İstanbul Sözleşmesi: Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi
description
Transcript of İstanbul Sözleşmesi: Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi
i
MÜ
GE
DE
MİR
KIR
ÜN
LÜ
T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ HUKUK ANABİLİM DALI
KAMU HUKUKU BİLİM DALI
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NİN (KADINA YÖNELİK ŞİDDET VE AİLE-İÇİ ŞİDDETİN ÖNLENMESİ VE
BUNLARLA MÜCADELEYE DAİR AVRUPA KONSEYİ SÖZLEŞMESİ) ULUSAL HUKUK AÇISINDAN
DEĞERLENDİRİLMESİ Yüksek Lisans Tezi
MÜGE DEMİRKIR ÜNLÜ
İstanbul, 2012
İST
AN
BU
L S
ÖZ
LE
ŞM
ES
İ’NİN
(KA
DIN
A
YÖ
NE
LİK
ŞİD
DE
T V
E A
İLE
-İÇİ Ş
İDD
ET
İN
ÖN
LE
NM
ES
İ VE
BU
NL
AR
LA
MÜ
CA
DE
LE
YE
DA
İR A
VR
UP
A K
ON
SE
Yİ
SÖ
ZL
EŞ
ME
Sİ) U
LU
SA
L H
UK
UK
AÇ
ISIN
DA
N D
EĞ
ER
LE
ND
İRİL
ME
Sİ
HU
KU
K / K
AM
U H
UK
UK
U
İstanbul, 2
012
ii
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
HUKUK ANABİLİM DALI KAMU HUKUKU BİLİM DALI
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NİN (KADINA YÖNELİK ŞİDDET VE AİLE-İÇİ ŞİDDETİN
ÖNLENMESİ VE BUNLARLA MÜCADELEYE DAİR AVRUPA KONSEYİ SÖZLEŞMESİ) ULUSAL HUKUK AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
Yüksek Lisans Tezi
MÜGE DEMİRKIR ÜNLÜ
Danışmanı Yrd. Doç. Dr. OYA BOYAR
İstanbul, 2012
iv
GENEL BĠLGĠLER İsim ve Soyadı : Müge DEMİRKIR ÜNLÜ Anabilim Dalı : Hukuk Programı : Kamu Hukuku Tez Danışmanı : Yrd. Doç. Dr. Oya BOYAR Tez Türü ve Tarihi : Yüksek Lisans- Ağustos 2012 Anahtar Kelimeler : Kadına yönelik şiddet, Aile içi şiddet, İstanbul Sözleşmesi
ÖZET
ĠSTANBUL SÖZLEġMESĠ’NĠN (KADINA YÖNELĠK ġĠDDET VE AĠLE-ĠÇĠ ġĠDDETĠN ÖNLENMESĠ VE BUNLARLA MÜCADELEYE DAĠR AVRUPA KONSEYĠ SÖZLEġMESĠ) ULUSAL HUKUK AÇISINDAN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ
Son yıllarda Medya tarafından da sıkça gözler önüne serilen „kadına yönelik
şiddet‟ ve „aile-içi şiddet‟ olayları kaygı verici rakamlara ulaşmıştır. Fiziksel olarak daha güçlü olan erkek, geleneklerin ve yerleşmiş toplumsal-kültürel kalıpların da etkisi ile özellikle aile içinde kadına karşı psikolojik, fiziksel, cinsel, ekonomik şiddeti uygulamada kendini haklı görmektedir. “Kadın” dinsel, kültürel, geleneksel, hatta bazı ülke kanunlarında hukuksal açıdan sorumluluğu alınması ve yönetilmesi gerekli “eş” olarak şiddete maruz kalmaktadır.
Aile-içi şiddettin ikincil mağdurları da çocuklardır. Çocuklar, fiziksel şiddete doğrudan maruz kalmasalar da olayın geri dönülmez psikolojik etkilerini ileri dönemlerde yaşamaktadırlar. Bu tarz şiddet olayları, tedbir alınmazsa şiddet, kuşaktan kuşağa aktarılan bir kısır döngü halini almaktadır.
Bu çalışma ile kadına yönelik olarak gerçekleşen şiddetin nedenleri ortaya koyulmuştur. “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile-İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” (İstanbul Sözleşmesi)‟nin getirdiği yenilikler ve normlar, Türk iç hukuk düzenlemeleri ile beraber değerlendirilmiştir 1. Tartışmalardan biri de toplumumuzda ve hatta Dünyada kadına yönelik şiddet olaylarına bakıldığında, temelde bu durumun erkeğin, kadını yetersiz addederek, kendini üstün görmesi zihniyetinden kaynaklandığı öngörüsüdür.
1 Avrupa Konseyi tarafından hazırlanmış ve imzaya sunulmuş olan bu Sözleşmeyi ilk onaylayan devlet Türkiye’dir.
v
GENERAL KNOWLEDGE Name and Surname : Müge DEMİRKIR ÜNLÜ Field : Law Programme : Public Law Supervisor : Assist. Assoc. Dr. Oya BOYAR Degree Awarded and Date : Master’s - August 2012 Keywords : Violence against women, Domestic violence, Istanbul
Agreement
ABSTRACT
AN EVALUATION OF THE ISTANBUL AGREEMENT (CONVENTION ON PREVENTING AND COMBATING VIOLENCE AGAINST WOMEN AND DOMESTIC
VIOLENCE) ACCORDĠNG TO THE NATIONAL LAW
In recent years, violence against women and domestic violence cases, an
unfortunate staple of the broadcast news media, has reached disturbing levels in terms of the degree of violence and frequency. Physically stronger, men feel justified by traditional, social and cultural norms in inflicting physical, psychological, sexual and economic violence on women inside of the family. As a wife, a woman can be subjected to violence because she needs to be governed in accordance with religious, cultural, traditional and, in some countries, laws and regulations.
Children are often secondary victims of domestic violence. Even if they do not experience physical violence directly, they may develop irreversible negative psychological effects as a result and these can, if serious steps are not taken, perpetuate a vicious circle of violence transmitted from generation to generation.
This study explores the possible reasons for the prevalence of violence against women and evaluates Turkish laws in the light of the innovations and norms introduced under the Council of Europe Convention on Preventing and Combating Violence Against Women and Domestic Violence (the Istanbul Agreement)2. It argues that the cause of violence against women in Turkish society and abroad can be reduced to a widespread belief that men are superior to women in every significant way.
2 Which, at the time of this paper’s publication, had not received sufficient ratifications to be enacted, but had been ratified by the Republic of Turkey, which was the first country to do so.
vi
ÖNSÖZ
Son yıllarda kadınlara yönelik olarak giderek artan şiddet olaylarının temelinde
kadının tarih boyunca kabul edilegelmiş, kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolü en
önemli etkendir. Geleneksel, sosyal ve dinsel etmenlerle kadına biçilmiş olan bu
rollerle ilgili ulusal ve uluslararası platformlarda konferanslar düzenlenmiş ve devletler
kendi aralarında sözleşmeler imzalamışlardır. Kadına yönelik şiddetle ilgili olarak
hazırlanmış son sözleşmede çalışmamızın temelini oluşturan İstanbul Sözleşmesi
(Kadına Yönelik Şiddet ve Aile-İçi Şiddetin Önlenmesine Dair Avrupa Konseyi
Sözleşmesi)‟dir. Henüz sadece Türkiye tarafından onaylanmış ve yürürlüğe girmemiş
olan bu Sözleşmenin konu ile ilgili sorunların çözülebilmesi açısından, uygulamada
büyük kolaylıklar sağlayacağı görüşündeyiz. Bu çalışmada, İstanbul Sözleşmesi, ilgili
iç hukuk düzenlemeleri ile beraber değerlendirilerek, ülkemizdeki normlar ve
uygulamadaki eksiklikler ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu çalışmayı sonlandırmam da
görüş ve önerileri ile desteklerini esirgemeyen Hocam Yrd. Doç. Dr. Oya BOYAR‟a
teşekkür eder, çalışmanın tüm ilgililere yararlı olmasını dilerim.
İstanbul, 2012 Müge DEMİRKIR ÜNLÜ
vii
ĠÇĠNDEKĠLER
Sayfa no.
ĠÇĠNDEKĠLER…………………………………………………………………………………. vii
TABLO LĠSTESĠ……………………………………………………………………………… viii
KISALTMALAR LĠSTESĠ……………………………………………………………………. ix
GĠRĠġ .......................................................................................................................... 1
I. ĠSTANBUL SÖZLEġMESĠNE GENEL BAKIġ …………………………….. 35
A. İSTANBUL SÖZLEŞMESİNİN AMACI, KAPSAMI VE TANIMLAR……….. 48
1. İstanbul Sözleşmesindeki Tanımlar………………………………………. 48
2. İstanbul Sözleşmesinin Amaçları…………………………………………. 58
3. İstanbul Sözleşmesinin Kapsamı…………………………………………. 63
B. İSTANBUL SÖZLEŞMESİNDE TARAF DEVLETİN YÜKÜMLÜLÜKLERİ... 65
1. Genel Yükümlülükler………………………………………………………... 65
a. Ayrımcılık yapmama……………………………………………………. 65
b. Devlet kurumları ile beraber şiddetin aktörü olmama ve gerektiğinde
zararı tazmin ederek kurumları denetleme…………………………… 72
c. Toplumsal cinsiyetle ilgili hassasiyet gerektiren politikalar düzenleme 73
d. Kapsamlı ve koordineli politikalar üretme……………………………… 74
e. Finansal kaynaklar bulma……………………………………………….. 75
f. STK’lar ve Sivil Toplumla ortak çalışma yürüterek onları teşvik etme… 75
g. Koordinasyon kurumu oluşturma………………………………………... 76
h. Veri toplama ve araştırma………………………………………………... 76
2. Özel Yükümlülükler………………………………………………………... 77
a. Önleme-Engelleme Yükümlülüğü………………………………………. 78
b. Mağdurun Korunması-Desteklenmesi Yükümlülüğü…………………… 90
c. Faile Hukuki ve Cezai Yaptırım Uygulanması Yükümlülüğü………… 109
II. ĠSTANBUL SÖZLEġMESĠNĠN ÖZEL ĠZLEME MEKANĠZMASI-GREVĠO…. 171
A. GREVIO’nun İstanbul Sözleşmesince Öngörülen Yapısı-Nitelikleri………… 172
B. GREVIO’nun İstanbul Sözleşmesince Öngörülen Çalışma Usulleri………… 176
SONUÇ VE DEĞERLENDĠRME…………………………………………………………….. 187
KAYNAKÇA…………………………………………………………………………………… 191
viii
TABLO LĠSTESĠ
Sayfa no.
TABLO: Ġstanbul SözleĢmesi, 6284 Sayılı Yasa ve Ġlgili Diğer Mevzuat
KarĢılaĢtırması………………………………………………………………………...……………40
ix
KISALTMALAR LĠSTESĠ
AB : Avrupa Birliği ABD : Amerika Birleşik Devletleri a.g.e. : Adı Geçen Eser a.g.k. : Adı Geçen Karar a.k.t. : Aktaran AİHM : Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi AHİS : Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi AK : Avrupa Konseyi Apne AP : Hindistan merkezli kadın derneği. Açılımı Hintçe ‘de kendi kendine yardım anlamına gelmektedir. AÜHFD : Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi AYM : Anayasa Mahkemesi AYMKD : Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi BM : Birleşmiş Milletler CAHVIO : Kadın ve Aile İçi Şiddete Karşı Şiddetin Önlenmesi ve
Mücadele Özel/Geçici Komitesi (Ad Hoc Committee for
Preventing and Combatting Violence Against Women and
Domestic Violence)
CEDAW : Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası
Sözleşmesi (The Convention on the Elimination of All Forms
of Discrimination against Women
CEJIL : Adalet ve Uluslararası Hukuk Merkezi CLADEM : Latin Amerika ve Karayipler Kadın Haklarını Koruma
Komitesi ÇYDD : Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği EQUALITY NOW : Avrupa ve Amerika’da faaliyet gösteren kadın derneği EÜHFD : Erzurum Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi E. : Esas
x
İHAM : İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi İHAS : İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi İSTANBUL SÖZLEŞMESİ : Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve
Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi (Convention on Preventing and Combating Violence Against Woman and Domestic Violence)
GREVIO : Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetle Mücadale
Uzmanlar Grubu (The Group of Experts On Action Against Violence Against Women and Domestic Violence)
K. : Karar KAGİ-DER : Kadın Girişimcileri Destekleme Derneği KA-DER : Kadın Adayları Destekleme Derneği m. : madde md. : madde RG : Resmi Gazete RTÜK : Radyo ve Televizyon Üst Kurumu SHÇEK : Sosyal Hizmetler ve Çoçuk Esirgeme Kurumu STK : Sivil Toplum Kuruluşu T. : Tarih TODAEİ : Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü TUİK : Türkiye İstatik Kurumu TMK : 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu TCK : 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu UCMY : Uluslararası Ceza Mahkemesi Yargısı UNESCO : Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (United
Nations Educational, Scientific and Cultural Organization)
1
GĠRĠġ
“Kadın darağacına çıkma hakkına sahip
olduğu ölçüde, konuşmacı kürsüsüne çıkma
hakkına da sahiptir”
Olympe de Gouges1
1789 Fransız İhtilalinden bu yana kadınlar, erkeklerle eşit haklara sahip
olabilmek için çeşitli mücadelelere girişmişlerdir. Bu mücadele ancak İkinci Dünya
1 “Olympe de Gouges”: Kadınların seçme hakkı için mücadele veren ilk modern savunucudur.
Sonradan yayınlamış olduğu bir yazının kralcı görünmesi nedeni ile giyotinle idam edilmiştir.
“Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi” (Déclaration des droits de la Femme et de la Citoyenne):
Fransız Devriminin sevinç ve umutla karşılanmasına rağmen eşit hakların sadece erkeklere
verildiğinin, kadınların hala eşit haklara sahip olamadıklarını gören “Olympe de Gouges”; Meclis
tarafından yayınlanmış olan “Erkek ve Yurrtaş Hakları Bildigesi‟ne (La Déclaration des droits de
l'Homme et du citoyen) cevap niteliğinde bu bildirgeyi yayınlamıştır. Bildiri önsözünde cesaret
gibi güzelliği de düşünen cinsiyeti tanımlasa da kadınlar için sadece karşıt düşünceyi bildiren bir
metin değildir. Bu bildiride sık sık ulusu oluşturan her iki cinsten bahsedilmiştir. Olympe de
Gouges‟in “l‟homme” (Fr. ilk yaygın anlamı ile “erkek”, ikinci anlamı ile insan/şahıs) kelimesi
yerine “kadın ve adam” sözlerini kullanmasıyla da her iki cinsiyet açıkça betimlenmiştir. Madde
VII‟de de kadınların ayrıcalığının olmadığı belirtilmiştir.Her iki bildirgede de sürekli olarak
özgürlük, eşitlik güvenlik, özel mülkiyet hakkı ve baskıya karşı çıkma hakkı talep edilirken, 1789
bildirgesindeki olumsuz olarak yer alan “özgürlük” kavramı de Gouges tarafından olumlu olarak
değiştirilmiştir. Özgürlük, başka birine zarar vermeyen her şeyi yapabilmekte
düğümlenmektedir. Madde IV‟de “özgürlük ve adalet”; ait olan şeyin iade edilmesi, anlamına
gelmektedir. Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesi‟nin tarihi önemi de kadın ve erkekleri
yücelten genel bir istek olan, ilk evrensel insan hakları bildirgesi olmasından kaynaklanmıştır.
İçinde var olan toplumsal düzen ile aydınlanmanın kritik tartışması da yansıtılmıştır. Gouges‟un
bildirgesi bugün tarihi dokümanların çoğunda ve listelemelerde eksik olarak görülmüştür.
1972‟de Fransız ulusal kütüphanesinde fark edilmeden duran metin Hannelore Schröder
tarafından tekrar bulunmuş ve 1977 yılında da Almanca olarak yayımlanmıştır. Ayrıntılı bilgi için
bkz. http://womenshistory.about.com/od/olympedegouges/a/Olympe-De-Gouges-And-The-
Rights-Of-Woman.htm ve http://www.linternaute.com/biographie/olympe-de-gouges-1/
19.06.2012.
2
Savaşı sonrası, Devletlerin karşılıklı olarak yaptıkları andlaşmalarla vücut bulabilmiştir.
Evrensel değerlerin anlam kazandığı İkinci Dünya Savaşı‟ndan sonra bu değerlerin
geliştirilmesi ve korunması, sürekli barışın sağlanabilmesi ve bunların temelindeki her
türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılarak, gerçek anlamda „eşitliğin‟ sağlanabilmesi için
1945 yılında Birleşmiş Milletler Teşkilatı kurulmuştur. Buna bağlı olarak kuruluşun ana
organlarından „Ekonomik ve Sosyal Konsey‟ e bağlı bir „Kadının Statüsü Komisyonu‟
kurulması da ihmal edilmemiştir. Yaptıkları çalışmalarla şu an yürürlükte olan ve kadın
haklarının her geçen gün gelişmesine ve ilerlemesine katkı da bulunan bir çok
uluslararası sözleşmenin temelini de bu Komisyonun çalışmaları oluşturmaktadır.
Şüphesiz ki bu belgelerin temeli 1948 yılında üye ülkelerin onayına sunulmuş olan
„İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi‟ dir2.
Bildirgenin “Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl
ve vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar” diyen 1.
maddesi ve “Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka türden kanaat,
ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi herhangi
bir ayrım gözetilmeksizin, bu Bildirgede belirtilen bütün hak ve özgürlüklere sahiptir(…)”
diyen 2. maddesi ile sadece erkeklere değil, kadınlara da eşit koşullarda hitap edildiğini
ve „evrenselliğini‟ ortaya koymaktadır. Bunun yanında yine Bildirge‟nin “Evlenme hakkı
ve ailenin korunması” başlıklı 16. maddesi “Evlilik çağına varan her erkek ve kadın, ırk,
vatandaşlık, veya din bakımlarından hiçbir takyidata tabi olmaksızın evlenmek ve aile
kurmak hakkını haizdir. (Erkekler ve kadınlar evlenme, evliliği sürdürme ve boşanma
2 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi resmi metin için bkz.
http://www.ihd.org.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=156:insan-haklari-
evrensel-beyannames&catid=37 19.06.2012.
3
konusunda eşit haklara sahiptir.) Evlenme akdi ancak müstakbel eşlerin serbest ve tam
rızası ile yapılır.” şeklindedir. “Parantez içinde verilen cümle resmi çeviri yapılırken
yanlışlıkla tamamen atlanmıştır. Söz konusu cümle TBMM‟ce yayınlanan derlemelerde
de yer almamaktadır. Söz konusu aksaklık, daha sonra çıkarılacak yeni veya ek bir
kanunla giderilebilirken, tercih edilmemiştir.” 3
1982 Anayasasında da kadına bakış açısını doğrudan veya dolaylı olarak
ilgilendiren düzenlemeler mevcuttur. Bunlardan ilki ve belki de özellikle 2004
değişiklikleri ile en çok tartışılanı Anayasanın “Kanun önünde eşitlik” başlıklı 10.
maddesidir. Bu maddenin yanında Anayasanın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve
manevi varlığı” başlıklı 17. maddesi de bu kapsamda inceleme alanımız içinde
olacaktır. Tüm bu maddeler şüphesiz ki Anayasamızın uluslararası andlaşmaların
yürürlüğünü düzenleyen 90. maddesinin son fıkrasıyla beraber değerlendirilecektir.
1982 Anayasasının “Kanun önünde eşitlik” başlıklı 10. maddesi:
“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve
benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
(Ek fıkra: 7/5/2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir.
Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. (Ek cümle:
12/9/2010-5982/1 md.) Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı
olarak yorumlanamaz.
(Ek fıkra: 12/9/2010-5982/1 md.) Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife
şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik
ilkesine aykırı sayılmaz.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik
ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar” şeklindedir.
3 Sezer, Abdullah, Ulusal-Üstü Belgeler ve Önceki Anayasalarla Karşılaştırmalı & Gerekçeli &
Açıklamalı 1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası & İlgili Mevzuat, Beta Yay., İstanbul, Şubat,
2004, s. 931.
4
Anayasanın 10. maddesi “eşitlik ilkesini” herkesin aynı haklara sahip olacağı
doğal eşitlik anlayışı olarak değil, yasa önünde eşitlik olarak düzenlemiştir. Bu algılayış
öğretide Aristotales‟in “denkleştirici (düzeltici)” adalet ile “dağıtıcı” adalet kavramlarını
ayrı ayrı ele alması ile tartışılmaya başlanmıştır4. Denkleştirici adalet anlayışında eşitlik
mutlaktır ve daha çok bireyler arası hukuksal ilişkilerin çözümü söz konusudur. Burada
eşitlik bağımsız bir değer olarak ele alınır. Anayasanın sahip olduğu “dağıtıcı adalet”
anlayışında ise eşitlik denkleştirici adaletteki kadar muğlak değildir. Burada birey-
toplum ve devlet arasındaki ilişki düzenlenir. Tabiki eşitlik yine önemli ve
vazgeçilmezdir, ancak bireylere yüklenecek hak ve ödevler; bireylerin toplum içindeki
yetenekleri, özelliklerine göre belirlenecektir. Anayasanın dağıtıcı adalet anlayışına
sahip olmasını farklı olana, haklı olan noktada farklı işlem uygulanmasına cevaz
vermesindendir5.
Çoğulcu demokrasilerde eşitlik yasa önünde eşitlik olarak düzenlenmiştir ve
yasalar “herkes” için toplum içindeki yeri, ekonomik gücü, toplumsal kökeni, cinsiyeti
gözetilmeden, herhangi bir ayrım yapılmadan düzenlenip, uygulanır 6 . Bu hususta
Devletler kendi egemenlik anlayışları ve mevcut siyasi görüşe göre bir eşitlik anlayışı
belirleyeceklerdir.
4 Serim, Bülent, “Yasa Önünde Eşitlik İlkesi”, s.15-16.
http://yayin.todaie.gov.tr/goster.php?Dosya=MDU1MDU1MDQ4, 19.06.2012.
5 Kemal Gözler, “Anayasa Hukuku Dersleri” kitabında eşitliği aynı mantıkla “mutlak”(yatay, şekli,
şekli hukuki, aritmetik, „denkleştirici adalet‟) ve “nisbi”(dikey, maddi, geometrik, „dağıtıcı adalet‟)
eşitilik olarak tanımlar. Mutlak eşitlik dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, mezhep
vb. sebeplerle kimseye farklı davranılamayacağını öngörürken ; nisbi eşitlik aynı kişilere aynı,
farklı kişilere de farklı muamele edilebileceğini öngörmektedir. Bkz. Gözler, Kemal, Türk
Anayasa Hukuku Dersleri, Ekin Basın Yayın Dağıtım, Ekim, 2010, 10. Bası, s.98-99.
6 Gözübüyük, A. Şeref; Anayasa Hukuku; S Yayınları, Ankara, 1986, s.24.
5
Nitekim Merih Öden, “Toplumun tüm üyelerine bireysel bir hak olarak
ortaklaşa bir statünün tanındığı, yani herkesin eşit sayıldığı günümüz anayasal
sistemlerinde önem kazanan eşitlik konusu, anayasal eşitlik ilkesinin yorumlanıp
uygulanmasıdır. Ancak eşitlik temel sorunu, gerçekte anayasal ilkelere ve haklara
ilişkin düzenlemelerden önce, örgütlenmiş insan topluluklarında siyasi iktidar ile bu
iktidar karşısında insan topluluğunun hukuki durumu konusunda, yani ayrıcalık veya
eşitsizlik ile eşitlik arasında temel değerler düzeyinde yapılan seçmelerle sıkıca
ilişkilidir. Öte yandan, temel ahlak ve hukuk ilkeleri, içinde oluştukları koşulların ürünü
olup, toplum ve devlet yönetimi konusundaki düşünceleri ve görüşleri yansıtırlar.”7
şeklinde konu hakkındaki görüşlerini ifade etmiştir.
Eşitliğin genel olarak algılanması, aslında kavramın doğası gereğidir.
Maddedeki “herkes” bu genelliği ve somutluğu göstermekle beraber, her konunun her
birey için eşit olması başka haksızlıklara yol açabileceğinden, farklı kişilerin farklı
uygulamalara tabi olması eşitsizlik olarak değerlendirilemeyecektir. Burada önemli olan
eşitlik değil, “eşdeğerlilik”8tir. Bunun temini de Devletçe sağlanır.
Akademik bazı çevrelerce “eşitliğin”, “eşdeğerlik” ve “adalet” kavramları ile
karıştırıldığından bahisle, demokratik rejimlerde eşitliği: sosyal eşitlik, hukuki ve medeni
eşitlik, siyasi eşitlik olarak üçe ayırmaktadırlar9. Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu‟na göre
de “...hukukça yasaklanmamış olan davranışlar özgürlük alanlarını oluştururlar. Hukuk
önünde ancak özgür insanlar eşit olabilirler. Bu bakımdan da “eşitlik”, özgürlüğün
7 Öden, Merih, Türk Anayasa Hukukunda Eşitlik İlkesi, Yetkin Yay., Ankara, 2003, s.43.
8 Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Erem, Faruk; Cumhuriyet Gazetesi, 1990; Kubalı, Hüseyin Nail;
Anayasa Hukuku Dersleri (Genel Esaslar ve Siyasi Rejimler).
9 Özer, Attila, “Anayasa Hukuku Genel İlkeler”, Turhan Kitapevi, Geliştirlmiş 3. Bası, Ankara,
2009, s.97-99.
6
gelişimini değerlendirme ölçütü olduğu kadar, onu ilerletme aracıdır.(…)Özgürlük ve
eşitlik denklemi, insan onuru (haysiyeti) ile kurulabilir. İnsan onuru, özgürlüğün temeli
ve eşitliğin ölçütüdür. Bu çerçevede, onur bakımından eşitlik, mutlak bir değeri ifade
eder. Özgürlük ve eşitlik arasında şöyle doğrudan bir ilişki vardır: eşitlik, fırsat, hukuk
önünde ve onursal olmak üzere üç düzlemde sağlandığı ölçüde özgürlük alanı
genişler.”10
Anayasamızın 10. maddesi düzenlendiği yer itibari ile devlet yönetimine
egemen olan “bağımsız bir temel ilke” niteliğindedir 11 . Şöyle ki 10. madde “temel
haklar” ile ilgili kısımda değil, genel esaslar kısmında yer almaktadır. Bu sebeple de
özel hukuk ilişkilerinde uygulanamaz12. Yani buradaki ilke kanun koyucuya ve kanunun
uygulayıcılarına hitap etmektedir13.
Kadın hakları açısından konuyu ele aldığımızda dağıtıcı adalet, yani nisbi
eşitlik anlayışı bizi “pozitif ayrımcılık”14 kavramına getirecektir. Pozitif ayrımcılık, işe
girme veya okula kabul edilme gibi bazı alanlarda kadınlara veya etnik veya ırksal
azınlıklara öncelik verilmesi şeklinde uygulamadır15. Danıştay 8. Dairesinin 9 Ocak
1985 tarih ve E. 1982/826, K. 1985/4 sayılı kararına konu teşkil eden olayda, “Anadolu
Liselerine girişte kız öğrencilere 3 puan eklenmesi yönündeki yönetmelik değişikliğini
eşitlik ilkesine aykırı bulmamış, „Türk toplum yapısı, gelenek ve görenekleri gözönünde
10 Kaboğlu, İbrahim Ö., Anayasa Hukuku Dersleri (Genel Esaslar), Legal Yayınevi, 7. Baskı,
İstanbul, 2011, s.227-231. 11
Özbudun, Ergun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin yay., Ankara, 1986, s.113.
12 Gözler, a.g.e., s.98-99.
13 Gözler, a.g.e., s.98-99.
14 “Positive discrimination” ya da “affirmative action” olarak İngilizce de karşılık bulur.
15 Gözler, a.g.e., s.100.
7
bulundurulduğunda‟ kız öğrencilere adı geçen okullarda öncelik tanınmasının
„Anayasaya ve Temel Eğitim Yasasında amaçlanan okuma ve fırsat eşitliği ilkelerini
zedelediğinden söz edilemeyeceğine‟ karar vermiştir.”16
AYM, cinsiyet ayrımı gözetme yasağını açıkça mutlak olarak, kesin bir yasak
olarak nitelendirmemektedir17 . Şöyle ki Mahkemenin, pozitif ayrımcılığı desteklediği
kararlarının yanında; 788 Sayılı Memurin Kanununun 6. maddesiyle ilgili kararında
olduğu gibi kadınlara karşı ayrım yasağına dair nasıl bir bakış açısına sahip olduğunu
belirten kararları da bulunmaktadır. Maddede “Kadınların memur ve müsdahdem
olmaları caizdir. Ne gibi memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilebilecekleri her
vekaletin memurlarına ait kanunlarında tespit olunur.” şeklindeki hükmü eşitlik ilkesine
aykırı bulmamıştır. Gerekçe olarak “(…) hüküm, ilk bakışta eşitlik prensibine aykırı gibi
görünürse de kadınların vücut yapıları ve işlerin niteliği bakımından bazı kamu
hizmetlerine alınmamaları, bu prensibi zedeleyecek nitelikte değildir. Kamu hizmetinin
aksatmadan yürütülmesi gerektiğinden (…) oy çokluğu ile karar altına alınmıştır”
açıklamasında bulunmuştur18. Bu karara muhalif karşı oy yazılarında ise kadın ve erkek
ayrımı yapılmadan işin niteliğine bağlı olarak seçim yapılması gerektiği hususu
belirtilmiştir. “Cinsiyet farkına dayanan kuşkulu sınıflandırmaların eşitlik ilkesine
uygunluğunu tartışırken, her şeyden önce kadınlara karşı ayrımlar ile kadınları
koruyucu ayrımları ayırt etmek gerekir. Esasen Mahkemenin kanuni sınıflandırmaların
veya ayrımların cinsiyet ayrımı yasağı yönünden eşitlik ilkesine uygunluğunu
denetlerken, Anayasaya aykırılık karinesinden ve varsayımından hareket ettiğini de
16 Danıştay 8. Dairesi, K.T. 9 Ocak 1985, E. 1982/826, K. 1985/4.
17 Öden, a.g.e., s. 334.
18 AYM, K.T. 25.10.1963, E.1963/148, K.1963/256; AYMKD, S.1, s.459.
8
söylemek zordur. Bu karineden hareket edilmedikçe eşitlik algısını kararlara yansıtmak
zordur.”19
Ülkemizde madde metni kadın erkek eşitliği noktasında özellikle 2004 yılı
değişiklikleri ve 2007 yılındaki Anayasa taslak çalışmaları ile kadın örgütleri, STK‟larca
çokça tartışılan konulardan biri haline gelmiştir. Kadın dernekleri, yeni Anayasa
çalışmalarının yapıldığı, ortaya çeşitli taslaklar çıkmış olduğu şu günlerde konuya daha
da ehemmiyet vererek eğilmekte ve madde değişikliği ve eşitlik anlayışı ile ilgili çeşitli
taleplerini de Meclis Anayasa Komisyonuna iletmektedirler. Öncelikli olarak bu güne
kadar madde ile ilgili kadın derneklerince getirilen en büyük eleştiri Türkiye‟nin CEDAW
kapsamındaki eşitlik anlayışını benimsemeyerek “pozitif ayrımcılık/yükümlülük”
hususlarını madde kapsamına almayışı ve kadın-erkek eşitliği olgusunun bu sebeple
yetersiz kalıyor olması durumu olmuştur. Burada kamuoyunda özellikle kadın
girişimcilere destek veren KAGİ-DER (Kadın Girişimcileri Destekleme Derneği) başta
olmak üzere Anayasa‟da kadın eşitliği ve kadınların üretime ve siyasi hayata daha çok
katılabilmeleri için çeşitli düzenleme önerileri getirmiştir. O dönem ki tartışmaların
başında milletvekili seçimlerinde hatta siyasal partiler içinde “kota sistemi” uygulaması
yer almaktadır. 2007 yılındaki tartışmalarda kamuoyunda özellikle “Ruanda da bile kota
sistemi” var tartışmaları 20 ile başlayan süreçte özellikle CEDAW‟daki pozitif
yükümlülüklere 21 aynı açıklıkla yer verilmemiş olması, kota sistemi gibi özgül,
19
Öden, a.g.e., s. 334.
20 Konu ile ilgili çeşitli tartışmalar için bkz.
http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=19582 19.06.2012.
21 CEDAW‟ın 4. maddesine göre: “(1) Kadın ve erkek eşitliğini fiilen sağlamak için Taraf
Devletlerce alınacak geçici ve özel önlemler, işbu Sözleşmede belirtilen türden bir ayrım
olarak düşünülmeyecek ve hiçbir şekilde eşitsizlik veya farklı standartların korunması
9
uygulamayı değiştirebilecek birtakım önlemlerin alınmamış olması ve bunun yanında 3.
fıkrada kadınların “özel surette korunmayı gerektiren” kesimlerden biri olarak anılması
kadın örgütlerince ve aktivistlerce çokça eleştirilen noktalar haline gelmiştir. Dolayısı ile
bu konuları ayrıntılı olarak düzenleyecek yasal düzenlemeler önem taşımaktadır.
Ancak bu hükmü somutlaştıran bir yasal düzenleme değişikliğin üzerinden iki yıl
geçmesine rağmen yapılamamıştır.
Anayasa‟da „bireysel özerklik‟lerle ilgili olarak “Kişinin dokunulmazlığı, maddî
ve manevî varlığı” nı koruma başlıklı 17. maddesi şu şekildedir:
“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına
sahiptir.
Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne
dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.
Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan
bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.
(Değişik: 7/5/2004-5170/3 md.) Meşrû müdafaa hali, yakalama ve tutuklama
kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının
önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya
olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında
silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana
gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.”
Anayasamız kişinin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkına sahip olduğunu hüküm altına almış olup, “yaşam hakkı”nın birinci derecede
Devletçe korunması gerekli bir hak olduğunu ortaya koymuştur. Burada altı özellikle
çizilmesi gerekli husus “bireysel özerklik” kavramıdır. Bireysel özerklik, insanın
sonucunu doğurmayacaktır. Fırsat ve uygulama eşitliği hedeflerine ulaşıldığı zaman bu
önlemlere son verilecektir. (2)Anneliğin korunması amacıyla işbu Sözleşme‟de belirtilenler
dahil, Taraf Devletlerce alınacak özel önlemler, ayrımcı olarak nitelendirilmeyecektir.”
10
doğadaki bütün diğer varlıklardan ayrılıp, tür olarak özgünleşmesi ve bir kişinin de diğer
türdeşlerinden ayrılıp ayrı bir kişilik kazanması ile yakından ilgilidir; o temelde özgür
olmanın bir sonucudur 22 . Belirtilen bu özelliği ile bireysel özerklik kavramı, insan
onurunun korunması ve haysiyetli bir şahsiyetin oluşumunda korunmaya alınmış bir
özgür eylem alanı görevini görmektedir23.
Evrensellik kıstasına göre, insan onurunun genel kabul görmesi için sadece
öznenin bireysel irade özgürlüğü değil, karşıdaki yabancı iradelerin de mutlak değer
olarak kabul görmesi gerekir24. Yeni anayasacılık anlayışında yerel, özgün değerlerin
yanında evrensel değerler de yerlerini almıştır. Globalleşmenin, değişen Dünya
düzeninin ve ekonomilerin getirdiği bu durum insani değerler açısından olumlu bir
gelişme olmakla beraber, bizimki gibi yasalaşma sürecinde de gelenekleri ön planda
tutan toplumlarda, bireysel özerklikle ilgili kavramları mevcut yasalara modifiye etmeye
çalışmak, yasalar arasında çelişkilere yol açarken farklı uygulamalara neden
olabilmektedir. Şöyle ki; 17. md. kişilerin “bireysel özerklikler”ini koruyan bir madde
iken, Anayasamızın 41. md. de “aile” kavramını öne çıkarmaktadır. Buna göre “Ailenin
korunması ve çocuk hakları” başlıklı 41. madde şu şekilde düzenlenmiştir.
“(Değişik: 3/10/2001-4709/17 md.) Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler
arasında eşitliğe dayanır.
Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve
22
Aldanmaz, Orhan, “İnsan Onuru Işığında Kişisel Özerklik ve Yerellik İlkesi”, EÜHFD, C. XIV,
S. 1–2, 2010, s.82 vd. bkz. http://hukuk.erzincan.edu.tr/dergi/makale/2010%20XIV_1-5.pdf,
19.06.2012.
23 Aldanmaz, a.g.e., s.82 vd.
24 Aldanmaz, a.g.e., s.84; Gotfried Höffe, Ein transzendentaler Tausch: Zur Anthropologie der
Menschenrechte, in: Philosophisches Jahrbuch 99, 1992, s. 1.
11
aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri
alır, teşkilâtı kurar.
(Ek fıkra: 12/9/2010-5982/4 md.) Her çocuk, korunma ve bakımdan
yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel
ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.
(Ek fıkra: 12/9/2010-5982/4 md.) Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı
çocukları koruyucu tedbirleri alır.”
Bu iki madde kadın hakları ile ilgili olarak beraber okunduğunda, 17. madde
kadının “birey” olmaktan kaynaklı bireysel özerkliğini iade ederken; 41. madde
geleneklere bağlı kalarak kadını “çocuk” la beraber “aile kavramı içinde korunması
gereken bir varlık olarak nitelendirmiştir. 41. madde bu hali ile ülkemizdeki kadın
örgütlerince en fazla eleştirilen, kamuoyuna taşınan ve değiştirilmesi talep edilen
maddedir. Bu koruma ile “kadın” ın toplumdaki yerinin değişmesi ve erkek egemen
anlayışın ortadan kalkması pek mümkün görülmemektedir. Oysa Türkiye‟de 1961 ve
1982 Anayasalarında ailenin anayasal koruma altına alınmasına sosyal devlet ilkesinin
kaynaklık ettiği belirtilmektedir25. Devletin anayasada öngörülmüş yükümlülüklerinin,
özellikle Anayasanın 41. maddesinden kaynaklanan koruma yükümlülüğünün yerine
getirilmesinin bir gereği de aile düzenine karşı olan bazı eylemlerin suç haline getirilmiş
olmasıdır26. Bu suçlar TCK 230. maddesindeki birden çok evlilik, hileli evlenme ve
dinsel tören suçları; TCK 231. md. düzenlenen çocuğun soyabağının değiştirilmesi,
TCK 232‟deki Kötü Muamele Suçları, TCK 233 md. yükümlülüğün ihlal suçları ve TCK
md. 234‟deki çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçlarıdır.
Burada önemli bir diğer noktada “aile” kavramından ne anlaşılacağı
sıkıntısıdır. Şöyle ki Avrupa Sözleşmesi‟nin 8. maddesinin yorumunda dışarıdan
25
Gözübüyük, a.g.e., s.157.
26 Nuhoğlu, Ayşe, Aile Düzenine Karşı Suçlar, Beta yay, İstanbul, 2009, s.1.
12
bakıldığında bir ilişki “aile” statüsü altında değerlendiriliyorsa, resmi statüye
bakılmaksızın aile olarak değerlendirileceği öngörülür 27 . Bunun yanında Birleşmiş
Milletler Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi‟nin 1. maddesi ise
“İş bu Sözleşmeye göre „kadınlara karşı ayrım” deyimi, kadınların medeni durumuna
bakılmaksızın ve kadın-erkek eşitliğine dayalı olarak politik, ekonomik, sosyal, kültürel,
medeni ve diğer alanlardaki insan insan haklarının ve temel özgürlüklerinin tanınması,
kullanılması ve bunlardan yararlanılmasını engelleyen ve ortadan kaldıran veya bunu
amaçlayan ve cinsiyete bağlı olarak yapılan herhangi bir ayrım, dışlama veya sınırlama
anlamına gelecektir.” ifadesi ile kadınlara karşı her türlü ayrımcılığı ortadan kaldıran bir
düzenleme getirmiştir.
Türkiye‟nin CEDAW‟a sunmuş olduğu dönemlik raporlarından 2012 Nisan
ayına ait Raporda28 kadın-erkek eşitliğiyle ilgili değiştirilen iç hukuk normlarının bir özet
değerlendirilmesi yapılmıştır. Burada 1. fıkraya eklenen “…eşler arasında eşitliğe
dayanır.” ibaresi olumlu bir gelişme olarak kaydedilmiştir.
Bunun yanında Anayasanın 66. maddesinin 2. fıkrasındaki çocuğun her
şekilde babanın Türk olması koşulu ile Türk olacağı hükmünün kaldırılmış olması da
Rapor‟da yer alan hususlardandır.
Tüm bunlarla beraber bir de usulüne göre yürürlüğe girmiş milletlerarası
andlaşmalarla ilgili; “Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma” başlıklı Anayasanın 90.
27
Bkz ayrıntılı bilgi için Çolaker, Mustafa, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‟nin Sekizinci
Maddesi ve Türkiye Uygulaması”
http://www.yayin.adalet.gov.tr/dergi/36.sayi/mustafacolaker.pdf, 19.06.2012.
28 Nisan 2012 tarihinde CEDAW Komitesi‟ne sunulmuş olan dönemlik raporun tamamı için bkz.
http://www.kadininstatusu.gov.tr/upload/mce/2012/trde_kadinin_durumu_2012_nisan.pdf
19.06.2012.
13
maddesinin son fıkrasına bakmak gerekir. Avrupa Birliği‟ne üye adayı olan ülkemizin
Kopenhag siyasi kriterleri bağlamında yerine getirmesi gereken yasal düzenlemeler, 24
Temmuz 2003 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan, “Avrupa Birliği Müktesebatının
Üstlenilmesine İlişkin Ulusal Program”da belirlenmiş bulunmaktadır. Bu değişikliklerden
önemli bir tanesi de insan haklarının ve temel özgürlüklerin korunması adına
Anayasanın 90. maddesinde karşılık bulmuştur. Buna göre:
“(…)Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun
hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa
Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre
yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası
andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle
çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”
ibaresi yer bulmuştur.
Anayasamızın 90. maddesinin son fıkrası uyarınca belirlenen usuller
çerçevesinde yürürlüğe girmiş olan uluslararası andlaşmalar kanun hükmünde
sayılacaktır. O kadar ki bu andlaşmalardan temel hak ve özgürlüklere ilişkin olanların
ulusal kanun maddelerinden herhangi biri ile çelişmesi halinde uluslararası andlaşma
hükmüne öncelik tanınacaktır.
“1961 Anayasası‟nın 65. ve 1982 Anayasası‟nın da 90. maddelerinde yer alan
„usulüne göre yürürlüğe konulmuş olan milletlerararsı andlaşmalar kanun hükmündedir.
Bunlar hakkında Anayasa‟ya aykırılık idddiası ile Anayasa Mahkemesi‟ne
başvurulamaz‟ kuralı uluslararası andlaşmalarda bir nitelik farkı gözetmeksizin, genel
olarak uluslararası andlaşmalara yönelik, dolayısı ile hiç de açık ve belirgin olmayan bir
çatışma kuralıdır.”29
29 Yüzbaşıoğlu, Necmi, “Mayıs 2004‟te Anayasanın 90‟ıncı Maddesine Eklenen Hükmün Türk
Anayasallık Blokuna Etkileri Üzerine Bir Değerlendirme”, Bülent Tanör‟e Armağan, Legal yay.,
Kasım, 2004, s.785.
14
Yine Yüzbaşıoğlu‟na göre usulüne uygun yürürlüğe girmiş olan andlaşmaların
iç hukukta uygulanması için başka bir iç hukuk işlemi de gerekmeyecektir.” 30
Bu hususta Prof. Dr. Yavuz ATAR‟ın 90. madde incelemesine bakacak
olursak: “(1) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş olan temel hak ve özgürlüklere ilişkin bir
milletlerarası andlaşma ile aynı konuyu düzenleyen bir kanun bulunduğunda öncelik
andlaşmaya verilecektir ve bununla ilgili kanun düzenlemesi yapılması gerekmektedir.
(2) Çatışma halinde bu kararlar verilecektir ve fakat “aykırılık” durumunda ne olacağı
hususu örneğin AİHS‟le ilgili bir sorun olduğunda ayrıca AİHM‟in yerleşik içtihatlarına
da bakmak gerekecektir. (3) Sözleşme ve kanun hükümleri somut bir olayda
uygulanmalıdır. (4) Çatışmayı ortadan kaldırarak hükümlerden birini uygulayacak olan
merci, somut işlemi yapmaya yetkili idare organı ya da olayın yargıya intikal etmiş
olması durumunda da görevli yargı organıdır. (…) Anayasa Mahkemesi, inceleme
yaparken açıklayıcı ve yol gösterici olarak uluslararası andlaşmalardan
yararlanabilecektir.”31 demek sureti ile çatışma halinde iç hukuk düzenlemesi yapılması
gerektiği şeklindeki görüşünü ortaya koymuştur.
Görüldüğü üzere usulüne göre yürürlüğe girmiş uluslararası andlaşmalarla
ilgili olarak farklı görüşler mevcuttur. Kimi yazarlar bu andlaşmalara anayasanın bile
üzerinde değer verirken, kimi sadece kanun hükmünde oldukları görüşünü
benimsemiş, kimi de iç hukuk düzenlemesine muhtaç olduğunu savunmuştur32.
Biz burada Sayın Prof. Dr. Necmi Yüzbaşıoğlu‟nun da belitmiş olduğu gibi
Türk Hukukunda doğrudan uygulanabilirliği olan temel haklara ilişkin ulusalüstü
30
Yüzbaşıoğlu, a.g.e., s.785.
31 Atar, Yavuz, Türk Anayasa Hukuku, Mimoza Yayınları, 6. Bası, 2011, s. 352-358.
32 Ayrıntılı inceleme için bkz. Yüzbaşıoğlu, a.g.e., s.786,787.
15
sözleşmelerin ve AB hukukunun Anayasa ve Anayasa üstü değer taşıdığına
inanıyoruz.
AYM de, daha sonra da tekrarladığı, 1980/11 karar sayılı kilit kararında33,
ulusalüstü insan hakları hukukunun Türk Hukuk düzenindeki yeri ve önemini şöyle
vurgulamıştır: “İnsan içinde yaşadığı toplumun bireyi olması kadar, insanlığında
üyesidir. Bu durum, çağımızda insan hak ve özgürlüklerini yalnızca ulusal bir sorun
olmaktan çıkarmış ve ona evrensel bir anlam ve içerik kazandırmıştır. Bu açıdan,
Anayasanın başlangıcı ve 2. maddesi kuralları gereği olarak İnsan Hakları Evrensel
Demeci (Bildirgesi, Beyannamesi) ile Avrupa İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri
Korumaya Dair Sözleşmeyi de itiraz konusu kuralın değerlendirilmesinde gözden uzak
tutmaya olanak yoktur.”34
“Uygulamada Yargıtay ve Danıştay‟ın da bazı kararlarında ulusalüstü insan
hakları hukukuna başvurdukları görülür. Ancak onlarda AYM gibi, ulusalüstü hukuk
kurallarından sadece yardımcı, destek kaynak olarak yararlandığı, kararın asıl
dayanağı olarak da Türk iç hukukunun esas alındığı görülmektedir.”35
Danıştay da 1991/933 sayılı kararında36 özetle, Anayasanın 90. maddesine
göre usulüne göre yürürlüğe girmiş andlaşmaların Anayasaya dahi aykırılığının ileri
sürülemeyeceğinden bahisle Anayasadan bile üstün konumda olduklarını ve
Anayasaya aykırı oldukları gerekçesi ile AYM‟e dahi başvurulamayacağından hiçbir
şekilde bu andlaşma maddelerin uygulanmasının savsaklanılamayacağını belirtmiştir.
Tüm bu tartışmalara son vermek için, şüphesiz Anayasanın 90. maddesinin,
33
AYM, K.T. 29.01.1980, E. 1979/38, K. 1980/11; AYMKD, S.18, s.97.
34 AYM, K.T. 16.6.1992, E. 1992/8, K. 1992/39; AYMKD, S.28/2, s.446.
35 Yüzbaşıoğlu, a.g.e, s. 794.
36 Danıştay 5. Dairesi, K.T. 22.5.1991, E. 1986/1723, K. 1991/933; DD., S.84-85, s.326.
16
insan hakları ve temel özgürlükler ile ilgili andlaşmaların doğrudan uygulanabilirliğinin
sağlanabilmesi için daha açık ve belirgin bir şekilde düzenlenmesi gereklidir.
Tez konumuzu incelemiz sırasında yeri geldikçe bu maddelere tekrardan
değinilecektir.
Kadına karşı toplumsal cinsiyet ayrımcılığının gelmiş olduğu son nokta kadına
yönelik şiddet olaylarında kendini gösterir. Günümüzde sosyal medyanın da
güçlenmesiyle daha çok gözler önüne serilen “kadına yönelik şiddet” konusu giderek
tartışılabilir, konuşulabilir hale gelmiştir.
Öncelikle nedir bu „şiddet‟ olgusu? “Şiddetin en dar tanımı, fiziksel şiddete,
yani mağdurların bedensel olarak zarar gördükleri eylemlere işaret eder. Şiddetle ilgili
çalışmalarda, özellikle tıbbi araştırmalarda en sık rastlanan tanımın bu olduğu
belirtilebilir. Daha genişletilmiş olan bir kavram şiddetin ekonomik ve psikolojik
biçimlerini de kapsar. Burada mağdurların yalnızca fiziksel olarak hırpalanmaları değil,
ekonomik yoksunluklara uğratılmaları, manevi baskı ve işkence görmeleri,
korkutulmaları ya da aşağılanmaları gibi haller söz konusudur.”37
“Tümüyle genişletilmiş bir şiddet kavramı ise Norveçli Barış araştırmacısı
Galtung‟un yapısal şiddet kavramıdır 38 . Galtung‟a göre bir bireyin, grubun ya da
toplumun fiziksel ve entellektüel gelişimi potansiyelin altında kalıyorsa bu şiddettir.
Ancak, birey ya da grubun uğradığı kaybın engellenebilir nitelikte olması da, tanım
açısından gerekli bir öğedir. Yazar bu noktayı tüberküloz örneği ile açıklamıştır:
Geçmiş yüzyıllarda kişilerin tüberkülozdan ölmüş olmaları şiddet sayılamaz. Ama
37
(A.k.t.), Özdek, Yasemin, Yoksulluk, Şiddet ve İnsan Hakları, TODAİE, Yayın no:311, 1.
Baskı, Mayıs, 2002, s.159. 38
Galtung, Johan; “A Structural Theory of Aggression”, Journal of Peace Research, 2, 1964,
s.15-38 ve Strukturelle Gewalt, Fischer Vlg., Reinbek, 1976.
17
hastalığın aşısı ve ilaçlarının mevcut olduğu günümüzde dünyada hala bu hastalıktan
ölenler bulunması, yapısal şiddetin varlığını ortaya koyar.” 39
“…Yapısal şiddet sisteme entegre edilmiştir ve eşitsiz güç ilşkileri ve yaşam
koşulları aracılığı ile ortaya çıkmaktadır. Ortada şiddet eylemleri sergileyen somut bir
aktör yoktur ya da aktörün kimliği konusunda yanılgı oluşabilir. Toplumsal etkileşim
biçimleri şiddeti yaratmakta ve bazılarını mağdur konuma sürüklemektedir.”40
Yaratılan bu şiddet tarih boyu kendini kimi zaman farklı siyasi görüşteki ya da
farklı futbol takımlarını tutan yani her ne sebeple olursa olsun birbirinden farklı düşünen
insanlar arasında vukubulmuştur. Bugünse tezimizin konusunu oluşturan ve “toplumsal
cinsiyet farklılığı” nedeni ile meydana gelen “kadına yönelik şiddet” yoğun olarak
ülkemizin gündemindedir.
Türkiye‟de kadına yönelik şiddetle alakalı 2008 yılında Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı tarafından yürütülen Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddet
Araştırması yapılmıştır.
