40 saatlik eğitim programı Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü’nce onaylanarak öğretim programına dâhil edildi. Böylece daha önce yaygın eğitim programları içerisinde yer alan 872 saatlik eğitim yerine İLKO İlaç tarafından hazırlanan 40 saatlik eğitimle sektör çalışanları için yasal mesleki eğitimler tamamlanmış olacak.

TİSK ile MEB arasında imzalanan “Tehlikeli ve Çok Tehlikeli İşlerde Çalışanlara Yönelik Mesleki Eğitim İş Birliği Protokolü” kapsamında, İl ve İlçe Milli Eğitim Müdürlükleri ile yapılan protokoller sonrasında ilaç sektörü çalışanlarına bu modül kapsamında eğitimler verilmeye başlandı.

İLKO İlaç Mesul Müdürü Ramazan Bakal ve Fabrika İş Sağlığı ve Güvenlik Uzmanı tarafından İLKO İlaç’ın Konya’da bulunan üretim tesislerinde verilen ilk eğitim sonrasında 49 operatör, verilen eğitimler ve yapılan sınavların ardından MEB onaylı sertifikaları almaya hak kazandı.

Page 10: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

15 14 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Kısa Kısa Kısa Kısa

“Alerji Hedefte”

Türkiye Ulusal Alerji ve Klinik İmmünoloji Derneği, Abbott’un koşulsuz katkıları ile “Alerji Hedefte” projesini başlattı. Proje kapsamında, yüz binlerce bebek ve çocuğu etkileyen ve %40’ını en temel besin olan inek sütü alerjisinin oluşturduğu besin alerjisi hakkında toplumsal bilincin artmasına yönelik kapsamlı çalışmalar yürütülecek.

Projeyi tanıtmak için düzenlenen basın toplantısında konuşan Türkiye Ulusal Alerji ve Klinik İmmünoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Bülent Şekerel, besin alerjisi görülme sıklığının son yıllarda hızla arttığını belirterek; “Alerji, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de oldukça yaygın görülüyor. 6 milyon 459 bin 0-4 yaş arası çocuğun 350 bininde besin alerjisi var. Erken bebeklik döneminden itibaren görülebilen alerji hem ailelerin hem de bebeklerin ve çocukların hayatını çok yakından ilgilendiriyor. Teknolojinin günümüzde geldiği noktada ebeveynlerin doğru bilgiye ulaşmaları ise her zaman kolay olmuyor. Her yerde bilgi parçası var. Sanal ortamlar ve sosyal medya toplumun bilinçlenmesine katkı sunuyorsa da her zaman doğru, güvenilir ve bilimsel yönlendirmeler yapamıyor” dedi.

Alerjik hastalıkları modern şehirli hastalığı olarak nitelendiren Alerji Hedefte Projesi Bilimsel Danışmanı Prof. Dr. Gülbin Bingöl; “Besin alerjileri daha çok gelişmiş ülkelerde ve büyük kentlerde görülüyor. Bunun nedenleri endüstrileşme, beslenme alışkanlıkların-daki değişiklikler, aşırı hijyenik yaşam ve bilinçsiz antibiyotik kullanımı. Modern hayatın aşırı korumacı yaşantısı içinde büyüyen çocuklarda bağışıklık sisteminin yanlış tepkiler üretmesi daha sık görülüyor” dedi.

Santa Farma KAÇUV için Koştu İnsana duyarlılığı ana değerlerinden biri olarak gören Santa Farma’nın kurumsal koşu takımı, 39. Vodafone İstanbul Maratonu’nda Kanserli Çocuklara Umut Vakfı (KAÇUV) için koştu. Koşucuların topladığı bağışlar KAÇUV’un Pendik’te kuracağı Aile Evi Projesi’ne aktarılacak. Santa Farma, KAÇUV’a Santa Farma çalışanlarının topladığı bağış miktarı kadar bağış yapacak.

Kanserli Çocuklara Umut Vakfı (KAÇUV) 2000 yılından bu yana; çocukların kanser ile mücadelelerinde önemli bir gereksinim olan psikolojik destek ve çocuk psikolojisine uygun tedavi ortamının yaratılması konusunda çalışmalar yapıyor.

KAÇUV’un yaptırdığı “Aile Evi”, çocuklarının tedavisi için şehir dışından İstanbul’a gelen ekonomik olarak dezavantajlı ailelere ücretsiz olarak konaklama, gıda, temizlik, sosyal alanlar, mutfak ve kısmi giyim ihtiyaçlarını karşılayarak hizmet veriyor. KAÇUV, 2012’de açtığı ilk Aile Evi’nin ardından Pendik’te yeni bir Aile Evi yaptırmak için destek kampanyaları düzenliyor.

Sağlık için Tercih Türkiye

Son yıllarda sağlık turizminde büyük gelişme gösteren Türkiye’ye, bu yılın ilk 11 ayında 751 bin ziyaretçinin sağlık için geldiği belirlendi. Konuyla ilgili yılbaşından bu yana medyaya yansıyan 50 binden fazla haberi inceleyen Medya Takip Ajansı Interpress’in Türkiye Sağlık Turizmi Konseyi’nin verilerinden derlediği bilgilere göre Ocak ve Kasım ayları arasında Türkiye’ye gelen sağlık turisti sayısının son iki yılın rakamlarını geçtiği anlaşıldı.

Ülkemize sağlık için gelen turistlerin ağırlıklı olarak onkoloji, organ nakli, kalp ameliyatı gibi ağır tedaviler için Türkiye’yi tercih ettiği belirlendi. Türkiye’nin bu yıl özellikle tüp bebek

tedavisinde büyük artış gösterdiği saptandı. Tüp bebekte özellikle Türk Cumhuriyetleri ve Avrupa’dan yoğun talep yaşanırken, tüp bebek tedavisi

için gelen turist

sayısında %100 artış görüldüğü tespit edildi. Yurt dışındaki tüp bebek merkezlerinde başarı oranları %40 seviyelerindeyken ülkemizde bu oranın %65-70’leri bulduğu anlaşıldı.

Türkiye’ye gelen sağlık turisti sıralamasında Irak ilk sırada yer alırken bunu Libya ve Kazakistan’ın takip ettiği tespit edildi. Irak’ta savaş nedeniyle ülkemize organ nakli, ağır yanık gibi hastalıkların tedavisi için gelenler öne çıkarken, son zamanlarda gelen kişi sayısında

büyük artış yaşanan Kazakistan’ın ise daha çok onkoloji tedavileri için

ülkemizi tercih ettiği anlaşıldı. Avrupa’dan gelen sağlık

turistlerinin ise daha çok estetik ve saç ekimi için Türkiye’yi

tercih ettikleri belirlendi.

Amgen Bilim Öğrencileri Programı Sürüyor

Amgen Vakfı tarafından sunulan Amgen Bilim Öğrencileri Programı (Amgen Scholars) lisans öğrencilerini yaz döneminde dünyanın farklı ülkelerinde Cambridge, Pasteur ve Tokyo gibi dünyanın en önde gelen üniversitelerinde bilim ve biyoteknoloji araştırma programlarına gönderiyor. Türkiye’den şimdiye kadar 35 öğrencinin katıldığı programa, 2018 yaz programı için başvurular 1 Şubat 2018 tarihine kadar devam edecek.

Biyoteknolojinin dünyadaki öncülerinden biri olan Amgen, sadece ciddi hastalıkların tedavisinin geliştirilmesine değil; şirketin hayır amaçlı kolu olan Amgen Vakfı aracılığıyla geleceğin bilim insanlarının yetişmesine de yatırım yapıyor. İlk defa 2006 yılında başlayan ve 50 milyon dolar yatırım yapılan Amgen Bilim Öğrencileri Programı (Amgen Scholars) üniversite lisans öğrencilerine dünyanın tanınmış üniversitelerinde yaz döneminde cazip bir araştırma

programına katılma şansı sunuyor. Şimdiye kadar dünya çapında 3.542 öğrencinin yararlandığı programa Türkiye’den de 35 öğrenci katılmış bulunuyor.

Bu programa katılan öğrenciler, bir öğretim üyesinin gözetimi altında, normal lisans eğitimi müfredatının ötesinde araştırma alanlarını keşfetme imkânına sahip oluyor. Program, pek çok katılımcı için kendi kurumlarında bulunmayan, birinci

sınıf bir araştırma laboratuvarında çalışabilmek gibi önemli bir fırsat sunmakta. Programın kendine özgü bir parçası olarak öğrenciler bölgesel bir sempozyuma katılarak yaz döneminde gerçekleştirdikleri araştırma projelerini tartışıyor, biyoteknoloji ve bilim kariyerleri hakkında daha fazla bilgi ediniyor. Katılımcılar diğer bilim öğrencileri ile tanışıyor ve önde gelen endüstri ve üniversitelerdeki bilim insanlarından ilk elden bilgi edinme fırsatı buluyor.

Sağlık Fuarı’na Büyük İlgi

Medikal ve sağlık sektöründeki yeni teknolojilere ve uygulamalara ev sahipliği yapan “5. Hastane Donanımları, Medikal Cihaz ve Sağlık Hizmetleri Fuarı (İstanbul Health Expo-İstanbul Sağlık Fuarı) ile 3. Uluslararası Bütünleşik Sağlık ve Bakım Kongresi” CNR EXPO Yeşilköy’de gerçekleştirildi.

Sağlık sektörünün AR-GE çalışmasının yapıldığı bir platforma dönüşen İstanbul Health Expo Fuarı ve Kongresi sağlık profesyonelleri tarafından yoğun ilgi gördü. Fuara Suudi Arabistan, Katar, Kosova, Ürdün, Lübnan, İran ve Irak başta olmak üzere 20 ülkeden tıbbi cihaz ve malzeme alıcıları katılım gösterdi ve 595’i yabancı olmak üzere 5 bin 412 sağlık profesyoneli ağırlandı.

CNR Holding kuruluşlarından Pozitif Fuarcılık A.Ş. tarafından, Sosyal Hizmetler Dernekleri Federasyonu (SADEFE) iş birliğinde, Fujitsu ana sponsorluğunda düzenlenen fuarda, sağlık çalışanlarına spesifik konularda kongre, sempozyum, çalıştay ve seminerler verilirken, aynı zamanda üretici firmaların sağlık alanındaki ürün ve projeleri yabancı alıcılarla buluşturuldu.

Görme engelliler için üretilen ve %30 oranında görme oranını arttıran cihaz, 10 dakikada 300 kalori verdiren zayıflama aleti ve yatalak hastalarda oluşan yaraları engelleyen yatak gibi pek çok inovatif ürünün görücüye çıkarıldığı fuar, 240’ın üzerindeki markayı İstanbul’da bir araya getirdi.

İstanbul Health Expo ile eş zamanlı düzenlenen Uluslararası Bütünleşik Sağlık ve Bakım Kongresi’nde sağlık turizminde Türkiye’nin dünyadaki yeri, Türkiye’nin medikal turizm hedefleri, yaşlı bakım hastalarında termal sağlık turizminin yeri, ulusal ve uluslararası ölçekte iş sağlığı ve güvenliği gibi sağlık alanında ilgi çekici pek çok konu masaya yatırıldı. Yerli ve yabancı sağlık profesyonelleri tarafından yoğun ilgi gören kongrede 200’ün üzerinde konuşmacı tarafından 70 oturum gerçekleşti.

Fuar, Sağlık Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu, Sağlık Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği (OHSAD), Tıbbi Cihaz Üreticileri Derneği (TÜDER), KOSGEB ve Tüm Sağlık Kuruluşları Derneği’nin de (TÜMSAD) desteğiyle düzenlendi.

Prof. Dr. Bülent Şekerel ve Prof. Dr. Gülbin Bingöl

Page 11: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

17 16 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

İçimizden Biri İçimizden Biri

Elazığ’ın Ayşe Bacısı Eczacı Ayşe Ergin Güllü, 48 yıldır mesleğini sevgiyle icra ederek hastalara sağlık danışmanlığı yapıyor. Mesleklerini yapmaya çalışırken pek çok sorunla mücadele ettiklerini belirten Ayşe Ergin Güllü, tüm bu sorunlara rağmen eczacılık yapmayı seçtiği için asla pişman değil.

DENGE: Kendinizden bahseder misiniz?AYŞE ERGİN GÜLLÜ: 1947 yılında Elazığ’da dünyaya geldim. İlkokul, ortaokul ve lise öğrenimimi Elazığ’da tamamladım. 1969 yılında İstanbul Nişantaşı Özel Eczacılık Yüksek Okulu’ndan mezun oldum. Liseyi

bitirdiğimiz yıl, ilk merkezi imtihan sistemi bizde uygulanmıştı.

D.: Eczacılık mesleğini neden seçtiniz? A.E.G.: Hacettepe Tıp Fakültesi’ni kazanmıştım. Fakat babam eczacılık işiyle uğraştığı için eczacı olmamı çok istiyordu. Ankara’da fakülteye kayıt için sırada beklerken, bir beyefendi İstanbul’a özel bir eczacılık okulu açıldığını söyledi. Biz de sıradan çıkarak İstanbul’a geldik. Okul Müdürü Murat Başaran Bey kayıtların dolduğunu, bir öğrenciyi saat 16.00’ya kadar bekleyeceklerini, gelmezse beni alacağını söyledi. Babam, eğer kayıt olamazsak Elazığ’a geri döneceğimizi ve beni

okutmayacağını söylemişti. Saat 16.05’te kaydım yapıldı. Çok sevdiğim mesleğime böylece giriş yaptım.

D.: Eczanenizin kuruluş hikayesi nedir? A.E.G.: Mezuniyetimden bir yıl sonra babam rahmetli oldu. O zamana kadar Merkez Eczanesi olan eczanemin ismini soyadımız olan “Ergin” ile değiştirerek 48 yılımı doldurdum.

Yıllarca özveriyle bu mesleğe layık olmaya çalıştım. Elazığlılarla ve hastalarımla bütünleşerek Elazığ’ın “Ayşe Bacısı” oldum. Bu ismi Allah’ın bana bir lütfu olarak görüyorum ve layık olmaya çalışıyorum.

Ecz. Ayşe Ergin GüllüErgin Eczanesi - Elazığ

“Eczacılık Özveri İsteyen Bir Meslek”

D.: Yılların deneyimiyle sizce eczacı-hasta ilişkisi nasıl olmalı?A.E.G.: Bizler havan eczacılığından geliyoruz ve o yüzden de çok şanslı eczacılarız. Mesleğimizin en saygın dönemlerini yaşadık. Ayakkabılarını çıkararak ve kapıyı çalarak içeri giren çok hastaya şahit olduk.

D.: Eczacılık sektöründe yaşadığınız sorunlar neler?A.E.G.: Ekonomik sorunlar, fiyat farkı, ilaç fiyat düşüşü, muayene ve reçete parası tahsilat zorunluluğu bizleri fa-zlasıyla sıkıntıya sokuyor. Yine de genç meslektaşlarıma tavsiyem, mesleğimizi severek yapsınlar.Çünkü çok özveri isteyen bir hizmet veriyoruz.

D.: Başınızdan geçen ilginç bir anınızı anlatır mısınız?A.E.G.: Mesleğimin ilk yıllarıydı, bir çocuk reçetesinde süpozituvar yazılıydı. Hastaya tarifimde “günde bir defa makata” diye yazdım. Bir ara gözüm takıldı. Annesi bebeğin altını açmış ve fitili göbeğine sokmaya çalışıyor. O andan sonra hastalara ilaç bilgilerini çok daha detaylı anlatmayı düstur edindim.

D.: Selçuk Ecza Deposu hakkında neler düşünüyorsunuz?A.E.G.: Eczanemi bugünlere taşımamda çok büyük katkıları olan Selçuk Ecza Deposu’na teşekkür etmeden geçemeyeceğim. Çünkü

onlarla biz kocaman bir aile gibiyiz.

Hizmet kalitesiyle, çeşitliliğiyle, ilacı ulaştırma süreciyle ve güvenliğiyle teşekkürler Selçuk Ecza Deposu, iyi ki varsınız. Ahmet Keleşoğlu Beyefendiyi burada anmadan geçemeyeceğim. Tanışma imkânım olmuştu. Bu güzide insanın mekânı cennet olsun.

D.: Denge Dergisi’ni nasıl buluyorsunuz?A.E.G.: Denge Dergisi’ni de çok beğeniyorum. Faaliyet gösterdiğimiz sektörle ilgili her türlü ayrıntıyı en iyi şekilde bizlere sunuyor.

Page 12: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

19 18 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Ecz. Bektaş Eren sahibi olduğu Eren Eczanesi’nde çevre halkına sağlık hizmeti ulaştırmanın yanında Malatya Eczacı Odası Yönetim Kurulu Başkanlığı gibi pek çok önemli görevde de bulunmuş deneyimli bir eczacı. DENGE: Kendinizden bahseder misiniz?BEKTAŞ EREN: Malatya’da doğdum. İlkokul, ortaokul ve liseyi Malatya’da okudum. 1974’te Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni kazandım ve 1979’da mezun oldum. 1980’de eczanesi olmayan Arguvan ilçemize ilk eczaneyi açtım. Üç yıl sağlık hizmetinin yanında yine Arguvan Lisesi’nde üç yıl kimya öğretmenliği yaptım. 1983 yılı Mart ayında Malatya merkeze Eren Eczanesi ismiyle nakil oldum.

Bir dönem Malatya Eczacı Odası Yönetim Kurulu Üyesi, üç dönem Malatya Eczacı Odası Genel Sekreteri ve 1995-1997 yılı TEB Merkez Heyeti Haysiyet Divanı Üyesi olarak, ardından 1997-1999 Malatya Eczacı Odası Başkanı olarak görev yaptım. Evliyim, bir kızım ve bir oğlum var.

D.: Neden eczacı olmak istediniz?B.E.: Üniversite tercihimi tıp, diş hekimliği, eczacılık fakültesi sıralamasıyla yaptım. Tercih sonucu olarak eczacılık geldi. Tarihi milattan öncesine dayanan insan sağlığı gibi önemli bir hizmete katkı sağlamaktan ve bu mesleği yapmaktan gurur duyuyorum.

D.: Eren Eczanesi’nin hikâyesi ve diğer eczanelerden farkları nelerdir?B.E.: Arguvan’dan Malatya’ya nakil olurken rahmetli babam eczanemin isminin Eren olmasını istedi. Eren Eczanesi’nin diğer eczanelerden farkı, bilfiil işinin başında üretime ağırlık vermesi, geniş bir laboratuvara sahip olması ve ekibiyle uyum içinde çalışmasıdır. İyi eczacıyı tanımla derseniz, mesleğini severek yapandır. Sevginin yakışmadığı yer yok, nereye koyarsanız oraya yakışır. Biz de ekibimizle işimizi severek yapmaya çalışıyoruz.

D.: Eczacı-hasta ilişkisi nasıl olmalı? B.E.: Eczacı ilaç danışmanı ve ilaç uzmanı olarak bireye ve topluma ilaç kullanımı hakkında anlaşılır bir şekilde gerekli bilgiyi vererek kendi üzerine düşen rolü sağlamak zorundadır. Eczacının temel görevi sağlık alanında

bireyin ve toplumun yaşam kalitesine katkı sağlamaktır. Bu katkıdaki en önemli kozu beş yıl boyunca almış olduğu akademik bilgi ve kendisine duyulan güvendir.

D.: Eczanenizde majistral reçete yapıyor musunuz?B.E.: 1980 yılından günümüze kadar hekimlerimizin yazmış olduğu majistral ilaçları yapıyorum. Yurt içi ve yurt dışından gerekli hammadde ve cihazları temin ediyorum. Eczanemizde sadece ampul ve tablet yapılmıyor. Diğer ürünleri de yapmaya çalışıyoruz (kaşe, supp. ovul, pomad, kodein ve dioninli kapsüller, krem, fosfat ve sitratlı scholl solüsyonlar vb). Yapılan ilaçların yapım durumuna göre bir saat ve bir gün süre verilir. Yalnız bebek ve yaşlılar bu kapsamın dışında tutulmaktadır.

D.: Mesleki sorunlarınız neler?B.E.: Eczane eczacısının ekonomisi her geçen gün geriye gitmekte. 2005 yılından önce vergi diliminde illerde ilk yüze giren eczacı sayısı %10-15 civarında olurken bugün baktığımızda ilk yüzde eczacı bulmak mümkün değildir. Eczacı enflasyon karşısında korunamamış, bu durumda yenik düşmüştür. 2005 yılından bugüne

Ecz. Bektaş ErenEren Eczanesi - Malatya

“Sevginin Yakışmadığı Yer Yok”

lehimize bir gelişme olmamış, bütün yapılan uygulamalar eczacı aleyhine dönüşmüştür.

Eczacı muayene ücreti, katılım payı tahsilatı yapmamalıdır. İlaç bilgisi sunması gerekirken eczacı kredi, borç, çek, senet peşinde koşmakta, asli görevini zor koşullarda yerine getirmeye çalışmaktadır. Planlama yapılmadan, ihtiyaç olup olmadığına bakılmaksızın 40’ı aşkın eczacılık fakültesi açılmış olması, sınırlama getirilmemesi ve bazı eczacılık fakültesi dekanlarımızın eczacı kökenli olmaması ve taşımalı eğitim, yaşanan sorunlardandır.

D.: Sizce eczacılık yakın gelecekte nasıl olacak?B.E.: Eczacılar belirli alanlarda uzmanlaşan; ilaç, malzeme, materyal, tedavi ve koruyucu amaçlarla danışmanlık sunan, hastayı eğiten, erken teşhise katkı sağlayan kişiler olacaktır. Akılcı ilaç kullanımının daha önem kazandığı bir dünyada; kişiye özel, tamamlayıcı ve kapsayıcı, hedefe yönelik, akıllı ve çipli ilaçlar öne çıkacaktır.

Eczanelerde dijital ve robotik teknolojiler ile tüm süreçlerde büyük

kalite, verimlilik, zaman kazanımı sağlanacaktır. Yanı sıra fiziksel, mekânsal ve insan yönetimi, iletişim, pazarlama, satış alanlarında önemli gelişmeler kat edilecektir. Böylece eczacılar hastalarla çok daha yakın ilişkiler kurabilecek, onlara destek olabileceklerdir.

Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımladığı ve yarının eczacısında olması gereken; bakıcı, iletişimci, karar alan, lider, sürekli öğrenen, girişimci, yönetici, öğretmen, takım oyuncusu olmak şeklinde belirtilen sekiz özelliğin tümünü içinde barındıracak olması ile gelecekte eczacılık hizmetinin daha da güzel olacağına inanıyorum.

D.: Eczacı adaylarına önerileriniz var mı?B.E.: Şikâyet etmeyen, çözüm üreten, bilgili, güvenilir, istekli, eczacılık mesleğinin yasa ve yönetmeliklerini bilen, insan sevgisi ve saygısı olan kişiler olmalılar. Yaptıkları işi severek yapmalarını öneririm ve stajın çok önemli olduğunu söylemek isterim.

Eczacılık fakültesinde okurken üretmek üzere eğitim alıyoruz, fakat eczacılık hizmeti verirken üretmiyoruz. Genç meslektaşlarımın güçlü olması

için bilgili ve donanımlı olmaları gerekmektedir. İlaç prospektüslerinde doktor ve eczacınıza danışınız der. Bu nedenle alanımızda bilgi sahibi olmalıyız ki o kadar güçlü olalım. Fransız mimar ve düşünürün dediği gibi yaşamlarının her alanında “ölçülü-dengeli-disiplinli” olmalarını öneririm.

D.: Selçuk Ecza Deposu hakkında neler söylemek istersiniz?B.E.: Malatya Şubesi açıldığından beri uyumlu bir şekilde çalışıyorum. Ayrıca Selçuk-AS Ecza Akademisi ve Farmazi Akademi, Eczacının Sesi işbirliğiyle, mesleki gelişim ve eğitim çalışmalarının 28 Ekim 2017’de başlamasını önemsiyorum. Gerek ilaç ve medikal malzeme temini, gerekse sevkiyatta Avrupa sistemine geçmesi ve depo içinde veya depo dışında soğuk zincir ilaçlarına verdikleri önemden dolayı kutluyorum.

D.: Sizce Denge nasıl bir dergi?B.E.: Mesleğimize katkı sağlayan, güncel, sanatsal, çevreye önem veren, severek okuduğumuz ve takip ettiğimiz bir dergi. Selçuk Ecza’nın tüm çalışanlarına çok teşekkürler.

İçimizden Biri İçimizden Biri

Page 13: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

21 20 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

İçimizden Biri İçimizden Biri

Semt eczanesi olmalarının hastalarla iyi ilişkiler kurmalarını sağladığını söyleyen Parlar Eczanesi sahibi Ecz. Emre Parlar, gelecekte eczacılığın önemini koruyacağını düşünüyor.

DENGE: Kendinizden bahseder misiniz?EMRE PARLAR: 1988 yılında Gaziantep’te dünyaya geldim. İlk ve orta öğrenimimi Gaziantep’te tamamladım. Lisans eğitimime Ovidius Üniversitesi’nde başlayıp Anadolu Üniversitesi’nde devam ettim ve 2015 yılında mezun oldum. Mezuniyet sonrasında halen eczacısı olduğum eczanemi açarak mesleğimi icra etmeye başladım.

D.: Neden eczacı olmak istediniz?E.P.: İlkokul zamanlarında hayalim hukuk fakültesini bitirip avukat olmak ve insanlara yardım etmekti. Tabi ki hayaller de her şey gibi değişkendir. Daha sonra bu fikrim bir gece hastaneden çıkıp nöbetçi eczaneye

gitmemle değişti. O gece eczacının hastalarla birebir ilgilenmesi ve hastaların ona yaklaşımı bende eczacılığa karşı ilgi uyandırdı.

D.: Parlar Eczanesi’nin hikâyesi ve diğer eczanelerden farkları nelerdir?E.P.: Parlar Eczanesi, eczacısı ve teknikerleriyle birlikte bir aile gibidir. Tabi ailemizin olmazsa olmaz diğer bir üyesi hastalarımızdır. Hastalar eczanemize ilaç temin etmek dışında çekinmeden her türlü konuda fikir danışmak için uğrarlar. Semt eczanesi olmamız hastalarımızla iyi ilişkiler kurmamızı sağlıyor. Hastalarımız eczaneye geldiğinde onlara isimleriyle hitap etmemiz, onları kendi evlerinde gibi hissettirip rahatça tüm sorunlarını anlatmasını sağlıyor ve çözüm üretmemizi kolaylaştırıyor.

D.: Sizce eczacı-hasta ilişkisi nasıl olmalı?E.P.: Eczacı-hasta ilişkisi bana göre hastanın kendisini psikolojik olarak

rahat bir ortamda hissetmesiyle alakalı bir durum. Hasta eczacıyı ne kadar yakın görüp güvenirse o kadar rahat konuşur ve böylece eczacı sorunu doğru tespit ederek sağlıklı bir çözüm sunabilir. Tabi hastanın kullandığı diğer ilaçlar ve sağlık geçmişi hakkında bilgi sahibi olmak şartıyla.

D.: Eczanenize gelen hastalar aradıkları her ilacı bulabiliyorlar mı?E.P.: Zaman zaman bazı ilaçlar piyasada olmadığı gerekçesiyle raflarımızda bulunamayabiliyor. Tabi bu konuda çalıştığınız depo önemli rol oynamaktadır. Yılların vermiş olduğu tecrübesi ve öngörüleriyle bazı ilaçların piyasada bir süre bulanamayacağı konusunda biz eczacıları uyarıp adeta pusula gibi yol göstererek ilaçlardan biraz daha fazla stok yapmamızı sağlayan Selçuk Ecza Deposu’na kendi adıma teşekkür ederim.

Ecz. Emre ParlarParlar Eczanesi - Gaziantep

“Eczacılık Önemini Koruyacaktır”

D.: Eczanenizde majistral reçete yapıyor musunuz?E.P.: Gelen her majistral reçeteyi hastaya temin etmekle yükümlüyüz. Genel olarak kulak damlası bunların başında geliyor.

D.: Yaşadığınız ve gözlemlediğiniz mesleki sorunlar neler?E.P.: Bölgemiz nüfusunun önemli bir kısmını oluşturan Suriyeli vatandaşlarla diyalog kurmakta zorluk çekiyoruz. Onlara yardımcı olmak için Arapça öğrenmeye çalışıyoruz. Çünkü yabancı vatandaşlarla kendi ana dillerinde iletişim kurmak, bu hastalara güven hissi aşılıyor. Bir diğer sorun ise hastaları antibiyotikleri reçetesiz temin edemeyeceklerine ikna etmektir. Özellikle nöbetlerde bu sorunla sık sık karşılaşıyoruz. Bu konuda biz eczacılara hastalarımızı bilinçlendirmek adına çok büyük işler düşüyor.

D.: Sizce eczacılık yakın gelecekte nasıl olacak?

E.P.: Biz eczacılar sağlık sektörünün olmazsa olmazlarıyız. Bu yüzden mesleğimizi geliştirerek ilerletirsek bizden sonra gelecek olan meslektaşlarımızın zorluk yaşamadan mesleğimizi bir sonraki nesle güçlü bir şekilde devredeceğinden şüphem yok.

D.: Çiçeği burnunda eczacı adaylarına önerileriniz var mı?E.P.: İlk olarak mesleklerini nasıl devam ettireceklerine karar vermeliler. Çünkü günümüzde eczane eczacılığı dışarıdan görüldüğü kadar kolay değil. Maalesef bazı eczaneler iflas noktasına gelebiliyor. O yüzden eczane açmak isteyen meslektaşlarımız öncelikle açacakları noktayı çok iyi araştırmalı. Ani kararlardan sakınarak, sabırlı olarak incelemeli, eğer varsa eczacı bir yakınından fikirler alarak ilerlemeli.

D.: Selçuk Ecza Deposu hakkında neler söylemek istersiniz?

E.P.: Selçuk Ecza da Parlar Eczanesi gibi kendi içinde aile olmayı başarmış ve her eczacıya o samimiyetle yaklaşan bir depodur. Eczanemi açmadan önce kendi olanaklarımla araştırdığımda tüm oklar bu depoyu gösterirken tecrübeli eczacı meslektaşlarımız da aynı tavsiyeyle Selçuk Ecza’yı önerdiler. Eczanemi açtığım günden bu yana Selçuk Ecza Deposu’yla çalışıyoruz ve sanırım bu birliktelik yıllarca devam edecektir.

D.: Sizce Denge nasıl bir dergi?E.P.: Denge, eczacıların birbirlerine tecrübelerini aktardıkları faydalı bir kaynak ve aynı zamanda bir yol göstericidir. Diğer bir husus, bizlere farklı bilgiler sunarak genel kültürümüze de katkı sağlıyor olmasıdır. Ben her sayısını düzenli olarak keyifle takip edenlerden biriyim. Her eczacının da takip etmesi gerektiğini düşünüyorum.

Page 14: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

23 22 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

İçimizden Biri İçimizden Biri

İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi mezunu ve Tarçın Eczanesi sahibi Ecz. Öznur Dağ mesleğe yeni atılan bir eczacı olarak, eczane açmanın dışarıdan görüldüğü kadar kolay olmadığını söylüyor. DENGE: Kimdir Ecz. Öznur Özdağ?ÖZNUR DAĞ: 1994 yılında Malatya’da doğdum. 2011 yılında Beydağı Anadolu Lisesi’nden mezun olduktan sonra aynı sene İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni kazandım. 2016 yılında dönem birincisi olarak fakülteden mezun oldum. Bir yıl kadar bir bekleme sürecinin ardından 2017 yılında Tarçın Eczanesi’ni açarak mesleğimi icra etmeye başladım.

D.: Neden eczacı olmak istediniz? Ö.D.: Üniversite sınavına hazırlandığım süreçte aslında eczacılık mesleği hiç aklımda yoktu. Çok farklı gelebilir ama ben moda ve tasarım bölümünde okumak istiyordum. Fakat ailem sayısal derslerimin iyi olmasından dolayı benim sağlık alanında bir meslek seçmemi istiyordu. Onların ve hocalarımın yönlendirmeleriyle eczacılık mesleğini seçtim ve şu an iyi ki tercih etmişim diyorum.

D.: İnönü Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nde nasıl bir eğitim aldınız?Ö.D.: Bildiğiniz üzere 5 yıllık bir eğitim

programımız var. Bu 5 yıllık süreçte ilaç etken maddesinin elde ediliş yolundan eczane rafına gelinceye kadar ki tüm prosesleri içeren teorik ve uygulamalı bir eğitim aldık. 2. sınıftan itibaren her yıl dönem sonunda eczacılık mesleğinin farklı çalışma alanlarında staj yaparak mesleki deneyimler kazandık. D.: Neden serbest eczane açmayı seçtiniz?Ö.D.: Eğitim sürecinde serbest eczane, ecza deposu ve hastanelerde staj yaptım. Aynı zamanda ders durumumun iyi olmasından dolayı akademisyenliğe yönelme eğilimim de vardı. Fakat ben hangi alana yöneleceğime tam karar veremiyordum. Eczane açmaya ise son dönemde yaptığım serbest eczane stajı sonrası karar verdim.

Daha önce eczane dışında staj yaptığım birimlerde hastalarla birebir iletişimim söz konusu olmadığı için hep bir eksiklik hissettim. Yapı gereği insanlarla etkileşim kurmayı seviyorum ve bunu en iyi eczane açarak yapabileceğimi düşündüğüm için böyle bir karar verdim.

D.: Eczanenizi yeni açtınız, bu süreçte ne tür zorluklar yaşadınız?Ö.D.: Aslında eczane açmanın çok kolay olduğunu düşünüyordum.

Fakat işin içine girince hiç de öyle olmadığının farkına vardım. Prosedürler, belge işleri vs oldukça yorucu ve zorlu bir süreçti. Neyse ki hepsi geride kaldı ve eczanemi açtım.

D.: Eczanenizin semtinizdeki eski eczanelerden farkları var mı? Ö.D.: Ben hiç bilmediğim bir semtte eczane açtım. İnsanların beklentileri neler, daha önce nasıl bir sağlık hizmeti aldılar, nasıl bir sağlık hizmeti istiyorlar, bilgim yoktu. Fakat eczane stajına başladığım günden beri aklımda olan “ben böyle bir eczacı olmalıyım, şöyle bir eczanem olmalı” profili vardı. Bu doğrultuda eczanemi açtım.

Henüz bir aylık bir eczacıyım. Bu benim mesleğim doğrultusunda attığım ilk adım ve ben bu adımın sağlam olması için elimden gelen her şeyi yapmaya hazırım. Güler yüzlü, işinin başında olan ve insanlara her konuda yardımcı olabilen bir eczacı olarak hizmet vermek, eczaneme gelen her kişinin memnun ayrılması birinci önceliğim.

Bunun yanı sıra eczanem sosyoekonomik seviyesi çok yüksek olmayan bir konumda. Bu yüzden gözlemlediğim kadarıyla eski eczaneler dermokozmetik, vitamin, besin takviyeleri vs konusunda biraz geri planda durmuşlar. Ben bu konuda öncü

Ecz. Öznur DağTarçın Eczanesi - Malatya

“Daha Donanımlı Eczacılar Yetişiyor”

olacak şekilde yenilikler yaparak Tarçın Eczanesi’ni farklı kılmak istiyorum.

D.: Mesleğe yeni atılan bir eczacı gözüyle sizce eczacı-hasta ilişkisi nasıl olmalıdır?Ö.D.: İnsanlar eczacıları kendilerine en yakın sağlık danışmanı olarak görür. Herhangi bir sağlık problemi yaşadıklarında ilk olarak eczacılarına danışırlar. Hasta bu süreçte ister istemez bir psikolojik sıkıntı içindedir. İşte bizler bu sıkıntılı anlarında onları anlayabilmek için empati kurmalıyız. Onların sorununu giderecek en akılcıl yaklaşımlarda bulunup içleri rahat edecek şekilde eczaneden ayrılmalarını sağlamalıyız.

Sadece ilacı raftan alıp poşete koymakla ne bizler mesleğimizi icra etmiş oluruz ne de hasta yeterli bir sağlık hizmeti almış olur. Eczanenin birincil amacının ticari kazanç değil de sağlığa yönelik paylaşım olduğunu benimsersek en güzel hasta-eczacı ilişkisini kuracağımızı düşünüyorum.

D.: Bir aylık süreçte yaşadığınız mesleki sorunlar neler?Ö.D.: 1 aylık süreçte yaşadığım sıkıntıların başında ilaç farkları ve muayene ücretleri geliyor. Hiçbir ilgimiz olmadığı halde muayene ücretlerinin tahsildarlığını yapıyoruz ve hastalara

bu durumu anlatmaya çalışırken büyük sıkıntılar yaşıyoruz. Ekonomiye bağlı ilaç politikalarından dolayı bazen ilaçları piyasada bulamıyoruz ve ister istemez hastalara yok çekince problem yaşamak kaçınılmaz oluyor.

Yaşadığımız en büyük problemlerden biri de meslektaşlarımızla aynı ağızdan konuşmuyor olmamız. Mesela kontrolsüz ilaç kullanımı ve direnç gelişimini önlemek adına hepimizin bildiği üzere reçetesiz antibiyotik satışı yasaklandı. Maalesef ki bütün eczacılarımız bu noktada gereken hassasiyeti göstermediği için hastaya ilaç vermeyen kötü taraf bizler oluyoruz.

D.: Dünya sürekli değişiyor, peki eczacılık sizce yakın gelecekte nasıl olacak?Ö.D.: Aynı fakültede okuduğum bir alt dönemimdeki meslektaşlarımın aldıkları eğitim ile benim aldığım eğitim arasında bile ciddi farklılıklar var. Sürekli olarak daha donanımlı eczacılar yetişiyor. Büyüklerimizin bahsettikleri sıkıntılara rağmen böyle bilinçli, vizyon sahibi eczacıların yetiştiğini görünce eczacılık mesleğinin giderek daha iyi olacağını düşünüyorum.