TÜİK 41 “Resmi İstatistik Programı” kapsamında resmi veri olarak
değerlendirilen Araştırma‟nın temel bulguları ve istatistikler ise Şubat 2009 tarihinde
gerçekleştirilen toplantıda kamuoyuna sunulmuştur. Araştırma‟ya ilişkin bazı çarpıcı
veriler şu şekildedir:
Ülkemiz genelinde eşi veya eski eşi tarafından fiziksel şiddete maruz
bırakılan kadınların oranı % 39‟dur.
39
Özdek, a.g.e., s.159.
40 Özdek, a.g.e., s.160.
41 „Türkiye İstatistik Kurumu‟ nun kısaltması olarak kullanılır.
18
Hayatının herhangi bir dönemde duygusal şiddet yaşayan kadınların oranı
% 43,9‟dur.
Sadece cinsel şiddete maruz kalan kadınların oranı % 15,3‟tür.
Fiziksel veya cinsel şiddetin birlikte yaşanma yüzdesi 41,9‟dur.
Kentte fiziksel şiddet oranı % 38 iken kırda % 43‟tür.
Yaşadıkları fiziksel şiddet sonucunda yaralanan kadınların oranı % 25‟tir.
En az bir kez fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalmış kadınlardan eğitimi
olmayanların oranı % 55,7, lise ve üzeri düzeyde eğitim alanların oranı ise %
27‟dir.
„Bazı durumlarda erkekler eşlerini dövebilir‟ ifadesine katılan kadınların
oranı % 14,2‟dir.
Yaşadıkları şiddeti kimseye anlatamayan kadınların oranı % 48,5‟tir.
Şiddet yaşayan kadınların sağlık sorunları yaşama, intihar etmeyi düşünme
ya da deneme olasılıkları en az iki kat artmaktadır.
Her 10 kadından 1‟i gebeliği sırasında fiziksel şiddete maruz kalmıştır.
Cinsel şiddet birçok durumda fiziksel şiddet ile birlikte yaşanmaktadır;
kadınların % 42‟si fiziksel veya cinsel şiddete maruz kaldıklarını belirtmişlerdir.
Sadece eğitim düzeyi düşük olan kadınlar şiddete maruz kalmamaktadır.
Eğitim düzeyi daha yüksek olan kadınlar arasında bile her 10 kadından 3‟ü
eşleri tarafından fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalmıştır.
Evlenmiş kadınların hayatındaki en yaygın şiddet eşlerinden gördükleri
şiddettir.
19
Kadınların % 7‟si çocukluklarında (15 yaşından önce) cinsel istismar
yaşadıklarını belirtmişlerdir42.
Kadına Yönelik olarak gerçekleşen şiddette fiziksel olarak daha güçlü olan
erkek, geleneklerin ve yerleşmiş toplumsal-kültürel kalıpların da etkisi ile özellikle “aile
içinde” kadına karşı her türlü psikolojik, fiziksel, cinsel şiddeti uygulamada kendini
“haklı” görmektedir. Hem kadın, “kadın” olmaktan kaynaklı hem de dinsel, kültürel ve
geleneksel, bazı kanunlarda bunlara bağlı olarak hukuksal açıdan sorumluluğu
alınması ve yönetilmesi gerekli “eş” olarak şiddete maruz kalmaktadır.
“Aile içi şiddette” ayrıca ikincil mağdur olan çocuklar, şiddete doğrudan maruz
kalmasalar dahi geri dönülemez psikolojik etkilerini gelecekte yaşamaktadır. Bu tarz
durumlarda tedbir alınmazsa şiddet, kuşaktan kuşağa aktarılan bir kısır döngü halini
almaktadır. E.Ü.T.F. Psikiyatri A.D. Psikoterapi Birimi‟nde görevli psikiyatr Işıl Vahip‟in
şu saptamaları açıklayıcıdır: “Aile içinde şiddete maruz kalan çocukların çoğu,
büyüdüklerinde şiddet uygulayan eşlere ya da ebeveynlere dönüşmeseler de, şiddet
uygulayan yetişkinlerin büyük bölümünde çocuklukta aile içi şiddete maruz kalma
öyküsü saptanmıştır (Kaufman ve Zigler, 1987).
Kuşaktan kuşağa aktarılan her zaman basitçe şiddetin kendisi değil, bu
durumu çevreleyen duygusal atmosferdir (Vondra ve Toth, 1989). Çocuklukta
içselleştirilen öfke, korku ve çökkün duygular, kişinin tutum ve davranışlarını yaşam
42
Nisan 2012 CEDAW Komitesine sunulmuş olan rapor s.33,34 bkz.
http://www.kadininstatusu.gov.tr/upload/mce/2012/trde_kadinin_durumu_2012_nisan.pdf
19.06.2012.
20
boyu etkileyebilmektedir. Şiddet ve ihmal sonucu oluşan ruhsal yapı, çoğu kez gene
çeşitli biçimleriyle şiddeti doğuran bir saldırganlık kaynağı yaratmaktadır.” 43
Dünyada ve ülkemizde giderek daha hassas bir konu haline gelmiş olan “aile-
içi şiddet” ve “kadına yönelik şiddetle” ilgili gerek BM‟nin gerekse AB‟nin bu temelli
projeleri artmış ve konu ile ilgili daha ayrıntılı Sözleşmeler hazırlanmıştır. Ayrıca benzer
şekilde kadın dernekleri, STK‟lar da konu ile ilgili farkındalık projeleri yürütmektedirler.
KAMER‟in özellikle Doğu Anadolu‟daki namus için işlenen kadın cinayetleri, Mor Çatı
Derneği‟nin sığınma evleri oluşturulmasına ve bunların nasıl olmaları gerektiğine
yönelik projeleri, ÇYDD‟nin özellikle kırsalda kız çocuklarının okumalarına, eğitim
hayatlarından erken ayrılmamalarına yönelik “Kardelen Projesi” ülkemizde kadınlarla
ilgili yer alan belli başlı proje ve çalışmalardandır. Dünya‟da da EQUALITY NOW‟ın
daha çok Afrika‟daki ezilen kadınlarla ilgili eğitim ve bu kadınlara hukuki yardımda
bulunma çalışmaları ile Apne AP‟ın Hindistan‟da kadın ticareti ile ilgili „bu sektörde
çalışan kadınlara‟ yönelik hukuki yardımı da kapsayan çalışmaları yüzlerce örnekten
sadece birkaçıdır.
1997 yılında kurulmuş kadın derneklerinden biri olan KAMER; ülkemizde
namus adına işlenen cinayetlerle ilgili çalışma yöntemleri geliştirip, tespitler yapıp
önerilerde bulunup ve başvurular ile aldıkları duyumlar sayesinde bu gibi kadınların
hayatlarını kurtarmaya çalışmaktadır. KAMER Vakfı‟nın çalışmalarının bir izdüşümünü
aktardıkları “İstersek Biter” adlı 2011 yayın tarihli kitabın giriş kısmında: “Kadınlara
Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına Dair Birleşmiş Milletler Bildirgesi‟nin
„Başlangıç‟ kısmında, kadınlara yönelik her türlü şiddetin „insan onuruna karşı bir saldırı
43
Vahip, Işıl, “Psikanalitik Bakış Açısıyla Aile İçi Şiddet”; Derleyen Direk, Zeynep, Cinsiyetli
Olmak/ Sosyal Bilimlere Feminist Bakışlar, Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, s.91.
21
ve kadın-erkek arasındaki tarihsel eşitsizliğe dayalı iktidar ilişkisinin dışavurumu‟
olduğu belirtiliyor. Yani bir erkeğin bir kadını namus ya da kıskançlık ya da ne sebeple
olursa olsun öldürmesi, erkeklerin kadınlar üzerindeki iktidarının bir dışavurumudur. Bu
nedenle erkeğin kıskançlık ya da namus gibi sebepler ileri sürmesi, cinayeti „psikolojik‟
ya da „kültürel‟ yapmaz. Bu cinayetler politik cinayetlerdir.”44
Bunun yanında KAMER‟in kurucularından Nebahat AKKOÇ, on yıldan uzun
süredir, otuz binden fazla kadınla şiddet üzerine yaptıkları çalışmalarda edindikleri
tecrübelere göre kadına yönelik şiddetin “..huysuz, hasta, eğitimsiz, yoksul, işsiz ya da
alkolik bir erkeğin uyguladığı şiddet değil; hiyararşinin, ırkçılığın, ayrımcılığın,
milliyetçiliğin, savaş, çatışma ve şiddet kültürünün inşa edildiği bir başlangıç noktası
olduğunu” öne sürmüş ve “sistematik, planlı, öncelikli kadınları bertaraaf ederek, itaat
etmelerini sağlayarak militarist bir sistem kurmanın hedeflendiğini” belirtmiştir45.
Bu ve bunun gibi özellikle çalışma alanı „kadın‟ temelli olan sivil toplum
örgütlerinden derlenecek bir çok örnekte görüleceği üzere; kadınlara yapılan saldırılar
temelinde zihniyet sorununa dayanır ve erkeklerin kadınlarla eşit olmadıkları hatta
üstün oldukları fikrinden ortaya çıkar. Bu nedenledir ki erkek egemen toplumlarda
siyasal iktidarı elinde tutan erkek (ki buna “erk” denmesi de bir ironidir) kadınların
gelişimini desteklemeyecek, gelişmiş olan kadınla egemenliğini paylaşmak
istemeyecektir. Nitekim Will Kymlicka “Çağdaş Siyaset Felsefesine Giriş” adlı eserinde:
“Bu yüzyıla dek siyasi yelpazenin hemen her noktasındaki çoğu erkek kuramcı,
kadınlarının aile ile sınırlanmasının ve aile içinde „yasal ve geleneksel olarak
kocalarına bağlı olmalarının‟, „doğal bir yasa‟ya dayandığını savunuyordu (Okin 1979:
44
“İstersek Biter”(We Can Stop This); Kamer Vakfı; Berdan Matbaacılık, Nisan, 2011, s.27,28.
45 “İstersek Biter”, a.g.e., s. 133.
22
200). Kadınların yurttaşlık haklarıyla siyasi haklarının kısıtlanması konusu, doğaları
gereği ev dışındaki siyasi ve ekonomik etkinliklere uygun olmadıkları gerekçesine
dayanılarak haklı çıkarılıyordu. Çağdaş Kuramcılar ileri bir adım atarak, kadınların
doğal edilginliğinden dem vuran bu varsayımı terk etmişlerdir. Kadınların da erkekler
gibi, kendi kaderlerini belirleyebilen ve bir adalet duygusuna sahip olan „özgür ve eşit
varlıklar‟ olarak görülmesi gerektiğini, dolayısı ile kamusal alana adım atmakta özgür
olduklarını kabul etmişlerdir. Liberal demokrasiler de, ilerici bir atılımla kadınların
eğitim, istihdam, siyasi görevlerden vs. eşit düzeyde yararlanmasını öngören ayrımcılık
karşıtı yasalar benimsemişlerdir.” 46 demektedir.
Kadına yönelik bu bakış açısındaki sıkıntıyı farkederek uluslararası çerçevede
bu konuya ilk temas eden belgelerden biri Nairobi Stratejileri47'dir. 1985 yılına ait olan
bu belgede, cinsiyete dayalı şiddetin giderek arttığı saptanmakta ve hükümetlerin,
öncelikli eylem olarak, kadının onurunu koruması gerektiğini belirtmektedir. Toplum ve
aile içinde kadınlara karşı şiddetten zarar görenlere derhal yardımın yanısıra,
hükümetlerin, toplumsal bir sorun olarak kadınlara karşı şiddet konusunda kamuyu
bilinçlendirmesi, bunun nedenlerini ortadan kaldırmak üzere politikalar ve yasal
önlemler benimsemesi ve bu tür şiddeti önlemesi ve kaldırması istenmektedir.
Öte yandan, genç kadınların cinsel şiddet, saldırı ve sömürüden korunma
hakkı da bu belgede yer almaktadır. Özellikle, birçok genç kadının aile içinde ensest ve
46
Kymlıcka, Will, Çağdaş Siyaset Felsefesine Giriş, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2.
Baskı, İstanbul, 2006, s.522. 47
Tam metin ve rapor için bkz. “Report Of The World Conference To Rewiev And Appraise The
Achievments Of The United Nations Decade For Women: Equality, Development And Peace
Nairobi”, 15-26 July 1985, United Nations/New York
http://www.un.org/womenwatch/confer/nfls/Nairobi1985report.txt 19.06.2012.
23
cinsel şiddetle karşı karşıya kaldığının hükümetler tarafından kabul edilmesi ve buna
karşı gerek zarar görenlere yardım, gerekse saldırganlara karşı gereken eylemin
benimsenmesi, ayrıca eğitim ve kadının durumunun iyileştirilmesi yoluyla bu tür
eylemlerin önlenmesi öngörülmektedir. Yine bu bağlamda genç kadınların haklarını
kullanmak üzere eğitilmesi gerekliliği de vurgulanmaktadır. Ayrıca, özellikle ev
hizmetlerinde ve genel olarak çalışma yaşamında cinsel taciz ve sömürüye de dikkat
edilerek buna son verilmesi istenmektedir.
Aile içi şiddet sorunu Avrupa Konseyi bünyesinde de ele alınan bir konudur.
Bakanlar Komitesi'nin “Aile içi Şiddet”le ilgili kararında 48 , kadınlara ilişkin olarak,
yalnızca başlangıç bölümünde, “aile içi şiddetin” özellikle çocuk ve kadınları etkilediğini
ve kadınların fiili eşitsizlikler nedeni ile bu tür şiddet olaylarını duyuramadıkları
belirtilmiş ve bu nedenlerle de kadınların özellikle korunmaları gerektiği vurgulanmıştır.
Karar, cinsel şiddete açıkça değinmemiş ve “aile-içi şiddetin” kadın ve erkek tarafından
eşit olarak uygulandığı varsayımından hareket edilerek, şiddetin öznesini ve kurbanını
açıkça belirtmemiştir. Ancak gerek “aile-içi şiddetin” önlenmesine, gerekse bundan
zarar görenlerin korunmasına ilişkin kurallardan da bahsedilmiştir.
Nairobi Stratejilerinin yanı sıra günümüze kadar bir çok konferans, belge genel
çerçevede “kadın hakları”, “kadınlara erkeklerle eşit haklar” sorunsalı üzerinden
hazırlanmış, tartışılmış, sözleşmeler imza altına alınmıştır49.
48
Bkz. Council of Europe, Violence in the Family, Strasbourg, 1986.
http://conventions.coe.int/Treaty/EN/Treaties/Html/122.htm 19.06.2012.
49 Burada kadın hakları bilincinin basamak basamak nasıl oluştuğuna dair kronolojik bir sıra
vermek gerekirse; 8 Mart 1857 New York tekstil işinde çalışan kadınların grevi; 1908 New York
büyük kadın yürüyüşü; 1909 Kopenhag‟da düzenlenen Kadın Sosyalist Enternasyonal‟de 8
Martın, Kadın Günü olarak kutlanması kararlaştırıldı. 1946 Kadının Statüsü Komisyonu;
24
Konuya yönelik bir diğer önemli belge, 20 Aralık 1993 tarihli “Kadınlara Yönelik
Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Birleşmiş Milletler Bildirgesi” 50 bir diğeri de
“Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi, Cezalandırılması ve Ortadan Kaldırılmasına
Dair Amerikan Devletleri Sözleşmesi” olarak anılan “Belem do Para”‟51dır.
“Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına Dair Birleşmiş Milletler
Bildirgesi”‟nin 3. maddesi ile kadının onuruna saygı çerçevesinde her türlü işkence ve
kötü muameleye maruz kalmaması ve fırsat eşitlikleri üzerinde durulmuş, “Belem do
Para” da buna bir de kadının “içsel onuru” nun korunması hususu eklenmiş, konu daha
da somutlaştırılmaya çalışılmıştır.
Bildirgenin 2. maddesinde, kadına karşı şiddetin görünüm biçimleri,
örneklendirme yöntemiyle sıralanmaktadır. Buna göre şiddet, “fiziksel, ruhsal ve cinsel
1.Dünya Kadın Konferansı 1975, Mexico City “Eşitlik, Kalkınma ve Barış” İstihdam, sağlık ve
eğitim; 1975 yılı BM tarafından Uluslararası Kadınlar Yılı olarak kutlandı. Bu etkinlikler içinde 8
Mart Dünya Kadınlar Günü olarak kutlandı. 1977'de, Birleşmiş Milletler genel kurulunda, 8 Mart
“Kadın Hakları ve Dünya Barışı Günü” olarak kabul edildi; 2.Dünya Kadın Konferansı 1980,
Kopenhag; Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW)
BM Genel Kurulu tarafından kabul edilmiş ve 1980 yılında üye ülkelerin imzasına açılmıştır; 3.
Dünya Kadın Konferansı 15-26 Temmuz 1985 (Nairobi‟de 157 ülkenin resmen temsil edildiği,
pek çok hükümetler arası organizasyon ve kuruluşun katıldığı bu Konferansta Birleşmiş Milletler
Kadın On Yılının Başarılarının Gözden Geçirilmesi ve Değerlendirilmesi yapıldı. “Kadının
İlerlemesi İçin Nairobi İleriye Yönelik Stratejileri” kabul edilmiştir. Üçüncü Dünya Kadın
Konferansı kararları bağlamında alınacak önlemler üç kategoride toplanmıştır; a)kurucu ve
yasal adımlar, b)sosyal katılımda eşitlik, c)siyasi katılım ve karar almada eşitlik konularını ekledi
ve hedefledi); 4. Dünya Kadın Konferansı 4-15 Eylül 1995‟de Pekin (Birleşmiş Milletler
Ekonomik ve Sosyal Konsey‟in kararıyla Pekin‟de bir „taahhütler konferansı‟ olarak cereyan etti)
50 Tam metin için bkz. http://www.unicankara.org.tr/doc_pdf/metin139.pdf 19.06.2012.
51 İngilizce tam metin için bkz.
http://www.cidh.org/Basicos/English/basic13.Conv%20of%20Belem%20Do%20Para.htm
19.06.2012.
25
şiddet”52 biçiminde üç ayrı kategoride ele alınmıştır: “Aile içi fiziksel, ruhsal ve cinsel
şiddet (Dayak ve hırpalama, ev halkına dahil olan kız çocuklarının cinsel suistimali,
drahoma bağlantılı şiddet, evlilik içi tecavüz, cinsel bakımdan sakat bırakma ve kadına
zarar veren diğer geleneksel uygulamalar, eş dışındaki ev halkına dahil kişilerin
uyguladığı şiddet, şiddete dayalı sömürü). (2) Toplum tarafından genel olarak
52
Bugün şiddet türleri ile ilgili özellikle ABD‟de yapılan çalışmalar neticesinde yukarıda sayılan
şiddet türlerinin yanında “ekonomik”, “sosyal”, “kültürel” gibi daha spesifik türler de ortaya
konulmaya başlanmıştır. Bunlar arasında özellikle ekonomik şiddet giderek daha da önemli bir
sorun halini almıştır. “Kadın yaşamını önemli oranda etkileyen, kadını bağımlı ve fakir hale
getiren şiddet türü ise ekonomik şiddettir (Fawole 2008). Ekonomik şiddet gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkelerin toplumsal ve ekonomik kalkınmalarına engel olmaktadır (Köse ve
Beşer 2007). 1,5 milyar fakirin yaşadığı ve bunların %70‟inin kadın olduğu dünyamızda fakirlik,
ekonomik şiddetin hem sebebi hem de sonucudur. Ekonomik durumun iyi olması kadının refah
içinde yaşamasına neden olur ve şiddet görme oranı azalır denilebilir. Ancak “ters tepki
hipotezi” bu duruma farklı bir yaklaşım getirir. Ters tepki hipotezine göre özgürlüğü ve statüsü
artan kadının şiddete uğrama oranı yükselir (Riger ve Krieglstein 2000). Ekonomik şiddet;
ekonomik kaynakların ve paranın kadın üzerinde bir yaptırım, tehdit ve kontrol etme aracı olarak
kullanılmasıdır. Ekonomik şiddet davranışları kadının çalışmasına izin vermeme, istemediği işte
zorla çalıştırma, çalışıyorsa iş hayatını olumsuz etkileyecek kısıtlamalar getirme, sık sık
işyerinde olay çıkartarak çeşitli bahanelerle işe girmesine engel olma, çalışma yaşamında
ilerlemesine engel olma, kişinin maaşına, gelirine, mal varlıklarına el koyma, az para verme,
para harcama özgürlüğünü elinden alma, çok az para verip yapılması mümkün olmayan şeyleri
talep etme, yiyecek / giyecek gibi ihtiyaçlarını almasına izin vermeme, sağlık hizmetlerinden
yararlanmasını engelleme, ailenin tasarrufları, gelir ve giderleri konusunda bilgi vermeme, aileyi
ilgilendiren ekonomik konularda kadının fikrini almadan tek başına karar verme, kadının ev
ekonomisine katkısını kabul etmeme, ortak miras, mal-mülk konusunda ayrımcı davranışlar
sergileme ve bu davranışları boşandıktan sonra da devam ettirme, çalışmayı reddedip, kişinin
(kadının) gelirini harcama gibi durumları içerir (Casique ve Furegato 2006; Çivi ve ark. 2008;
Fawole 2008; Köse ve Beşer 2007; Riger ve Krieglstein 2000; Xu ve ark. 2005).” Ayrıntılı bilgi
için bkz. Can Gürkan, Özlem, Coşar, Fatma, “Ekonomik Şiddetin kadın Yaşamındaki Etkileri”,
s.2. http://hemsirelik.maltepe.edu.tr/dergiler/cilt2sayi3/cilt2sayi3/124-129.pdf 19.06.2012.
26
uygulanabilecek fiziksel, ruhsal ve cinsel şiddet (Tecavüz, cinsel suistimal; işyerinde,
eğitim kurumlarında ve herhangi bir yerde cinsel taciz ya da sindirme, kadın ticareti ve
fahişeliğe zorlama). (3) Devlet kaynaklı/Devletin işlediği ya da göz yumduğu fiziksel,
ruhsal ya da cinsel şiddet.” 53
“Belem do Para” Sözleşmesi ile “Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı‟na Ek
Afrika Kadın Hakları Protokolü” 54 de “kadına yönelik şiddeti aynı biçimde
tanımlamaktadır. Protokole göre de silahlı çatışma veya savaş halleri gibi durumlar,
uygulanan şiddete karşı bahane olarak gösterilemeyecektir55.
Şiddet karşısında ulusal makamların nasıl davranması gerektiği, Birleşmiş
Milletler Kadınlara Karşı Şiddet, Sebepleri ve Sonuçları Özel Raportörü Radhika
Coomaraswamy tarafından hazırlanan “Ev İçi Şiddete İlişkin Çerçeve Mevzuat Örneği”
konulu raporda 56 yer alır. Rapor “aile içi şiddet” eylemlerinin ve meydana gelen
ilişkilerin mümkün olduğunca geniş bir şekilde yorumlanmasını gerekliliği üzerinde
durur. Polisin yükümlülükleri ile beraber, aile-içi şiddet mağdurunun yararlanması için
“mağdur hakları bildirisi” de raporda yer almaktadır. Hakimler bu bildiriyi gözönüne
almalıdır. Ayrıca mağdur, akraba, sosyal yardım uzmanı ya da mağdura yardım eden
53
Oder, Bertil Emrah, “Kadınların İnsan Hakları‟nın Uluslararası Düzeyde Korunması”; İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayınları, sayı 305, İnsan Hakları Hukuku Çalışmaları 12, s. 33.
54 Tam metin için bkz.
http://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/Books/khuku/egitim_hakki/egitim_hakki_afrika_kadin_hakl
ari_protokolu.pdf 19.06.2012.
55 A.g.e, Oder, s. 34.
56 “Ev İçi Şiddete İlişkin Çerçeve Mevzuat Örneği” Raporunun tam metni için bkz.
http://www.unhchr.ch/Huridocda/Huridoca.nsf/0/b6ad5f3990967f3e802566d600575fcb?Opendo
cument 19.06.2012.
27
kişi koruma tedbiri talebinde bulunabilecekken; Mahkemenin “şiddet” karşısında
alabileceği tedbirler de Rapor‟un 38. paragrafında bentler halinde sayılmıştır.
Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Şiddet, Sebepleri ve Sonuçları Özel
Raportörü Yakın Ertürk‟ün “Türkiye Ziyaretine İlişkin Rapor”u ise 4320 Sayılı (mülga)
„Ailenin Korunması Hakkında Kanun‟un uygulanması bakımından ciddi sorunlara dikkat
çekmektedir. Rapora göre: “Uygulamada, bu yasa yüksek beklentileri
karşılayamamıştır, nadiren kullanıldığı gözlemlenmiştir. Örneğin Batman‟da, 2005 yılı
içerisinde yalnızca 20 koruma tedbiri başvurusunda bulunulmuştur. Konuştuğum
avukatlar, mahkemelerin bu emirleri genellikle çıkarmadığını dile getirmişlerdir. Koruma
tedbiri şartlarının açıkça ihlali ise çoğu zaman yalnızca faillerin uyarılması ile
sonuçlanmaktadır. Bu nedenle avukatlar, kadın müvekkilerine genellikle, etkisiz
kalacak bir koruma tedbiri çıkartmaya çalışmak ve fail ile çatışmayı daha da
alevlendirmek yerine boşanma davası açmaları ve yeni bir ev bulmaları yönünden
tavsiyede bulunmaktadırlar.” 57
Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması‟na Yönelik BM Bildirgesinde ve
CEDAW‟da temel alınan bir diğer husus da “şiddete uğrama tehlikesi yüksek olan
kadınlar”dır. Bu grupta sayılabilecek kadınlar, “azınlıklardan olan kadınlar, yerli
kadınlar, mülteci kadınlar, göçmen kadınlar, kırsal topluluklarda ya da ücra
yerlerde/yalıtılmış bölgelerde yaşayan kadınlar, gözlem altındaki kadınlar, tutuklu
kadınlar, kız çocukları, özürlü kadınlar, yaşlı kadınlar, silahlı çatışmanın olduğu
yerlerde yaşayan kadınlar”dır. CEDAW bu gruba “hamile kadınları” da eklemiştir. Bu
57 Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Şiddet, Sebepleri ve Sonuçları Özel Raportörü Yakın
Ertürk‟ün Türkiye Ziyaretine İlişkin Raporu. Ayrıntılı bilgi için bkz.
http://www.ihop.org.tr/dosya/YE/yeturkiyerapor.pdf 19.06.2012.
28
gruplara ayrıca “özel ve özenli” davranılması gerekliliği vurgusu hem BM bildirgesinde
hem CEDAW‟da yapılır.
Şiddetin önlenmesine ilişkin insancıl hukuk düzenlemeleri bakımından
Cenevre Sözleşmesi, I ve II No‟lu Ek Protokoller ve 1325 No‟lu Güvenlik Konseyi
Kararı ile özellikle Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi‟nin Furundzija
davasındaki karar yol göstericidir58.
Furundzija kararı, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin vermiş olduğu
M.C./Bulgaristan kararı ile birlikte kadınlara karşı cinsel şiddet ve “tecavüz suçu”nun
etkili biçimde kovuşturulması ve cezalandırlması konusundaki yaklaşımları gösteren iki
ayrı karar örneğidir. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin M.C./Bulgaristan kararına
konu olan olayda, 14 yaşından gün almış henüz reşit olmayan başvuran, buluşmak
amacı ile gittiği yerde iki erkeğin tecavüzüne uğradığı iddiası ile açılan soruşturma
kapatılmıştır. Gerekçe olaraksa şiddet kullanıldığını ve şiddete karşı durulduğunu
gösterir emareler ve yardım çağrıları gibi tecavüzün vuku bulduğunu gösterir doğrudan
kanıtların mevcut olmaması gösterilmiştir. İHAM vermiş olduğu kararda “işbu davada
başvuranın iddialarına ilişkin başlatılan soruşturmanın ve özellikle soruşturma yetkilileri
ile savcıların yaklaşımının tecavüz ve cinsel taciz olaylarının cezasız kalmaması
yönünde devletlerin üstlenmiş oldukları –karşılaştırmalı hukukun ve uluslararası
hukukun ilgili modern ölçütleri ışığında bakıldığında- pozitif yükümlülüklerinin bir
parçası olan etkili ceza hukuku hükümlerinin yerleştirilmesi ve yürütülmesi
58
Bkz. Frundzija-IT-95-17/1-T, 10.12.1998, 2. Ceza Dairesi (Yargıç Mumba (Başkan), Cassese
ve May), Özet.
International Tribunal for the Prosecution of Persons Responsible for Serious Violations of
International Humanitarian Law Committed in the Territory of the Former Yugoslavia since
1991, Case No.: IT-95-17/1-T, 10 December 1998.
29
yükümlülüğünü karşılamadığı” sonucuna varmıştır 59 . Fiziksel direniş koşulu kişinin
cinsel özerkliğine ilişkin “etkili koruma”yı tehlikeye düşürmektedir. Neticede Mahkeme,
devletlerin Sözleşme‟nin 3. (işkence, insanlık dışı ve kötü muamele yasağı) ve 8. (özel
yaşam ve aile yaşamı) maddeleri kapsamındaki “pozitif yükümlülükleri”nin, mağdur
tarafından fiziksel direniş gösterilmemiş durumlarda dahil olmak üzere, “rıza hilafına
gerçekleştirlen her türlü cinsel eylemin etkili bir biçimde kovuşturulması ve
cezalandırılması”nı kapsadığı sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca mağdurun yaş küçüklüğü
dikkate alınmayarak, kovuşturma geç bitirilmiştir. Taraf devlet önleme-kovuşturma-
cezalandırma işlevlerini yerine getirmeyerek, Sözleşmenin “etkili başvuru yolları
yaratma” yükümlülüğünü de ihlal etmektedir.
Furundzija kararında ise UCMY 60 , savaş sonrası tecavüz mağduru olarak
başvuran Bosnalı kadını haklı bularak yeni bir içtihat yaratmış ve sanık aleyhine
uygulamıştır. Mahkeme Furundzija kararında, cinsel istismarın; mağdura veya üçüncü
bir kişiye cebir, şiddet veya şiddet tehdidi altında yapılmasını yeterli bulmuş, ayrıca
mağdurun rızasının yokluğuna temas etmemiştir. “Bu olgu ışığında ve işkencenin
uluslararası arenada güçlü bir şekilde kınandığı göz önünde tutulduğunda, Ceza
Dairesi işkence eylemine iştirak eden her bir şahsın eşit ölçüde sorumlu olduğu”
görüşünü benimsemiştir. Daha net bir şekilde ifade etmek gerekirse, Daire,
“...işkenceden fail veya şerik olarak suçlu bulunması için, sanığın, işkencenin ayrılmaz
bir parçasına ve işkence yapılmasının altında yatan amaca; yani bir bilgi veya itiraf elde
edilmesi, mağduru ya da üçüncü bir şahsı cezalandırma veya sindirme, küçük
59
M.C. v. Bulgaristan, Başvuru no. 39272/98, K.T. 4.3.2004 (Final), parag. 166.
60 „Uluslararası Ceza Mahkemesi Yargısı‟‟nın kısaltması olarak kullanılmaktadır.
30
düşürme, zorlama ya da ona ayrımcılık uygulama amacına iştirak etmiş olması
gerektiğine” kanaat getirmiştir61.
Yukarıda değinildiği gibi Devletler şiddeti önlemede “gereken özeni”
göstermekle yükümlüdür. Hem Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına Dair
Birleşmiş Milletler Bildirgesi‟nde hem de Belem do Para‟da bu hususa vurgu yapılmış,
CEDAW Komitesi‟nin 1992 yılında aldığı 19 No‟lu Genel Tavsiye Kararında da konu,
aynı ağırlıkta vurgulanmıştır62.
Nitekim Amerikan Devletleri İnsan Hakları Komisyonu, Fernandes kararında
bu hususu ortaya koymuştur. Kararda Maria de Penha Maria Fernandes‟e yapılan
saldırı konusunda başlatılan soruşturmadan bu yana 17 sene geçmişti 63 . Bu süre
61 Daha ayrıntılı bilgi ve karar özeti için bkz.
http://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/Books/khuku/ictihat_hukuku/ictihat_hukuku__savci_-
_anto_furundzija.pdf 19.06.2012 62
Bkz. CEDAW Komitesi 19 No‟lu Tavsiye Kararı.
63 Bayan Maria da Penha Maia Fernandes, Adalet ve Uluslararası Hukuk Merkezi (CEJIL) ve
Latin Amerika ve Karayipler Kadın Haklarını Savunma Komitesi (CLADEM) (bundan böyle
“dilekçe sahipleri” olarak anılacaktır), Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi‟nin (bundan böyle
“Sözleşme” veya “Amerikan Sözleşmesi” olarak anılacaktır) 44 ve 46. maddeleri ve Kadınlara
Karşı Şiddetin Önlenmesi, Cezalandırılması ve Ortadan Kaldırılmasına Dair Amerikan Devletleri
Sözleşmesi‟nin (Belém do Par Sözleşmesi veya CMV) 12. maddesi çerçevesinde Amerikan
Devletleri İnsan Hakları Komisyonu‟na (bundan böyle “Komisyon” olarak anılacaktır) 20 Ağustos
1998 tarihinde bir dilekçe sunmuştur. Dilekçede, Brezilya Federal Cumhuriyeti‟nin (bundan
böyle “Brezilya” ya da “Devlet” olarak anılacaktır) 1983 yılının Mayıs ve Haziran ayında Cear
Eyaletinde Fortaleza‟da Marco Ant nio Heredia Viveiros‟un eşi Maria da Penha Maia
Fernandes‟i öldürmeye teşebbüs etmesine ve ayrıca eşine karşı yıllarca saldırı suçu işlemesine
ve aile içi şiddete başvurmasına göz yumduğu iddia edilmektedir. Maria da Penha, bu saldırı
sonucu, 1983 yılından beri iflah olmaz bir şekilde bacaklarda felç ve başka rahatsızlıklar
çekmektedir. Dilekçede, 15 yılı aşkın bir süredir defalarca yapılan şik yetlere karşın, saldırıda
bulunan şahsın aleyhine dava açılarak cezalandırılması için etkili önlemler almayan Devlet‟in bu
duruma göz yumduğu ileri sürülmektedir. Dilekçede, Amerikan İnsan Hakları ve Ödevleri
31
boyunca herhangi bir sonuç alınamamış ve dava hükme bağlanmamıştır. Komisyon
Devletin hiçbir anlamda “gereken özeni” göstermediği şeklinde kanaate varmıştır64.
Şiddet vakalarında bilimsel yöntemlerle güncel, özel ve özenli araştırma
tekniklerinin kullanımı değer taşımaktadır. Yine Ertürk raporunda: “Benim bilgim
Bildirisi‟nin (“Bildiri”) II ve XVIII. maddeleri ile ilgili olarak, Amerikan Sözleşmesi‟nin 1(1).
(Haklara Saygı Gösterme Yükümlülüğü),8. (Adil Yargılanma), 24. (Eşit Koruma) ve 25. (Yargısal
Koruma) maddelerinin ve ayrıca Belém do Par Sözleşmesi‟nin 3, 4 (a), (b), (c), (d), (e), (f) ve
(g) ve 5 ile 7. maddelerinin de ihlal edildiği iddia edilmektedir. Komisyon, dilekçeyi yönetmelikler
çerçevesinde işleme almıştır. Komisyon‟un defalarca yaptığı taleplere rağmen, Devlet‟in dilek-
çe konusunda açıklama yapmamış olduğu gerçeğini göz önünde bulunduran dilekçe sahipleri,
dilekçe ile ilgili olayların, doğru olarak varsayılmasını ve Komisyon Yönetmeliği‟nin 42.
maddesinin uygulanmasını talep etmişlerdir. Komisyon, işbu raporda kabul edilebilirlik ile ilgili
şartları analiz ederek, Amerikan Sözleşmesi‟nin 46 (2) (c) ve 47. maddeleri ve Belém do Par
Sözleşmesi‟nin 12. maddesi uyarınca dilekçenin kabul edilebileceğini düşünmektedir.
Komisyon, davanın esasına ilişkin olarak, Bayan Maria da Penha Maia Fernandes‟in, Amerikan
Sözleşmesi‟nin 1 (1). maddesinde ve Bildiri‟nin II ve XVIII. maddeleri ve ayrıca Belém do Par
Sözleşmesi‟nin 7. maddesinde ifade edilen haklara saygı gösterme ve bu hakları güvence altına
alma konusundaki genel yükümlülük ile ilgili olarak, söz konusu Sözleşme‟nin 8 ve 25.
maddelerinde güvence altına alınan adil yargılanma ve yargısal korunma haklarının Devlet
tarafından ihlal edildiği sonucunu çıkarmıştır. Ayrıca bu ihlal halinin, etkisiz bir dava ile
Brezilya‟da kadınlara karşı aile içi şiddete göz yumulduğunu gösteren bir tür ayrımcılık örneği
teşkil etmekte olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Komisyon, failin Bayan Fernandes‟i öldürmeye
teşebbüsten cezai sorumluluğuna karar vermek ve failin hızlı ve etkili bir şekilde yargılanmasını
önleyen başka olaylar ya da Devlet görevlilerinin eylemleri olup olmadığını tespit etmek
amacıyla, Devlet‟in ciddi, yansız ve ayrıntılı bir soruşturma yürütmesini tavsiye etmektedir.
Ayrıca, mağdura derhal ve etkili bir şekilde tazminat ödenmesini ve kadınlara karşı uygulanan
aile içi şiddete Devlet tarafından göz yumulmasını önlemek amacıyla ulusal ölçekte önlemler
alınmasını da önermektedir.
http://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/Books/khuku/ictihat_hukuku/ictihat_hukuku__maria_da_p
enha_maia_fernandes_-_brezilya.pdf 19.06.2012.
64 Fernandes v. Brezilya, 16.4.2001, Ann. Rpt.-Inter-Am. CHR 704, OEA/ser.L/V/II.111
doc.20rev.,OAS, paragraf 56.
32
dahilindeki hiçbir vakada, intihar gibi görünen bir olayın ardından psikolojik otopsi adı
verilen işlem gerçekleştirilmemiştir. Psikolojik otopsi yöntemi, bir kurbanın ölüm
anındaki ruhsal durumunu tespit etmek için kullanılmaktadır. Bu intihar kararına üçüncü
şahısların müdahalesinin bulunup bulunmadığını ortaya çıkarabilir. Psikolojik otopsiler,
intihar eden kişiyle yakın temas halinde bulunan arkadaşlarla, aile üyeleriyle ve meslek
sahipleriyle ayrıntılı görüşmeler yürüten psikolog veya psikiyatrlar tarafından
yürütülmektedir.” 65
Sözleşme, Bildirge ve Birleşmiş Milletler raportörlerinin sunmuş olduğu
raporlar beraber değerlendirildiğinde Devletin bir dizi başka yükümlülükleri de ortaya
çıkmaktadır: “veri toplama ve istatistiklere dayalı araştırma yapma, şiddet mağdurlarını
ve tüm kadınları yargı yolları ve idari başvuru imkanları bakımından bilgilendirme,
şiddet mağdurlarını destekleme ve rehabilitasyon, uluslararası işbirliği ve hükümet dışı
kuruluşlarla işbirliği yapma66. Bildirge ayrıca, şiddet mağdurlarına yönelik programların
kaynaklar ölçüsünde gerçekleştirilmesi konusunda özenli bir yaklaşım içindedir:
Kaynaklar azami biçimde kullanılmalı ve “destekleme ve rehabilitasyon programlarına”
bütçeden pay ayrılmalıdır 67 . Bildirge ve Sözleşme kadının bağımlılığını, ikincilliğini,
edilgenliğini yaratan ve destekleyen toplumsal-kültürel modeli, sosyal politikalar ve
eğitim programlarıyla değiştirmeye ilişkin önlemlerin alınmasından yanadır68.
65
Bkz. Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Şiddet, Sebepleri ve Sonuçları Özel Raportörü Yakın
Ertürk‟ün Türkiye Ziyaretine İlişkin Raporu, paragraf 43.
66 Bkz. Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması‟na Dair Birleşmiş Milletler Bildirgesi, 4.
ve 5. Maddeleri; Belem do Para Sözleşmesi‟nin 8. Maddesi.
67 Bkz. Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına Dair Birleşmiş Milletler Bildirgesi 4.
Maddesinin g bendi.
68 Bkz. Kadınlara Karşı Şiddeti Önlemeye İlişikin Birleşmiş Milletler Bildirgesinin 4. Maddesinin j
bendi; Belem do Para Sözleşmesi‟nin 8. Maddesinin b bendi.
33
Şiddetin önlenmesine ilişkin insancıl hukuk düzenlemeleri bakımından
Cenevre Sözleşmesi, I ve II No‟lu Güvenlik Konseyi Kararı ile özellikle Furundzija
davasındaki karar yol göstericidir. Furundzija kararı, Bulgaristan kararı ile birlikte
kadınlara karşı “cinsel şiddet” ve “tecavüz suçu”nun etkili biçimde kovuşturulması ve
cezalandırılması konusundaki yaklaşımları göstermektedir.
Tüm bunlar beraber değerlendirildiğinde kadınlara yönelik şiddetle ilgili
bugüne kadar gerek uluslararası, gerekse bölgesel ölçekte çalışmalar yürütülmüş, belli
normlar ortaya konulmuş ve uygulamaya dair belli adımlar atılmışsa da “İstanbul
Sözleşmesi”ne kadar alınan bu somut önlemler, uluslararası raporlar da gözönünde
bulundurulduğunda, ne yazık ki yetersiz kalmıştır. Bu nedenle Avrupa ölçeğinde
“kadına yönelik şiddet” ve “aile içi şiddet”e özgülenmiş daha ayrıntılı ve koruma düzeyi
açısından bildirgelerden daha üst düzeyde yer alan bir belgeye ihtiyaç duyulmuştur.
Devletlerin bu konu ile ilgili daha somut önlemler almaya zorlanması ve artık “kadının
toplumdaki yeri” ve “toplumsal cinsiyet rolleri” ile ilgili daha üst bir bilinç oluşturulması
için yeni bir belge hazırlanması zorunlu hale gelmiştir. İşte bu ihtiyacın neticesinde
“İstanbul Sözleşmesi” doğmuştur.
Çalışmamızın temel konusunu oluşturacak olan da “Kadına Yönelik Şiddet” ve
“Aile İçi Şiddet”le ilgili “Convention on Preventing and Combating Violence Against
Women and Domestic Violence” yani bilinen adı ile “İstanbul Sözleşmesi” dir 69 .
Ülkemiz İstanbul Sözleşmesini70 ilk onaylayan Devlet olmakla beraber, iç hukukumuzda
da yapılan birtakım düzenlemelerle konu üzerindeki hassasiyet ortaya konmuştur.
69
İstanbul Sözleşmesinin İngilizce metni için bkz.
http://www.coe.int/t/dghl/standardsetting/convention-violence/convention_en.asp
Türkçe metin için bkz. www.coe.int/conventionviolance 19.06.2012.
70 Bundan sonra İstanbul Sözleşmesi olarak anılacaktır.
34
Böylelikle 4320 Sayılı “Ailenin Korunmasına Dair Kanun”un yerine konuya ilişkin
eksiklikler ve akademik ölçekteki yeni çalışmalarla oluşturulmuş “6284 Sayılı Ailenin
Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”71 yürürlüğe girmiştir. Bu
çalışmada “kadına yönelik şiddet” le ilgili olarak İstanbul Sözleşmesi çerçevesinde yeri
geldikçe diğer uluslararası belgelere 72 özellikle bunların en geniş kapsamlısı olan
“Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesine” yaygın ve
metin de geçecek olan adıyla CEDAW‟a73 da yer verilecektir. CEDAW‟la beraber –
CEDAW‟ca öngörülen normların uygulamasına yönelik- İhtiyari Protokol‟e de
uygulamaların anlatılacağı II. Bölümde yeri geldikçe değinilecektir74. Bunun yanında
71
Bundan sonra 6284 Sayılı Kanun olarak anılacaktır. 20.03.2012 tarihinde Resmi Gazetede
yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
72 Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi belgeleri esas olmak üzere pek çok bölgesel metin de
inceleme alanımızda olacaktır.
73 Tüm Dünyada İnsan Hakları çevrelerince “kadınların insan hakları anayasası”
olarak kabul
edilen CEDAW; yani “Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslarası Sözleşmesi”
(“Committee on the Elimination of Discrimination against Women”) BM Genel Kurulu tarafından
1979 senesinde kabul edilmiş uluslararası bir sözleşmedir. BM bünyesindeki sekiz tane İnsan
Hakları sözleşmesinden bir tanesi olan CEDAW; kadınlara karşı ayrımcılığın içeriğini
tanımlayıp, bu ayrımcılığa karşı yapılması gerekli işlemler ile alınması gerekli önlemleri en net
şekli ile ortaya koyan sözleşmedir. Ülkemizde 1986 yılından bu yana yürürlükte olan sözleşme
ile ilgili taraf devletlerin dört yılda bir verdikleri raporlar üzerinden, yirmi üç bağımsız uzmandan
oluşan CEDAW Komitesi tarafından, taraf devletlerin üzerlerine düşen sorumlulukları yerine
getirip getirmediği denetlenir.
74 Özellikle “kadın-erkek eşitliği” çerçevesini “ayrımcılık” sorunsalı üzerinden özgül bir biçimde
ele alan CEDAW, aynı konudaki Bildiri, Sözleşmenin etkili biçimde uygulanmasına hizmet
edecek olan başvuru yollarını düzenleyen İhtiyari Protokol (6 Ekim 1999); Sözleşme
hükümlerinin yorumlanmasına ışık tutacak olan maddi hükümlere ilişkin açıklamalar ve CEDAW
Komitesinin 25 No‟lu Genel Tavsiyesi de temel nitelikli belgeler açısından özellikle ele
alınmalıdır. İhtiyari Protokol kişilerin veya grupların Sözleşme tarafından haklarının ihlal edildiği
iddiasıyla CEDAW Komitesine doğrudan başvurabilmelerini sağlar. Ayrıca bu durumun etkin bir
şekilde kullanılabilmesi için de Komiteye bir inceleme hakkı tanınmıştır. Yani CEDAW Komitesi
35
yeni yürürlüğe girmiş olan 6284 sayılı Kanun ve İstanbul Sözleşmesi gerekçeleri ve
meclis tartışmaları ışığında, beraber ele alınarak I. bölüm itibari ile incelenecek, II.
Bölümde de İstanbul Sözleşmesi kapsamında mağdur olan kişilerin başvurabilecekleri
yollar, ülkemizdeki yeni normlar ışığında değerlendirilecektir.
I. ĠSTANBUL SÖZLEġMESĠNE GENEL BAKIġ
Yukarıda da ayrıntılı olarak değindiğimiz üzere Anayasamızın 17. maddesi
“bireysel özerklik” üzerinden yorumlanmıştır. Kadının bireysel özerkliği ile ilgili
uluslarası metinlere göndermeler yapmış olsa da ilk olarak CEDAW‟da kadının „birey‟
olmaktan kaynaklı haklarının olduğu vurgusu sıkça yapılmıştır.
Kadınların birey olarak özerkliklerinden hareketle ve özellikle spesifik olarak
kadına yönelik şiddetle ilgili uluslararası platformlarda çeşitli çalışmalar yürütülmüştür.
Avrupa Konseyi de 1990‟lardan beri kadına yönelik şiddetten korunmayla ilgili bir dizi
metin üzerinde çalışmaktaydı. 2002 yılında bu girişimler sonuç vermeye başladı ve
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından bir tavsiye metni oluşturuldu 75 . Bu
Tavsiye kararı İstanbul Sözleşmesi‟nin de temelini oluşturmuş, metinde bahsi geçen
tüm tavsiyeler daha ayrıntılı biçimi ile Sözleşmede yer almıştır. Devamında 2006-2008
kadın hakklarının ciddi ve sistematik bir biçimde ihlal edildiği durumlarda “re‟sen inceleme”
başlatabilmektedir. Türkiye‟nin 29 Ekim 2002 tarihinden itibaren taraf olduğu İhtiyari Protokol
çerçevesinde Türkiye, Komiteye; beş periyodik ülke raporu ile beraber son olarak altıncı
raporunu 2008 yılında sunmuştur. İhtiyari Protokolle ilgli daha ayrıntılı bilgi için bkz.
www.un.org/womenwatch/daw/cedaw/protocol/ 19.06.2012
75 Bkz. “Council of Europe Recommendation Rec (2002) 5 of the Committee of Ministers to
members states on the protection of Women Against Violence”
https://wcd.coe.int/ViewDoc.jsp?id=280915&Site=CM&BackColorInternet=C3C3C3&BackColorI
ntranet=EDB021&BackColorLogged=F5D383 19.06.2012.
36
yılları arasında kadına yönelik şiddete ve aile içi şiddete karşı tüm Avrupa‟da geniş
çapta bir kampanya başlatıldı. Bu konuda Avrupa Parlementosu net bir politik duruş
sergileyerek önleme, koruma ve yaptırımlar ile ilgili tavsiye ve çözümleri belirledi76.
Ulusal raporlar, çalışmalar ve anketler sorunun büyüklüğünü ortaya çıkardı.
Sonrasında Avrupa‟nın her yerinde her türden mağdura aynı seviyede koruma
sağlayabilecek hukuki bir standart oluşturulmasına karar verildi.
Bunun üzerine Komite, Aralık 2008‟de bir uzman grup, “CAHVIO” (Ad Hoc
Committee for preventing and combatting violence against women and domestic
violence) oluşturmuş ve bu grup Aralık 2010‟da şiddet sorununa ilişkin olarak taslak bir
metin hazırlamıştır77.
Sonrasında Avrupa Konseyi Komitesi tarafından nihai metin 11.05.2011
tarihinde İstanbul‟da imzaya açılmıştır. “İstanbul Sözleşmesi” olarak da anılan “Kadına
Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa
Konseyi Sözleşmesi”78, 18 Avrupa Konseyi üyesi 79 devlet tarafından imzalanmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti‟nin 11.05.2011 tarihinde imzalamış olduğu İstanbul
Sözleşmesini, 14.03.2012 tarihinde onaylaması ile de ülkemiz İstanbul Sözleşmesini
onaylayan ilk Konsey üyesi devlet olmuştur.
76 Bkz. http://www.coe.int/t/dghl/standardsetting/convention-violence/about_en.asp 19.06.2012. 77
Bkz. http://www.coe.int/t/dghl/standardsetting/convention-violence/about_en.asp 19.06.2012.
78 “Convention on Preventing and Combating Violence Against Women and Domestic Violence”
79 Albania/19.12.2011; Austria, Finland, France, Germany(R), Greece, Island, Luxemburg,
Montenegro, Portugal, Slovakia, Spain(r), Sweden, Turkey (retification at
14.03.2012)/11.05.2011; Norway/07.07.2011; Slovenia/08.09.2011; Former Yugoslav Republic
of Macedonia/08.07.2011; Ukraine/07.11.2011 Notes: (R) : Reservations- (r): Signature “ad
referendum”,Ref.:www.conventions.coe.int/Treaty/Commun/ChercheSig.asp?NT=210&CM=8&
DF=&CL=ENG 19.06.2012.
37
Ancak İstanbul Sözleşmesinin “İmzalama ve yürürlüğe girme” başlıklı 75.
maddesine80 göre; sözleşmeyi imzalayan 10 devletin -ki en az sekizinin Konsey üyesi
devletlerden olması şartı ile- onay ve kabul belgelerini Avrupa Konseyi Genel
Sekreterliğine teslimleri ile beraber üç aylık sürenin bitimini izleyen ayın birinci günü
sözleşme yürürlüğe girebilecektir. Şu an için İstanbul Sözleşmesini onaylayan tek
devlet Türkiye‟dir.
İstanbul Sözleşmesinin ortaya koyduğu son husus, Sözleşmenin taraflarının,
taraf oldukları veya gelecekte taraf olacakları, Sözleşmece ele alınmış hükümlerle ilintili
olan diğer uluslararası enstürmanlardan doğan yükümlülüklerini etkilemeyeceğidir.