D.: Genç bir eczacı olarak sizin gibi serbest eczane açmayı düşünen

eczacı adaylarına önerileriniz var mı?Ö.D.: Çok yakın zamanda yaşadığım durumlardan yola çıkarak şunu söylemeliyim ki etrafta sizlere “Eczacılık mesleği öldü, ilaç karları azaldı, bakkaldan farkınız yok…” diyen onlarca insan olacaktır. Bunların eczane açma isteğinizi kırmasına izin vermeyin. Sizler yeter ki mesleğinizi sevin, işinizin başında olun. Tüm samimiyetimle söylemeliyim ki kendinizi gerçekten eczacı olarak hissettiğiniz tek yer eczaneniz olacaktır.

D.: Selçuk Ecza Deposu hakkında neler söylemek istersiniz?Ö.D.: Selçuk Ecza Deposu Malatya Şubesi ile tanışıklığımız eğitim sürecinde başladı ve eczanemi açmamla beraber ticari bir ilişkimiz de oluştu. İlk izlenimim güvendi ve o günden bugüne de değişen hiçbir şey olmadı. Şube müdüründen telefonla sipariş alan arkadaşlara kadar herkesin desteğini görüyorum. Beraber çalışmaktan büyük keyif alıyorum.

D.: Yeni nesil bir eczacı olarak Denge gibi eczacılara yönelik bir dergiden neler beklersiniz?Ö.D.: Yeni eczacılar olarak sektörel gündemi daha detaylı bilmek, bizlere yardımcı olacak değerli eczacılarımızın düşüncelerinden daha fazla haberdar olmak isteriz.

Page 15: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

25 24 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

İçimizden Biri İçimizden Biri

Akasya Eczanesi sahibi Ecz. Sema Mandev bir AVM eczanesi olarak müşterilerinin ihtiyaçlarının çok çeşitli olduğunu ve bu nedenle hemen her tür ilaç ve ilaç dışı ürünü bulundurmak zorunda olduklarını belirtiyor. DENGE: Kendinizden bahseder misiniz?SEMA MANDEV: Aslen Trabzonlu olmama rağmen, 5 çocuklu bir ailenin tek kızı olarak, 1984 yılında İstanbul’da dünyaya geldim. İlk ve ortaokulu yine İstanbul’da tamamladıktan sonra 2007 yılında Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden mezun oldum.

Serbest eczacılık yapmaktayım. İlk eczanemi 2009 yılında bir sağlık ocağı karşısında açtıktan 5 yıl sonra İstanbul Akasya AVM’deki şimdiki yerine naklettim. 2008 yılında evlendim, 3 çocuk annesi mutlu bir eczacıyım.

D.: İş ve evlilik hayatını birlikte yürütmek zor olmadı mı?S.M.: “Çocuk da yaparım kariyer de” der gibi oldu değil mi? Evet, zaman zaman fiziki olarak yorulsam da çocuklarımı büyütürken eşim Barış ve eczanemde de mesul müdür arkadaşlarımın çok desteğini gördüm. Çocuklarım Halil İbrahim, Zeynep ve Ömer ise hep motivasyon kaynağım oldular. Bu

devam eden bir süreç. Akasya Eczanesi de benim bir çocuğum gibi, o da büyüyor.

D.: Neden eczacılık mesleğini icra etmeyi seçtiniz? S.M.: Aslında ilk tercihim ve bölümüm diş hekimliği olmasına rağmen kısa bir süre sonra o mesleği yapamayacağımı anladım ve eczacılık fakültesine geçtim. Bu konuda ailem de beni destekledi. Doğru bir karar verdiğimi düşünüyorum.

D.: Serbest eczane açmayı tercih etme sebepleriniz nelerdi?S.M.: İnsanlara dokunmayı seven, onlarla bire bir ilgilenerek yardımcı olabileceğimi düşünen ve bunun da beni daha çok mutlu edeceğine inanan biri olarak serbest eczacılığı seçtim. Sorumluluk ve risk alarak kendi işimi yapma isteğim de bunda rol oynadı tabi.

D.: Eczane Akasya’nın kuruluş hikâyesini anlatır mısınız?S.M.: Başta da söylediğim gibi ilk eczanemi bir sağlık ocağı karşısında açtım. O eczanem bana çok değerli tecrübeler kazandırdı. 5 yıl gibi bir süre sonra, edindiğim tecrübeleri daha geniş kitlelerle paylaşmak, daha çok hastaya ulaşabilmek ve kendimi daha da geliştirebilmek amacıyla başka

bir yer arayışına girdim. O dönemde, evime yakın olan Akasya AVM’nin inşaatı da tamamlanmak üzereydi.

Yetkililerle görüştüğümde pek çok meslektaşımın da buraya talip olduğunu öğrendim. Belli kriterleri sağlayan eczacılar arasında yapılan bir ihalenin ardından bana nasip oldu, 4 yıldır da buradayım. Eczanemin adı ve yeri değişse de aslında Akasya Eczanesi’nin kuruluşu 9 yıl öncesine, yani ilk eczanemi açtığım yıla dayanıyor diyebilirim. Çünkü eczanelerde farkı eczacıların ortaya çıkarttığına inanıyorum.

D.: Eczanenizin semtinizdeki diğer eczanelerden farkları nelerdir?S.M.: Ben de yıllarca bir sağlık ocağı karşısında, aynı zamanda semt

Ecz. Sema MandevAkasya Eczanesi - İstanbul

“Eczanede Farkı Eczacı Ortaya Çıkartır”

eczanesi işletmiş biri olarak, o dönem eczanemde daha çok etrafımdaki hastalarımın ihtiyaçlarına göre ilaç ve ilaç dışı ürünler bulundururken, burada öyle bir lüksüm yok.

Müşterilerimin sayıca önemli bir kısmı AVM’ye diğer alışveriş ihtiyaçları için veya yurt dışı/şehir dışından gelen insanlar. İhtiyaçları çok çeşitli, hemen gidermeliyiz. Bu nedenle hemen her tür ilaç ve ilaç dışı ürünü bulundurmak zorundayız. Bunun dışında içerik olarak önemli bir fark olduğunu düşünmüyorum.

Eskiden dermokozmetik ürünlerinin sadece AVM eczanelerinde satıldığına dair yaygın bir kanaat vardı. Ama semt eczanesi sahibi diğer meslektaşlarımın yerinde girişimleri

ile artık dermokozmetik ürünler semt eczanelerinde de raflardaki yerini aldı. Hepimiz hastalarımıza en kaliteli hizmeti en kısa sürede vermek için gayret gösteriyoruz.

D.: AVM eczanesi olmanın avantaj ve dezavantajları neler? S.M.: Burada hastalarınıza eksik bilgi verme, bekletme gibi bir şansınız yok. Hastalar son derece bilinçli ve ilgililer. Eczacı ve teknisyen arkadaşlarımız her zaman donanımlı, bakımlı ve anlayışlı olmak zorundalar. Değişime sürekli ayak uydurmak zorundayız. Aldığımız, katıldığımız eğitimlerle sürekli kendimizi geliştiririz. Bu durum kişiyi diri tutarak özgüvenini arttırır.

Dezavantaj olarak sayabileceğimiz en önemli konu ise potansiyel hasta

ve ihtiyaç sahiplerinin sayıca arttığı saatlerde eczanenizi kapatmak zorunda olmanızdır. Bunun aynı zamanda, İstanbul gibi bir metropolde yaşayan, özellikle çalışan insanların ilaca erişimi açısından da sıkıntılı olduğunu düşünüyorum. Bu konu ile ilgili rahatsızlığımı odamıza da zaten ilettim.

D.: Sosyal medyayı etkin kullandığınızı görüyoruz, bu anlamda nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?S.M.: Sevelim sevmeyelim sosyal medya kullanımı artık hayatımızın bir gerçeği. Biz bu platformu mesleğimizin internet ortamındaki kısıtlarını da göz önünde bulundurarak şu anda Sağlık Bakanlığı tarafından da desteklenen “danışman eczacı” tadında, çeşitli tavsiyelerimizi paylaşmak için kullanıyoruz.

Page 16: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

27 26 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

İçimizden Biri İçimizden Biri

Geri dönüşler güzel ve zaman zaman da ilginç. Geçenlerde bir cumartesi günü eczanemizde alışveriş yaparken telefonunu unutan bir hastamız, eşinin hesabından sosyal medya hesaplarımızla bize ulaşarak durumu bildirdi. Pazartesi iş yerinde çok önemli bir sunumu varmış. Pazar günü eczanemizi açtık ve telefonunu verdik.

D.: Eczacı-hasta ilişkisi nasıl olmalıdır?S.M.: Biz eczacılar aslında hastaların en yakın ve en kolay ulaşabilecekleri sağlık danışmanlarıyız. En azından ben kendimi böyle konumlamaya çalışıyorum. Bu sıcak ilişki semt

eczanelerinde daha çabuk gelişirken AVM eczanelerinde biraz zaman alabiliyor.

Hastalarınıza karşı sabırlı ve samimi olmalısınız. Yüreğine dokunacağınız her hasta bunu hisseder. Amaç ürün satmak değil, iyi dinleyerek, doğru sorularla ve büyük bir coşkuyla hastayı ve hastalığı tanıyarak, doğru önerilerde bulunmak olmalı.

D.: Eczanenizde majistral reçete yapıyor musunuz?S.M.: Her geçen gün talep azalsa dazaman zaman majistral ilaçlar hazırlıyoruz. Talebi her geçen gün artan aromaterapi ürünlerinin hazır-lanmasında da bazı meslektaşlarımızla yürüttüğümüz çalışmalar var.

D.: Eczanenize gelen hastalar aradıkları her ilacı bulabiliyorlar mı?S.M.: Evet, bunu sağladığımızı düşünüyorum. Nadiren de olsa bulundurmadığımız veya o gün tükenmiş ilaçlar sorulduğunda Selçuk Ecza sağ olsun en kısa sürede elimizde

oluyor.D.: Yaşadığınız ve gözlemlediğiniz mesleki sorunlar neler?S.M.: Başta bilgi, teknoloji ve iletişim çağında mesleğimizin bu konudaki kısıtları tekrar gözden geçirilmeli ve günümüz koşullarına mutlaka uygun hale getirilmelidir. Sonrasında eczane eczacılığında misyonumuz kaliteli hizmet vermekse onu engelleyen her şeyi mesleki sorun olarak görürüm.

Eczanelerin konumuna göre değişiklik gösterse de yavaş çalışan medula veya özel sigorta sistemi, SGK kesintileri, hekimlerimizin ısrarla piyasada bulunmayan ürünleri reçete etmesi, gıda takviyeleri ve aromaterapiye olan inançsızlık, tansiyon ölçememe ve aşı uygulaması yapamama gibi yasaklar, mal güvenliği sağlanamaması gibi problemler eczane eczacılığının genel problemleri.

Bunlarla birlikte hasta gözünde eczane eczacılığının öneminin, hazır ilaç üretim teknolojilerinin gelişmesi ile birlikte maalesef azalmaya başladığını

düşünüyorum. Pek çok firma, marka veya ürünlerinin PR çalışması için eczanelerimizi araç gibi kullanmak istiyor. Bir süre sonra bakıyorsunuz bu marka veya ürün market raflarında yerini almış. Bazı meslektaşlarımızın ticari kaygılarla buna müsaade etmesi ve hastalarımıza yaklaşımları da maalesef buna katkı sağlıyor.

Bütün bunlara rağmen çok şükür

güvenilirliği halen en yüksek mesleklerden birine sahibiz. Mesleğimizin saygınlığını korumak için etik değerleri gözeterek hastalarımıza yaklaşmalı, eczanemize giren ürünleri dikkatli seçmeli ve meslektaşlarımızla daha sıkı dayanışma içinde olmalıyız.

D.: Sizce eczacılık yakın gelecekte nasıl olacak?S.M.: Az önceki sorunuza bağlı olarak, eczacılık mesleğinin önemini arttırmak ve de doktorlarımızın iş yükünü azaltmak açısından Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü kronik hastaların ilaç kullanımı, ilaç ve gıda etkileşimlerinin

kontrol altına alınmasını hedefleyen danışman eczacılık çalışmalarını olumlu buluyorum.

Ayrıca bugün dahi eczanelerimiz artık sadece ilacın üretildiği veya satıldığı yerler değil. Gelecekte özellikle ağız ve diş sağlığı ile OTC ürünlerinin öneminin artacağını ve eczanelerimizde bu gruplardaki ürün gamının genişleyeceğini düşünüyorum.

D.: Çiçeği burnunda eczacı adaylarına önerileriniz var mı?S.M.: İşsiz eczacı duymadım. Meslektaşlarımızın bazıları öğretim

üyeliği yapmayı tercih ederken kimi de kamu ve özel sektörde görev alıyor. Hepsi çok değerli alanlarda hizmet veriyor.

Benim hayalim şu an olduğu gibi serbest eczacılık yapabileceğim bir eczaneye sahip olmaktı. Bunu yapmak isteyen genç arkadaşlarıma en önemli tavsiyelerim yer ve eleman seçimine çok dikkat etmeleri gerektiği. Bu mesleği sadece ilaçlarınızla baş başa yapamazsınız. Çalışanlarınıza ve hastalarınıza değer verdiğiniz kadar değerli; ve eczanenizle ilgilendiğiniz kadar başarılısınız.

Akasya Eczanesi de aynı zamanda genç meslektaşlarım ve teknisyenlerim için bir okul gibidir. Yanımda yardımcı eczacı olarak çalışıp kendi eczanelerini açan meslektaşlarımla her zaman gurur duydum ve açılış mutluluklarına ortak olmaya çalıştım. Hepsine başarılar diliyorum.

D.: Selçuk Ecza Deposu hakkında neler söylemek istersiniz?S.M.: Selçuk Ecza’nın sektördeki saygın yeri ve katkıları malum. Biz eczacılar için gerçek bir çözüm ortağı ve gelişime önem veren kurumsallaşmış, alanında öncü bir şirket. İstanbul’daki merkezlerini ziyaret ettiğimde çok değerli bir konumda olmasına rağmen eğitim salonlarına ayırdıkları alanı gördüğümde bu kanaatim daha da pekişti. Akasya’yı açtığımdan bugüne Selçuk Ecza ile çalışmama rağmen son iki yıldır işbirliğimizi arttırdık.

İstediğim ürünü çok kısa bir sürede temin edebiliyorum. Üretimi bitmiş ama halen talebi olan bazı ürünleri de yeri geldiğinde benim için Türkiye genelinde araştırıp varsa diğer eczanelerden bulmama dahi yardımcı oluyorlar. İş birliğimizin artarak devam etmesini diliyorum.

D.: Denge hakkında düşünceleriniz neler?S.M.: Zengin içeriğiyle her sayısını sabırsızlıkla beklediğim, yenisi gelene kadar son sayısı masamın üstünde kalan bir dergi. Keyifle okuyorum. Bu sayfalarda beni de misafir ettiğiniz için çok teşekkür ederim.

Page 17: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

29 28 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Fakültelerimiz Fakültelerimiz

Türkiye’de eczacılık eğitiminin köklü kurumlarından Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ş. Güniz Küçükgüzel bu sayımızın konuğu oldu. Küçükgüzel, emin adımlarla yeni atılımlara imza atan fakültenin geleceği hakkında bizlere önemli bilgiler verdi.

DENGE: Hocam öncelikle kısaca sizi tanıyalım?GÜNİZ KÜÇÜKGÜZEL: 24 Ekim 1968’de Şile’de, ilkokul öğretmeni olan Ülker ve Emin Kömürcü’nün bir evladı

olarak dünyaya geldim. Şile Balibey İlkokulu, Üsküdar Fuat Baymur İlkokulu ve Üsküdar Kız Lisesi’nde okudum. Bu yıllarımı, hentbol ve Türk sanat müziği etkinlikleri ile geçirdim. Şile’de 4 yaşında Ecz. İhsan Çayıroğlu ağabeyimizin eczanesinin “eczane kokusu” ve halka yaklaşımındaki sevecenliği beni eczacılık mesleğine yönlendirdi. Üniversite yıllarıma 1986 yılında Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nde başladım. 1990 yılında birincilikle mezun oldum. Doktora tezimle 1998’de Mustafa Nevzat Eczacılık Ödülü’ne ve yine aynı yıl eğitim-öğretime verdiğim hizmetler ve gösterdiğim üstün başarı nedeniyle, üniversitemiz rektörlüğü tarafından Üstün Başarı Ödülü’ne layık görüldüm.

Türk Eczacıları Birliği Eczacılık Akademisi tarafından verilen 2017 yılı Bilim Ödülü’nü aldım. Alanımda Türk Patent Enstitüsü ve uluslararası patentlerim bulunmaktadır. 2017 yılında, eczacılık ve tüm sağlık fakültelerinde temel ders olarak okutulan Organik Kimya dersinde, öğrencilere önemli bir kaynak olabilecek “Eczacılık ve Sağlık Bilimlerinde Organik Kimya” kitabımı yazdım. M.Ü. Eczacılık Fakültesi Mezunlar Derneği’nin kurucu üyesiyim. Prof. Dr. İlkay Küçükgüzel ile evliyim. 16 ve 12 yaşlarında Begüm ve Meltem isimli iki kız çocuk annesiyim.

D.: Fakültenin mevcut durumu hakkında bilgi verir misiniz?G.K.: 9 Kasım 1963 yılında kurulan, bugün kuruluşunun 54. yılını kutladığımız, eğitimde 6 yıl süre ile tam akredite olmuş fakültemiz; Temel Eczacılık Bilimleri, Eczacılık Meslek Bilimleri ve Eczacılık Teknolojisi olmak üzere 3 bölüm altında yapılanmış olup; 20 profesör, 6 doçent, 30 yardımcı doçent, 1 öğretim görevlisi, 15 araştırma görevlisi ile eğitim ve öğretim faaliyetlerini sürdürmektedir.

Eczacı Dergisi tarafından düzenlenen 5. Altın Havan Ödüllerinde “Yılın Eczacılık Kurumu” ödülü fakültemize verilmiştir. LYS sonuçlarına göre eczacılık fakülteleri arasında 2010 yılından bu yana 2. sırada tercih edilen fakültemiz, 2017-2018 eczacılık taban

puanlarına göre de devlet üniversiteleri arasında 2. sıradaki yerini korumuştur. Eczacılık lisans eğitiminde Farmasötik Biyoteknoloji, İlaç Metabolizması, Klinik Eczacılık, Kozmetoloji disiplinleri ve İletişim Becerileri ilk defa fakültemizde zorunlu ders olarak eczacılık eğitimine kazandırılmıştır.

Fakültemizde toplam öğrenci sayımız 735, çift ana dal öğrenci sayısı 4, yan dal eğitimi yapan öğrenci sayısı ise 5’tir. Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Öğrencileri Birliği (MUPSA), Marmara Eczacılık Kulübü (MEK), FarmAkademi Kulübü öğrenci kulüplerimizdir. MUPSA,

Avrupa Eczacılık Fakültesi Öğrencileri Birliği’ne (EPSA) de üyedir.

2018 yılı itibarıyla Marmara Üniversitesi Başıbüyük Yerleşkesi’ne yapılandırılan yeni binamıza taşınma konusunda hızlı adımlarla ilerliyoruz. Yeni binamızda daha modern ve teknolojik bir altyapı ile öğrencilerimize uluslararası düzeyde eğitim-öğretim sunarken, öğretim üyelerimiz ile yeni ulusal ve uluslararası projelere imza atacağımıza inanıyoruz.

D.: Göreviniz süresince fakültede ne gibi çalışmalar yaptınız?G.K.: Öncelikle fakülte öğretim

elemanlarının, öğrencilerin, idari personelimizin, serbest eczacıların, meslek örgütlerinde çalışan eczacıların, kamu eczacılarının ve diğer tüm paydaşların oluşturduğu Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Koordinatörlükleri ve Komisyonları yapılandırılmıştır. Fakülte WEB sayfamız yeniden düzenlenmiştir.

SWOT analizi yapılarak eğitimle ve araştırma ile ilgili ana strateji hedefleri belirlenmiştir. Eğitimle ilgili uygulamalı, proje destekli lisans, lisansüstü eğitim-öğretimle katılımcı, girişimci, sektörün taleplerini karşılayan ve uluslararası

standartları sağlayan öğrenci yetiştirilmesi ve araştırma ile ilgili olarak üniversite-sanayi işbirliği sonucunda eğitim ve araştırmayı bütünleştirmek bir diğer birim stratejimiz olarak belirlenmiştir.

Fakültemizde kurum, eğitim, araştırma ve hizmet alanındaki hedeflere ulaşılabilirliği saptamak ve performans göstergelerini ölçmek amacıyla “Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Performans Ölçme ve Değerlendirme Usul ve Esasları” oluşturulmuştur. Üniversite-sanayi işbirliğinin gerçekleştirileceği Marmara

Prof. Dr. Ş. Güniz KüçükgüzelMarmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı

Emin Adımlarla Geleceğe

Page 18: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

31 30 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Fakültelerimiz Fakültelerimiz

İlaç ve Formülasyon Geliştirme Birimi (MİFGEB) kurulmuştur.

Marmara Üniversitesi Başıbüyük Yerleşkesi’nde modern derslikleri, laboratuvarları, ofisleri, sosyal olanakları yer alacak fakültemizin yeni binasının planı Marmara Üniversitesi Yapı İşleri Daire Başkanlığı ile çalışılmış, rektörümüz Prof. Dr. Mehmet Emin Arat’ın olurlarıyla yapıma başlanmıştır.

3-5 Kasım 2016 tarihlerinde 2023 Vizyonu’na ışık tutacağı düşüncesi ve “Eczacılıkta Katma Değer Odaklı Bilgi Paylaşımı” temalı; katma değerli ürünlerin, patent ve proje odaklı ekiplerin kurulmasının hedeflenmesi konusunda 1. Ulusal Marmara Eczacılık Kongresi, 9-12 Şubat 2017 tarihlerinde Klinik Eczacılık Derneği, fakültemiz ve TEB işbirliği ile 3. Ulusal Farmasötik Bakım Kongresi, Türkiye’mizin her alanının stratejik planlarında sağlık ve ilaç konusunda bildirilen hedef konuların ele alındığı, eczacılığın tüm alanlarında çalışanların bir araya getirildiği ve 2023 yılına ışık tutması hedeflenen 3. İVEK ve biyoteknolojik ürünlerin yerli üretimini arttırmak konusunda endüstri, akademisyen ve kamunun bir araya getirileceği İVEKBİO Kongresi 26-29 Nisan tarihlerinde fakültemizin sorumluluğunda gerçekleştirilmiştir.

Dekanlığımız ve 5. sınıf öğrencilerimizin katkıları ile “Bitkilerle Tedavi Sempozyumu” 9 Mayıs 2017 tarihinde, İstanbul içinden ve şehir dışından gelen öğrenciler yanında eczacılar ve öğretim üyeleri başta olmak üzere yaklaşık 450 kişinin katılımıyla düzenlenmiştir.

Marmara Üniversitesi Kozmetik Klinik Araştırmalar Etik Kurulu, Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Danışma Kurulu ve Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Sektörel Danışma Kurulu kurulmuştur. Yaşam boyu öğrenmeyi hedefleyen fakültemiz, Marmara Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi (MÜSEM) ile paydaşlarımız olan ilaç firmaları, Kocaeli, Bursa ve İstanbul Eczacı Odaları; sürekli eğitim ve sertifikasyon programları yapmıştır.

D.: Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nin kısa ve orta vadeli hedefleri neler?G.K.: Ulusal Çekirdek Programı (ÇEP) ve Genişletilmiş Eğitim Programı’na (GEP) yönelik müfredat güncellenmesi çalışmalarına başlanmıştır. Öncelikle, Avrupa ve dünyada eczacılık eğitimini araştırmayı amaç edindik.

Öğretim elemanlarımız için olguya yönelik eğitim modellemesi, olguya göre laboratuvar eğitiminin kurgulanması, eğitim-öğretimin planlanması, sunulması, çoktan seçmeli ve klasik sınavların yapılması gibi konuları içeren, içeriği yoğun, 60 saatlik “Eğitici Eğitimi Sertifikası” programı yapacağız. Öğretim elemanlarımıza strateji belirleme, iletişim becerileri konusunda da eğitimler yapılması için çalışmalara başladık.

Öğrencilerimiz ile Marmara Eczacılık Fakültesi Kongresi (MEFKO) düzenlemeyi planladık. 2018 yılında uluslararası kongremizi, 2019 yılında ise ulusal kongremizi düzenlemeyi hedef edindik. Ülkemizin 2023 hedeflerine ulaşmak adına, üniversite-sanayi işbirliği strateji hedefimiz için ilaç sanayisi ile protokoller yapmaya başladık. Kamu-üniversite-sanayi işbirliğinin gerçekleşmesini sağlayacağız.

Fakültemizin “Marmara Pharmaceutical Journal” adlı dergisinin Science Citation Index (SCI) kapsamına girmesi için dergimizin editörü ve editör kurulu var gücüyle çalışmaktadır. Modern ve teknolojik altyapıya sahip olacak Marmara Üniversitesi Başıbüyük Yerleşkesi’ndeki yeni binamızın bütçe imkanları ile bitirilmesi ve en yakın zamanda taşınılması en büyük hedeflerimizden biridir.

Kuruluşunun 54. yılını kutlayan, 13 anabilim dalı ile eczacılık eğitim-öğretimi yapan fakültemizin öğretim kadrosunu da norm kadrosu çalışmamız ile hedeflediğimiz öğretim elemanı sayısına ulaştırmak istiyoruz.

D.: Son dönemde fakültenizde yürütülen ve devam eden önemli araştırma faaliyetleri hakkında bilgi verir misiniz?G.K.: Fakülte olarak, 2015-2017

döneminde akademik performansımızı da içeren faaliyet raporumuzu her yıl üniversitemize düzenli olarak sunuyoruz ve fakülte WEB sayfamızda ilan ediyoruz. Ulusal ve uluslararası projelere, patentlere, yayınlara, ödüllere sahip öğretim elemanlarımız ile geleceğe doğru emin adımlarla ilerlemekteyiz. Üniversitemizin akademik performans konusunda başarılı fakültelerinden biriyiz. Öğrencilerimiz de mezuniyet proje konularını, TÜBİTAK-2209 projeleri ile projelendirmektedir.

Fakülte dergimiz olan “Marmara Pharmaceutical Journal” 2016 yılında “Emerging Sources Citation Index” (ESCI) ve 2017 yılında EMBASE adlı indeks tarafından taranmaya başlanmıştır. Dergimiz ayrıca Web of Science adlı sitede yer almaktadır.

Fakültemizde Farmasötik Bakım Birimi, Psikofarmakoloji Araştırma Birimi, Farmakoepidemiyoloji Araştırma Birimi, Farmakogenetik/Genomik ve İlaç Güvenliliği Araştırma ve Uygulama Birimi ve 2015 yılında kurulan Marmara İlaç Formülasyon Geliştirme Birimi (MİFGEB) bulunmaktadır.

2017 yılında fakültemizde “Enstrümantal Analiz Laboratuvarı” kurmak için yapılan altyapı projesi ile ilk adım atılmıştır. MİFGEB’in altyapısı için de projeler ile başvuru çalışmalarına başlanmıştır.

Fakültemizde TÜBİTAK tarafından “1003-Öncelikli Alanlar AR-GE Projelerini Destekleme Programı” kapsamında açılan “SB0104-Biyoteknolojik/Biyolojik/Sentetik Yeni Aday İlaç Moleküllerinin Geliştirilmesi, Patentlenmesi ve Preklinik Çalışmaları” Çağrı Programı’nda “Prostat Kanseri Tedavisi İçin Yeni Nesil Sentetik Ajanların Geliştirilmesi” başlıklı proje, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi olarak benim yürütücülüğümde devam ediyor. Bu projemizde, Deney Hayvanları Uygulama ve Araştırma Merkezi (DEHAMER), AR-GE FAR, TÜBİTAK-MAM, Erciyes Eczacılık, İstanbul Eczacılık, Kadir Has, Bezm-i Alem Eczacılık ve İnönü Üniversitelerinin katılımcısı olduğu büyük bir ekip ile

kamu-üniversite-sanayi işbirliği adına biyoteknoloji ve konvansiyonel ilaçlar konusunda önemli işbirliklerine imza atılacaktır. Sanayinin önemli projeleri burada yetkin öğretim üyelerimizin danışmanlıkları ile gerçekleşecektir. Know-how ile sanayinin önemli konularının yüksek lisans ve doktora tezi şeklinde yapılması da amaçlanmaktadır. Ayrıca, Başıbüyük Yerleşkesi’nin karşısında teknopark da yer alması söz konusudur. Bir bakıma MİFGEB, teknopark için bir kuluçka merkezi olacaktır.

D.: Marmara Üniversitesi Kozmetik Klinik Araştırmalar Etik Kurulu’nun faaliyetleri nelerdir?G.K.: Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu tarafından hazırlanan ve 20 Eylül 2015 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan “Kozmetik Ürün veya Hammaddelerinin Etkinlik ve Güvenlilik Çalışmaları ile Klinik Araştırmaları Hakkında Yönetmelik” kapsamında, üniversitelerin çatısı altında oluşturulması hedeflenen

Kozmetik Klinik Araştırmalar Etik Kurulu, üniversitemiz bünyesinde oluşturularak Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu tarafından 1 Şubat 2016 tarihinde onaylanmıştır.

İlgili yönetmelik hüküm ve esasları kapsamında, Marmara Üniversitesi Kozmetik Klinik Araştırmalar Etik Kurulu, çalışma veya araştırmalara katılacak gönüllülerin hakları, sağlık yönünden güvenliği ve esenliğinin korunması, çalışma veya araştırmanın mevzuata uygun şekilde yapılmasının ve takip edilmesinin sağlanması amacıyla, çalışma veya araştırma protokolü, çalışma veya araştırmanın tasarımı ve uygunluğu, gönüllülerin dâhil edilme ve dışlanma kriterleri, araştırmacıların uygunluğu, çalışma veya araştırma yapılacak yerlerin yeterliliği ve gönüllülerin bilgilendirilmesinde kullanılacak yöntem ve belgeler ile bu kişilerden alınacak olurlar ve çalışma veya araştırmalarla ilgili diğer konuları klinik ve etik yönden değerlendirmektedir.

multidisipliner prostat kanserine yönelik çalışmalarımızı yürütüyoruz.

“Transgenik Tavşan Üretiminde ICSI-Transgenezis, ISI ve Pronüklear Enjeksiyon Yöntemlerinin Etkinliğinin Araştırılması” konulu TÜBİTAK-COST projesinde de yer aldık. TÜBİTAK-1002, 3001, 1001 projeleri ile yeni adımlar atılıyor. Bitkisel odaklı projeler ile önemli çalışmalar yapılıyor, hatta bu şekilde ürünlere adım atmak için formülasyon çalışmaları yapılıyor. Kanser, sitotoksisite, farmasötik kimya, farmakognozi, psikofarmakoloji, biyokimya alanındaki araştırmalar ile ödüller alıyoruz. Üniversite-sanayi odaklı projelere de imza atacağız.

D.: MİFGEB kapsamında yürütülen çalışmaları öğrenebilir miyiz?G.K.: MİFGEB, araştırma kaynaklarını oluşturup araştırma yapmak, teşvik etmek, desteklemek ve sonuçlarını rapor halinde ilgili yerlere sunmak, ulusal ve uluslararası düzeyde

araştırma ve ürün geliştirme alanındaki gelişmeleri takip etmek, bu kapsamdaki kurumlar ile işbirliği yapmak, AR-GE çalışmalarını ilgili mevzuat çerçevesinde yapmak, birimde görevli olduğu alanda eğitim görevlisi olarak eğitim verebilmek, birimin stratejik planlarını, eylem çalışma planlarını ve faaliyet raporlarını hazırlamak ve sunmak, çalışmalara ait bilgileri patent, bildiri, yayın, katma değere dönüşecek ürüne dönüştürmek, çalıştay, seminer, panel, kongre gibi bilimsel etkinlikler düzenlemek amacıyla 10.09.2015 tarihinde ben ve Prof. Dr. İlkay Küçükgüzel, Prof. Dr. Bedia Kaymakçıoğlu, Doç. Dr. Timuçin Uğurlu, Doç. Dr. Ali Demir Sezer’den oluşan öğretim üyelerimizin teklifi ile Fakülte Yönetim Kurulumuzun onayıyla kurulmuştur.

2018 yılında taşınmayı hedeflediğimiz Başıbüyük Yerleşkesi’ndeki yeni binamızda, Sayın Rektörümüz Prof. Dr. M. Emin Arat’ın oluru ile MİFGEB için bir yerimiz olacaktır. Burada,

Page 19: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

33 32 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Fakültelerimiz Fakültelerimiz

D.: Eczacılık eğitiminde gözlemlediğiniz sorunlar neler?G.K.: Yeni açılan eczacılık fakülteleri, eczacıların istihdam sorunu, eczacı kökenli olmayan veya alanında doktora yapmayan öğretim üyeleri tarafından eğitim-öğretim yapılması, staj eğitiminde Avrupa Birliği Uyum Yasaları çerçevesinde sadece serbest eczane ve hastane stajının yapılması, eczacılık eğitiminde bugün en büyük sorunlardır.

An itibarıyla eğitim-öğretim yapan, devlet ve vakıf olmak üzere toplamda 33 eczacılık fakültesi bulunmaktadır. 2023 Yılı Sağlık İş Gücü Hedefleri ve Sağlık Eğitimi adlı rapora göre, 2023 hedefleri kapsamında 31.300 eczacıya ulaşılması hedeflenmiş, mevcut durumun devamı halinde oluşacak arz ile 39.400 eczacıya ulaşılacağı ve %25,9 arz fazlalığı oluşacağı bildirilmiştir.

Mezun istihdam sorunu bugün ülkemizin sorunudur. Fakültemizde 5 yıllık eğitim-öğretim süresince Kariyer Günleri kapsamında öğrencilerimizi önce fikir sahibi yapıyoruz. 7. yarıyılda seçecekleri alan derslerine yönelik bilgilendirme saati düzenledik. 8. yarıyılda seçtikleri alan dersleri doğrultusunda, eczacılık uygulamaları kapsamında, 10. yarıyılda ilaç sanayisi, hastane ve serbest eczanede yapacakları 3 aylık uygulamaları çok önem kazanıyor. Burada kendilerini ifade etmeleri ile ön plana çıkabiliyorlar.

Fakültemizde, anabilim dallarımızda doktoralarını bitirmiş olan bireyler, devlet ve vakıf eczacılık fakültelerinde yardımcı doçent doktor kadrolarında yer almaktadırlar. Ayrıca, öğretim üyesi yetiştirme programı olan ÖYP ve 35. madde ile görevlendirme sonucunda eczacılık fakültelerinden gelen araştırma görevlisi öğretim elemanları, yine fakültemizde yüksek lisans ve doktoralarını yapmaktalar. Biz de doktoraları bitince kendi fakültelerinde görevlerine dönüş yapıyorlar. Alanında doktora yapmış, hatta eczacı öğretim üyelerini bu şekilde yetiştirmiş oluyoruz. Doktora öğrencilerimden Yrd. Doç. Dr. Göknil Pelin Coşkun, bu şekilde bugün Sivas

Cumhuriyet Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Kimya Öğretim Üyesi ve Dekan Yardımcısı olarak görev yapmaktadır.

D.: Eczacılık eğitimi açısından Avrupa ülkeleriyle aynı seviyeyi yakaladığımızı düşünüyor musunuz?G.K.: Avrupa Birliği Uyum Yasaları çerçevesinde, Avrupa Birliği’nin 2005/36/EC sayılı yönergesine paralel olarak, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı tarafından “Doktorluk, Hemşirelik, Ebelik, Diş Hekimliği, Veterinerlik, Eczacılık ve Mimarlık Eğitim Programlarının Asgari Eğitim Koşullarının Belirlenmesine Dair Yönetmelik”, 02 Şubat 2008 gün ve 26775 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Yönetmeliğin “Eczacılık” başlıklı 8. maddesinde eczacılık eğitiminin bir üniversitede tam gün üzerinden en az beş yıllık eğitimden oluşacağı hükme bağlanmıştır.

2005-2006 Eğitim-Öğretim Yılı’ndan itibaren eğitimimiz 5 yıla çıkartılmış, bu eğitim programı uygulanan öğrencilerimiz, 2010-2011 Eğitim-Öğretim Yılı’ndan itibaren bitirme ödevi ve 130 gün staj yaparak diploma eki ile mezun olmuştur. Bu şekilde Avrupa Birliği normlarına uyum sağlanmıştır ve mezun eczacılarımızın Avrupa’da yer almalarında bir sıkıntı olması söz konusu değildir.

Öğrencilerimiz ERASMUS ile antlaşmalı olduğumuz eczacılık fakültelerine gitmekte, hatta ilgili fakültelerden de fakültemize öğrenci gelmektedir. Hatta öğrencilerimiz mezuniyet projelerini de ERASMUS antlaşması yaptığımız fakültelerde yapabilmektedirler.

Öğrencilerimizin kurmuş oldukları Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Öğrencileri Birliği (MUPSA), öğrencilerimize farklı ülkelerdeki eczacılık öğrencileri ile iletişim kurma, kültür paylaşımında bulunma ve yurt dışı etkinliklerine katılabilme olanakları sağlar ve Avrupa Eczacılık Fakültesi Öğrencileri Birliği’ne (EPSA) üyedir. Bu kulübümüzün öğrencileri, Avrupa Birliği ülkesi eczacılık fakülteleri ile TWİNNET projesi yapmaktadırlar.D.: Eczacılık fakültelerinin sayısındaki artış konusunda düşünceleriniz neler?

G.K.: Eczacılık Fakülteleri Dekanları Konseyi’nin “Eczacılık Fakültelerinin Açılma Kriterleri” çalışması oluşturulmuş ve Tıp-Sağlık Konseyi’nde kabul edilmişti. Eczacılık fakültelerinde ofis, derslik, laboratuvar, öğrenci, kütüphane ve sosyal alanların ve eğitim-öğretim yapacak öğretim elemanında olması gereken niteliklerin belirtildiği, mesleğimizin geleceği adına önemli bir çalışmaydı.

Ülkemizde fakülteler eczacılık mesleğinin gereği düşünülerek yukarıda da ifade ettiğim kriterlere göre oluşturulmalıdır. Ülkemizin 2023 Vizyonu hedeflerinde 9.000 eczacının mezun olacağı düşünülerek, insanımıza sağlık konusunda yüz yüze danışmanlık yapan, üreten, ilaç hazırlayan meslek grubumuz için fakülte açılması konusunda dikkatli davranılması gerekmektedir.

D.: Mezunlar kamuya, özel sektöre veya akademiye neden yönelmiyorlar?G.K.: Standardizasyonun ve kalite güvenliğinin sağlanması ve ilaç kullanımına bağlı sorunlar hakkında hastaların bilgilendirilmesi ve çıkan sorunların bildiriminin yapılmasına ilişkin faaliyetleri yürüten sağlık hizmetini sunmak serbest eczanede görev yapan eczacının asli görevidir.

2005 yılı öncesinde, fakültede eğitim-öğretim süresinin 4 yıl olması, tabii ki sanayi, farmasötik bakım, bitki alanındaki alan derslerinin görülememesi, kariyer günleri imkanlarının öğrenciler okurken sistemde yer almaması, öğretim üyesi danışmanlık hizmetinin olmamasının mezunların serbest eczane alanına yönelmelerine neden olduğu görüşündeyim.

5 yıllık eğitim sisteminin Avrupa Birliği uyum süreci ile başlaması sonrası, eğitim-öğretim sistemi tamamen değişim göstermiştir. Öğrenciler 4. sınıfa başlarken, yani 7. yarıyılda yönelme dersleri ile birlikte artık sahalarını seçmiş olmaya başlamışlardır. Bu şekilde, bilhassa 10. yarıyılda üç aylık yaptıkları eczacılık uygulamaları (serbest eczane, hastane, ilaç endüstrisi uygulamaları) gelecekte

atacakları adımı belirlemede önem kazanmaktadır.

Ancak, ilaç endüstrisi, hastane pratik uygulamaları görmeyen öğrenciler bu alanlarda eğitimleri olmadığı için bu sahalarda çalışmayı düşünmeyebilirler. Ayrıca, bazı durumlarda da yeni mezunlar ilk işe girişteki ücret politikasını da kabullenmemektedirler. Aslında, meslek hayatı olarak yeni bir dönem başlamaktadır. Bu süreçte, gün geçtikçe çalışma hayatını öğrendikçe işe bakış açıları da değişecektir.

Katma değer olan inovatif ve girişimci mezunlarımızın üniversitelerde, ilaç, kozmetik ve fitoterapi sanayisinde, kamu alanı olan İl Sağlık Müdürlüklerinde, TİTCK, Sağlık Bakanlığı, hastane kadrolarında olmaları da en büyük isteğimdir.

D.: Klinik eczacılık alanında ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?G.K.: Klinik eczacılık eğitimi konusunda ülkemizde ilk somut adımların 1991 yılında fakültemiz bünyesinde

atıldığını biliyoruz. Önce yüksek lisans programıyla başlayan klinik eczacılık eğitimi 1995 yılından beri fakültemizde zorunlu ders olarak okutuluyor ve 1999-2000 Eğitim-Öğretim Yılı’ndan itibaren uygulamalı olarak sürdürülüyor.

Bu alandaki ilklerimiz bunlarla sınırlı değil, ilk bilim dalı ve ilk doktora programı da yine Marmara Üniversitesi çatısı altında hayata geçti ve bugüne kadar doktora programında yetişen akademisyenler fakültemizin yanı sıra diğer eczacılık fakültelerinde de klinik eczacılık eğitiminin sürdürülmesine katkı sunuyorlar.

Fakültemiz, Eczacılık Uzmanlık Eğitimi alanlarından biri olan klinik eczacılık eğitimi için Eczacılıkta Uzmanlık Kurulu (EUK) tarafından yetkilendirilmiş ve eğitim vermeye hazır olarak ilk adayları beklemektedir. Klinik Eczacılık Anabilim Dalı, alanında uzman 5 öğretim üyesiyle bugün ülkemizdeki en geniş klinik eczacılık akademik kadrosuna sahip anabilim dalı olarak

ulusal ve uluslararası çalışmalarına devam etmektedir.

Anabilim dalındaki öğretim üyelerimiz uzun yıllardır Türk Eczacıları Birliği Eczacılık Akademisi bünyesinde yürütülen klinik eczacılık-farmasötik bakım konulu birçok sürekli eğitim programında eğitici olarak görev almıştır ve almaya devam etmektedir. Ayrıca, Eczacılıkta Uzmanlık Kurulu Klinik Eczacılık Müfredat Komisyonu’ndaki çalışmalarıyla klinik eczacılık uzmanlık eğitiminin hazırlanmasına katkı sunmaktadırlar.

Avrupa Klinik Eczacılık Derneği’yle uzun yıllardır sürdürdükleri bilimsel işbirliğiyle bu derneğin hem eğitim hem de araştırma komisyonunda aktif görevler üstlenmişlerdir. Hocalarımızın fakültemizdeki görevlerinin yanı sıra diğer tüm faaliyetleri dekanlığımız tarafından desteklenmiş ve böylece ülkemizde klinik eczacılığın gelişmesine Marmara Eczacılık olarak değer katmaya devam edilmiştir.

Page 20: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

35 34 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

D.: Klinik eğitimde eczacılarımızın aktif olmadığı, öğrencilerin uygulamada eksikleri olduğu yönündeki görüşlere katılıyor musunuz?G.K.: Klinik eczacılık eğitimi bugün hem dördüncü sınıfta hem de beşinci sınıfta deneyimli bir akademik kadro tarafından sürdürülmektedir. Öğrencilerimiz dördüncü sınıfta aldıkları teorik temel klinik eczacılık konularıyla birlikte haftada 3 saat hastane uygulamasına katılmakta, değerli klinisyen hekimlerin gözetiminde hasta vizitlerine çıkmakta, hasta dosyasını ve tedavide kullanılan ilaçları incelemekte ve hazırladıkları olguları sunmaktadırlar.

Aynı öğrencilerimiz beşinci sınıftaki eczacılık uygulamaları kapsamında haftada 10 saat olacak şekilde farklı kliniklerde, klinik eczacılık uygulamalarına devam etmekte ve serbest eczanede

farmasötik bakım deneyimlerini geliştirmek üzere öncelikle bu alanda eğitim almış eczacıların yanında uygulama yapmaktadırlar.

Bugün artık birçok fakültede klinik eczacılık dersleri verilmeye başlanmıştır, ama unutulmamalıdır ki, klinik eczacılık eğitimi ancak hastane kliniklerinde yapılan uygulamalarla asıl hedefine ulaşabilmektedir. Bu alanda

fakültemizin uzun yıllardır sahip olduğu deneyim, öğrencilerimizin fakültemizi tercih etmelerinde diğer etmenlerle birlikte önemli bir unsurdur.

D.: Eczane eczacılığı alanında son dönemde gözlemlediğiniz sorunlar neler?G.K.: Eczacılık, sağlık alanında insan ile yüz-yüze iletişim içinde ve toplumda etkin olan bir meslek grubudur. Eczacı odaları, eczacı kooperatifleri ve meslek örgütümüz olan Türk Eczacıları Birliği (TEB) ile örgütlü bir meslek grubuyuz. Ülkemizde 26 bine yakın eczane bulunmaktadır. 2013 yılı öncesi girişlilerin tamamına yakını da eczane açmıştır ve açmaktadır.

Eczanelerin büyük bir kısmı ilaç-eczacılık ve işletme giderleri ile son yıllarda maddi sorunlar

yaşamaktadır. 6197 Sayılı Eczaneler ve Eczacılar

Hakkındaki Yasa, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu yasa tasarısı, reçetesiz satılabilecek ilaç listesi, muvazaalı açılan eczaneler ve etik sorunlarla ilgili mevzuatın yetersiz oluşu ile ortaya çıkan mevzuat ve mevzuat değişikliği taslaklarından kaynaklanan sorunlar bulunmaktadır.

Kurumların provizyon sistemleri, kamu ilaç alım protokolleri ve sürekli değişimi, yatan hasta reçeteleri, eczacıların halk ile ilişkilerinde sadece ilaç ücretini alan olarak görülmesi de iletişim sorunlarını ortaya

çıkarmaktadır.

D.: Mesleğin geleceğini nasıl görüyorsunuz?G.K.: 31 Mayıs 2012 Tarih ve 28309 Sayılı Resmi Gazete’de eczacılık, hastalıkların teşhis ve tedavisi ile hastalıklardan korunmada kullanılan tabii ve sentetik kaynaklı ilaç hammaddelerinden değişik farmasötik tipte ilaçların hazırlanması ve hastaya sunulması; ilacın analizlerinin yapılması, farmakolojik etkisinin devamlılığı, emniyeti, etkinliği ve maliyeti bakımından gözetimi; ilaçla ilgili standardizasyon ve kalite güvenliğinin sağlanması ve ilaç kullanımına bağlı sorunlar hakkında hastaların bilgilendirilmesi ve çıkan sorunların bildiriminin yapılmasına ilişkin faaliyetleri yürüten sağlık hizmetidir. Aslında mesleğimizin sağlık ve canlının bir arada olduğu her alanda var olduğunu bu tanımda da net olarak görüyoruz.

Mesleğimizin geleceğinde dermokozmetik, fitoterapi, klinik eczacılık, farmasötik biyoteknoloji, ilaç endüstrisi çok önem kazanmaktadır. Biliyoruz ki Resmi Gazete’de, 1 Ekim 2016 günü, 29864 Sayılı Eczacılıkta Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği yayınlanmıştır ve bu yönetmelikle klinik eczacılık ve fitofarmasi alanlarında uzmanlık yapılması öngörülmektedir. Yatak sayısı 100 ila 300 olan hastanelerde bir, 300’ün üzerindeki her 200 yatak için ilave bir uzman klinik eczacı istihdam edilecektir.

Mesleğimizin ilerisi için mezunlar yurt dışında farmasötik biyoteknoloji, kozmetoloji konusunda AR-GE alanında eğitim alıp, ülkelerinde bu alanlarda üretime yatırım yapabilirler. Eczacılık fakültelerimizde farmasötik biyoteknoloji, farmasötik teknoloji, farmasötik kimya, farmakognozi alanlarında uzmanlaşabilirler.Uzmanlık alanları ile eczacılık fakültelerimizde akademisyen kadrolarında yer alabildikleri gibi, bu alanlarda ilaç endüstrisinde yer almaları da önem taşımaktadır. Ülkemizin 2023 vizyonu hedeflerinde bu alanlarda önemli bilgiye ihtiyaç bulunmaktadır. Memleketimiz

uçucu yağ diyarı. Niteliği olan, standardize edilmiş bitkisel ürünler ile dermokozmetik alanına eczacılar girişimcilikleri ile işletme kurabilirler. Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde, 5 yıllık eğitim-öğretim sonucunda diploma eki ile mezun olan eczacılarımız mesleklerini yurt dışında da icra edebilirler.

D.: Mesleğe yeni başlayan genç eczacılara neler tavsiye edersiniz?G.K.: Beş yıllık eğitim-öğretim boyunca, iyi farmasötik bakım uygulamaları sunan, hastası için uygun kararı veren, etkin iletişim kuran, lider niteliği taşıyan, yöneticilik vasıfları olan, yaşam boyu öğrenmeyi amaç edinen, öğretici, araştırıcı, işveren niteliğe sahip, 8 üstün nitelikle mezunlar yetiştirmekteyiz.

Teknolojinin bu kadar hızlı yenilendiği ve rekabetin bu denli yoğun olduğu ortamlarda daha etkili bir insan kaynağı yaratmak için mezuniyet sonrası serbest eczacılık dışında pek çok çalışma alanı yeni eczacıları beklemektedir. Sağlığın ve canlının olduğu yaşamda, canlının sağlığı için gerekli olan ilaç, kozmetik ve fitoterapötik ürünler eczacının bilgisi ile oluşturulmalı ve eczacının denetiminde insana sunulmalıdır.

İlaç ve kozmetik endüstrisinin kalite kontrol, kalite güvence, araştırma-geliştirme, analitik geliştirme, üretim, ruhsatlandırma, pazarlama, medikal, klinik araştırmalar ve patent bölümlerinde çalışabilirler. Sağlık malzemelerinin üretim ve pazarlamasında görev alabilirler. Tedavi kurumlarının eczanelerinde ilaç konusunda danışman görevi görerek tedavi ve koruma konusunda önemli katkılarda bulunabilirler.

Gelecekte, evde tedavi, bakım evleri gibi değişik alanlarda da eczacı önemli görevler üstlenecektir. Buralarda farmasötik bakım ve ilaç danışmanlığı görevi yapabilirler. Lisans eğitimi sonunda, Sağlık Bilimleri Enstitüleri’nde lisansüstü doktora eğitimi alarak, farklı konularda uzmanlaşma imkanı bulabilirler.

Ülkemizde, devlet ve vakıf eczacılık fakültelerinin araştırma görevlisi kadrolarından başlayarak akademik kariyer yapma imkanına da sahipler. Bilhassa, ülkemizin önemli bir stratejik alanı olan farmasötik biyoteknoloji alanında yetişmiş, yüksek lisans ve doktora yapmış eczacılara ihtiyaç bulunmaktadır. Bu şekilde biyoteknoloji AR-GE’si yapan ilaç firmalarında ve üniversitelerin teknoparklarında bulunan firmalarda yer alabilirler. Eczacılıkta Uzmanlık Sınavı (EUS) ve eğitimleri sonucunda; diyabet, onkoloji ve ileride açılacak çeşitli alanlarda uzman eczacı kadroları ile hastanelerde, Sağlık Bakanlığı’nın uzman klinik eczacı ve fitofarmasi kadrolarında yer alabilir, farmasötik bakım, akılcı ilaç kullanımı bilgilerini sağlık profesyonelleri ve toplumla paylaşabilirler. Yaşam boyu öğrenme ilkesi ile üniversite sürekli eğitim merkezlerinin eczacılık fakültesi işbirliği ile yapılan sertifikasyon programlarına katılarak meslekte yeni bilgileri edinebilirler.

D.: Selçuk Ecza Deposu hakkında düşünceleriniz neler?G.K.: Selçuk Ecza Deposu’nun fakültemizde ve Mezunlar Derneğimizde ayrı yeri vardır. M. Ü. Eczacılık Fakültesi Mezunlar Derneği’nin organizasyonu ile tüm tamirat ve donanımı Selçuk Ecza Deposu tarafından karşılanan, fakültemizin onayı ile eğitim-öğretimde kullanılmak üzere 19 Ekim 2004 tarihinde hizmete açılan “Ahmet Keleşoğlu Bilgisayar Laboratuvarı ve Aktif Eğitim Merkezi” fakültemize yaptıkları önemli bir katkıdır. Selçuk Ecza Deposu, kurulduğu günden bugüne kadar AS Ecza Deposu ile birlikte ilaç endüstrisinden eczanelere, sektörle ilgili meslek odalarından üniversitelere kadar uzanan bir alanda yerini; sürdürebilir, dengeli ve farkındalık yaratan çalışmalarla korumuştur. Günümüzde de mesleğimizde sürekli eğitime yön vermek adına kurulan Selçuk Ecza Akademisi’ne başarılar diliyorum.

Page 21: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

37 36 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Başka türlüsü mümkün olmuyor. Venedik denilince akıllara evvela aşk geliyor, bir daha da gitmiyor. Bu şehrin kanallarından köprülerine, sokaklarından meydanlarına ve onları çevreleyen tüm yapılarına kadar sinmiş bu aşk. Şehirde her şey, zamanın dışında bir lirizme sahip.

Önce doğa cömert davranmış bu şehre, iki nehir arasına yüzlerce ada ve bir lagün sıkıştırmış. Ardından Arap ve Bizans etkilerinin karışımıyla doğan Venedik tarzı Gotik mimari üslup, adeta süslemiş tüm şehri. Yüzyıllar boyunca gören herkesi kendine hayran bırakan; her dönem sanata ve aşka ilham olan bu eşsiz şehri mutlaka görmenizi tavsiye ediyorum.

Geç Olmadan… 1987 yılında, UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası ilan edilen Venedik ve lagün, bugün önemle korunmakta. Ancak küresel ısınma nedeniyle her yıl yükselen sular, şehrin tarihi ve

mimari dokusu için önemli bir tehdit olmaya devam ediyor. Hatta yapılan araştırmalar, küresel ısınmanın bu hızla sürmesi sonucunda, Venedik’in büyük bölümünün birkaç on yıl içinde yok olacağı yönünde.

Venedik’in yok olması muhtemel olan sokaklarında gezinirken tüm bu gerçekler bir an bile aklımdan çıkmıyor. Ait olduğum bu türün tüm duyarsızlığına ve bencilliğine hayıflanıyorum… “Geç olmadan…” bile diyemiyorum… Biliyorum, bunu demek için bile çok geç…

Ne Zaman, Nasıl Gitmeli? Venedik, dört mevsim de gidebileceğiniz iklime sahip şehirlerden biri. Kışın çok soğuk olmayan, yazın en sıcak aylarında bile 30 dereceleri geçmeyen şehirde, ılıman bir Akdeniz iklimi hâkim. Hâl böyle olunca Venedik’te her mevsim; ama özellikle yaz ayları ve etkinlik dönemleri daha da yoğunlaşan bir turist varlığından bahsetmek mümkün. Bu durumda etkinlik takvimine göz atıp ya kalabalık ama eğlenceli ya da nispeten daha sakin ve romantik bir seyahat planı yapabilirsiniz.

Bu etkinliklerden en önemlisi, tarihi yüzyıllar öncesine dayanan Venedik Karnavalı’dır. Yaklaşık iki hafta süren ve Venediklilerin birbirinden göz alıcı kostüm ve maskelerle katıldığı karnavalda, her gün pek çok sokak etkinliği, film gösterimi, tadım ve geçiş töreni düzenleniyor. Şubat ayında düzenlenen bu karnavalı izlemek ve fotoğraflamak içinse şehre, dünyanın dört bir yanından binlerce insan geliyor.

Maske Festivali olarak da bilinen karnavalın nasıl ortaya çıktığına dair birçok rivayet bulunmakta. Bu rivayetler arasında sanırım en naifi, kralın, maske ve kostümle sınıfsal farklılıkları ortadan kaldırıp bir günlüğüne de olsa bütün halkın bir arada eğlenmesini sağlaması yönünde olanıdır.

Bunun dışında alanının dünyadaki en eskisi, Venedik Bienali’nin bir parçası olan ve 1932 yılından beri genellikle

Orta Çağdan Kalma Bir Aşk: Venedik

1 2Venedik yılın her mevsimi büyük bir turist kitlesi tarafından ziyaret edilen popüler bir şehir.

Her yıl Şubat ayında düzenlenen Venedik Festivali sırasında kostüm ve maskeleri ile bir çok model görmek mümkün

3 4Venedik tüm binaları ile ilgi çekmesinin yanısıra kanalda gezerken kıyıdaki sanat eserlerini de hayranlıkla izleyeceksiniz.

Venedik'te gondol gezisi bu seyahatin klasik aktivitesidir.

Seyahat Seyahat

Fotoğraf ve Metin;Süha Derbent

1

2 3

4

Page 22: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

39 38 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Seyahat SeyahatKanal gezisi sırasında herşeyin su üzerinde olduğu bu kentin mimarisi sizi derinden etkileyecek

Kanal kıyılarındaki cafe veya restoranlarda keyif yapmayı ihmal etmeyin.

5

Ağustos sonunda gerçekleşen Venedik Uluslararası Film Festivali; Nisan ayında düzenlenen San Marco Festivali; Eylül ayındaki Venedik Opera Festivali; Mayıs ayında müzik ve tiyatro oyunlarıyla kutlanan, geleneksel el sanatlarının da sergilendiği Del Vino Soa ve Bianco Soa ve Orta Çağ Festivali Venedik’te düzenlenen başlıca etkinliklerden birkaçı.

Venedik’te bulunan havaalanlarından şehir merkezine en yakın olanı Venedik Marco Polo Havaalanı’na İstanbul’dan aktarmasız bir uçuşla ulaşmak mümkün. Havaalanından şehre ulaşım için otobüs veya taksiyi tercih edebilirsiniz. Otobüslerin yarım saatte bir kalktığını ve yolculuğun yaklaşık 25 dakika sürdüğünü; taksilerin ise 15 dakikada şehir merkezine ulaştığını da hatırlatayım.

Konaklama için birçok alternatif mevcut, benim tavsiyem ise şehir merkezinde kalmanız yönünde olacak. Araç trafiğine kapalı olan Venedik’i gezmek içinse iki seçeneğiniz var: Yürümek ve vaporetto. Bir tür deniz aracı olan vaporettolar, ayrıca gondola alternatif olarak, kanalları gezmenin bir diğer yolu.

Venedik’in Harikaları409 tane köprüyle 117 ada ve 177 kanalın birbirine bağlanmasından oluşan Venedik’in kendisi bile yeterince çarpıcıyken bunlara bir de mimari şaheserlerin eklenmesi, gerçekten fazlasıyla nefes kesici. İşte bunlardan bazıları:

San Marco Meydanı: Dünyanın en güzel meydanlarından biri olarak kabul edilen ve Venedik’in en önemli

yapılarıyla çevrelenmiş meydan, Venedik’e gelenlerin ilk durağı. Meydanın çevresinde, adeta bir dantel gibi işlenmiş ve meydana adını veren, yaklaşık bin yıllık San Marco Bazilikası ve filmlere konu olan atları görülmeye değer.

Bazilikayla bağlantılı biçimde inşa edilmiş ve şimdilerde müze olarak da gezilebilecek Palazzo Ducale yani Dükler Sarayı bulunuyor. Meydanın batı tarafında ise Venedik Ulusal Arkeoloji Müzesi, Venedik’in sanatsal ve tarihsel ürünlerinin sergilendiği Correr Müzesi ve biraz soluklanıp çevreyi izlemeniz için kafeler bulunuyor.

Müzelerden bahsetmişken benim en beğendiğim müzeler, Puntadella Dogana Çağdaş Sanatlar Müzesi ve hemen yakınında, ağırlıklı olarak

İtalyan fütürist ve Amerikan modernist sanatçılarının eserlerinin sergilendiği Peggy Guggenheim Koleksiyonu’ydu.

Santa Maria della Salute Bazilikası: Kısaca “Salute” yani Sağlık olarak adlandırılan bazilika, Venedik’in en güzel mimari örneklerinden biridir. 17. yüzyıldaki veba salgınında nüfusun 2/3’ü kaybedilince salgını durdurmak ve Meryem Ana’yı onurlandırmak üzere bir kilise inşa edilmesine karar verilir. Bunun için düzenlenen yarışmayı 26 yaşındaki Baldassare Longhena kazanır ve “Salute”u dairesel ve kubbeli olarak adeta süslü bir taç gibi inşa eder. Bazilika bugün bile Venedik’in sembollerinden biridir.

Tarihte Venedik330 yılına kadar Bizans eyaleti olan Venedik, ilk önce Hunlardan, daha

sonra Langobardlardan kaçan yerleşimcilerin, kuşatmaların uzun süreceğini göz önüne alarak 453 yılından itibaren lagünün kumluklarına ve adalarına yerleşmesiyle bugünkü şeklini aldı.

Venedik lagünlerinin yerleşimcileri hakkındaki ilk kapsamlı betimleme Romalı Cassiodoro tarafından MS 6. yüzyılda yapılmıştır: “Kayıklarınızla, geniş kanallarda sanki çayırlardan farkı olmayan kumluklar üzerinde süzülüyor gibisiniz… Ev kapılarının önüne normalde hayvanlar bağlanırken, sizler saz ve saman kulübelerinizin önüne kayıklarınızı bağlıyorsunuz.”

O dönemde bile kent ve su arasındaki ilişki kendisini göstermektedir. Bu öyle bir ilişkidir ki Venedik ve sakinlerinin yaşamını belirlemiştir.

Venedik, 1.600 yıllık tarihinin ilk yıllarından beri en önemli gelir kaynağı olarak kullandığı ve kullanmakta olduğu suyla birlikteliğini sürdürüyor. Kentin gelişimi doğal ortamının kesin değişimini de beraberinde getirmiş.

Venedik’in büyümesi için suya, sebze bahçelerine, çamura ve kumluklara el konulmalıydı. Yeni alanların kazanılması için Dalmaçya kıyılarından getirtilen milyonlarca karaağaç ve karaçam kazığı çamura saplandı ve bu yolla elde edinilen kurutulmuş alanlar, inşaat için gerekli olanakları sağladı.

Suyu kontrol altında tutmak ve kent ile lagünün yaşaması için yüzyıllar boyunca Brenta, Dese, Sile ve Piave’nin nehir akışlarına birçok fiziksel müdahaleler yapıldı, hatta nehirlerin denize birleştiği yerler dahi değiştirildi.

5

6

7

5 6 7 Şüphesiz günün her saati en kalabalık yer San Marco meydanı

Page 23: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

41 40 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Seyahat Seyahat

Venedik, henüz 8. yüzyılda bir deniz gücüne dönüşmüştü. Yüzyıllar boyunca denizler üzerindeki kontrol ve bununla ilgili Yukarı Adriyatik’ten başlayarak Orta Adriyatik üzerinden Dalmaçya’ya ve en sonunda aşağı Adriyatik’e kadar olan ticaret adım adım ilerledi. Akdeniz bir Venedik Körfezi’ne dönüştü.

11. yüzyılda, düklerin yönettiği, ihtiyarlar meclisi bulunan bağımsız bir kent cumhuriyeti olarak şekillenen Venedik’in 15. yüzyılda 200.000 yerleşimcisi bulunuyordu.

Venedik’in o yüzyılın sonuna doğru Anadolu’ya kadar ulaşan tüm Akdeniz alanında eşsiz bir hâkimiyeti vardı. Venedikliler, yedinci yüzyıldan itibaren ticaret yollarını keşfettiler ve yol, zaman ve riskleri kestirmedeki ustalıkları sayesinde tüm diğer rakiplerinden daha üstün konuma geçtiler. Cenova gibi kentlere göre, Venedik’ten Anadolu’ya ulaşımın daha kısa olması nedeniyle Haçlı Seferleri de buradan yapıldı.

Baharat, esir ve cam eşya ticareti ilk sırayı teşkil ediyordu. Baharatlar Anadolu üzerinden, esirler her yerden ve cam eşya, dolgun maaşlı cam ustalarının Serenissima’ya, sanat eserleri yaratmak için ömürlerini geçirdikleri Venedik önlerinde bulunan Murano Adası’ndan getirtilirdi.

Ustalar bu işi pek de gönüllü yapmıyordu. Camcılık sanatının sırrını açıklamaları ihtimaline karşı adayı terk etmeleri yasaktı, buna karşı çıkanlar ölümle cezalandırılırdı.

Bu zorbalık, ticari anlayış ve siyasi kararlılığının emsalsiz kombinasyonu, Venedik’in yükselmesini sağlayan en önemli etkendi ve 16. yüzyıla kadar mükemmel bir şekilde işledi. Venedik’in arması San Marco’da her taraftan görülebilen bir yere yerleştirilen kanatlı aslan oldu.

1492’de Kristof Kolomb’un yeni bir dünyayı ve 1498’de Vasko de Gama’nın Doğu Hindistan’a giden deniz yolunu keşfetmesiyle ibre her zaman Venedik’in baş rakibi olan

Ceneviz lehine kaydı. Doğu Hindistan ve Levanten ticareti bundan sonra Cenevizliler tarafından idare edilmeye başlandı.

Venedik, Kuzey ve Güneydoğu Akdeniz bölgesinin kontrolüne yoğunlaştı ve bu statükoyu korumaya çalıştı. Bu bölge ülkeleriyle canlı ticaret ilişkileri kuruldu. Hıristiyanlıkta faizin yasak olması nedeniyle çok sayıda Yahudi kente yerleşti ve Venedik’te bankacılık sistemi gelişti.

1571’deki Lepanto deniz savaşından sonra ellerinde yalnız Doğu Adriyatik bölgesi ve Yunan Adaları kaldı. Osmanlıların ısrarı ile Yahudiler kentten çıkarıldı, bankacılık sarsıldı ve Venedik’in çöküşü önlenemez oldu. 1797’de Venedik Cumhuriyeti Fransız askerleri tarafından lağvedildi. 1815’te Avusturya’ya (Lombardiya-Venedik Krallığı), 1866’da İtalya’ya bağlandı.

Suyla Mücadele ve Şehirleşme

Gelelim Venedik’in nasıl şehirleştiğine. Önce, çevredeki ormanlardan kestikleri kütükleri yüzdüre yüzdüre getiren halk, sonra minik çamur adacıklarının arasındaki kanalları derinleştirip çıkan çamurla bunların zeminini biraz daha güçlendirdi ve sonra kazık çakıp çamurla sıvadıktan sonra yaşam alanlarını yarattı. Kazıkların bir kısmı şimdi Slovenya ve Hırvatistan sınırları içerisinde bulunan alanlardan getirilmiş, meşe, karaçam gibi suya dayanıklı ağaçlardan yapılmıştı.

Ahşabın çürüyebilmesi için hem hava hem de suyun aynı anda ahşaba nüfus etmesi gerekiyordu. Suyun altında oksijen olmadığı için ve lagün suyunun zengin alüvyonları ve killi toprağı kazığın etrafına toplandığından aksine ahşap kazıklar bir kaya kadar güçlenip kazığın çürümemesini sağlıyordu.

Kazıkları birbirine çok yakın çakıp zamanla alüvyonlar suyun üzerine çıkmasın diye taşlarla doldurdular. Özellikle su geçirmediği için mermer kullanılmış ve duvar örme işinin temelleri de yine bu zamanda atılmıştı.

8

9 10

11

Özellikle dini yapılar görkemli ve göz alıcı

8 9 1110 Kanal boyunda park etmiş gondollara sıkça rastlayacaksınız

Sanat ve tarihin iç içe geçtiği Venedik'te içeri girebilmek için müzeler önünde sıraya girmeniz gerekebilir

Bazı bölgeleri hem karadan hem de kanaldan gezmek mümkün ve her biri farklı bir bakış açısı sunuyor turistlere

Page 24: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

43 42 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

[email protected]

Seyahat Seyahat

Venedik’in altyapısını oluşturan bu kazıklar, üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen hala bir kaya kadar sağlam ve binalar bu temellerin üzerine oturtularak yapılmış.

Venedik 118 adaya dağılmış ve bugün bile kısmen önemli trafik yollarının ve kanalların (150 civarı) oluşturduğu ve mantık gereği tüm trafiğin su üzerinde gerçekleştiği bir kent.

Kayık ve gemilerin hareketini sağlamak için Venedikliler becerikli denizcilere ve mükemmel kürek çekenlere dönüşmüşler. Rüzgarların, akıntıların ve gelgitlerin tanınması ve kullanılmasında gerçek birer usta olmuşlar.

Etraftaki ortam (lagün), kayık çekmenin navigasyon türünü ve çeşidini belirlemiş. Nispeten sığ su, dolambaçlı kanallar ve kumluklar, altları düz ve karinası olmayan kayıkların kullanımına yol açmış.

İlgili su derinliğini mümkün olduğu kadar iyi tespit etmek için ayakta durarak kürek çekilmeye başlanmış ki bu Voga’nın karakteristiği olmuş.

Dar kanallar nedeniyle tek kürek kullanım gerekliliği bunu imkanlı hale getiren asimetrik kayıkların gelişimine yol açmış.

Serbest hareket eden ve küreğin problemsiz kullanım ihtiyacı Forcolla denilen bir Dolle fikrini geliştirmiş. Bu nedenle dümenden vazgeçilerek yerine kürek kullanılmış.

Gondolcular, kendilerini tamamen turizme adamadan önce kayık çeken şoför özellikleri nedeniyle kentin şanıydılar. Ekmeklerini ya bir eşraf ailesinin yanında ya da resmi hizmette çalışarak elde ederlerdi. Kentte daha fazla düzenlenmeye başlanan görkemli kayık yarışlarına katılmak için kentin sembollerinden birisine dönüşen bu

meslek grubundan yüzyıllar boyu faydalanıldı.

Venediklilerin en tipik yarışı olan Regatta, her zaman yerli ve yabancıların ilgisini çekmiştir. İlk tarihi kanıtlar Regatta’yı, Marien şölenlerine kadar dayandırır.

Her ne kadar hakkındaki ilk bildiriler 13. yüzyılın ikinci yarısına dayanmış

olsa da o dönemlerde bu görkemli yarış büyük olasılıkla alışılmış, genel, folklorik bir yarıştı çünkü Venedik en başta denize dönük bir kentti ve bu nedenle usta denizcilerin eğitilmesi önemli bir gereklilikti.

Regatta kelimesinin etimolojisi tartışılmaktadır. Bazıları bunu riga (sıra), diğerleri aurigare (bir yarışa katılan) ve diğer bazıları ramigium (kürek) kelimesine atfediyor. Ancak Regatta’nın Avrupa’nın en önemli dillerine yerleşmiş olduğu ve “kayıklar üzerinde yarış” anlamına geldiği kesindir.

Regattalar, Rönesans’ta daha ziyade Compagnie della Calza (Genç Eşraflar Birliği) tarafından düzenlenirdi. 16. yüzyıldan itibaren yönetim tarafından görevlendirilen ve Direttori di Regata (Regatta Yöneticileri) denilen soyluların eline geçti.Regatta, o zamandan beri belirli özellikteki kayıklarla gerçekleştirilen birçok yarışa bölümlendirilmiştir. Böyle bir olayda Marcus Havzası ve Canal Grande, şehir sakinlerinin büyük bir heyecanla yarışmaları izlediği her çeşit, muhteşem süslenmiş kayıkla kaynardı.

Herhangi bir karışıklığı önlemek ve gerekirse müdahale etmek için Regattalar eski zamanlarda kendilerine has uzun şekilleri olan tören kayıkları, Bissoneler tarafından yönetilirdi.

Pruvada oturan eşraf, genel düzeni bozan kayıkları normalde su tavuklarının avlanmasında kullanılan pişmiş toprak topları fırlatan bir çeşit yay kullanırdı. Günümüzde düzeni koruma görevi bulunmayan Bissoneler bugün artık Regata Storica’yı (Tarihi Regatta) başlatıyor.

Bugünkü şekliyle Regata Storica, tarihi kente daha fazla turist akını sağlayabilmek için Üçüncü Sanat Bienali vesilesiyle 19. yüzyılın sonunda hayata geçirilmiş.

13

12

Şehrin her yerinde farklı kalite ve boyutta satılan masklardan siz de bir hatıra alabilirsiniz.

Eğer Şubat ayında ve festival zamanı giderseniz sizi bir görsel şölen bekliyor olacak

12 13

Page 25: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

45 44 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Beynin Gizeminin Peşinde;

Prof. Dr. Murat Emre

İstanbul Tıp Fakültesi’ne geldim. Hocalarımız geri dönmemi istedi. Daha fazla gelişmem gerektiğini söyledim. Uzmanlık sonrası bir yıl bir rehabilitasyon kliniğinin şefliğini yaptım. Arkasından tekrar araştırma aşkım depreşti. İsviçre’deki büyük bir firmanın özel araştırma laboratuvarına girdim. Proje uzmanı olarak çalıştım. Parkinson ve Alzheimer konularına o sırada ilgi duydum. İlgili laboratuvarın Merkezi Sinir Sistemi Araştırma Grubu’nun başına geçtim. Birkaç yıl sonra da yurda döndüm.

D.: Bu sıralarda Londra ve ABD’de çalıştınız. Bu dönemlerden de bahseder misiniz?M.E.: İsviçre’de klinik araştırmalar alanında çalışmaya başladığımda Parkinson hastalığına ilgi duymaya başlamıştım. Çünkü İsviçre’de çalıştığım araştırma bölümünde Parkinson tedavisi için yeni moleküller geliştiriliyordu. Onların klinik araştırmalarının nasıl yapılması gerektiğinin planlarını biz yapıyorduk.

O süreçte dünyanın üst düzey tüm Parkinson uzmanlarıyla tanışma ve fikir alışverişi yapma şansım oldu. Bir tanesi etkileyici bir insandı; Prof. David Marsden. Bir süre onun yanında eğitim almak istedim, kabul etti. Kendisinin yanında kaldığım süreç benim için çok yararlı bir dönemdi. Hem somut bilgi hem de düşünce sistematiğini, klinik yaklaşımları öğrenmem açısından bana katkısı büyük oldu.

Daha sonra İsviçre’ye döndüm ve Alzheimer konusuna ilgi duymaya başladım. Çalıştığım bölümde bu kez Alzheimer üzerine tedaviler bulmaya çalışıyorduk. Bu konu üzerine kendimi geliştirmek için ABD’ye gitmeye karar verdim. Orada Harvard Üniversitesi’nde Türkiye doğumlu çok ünlü bir profesör vardı; Prof. Marsel Mesulam. Onunla yazıştım, yanına gitmek istedim, kabul etti. Onun yanında da çok şey öğrendim. Klinik yaklaşım, hasta analizi, eğitim-öğretim sistematiği, araştırma teknikleri hakkında çok şey öğrendim, diğer yandan hem klinik araştırma çalışmaları, hem de temel araştırmalar, hayvan deneyleri yaptım.