Sözleşme hükümlerini güçlendirmek adına Taraflar kendi aralarında konu ile ilgili iki
taraflı veya çok taraflı antlaşmalar da yapabilirler 81 . Yani İstanbul Sözleşmesince
defalarca vurgulandığı üzere bu Sözleşme, “kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddet” le
ilgili ve bunlarla mücadeleye çalışan kimselere daha uygun haklar tanıyan veya
tanıyacak olan iç hukuk hükümlerinin ve halen yürürlükte olan veya yürürlüğe girecek
80 Madde 75 – İmzalama ve yürürlüğe girme
- Bu Sözleşme Avrupa Konseyi üye Devletlerinin, hazırlanma sürecine katılmış üye olmayan
Devletlerin ve Avrupa Birliğinin imzasına açılacaktır.
- Bu Sözleşme onaya veya kabule tabidir. Onay veya kabul belgeleri Avrupa Konseyi Genel
Sekreterliğine teslim edilecektir.
- Avrupa Konseyi üye devletlerinden en az sekizi dahil olmak üzere, Sözleşmeyi imzalayan 10
devletin, 2. fıkranın hükümleri uyarınca Sözleşmenin bağlayıcılığına rıza gösterdiklerini ifade
etmelerinden itibaren üç aylık sürenin bitimini izleyen ayın birinci günü yürürlüğe girecektir.
- 1. fıkrada söz edilen ve Sözleşmenin bağlayıcılığına rıza gösterdiğini sonradan bildiren
devletler veya Avrupa Birliği açısından Sözleşme, onay veya kabul belgesinin teslim tarihinden
itibaren üç aylık sürenin bitimini izleyen ayın birinci günü yürürlüğe girecektir.
81 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 71.
38
olan bağlayıcı uluslararası enstrümanların hükümlerinin uygulanmasına engel teşkil
etmeyecektir82.
İstanbul Sözleşmesi bir “başlangıç” bir de “imtiyazlar ve muafiyetler” ile ilgili
66. maddeye ek bölüm dışında toplamda oniki bölümden oluşmaktadır.
İstanbul Sözleşmesinin yukarıda bahsi geçen 75. maddesi dahil, yürürlük
usulleri Sözleşmenin son bölümünde karşımıza çıkar. Buna göre;
Taraflardan herhangi biri, Sözleşme ile ilgili değişiklik taleplerini Avrupa
Konseyi Genel Sekreterine iletecek ve Genel Sekreter tarafından Avrupa
Konseyi üye devletlerine, tüm imza sahiplerine, taraflara, AB‟ye, belli usuller
çerçevesinde Sözleşmeyi imzalamaya ve/veya kabul etmeye davet edilmiş
bütün Devletlere gönderilecektir. Değişiklik teklifini, Avrupa Konseyi Bakanlar
Komitesi, Konsey üyesi olmayan devletlerin görüşünü aldıktan sonra
değerlendirecek ve Avrupa Konseyi Kuruluş Belgesinin 20.d‟de 83 belirtilen
çoğunluk sağlandıktan sonra değişikliği kabul edecektir. Kabul edilen bu
metin, onaylanmak üzere Taraflara gönderilecek; Tarafların onaylarını, Genel
Sekretere bildirdikleri tarihten itibaren bir aylık sürenin bitimini izleyen ayın
birinci günü yürürlüğe girecektir84.
82
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 73.
83 AK Kuruluş Belgesi m. 20/d : “Komitenin diğer bütün kararları oyların üçte iki çoğunluğu ve
iştirak hakkını haiz temsilcilerin çoğunluğu ile verilir. Bunlar arasında ezcümle bütçenin
kabulüne, içtüzüğe, mali ve idari tüzüklere, işbu Statünün yukarıdaki a v fıkrasında
zikredilmemiş olan Maddelerinin değiştirilmesine ilişkin tavsiyeler ile tereddüt halinde bu
Maddenin hangi fıkrasının uygulanmasının gerektiğinin belirlenmesi hususlarına ilişkin bulunan
kararlar vardır. 84
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 72.
39
Taraflar, Sözleşmenin uygulanmasında anlaşmazlığa düştükleri noktada,
sorunu karşılıklı olarak görüşerek, uzlaşarak, bir hakeme başvurarak veya
kaşılıklı olarak anlaşarak belirleyebilecekleri herhangi bir barışçıl yoldan
çözümlemenin yollarını arayacaklardır. Tarafların üzerinde mutabık kalacağı
bir çözüm yöntemini, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de önerebilir85.
Sözleşme yürürlüğe girdikten sonra Tarafların oybirliği ile Avrupa Konseyi
Bakanlar Komitesi tarafından Avrupa Konseyine üye olmayan ve Sözleşmenin
hazırlanmasında yer almamış bir Devleti, yine Konseyin m. 20/d‟deki çoğunluk
kararı ve Bakanlar Komitesinde yer almaya yetkili Tarafların temsilcilerinin
oybirliği ile aldığı karara dayanarak, Sözleşmeye katılmaya davet
edebilecektir. Yeni katılan Devlet açısından, katılım belgesinin Genel
Sekreterliğe verilmesinden itibaren üç aylık sürenin bitimini izleyen ayın birinci
günü yürürlüğe girecektir86.
Sözleşmeyi imzalarken veya onay, kabul ve katılım belgesini teslim
ederken bir Devlet veya Avrupa Birliği, Sözleşmenin geçerli olacağı bölgeyi
veya bölgeleri belirtebilir. Böyle bir durumda Taraf Devlet, sonrasında
Sözleşmenin uygulama alanını, bu bildirimde belirteceği ve uluslararası
ilişkilerinden sorumlu olduğu veya namına taahhütlere girmeye yetkili olduğu
başka bölgeleri de kapsayacak şekilde genişletebilir. Bu bildirimi Genel
Sekreterliğe yaptığı tarihten itibaren üç aylık sürenin bitimini izleyen ayın
birinci günü, durum işlerlik kazanacaktır. Bu iki bildirimde yine Genel
Sekreterliğe yapılacak bir duyuru ile geri çekilebilir. Bu geri çekme işlemi de
85
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 74.
86 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 76.
40
yine bildirimin yapılmasından üç aylık sürenin bitimini izleyen ayın birinci günü
yürürlüğe girecektir87.
Sözleşme maddelere konulacak çekinceleri istisnai olarak belirtmiştir.
Bunun haricinde Devlet veya AB herhangi bir madde ile ilgili çekince ileri
süremez. Çekinceler, Sözleşmenin imzalandığı sırada veya onay, kabul ve
katılım belgesini teslim ederken, Genel Sekretere bildirimde bulunarak yapılır.
Bu çekince, maddeyi hiç uygulamamakla ilgili olabileceği gibi yalnızca spesifik
durumlarda uygulanacak şekilde de olabilir88.
Yalnız bu çekinceler, İstanbul Sözleşmesinin ilgili Taraf açısından yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren beş yıl için geçerli olacaktır. Bu süreden sonra tekrar aynı
süreler için yenilenebilir. Sürenin bitiminden on sekiz ay önce Genel Sekreterlik Taraf
Devlete bilidirimde bulunacaktır. Taraf Devlet sürenin dolmasından en az üç ay
öncesine kadar çekincesini sürdüreceğini, değiştireceğini veye geri çekeceğini
bildirmek zorundadır. Bu bildirimde bulunulmadığı taktirde Genel Sekreterlik, Taraf
Devlete çekincesinin otomatik olarak altı ay daha devam edeceğini bildirir. Bu sürenin
bitiminden önce de Taraf Devlet herhangi bir bildirimde bulunmaz ise çekince ortadan
kalkar. Taraflar koydukları çekincelerle ilgili çekince yenilenmeden önce veya talep
üzerine, çekincenin devam etmesinin gerekçeleri hakkında GREVIO‟ya bir açıklama
yapacaktır89.
Burada öncelikli olarak İstanbul Sözleşmesi ile 6284 Sayılı Yasa ve ilgili diğer
mevzuatın karşılaştırılmasının yapılabilmesi için aşağıdaki tabloya yer verilecektir:
87
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 77.
88 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 78.
89 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 79. GREVIO, Sözleşmenin getirdiği bir izleme yöntemidir.
Aşağıda II. kısımda ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır.
41
ĠSTANBUL SÖZLEġMESĠ VE 6284 SAYILI YASA VE ĠLGĠLĠ DĠĞER MEVZUAT
TABLOSU
ĠSTANBUL SÖZLEġMESĠ 6284 SAYILI KANUN ĠLGĠLĠ DĠĞER MEVZUAT
1. md. “Sözleşmenin Maksatları”
1. md./1 “Amaç, Kapsam ve Temel İlkeler”
Anayasa 10. md.”Kanun Önünde
Eşitlik” & Anayasa 17.
md.”Kişinin dokunulmazlığı,
maddi ve manevi varığı” &
Anayasa 90. md./son
“Milletlerarası Andlaşmaları uygun
bulma”
2. md “Sözleşmenin Kapsamı”
1. md./1 “Amaç, Kapsam ve Temel İlkeler”
Anayasa 10. md.”Kanun Önünde
Eşitlik” & Anayasa 17.
md.”Kişinin dokunulmazlığı,
maddi ve manevi varığı” &
Anayasa 90. md./son
“Milletlerarası Andlaşmaları uygun
bulma”
3. md. “Tanımlar” 2. md. “Tanımlar” -
4. md. “Temel haklar eşitlik ve
ayrımcılık yapılmaması” 1. md./2 “Amaç, Kapsam ve Temel İlkeler”
Anayasa 10. md.”Kanun Önünde
Eşitlik” & Anayasa 17.
md.”Kişinin dokunulmazlığı,
maddi ve manevi varığı” &
Anayasa 90. md./son
“Milletlerarası Andlaşmaları uygun
bulma”
5. md. “Devletin yükümlülükleri ve
titizlikle yapması gereken inceleme
ve araştırmalar”
-
Anayasa 10. md.”Kanun Önünde
Eşitlik” & Anayasa 17.
md.”Kişinin dokunulmazlığı,
maddi ve manevi varığı” &
Anayasa 90. md./son
“Milletlerarası Andlaşmaları uygun
bulma”
6. md. “Toplumsal cinsiyet
konusunda hassasiyet gerektiren
politiklar”
-
Anayasa 10. md.”Kanun Önünde
Eşitlik” & Anayasa 17.
md.”Kişinin dokunulmazlığı,
maddi ve manevi varığı” &
Anayasa 90. md./son
“Milletlerarası Andlaşmaları uygun
bulma”
7. md. “Kapsamlı ve koordineli 16. md./2, 4 “Kurumlararası koordinasyon -
42
politikalar”
ve eğitim”
8. md. “Finansal kaynaklar” - Anayasa 65. md.”Devletin iktisadi
ve sosyal ödevlerinin sınırları”
9. md. “Sivil Toplum Kuruluşları ve
sivil toplum” - -
10. md. “Koordinasyon kurumu” 16. md./1 “Kurumlararası koordinasyon ve
eğitim” -
11. md. “Veri toplama ve araştırma” 15. md. “Destek Hizmetleri” -
12. md. “Genel yükümlülükler
(Önleme)”
15. md. “Destek Hizmetleri” -
13. md. “Farkındalığın arttırılması” - -
14. md. “Eğitim” 16. md./6 “Kurumlararası koordinasyon ve
eğitim”
15. md. “Profesyonel kadroların
eğitimi”
11. md. “Kolluk görevleri”
16. md./5 “Kurumlararası koordinasyon ve
eğitim”
16. md. “Önleyici Müdahale ve
Tedavi Programları”
5. md./ı “Hakim tarafından verilecek
önleyici tedbir kararları”
17. md. “Özel sektör ve medyanın
katılımı”
16. md./3 “Kurumlararası koordinasyon ve
eğitim”
6112 s. RTÜK yasası
8.md./ğ,s,Ģ “Yayın hizmeti
ilkeleri” ve 9.md/b,d “Genel
esaslar” ve 32.md “İdari
yaptırımlar”
18. md. “Genel yükümlülükler
(Koruma ve destek)” 15. md. “Destek Hizmetleri” -
19. md. “Bilgi” - -
20. md. “Genel Destek Hizmetleri”
5. md. “Hakim tarafından verilecek önleyici
tedbir kararları”
15. md. “Destek Hizmetleri”
17. md. “Geçici maddi yardım yapılması”
18. md. “Nafaka”
19. md. “Sağlık Giderleri”
20. md. “Harçlardan ve masraflardan,
vergilerden muafiyet ve davaya katılma”
-
21. md. “Bireysel ve toplu
şikayetlerde sağlanacak yardım”
3. md. “Mülki amir tarafından verilecek
koruyucu tedbir kararları”
4. md. “Hakim tarafından verilecek
koruyucu tedbir kararları”
5. md. “Hakim tarafından verilecek önleyici
-
43
tedbir kararları”
6. md. “Suçlara İlişkin Saklı Tutulan
Hükümler”
8. md. “Tedbir kararının verilmesi, tebliği,
gizlilik”
9. md. “İtiraz”
10. md. “Tedbir kararının bildirilmesi ve
uygulanması”
12. md. “Teknik yöntemlerle takip”
13. md. “Tedbir kararlarına aykırılık”
22. md. “Uzman destek hizmetleri”
14. md. “Şiddet önleme ve izleme
merkezlerinin kurulması” &
15. md. “Destek Hizmetleri”
-
23. md. “Barınaklar” -
Belediyeler Kanunu 14. md./a
“Belediyenin Görev, yetki ve
sorumlulukları” &
2828 s. SHÇEK 9/g, 34 ve 35.
md. ve buna bağlı 2396 s.”Özel
Hukuk Tüzel Kişileri İle Kamu
Kurum ve Kuruluşlarınca Açılan
Kadın Konukevleri Yönetmeliği”
24. md. “Telefon yardım hatları” 14. md. “Şiddet önleme ve izleme
merkezlerinin kurulması”
25. md. “Cinsel şiddet mağdurlarına
destek”
14. md. “Şiddet önleme ve izleme
merkezlerinin kurulması”
26. md. “Çocuk tanıkların korunması
ve bunlara destek sağlanması”
5. md./1,ç “Hakim tarafından verilecek
önleyici tedbir kararları”
5395 s. Çocuk Koruma Kanunu
27. md. “Haber verme” 7. md. “İhbar” -
28. md. “Profesyonel kadroların
bildirimleri” - -
29. md.”Hukuk davaları ve hukuk
yolları”
4. md. “Hakim tarafından verilecek
koruyucu tedbir kararları”
5. md. “Hakim tarafından verilecek önleyici
tedbir kararları”
6. md. “Suçlara İlişkin Saklı Tutulan
Hükümler”
8. md. “Tedbir kararının verilmesi, tebliği,
gizlilik”
9. md. “İtiraz”
-
44
10. md. “Tedbir kararının bildirilmesi ve
uygulanması”
12. md. “Teknik yöntemlerle takip”
13. md. “Tedbir kararlarına aykırılık”
20. md. “Harçlardan ve masraflardan,
vergilerden muafiyet ve davaya katılma”
30. md. “Tazminat” - -
31. md. “Velayet altına alma, ziyaret
hakları ve emniyet”
5. md./1,ç “Hakim tarafından verilecek
önleyici tedbir kararları”
5395 s. Çocuk Koruma Kanunu &
TMK md.169,195,197/son, 366/2
32. md. “Zorla evlendirmelerin
hukuki sonuçlar” - TMK 124. md.
33. md. “Psikolojik Şiddet” -
TCK 96. md.”Eziyet” ,
94.md.”İşkence”, 95.md.”Neticesi
Sebebiyle Ağırlaşmış İşkence”
34. md. “Taciz Amaçlı Takip” - -
35. md. “Fiziksel Şiddet” -
TCK 96. md.”Eziyet”,
94.md.”İşkence”, 95.md.”Neticesi
Sebebiyle Ağırlaşmış İşkence”
36. md.”Irza geçme de dahil olmak
üzere cinsel şiddet eylemleri” -
TCK 94.md./3 ”İşkence”, 102.md
“Cinsel Saldırı”,
103.md.”Çocukların Cinsel
İstismarı”, 104.md. “Reşit
Olmayanla Cinsel İlişki”, 105.md.
“Cinsel Taciz”
37. md. “Zorla yapılan evlilikler” - -
38. md. “Kadın Sünneti” - -
39. md. “Kürtaja ve kısırlaştırmaya
zorlama” -
2827 s. Nüfus Planlaması
Hakkında Kanun 5.md. ve 6.md.
&
5237 s. TCK 10. md. “Görev
Suçları” ve 99.md. “Çocuk
düşürtme”, 101. md.
“Kısırlaştırma”
40. md.”Cinsel taciz” -
TCK 94.md./3 ”İşkence”, 102.md
“Cinsel Saldırı”,
103.md.”Çocukların Cinsel
İstismarı”, 104.md. “Reşit
Olmayanla Cinsel İlişki”, 105.md.
“Cinsel Taciz”
45
41. md. “Yardımcı olmak ve yataklık
yapmak ve yeltenmek” -
TCK 37.md. “Faillik”, 38.
md.”Azmettirme”, 39. md.”Yardım
etme”, 40. md.”Bağlılık kuralı”,
94.md./4 ”İşkence”
42. md. “Sözde „namus‟ adına
işlenen suçlar da dahil olmak üzere,
işlenen suçlar için gerekçelerin kabul
edilmemesi”
- -
43. md. “Cezai suçların
uygulanması” - -
44.md. “Yargı yetkisi” -
TCK 7. md.”Zaman bakımından
uygulama”, 8. md.”Yer
bakımından uygulama”, 9.
md.”Yabancı ülkede hüküm
verilmesi”, 11. md.”Vatandaş
tarafından işlenen suç”, 12. md.
“Yabancı tarafından işlenen suç”
& CMK 14. md. “Yabancı ülkede
işlenen suçlarda yetki” & MÖHUK
27. md. “Milletlerarası yetki” ve
diğer ilgili maddeler.
45. md. “Yaptırımlar ve tedbirler”
3. md. “Mülki amir tarafından verilecek
koruyucu tedbir kararları”
4. md. “Hakim tarafından verilecek
koruyucu tedbir kararları”
5. md. “Hakim tarafından verilecek önleyici
tedbir kararları”
6. md. “Suçlara İlişkin Saklı Tutulan
Hükümler”
8. md. “Tedbir kararının verilmesi, tebliği,
gizlilik”
9. md. “İtiraz”
10. md. “Tedbir kararının bildirilmesi ve
uygulanması”
12. md. “Teknik yöntemlerle takip”
13. md. “Tedbir kararlarına aykırılık”
20. md. “Harçlardan ve masraflardan,
vergilerden muafiyet ve davaya katılma”
TCK 5. md. “Özel kanunlarla ilişki”
46. md. “Cezayı ağırlaştırıcı
koşullar” - -
47. md. “Başka bir tarafca verilen - TCK 18. md.”Geri verme”,19.
46
hükümler” md.”Yabancı kanunun göz
önünde bulundurulması”, 59.
md.”Sınır dışı edilme” -&
Mütekabiliyet AntlaĢmaları
48. md. “Zorunlu anlaşmazlık
giderme alternatif süreçlerinin veya
hüküm vermesinin yasaklanması”
- -
49. md. “Genel yükümlülükler
(Soruşturma, kovuşturma, usul
hukuku ve koruyucu tedbirler)
- -
50. md. “Ani mukabele, önleme ve
koruma” - -
51. md. “Risk değerlendirmesi ve
risk yönetimi” - -
52. md. “Acil durumlarda
uzaklaştırma emirleri”
5. md./1,b “Hakim tarafından verilecek
önleyici tedbir kararları”
-
53. md. “Engelleme veya koruma
emirleri”
3. md. “Mülki amir tarafından verilecek
koruyucu tedbir kararları”
4. md. “Hakim tarafından verilecek
koruyucu tedbir kararları”
5. md. “Hakim tarafından verilecek önleyici
tedbir kararları”
6. md. “Suçlara İlişkin Saklı Tutulan
Hükümler”
8. md. “Tedbir kararının verilmesi, tebliği,
gizlilik”
9. md. “İtiraz”
10. md. “Tedbir kararının bildirilmesi ve
uygulanması”
12. md. “Teknik yöntemlerle takip”
13. md. “Tedbir kararlarına aykırılık”
-
54. md. “Soruşturmalar ve kanıtlar” -
Anayasa 20. md./3 “Özel hayatın
gizliliği” & TCK 135. md.”Kişisel
verilerin kaydedilmesi”
55. md. “Ex parte (nizasız) ve ex
officio (re‟sen) yargılama” - -
56. md. “Koruma tedbirleri”
3. md. “Mülki amir tarafından verilecek
koruyucu tedbir kararları”
4. md. “Hakim tarafından verilecek
-
47
koruyucu tedbir kararları”
5. md. “Hakim tarafından verilecek önleyici
tedbir kararları”
6. md. “Suçlara İlişkin Saklı Tutulan
Hükümler”
8. md. “Tedbir kararının verilmesi, tebliği,
gizlilik”
9. md. “İtiraz”
10. md. “Tedbir kararının bildirilmesi ve
uygulanması”
12. md. “Teknik yöntemlerle takip”
13. md. “Tedbir kararlarına aykırılık”
57. md. “Hukuki yardım” - -
58. md. “Zamanaşımı” - -
59. md. “Oturma izni” - -
60. md. “Toplumsal cinsiyete dayalı
iltica talepleri” - -
61. md. “Geri göndermeme” - -
62. md. “Genel
prensipler(uluslararası işbirliği)” - -
63. md. ”Risk altındaki kişilerle ilgili
tedbirler” - -
64. md. ”Bilgilendirme” - -
65. md. “Verilerin Korunması” -
Anayasa 20.md./3 md. “Özel
hayatın gizliliği” &
TCK 135. md. “Kişisel verilerin
kaydedilmesi”
TCK 138. md. “Verileri yok
etmeme”
48
A. ĠSTANBUL SÖZLEġMESĠNĠN AMACI, KAPSAMI VE TANIMLAR
1. Ġstanbul SözleĢmesindeki Tanımlar
İstanbul Sözleşmesi‟nin 3. maddesi Sözleşmenin tanım maddesidir:
“Bu Sözleşme maksatlarıyla:
a. “kadına karşı şiddetten”, kadınlara karşı bir insan hakları ihlali ve ayrımcılık
anlaşılacak ve bu terim, ister kamu ister özel yaşamda meydana gelsinler, söz
konusu eylemlerde bulunma tehdidi, zorlama veya özgürlüğün rastgele bir
biçimde kısıtlanması da dahil olmak üzere, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik
veya ekonomik zarar ve acı verilmesi sonucunu doğuracak toplumsal cinsiyete
dayalı tüm şiddet eylemleri olarak anlaşılacaktır.” denmektedir.
Tanımdan da anlaşılacağı üzere kadına yönelik şiddet eyleminin kadının
medeni hali, sosyal ve kültürel düzeyi, mesleği, ekonomik durumu “şiddet mağduru”
olması noktasında önemli değildir. Şiddet mağduru kadına yapılan eylemin de
toplumsal cinsiyete dayalı olması gereklidir.
“b. “aile içi şiddet”, eylemi gerçekleştiren, mağdurla aynı ikametgahı
paylaşmakta olsun veya olmasın veya daha önce paylaşmış olsun veya
olmasın, aile içinde veya aile biriminde veya mevcut veya daha önceki eşler
veya birlikte yaşayan bireyler arasında meydana gelen fiziksel, cinsel,
psikolojik veya ekonomik şiddet eylemleri olarak anlaşılacaktır.” denmektedir.
“Aile-içi şiddet”te ise yine diğer ulusal veya uluslararası metinlerden farklı
olarak, kapsama alanı geniş tutulmuş, mağdur ve failin aynı evde ikamet etme
zorunluluğu dahi getirilmemiştir. İstanbul Sözleşmesi “aile içi şiddet” hususunu “kadına
yönelik şiddet”ten farklı bir başlık altında tanımlama ihtiyacı hissetmiştir. Şöyle ki
“kadına yönelen şiddet” her zaman resmi nikahlı eşler arasında vukubulmaz. Bunun
yanında akrabalık ilişkileri, aynı evi paylaşan veya ayrı yaşayan heteroseksüel veyahut
homoseksüel çiftler arasında da şiddet gerçekleşebilir. İşte bu noktada kadına veyahut
kişiye yönelen şiddetin toplumsal cinsiyet ayrımcılığından kaynaklanması da gerekmez.
Aile içi şiddete -ülkemizde en azından heteroseksüel çiftler arasında nadir olarak
49
görülse de- erkekler de maruz kalabilir. Kaldı ki Istanbul Sözleşmesinin başlangıç
bölümünde, Sözleşmenin yalnızca kadınları değil, erkek ve çocuk mağdurları
koruyacağı, ancak mevcut olaylar daha çok kadın mağdurların deneyimleri üzerinden
olduğu için ayrı bir kadın vurgusu yapılmak zorunda kalındığı belirtilmiştir90 . Sayın
Özdek‟in çok daha öncesinde belirtmiş olduğu “bireyler özellikle aile içi şiddetten en
çok etkilenen kadınlar kendilerini ve çocuklarını sadece dayaktan ve tecavüzden değil,
bir dizi başka şiddet ediminden de korumayı ve bu tür edimleri içselleştirmekten ve
yeniden üretmekten kaçınmayı öğrenmelidir”91 noktası, İstanbul Sözleşmesi‟nin de en
önemli hedeflerinden biridir.
“c. “toplumsal cinsiyet”, herhangi bir toplumun, kadınlar ve erkekler için uygun
olduğunu düşündüğü sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar,
faaliyetler ve özellikler olarak anlaşılacaktır” denilmiştir.
CEDAW‟ın da temel mücadelesini ortaya koyan “toplumsal cinsiyet” anlayışı
ve algılayışı CEDAW‟ın 1. maddesinde “..cinsiyete bağlı herhangi bir ayrım..” denilerek
ortaya konmuştur. Kadının, toplum içinde yasalarca korunmuş olsa bile fiilen birey
olarak özerkliğinin korunamamış olması durumunun yanında; İstanbul Sözleşmesinin
de açıkladığı gibi sosyal davranış kalıplarının, toplumun biçtiği rollerin “toplumsal
cinsiyet” algısı üzerindeki etkisi büyüktür. CEDAW, sosyallikten çok geleneksel
rollerden bahsetmiştir ki; din olgusunun da toplumsal cinsiyet kalıpları üzerindeki etkisi
düşünüldüğünde “sosyallik” daha genel bir anlam ifade etmektedir.
Prof. Dr. Cemal Bali AKAL “Siyasi İktidarın Cinsiyeti” adlı çalışmasında; “Basit
toplumlarda çıplak biçimde görülen bir mantıkla, erkekler, kadınların soyu devam
90 Ayrıntılı bilgi için bkz. http://www.coe.int/t/dghl/standardsetting/conventionviolence/faq_en.asp
19.06.2012.
91 Özdek, a.g.e., s.160.
50
ettirebilme ya da çocuk doğurabilme yeteneklerinden yola çıkarak, erkekle kadın
arasında kadını yaratıcı kılan bu tehlikeli özelliği, çeşitli tekniklerle bastırmaya,
denetlemeye çalışırlar. Erkek toplumun cins ayrımı ve cinselliği belirleyen ilk oyunu
budur. Tabii bir özelliğin üstüne, o tabii özelliği saptırıp, tanınamayacak hale sokan
kurgusal özellikler yüklemek; böylece hem toplumun demografik denetimini elde tutmak
hem de bu denetimi meşrulaştırmak. Yaratıcı kadın karşısında, denetleyici erkek
olarak, iktidarlı kalabilmek; bunun için de kadına, onu ikinci sınıf insana dönüştüren bir
rol vermek…”92 diyerek toplumsal cinsiyet anlayışının “toplumsal cinsiyet ayrımı” nın
başlangıç noktasını göstermiştir.
“d. “kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet”, bir kadına karşı, kadın
olduğu için yöneltilen veya kadınları orantısız bir biçimde etkileyen şiddet
olarak anlaşılacaktır” denmektedir.
Yine CEDAW kapsamında Taraf Devletler “Her iki cinsten birinin aşağılığı veya
üstünlüğü fikrine veya kadın ile erkeğin kalıplaşmış rollerine dayalı önyargıların,
geleneksel ve diğer bütün uygulamaların ortadan kaldırılmasını sağlamak amacıyla
kadın ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarını değiştirmek”le yükümlüdür93.
Yani toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti ortadan kaldırma çalışmaları ve bunlarla ilgili
öncesi ve sonrasında her türlü tedbiri alma yukarıda da tekrar tekrar bahsettiğimiz gibi
devletin önemli yükümlülüklerinden biridir.
Ancak madde metninde “orantısız” biçimde etkileyen şiddetten
bahsetmektedir. Peki tersten okuma yaparsak; toplumsal cinsiyete dayalı şiddet bir
kadını orantılı biçimde nasıl etkiler? Etkinin orantılı olduğunun ispatı halinde mağdur
kadın Sözleşmedeki korumalardan yararlanamayacak mıdır?
92
AKAL, Cemal Bali, Siyasi İktidarın Cinsiyeti, İmge Kitapevi,1994, s.13.
93 CEDAW m. 5/a.
51
Şu noktanın vurgusunu yapmakta yarar vardır. Madde metninde bahsedilen
„orantısız şiddet‟ değildir, kadının orantısız biçimde şiddet olayından etkilenmesidir.
Şöyle ki her toplumda şiddetin meşru sayılabileceği haller vardır. Bunun en klasik
örneği ülkemiz için kolluk kuvvetlerinin bazı durumlara müdahale için zorunlu kaldıkları
ancak orantılı bir biçimde ve vuku bulan saldırının def‟i ve toplum için daha büyük
zararlar doğmaması açısından uyguladıkları şiddettir. Burada şiddetin „orantılı‟ olması
durumunda şiddet „meşru‟ bir hal alacaktır. Aynı şekilde TCK‟nın 25. maddesinde
tanımlanan „meşru müdafaa‟ halinde de şiddet meşru sayılabilir.
Buradaki orantısız biçimde etkilenme durumu ise tamamen kadınlarla ilgili
uluslararası belgelerdeki süregelen bir tutumdur. Yoksa mülga 765 Sayılı TCK‟daki
cinsel istismarda kişinin psikolojisinin bozulup bozulmamasına göre verilen kararlara
benzer bir durum araştırması söz konusu olmayacaktır.
Nitekim İHAM, Opuz v. Turkey Kararı94nda Devletin 14. maddedeki ayrımcılık
yasağını ihlal edip etmediğini tartışırken (…)“İHAM ayrıca belirli bir grup üzerinde
orantısız bir şekilde hak kaybına neden olan etkilere sahip genel bir politika ya da
önlemin, o grubu özellikle hedefleyip hedeflememesine (bkz. Hugh Jordan/İngiltere, no.
24746/94; 154. paragraf, 4 Mayıs 2001; ve Hoogendijk/Hollanda (karar), no. 58461/00,
6 Ocak 2005) ve potansiyel olarak Sözleşme‟ye aykırı olan ayrımcılığın, fiili bir
durumdan kaynaklanmış olabileceğine bakılmaksızın ayrımcı olarak kabul
edilebileceğine hükmeder (bkz. Zarb Adami/Malta, no. 17209/02, 76. paragraf, İHAM
2006-…) …” demek sureti ile ispat yükümlülüğü hususunda başvuranın kendine farklı
muamele edildiğini göstermesi durumunda, bunun haklı gerekçelere dayandığını
göstermenin Hükümet‟in görevi olduğunu kabul etmektedir. Yani söz konusu olan
94
Opuz v. Turkey, Başvuru no. 33401/02, T. 9 Haziran 2009.
52
mağdur olan kişinin mevcut olaydan orantısız biçimde etkilenmesidir95. Örneğin kişi
gördüğü şiddet nedeni ile evi terk etmek zorunda kalacaktır.
“e. “mağdur”, a ve b fıkralarında belirtilen davranışlara maruz kalan herhangi
bir şahıs olarak anlaşılacaktır” denmektedir.
İstanbul Sözleşmesi genel olarak kadınlar hakkında düzenlemelere yer vermiş
olarak algılansa da –ki toplumlarda çoğunlukla olarak şiddet mağdurları kadınlar ve
çocuklardır- yukarıda da belirttiğimiz gibi özellikle “aile-içi şiddet” hususunda kapsamı
geniş tutarak erkeklerin de şiddete maruz kalıp “mağdur” olmaları durumunda
Sözleşme hükümlerinden faydalanabilmelerini sağlamıştır. Toplumumuzda erkeklerin
şiddet mağduru olduğu vakıalar çok azdır96. Kaldı ki bizim gibi toplumlarda erkeklerin
böyle bir durumu etraflarına duyurmaları veya bununla ilgili merciilere başvurmaları da
geleneksel kalıplar sebebi ile çok zor bir ihtimaldir. Yine de yukarıda bahsettiğimiz “Aile
İçi Şiddet” le ilgili kanun gibi şiddet mağduru olan herkesin genel olarak
faydalanabileceği düzenlemeler daha hakkaniyete uygun ve daha demokratik olacaktır.
“f “kadın” terimi, 18 yaşından küçük kızları da kapsayacaktır” denilmektedir.
Kadın teriminin ayrıca düzenlenmiş olması önemlidir. Şöyle ki kadının ikincil
vatandaş olarak görüldüğü Çin, Pakistan, Hindistan, Tayland, Kuzey ve Güney Afrika
gibi ülkelerde doğan kız çocuklarının bizzat anneler tarafından öldürüldüğü97, kadın
95 Opuz v. Türkiye, parag. 175,177.
96 Türkiye‟de 6284 sayılı Kanunun korumasından ilk olarak faydalanan erkek haberi için bkz.
http://haber.mynet.com/karisindan-siddet-goren-astsubaya-koruma-629183-yasam/ 19.06.2012.
97 Çin‟de sıkça rastlanan bu durum kanunlarla kız çocuğu doğuran kadının sonrasında çocuk
sahibi olmasının yasaklanmasından kaynaklanır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Kristof, Nicholas D.,
Wudunn, Sheryl, “Gökyüzünün Yarısı” (Hayatını Değiştiren Kadınların Hikayesi), Doğan Kitap,
Kasım, 2011.
53
ticaretinin 9‟lu yaşlara kadar düştüğü98, kadınların zorla evlere kapatılıp eğitim ve sağlık
haklarından yararlanamadığı ve savaş sırasında kadınlara yönelen tecavüzlerin yaş
sınırı tanımadığı düşünüldüğünde, İstanbul Sözleşmesi‟nin bu korumayı tüm kadınlar
için sağlaması gereklidir. Kaldı ki TCK‟numuzda ve TMK‟daki uygulamalarla normlarda
„kadın‟ veya „kız‟ ayrımı yapılmamaktadır. Toplumumuzda kadın veya kız olma durumu
bilindiği gibi bekaretin dişi üzerindeki konumlandırılmasını simgelemektedir. Yeni
düzenlemelerle bu rahatsız edici ayrım en azından normlar bazında ortadan
kaldırılmıştır.
İstanbul Sözleşmesi ile paralel olarak inceleme konumuzu oluşturan 6284
Sayılı Kanunda bu tanımlar şu şekilde kullanılmıştır99;
“1) Bu Kanunda yer alan;
a) Bakanlık: Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını,
b) Ev içi şiddet: Şiddet mağduru ve şiddet uygulayanla aynı haneyi
paylaşmasa da aile veya hanede ya da aile mensubu sayılan diğer kişiler
arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik
şiddeti” denilmektedir.
“Aile içi şiddet”, “ev içi şiddet” olarak tanımlanmıştır. Bu durumda iki olasılık
söz konusu olabilir; ya kanun koyucu sadece “ev içi şiddet” diyerek Kanun‟una daha
geniş bir uygulama alanı yaratmak istenmektedir ya da tamamen bir çeviri tercihidir. Ilk
olasılığı gözönüne alacak olursak: aynı evi sadece sırf aile bireyleri veya yakın
akrabalık ilişkisi olanlar paylaşmak zorunda değildir. Zira Almanya‟da da buna benzer
bir düzenleme mevcuttur ve bizce de çok yerindedir. Almanya‟nın konuya ilişkin
98
BM Raporları incelendiğinde Pakistan, Hindistan gibi ülkelerde kız çocukalrının aileleri
tarafından 6 yaşlarında genelevlere satılıp, orada getir-götür işleri için çalıştırıldıkları, bu sırada
uyuşturucuya alıştırıldıkları ve 9 yaşından sonra da bilfiil bedenlerini satarak ölene kadar
genelevlerde kaldıkları görülecektir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Kristof/Sheryl, a.g.e.
99 Bkz. 6284 Sayılı Kanun m.2.
54
mevzuatına göre evin içinde vukua gelen her türlü şiddet olayı “Ev İçi Şiddet” kanunları
kapsamındadır ve bununla ilgili meydana gelen olaylarda kolluğa, savcılık birimine ve
diğer tüm yargı makamlarına daha özel ve geniş yetkiler verilmiştir100. Yine Kanuna
göre;
“c) Hâkim: Aile mahkemesi hâkimini,
ç) Kadına yönelik şiddet: Kadınlara, yalnızca kadın oldukları için uygulanan
veya kadınları etkileyen cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ile kadının insan hakları
ihlaline yol açan ve bu Kanunda şiddet olarak tanımlanan her türlü tutum ve
davranışı” ifade eder.
Kadına yönelik şiddet tanımında ise İstanbul Sözleşmesindeki tanımdan daha
sade bir tanımlamada bulunulmakla yetinilse de kadın olmaktan kaynaklı ayrımcılık
vurgusu yapılarak bir anlamda toplumsal cinsiyete gönderme yapılmıştır. Genel olarak
şiddet ise şu şekilde tanımlanmıştır:
“d) Şiddet: Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar
görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel
hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî
engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana
gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve
davranışı” ifade eder.
6284 Sayılı Kanunda, İstanbul Sözleşmesinden farklı olarak genel bir şiddet
tanımı da verilmiştir. Kanunda mağdur statüsü ise şu şekilde belirlenmiştir.
“e) Şiddet mağduru: Bu Kanunda şiddet olarak tanımlanan tutum ve
davranışlara doğrudan ya da dolaylı olarak maruz kalan veya kalma tehlikesi
bulunan kişiyi ve şiddetten etkilenen veya etkilenme tehlikesi bulunan kişileri,”
100
Bkz. Ayrıntılı bilgi için Kury, Helmut, Smartt, Ursula, “Domestic Violance: Recent
Developments in German and English Legislation and Law Enfercement”, European Journal of
Crime, Criminal law and Criminal Justice, Vol. 14/4, 382-407,2006, Koninklijike Brill NV, printed
in Netherlands.
http://ursulasmartt.com/pdf/Kury-Smartt.Dom.Viol.EurJourn.Dec06.pdf 19.06.2012.
55
ifade eder.
4320 Sayılı Kanun zamanında, Kanunun korumasından yalnızca resmi nikahlı
eşler yararlanmaktaydı. Burada mağdur açısından İstanbul Sözleşmesinde olduğu gibi
kapsam genişletilmiştir. Aynı zamanda, “şiddet” olayının yalnızca kadına yönelik
olmadığı durumundan hareketle “erkek” ve “çocuklar”ın da şiddet mağduru olarak 6284
Sayılı Kanun korunmasından yararlanabileceklerdir. Sözleşmede ayrıntıları ile ortaya
konmuş ve uygulama için çok önleme bir diğer hususta Kanun‟da;
f) Şiddet önleme ve izleme merkezleri: Şiddetin önlenmesi ile koruyucu ve
önleyici tedbirlerin etkin olarak uygulanmasına yönelik destek ve izleme
hizmetlerinin verildiği, çalışmalarını yedi gün yirmidört saat esası ile yürüten
merkezleri,” şeklinde tanımlanmıştır.
İleride değineceğimiz üzere Kanun tanım maddesi koyarak bu merkezlerin ne
şekilde yapılanması gerektiğini ortaya koymuştur.
“g) Şiddet uygulayan: Bu Kanunda şiddet olarak tanımlanan tutum ve
davranışları uygulayan veya uygulama tehlikesi bulunan kişileri, tanımlarken;
ğ) Tedbir kararı: Bu Kanun kapsamında, şiddet mağdurları ve şiddet
uygulayanlar hakkında hâkim, kolluk görevlileri ve mülkî amirler tarafından,
istem üzerine veya resen verilecek tedbir kararlarını” ifade eder.
Tedbir kararlarının, nasıl ve ne şekilde, kim ya da kimler tarafından verileceği,
kimlerin tedbir talebinde bulunabileceği ve nerelere başvurulabilceği sonraki
bölümlerde ayrıntıları ile anlatılacaktır.
Bunun yanında 6284 Sayılı Kanun şiddet uygulayan kişiyi de İstanbul
Sözleşmesinden farklı olarak tanım maddesine koymuş ancak “kadın” tanımını ayrıca
yapmamış, bu hususu İstanbul Sözleşmesine ve Türk Medeni Kanunu‟na bırakmıştır.
Burada önemli bir husus Kanunun adı noktasındadır. Kanun “Ailenin
Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” ismi ile anılmaktadır.
4320 Sayılı Kanundaki en büyük sıkıntı kanunun sadece “Ailenin Korunması” na dair
56
oluşundandır. Öncelik bireyin “birey” olarak korunması, sonrasında “aile” nin gerektiği
ölçüde korunması olmalıdır. Kadına yönelik şiddet meselesi öncelikle bireysel özerklik
ve kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakları ile ilgilidir. Kadına yönelik
uluslararası sözleşmelerin en önemli özelliği toplumsal kalıpların değiştirilmesine
dayanmalarıdır101. 8 Mart 2012 tarihili Meclis oturumunda İstanbul milletvekillerinden
Mehmet Akif HAMZAÇEBİ konu ile ilgili; “Kadın ile erkeğin bir arada yaşaması ve
aralarındaki eşitsiz güç ilişkisinden kadın aleyhine doğan durumu düzeltmek ve bu
durum nedeniyle kadına karşı olan, uygulanan şiddeti önlemek bu tip düzenlemelerin
temel amacı olmalıdır. Ancak tasarının ismine baktığımızda, tasarının isminin kadını
kadın olarak, birey olarak değil de kadını ailenin bir ferdi olarak aldığını görüyoruz.
Başlı başına, tasarının ismindeki bu yaklaşım, daha adım atarken kadına karşı şiddetin
önlenmesi konusunda bir adım geriye düşmektedir. Bunu doğru bulmuyoruz, tasarıyla
ilgili olarak görüş ifade eden arkadaşlarımız bunu tasarının tümünde ve diğer
maddelere ilişkin konuşmalarda ifade ettiler, ancak tasarının son maddesi olması
nedeniyle bu konuyu bir kez daha dikkatinize sunmakta yarar görüyorum. Kadını
ailenin bir ferdi olarak değil, kadın olarak ve bir birey olarak görüp ona uygulanan
101
CEDAW‟ın “Önyargıların ve geleneklerin tasfiye edilmesi” başlıklı 5. md.: Taraf Devletler
aşağıdaki konularda gerekli tedbirleri alırlar: a) Her iki cinsten birinin aşağı veya üstün olduğu
veya erkekler ile kadınların basma kalıp rollere sahip oldukları düşüncesine dayanan bütün
önyargılar ve gelenekler ile her türlü uygulamayı tasfiye etmek amacıyla erkeklerin ve kadınların
sosyal ve kültürel davranış tarzlarını değiştirmek;
b)Ailede verilen eğitimin, toplumsal bir işlev olarak anneliğin gerektiği şekilde anlaşılmasını ve
çocuğun büyütülmesinde ve yetiştirilmesinde erkeklerin ve kadınların ortak sorumluluğunun
kabul edilmesini, yani çocuğun menfaatlerinin her durumda öncelik taşıdığını de içermesini
sağlamak.
57
şiddeti önlemek zorundayız.” 102
Bu eleştiriden de anlaşılacağı gibi 6284 Sayılı Kanunda belli noktalar açık
değildir. Burada iki önemli noktaya dikkat etmek gerekir: Birincisi bu Kanunun
hazırlanmasındaki amaç ve kimlerin korunacağı noktasıdır. Kanunun genel anlamda
içeriğine baktığımız vakit kadının yanında şiddet mağduru erkek ve bundan zarar gören
çocukların da aynı İstanbul Sözleşmesindeki gibi korunma kapsamında olduğu
belirtilmiştir. Oysa eleştiri de genel bir şiddet yasasının hedeflenmediği, öncelikli
kadınların özellikle “aile” içinde korunması gerektiği vurgusu yapılmıştır. Adeta Kanunla
son dönemde medyayı sıkça meşgul eden kadın cinayetleri sorunu hızla çözülmeye
çalışılmaktadır ki tek başına yasalarla böyle bir sorunun çözülebileceği çok iyi niyetli bir
yaklaşımdır. İkinci nokta da eğer hedeflenen sadece kadına yönelik şiddeti ortadan
kaldırmaksa bunun “aile” kavramı içinde değerlendirilip, önce ailenin korunması,
sonrasında “kadının” birey olarak korunması gibi bir izlenim yaratmaktadır. Bu tavrı ile
6284 Sayılı Kanun belli bir boşluğu doldursa da uygulamadaki akıbeti zamanla
görülecektir. Böyle bir kanunun Almanya‟daki gibi daha genel bir perspektiften ve
mümkün olduğunca daha demokratik ancak kadınlarla ilgili mevcut sorunlar da gözardı
edilmeden oluşturulması gereklidir.
Ayrıca 6284 sayılı Kanunla ilgili meclis tartışmaları ve kanun gerekçesi
beraber değerlendirildiğinde, Kanunun tanım maddeleri üzerinde hiç durulmamış adeta
İstanbul Sözleşmesindeki tanımlar 4320 Sayılı Kanundaki bir kısım tanımlara modifiye
edilmiştir.
102
Ayrıntılı bilgi için bkz.
http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_sd.birlesim_baslangic?P4=21143&P5=H&page1=
52&page2=52&web_user_id=9919077 19.06.2012.
58
2. Ġstanbul SözleĢmesinin Amaçları
Sözleşmenin maksatları başlıklı 1. maddesinde;
“1. Bu sözleşmenin maksatları şunlardır:
a. kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına karşı şiddeti ve aile içi
şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak;
b. kadına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak
ve kadınları güçlendirmek de dahil olmak üzere, kadınlarla erkekler arasında
önemli ölçüde eşitliği yaygınlaştırmak;
c. kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin tüm mağdurlarının korunması ve
bunlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politika ve tedbirler
tasarlamak;
d. kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırma amacıyla
uluslararası işbirliğini yaygınlaştırmak;
e. Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin ortadan kaldırılması için bütüncül bir
yaklaşımın benimsenmesi maksadıyla kuruluşların ve kolluk kuvvetleri
birimlerinin birbiriyle etkili bir biçimde işbirliği yapmalarına destek ve yardım
sağlamak.
2. Tarafların söz konusu Sözleşmenin hükümlerini etkili bir biçimde
uygulamalarını sağlama amacıyla bu Sözleşmede spesifik bir izleme
mekanizması oluşturulmuştur” denilmektedir.
İstanbul Sözleşmesinin amaçları öncelikli olarak madde metninden
anlaşılacağı üzere kadınları her türlü şiddete karşı korumak, bunun yanında kadına
karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmaktır. Burada
her türlü şiddet denilerek yalnızca fiziksel şiddete karşı değil, ayrıca psikolojik,
ekonomik, sosyal ve cinsel şiddet gibi diğer şiddet türlerine karşı da taraf devletlere
yükümlülükler getirilmiştir.
Bunun yanında ikinci bir amaç her türlü ayrımcılığın önlenmesi için çalışılarak
kadınları güçlendirmek ve kadın erkek eşitliğini yaygınlaştırmak olarak belirlenmiştir.
CEDAW‟ın daha birinci maddesinde ayrı bir vurgu yaptığı “Ayrımcılık Yasağı” diğer
uluslararası belgelerle tanımlanmaya çalışılmıştır.
59
Ayrımcılık yasağı medeni, sosyal, kültürel, siyasi, ekonomik, her türlü alanda
kadına karşı cinsiyet ayrımcılığına dayalı her türlü kısıtlama, yasaklama ve engel olma
durumunu dışladığı gibi kadının “kadın” olmaktan veya “insan” olmaktan kaynaklı her
türlü hakkının kullanımının engellenmesini de yasaklar. Afrika İnsan ve Halkların
Hakları Şartı‟na Ek Afrika Kadın Hakları Protokolü‟ne göre ayrımcılık “cinsiyet temeline
dayanan ve hedefleri ya da etkileri, medeni halleri ne olursa olsun kadınların yaşamın
tüm alanlarında sahip oldukları insan hakları ve temel özgürlüklerinin tanınması,
kullanılması ya da bunlardan faydalanılmasını tehlikeye atan veya yok eden her türlü
ayrım, mahrumiyet veya kısıtlama ya da her türlü farklı muameledir103.
Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi 2.
md.‟ye göre ayrımcılık yapmaksızın Sözleşmeyi uygulamak; 4. md.‟ye göre olağanüstü
durumlarda sözleşme askıya alınırken dahi ayrımcılık yasağını ihlal etmemek; 24.
md.‟e göre çocuğa ilişkin koruyucu önlemlerde ayrımcılık yasağının ihlal
edilemeyeceği; 26. md.‟ye göre de kanun önünde eşitlik vurguları yapılmıştır104. İnsan
Hakları Komitesinin 18 No‟lu Genel Yorumu ile ayrımcılığı yaratan ve besleyen
koşulların ortadan kaldırılması için “öncelikli muamele içeren önlemlerin” belli bir süre
uygulanabileceği esası belirtilmiştir 105 . Burada önemli olan önlemlerin “ölçülü”
103
Bkz. “Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı‟na Ek Afrika Kadın Hakları Protokolü, madde 1/f.
104 İnsan Hakları Komitesi‟nin 4 No‟lu Genel Yorumu 2. Paragrafında sözleşmenin 3. Maddesinin
kadın ve erkek eşitliği yükümünü 2 ve 26. Maddelerle yani eşit hak kullanımı ve kanun önünde
eşitlikle birlikte okuyarak eylemli eşitliği sağlamaya yönelik ve ülkemizde pozitif ayrımcılık
olarak anılan önlemleri kapsayacak biçimde yorumlamıştır.
105 Bkz. İnsan Hakları Komitesinin 18 No‟lu Genel Yorumu, paragraf 10.
60
olmasından önce “gerekli” olmalarıdır. Önlemin “makul ve meşru” olması vurgusu
Komitenin 28 No‟lu Genel Yorumu ile ayrıca ortaya konmuştur106.
Burada kastedilen yukarıda da CEDAW 4. maddesi ile ortaya konmuş olan
“pozitif ayrımcılık” hususudur. “Pozitif ayrımcılık” Anayasamızın 10. maddesindeki 2010
değişikliklerinde yukarıda da belirttiğimiz gibi CEDAW‟daki gibi düzenlenmemişse de
ikinci bendin yorumundan kadınların erkeklerle eşit konuma gelebilmesi için alınacak
geçici tedbirlerin “eşitlik” ilkesine aykırı olamayacağı hususu pozitif ayrımcılığa
anayasal bir dayanak sağlamaktadır. Böylece Devlet, kadınlar bakımından somut fırsat
eşitliğini sağlayacak önlemler almakla görevlendirilmiş olmaktadır107.
İnsan Hakları Komitesi kadınlara yapılan ayrımın dil, din, ırk, cinsiyet, renk,
toplumsal ya da siyasal köken, mülkiyet, doğum..vs gibi nedenlerle birlikte ele alınması
fikrini ortaya koyar. Taraf devletler tedbirlerini alırken bu konularla beraber
değerlendirmede bulunmalı ve hepsini karşılayacak önlemleri almalıdır. Böylelikle
kadınlara yönelik ayrımcılık somutlaştırılıp, konunun sıradanlaşmasının önüne
geçilmeye çalışılmaktadır.
Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi de 3.
maddesi ile kadın ve erkeğe sözleşmenin uygulanışında eşit haklar vurgusunu
yinelemiştir. Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi 16 No‟lu Genel yorumu ile
eşitlik anlayışının „maddi eşitlik‟ olduğunu vurgulamıştır108. Ekonomik ve Sosyal Haklar
Komitesinin kendisine temel aldığı esas konu “maddi eşitlik”tir. Yani yasal
106
Bkz. İnsan Hakları Komitesinin 28 No‟lu Genel Yorumu, paragraf 3 ve 29.
107 Tanör, Bülent/Yüzbaşıoğlu, Necmi; 1982 Anayasasına göre Türk Anayasa Hukuku, Beta
Yayınları, 11. Bası, s.120.
108 Bkz. Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi‟nin 16 No‟lu Genel Yorumu, paragraf
5,7-8,14.
61
değişikliklerle beraber “fiili uygulamanın” sağlanmasına vurgu yapar. Maddi eşitliğin
esas alınması, Taraf Devletlerin kadın-erkek eşitliği alanındaki yükümlülüklerinin
sınıflandırma biçimine de etki etmektedir. Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar
Komitesi‟nin 16 No‟lu Genel Yorumu 109 ile bu alandaki yükümlülükler üç kümede
toplanmaktadır: (1)Ekonomik, sosyal ve kültürel hakların kadın ve erkeklere eşit şekilde
tanınmaması sonucunu doğuracak doğrudan veya dolaylı ayrımcılık içeren
eylemlerden kaçınmayı gerektiren “saygı duyma yükümlülüğü”. (2)Doğrudan
cinsiyetlerden birine üstünlük tanınması veya diğerinin aşağılanmasını sonucunu
doğuracak her türlü önyargının, geleneksel uygulamaların, erkek ve kadınlar için uygun
görülen kalıplaşmış rollerin ortadan kaldırılmasını içeren “koruma yükümlülüğü”.
Üçüncü kişilerin doğrudan veya dolaylı müdahelesini engellemek biçiminde
anlaşılmalıdır. (3)Hakları “yerine getirme yükümlülüğü”. Etkin hak kullanımı için
yargısal, idari düzenlemeler, başvurular, her türlü eski hale iade, rehabilitasyon,
kadınların haklardan eşit olarak faydalanmasını hızlandıran geçici, özel önlemler,
kaynak dağılımında cinsiyet etkeninin dikkate alınması, bilinçlendirme, eşit temsil,
eşitlik programlarını denetim mekanizmaları gibi bir dizi örnekle somutlaştırılmaktadır.
Komite „maddi eşitliğin‟ yanı sıra „doğrudan ayrımcılık‟ ve „dolaylı ayrımcılık‟
kavramlarını da yorumlamıştır. Doğrudan ayrımcılıkta davranış farklılığı nedeni ile
ayrım doğrudan uygulanır ve tespiti daha kolayken; dolaylı ayrımcılıkta yapılan
eylemdeki sonuçlar ayrımcılığı getirir, dolayısıyla da tespiti daha zordur. Doğrudan
ayrımcılık ile “ayrımcılığın yasaklandığı nedenlerden birine dayanılarak, bir kişi veya
kişi grubunun insan hak ve özgürlüklerinden, aynı veya benzer konumda olduğu diğer
109
Bkz. Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi‟nin 16 No‟lu Genel Yorumu, paragraf
18-21.
62
kişilerle eşit bir şekilde yararlanmasını ve bunları kullanmasını engelleme ya da
zorlaştırma niyet veya etkisine sahip her türlü farkı, dışlamayı, sınırlamayı ya da tercihi
belirttiği” ifade edilmektedir 110 . Doğrudan ayrımcılık açısından bir siyahın kamu
binalarına girişinin yasaklanması ya da bir restoranda Çingenelere/Romanlara servis
yapılmaması bu tür ayrımcılığın tipik örneklerindedir111.
Dolaylı ayrımcılık kavramı, sadece farklı muamelelerin değil, herkes için aynı
şekilde geçerli ve görünüşte tarafsız olan, ancak bazı kişi ve gruplar üzerinde
diğerlerinden farklı veya diğer gruplardan daha fazla olumsuz etki yaratan yasal
düzenleme, uygulama ve tedbirler olarak kabul edilmektedir 112 . Dolaylı ayrımcılığa
örnek olarak ise 175 cm‟nin altında boy uzunluğuna sahip olmayan kişilerin polislik
mesleğine alınmaması belirtilebilir. Burada görünüşte bir ayrımcılık yoktur ancak
kadınlar ve bazı etnik gruplar değerlendirildiğinde söz konusu kuralın dolaylı bir
ayrımcılık yaratacağı ortadadır113.
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi‟nin 14. maddesi ile 12 No‟lu Protokol de
ayrımcılık yasağı ile ilgili düzenlemeleri içermektedir. 14. madde „hak ve özgürlükler‟
110
Karan, Ulaş, Avrupa Birliği Ülkelerinde Ayrımcılık Yasağı ve Eşitlik Kurumları, Mattek
Matbaacılık Basım Yayın Tan. San. Tic. Ltd, Şti., Kasım, 2009.
Ayrıntılı bilgi için bkz.
http://ihop.org.tr/dosya/ab-kurumlar.pdf 19.06.2012.
111 Davidson, Scott, Equality and Non‐Discrimination, Defining Civil and Political Rights: The
Jurisprudence of the United Nations Human Rights Committee, Ashgate, 2005, s. 165.
Ayrıntılı bilgi için bkz.
http://ihop.org.tr/dosya/ab-kurumlar.pdf 19.06.2012.
112 Gül, İdil Işıl, Fiziksel Engellilerin Uluslararası Hukukta Korunması ve Uluslararası
Standartların İç Hukuka Yansıması, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2006, s. 201.
113 A.g.e. Davidson, s. 166.
63
açısından ayrımcılık yasağını irdelemektedir. Örneğin Willis/Birleşik Krallık davasında
olduğu gibi tartışılan hak bakımından bir ihlal olduğu düşünülmese de sadece
“ayrımcılık” yönünden karar verilebilir 114 . 12 No‟lu Protokol ise genel nitelikli bir
ayrımcılık yasağından söz eder.
Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin tüm mağdurlarının özellikle aile içi
şiddette, şiddete uğrayan aile üyesi –ki genellikle bu kadın mağdurlardır- yanında
çocuklar da fiziksel olmasa bile psikolojik olarak olaydan etkilenen diğer mağdurlardır.
Bu çocukların korunması ve taraf devletin mağdurlara yardım için politikalar geliştirmesi
ve tedbirler öngörmesi İstanbul Sözleşmesinin amaçlarından bir diğeridir.
Ayrıca taraf devletler kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırmak
amacıyla uluslararası işbirliğini de yaygınlaştıracaklardır. Son olarak İstanbul
Sözleşmesi ile hedeflenen amaç kadına karşı şiddet ve aile içi şiddeti ortadan
kaldırmak için kamu kurumları ve kolluk kuvvetlerinin etkin bir şekilde işbirliği
yapmalarını sağlamaktır.
Bütün bu amaçların taraflar tarafından etkin bir şekilde gerçekleştirebilmesini
sağlamak için Sözleşmede; ayrıca spesifik bir izleme mekanizması oluşturulmuştur115.
3. Ġstanbul SözleĢmesinin Kapsamı
“Sözleşmenin Kapsamı” başlıklı 2. maddesinde;
“1. Bu Sözleşme, aile içi şiddet de dahil olmak üzere, kadınları orantısız bir
biçimde etkileyen, kadına karşı her türlü şiddet için geçerli olacaktır.
2. Taraflar bu Sözleşmeyi tüm aile içi şiddet mağdurları için uygulamaya teşvik
edilir. Taraflar bu Sözleşmenin hükümlerinin uygulanmasında toplumsal
cinsiyete dayalı şiddetin kadın mağdurlarına özel olarak dikkat
114
Karş. Willis v. Birleşik Krallık, Başvuru no.36042/97, K.T. 11.9.2002 (Final), parag. 29.
115 Bu husus II. Bölümde ayrıntıları ile ele alınacaktır.
64
göstereceklerdir.
3. Bu Sözleşme, barış zamanında ve silahlı çatışma durumlarında geçerli
olacaktır” denilerek sözleşme kapsamı ortaya konmuştur.
Yukarıda da belirttiğimiz üzere İstanbul Sözleşmesi hem kadına yönelik şiddet
hem de aile içi şiddeti konu almakta, bu itibarla kadınları orantısız bir biçimde etkileyen
her türlü116 şiddeti kapsamaktadır.
Yalnız İstanbul Sözleşmesinin sadece kadınlara değil, tüm aile içi şiddet
mağdurlarına uygulanmasını da taraf devlet teşvik edecektir. Bununla beraber,
Sözleşme hükümlerinin uygulanmasında “toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin” kadın
mağdurlarına özel olarak dikkat edilecektir.
İstanbul Sözleşmesine dayanılarak çıkarılan 6284 sayılı Kanunun, kimlere
uygulanacağı hususu özellikle akademik çevrelerce çokça tartışılmıştır 117 . Kanun;
şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile
bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunmasını
amaçlamaktadır. Burada kamuoyunda geniş yer bulmuş olan, ilgili Bakanlığa, STK‟lar
ve akademik çevrelerin sunmuş oldukları taslaklarda gay, lezbiyen çiftler, birarada
yaşayanlar, nişanlılar gibi koruma altına alınacak kişilerin, ülke gerçekleri de gözönüne
alınarak tek tek sayılması önerilmiştir118.
116
Bkz. İstanbul Sözleşmesinin amaçları parag.1.
117 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, md.1/ 2:
Bu Kanunun uygulanmasında ve gereken hizmetlerin sunulmasında aşağıdaki temel ilkelere
uyulur: a) Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Türkiye‟nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler,
özellikle Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin
Avrupa Konseyi Sözleşmesi ve yürürlükteki diğer kanuni düzenlemeler esas alınır. 118
Bahçeşehir Üniversitesi‟nin önderliğinde hazırlanmış olan ayrıntılı öneri metni için bkz.
http://bizeneleroluyor.com 19.06.2012.
65
B. ĠSTANBUL SÖZLEġMESĠNDE TARAF DEVLETĠN
YÜKÜMLÜLÜKLERĠ
1. Genel Yükümlülükler
Devletin genel yükümlülüklerini bir kaç başlık altında toplamak gerekirse; (1)
Ayrımcılık yapmama, (2) Devlet kurumları ile beraber şiddetin aktörü olmama ve
gerektiğinde zararı tazmin ederek kurumları denetleme, (3) Toplumsal cinsiyetle ilgili
hassasiyet gerektiren politikalar düzenleme, (4) Kapsamlı ve koordineli politikalar
üretme, (5) Finansal kaynaklar bulma, (6) STK‟lar ve sivil toplumla ortak çalışma
yürüterek onları teşvik etme, (7) Koordinasyon kurumu oluşturma, (8) Veri toplama ve
araştırma.
a. Ayrımcılık yapmama
İstanbul Sözleşmesinin “Temel haklar, eşitlik ve ayrımcılık yapılmaması”
başlıklı 4. maddesine göre;
“1. Taraflar herkesin, özellikle de kadınların, gerek kamu gerekse özel alanda
şiddete maruz kalmaksızın yaşama hakkını yaygınlaştırmak ve korumak için
gerekli olan yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır.
2. Taraflar, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığı kınayacak ve ayrımcılığı
önlemek üzere, özellikle aşağıdakiler dahil olmak üzere, gerekli yasal ve diğer
tedbirleri alacaklardır:
– ulusal anayasalarında veya ilgili diğer mevzuata kadın erkek eşitliği ilkesini
dahil edecek ve bu ilkenin uygulamada gerçekleştirilmesini temin edeceklerdir;
– yerine göre, yaptırımların uygulanması yolu da dahil olmak üzere, kadınlara
karşı ayrımcılığı yasaklayacaklardır;
– kadınlara karşı ayrımcılık yapan yasa ve uygulamaları yürürlükten
kaldıracaklardır.
Bunun yanında kanımızca madde metninde sadece her tür şiddet mağduru „kişi‟ denmesi -
kişilerin tek tek sayılmasına gerek kalmadan- yeterli olacak ve yasa uygulayıcılar da kanunu
tüm şiddet mağdurlarına uygulamak durumunda kalacaklardır.
66
3. Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını
korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din,
siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla
bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık
durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir
statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın
uygulanmasını temin deceklerdir.
4. Kadınların toplumsal cinsiyete dayalı şiddete karşı korunması için gerekli
olan özel tedbirler, bu Sözleşme hükümlerince ayrımcılık olarak
sayılmayacaktır.” demektedir.
Genel çerçevede Akit Devletler, herkesin özellikle de kadınların hem kamu
alanında hem de özel alanda şiddete maruz kalmama haklarını güvencelemek ve
henüz mağduriyet ortaya çıkmadan onları korumak için gerekli olan yasal
düzenlemeleri kabul etmek ve diğer her türlü tedbirleri almak durumundadırlar119.
Sözleşmece yasal düzenleme ve alınacak tedbirler açısından Taraf Devlete
özellikle tavsiye edilen üç husus bulunmaktadır:
Ulusal anayasalarında ve ya ilgili diğer mevzuata kadın erkek eşitliği ilkesini
dahil edip bu ilkenin uygulamada gerçekleştirilmesini temin edeceklerdir.
Yerine göre yaptırımların uygulanması yolu da dahil olmak üzere, kadınlara
karşı ayrımcılığı yasaklayacaklardır.
Kadına karşı ayrımcılık yapan yasa ve uygulamaları yürürlükten
kaldıracaklardır120.
Ülkemiz İstanbul Sözleşmesini imzaladıktan sonra mevcut “4320 sayılı Ailenin
Korunmasına Dair Kanun” yeterli bulunmayarak, TBMM tarafından “6284 sayılı Ailenin
119
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m.4/1. 120
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m.4/2.
67
Korunması ve Kadına Karşı Şiddettin Önlenmesine Dair Kanun” 20.03.2012 tarihinde
Resmi Gazetede yayınlanarak aynı tarihte yürürlüğe girmiştir.
Taraflar cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi ve başka tür
görüş, ulusal ve sosyal köken, ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel
yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya
mülteci statüsü veya başka bir statü gibi herhangi bir nedenle ayrımcılık yapılarak
sözleşme hükümlerinin özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin
uygulanmasını engellemeyeceklerdir121. Kadınların toplumsal cinsiyete dayalı şiddete
karşı korunması için alınan özel tedbirlerse ayrımcılık olarak sayılamayacaktır122. Bu
husus 6284 Sayılı Kanun kapsamına da aynen alınmıştır123. Pozitif ayrımcılıkla ilgili
olgu yukarıda bahsettiğimiz CEDAW‟daki şekli ile ve „eşitlik‟ konusu da Anayasa 10.
maddesine de uyar şekilde düzenlenmiştir.
Ancak bununla birlikte Medeni Kanunumuzda halen yer alan ve ayrımcılık
unsurları taşıyan evlenen kadının soyadını değiştirmesi (TMK m. 187) ve bekleme
süresi (TMK m. 132)‟ne ilişkin düzenlemelerde herhangi bir değişikliğe gidilmemiş;
Anayasa Mahkemesi de kadının evlenmeden önceki soyadını kullanamamasına ilişkin
düzenlemeyi, İHAM‟ın Ünal Tekeli124 kararına rağmen Anayasaya uygun bulmuştur.
Tekeli kararında başvuran evlendikten sonra kendi soyadını kullanabilmek için dava
açmış, ancak dava mevcut düzenlemenin uygun olmadığı görüşü ile reddedilmiş ve
121
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m.4/3.
122 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m.4/4.
123 Bkz. 6284 Sayılı Kanun md.1/2/ç‟ye göre : Bu Kanun kapsamında kadınlara
yönelik cinsiyete dayalı şiddeti önleyen ve kadınları cinsiyete dayalı şiddetten
koruyan özel tedbirler ayrımcılık olarak yorumlanamaz.
124 Tekeli v. Turkey, İHAM 4. Daire, başvuru no: 29865/96, T. 16.12.2004.
68
Yargıtayca125 da karar onanmıştır.
Bu gelişmelerden sonra, A. Ünal (Tekeli) 126 tarafından yapılan başvuruyu
değerlendiren İHAM, verdiği kararda: “Türk hukukunda, kadın evlendikten sonra
sadece kızlık soyadını kullanamazken, erkek evlilik öncesi soyadını evlendikten sonra
da aynen kullanmaya devam etmektedir. Türk hukukundaki düzenleme cinsiyet
ayırımına dayanmaktadır. (...) 2001 yılında yürürlüğe giren 4721 sayılı Medeni
Kanunda kadının kocasının soyadı ile birlikte kendi soyadını kullanmasına izin verilmiş
olması da sonucu değiştirmemektedir. Soyadlarının evliliklerinden etkilenmesini
istemeyen kadınların menfaatleri Türk Medeni Kanununda dikkate alınmamıştır. (...)
Türk Medeni Kanununa göre kadının, erkeğin soyadını kullanmak zorunda olması ve
kendi soyadını ancak kocasının soyadı ile birlikte kullanması yükümlülüğü makul ve
adil bir düzenleme değildir.” gerekçesi ile İHAS‟in ayrımcılık yasağına ilişkin 14‟üncü
maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
İHAS‟in 46‟ncı maddesi, “Yüksek sözleşmeci taraflar, taraf oldukları davalarda
Mahkemenin kesinleşmiş kararlarına uymayı taahhüt eder” şeklindedir. Bu hüküm
Türkiye‟yi, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi‟nin kararlarına uyma yükümlülüğü altına
sokmaktadır. Ancak Tekeli kararına rağmen kadınlar açısından ayrımcılık teşkil eden
bu uygulamadan vazgeçilmemiştir. Ancak karar emsal gösterilerek yapılan bazı
başvurular kimi yerel mahkemelerce reddedilirken, bazı yerel mahkemelerce kabul
125
Yargıtay 18. H.D., K.T. 06.06.1995, E. 1995/5906, K. 1995/6787. 126
Ülkemizin ilk kadın başbakanı Tansu Çiller‟in eşi, Özer Çiller‟ de eşinin soyadını kullanmakla
beraber burada farklı bir durum söz konusudur. Şöyle ki, ticaretle uğraşan Özer Uçuran; Uçuran
soyadı nedeni ile arkadaşları arasında alay konusu olmaktaydı. Bunun üzerine soyadının
değiştirlmesi için Mahkemeye başvuran Özer Uçuran, Mahkemenin kendisinin haklı gerekçesini
kabul etmesi üzerine; Mahkeme kararı ile “Çiller” soyadını alabilmiştir.
Bildirici, Faruk, “Maskeli Leydi”, Ümit Yayıncılık, 1999.
69
edilmiş ve davacı kadının evlendikten sonra sadece kendi soyadını kullanmasına
hükmedilmiştir127.
Bununla beraber AYM‟nin TMK‟nun 187. maddesinin iptaline ilişkin 10.03.2011
tarih E.2009/85 ve K.2011/49 sayılı kararında: “Kadının evlenmekle kocasının soyadını
almasının cinsiyet ayırımına dayanan bir farklılaşma yarattığı savı da yerinde değildir.
Durum ve konumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları
gerekli kılabilir. Belirtilen gerekçelerle yasakoyucunun takdir yetkisi kapsamında aile
soyadı olarak kocanın soyadına öncelik vermesi eşitlik ilkesine aykırılık
oluşturmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kural Anayasa‟nın 2., 10., 12., 17. ve 41.
maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.”
İtiraz konusu kuralın Anayasa‟nın 90. maddesiyle ilgisi görülmemiştir” sonucuna
varılmıştır. Mahkeme “toplumsal yarar” vardır, diyerek herhangi bir gerekçe
göstermeden talebi reddetmiştir128.
Yine AYM‟nin 8.12.2011 tarih ile E.2010/119 ve K.2011/165 sayılı kararında
eşinden boşanan ve çocuğunun velayet hakkı kendisine verilen davacı anne tarafından
çocuğa velayeten açılan, isim ve soyadın değiştirilmesi davasında, itiraz konusu kuralın
Anayasa‟ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur. Soyadı
Kanunun 4. maddesi129, Anayasanın 10. maddesi ve 13. maddesi ile ailenin korunması
ile ilgili 41. maddesiyle beraber kararda tartışılmıştır. AYM “Eşler, evliliğin devamı
127
Ankara 3. Aile Mahkemesi, K.T. 05.12.2007, E.2007/1204, K.2007/1323. 128
AYM, K.T. 10.03.2011, E.2009/85, K.2011/49.
129 02/07/1934 tarih ve 2525 sayılı Soyadı Kanunun 4. maddesi; “Soyadı seçme vazifesi ve
hakkı evlilik birliğinin reisi olan kocaya aittir. Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk
anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır...”
70
boyunca ve boşanmada sahip oldukları hak ve yükümlülükler bakımından aynı
hukuksal konumdadırlar. Erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını
seçme hakkının kadına tanınmaması, velayet hakkının kullanılması bakımından
cinsiyete göre ayırım yapılması sonucunu doğurur. Bu nedenle itiraz konusu kural,
Anayasa‟nın 10. ve 41. maddelerine aykırıdır, iptali gerekir.” demek sureti ile yukarıdaki
karardan farklı bir karara imza atmıştır. Kararda hem CEDAW‟ın130 ilgili maddelerine
130 “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi‟nin başlangıcında, “Kadınlara
karşı ayrımcılığın, hak eşitliği ve insan şeref ve haysiyetine saygı ilkelerini ihlâl ettiği”
belirtildikten sonra 1. maddesinde “Bu Sözleşmenin amacı bakımından „kadınlara karşı
ayrımcılık‟ terimi siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, kişisel veya diğer alanlardaki kadın ve
erkek eşitliğine dayanan insan haklarının ve temel özgürlüklerin, Medenî durumları ne olursa
olsun kadınlara tanınmasını, kadınların bu haklardan yararlanmalarını veya kullanmalarını
engelleme veya hükümsüz kılma amacını taşıyan veya bu sonucu doğuran cinsiyete dayalı her
hangi bir ayırım, dışlama veya kısıtlama anlamına gelir” denilerek kadınlara karşı ayırımcılığın
tanımı yapılmış; 2. maddesinde taraf devletlerin kadınlara karşı ayırımcılık oluşturan uygulama
ve yasal düzenlemeleri ortadan kaldırmayı kabul ettikleri; 5. maddesinde, taraf devletlerin her iki
cinsten birinin aşağılığı veya üstünlüğü fikrine veya kadın ile erkeğin kalıplaşmış rollerine dayalı
ön yargıların, geleneksel ve diğer bütün uygulamaların ortadan kaldırılmasını sağlamak
amacıyla kadın ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarını değiştirmek için tüm uygun
önlemleri alacakları; 16. maddesinde taraf devletlerin evlilik ve aile ilişkileri konusunda kadınlara
karşı ayırımı önlemek için ana ve babaya evlilik süresince ve evliliğin son bulmasında medeni
durumlarına bakılmaksızın, çocuklarla ilgili konularda ve ulusal yasalarda mevcut veli, vasi,
kayyım olma ve evlat edinme veya benzeri müesseselerde eşit hak ve sorumluluklar
tanıyacakları kabul edilmiştir./Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medenî Haklar Sözleşmesi‟nin
“Ailenin korunması” başlığını taşıyan 23. maddesinin dördüncü fıkrasında “Bu Sözleşmeye
Taraf Devletler, eşlerin evlilik konusunda, evliliğin devam ettiği sürece ve boşanmada eşit hak
ve yükümlülüklere sahip olmaları için gerekli önlemleri alır. Boşanma halinde çocukların
korunması için gerekli hükümler konur”; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‟nin “Ayrımcılık
yasağı” başlıklı 14. maddesinde; “Bu Sözleşme‟de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma,
cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya sosyal köken, ulusal bir
azınlığa mensupluk, servet, doğum veya herhangi başka bir durum bakımından hiçbir ayrımcılık
yapılmadan sağlanır” hükümlerine yer verilmiştir./Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında
71
hem İHAS‟ın 14. maddesine hem de Birleşmiş Milletler Siyasi ve Medeni Haklar
Sözleşmesi‟nin 23. maddeleri de tartışılmış ve referans alınmıştır131.
AYM‟nin 2.7.2009 tarih ile E.2005/114 ve K.2009/105 sayılı kararında da evlilik
dışında doğumlar nedeniyle babalığın hükmen tespiti ve babanın soyadının çocuğa
verilebilmesi için baba hanesine babanın soyadıyla kayıt yapılması istemleriyle açılan
davalarda, itiraz konusu kuralların Anayasa‟ya aykırı olduğu kanısına varan
Mahkemeler, iptali için başvurmuşlardır. Burada tartışılan nokta TMK 321. maddesidir.
Eski Medeni Kanun‟a göre evlilik dışında doğan çocuk, doğduğu anda anasının
soyadını almakta, babası tarafından tanınması veya hükümle babalığın belirlenmesi
halinde ise babasının soyadını taşımaktaydı. 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin 312.
maddesini karşılayan bir hüküm 4721 sayılı Yasada yer almadığından, Türk Medeni
Kanunu‟nun 321. maddesi uyarınca, babalık hükmü ya da tanıma halinde dahi çocuk
ananın soyadını taşımaya devam edecektir132.
da çok geçerli nedenlerin varlığı dışında, yalnızca cinsiyete dayalı bir farklı muamelenin Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi‟nin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağını ihlal ettiği kabul
edilmektedir.” 131
AYM, K.T. 8.12.2011, E.2010/119, K.2011/165. 132
“Bununla beraber, 25.04.2006 tarşhli, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu (RG. 29.04.2006,
26153) 28.md./4: “Tanınan çocuklar babalarının hanesi, baba adı ve soyadı ile analarının kimlik
ve kayıtlı oldukları yer bilgileri belirtilmek suretiyle tescil edilir.” Hükmüne yer verilmiş; nüfus
hizmetleri Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik (RG. 23.11.2006, 26355) m. 23/f.4,
b‟de ise “Ananın veya çocugun istemesi üzerine Türk Medeni Kanununun 301.md. uyarınca
mahkemece baba ile arasında soybağının belirlenmesi ya da Türk Medeni Kanunu‟nun 295.
maddesi uyarınca tanınması halinde, baba tarafından babasına bağlı olarak …usulüne göre
doğum tutanağı düzenlenerek babasının hanesine, baba soyadı ile tescil edilir.” hükmü; m.
103/f.1‟ de “Mahkemelerce babalığa hüküm kararı verilmesi halinde çocuk daha önce nasının
hanesinde ayıtlı ise başka bir belge veya ana ve babanın beyanı aranmaksızın mahkme
kararına dayanılarak çocuğun kaydı baba soyadı ile baba hanesine taşınır.”; f.2‟de “Çocık kayıtlı
değilse … doğum tutanağı düzenlenerek baba hanesine baba soyadı ile tescil edilir.”; m.109/f.
72
AYM, “4721 sayılı Türk Medeni Kanunu‟nun 321. maddesinin birinci
tümcesinde yer alan “… evli değilse ananın …” ibaresinin iptal edilmesi nedeniyle
doğan hukuksal boşluk kamu yararını ihlâl edici nitelikte görüldüğünden, iptal kararının,
Resmî Gazetede yayınlanmasından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesi uygun
görülmüştür” şeklindeki kararı ile çocuğun menfaatini ön planda tuttuğunu belirtmiştir.
Görüldüğü üzere AYM‟nin eşitlik ve ayrımcılık yasağını tartıştığı kararlarında
üç ayrı yaklaşım sergilediği görülmektedir133.
b. Devlet kurumları ile beraber şiddetin aktörü olmama ve
gerektiğinde zararı tazmin ederek kurumları denetleme
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Devletin yükümlülükleri ve titizlikle yapması gereken
inceleme ve araştırmalar” başlıklı 5. maddesince:
1, a‟da “tanınan çocuk henüz aile kütüklerinde kayıtlı değilse, …çocuk babasının soyadı ile
baba hanesine tescil edilerek …” b‟de “tanınan çocuk anasının bekarlık hanesinde kayıtlı ise; bu
hanedeki kaydı kapatılarak baba soyadı ile babasının hanesine tescil edilir.” hükümleri yer
almaktadır. Belirtilen bu hükümler uyarınca, MK m. 321 hükmüne rağmen tanıma ve babalık
davası sonucu babası ile soyabağı kurulmuş çocukların soyadının, babasının soyadı olacağını
kabul etmek gerekirdi. Zira Nüfus Hizmetleri Kanunu‟nun 1. maddesindeki “amaç” hükmü
dikkate alındığında Kanunun 28/f.3 hükmü ile MK. m. 321 hükmünün değiştirildiği sonucuna
varılması isabetli bulunuyordu. Her ne kadar madde yalnızca tanımaya ilişikin düzenlme
içeriyorsa da, menfaatlerin aynı olması itibari ile maddede beliritilenlerin esasen babalık davası
hakkında da uygulanması gerekir. Bu Kanun kapsamında çıkarılan Yönetmelik‟in yukarıda yer
verilen hükümleri de bu sonucu desteklemektedir. Bu sebeple Anayasa Mahkemesi‟nin iptal
kararının uygulanacak esaslar açısından yenilik getirmediği söylenebilir.” şeklindeki görüşle ilgili
bkz. Dural,Mustafa, Öğüz, Tufan, Gümüş, Mustafa Alper, Türk Özel Hukuku Cilt III Aile Hukuku,
Filiz Kitapevi, Mart, 2012, İstanbul, 316,317.
133 Bu yaklaşımlardan ilki yukarıda da belirttiğimiz gibi İHAM‟ın Tekeli kararından sonra dahi
kadına evlenme ile erkeğin soyadının verilmesinin ayrımcılık yaratmayacağına dair kararı;
ikincisi velayet hakkı ile ilgili çocuğun menfaatini ön planda tutarak vemiş olduğu ananın soyadı
çocuğa verilir kararı ve son olarak da evlilik dışı doğan çocuk için ananın soyadı da verilebilir
kararlarıdır.
73
“1. Taraflar kadınlara karşı herhangi bir şiddet eylemine girişmekten imtina
edecek ve devlet yetkililerinin, görevlilerinin, organlarının, kurumlarının ve
Devlet adına hareket eden diğer aktörlerin bu yükümlülüğe uygun bir biçimde
hareket etmelerini temin edeceklerdir.
2. Taraflar, devlet dışı aktörlerce gerçekleştirilen ve bu Sözleşmenin kapsamı
dahilindeki şiddet eylemlerinin önlenmesi, soruşturulması, cezalandırılması, ve
bu eylemler nedeniyle tazminat verilmesi konusunda azami dikkat ve özenin
sarfedilmesi için gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır” denmektedir.
Taraflar sadece toplumu şiddet konusunda yönlendirmekle kalmayacaklar,
kendileri de devlet eliyle kadınlara karşı herhangi bir şiddet eylemine girişmekten imtina
edeceklerdir. Bunun yanında kendi kurumlarının -devlet yetkililerin, görevlilerinin,
organlarının, kurumlarının ve devlet adına hareket eden diğer aktörlerin- bu
yükümlülüğe uyması hususunu temin edecektir134.
Devlet dışı aktörlerce gerçekleştirilen eylemlerde de, Akit Tarafların, önleme,
soruşturma, cezalandırma ve bu eylemler nedeni ile tazminat verilmesi hususlarında
aktif bir rolü vardır135.
c. Toplumsal cinsiyetle ilgili hassasiyet gerektiren politikalar
düzenleme
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Toplumsal cinsiyet konusunda hassasiyet gerektiren
politikalar” başlıklı 6. maddesince:
“Taraflar bu Sözleşmenin uygulanmasına ve sözleşme hükümlerinin etkilerinin
değerlendirilmesine bir toplumsal cinsiyet bakış açısı katacak ve kadınlarla
erkekler arasında eşitliğe ve kadınların güçlendirilmesine ilişkin politikalarını
yaygınlaştıracak ve etkili bir biçimde uygulayacaklardır” denmektedir.
Taraflar toplumsal cinsiyet konusunda hassasiyet gerektiren politikalar
güderek kadın erkek eşitliğini sağlayan ve kadınların güçlendirilmesine yönelik
134
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m.5/1.
135 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m.5/2.
74
politikalarını yaygınlaştırıp etkin bir hale sokacaktır. Burada ilk yapılacaklar arasında
kabaca sivil toplum örgütlerinin daha çok işin içine sokulması, kota sistemi ve
kadınların ve hatta erkeklerin “toplumsal cinsiyet” konusunda bilinçlendirilip, farkındalık
yaratma politikaları geliştirmek şeklinde birtakım tedbirler alınması sayılabilir.
d. Kapsamlı ve koordineli politikalar üretme
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Kapsamlı ve koordineli politikalar” başlıklı 7.
maddesine göre:
“1. Taraflar bu Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddetin önlenmesi ve bu tür
şiddet eylemleriyle mücadele edilmesine yönelik ilgili tüm tedbirleri içeren
Devlet çapında etkili, kapsamlı ve birbiriyle koordineli politikaların benimsenip
uygulanmasını mümkün kılacak, gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacak ve
kadına karşı şiddete karşı bütüncül bir mukabelede bulunulmasını temin
edeceklerdir.
2. Taraflar ilgili tüm birim, kurum ve kuruluşlar arasında etkili bir işbirliği
sağlanmak suretiyle, ve 1. fıkrada yer alan politikalarla, mağdurun haklarının,
alınan tüm tedbirlerin merkezinde yer almasını temin edeceklerdir.
3. Bu fıkra uyarınca alınacak tedbirlere, yerine göre, hükümet kuruluşları,
ulusal, bölgesel ve yerel parlamentolar ve yönetimler, ulusal insan hakları
kurumları ve sivil toplum kuruluşları gibi, ilgili tüm aktörler müdahil olacaktır”
denmektedir.
Yukarıda da defalarca belirttiğimiz üzere taraflar daha olayın en başından her
türlü şiddet olayı ile mücadele edilmesine yönelik devlet çapında bütüncül bir şekilde
önleme politikaları geliştireceklerdir. Bu politikalar geliştirilirken mağdurun hakları
merkez alınacak ve yerine göre hükümet kuruluşları, ulusal, bölgesel ve yerel
parlementolar ve yönetimler, ulusal insan hakları kurumları ve sivil toplum kuruluşları
gibi ilgili tüm aktörler de sürece müdahil olacaktır136.
136
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m.7/1.
75
e. Finansal kaynaklar bulma
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Finansal kaynaklar” başlıklı 8. maddesine göre:
“Taraflar, devlet dışı aktörler ve sivil toplum tarafından gerçekleştirilenler de
dahil olmak üzere, bu Sözleşmenin kapsadığı her türlü şiddet eylemini
önlemeye ve bunlarla mücadeleye yönelik bütüncül politikaların, tedbirlerin ve
programların yeterli bir biçimde uygulanması için uygun finansal kaynakları ve
insan kaynaklarını tahsis edeceklerdir” denmektedir.
Taraf Devletler, bütüncül politikalarında sivil toplum tarafından ve devlet dışı
aktörler de dahil olmak üzere konu ile ilgili gerçekleştirilen tüm programlara da uygun
finansal kaynakları ve insan kaynaklarını da tahsis edeceklerdir137.
6284 Sayılı yasa hazırlanırken meclis tartışmaları sırasında kadın örgütlerince
en çok gündeme getirilen sorun bu kadar maliyetin nereden karşılanacağı ve Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanlığı‟nın bunun için ek bir bütçe ayırıp ayırmayacağı
noktasındaydı138.
f. STK’lar ve Sivil Toplumla ortak çalışma yürüterek onları teşvik
etme
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Sivil Toplum Kuruluşları ve sivil toplum” başlıklı 9.
maddesine göre:
“Taraflar kadınlara karşı şiddet uygulanmasıyla mücadelede aktif bir rol
oynayan sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarını her düzeyde takdir ve teşvik
edecek ve destekleyecek ve bu kuruluşlarla etkili bir işbirliği
gerçekleştirecektir.” denmektedir.
137
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m.8.
138 Bu konu ile ilgili tartışmalar için bkz.
http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_sd.sorgu_yonlendirme?Donemkod=&Yasama_yili
=&Baslangic_Tarihi=&Bitis_Tarihi=&sorgu_kelime=kad%FDna+y%F6nelik+%FEiddet+
19.06.2012.
76
Taraflar ayrıca kadınlara karşı şiddet uygulanması ile mücadele eden sivil
toplum kuruluşlarını teşvik ederek destekleyecekler, hatta ortak çalışma
yürüteceklerdir139.
g. Koordinasyon kurumu oluşturma
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Koordinasyon kurumu” başlıklı 10. maddesince:
“Taraflar bu Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddeti önleme ve bunlarla
mücadeleye yönelik politika ve tedbirlerin koordinasyonu, uygulanması,
izlenmesi ve değerlendirmesinden sorumlu bir veya birden fazla kurumu
belirleyecek veya kuracaktır. Bu kurumlar Madde 11‟de belirtildiği gibi verilerin
toplanmasını koordine edecek, verileri analiz edecek ve sonuçlarının
dağıtımını sağlayacaktır.
Taraflar bu fıkra uyarınca belirlenen veya oluşturulan kurumların Bölüm VIII
uyarınca alınan tedbirlerin genel mahiyeti hakkında bilgilendirilmelerini
sağlayacaktır.
Taraflar bu fıkra uyarınca belirlenen veya oluşturulan kurumların, diğer
tarafların bünyesinde yer alan muadil kuruluşlarla doğrudan iletişim kurma ve
ilişkiler oluşturma yeteneğine sahip olmalarını sağlayacaklardır.” denmektedir.
Taraf Devlet yukarıda saydığımız ve aşağıda 11. md ile inceleyeceğimiz tüm
bu işlerin koordinasyonunu sağlayacak bir sorumlu bir veya birden fazla kurumu
belirleyecektir. Konu ile alakalı her türlü iletişim bu kurum ya da kurumlar vasıtası ile
sağlanacaktır140.
h. Veri toplama ve araştırma
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Veri toplama ve araştırma” başlıklı 11. maddesince:
“1. Taraflar bu Sözleşmenin uygulanması maksadıyla aşağıdakileri
yapacaklardır:
a. Bu Sözleşme kapsamında kalan her türlü şiddet olayıyla ilgili
birleştirilmemiş istatiksel veriyi düzenli aralıklarla toplayacaklardır;
139
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m.9.
140 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m.10.
77
b. Bu Sözleşme kapsamında kalan her türlü şiddet olayının kökünde yatan
nedenler ve bunların etkileri, şiddet olayları, ceza oranlarının yanı sıra, bu
Sözleşmenin uygulanması için alınan tedbirlerin etkililiğini incelemek üzere, bu
olaylarla ilgili araştırmaları destekleyeceklerdir.
2. Taraflar bu Sözleşme kapsamında kalan her türlü şiddet olayının
yaygınlığını ve nasıl bir eğilim içinde olduğunu değerlendirmek üzere, düzenli
aralıklarla halk anketleri yapmaya gayret edeceklerdir.
3. Taraflar uluslararası işbirliğini harekete geçirmek ve bu alanda uluslararası
standartların yerleştirilmesini sağlamak üzere, bu fıkra uyarınca toplanan
bilgileri bu Sözleşmenin Madde 66‟sında belirtilen uzmanlar grubuna
vereceklerdir.
4. Taraflar bu fıkra uyarınca toplanan bilgilerin kamuoyunun erişimine açık
olmasını sağlayacaklardır.” denmektedir.
Taraflar İstanbul Sözleşmesi ile beraber her türlü şiddet olayı ile ilgili düzenli
veri toplaması yapacaklardır. Halk anketleri düzenleyeceklerdir. Bu Sözleşme
kapsamında kalan her türlü şiddet olayının kökeninde yatan nedenler ve bunların
etkileri, şiddet olayları, ceza oranları ve konu ile ilgili alınan tedbirlerin yeterli olup
olmayacağı denetlenecektir. Bu bilgilerin hepsi kamuoyunun erişimine açık olacaktır141.
Aşağıda ayrıntıları ile tartışacağımız üzere GREVIO ihtiyaç duyduğunda bu verileri
taraflardan talep edebilecektir.
Görüldüğü gibi İstanbul Sözleşmesi açısından, şiddet karşıtı politikaların
oluşturulmasında halkı ve sivil toplum örgütlerinin katılımı, bu amaçla oluşturulan
kurumların denetlenmesi ve şeffaflık hayati bir önem taşımaktadır.
2. Özel Yükümlülükler
Taraf Devletlerin özel olarak üç ana yükümlülüğü-sorumluluğu bulunmaktadır.
Bunlar: (1)Tarafların henüz şiddet eylemi gerçekleşmeden konuya müdahalesini
sağlayan önleme-engelleme yükümlülüğü, (2) Şiddet mağduru olma ihtimali olan
141
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m.11.
78
mağdurun korunması-desteklenmesi yükümlülüğü, (3) Şiddet eylemini
gerçekleştiren faile hukuki ve cezai yaptırım uygulanması yükümlülüğü,
Şimdi taraf devletin yükümlülüğünü bu üç ana çerçeve üzerinden inceleyeceğiz:
a. Önleme-Engelleme Yükümlülüğü
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Genel Yükümlülükler” başlıklı 12. maddesince:
“1. Taraflar kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesine veya
kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön
yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması
amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının
değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır.
2. Taraflar herhangi bir gerçek veya hükmi şahsiyetin bu Sözleşmenin
kapsamında kalan her türlü şiddet eylemini önleyecek gerekli yasal ve diğer
tedbirleri alacaklardır.
3. Bu bölüm uyarınca alınan tüm tedbirlerle, belirli şartlar nedeniyle hassas
konuma gelmiş insanların ihtiyaçları göz önüne alınacak ve karşılanmaya
çalışılacak ve tüm tedbirlerin merkezinde mağdurların insan hakları yer
alacaktır.
4. Taraflar özellikle gençler ve erkekler olmak üzere, toplumun tüm bireylerinin
bu Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddet olayının önlenmesine aktif bir
biçimde katkıda bulunmasını teşvik etmeye yönelik gerekli tedbirleri alacaktır.
5. Taraflar kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus” gibi kavramların
bu Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak
kullanılmamasını temin edeceklerdir.
6. Taraflar kadınların güçlendirilmesine yönelik program ve faaliyetlerin
yaygınlaştırılması için gerekli tedbirleri alacaklardır.” denmektedir.
Öncelikli olarak Taraf Devletler kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak
klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların
değiştirilmesine yardımcı olacak tüm tedbirleri alacaklardır. Bu tedbirler alınırken,
mağdurun insan hakları temel alınacak, şiddetin failinin gerçek veya tüzel bir kişilik olup
olmaması önemli olmayacaktır. Özellikle toplumun gençleri ve erkeklerinin her türlü
79
şiddet olayının önlenmesinde aktif bir biçimde rol alması sağlanacaktır. “Kültür, töre,
din, gelenek veya sözde namus” gibi hukuki olmayan kavramlar herhangi bir şiddet
eylemine gerekçe olarak kullanılamayacaktır ve kadınların güçlendirilmesine yönelik
program ve faaliyetlerin gerçekleştirilmesi için tüm tedbirler alınacaktır142.
Ülkemizde TCK‟da “töre saiki” 143 ile işlenen adam öldürme fiileri suçun
“ağırlaştırıcı” unsuru olarak düzenlenmiştir. Ancak “namus” adına işlenen adam
öldürme fiilerinde, Yargıtay‟ın “haksız tahrik” nedeni ile ceza indirimine gittiği durumlar
söz konusudur.
TCK‟nın “Haksız tahrik”i düzenleyen 29. maddesinin 1. fıkrası:
“Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç
işleyen kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan
yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar
hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte
üçüne kadarı indirilir.” demek sureti ile haksız tahriğin hangi hallerde mümkün
olacağını belirtmiştir.
Bu okumayı kanunun gerekçesi üzerinden yapacak olursak: “Maddede ceza
sorumluluğunu azaltan bir neden olarak haksız tahrik hâli düzenlenmiştir. Haksız
tahrikin ana koşulu, yapılan haksız hareketin fail üzerinde bir hiddet veya şiddetli elem
meydana getirmesi ve suçun işlendiği anda failin bu durumda bu etki altında bulunması
olduğundan, madde söz konusu psikolojik hâlleri belirtecek biçimde kaleme alınmıştır.
Gazap, aslında hiddetlenmeyi ifade eder; şedit bir elem deyimi psikolojik bakımdan
aslında hareketsizliğe, pasifliğe yöneltici bir ruh hâli ise de, burada söz konusu olan
hiddete yönelten bir elemdir. Bu itibarla sadece hiddet sözcüğünün kullanılması bu hâli
de kapsar idi. Ancak uygulamada duraksamalara neden olmamak için metinde her iki
142
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m.12.
143 TCK. md. 82/1/j.
80
sözcüğün kullanılması uygun sayılmıştır. Hiddet veya şiddetli eyleminin haksız bir fiil
sonucu ortaya çıkarması gerekir. Maddeye bu ibarenin eklenmesinin amacı, ülkemizde
özellikle "töre veya namus cinayeti" olarak adlandırılan akraba içi öldürme suçlarında
haksız tahrik indiriminin yanlış biçimde uygulanmasının önüne geçmektir.
Maddedeki düzenleme nedeniyle bir suçun mağduruna yönelik olarak
gerçekleştirilen fiiller dolayısıyla fail haksız tahrik indiriminden yararlanamayacaktır.
Örneğin cinsel saldırıya maruz kalmış kadına karşı babanın veya erkek kardeşin
işlediği öldürme fiilinde, haksız tahrike dayalı olarak ceza indirimi yapılamayacaktır.
Maddedeki haksız fiil terimi, bir davranışın hukuk düzenince tasvip edilmediği anlamına
gelmektedir. Ancak böyle bir haksız fiili yapan kişiye karşı yönelik fiilin varlığı
durumunda maddenin uygulanması söz konusu olabilecektir. Bu nedenle, örneğin eşi
hakkında bir söylentinin varlığına dayanarak veya çocuğunun seçtiği arkadaş ya da eş
nedeniyle ona karşı aile bireylerinin veya diğer kişilerin öldürme suçunu işlemesi
hâlinde bu maddeye göre ceza indirimine gidilemeyecektir. Bu düzenlemede ayrıca
765 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan adi ve ağır tahrik ayırımı kaldırılmıştır. Tahrik
hâlinde verilecek ceza bakımından aşağı ve yukarı sınırlar kabul edilmek suretiyle
olayın özelliğine göre uygulamada takdir olanağı tanınması amaçlanmıştır. Hâkim
tahrikin ağırlık derecesine göre yapılacak indirimi saptayabilecektir. Ancak bu indirimin
yapılabilmesi için haksız fiilin bir hiddet veya şiddetli elem etkisi doğurabilecek ağırlıkta
olması gerekir. Bu nedenle böyle bir etkiyi meydana getirebilecek ağırlıkta olmayan
haksız fiiller bakımından hükmün uygulanması söz konusu olmayacaktır.”144denilerek
144
Kanunun gerekçesi için bkz.
http://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=tck%20gerekçe&source=web&cd=1&sqi=2&ved=0C
FQQFjAA&url=http%3A%2F%2Fwww.cezabb.adalet.gov.tr%2Fmevzuat%2Fmaddegerekce.doc
81
uygulamada “namusla ilgili” işlenen cinayetlerde de artık “haksız tahrik indirimi”
yapılamayacağını net bir şekilde ortaya koymuştur. Kanun koyucuların, düzenlemeleri
bu doğrultuda olsa da uygulamada gerek toplum baskısından gerekse konu üzerinde
bir türlü hassasiyet gösterilemediğinden dolayı hakimlerimizin yörelere/bölgelere göre
değişen kararlara imza attığı gerçeği de ortadır. Ancak Yargıtay son dönemde içtihat
değiştirmiş ve namus adına işlenen cinayetlerle ilgili “töre saiki” ile işlenmişçesine
ağırlaştırılımış halinden cezanın uygulanacağını belirtmiştir145.
765 Sayılı Kanun intihar146 ve intihara azmettirme durumunu da ayrı bir başlık
altında incelemiştir. Bunun nedeni yukarıda bahsettiğimiz Yakın Ertürk‟ün Batman‟daki
kadın intiharları ile ilgili raporun da gösterdiği üzere, bu intiharların çoğunun kadını
zorlayarak “töre” veya “sözde namus” gibi nedenlerle işlenen cinayetler olmasıdır.
Kanun koyucu burada, kişilerin kanunu dolanarak işledikleri haksız fiilerin cezasız
kalmamasını sağlamaya çalışmıştır ve bizce de çok yerinde bir düzenlemedir.
Istanbul Sözleşmesi‟nin “Farkındalığın Arttırılması” başlıklı 13. maddesince:
“1. Taraflar bu Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddet eyleminin ortaya farklı
şekillerde çıkışı ve bu eylemlerin çocuklar üzerindeki etkisi ve bu şiddet
eylemlerinin önlenmesi ihtiyacı konusunda halk arasındaki farkındalığın ve
anlayışın arttırılması için, yerine göre ulusal insan hakları kuruluşları ve eşit
haklar kuruluşları, sivil toplum kuruluşları ve özellikle de kadın örgütleriyle
&ei=tdzhT4S0AcWxhAfk1tm4Aw&usg=AFQjCNHG36U2toHWrja9DV8JgMNw7UISvw
19.06.2012.
145 Ayrıntılı bilgi için bkz. Koğacıoğlu, Dicle, “Gelenek Söylemleri ve İktidarın Doğallaşması:
Namus Cinayetleri Örneği”
http://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=namus%20cinayetleri%20için%20indi&source=web
&cd=6&sqi=2&ved=0CFUQFjAF&url=http%3A%2F%2Fresearch.sabanciuniv.edu%2F5862%2F
1%2Ffeministyaklasimlardicle.doc&ei=f93hT9-
zKou3hAfNucHPAw&usg=AFQjCNHmzNEWDSXZuB9Aaw2u5JMa9fwfJA 19.06.2012.
146 TCK m. 84.
82
işbirliği de dahil olmak üzere, düzenli olarak ve her düzeyde farkındalık arttırıcı
kampanya ve programları yaygınlaştıracak veya uygulayacaktır.
2. Taraflar bu Sözleşme kapsamındaki şiddet eylemlerini önlemeye yönelik
mevcut tedbirler konusundaki bilgilerin halk arasında en geniş bir şekilde
dağıtımını sağlayacaklardır” denmektedir.
Farkındalığın halk arasında arttırılması için düzenli olarak kampanya ve
programlar yaygınlaştırılacaktır. Her türlü kuruluş özellikle de kadın örgütleri ile iş birliği
bu anlamda arttırılacaktır. İstanbul Sözleşmesinin özellikle uluslararası kuruluşlar ve
STK‟larla işbirliği noktasında ısrarla durması toplumun demokratikleşmesi ve halkın
sesinin bu gruplar aracılığı ile yasama sürecine dahil olması adına çok önemlidir.
Ülkemizde ne yazık ki henüz böyle bir bilinç oluşmadığından ne STK‟lar ne de
üniversiteler yasa yapım sürecine layıki ile dahil olamamaktadır.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Eğitim” başlıklı 14. maddesince:
“1. Taraflar, yerine göre, tüm eğitim seviyelerinde resmi müfredata, kadın
erkek eşitliği, toplumsal klişelerden arındırılmış toplumsal cinsiyet
rolleri, karşılıklı saygı, kişisel ilişkilerde çatışmaların şiddete başvurmadan
çözüme kavuşturulması, kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve
kişilik bütünlüğüne saygı gibi konuların, öğrencilerin zaman içinde değişen
öğrenme kapasitelerine uyarlanmış bir biçimde dahil edilmesi için gerekli
tedbirleri alacaklardır.
2. Taraflar 1. fıkrada belirtilen ilkeleri yaygın eğitimin yanı sıra, spor,
kültür ve eğlence tesislerinde ve medyada yaygınlaştırılmasına yönelik
gerekli tedbirleri alacaklardır.” denmektedir.