Harvard ortamında çok avantajlı oluyorsunuz. Hep makalelerini okuduğunuz isimlerle yan yana çalışıyorsunuz. Alzheimer hastalığında anahtar rol oynadığı düşünülen amiloid molekülünü araştırma amaçlı olarak ilk sentezleyen ve ilk hayvan deneylerini yapan insan caddenin öbür tarafında çalışıyordu. Ondan bu maddeyi alıp, fare beynine enjekte ederek, etkisini araştırma şansım oldu. Bunun yanında çalıştığım bölümün çok gelişmiş bir insan beyin bankası vardı. Aklınızda bir soru varsa oradan dokuları alıp, özel boyamalar yapıp, mikroskop altında çalışabiliyordunuz. Çok verimli bir dönem oldu.

D.:Akademik kariyer yapmayı neden tercih ettiniz?M.E.: Akademik kariyer tıbba başlarken aklımda olan bir alan değildi. Araştırma

Duayenler Duayenler

İnsan beyninin gizemlerini çözmeye hayatını adayan Prof. Dr. Murat Emre, yurt içinde ve yurt dışında yaptığı çalışmalarla nörolojinin bilinmeyen gerçeklerini gün yüzüne çıkarmaya devam ediyor.

DENGE: Hocam önce sizi biraz tanıyalım, kimdir Prof. Dr. Murat Emre?MURAT EMRE: Konya’nın Ereğli ilçesinden çıkıp, hep batıya doğru gitmiş bir insanım. İlkokulu Ereğli’de, ortaokulu Konya’da, liseyi Ankara’da, üniversiteyi İstanbul’da, askerliği Kırklareli’nde, uzmanlığımı Zürih’te, üst uzmanlık eğitimlerimi ise önce İngiltere ve sonra Amerika’da yaptım. Son olarak Türkiye’ye geri döndüm.

D.: Tıp eğitimi almayı neden tercih etmiştiniz?M.E.: Lise eğitimim Ankara Fen Lisesi’ndeydi, orada çok iyi bir eğitim aldım. Lise ikinci sınıfta bir eğitim danışmanı geldi ve meslek seçiminde nelere dikkat etmemiz gerektiğini anlattı. “Kendinize, ilgi alanlarınız, yetenekleriniz, aklınızdaki mesleklerin potansiyeli, iş olanakları, sosyal statüsü, geliri nedir, tüm bunları göz önüne alarak bir matriks oluşturun” dedi. Benim de lisede biyoloji ve teorik fizik üzerine ilgim gelişmişti. Oluşturduğum

matriks bana net olarak biyolojik bilimleri gösterdi. O yüzden tıp eğitimi almaya karar verdim.

D.: Peki, neden nöroloji?M.E.: Aslında onun da başlangıcı orta son, lise yıllarının başlangıcına dayanır. O sıralarda hafızanın nasıl oluştuğu üzerine Macar asıllı bir bilim insanının yaptığı deneylerle ilgili yazılar okumuştum ve çok ilgimi çekmişti. Sonra lise eğitimim başladı, Fen Lisesi’nde her yıl her öğrencinin mutlaka bir bilimsel proje yapması gerekirdi. Ben de ilk yılımda biraz naif bir yaklaşımla, beyin hücrelerinin bölünmemesiyle hafızanın bir ilgisi var mıdır, hafıza kaydı sürebilsin diye mi hücreler bölünmeyi durdururlar hipoteziyle bir deney planlamaya çalıştım.

Hacettepe Tıp Fakültesi’nin Deneysel Tıp Bölümü ile temas kurdum. Bana fareyle nasıl çalışacağımı gösterdiler. Tabi kurguladığım deneyin yaklaşımı çocukçaydı, kanserojen bir madde kullanarak beyin hücrelerini bölünmeye zorlamayı, bunun labirentte belli bir yolu kullanmayı öğrenen farenin belleği üzerindeki etkilerini ölçmeyi planladım.

O dönemlerden itibaren beyin bilimlerine merak sarmaya başladım. Fakülte seçerken bir yandan nörolojik bilimlere yönelmek aklımdaydı, ama cerrahi mi yoksa teorik alanı mı seçmeliyim tereddüdünü yaşıyordum. Sonra cerrahiye hevesli olmadığımı fark edince doğal sonuç nöroloji oldu.

Tıp insanın merakını tatmin etmeye uygun bir bölüm. Ben de çok meraklı bir insanım. Her zaman her şeyi öğrenmek isterim. Nöroloji de bilinmeyenleri en çok içeren alanların başında geliyor. Bu da seçimimi kolaylaştıran bir etmendi.

D.: İstanbul Tıp Fakültesi’nde o dönemlerde nasıl bir eğitim aldınız?M.E.: Çok iyi hocalarımız vardı. Sonraki süreçte dünyanın farklı ülkelerinde bulununca, aldığımız tıp eğitiminin oralardan eksiği olmadığını fark ettim. İllaki bir eksik söyle derseniz, pratiğin biraz öğrencinin inisiyatifine bırakılmış olmasını öne çıkarabiliriz.

Teorik eğitimimiz iyiydi. Belki daha çok kaynak olabilirdi, biraz kitap eksiğimiz vardı.

D.: İsviçre’de bulunduğunuz dönemde aldığınız eğitim ve yaptığınız çalışmalar hakkında neler söyleyebilirsiniz?M.E.: O zamanlar uzmanlık eğitimi aslanın ağzındaydı. İstanbul Tıp Fakültesi’ni birincilikle bitirdikten sonra, çeşitli bölümlerden uzmanlık kadrolarına girmem için teklifler geldi. Ben askere gitmeye karar verdim. İnsanlar buna şaşırdı. Uzmanlık eğitimi almanın bu kadar zor olduğu bir ortamda bu denli çeşitli teklifleri nasıl geri çevirdiğimi anlayamamışlardı. Oysa ben yurt dışına gitmeye ve araştırma eğitimi almaya kararlıydım. Bunun kesintiye uğramasını da istemiyordum ve önce askerliğimi yaparak aradan çıkarmak istiyordum.

Askere gitmeden önce yurt dışında seçtiğim bazı bölümlere yazarak, nörolojik bilimlerde araştırma yapmak istediğimi ve beni kabul edip etmeyeceklerini sordum. ABD, Almanya ve İngiltere ile birlikte İsviçre’ye başvurmuştum. Bunların bazılarından olumlu yanıt geldi. Burs sağlayacaklarını da belirten en net cevap ise Zürih’tendi.

Zürih’te nörolojik bilimler üzerine araştırmalarıma önce balık deneyleriyle başladım. Balıklarda mikro cerrahi ile yaptığımız 1 yıl süren bir deneydi. Prof. Gazi Yaşargil’in kardeşi, ünlü bir fizyolog olan Prof. Günay Mete Yaşargil ile birlikte çalışıyorduk. Bu çalışmamı tamamlayıp tıp doktorası tezi olarak yazdım, bu tez Zürih Üniversitesi tarafından yılın en iyi tezi olarak kabul edildi ve ödül aldı. Aldığım ödül parasıyla da Ereğli’de okuduğum ilkokula babamım adına küçük bir kütüphane kurdurdum.

Araştırmada uzun süre kalmayıp önce klinik eğitim alayım diyerek Zürih Üniversitesi Nöroloji Bölümü’ne girdim. Daha sonra yapılması gereken, dahiliye ve psikiyatri rotasyonlarımı gerçekleştirdim. Böylece uzmanlık için gereken süreyi doldurmuş oldum.

Sonra uzmanlık sınavı için Türkiye’ye,

Page 26: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

47 46 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

yapmak istiyordum ama bunun mutlaka öğretim üyeliği statüsünde olması gibi bir planım yoktu. Zaman içerisinde gelişen bir durumdu. Öğrenmeyi seven bir insanım. Akademik kariyer sürekli öğrenmeyi gerektiriyor. Zamanla öğretmeyi de sevdiğimi ve bu konuda yetenekli olduğumu fark ettim.

Hem öğreten hem öğrenen bir insansanız bu ideal bir durum.

Araştırma merakı da bunu destekliyor. Bilgiyi sadece tüketmek değil üretmek

de istiyorum. Bilgi üretimine katkıda bulunmak, gelişime yön vermek, merak ettiğim soruların cevabını kendim bulmak istiyorum, cevapları

nasıl bulacağımı formüle etmek, onu hayata geçirmek, sonuçlarını görmek heyecan verici.

D.: Bilimsel çalışmalarınızdan ve yayınlarınızdan bahseder

misiniz?M.E.: Nörolojide benim iki tane ilgi alanım

gelişti; bir tanesi hareket işlevini etkileyen en sık hastalık

olan Parkinson, diğeri ise zihinsel işlevleri etkileyen en sık hastalık

olan Alzheimer. Bana; “Neden ikisini bir arada yaptınız?” diye sıkça sorulur, zira akademik kariyerde genel yaklaşım tek bir alana yönelmektir. Ben ise şöyle düşündüm: Beynin iki tane ana görevi var; biri insanı hareket

ettirmek, diğeri zihinsel işlevlerini, bir başka deyişle duygu ve

düşünceleri sağlamak. Eğer beyni bütünüyle anlamak

istiyorsanız birbirine entegre olmuş bu iki

fonksiyonu birlikte anlamaya çaba göstermelisiniz. Bu işlevlerin bozulduğu hastalıkları anlamak istiyorsanız

bu yaklaşım daha faydalı.

Örneğin Parkinson hastalarında zihinsel işlevler aksayabiliyor. Bu işlevleri test edebilmek, anlayabilmek, tedavi edebilmek için o konuda da bilgili olmanız gerekiyor. Ya da Alzheimer gibi bunamayla giden hastalıklarda tabloya yürüme ve hareket bozuklukları eklenebiliyor. İki alanı birlikte yürüttüğünüzde edindiğiniz bilgi ve deneyim klinik olarak da birbirini besliyor. Bu anlamda iki alanı birlikte götürmenin klinik uygulamada çok faydasını gördüm.

İki ana alanın kesişme noktası olan Parkinson Hastalığı Bunaması, zaman içerisinde ana ilgi alanım haline geldi. Eskiden “Parkinson hastalığında bunama olmaz, zihinsel işlevler bozulmaz” diye bir görüş vardı. Geçtiğimiz yıllarda bu görüşün doğru olmadığı ortaya çıktı. Parkinson hastaları iyi tedavi edilip ileri yaşlara gelirlerse bir kısmında bir bunama tablosu ortaya çıkıyor. Bunun mekanizması nedir, bu hastalara zaman içerisinde Alzheimer mi ekleniyor, yoksa bu kendine özgü, farklı bir bunama çeşidi midir, nasıl tanınır ve nasıl tedavi edilir? Bu sorular benim özel ilgi alanım oldu. Gerçekten de bu durumun Alzheimer’den bağımsız, kendine özgü bir bunama tablosu olduğu ortaya çıktı.

Son 15 yılda bu alanda önemli katkılarım olduğunu söyleyebilirim. Parkinson Hastalığı Bunamasının teşhis kriterlerini tanımlayan komitenin başındaydım. Bu tablonun tedavisi için dünyada ilk kez kullanıma çıkan ilacı klinik olarak test eden araştırma grubunun başındaydım. Yine ikinci bir ilacın araştırılması için yapılan uluslararası bir diğer büyük çalışmayı yürüten grubun başında bulundum.

D.: Sizce günümüzde ülkemizde, mesleğe yönelik yeterli düzeyde bilimsel çalışma üretiliyor mu?M.E.: Net olarak hayır. Birçok ülkede akademik gelişme toplumu yönlendirir, ekonomik gelişmenin öncüsü olur, bizde ise iş dünyası, ekonomik gelişme ve bu alanların dünya ile entegrasyonu akademik gelişmenin görece önüne geçti. Türkiye henüz akademik potansiyelini yeterince kullanamıyor. Bunda da biraz üniversite sisteminin

organizasyonundaki sorunlar etkili. Dünyaya baktığınızda, özellikle dış kaynakların araştırmada kullanımı çok yüksektir. Örneğin İngiltere’de akademik departmanlarda fonlamanın en az yarısı dış kaynaklardan gelir. Bunlar, uluslararası araştırma fonları, Avrupa Birliği fonları, ilaç firmaları, araştırma şirketleri tarafından sağlanır. Bütün bunlar devletten gelen fonların yanında araştırmayı destekleyen kaynaklardır. Bizde bu kaynakların kullanımında sorunlar var. Üniversitelerde dışarıdan bulduğunuz bir parayla nasıl insan çalıştıracaksınız, maaşını nasıl vereceksiniz, bu parayı nasıl yöneteceksiniz? Düzgün, iyi işleyen, oturmuş bir sistem kurulmuş değil.

Avrupa Birliği, bugün “Size 2 milyon euroluk kaynak veriyorum, beş yıl boyunca on tane araştırmacı çalıştırabilirsiniz, klinik bir araştırma yapabilirsiniz” dediğinde, biz bunu nasıl yapacağız, bu parayı nasıl kullanacağız, klinisyen-araştırmacıları hangi statüde çalıştıracağız, hangi kurallara bağlı kalacağız, ülkemizde bu, yerleşik bir sistem haline gelmiş değil. Bu yüzden potansiyelimiz kadar üretemiyoruz. Birçok konuda bilgi, merak, üretme hevesi açısından dünya çapında olan arkadaşlarımız var. Ancak sistem yeteri kadar iyi çalışmadığı için, örneğin istediğiniz zaman istediğiniz kadroyu alamıyorsunuz. Üç tane araştırma asistanı gerekliyse bunu devletten alamazsınız. Böyle bir gücü yok. Olması da gerekmez zaten. Olması gereken şey dışarıdan bulduğunuz kaynağı iyi kullanabilme imkanı verilmesi. Bu noktada aksıyoruz.

Araştırmada en önemli unsur insan çalıştırmak. İkinci unsur ise alettir. İnsan olduktan sonra gerisini bir şekilde halledersiniz. Ama dışarıdan bulduğunuz kaynaklarla insanı nasıl çalıştıracağımızı henüz tıpta çözebilmiş değiliz.

D.: Parkinson ve Alzheimer’de gelinen son noktayı nasıl değerlendirirsiniz?M.E.: Her iki hastalık açısından da deyim yerindeyse son 10 yılda suç mahallini iyice anlamış durumdayız ama tetiği çekeni henüz bulamadık.

Alzheimer’de beyinde biriken bazı özel moleküller var. Bunlar hangi sırada, ne yapıyorlar, hastalık nasıl başlıyor, arkasından hangi süreç geliyor, hastalık klinik olarak başlamadan önceki son 10 yıl nasıl geçiyor, bunları büyük ölçüde anlamış durumdayız.

Ancak amiloid dediğimiz, bu şelalenin başında duran molekülün birikiminin hangi mekanizmayla tetiklendiğini henüz bulabilmiş değiliz. Tedavi anlamında da neredeyse bir kırılma noktasına yaklaşmış durumdayız. Amiloid maddesinin çökmesini engelleyen, çökenin temizlenmesini sağlayan moleküller, aşılar üzerinde çalışılıyor.

Çalışmalar tamamıyla hastalığın ön evresine kaymış durumda. Bu doğrultuda 3-4 mega çalışma yürütülüyor. Bir tanesi Kolombiya’da devam ediyor. Orada geniş bir aile bir Alzheimer gen mutasyonu taşıyorlar. Bu kişilerin bir kısmında henüz hastalık belirtisi yok, aşılama yapıldı ve önümüzdeki beş-on yıl izlenecekler. Aşılama yapılmayanlarla karşılaştırılacaklar. Acaba Alzheimer geni taşıyan bir insan aşılanırsa hastalığın belirtilerini göstermeye bilir mi diye.

Amerika’da yürütülen bir diğer araştırmada, çok hafif bellek bozukluğu olan, özel görüntüleme yöntemleriyle beyninde amiloid birikmeye başladığı saptanan insanlar aşılanıyorlar. Hastalık gelişimi önlenecek mi bakılıyor. Bir başka çalışmada Alzheimer risk geni olarak bilinen bir geni taşıyan 65 yaş üstü insanlar aşılanıyor. Tamamıyla hastalığın ön evresine odaklanmış durumdayız. Son 10-15 yıldır öğrendiğimiz her şey bize amiloidin asıl kritik eleman olduğunu gösterdi ve neredeyse bütün çabalarımız ona yöneldi.

Benzer bir kırılma noktası Parkinson için söz konusu olabilir. Sonuçta orada da Alzheimer gibi beyinde başka bir proteinin (synuclein) birikimi yaşanıyor. Son yıllarda synuclein birikmesini önlemeye yönelik aşılamalar başladı. Faz-I’i, yani sağlıklı gönüllülerde denem aşmasını geçtiler, şimdi hastalara verilmeye başlandı.

Önümüzdeki 3-5 yıl içerisinde bu konuda olumlu ya da olumsuz kırılmalar yaşayacağız.

D.: Genç hekimlere neler tavsiye edersiniz?M.E.: Bu soru sorulduğunda hep farmakoloji öğretmenim Hikmet Hoca’yı hatırlarım. Ona hangi uzmanlık alanını önerdiğini sormuştum. O da ne yaparsam yapayım pişman olacağımı söylemişti. “En az pişman olduğunu bulabilirsen mutlu olursun” diye ekleyerek bir de örnek anlatmıştı; “Ben araştırmaya yöneldim, şimdi bir tane makalem yayınlandığı zaman mutlu oluyorum ama maddi imkanlarım kısıtlı, çocuklarımı istedikleri yerlere yollamakta zorlanıyorum. Bir sınıf arkadaşım vardı, o pratisyen hekim olarak kaldı, taşrada bir yerde çalıştı, çok para kazandı. Şimdi o bana özeniyor, ben ona özeniyorum” demişti.

Genç meslektaşlarıma ilk önerim; önce kendilerine bir hedef seçsinler. Başlangıçta ulaşılması güç görünse dahi hedef koymak önemli. Bir hedefiniz varsa en nihayetinde ona ulaşıyorsunuz. İlk birkaç yılları zorluklarla, kendilerini keşfetmekle geçebilir. Tıp eğitimi tabii ki size her şeyi vermiyor. Tıp pratiğini bir görmelisiniz, orada fikirleriniz şekillenebilir, beklentilerinizi gerçekle kıyaslarsınız. Bu meyanda yurt dışı deneyimi de bence çok önemli. Farklı insanlar, farklı kültürler, farklı yöntemler, farklı yaklaşımlar görülmeli.

Ben uzun yıllarımı yurt dışında geçirdim, sonunda ülkeme döndüm. Bana zaman zaman Türkiye’ye neden döndüğümü sorarlar. İki sebebi olduğunu söylerim. Birincisi idealist sebepler; orada bilimsel olarak ürettiklerimin bir kısmını burada üreteyim, buradan yayınlayayım ki bu ülkeye borcumu ödeyeyim. İkincisi “egoist” sebepler; bütün kolaylıklarına, daha iyi şartlara, gelirin fazla olmasına rağmen kendimi burada daha rahat, daha mutlu hissediyorum. Bu bağlamda verdiğim iki iyi karar vardır; birisi yurt dışına gitmek, diğeri de geri dönmek. Gençlere de kabuklarının dışına çıkıp başka şeyleri deneyimlemelerini tavsiye ederim.

Duayenler Duayenler

Page 27: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

49 48 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Dünyanın her köşesinde eserleri sergilenen, yurt içi ve yurt dışında pek çok kişisel sergi açan, birçok büyük otele, fabrikalara dev panolar hazırlayan Jale Yılmabaşar, halk sanatının geleneksel biçimleriyle modern dekor tekniğini bağdaştırmış, “Ateşin Ustası” unvanını sonuna kadar hak eden usta bir sanatçı.

DENGE: Sanata olan yeteneğiniz ne zaman, nasıl keşfedildi?JALE YILMABAŞAR: Sanata olan yeteneğim hayatımda önemli rolü olan babam sayesinde ortaya çıktı. Sanat disiplinini de çok küçük yaşlarda, tahsilini Paris’te yüksek makine mühendisi olarak yapan babam Bahattin Yılmabaşar’dan aldım. Daha sonra ablam Suna Yılmabaşar ile sanatsal çalışmalarıma başladım.

Ablamla katıldığımız resim yarışmalarında birincilikler aldık. Sonra ablam Frankfurt’ta moda akademisini birincilikle bitirdi ve yurt dışında başarılı bir moda tasarımcısı oldu. Ailenin sanatsal çalışmaları çocuklarına aşılaması, onları sergilere götürmesi çok önemli.

D.: Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu’nda o dönemde nasıl bir seramik eğitimi aldınız?

J.Y.: Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu’nda her şeyi öğrendiğimiz Prof. Hakkı İzzet Bey’in talebesiydim. Mezun olunca da asistanı oldum. Alman öğretmenler de ders verirdi. Mr. Grove bizim bölümdeydi. Çok çalışkan bir öğrenciydim. Öğlen yemek yerken bile laboratuvarda renk araştırırdım.

Fırını beklemek için okulda gece yarılarına kadar kalırdım. Okul akşam kapanır, öğrenciler dışarı

çıkarılırdı. Ben gece yarısı kapıları kilitli üniversitenin duvarlarından atlayarak dışarı çıkmak zorunda kalırdım. Sömestrde tatil yapmaz, okulda soğukta çalışır çok deney yapardım. Kırmızı ve beyaz çamuru birlikte kullanıp içine çiviler, bakır talaşları ve cam koyarak değişik tekniklerle pişirdim. (1963)

D.: Seramikle sanat hayatına başladıktan sonra resme yöneldiniz, tepki gördünüz mü?

J.Y.: Galerisi olan bir arkadaşımın; “Seramikçiden ressam olmaz” sözü beni çok üzmüştür. Seramik ve resim zaten iç içe sanatlardır. Seramik yapmadan önce eskiz çizersiniz, yani resim yaparsınız. Bu nedenle seramik sanatçılarının birçoğu aynı zamanda ressamdır. Bütün ünlü ressamların da aynı zamanda seramikçi olduğunun bilinmemesi acı bir durumdur. Örneğin; Picasso, Miro, Chagal, Kandinsky, Dufy v.b. ressam olup seramik te yapan sanatçılardır.

Kültür Sanat

Cumhuriyet Tarihinin ilk Kadın SeramikProfesörü;

Jale Yılmabaşar

1 2İstanbul İl Genel Meclisi Binasıseramik panosu eskizi (30 m2)

Jale Yılmabaşar evde... İstanbul Panosu’nun montajında (1969) Horoz’la (1968) Kuşlara Yem Veren Kız formu ileFrankfurt (1985)

3 4 5

1

2 3 4 5

Page 28: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

51 50 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Kültür Sanat Kültür Sanat

D.: Münih Devlet Akademisi’nden mezun olan ve diplomasında Prof. Dr. yazan tek Türk oldunuz. Bu noktada akademiye girişinizin ilginç bir hikâyesi var, paylaşır mısınız?J.Y.: Marmara Üniversiteden izin alıp Münih Akademisi’nin resim ve grafik bölümünün giriş sınavlarına girdim. 27 profesör önünde sınavı kazandım. Artık Münih akademinin öğrencisi olmuş-tum. Ancak 2 altın madalya kazanmış bir sanatçı olduğumu saklamıştım. Aksi halde resim tekniklerini bana öğret-mezlerdi. 6 sömestr okudum. 1987 yılında diplomamı aldığımda, diplo-ması üstünde Prof. Dr. yazan ressam, grafiker tek öğrenci bendim.

Mezuniyetimde Prof. Reipka “Meslektaşım Jale Yılmabaşar” diye çok uzun bir konuşma ile sergi açılışımda beni övdü. Ayrıca kitabıma da önsöz yazdı. Rektör Prof. Dr. Wieland

Schmied’i mezuniyet sonrası atölyeme davet ettim. “5 dakika için gelirim” dedi, 5 saat kaldı. İmza defterime; “Seramiği sevmezdim. Jale’nin eserlerini görünce seramiklerini ve idollerini beğendim” yazdı. Sonra bana akademinin seramik bölümünde profesörlük teklif ettiler.

D.: 1963 yılında “Jale’nin Horozları” adlı ilk serginiz gerçekleşti. O sergiyle ilgili neler hatırlıyorsunuz?J.Y.: Denenmemişi deneme cesareti ile, yeni teknikler kullanarak ilk sergimi 1963 yılında Beyoğlu’nda Olgunlaşma Galerisi’nde açtım. Sanatseverler, halk, sergimi kuyruklar oluşturmuş şekilde izledi. Sergi davetiyelerimi seramik çamuruyla yapıp bir ilke imza attım. Sanat eleştirmeni Zahir Güvemli’nin Yeni Sabah Gazetesi’ndeki “Jale’nin Horozları başarılı bir seramik sergisi” yazısıyla tanındım. Horoz da benim sembolüm oldu.

D.: Ateşin Ustası unvanını nasıl aldınız?J.Y.: Fransızları bana Ateşin Ustası demelerindeki en büyük etken seramiklerde çok canlı ve parlak renkleri gerçekleştirebilmemdir. Çünkü seramik eserinize uyguladığınız sırlar ateşte pişirilmeden önce başka renktedir. Fırının derecesine göre renkler oluşur. O yüzden baştan kullandığınız renklerin hangi derecede pişeceğini iyi hesaplamanız gerekir.

Fazla tutarsanız kararır, az tutarsanız açık ve gelişmemiş olur. Bazen farklı derecelerde oluşan renkleri tutturabilmek için gerçekten büyük ustalık gerekir. İşte bu ustalığa eriştiğim için Fransız meslektaşlarım bana bu unvanı layık görmüşlerdir.

D.: Eserlerinizde işlediğiniz temalar ve genel tarzınız ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?

J.Y.: Münih Akademisindeki hocam Prof. Jürgen Peipka; “Eski Türk kültürüyle açık bağlantıları olan, özgün bir çağdaş ressam” olarak tanımlıyor beni. Eleştirmenler de eserlerimdeki Anadolu etkisine dikkat çekiyorlar. Ben içimden nasıl gelirse öyle çalışıyorum. Resimlerimi loş ışıkta yapıyorum. Çünkü eğer bir resim karanlıkta kendini gösterebiliyorsa, aydınlıkta ve bol ışıkta daha çok gösterir. Büyük resim ise hem kalıcı oluyor, hem de detaylara daha çok inebiliyorum.

D.: İlham kaynaklarınız neler?J.Y.: Özellikle Anadolu’nun uçsuz bucaksız kültür hazinelerinden ilham alıyorum. Türk motiflerini, çini, halı, çorap, dokuma, tahta oymacılığı, eski köy evlerinde tavan, sütun, dolap, duvar süslemeleri yazma, oya ve akla gelmeyen daha pek çok

el sanatımızda emsali görülmemiş güzellikte ve çeşitlilikte kaynak vardır. Kültürümüz, örf ve adetlerimizde nazara, uğura genelde göz boncuğu kullanıldığı bilinen bir gerçek. Ben de göz ve diğer birçok motifi bu etkilenmeden dolayı yaptım.

D.: Renkler desek?J.Y.: Renkler benim hayal dünyam, ilham kaynağım, yaşama sevincimdir. İçimdeki coşkuyu ve heyecanı renklere yansıtırım. Turkuaz ve kobalt mavi en çok kullandığım renklerdir. Hatta Jale Mavisi denen özel, canlı bir rengim vardır. Her sanatçının kendine özgü tutkuları vardır. Ben de canlı renkleri kullanmak ve onları motiflerle bütünleştirmenin bütün zorluklarını ve risklerini göze almaktan hiç vazgeçmedim. Bu özen ve titiz çalışmalarımın bir sonucu olarak, seramik panolarım 50 yıldır dış

mekanlarda hiç bozulmadan tüm canlılığını koruyor.

D.: Neden köprü, horoz ve evler?J.Y.: 1985 yılında Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün ayakları atölyemin üzerinden geçtiği için atölyem istimlak edildi. Bu olay nedeniyle çok üzüldüm ve İstanbul’dan uzaklaşmak istedim. Marmara Güzel Sanatlar Fakültesi’ndeki görevime ara vererek daha öncede söylediğim gibi Münih Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nin Resim ve Grafik Bölümü derslerine girdim. Atölyemin yıkımının üzüntüsü yaratıcılığımı olumlu yönde etkiledi ve bu durum resimlerime yansıdı. Resimlerimin konusu bu tarihten itibaren yıkılan atölyem, köprü ve horoz oldu.

D.: Peki ya Çatalhöyük ve İdoller?J.Y.: Yurt dışında sergilenecek

6 7 8“Seramik Horoz” plaka New York Dünya Fuarı’nda (1964) “50. yıl Horozları”(Promat koleksiyonunda)v

9

6

7

8

9

10

Page 29: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

53 52 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Kültür Sanat Kültür Sanat

resimlerimin değişik ve Türk kökenli olmasını istedim. Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde gördüğüm IDOLLERden sonra, Konya’ya 60 km ötede yer alan Çatalhöyük’te, arkeolog Prof. J. Mellaart’ın kazılarında ortaya çıkan dünyanın ilk duvar resimlerindeki “Bereket Tanrıçası”, “Ana Tanrıça”, “Leoparlar” ve “Akbabalar” gibi semboller bana ilham kaynağı oldu.

Çatalhöyük kazılarını yapan İngiliz arkeolog Prof. Ian Hodder’i 25 Temmuz 2000 tarihinde Beylerbeyi’nde resim atölyeme davet ettim. Çatalhöyük serimi göstererek tablolarıma isimler vermesini rica ettim. Bu konuda bana çok yardımcı oldu.

D.: Biraz da işin tekniğinden bahsedelim?J.Y.: İlk olarak yapılacak işin resmini yapıyorum. Sonra onu seramiğe geçirebiliyorum. Çünkü eseri kullanacak olan mimarlar ya da şirketler çalışmayı ilk olarak resim halinde görüyorlar. Mesela büyük bir pano yapacaksanız onun eskizini gösterirsiniz. Sonra oradaki jüri renklere ve işe karar verirse, onay verirler ve çalışmaya başlarsınız. Ama iyi bir resim bilginiz yoksa bu işte ilerleyemezsiniz.

Resim yaptığımda herkes bana “Artık seramiği bırakırsın” demeye başladı. Hâlbuki seramiği bırakmam söz konusu bile değildi. Haftada

iki gün seramik yapıyordum. Diğer günlerde ise sabah dörtlere kadar resim çalışıyordum. Çünkü tekrar vurgulamak isterim ki seramik ve resim birbirinden ayrılamaz.

D.: Eserlerinizin montajında yer alıyor musunuz?J.Y.: Seramik duvar panolarımın tümünün monte edilişinde ben de işçilerle iskele tepesinde bizzat çalıştım. Plakaları numaralarına göre tek tek ben verdim. İş bitinceye kadar onlarla çalıştım. Ateşin Ustası kitabımın 59. sayfasındaki montajlar kısmında iskele üstünde nasıl çalıştığım ispatlıdır. Yanımda taşıdığım ufak fotoğraf makinesi ile bütün panolarımın montajının resimlerini çekerim.

42 yıllık seramik öğretimimde yüzlerce seramikçi yetiştirdim. Öğrencilerimin çoğu seramik malzeme ve montaj hataları yüzünden hasarlı işler çıkardılar. Son örnek olarak Taksim metrosuna yaptıkları seramik panonun düşen parçalarını bütün ikazlarıma rağmen yenilemediler. Mimarlara kötü örnek oluşturdu. Dayanıksız ve çabuk hasar gören, riskli görülen seramik panoları kullanmak istemiyorlar.

D.: Meksika, Avustralya, Paris, Münih, Londra, Moskova, Peru, Japonya… Dünyanın dört bir yanında sergiler açtınız. Aralarında sizin için özel olan bir sergi var mı?J.Y.: Beni en çok heyecanlandıran sergim 1972 yılında Avustralya’da

açtığım sergidir. Çünkü galeri sergiden dört yıl önce davet etmişti. Muhteşem bir sergi olmuştu. Daha sonra 1990 yılında Paris’te açtığım sergide çalışmalarım Picasso ve Miro’nun eserlerinin yanında sergilenmişti. Bir de Paris’te Salon D’autoum’da resimlerim Fransız jürisi tarafından seçilerek sergilendi. Yüz yıllık bu önemli Fransız salonunda jürinin seçip, resimlerini sergilediği tek Türk ressam bendim. D.: Gerek Türkiye gerekse yurt dışında çok sayıda ünlü yapıya seramik pano yaptınız. Bunların ilk akla gelen ya da en çok ses getirenlerine örnek verir misiniz?J.Y.: İltaş, Devsan ve Fako İlaç fabrikaları için yapmış olduğum panolar dünya basınında ve Almanya’da Abend Zeitung ve USA’da, uyguladığım görsel teknik nedeniyle övgü almıştır. Çünkü ilaç fabrikası için yapılacak bu pano, dönen merdivenin arkasında yer alacaktı. Mimarlardan merdivenin ölçüsünü alarak, görüş mesafesini, insan boyunu düşünerek, merdivenin dönen kısımlarına uygun tasarlamıştım.

Vakko seramik panosunu ise yekpare çalışmıştım. Yapım sürecinde Ortaköy’deki fabrikada karıştırılmış şamotlu kili yoğurarak masa üstüne bütün panoyu açtım. Altı ay masa üstünde çalıştım. Kurudu, boyadım, harika oldu. Mimar Haluk Baysal’ı çağırıp panonun bitişini gösterdiğimde “Mükemmel, hemen monte edin” dedi. Plakaların montaj sırasında arkasındaki çamurun ufalandığını gördüm.

Anlamıştım, fabrikada bana verilen çamuru yoğuran işçiler alçı plakalar arasında kuruttukları için çamura ne yazık ki şamotun dışında yanlışlıkla alçı tanecikleri karışmıştı. Buna çok üzüldüm, panoyu çöpe atıp tekrar yapmaya karar verdim. Çünkü senelerce Vakko’da dış mekanda kullanılacak olan panoya yağmur ve kar altında derzlerden giren sular hasar verirdi. Bu yüzden yeniden yaptım. Panom 40 yıldır hiçbir şey olmadan yerinde durdu. Fabrika yeni yerine taşınırken panom da yıllar sonra hiçbir hasara uğramadan Nakkaştepe’ye nakledildi.

vD.: “Büyük Efes Oteli” süreci nasıl oldu?J.Y.: Büyük Efes Oteli yarışması için Türkiye’nin tanınmış sanatçıları Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nuri İyem, Nasip İyem, Eren Eyüboğlu, Erdoğan Ersen, Cevdet Altuğ, Füreya Koral, Devrim Erbil, Salih Acar, Atilla Galatalı, Sadi Çalık, Cevat Şakir Kabaağaçlı ve beni İzmir’e davet edilip bilgiler verildi.

Bu panoyu hazırlarken yine talihsizlikler yaşadım. Çünkü ilk kez bana yardım eden asistan arkadaşlardan çamuru yoğurmalarını istemiştim. İşte sonucu; dört ay ince detaylar çalıştığım pano-mun içine plastik, naylon parçalarını karıştırdıkları için bütün emeğim boşa gitmişti. Atıp yeniden yaptım

11 “Çatalhöyük” resimleri çalışırken. Seramik “Alem”ler12 13

11

12

13

Page 30: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

55 54 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Kültür Sanat Kültür Sanat

Naylon torbalarla saklanan çamuru, saatlerce yoğurarak aynı kıvama getirmek ve hava boşluklarını almak gerekir. Naylon parçaları alçı veya yabancı cisimlerin kil-çamurun içine girmesi hava boşluğu panonun fırında patlamasına ve eserin kırılmasına neden olur. Hele ufak şamot parçasının arasına karışan alçı tanecikleri seramik panoyu yok eder. Bu yüzden hamuru hep kendim yoğurmuşumdur. Hatta günde bir ton çamur yoğurma rekorum bulunmaktadır.

D.: Mimarlarla iyi anlaşabiliyor muydunuz?J.Y.: Mimarlarla aram hiç iyi olmadı. Çünkü çoğunlukla mimarlar sanatçıyı zora sokarak hep eleştirme eğilimindedir. Oysa mimar-sanatçı görüşmesi önemlidir. Mimar, ısrarla benim istemediğim konuyu yapmamı istediğinde kabul etmem. Mimar Haluk Baysal ile güzel bir işbirliği yapmıştık.

D.: Çok sayıda ödülünüz, uluslararası altın madalyalarınız var. Bunların başlıcaları neler?J.Y.: Yarışma kazanmak benim için çok önemlidir. 1968’de Münih’te altın madalya kazandım. 1969’da İtalya’da Faenza’da uluslararası seramik yarışmalarında altın madalya kazandım. 1970’te A.K.M yarışmasında birinci oldum.

1994-1995 ve 1996’da “Plastik Sanatlar” dalında en başarılı kadın sanatçı seçildim. Picasso Müzesi’nde yapılan “Valloris Seramik Bienali’ne jüri üyesi olarak davet edildim… Ayrıca Devlet Sanatçısı unvanı almış olmam da benim için büyük önem taşıyor.

D.: Türkiye’de seramik yapımını öğreten ilk kitabı yazdınız. Başka kitaplarınız da var, bunlardan bahseder misiniz?J.Y.: 50 yıl içinde aralıksız her gün çalıştığım, seramik ve duvar panoları tekniklerini anlatan kitabımı, Jale Yılmabaşar Seramik Yöntemleri adıyla, masraflarını da kendim karşılayarak

çıkardım. 12 yılda yazdığım bu kitap Ankara Türk Tarih Kurumu’nda 228 sayfa olarak basıldı.

Bunun için her hafta sonu Ankara’ya kuruma giderek, 1980 yılında kitabımı bitirdim. İngilizce baskısı “My Ceramics” adıyla yayınlandı. ABD’de ders kitabı olarak okutuluyor. Bu kitap Türkiye’de bazı ilkleri de barındırıyor. Kitabımda; mimari uygulamalarla ilgili teknik sırlarımı, formüllerimi, bütün bilgi ve deneyimlerimi yazarak melektaşlarımla paylaştım.

Doçentlik tezimde “Seramikte Reform İmkanları”nı yazdım. 2006 yılında da 436 sayfalık “Jale Yılmabaşar Ateşin

Ustası” kitabım basıldı. Bu kitabımda, resim, heykel, tekstil, halı, cam, bale, gazetecilik (1964 yılında Milliyet’teki sanat köşesi yazılarım) çalışmalarım, seramik pano montajlarım ve sergilerimin detayları yer alıyor.

D.: Kızınızın da sizin gibi başarılı bir sanatçı olması nasıl bir durum?J.Y.: Kızım “Kedici Ressam” Sedef Yılmabaşar’ın benim izimden gelmesi ve bu yolda çok başarılı olması beni hem sevindiriyor hem çok gururlandırıyor. Aslında Sedef 10 yaşındayken, 1977 yılında Kıbrıs’ta anne-kız bir sergi açmıştık. Açılışını da rahmetli Rauf Denktaş yapmıştı. Sedef’in o sergide seramikten anne-kız heykeli vardı ve Sayın Denktaş o eseri çok beğenmişti.

Sedef, 20. kişisel sergisinde hiç uyumadan 24 saat çalışarak annesinin 18 saatlik rekorunu kırmış oldu. Kızımın da ressam olması, ileride ben dünyadan gittiğimde benim eserlerimi takdir edecek konumda olması ve değerlendirebilmesi içime daha iyi siniyor.Torunum Yağmur da bizim izimizden gideceğe benziyor. Çünkü her gün resim yaparak bize gösterip onayımızı ve takdirimizi kazanıyor. Bu onu ve bizi çok mutlu ediyor. Sedef ve ben Paris-İstanbul-Ankara’da sergiler açtık. İleride de birlikte sergiler açmak istiyoruz. Paris

ve Münih olabilir. Hatta torunumun da gelecekte bize katılmasını planlıyorum.

D.: Son olarak sanat yolunda ilerleyen gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?J.Y.: Ben her gece yatmadan önce; “Bugün sanatla ilgili ne yaptım” derim. “Eskiz defterime bir desen çizmeden uyumaya hakkım yok” diye düşünürüm. Öğrencilerime de bunu öğütlerim. Herkese yardımcı olarak, bildiklerimi öğretirim. Gençler de yaptıkları sanat ne olursa olsun çok çalışsın, yaptıkları işi sevsin, iyi niyetli, irade sahibi ve özverili olsun. Gerisi zaten gelir.

14 “Şenlik” (Emine Kütük koleksiyonunda) “Kurdeleli Kızlar” serisi15

14 15

Page 31: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

57 56 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Yenilikçi ve kaliteli ürünleri ile ilaç ve kimya endüstrisinde öncü bir firma olan Merck’in Türkiye Genel Müdürü Şehram Zayer, Türk ilaç sektörünün daha çok yatırım çeken, daha fazla üretim ve ihracat yapan, dış ticaret dengesine olumlu katkıda bulunan ve hastalara uluslararası standartlarda hizmet kalitesi sunan bir yapıya kavuşması için tüm gayretleriyle çalıştıklarını söylüyor.

DENGE: Merck’in kuruluş hikâyesini öğrenebilir miyiz?ŞEHRAM ZAYER: Merck, temeli 1668 yılında atılan yaklaşık 350 yıllık köklü bir geçmişe sahip, dünyanın en eski ilaç ve kimya şirketidir. Bugün artık şirketimiz, inovatif çözümler sunan bir yaşam bilimleri ve teknoloji şirketi halini almıştır. Şirketin tarihsel kökleri, Friedrich Jacob Merck’in 1668 yılında satın aldığı Darmstadt’ta bulunan Engel-Apotheke’e (Melek Eczanesi) dayanıyor.

1827 yılında, Heinrich Emanuel Merck alkaloidlerin, bitki özütlerinin ve diğer kimyasalların endüstriyel ölçekli üretimine başladı. Her şey bir eczane ile başladı ama günümüzde birçok karşılanmamış tıbbi ihtiyaç için ileri teknoloji ile çözümler buluyoruz.Onun için eczaneden dünya devliğine uzanan bir yolculuktan bahsediyoruz.

D.: Merck’in Türkiye pazarına girişi ne zaman, nasıl gerçekleşti?Ş.Z.: Merck, Türkiye’de 1998 yılından bu yana Sağlık Hizmetleri ve Yaşam Bilimleri bölümleriyle ilaç ve kimya alanlarında faaliyet gösteriyor. Merck biyofarma ürünlerinin Türkiye’de hasta ve hekimlerin hizmetine sunulması 1950’li yıllara kadar uzanıyor.

D.: Merck’in Türkiye ve dünya pazarında bugünkü konumu nedir?Ş.Z.: Türkiye’de Merck olarak ilaç sektöründe faaliyet gösterdiğimiz tedavi alanlarında lider pozisyonda yer alıyoruz. Ülkemizde, toplam olarak 220 çalışanımız var. Bu rakamı, Merck’in diğer ülkelerdeki organizasyonlarıyla kıyasladığımızda, global yapımız içerisinde orta ölçekli bir satış ve pazarlama şirketi olduğumuzu söyleyebiliriz.

Türk ilaç sektöründeki diğer firmalardan bizi ayıran yönümüz, aynı zamanda bir kimya firması olarak yerli ve yabancı ilaç sanayisine çözüm ortağı olmamızdır. Eski adıyla kimya bölümü olarak bilinen Merck Yaşam Bilimleri bölümümüz,

laboratuvar çözümleri ve proses çözümleri sunmakla kalmıyor, Merck teknolojisi ile biyoteknolojik ya da normal ilaç üretimi yapabilen tesisleri sıfırdan kurarak anahtar teslimi şeklinde üreticisine teslim edebiliyor.

Bu yönümüzle Türkiye’de üretim yapan birçok ilaç şirketi aynı zamanda Merck’in kimya divizyonunun da müşterisidir. İlaç sanayisinde, ilaç üretim standartlarının Avrupa ve Amerika pazarında satış yapmalarına imkân sağlayacak hale gelmesi için destek veren Merck’in

Şehram ZayerMerck Türkiye Genel Müdürü

Yaşanılabilir Bir Dünya İçin

kimya divizyonu, ilaç ihracatı için gerekli olan EU ve FDA İyi Üretim Uygulamaları proseslerini iyileştirmeleri ve geliştirmeleri yönünde hizmet sağlıyor.

Global ayak izimizi 2005’te 54 ülke ofisinden bugün 66 ofise genişlettik. Asya ve Latin Amerika’nın yükselen pazarlarında başarılı ticari yapılar inşa ettik. Merck son 7-8 yılda yaptığı çok önemli atılımlarla ve şirket satın almalarıyla hem finansal hem de ürün portföyü olarak çok güçlü bir noktaya gelmiştir.

D.: Merck üç ana sektörde faaliyetlerini yürütüyor, bunları anlatır mısınız?

Ş.Z.: Merck; Sağlık Hizmetleri, Yaşam Bilimleri ve Performans Materyalleri adında üç ana divizyondan oluşuyor. Sağlık Hizmetleri bölümümüzde, karşılanmamış tıbbi ihtiyaçları yerine getirmek için çabalıyoruz. Bu kapsamda, bulunduğumuz tüm tedavi alanlarında; hayata başlarken, hayat boyunca yaşam kalitesini arttırmaya ve yaşamı uzatmaya dair çaba gösteriyoruz.

Yaşam Bilimleri bölümümüz; müşterilerimizin yaşam bilimi araştırmaları, biyoteknoloji ve ilaç üretimi alanlarında başarıya ulaşmasını sağlayacak önde gelen teknolojileri, araçları ve çözümleri sunuyor.

Performans Materyalleri divizyonu altında ise; geniş bir müşteri kitlesine hitap eden son derece yenilikçi materyaller, ileri teknolojiler ve ileri teknoloji ürünü kimyasalları sunuyor.

Merck likit kristallerde dünyada çok önemli bir pazar ve teknolojiye sahip. Bugün artık akıllı telefonlar, kavisli TV’ler, tablet bilgisayarlar ve akıllı saatler gibi oyunun kurallarını değiştiren ürünlerin ayrılmaz bir parçası haline gelen ileri ekran teknolojisinde çıtayı yükseltmeyi sürdürüyoruz.

D.: İlaç portföyünüzde daha çok hangi tedavi gruplarına yönelik ilaçlar var?

Sektörden Sektörden

Page 32: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

59 58 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Hem ürünlerimiz hem de toplumsal sorumluluk bilincimiz sayesinde faaliyetlerimizin dünya çapındaki sorun ve sıkıntıların çözümüne yardımcı olmasını istiyoruz. Aslında Merck’in tüm iş kolları ortak bir amaca sahip: “Daha yaşanılabilir bir dünya için müşterilerimizi, hastaları ve paydaşlarımızı güçlendirmek, ileri teknolojiler geliştirmek”.

D.: Merck’in kurumsal stratejisi hakkında bilgi verir misiniz?Ş.Z.: Sürekli yenilik yaratmayı hedeflememiz, kalite konusunda geleneksel hassasiyetimiz, kurumsal

kültürümüz ve hastaların, tüketicilerin ihtiyaçlarına tamamen odaklanmamızı sağlayan bakış açımız sürdürülebilir başarı stratejimizi oluşturuyor. Faaliyet alanlarımızda yenilikçi, en kaliteli ve ileri teknolojiye sahip ürünler üzerinde yoğunlaşıyoruz.

Sürdürülebilir ve kârlı büyümenin yanı sıra orta ve uzun vadede, gelişmekte olan pazarlarda da güçlü pozisyonumuzu genişletmeyi planlıyoruz. İkili misyon dediğimiz bir stratejinin çevresinde firmamızı birleştiriyoruz. İkili misyon, mevcut ürünlerimizi maksimize ederken,

yenilikçi ürünlerimiz için başarılı lansmanlar yapmayı kapsıyor.

D.: İnsan kaynakları politikanızı ve çalışan profilinizi anlatır mısınız?Ş.Z.: Şirketimizin globaldeki stratejisinde üç önemli nokta var; Teknoloji, İnsan ve Performans. “İnsan” başlığı altındaki üç ana konumuz, bağlı çalışanlar, yetkilendirilmiş ve sorumluluk alan liderler ve yetkin yetenekler. Bu kapsamda yetenek ve gelişim yönetimine çok önem veriyoruz.

İK departmanımız çalışanlarımızla birebir yakın iletişim içerisinde. Onların

Ş.Z.: Şirketimiz, Türkiye’de Fertilite, Nöroloji, Endokrinoloji ve Metabolizma, Onkoloji ana terapötik alanlarında faaliyet gösteriyor. İnfertilite tedavisi alanında Türkiye’de lider pozisyondayız. Bu alanda tedavi gören hastaların ihtiyaçlarına karşılık veren ve klinik olarak kanıtlanmış en geniş ilaç portföyüne sahibiz.

Nöroloji dalında; multipl skleroz (MS) tedavisi alanındaki çalışmalarımızla da Türkiye’de yine lider bir rol üstlenmiş durumdayız. Endokrinoloji ve Metabolizma alanında; tiroid hastalıklarının tedavisinde, diyabet

ve büyüme geriliği alanlarındaki ilaçlarımızla hasta ihtiyaçlarını karşılamaya devam ediyoruz.

Onkoloji alanında; kullanıma sunulmuş olan ilacımızla Türkiye’deki onkoloji hastalarının yanındayız. Tedavi alanlarımızda şirket içi uzmanlığımızı ve becerilerimizi stratejik iş birliklerimizle pekiştirerek yeni ve farklı tedavi yöntemleri geliştirmeye odaklanmış durumdayız. Şu an Amerika ve Avrupa’da, Onkoloji ve MS tedavisi alanında 2 yenilikçi ilacımızın lansmanları gerçekleşiyor. Ülkemizde de gerekli kanun ve regülasyonlar

çerçevesinde bu yenilikçi ürünlerimizi hasta ve hekimlerin kullanımına sunmaya hazırlanıyoruz.

D.: Merck’in ilaç ve sağlık sektörlerindeki misyonu nedir?Ş.Z.: Büyük başarılar elde etme hedefiyle araştırmaya önem veren uzmanlaşmış faaliyet alanlarımız sayesinde hastalara, müşterilerimize ve iş ortaklarımıza daha iyi bir yaşamı mümkün kılmak için çalışıyoruz. Yenilikçi anlayışımız sayesinde kendimizi sürekli geliştirmeyi amaçlıyoruz.

Sektörden Sektörden

Page 33: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

61 60 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

ihtiyaçlarını anlıyor ve kişiye özel kariyer hedefleri belirliyorlar. Adaylarımızın eğitim ve özgeçmişleri önemli olduğu gibi yetkinlikleri ve kurum kültürüne uygunlukları da bizim için büyük önem taşıyor.

Sorumluluk bilincine sahip, başarı ve sonuç odaklı, gelişmeye ve öğrenmeye istekli, iş birliği kültürüne uygun ve şirketimize yeni bir şeyler katabilecek adayları aramızda görmek istiyoruz. Bizim de şirket olarak böyle adaylara katabileceğimiz çok şey var. Tüm çalışanlarımızın şirketimizde uzun vadeli bir kariyer yolculuğuna sahip olmasını istiyoruz.

D.: 2017 yılı itibarıyla Türk ilaç sektörü üzerine neler söyleyebilirsiniz?Ş.Z.: Sektöre baktığımızda nüfus yaşlanması, ilaca erişimin kolaylaşması, sağlık politikalarında yaşanan gelişmeler gibi etkilerin de katkısıyla önümüzdeki dönemlerde Türkiye’de çift haneli büyümeler beklendiğini söyleyebiliriz.

Türkiye’nin, bulunduğu bölgede üretim tesisi, kalitesi ve kapasitesi bakımından cazip bir ülke olduğu bilinen bir gerçek. Son 5 yılda Türkiye ilaç pazarında göz ardı edilmeyecek bir büyüme söz konusu. 80 milyona yakın bir nüfusa sahip olması nedeniyle de Türkiye büyük bir pazar hacmine sahip. Ülkemiz ilaç sektörünün daha çok yatırım çeken, daha fazla üretim ve ihracat yapan, dış ticaret dengesine olumlu katkıda bulunan ve hastalarımıza uluslararası standartlarda hizmet kalitesi sunan bir yapıya kavuşması için tüm gayretimizle çalışıyoruz.

Biz de sağlığın önümüzdeki dönemde özellikle yeni yatırımlar açısından öncelikli alanlardan biri olmasından ve yenilikçiliğin, ilaç AR-GE’sinin desteklenmesinin ulusal sağlık politikalarımızın kalbine yerleştirilmesi yönünde ilgili otoritelerin girişimlerinden mutluyuz.

D.: Türk ilaç sektöründeki rekabete karşılık ne gibi çözümler üretiyorsunuz ve bu anlamda sizi diğer firmalardan ayıran temel özellikler neler?Ş.Z.: Bizim bulunduğumuz tedavi alanlarının hepsinde inanılmaz bir rekabet var. Bundan 20 veya 25

yıl önce sık duyulmayan ancak günümüzde çağın hastalıklarından biri olan MS hastalığı konusunda çok etkin bir ilacımız var ve yıllardır pazar lideriyiz. Çocuklarda büyüme hormonu eksikliği konusunda bir tedavimiz var.

Bir de Onkoloji alanına çok ciddi katkılarımız oluyor. Çoğu zaman okuduğumuz ve gördüğümüz hedefe yönelik tedavi konusunda da özellikle kolon ve baş-boyun kanserlerinde kullandığımız ilacımız, hedefe yönelik bir ilaç. Direkt tümörlü hücreye yönelerek diğer hücrelere zarar vermeden tedavi sağlıyor. Önce kemoterapiler vardı, sonra hedefe yönelik terapiler ortaya çıktı. Şimdi bilimde yeni bir trend var; immünoterapi. İmmünoonkoloji klinik çalışmalarımıza ülkemizi de dahil etmiş olmaktan ötürü mutluyuz.

D.: İlaç sektörünün geleceğini nasıl görüyorsunuz, ne gibi beklentileriniz var, sektörü bekleyen, hazır olunması gereken tehditler sizce neler?Ş.Z.: Dünya ilaç pazarı 2016 yılında 1,10 trilyon dolara ulaştı. Türkiye 2016 yılında dünyada 16. sırada. Dünya ilaç pazarı büyümesinin %75’i Onkoloji, Hepatit, HIV, Otoimmün hastalıklar ve MS tedavisinden kaynaklanıyor. Bu trend Türkiye’nin de içinde olduğu gelişmekte olan pazarlar için de büyük oranda geçerli. Bu nedenle ilaç sektöründe yenilikçi ilaç ve tedaviler giderek daha fazla önem kazanıyor.

Biz de bir araştırmacı ilaç firması olarak, yeni ilaç ve tedavileri keşfetmek için çalışıyoruz. Bu da on binlerce bilim insanına yıllar boyu süren araştırmalarında kaynak, teknoloji ve çalışma ortamı sunmak anlamına geliyor. Globalde firma olarak en büyük beklentilerimizden birisi bu ortamı sürdürülebilir kılmak. Bu çalışmaları gerçekleştirebilmek için uygun bir yatırım ve rekabet ortamının olması da sektör olarak en önemli beklentimiz.

D.: Son dönemde sıkça gördüğümüz şirket birleşmeleri hakkında neler düşünüyorsunuz?Ş.Z.: On yıl önce Merck, orta ölçekli bir Alman kimyasal ve ilaç firması iken bugün global ayak izine sahip enerjik bir bilim ve teknoloji şirketi. Bu

Sektörden Sektörden

Page 34: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

63 62 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

dönüşüm; Serono (2006), Millipore (2011), AZ Electronic Materials (2013) ve son olarak da şirketin 350 yıllık tarihinin en büyük satın alması olan Sigma-Aldrich (2015) ile sağlandı. Aynı zamanda, organik olarak da büyüyüp global ölçekte genişleyerek Asya Pasifik, Ortadoğu ve Afrika gibi gelişmekte olan pazarlar ve ABD’deki mevcut büyük ayak izine ulaştı.

Benzer satın almalar ve birleşmeler diğer şirketlerde, hatta diğer sektörlerde de görülüyor. Bunu, serbest pazar ekonomisinin, gelişen ve globalleşen dünyanın, baş döndüren teknolojik gelişimlerin doğal bir sonucu olarak görüyoruz.

D.: Merck’in AR-GE’ye bakışı ve AR-GE çalışmaları hakkında neler söyleyebilirsiniz? Ş.Z.: Merck, AR-GE yatırımlarını 2 kattan fazla arttırarak 2005’te 700 milyon eurodan, 2016’da yaklaşık 2 milyar euroya yükseltti. Her yıl yaklaşık ciromuzun yüzde 25’ini AR-GE’ye ayırıyoruz.

Şirketimizin AR-GE faaliyetlerini her üç divizyon için ayrı ayrı yürüttüğünün de altını çizmeliyiz. Sağlık Hizmetleri (ilaç) bölümümüz yıllık satışlarının yaklaşık olarak %20’sini AR-GE’ye yatırıyor. Darmstadt, Boston, Pekin ve Tokyo’da büyük AR-GE merkezlerimiz var. Yaşam Bilimleri (kimya) bölümümüz için yıllık 260 milyon euro AR-GE üzerine harcanmakta.

Yaşam Bilimleri AR-GE merkezlerimizde ise 1.500’den fazla bilim insanı çalışıyor. Sadece 2016 yılında lansmanını yaptığımız yeni ürün sayısı 2 binli rakamlarla ifade ediliyor. Performans Materyalleri bölümümüz içinse yaklaşık 400 bilim insanı 13 farklı AR-GE merkezinde çalışıyor. Bu bilim insanlarının çalışmalarıyla likit kristal teknolojileri için 2.500’den ve OLED teknolojileri için 1.400’den fazla patentimiz bulunuyor.

D.: Merck’in AR-GE çalışmalarında Türkiye’nin yeri ve önemi nedir?Ş.Z.: Sağlık Hizmetleri bölümümüz yeni ilaç geliştirme aşamalarından birisi olan klinik çalışmaları dünyanın farklı merkezlerinde yürütmektedir.

İmmüno-onkoloji çalışmalarımızın bir kısmı da Türkiye’de yapılıyor. Şu anda dünyadaki ilk üç merkezden biriyiz. Yeni bir tedavinin klinik çalışmalarının Türkiye’de yapıldığını mutlulukla paylaşabilirim. Hastaların yeni bir tedaviye erişimini sağlamak için üniversiteler, çok değerli hekimler ve hastaların katkılarıyla iş birliği içinde çalışıyoruz.

D.: Merck’in global anlamda sosyal sorumluluk anlayışından bahseder misiniz?Ş.Z.: Faaliyetlerimizi kısa dönemli bir bakış açısı yerine gelecek kuşakları da düşünen bir anlayışla yürütmekteyiz. Sürdürülebilir olmak ilkesine dayalı iş başarımız bu prensipten kaynaklanıyor. Kurumsal sorumluluk etkinliklerimizi sağlık, çevre ve kültür gibi üç stratejik alanda yoğunlaştırıyoruz.

Global düzeyde, Afrika’da hayata geçirdiğimiz önemli projeler var. Her yıl

200.000 kişinin ölümüyle sonuçlanan tropikal bir hastalık olan şistozomiazis ile mücadele ettiğimiz projemizde Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ile birlikte şimdiden 74 milyon hastaya ulaşıldı. Bu hastalık ortadan kalkana kadar mücadele devam edecek. Yine Afrika kıtasında 80 ülkede kullanılan 700’e yakın minilab ile toplum sağlığını tehdit eden sahte ilaçlarla mücadeleye destek veriyoruz.

D.: Türkiye’de yürüttüğünüz sosyal sorumluluk projelerine örnekler verir misiniz?Ş.Z.: AÇEV Türkiye ile “Başka Bir Masal Anlat Baba” isimli bir proje gerçekleştirdik. Bu kapsamda çalışanlarımızın oluşturduğu 43 kişilik koşu ekibi ile 37. İstanbul Maratonu’na katıldık. Topladığımız bağışlar, proje kapsamındaki çalışmalarda kullanılmak üzere AÇEV’in “Başka Bir Masal Anlat Baba” projesine aktarıldı. Global çapta yürütülen SPARK

projesinin Türkiye ayağında gençlerde “bilime merak, çevreye duyarlılık” bilinci oluşturma amacıyla yola çıktık. Gönüllü Merck Türkiye çalışanları, projenin ilk aşamasında Beykoz Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nde 240 öğrenciye, ikinci aşamasında ise Özel İkitelli OSB Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nde 260 öğrenciye eğitim verdi.

Sanata destek vermeyi misyon edinen şirketimizin, uluslararası performanslara imza atan bir filarmoni orkestrası var. İKSV 20. İstanbul Caz Festivali’nde bizim sponsorluğumuzda ülkemize ilk kez konuk olan Deutsche Philharmonie Merck, Türkiye’nin öncü cazcılarından, piyanist ve besteci Kerem Görsev ile birlikte sahne aldı. Aynı zamanda Türkiye’deki 15. yılımızı da kutladığımız bu etkinlikte, “Teatime at the Savoy” adlı proje ile orkestramız müzikseverlere klasik ve caz müziğinin birleştiği farklı bir deneyim sundu.

Beykoz Eğitim Destek Derneği iş birliğinde 2 yıldır “BEDES (Beykoz Eğitim Destek Derneği) ile yeni yıl sürprizi” isimli bir proje yapıyoruz. Bu kapsamda özellikle yeni yıl döneminde sosyo-ekonomik seviyesi düşük olan ailelerden çocukların kışlık giyim ihtiyaçlarını karşılıyoruz. Gönüllü Merck çalışanları bu çocuklarımız ile birlikte alışverişe çıkarak onlarla zaman geçirme imkânı buluyorlar.

2013 yılında birincisi gerçekleştirilen “Avrupa Baş Boyun Kanserleri Farkındalık Haftası” çerçevesinde EHNS’i (Avrupa Baş ve Boyun Derneği) tüm Avrupa genelinde yaptığı bilinçlendirme projelerinde destekliyoruz.

Merck Türkiye olarak 2013 yılı Eylül ayında “Başınıza Gelmeden” sloganıyla başlattığımız kampanyayı, Türk Tıbbi Onkoloji Derneği, Türk Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi Derneği, Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği,

Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kanser Daire Başkanlığı da destekledi.

Kampanyamızı 2014, 2015, 2016 yıllarında da farklı projelerle devam ettirdik. Bu yıl da Avrupa Baş ve Boyun Topluluğu (EHNS) ve Baş Boyun Kanserleri Derneği’nin katkılarıyla, “Baş boyun kanserlerini baş aşağı edelim” konseptiyle devam eden sosyal medya kampanyasına destek sağladık.

D.: Selçuk Ecza Deposu ve Denge hakkında düşünceleriniz neler?Ş.Z.: Selçuk Ecza Deposu ile uzun yıllara dayanan verimli, yapıcı ve başarılı bir iş birliğimiz var. Çalışmalarımızın aynı çizgide devam edeceğine inanıyorum. Her alanda iletişim, başarı için çok önemli bir faktör. Selçuk grubunun paydaşları ile Denge Dergisi gibi bir iletişim aracının olması çok güzel. Derginize yayın hayatında başarılar diliyorum.

Sektörden Sektörden

Page 35: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

65 64 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Zeugma (Belkıs) Antik Kenti, Gaziantep’in Nizip ilçesi, Belkıs Köyü sınırları içerisinde yer alır. Yaklaşık 20 bin dönümlük bir arazi üzerine kurulmuş olan kent; Fırat Nehri’nin geçilebilir en sığ yerinde bulunması, askeri ve ticari bakımdan çok stratejik bir bölge olması nedeniyle tarihin her döneminde önemini korumuştur.

Döneminin en büyük kentlerinden olan Zeugma, tarih boyunca değişik isimlerle anılmıştır. Büyük İskender’in generallerinden, daha sonra Suriye kralı da olan Selevkos Nikator kendi adıyla, Fırat’ın adını birleştirerek MÖ 300 yılında burada Selevkos Euphrates adında bir kent kurar.

Daha sonraları, MÖ 1. yüzyılda, kent Roma hakimiyetine girer. Bu hakimiyet değişikliğiyle birlikte kentin adı da değişerek “köprü, geçit” anlamına gelen ve bütün dünyada bilinen şekliyle Zeugma olur.

Roma İmparatorluğu’nun 4. Skitia Lejyon Garnizonu’nun burada konuşlandırılması ve ticaret sebebiyle kısa zamanda büyük bir nüfusa ulaşan Zeugma’da Fırat manzaralı yamaçlara villalar inşa edilir. 80 bin kişilik nüfus Zeugma’yı dünyanın en büyük kentlerinden biri haline getirir.

Ünlü coğrafyacı Strabon da Zeugma’dan bahsetmektedir. Helenistik Dönemde Selevkos Nikator zamanında Zeugma’da önemli imar faaliyetleri yapıldığı bilinmektedir. Kentteki akropolün üzerine kader tanrıçası Thyke’nin bir tapınağı yapılmıştır. Zeugma, kendi şehir sikkesi de basılmış Roma kentlerinden biridir. Sikkelerin üzerine, bir tarafına Thyke tapınağı, diğer tarafına güçlülüğü simgeleyen Roma Kartalı motifi basılmıştır.

Bölgeye ilişkin ilk kazı çalışmaları, Belkıs Tepesi’nin güneyinde Gaziantep Müze Müdürlüğü tarafından başlatılmıştır. Bu çalışmalarda ana kayaya oyulmuş oda mezar ve önünde yapılan kazıda kaçakçılardan arta kalan çok sayıda heykel bulunarak Gaziantep Müzesi’ne taşınmıştır. Mezar sahiplerine ait kireç taşından yapılmış olan bu heykeller müzenin Belkıs Salonu’nda sergilenmektedir.

Dionysos ve Ariadne’nin düğünü sahneli taban mozaiğini kurtarma kazısı da Gaziantep Müzesi tarafından yapılmıştır. Bu mozaiğe de yıllar önce ilk olarak kaçakçılar ulaşmış, daha sonra satıcı ve alıcı arasında çıkan anlaşmazlık nedeniyle olay anlaşılmış ve kazılara başlanmıştır. Daha sonra Birecik Barajı’nın gündeme gelmesi ile Gaziantep Müzesi yeni kaçak kazı haberlerinin gelmesini beklemeden kazıları hızlandırmıştır.

İlk yıllar, Şelte Deresi’nde daha önceki yıllarda açılmış kaya mezarı önündeki terasta dizili olan kartal ve yün sepeti kabartmalı mezar stelleri, Çimlitepe mevkiinde tonozlu bir mezar önünde yer alan başı kesilmiş kalker heykeli ve Ayvaz Tepesi’nin kuzey batısında mevsim tanrıçası resimli taban mozaiği Gaziantep Müzesi’ne götürülmüştür.

Gaziantep Müzesi’nin yaptığı kurtarma kazılarına West Avustralya Üniversitesi’nden gelen arkeoloji ekibinin katılımıyla çalışmalar ilk kez uluslararası düzeye ulaşmıştır. Kelekağzı mevkiinin doğusundaki tepede ulaşılan ilk Roma villasının taban mozaik döşemesinin de kaçakçılar tarafından sökülmüş olduğu ortaya çıkmıştır. Kaçakçılardan arta kalan harflerden buradan sökülen mozaik resimlerinin

Büyülü Kent Zeugma

ölümsüz iki aşık Metiox ve Partenope’ye ait olduğu ve bunların ABD’de bir müzede bulunduğu ortaya çıkarılmıştır.

Şu anda Birecik Barajı’nın suları altında kalmış olan Roma Hamamı ve Gymnasium kompleksi Gaziantep Müzesi tarafından kazılmıştır. Bu kazıyla Zeugma kent sınırının Belkıs Köyü ile sınırlı olmadığı, köyün yaklaşık 800 metre doğuya doğru uzandığı tespit edilmiştir. Fransa’nın Nantes Üniversitesi’nden Dr. Catherine Abadi Reynal tarafından Gaziantep Müzesi başkanlığında kurtarma kazıları yapılmıştır. Bu katılımlı kazıyla birlikte Zeugma bütünüyle ele alınmıştır.

Kelekağzı mevkiinde yerleşim katları ve kanalizasyonu, Halme Deresi’nde Bizans, Roma evleri ve blok kesme taşlarla örülmüş kanalizasyon, Bahçedere’de zeytinyağı atölyesi

Turizm Turizm21 3 4Zeugma Müzesi / GaziantepZeugma Antik Kenti kazı bölgesi Zeugma Antik Kenti kazı bölgesi Aphrodite’in (Venüs) Doğuşu mozaiğiZeugma Müzesi / Gaziantep

Fotoğraf;İzzet Keribar

1

2

3

4

Page 36: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

67 66 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Zeugma’yı Anadolu’daki pek çok antik kent içinde ön plana çıkaran birçok özellik bulunur. Bu özelliklerden birisi kendine has farklılıklar taşıyan heykeltıraşlık ekolüdür. Zeugma’da ele geçirilen heykeller, kabartmalar ve mezar stellerinde kendini gösteren bu ekole ait pek çok örneği Türkiye’nin ve dünyanın çeşitli müzelerinde görmek mümkündür. Yörede bulunan önemli heykellerden biri Roma Dönemine ait 1,50 metre boyunda bronz bir Mars heykelidir.

Zeugma’yı önemli antik kentler arasında farklı kılan diğer bir unsur da Roma İmparatorluğu’nun en önemli 4 lejyonundan biri olan ve çoğunluğu Anadolulu askerlerden oluşan Scythica Lejyonu’nun bu kentte bulunmasıdır.

Zeugma’nın asıl önemi, kazılarla ancak küçük bir bölümü ortaya çıkarılabilen Roma villaları ve bu villaların tabanlarını süsleyen mozaiklerdir. Benzerleri Türkiye sınırları içerisinde sadece Efes Antik Kenti’nde görülen bu yamaç villaları arkeolojik açıdan büyük önem taşımaktadır.

Sadece A Bölgesi kazılarında gün ışığına çıkarılan mozaiklerin alanının 1.000 metrekareyi bulması Zeugma’nın

Turizm Turizm

açığa çıkarılmıştır. Ayrıca Mezarlık Üstü mevkiinde bir Roma villasının yemek odasının zemininde Minos Boğası konusunun resmedildiği bir taban mozaiği açığa çıkarılmıştır. Bu mozaikte kanat yapıp uçan ilk insanlar olarak bilinen Daedalus ve oğlu Icarus da resmedilmiştir.

Gaziantep Müzesi’ne götürülen Akratos Mevsim Tanrıçası ve satirlerin olduğu taban mozaiği haricinde bir mozaik daha vardır. Bu nadide eser, kaçakçıların hışmından kıl payı kurtulmuş olan bir kadın başıdır. Mozaik sanatçısı eserinde kadının gözbebeğini öyle yerleştirmiştir ki etrafındaki 360 derecelik açının neresinde olursanız olun gözleri size bakmaktadır. Teşhire konan bu kadın

başının gözleri şimdi Gaziantep Müzesi ziyaretçilerini 360 derecelik bir açıyla izlemektedir.

Diğer bir mozaiğin Kelekağzı Üstü mevkiinde olduğu duyumunun alınması üzerine burada yapılan kazıda ilk odada sökülmüş mozaik, diğer odalardan birinde Dionysos, diğerinde ise nehirlerin baş tanrısı Oceanus ve Tethys mozaiği gün ışığına çıkarılmıştır.

Zeugma’nın ne kadar önemli ve hareketli bir şehir olduğunu, ele geçen bu mozaiklerden başka, Gaziantep Müzesi’nin İskele Üstü Tepesi’nde yaptığı özgün kurtarma kazı çalışmaları neticesinde bulduğu Roma arşivi kanıtlamaktadır. Bu arşiv odasında

toplam 65 bin adet mühür baskısı ele geçmiştir. Bu sayı diğer antik şehirlerin tamamında bulunan ve yayınlanan mühür baskılarından daha çoktur.

Üzerinde resimler olan mühür baskıları papirüs, parşömen gibi dokümanların, değerli eşyaların konulduğu torbaların, yiyecek-içecek kaplarının ve gümrük balyalarının mühürlenmesinde kullanılmaktaydı. Bu tip eşyalara bağlanan kil hamuruna mühür basılması neticesinde kil hamuru üzerine mühür veya yüzük taşı üzerindeki resimler çıkmaktaydı. Bu mühürler posta gönderilerinin alındığının veya malzemelerinin açıldığının kanıtı olarak arşiv odasında korunmaktaydı.

5 7

6

9

8

5 7 8 96 Poseidon mozaiğiZeugma Müzesi / Gaziantep

Bronz Mars heykeliZeugma Müzesi / Gaziantep

Zeugma Müzesi / Gaziantep Gaia, Çingene Kız mozaiğiZeugma Müzesi / Gaziantep

Dionysos Bacchus zemi mozaiği

Page 37: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

69 68 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

tam anlamıyla bir mozaik kenti olduğunu ortaya çıkarır. Yolların kesişme noktasında bulunması, ticaret ve garnizon kenti olması Zeugma’yı sanatçıların gözünde çekici yapmıştır. Güvenli ve zengin bir kent olan Zeugma’ya dönemin en iyi sanatçıları akın etmiştir. Bu sanatçılar kente günümüzde olaylar yaratan mozaikler, freskler ve heykeller bırakmışlardır. Bir mozaik panosunda çok değişik malzemelerin kullanılması gerekmektedir. Ancak gelişim süreci içinde ele alındığında yüzeydeki süsleme malzemesinin köklü değişiklikler geçirdiği görülmektedir. Mozaikte ilkin süsleme unsuru olarak farklı renklerde ve çoğunlukla da siyah-beyaz çakıl taşları kullanılmıştır. Zaman içerisinde çakıl taşlarının çeşitli renklerde boyandığına tanık olunmaktadır.

Bu dönemde çakılların tıraşlanmış örneklerine de rastlanmıştır. Ancak taşların gerçek tıraşlanması yani “tessera” denilen teknik önceeski Yunan, sonraları da Roma mozaiklerinde kendini göstermiştir. Bu teknikte taşlar kübik, dörtgen ve üçgen prizmalar biçiminde önceden kesilip hazırlanır, ardından mozaik panosuna işlenirdi.

Taştan sonra en önemli mozaik süsleme malzemesi camdır. İlk kez MÖ 3. ve 1. yüzyıllar arasında Helenistik Dönemde görülmüş ve sanatçılara sınırsız bir renk kullanma olanağı vermiştir. Bu iki ana maddenin dışında mermer, kiremit parçaları, seramik tesseralar, terrekota parçalar ve nihayet altın ile gümüş kullanılmıştır.