Bir diğer nokta, İstanbul Sözleşmesi uyarınca kadın erkek eşitliği toplumsal
klişelerden arındırılmış toplumsal cinsiyet rolleri, karşılıklı saygı, kişisel ilişkilerde
çatışmaların şiddete başvurmadan çözüme kavuşturulması, kadınlara karşı toplumsal
cinsiyete dayalı şiddet ve kişilik bütünlüğüne saygı gibi konuların tüm eğitim
seviyelerinde resmi müfredata öğrencilerin değişen öğrenme kapasitelerine göre
konulması gerekmektedir. Bunun yanı sıra spor, kültür, eğlence tesisleri ve medyada
83
konuyla ilgili hassasiyetin oluşturulmasına yönelik tüm tedbirlerin alınması tavsiye
edilmiştir.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Profesyonel kadroların eğitilmesi” başlıklı 15.
maddesine göre de:
“1. Taraflar, bu Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddet eylemlerinin
mağdurları veya mağduriyete neden olanlar üzerinde çalışan ilgili profesyonel
kadroların, söz konusu şiddet olaylarının önlenmesi ve tespit edilmesi,
kadın erkek eşitliği, mağdurların ihtiyaçları ve haklarının yanı sıra, ikincil
mağduriyetin önlenmesi konularında uygun bir şekilde eğitimini sağlayacak
veya bu eğitimi güçlendireceklerdir.
2. Taraflar 1. fıkrada sözü edilen eğitimin, bu Sözleşme kapsamındaki şiddet
olayı vakalarının çeşitli kurumlara sevkedildiklerinde kapsamlı ve uygun bir
biçimde ilgilenilmelerini mümkün kılmak üzere, birden fazla kurum ve kuruluş
arasında koordineli işbirliği konusunda eğitimi de içermesini teşvik
edeceklerdir.” denilmektedir.
Konu ile ilgili mağdurla veya mağduriyete neden olanlarla birebir çalışan
profesyonel kadroların şiddet eylemlerinin önlenmesi, tespit edilmesi, kadın erkek
eşitliği, mağdurların ihtiyaçları ve hakları ile ikincil mağduriyetlerin önlenmesi
konularında eğitimleri güçlendirilecektir. İstanbul Sözleşmesi kapsamındaki şiddet olayı
vakalarının kurumlara sevk edildikleri noktada da kapsamlı ve uygun bir biçimde
ilgilenilmelerini mümkün kılmak ve önlemlerin etkililiğini sağlamak için kurum ve
kuruluşlar arasında iş birliğinin tesis edilmesi bir yükümlülüktür.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Önleyici müdahale ve tedavi programları” başlıklı 16.
maddesince:
“1. Taraflar ileride meydana gelecek şiddet olaylarını önleme ve şiddete dayalı
davranış kalıplarını değiştirme amacıyla, aile içi şiddet girişiminde bulunanlar
için, kişisel ilişkilerde şiddete başvurmayan davranışlar benimsemeyi
öğretmeye yönelik eğitim programları oluşturulmasını veya desteklenmesini
mümkün kılacak gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.
84
2. Taraflar özellikle cinsel suç işleyenlerin yeniden suç işlemelerini önlemeye
yönelik eğitim programları oluşturulmasını veya desteklenmesini mümkün
kılacak gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır
3. Taraflar 1. ve 2. fıkrada belirtilen tedbirleri alırken, mağdurların
insan haklarının emniyetinin ve desteklenmesinin başlıca kaygı olmasını ve
yerine göre bu programların mağdurlara yönelik özel destek hizmetleriyle
yakın koordinasyon içinde oluşturulup uygulanmasını temin edeceklerdir.”
denmektedir.
İleride meydana gelebilecek şiddet olaylarını engellemek için aile içi şiddet
girişiminde bulunanlara yönelik eğitim programları oluşturulacak, özellikle cinsel suç
işleyenlerin tekrar suç işlemelerini önlemeye yönelik eğitim programları açılacaktır.
Gerekirse bu programlar mağdurlara yönelik özel destek hizmetleri ile yakın
koordinasyon içinde olacaktır.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Özel sektör ve medyanın katılımı” başlıklı 17.
maddesince:
“1. Taraflar, özel sektörü, bilgi ve iletişim teknolojisi sektörünü ve medyayı, bu
sektörlerin ifade özgürlüğüne ve bağımsızlığına gerekli saygıyı göstererek,
kadına yönelik şiddeti önlemeye ve kadın onuruna saygıyı arttırmaya yönelik
politikaların oluşturulmasına ve uygulanmasına ve bu konularda kılavuzların
oluşturulmasına ve kendi kendini düzenleyici standartların belirlenmesine
katılmaya teşvik edecektir.
2. Taraflar özel sektör aktörleriyle işbirliği içinde, çocuklar, anne babalar
ve eğitimciler arasında, zararlı olabilecek, cinsel ve şiddet içeren aşağılayıcı
içeriklere erişim sağlayan bilgi ve iletişim ortamıyla nasıl baş edileceğine
yönelik beceriler geliştirip yaygınlaştıracaktır.” denmektedir.
Taraflar özel sektörün ve medyanın kadın onuruna saygıyı arttırmaya yönelik
politikalarını destekleyecek ve bu konuda onlara kılavuz oluşturacak, özellikle bu iş
birliği içinde çocuklar, anne-babalar ve eğitimciler arasında zararlı olabilecek, cinsellik
ve şiddet içeren aşağılayıcı içeriklere erişim sağlayan bilgi ve iletişim ortamıyla nasıl
baş edileceğine dair beceriler geliştirilip, yaygınlaştırılacaktır.
85
6284 sayılı Kanunda kurumlar arası koordinasyonu sağlamak görevi Aile ve
Sosyal Politikalardan sorumlu Bakanlığa verilmiştir. Burada kamu kurum ve
kuruluşlarının diğer gerçek ve tüzel kişilerle kendi görev alanlarına giren konularda iş
birliği yapmaları öngörülmüş; bununla birlikte alınan tedbirlerin de ivedilikle yerine
getirilmesi yükümü yüklenmiştir. Ayrıca gerçek ve tüzel kişiler Bakanlık çalışmalarını
desteklemek ve ortak çalışmalar yapmak üzere teşvik edileceklerdir. Kanun
kapsamında alınan bir diğer önlem Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumunun ve ulusal,
bölgesel ve yerel yayın yapan özel televizyon kuruluşları ve radyoların ayda en az
doksan dakika kadınların çalışma yaşamına katılımı, özellikle kadın ve çocukla ilgili
olmak üzere şiddetle mücadele mekanizmaları ve benzeri politikalar konusunda
Bakanlık‟ça hazırlanan ya da hazırlattırılan bilgilendirme materyallerini yayınlamak
zorunda oluşlarıdır. Bu yayınların azami otuz dakikası televizyonun yoğun olarak
izlendiği 17.00 – 22.00 saatleri arasında olmak üzere 08.00-22.00 saatleri arasında
yapılır ve yayınların kopyaları her ay düzenli olarak RTÜK‟e teslim edilir. Burada
Kanunun Medyada „şiddet‟ le ilgili bilinçlendirme ve farkındalık programları
hazırlanmasını zorunlu kılması yerinde bir karardır. Ancak daha önemli bir nokta
mevcut programların içeriğindeki şiddet içeren ögelerin ne olacağı sorunudur147.
147
İlk büyük uluslararası “Medya Şiddet ve Çocuk” araştırması 1996-1997 tarihleri arasında
UNESCO tarafından, 23 ülkede 12 yaşında 5 bin 141 çocuğun katılımı ile Prof. Dr. Jo Groebel
yönetiminde gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın alanı içinde ilk kez uluslararası kriz bölgeleri de
(savaş alanları ve yüksek suç bölgeleri) yer almıştır. Büyük şehirler ve kırsal alanlardan, düşük
ve yüksek saldırganlık çevrelerinden farklı okullardan seçilmiş çocuklar; medya davranışları,
alışkanlıkları, medya tercihleri ve sosyal çevreleri konusunda bilgi aktarmışlardır. Araştırma
sonucunda bulgular ve yorumlar Jo Groebel tarafından şu şekilde özetlenmektedir: “- Medya
şiddeti evrenseldir ve temel olarak ödüllendirilmiş içerik olarak sunuluyor. - Çocuğun medyadaki
şiddetten zevk almasının farklı nedenleri vardır; bu durum çocuğun karakteri ve günlük yaşam
deneyimleri ile bağlantılıdır. Sorunlu alanlarda yaşayan çocuklar, yoksunluklarının,
86
6112 Sayılı Radyo Televizyon Üst Kurulu yasasının “Yayın hizmeti ilkeleri”
başlıklı 8. maddesinin ğ bendine göre; “Çocuklara, güçsüzlere ve özürlülere karşı
istismar içeremez ve şiddeti teşvik edemez.”; s bendine göre “Toplumsal cinsiyet
eşitliğine ters düşen, kadınlara yönelik baskıları teşvik eden ve kadını istismar eden
programlar içeremez.”; ş bendine göre “Şiddeti özendirici veya kanıksatıcı olamaz.” ve
“Genel Esaslar” başlıklı 9. maddesinin b bendine göre “Cinsiyet, ırk, renk veya etnik
köken, tabiiyet, din, felsefî inanç veya siyasî düşünce, özürlülük, yaş ve herhangi bir
ayrımcılığı içermemek veya teşvik etmemek”; d bendine göre “Kadınların istismarına
yönelik olmamak” şeklindeki düzenlemeleri ile kadının metalaşması ve özellikle
çocukların korunması ile ilgili her türlü önlemi almıştır. Bunun yanında aksi davranış
sergileyenlere de yayın yasağı, idari para cezası ve RTÜK‟çe öngörülen eğitsel yayın
yapma zorunluluğu gibi yaptırımlar söz konusudur148.
yoksulluklarının ve engellerin üstesinden böyle gelebiliyorlar. Sorunsuz alanlarda yaşayan
çocuklar içinse, TV‟deki şiddet, heyecan verici oluyor. - Televizyondaki şiddet içeren öykülerin
karakterleri özellikle erkek çocuklar için çekici rol model oluyorlar. - Pek çok kültürel farklar
olmasına rağmen, medyadaki şiddetin çocuklar üzerindeki saldırganlık etkisi benzer oluyor. -
Ülkelerin çoğunda her TV programında, saat başı ortalama 5-10 saldırgan eylem görülüyor. Bu
“küresel saldırganlık kültürü”nün gelişmesine katkı sağlıyor. - TV‟de saldırganlığın
ödüllendirilmesi, yaşamla saldırgan olmayan yollarla mücadele etmekten daha fazla tercih edilir
bir yol olarak algılanıyor. Böylece ekrandaki öykülemeler içinde şiddet ve saldırganlık,
onaylanmış ve normalleştirilmiş bir yöntem olarak sunulduğu için, çocuk tarafından da böyle
kabul ediliyor." UNESCO tarafından gerçekleştirilen bu çalışma, medya şiddetinin evrensel
olduğunu, farklı kültürel ve sosyo-ekonomik durumda bulunan çocukların farklı nedenlerle
medya şiddetinden etkilendiğini ancak sonuç olarak hem sorunlu ve sorunsuz alanlarda
yaşayan çocukların saldırganlaştığını ve medyanın şiddet kültürüne katkı sunduğunu ortaya
koymaktadır. Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Işıker, Faruk, “Televizyon Yayınlarında Şiddet”,
Ankara, Kasım, 2011, s.20,21. http://www.rtuk.org.tr/upload/UT/21.pdf 19.06.2012.
148 6112 Sayılı RTÜK yasası (K. T.15/2/2011(R.G. 03/03/2011 tarih, 27863 sayı)) “İdarî
yaptırımlar” başlıklı 32. md. göre: (1) Bu Kanunun 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (a), (b),
87
6284 Sayılı Kanun yukarıda belirttiğimiz saatler dışında yapılan yayınları aylık
doksan dakikanın içine dahil etmeyecektir. RTÜK bu süreleri de denetleyecektir. Bu
materyaller üniversiteler, ilgili meslek kuruluşları ve STK‟ların görüşleri alınarak
hazırlanır. Kanundaki görevlerin yerine getirilmesi sırasında kamu kurum ve
kuruluşlarının personeli de Bakanlık görevlilerine yardımcı olacaktır. Tüm bu personel
(d), (g), (n), (s) ve (ş) bentlerindeki yayın hizmeti ilkelerine aykırı yayın yapan medya hizmet
sağlayıcı kuruluşlara, ihlalin ağırlığı ve yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak,
ihlalin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin yüzde ikisinden beşine
kadar idarî para cezası verilir. İdarî para cezası miktarı, radyo kuruluşları için bin Türk
Lirasından, televizyon kuruluşları ve isteğe bağlı medya hizmet sağlayıcıları için onbin Türk
Lirasından az olamaz. Ayrıca, idarî tedbir olarak, ihlale konu programın yayınının beş keze
kadar durdurulmasına, isteğe bağlı yayın hizmetlerinde ihlale konu programın katalogdan
çıkarılmasına karar verilir. İhlalin mahiyeti göz önünde bulundurularak, bu fıkra hükümlerine
göre idarî para cezası ile birlikte idarî tedbire karar verilebileceği gibi, sadece idarî para
cezasına veya tedbire de karar verilebilir. (2) 8 inci maddenin birinci fıkrasının diğer bentleri ile
ikinci ve üçüncü fıkralarında ve bu Kanunun diğer maddelerinde belirlenen ilke, yükümlülük
veya yasaklara aykırı yayın yapan medya hizmet sağlayıcıları uyarılır. Uyarının ilgili kuruluşa
tebliğinden sonra ihlalin tekrarı h linde medya hizmet sağlayıcıya ihlalin ağırlığı ve yayının
ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt
ticari iletişim gelirinin yüzde birinden üçüne kadar idari para cezası verilir. İdarî para cezası
miktarı, radyo kuruluşları için bin Türk Lirasından, televizyon kuruluşları ve isteğe bağlı medya
hizmet sağlayıcıları için onbin Türk Lirasından az olamaz. (3) Yükümlülük veya yasak ihlalinin
suç oluşturması halinde, bu suç nedeniyle ilgililer hakkında soruşturma veya kovuşturma
yapılması şartına bağlı olmaksızın, bu madde hükümlerine göre idarî para cezası veya idarî
tedbir kararı verilir. (4) İdarî tedbir uygulanması sonucu yayını durdurulan programların yerine,
aynı yayın kuşağında ve ticarî iletişim yayını içermeksizin, Üst Kurulca temin edilen eğitim,
kültür, trafik, kadın ve çocuk hakları, gençlerin fiziksel ve ahlakî gelişimi, uyuşturucu ve zararlı
alışkanlıklarla mücadele, Türk dilinin güzel kullanımı, çevre eğitimi, özürlü sorunları, sağlık ve
benzeri kamuya yararlı konularda programlar yayınlanır. Yükümlülük veya yasağa aykırılık
dolayısıyla idarî tedbir olarak programın yayınının durdurulması kararının verilmesi halinde,
yaptırım uygulanmasına sebebiyet veren fiilin işlenmesinden dolayı sorumluluğu olan programın
yapımcısı veya varsa sunucusu, yayının durdurulduğu süre zarfında, aynı veya farklı medya
hizmet sağlayıcı kuruluşta hiçbir ad altında başka bir program yapamaz veya sunamaz.
88
Bakanlığın hazırlayıp koordine edeceği bir program dahilinde kadının insan hakları ile
kadın erkek eşitliği konularında ayrıca eğitime tabi tutulacaklardır. Bunların yanında ilk
öğretim ve orta öğretim müfredatlarına da yine konu ile ilgili dersler konulacaktır149.
Görsel medyanın, şiddetle mücadele konusunda –özellikle ülkemizde
televizyon izleme oranları düşünüldüğünde- yeri çok önemlidir. Tabiki kontrolsüz bir
şekilde büyüyen sosyal medyanın durduğu nokta da önemli olmakla beraber ülkemizde
bilişim hukuku ve siberalemle ilgili kısıtlı düzenlemeler yeterli olmamaktadır. Medyaya
düşen sadece şiddetle beraber, özellikle reklam ve dizilerde kadınların sunuluş
149 Bkz. 6284 Sayılı Kanun “Kurumlararası koordinasyon ve eğitim” başlıklı 16. md.‟ne göre: (1)
Bu Kanun hükümlerinin yerine getirilmesinde kurumlararası koordinasyon Bakanlık tarafından
gerçekleştirilir. (2) Kamu kurum ve kuruluşları ile diğer gerçek ve tüzel kişiler, bu Kanunun
uygulanmasıyla ilgili olarak kendi görev alanına giren konularda işbirliği ve yardımda bulunmak
ve alınan tedbir kararlarını ivedilikle yerine getirmekle yükümlüdür. Gerçek ve tüzel kişiler, bu
Kanun kapsamında Bakanlık çalışmalarını desteklemek ve ortak çalışmalar yapmak üzere
teşvik edilir. (3) Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu ile ulusal, bölgesel ve yerel yayın yapan
özel televizyon kuruluşları ve radyolar, ayda en az doksan dakika kadınların çalışma yaşamına
katılımı, özellikle kadın ve çocukla ilgili olmak üzere şiddetle mücadele mekanizmaları ve
benzeri politikalar konusunda Bakanlık tarafından hazırlanan ya da hazırlattırılan bilgilendirme
materyallerini yayınlamak zorundadır. Bu yayınlar, asgari otuz dakikası 17.00-22.00 saatleri
arasında olmak üzere 08.00-22.00 saatleri arasında yapılır ve yayınların kopyaları her ay
düzenli olarak Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna teslim edilir. Bu saatler dışında yapılan
yayınlar aylık doksan dakikalık süreye d hil edilmez. Bu süreler Radyo ve Televizyon Üst
Kurulu tarafından denetlenir. Televizyon kuruluşları ve radyolarda yayınlanacak bilgilendirme
materyalleri, Bakanlık birimleri tarafından üniversiteler, ilgili meslek kuruluşları ve sivil toplum
kuruluşlarının da görüşleri alınarak hazırlanır. (4) Bu Kanunda öngörülen görevlerin yerine
getirilmesi sırasında kamu kurum ve kuruluşlarının personeli Bakanlık görevlilerine yardımcı
olurlar. (5) Tüm kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları,
personel ve üyelerinin bu Kanunun etkin bir biçimde uygulanması amacıyla Bakanlığın
hazırlayıp koordine edeceği, kadının insan hakları ile kadın erkek eşitliği konusunda eğitim
programlarına katılmasını sağlar. (6) İlköğretim ve ortaöğretim müfredatına, kadının insan
hakları ve kadın erkek eşitliği konusunda eğitime yönelik dersler konulur.
89
biçimleri konusunu da yeniden gözden geçirmektir. Ayrıca şiddet açık bir şekilde ortada
olacağı gibi (açık şiddet) kadını cinsel bir obje olarak fetişleştiren simgesel görseller
kullanılarak örtülü bir şekilde de sunulabilir (örtülü şiddet)150. Seçil Büker, Ayşe Eziler
Kıran, “Reklamlarda Kadına Yönelik Şiddet” adlı çalışmalarında: “Onaltı reklam
izlendiğinde, örtülü de olsa, estetize edilmiş de olsa reklamlarda sunulan şiddetin
kadınları edilgin, itaatkar, bağımlı, güçsüz ve özne konumu ellerinden alınmış bireylere
dönüştürdüğünü saptıyoruz. Ama kadın içinde bulunduğu bu durumun bilincinde
değildir. Çünkü, bizim deyişimizle, “salınımlı şiddet” ona haz vererek, onu kendinden
geçirir. Salınımlı şiddet kadına boyun eğmeyi tek seçenek olarak sunar. Kimi
reklamlarda kadın, yaşadığı hazzı yarı kapalı gözlerle açığa vurur.
Haz içindeki kadın aslında bir nesneye dönüşmüştür.(...)açık giysiler giyer,
kokular sürer, süslenir.(...) sadece nesne değil erotik bir nesne olur. Bazen bunu bile
başaramaz(....) kadının erotik bir nesne olması cinsel tacizin habercisidir.
(....) kadına cinselliğinden arınmış bir anne rolü de verilebilir.(...) burada kadının iki
denetleyicisi vardır: Biri, görüntüdeki varlığı ya da dış sesle onu yönlendiren erkektir.
Diğeri ise, üst konumda olan bir kadından ya da kadının kendinden kendine yönelttiği
denetimdir.” 151 diyerek kadının nesneleşmesi ile ona uygulanan şiddetin nasıl alt bilince
yerleştirildiğini de ortaya koymuşlardır. Bu tarz algılarla yaşayan kadın, erkeğin
kendisine uyguladığı her türlü şiddeti haklı görmekte; erkekse uyguladığı şiddette “gücü
ve iktidarı elinde tutan” olma adına şiddeti uygulamada sakınca görmemektedir.
Bununla beraber özellikle 18 yaşından küçük çocukların kimlik bunalımı
150
Büker, Seçil, Eziler Kıran, Ayşe, Reklamlarda Kadına Yönelik Şiddet, Alan Yayıncılık, 1.
Baskı, 1999, s.27.
151 Büker, Eziler Kıran, a.g.e., s.137-138.
90
yaratabilecek reklamlarda, dizilerde yaş düzeylerine uymayan, algılayamayacakları
rollerde oynatılmaları da ayrı bir sorunsaldır. Uygulamada reklamlar ve dizilerle ilgili
normlar yeterli mi değil mi bu başka bir tezin araştırma konusu olmakla beraber, şunu
söyleyebiliriz ki zihniyet sorununu aşabilmemiz için bizimki gibi görsel zekası daha
gelişkin toplumlarda görsel medya denetimi daha sıkı olmalı ve bu durum tabiki ifade
özgürlüğüne aykırı olarak addedilmemelidir. Bu konudaki standartlar İHAM
içtihatlarında mevcuttur.
b. Mağdurun Korunması ve Desteklenmesi Yükümlülüğü
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Genel Yükümlükler” başlıklı 18. maddesince:
“1. Taraflar tüm mağdurları daha başka şiddet eylemlerine karşı korumak için
gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır.
2. Taraflar, iç hukukları uyarınca, bu Sözleşmenin 20. ve 22‟nci maddelerinde
belirtilen genel ve uzman destek hizmetlerine sevk de dahil olmak üzere,
mağdurları ve tanıkları bu Sözleşmenin kapsadığı her türlü şiddet eylemine
karşı korur ve desteklerken; yargı birimleri, savcılar, kolluk kuvvetleri, yerel ve
bölgesel yönetimler dahil, ilgili tüm devlet kurumlarının yanı sıra, sivil toplum
kuruluşları ve ilgili diğer kurum ve kuruluşlarla etkili bir işbirliği için uygun
mekanizmaların mevcudiyetini temin etmek üzere, gerekli yasal ve diğer
tedbirleri alacaklardır.
3. Taraflar bu bölüm uyarınca alınan tedbirlerin:
–kadınlara karşı şiddetin ve aile içi şiddetin toplumsal cinsiyet boyutlu bir
anlayışa dayalı olmasını ve mağdurun insan haklarına ve emniyetine
odaklanmasını,
–mağdurlar, mağduriyete neden olanlar ve çocuklar arasındaki
ilişkileri ve bu unsurların daha geniş toplumsal ortamını da göz önüne alan
bütüncül bir yaklaşıma dayalı olmasını,
–ikincil mağduriyetten kaçınılmasını amaçlamasını,
–Şiddetin kadın mağdurlarının güçlendirilmesini ve ekonomik
bağımsızlığını amaçlamasını,
–yerine göre çeşitli koruma ve destek sistemlerinin aynı binalarda
bulunmasına imkan sağlamasını,
91
–Çocuk mağdurlar dahil, hassas konumdaki insanların spesifik ihtiyaçlarına
dönük olmasını ve bu imkanların mağdurlara sağlanmasını temin edeceklerdir.
4. Söz konusu hizmetler, mağdurun şikayette bulunarak dava açmasından
veya mağduriyete neden olanlar hakkında ifade vermesinden bağımsız olarak
sağlanacaktır.
5. Taraflar uluslararası hukuk uyarınca konsolosluk korumasına veya diğer tür
korumaya veya desteğe hakkı olan vatandaşlarına ve diğer mağdurlara bu tür
hizmetleri sağlamak üzere uygun tedbirleri alacaklardır” denmektedir.
Burada tabiki öncelikle tüm mağdurların ikincil şiddet eylemlerinden
korunmaları için tarafların her türlü tedbiri almaları gerekmektedir152.
Koruma ve destek politikalarında hedeflenen sonuçlar, İstanbul
Sözleşmesinde defalarca bahsi geçtiği üzere öncelikle mağdurun insan haklarına ve
emniyetine odaklanılması; mağdur, mağduriyete neden olan ve çocuklar arasındaki
ilişkinin bütüncül olarak ele alınması; ikincil mağduriyetlerin olmamasına çalışılması;
şiddetin özellikle kadın mağdurlarının ekonomik özgürlüklerini sağlamaya yönelik
güçlendirilmeleri; çocuk mağdurlar da dahil olmak üzere hassas konumdaki insanların
spesifik ihtiyaçlarına yönelik olması ve yerine göre çeşitli koruma ve destek
sistemlerinin aynı binalarda bulunmasına imkan sağlanılması153. Çocuk mağdurların,
şiddet gören ebeveyn ile aynı binada olması gerekliliği, belli yaştaki çocuğun öncelikle
güven ihtiyacının karşılanmasına yöneliktir.
Özellikle çocuklar için karşılaştırmalı hukukta bu bağlamda sağlık taramaları,
eğitim, adsız anne babalar, danışmanlık gibi hizmetler uygulanmaktadır154.
Şüphesiz ki bu hizmetlerden bağımsız olarak, mağdurun dava açma ve
şikayet hakları da diğer taraftan yürüyecektir155. Burada konsolosluk korumasına ve
152
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 18/1.
153 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 18/3.
154 Akıncı-Sokullu, Füsun, Viktimoloji (Mağdur Bilim), Beta yayınları, Mayıs, 2008, 2.bası, s.100.
92
diğer korumalara muhtaç kişiler için de aynı hizmetlerin verileceği ayrıca
vurgulanmıştır156.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Genel destek hizmetleri” başlıklı 20. maddesi:
“1. Taraflar mağdurların şiddet eylemi sonrasında iyileşmelerini
kolaylaştıracak hizmetlere erişimini sağlayacak gerekli yasal veya diğer
tedbirleri alacaklardır. Bu tedbirlere gerektiğinde, yasal ve psikolojik
danışmanlık hizmetleri, finansal yardım, konut sağlama, eğitim, öğretim ve iş
bulma yardımı da dahil olacaktır.
2. Taraflar mağdurların sağlık hizmetlerine ve sosyal hizmetlere erişim
sağlamalarını ve söz konusu servislerin yeterli kaynağı olmasını ve hizmeti
sağlayacak profesyonel kadroların mağdurlara yardımcı olacak ve onları
uygun hizmet birimlerine sevk edecek şekilde eğitilmelerini temin edecek yasal
ve diğer tedbirleri alacaklardır” ve “Uzman Destek Hizmetleri” başlıklı 22.
maddesi aşağıdaki şekildedir:
“1. Taraflar bu Sözleşme kapsamındaki şiddet eylemlerine maruz kalmış
mağdurlara, yeterli bir coğrafi dağılım çerçevesinde, derhal, kısa ve uzun
dönemli uzman destek hizmetleri sağlanması ve bu yönde gerekli
düzenlemelerin yapılması için gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır.
2. Taraflar tüm şiddet mağduru kadınlara ve çocuklarına uzmanlık gerektiren
kadın destek hizmetlerini sağlayacak ve bu yönde gerekli düzenlemeleri
yapacaklardır” denilmiştir.
Bu kapsamda İstanbul Sözleşmesi, mağdurlara yapılacak yardımların ve
alınacak tedbirlerin kapsamını da belirlemiştir. Sözleşmede koruma amaçlı öncelikle
genel bir destek hizmeti157 ve ayrıca mağdurlara yönelik uzman bir destek hizmeti158
öngörülmüştür. Genel destek hizmetleri kapsamında, mağdurların yaşadıkları şiddet
olayının etkilerini atmaya yardımcı olacak hizmetlere erişimlerinin kolaylaştırılmasının
yanında, yasal ve psikolojik danışmanlık hizmetleri, finansal yardım, konut sağlama,
155
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 18/4.
156 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 18/5.
157 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 20.
158 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 22.
93
eğitim, öğretim ve iş bulma yardımları da verilecektir. Tabii ki bu destek birimlerinin,
özellikle de sağlık ve sosyal hizmet birimlerinin finansal açıdan yeterliliği, ayrıca bu
hizmeti verebilecek uzman kadroların yetiştirilmesi hususları da titizlikle ele alınacaktır.
Taraflar ayrıca İstanbul Sözleşmesi kapsamında şiddet eylemlerine maruz
kalmış kişilere, coğrafi dağılıma göre, derhal, kısa ve uzun dönemli destek hizmetleri
sağlayacaklardır. Burada “derhal” ifadesi, olaya anında müdahalenin önemini ortaya
koymaktadır. Bu hizmet hem mağdur kadına, hem de çocuğa verilecektir.
6284 Sayılı Kanun ise, yukarıda tanım kısmında da belirttiğimiz üzere bir
şiddet önleme ve izleme merkezlerinin kurulmasını öngörmüştür. Bu şiddet önleme ve
izleme merkezleri Kanunun geçici madde 1‟inde öngürüldüğü üzere, Kanunun yürürlük
tarihinden itibaren Bakanlıkça belirlenen illerde pilot uygulama yapılmak üzere iki yıl
içinde kurulacaktır. Bu merkezlerin kurulumları tamamlanıncaya kadar merkezlerin
görevlerinin Bakanlığın hangi birimlerince yürütüleceği Bakanlıkça belirlenecektir159. Bu
merkezler İstanbul Sözleşmesince belirlenen hükümlere uygun olarak 7/24 çalışma
esasında ve uzman personel eşliğinde hem destek, hem de izleme görevlerini yerine
getireceklerdir160.
159
Bkz. 6284 Sayılı Kanunun “Şiddet önleme ve izleme merkezlerinin faaliyete geçmesi” başlıklı
Geçici md.1‟ne göre: (1) Bu Kanunun 14 üncü maddesinde kurulması öngörülen şiddet önleme
ve izleme merkezleri, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl içinde Bakanlık
tarafından belirlenecek illerde pilot uygulama yapılmak üzere kurulur. Kuruluşları
tamamlanıncaya kadar merkezlerin görevlerinin Bakanlığın hangi birimlerince yürütüleceği
Bakanlık tarafından belirlenir.
160 Bkz. 6284 Sayılı Kanunun “Şiddet önleme ve izleme merkezlerinin kurulması” başlıklı 14.
md.‟ne göre: (1) Bakanlık, gerekli uzman personelin görev yaptığı ve tercihen kadın personelin
istihdam edildiği, şiddetin önlenmesi ile koruyucu ve önleyici tedbirlerin etkin olarak
uygulanmasına yönelik destek ve izleme hizmetlerinin verildiği, çalışmalarını yedi gün yirmidört
saat esasına göre yürüten, çalışma usul ve esasları yönetmelikle belirlenen, şiddet önleme ve
94
6284 Sayılı Kanuna göre şiddet önleme ve izleme merkezleri tarafından
verilecek destek hizmetleri: “Koruyucu ve önleyici tedbir kararları ile zorlama hapsinin
verilmesine ve uygulanmasına ilişkin veri toplayarak bilgi bankası oluşturmak, tedbir
kararlarının sicilini tutmak; korunan kişiye verilen barınma, geçici maddi yardım, sağlık,
adli yardım hizmetleri ve diğer hizmetleri koordine etmek; gerekli hallerde tedbir kararı
alınması için başvuruda bulunmak; Kanun kapsamındaki şiddetin sonlandırılmasına
yönelik toplumsal ölçekte program hazırlayıp uygulamak; Bakanlık bünyesinde kurulan
çağrı merkezlerinin Kanunun amacına uygun olarak yaygınlaştırılarak yapılan
müracaatların izlenmesini sağlamak; yine kanun kapsamındaki şiddetin sonlandırılması
için ilgili STK‟larla işbirliği yapmaktır.”161
Tüm bunlar İstanbul Sözleşmesinde oluşturulmaya çalışan sisteme çok uygun
olmakla beraber Sözleşmece “şiddet merkezi” nden ayrı, farklı uzman grupları içinde
barındıran aşağıda ayrıntıları ile bahsedeceğimiz üzere “cinsel şiddet merkezleri” de
izleme merkezlerini kurar. (2) Kurulan merkezlerde şiddetin önlenmesi ile koruyucu ve önleyici
tedbirlerin etkin olarak uygulanmasına yönelik izleme çalışmaları yapılır ve destek hizmetleri
verilir.
161 Bkz. 6284 Sayılı Kanunun “Destek hizmetleri” başlıklı 15. md.‟ne göre: (1) Bu Kanun
kapsamında şiddetin önlenmesi ve verilen tedbir kararlarının etkin olarak uygulanmasının
izlenmesi bakımından şiddet önleme ve izleme merkezleri tarafından verilecek destek hizmetleri
şunlardır: a) Koruyucu ve önleyici tedbir kararları ile zorlama hapsinin verilmesine ve
uygulanmasına ilişkin veri toplayarak bilgi bankası oluşturmak, tedbir kararlarının sicilini tutmak.
b) Korunan kişiye verilen barınma, geçici maddi yardım, sağlık, adlî yardım hizmetleri ve diğer
hizmetleri koordine etmek. c) Gerekli h llerde tedbir kararlarının alınmasına ve uygulanmasına
yönelik başvurularda bulunmak. ç) Bu Kanun kapsamındaki şiddetin sonlandırılmasına yönelik
bireysel ve toplumsal ölçekte programlar hazırlamak ve uygulamak. d) Bakanlık bünyesinde
kurulan çağrı merkezinin bu Kanunun amacına uygun olarak yaygınlaştırılması ve yapılan
müracaatların izlenmesini sağlamak. e) Bu Kanun kapsamındaki şiddetin sonlandırılması için
çalışan ilgili sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapmak.
95
açılması öngörülmüştür. Ancak 6284 Sayılı Kanun böyle bir oluşumdan
bahsetmemektedir. Anlaşılan o ki hem izlemeyi hem veri toplamayı hem de destek
vermeyi tek bir merkez yapacaktır. O merkez kurulana kadar da ilgili Bakanlık birimi bu
görevi üstlenecektir162.
Yine 6284 Sayılı Kanunla ilgili Meclis tutanaklarındaki tartışmalardan
baktığımızda STK‟ların şiddet gören kadınlar için acil durumlarda geçici olarak ikamet
etmelerini sağlamak için şiddet istasyonları açılması önerisi de şu an için Kanunda yer
bulmamıştır. Bunun yanında şiddet önleme ve izleme merkezlerinin derhal açılması
gerekirken bu merkezlerin açılımının zamana bırakılması Kanunun uygulanmasını
yavaşlatmakta ve doğru bir yaklaşım olarak görülmemektedir. Kanun da bu durumun
daha açıklıkla ve belirgin olarak düzenlenmesi gerekir. Kaldı ki bu merkezlerin açılımı
ile ilgili Aile ve Sosyal Politikalar Baklanlığı mali imkanların yetersizliği savunmasına da
başvuramayacaklardır. Mali imkanların yeterliği ölçütü sosyal ekonomik haklar için
geçerli olacaktır. Anayasanın “Devletin iktisadî ve sosyal ödevlerinin sınırları” başlıklı
65. maddesine göre:
“(Değişik: 3/10/2001-4709/22 md.) Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda
Anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri
gözeterek malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir.”
demekle devletin ekonomik ve sosyal önceliklerinin sınırları belirlenmiştir ki sosyal
ödevleri çok fazla olan bir Devletin bir gereksinimler önceliği olması doğal bir sonuçtur.
Ancak Devlet, bu sınırı belirlerken daha önceden vermiş olduğu bir hakkı geri
alamayacak veya Anayasanın 17. maddesindeki “yaşama ve maddi ve manevi
haklarını koruma hakkı” yla sıkısıkıya bağlı bir uygulamada, mali imkanların
162
Bkz. 6284 Sayılı Kanunun gerekçesi için
http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem24/yil01/ss181.pdf 19.06.2012.
96
yetersizliğini bahane edemeyecektir. Şiddet konusu da hem yaşam hakkı, hem
bireysel özerkliklerin korunması hem de ailenin korunması noktalarında önemli olduğu
için bu konu ile ilgili düzenlemeler açısından mali imkanların yetersiz olduğu iddia
edilemeyecektir163.
İstanbul Sözleşmesi‟ne dönecek olursak; şiddet merkezlerinin mağdura
hakları, destek alabilecekleri kurumlar, iş bulma ve benzeri konularda rehberlik edip,
meslek edindirme kurslarına katılmasına yönelik faaliyetlerde bulunmak; verilen tedbir
kararı ile ulaşılmak istenilen amacın gerçekleşmesine yönelik öneri ve yardımlarda
bulunmak; tedbir kararlarının uygulanmasının sonuçlarını ve kişiler üzerindeki etkilerini
izlemek; psiko-sosyal ve ekonomik sorunların çözümlerinde danışmanlık yapmak;
hakimin istemesi üzerine kişinin geçmişi, ailesi, çevresi, eğitimi, kişisel, sosyal,
ekonomik ve psikolojik durumu hakkında ayrıntılı sosyal araştırma raporu hazırlayıp
sunmak; ilgili mercii tarafından istenmesi halinde, tedbirlerin uygulanmasının sonuçları
ve ilgililer üzerindeki etkilerine dair rapor hazırlamak gibi bir dizi yardımda da
bulunulacaktır. 29/05/1986 tarihli ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı
Teşvik Kanunu hükümleri uyarınca maddi destek sağlanması hususunda mağdura
gerekli rehberllik hizmetini vermek gibi bir dizi görevi daha olacaktır164.
163
Konu ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Dinler, Veysel, “‟Devletin İktisadi ve Sosyal Ödevlerinin
Sınırı‟ Açısından İdarenin Sorumluluğu”, Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt
1, S.1, Aralık, 2008 (1-19).
http://hitit.academia.edu/VeyselDinler/Papers/650974/Devletin_Iktisadi_ve_Sosyal_Odevlerinin_
Siniri_Acisindan_Idarenin_Sorumlulugu 19.06.2012.
1646284 Sayılı Kanunun Destek hizmetleri başlıklı 15. md.‟nde: (2) Korunan kişilerle ilgili olarak
şiddet önleme ve izleme merkezleri tarafından verilecek destek hizmetleri şunlardır: a) Kişiye
hakları, destek alabilecekleri kurumlar, iş bulma ve benzeri konularda rehberlik etmek ve meslek
edindirme kurslarına katılmasına yönelik faaliyetlerde bulunmak. b) Verilen tedbir kararıyla
97
Burada uygulamada sıkıntı yaratacak hususlardan ilki şudur: İstanbul
Sözleşmesi yukarıda bahsettiğimiz nedenlerle henüz yürürlüğe girmediği için 6284
Sayılı Kanun çok önemlidir. Ancak en az iki sene şiddet merkezleri kurulamayacak ve
sistem eksik işleyecektir. Kaldı ki kuruluş pilot uygulamalar üzerinden gidecek ve o
sistemin oturması ve uzman kadroların yetişmesi ciddi bir zaman alacaktır. İkinci nokta,
tüm yukarıda sayılan esasların tek bir merkezden yürütülüyor olması noktasıdır ki bu
merkezin denetimlerinin nasıl olacağı, bürokrasinin nasıl aşılacağı gibi sorunlar Türk
kanun yapma anlayışından alışık olduğumuz üzere, yönetmelik ve genelgelerle
aşılmaya çalışılacaktır.
Merkezlerin şiddet uygulayan ile ilgili olarak vereceği destek hizmetleri: yine
hakimin isteği üzerine kişinin geçmişi, ailesi, çevresi, eğitimi, kişisel, sosyal, ekonomik
ve psikolojik durumu ile diğer kişiler ve toplum açısından taşıdığı risk hakkında ayrıntılı
sosyal araştırma raporu hazırlayıp sunmak; ilgili makam veya mercii tarafından
istenmesi halinde, tedbirlerin uygulanmasının sonuçları ve ilgililer üzerindeki etkilerine
dair rapor hazırlamak; bunun yanında öfke kontrolü, şiddetle başa çıkma, şiddeti
önlemeye yönelik farkındalık sağlayarak tutum ve davranışların değişmesini
hedefleyen eğitim ve rehabilitsyon programlarına katılması, daha ileri boyutlarda
ulaşılmak istenen amacın gerçekleşmesine yönelik önerilerde bulunmak ve yardımlar yapmak.
c) Tedbir kararlarının uygulanmasının sonuçlarını ve kişiler üzerindeki etkilerini izlemek. ç)
Psiko-sosyal ve ekonomik sorunların çözümünde yardım ve danışmanlık yapmak. d) H kimin
isteği üzerine; kişinin geçmişi, ailesi, çevresi, eğitimi, kişisel, sosyal, ekonomik ve psikolojik
durumu hakkında ayrıntılı sosyal araştırma raporu hazırlayıp sunmak. e) İlgili merci tarafından
istenilmesi h linde, tedbirlerin uygulanmasının sonuçları ve ilgililer üzerindeki etkilerine dair
rapor hazırlamak. f) 29/5/1986 tarihli ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı
Teşvik Kanunu hükümleri uyarınca maddi destek sağlanması konusunda gerekli rehberliği
yapmak.
98
alkol,uyuşturucu, uçucu veya uyarıcı madde bağımlılığının ya da ruhsal bozukluğunun
olması halinde bir sağlık kuruluşunda tedavi olmasına ve meslek edindirme kurslarına
katılmasına yönelik faaliyetlerde bulunmaktır165.
6284 sayılı Kanun İstanbul Sözleşmesinin içinde bulunan bir dizi tedbiri
yürütmek görevini yine merkezlere vermiştir. Buradaki tedbirler adli-idari tedbirlerin
dışında şiddetin failine bir rehabilitasyon çalışmasıdır ki insan hakları açısından yerinde
olmuştur.
Mağdur ile fail bu hizmetleri zorunlu haller dışında ayrı birimlerde alacaktır166.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Bilgi” başlıklı 19. maddesi uyarınca:
“Taraflar mağdurların mevcut destek hizmetleri ve yasal tedbirler konusunda
anlayabildikleri bir dilde yeterli ve zamanında bilgi almalarını sağlayacak
gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.” denmiştir.
İstanbul Sözleşmesine göre mağdurlar mevcut hizmetlerden de
anlayabilecekleri bir dilde haberdar edilecekler yani bilgilendirileceklerdir167. Bu husus
165 6284 Sayılı Kanunun Destek hizmetleri başlıklı 15. md.‟nde: (3) Şiddet uygulayanla ilgili
olarak şiddet önleme ve izleme merkezleri tarafından verilecek destek hizmetleri şunlardır: a)
H kimin isteği üzerine; kişinin geçmişi, ailesi, çevresi, eğitimi, kişisel, sosyal, ekonomik ve
psikolojik durumu ile diğer kişiler ve toplum açısından taşıdığı risk hakkında ayrıntılı sosyal
araştırma raporu hazırlayıp sunmak. b) İlgili makam veya merci tarafından istenilmesi h linde,
tedbirlerin uygulanmasının sonuçları ve ilgililer üzerindeki etkilerine dair rapor hazırlamak. c)
Teşvik edici, aydınlatıcı ve yol gösterici mahiyette olmak üzere kişinin; 1) Öfke kontrolü, stresle
başa çıkma, şiddeti önlemeye yönelik farkındalık sağlayarak tutum ve davranış değiştirmeyi
hedefleyen eğitim ve rehabilitasyon programlarına katılmasına, 2) Alkol, uyuşturucu, uçucu veya
uyarıcı madde bağımlılığının ya da ruhsal bozukluğunun olması h linde, bir sağlık kuruluşunda
muayene veya tedavi olmasına, 3) Meslek edindirme kurslarına katılmasına, yönelik
faaliyetlerde bulunmak. (4) Şiddet mağduru ile şiddet uygulayana yönelik hizmetler, zorunlu
h ller dışında farklı birimlerde sunulur. 166 Bkz. 6284 Sayılı Kanun m.15. 167
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 19.
99
şüphesiz ki bu hizmetlerin verilebilmesi ve erişimin sağlanabilmesi için çok önemlidir.
Özellikle ülkemizde kırsal alanda daha zor şartlarda yaşayan, hatta farklı diller konuşan
kadınların bu hizmetlerin ne olduğu, haklarının neler olduğu ve hizmetlere erişimin
nasıl sağlanacağı hususlarında bilgilendirilmeleri şarttır. CEDAW Komitesinin taraf
devletlere ilişkin raporlarında farklı kadın gruplarının ayrıca ve özel olarak ele alındığı
görülecektir. Komitenin Türkiye‟ye ilişkin sonuç gözlemlerinde “anadili Türkçe olmayan
kadınlar”, “sığınmacı kadınlar” ya da “kadın ticareti mağduru kadın ve genç kızlar” gibi
özellikle anılan kadın grupları vardır168.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Bireysel/toplu şikayetlerde sağlanacak yardım”
başlıklı 21. maddesi:
“Taraflar mağdurların ilgili bölgesel ve uluslararası bireysel/toplu şikayet
mekanizmalarıyla ilgili bilgi sahibi olmalarını ve söz konusu mekanizmalara
erişimini temin edeceklerdir. Taraflar mağdurlara, bu tür şikayetlerde
bulundukları sırada duyarlı ve bilgileye dayalı bir yardım sağlanmasını
destekleyecek ve yaygınlaştıracaklardır” ve “Telefon yardım hatları” başlıklı
24. maddelerine göre:
“Taraflar bu Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddet olayıyla ilgili olarak
telefonla arayanlar için, gizliliğe bağlı kalarak veya arayanların kimliklerinin
açıklanmamasına gereken dikkati göstererek, ülke çapında 7 gün 24 saat
esasına göre faaliyet gösteren ücretsiz telefon hatlarının
oluşturulması için gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.”
denilmektedir.
Tüm bunların yanında İstanbul Sözleşmesi, bireysel veya toplu şikayetler için
de taraf devletin kolaylaştırıcı bir işlev görmesini öngörür 169 . Konuyla ilgili olarak,
Sözleşme, tam zamanlı hizmet veren, mağdurun tüm kimlik bilgilerinin sonrasında
168
Oder, a.g.e., s. 26.
169 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 21.
100
gizleneceği, telefon yardım hatları kurulması hususunu salık verir170.
6284 Sayılı Kanun ise, bu hususta yukarıda Kanunun 15. maddesini
incelerken değindiğimiz üzere Bakanlıkça oluşturulan bir çağrı merkezinin destek
hizmetlerince denetlenmesinden bahsetmektedir. Ancak bu birimlerin ne şekilde
oluşturulacağı Kanun kapsamında düzenlenmemiştir171. Ülkemizde 15.10.2007 tarihi
itibarıyle Hürriyet gazetesinin İstanbul Valiliği ve Aralık Derneği ile birlikte yürüttüğü
„„Aile İçi Şiddete Son‟‟ kampanyası ile faaliyete geçirdiği “0212/0549 656 9696”
numaralı 7/24 hizmet veren ve Aile İçi Şiddet Yardım Hattı olarak anılan tek bir yardım
hattı mevcuttur. Bunun yanında tabi ki Jandarma bölgesinde yaşanıyorsa “156”
Jandarma ve “155” Polis İmdat hatlarına da her zaman ulaşılabilir172.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Barınaklar” başlıklı 23. maddesine göre:
“Taraflar mağdurlara, ve özellikle kadın ve çocuklara, kalacak güvenli yer
sağlamak üzere uygun, yeterli sayıda kolayca erişilebilir barınaklar
oluşturmak ve mağdurların yardımına proaktif bir biçimde koşmak üzere
gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır.” denmiştir.
Bunun yanında diğer önemli hususlar, barınaklar ve cinsel şiddet
mağdurlarına özel kriz merkezleri ile cinsel şiddet sevk merkezlerinin oluşturulması ve
yapılandırılmasıdır. Özellikle kadın barınaklarının erişilebilir ve kullanıma uygun olması
gerekmektedir.173 Ülkemizde özellikle Mor Çatı Kadın Derneği‟nin ön ayak olması ile
kurulan kadın barınakları mevcuttur. Ancak bir sivil toplum örgütünün, gönüllülükle ve
başarıyla yürütmüş olduğu çalışmalar tek başına yeterli olamamaktadır. Bu nedenledir
ki Belediyeler Kanununda “Belediyenin Görev, Yetki ve Sorumlulukları” başlığını
170
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 24.
171 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m.15/1/d.
172 Daha ayrıntılı bilgi için www.aileicisiddeteson.com 19.06.2012.
173 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 23.
101
taşıyan üçüncü bölümde yer alan 14. maddenin a bendine 03.07.2005 tarihinde yapılan
eklemeyle “Belediye, mahalli müşterek nitelikte olmak şartıyla;...........yapar ve yaptırır.
Büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 50.000‟i geçen belediyeler, kadınlar ve çocuklar için
koruma evleri açar.” denmek suretiyle her türlü şiddete, cinsel istismara ve tacize
uğrayan kadın ve çocuklar için hayati öneme sahip olan sığınma evlerinin açılması
hususu zorunlu hale getirilmiştir.
Kadın sığınma ve konuk evleri ile ilgili, 2828 Sayılı Sosyal Hizmetler Çocuk
Esirgeme Kanunu uygulanmaktadır. Kanunla ilgili yönetmelik ise; 08.05.2001 tarih,
24396 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 2396 sayılı "Özel Hukuk
Tüzel Kişileri ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarınca Açılan Kadın Konuk Evleri
Yönetmeliği" dir. Bu yönetmelik 2828 Sayılı Kanunun 9/g, 34. ve 35. maddeleri gereği
çıkarılmıştır. Fiziksel, cinsel, duygusal ve ekonomik istismara uğrayan kadınların,
psiko-sosyal ve ekonomik sorunlarının çözümlenmesi sırasında, varsa çocukları ile
birlikte ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla geçici bir süre kalabilecekleri kadın konukevi,
sığınma evi, sığınak, vb. adlandırılabilecek yatılı sosyal hizmet kuruluşlarının
oluşturulması yönetmelikle düzenlenmiştir. Bu tip kuruluşlarda sosyal hizmetler ya da
psikoloji alanında yükseköğrenim görmüş bir yönetici, bir sosyal çalışmacı, bir psikolog
ve ihtiyaca göre çocuk gelişimcisi, doktor, hemşire gibi gerekli personel tercihen kadın
olmak üzere çalıştırılır174.
174 2396 sayılı "Özel Hukuk Tüzel Kişileri ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarınca Açılan Kadın Konuk
Evleri Yönetmeliği”(08.05.2001 tarih, 24396 sayılı R.G.) “Kuruluş Personelinin Nitelik ve
Sorumlulukları” başlıklı 10. md‟sine göre: “(Değişik madde: 31/07/2009 - 27305 S.R.G
Yön\2.mad) Kuruluşta; bir yönetici, bir sosyal çalışmacı veya bir psikolog, ihtiyaca göre; çocuk
gelişimcisi, avukat, tabip, hemşire, çocuk eğiticisi ile genel idare, yardımcı ve teknik hizmetler
sınıfından ve tercihen kadın olmak üzere personel çalıştırılır. Kuruluşta yönetici olarak
görevlendirileceklerde tıp, hukuk, siyasal bilgiler, iktisat, işletme, iktisadi ve idari bilimler
102
Kullanılan binanın kent içinde, kadınlar ve çocukların toplumdan
soyutlanmadan yaşayabileceği, sosyal aktivîtelerini sürdürebilecekleri ve günlerini
huzur içinde geçirebilecekleri sakin, dikkat çekmeyen bir konumda olması
aranmaktadır175.
Kadın konukevleri; gizliliğin sağlandığı il ve ilçelerde açılıp, adresi ve telefon
numarası gizli tutulur. Kuruluş, tanıtıcı tabela asamaz, bina açılış töreni gizli tutulur176.
Başvurular kuruma doğrudan yapılmaz, Kurum dışında oluşturulan bir merkeze yapılır.
fakülteleri ile sosyal hizmetler, psikoloji, sosyoloji, çocuk gelişimi, psikolojik danışmanlık ve
rehberlik, eğitim, ev ekonomisi ve hemşirelik alanlarında en az 4 yıl eğitim veren fakülte veya
yüksek okulların birinden mezun olma şartı aranır. Yönetici yardımcılığında
görevlendirileceklerde ön lisans mezunu olma şartı aranır. Yönetici; kuruluşun idari ve teknik
tüm işlerinin amacına uygun olarak yürütülmesinden, kadınlar ve çocuklarının en iyi şekilde
bakım ve korunması ile sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarının karşılanmasından birinci derecede
sorumludur. Yöneticinin değişmesi halinde durum il müdürlüğüne bildirilir. Bir kişi birden fazla
kuruluşun yöneticisi olamaz ve çalışma saatleri içinde başka bir işte çalışamaz. Kuruluşta
görevlendirilecek tabip, mesleğinin gerektirdiği görevleri yerine getirir. Sosyal çalışmacı,
psikolog, çocuk gelişimcisi, hemşire ve diğer görevliler 12/7/1998 tarihli ve 23400 sayılı Resmî
Gazete'de yayımlanan "Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna Bağlı Kadın
Konukevleri Yönetmeliği" ile belirlenen görev tanımları çerçevesinde görev yapar.”
175 2396 sayılı "Özel Hukuk Tüzel Kişileri ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarınca Açılan Kadın Konuk
Evleri Yönetmeliği”nde “Bina ve İskan Durumu” başlıklı 11. md.‟sine göre: “Kuruluşlar; kent
içinde, kadınlar ve çocukların toplumdan soyutlanmadan yaşayabilecekleri, sosyal aktivitelerini
sürdürebilecekleri ve günlerini huzur içinde geçirebilecekleri sakin, ilgi çekmeyen bir konumda
bulunmalıdır. Gizliliğin sağlanabilmesi için binanın müstakil olması tercih edilmelidir. Bina
güvenli bir sistemle ısıtılmalı, tercihen kaloriferli olmalıdır. (Ek fıkra: 24/04/2011 - 27914 S. R.G.
Yön./2. md.) Binada yangın güvenliği için gerekli tedbirler alınır.”
176 2396 sayılı "Özel Hukuk Tüzel Kişileri ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarınca Açılan Kadın Konuk
Evleri Yönetmeliği”nin “Gizlilik İlkesi” başlıklı 14. md.‟sine göre: “Kadın konukevleri gizliliğin
sağlanabildiği il ve ilçelerde açılır. Adresi, telefon numarası gizli tutulur. Kuruluşu tanıtan tabela
asılmaz, binasında açılış törenleri düzenlenmez ve kuruluşa doğrudan başvuru kabul edilmez.
Başvurular kuruluş dışında oluşturulacak ayrı bir birim ya da merkezde kabul edilerek
103
Kadın konukevlerinde akıl-ruh sağlığı yerinde olmayan, bulaşıcı hastalığı olan,
uyuşturucu/alkol bağımlılığı olan kadınlar kabul edilmez. Bu kadınların ne yapacağı
hususu bu yönetmelikte mevcut olmamakla beraber, bu kişiler Devletin desteği ile ilgili
akıl ve ruh sağlığı merkezlerinde tedavi amaçlı yatırılırlar177.
Bu evlerde kalmak belli bir süre ile sınırlandırılmış olduğundan kadınların bu
kurumlarda meslek ve sanat sahibi yapılması son derece önemlidir.
Bu konu İlk defa 1990'lı yılların başında tartışılmaya başlanmış, ilk sığınma evi
1995 yılında bir Sivil Toplum Kuruluşu olan "Mor Çatı Derneği" tarafından açılmıştır.
SHÇEK'e bağlı olarak hizmetlerini sürdüren 51 Kadın Konukevi bulunmakta olup,
bunların toplam kapasitesi 1133'tür. Belediyeler tarafından bağımsız işletilen ve toplam
kapasiteleri 554 olan 24 kadın konukevi/sığınmaevi bulunmaktadır. Özel hukuk tüzel
kişilerine ait 3 kadın konukevi/sığınmaevi mevcut olup, kapasiteleri 42'dir. Buna göre
ülkemizdeki kadın konukevi/sığınmaevi sayısı 78 olup, toplam kapasite 1729'dur178.
Ayrıca mevcut sığınma evlerine kabul için bürokratik işlemlerin azaltılması
gerekir, bunun yanında yetişmiş personel özellikle bu alanda eğitim almış sosyal
hizmetli çok azdır.
değerlendirilir. Kadınlar ve çocukları ile ilgili bilgi ve belgeler açıklanmaz. Dosyalar gizlilik
ilkesine uygun olarak düzenlenir ve saklanır.” 177
Bu çok tartışılan bir konudur. Ülkemizde akıl sağlığı yerinde olmayan kişiler yakınlarının
imzası ile bu tarz devlet kurumlarına yatırılabilmektdir ki konu “vesayetle” ilgili özel bir
düzenlemeye de muhtaçtır. Tartışmalar için bkz.
http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1210.htm 19.06.2012.
178 İstatistiki veriler KADER‟in 2012 yılı raporlarına aittir. Raporlara erişim için bkz.
http://www.ka-der.org.tr/tr/down/2012_KADIN_ISTATISTIKLERI.pdf 19.06.2012.
104
Bazı sığınma evlerinde kadınların sokağa çıkışları yasaklanmakta veya
kısıtlanmakta; bu durum zaten şiddete uğramış olan ve bir travma geçiren kadının
adeta toplumdan tecrit edilmesine neden olmaktadır.
Sığınma evlerinde kadınların can güvenliği açısından yerlerinin bilinmiyor
olması gerekir. Ancak uygulamada kayıp ihbarında bulunan aile yakınları, bizzat
savcılık kanalı ile sığınma evleri baskı altına alınarak, sığınma evindeki kadının yerini
öğrenebilmektedir. Bu da uygulayıcıların bu konuda ne kadar eğitimsiz ve yetersiz
bilgiye sahip olduklarını gözler önüne sermektedir. Son olarak bu kadınların toplum
içinde kendi ayakları üzerinde durabilmeleri için –sadece birkaç sığınma evinde
uygulanan- meslek edindirme kurslarının yaygınlaştırılması gerekir.
6284 Sayılı Kanunda ise bu durum ya gözden kaçmış ya da kasti olarak
düzenlenmemiştir. Kanunun gerekçesinde de durumla ilgili herhangi bir açıklama
yapılmamıştır. Bu durum Meclis tartışmalarına da yansımış, ancak sığınma evleri ile
ilgili Belediyeler Kanunu ve ilgili yönetmelik yeterli görülmüştür ki yukarıdaki verilerden
de görüleceği üzere henüz Belediye Kanunu kapsamında sığınma evi açmak zorunda
olan ancak açmayan belediyeler mevcuttur.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Cinsel Şiddet Mağdurlarına Destek” başlıklı 25.
maddesine göre:
“Taraflar mağdurlar için tıbbi ve adli tıp muayenesi yapmak, travma desteği ve
danışmanlık hizmetleri sağlamak üzere uygun, yeterli sayıda ve kolayca
erişilebilen, ırza geçmeyle ilgili kriz merkezleri veya cinsel şiddet sevk
merkezleri oluşturmak üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır”
denmektedir.
Irza geçme ile ilgili kriz merkezleri ve cinsel şiddet sevk merkezleri ise yakın
bir tarihe kadar “mağdurun tecavüzcüsüyle evlendirilmesi” suretiyle cezalandırılmasını
engelleyen bir yapıya halen çok yabancıdır. “Cinsel şiddet eylemleri”nde yardım özel
105
ve profesyonel bir uzmanlık gerektirmektedir ki, İstanbul Sözleşmesinde bu hususa
ayrıca bir vurgu yapılmıştır179. 6284 Sayılı Kanun da ise yukarıda bahsettiğimiz gibi ayrı
bir kriz merkezi yahut cinsel şiddet sevk merkezi açılması öngörülmemiştir.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Çocuk tanıkların korunması ve bunlara destek
sağlanması” başlıklı 26. maddesine göre:
“1. Taraflar mağdurlara koruma ve destek hizmetleri sağlanırken, bu Sözleşme
kapsamındaki her türlü şiddet olayının çocuk tanıklarının haklarının ve
ihtiyaçlarının gerektiği gibi biçimde göz önüne alınması maksadıyla gerekli
yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.
2. Bu madde uyarınca alınacak tedbirlere bu Sözleşme kapsamındaki her türlü
şiddet olayının çocuk tanıklarına, yaşlarına uygun psikososyal danışmanlık
hizmeti dahil edilecek ve söz konusu tedbirlerle çocuğun menfaatlerine uygun
olarak gereken ilgi gösterilecektir.” denmektedir.
Sürekli bahsettiğimiz gibi olayın asıl mağdurlarının yanında; özellikle “aile içi
şiddette” olayın bir de “çocuk mağdurları” veya “çocuk tanıkları” dolaylı ya da dolaysız
olarak olaydan etkilenmektedir. Bu çocukların korunmasına öncelikli ve özel olarak
dikkat edilmesi, onların rehabilitasyonu ile ilgilenecek yaşlarına uygun psikososyal
danışmanlıklar oluşturulması da çok önemlidir180. Genel olarak şiddet ve cinsel saldırı
olaylarının faillerinin, geçmişlerinde bu tarz olayların mağduru oldukları gözlenmiştir.
Bu nedenle geleceğimizi oluşturan çocukların korunmaları ve desteklenmeleri ileride
yalnız kendileri için değil, toplum huzuru için de çok önemlidir.
6284 Sayılı Kanun da ise çocuklar ile ilgili özel bir düzenleme yer almamakta;
yalnızca hakim tarafından verilecek önleyici tedbirler hususunda şiddet mağduru
çocuklar açısından daha önce verilmiş bir kişisel ilişki kurma kararına dayalı olarak
ilişkinin refakatçi eşliğinde kurulması, kişisel ilişkininin sınırlanması ya da tamamen
179
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 25.
180 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 26.
106
kaldırılması, çocuğa şiddet uygulanmamış olsa dahi söz konusu olabilecektir181. 6284
Sayılı Kanun, çocuklar ile ilgili hususun düzenlenmesini ve ilgili tedbirlerin 03.07.2005
tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununa bırakmıştır182.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Haber verme” başlıklı 27. maddesine göre:
“Taraflar bu Sözleşme kapsamındaki şiddet eylemlerinin gerçekleştirilmesine
tanık olan veya bu tür eylemlerin gerçekleştirildiğine veya müteakip şiddet
eylemlerinin gerçekleştirilebileceğine dair makul gerekçeleri olan şahısların
bunu yetkili makamlara bildirmelerini teşvik etmeye yönelik gerekli tedbirleri
alacaklardır.” denmektedir.
İstanbul Sözleşmesinin koruma ile ilgili önemli bir diğer yönü, üçüncü
şahısların da şiddetin gerçekleştiğine dair makul gerekçeleri olması halinde yetkili
makamlara durumu bildirebiliyor olmalarıdır183.
Ülkemizde şu ana kadar özellikle evli çiftler için karı-koca arasına girilmez
anlayışı yavaş yavaş yok olmakta ve bu tarz düzenlemlerle “aile içi şiddetin önüne
geçilmeye çalışılmaktadır. Burada Anayasamızdaki “özel hayatın gizliliği” (Anayasa
m.20)‟ndeki “özel alan” anlayışına bir istisna getirilmiştir. Hakların çatışmasında tabii ki
kadının insan olmaktan kaynaklanan hakları, hatta yaşam hakkı daha üstte yer
bulmalıdır. Bu husus şiddet tehlikesini gören herkese kamu makamlarına başvuru
181
Bkz. 6284 Sayılı Kanunun “H kim tarafından verilecek önleyici tedbir kararları” başlıklı 5.
md.‟ne göre: (1) Şiddet uygulayanlarla ilgili olarak aşağıdaki önleyici tedbirlerden birine,
birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere h kim tarafından karar verilebilir: ç.
Çocuklarla ilgili daha önce verilmiş bir kişisel ilişki kurma kararı varsa, kişisel ilişkinin refakatçi
eşliğinde yapılması, kişisel ilişkinin sınırlanması ya da tümüyle kaldırılması.
182 Bkz.
6284 Sayılı Kanunun “H kim tarafından verilecek önleyici tedbir kararları” başlıklı 5.
md.‟ne göre: (3) Bu Kanunda belirtilen tedbirlerle birlikte h kim, 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı
Çocuk Koruma Kanununda yer alan koruyucu ve destekleyici tedbirler ile 4721 sayılı Kanun
hükümlerine göre velayet, kayyım, nafaka ve kişisel ilişki kurulması hususlarında karar vermeye
yetkilidir.
183 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 27.
107
imkanı tanımak suretiyle 6284 Sayılı Kanun‟da da yer bulmuştur184. Ayrıca Kanunun 7.
maddesi uyarınca ihbarı alan kamu görevlililerin bu Kanun kapsamındaki görevlerini
gecikmeksizin yerine getirme ve uygulama, gereken diğer tedbirlere ilişkin de yetkilileri
haberdar etme yükümlülükleri bulunmaktadır. Ancak bu madde kapsamındaki
yükümlülüklerin yerine getirilmemesi durumuna ilişkin olarak herhangi bir yaptırım
öngörülmemiştir.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Profesyonel kadroların bildirimleri” başlıklı 28.
maddesine göre:
“Taraflar iç hukukun belirli meslek sahiplerine getirdiği mahremiyet ilkesinin,
uygun koşullar altında, söz konusu meslek erbabının bu Sözleşme
kapsamında yer alan ciddi bir şiddet eyleminin gerçekleştirildiğine dair makul
nedenleri olması halinde, böyle bir şiddet eyleminin gerçekleştirildiğini ve
müteakip ciddi şiddet eylemlerinin gerçekleştirilebileceğini, yetkili kurum veya
makamlara bildirmesinin önünde engel teşkil etmemesini temin etmek üzere
gerekli tedbirleri alacaklardır.” denilmiştir.
Burada bahsi geçen profesyonel kadroların kimler olacağı maddede kasıtlı
olarak belirtilmemiştir. Madde gerekçesinde bu kişilerin kimler olacağının belirlenmesi
Taraf Devletlere bırakılmıştır185. Yani Taraf Devletler bu anlamda kendi kanunlarını
yeniden düzenleyebileceklerdir.
184
Bkz. 6284 Sayılı Kanunun “İhbar” başlıklı 7. md.‟sine göre: (1) Şiddet veya şiddet uygulanma
tehlikesinin varlığı h linde herkes bu durumu resmi makam veya mercilere ihbar edebilir. İhbarı
alan kamu görevlileri bu Kanun kapsamındaki görevlerini gecikmeksizin yerine getirmek ve
uygulanması gereken diğer tedbirlere ilişkin olarak yetkilileri haberdar etmekle yükümlüdür.
185 Bkz. “Explanatory Report of Council of Europe Convention on preventing and combating
violence against women and domestic violence”, Article 28, parag. 148.
http://www.coe.int/t/dghl/standardsetting/equality/03themes/violence-against-
women/Exp_memo_Conv_VAW_en.pdf 19.06.2012.
Ayrıca İstanbul Sözleşmesinin madde gerekçeleri için;
http://conventions.coe.int/Treaty/EN/Reports/Html/210.htm 19.06.2012.
108
Ülkemizde böyle bir şiddet eyleminden haberdar olabilecek meslek
gruplarından biri de şüphesiz avukatlardır. Ancak bu hususta bir kaç noktanın üzerinde
durmak gerekir. “Avukatlık Meslek İlke ve Kuralları Yönetmeliğinin 37. maddesine göre:
“Avukat meslek sırrı ile bağlıdır.
a- Tanıklıktan çekinmede de bu ölçüyü esas tutar.
Avukat davasını almadığı kimselerin başvurması nedeniyle öğrendiği bilgileri
de sır sayar. Avukatlık sırrının tutulması süresizdir, meslekten ayrılmak bu
yükümü kaldırmaz.
b- Avukat, yardımcılarının, stajyerlerinin ve çalıştırdığı kimselerin de meslek
sırrına aykırı davranışlarını engelleyecek tedbirler alır.”
demek sureti ile avukatın “sır saklama yükümü”nü düzenlemiştir. Aynı şekilde diğer
kanunlar ve yönetmeliklerle de örneğin doktorlar için hasta hakları kapsamındaki
düzenlemlerle “sır saklama” yükümü getirilmiştir. Özellikle avukatın sır saklama
yükümü müvekkilin, avukata tamamiyle güvenerek, çekinmeden danışabilmesi ve
savunma hakkının gerçekleşmesi açısından çok önemlidir. Bu husus, fiili suç oluşturan
müvekkilerin sırlarının saklanıp saklanmayacağı noktasında hem akademik çevrelerce
hem de uygulayıcılar arasında sıkça tartışılmaktadır 186 . Şunu belirtmek gerekir ki
avukatın sır saklama yükümü mevcut dava ile ilgili olacaktır. Eğer şiddet olayının
mesleki olarak konu ile ilgisi yoksa avukat, sırrı ifşa etmiş olmayacaktır. Şiddetin
danışılan konu olması halinde İstanbul Sözleşmesi hükmü ile çakışma söz konusu
olacaktır. Şöyle ki Sözleşme yürürlüğe girdikten sonra şüphesiz Anayasa 90.
maddesinin son fıkrası uyarınca, yönetmelik maddesi öğrenilen sırrın „şiddet‟
görüldüğüne dair bir izlenim uyandırması noktasında uygulanmamalıdır. Bu durumda
avukatın ilgili makamlara ihbarı, meslek ilke ve kurallarının ihlali anlamı taşımamalıdır.
186
Konu ile alakalı tartışmalar için bkz. Günergök, Özcan, “Avukatın Sır Saklama Yükümlülüğü”,
AÜEHFD, C.VII, s.1,2, Haziran, 2003 http://hukuk.erzincan.edu.tr/dergi/makale/2003_VII_32.pdf
19.06.2012.
109
Aynı şekilde doktorlar ve diğer meslek grupları içinde bu noktada „mahremiyet
ilkesi‟nin sınırı ilgili kanun ve yönetmeliklerde yeniden ele alınmalıdır.
6284 Sayılı Kanunda ise bu hususla ilgili herhangi bir açıklama yapılmamıştır.
c. Faile Hukuki ve Cezai Yaptırım Uygulanması Yükümlülüğü
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Hukuk davaları ve hukuk yolları” başlıklı 29.
maddesine göre:
“1. Taraflar mağdurun saldırgana karşı yeterli hukuki yollara başvurmasını
sağlayacak yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.
2. Taraflar mağdurlara, uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak,
güç ve yetkileri dahilinde gerekli önleyici veya koruyucu tedbirleri almayan
devlet makamlarına karşı yeterli hukuki yolların sağlanması için gerekli yasal
veya diğer önlemleri alacaklardır” denmektedir.
İstanbul Sözleşmesince, Taraf Devletler bir yandan mağdurun yeterli ve etkili
hukuki yollara başvurabilmesini garanti altına alacaklar; diğer yandan da gerekli ve
önleyici koruyucu tedbirleri almayan devlet makamlarına karşı gerekli hukuki yollara
başvurulmasını sağlamaya çalışacaklardır187.
Bu husus 1982 Anayasasının tam olarak işlerlik kazanamamış olan 40.
maddesinin de gereğidir. Anayasanın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı
40. maddesine göre:
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama
geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
(Ek: 3.10.2001-4709/16 md.) Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun
yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmî görevliler tarafından vâki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar
da, kanuna göre, devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye
rücu hakkı saklıdır.” denilmiştir.
187
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 29.
110
Buna göre genel çerçevede görevini yapmayan veya kötüye kullanan idari
personele, devletin rücu hakkı olacaktır. Bu maddenin yürütülememesi belki de bugün
karşı karşıya bulunduğumuz temel hak ve özgürlük ihlallerinin en büyük sebebidir.
Opuz v. Turkey188 davası ile 9 Haziran 2009 günü İHAM hem ulusal hem de
uluslararası hukuk açısından çok önemli bir karara imza atmıştır. Mahkeme ilk defa,
önüne gelen bir olayda, adli makamların kadınlar aleyhine cinsiyet ayrımcılığı yaptığı
yönünde karar vererek, İHAS‟In 14. maddesinin ihlal edildiğine hükmetmiştir. Bunun
yanı sıra, Sözleşme‟nin ihlal edilmesi neticesini doğuran adli mekanizmanın
tepkisizliğinin, kanunların lafzından değil, uygulanışından kaynaklandığının altını
çizerek, gözleri kanunların uygulayıcıları hakim, savcı ve kolluk kuvvetlerine çevirmiştir.
Karara konu olan olayda, başvurucunun annesi dini nikahla A.O ile
evlenmiştir. 1990 yılında A.O‟nun oğlu H.O ile bir ilişkiye giren başvurucu, H.O ile
beraber yaşamaya başlamış ve 12 Kasım 1995‟te de resmi olarak evlenmişlerdir. Üç
çocuk annesi olan ve Diyarbakır‟da yaşayan başvurucu Nahide Opuz ve annesi, 1995
ile 2002 yılları arasında çeşitli defalar başvurucunun kocasından şiddet gördükleri ve
ölümle tehdit edildikleri şikayetiyle polise ve savcılığa başvurmuşlardır. Zaman içinde
yaptıkları yaklaşık sekiz ayrı şikayetten en vahim olanları, H.O‟nun başvurucunun ve
annesinin üzerine araba sürerek, özellikle annenin ağır şekilde yaralanmasına sebep
olması; bir diğeri ise başvurucunun kocası tarafından yedi bıçak darbesiyle ağır
yaralanması neticesinde ortaya çıkmıştır. Başvurucu, her bir olaydan sonra kolluk
kuvvetlerine başvurmasına rağmen, ifadesi alınır alınmaz serbest bırakılan H.O‟dan
korktuğu için, çoğunlukla soruşturmanın neticelenmesini beklemeden şikayetini geri
188
Kararın tam metni için bkz.
http://www.coe.int/t/dghl/standardsetting/minjust/mju29/Opuz%20v%20Turkey.pdf 19.06.2012.
111
çekmiştir. Bu nedenle sadece karısını bıçaklama ve kayınvalidesini arabayla ezme
fiillerinin neticesinde H.O yargılanmış ve iki ayrı para cezası almıştır. Diğer şikayetlerin
incelenmesi neticesinde ise, delil yetersizliği nedeniyle takipsizlik kararı verilmiştir. En
son vuku bulan olayda, başvurucunun annesi, H.O‟nun silahı olduğunu ve telefon
açarak kendisini ve kızını ölümle tehdit ettiğini savcılığa dilekçe vererek bildirmiştir.
Savcılık soruşturma aşamasını yürütürken, iki kadın herhangi bir şekilde Devlet
tarafından korunmamış, ayrıca H.O‟da serbest bırakılmıştır. Sonunda başvurucunun
annesi, İzmir‟e taşınmak için bir nakliye firması ile anlaşmıştır. Eşyalar yüklenip
başvurucu, annesi ile beraber yola çıkmışken, H.O tarafından kamyonetin yolu kesilmiş
ve başvurucunun annesini silahla vurulmuştur. Annesinin öldürülmesini takip eden 6 ay
içinde, Nahide Opuz İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi‟ne başvurmuştur.
Türk Hükümeti savunmasında özetle, başvurucu ve annesinin şikayetlerini geri
çekerek saldırgan koca hakkında ceza yargılaması başlatılmasına engel olduklarını; o
tarihte yürürlükte bulunan ceza kanununa göre şikayet olmadan işlem yapabilmek için
mağdurun en az 10 gün çalışamayacağına dair doktor raporu bulunması gerektiğini;
1998 yılında 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunun yürürlüğe girmesinden
sonra ise başvurucu ve annesinin, yetkililerden, ne açıkça herhangi bir koruma tedbiri
uygulanmasını, ne de sığınma evlerine girmeyi talep ettiklerini ileri sürmüştür (parag.
156). Hükümet, aynı zamanda, yeterli delil olmadan karı ile koca arasına girilmesinin,
Sözleşme‟nin aile hayatını koruyan 8. maddesinin ihlali olarak
değerlendirilebileceğinden bahisle, adli makamların herhangi bir müdahalede
bulunmadıklarını iddia etmiştir189.
Bu kararı bir kaç noktası ile ele almak gerekir. Öncelikle İHAM, herşeyden
189
Opuz v.Turkey, a.g.k., parag. 123, 124.
112
önce başvurucunun annesinin tehlikede olan hayatını korumak için gereken tedbirlerin
alınmamış ve failin yargılamasının aradan yedi yıl geçmiş olmasına rağmen hala
sonuçlanmamış olması gerekçeleriyle, yetkili makamların İHAS‟ın yaşam hakkını
koruyan 2. maddesini ihlal ettikleri sonucuna varmıştır. İHAM, insan davranışlarını
öngörmenin imkansızlığını ve bu nedenle gereken tedbirleri almanın zorluğunu kabul
etmenin yanı sıra, bu spesifik olayda, yetkili makamların kendilerine ulaşan şikayetlerin
sürekliliğini ve gittikçe artan vehametini göz önünde bulundurarak, başvurucu ve
annesinin hayatlarının tehlikede olduğunu öngörmeleri gerektiği sonucuna varmıştır.
Bir başka husus, o tarihte yürürlükte olan 4320 sayılı yasa uyarınca savcının
veya sulh hakiminin re‟sen bazı tedbirlerin uygulanmasına karar verme yetkisi
bulunmaktadır. Anayasanın 90. maddesi uyarınca iç hukukta doğrudan uygulanabilirliği
olan İHAM içtihatlarına göre ise, zaten yetkili makamlar bu tarz bir şikayet ile
karşılaştıklarında, mağdurun davranışları sebebiyle gereken tedbirleri almamazlık
edemezler. Her ne kadar Hükümet tarafından aile hayatına müdahale etmeyerek
Sözleşme‟nin 8. maddesinin ihlaline sebebiyet verilmemesine çalışıldığı iddia edilmiş
olsa da, İHAM, bu çekincenin üye devletlerin Sözleşme‟den kaynaklanan pozitif
yükümlülükleriyle bağdaşmadığını, kimi olaylarda başkalarının yaşamını korumak için
aile hayatına müdahale etmenin gerekebileceğini belirtmiştir. CEDAW‟ın bu yöndeki
benzer kararlarına atıf yapan İHAM, her halükarda aile içi şiddet olaylarında failin
haklarının, mağdurun yaşam hakkının ve fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasının
önüne geçemeyeceğinin altını çizmiştir.
Bununla beraber, iç hukukta Mahkemelerin verdiği kararları da değerlendirmiş
ve verilen para cezalarını „orantısız‟ ve caydırıcılıktan uzak olarak nitelendirmiştir190.
190
A.g.k. Opuz v.Turkey, parag. 170.
113
Opuz v. Turkey kararının en önemli sonucu ise bu olayda yetkililerin kadınlara
karşı ayrımcılık yaptığının net olarak ortaya konulmasıdır. Başvurucunun sunduğu ve
doğrulukları Hükümet tarafından tartışma konusu yapılmayan bazı sivil toplum
örgütlerinin (Mor çatı Derneği ve KA-DER‟den görüşlere yer verilmiştir.), Diyarbakır
Barosu‟nun ve Uluslararası Af Örgütü‟nün konuyla ilgili araştırma raporlarını ve
istatistiklerini temel alan İHAM, aile içi şiddetin özellikle kadınları mağdur ettiği ve
Türkiye‟de adli makamların, kasıtsız da olsa, bu konudaki pasif tutumlarının, bu tarz
şiddet olaylarının artmasına yol açtığı tesbitinde bulunmuştur. Kanunlarda yapılan
değişikliklere rağmen, adalet mekanizmasının genel olarak bu tür şiddet olaylarına
karşı tepkisizliği, Türkiye‟de aile içi şiddet vakalarının önlenmesi için yeterli duyarlılığın
olmadığının bir göstergesidir191.
Aile içi şiddetin tüm üye devletlerde ciddi bir sorun teşkil ettiği karar metninde
özellikle belirtilmiş192 ve bu sorunla mücadele ederken üye devletlerin yerine getirmeleri
gereken sorumlulukları detaylı bir şekilde anlatılmıştır193.
Ülkemiz aleyhine çıkmış bu karar aslında adli ve idari makamların yeterli
eğitime sahip olmadıkları gibi „erkek egemen‟ zihniyeti değiştiremediklerini de ortaya
koymuştur. Genellikle Devlet makamları bu tarz vakıalarda ya pasif kalma yolunu ya da
„aile birliğini korumak‟ adına çifti barıştırmaya çalışma yolunu seçmektedir. Bu korku,
tehdit ve baskı unsurları içinde kadınlar daha fazla direnememekte ve şiddet tam
manası ile bir kısır döngü olmaktadır.
İHAM‟ın kadına yönelik şiddetle ilgili vermiş olduğu belli başlı kararları bir kaç
191
A.g.k. Opuz v.Turkey, parag. 198,200. 192 A.g.k. Opuz v.Turkey, parag. 132. 193
A.g.k. Opuz v.Turkey, parag. 138.
114
başlığa bölerek arşivlediği görülecektir. Bizim aynı inceleme usulünü takip edeceğimiz
başlıklar: “aile içi şiddet” (domestic violence); “kadın sünneti” (genital mutilation);
“tecavüz” (rape); “şiddet ve sosyal dışlanma” (violence and social exclusion);
“gözaltında insanlık dışı fena muamele/işkence” (inhuman treatment in detention);
“kamusal alanda şiddet” (violence in public places) şeklindedir.
İHAM‟ın aile içi şiddetle ilgili vermiş olduğu en önemli kararlardan biri yukarıda
bahsettiğimiz Opuz v. Turkey kararıdır. Diğer bir karar Kontrova v. Slovakia kararıdır194.
Kararda başvurucu, eşinin kendisini elektrik kablosu ile dövdüğüne dair polise şikayette
bulunmuştur. Daha sonra başvurucu eşi ile polis istasyonuna gelerek şikayetini geri
almıştır. Olaydan yaklaşık bir ay sonra koca beş yaşındaki kızını ve bir yaşındaki
oğlunu vurarak öldürmüştür. İHAM yapmış olduğu inceleme sonucu olaydaki kamu
görevlilerini çocukların yaşam haklarını koruyamadıkları için İHAS‟ın yaşam hakkı ile
ilgili 2. maddesi ile Devletin, manevi zararın tazmini ciheti ile anneye herhangi bir ek
tazminat vermemesinden ötürü de İHAS‟ın 13. maddesindeki etkili çözüm yolu bulma
maddelerinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
Bir başka karar Bevacqua and S. v. Bulgaria kararıdır 195 . Bulgaristan‟da
başvurucu eşinin kendisini sıklıkla dövdüğünden şikayetçi olmuş ve evi terk ederek
boşanmak için dava açmıştır. Ancak eşi, başvurucuyu dövmeye devam etmiştir. Oğlu
ile birlikte bir sığınma evine yerleşen başvurucu, eşinin çocuğunu kaçırdığı iddiası ile
bir de şikayetine maruz kalmıştır. Ancak bir yıl sonra boşanma gerçekleşmiş başvurucu
sonrasında eski eşi tarafından tekrar dövülmüş ve şikayetçi olmuştur. Ancak Bulgar
otoriteleri durumu özel bir durum olarak nitelendirdiğinden şikayeti reddetmişlerdir.
194
Kontrova v. Slovakia, başvuru no: 7510/04, T.31.05.2007.
195 Bevacqua and S. v. Bulgaria, başvuru no: 71127/01, T.12.06.2008.
115
İHAM, burada da yapmış olduğu inceleme de İHAS‟ın 8. maddesindeki aile yaşamına
saygı hususunun Bulgar makamlarınca ihlal edildiğine hükmetmiş ve Bulgar otoriteler
tarafından değerlendirilen özel durum nitelendirilmesinin kadının aile yaşamını koruma
ile bağdaşmadığını da ayrıca belirtmiştir.
Branko Tomasic and Others v. Croatia kararında 196 da yine İHAM, Hırvat
makamlarını, İHAS‟ın 2. maddesi açısından sorumlu tutmuştur. Olayda
hapishanedeyken psikolojik destek alan koca, hapisten çıktıktan sonra da bu desteğin
devam etmesi gerekirken, Hırvat Temyiz Mahkemesi‟nin durdurma kararı ile bu
destekten yoksun kalmıştır. Hapisten çıktıktan bir ay sonra da karısı, çocuğu ve
kendisini öldürmüştür. İHAM, ayrıca psikolojik destek alan birinin, hapisten çıktıktan
sonra da takibinin ve desteğin devamlılığının şart olduğunu belirtmiştir.
Yine Slovakya aleyhine tazminata hükmedilmiş bir başka karar E.S. and
Others v. Slovakia kararıdır197. 2001 yılında başvurucu, kendisine kötü davranan ve
kızlarından birine cinsel şiddet uygulayan eşini yetkili makamlara şikayet etmiş ve
olaydan iki yıl sonra eş mahkum olmuştur. Başvurucu ayrıca Slovak makamlarından
eşin eve girmesine yasak getirilmesini talep etmiş. fakat Mahkeme halen evli olmaları
gerekçesi ile eşin özel ortak alana girmesinde bir sakınca olmadığı sonuca varmış,
ancak boşandıktan ve ayrı kira kontratlarına sahip olduklarında böyle bir kararın
alınabileceğini belirtmiştir. Böylelikle başvuran ve çocukları ortak haneyi terketmek
zorunda kalmışlardır. İHAM, yapmış olduğu incelemede Slovak otoritelerinin anneyi ve
çocuğunu babanın şiddetinden koruyamadıkları için İHAS‟ın 3.maddesi (insanlık dışı ve
onur kırıcı davranış yasağı) ve 8. maddesi (özel hayata ve aile yaşamına saygı)‟ni ihlal
196
Branko Tomasic and Others v. Croatia, başvuru no: 46598/06, T. 15.01.2009.
197 E.S. and Others v. Slovakia, başvuru no: 8227/04, T. 15.09.2009.
116
ettiğini belirtmiştir.
Yine aile içi şiddetle ilgili bir başka karar A.v. Croatai kararıdır198. Başvurucu,
psikolojik rahatsızlığı olan eşinden sürekli olarak küçük kızı önünde şiddet gördüğünü
ve bu nedenle de Hırvat makamlarından koruma talep ettiğini belirtmiştir. Ancak Hırvat
makamları ciddi bir şiddet tehlikesi olmadığı gerekçesi ile bu talebi reddetmiştir. İHAM,
Hırvat otoritelerini, psikolojik rahatsızlığı olan birine gerekli ölçümleri, kontrolleri
yapmadığı ve başvurucu ile çocuklarını koruyamadığından bahisle İHAS 8. maddesinin
(özel hayata ve aile yaşamına saygı) ihlal ettiğini belirtmiştir. Hajduova v. Slovakia
kararında da yine Slovak makamlar, başvurucunun, kendisini öldürmeye çalışan eşini
psikolojik tedavi için hastanaye kapatmışlar, sonrasında serbest kalıp psikolojik
tedavisine devam edilmeyen eş aynı olayları tekrar etmiştir. Başvurucu da hastane ile
ilgili şikayette bulunmuştur. İHAM yine Slovak makamların, İHAS 8. maddesini ihlal
ettiğine karar vermiştir.
İHAS‟ın 8. maddesi ile ilgili ihlal kararı verilen bir başka örnek 2012 tarihli
Kalucza v. Hungary kararıdır 199 . Olayda başvurucu, aynı evde yaşadığı partneri
tarafından devamlı surrette şiddete uğramakta, Macar makamlarına defalarca yapmış
olduğu şikayetlerden de bir netice alamamaktadır. İHAM, Macar makamların
başvurucuya etkili bir çözüm sunamadıkları ve şiddet uygulayan partneri gerektiği gibi
evden uzaklaştıramadıkları için, İHAS‟ın 8. maddesini ihlal ettiğine karar vermiştir.
İHAM‟ın “kadın sünneti” ile ilgili de kabuledilebilirlik aşamasında reddettiği iki
karardan biri Izevbekhai v. Ireland kararı200 ve bir diğeri de Omeredo v. Austria201
198
A.v. Croatai, başvuru no: 55164/08, T. 14.10.2010.
199 Kalucza v. Hungary, başvuru no: 57693/10, T. 24.04.2012.
200 Izevbekhai v. Ireland, başvuru no: 43408/08, T. 17.05.2011.
201 Omeredo v. Austria, başvuru no: 8969/10, T. 20.09.2011.
117
kararlarıdır. İrlanda kararında, başvurucunun kızları Nijerya‟ya dönmeleri halinde,
sünnet olma tehdidi ile karşı karşıyadır. Daha öncesinde başvurucu, bir diğer kızının
sünnet olmasından sonra kan kaybından ölmesi ile kaybetmiş ve diğer kızlarını
koruyabilmek için İrlanda‟ya yerleşmiştir. Bu yüzden İHAM‟a başvuran başvurucunun
talebi, kocasının ve ailesinin kadın sünnetine karşı olmaları ve sosyal ve ekonomik
olarak güçlü bir aileleri olmaları ve Nijerya‟da da kızlarını koruyabilecek durumda
olmaları nedenleri ile incelenebilir bulunmamıştır. Omeredo v. Austria kararında ise
yine 2003 yılında kadın sünnetinden kaçarak, Avusturya‟ya yerleşen başvurucu,
öncesinde kızkardeşini de bu sebeple kaybetmiştir. Kadın terzisi olarak çalışan
başvurucunun Nijerya‟ya dönmesi halinde, ailesinden bağımsız, tek başına yaşama
şansı olduğu gerekçesi ile İHAM, bu başvuruyu da incelenebilir bulmamıştır.
Tecavüzle ilgili olan kadına yönelik şiddet kararlarından ilki yukarıda
incelediğimiz M.C v. Bulgaria kararıdır. Bir diğeri de X. and Y. v. the Netherlands
kararı202dır. Kararda başvurucunun zihinsel engelli kızı, onaltıncı yaş gününde zihinsel
engellilerin bakımının yapıldığı bir evde tecavüze uğramıştır. Hollanda‟daki kanunlara
göre 16 yaşından sonra cinsel ilişkiye girmek serbesttir. Hollanda makamlarına
şikayette bulunan başvurucunun şikayeti, şikayetin tecavüze uğrayan kız tarafından
yapılmaması gerekçesi ile reddedilmiştir. İHAM, ceza kanunlarındaki boşluk nedeni ile
Hollanda makamların etkili bir çözüm yolu bulamadıkları için İHAS‟ın 8. maddesinin
ihlal edildiği kararını vermiştir.
Tecavüzle ilgli bir diğer önemli karar Aydın v. Turkey203 kararıdır. Başvurucu,
diğer iki aile üyesi ile ulusal makamlarca hiçbir açıklama yapılmadan tutuklanmıştır.
202
X. and Y. v. the Netherlands, başvuru no: 8978/80, T. 26.03.1985.
203 Aydın v. Turkey, başvuru no: 23178/94, T. 25.09.1997.
118
Başvuran, gözaltında tecavüze uğramadan önce bir çok işkenceye maruz kalmış,
sonrasında konu ile ilgili uzman ve bağımsız olmayan bir doktor tarafından muayene
edilmiştir. Buradan kurtulduktan sonra da kamu makamları tarafından şikayette
bulunmaması yönünde baskı altına alınmıştır. İHAM, fiziksel ve psikolojik şiddete
uğrayarak, işkence ve kötü muamele, tecavüz nedeni ile hem İHAS‟ın 3. maddesinin;
hem de olay sonrası makamların uğranılan manevi zararla ilgili giderim sağlamamaları
nedeni ile İHAS‟ın 13. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
Maslova and Nalbandov v. Russia204 kararında da bir cinayet soruşturması için
gözaltına alınıp, olay üzerine yıkılmaya çalışılan başvurucu, yine gözaltında görevli
polisin, tekrar tekrar tecavüzüne uğramış, olayda kullanılan kondomun bulunması ve
yetkili makamlara başvurucunun iddiasını her türlü kanıtlayabiliyor olmasına rağmen de
delil yetersizliğinden dava düşürülmüştür. İHAM, fiziksel şiddet ve tecavüzün bir kaç
defa olmasından; etkisiz ve yetersiz soruşturma yapılmasından dolayı da Rusya‟nın
İHAS‟ın 3. maddesini ihlal ettiğine karar vermiştir.
Şiddet ve sosyal dışlanma ile ilgili N. v. Sweden kararında205 Afgan vatandaşı
başvurucunun, Afganistan‟da kocasından şiddet göreceği, hem de hayati tehlikesinin
olduğu ve Afganistan‟da kadınlara biçilen roller nedeni ile kocanın iznini almadan dışarı
dahi çıkamayacak olmasının İsveç makamlarınca bilinmesine rağmen, İsveç hükümeti
tarafından sınırdışı edilmeye çalışılmıştır. Bu sebeplerle İHAM, İsveç makamları ile ilgili
İHAS‟ın 3. maddesini ihlal kararı vermiştir. Ancak bu dava ile ilgili uygulama halen
devam etmektedir.
Gözaltında insanlık dışı fena muameleyle ilgili Yazgül Yılmaz v. Turkey
204
Maslova and Nalbandov v. Russia, başvuru no: 839/02, T. 24.01.2008.
205 N. v. Sweden, başvuru no: 23505/09, T. 20.07.2010.
119
kararı206 yol göstericidir. 16 yaşındaki başvurucuya önce polis nezaretindeyken işkence
görmediğinin kanıtı için doktorlara, kendisinin ve ailesinin rızaları olmadan zorla
jinekolojik muayene yaptırılmıştır. Sonrasında post-travmatik stres yüzünden
depresyona giren başvurucu gözaltında kendisine medikal incelemeler yapıldığını
kesin olarak kanıtlanmasına rağmen, şikayet ettiği doktorlar hakkında herhangi bir
disiplin soruşturması açılmamıştır. İHAM, özellikle tecavüze uğramadığı halde
zorlayarak yapılan jinekolojik muayeneyi İHAS 3. maddesi gereği gözaltında pek fena
muamele olarak değerlendirmiştir.
Ebcin v. Turkey kararı207da kamusal alanda şiddetle ilgili hem İHAS 3. madde
hem de 8. madde açısından ihlal kararı verilerek sonuçlanmıştır. Türkiye‟nin
Güneydoğu Bölgesi‟nde öğretmen olarak görev yapan ve orada yüzüne kezzap atılarak
saldırıya uğrayan başvuran, daha önce de kamu görevlilerinin benzer şekilde saldırıya
uğraması ve Devletin bu bölgede hiçbir tedbir almaması gibi nedenlerle İHAM‟a
şikayette bulunmuştur. İHAM, Devletin bir bireyin bütünlüğüne zarar verebilecek
eylemlerin de önüne geçmekle ilgili pozitif yükümlülüklerinin olduğunu belirtmiş ve
ayrıca başvuranın, Devletin sorumluluğu ile ilgili tazminat davasındaki yargı
makamlarınca öngörülen tazminat miktarını da yetersiz bulmuştur.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Tazminat”la ilgili 30. maddesi şu şekilde
düzenlenmiştir:
“1. Taraflar mağdurların bu Sözleşmede belirlenen herhangi bir suç nedeniyle
faillerden tazminat talep etme hakkına sahip olmasını temin etmek üzere
gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.
206
Yazgül Yılmaz v. Turkey, başvuru no: 36369, T.01.02.2011.
207 Ebcin v. Turkey, başvuru no: 19506, T. 01.02.201.
120
2. Hasarın fail, sigorta şirketi veya finansmanı devletçe sağlanan sağlık ve
sosyal sigorta hükümlerince karşılanmaması halinde, ciddi bedensel
yaralanma veya sağlık bozukluğuna uğrayanlara yeterli Devlet tazminatı
sağlanacaktır. Bu durum, mağdurun emniyetine gereken dikkat sarfedilmesi
koşuluyla, Tarafların, söz konusu tazminatın, fail tarafından verilen tazminat
kadar azaltılması talep etmesini ihtimal dışı bırakmaz.
3. 2. fıkra uyarınca alınacak tedbirler, tazminatın makul bir süre içinde
verilmesini teminat altına alacaktır.”
Bir diğer husus tazminat konusudur208. Tazminat bilindiği üzere hem maddi
hem de manevi tazminat olarak hukukumuzda da ikiye ayrılır. Madde metni “tazminat
başlığı taşısa ve 1. fıkrada mağdurların genel olarak tazminat talep etme hakkından
bahsetse de 2. ve 3. fıkralarda içerikten anlaşılacağı üzere, kastedilen maddi
tazminattır.
İstanbul Sözleşmesi burada zararın fail, sigorta şirketi veya finansmanı
devletçe sağlanan sağlık ve sosyal sigorta hükümlerince karşılanmaması halinde, ciddi
bedensel yaralanma ve sağlık bozukluğuna uğrayanlara Devletçe tazminat ödenmesini
öngörür. Yani Sözleşme özel kişilerce zararın tazmin edilmediği noktada devletin
kusursuz sorumluluğuna bağlı olarak zararı tazmin zorunluluğu getirmiştir ki hakkaniyet
ve sosyal devlet ilkeleri açısından yerinde bir düzenlemedir. Ancak bahsedilen hasarın
giderilmesi olduğu için burada manevi tazminat talepleri Devletten talep
edilemeyecektir. Yukarıda bahsettiğimiz Anayasanın 40. maddesine göre devlet
görevlilerinin görevini yapmaması noktasında –örneğin polisin veya savcının ilgili
prosedürü yürütmemesi- şüphesiz ki Devlete karşı bir tam yargı davası
yürütülebilecektir. Ancak uygulamada hem özel hukuk hem da idare hukukundaki
manevi tazminat miktarları caydırıcı olmaktan çok uzaktır.
208
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 30.
121
Tazminat kararlarında, hem hukuk davalarında hem de idare hukukundaki tam
yargı davalarında kişilerin sosyal koşulları gözönünde bulundurularak inceleme
yapılmaktadır. Yani hükmedilen tazminat miktarları ispat edilebilen maddi değerlerin
tazminini (maddi tazminat) ve kişilerin sosyal statülerince hissedebilecekleri acı, elem
ve keder (manevi tazminat) dikkate alınarak hesaplanır. Bir de yargılama devam
ederken bu miktarlara yürüyecek faiz sorunu vardır. Prof. Dr. A. Şeref Gözübüyük‟e
göre Danıştay‟ın faize hükmederken “(…)kişinin manevi varlığının ihlalini ölçüye
vurmak ve manevi kayıplarını tümüyle gidermek olanaksızdır.(…)” 209 gerekçesi ile
manevi zararlar için faiz yürütmeye gerek olmadığı yönünde kararları vardır. Oysaki
maddi tazminat istemlerine faiz hükmederken, manevi tazminat istemlerine faiz
yürütmek gerekir. Kaldı ki yargı yerlerince hükmedilen yasal faiz, davacının uğradığı
zararları karşılamaktan çok uzaktır. Davanın uzun süresi, yasal faizin enflasyon
oranlarının altında kalması gerçek zararın karşılanmasına engel olduğu gibi, yönetimin
ilamın yerine getirilmesini geciktirmesine de neden olmaktadır210.
Bu tazminatların İstanbul Sözleşmesince, “makul bir süre” içerisinde
ödeneceği öngörülmüştür. Ülkemizde davaların uzun süreler sonucunda karara
bağlanıyor olması da “makul süre” yi sekteye uğratan bir durumdur. Makul sürede
yargılamaların bitmiyor olması ise, bu sebeple İHAM‟ın defalarca Türkiye‟yi tazminat
ödemeye mahkum ettiği kararlarında belirttiği gibi etkili yargılamayı sekteye
uğratmaktadır.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Velayet altına alma, ziyaret hakları ve emniyet”
başlıklı 31. maddesince:
209
Danıştay 10. D., K.T. 5.2.1979, E. 78/4511, K. 79/304 sayılı kararı.
210 Gözübüyük, A. Şeref, Yönetsel Yargı, 13. Bası, Ankara, 2003, s. 333.
122
“1. Taraflar çocukların velayetinin ve ziyaret haklarının
belirlenmesinde, bu Sözleşme kapsamındaki şiddet olaylarının göz önüne
alınmasını temin edecek gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.
2. Taraflar herhangi bir ziyaret hakkı veya velayet hakkının kullanılmasının
mağdurun veya çocukların haklarını veya emniyetini tehlikeye düşürmemesini
sağlayacak gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır” denilmiştir.
Yukarıda da bahsettiğimiz üzere bu tarz şiddet olaylarının ikincil mağdurları
özellikle aile içi şiddet vakalarında çocuklardır. Böyle bir mağduriyet söz konusu
olduğunda Sözleşme velayet altına alma ve ziyaret hakkı ilgili yasal ve diğer tüm
tedbirlerin taraf devletçe alınmasını öngörür211.
Burada Devlet hem mağdurun hem de çocuğun emniyetinden ve diğer
haklarına zarar gelmemesinden de sorumlu olacak ve üzerine düşen tüm tedbirleri
alacaktır.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Zorla evlendirmelerin doğuracağı hukuki sonuçlar”
başlıklı 32. maddesine göre:
“Taraflar mağdura gereksiz bir parasal veya idari yük getirmeksizin, zorla
gerçekleştirilen evliliklerin geçersiz ve hükümsüz kılınabilmesini veya sona
erdirilmesini temin edecek yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır” denilmiştir.
Özellikle ülkemiz kırsalında kız çocuklarının dinsel, sosyal, kültürel ve en
önemlisi ekonomik nedenlerle küçük yaşlarda zorla evlendirilmeleri 21. Yüzyılda hala
çözüm bulunamamış büyük bir sorun olmakla beraber cinsel, çoğunlukla psikolojik,
genellikle fiziksel ve ekonomik şiddeti de beraberinde getirmektedir. İstanbul
Sözleşmesi bu konu ile ilgili ayrıca düzenlemede bulunmuş ve Taraf Devletlere zorla
evlendirmelerin geçersiz ve hükümsüz kılınabilmesini veya sonlandırılabilmesini
sağlama yükümlülüğü, yüklemiştir212.
211
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 31.
212 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 32.
123
Medeni Kanunumuzun evlenme ehliyeti ile ilgili “Yaşa” başlıklı 124.
maddesinde;
“Erkek veya kadın onyedi yaşını doldurmadıkça evlenemez.
Ancak, hâkim olağanüstü durumlarda ve pek önemli bir sebeple onaltı yaşını
doldurmuş olan erkek veya kadının evlenmesine izin verebilir. Olanak
bulundukça karardan önce ana ve baba veya vasi dinlenir.” şeklinde evlilik
ehliyeti ile ilgili düzenleme mevcuttur.
Onyedi yaşın tamamlanması, onsekizinci yaştan gül almakla olur. Bir kimse
doğum gününü karşılayan onsekizinci yaş gününde onyedi yaşını tamamlamış olur.
Kanun bu yaşın altındakilerin evlenemeyeceğini belirtmiştir. Ancak 2. Fıkrada
olağanüstü hallerde yani istisnai olarak hakim onayı ile 16 yaşını doldurmuş kişiler
evlenebilir. “Bu hallerde hakim tercih ederse yasal temsilciyi dinleyecek ve fakat obların
fikri ile bağlı olmayacaktır.”213
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Zorla yapılan evlilikler” başlıklı 37. maddesi:
“1. Taraflar bir yetişkini veya çocuğu kasten evliliğe zorlamanın
cezalandırılmasını temin etmek üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri
alacaklardır.
2. Taraflar, bir yetişkinin veya çocuğun, ikamet ettiği Taraf veya Devletten
farklı bir Tarafa veya devlete, söz konusu yetişkini veya çocuğu evliliğe
zorlama amacıyla kasten kandırılarak götürülmesinin cezalandırılmasını
temin etmek üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır”
şeklindedir.
İstanbul Sözleşmesi zorla evlendirmelerin hukuki sonuçlarını ortaya koyduktan
sonra cezai yaptırımları ayrı olarak ele almıştır. Buna göre zorla yapılan evliliklerde bir
yetişkin veya çocuğu zorla evlendiren kişiler de cezalandırılacak, hatta mağdurun
kandırılarak ikamet ettiği yerden başka bir devlete götürülmesi halinde bile Taraf Devlet
sorumluluğu üzerinden atamayacak ve cezalandırmanın teminini sağlamakla yükümlü
213
Dural, Öğüz, Gümüş, a.g.e., s. 50.