Altın tesseraların Roma Dönemine ait ilk örnekleri, Antakya döşeme

mozaiklerinde MÖ 300’lerden sonra görülmektedir. Genç Hıristiyan ve Bizans mozaikleri döneminde altın tesseralar tanrı ve İsa tasvirlerinde, gümüşler ise ikinci derecede önemli kişilerde kullanılmıştır. Teknik ve malzemenin yanı sıra kullanılan harcın kendisi de büyük önem taşıyordu. Roma Döneminde harç yüzeye iki-üç kat oluşturacak ve tesseralar yüzeyi taşıyacak şekilde seriliyordu. Birinci kat harcın dibe çökmemesi için harç hamuru sık döşenmiş taşların üzerine çatlamaları önlemek amacıyla yerleştirilirdi. Yer mozaiklerinden başka duvar mozaikleri için de aynı uygulama dikkatle hazırlanır ve her durumda su geçirmeyen bir reçine ya da katran tabakası harçtan önce uygulanırdı. Ardından iki sıra kaba pürüzlü ve duvarın eklem yerlerinde çivilerle kuvvetlendirilmiş ikinci harç

Turizm Turizm

tabakası gelirdi. Üçüncü kat ise oldukça koyu hazırlanırdı ve yapıştırıcı olarak bileşiminde mermer tozu ve dövülmüş tuğla içermekteydi.

Roma mozaikleri yapılış olarak ikiye ayrılabilmektedir. Birincisi küçük küplerin yan yana konmasından meydana gelmiş Opus Tessellatum denilen tarzdır. Dörtgen ve prizmatik küplerden yapılmış olan desen, çalışma bittiğinde değişik renklere boyanmaktaydı. İkinci tekniğe ise Opus Vermiculatum ya da minyatür mozaik deniyordu. Bu teknikte taşların doğal renkleri korunur ve küçük mozaik parçaları resmin gidişine göre dizilirdi. Ancak bu dizilme nedeni ile taşlar adeta bir solucan gibi uzayıp giderdi. Zeugma mozaiklerinin belli başlıları şunlardır:

Triton: Kaçakçılar tarafından bulunarak

ABD’ye kaçırılan bu mozaikte Amphytrite Poseidon’dan olan çocuğu Triton’un üzerinde resmedilmiştir. Dionysos ve Nike: Anadolu kökenli şarap ve doğa tanrısı Dionysos ve zafer tanrıçası Nike’nin bir arada görüldüğü bu mozaikte Dionysos, Nike tarafından idare edilen ve iki panter tarafından çekilen bir arabanın içinde görülmektedir. Panterlerin önünde ise dans ederek ilerleyen bir bakkha görülmektedir.

Antiope ve Satyros: Antiope çok güzel bir kadındır. Antiope’nin dillere destan güzelliğini gören tanrıların tanrısı Zeus ona aşık olur ve bir Satyros kılığına girerek Antiope’ye yaklaşır. Antiope’nin gönlünü çalan Zeus’un güzel kadından iki çocuğu olur. Ancak Zeus’un terk etmesiyle güzel Antiope

ortada kalır. Babasından korkup evden kaçan Antiope daha sonra Sikyon Kralı Epopeus’la evlenir. Poseidon, Oceanus ve Tethys: Havuz zemini veya yemek odası tabanı olduğu tahmin edilen bu mozaikte denizlerin en önemli tanrıları tasvir edilmiştir. En üstte Hippocam adı verilen ön tarafı at, arkası balık olan yaratığın üzerinde Poseidon görülmektedir. Elinde üç dişli dirgen vardır. Mozaiğin alt kısmında ise bir diğer deniz tanrısı Oceanus ve denizlerde dişiliği sembolize eden Tethys resmedilmiştir.

Dionysos’un Düğünü: Tasvir panosundaki figürler üzerine genel kanı sahnenin merkezindeki çiftin Dionysos ile Ariadne olduğu ve mozaiğin düğünlerini yansıttığını düşündürmektedir. Sol baştaki

10

11

12

13

14

10 12 13 14Dionysus, Telete ,Skyrtos Zeus’un boğa kılığında Europhe’yi kaçırışıPerseus elinde Medusa başı ile Kızıldeniz’de Andromeda’yı korumak için öldürdüğü canavar Ketos mozaiği

Oceanos ve Tethys11

Page 38: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

71 70 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Menad, bu evlilikten hoşnut olmayan, Dionysos’u yitirmek üzere olmanın huzursuzluğu ve küskünlüğünü yaşayan bir sevgili durumundadır. Aphrodite’in (Venüs) Doğuşu: Aphrodite’nin doğuşu konusunda iki farklı inanış vardır. Bazen Zeus’la Dione’nin, bazen de Ouranos’un kızı olarak kabul edilir. Akhilleus: Akhilleus’un Truva Savaşı’na katılmasını istemeyen annesi ve babası onu Skyros Adası’na, Kral Lykomedes’in sarayına gönderir. Akhilleus burada kadın kıyafetleri giyerek Lykomedes’in diğer kızlarının arasına karışır. Odysseus ise onu aramaktadır. Lykomedes’in sarayına gezgin bir satıcı kılığında girer. Kızların önüne birbirinden albenili kumaşlar ve birkaç silah koyar. Tüm kadınlar kumaşlarla ilgilenirken Akhilleus kılıç ve kalkanı eline alır, kullanmaya başlar ve gerçek kimliği ortaya çıkar. Mozaikte işte bu an tasvir edilmektedir.

Oceanus ve Tethys: Antik çağlarda Akdeniz haricindeki bütün açık denizlerin tanrısı olan Oceanus,

denizdeki dişi unsuru sembolize eden Tethys ile birlikte yaşar. Bütün ırmakların ve nehirlerin ikiliden meydana geldiğine inanılır. İlgili mozaikte de ikili, deniz canlılarıyla çevrelenmiş olarak betimlenmiştir.

Daedalus ve Icarus: Daedalus’un yaptığı işlerin resimlendiği taban mozaiği Zeugma kentinde, ikinci yerleşim terasında gün ışığına çıkarılmıştır. Bir Roma villasına ait yemek odasının taban mozaiğidir. Mozaikte altı figür mevcuttur. Galateia: Efsanelerde etimolojik bakımdan süt beyazlığını çağrıştıran bu adı taşıyan iki kişi vardır. Birincisi, Nereus kızlarından biri ve bazı Sicilya halk efsanelerinde rol oynayan bir deniz kızı tanrıçasıdır. Öteki ise Giritli olup, Eurytios adlı birinin kızıdır.

Silenos: Silenos yaşlanmış Satyroslara verilen genel addır. Fakat aynı zamanda, Dionysos’u yetiştirmiş olan bir efsane kahramanına da mitolojide bu adın verildiği bilinmektedir. Silenos son derece çirkindi. Yassı burunlu, kalın

dudaklı, boğa bakışlıydı. Çok kocaman bir karnı vardı.

Çingene Mozaiği (Gaia): Zeugma kazılarının henüz kamuoyunun gündemine girmediği 1992 yılında çıkarılan bu mozaikteki kadın figürü, gizemli bakışları ile yörenin simgesi haline geldi. İlk çıktığı yıllarda kimliği konusunda kesin bir tanımlama yapılamayan bu mozaiğe Çingene Kızı adı verildi. Ancak bazı kaynaklar mozaikteki asma figürlerine dikkat çekerek, bu kadının yer tanrıçası Gaia olduğunu ileri sürdü. Kahvaltı Sofrasındakiler: Eserde mimari bir arka plan önünde 3 kadın ve 2 genç kız görülür. Kadınlardan ikisi mavi-yeşil kumaşlı bir kanepeye oturmuş; sohbet eder gibi birbirlerine dönmüşlerdir. Önlerinde üzerinde metal bir kase olan yuvarlak, üç ayaklı bir masa vardır. Onlardan az ötede, masanın sağ tarafında yer alan üçüncü kadın, yüksekçe bir koltukta oturur.

Yunuslu Eros: Packard Humanities Institute sponsorluğunda yürütülen

kurtarma kazıları sırasında ortaya çıkarılan bu mozaikte yunus balıkları üzerinde Eros figürleri tasvir edilmektedir. Akheloos: Fırat Nehri’nin kralı olan Akheloos’un başı yemişler ve meyveler saçan bereket boynuzuyla birlikte betimlenmiştir. Akheloos kanat biçiminde bıyıklıdır. Saçına çiçekler takılmıştır. Alın üstü çift bereket boynuzuyla taçlandırılmıştır.

Demeter: Mozaikte Demeter’in büstü sırasıyla sekizgen kuşak, sekizgen dalga kuşağı, doksan derece döndürülerek iç içe geçirilen iki eşkenar dörtgen ve bu dörtgenlerin sekiz köşesi aralarında sekiz balta betimi bulunan bezeklerin merkezindedir. Sekiz sayısının geometrik bezeklerle verildiği bu kompozisyonun köşeleri dairevi bir kuşakla çevrilir.

Euphrates: Euphrates Zeugma’da sekizgen sığ bir havuzun taban mozaiğine işlenmiştir. Mozaikte Euphrates bir divan üzerine hafi yatar vaziyettedir. Dirseğinin altındaki

testiden Fırat akmakta ve suyla buluşan topraktan yeşillikler fışkırmaktadır. Sol elinde bir dal tutar. Ayak ucunda bir ağaç mevcuttur.

Su Perisi (Naias): Fırat’ın tanrısı Euphrates’in sağında bir su perisi çimlerin üstüne sol dirseğini dayamış hafif yan yatmış vaziyette tasvir edilmiştir. Su perisinin dirseğinin altından pınar akmaktadır. Bu da Fırat’ı besleyen çaylara su sağlayan pınarları simgeliyor olmalıdır.

Genç Nehir Tanrısı: Gövdesinin üstü çıplak genç nehir tanrısı dirseğini bir podyuma dayamış halde çimlerin üstünde hafif yan yatmaktadır. Sol üst köşede üçgen alınlıklı ve iki yanı avlu duvarlı bir bina resmi mevcuttur. Parthenope ve Metiokhos: Metiokhos ve Parthenope ölümsüz aşkları ile ünlüdür. Parthenope aslen Phrygialı bir genç kızdı. Metiokhos’a âşık oldu, ama evvelce etmiş olduğu bekâret yeminini bozmayı içine sindiremiyordu. Parthenope tutkusundan dolayı kendini cezalandırdı. Saçlarını kesti ve gönüllü

olarak Campania’ya sürgüne gitti. Campania’da kendini Dionysos’a adadı. Buna çok kızan Aphrodite onu kuş vücutlu bir sirene dönüştürdü. Eros ve Psyche: Psyche ve Eros’un aşkı dillere destandı. Onca badireden sonra Zeus’un isteğiyle Psyche tanrılar katına getirildi ve orada hayatta her şeyden daha çok sevdiği erkekle evlenerek çok mutlu bir hayat sürdü. İşte ilgili mozaikte bu iki âşık resmedilmiştir.

Akratos: Eserde Akratos ve Euphrosyne oturmuş, Akratos geyik başlı içki kabından (Riton) Euphrosyne’nin kadehini doldurmaktadır. Solda iri içki kabı “krater” yer alır. Europa: Bu mozaik, Suriyeli çok güzel bir kız olan Europa ile Zeus’un aşklarının hikâyesini betimler. Efsanede Zeus karısı Hera’nın haberi olmadan güzel Suriyeliye yaklaşabilmek için altın rengi bir boğa şekline dahi girmektedir.

Perseus ve Andromeda: Yunan mitolojisine göre Perseus, kendisine bakanları taşa çeviren Medusa’yı öldürmüştür. Denizler tanrısı Poseidon’un elinde esir bulunan Andromeda’yı kurtarmak içinse bir deniz canavarını öldürmesi gerekmektedir. Mozaikte Perseus’un Andromeda’yı kurtarması tasvir edilmektedir.

Danea: Argos Kralı Akrisios’un Danea adında bir kızı vardı. Danea’ya gönül veren Zeus onu hamile bıraktı. Danea bu ilişkiden oğlu Perseus’u doğurdu. Akrisios kızıyla torununu bir sandığa kapatarak denize attı. Danea ve Perseus, Seriphos Adası’nda karaya çıktı. İlgili mozaikte işte bu karaya çıkış anı tasvir edilir.

15 16

17

18

19

15 17 18 19Duvar resimli (fresk) oda, tanrı ve tanrıçalar

Zemin mozaiği detayıZeugma Müzesi / Gaziantep

Dionysos ve Ariadne’nin Düğünü mozaiğinin parçaları

Perseus elinde Medusa başı ile Kızıldeniz’de Andromeda’yı korumak için öldürdüğü canavar Ketos mozaiği

16

Page 39: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

73 72 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Farmako; ilaçla ilgili, vijilans; uyanık olmak, tetikte olmak demektir. Farmakovijilans; advers reaksiyonların ve ilaçla ilgili diğer sorunların tespit edilmesi, değerlendirilmesi, anlaşılması ve önlenmesine yönelik faaliyetler ve bilimsel çalışmalar olarak tanımlanmaktadır [İlaçların Güvenliliği Hakkında Yönetmelik Madde 4(1)e].

Neden Farmakovijilans?Thalidomide hamilelikte bulantı

önleyici ilaç olarak piyasaya sunulmuş, ancak sakat doğumlara neden olduğu tespit edildiğinde, 1962’de raflardan kaldırılmış, literatüre “Thalidomide Faciası” olarak geçmiştir.

İlaçların sebep olduğu sakatlıklar ve ölümler hukuki mücadelesi günümüze kadar gelebilecek ciddi sonuçlardır. 2013 yılında Avustralya ve Yeni Zelanda’daki 100’ün üzerinde Thalidomide mağduruna, 81 milyon dolar tazminat ödenmesi bunun en somut göstergesidir [MSN, 2015]. Tüm dünyada sadece ABD ve Türkiye bu ilacın satışına onay vermediği için bu facia yaşanmamıştır.

Üniversite hastanesi acil servis tıbbi kayıtları incelenerek yapılan araştırma sonuçlarına göre; Türkiye’de zehirlenmelerin, çocukluk yaş grubunda en önemli halk sağlığı sorunları arasında yer aldığı, hastanelere başvuran zehirlenme olgularının önemli bir kısmını ise ilaç zehirlenmelerinin oluşturduğu ifade edilmektedir. Analjezik, antidepresan, antihipertansif gibi pek çok ilaç grubuna hekim önerisi olmaksızın reçetesiz olarak ulaşılabilmesi, ülkemizde önemli bir halk sağlığı sorunu haline gelen ilaç zehirlenmelerinde ciddi bir etken olarak gösterilmektedir [Akar T, Derinöz O, Demirel B (2007). İlaç Zehirlenmeleri ve Hastane Maliyetleri Türk Ped Arş, 42: 103-6]. Dolayısıyla bu noktada eczacının sistem içinde etkin olarak yer alması, hem halk sağlığına hem de ekonomiye önemli katkılar sağlayacaktır.

Gazi Üniversitesi çocuk acil servisinde 2005 ve 2006 yıllarında yapılan başvurular incelendiğinde; 44.550 olgunun %0,5’inin (230) zehirlenme olguları olduğu anlaşılmaktadır. Zehirlenme olgularının da %60,9’u (140) ilaç zehirlenmesi, %39,1’i (90) yakıcı (koroziv) maddelere bağlı zehirlenmelerdir. İlaç zehirlenmelerinin %25,9’unun (75) anti-enflamatuvar ilaçlar, %15,9’unun (46) merkezi sinir sistemine etkili ilaçlar, %8,6’sının (25) kemoterapotik ilaçlar ve %6,6’sının (19) kardiyovasküler sisteme etkili ilaçlarla meydana geldiği belirtilmektedir.

Olguların %15,4’ünde (45) birden fazla ilaçla zehirlenme meydana gelmiştir [Akar T, Derinöz O, Demirel B (2007) İlaç Zehirlenmeleri ve Hastane Maliyetleri, Türk Ped Arş, 42: 103-6].

Yasal Düzenlemeler1937 yılında, sülfanilamid eliksirinin bir hafta içinde 353 hastada kullanımı sonucu, 34’ü çocuk olan 107 kişinin renal yetmezlik sonucu ölmesi sonrası ABD’de 1938 yılında ilk yasal düzenleme yapılarak, ruhsat alıp pazara verilecek ilaçların etkin olması yanında güvenli olması da şart koşulmuştur [Farmakovijilans Derneği, 2015; Federal Gıda, İlaç ve Kozmetik Yasası].

Dünya Sağlık Örgütü 1968’de bir pilot proje başlatmış, 1971’de İngiltere’de, 1973’te Fransa’da ilgili düzenlemeler yapılmıştır. 1988’de Avrupa Hızlı Alarm Sistemi çalışmalarına başlamıştır. 1995’te Avrupa İlaç Ajansı kurulmuştur. 1993’te kurulan Avrupa Farmakovijilans Derneği, 2000 yılında adını Uluslararası Farmakovijilans Derneği olarak değiştirmiştir.

TÜFAMÜlkemizde advers etkilerin toplanması, incelenmesi ve değerlendirilmesi çalışmaları Türkiye Farmakovijilans Merkezi (TÜFAM) tarafından yürütülmektedir. İlk olarak 1985’te Türk İlaç Advers Etkilerini İzleme ve Değerlendirme Merkezi (TADMER) adıyla göreve başlamış, 2005 yılında TÜFAM olarak değişmiştir. Merkezin, 1987’de Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Uluslararası İlaç İzleme İşbirliği Merkezi’ne 27. üye olarak katıldığı ve halen DSÖ veri tabanına düzenli olarak veri gönderdiği ifade edilmektedir [Sağlık Bakanlığı, 2015].

Eczacının SorumluluklarıÜlkemizde farmakovijilansla ilgili yönetmelik ve kılavuzun yürürlüğe girmesiyle birlikte, sağlık çalışanlarına, ilaçların güvenliği ve etkinliğini yakından izleme sorumluğu yüklenmektedir. Bu sorumluluğu yükleyen mevzuata bakıldığında:

a- İyi Eczacılık Uygulamaları Esasları 5.b.4’e göre;Eczacı, gözlemlediği ya da hastalar ile

Uzman Görüşü Uzman Görüşü

Farmakovijilans

Doç. Dr. Özlem Nazan Erdoğanİstanbul Üniversitesi Eczacılık FakültesiEczacılık İşletmeciliği Anabilim Dalı[email protected]

diğer sağlık profesyonelleri tarafından iletilen; - İlaçların doktorun önerdiği endikasyon ve pozoloji dışında kullanımını veya suiistimalini, - Gebelik ve emzirme dönemi de dahil ilaç kullanımına bağlı olarak gelişen advers ilaç etkilerini, - Doz aşımını, - İlaç kullanım hatalarını, - Ürün kalite problemleri ile ilişkili olarak meydana gelen advers ilaç etkilerini, - İlaç etkisizliklerini, - Sahte ürün şüphelerini doğrudan

ya da il sağlık müdürlükleri aracılığı ile kuruma bildirir.

Kurum tarafından yukarıda belirtilen konularda yapılan değerlendirmeler sonucunda eczacıya geri bildirim yapılmak suretiyle eczacının da aktif olarak içinde yer aldığı bir bilgi döngüsü oluşturulur.

a- İyi Eczacılık Uygulamaları Esasları 5.b.5’e göre;İlaçların doğru kullanımının anlaşılmasına yönelik olarak; ilacın adı, endikasyonları, dozu, doz

uygulama zamanları, kullanım şekli, saklama koşulları, ilaç kullanımında dikkat edilmesi gereken hususlar, ilaç uygulamasında kullanılan araçların güvenli ve etkin kullanımı, doz uygulaması sırasında kaçınılması gereken gıda ve diğer ilaçlar, ilaç alımı sonrasında karşılaşılacak sonuçlar, advers ilaç reaksiyonları ve advers ilaç etkilerinin TÜFAM’a bildirim gerekliliği gibi konularda hastalar ve/veya ilaç tedavisini uygulayanlar eczacı tarafından bilgilendirilir, hastanın ilaç kullanımından en iyi yararı elde etmesi amaçlanır.

b- Beşeri Tıbbi Ürünlerin Güvenliğinin İzlenmesi ve Değerlendirilmesi Hakkında Yönetmelik Madde 13’e göre;Sağlık mesleği mensupları, ürün kullanımı ile ortaya çıkan ve ürüne bağlı olabileceği düşünülen ciddi ve beklenmeyen advers etkileri, doğrudan veya görev yaptıkları sağlık kuruluşlarındaki “Farmakovijilans İrtibat Noktası” aracılığı ile 15 beş gün içinde TÜFAM’a bildirmelidirler.

c- İlaçların Güvenliliği Hakkında Yönetmelik Madde 6, (1)’e göre;Hastalarda ilaç kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan advers reaksiyonların TÜFAM’a spontan bildirimi, advers reaksiyonları gözlemleyen sağlık mesleği mensubunun mesleki sorumluluğunda olup bu bildirimler, 21. maddede öngörülen şekilde gerçekleştirilir.

Farmakovijilans çalışmalarının sonuçlarına göre bir ilaç piyasadan çekilebilir, ilaç prospektif bilgisi güncellenebilir, ruhsat şartlarında değişim meydana gelebilir. Bu nedenle alandaki çalışmalar desteklenmeli ve sağlık çalışanlarının bildirimler konusundaki bilgi ve hassasiyetleri arttırılmalıdır. Eczacılar bu alandaki çalışmalara katılarak, özellikle çoklu ilaç kullanımının en fazla olduğu geriatrik hastalarda [Kerry, Z. Yaşlılarda Doğru İlaç Kullanımı. Ege Journal of Medicine 2015; 54: Ek Sayı / Supplement 62-73] güvenli ve etkili bir tedaviye de katkı sağlamış olacaklardır.

Page 40: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

75 74 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Safranın ferahlık ve neşe veren etkisi, vücuda zindelik vermesi, afrodizyak etkisi Osmanlı mutfağını da şekillendirmişti. Kadim gelenekte düğünlerde önceleri sadece gelin ve damada ikram edilen safranlı zerde ve pilav zamanla düğüne iştirak eden misafirlere de ikram edilir hale gelmişti.

Osmanlı geleneğinde de düğünlerde safranlı zerde ve pilav ikram edilirdi. Ayrıca Osmanlı medreselerinde haftada iki gün, imaretlerde ise bayramlarda mutlaka safranlı

zerde ve pilav çıkarılırdı. Bu gelenek hekimlerin

yönlendirdiği yemek listelerine göre yapılırdı. Böylece medrese ve imaretlerde yemek yiyenlerin de safranın rahatlatıcı,

neşe verici, kuvvetlendirici özelliğinden faydalanmaları istenirdi. Fakat bu kullanımlarda safranın dozu çok önemliydi. Bu doz yarım dirhemden bir dirheme kadardı. Doz aşımı olmamasına çok dikkat edilirdi. Bu sebeple hekimler, aktarlar, safran satıcıları özel safran terazileri ve safran havanları bulundururlardı. Bu havan ve teraziler çok küçük oranda, ancak bir-iki gram safran alacak ölçekte idi.

Osmanlı tıbbında safranın ilaç olarak kullanıldığı diğer durumlarda; göze sürme gibi çekilirse göze parlaklık verdiğine, kadınlarda doğumun zor olduğu zamanda veya normal doğum sırasında kolaylık sağlamasına ve adet söktürücü etkisi gibi özelliklerine dikkat çekilir.

Safranın Orta Çağda boyacılık sanatında çok önemli bir yeri vardı. Bir gramı kendi ağırlığının 100.000 katı sıvıyı renklendirebildiği, parlak kalıcı sarı renk vermesi sebebiyle asillerin pahalı kumaşları safranla boyanırdı. Bugün özellikle gıda ve

ilaç sanayisinde renk verici olarak faydalanılıyor.

Safranın bir diğer önemli özelliği kokusudur. Çiçeklerinin ortasındaki tepecikler çok nefis kokar. Safran güzel kokusu sebebiyle antik dönemde parfümlerin vazgeçilmezi olarak bilinirdi. Kraliçe Cleopatra’nın banyosunda, hem güzel kokusu hem de cilde verdiği renk ve güzellik için safran kullandığı biliniyor.

Bugünkü bilimsel araştırmalarda safran ekstresinin yüksek oranda antioksidan etki gösterdiği belirlenmiş, etken maddesi olan krosin ve safranalin Alzheimer hastalığına etkili fibrillerin oluşumunu engellediği gözlenmiştir.

Safranın aktif bileşeni krosinle farelerde yapılan deneyde total kolesterol seviyelerinde önemli düşme saptanmış, Japonya’da yapılan denemede hafıza ve öğrenme yeteneğini geliştirdiği, bilgiyi depolama ve bilgiye erişimde modülatör rolü görülmüştür.

Parkinson hastalığından koruyucu ve tedavi edici rolü, retinadaki kan akışını arttırıcı etkisi bildirilmiştir. Safranın topikal uygulamasının cilt tümörlerinin oluşmasını ve gelişmesini engellediği gözlenmiş, tedavi edilebilecek bazı kanser tiplerinde etkili olduğu gösterilmiştir.

Safran Anadolu toprakları için çok önemlidir. En eski kayıtlardan itibaren bu topraklarda yetiştirildiği, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlılar dönemlerinde geniş kültürü yapıldığı, divan edebiyatında aşığın sararmış yüzünün daima safrana benzetildiği, kötülüklerin, kem nazarların uzaklaştırılması için safranla yazılmış muskaların takıldığı bir kültürden geliyoruz.

Türk mutfağındaki safranlı tatlılar, darüşşifalardaki melankoliklere hazırlanan ilaçlardaki safran bugün depresyona, kansere çare olması

için araştırma laboratuvarlarına girdi. Bu topraklardaki safranın önemini unutmamalıyız.

Düğün geleneklerinde ikram edilen zerdeye safran, tıbbi etkisi bilinerek konulurdu. Kadim tıpta çok önemli bir yeri olan safran çok eski tarihlerden beri tanınıyor ve kullanılıyordu. Bugünkü tıp da önemini fark etti ve araştırmalar hızlandı.

Safran Latince Crocussativus L. olarak adlandırılan İridaceae familyasından olup toprak altı soğanlarından çoğalan yıllık bir bitkidir. Safran Arapça zâferân kelimesinden alınarak birçok dilde kullanılmıştır. İtalyanca za%erano,

Yunanca zafora, İngilizce sa%ron, Fransızca safran, Almanca safran, Rusça shafran kelimeleri hem safranı tanıtır hem de “sarı” anlamındadır. Türkçe yazmalarda kürküm olarak geçer, halk arasında mor çiğdem ve koyun çiğdemi adlarıyla bilinir.

Safran insanlık tarihinin en eski dönemlerinden beri bilinen önemli bir ilaçtır. MÖ 3000 yılında Mezopotamya medeniyetlerinde kullanılmış, Mısır’da Ebers papirüslerinde ve Homeros destanlarında bahsi geçmektedir. Önemli olan bu dönemlerde de kültürü yapıldığıdır.

Anadolu’da Hititler zamanından beri safran yetiştirilmekteymiş. Amasya’da doğan ünlü bilgin Strabon Kilikya’da çok kaliteli safran yetiştirildiğini belirtmektedir. Kozanlı (Anavarza) ünlü hekim Dioskorides de (40-90) en kaliteli safranın Kilikya’dan, bugünkü Kızkalesi civarından, ikinci sırada Olympos (Tahtalı) Dağı’nın eteklerinden, üçüncü sırada ise Ege Bölgesi’nde yetişen bitkilerden elde edildiğini belirtmektedir. İlaç olarak safranı Moğollar Çin’e, Araplar İspanya’ya ve Haçlılar Batı Avrupa’ya tanıtmışlardı.

Safranın ilaç hali onun çiçeğinin üç parçalı tepeciği (stigması) olan dişi organıdır. Bitki Ekim ve Kasım aylarında çiçeklenir. Mor renkli çiçeklerde üç erkek organ ve üç parçalı dişi organ yer alır, ilaç olarak kullanılan bu dişi organlardır. Elle toplanır, bir elekte hafif ısıda kurutulur. Ziraatı zor olup bir kilo kuru safran en az 100.000 çiçekten elde edilebilir. Bu sebeple çok

pahalı bir drogdur. Tarihi bu kadar eski olan safran ilk sırada ilaç olarak, ikinci sırada boya maddesi, üçüncü sırada ise parfüm olarak değerlendiriliyor, lüks tüketim malları arasında yer alıyordu.

İlaç olarak safran kadim tıpta çok iyi bilinir. Özellikle vücuda zindelik ve hafiflik veren etkisi ön plandadır. Osmanlı hekimleri vücuttaki tıkanıklıkları açtığını, akciğeri ve dalağı güçlendirdiğini, kalbe kuvvet ve ferahlık verdiğini vurgularlar. Bir diğer önemli özelliği afrodizyak etkisidir. Tıp kitaplarında safran koklansa dahi erkeklerde afrodizyak etki yapar diye yazarlar.

Düğün Geleneğinin Zerdesi ve Safranın İlaç Hali

Yüzyıllık İlaçlar Yüzyıllık İlaçlar

Prof. Dr. Ayten Altıntaşİst. Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi /Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı

Page 41: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

77 76 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

eklem içine kortikosteroid enjeksiyonu yapılabilir. Ancak ağızdan (sistemik) kortikosteroid tedavisi, sedef döküntüsünü arttıracağından, psöriatik artritte pek kullanılmaz.

Hastalığı uzun süreli kontrol altına almak ve eklemde hasar gelişmesini önlemek için; hastalık seyrini değiştiren romatizma ilaçları kullanılır. Bunlar metotreksat, leflunomid, sulfasalazin, siklosporin’dir. Bazen bu ilaçlar, birbiriyle kombine edilerek kullanılabilir. Sıtma ilacı hidroksiklorokin (Plaquenil) tedavide yardımcı olabilir, ancak sedef alevlenmesine neden olacağından, genellikle kaçınılır. Azatioprin, şiddetli psöriatik artrit formlarında tek başına veya diğer tedavilerle kombine edilebilir.

Yukarıda belirtilen ilaçlara dirençli hastalarda, anti-tümör nekroze edici faktör (anti-TNF) adlı biyolojik ilaçlar; adalimumab (Humira), etanercept (Enbrel), infliksimab (Remicade), golimumab (Simponi) tek başına veya

metotreksatla beraber kullanılabilir. Ciddi hasar görmüş eklemlere; diz ve kalça eklemine protez ameliyatları gibi onarıcı cerrahi tedaviler yapılabilir.

Psöriatik artritli hastalara öneriler: • Özetle, psöriatik artrit alevlenme ve yatışma ile giden kronik bir artrittir. Tuttuğu eklemde hasara neden olur. Bu nedenle erken dönemde tedaviye başlanması çok önemlidir. Hastalığa bağlı tutulum kişiden kişiye hatta aynı kişide bile zamanla farklılık gösterebilir. • Hastalarda yorgunluk ve kansızlığa neden olabilir. Psikolojik olarak kişileri olumsuz etkileyebilir. • Sedef hastalığı olanlarda, tansiyon yüksekliği, kolesterol yüksekliği, obezite (şişmanlık), gut ve diyabet biraz daha fazladır. • Sağlıklı bir kiloda olmak, kan basıncı ve kolesterol

seviyelerini düzenlemek gerekir. • Artriti olan birçok kişide, eklemde sertlik ve onunla ilişkili kas grubunda güçsüzlük gelişir. Genel sağlığınızı iyileştirmek ve eklemleri esnek tutmak için uygun egzersiz çok önemlidir. Basitçe yürüyüş, egzersiz bisikleti, yoga, pilates, germe egzersizlerini doktorunuzun önerileri ile yapabilirsiniz. Veya bir fizyoterapist eşliğinde bazı egzersizleri öğrenerek uygulayabilirsiniz. Yüzme ve havuz içi egzersizler de eklemi zorlamadan

yapılabilecek uygulamalardır.

Sağlık Çantası Sağlık Çantası

Psöriatik artrit, psöriazis (sedef) adı verilen bir cilt hastalığı olanların yaklaşık %15-20’sinde görülen eklem iltihabına verilen addır. Birçok eklemi tutabilir ve yakınmalar da kişiden kişiye değişkenlik gösterir. Psöriatik artrit, tuttuğu eklemde hasara neden olur. Bu nedenle erken tanıyla, ne kadar erken tedaviye başlanırsa, eklem hasarına bağlı sakatlığın da önüne geçmek o kadar mümkündür. Psöriatik artrit nedir?

Psöriazis, halk arasında sedef hastalığı olarak da bilinen; deride kızarıklık, soyulma ve beyaz pullanmalarla seyreden döküntülü bir cilt hastalığıdır. Sedef hastalığı, vücudun bağışıklık sisteminin, deriyi hedef alarak saldırmasından kaynaklanır.

Bazı sedef hastalarında bağışıklık sistemi, derinin yanı sıra eklemlere de saldırarak eklemde iltihap gelişmesine neden olur. Sedef gibi, psöriatik artrit semptomları da alevlenme ve yatışmalarla seyreder. Hastalık bulguları kişiden kişiye değişir; hatta aynı kişide bile zamanla tuttuğu eklem bölgeleri değişebilir.

Psöriatik artrit vücudun herhangi bir eklemini tutabilir. Sadece tek eklemi, birkaç eklemi ya da birden çok eklemi etkileyebilir. Omurgayı tutabilir; aşağı bel bölgesinde ağrı, sırt ve boyun ağrısı, göğüs kafesinde ağrıya neden olabilir. El-ayak parmakları gibi küçük eklemlerin yanı sıra diz, ayak bileği gibi büyük eklemleri de tutabilir.

Bazen el veya ayak parmaklarının birinde, boylu boyunca şişlik ve kızarıklıkla sosis görünümde “daktilit” denilen duruma neden olabilir. Tırnaklarda iğne ucu gibi çukurluklara (yüksük tırnak) veya tırnakta kabalaşma ve tırnağın yatağından ayrılması gibi değişiklikler görülebilir.

Psöriatik artrit, omurgayı tuttuğunda, spondilit denilen sırt veya boyun ağrısına ve eğilirken zorlanmaya neden olur. Tendon ve bağların kemikler üzerine tutunduğu noktalarda hassasiyete neden olabilir. “Entezit” diye adlandırılan bu durum, topuk, ayak tabanı, ayağın arka kısmında, dizin ön kısmı, dirsek etrafında veya diğer alanlarda ağrıya neden olabilir. Entezit, psöriatik artritin karakteristik özelliklerinden biridir.

Psöriatik artrite ne sebep olur?

Psöriatik artrite neyin sebep olduğu tam olarak bilinmemektedir. Psöriatik artriti olan kişilerin %40’ında, birinci derece (hatta bazen ikinci derece) akrabalarında sedef veya sedefe bağlı artrit öyküsü vardır. Bu da hastalığın gelişiminde, kalıtımın önemli bir rolü olduğunu düşündürmektedir. Genetik çalışmalar, birçok genin bu hastalığın gelişiminde rolünün olabileceğini göstermiştir.

Yalnızca genetik faktörler değil, geçirilen enfeksiyonların da, bağışıklık sistemini aktive ederek,

hastalığın ortaya çıkmasında veya alevlenmesinde rolü olabileceğini düşündürmektedir. Yaygın cilt döküntüsü bulunan sedef hastalarına, etrafındaki kişiler bazen sanki bulaşacakmış gibi dokunmaktan kaçınırlar. Sedef hastalığı bulaşıcı değildir. Bu nedenle lütfen bu kişilere dokunmaktan çekinmeyiniz.

Psöriatik artrit kimlerde gelişir?

Psöriatik artrit, genellikle 30 ila 50 yaşları arasındaki kişilerde görülür, ancak çocukluk çağında da başlayabilir. Erkekler ve kadınlar eşit risk altındadır. Psöriatik artritli çocuklarda üveit (gözün orta tabakasının iltihabı) gelişme riski daha fazladır. Sedef hastalığı olan insanların yaklaşık %15-20’sinde psöriatik artrit gelişir. Genellikle önce cilt bulguları çıkıp, ardından yıllar sonra artrit gelişir. Bazen her ikisi bir arada çıkar. Nadiren, önce eklem bulguları gelişir sonra döküntü çıkabilir.

Psöriatik artrit nasıl teşhis edilir?

Psöriatik artrit tanısı için, romatoloji doktoru, şiş ve ağrılı eklem ile artrit belirtilerini ve sedefin tipik deri ve tırnak değişikliklerini araştırır. Eklem hasarını aramak için genellikle direkt röntgen filmleri alınır. Ekleme ve omurgalara daha detaylı bakmak için manyetik rezonans görüntüleme (MRI), ultrason veya tomografi taramaları yapılabilir.

Kan testleri; gut, osteoartrit ve romatoid artrit gibi benzer belirti ve bulgularla seyreden diğer eklem hastalıklarını ayırt etmek için yapılabilir. Psöriatik artritli hastaların, kan testlerinde inflamasyon ve hafif anemi çıkabilir. Bazen deri biyopsisi sedefi doğrulamak için gerekebilir.

Psöriatik artrit nasıl tedavi edilir?

Psöriatik artritin tedavisi, hastadan hastaya ve tutulan eklem bölgesine göre değişir. Eklemde ağrı ve iltihabı gidermek için steroid olmayan inflamasyon gideren ilaçlar (NSAİİ-naprosyn, diklofenak, indometazin gibi), mide korunarak tok olarak alınabilir. Tek eklem tutulumunda,

Prof. Dr. Nuran Türkçaparİç Hastalıkları ve Romatoloji Uzmanı

Psöriatik Artrit(SedefArtriti)

Page 42: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

79 78 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Adell Armatür ve Vana Fabrikaları A.Ş. Yönetim Kurulu üyesi Dr. Ercan Topçu, ailesi sayesinde çocukluğun-dan beri saklama kültürünün içinde. Ercan Topçu koleksiyonerliğin bir aşk, heyecan, sevgi ve gönül işi olduğunu söylerken ciddi fedakârlıklar istediğini de özellikle belirtiyor.