124
olacaktır214. Toplulumuzda ailenin hatta babanın karar verdiği ve onayladığı kişi ile
evlendirilme geleneği sona ermişse de kadının bir mal gibi alınıp satıldığı kırsal
kesimlerde halen bu fiili durum „örf ve ananeler‟ adı altında devam etmektedir.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Yardımcı olmak ve yataklık yapmak ve yeltenmek”
başlıklı 41. maddesi:
“1. Taraflar bu Sözleşmenin Madde 33,34,35,36,37,38.a ve 39. Maddelerince
belirlenmiş suçların işlenmesine, bu suçlar kasten işlendiğinde, yardımcı
olmak ve yataklık yapmanın suç olarak kabul edilmesi için gerekli yasal veya
diğer tedbirleri alacaklardır.
2. Taraflar, kasten işlendiğinde, bu Sözleşmenin madde 35,36,37,38.a ve 39.
Maddelerince belirlenmiş suçları işleme girişimlerinin suç kabul edilmesi için
gerekli yasal veya diğer önlemleri alacaklardır.” şeklindedir.
İstanbul Sözleşmesinin yardım ve yataklıkla ilgili maddesi, Sözleşmenin 33.
maddesinde tanımlanan psikolojik şiddet; 34. maddedeki taciz amaçlı takip; 35.
maddedeki fiziksel şiddet; 36. maddedeki ırza geçme de dahil olmak üzere cinsel
şiddet; 37. maddedeki zorla yapılan evlilikler; 38/a maddesindeki kadın sünneti ve 39.
maddedeki kürtaja ve kısırlaştırmaya zorlama hallerinde yardım ve yataklık edenlerin
de eylemleri teşebbüs aşamasında kalsa dahi cezalandırılmalarını öngörür215.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Fiziksel Şiddet” başlıklı 35. maddesi:
“Taraflar başka bir şahsa karşı kasten fiziksel şiddet eylemlerinde bulunmanın
cezalandırılmasını temin edecek gerekli yasal veya diğer tedbirleri
alacaklardır.” şeklindedir.
İstanbul Sözleşmesinin 3. maddesindeki “tanım” kısmında şiddet türleri özel
olarak sayılmamakla beraber, beşinci bölüm olan “esasa uygulanacak hukuk”
bölümünde “psikolojik şiddet”, “fiziksel şiddet” ve “cinsel şiddet” ayrı ayrı
214
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 37.
215 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 41.
125
vurgulanmıştır. Buna göre her türlü fiziksel şiddet eyleminin cezalandırılması için
Devlet gerekli tedbirleri alacaktır 216 . Opuz/Türkiye kararında da bu konuda orantılı
cezalar verilmesi vurgusu da yapılmıştır217.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Psikolojik Şiddet” başlıklı 33. maddesi:
“Taraflar bir şahsın psikolojik bütünlüğünü zorlamayla veya tehditlerle ciddi bir
şekilde bozmaya yönelik kasıtlı girişimlerin cezalandırılmasını temin edecek
gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.” şeklindedir.
Fiziksel şiddet eylemleri vücutta bıraktığı kalıcı hasarlar nedeni ile diğer şiddet
türlerine göre daha ispatlanabilir niteliktedir. Bu nedenle psikolojik şiddetle ilgili daha
derin bir tanımlama yapılarak; psikolojik bütünlüğü zorlamayla veya tehditlerle ciddi bir
şekilde bozmaya yönelik kasıtlı girişimlerin cezalandırılması yükümlülüğünden
bahsedilmiştir 218 . Burada ispat yükü mağdurda olacak, mağdur kişi hem psikolojik
bütünlüğünün bozulduğunu hem de zorlama ve tehditlerin “kasıtlı” olduğunu ispatlamak
zorunda kalacaktır.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Taciz amaçlı takip” başlıklı 34. maddesi:
“Taraflar başka bir şahsa yönelik olarak gerçekleştirilen ve bu şahsı, şahsın
kendisini güvende hissetmesini önleyecek şekilde korkutacak, kasıtlı bir
biçimde tekrarlanan tehditkar davranışların cezalandırılmasını temin edecek
gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.” şeklindedir.
ve “Sözde “namus” adına işlenen suçlar da dahil olmak üzere, işlenen suçlar
için gerekçelerin kabul edilmemesi” başlıklı 42. maddesi:
“1. Taraflar bu Sözleşme kapsamında kalan şiddet eylemlerinin
gerçekleştirilmesinden sonra başlatılan ceza davalarında kültür, töre, din,
gelenek veya sözde “namus”un gerekçe olarak öne sürülmesinin önlenmesini
temin etmek üzere, gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.
216
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 35.
217 A.g.k. Opuz v. Turkey, parag. 44 ve 170.
218 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 33.
126
2. Taraflar, herhangi bir şahsın bir çocuğu 1. fıkradaki eylemleri
gerçekleştirmeye kışkırtmasının, yapılan eylemlerle ilgili olarak söz konusu
şahsın cezai sorumluluğunu ortadan kaldırmasının önlenmesini temin etmek
üzere, gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.” şeklindedir.
“Taciz amaçlı takip” psikolojik şiddetten ayrı olarak düzenlenmiştir219. Burada
başka bir şahsa yönelik gerçekleştirilen bir eylemde ve bu şahsın kendisini güvende
hissetmesinin önlenerek korkutulması yaptırım altına alınmakta ve yine kasıtlı bir
biçimde “tekrarlanılan” davranışların cezalandırılması sağlanmaya çalışılmaktadır.
Yukarıda da değindiğimiz gibi hem fiziksel, hem psikolojik şiddet, hem de taciz
amaçlı takip de işlenmesinde Sözleşmenin 41. maddesine göre yardım ve yataklık
edenler de cezalandırılacaktır220.
Fiziksel şiddet durumunda fiil teşebbüs aşamasında kalmış olsa dahi yardım
ve yataklık edenler yine de cezalandırılacaklardır221.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Irza geçme de dahil olmak üzere cinsel şiddet
eylemleri” başlıklı 36. maddesi:
“1. Taraflar aşağıdaki kasten gerçekleştirilen eylemlerin cezalandırılmasını
sağlamak üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır:
a. Başka bir insanla, rızası olmaksızın, herhangi bir vücut parçasını veya cismi
kullanarak, cinsel nitelikli bir vajinal, anal veya oral penetrasyon
gerçekleştirmek;
b. Bir insanla, rızası olmaksızın, cinsel nitelikli diğer eylemlere girişmek;
c. Başka bir insanın, rızası olmaksızın, üçüncü bir insanla cinsel nitelikli
eylemlere girmesine neden olmak.
2. Rıza, mevcut koşullar bağlamında değerlendirilmek üzere, şahsın özgür
iradesi sonucunda gönüllü olarak verilmelidir.
3. Taraflar 1. fıkrada yer alan hükümlerin aynı zamanda iç hukukta kabul
219
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 34.
220 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 42/1.
221 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 42/2.
127
edilmiş olan, eski veya mevcut eşlere veya birlikte yaşayan bireylere karşı
gerçekleştirilmiş eylemler için de geçerli olmasının temin edilmesi için gerekli
yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.” şeklindedir.
Cinsel şiddet eylemleri vurgulanırken daha ayrıntılı bir tanımlamaya ihtiyaç
duyulmuştur 222 . Öncelikle eylemin “kasten” gerçekleştirilmesi gerekir. Sözleşme üç
başlık halinde cinsel şiddeti ve ırza geçmeyi tanımlamış: a. başka bir insanla rızası
olmaksızın, herhangi bir vücut parçasını veya cismi kullanarak, cinsel nitelikli bir
vajinal, anal veya oral penetrasyon gerçekleştirmek; b. bir insanla rızası olmaksızın,
cinsel nitelikli diğer eylemlere girişmek; c. başka bir insanın, rızası olmaksızın, üçüncü
bir insanla cinsel nitelikli eylemlere girmesine neden olmak.
“Rıza” hususu burada önemlidir. İstanbul Sözleşmesi “rıza” nın şahsın özgür
iradesi sonucu gönüllü olarak verilmesini savunur. İç hukukumuza bakacak olursak:
TCK‟nunun 26. maddesinin 2. fıkrasında ilgilinin rızası düzenlenmiştir. Bu hükme göre;
“Kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere,
açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez”.
Hukukumuzda „rıza‟ fiili suç olmaktan çıkarmaz, aksine bazı fiiler için bir „hukuka
uygunluk sebebi‟ öngörür ya da bazı durumlarda „rıza‟ filin tipikliğini ortadan kaldırır223.
Bunun yanında hukukumuzda „varsayılan rıza‟ düzenlenmemiştir: “Varsayılan rızada
ilgilinin bir rıza açıklaması bulunmamaktadır. Varsayılan rızada fail, başka birine ait bir
konuya izinsiz bir şekilde müdahale ederek kanunda suç olarak tanımlanmış bir fiili
gerçekleştirmektedir. Ancak bu müdahale bakımından ilgilinin rızası objektif bir
değerlendirmeye göre varsa- yılmak suretiyle fiilin hukuka uygunluğu kabul
edilmektedir. (…)Varsayılan rızanın klişeleşmiş örneğini burada tekrarlayacak olursak;
222
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 36.
223 Bkz. TCK m. 116.
128
ağır yaralı olarak bilinçsiz bir şekilde hastaneye getirilen hastanın tıbbî nedenlerden
dolayı derhal ameliyata alınması gerekmekteyse, durumu bilmiş olsaydı rıza gösterirdi
düşüncesiyle ameliyata alınması hukuka uygundur.” 224 demek sureti ile varsayılan
rızayı tanımlamıştır. Ancak belirttiğimiz gibi hukukumuzda bu husus düzenlenmemiş
olduğundan adli makamlarda rızanın bu şeklini araştırmayacaklardır.
Rıza ile ilgili hukukumuzdaki bir diğer nokta Ceza Kanunumuzun 103. ve 104.
maddeleridir. Çocuğun cinsel istismarı başlıklı 103. maddesi;
“(1) Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis
cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismar deyiminden;
a) Onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî
anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı
gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış,
b) Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka
bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar, anlaşılır.
(2) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle
gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına
hükmolunur.” şekilindedir.
15 yaşını bitirmeyenlere karşı işlenen bu suç (a) fıkrasında açıklanırken cebir
ve tehdit söz konusu olmasa bile, küçüğün yaşı nedeniyle bu cezanın uygulanacağını,
(b) fıkrasında ise 15 yaşını bitiren diğer çocuklara karşı işlenmesi durumunda cebir,
tehdit ve hile koşulunun aranacağını belirtmektedir.
Burada yasa koyucu 15 yaşını bitirmeyen küçüklere karşı yapılan cinsel
istismarda rızanın değerlendime konusu olmadığını belirtmiştir.
103 maddenin 4. fıkrasında ise “birinci fıkranın (a) bendindeki çocuklara karşı
cebir veya tehdit kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara
224
Kangal, Zeynel T., “Ceza Hukukunda Varsayılan Rıza”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi, C. XV, Y. 2011, S. 4.
Daha ayrıntılı bilgi için bkz. http://www.hukuk.gazi.edu.tr/editor/dergi/15_4_7.pdf 19.06.2012.
129
göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.” denilerek, 15 yaşını bitirmeyenlere karşı
işlenen cinsi istismarda cebir ve tehdit cezalandırma koşulu değil, arttırma nedeni
olarak kabul edilmiştir.
Cebir, tehdit ve hile olmaksızın 15 yaşını bitirmiş çocuklarla cinsel ilişki 5284
Sayılı TCK‟da şik yete bağlı tutulmuş ve yeni yasasının 104. maddesinde şu şekilde
düzenlenmiştir:
“(1) Cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel
ilişkide bulunan kişi, şikâyet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.
(2) Fail mağdurdan beş yaştan daha büyük ise, şikâyet koşulu aranmaksızın,
cezası iki kat artırılır.”
Bu maddeden de anlaşılacağı gibi rıza 15 yaşını bitiren çocuklar için söz
konusudur. Rızası ile 15 yaşını bitirenlerle cinsi ilişki Eski TCK‟nın 416/3 maddesinde
düzenlenmişti. Fakat orada şik yete bağlı değil, resen soruşturma konusu oluyordu.
Görüldüğü gibi, gerek eski gerek yeni Türk Ceza yasalarının konu ile ilgili tüm
maddelerinde 15 yaşından küçüklerin rızası verilecek cezanın hafifletme nedeni
değildir. Yasa koyucu peşinen bu durumlarda rızanın yaş nedeniyle göz önünde
tutulamayacağını kabul etmiştir.
Ancak ve ancak ne yazık ki ülkemiz Mahkemelerince bu hükümlere
dayanılarak kamuoyunda çokça tartışılmış iki önemli karar verildiğini görmekteyiz.
Bunlardan ilki Yargıtay‟ın 14. Ceza Dairesi‟nin 2011/12479 E. ve 2011/1056 K. sayılı
19.10.2011 tarihli N.Ç kararıdır 225 . Şöyle ki henüz 13 yaşındaki iken 26 kişinin
tecavüzüne uğrayan N.Ç; kendisini şehrin bilindik kişilerine pazarlayan Emine Akyol‟un;
farklı kişilerin cinsel istismarına maruz kalmıştır. Burada öncelikli tartışılması gerekli
nokta olay tarihinde 13 yaşında olan N.Ç‟nin Adli Tıp kararı ile 14 yaşında olduğunun
belirlenmesidir ki halen daha „rıza‟ hukuka uygunluk sebeplerinin konuşulacağı bir yaş
225 Yargıtay 14. Ceza Dairesi, K.T. 19.10.2011, E. 2011/12479, K. 2011/1056.
130
sınırı değildir. İkinci nokta Mardin 1. Ağır Ceza Mahkemesi‟nin kararını mağdur N.Ç 21
yaşına girdiğinde yani 9 yıl sonra verebilmiş olmasıdır ki burada makul süre içinde
yargılamanın sonlandırılamaması, ceza kovuşturmasında delillerin karartılması veya
yok olmaları olasılıkları gibi taraf olduğumuz insan hakları ile ilgili uluslararası
sözleşmelere açık bir aykırılık söz konusudur. Bir diğer nokta da sanıklar lehine „rıza‟
indirimine gidilmiş olmasıdır. Bu noktada kararı veren yargıçlardan ve Ceza Dairesinin
başkanı Fevzi Elmas, Cumhuriyet Gazetesi‟ne vermiş olduğu demeçte:"765 sayılı eski
TCK'nın uygulanması gerekiyor. Oradaki 'rıza' doğrudur"
(…)5237 sayılı TCK'nın 1 Haziran 2005 yılında yürürlüğe girdiğini, bu tarihe
kadar hem Yargıtay Ceza Genel Kurulu (CGK) hem de cinsel suçlara bakmakla görevli
Yargıtay 5. Ceza Dairesi'nin benzer kararlar verdiğini belirtti. CGK'nın ve 5. Ceza
Dairesi'nin kararlarına atıfta bulunan Elmas, N.Ç.'nin olay tarihinde 12 yaşında
görüldüğünü ancak Adli Tıp Kurumu'nda yapılan inceleme sonucunda 14 yaşında
olduğunun tespit edildiğini kaydetti. Elmas, "Reşit olmayan kişinin ırzına geçme
cezasına gelince, burada cebir, şiddet, tehdit hiç bir şey yok. Yerel mahkeme buradan,
eski TCK'nın 414. maddesinden hüküm kurdu. Mahkeme, 'suçun işleniş şekline göre,
mağdurenin hemen hemen bütün olaylarda kendi isteğiyle gitmiş olmasına baktı ve 15
yaşına yakın olmasını da değerlendirip alt sınırdan hüküm kurdum' dedi. Zaten
yapılacak başka bir şeyi de yok" diye konuştu.
(…)"32 sanıktan hepsi için alıkoyma suçundan açılan davada mahkeme bunu
'rıza' kabul etti, bütün sanıklar için alıkoyma suçundan zamanaşımı dolduğu için
düşürme kararı verdi, bunu da onadık. 3 sanık hakkında ırza geçmekten yeterli kanıt
bulunmadığı için beraat kararı verildi. Bu beraatı da onadık. 5 kişi hakkında da ırza
geçmeden 4 yılın üzerinde verilen mahkûmiyeti onadık. Bunun dışında kalan 24 sanık
hakkında da kurulan hükümlerle ilgili olarak az ceza verildiği gerekçesiyle yerel
mahkemenin kararı yeniden tartışması için bozduk. Bazı sanıklar hakkında artırım
yapılması lazım o yapılmadı dedik."226
Görüldüğü üzere Yargıtay, „yasallık ilkesi‟ ve „ceza kanun maddelerinin geriye
yürümezliği‟ ile „sanığa lehe olan yasa uygulanır‟ ilkelerinin ışığı altında bir karar
vermiş, bu karar kamuoyu vicdanını rahatlatmadığı gibi aynı gerekçelerle buna emsal
bir çok karar da verilmeye devam edilmiştir. Bu olayda tartışılmamış olan bir başka
nokta yargılama süresince küçüğe bir pedagog veya psikoloğun eşlik etmemesi
226
Haber ayrıntısı için bkz. http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=290578 19.06.2012.
131
durumudur. Istanbul Sözleşmesi ve imzalamış olduğumuz insan hakları ile ilgili bir çok
uluslararası sözleşme savunma hakkının tam olarak gerçekleşebilmesi için, mağdura
avukat teminin yanında kendi dili ile algılayabilmesi için tercüman; küçüklere, kısıtlılara
pedagog, psikolog gibi uzman kişilerin teminini sağlamakla Devleti sorumlu tutmuştur.
Hem doktrinel hem de uygulamada özellikle kanun yapım süreçlerinde sıkça
tartışılmış olan „rıza‟ hususunda bir görüş birliğine varılamamıştır. 5237 sayılı TCK (m.
103) ile 15 yaşından küçüklerin rızası dahi olsa rızaya bakılmayacağı düzenlenmiş olsa
da bu yaş sınırın psikolojik olgunluk açısından 18 olarak belirlenmesinin daha uygun
olacağı kanaatindeyiz. Bununla beraber karşıt görüşte olanlar TMK‟nın evlenme ile ilgili
124. maddesindeki “Erkek veya kadın onyedi yaşını doldurmadıkça evlenemez. Ancak,
hâkim olağanüstü durumlarda ve pek önemli bir sebeple onaltı yaşını doldurmuş olan
erkek veya kadının evlenmesine izin verebilir. Olanak bulundukça karardan önce ana
ve baba veya vasi dinlenir.” maddesi ile çelişeceği kanaatindedir. Gerekçe olarak
örneğin hakim kararı ile 16 yaşını doldurmuş bir kişi evlendiğinde, reşit olmayanla
cinsel ilişki suçunun kanuni unsurları oluşmuş olmasını göstermektedirler227. Kanımızca
bu tartışmalara son vermek için, hem evlilik yaşının 18 yaş ve üzerine hem de
TCK‟daki düzenlemenin 18 yaş üst sınır getirilerek yeniden düzenlenmesi
gerekmektedir.
Bir diğer tartışılması gerekli karar, kamuoyunda Üzmez kararı olarak bilinen,
Vakit gazetesi eski yazarlarından Hüseyin Üzmez‟in sanık olarak yargılandığı 14
yaşındaki B.Ç‟ye cinsel saldırı davasıdır.
Sanık Hüseyin Üzmez‟in tutuklanmasına neden olan olayda, mağdur B.Ç.‟ye
defalarca ‟cinsel saldırıda‟ bulunduğu belirlenmiştir. N. Ç kararının aksine daha kısa bir
227
Tartışmalar için bkz. http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=47278 19.06.2012.
132
yargılama süreci geçirilen olayda iki çarpıcı nokta vardır. Birincisi 12 yaşındaki
mağdure ile ilgili Adli Tıpça verilen ilk raporun “mağdurenin ruh sağlığının yerinde
olduğuna dair” olması ki; mağdur vekillerinin itirazı ile ikinci verilen raporla bu durum
düzeltilmiştir. İkincisi de küçük mağdura mahkemece bir pedagog atanmamış
olmasıdır.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Cinsel Taciz” başlıklı 40. maddesine göre:
“Taraflar bir şahsın onurunu ihlal etme etkisi yaratan veya bu maksatla
gerçekleştirilen, ve özellikle de aşağılayıcı, düşmanca, hakaretamiz, küçük
düşürücü veya saldırgan bir ortam yaratırken, her türlü istenmeyen, cinsel
mahiyette sözlü veya sözlü olmayan veya fiziksel davranışın cezai veya diğer
yasal yaptırıma tabi olmasını temin etmek üzere gereki yasal veya diğer
tedbirleri alacaklardır” şeklindedir.
Bu maddede bu tarz bir cinsel tacizin kimin tarafından gerçekleştirileceği önem
arz etmez. Taciz eylemi aile bireylerinden biri tarafından gerçekleştirilebileceği gibi
üçüncü bir şahıs tarafından da gerçekleştirilebilir. Devletler her türlü korumayı, herkese
karşı temin etmekle sorumlu tutulmuştur. 765 Sayılı TCK zamanında eşler arasında
zorla cinsel ilişki suç olarak kabul görmemekteydi. 5284 Sayılı Kanunla haksız olan bu
duruma son verilmiş ve her türlü cinsel taciz kim olduğuna bakılmaksızın suç
sayılmıştır.
Bununla beraber Avrupa‟da ve ABD‟nin belli eyaletlerinde ayrı bir madde ile
suç sayılan ensest ilişki, Ceza Kanunumuzca suç olarak düzenlenmemiştir. Bilindiği
gibi “ensest”228 yani “yasaksevi” yakın akrabalar arasındaki gönüllü ya da gönülsüz
228
Çeşitli ülkelerde farklılıklarla da olsa ensesti suç sayan ve bu nedenle de cezalandırma
yönüne giden yasa maddeleri mevcuttur. Hukuk açısından en genel anlamda ensest, birinci ya
da ikinci dereceden yakın akrabalarla girilen cinsel ilişki olarak tanımlanmaktadır. Bazı istisnalar
vardır: İsveç örneğinde bu tür olaylara bir ceza uygulanmadığı bilinmektedir. Türk hukuk
sisteminde Medeni Kanun'da yakın akrabaların birbirleriyle evlenmelerini yasaklayan maddeler
133
cinsel ilişkidir. İtalya, Almanya gibi ülke ceza kanunlarında ensest, rızaen dahi olsa suç
sayılmıştır. İsveç‟te ise ensest ilişkiyi yasak sayan herhangi bir norm yoktur.
Türk Medeni Kanunu‟nun 129. maddesine göre, üstsoy ile altsoy arasında,
kardeşler arasında, amca, dayı, hala ve teyze ile yeğenleri arasında, kayın hısımlığı
meydana getirmiş olan evlilik sona ermiş olsa bile, eşlerden birisi ile diğerinin üstsoyu
veya altsoyu arasında, evlat edinen ile evlatlığın veya bunlardan birisi ile diğerinin
altsoyu ve eşi arasında evlenme yasağı bulunmaktadır. Ancak TMK‟da kuzenler
arasındaki evlilik yasaklanmamıştır. TMK‟da sayılan evlenme yasağı konulan kişiler
arasındaki cinsel davranışların gerçekleşmesi ensesti tanımlamaktadır. Bu
davranışların rıza ile veya rıza olmaksızın gerçekleşmesi mümkündür. Ayrıca bir suç
olarak tanımlanmamış olan ensest, rıza ile gerçekleşirse yalnızca 18 yaşını
tamamlamamış kişilere yönelik olanlar suç sayılmış, rıza olmaksızın gerçekleşirse
TCK‟da cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar kapsamındaki suçların ağırlaştırıcı sebebi
olmak suretiyle suç olarak düzenlenmiştir.
vardır. Ancak bu "evlenme yasağı" dışında, akrabalararası cinsel ilişkileri suç sayan maddeler
yoktur. Genelde rıza ile gerçekleştiği varsayılan cinsel ilişkiler suç sayılmamakta ve
cezalandırılmamaktadır. Bununla birlikte aile-içi cinsel şiddet olarak bilinen olgu karşısında ne
yapılacağı ve yapılması gerektiği önemli bir sorun olarak devam etmektedir. Ensestin tabusal
niteliği, aile içi cinsel şiddetin ve istismarın deşifre edilmesinde ve buna karşı önleyici tedbirler
alınmasında ciddi bir engel teşkil etmektedir. Bireylerin eğitim ve kültür durumlarına bağlı olarak
bu durumlarda takınabilecekleri tavırlar farklılaşmaktadır. Kapalı aile ve akrabalık ilişkilerinde,
eğitimin yetersiz olduğu hallerde özellikle sorun daha gizli-kapaklı kalabilmektedir. Türk Tabibler
Birliği, kadınların ve özellikle küçük çocukların korunması bakımından, ensest konusunun Türk
Ceza Kanunu'nda ayrı bir yasa olarak belirlenmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Bkz. Ayrıntılı
bilgi için Işıktaç, Yasemin, “Ensest ve Hukuka Yansıması”, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt 66, Sayı
4-5-6,İstanbul,1992, s.1-9.
http://www.istanbul.edu.tr/hukuk/yaseminisiktac/makaleler/Ensest_ve_Hukuka_Yansimasi.pdf
19.06.2012.
134
Anayasa Mahkemesi bir kararında “fuhşu meslek edinen kadın/iffetli kadın”
ayrımı yaparak ilk gruba karşı işlenen cinsel taciz gibi bazı suçların daha hafif ceza ile
karşılanmasını eşitliğe aykırı saymamış, mağdurenin özel durumunu eşitsizliğin „haklı
nedeni‟ saymıştır229 . Bu yorum insan onuruna saygı ve eşit görme durumunu ters
düşmektedir ki Anayasa 10. maddedeki eşitlik anlayışı ve ayrımcılık yasağıyla da
bağdaş bir durumu yoktur. Neyse ki bir yasa değişikliği ile bu terslik düzeltilmiştir230.
Yine 40. madde ile ilgili İstanbul Sözleşmesinin 41. maddesine göre faile
yardım ve yataklık edenler cezalandırılacak, ayrıca suç teşebbüs halinde kalsa dahi
yukarıda bahsettiğimiz gibi yine yardım ve yataklık edenler ceza göreceklerdir.
Sözleşme “ırza geçme ve cinsel şiddet eylemlerini” birlikte ele alırken, “cinsel taciz”ı
ayrı olarak değerlendirmiştir. Buna göre bir şahsın onurunu ihlal etmek veya neticede
bu etkiyi yaratan fail, her türlü istenmeyen cinsel içerikli sözlü veya sözlü olmayan
fiziksel davranışı cezai veya diğer yasal yaptırımlara tabi tutulmalıdır231.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Kadın Sünneti” başlıklı 38. maddesi:
“Taraflar aşağıda belirtilen kasten gerçekleştirilen eylemlerin
cezalandırılmasını temin etmek üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri
alacaklardır:
a. kadının labia majora, labia minora veya klitorisinin tümünün kesilip
çıkartılması, labia majoranın kenarlarının birleştirilmesi veya başka türlü bir
kesmeye tabi tutulması;
b. bir kadını a fıkrasına belirtilen eylemlerden birine maruz kalmaya zorlama
veya bu eylemleri bir kadına yaptırmak;
c. bir genç kızı a bendinde belirtilen eylemlerden herhangi birine teşvik etmek,
zorla maruz bırakmak veya bunları bizzat kendisine uygulatmak.” şeklindedir.
229
AYM K.T. 12.01.1989, E. 1988/4, K. 1989/8; AYMKD, sayı 25, s.7,8.
230 3679-21.11.1990.
231 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 40.
135
Kadın sünneti ülkemizde rastlanmasa da geneli müslüman olan ülkelerde,
kadının cinsellikten zevk almaması için kadının labia majora veya, labia minora veya
klitorisinin tümünün kesilip çıkartılması, labia majoranın kenarlarının birleştirilmesi veya
başka türlü bir kesmeye tabi tutulması sonucu yapılan işlemdir. Sözleşme bu tip
eylemlerin; bu tip eylemlerden birine kadını maruz kalmaya zorlayanın veya bu
eylemleri bir kadına yaptıranın; bir genç kızı bu eylemlere zorla maruz bırakanın, teşvik
edenin veya bunları bizzat kendisine uygulatanın da cezalandırılmasını
öngörmektedir232. Bunun yanında yine 41. maddeye göre yardım ve yataklık edenlerin
eylemleri teşebbüs aşamasında kalmış olsa dahi cezalandırılcaklardır. Kadın sünneti
daha çok Güney Afrika‟daki kabileler halinde yaşayan müslüman ülkelerde uygulanan
bir gelenektir. Küçük yaşlarda yapılan kadın sünnetine, neredeyse kadınların direnme
şansı hiç yok gibidir.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Kürtaja ve kısırlaştırmaya zorlama” başlıklı 39.
maddesi:
“Taraflar aşağıda belirtilen kasti eylemlerin cezalandırılmasını temin etmek
üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır:
a. kadına, önceden bilgilendirilmiş olurunu almadan kürtaj uygulamak;
b. Bir kadının önceden bilgilendirilmiş onayı olmaksızın ve kadın söz konusu
usulün mahiyetini anlamaksızın, kadının doğal üreme kapasitesini sona
erdirme maksatlı veya bu etkiyi doğuran bir ameliyat yapmak.” şeklindedir.
Kadının önceden bilgilendirilip onayını almadan kürtaj yapılması veya yine
olurunu almadan kısırlaştırmaya zorlanması 233 durumlarında yine eylemi bizzat
yapanlar ile Sözleşmenin 41. maddesine göre de yardım ve yataklık edenlerin
eylemleri teşebbüs aşamasında kalmış olsa dahi cezalandırılmaları söz konusudur.
232
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 38.
233 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 39.
136
Ülkemizde kürtaj için yasal sınır 10 haftaya kadardır234. Çeşitli ülke kanunlarında bu üst
sınırın daha az veya daha fazla olduğu ülkeler ya da kürtajın tamamen yasak olduğu
ülkeler görülecektir. Bu çalışmayı hazırladığımız şu sıra kürtajla ilgili Hükümet, “kürtajın
cinayet” olduğunu belirterek, ceninin yaşam hakkı ihlallerinin önüne geçmek için yeni
düzenlemeler yapılacağı, belki de kürtaj hakkının tamamen kaldırılacağı yönünde
234
Ülkemizde kürtajla ilgili düzenlemeler şu şekildedir;
27.05.1983 tarihinde 18059 sayı ile Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiş olan 2827
Sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun‟un ilgili maddeleri aşağıdaki gibidir.
Gebeliğin sona Erdirilmesi: MADDE 5.- Gebeliğin onuncu haftası doluncaya kadar annenin
sağlığı açısından tıbbi sakınca olmadığı takdirde istek üzerine rahim tahliye edilir
Gebeliğin Sona Erdirilmesinde İzin: MADDE 6.- 5. maddede belirtilen müdahale, gebe kadının
iznine, küçüklerde küçüğün rızası ile velinin iznine, vesayet altında bulunup da reşit veya
mümeyyiz olmayan kişilerde reşit olmayan kişinin ve vasinin rızası ile birlikte sulh hakiminin izin
vermesine bağlıdır. Ancak akıl maluliyeti nedeni ile şuur serbestisine sahip olmayan gebe kadın
hakkında rahim tahliyesi için kendi rızası aranmaz. 4. maddenin ikinci ve 5. maddenin birinci
fıkralarında belirtilen ve rızaları aranılacak kişiler evli iseler, sterilizasyon veya rahim tahliyesi
için eşin de rızası gerekir.
765 Sayılı Eski TCK‟da
“Çocuk Düşürme ve Düşürtme Cürümleri”: Madde 468.- Bir kadının rızası olmaksızın çocuğunu
düşürten kimseye yedi yıldan oniki yıla kadar ağır hapis cezası verilir. Gebelik süresi on
haftadan fazla olan bir kadınının rızasıyla tıbbi nedenler mevcut olmadan çocuğunu düşürten
kimseye iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir. Çocuğunu düşürmeye rıza gösteren
kadına da aynı ceza verilir. Birinci fıkrada yazılı fiil ; kadının ölümüne neden olmuşsa, faile
onbeş yıldan yirmi yıla ve bedeni bir zarara neden olmuşsa sekiz yıldan oniki yıla kadar ağır
hapis cezası verilir. İkinci fıkrada yazılı fiil ; kadının ölümüne neden olmuşsa, Faile beş yıldan
oniki yıla ve bedeni bir zarara neden olmuşsa üç yıldan sekiz yıla kadar ağır hapis cezası verilir.
5237 Sayılı Yeni TCK‟da; MADDE 10.- 1 / 3 / 1926 tarih ve 765 sayılı Türk Ceza Kanununun
469‟ncu maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. Gebelik süresi on haftadan
fazla olan çocuğunu isteyerek düşüren kadına bir yıldan dört yıla kadar ağır hapis cezası verilir.
Madde 470.- Rahim tahliye etme yetkisi olmayan bir kimse, gebelik süresi on haftadan az olan
bir kadına rızasıyla düşük yaptırdığı takdirde iki yıldan dört yıla kadar hapis cezasıyla
cezalandırılır. Fiil kadının ölümüne veya bedeni bir zararına sebep olmuşsa, fail ayrıca 452‟nci
ve 456‟ncı maddeler hükümlerine göre cezalandırılır.
137
beyanat vermektedir. „Kürtaj‟‟da yasal sınırın 10 hafta olarak belirlenmesi tıbbi
gerekçelerle ortaya konmuş ve özellikle merdiven altı yerlerde, rahme değişik, steril
olmayan cisimler sokarak kadın ölümlerine neden olan rahim tahliyelerinin önüne
geçilmeye çalışılmıştır. Bunun yanında „tecavüz sonucu hamile kalmalarda‟ ve
„çocuğun kesinlikle anormal olacağının tespiti‟nde de kürtaj bazı kadınlar için zorunlu
bir hal almaktadır.
Yaşamın kutsallığı tezi eski çağlardan beri tartışılagelen, gerek dini inanışlar
gerekse sosyal hayat normları ile koruma alanı bulan bir hususlardandır. “Amerikan
Federal Yüksek Mahkemesi, bu hakkın yanında mahremiyet hakkını ve genel olarak
ekonomik olmayan temel hakları korumaya yönelik kararlarında, bu hakların sınırlarını
ve bu sınırların nereye kadar varabileceğini belirtmektedir.”235
Fedaral Mahkemenin Roe v. Wade kararı fetusun yaşam hakkı ile ilgili
yaşamın kutsallığı tezinin reddi açısından verilmiş önemli bir karardır. Roe kararında:,
“Mahkeme hamilelik dönemini üç aylık dönemlere bölmüş ve her bir dönem için ayrı
kurallar uygulamıştır. Birinci üç aylık dönemde Devlet kürtajı yasaklayamaz ve
zorlaştırıcı tedbirler alamaz. Çünkü Devletin kürtaja ilişikin düzenleme yapmasının
nedeni anne sağlığının korunmasıdır. Ikinci üç aylık dönemde kürtaj anne sağlığı
açısından sorun yaratabileceği için Devlet zorlaştırıcı tedbirler alabilcektir. Ancak
alınacak bu tedbirler anne sağlığını korumaya yönelik “orantılı” tedbirler olacaktır.
Örneğin kürtaj sadece tam teşekküllü hastanelerde yapılabicektir. Bu iki dönemde de
kürtaj yasak değildir. Mahkeme ilk iki üç aylık dönem için fetüsün yaşam hakkını
tanımamıştır. Devlet sadece anne sağlığını korumakla sorumludur. Fetüsün yaşamı
ancak son üç aylık dönemde koruma alanı bulur. Çünkü ancak üçüncü üç ayda fetüs
235
İnceoğlu, Sibel, Ölme Hakkı-Ötenazi, Ayrıntı Yay., 1999, 1. bası, s. 117.
138
anneden ayrı yaşayabilecek hale gelir. Ancak annenin sağlığının korunması gerektiği
durumlarda bu dönemde kürtaja izin verilebilecektir. Annenin mahremiyet hakkı,
fetüsün potonsiyel yaşamına tercih edilmiştir.”236
Kararın yorumunda “kürtaj yanlısı görüşlerden birinde haklara ve menfaatlere
sahip olabilmek için bir tür bilinçlilik durumunun olması gerektiği, diğer bir deyişle
fiziksel yaşam kadar, zihinsel yaşamın da olması gerektiği belirtilmiştir. Fetüsün
potansiyel yaşamının hiçbir şekilde koruma görmemesi de eleştirilmiştir ki döllenmiş
yumurta sadece bir insan dokusudur. Yani döllenmiş yumurtanın potansiyel bir insan
olduğunu söylemek (uterusa yerleşme gibi) bazı şeylerin gerçekleşmesi ve
(kendiliğinden düşük gibi) bazı başka şeylerin gerçekleşmemesi durumunda onun bir
insan olacağını söylemektir. Dolayısı ile yerinde bir eleştiri değildir. Potonsiyel yaşam
savı ile doğum kontrol yöntemleri gibi başka bazı durumlara da karşı çıkmak mümkün
olacaktır. Bunun yanından haklı yapılan eleştirlerden bir diğeri de Mahkemenin gelişen
tıp karşısında süreleri kesin çizgilerle ayırıyor olmasıdır ki bu daha tartışılabilir bir
durumdur.”237
“Kürtajla igili Türk Hukukundaki yaklaşım ise çok farklıdır. Türk Hukukunda
annnenin yaşamı tehlikede olmadığı müddetçe 1983 yılına kadar „çocuk düşürme‟ ceza
kanunumuzda suç olarak düzenlenmişti. Yukarıda da belirttiğimiz gibi ülkemizde yasal
sınır on haftadır. Gebelik süresi on haftadan fazla ise ancak gebeliğin annenin
yaşamını tehdit ettiği veya doğacak çocukta onu takip edecek nesiller için ağır
236
İnceoğlu, a.g.e., s.119,120.
237 İnceoğlu, a.g.e., s. 121,122.
139
maluliyetlere neden olacağı hallerde kürtaja izin verilir. Bu hak yaşama hakkının olup
olmadığı ya da kürtajın bir kadın hakkı olup olmadığı tartışılmaksızın tanınmıştır.”238
Ülkemizde kürtajla ilgili madde nüfus planlaması ile ilgili yasanın239 içinde yer
alır ve ağır sakatlıklarla doğacak çocuklarla ilgili bir düzenleme de mevcut değildir.
Kürtaj, ülkemizde önce nüfus planlamasını sağlamak amacı ile oluşturulmuş olsa da
mevcut yasal sınır ile kadının bedeni üzerindeki hakları açısından çok önemlidir.
Kadınlar açısından hakkın görünümü tartışılmadan yasa koyucularca yapılacak her
türlü düzenleme kadının toplumda daha da yok sayılmasına neden olacaktır.
Unutulmamalıdır ki “kadının kürtaj hakkı fetüsün acıyı algılama zamanı ve anne rahmi
dışında yaşayabilirliğinden önceki bir süre ile sınırlıdır.”240
Yukarıda saydığımız tüm bu şiddet eylemlerinden sonra başlatılan ceza
davalarında hiç bir şekilde kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus” gerekçe
olarak ileri sürülemeyecektir241. Ne yazık ki ülkemizde de örneklerini gördüğümüz üzere
ceza kanunumuzda yaş küçüklüğünün242 işlenen suçta cezalandırılmama veya ceza
238
İnceoğlu, a.g.e., s. 122,123.
239 İlgili mevzuat için bkz. 238 nolu dipnot.
240 İnceoğlu, a.g.e., s. 123.
241 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 42/1.
242 TCK “Yaş küçüklüğü” başlıklı 31.md.: (1) Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmamış olan
çocukların ceza sorumluluğu yoktur. Bu kişiler hakkında, ceza kovuşturması yapılamaz; ancak,
çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanabilir. (2) Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmuş
olup da onbeş yaşını doldurmamış olanların işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını
algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması
h linde ceza sorumluluğu yoktur. Ancak bu kişiler hakkında çocuklara özgü güvenlik tedbirlerine
hükmolunur. İşlediği fiili algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin
varlığı h linde, bu kişiler hakkında suç, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği
takdirde dokuz yıldan oniki yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde yedi yıldan dokuz
yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların üçte ikisi indirilir ve bu h lde her fiil için
140
indirimi uygulanması durumları suçun azmettirenlerince göz önünde tutularak,
çoğunlukla töre ve namus saikleriyle işlenen cinayetlerde ailenin en genç bireyleri yani
çocuklar kullanılmaktadır. İstanbul Sözleşmesi bu hususla ilgili de çocuğu kışkırtan
şahısların243 yani TCK‟daki azmettiricinin de cezalandırılmasını öngörmektedir.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Cezai suçların uygulanması” başlıklı 43. maddesi:
“Bu Sözleşme uyarınca belirlenen suçlar, mağdurla fail arasındaki ilişkinin
mahiyetinden bağımsız olarak geçerli olacaktır” şeklindedir.
İstanbul Sözleşmesi uyarınca belirlenen suçlar, mağdur fail arasındaki
ilişkiden bağımsız olarak değerlendirilecektir244. Şöyle ki mağdurla failin aynı aileden
olması veya olmaması, akrabalık ilşkilerinin olup olmaması hususu önem taşımayacak
ve failin ceza alması için gerekli tedbirler alınacaktır.
İstanbul Sözleşmesi taraf devletler için yargı yetkisi245 alanının sınırlarını da
belirlemiştir. Buna göre: taraf devletin; kendi topraklarında veya kendi bandıralını
taşıyan gemide veya kendi yasalarına göre tescil edilmiş bir uçakta veya kendi
vatanadaşlarından biri tarafından veya normal ikametgahı kendi topraklarında olan bir
şahıs tarafından işlenmiş olması gerekmektedir. Taraflar, suçun vatandaşlarından
birine veya normal olarak kendi topraklarında ikamet eden birine karşı işlenmesi
hallerinde yargı yetkisi oluşturmaya yönelik gerekli işlemleri yapabileceklerdir.
Sözleşmenin “ırza geçme de dahil olmak üzere cinsel şiddet eylemleri” başlıklı 36.
verilecek hapis cezası altı yıldan fazla olamaz. (3) Fiili işlediği sırada onbeş yaşını doldurmuş
olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında suç, ağırlaştırılmış müebbet hapis
cezasını gerektirdiği takdirde ondört yıldan yirmi yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği
takdirde dokuz yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların yarısı indirilir
ve bu h lde her fiil için verilecek hapis cezası sekiz yıldan fazla olamaz. 243 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 42/2. 244
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 43.
245 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 44.
141
maddesi, “zorla yapılan evlilikler” başlıklı 37. maddesi, “kadın sünneti” başlıklı 38.
maddesi ve kürtaja ve kısırlaştırmaya zorlama” başlıklı 39. maddelerine göre işlenen
suçlarda taraflar, söz konusu suçların kendi topraklarında cezalandırılabilirliğini
sağlamak için gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır. Ceza Kanunumuzda bu
hususlar ayrıntılı olarak düzenlenmiştir246.
İstanbul Sözleşmesince şiddet eylemleminin gerçekleştiği anda yargılamanın
yapılabilmesi gerekmektedir. Mağdurun taraf devlete, eylemi haber vermesinin
beklenmesi veya Devletin suçun işlendiği yerle ilgili bilgiyi sağlaması hallerinde
soruşturmanın başlatılabiliyor olması şartı mağduriyeti daha da arttıracağından, bu
şartların konulmaması da gerekecektir. Eğer taraflar, eylemi icra ettiği iddia edilen failin
kendi topraklarında bulunmaları ve milliyetinden dolayı kendi iç hukuklarında iade
edemeyeceklerse bu Sözleşmedeki suçlarla ilgili olarak kendi yargı yetkilerini
oluşturacaklar ve fail olduğu iddia edilen kişinin –bizim hukukumuzda şüphelinin-
yargılanmasını ve yukarıda bahsi geçen diğer tüm süreçlerin teminini sağlayacaklardır.
İstanbul Sözleşmesi özellikle yargı yetkisi ile ilgili boşluk bırakmak istememektedir.
Birden fazla yargı yetkisi olması durumunda da tarafların istişarelerini öngörür. Bu
istişarenin nasıl olacağı ise herhangi bir şekli şarta bağlanmamıştır. Sözleşme
hükümleri uygulanırken, Sözleşme Taraf Devletlerin iç hukuklarından kaynaklı cezai
yaptırımların hiç bir Devlet tarafından uygulanmasının geri bırakılması
gerektirmeyeceğinin de altını çizmektedir. Genel olarak Devletler uluslarası
platformlarda bu tarz çıkabilecek karışılıklar için karşılıklılık esasına dayalı, “suçluların
iadesi” kapsamında antlaşmalar imzalamaktadır.
246
Bkz. Ayrıntılı bilgi için TCK m. 8,9,11,12.
142
Genel olarak Taraflar bu İstanbul Sözleşmesi uyarınca belirlenen suçların,
ciddiyetleri dikkate alınarak, etkili, orantılı ve caydırıcı cezalarla cezalandırılması için
gereken tedbirleri almakla mükelleftir247. Bunun yanında taraflar faillerle ilgili olarak
hüküm giyen şahısların izlenmesi veya bu şahısların kontrolü ile çocuğun menfaatleri,
güvenliği ve başka şekilde korunamıyorsa velayet haklarının geri alınması gibi bir dizi
önlem alabilir248. Hukukumuzda velayet hakkı esastır. Kanunlarımızın önceliği „birey‟
değil „aile‟ nin birarada olmasını destekler nitelikte olması nedeni ile çok zor
durumlarda –cinsel istismar, suça teşvik…vs.- çocuğun velayetinin SHÇEK249‟e devri
söz konusu olur.
SHÇEK öncelikli korumayı aile içinde gerçekleştirmek, sonrasında müdahale
gerektiren durumlarda velayeti devralmakla ilgili işlem yapmakla yükümlüdür. Ancak
Yönetmeliklerce bu hususlar düzenlenirken ve uygulamada da görüleceği üzere
genellikle suç işledikten sonra çocuklara bir müdadahale söz konusu olup, o zamana
kadar Kurum herhangi bir müdahalede bulunmamaktadır250.
247
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 45 f.1.
248 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 45 f.2.
249 633 Sayılı KHK ile Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kapatılarak Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı kurulmuştur. Aynı KHK ye göre Aile ve Sosyal Politiklar Bakanlığı
bünyesinde Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü de kurulmuştur. İlgili KHK ve ilgi yazı gereği
31.12.2011 tarihi itibariyle Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu kapatılarak bu kuruma
ait iş ve işlemler de ilgili Genel Müdürlüklere devredilmiştir.
250 2828 Sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu‟nun “Kurumun görevleri”
(T. 25.05.1983 (R.G. 27.5.1983/18059)) başlıklı 9. md.: (…)b) (Değişik: 30/5/1997 - KHK - 572/8
md.) Öncelikle çocuğun aile içinde yetiştirilmesi ve desteklenmesi için aileyi eğitim, danışmanlık
ve sosyal yardımlarla güçlendirmek, korunmaya, bakıma ve yardıma muhtaç çocuk, özürlü ve
yaşlıların tesbiti, bunların korunması, bakımı, yetiştirilmesi ve rehabilitasyonlarını sağlamak
üzere gerekli hizmetleri yürütmek, bu hizmetler için 3 üncü maddede sayılan sosyal hizmet
kuruluşlarını 4 üncü maddede belirtilen esaslar çerçevesinde kurmak ve işletmek. (…)k) (Ek:
143
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Cezayı ağırlaştırıcı Koşullar” başlıklı 46. maddesi:
“Taraflar, aşağıdaki koşulların, bu koşulların söz konusu suçun halihazırda
temel unsurlarını oluşturmadığı hallerde, iç hukukun ilgili hükümlerine uygun
olarak, bu Sözleşmede belirlenen suçlarla ilgili olarak verilecek cezanın
belirlenmesinde ağırlaştırıcı koşullar olarak göz önünde bulundurulabileceğini
temin etmek üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır:
a. suçun, iç hukukun kabul ettiği eski veya mevcut bir eşe veya birlikte
yaşanan bireye karşı, aile fertlerinden biri tarafından, mağdurla birlikte ikamet
eden biri tarafından veya yetkisini suistimal eden biri tarafından işlendiği
hallerde;
b. suçun veya suçların mükerrer olarak işlenmesi halinde;
c. suçun belirli şartlar nedeniyle hassas konuma gelmiş bir bireye karşı
işlenmesi halinde;
d. suçun bir çocuğa karşı veya çocuğun huzurunda işlenmesi halinde;
e. suçun iki veya daha fazla insan tarafından birlikte hareket ederek işlenmesi
halinde;
f. suçtan önce veya suçun işlenmesi esnasında çok aşırı düzeylerde şiddet
uygulanmış olması halinde;
g. suçun silah kullanarak veya silah tehdidiyle işlenmiş olması halinde;
h. suçun mağdura ağır fiziksel veya psikolojik zarar vermesi halinde;
24/1/1989 - KHK - 356/2 md.; Mülga: 6/12/1989 - KHK - 396/28 md.; Ek: 14/3/1991 - 3703/2
md.) Ailenin bütünlüğünü korumak, parçalanmış ailelerin korunmaya, yardıma ve bakıma
muhtaç fertleriyle çocuklarına her türlü maddi, manevi ve sosyal destek sağlamak; bu amaçla
gerekli planlamaları yapmak, eğitim faaliyetlerinde bulunmak. “Korunma kararı” başlıklı 22. md.:
Korunmaya muhtaç çocukların reşit oluncaya kadar bu Kanun hükümlerine göre Kurumca
kurulan sosyal hizmet kuruluşlarında bakılıp yetiştirilmeleri ve bir meslek sahibi edilmeleri
hususundaki gerekli tedbir kararı yetkili ve görevli mahkemece alınır. Bu karar için gerekli
belgeler Kurumca düzenlenir ve ilgili mahkemeye gönderilir. Haklarında derhal korunma tedbiri
alınmasında zorunluluk görülen çocuklar mahkeme kararı alınıncaya kadar, bu Kanuna göre
kurulmuş kuruluşlarda veya aile yanında mahalli mülki amirin onayı alınmak suretiyle bakım
altına alınır.” Ayrıca ayrıntılı bilgi için bkz. http://www.shcek.gov.tr/cocuk-koruma-kanununun-
uygulanmasina-iliskin-usul-ve-esaslar-hakkinda-yonetmelik.aspx ve
http://www.shcek.gov.tr/cocuk-koruma-kanununa-gore-verilen-koruyucu-ve-destekleyici-tedbir-
kararlarinin-uygulanmasi-hakkinda-yonetmelik.aspx 19.06. 2012.
144
i. Failin daha öncede de benzer suçlardan hüküm giymiş olması halinde.”
şeklindedir.
Cezanın gerektiğinde ağırlaştırılması251 durumunu da taraflar düzenlemekle
mükelleftir. Buna göre: a. suçun eski veya yeni eşe veya birlikte yaşanan kişiye, aile
fertlerinden biri tarafından, aynı ikametgahı paylaşan biri tarafından veya yetkisini
suistimal eden252 biri tarafından işlenmesi halinde, b. suçun veya suçların mükerrer
kereler işlenmesi halinde, c. suçun belirli şartlar nedeni ile hassas konuma gelmiş
bireye karşı işlenilmesi halinde253, d. suçun bir çocuğa karşı veya çocuğun önünde
işlenmesi hallerinde, e. suçun iki veya daha fazla kişi ile beraber işlenmesi hallerinde, f.
suçtan önce veya suçun işlenmesi esnasında aşırı düzeyde şiddet uygulanması
halinde, g. suçun silah kullanarak veya silah tehdidi ile işlenmesi halinde, h. suçun
mağdura ağır fiziksel veya psikolojik zarar vermesi halinde, i. failin daha önceden de
benzer suçlardan hüküm giymesi hallerinde failin cezası ağırlaştırılacaktır.