DENGE: Kısaca sizi tanıyabilir miyiz?ERCAN TOPÇU: 1965 Posof doğumluyum. Çocukluğum Bursa’da geçti. 1989 yılında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdim. 1994’de Hastane Hekimliği’nden istifa ederek aile şirketinde çalışmaya başladım. Halen Adell Armatür ve Vana Fabrikaları A.Ş.de Yönetim Kurulu

üyesiyim. Aynı fakülteden mezun bir eşim ve üç çocuğum var. Fenerbahçe Spor Kulübü kongre üyesiyim. Bursa Belediye Konservatuarı’na bir süre devam ettim. Türk sanat müziği ve tasavvuf müziği ile ilgilendim.

D.: Koleksiyon tutkunuz nasıl başladı?E.T.: Babam Posof’lu Topçugiller ailesindendir. Posof tarihte 93 Harbi diye geçen Osmanlı-Rus savaşından sonra yaklaşık 40 yıl Rus ve Gürcü egemenliğinde yaşamış, Gürcü kültürü ile yöre halkı iç içe olmuş, evlilikler gerçekleşmiş. Dedem o bölgenin âlim zatlarından, eski deyimle Molla Kadir’dir. Amcam Cilavuz Köy Enstitüsü’nün ilk mezunlarından olan Selim Topçu’dur.

Ailemizin beş kuşaktan beri gündelik yaşama ait efemera tabir edilen fotoğraflar, belgeler, hoca dedeye ait el yazması notlar, kitaplar, ailenin soyadını taşıyan mühür, dedemin annesine ait tek taş yüzük, amcamın evlilik nişanesi olarak eşine hediye ettiği meşhur Kafkas gümüş kemeri, öğretmen amcamın köy enstitüsü öğrenci gözlem defteri, dedemizin cep saatleri gibi objeler halen korunuyor. Yani ailede bir saklama kültürü var.

Babam Amerikan Hamilton firmasıyla Balıkesir ve İncirlik havaalanları inşaatlarında formen olarak çalışmış. Şirkette iyi çalışmasından dolayı aldığı madalya ve belgelerini hep saklamış. Ayrıca çocukluğumun geçtiği Bursa’da işyerimizin tarihi hanlar bölgesinde eski bir nalbur ve çilingirci dükkanının eşyalarıyla dolu olması bizde eski eşyalara karşı bir ilgi oluşturdu. Büyük ağabeyim iyi bir para, pul, artist toplayıcısıydı. Hiçbir şeyini atmazdı.

Bir gün ağabeyim, Posof Dede ocağımızın olduğu Taşkıran Köyü’nde (eski ismi Gergusuban), köy evimizin kullanılmayan ambarında, içerisinde aile yadigarları, birçok resim, makbuz, belge, Çarlık Rusya’sı paraları, deri kabında dedemizin el yazması notları gibi, bize göre saklı hazine olan bir sandık buldu. Dedemin babasına ait Osmanlıca hüviyet belgesi, Çarlık Rusya’sı amblemli dolaşım belgesi gibi hiçbir şey atılmamış, alınan belgeler hep saklanmış.

Dr. Ercan Topçu

“Su KültürümüzUnutuluyor”

Hobiler Meslekler Hobiler Meslekler İbrik, Maşrapalar 19. yüzyıl Su Küpü (Sebil) Arınma Ojeleri Süleymaniye işi Pirinç Leğen ve İbrikler1 32 4

1

2 3 4

Page 43: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

81 80 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Dolayısıyla öğrencilik zamanlarından beri konu gözetmeden hoşumuza giden Osmanlı ve Erken Cumhuriyet Dönemi eşyaları ile haşır neşir olmaya ve almaya başlamış olduk.

D.: Peki, neden su ve hamam kültürünü yansıtan objeler?E.T.: Aile şirketimiz olan Adell Armatür, sektörünün önemli firmalarından biridir. Koleksiyon tutkumuzu işimizle buluşturarak, bir taraftan günümüz musluk ve bataryalarını üretirken, diğer taraftan tarihi muslukları toplamaya başladık. Bu konuda Elginkan grubu öncülük yaparak bize ilham kaynağı olmuştur. Sonrasında sadece musluklarla kalmayıp diğer su kaplarını da toplamaya başladık.

D.: Bu eşsiz birikim yıllar içinde nasıl oluştu, nasıl bir araya geldi?E.T.: 1980’li yıllarda küçük musluklarla başladı. Benim 25 yıl önce aldığım iki musluk var; Osmanlı, Süleymaniye işi, pirinç, üzerinde Osmanlıca Birinç damgası var. Yine Bosna işi sedef kakmalı hamam nalını almışım. Bunlar koleksiyonumuzun ilk göz ağrılarıdır.

Musluklar derken, madeni ibrikler, güğümler, su küpleri, maşrapa ve diğer suyun eve taşınması, evde muhafazası ve kullanımına ilişkin her türlü obje ve efemera grubunu toplamaya

başladık. Çeşme, şadırvan, sebil

konulu Osmanlı dönemi kartpostallar, hüccetler, belgeler, makbuzlar ve

son 10

yıl içinde Hoca Ali Rıza

Göksu çeşme resmi gibi çeşme ve su konulu resimler, fermanlar, Mustafa Düzgünman ebruları ve Cahide Keskiner çeşme minyatürleri, Hasan Çelebi hatları gibi konusu su olan klasik Türk sanatlarının eserleri dahil olarak, bugün konusunda bu kadar donanımlı ve geniş ikinci bir örneği olmayan bir koleksiyon gelişti.

D.: Koleksiyonunuzun kapsamı, niceliksel ve niteliksel detayları nedir?E.T.: Koleksiyonumuz tematik bir koleksiyon olmakla beraber, yer yer kronolojik esintiler de içermektedir. Toplam da üç binin üzerinde ve sadece içme suyu, çeşmeler, temizlik ve yıkanma kültürüne ilişkin obje ve efemera grubu eser var.

Bu eserlerin tarihi dönemlerine bakılırsa %5-10 civarında eski Anadolu medeniyetleri, Roma, Bizans, Selçuklu dönemi eserler bulunmaktadır.Tescile tabi taşınır kültür varlıkları için

koleksiyonerlik belgesi mevcut olup, gerekli eserler Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne bağlı olarak envanter kayıtlarına girmektedir. %70’i Osmanlı dönemi eserler, geri kalan bölüm ise Erken

Cumhuriyet Dönemine ait ve günümüz çağdaş sanatçılarının yaptıkları eserlerdir.

Çoğunlukla madeni eserler olmakla beraber, Kütahya işi, Çanakkale işi ve Tokat işi seramikler, Anadolu işi pişmiş toprak ve ağaç su kapları ve az miktarda da cam ve deri eşyalar bulunmaktadır. Koleksiyonun %70’lik kısmı çeşme ve su konulu, %30’luk kısmı temizlik, yıkanma ve hamam kültürü eşyalarıdır.

D.: Ender bulunan bir objeye rastladığınızda neler hissediyorsunuz?E.T.: Nadir ve henüz daha iyisi koleksiyonumuzda olmayan bir eser gördüğümde kalp atışlarım hızlanır, halet-i ruhiyem değişir, bir başka olurum ve o esere sahip olmak isterim. Ama bu çok kuvvetli bir istektir.

İşte bu yüzden rahmetli koleksiyoner Kemal Suman Bey zamanında “Koleksiyonerler bir avcı gibidir” der ve ekler; “Antikacıya gittiğinde avını arayan bir şahin gibi keskin gözlerle etrafı süzer, koleksiyonunda eksik olan bir parçayı gördüğünde ise bizim avcı ava döner, o parçayı koleksiyonuna katmak artık onun için bir tutku halini alır, onu almak için ne lazımsa yapar”.

D.: “Koleksiyonerler biraz kıskançtır” diyorsunuz, bu duyguyu biraz açar mısınız?E.T.: Kıskançlık insanın fıtratında olan bir duygudur. Zaman zaman bunu yaşarız. Fakat koleksiyonerlerde bu bir başkadır. Bunu da bazen başka bir arkadaşımızın eserlerine bakarken zor beğenme, güzel bir eserse “Vay!” gibi bir iç geçirme şeklinde dışarı yansıtabiliriz.

Bazen bu kıskançlık öyle bir boyutta olur ki aldığımız eserleri bizden başkası bir daha asla göremez, yani “En güzel eserler benim koleksiyonumda olsun”, benzer ürünü toplayan arkadaşlar arasında Anadolu veya yurt dışından

bir eser geldiğinde “İlk önce ben gördüm, sen gördün” tartışmaları; “Niye daha önce bana göstermedin”, “Malın iyisini hep ona veriyorsun” gibi yaklaşımlar örnek verilebilir.

Bazen bu küslüklere yol açar. Oğlum Barış Topçu lise son sınıf öğrencisi olup, ilaç kutuları, mühürler, ok grubu, esans şişesi toplar. Bazen birbirimizin eşyalarını kıskanırız, Ben isterim o bana kutusunu vermez. Eve gelmiş olan bir antikayı başka bir akrabamıza vermemi istemez.

D.: Koleksiyonda diğerlerinden daha değerli ya da özel hikâyesi olan objeler var mı?E.T.: Gelin hamamının bütün ritüellerini gösteren 18. yüzyıl Kayseri işi gümüş bir hamam tası var. 700 küsur yaşında, muhteşem bir şifa tası. Kapalıçarşı’da Cevahir Bedesten’de Parisli Mustafa isimli antikacının vitrininde 20 yıl kalmış, kim istediyse satmamış. Öldükten 15 yıl sonra mezat yoluyla dükkan eşyası satıldığında alınabilmiş. Koleksiyonumuza dahil oldu.

Hobiler Meslekler Hobiler Meslekler 18. yüzyıl, Osmanlı Pirinç Musluk 19. yüzyıl, Osmanlı Pirinç Musluk 19. yüzyıl Sedef Kakmalı Nalın 19. yüzyıl Kaysei işi Gümüş Gelin Hamam Tası 5 6 7 8

6

5 8

7

Page 44: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

83 82 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Geç Roma Dönemi “master piece” olan ünik, stilize aslan başlı musluklar, gladyatör savaşını gösteren Roma Dönemi intakt pişmiş toprak matara bir harika. Üzerinde Ermenice “Tanrı’nın güneşi doğdu, Agop’un oğlu oldu” yazan tombak vaftiz tası çok nadir. İstanbul işi tombak zemzemliği ise tombak ve madeni eser uzmanı Güner Liman Bey’in ifadesiyle “Ömrü hayatınızda bir-iki defa ancak görebilirsiniz.”

D.: Koleksiyon parçalarını nasıl koruyorsunuz? E.T.: Eskilerin güzel bir sözü var “Almak marifet değil, mühim olan korumak”. Koleksiyon eserlerini alırken

öncelikle seçici davranıyoruz. Bakımı zor olduğu için tekstil, deri, seramik, cam ve pişmiş toprak eserleri hem çok fazla almıyoruz. Madeni eserleri alırken mutlaka Güner Liman Bey’in görüşünü alıyoruz. Eserlerin üzerindeki yazı ve işlemelere zarar vermeden uygun fiziki ve kimyasal temizlikleri yapıyoruz. Ortam sıcaklığı ve nem ayarı için 24 saat klima çalışan sergi salonunda eserleri genelde camlı vitrinlerde sergiliyoruz. Yine de gerçek bir müzedeki gibi dört dörtlük koruma şartları sağlayamıyoruz.

D.: Koleksiyon yapmanın size kazandırdıkları neler?E.T.: Eskilerin güzel bir sözü var.

Ben bunu Bursa’dan koleksiyoner Esat Uluumay’dan dinlemiştim; “Koleksiyoncunun ömrü Nuh, malı Karun, sabrı Eyyüb olmalıdır”. Yani bu işe zaman, para ve uzun süreli emek harcıyorsunuz.

Koleksiyonlarımıza aktarılan paralarla başka konularda çok iyi yatırımlar yapabilirdik, ama bu bir tercih meselesidir. Ayrıca bu işin iki ucunun keskin bir kılıç gibi olduğunu; eş, aile, iş ile koleksiyon arasındaki denge kaçırıldığında geri dönülmez sonuçları olduğunu unutmuyoruz. Aslında söylemek istediğim bu iş gerçekten bir aşk, heyecan, sevgi, gönül işi olup ciddi fedakârlıklar yaptığımızdır.

Hobiler Meslekler Hobiler Meslekler Arınma grubu objeleri Tombak İbrikler ve Şifa Tasları İbrikler ve Maşrapalar Bizans Lüle ve su kapları Selçuklu matara ve su kapları9 10 11 12 13

9 10

11

12 13

Page 45: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

85 84 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Hobiler MesleklerHobiler Meslekler

Kazandırdıklarına gelince, bir kere her şey para değil. Koleksiyonlarımız bana ruhsal terapi etkisi yapıyor. Eser arama yolculuğunda yeni keşif, bilgiye ulaşma, farklı bir eser bana ayrı bir dinamizm, yaşama sevinci veriyor. Bir koleksiyonerin halinden ancak, başka bir koleksiyoner anlar.

Koleksiyon konunuzla ilgili literatür takibi yaparsanız, zaman içinde o konunun uzmanı olabilirsiniz. Su kapları hakkında bu gün için azımsanmayacak bir bilgi birikimine sahip olduğumu söyleyebilirim. Gerektiğinde ekrana çıkıp, konu hakkında rahatlıkla bilgilendirme yapabilirim. Tabiiki

bunun için evde ve işyerinde genel bir sanat kitaplığı ve özelde de bir su medeniyeti kitaplığı oluşturduğumu belirtmeliyim.

Dünyada ve Türkiye’mizde ne mutlu ki özel koleksiyonlar sayıları artan bir şekilde özel ve devlet müzelerine dönüşmektedir. Ve nihayetinde bütün insanlık mirası olmakta, geleceğe taşınmaktadır. “Ölüm ani, hayat fani” misali koleksiyon birikimlerimizi toplumla buluşturmak, hayırla yâd edilmek güzel şeylerdir diye düşünüyorum.

D.: Türk tarihinde su kültürü hakkında neler söylersiniz?E.T.: Bütün kültürlerde su kutsaldır. Türk kültüründe de suyun ayrı bir önemi vardır. Her şeyden önce canlı olan bütün varlıklar sudan yaratılmıştır. Su, yaşantımızı devam ettirmek için Allah’ın bize sunduğu en önemli nimettir. Susuz hayat olur mu?

Eski İstanbul için kadim medeniyetimizde “Su isteyenden esirgenmez” ve “Su israf edilmez” düşüncesiyle, insanların ortak kullanımı için çeşmeler,

hayratlar, hamamlar, sebiller yaptırmak,

hayırların en büyüğü kabul edilmiştir.

19. yüzyıl ikinci yarısına kadar evlerde günümüzdeki gibi su tesisatı yoktu. Evlerin içme, kullanma

suyu ihtiyaçları; mahalle, sokak, köy

çeşmelerinden; toprak su küpleri, madeni güğümler,

su zanı ve kovaları ile taşınarak karşılanırdı.

Evlere evin gençleri, genç kızları veya sakalar tarafından

sular getirildiğinde her yöreye göre değişkenlik gösteren

su küplerinde muhafaza edilir, gerektiğinde maşrapa, su kepçesi, su

tasları ile sular alınıp kullanılırdı.

İbrik ve sürahiler içime suyu ve temizlik ile ibadet için abdest almada kullanılırdı. Haftada en az bir kez mahalle hamamlarına gidilirdi. Kadınlar için hamama gitmek bütün bir gün süren tutkulu bir eğlence halini almıştı.

Mahalle kültüründen kent kültürüne geçme, evlere su tesisatı bağlanması ve evlerde yıkanma için banyo odalarının yapılmasıyla artık eski kültür mazide kaldı. Birçok su kabı yeni nesil tarafından bilinmiyor. Hamam kültürü kayboldu. Musluklar yeni tasarımlarla yoluna devam ediyor. Özetle su medeniyetimiz unutuluyor.

D.: Adell Ab-ı Hayat Su Medeniyetleri Müzesi nasıl hayata geçti?E.T.: 2010 yılında Türk ve İslam Eserleri Müzesi ile birlikte “Ab-ı Hayat Geçmişten Günümüze Su ve Su Kültürü” sergisi açmamız bizim için bir dönüm noktası olmuştur. Bununla ilgili bir kaynak kitap da yayımladık. Yine farklı tarihlerde 8 sergi açtık. Bunlardan bazıları, Suyun Yarenleri, Kaynaktan Damacanaya, Suyla Yaşamak sergileridir.

Adell Armatür İkitelli, Başakşehir fabrika binasında, yönetim katında, öncelikle camlı vitrinler kullanılarak daimi sergi salonu oluşturuldu. Koleksiyon envanteri çıkarıldı, dijital ortama geçirildi. Madeni eserler bakır ustaları tarafından bakımdan geçirildi. Yeni vitrinler eklendi. Bu arada ikinci hol devreye alındı.

D.: Ziyaretçiler müzeyi hangi gün ve saatlerde ziyaret edebilirler?E.T.: Şimdilik, hafta içi her gün, sabah 10, öğleden sonra 17.00’ye kadar açık, giriş ücretsiz ama fabrika merkeze uzak. Bu nedenle ziyaretçilerimizin ulaşım sorunu var.

Aslında nihai amacımız bu müzeyi fabrikadan çıkartıp, Tarihi Yarımada’da eski bir su yapısına, mesela eski bir sarnıca taşımak ve orada yerli, yabancı bütün ziyaretçilere açmaktır. Bu müze bu övgüyü hak etmekte ve buna gerçekten değecek önemli

bir koleksiyondan bahsetmekteyiz. Bağımsız bir müzeyi inşallah yakın bir gelecekte açarız.D.: Bugün müzeye ve koleksiyona halkın ilgisi nasıl?E.T.:Su medeniyeti güçlü olan bir

geleneğimiz var. İstanbul bir su şehri, her tarafta tarihi su yapılarını görebilirsiniz. Fakat bir hafıza kaybı söz konusudur. Popüler kültürün artması dezavantajdır. İşte bizim de amacımız kalıcı bir iz oluşturalım, hafıza gelişsin, kaybolmaya yüz tutmuş su kapları ve bunlarla ilgili kültür gün yüzüne çıksın. İstanbul ve Anadolu su medeniyetinin izleri hatırlansın.

Ayrıca suya ayrı bir vurgu yaparak suyun önemine de atıfta bulunuyoruz. Su israfına karşı su kullanım bilincinin gelişmesini önemsiyoruz. İlköğretim ve liseleri

toplu gezilerle davet ediyoruz. Onlara suyu anlatıyoruz.

Özel sektör ve kamu kuruluşlarında konferans veriyoruz. Sektörel ve koleksiyon dergilerinde su kültürüne ilişkin makaleler yazıyoruz.

D.: Koleksiyonunu yaptığınız başka objeler var mı?E.T.: Evimizde hat eserlerimiz var. Özellikle günümüz hat sanatçılarının Hilye-i Şerifeleri ile ilgileniyorum. Bugünlerde Habib-i Hüda - Hilye-i Şerifeler Sergisi toplu olarak Marmara İlahiyat Kültür Merkezi Albaraka Sanat Galerisi’nde sergilenmektedirler. Çeşitli kutular topluyorum. Fakat bunları bir koleksiyon addetmemek gerekir.

D.: Son olarak koleksiyon yapmayı düşünenlere neler önerirsiniz?E.T.: Koleksiyon oluşturmak için konu başlıkları çok iyi seçilmelidir. Çok fazla farklı konulara dağılırsa sıkıntı yaşanabilir. Odak noktası, koleksiyon

ana konusu ve kapsamı

mümkünse dar tutulmalıdır.Literatür takibi yapılmalıdır. Konu hakkında bilgi düzeyi arttırılmalıdır. Çünkü koleksiyonunuz, bilginiz kadar konuşur. Koleksiyon hakkında dergiler takip edilmelidir. Collection dergisi Türkiye’ de önemli bir eksikliği gidermektedir.

Mutlaka müze ve sergi gezi sıklıkları arttırılarak, bu konudaki görgümüz artmalıdır. Çünkü mal göre göre öğrenilir. Benzer koleksiyon yapanlarla irtibatlı olmak çok önemlidir. Ne olursa olsun koleksiyon yapacağım diye gereksiz mal alımları yapılmamalıdır. Aile, eş ve iş ihmal edilmemelidir. Konu hakkında düzenlenen konferanslara katılmak ufku genişletir. Son olarak da koleksiyoner İsa Akbaş’ın ifadesiyle; “Koleksiyoner doğulmaz, olunur”.

Tombak Zemzem İbriği Osmanlı işi Fransız yapımı porselen çeşme aynası ve kurnası1514

14

15

Page 46: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

87 86 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

İstenmeyen Düşüncelerden Kurtuluşun Yol Haritası

Kendinizi istemediğiniz, sizi mut-suz eden bir düşünceye takılı kalmış bulduğunuz oluyor mu? Bilim insanları bunu durdurmanın yolunu bulmuş olabilir. Beynin hafıza bölümündeki bir kimyasalın, düşünce kontrol me-kanizmasında kilit rol oynadığı ortaya çıktı. Keşif, bazı kişilerin ısrarcı ve fayda sağlamayan düşüncelere takılı kal-masının sebebini aydınlatabilir. İstenmeyen düşüncelerden kurtu-lamamak endişe, travma sonrası stres bozukluğu, depresyon ve şizofreni gibi bazı hastalıkların ortak belirtisi. Düşünceleri kontrol edebilmek, insan sağlığı ve iyi hissedebilmek için temel önemde. Cambridge Üniversitesi’nden Prof. Michael Anderson; “Bu kabiliyet çöktüğü zaman, psikiyatrik hastalıkların en zayıflatıcı belirtileri ortaya çıkmaya başlıyor; davetsiz düşünceler, hatıralar, görüntüler, halüsinasyonlar, patolojik ve sürekli endişeler...” diyor.

Araştırmada katılımcılardan çile/ham-am böceği, yosun/kuzey gibi birbiriyle bağlantısız ama eşleştirilmiş kelime öbeklerini ezberlemeleri istendi. Daha sonra katılımcılara yeşil ya da kırmızı sinyaller verildi. Yeşil ışıkta kelimenin eşini hatırlamaları, kırmızıda ise kendil-erini bunu yapmaktan alıkoymaları istendi. Bunu yaparken katılımcıların beyinlerindeki kan akışı ve kimyasal

değişimler, fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme yöntemi ile takip edildi. Araştırmacılar bu süreçte beyindeki GABA (Gamma-aminobütirik asit) adlı sinir iletici (nörotransmiter) kimyasalın, kilit rolde olduğunu gördü.

GABA beyindeki ana “önleyici” sinir iletici madde. Bir sinir hücresi tarafından salgılandığında, bağlantılı diğer hücrelerdeki aktiviteleri bastırıyor. Araştırmada beyinlerinin hipokampüs bölgesinde daha çok GABA maddesi bulunan katılımcıların, istenmeyen düşünce ve hatıraları engellemekte daha başarılı olduğu görüldü.

Prof. Anderson, daha önce sadece beynin hangi bölgesinin bu süreçte aktif olduğunu bildiklerini; son araştırma ile bu süreçte rol oynayan ana sinir ileticiyi bulmuş olmanın büyük bir adım olduğunu söylüyor.

Keşif şizofreniden travma sonrası stres bozukluğuna kadar, düşünceleri kontrol etme yetersizliğinden kaynaklanan birçok hastalığın tedavisine ışık tutabilir. Prof. Anderson son araştırma ile tedavi sürecinde yenilikler yapılabileceğini belirtiyor. “Şu ana kadar alın korteksinin fonksiyonlarını geliştirmeye odak-lanılıyordu. Araştırmamız hipokampüs bölgesindeki GABA aktivitesinin arttırıl-masına ve kişilerin istenmeyen, ısrarcı düşüncelerden kurtulmasına yardımcı olabilir” diyor.

• İstenmeyen Düşüncelerden Kurtuluşun Yol Haritası• Kanser Tedavisi ve Bakteriler• Depresyon Tedavisin Sıra Dışı Alternatif• Gen Düzeltme İlk Kez İnsan Vücudunda Denendi• Kolesterol ile İlgili Çığır Açan Buluş

Kanser Tedavisi ve Bakteriler

Fransız ve Amerikalı uzmanların yaptığı araştırmalara göre, sindirim sistemimizin derinliklerinde yaşayan bakteriler, kanser tedavisi sırasında tümörlerin büyüyüp küçülmesinde etkili oluyor. Araştırmalarda, kanser hastalarındaki mikrobiyomlar, yani içimizde yaşayan mikroskobik organizmalar incelendi.

Science dergisinde yayımlanan iki çalışmada, belirli bakteri türleri ve genel anlamda mikrobiyom çeşitliliğinin, bağışıklık sistemini

harekete geçiren tedavilerde kullanılan immunoterapi ilaçları üzerindeki etkilerine bakıldı.

Vücudumuzda trilyonlarca mikro organizma yaşıyor ve bizimle aralarındaki ilişki aslında enfeksiyon hastalıklarının çok ötesine gidiyor. Mikrobiyomlar sindirimde, enfeksiyon-dan korunmada ve bağışıklık sistemi-nin düzenlenmesinde rol oynuyor.

Her iki çalışmada da, vücudun tümörlerle savaştaki kendi savunma mekanizmasını güçlendiren immunoterapi tedavisi gören hastalar

incelendi. İmmunoterapi her hastada işe yaramıyor ancak bazı vakalarda ölümcül aşamaya gelen tümörler bile temizlenebiliyor.

Paris’teki Gustave Roussy Kanser Merkezi’nde yapılan bir çalışmada, böbrek veya akciğer kanseri teşhisi konulmuş 249 hasta incelendi. Araştırma sonucu, örneğin dişlerindeki bir apse için antibiyotik alan hastaların, mikrobiyomlarına zarar verdikleri ve immunoterapi tedavisi görürken tümörlerinin büyüme ihtimalinin daha büyük olduğu sonucuna varıldı.

Özellikle bir bakteri türü Akkermansia muciniphila tedaviye yanıt veren hastaların yüzde 69’unda bulunuyordu. Bu bakteri, tedaviye yanıt vermeyenlerin ise sadece üçte birinde vardı. Farelerde yapılan testlerde A. muciniphila seviyesi arttırılanların, immunoterapiye daha iyi cevap verdikleri tespit edildi.

Bu arada, Teksas Üniversitesi Kanser Merkezi’nde incelenen, ilerlemiş habis tümörlere sahip 112 hastanın mikro-biyomları incelendi. Daha zengin ve büyük çeşitliliğe sahip mikrobiyomları olanların, olmayanlara kıyasla tedaviye daha iyi yanıt verdiği görüldü.

Yüksek düzeyde Faecalibacterium ve Clostridiales adlı bakterilerin işe yaradığı ancak Bacteroidales’in varlığının iyi gelmediği gözlendi. Doku örnekleri incelenince de, yararlı bakterilere sahip hastaların tümörlerinde daha çok kanserli hücre öldüren bağışıklık sistemi hücresi bulunduğu tespit edildi.

Daha sonra insan dışkısındaki madde, kanser tümörleri bulunan farelere nakledildi. İyi bakteri karışımına sahip hastaların dışkısının transfer edildiği farelerin tümörlerindeki büyümenin, kötü bakteri transfer edilen farelere kıyasla daha yavaş olduğu gözlendi.

Teksas’taki araştırmayı yapan ekipten Dr. Jennifer Wargo yaptığı açıklamada; “Bir hastanın mikrobiyomunu bozarsanız, kanser tedavisine yanıt verme kabiliyetini bozabilirsiniz. Bizim teorimiz, hastanın mikrobiyomunu daha iyi olacak şekilde yeniden düzenlerseniz, tedaviye daha iyi yanıt verebilir şeklinde” dedi.

Bilim Teknoloji Bilim Teknoloji

Page 47: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

89 88 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Depresyon Tedavisine Sıra Dışı Alternatif

Sihirli mantar olarak bilinen mantarlardaki bir halüsinojen maddenin, tedavi edilemez boyutta depresyon geçiren hastaları iyileştirmekte kullanılabileceği ortaya çıktı. Imperial College London’dan bilim insanları tarafından yürütülen araştırmada, 19 hastaya tek doz bir saykodelik madde verildi. Hastaların yarısından fazlası, bu maddeyi aldıktan sonra depresif hissetmediklerini belirtti ve beyin fonksiyonlarında değişiklik gözlemlendi.

Psilosibinin depresyondaki kişiler üzerindeki olumlu etkileri yaklaşık 5 hafta sürdü. Ancak araştırmayı yürüten ekip, depresyon geçirenlerin bu yöntemi kendi kendilerine denememesi gerektiği uyarısında bulundu. Daha önce de psilosibin maddesinin “zihni yağlayarak”, kişilerin depresif semptom döngüsünden çıkmasına yardımcı olabileceğini ortaya koyan araştırmalar yapılmıştı. Araştırma ekibi fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme tekniği ile psilosibin verilmeden önceki ve sonraki günler, hastaların beyinlerini görüntüledi. Sonuçları Scientific Reports dergisinde yayınlanan araştırmada, psilosibinin beynin iki temel bölgesini etkilediği ortaya çıktı.

Madde, beyinde korku, endişe gibi duyguların işlenmesinde büyük rolü olan amigdala bölgesini daha az aktif hale getiriyor. Bu bölgedeki fonksiyonlar azaldıkça, depresyon semptomları da azalıyor. Ayrıca psilosibin, beynin özellikle belli bir konu hakkında çalışmazken aktif olan ve farklı bölgelerinin iletişiminden oluşan ağı daha durağan hale getiriyor. Psilosibinin yapısı, beyin fonksiyonları için çok önemli etkileri olan ve “mutluluk hormonu” olarak bilinen seratonine de çok benziyor.

Araştırma ekibinin lideri Dr. Robin Carhart-Harris, depresyondaki beynin psilosibin sayesinde sesini kestiğini ve saykodelik deneyimin beyni yeniden başlattığını söyledi. Dr. Harris hastaların da tedavi ardından beyinlerinin temizlendiğini ve yeniden başlatıldığını hissettiklerini belirtti. Ancak hala bu maddenin beyin aktiviteleri üzerindeki etkisi tam olarak kanıtlanmadı.

Araştırmanın çok küçük bir grup üstünde yapıldığına ve sağlıklı kişilerin beyin görüntülerine bakılıp hastalarınkiyle karşılaştırılmadığına dikkat çekiliyor. Bilim insanlarının hemfikir olduğu nokta ise depresyon tedavisinde yeni yöntemlere ciddi şekilde ihtiyaç duyulduğu.

Gen Düzeltme İlk Kez İnsan Vücudunda Denendi

California’da bir hastanede doktorlar ilk kez bir insanın vücudundaki hücrelere müdahale ederek gen bozukluğunu düzeltmeyi denediler. 44 yaşındaki Arizonalı hasta Brian Madeux’un Hunter sendromuna yol açan gen bozukluğuna müdahale edildi, ancak bu yeni tedavinin başarılı olup olmadığının anlaşılması zaman alacak.

Madeux, gün aşırı acılar içinde olduğunu söyleyerek, daha önce sadece insan vücudundan alınan hücrelerde, vücut dışında denenen bu tedavi için gönüllü oldu. Brian Madeux; “Açıkçası 20’lerimde ölürüm diye düşünüyordum” diyor.

Hunter sendromu, nadir görülen bir gen bozukluğundan kaynaklanıyor. Hastaların genleri, mukopolisakarid adı verilen şekerli molekülleri parçalayacak enzim salgısı için talimat bilgisini taşımıyor. Bu yüzden bu moleküller vücutta birikerek beyin ve diğer organlara zarar veriyor. Ağır vakalar ölümle sonuçlanabiliyor.

Hastalara tedavi için düzenli olarak mukopolisakaridleri parçalayacak enzim verilmesi gerekiyor. Madeux üzerinde denenen yeni tedavi ise,

onun DNA’sındaki bozukluğun düzeltilmesini ve enzim üretmeye başlayabilmesini hedefliyor. Bunun için Oakland’daki Benio% Çocuk Hastanesi’ne yatan Madeux’a damardan bunu sağlayacağı düşünülen karışım zerk edildi.

Tedavide kullanılan ilaç, molekülleri kesebilen iki makas içeriyor. Çinko parmak nükleazı diye tercüme edilebilecek bu ilaç DNA’yı iki belirli yerden kesebiliyor. Bu da istenen

özellikleri içeren yeni bir DNA parçasının buraya girebilmesine yani hastanın genetik yapısına monte edilmesine imkan veriyor.

Gen düzeltme tedavisi öyle tasarlanmış ki, ancak Madeux’un karaciğer hücrel-erine ulaştığı zaman aktif hale gelecek. Deneye katılan doktorlardan Chester Whitley; “Fareler üzerinde olduğu kadar insanda da başarılı olursa, müthiş sonuçlar doğuracak. Ben, gen tedavisi konusunda güvenli ve etkili bir yöntem geliştirdiğimiz konusunda iyimserim” diyor. Dr. Whitley’in umudu, başarılı olduğu takdirde gen düzeltme tedavis-ini doğumdan hemen sonra yapmak, çünkü tedavi görmeyen bir bebeğin yılda 20 IQ puanı kaybettiğini söylüyor. Gen düzeltme daha önce laboratuvar ortamında, insanlardan alınan hücreler üzerinde denendi.

Hücrelerdeki DNA’da düzeltmeler yapılarak vücuda geri yerleştirildi. Bu uygulama örneğin kemik iliği gibi, yal-nızca vücuttan bir süre çıkarılıp sonra geri konulabilen dokular için geçerli.

Ne var ki, bu yöntemi karaciğer, kalp, ya da beyin gibi organlar için uygulamak imkansız. İşte doktorlar bu güçlüğü aşmak için, hastanın vücudundaki hücrelere müdahale etmenin yolunu arıyor.

Dolayısıyla Madeux üzerindeki deney, bu tedavi yönteminin güvenli olup olmadığını denemek için yapılıyor ve kabul gören bir tedavi haline gelebilmesi için daha epey çalışma yapılması gerekecek. Şu ana kadar ilacın, Madeux üzerinde olumsuz bir yan etkisi görülmedi ve her şey yolunda giderse deney 9 hasta ile daha devam edecek.

Tedaviyi geliştiren Sangamo Therapeutics’ten Dr. Sandy Macrae; “Genetik tıpta yeni bir cephe açılışına tanık oluyoruz” diyor. Aynı teknolojinin, güvenli olup olmadığı yönünden, hemofili B ve Hurler sendromuna yol açan gen bozuklukları üzerinde de denenmesi planlanıyor.

Kolesterol ile İlgili Çığır Açan Buluş

Harvard Sabri Ülker Merkezi araştırma ekibi, hücrede kolesterol seviyelerini güvenli bir aralıkta tutmayı sağlayan, metabolik koruyucu adını verdikleri Nrf1 molekülünü keşfetti. Çalışma 16 Kasım 2017 tarihinde dünyanın önde gelen bilimsel dergisi Cell’de yayınlandı.Nrf1, hücre içindeki kolesterole karşı duyarlı yapısıyla, hücre içinde kolesterol seviyelerinde meydana gelen değişiklikleri direk olarak algılayıp tepki veriyor. Kolesterol belli bir düzeyin üzerine ulaştığında direk olarak Nrf1 molekülüne bağlanarak çok yönlü bir savunma programının harekete geçirilmesini sağlıyor ve organları olası tahribata karşı koruyabiliyor. Bu nedenle Nrf1 molekülü kolesterol metabolizmasının bozulduğu pek çok hastalıkta potansiyel yeni ve etkin tedavi hedefi özelliği taşıyor.

Yeni keşifle ilgili olarak büyük heyecan duyduklarını belirten Sabri Ülker Merkezi Başkanı Prof. Dr.

Gökhan Hotamışlıgil; “Hücrelerin kolesterol düzeylerinin tam olarak nasıl algılanıp kontrol edilebileceği konusundaki anlayışımızda eksik olan önemli bir parçayı ortaya çıkardığımızı düşünüyorum. Bu parça kolesterol düzeylerini dengede tutmak için hayati önem taşıyan sistemin kritik bir parçasını oluşturuyor. Daha önce hücre bazında kolesterolün düşük olduğuna işaret edecek mekanizma keşfedilmişti. Ancak bizim yaptığımız araştırma hücre içindeki kolesterol seviyesi yükseldiği zaman da hücrenin bunu dengede tutmak için gerçekleştirdiği algılama ve savunma mekanizmasını ortaya çıkardı” dedi.

Hücre zarlarının inşası ve idamesi için bir yapı taşı olan kolesterol önemli fonksiyonel aracıların sentezi ve hücre faaliyetleri için gerekli bir molekül. Dolayısıyla organizma belirli düzeyde kolesterolün hücre içerisinde idame ettirilmesine ihtiyaç duyuyor. Bu nedenle kolesterol hem besinlerle yani diyetle haricen vücuda girmekte, hem de organizma tarafından başta karaciğerde olmak üzere üretilmekte.

Kandaki yüksek kolesterolün kardiyovasküler ve dejeneratif hastalıklar başta olmak üzere diğer önemli sağlık sorunları için önemli bir risk teşkil edebileceği yıllardır kabul görmüş bilimsel bir gerçek. Dolayısıyla hücre ve organları koruyucu özelliğe sahip bu yeni mekanizmanın keşfinin, kolesterol metabolizmasının bozulduğu pek çok hastalıkta yeni ve etkin tedavi yöntemlerinin önünü açabileceği ön görülüyor.

Bilim Teknoloji Bilim Teknoloji Brian Madeux Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil

2

1

1 2

Page 48: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

91 90 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

2017 yılını geride bıraktığımız şu günlerde global ekonominin genel performansı oldukça memnuniyet verici. Yıllık büyüme tahminleri yukarı yönlü revize ediliyor ve yüzde 3,2 ile 2016’da krizden beri en zayıf performansını sergileyen global büyümenin 2017’yi yüzde 3,6 civarında tamamladığı tahmin ediliyor.

Avro bölgesi, Japonya ve diğer gelişmekte olan ülkelerden olumlu haberler geliyor. ABD ve İngiltere’nin

performansı diğerlerini tam yakalayamamış olsa da, bu iki ülkenin de global büyümeye katkıları devam etmekte. Tabi hiç bir zaman muhtemel riskleri gözardı etmemek lazım.

Nedir bu riskler? Öncelikle her yazıda vurgulama zorunluluğundan ekonomi yazarlarının da usandığını tahmin ettiğimiz FED politikaları. Eğer FED faiz arttırımlarını beklenenden hızlı gerçekleştirirse global risk iştahını düşürüp, büyümede yavaşlamaya sebep olabilir.

2017 yılında FED tam da beklendiği gibi yaptı ve sonuncusu yazının yazıldığı günlerde olmak üzere, üç kez faiz arttırdı. Artık FED politika ve kararlarını okumakta çok ustalaşan piyasalar, beklenti ile örtüşen bu kararlara ılımlı tepki göstermekle yetindi.

Yine ABD ve diğer gelişmiş ülke ekonomilerinin para politikalarına bağlı olarak, gelişmekte olan ülkelerde meydana gelebilecek finansal krizler, ikinci bir risk unsuru. Özellikle kaldıraç oranı yüksek ülkeler, bu durumdan fazlasıyla etkilenebilirler.

Üçüncü bir risk ise Avrupa’da hala devam eden düşük enflasyon. Avrupa bankacılık sistemine ilişkin tedbirler işe yaramış görünse de, talebin ve enflasyonun düşüklüğü hala orta vadeli endişeleri ortadan kaldırmış değil.

Son olarak, bitmek tükenmek bilmeyen siyasi krizler ve ekonomi dışı riskler endişe seviyesini yükseltiyor. Mevcut risklere rağmen gelişmiş ekonomilerin 2017 yılında yüzde 2,2, gelişmekte olan ülkelerin ise yüzde 4,6 civarında büyüdüğü tahmin ediliyor.

Bu dönemin ekonomi açısından en merak uyandıran konusu ise ülkemiz ekonomisine dair neler olup bittiğinin anlaşılması. Yine yazının yazıldığı günlerde, 2017 üçüncü çeyreğinde gerçekleşen yüzde 11,1’lik büyüme manşetlerden inmiyor. Bu haberlere hemen yanı başında, TÜİK verilerine göre yıllık enflasyonun yüzde 12,98 ile son 14 yılda kaydedilen en yüksek

seviyeye ulaştığı haberleri eşlik ediyor.Şimdi bu iki veriye yakından bakalım. Öncelikle enflasyondaki artışın kaynağı ve önümüzdeki dönemde kontrol edilip edilemeyeceği önemli. Türk lirasının döviz kuru sepeti karşısındaki değer kaybı ile başta petrol ve ana metaller olmak üzere ithalat fiyatlarında gözlenen artış 2017 için enflasyonun önemli nedenlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.

Artan dolar ve avro kuru nedeniyle maliyetler ve dolayısıyla enflasyon yukarı çekiliyor. Diğer taraftan ekonomik aktivite ve talep yüksek seyrediyor. Talebin yüksekliği kaçınılmaz olarak enflasyon ile neticeleniyor.

Enflasyon kontrolünde en önemli enstrüman para politikası. Merkez Bankası 2017 yılının son faiz toplantısında, geç likidite penceresi fonlama faizinde 50 baz puanlık artış yaparak, %12,25’ten %12,75’e yükseltti. Bu oran 100 baz puan olan piyasa beklentisinin altında kaldı. Diğer

yandan yapılan açıklamalarda sıkı para politikasının önemine ve bu konudaki kararlılığa vurgu yapıldı.

Ekonomi çevreleri Merkez Bankası’nın sıkı para politikası konusunda, fiilde güvercin, söylemde şahin bir duruş sergilediği görüşünde. Enflasyonun gelecek yılın son iki ayına kadar çift hanede seyredeceği düşünülürse, para politikasında gevşeme enflasyon açısından riskli olacaktır. Bu nedenle Merkez Bankası’nın önümüzdeki sene sıkılaştırmada geri adım atmaması çok önemli.

Büyümenin sürdürülmesi konusu ise daha az belirsizlik içeriyor. 2017 üçüncü çeyrek büyümesi, geçen yıl yaşanan 15 Temmuz darbe girişimi nedeniyle ortaya çıkan baz etkisi giderildiğinde dahi, yüzde 6’ya yaklaşıyor. Harcama tarafında yine özel tüketim büyümeye önemli katkı sağlamış durumda. Üretim ayağında ise makine teçhizat yatırımlarında belirgin bir artış var. Bu olumlu bir işaret.

Diğer taraftan büyüme açısından yeni veri serisinde yatırımlarda kamu-özel ayrımını göremediğimiz için, yatırımlarda devlet katkısını ayrıştıramıyoruz. Artan döviz kurları nedeniyle borçlanma imkanı kısıtlanan özel kesime, Kredi Garanti Fonu tarafından sağlanan kaynağın, yatırımlar tarafındaki büyümeye katkısı yadsınamaz. Bu verilerle 2017 yılı için yüzde 5’in üzerinde bir büyüme oranı sürpriz olmayacak.

Enflasyon ve büyümenin aynı anda yukarı yönlü hareketinin sonuçları konusunda, duayen ekonomistlerden birinin şu yorumunu akılda tutmakta fayda var: Çocuğunuz büyüyor ama boyu ve kilosu birbirine orantılı artmıyor. Bu dengesizlik çocuğu ya çok uzun boylu ya da çok obez yapabilir.

Aslında gelişmekte olan ülkeler içinde, büyüme rakamları ile en parlak performanslardan birini sergileyen ülkemizin, geçen dönemde olduğu gibi hala “kırılgan beşli” içinde yer

alıyor olması, tam da bu endişelerin bir sonucu.

Türkiye her daim dış kaynak bulma zorunluluğu olan bir ülke olarak, “global finansal şartlar sıkılaştığında en fazla risk altında olabilecek olanlar” listesinde Arjantin, Pakistan, Mısır ve Katar ile birlikte yer alıyor.

Diğer yandan Suriye’de sağlanan barış sonrası jeopolitik risklerin azalması söz konusu olmakla birlikte, özellikle uluslararası ilişkiler konusunda haber akışı ülkemize karşı global risk iştahını kısıtlıyor. Bu durum kırılganlığımızı perçinliyorsa da, 2018 yılında Türkiye ekonomisinin yine iyi bir performans göstermesi bekleniyor. Ülkemiz ekonomisi için 2018 büyüme tahmini OECD’nin yüzde 4,5, IMF’nin ise yüzde 3,5. Neredeyse herkesin mutabık olduğu konu ekonomik reformların önemi ve önceliği.

Yeni yılın yeni ümitler getirmesi, 2018 yılının verimli, bereketli ve barış dolu bir yıl olması dileğiyle…

Ekonomi Ekonom

Yeni Yıla Girerken

Aslı GünelSelçuk Ecza Deposu Tic. ve San. A.Ş.Yatırımcı İlişkileri & Sermaye Piyasaları Koordinatörü

Page 49: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

93 92 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

Günümüzün değişen üretim ve tüketim alışkanlıklarıyla geleneksel çarşıların suskunlaşması arasında ilişki kurmak mümkün... Geleneksel çarşıların tekrar canlanması, yeni nesil alışveriş mekânlarının özelliklerini anlamak ve değerlendirmekten geçiyor olabilir.

“Çarşı” kavramı, geleneksel Anadolu yerleşmeleri için her zaman alışverişten öte bir anlam taşımıştır. Çarşılar, içlerinde barındırdıkları han, hamam, cami, kahvehane, berber gibi diğer tamamlayıcı unsurlarla birlikte, ticaretin ve ekonomik etkinliklerin yürütüldüğü mekânlar olmanın ötesine, Anadolu kentinin kamusal çekirdeğini oluşturur. Çarşı kentin kalbi; ekonomik, sosyal ve kültürel canlılığın ana kaynağıdır.

Bu bakımdan çarşıların korunması, sadece geleneksel zanaatların ya da çarşı yapılarının korunmasından öte, kent merkezindeki toplumsal canlılığın korunmasına işaret eder. Çarşı bir koruma konusu olarak, kentin koruma gelişme dengesinin devamlılığı ve sürdürülebilir sosyokültürel gelişiminin en temel mekânsal yansıması olarak değerlendirilebilir.

Günümüzde değişen üretim ve tüketim alışkanlıkları kentlerimizde

geleneksel çarşı dokularının giderek köhneleşerek kaybolmasına yol açıyor. Bu bakımdan bir kentsel koruma pratiği olarak çarşı dokularının korunmasında öncelik çarşıdaki binaların korunmasından öte, çarşının ifade ettiği sosyal ve kültürel canlılığın korunmasındadır.

Kent odağının kaybolduğu, ticaretin AVM’lere hapsolduğu, zanaatın öldüğü bir kentte geleneksel çarşı da sadece hediyelik eşyaların satıldığı göstermelik bir turistik tur güzergâhına dönüşerek, tüketim mekânı değil, tüketim nesnesi haline gelir. Bu nedenle çarşıyı çarşı olarak koruyabilmek için; “Değişen alışveriş alışkanlıklarını geleneksel çarşıda nasıl yaşatabiliriz?” sorusunu sorarak başlayabiliriz.

Geleneksel bir çarşı dokusu çağdaş alışveriş alışkanlıklarına yönelik tüm ihtiyaçları hâlihazırda zaten barındırmaktadır. Çarşıların canlandırılmasına yönelik projeler bu bakımdan kent merkezinin fiziksel, ekonomik ve sosyal açıdan bir bütün olarak, karma kullanımları barındıran bir kompleks gibi planlanmasını hedeflemelidir. Bu şekilde küçük esnafın yakınlarında bulunan AVM ile rekabet gücünün artması sağlanırken, ekonomik olarak kendini ayakta tutan, kendi kendini koruyan canlı bir çarşı yaratılabilecektir.

Çarşı bir kamusal mekândır. Ulu camiler ve kent meydanları genellikle geleneksel çarşı dokularının merkezinde bulunur, çünkü çarşı kentlinin bir araya geldiği ortak mekândır. Geçmişte olduğu gibi bugün de alışveriş ticari bir eylemin ötesinde sosyal faaliyettir. Alışveriş, çoğu zaman kent içinde “gezmek”, boş zaman geçirmek için bir araçtır. Bu bakımdan çarşıların canlandırılmasında ana hedef mekânın kamusal niteliğinin yükseltilmesi olmalıdır.

Çarşı bir özgürlük mekânıdır. Anadolu coğrafyasında antik kentlerdeki forumlardan Osmanlı kahvehanelerine, çarşılar farklı kültürlerin, fikirlerin, yaşamların çakışma ve karşılaşmasına olanak tanıyan mekânlardır. Bu bakımdan çarşılar kent merkezinde, kentlinin kendini ifade etme imkânı

bulduğu alanlardır. Çarşıların yaşatılması ve korunması sürecinde, mekânın kendi dinamikleri ile korunması sağlanmalı, yukardan aşağı planlamalardan kaçınılarak, katılımcı ve esnek modeller önerilmelidir. Özellikle kentteki genç girişimciler, öğrenciler ve yaratıcı sektörlerin çarşıda kendilerine yer bulmaları teşvik edilmelidir.

Çarşı mekânsal bir bütünlüğe sahiptir. Çarşı kent içinde tanımlı bir mekân oluşturur. Kapalıçarşı, han, bedesten gibi bir takım kontrollü mekânların ötesinde geleneksel çarşı başlı başına özgün bir kentsel yapıdır. Bu bakımdan çarşıların canlandırılmasına yönelik yapılacak eylemlerde, çarşıların geleneksel kimlikleri bozulmadan çağdaş alışveriş alışkanlıklarına hizmet edebilecekleri düzenlemelerin yapılması önemlidir.

Çarşı bir kültür mekânıdır. Geleneksel çarşı hem o şehirde yaşayanlar, hem de ticaret amaçlı olarak kente gelen ziyaretçiler için bir kültür odağıdır. Günümüzde inşa edilen alışveriş merkezlerinin içlerinde bile mutlaka sinema, konser ya da sergi salonu bulunması bu bakımdan tesadüf değildir. Kültürel etkinlikler çekim yaratırlar, kamusal kullanımı arttırırlar ve özellikle çevrelerindeki küçük esnafı desteklerler. Bu bakımdan çarşıların canlandırılması sürecinde içlerindeki kültür alt yapısı mutlaka desteklenmelidir.

Çarşı bir yeme içme mekânıdır. Çarşıların içindeki esnaf lokantaları, kahvehaneler ve seyyar satıcılar çoğu zaman bulundukları kentteki yemek kültürünün en özellikli örneklerini sunarlar. Yeme içme çağdaş alışveriş alışkanlıkları içinde de önemli bir yer tutar.

Çarşı bir üretim mekânıdır. Geleneksel çarşılar içinde usta yetiştiren atölyeleri ve zanaata dayalı üretimi barındırırdı. Bu bakımdan çarşı günümüzün hem fabrikalarının, hem de teknik meslek okullarının yerini tutmaktadır. Günümüzde üretim ilişkileri ve mekânları değişmiş olsa da kent merkezinde küçük zanaatçıların çarşı içinde yaşatılması, atölye çalışmaları veya dönemlik kurslarla

zenginleştirilmesi, çarşı dokularının canlandırılarak yaşatılması için önemli araçlardır.

Çarşı bir sivil örgütlenme modelidir. Ahilik kültürü Anadolu coğrafyasında çağdaş anlamda sivil toplum örgütlenmesinin ilk örneklerinden biri sayılabilir. Esnaf örgütlenmesi Osmanlı kültüründe kurumsallaşmış bir yapı olarak, çarşının temel yapı taşını oluşturur. Bugün de çarşıların

yaşatılması açısından sivil örgütlenme önemli bir basamaktır. Çarşının sahibi ve koruyucusu esnaf olduğundan öncelikle alanda yapılan çalışmaların esnaf tarafından sahiplenilmesi ve yaşatılması gereklidir. Bu bakımdan çarşı esnafının kendi kararlarını alacağı, katılımcı mekanizmaları çalıştırabilecek ve oto kontrol sağlayabilecek bir örgütlenmeye gitmesi canlanma hareketinin sürdürülebilirliği açısından önemlidir.

Anadolu’da geleneksel çarşı kültürü, AVM’lerin baskısına rağmen hala yaşamak için direnmektedir. ÇEKÜL Vakfı’nın kuruluşundan bugüne geliştirdiği koruma bilinci doğrultusunda Gaziantep, Muğla, Şanlıurfa, Bursa, Bergama, Muğla, Çanakkale, Kahramanmaraş gibi tarihi kentlerde yürütülen geleneksel çarşı koruma modelleri; 455 üyesi olan Tarihi Kentler Birliği’nin de gündemine girmiş ve büyük-küçük tüm yerleşimlere örnek olmuştur.

Her yıl Antalya’da düzenlenen ve 30 bine yakın bir ziyaretçi sayısına ulaşan YAPEX Restorasyon Fuarı’nın da ana teması bu yıl “Geleneksel Çarşılarda Koruma”dır. TKB’nin Özendirme Yarışması’na başvuran belediyelerin projelerinde de çarşı koruma proje ve uygulamaları artış göstermeye başlamıştır.

Çevre Çevre

Alp ArısoyÇEKÜL Vakfı Kent Çalışmaları Koordinatörü, Mimar

Geleneksel Çarşılara Dönüş

1 32 4Muğla GaziantepGaziantep Malatya

1 2

4

3

Page 50: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

95 94 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

EkimKasımAralık

Ajanda Ajanda

2 Ocak İnsandan İnsana İlk Kalp Nakli

2 Ocak Rodos’un Fethi

4 Ocak Hastalık Sigortasının Kabulü

6-12 Ocak Enerji Tasarrufu Haftası

7-13 Ocak Verem Haftası

7-14 Ocak Beyaz Baston Körler Haftası

20 Ocak İlk Anayasanın Mecliste Kabulü

22 Ocak Baytar Mektebi’nin Açılışı

25-31 Ocak Cüzam Haftası

26 Ocak Televizyonun İcadı

27 Ocak Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu

28 Ocak Misak-ı Milli’nin Kabulü

1 Şubat Sinemanın İcadı

3 Şubat İlk Uzay Gemisinin Ay’a İnişi

4 Şubat Dünya Kanser Günü

9 Şubat Dünya Sigarayı Bırakma Günü

14 Şubat Sevgililer Günü

14 Şubat Telefonun İcadı

16 Şubat Kyoto İklim Sözleşmesi

18 Şubat Türkiye’nin NATO’ya Girişi

1-7 Mart Yeşilay Haftası

1-7 Mart Deprem Haftası

8 Mart Dünya Kadınlar Günü

14 Mart Tıp Bayramı

15 Mart Dünya Tüketiciler Günü

18 Mart Çanakkale Zaferi

18 Mart Şehitler Günü

18-24 Mart Yaşlılar Haftası

21 Mart Nevruz Bayramı

21 Mart Dünya Ormancılık Günü

21 Mart Irk Ayrımı ile Mücadele Günü

22 Mart Dünya Su Günü

23 Mart Dünya Meteoroloji Günü

24 Mart Dünya Tüberküloz Günü

24-30 Mart Kütüphane Haftası

27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü

Medeni Kanun’un Kabulü

Mustafa Kemal Paşa, 1 Kasım 1925 tarihinde TBMM’nin İkinci Dönem Üçüncü Yasama Yılı’nı açarken, genel hayatımızı yeni baştan düzenleyecek yasaların haberini veriyordu. Hükümetin adli reformlar konusunda hazırladığı tasarı, 24 Aralık 1925’te TBMM’ye sunuldu.

Türk Medeni Kanunu, 17 Şubat 1926’da İsviçre Medeni Kanunu örnek alınarakTBMM’de kabul edilen ve 4 Ekim 1926

tarihinde yürürlüğe konulan 743 sayılı kanun oldu. 1 Ocak 2002 tarihinde yeni Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle yürürlükten kalktı.

17 Şubat 1926’da kabul edilen Medeni Kanun sonrası kadın ve erkek yasalar önünde eşit hale geldi. Aile hayatında kadın ve erkek arasındaki eşitlik sağlandı, kadınlara boşanma hakkı verildi.

Çocukların kız ve erkek ayrımı yapılmadan mirastan eşit ölçüde faydalanmasının önü açıldı. Tek kadınla

evlilik esası getirilerek resmi nikah zorunlu oldu, böylelikle evlilik akdi devlet güvencesine alındı. Çocukların iyi yetişmesi için ana ve babaya yükümlülükler getirildi. Kişilerin mallarla ve birbirleri ile olan çelişkiler ve boşluklar yok edilerek modern bir sistem sağlandı.

Türk kadını Medeni Kanun’un kabulüyle ekonomik, sosyal ve hukuksal alanlarda erkeklerle eşit haklara sahip oldu, ancak siyasi ve demokratik alanda kadın-erkek eşitliğinin oluşması daha sonra kabul edilen yasalarla gerçekleşti. 1930’da

Türk kadını belediye, 1933’te muhtarlık, 1934’te milletvekili seçimlerine katılabilme hakkı kazandı.Medeni hukuk, şahıslar arasındaki ilişkileri düzenleyen, şahısların doğumdan (tüzel kişilerde kuruluşundan) ölümüne (tüzel kişilerde sona ermesine), tüm ilişkilerini düzenleyen özel hukuk dalıdır.

Kişiler hukuku, aile hukuku, eşya hukuku, miras hukuku medeni hukuk kapsamında yer alır ve medeni kanunla düzenlenir. Borçlar hukuku ve ticaret

hukuku da aslında medeni hukukun uzantısıdır. Medeni hukuk salt bir hukuk dalı olmaktan öte hukukun özüdür.

Türkiye’de Medeni Kanun, İsviçre Medeni Kanunu’ndan iktibas edilmiştir. Kazuistik metoda sahip Prusya Kanunu ile devrimci bir felsefeye sahip katı Fransız Kanunu arasında kalarak ortalama bir yol izlemiştir. Kanuna öncelik tanımakla birlikte hakime takdir hakkı da tanımaktadır.

Page 51: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

97 96 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

başlatılan çalışmalar nihayet 1947’de olumlu bir sonuca ulaşmış ve “Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması” imzalanmıştır. Yine aynı yıl, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 13 ülkenin ortak katkılarıyla “Avrupa Gümrük Birliği Çalışma Grubu” oluşturulmuştur.

Çalışma grubunun gümrük formalitelerini incelemek ve ortak normlar tespit etmekle görevlendirdiği Gümrük Komitesi, ortak bir Gümrük Tarife Cetveli ve Gümrük Kıymet Tanımı üzerinde çalışmalarını yoğunlaştırırken, daimi bir “Gümrük Konseyi” oluşturulması düşüncesi de pekişmeye başlamıştır. Nitekim 15 Aralık 1950’de Brüksel’de imzaya açılan 3 önemli uluslararası sözleşmeden biri de “Gümrük İşbirliği Konseyi’ninKuruluşuna

İlişkin Sözleşme” olmuştur. Sözleşmeyi imzalayan 17 ülkeye daha sonra diğer ülkeler katılmış, 1953 yılında Türkiye de sözleşmeyi resmen onaylamıştır.

Uluslararası ticaretin geliştirilmesinde yıllardır önemli görevler üstlenen ve 1 Ekim 1994 tarihinden itibaren adını “Dünya Gümrük Örgütü” (World Customs Organization) olarak değiştiren Gümrük İşbirliği Konseyi (Conseil de Coopération Douanière), ilk toplantısını gerçekleştirdiği 26 Ocak 1953 tarihinden esinlenerek, her yıl 26 Ocak gününü Dünya Gümrük Günü olarak kutlamaktadır.

İlk Uzay Gemisinin Ay’a İnişi

İnsanoğlu, uzaydan Dünya’yı inceledikten sonra ilk hedefi Ay oldu. İnsanlar daha sonra çeşitli uzay uçuş programları ile Ay’ı yakından inceledi. İnsansız uzay gemileri ile Ay’a seyahat için pek çok ön hazırlık, deneme ve araştırma yapıldı.

İlk olarak 2 Ocak 1959 tarihinde Sovyetler Birliği, Luna-1 isimli uzay aracını Ay yörüngesine oturtmak ve bilgi toplamak için fırlattılar. Fakat Luna-1, rotayı şaşırarak Ay’ın 6.000 km uzağından geçti. Böylece ilk denemeden beklenen sonuç alınamadı.

Sovyetler 12 Eylül 1959’da bu kez Luna-2 isimli uzay aracını Ay’da araştırma yapmak için gönderdi. Ancak bu deneme de aracın Ay yüzeyine sert iniş yaparak parçalanması nedeniyle başarısızlığa uğradı.

Sovyetler, Ay araştırmalarıyla ilgili üçüncü denemelerinde başarılı olabildiler. Luna-3 adı verilen araç 4 Ekim 1959 tarihinde fırlatıldı. Ay yörüngesine giren araç pek çok fotoğraf çekip gönderdi. Bu sayede Ay’ın görünmeyen yüzü hakkında bilgi elde edilmiş oldu.

Ancak Sovyetler sonunda istedikleri başarıyı elde etti. Ay’a yumuşak iniş yapan ilk uzay aracı olan Luna-4, Sovyetler tarafından 3 Şubat 1966 tarihinde fırlatıldı. Sovyetlerin araştırma çalışmaları Luna-10’un 31 Mart l967’de fırlatılması ve Ay etrafında bir yörüngeye girmesiyle son buldu.

Amerika ise bundan 4 ay sonra kendine ait ilk uzay aracını aya yollamayı başarabildi.

1968 yılında Ay yörüngesine ilk insanlı uçuşu gerçekleştiren Amerika Birleşik Devletleri bir yıl sonra yapacağı hamle ile uzay yarışının altını üstüne getirecek ve yarışı fiilen sona erdirecekti.

Ay yüzeyine insanlı bir uzay aracıyla ilk iniş ve ilk Ay yürüyüşünü gerçekleştirme hayali ile Neil Armstrong, Buzz Aldrin ve Michael Collins’den oluşan mürettebatıyla Apollo 11’i, 16 Temmuz 1969’da uzay boşluğuna fırlatan Amerika Birleşik Devletleri, 20 Temmuz 1969 tarihinde hedeflerinin ilkini gerçekleştirecekti. “Kartal konmuş”, Apollo 11 başarılı bir şekilde Ay yüzeyine inmişti.

Sıra uçuşun ikinci hedefini gerçekleştirmekteydi. İnişten altı saat sonra Apollo 11’in komutanı Neil Armstrong o ünlü sözlerini söylediğinde insanoğlu adına Ay’a ilk adımı atıyordu. Ardından da Buzz Aldrin Ay yüzeyine indi. İki astronot Amerika Birleşik Devletleri bayrağını Ay’a dikip tarihi bir olaya imza atmış oldu.

Dünya Demiryolu Çalışanları Günü

Her 27 Mart günü, 154 ülkeden 750 sendikada örgütlü 4,6 milyon ulaştırma çalışanı bulunan Uluslararası Taşımacılık Çalışanları Federasyonu (ITF) tarafından Dünya Demiryolu Çalışanları Günü olarak kutlanmaktadır. Ancak raylı sistem ile taşımacılık fikrinin ne zaman ortaya çıktığı sorusunun yanıtı sanılanın aksine çok daha eski tarihlere uzanmaktadır.

Arkeologlar Mısır’daki bir piramidin yakınında MÖ 2600 yıllarında yapıldığı sanılan bronz ray kalıntılarını gün ışığına çıkarmıştır. Piramidin yapımında kullanılan taşların ocaklardan taşınmasında bu raylardan yararlanıldığı tahmin edilmektedir.

Mısır’da kullanılan bronz raylardan, demir rayların kullanılmasına kadar insanoğlu 4300 yıl beklemiştir. 1738’de ilk demir ray İngiltere’de bir maden ocağında kullanılmıştır. İlk lokomotif ise sanayi devriminin İngiltere’sinde, Galler’deki bir kalay madeninde, 1804’te kullanılmaya başlanmıştır.

İlk rayın kullanılmasının üzerinden yaklaşık 4600 yıl sonra bugün dünya üzerinde yaklaşık 1 milyon 500 bin kilometre uzunluğunda bir demiryolu ağı bulunmaktadır. Bugün Kutup Bölgeleri, Amazon Nehri Havzası, Büyük Sahra, Afrika Savanaları, Arabistan Çölü,

Sibirya Stepleri, Orta Asya Bozkırları, Güneydoğu Asya Tropikal Ormanlık Alanları ve Avustralya Düzlükleri dışında hemen her yere trenle ulaşmak mümkündür.

Raylı taşımacılığın doğduğu yer her ne kadar İngiltere olsa da Amerika’ya özel olarak değinmek gerekmektedir. Çünkü ilk kamu demiryolu Amerika’ya açılmış ve 1848’de Chicago’dan hareket eden ilk kamu treni ünlü Pioneer lokomotifi olmuştur. Chicago bugün dünyanın en büyük demiryolu merkezlerinden birisidir. Amerika da bugün dünya demiryolu trafiğinin en yoğun olduğu, en uzun demiryolu ağına sahip bölgedir.

Dünya Gümrük Günü

Gümrük kavramı uzun yıllar mali nitelikli bir vergi türü olarak anlaşılmış ve yorumlanmıştır. Ancak başlangıçta ulaşım imkânları elverişli şehir ve bölgeler arasında yapılan ticaret ve mal mübadelesi, milli nitelikli devletlerin kurulmasıyla uluslararası ekonomik ilişkilere dönüşünce eski anlayış ve yorumlar geçerliliğini yitirmiştir. Özellikle sanayi devriminden sonra gümrük rejimlerinin ticaretin yönlendirilmesinde, ulusal ekonomilerin, uluslararası ticaretten daha fazla pay almasında, ulusal sanayinin gelişmesinde ve faaliyetlerinin teşvik edilmesinde etkili bir araç olduğu ortaya çıkmış, gümrük vergisi ve kavramı ekonomik bir içerik kazanmıştır.

Zaman içinde gümrük formalitelerinin karmaşık yapısının yanı sıra, gittikçe egemen olmaya başlayan himayeci görüşlerin ticaretin gelişmesine engel olduğu görülmüştür. Bu durum; 1900’lü yılların başından itibaren, gümrük mevzuatı ve formaliteleri konusunda, uluslar arasında bir uzlaşma zorunluluğunu gündeme getirmiştir. Nitekim 1922’de “Milletlerarası Ekonomik Konulara İlişkin Konferans” düzenlenmiş, fakat burada alınan, yasakların kaldırılması ve formalitelerin basitleştirilmesi kararları uygulamaya konulamamıştır.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra tekrar

Ajanda Ajanda1 1850 Model Tren 2 Meram Tren Garı, Konya 3 Halkalı Gümrüğü

1

2

3

Page 52: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

99 98 Ocak/Şubat/Mart2018

Ocak/Şubat/Mart2018

yapıldığını ve yaklaşık 2.500-3.000 kişi doyurulduğunu anlıyoruz.

Bu yemeklerde sunulan yemek çeşitleri ise şöyle: Maydanozlu pirinç çorbası (sabahları), buğday aşı (akşamları), dane (pilav, zerde ile birlikte sade pilav), zerde (pilav ile birlikte), zırbaç (pelte), koyun etli yahni (her sabah ve akşam 150 gr), fodla (pide, beheri 300 gr), koruklu kabak (mevsiminde), yoğurtlu bazu (pazı), pirinç (pilav) zerde ile birlikte, asel (bal), ekşi aş, ballı kabak reçeli, paça, üzüm turşusu, patlıcan turşusu, soğan turşusu, kara üzüm, incir ve siyah erik.

ZerdeMalzemeler: Yarım bardak en iyisinden pirinç, iki bardak toz şeker, beş bardak su, üçer gram safran ve zerdeçal, üç çorba kaşığı ararot ya da patates nişastası, iki çorba kaşığı dolma fıstığı, iki çorba kaşığı kuş üzümü, bir adet narın taneleri, bir kahve fincanı gül suyu.

Yapılışı: Temiz kalaylı bir kap içinde dört bardak su kaynatılır, temizlenmiş, yıkanmış pirinç kaynar suya atılır, çok

hızlı kaynamamak şartıyla pişirilirPirinç uzadıktan sonra şeker konulup, birlikte kaynatılır. Bir fincan gül suyunda ıslatılmış safran, soğuk su ile bulamaç durumuna getirilmiş ararot ya da nişasta, zerdeçal kaynayan pirince karıştırılarak katılır ve hemen ateşten alınır (Zerdeye ararot koyduktan sonra fazla kaynatılırsa zerde sulanır). Kaplara boşaltılarak soğutulur. Soğuduktan sonra üzeri fıstık, üzüm ve nar taneleriyle süslenir.

Not: Safran ve zerdeçal yerine çok ince rendelenmiş portakal kabuğunu, renk vermesi için kullanabilirsiniz.

Kervansaraylar, şehirlerarası yük ve yolcu taşıyan kervanlardaki yolcular ve tüccarlar için yapılmış özel konaklama yerleridir. Selçuklu döneminden başlayarak Anadolu’da ve Osmanlılar Rumeli’ye geçtikten sonra da buralarda kurulmuş olan bu ulaşım ağı, yaklaşık dokuz saatlik deve sürme mesafeleri hesap edilerek inşa edilmiştir.

Çoğunlukla zengin bir hayırsever tarafından yaptırılıp vakfa bağlanır. Bu amaçla kurulan vakıf, bir hayır kurumu olarak kervansarayları idare eder. Osmanlı döneminde bu tür konaklama yerleri daha çok “han” diye adlandırılmıştır.

Bu yapıların içinde, insanlar ve hayvanlar için ayrı mekanların yanı sıra arabaların çekilmesi için avlular ve ibadet için ayrılmış özel yerler vardır. Genel olarak üç günlük barınma için para alınmaz. Yine üç gün için yeme içme bedavadır. Para, ancak ziyaretçi tarafından teklif edilirse alınır.

1494-1568 seneleri arasında yaşamış ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde Türkiye’yi ziyaret etmiş alman yazar Hans Dernschwam, 1553’te Edirne’de kaldığı kervansarayda verilen yemeğin çorba, et ve yanında da soğan ve sarımsak olduğunu yazar. 1522-1591 seneleri arasında yaşayan, aynı zamanda, 16. yüzyıl İstanbul’u hakkında en yetkin kaynaklardan

biri olan “Türk Mektupları” adlı eseri yazmış ve bu suretle, edebiyatta gezi mektupları türünün öncülerinden biri olmuş, ayrıca Türk lalesini Avrupa’ya tanıtmış Flemenk diplomat Ogier Ghiselin de Busbecq’in 1555’te Niş civarındaki bir handa gecelemesi sırasındaki izlenimleri ise şöyledir:

“Bazen kervansaraylara nazaran daha geniş ve büyük olan, yatak odaları ayrılmış bulunan Türk hanlarında kaldım. Bu hanlar zengin ya da fakir, Hıristiyan ya da Yahudi olsun herkese açıktır. Paşalar, sancak beyleri icabında burada konaklarlar. Hanlarda misafirlere yemek vermek adettir. Yemek zamanı gelince bir hizmetçi, elinde kocaman bir tepsi ve üstünde bir tabak bulgur pilavı olduğu halde ortaya çıkar. Pilav tabağının etrafında ekmekler sıralanır. Bazen bir miktar bal gümeci bulunur.” Yazar önce yemeği geri çevirmiş, ısrar edilince yemiş ve beğenmiş. Ancak, üç gün boyunca aynı yemeğin verildiğini vurguluyor.

Ekmek Aşı (Papara)Malzemeler: Bir adet bayatlamış ekmek, 50 gr yağ, iki baş soğan, 100 gr koyun kıyması, tuz, bir bardak su, beş diş sarımsak, 200 gr yoğurt, yarım limon.

Yapılışı: Bayatlamış ekmekler kibrit biçiminde parçalara bölünür ve büyükçe bir tabağa yaygın bir biçimde konulur. İnce doğranmış soğan tencerede yağda pembeleştirilir ve

kıyma ilave edilerek kavrulur. Su, tuz ve limon ilave edilip 10 dakika suyunu çekmesi için ateşte tutulur. Hazırlanmış olan bu çorba, ekmeklerin üstüne dökülür. Sarımsaklı yoğurtla servis yapılır.

Not: Dileyen yarım limon yerine iki domates koyabilir.

Osmanlı döneminde ilk imarethane 1336’da İznik’te Orhan Gazi zamanında kurulmuştur. Türk mimar ve restoratör Ali Saim Ülgen, “İnegöl’de İshak Paşa Manzumesi” adlı çalışmasında konuyla ilgili önemli bilgiler vermektedir: “Orhan Gazi, İznik surları dışındaki imaretini yaptırınca ilk iş olarak buradan yemek dağıtmış ve imaretin şeyhliğini de dedesi Edebali’nin müridi Hacı Hasan’a vermişti.”

Çoğunlukla bir cami çevresinde inşa edilen yapılar topluluğu olan külliyeler ibadet, eğitim, sağlık ve diğer sosyal hizmetlerin örgütlendiği yerler olmuşlardır. Külliyelerin bünyesinde kurulmuş olan imarethanelerin mutfağından yemek önce medrese öğrencilerine ve çalışanlarına, külliyenin diğer birimleri (kütüphane, hamam, cami) çalışanlarına, kervansarayda konaklayanlara verilir ve geri kalan yemek de fakir fukaraya dağıtılırdı.

Prof. Dr. Süheyl Ünver’in Fatih Aşhanesi Tevzinamesi kitabından 1545’te biri kuşluk, diğeri akşam namazı öncesi olmak üzere iki öğün yemek servisi

Bu yazı, Deniz Gürsoy’un; “Tarihin Süzgecinde Mutfak Kültürümüz” adlı kitabından, yazarın izniyle alınmıştır”.

Tarihin Süzgecinde Mutfak Kültürümüz;

Kervansaraylar ve İmarethaneler

1 Sultanhanı Kervansarayı - KayseriYemek Kültürü Yemek Kültürü

MastabeOsmanlı mutfağındaki ilk soğuk yemek, XV. yüzyılda kayıtlara geçen Mastabe olarak kabul edilirmiş. Mastabe1 bağ pazı 1 kase süzme yoğurt Yarım çay bardağı soyulmuş badem 1 yemek kaşığı çörekotu Zeytinyağı Tuz

Pazıları kaynar suda 2-3 dk bekletin. Soğuk suyla yıkayıp, sıkın ve güzelce doğrayın. Tuz ekleyin. Süzme yoğurda tuz ekleyip çırpın.Servis tabağına süzme yoğurdu koyun. Kaşık yardımıyla yayın. Üzerine doğradığınız pazıları, bademleri, çörek otunu koyun ve en son zeytinyağını gezdirerek servis edebilirsiniz. Afiyet olsun.

Fotoğtaf, Reçete;Emel BalıkçıSihirli Parmaklar

1

Page 53: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

100 Ocak/Şubat/Mart2018

Vitamin / Karikatür

Page 54: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

İstanbul üçlemesi; köprü, kuşlar ve insanlar”

Page 55: Jale Yılmabaşar - selcukecza.com.tr

Yıl: 14 / Sayı: 532018-1

Selçuk Ecza ve As Ecza Depolarının ücretsiz kurumsal yayınıdır.

Ateşin Ustası;

Jale Yılmabaşar

Selçuk Ecza ve As Ecza Depolarının ücretsiz kurumsal yayınıdır. Selçuk Ecza ve As Ecza Depolarının ücretsiz kurumsal yayınıdır.

Zeugma Antik Kenti kazı bölgesi