TCK‟nunumuzda suçun tipikliği açısından şiddet konusunda bu bentler ayrı ayrı
sayılmalıdır. TCK‟da işlenen suçun aile bireylerinden birine işlenmesi hali, mükerrer
kereler suçun işlenmesi, bir veya birden fazla kişinin suçu işlemesi, failin benzer
suçlardan hüküm giymesi halleri genel ağırlaştırcı neden olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bunun yanında suçun aynı ikametgahı paylaşan, birlikte yaşayan bireyler arasında
gerçekleşmesi; suçun bir çocuğa veya çocuğun önünde işlenmesi ile suçun belirli
nedenlerle hassas konuma gelmiş kişilere karşı işlenmesi durumları düzenlenmemiştir.
Suçtan önce veya suçun işlenmesi sırasında aşırı şiddet uygulanması, suçun mağdura
251
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 46.
252 Burada yetkisini suiistimal eden kişiden kasıt vesayeti altına verilen kişiye bu fiili işleyen vasi
veya velayet altına alınan kişiye karşı işleyen veli olabilir.
253 Burada kastedilen akıl hastalığı gibi nedenlerle özel olarak korunması gereken kişilerdir.
145
ağır fiziksel ve psikolojik zarar vermesi durumları da cezanın alt ve üst sınırı arasında
ancak hakime cezanın üst sınırdan takdirini uygulama hakkı verebilir.
Yukarıda bahsettiğimiz N.Ç davası kararında bu hususlar gözetilmemiştir.
Özellikle Sanık Hüseyin Üzmez kararında ilk verilen raporun, cinsel istismardan sonra
küçükte herhangi bir psikolojik bozukluğun olmadığı yönündeki Adli Tıp Raporu,
Kurumların bu konuda ne kadar yetersiz ve profesyonellikten uzak olduğunu gösterir
mahiyettir.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Başka bir Tarafça verilen hükümler” başlıklı 47.
maddesi:
“Taraflar ceza hükmünü belirlerken, bu Sözleşme uyarınca belirlenen suçlarla
ilgili olarak başka bir Tarafça verilen nihai hüküm olasılığını da göz önüne
alarak gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.” şeklindedir.
Ceza hükmü belirlenirken taraflar, başka bir tarafça belirlenmiş nihai hüküm
olasılığını da gözetmek durumundadırlar254.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Zorunlu anlaşmazlık giderme alternatif süreçlerinin
veya hüküm vermenin yasaklanması” başlıklı 48. maddesi:
“1.Taraflar bu Sözleşme kapsamında yer alan her türlü şiddet
olayıyla ilgili olarak, arabuluculuk ve uzlaştırma da dahil olmak üzere,
zorunlu anlaşmazlık giderme alternatif süreçlerini yasaklamak üzere gerekli
yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.
2. Taraflar bir para cezasının ödenmesinin emredilmesi halinde, failin mağdura
karşı finansal yükümlülüklerini yerine getirebilme yeteneğinin gereken biçimde
hesaba katılmasının temin edilmesi için gerekli yasal veya diğer tedbirleri
alacaklardır.” şekilindedir.
Bu Sözleşme hükmünce arabuluculuk, uzlaşma gibi her türlü alternatif çözüm
bulma süreçleri de devredışı bırakılacaktır255. Ülkemizde ve bir çok geri kalmış ülkede
254
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 47.
146
özellikle kırsal kesimlerde yukarıda da bahsettiğimiz gibi üçüncü şahıslar tarafından
mağdur ve failin aileleri uzlaştırılmaya ve hatta yakın bir zamana kadar kolluk kuvvetleri
ve adli makamlar tarafından anlaşmaya vardırılmaya zorlanmaktaydı. Gayet ilkel ve
kadın açısından canice olan bu uygulamadan kanun yolu ile vazgeçilmiş olsa da
özellikle kırsal kesimde ve hatta büyük şehirlerde uygulamalar sıkça karşımıza
çıkmaktadır. Hatta ve hatta Eski Türk Ceza Kanunu‟nda, cinsel saldırı ya da kız-kadın
kaçırma suçlarında “etkin pişmanlık” olarak adlandırılan bir düzenleme yer alıyordu.
Buna göre, cinsel saldırıda bulunanın ya da kız kaçıranın, mağdurla evlenmesi halinde
cezası 5 yıl süre ile erteleniyordu. Beş yıl süre ile evliliğin sürmesi halinde de suçlunun
cezası ortadan kaldırılıyordu 256 . Tecavüze uğrayan yerine suçluyu koruyan ve
mağduru, kendisine tecavüz eden kişi ile hayatını paylaşmaya zorlayarak yasa aracılığı
ile bir kez daha mağdur eden bu düzenleme, AB‟ye uyum yasaları kapsamında 2004
yılında Türk Ceza Kanunu‟ndan çıkarıldı.
Bunun dışında taraflar para cezasını hükmedilmesi halinde failin maddi
durumunu değerlendirerek hüküm kurulmasını sağlamaya çalışacaklardır257.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Genel Yükümlülükler” başlıklı 49. maddesi:
255
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 48/1.
256 765 Sayılı mülga TCK‟nın 434. md.:(Değişik madde: 11/06/1936 - 3038/1 md.) Kaçırılan
veya alıkonulan kız veya kadın ile maznun veya mahkumlardan biri arasında evlenme vukuunda
koca hakkında hukuku amme davası ve hüküm verilmiş ise cezanın çektirilmesi tecil olunur. (Bu
fıkra Anayasa mah. 2001/478 E, 2004/38 K. ve 25/3/2004 tarihli kararı ile TCK 430 maddesinin
ikinci fıkrası yönünden iptal edilmiştir.) Müruru zaman haddine kadar erkek tarafından haksız
olarak vukua getirilmiş bir sebeple boşanmıya hükmedilirse takibat yenilenir. Evvelce hüküm
verilmiş ise ceza çektirilir. Bu madde hükümleri 414, 415 ve 416 ncı maddeler hakkında da
caridir. Evlenen maznun veya mahkum hakkında hukuku amme davasının veya cezanın tecilini
müstelzim olan haller fiilde methali olanlar hakkında dava ve cezanın düşmesini müstelzimdir.
257 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 48/2.
147
“1. Taraflar bu Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddet olayı ile ilgili
soruşturma ve yasal işlemlerin, bir yandan cezai işlemlerin tüm safhalarında
mağdurun hakları dikkate alınırken, gereksiz bir gecikme olmaksızın
sürdürülmesini temin etmek üzere gerekli yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır.
2. Taraflar temel insan haklarına uygun bir biçimde ve toplumsal cinsiyet
temelli bir şiddet eylemi anlayışıyla, Sözleşme uyarınca belirlenen suçların
etkili bir biçimde soruşturulup kovuşturulmasını temin etmek üzere gerekli
yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.” şeklindedir.
İstanbul Sözleşmesinde VI. Bölümünü oluşturan “Soruşturma, kovuşturma,
usul hukuku ve koruyucu tedbirler” bölümü Taraf Devletin yükümlülükleri dahilinde olan
diğer hususlardır. Buna göre Taraf Devletin bu anlamdaki genel yükümlülükleri
Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddet olayı ile ilgili yürütülen soruşturma ve yasal
işlemlerin “gereksiz bir gecikme olmaksızın” ve tabiki mağdurun hakları dikkate
alınarak gerçekleştirilecektir258. Burada temel insan haklarına uygun olup olmama ve
“toplumsal cinsiyete dayalı şiddet” olguları soruşturma ve kovuşturma kapsamında
dikkate alınacak hususlardır259. TCK‟nun “Cebir ve şiddet, korkutma ve tehdit” başlıklı
28. maddesinde;
“(1) Karşı koyamayacağı veya kurtulamayacağı cebir ve şiddet veya
muhakkak ve ağır bir korkutma veya tehdit sonucu suç işleyen kimseye ceza
verilmez. Bu gibi hâllerde cebir ve şiddet, korkutma ve tehdidi kullanan kişi
suçun faili sayılır.”
şeklinde genel bir şiddet maddesi bulunmakla beraber yaralama (TCK m. 86 vd.) ile
illgili de ayrı düzenlemeler yer almaktadır.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Ani mukabele, önleme ve koruma” başlıklı 50.
maddesi:
“1. Taraflar sorumlu kolluk kuvveti birimlerinin bu Sözleşme kapsamındaki her
258
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 49/1.
259 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 49/2.
148
türlü şiddet eylemine karşı, mağdurlara yeterli korumayı derhal sağlayarak
süratle ve gereken biçimde mukabelede bulunmalarını temin edecek gerekli
yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.
2. Taraflar önleyici operasyonel tedbirler ve kanıt toplama da dahil olmak
üzere, sorumlu kolluk kuvveti birimlerinin bu Sözleşme kapsamındaki her türlü
şiddet eylemini süratle ve uygun bir biçimde önlemesi ve bunlara karşı koruma
sağlamasını temin edecek gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır”
şekilindedir.
Kolluk kuvvetlerinin bu tarz şiddet vakalarında daha özenli ve daha ivedi
davranması da taraf devletçe temin edilecek bir diğer husustur 260 . Tabiki kolluk
kuvvetlerince önleyici operasyonel tedbirler ile kanıt toplama gibi işlemler de aynı
ivedilik ve özenle halledilecektir261. Kanun, kolluk kuvvetlerinin de bu konularda eğitim
almasını ve yeterli sayıda uzman ekibin bu konuda hizmet edebiliyor olmasını
öngörmüştür262.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Risk değerlendirmesi ve risk yönetimi” başlıklı 51.
maddesi:
“1. Taraflar riski yönetmek ve gerektiğinde koordineli bir biçimde emniyet ve
destek temin etmek üzere tüm yetkili makamların ölüm riski, durumun ciddiyeti
ve şiddet eyleminin tekrarlanması riskini değerlendirmelerini temin etmek
üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.
2. Taraflar 1. fıkrada belirtilen değerlendirmede, soruşturmada ve
koruyucu tedbirler uygulamasının her aşamasında, bu Sözleşme
kapsamındaki şiddet eylemlerini gerçekleştirenlerin ateşli silahlara sahip
olduğunun göz önüne alınmasını temin etmek üzere gerekli yasal veya diğer
tedbirleri alacaklardır.” şeklindedir.
260
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 50/1.
261 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 50/2.
262 Bkz. 6284 Sayılı Kanun m. 11.
149
Aynı şekilde risk yönetim ve değerlendirilmesi hususlarında da taraf devletler
sorumlu tutulmuştur263. Buna göre tüm yetkili makamlar ölüm riski, şiddetin tekrarlanma
olasılığı ve durumun ciddiyeti gibi durumlarda gereken risk değerlendirmesini yapıp
gereken tüm tedbirleri alacaklardır. Bunun yanında soruşturma aşamasında ve
koruyucu tedbirlerin alındığı dönemlerde bu şiddet eylemlerini gerçekleştirenlerin ateşli
silahlara sahip olmaları da gözönünde tutulacaktır. 6284 Sayılı Kanun, yukarıda da
belirttiğimiz üzere şiddet merkezleri ve destek birimlerine bu görevi yüklemiştir.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “ Acil durumlarda uzaklaştırma emirleri264” başlıklı 52.
maddesi:
“Taraflar, yetkili makamlara, ani tehlike durumlarında, aile içi şiddet faillerinin,
mağdurun veya risk altındaki şahsın ikametgahını yeterli bir süre için terk
etme emri verme ve faillerin mağdurun veya risk altındaki şahsın
ikametgahına girmesini veya mağdurla veya risk altındaki şahısla temas
etmesini yasaklama yetkisi verilmesini temin edecek yasal veya diğer
tedbirleri alacaklardır.” şeklindedir.
Acil olan, ani tehlike durumlarında, yetkili makamlara, aile içi şiddet faillerinin,
mağdurun veya risk altındaki şahsın ikametgahını yeterli bir süre için terk etme emri
verme veyahut ikametgahlarına girişi yasaklama yahut mağdurla veya risk altındaki
şahısla temasını yasaklama yetkisi verilecektir265.
263
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 51.
264 İstanbul Sözleşmesi‟nin 51. md.‟deki “Acil durumlarda uzaklaştırma emirleri” ile 52. md.‟deki
“Engelleme veya Koruma Emirleri” başlıklarındaki “emirler” şeklinde yapılmış olan resmi çeviri
esas alınarak çalışmamızda kullanılmış olmakla beraber; burada kastedilen alınacak olan
“tedbir”lerdir. 6284 Sayılı yasada düzenleme yapılırken “tedbir” kelimesi kullanılmıştır.
265 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 52.
150
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Engelleme veya koruma emirleri 266 ” başlıklı 53.
maddesi:
“1. Taraflar bu Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddet mağdurlarının uygun
engelleme veya koruma emirlerinden yararlanmasını temin edecek gerekli
yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.
2. Taraflar 1. fıkrada sözü edilen engelleme emirlerinin aşağıdaki niteliklere
sahip olmasını temin etmek üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri
alacaklardır:
– söz konusu emirler mağdurun derhal korunmasını sağlayacak ve mağdura
gereksiz finansal veya idari yük getirmeyecektir;
– belirli bir süre için veya bu süreyle ilgili bir değişiklik yapılıncaya veya
yürürlükten kalkıncaya kadar verilecektir;
– gerektiğinde derhal yürürlüğe (ex parte) girecektir;
– diğer yargı süreçlerinden bağımsız olarak veya bunlara ilaveten
verilebilecektir;
– daha sonra başlatılabilecek yargı süreçlerine dahil edilmesi mümkün
olacaktır.
3. Taraflar 1. fıkrada saptanan kısıtlama veya koruma emirlerinin ihlallerin
etkili, orantılı ve caydırıcı cezai veya diğer yasal yaptırımlara tabi olmasını
sağlamak üzere gereken yasal veya diğer tedbirleri alır” şeklindedir.
Taraflar yine İstanbul Sözleşmesi kapsamındaki her türlü şiddet mağdurlarının
uygun engelleme veya koruma emirlerinden yararlanmasını sağlamaya yönelik tüm
tedbirleri alacaklardır 267 . Bu engelleme emirleri 268 ; mağdurun derhal korunmasını
sağlayacak ve mağdura gereksiz finansal ve idari yük getirmeyecektir, belirli bir süre
için veya bu süre ile ilgili bir değişiklik yapılıncaya veya yürürlükten kalkıncaya kadar
verilecektir; gerektiğinde derhal yürürlüğe ex-parte (nizasız yargılama) girecektir; diğer
yargı süreçlerden bağımsız olarak veya bunlara ilaveten verilebilecektir; daha sonra
266
Bkz. 258 no‟lu dipnot.
267 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 53/1.
268 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 53/2 .
151
başlatılabilecek yargı süreçlerine dahil edilmesi mümkün olacaktır. Ayrıca bu kısıtlama
veya koruma emirlerinin ihlalleri halinde, “orantılı ve caydırıcı” cezai veya diğer yasal
yaptırımlarda bulunulması temin edilecektir269.
6284 Sayılı Kanun ise tedbir niteliğinde bir “zorlama hapsi” öngörmüştür. Buna
göre kanunun öngördüğü şekilde hakkında tedbir kararı verilen şiddet uygulayanın
tedbire uymaması halinde zorlama hapsi söz konusu olacaktır270. Zorlama hapsi, hakim
kararı ile üç günden on güne kadar verilebilir. Tedbir kararının gereklerine aykırılığın
her tekrarında ihlal edilen tedbirin niteliğine ve aykırılığın ağırlığına göre bu süre onbeş
günden otuz güne kadardır, ancak toplam süre altı ayı geçemez. Zorlama hapsi ile ilgili
kararlar Cumhuriyet Savcılığınca yerine getirilir. Ayrıca verilen bu kararlar Bakanlığın
ilgili il ve ilçe müdürlüklerine de bildirilecektir271.
6284 Sayılı Kanun, “Koruyucu ve Önleyici Tedbirler” başlıklı ikinci bölümünde
hangi tedbir kararını kimin vereceğini düzenlemiştir. Buna göre: Mülki idare amirleri;
mağdura ve gerekiyorsa beraberindeki çocuklara, bulunduğu yer veya başka bir yerde
uygun barınma yeri sağlanması; diğer kanunlar kapsamında yapılacak yardımlar saklı
269
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 53/3.
270 Bkz. 6284 Sayılı Kanunun “Tedbir kararının verilmesi, tebliği ve gizlilik” başlıklı 8/5 md.:
Tedbir kararının tefhim ve tebliğ işlemlerinde, tedbir kararına aykırılık h linde şiddet uygulayan
hakkında zorlama hapsinin uygulanacağı ihtarı yapılır.
271 Bkz. 6284 Sayılı Kanunun “Tedbir kararlarına aykırılık” başlıklı 13. md.:(1) Bu Kanun
hükümlerine göre hakkında tedbir kararı verilen şiddet uygulayan, bu kararın gereklerine aykırı
hareket etmesi h linde, fiili bir suç oluştursa bile ihlal edilen tedbirin niteliğine ve aykırılığın
ağırlığına göre h kim kararıyla üç günden on güne kadar zorlama hapsine tabi tutulur. (2)
Tedbir kararının gereklerine aykırılığın her tekrarında, ihlal edilen tedbirin niteliğine ve aykırılığın
ağırlığına göre zorlama hapsinin süresi onbeş günden otuz güne kadardır. Ancak zorlama
hapsinin toplam süresi altı ayı geçemez. (3) Zorlama hapsine ilişkin kararlar, Cumhuriyet
başsavcılığınca yerine getirilir. Bu kararlar Bakanlığın ilgili il ve ilçe müdürlüklerine bildirilir.
152
kalmak üzere geçici maddi yardım yapılması; psikolojik, mesleki, hukuki ve sosyal
bakımdan rehberlik ve danışmanlık hizmeti verilmesi; mağdurun hayati tehlikesi
bulunması halinde, ilgilinin talebi üzerine veya resen geçici koruma altına alınması;
gerekmesi durumunda, korunan kişinin çocukları varsa çalışma yaşamına katılımını
desteklemek üzere dört ay kişinin çalışması halinde ise iki aylık süre ile sınırlı olmak
kaydıyla, on altı yaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret tutarının
yarısını geçmemek ve belgelendirmek kaydıyla Bakanlık bütçesinin ilgili tertibinden
karşılanmak suretiyle kreş imkanının sağlanması yükümlülükleri altındadır.
Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde mağdura barınma yeri sağlanması ve
mağdurun hayati tehilikesi olması durumlarında kolluk amirleri de karar alabilecektir.
Tabi ki bu kararlar, en geç kararın alındığı tarihi takip eden ilk iş günü içinde mülki
amirin onayına sunulacaktır. Eğer mülki amir kararı kırksekiz saat içinde onaylamazsa
tedbir kendiliğinden ortadan kalkar272. Hakim tarafından verilecek tedbir kararları ise
272
Bkz. 6284 Sayılı Kanunun “Mülkî amir tarafından verilecek koruyucu tedbir kararları” başlıklı
3. md.: (1) Bu Kanun kapsamında korunan kişilerle ilgili olarak aşağıdaki tedbirlerden birine,
birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere mülkî amir tarafından karar verilebilir: a)
Kendisine ve gerekiyorsa beraberindeki çocuklara, bulunduğu yerde veya başka bir yerde
uygun barınma yeri sağlanması. b) Diğer kanunlar kapsamında yapılacak yardımlar saklı
kalmak üzere, geçici maddi yardım yapılması. c) Psikolojik, meslekî, hukukî ve sosyal bakımdan
rehberlik ve danışmanlık hizmeti verilmesi. ç) Hayatî tehlikesinin bulunması h linde, ilgilinin
talebi üzerine veya resen geçici koruma altına alınması.d) Gerekli olması h linde, korunan
kişinin çocukları varsa çalışma yaşamına katılımını desteklemek üzere dört ay, kişinin çalışması
h linde ise iki aylık süre ile sınırlı olmak kaydıyla, on altı yaşından büyükler için her yıl
belirlenen aylık net asgari ücret tutarının yarısını geçmemek ve belgelendirilmek kaydıyla
Bakanlık bütçesinin ilgili tertibinden karşılanmak suretiyle kreş imk nının sağlanması. (2)
Gecikmesinde sakınca bulunan h llerde birinci fıkranın (a) ve (ç) bentlerinde yer alan tedbirler,
ilgili kolluk amirlerince de alınabilir. Kolluk amiri evrakı en geç kararın alındığı tarihi takip eden
ilk işgünü içinde mülkî amirin onayına sunar. Mülkî amir tarafından kırksekiz saat içinde
onaylanmayan tedbirler kendiliğinden kalkar.
153
koruyucu ve önleyici olarak ikiye ayrılmıştır. Koruyucu tedbir kararı olarak: mağdurun
işyerinin değiştirilmesi; kişinin evli olması halinde müşterek yerleşim yerinden ayrı
yerleşim yeri belirlenmesi; 4721 Sayılı TMK‟daki şartları taşıması halinde tapu
kütüğüne aile konutu şerhi konması; mağdurun hayati tehlikesi varsa diğer tüm
tedbirlerin yeterli olmayacağı öngörülmüş olması ve mağdura konu açıklanarak
rızasının alınması ile 5726 Sayılı Tanık Koruma Kanunu uyarınca mağdurun kimlik ve
ilgili diğer bilgilerinin değiştirilmesi kararları verilebilir.273
Yine yukarıda da bahsettiğimiz üzere 6284 Sayılı Kanun, geleneksel tavrı ile
daha çok evli çiftleri koruma eğilimindedir. Bu hali ile Kanun‟un yeterliliği de daha
uygulaması görülmeden tartışılmaya açıktır. Hakim tarafından verilecek önleyici tedbir
kararları ise; şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya
küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması; müşterek konuttan veya
bulunduğu yerden derhal uzaklaştırlması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis
edilmesi; korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine
yaklaşmaması; çocuklarla ilgili daha once verilmiş bir kişisel ilişki kurma kararı varsa,
273
Bkz. 6284 Sayılı Kanunun “Hâkim tarafından verilecek koruyucu tedbir kararları” başlıklı 4.
md.: (1) Bu Kanun kapsamında korunan kişilerle ilgili olarak aşağıdaki koruyucu tedbirlerden
birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere h kim tarafından karar verilebilir: a)
İşyerinin değiştirilmesi. b) Kişinin evli olması h linde müşterek yerleşim yerinden ayrı yerleşim
yeri belirlenmesi. c) 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunundaki şartların varlığı
hâlinde ve korunan kişinin talebi üzerine tapu kütüğüne aile konutu şerhi konulması. ç) Korunan
kişi bakımından hayatî tehlikenin bulunması ve bu tehlikenin önlenmesi için
diğer tedbirlerin yeterli olmayacağının anlaşılması h linde ve ilgilinin aydınlatılmış rızasına
dayalı olarak 27/12/2007 tarihli ve 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu hükümlerine göre kimlik ve
ilgili diğer bilgi ve belgelerinin değiştirilmesi.
154
kişisel ilişkinin refakatçi eşiliğinde yapılması, kişisel ilişkinin sınırlanması ya da tümüyle
kaldırılması; gerekli görülmesi halinde korunan kişinin, şiddete uğramamış olsa bile
yakınlarına, tanıklarına, ve kişisel ilişki kurulmasına ilişikin haller saklı kalmak üzere
çocuklarına yaklaşmaması; korunan kişinin şahsi eşyalarına ve ev eşyalarına zarar
vermemesi; korunan kişiyi iletişim araçlarıyla veya sair surette rahatsız etmemesi;
bulundurulması veya taşınmasına kanunen izin verilen silahları kolluğa teslim etmesi;
silah taşıması zorunlu olan bir kamu görevi ifa etse bile bu görevi nedeniyle
zimmetinde bulunan silahı kurumuna teslim etmesi; şiddet uygulayanın, korunan
kişilerin bulunduğu yerde alkol, uyuşturucu ve uyarıcı madde bulunduramaması ve
bağımlılık halinde tedavi edilmesi; bir sağlık kuruluşuna muayene ve tedavi için
başvurması olarak sıralanır. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde şiddet
mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi
içeren söz ve davranışlarda bulunmaması; müşterek konuttan veya bulunduğu yerden
derhal uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesi; korunan
kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmaması; gerekli
görülmesi halinde korunan kişinin, şiddete uğramamış olsa bile yakınlarına, tanıklarına,
ve kişisel ilişki kurulmasına ilişkin haller saklı kalmak üzere çocuklarına yaklaşmaması
durumlarında yine kolluk amirlerince bu tedbirlere başvurulabilecek ve en geç kararın
alındığı tarihi izleyen ilk iş günü, yirmi dört saat içinde hakim onayına sunulacaktır.
Hakim hem 5395 Sayılı Çocuk Koruma Kanunu ve TMK‟daki çocuklarla ilgili tedbirlere
ve de TMK‟ya göre nafakaya hükmedilmemiş olması durumunda, ailenin geçiminden
sorumlu şahsa karşı tedbir nafakasına da hükmedebilecektir274.
274
Bkz. 6284 Sayılı Kanunun “H kim tarafından verilecek önleyici tedbir kararları” başlıklı 5.
md.: (1) Şiddet uygulayanlarla ilgili olarak aşağıdaki önleyici tedbirlerden birine, birkaçına veya
155
6284 Sayılı Kanuna göre tedbir kararı ilgilinin talebi, Bakanlık veya kolluk
görevlileri ya da Cumhuriyet Savcısının başvurusu üzerine verilecektir. Bu kararlar
ilkinde en çok altı ay için verilir. Sonrasında duruma göre şekil değiştirip, uzatılabilir.
Burada en önemli noktalardan bir tanesi tedbir kararı verilebilmesi için şiddet
uygulandığı hususunda delil ve belge aranmayacaktır. Tedbir kararı, hem korunan
uygun görülecek benzer tedbirlere h kim tarafından karar verilebilir: a) Şiddet mağduruna
yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve
davranışlarda bulunmaması. b) Müşterek konuttan veya bulunduğu yerden derh l
uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesi. c) Korunan kişilere, bu
kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmaması. ç) Çocuklarla ilgili daha önce
verilmiş bir kişisel ilişki kurma kararı varsa, kişisel ilişkinin refakatçi eşliğinde yapılması, kişisel
ilişkinin sınırlanması ya da tümüyle kaldırılması. d) Gerekli görülmesi h linde korunan kişinin,
şiddete uğramamış olsa bile yakınlarına, tanıklarına ve kişisel ilişki kurulmasına ilişkin h ller
saklı kalmak üzere çocuklarına yaklaşmaması. e) Korunan kişinin şahsi eşyalarına ve ev
eşyalarına zarar vermemesi. f) Korunan kişiyi iletişim araçlarıyla veya sair surette rahatsız
etmemesi. g) Bulundurulması veya taşınmasına kanunen izin verilen silahları kolluğa teslim
etmesi. ğ) Silah taşıması zorunlu olan bir kamu görevi ifa etse bile bu görevi nedeniyle
zimmetinde bulunan silahı kurumuna teslim etmesi.h) Korunan kişilerin bulundukları yerlerde
alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmaması ya da bu maddelerin etkisinde iken
korunan kişilere ve bunların bulundukları yerlere yaklaşmaması, bağımlılığının olması h linde,
hastaneye yatmak d hil, muayene ve tedavisinin sağlanması. ı) Bir sağlık kuruluşuna muayene
veya tedavi için başvurması ve tedavisinin sağlanması. (2) Gecikmesinde sakınca bulunan
h llerde birinci fıkranın (a), (b), (c) ve (d) bentlerinde yer alan tedbirler, ilgili kolluk amirlerince de
alınabilir. Kolluk amiri evrakı en geç kararın alındığı tarihi takip eden ilk işgünü içinde h kimin
onayına sunar. H kim tarafından yirmidört saat içinde onaylanmayan tedbirler kendiliğinden
kalkar. (3) Bu Kanunda belirtilen tedbirlerle birlikte hâkim, 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk
Koruma Kanununda yer alan koruyucu ve destekleyici tedbirler ile 4721 sayılı Kanun
hükümlerine göre velayet, kayyım, nafaka ve kişisel ilişki kurulması hususlarında karar vermeye
yetkilidir. (4) Şiddet uygulayan, aynı zamanda ailenin geçimini sağlayan yahut katkıda bulunan
kişi ise 4721 sayılı Kanun hükümlerine göre nafakaya hükmedilmemiş olması kaydıyla h kim,
şiddet mağdurunun yaşam düzeyini göz önünde bulundurarak talep edilmese dahi tedbir
nafakasına hükmedebilir.
156
kişiye, hem de şiddet uygulayana tefhim veya tebliğ edilir. Tedbirin reddi durumu ise
sadece tedbiri talep edene iletilir. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde ilgili kollukça
şiddet uygulayana karar tutanakla derhal tebliğ edilir. Tebliğ yapılırken tedbirlere
uyulmaması halinde şiddet uygulayana hakkında zorlama hapsinin uygulanacağı ihtar
edilir. Korunan kişi gerekirse tebliği için adres bilgilerinin gizli kalması açısından başka
bir adres kullanabilir. Bu adres bilgilerini ifşa edenler hakkında TCK hükümlerince işlem
yapılacaktır. Talep halinde ise ilgililere kişisel eşya ve belgeler kolluk marifeti ile teslim
edilebilecektir275. Tedbir kararlarına karşı tefhim veya tebliğden itibaren iki hafta içinde
275
Bkz. 6284 Sayılı Kanunun “Tedbir kararının verilmesi, tebliği ve gizlilik” başlıklı 8. md.:(1)
Tedbir kararı, ilgilinin talebi, Bakanlık veya kolluk görevlileri ya da Cumhuriyet savcısının
başvurusu üzerine verilir. Tedbir kararları en çabuk ve en kolay ulaşılabilecek yer h kiminden,
mülkî amirden ya da kolluk biriminden talep edilebilir. (2) Tedbir kararı ilk defasında en çok altı
ay için verilebilir. Ancak şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin devam edeceğinin anlaşıldığı
hâllerde, resen, korunan kişinin ya da Bakanlık veya kolluk görevlilerinin talebi üzerine
tedbirlerin süresinin veya şeklinin değiştirilmesine, bu tedbirlerin kaldırılmasına veya aynen
devam etmesine karar verilebilir. (3) Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin
uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz. Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin verilir.
Bu kararın verilmesi, bu Kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye sokabilecek şekilde
geciktirilemez. (4) Tedbir kararı, korunan kişiye ve şiddet uygulayana tefhim veya tebliğ edilir.
Tedbir talebinin reddine ilişkin karar ise sadece korunan kişiye tebliğ edilir. Gecikmesinde
sakınca bulunan h llerde ilgili kolluk birimi tarafından verilen tedbir kararı şiddet uygulayana bir
tutanakla derh l tebliğ edilir. (5) Tedbir kararının tefhim ve tebliğ işlemlerinde, tedbir kararına
aykırılık h linde şiddet uygulayan hakkında zorlama hapsinin uygulanacağı ihtarı yapılır. (6)
Gerekli bulunması h linde, tedbir kararı ile birlikte talep üzerine veya resen, korunan kişi ve
diğer aile bireylerinin kimlik bilgileri veya kimliğini ortaya çıkarabilecek bilgileri ve adresleri ile
korumanın etkinliği bakımından önem taşıyan diğer bilgileri, tüm resmi kayıtlarda gizli tutulur.
Yapılacak tebligatlara ilişkin ayrı bir adres tespit edilir. Bu bilgileri hukuka aykırı olarak
başkasına veren, ifşa eden veya açıklayan kişi hakkında 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk
Ceza Kanununun ilgili hükümleri uygulanır. (7) Talep h linde ilgililere kişisel eşya ve belgelerinin
kolluk marifetiyle teslimi sağlanır.
157
ilgililer tarafından aile mahkemesine itiraz edebilir. Bu itirazlar bir hafta içinde karara
bağlanır ve kesindir276.
Kanuna göre alınan tedbir kararları, Bakanlığın ilgili il ve ilçe müdürlükleri ile
verilen kararın niteliğine göre Cumhuriyet Başsavcılığına veya kolluğa en seri
vasıtalarla bildirilecektir. Bu Kanun kapsamında ilgili merciilere yapılan başvurular ile
bu başvuruların kabul veya red kararı, başvuru yapılan mercice Bakanlığın ilgili il ve
ilçe müdürlüklerine derhal bildirilir. Geçici koruma kararları ile önleyici koruma
kararlarını tedbir kararı verilen kişilerin yerleşim yeri veya bulunduğu ya da tedbirin
uygulanacağı yer kolluk birimi görevli ve yetkili olacaktır. Tedbir kararını verilmesi ile
kolluk korunan kişileri mümkünse Bakanlığın il ve ilçe birimlerine ulaştırır, mümkün
olmaması halinde giderleri Bakanlıkça karşılanmak üzere barınma yeri tesis edilecektir.
Tedbir kararı ilgililere tebliğ ya da tefhim edilmese dahi karar uygulanacaktır. Barınma
yeri sağlanacak kişiler Bakanlığın gözetim ve denetimi altında bulunan yerlere,
buraların yetersiz kalması halinde kamu kurum ve kuruluşlarına ait sosyal tesis, yurt
veya benzeri yerlerde geçici olarak barındırılabilirler. İşyeri değiştirilmesi kararları ise
kişinin tabi olduğu mevzuat hükümlerine göre yetkili merci ya da kişi tarafından yerine
276
Bkz. 6284 Sayılı Kanunun “İtiraz” başlıklı 9. md.:(1) Bu Kanun hükümlerine göre verilen
kararlara karşı tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde ilgililer tarafından aile
mahkemesine itiraz edilebilir. (2) H kim tarafından verilen tedbir kararlarına itiraz üzerine dosya,
o yerde aile mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması h linde, numara olarak kendisini
izleyen daireye, son numaralı daire için birinci daireye, o yerde aile mahkemesinin tek dairesi
bulunması h linde asliye hukuk mahkemesine, aile mahkemesi h kimi ile asliye hukuk
mahkemesi h kiminin aynı h kim olması h linde ise en yakın asliye hukuk mahkemesine
gecikmeksizin gönderilir. (3) İtiraz mercii kararını bir hafta içinde verir. İtiraz üzerine verilen
kararlar kesindir.
158
getirilecektir277. Tedbir kararlarının uygulanıp uygulanmadığı denetlenirken gerekmesi
halinde hakim kararı ile teknik yöntemlerle takip de yapılabilecektir278.
Yine 6284 Sayılı Kanun kapsamında mağdurlar için Bakanlıkça geçici maddi
ödeme yapılacağı, sağlık giderlerinin karşılanması, nafaka ve konu ile ilgili davalar için
vergi ve harçtan muafiyet gibi bir dizi önlem de alınmıştır279.
277
Bkz. 6284 Sayılı Kanunun “Tedbir kararlarının bildirimi ve uygulanması” başlıklı 10. md.: (1)
Bu Kanun hükümlerine göre alınan tedbir kararları, Bakanlığın ilgili il ve ilçe müdürlükleri ile
verilen kararın niteliğine göre Cumhuriyet başsavcılığına veya kolluğa en seri vasıtalarla
bildirilir. (2) Bu Kanun kapsamında ilgili mercilere yapılan başvurular ile bu başvuruların kabul
ya da reddine ilişkin kararlar, başvuru yapılan merci tarafından Bakanlığın ilgili il ve ilçe
müdürlüklerine derhâl bildirilir. (3) Korunan kişinin geçici koruma altına alınmasına ilişkin
koruyucu tedbir kararı ile şiddet uygulayan hakkında verilen önleyici tedbir kararlarının yerine
getirilmesinden, hakkında koruyucu veya önleyici tedbir kararı verilen kişilerin yerleşim yeri veya
bulunduğu ya da tedbirin uygulanacağı yer kolluk birimi görevli ve yetkilidir. (4) Tedbir kararının,
kolluk amirince verilip uygulandığı veya korunan kişinin kollukta bulunduğu h llerde, kolluk
birimleri tarafından kişi, Bakanlığın ilgili il veya ilçe müdürlüklerine ivedilikle ulaştırılır; bunun
mümkün olmaması h linde giderleri Bakanlık bütçesinin ilgili tertibinden karşılanmak üzere
kendisine ve beraberindekilere geçici olarak barınma imk nı sağlanır. (5) Tedbir kararının
ilgililere tefhim veya tebliğ edilmemesi, kararın uygulanmasına engel teşkil etmez. (6) Hakkında
barınma yeri sağlanmasına karar verilen kişiler, Bakanlığa ait veya Bakanlığın gözetim ve
denetimi altında bulunan yerlere yerleştirilir. Barınma yerlerinin yetersiz kaldığı h llerde korunan
kişiler; mülkî amirin, acele h llerde kolluğun veya Bakanlığın talebi üzerine kamu kurum ve
kuruluşlarına ait sosyal tesis, yurt veya benzeri yerlerde geçici olarak barındırılabilir. (7)
İşyerinin değiştirilmesi yönündeki tedbir kararı, kişinin tabi olduğu ilgili mevzuat hükümlerine
göre yetkili merci veya kişi tarafından yerine getirilir.
278 Bkz. 6284 Sayılı Kanunun “Teknik yöntemlerle takip” başlıklı 12. md.: (1) Bu Kanun
hükümlerine göre verilen tedbir kararlarının uygulanmasında h kim kararı ile teknik araç ve
yöntemler kullanılabilir. Ancak, bu suretle, kişilerin ses ve görüntüleri dinlenemez, izlenemez ve
kayda alınamaz. (2) Teknik araç ve yöntemlerle takibe ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle
düzenlenir.
279 Bkz. 6284 Sayılı Kanun md. 17, 18, 19, 20 Geçici maddi yardım yapılması: MADDE 17 – (1)
Bu Kanun hükümlerine göre geçici maddi yardım yapılmasına karar verilmesi h linde, onaltı
yaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret tutarının otuzda birine kadar
159
günlük ödeme yapılır. Korunan kişinin birden fazla olması h linde, ilave her bir kişi için bu
tutarın yüzde yirmisi oranında ayrıca ödeme yapılır. Ancak, ödenecek tutar hiçbir şekilde
belirlenen günlük ödeme tutarının bir buçuk katını geçemez. Korunan kişilere barınma yeri
sağlanması h linde bu fıkrada belirlenen tutarlar yüzde elli oranında azaltılarak uygulanır. (2)
Bu ödemeler, Bakanlık bütçesine, geçici maddi yardımlar için konulan ödenekten karşılanır.
Yapılan ödemeler, şiddet uygulayandan tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde tahsil edilir. Bu
şekilde tahsil edilemeyenler 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında Kanun hükümlerine göre ilgili vergi dairesi tarafından takip ve tahsil edilir. (3) Korunan
kişinin gerçeğe aykırı beyanda bulunduğunun tespiti h linde yapılan yardımlar, bu kişiden 6183
sayılı Kanun hükümlerine göre tahsil edilir.
Nafaka: MADDE 18 – (1) Bu Kanun hükümlerine göre nafakaya karar verilmesi h linde, kararın
bir örneği, resen nafaka alacaklısının veya borçlusunun yerleşim yeri icra müdürlüğüne
gönderilir. (2) Nafaka ödemekle yükümlü kılınan kişinin Sosyal Güvenlik Kurumu ile bağlantısı
olması durumunda, korunan kişinin başvurusu aranmaksızın nafaka, ilgilinin aylık, maaş ya da
ücretinden icra müdürlüğü tarafından tahsil edilir. İcra müdürlüklerinin nafakanın tahsili
işlemlerine ilişkin posta giderleri Cumhuriyet başsavcılığının suçüstü ödeneğinden karşılanır.
Sağlık giderleri: MADDE 19 – (1) Bu Kanun hükümlerine göre hakkında koruyucu tedbir kararı
verilen kişilerden genel sağlık sigortalısı olmayan ve genel sağlık sigortalısının bakmakla
yükümlü olduğu kişi kapsamına da girmeyen veya genel sağlık sigortası prim borcu sebebiyle
fiilen genel sağlık sigortasından yararlanamayan ya da diğer mevzuat hükümleri gereğince
tedavi yardımından yararlanma hakkı bulunmayanlar; bu h llerin devamı süresince, 31/5/2006
tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 60 ıncı maddesinin
birinci fıkrasının (c) bendinin (1) numaralı alt bendi kapsamında, gelir testine tabi tutulmaksızın
genel sağlık sigortalısı sayılır. (2) Bu Kanun hükümlerine göre hakkında önleyici tedbir kararı
verilen kişinin aynı zamanda rehabilitasyonunun veya tedavi edilmesinin gerekli olduğuna karar
verilmesi h linde, genel sağlık sigortası kapsamında karşılanmayan rehabilitasyon hizmetlerine
yönelik giderler ile rehabilitasyon hizmetleri kapsamında verilmesi gereken diğer sağlık
hizmetlerinin giderleri Bakanlık bütçesinin ilgili tertiplerinden karşılanır.
Harçlar ve masraflardan, vergilerden muafiyet ve davaya katılma: MADDE 20 – (1) Bu Kanun
kapsamındaki başvurular ile verilen kararların icra ve infazı için yapılan işlemlerden yargılama
giderleri, harç, posta gideri ve benzeri hiçbir ad altında masraf alınmaz. Bu Kanunun 17 nci
maddesi uyarınca yapılan ödemeler gelir vergisi ile veraset ve intikal vergisinden, bu ödemeler
için düzenlenen k ğıtlar ise damga vergisinden müstesnadır. (2) Bakanlık, gerekli görmesi
h linde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik olarak uygulanan şiddet veya şiddet tehlikesi
dolayısıyla açılan idarî, cezaî, hukukî her tür davaya ve çekişmesiz yargıya katılabilir.
160
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Soruşturmalar ve kanıtlar” başlıklı 54. maddesi:
“Taraflar herhangi bir hukuk veya ceza davasında mağdurun cinsel geçmişi ve
davranışıyla ilgili var olan kanıtlara yalnızca davayla ilgili ve gerekliyse izin
verilmesini temin etmek üzere gerekli yasal veya diğer önlemleri alacaktır.”
şeklindedir.
Yeniden İstanbul Sözleşmesine dönecek olursak, herhangi bir hukuk veya
ceza yargılaması sırasında mağdurun cinsel geçmişi, sadece mevcut dava veya
kanıtlarla ilgili olması halinde veya gerekli olması durumunda konu edilebilecektir280.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, 102. maddesi ile AB uyum yasaları
doğrultusunda değiştirilen Türk Ceza Kanunu‟nda, evli kadına ya da kıza karşı işlenen
cinsel suçlara verilen farklı cezai uygulamalar ortadan kalkmıştır. Değişiklikten önce
evli kadın, bekar kadına göre daha fazla korunmaktaydı. Oysa, tecavüz ya da cinsel
saldırıya uğrayan kişinin medeni durumu, yaşanan fiziksel ve ruhsal tahribatı değiştiren
bir unsur değildir. Dolayısıyla evli ya da bekar olmanın suçun niteliğini ağırlaştırmak ya
da hafifletmek için bir neden olması söz konusu dahi edilemez. Kadını birey olarak
cinsel saldırıya karşı korumaktan çok, evlilik kurumunun korunması amaçlanırken
ortaya çıkan bu ayrımcı yaklaşım, Ceza Kanunu‟nda yapılan değişiklikle ortadan
kalkmıştır.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Ex parte (nizasız) ve ex officio (re‟sen) yargılama”
başlıklı 55. maddesi:
“1. Taraflar, bu Sözleşme‟nin 35, 36, 37, 38 ve 39. maddelerinde
belirlenen suçlarla ilgili soruşturma ve kovuşturmaların, suçun kısmen veya
tamamen kendi topraklarında işlenmiş olması durumunda, mağdurun ifadesine
veya şikayetine bağlı olmaksızın ve mağdurun ifadesini veya şikayetini geri
çekmesi durumunda dahi devam edebilmesini temin edeceklerdir
2. Taraflar, kendi iç hukuk kurallarının öngördüğü koşullara uygun biçimde, bu
280
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 54
161
Sözleşme‟de belirlenen suçlarla ilgili olarak yürütülen soruşturma ve yargı
süreçlerinde mağdurun kendi talebi doğrultusunda kamu kuruluşlarından ve
sivil toplum kuruluşlarından ve aile içi şiddet danışmanlarından yardım
ve/veya destek almasına olanak sağlamak üzere gereken yasal veya diğer
tedbirleri alacaktır.” şeklindedir.
Taraf Devletler İstanbul Sözleşmesinin yukarıda ayrıntıları ile bahsi geçen 35.
maddesindeki “fiziksel şiddet”; 36. maddesindeki “ırza geçme ve cinsel şiddet”; 37.
maddesindeki “zorla yapılan evlilikler”; 38. maddesindeki “kadın sünneti”; 39.
maddesindeki “kısırlaştırmaya ve kürtaja zorlama” eylemlerindeki suçlarla ilgili olarak;
soruşturma ve kovuşturmaların, suçun taraf devletin kısmen veya tamamen kendi
topraklarında işlenmesi durumlarında, mağdurun ifadesi veya şikayetine bağlı
olmaksızın hatta ve hatta mağdurun ifadesini veya şikayetini geri çekmesi durumunda
dahi devam etmesini temin edeceklerdir281. Taraflar tabiki kendi iç hukuklarının da
elverdiği ölçüde yürütülen soruşturma ve yargı süreçlerinde şayet mağdurun talebi
olursa kamu kuruluşlarından veya sivil toplum örgütlerinden veya aile içi şiddet
danışmanlarından yardım ve/veya destek almasına da olanak sağlayacaklardır282.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Koruma Tedbirleri” başlıklı 56. maddesi:
“1. Taraflar soruşturmaların ve yargı sürecinin tüm safhalarında, özellikle
aşağıdakileri sağlayarak, mağdurların, tanık olarak özel ihtiyaçları da dahil
olmak üzere, haklarını ve çıkarlarını koruyacak yasal veya diğer tedbirleri
alacaklardır:
a. mağdurların, ailelerinin ve tanıkların, sindirmeye, misillemeye ve tekrar
mağdur bırakılmaya karşı korunmalarını sağlayacaklardır;
b. mağdurun en azından kendisinin veya ailesinin tehlikede olabileceği
durumlarda, failin kaçması veya geçici veya kesin olarak serbest bırakılması
halinde mağdurun bilgilendirilmesini sağlamak;
c. mağdurlara, iç hukuk kurallarının öngördüğü koşullar altında, hakları ve
281
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 55/1.
282 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 55/2.
162
faydalanabilecekleri hizmetler ve şikayetlerinin takibi, masraflar, soruşturma
veya davaların genel gelişimi ve mağdurların bu süreç içindeki rolleri, ve
davalarının sonuçları hakkında bilgi vermek;
d. mağdurun iç hukuk kurallarının usulüne uygun olarak duruşmalara
katılmasını,, kanıt temin etmesini ve kendi görüşlerini, ihtiyaçlarını ve
kaygılarını doğrudan veya bir aracı vasıtasıyla sunmasını ve bunların dikkate
alınmasını sağlamak;
e. mağdurlara haklarının ve menfaatlerinin usule uygun olarak arz edilmesi ve
dikkate alınması için uygun destek hizmetleri sağlamak;
f. mağdurun mahremiyetini ve görüntüsünü korumak için tedbirlerin
alınabilmesini temin etmek;
g. mağdur ile failler arasında temastan mahkemede ve kolluk kuvvetlerinin
binalarında, mümkün olduğu ölçüde kaçınmak;
h. davaya taraf olarak katılan veya kanıt sunan mağdurlara
bağımsız ve yetkin çevirmenler sağlamak;
i. iç hukuk kurallarına uygun biçimde, mağdurun, varsa uygun iletişim
teknolojilerinden yararlanarak, mahkeme salonuna gitmeden veya en azından
fail olduğu iddia edilen kişinin mahkeme salonunda bulunmadığı bir ortamda
ifade vermesini sağlamak
2. Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddet mağduru ve tanığı olan bir çocuğa,
çocuğun çıkarları ilkesini dikkate alınarak, yerine göre, özel koruma önlemleri
sağlanacaktır.” şeklindedir.
Bir başka husus da mağdurların tanık olarak özel ihtiyaçları da dahil haklarının
ve çıkarlarının korunması durumudur 283 . Bu tedbirler; mağdurların, ailelerinin ve
tanıkların; sindirme, misilleme veya ikincil mağduriyetlere karşı korunmalarının
sağlanması; failin kaçması veya geçici veya kesin olarak serbest bırakılması
durumlarında mağdurun bilgilendirilmesi; yine mağdurların iç hukuk hükümlerinin
öngördüğü koşullarda faydalanabilecekleri hizmetler ve şikayetlerinin takibi, masraflar,
soruşturma ve davaların genel gelişimi ve mağdurların bu süreç içindeki rolleri ve dava
sonuçları hakkında bilgilendirmede bulunulması; mağdurların iç hukuk usulerine göre
283 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 56.
163
duruşmalara katılımını, kanıt teminini veya kendi görüş, ihtiyaç ve kaygılarını doğrudan
veya aracı vasıtası ile sunmasının sağlanması; mağdurlara hak ve menfaatlerini usule
uygun olarak arzı ve dikkate alınması için uygun destek hizmetlerinin sağlanması;
mağdurun mahremiyetinin ve görüntüsünün korunması için gerekli tedbirlerin alınması;
mahkeme ve kolluk kuvvetleri binalarında mağdurun faille temasının mümkün
olduğunca engellenmesi; dava aşamasında taraf olan veya kanıt sunan mağdurlara
bağımsız ve yetkin çevirmenler atanması ve son olarak iç hukukun elverdiği ölçüde
mağdurun uygun iletişim teknolojilerinden faydalanarak mahkeme salonuna gitmeden
dinlenmesi veya fail olduğu iddia edilen kişinin olmadığı bir ortamda dinlenmesidir.
Kadına yönelik şiddet veya aile içi şiddet mağduru olan çocuğa ise yerine göre özel bir
koruma sağlanacaktır.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Hukuki Yardım” başlıklı 57. maddesi:
“Taraflar, mağdurların iç hukuk kurallarının öngördüğü koşullar altında hukuki
yardım ve ücretsiz adli yardım alma hakkını sağlayacaklardır” şeklindedir.
İç hukuk öngördüğünce mağdurlara hukuki ve ücretsiz adli yardım alma hakkı
sağlanacaktır284.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Zamanaşımı” başlıklı 58. maddesi:
“Taraflar, bu Sözleşme‟nin 36, 37, 38 ve 39. maddelerinde tanımlanan
suçlarla ilgili yasal işlemlerin başlatılması için öngörülen zaman aşımı
süresinin, mağdurun reşit olmasından sonra etkili bir dava sürecini
başlatmaya olanak tanıyacak şekilde, yeterli bir süre devam etmesini ve
suçun ağırlığıyla orantılı olarak sağlamak üzere gereken yasal veya
diğer tedbirleri alacaktır.” şeklindedir.
Yine Taraflar, Sözleşmenin 36 (ırza geçme ve cinsel şiddet); 37 (zorla yapılan
evlilikler); 38 (kadın sünneti) ve 39. (kısırlaştırma ve kürtaja zorlama) maddelerinde
284
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 57.
164
tanımlanan suçlarla ilgili olarak yasal işlemlerin başlatılabilmesi için öngörülen
zamanaşımı süresinin, mağdurun “reşit” olmasından itibaren etkin bir dava sürecini
başlatmaya olanak tanıyacak şekilde yeterli bir süre devam etmesini ve bu noktada
suçun ağırlığının da dikkate alınmasını sağlamakla mükelleftir 285 . Ülkemizde
adliyelerdeki dosya yoğunlukları, adliye binalarının fiziksel koşulları vesair nedenlerle
özellikle ceza yargılama süreleri çok uzundur. Yargılamaların uzun sürmesi nedeni ile
de bazı ceza zamanaşımları dolması ile suçluların ceza almaması durumları gündeme
gelmektedir. Keza yukarıda bahsettiğimiz N. Ç. davasında da 9 yıl süren yargılama
sonucu zamanaşımı nedeni ile failler hürriyeti tahdid suçundan beraat etmişlerdir. Bu
husus şüphesiz ki adaletin tecellisini de engellemektedir.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Oturma İzni” başlıklı 59. maddesi:
“1. Taraflar, ikametgâh durumu iç hukuk tarafından tanınan eş veya birlikte
yaşanan bireye bağlı olan mağdurlara, evliliğin veya ilişkinin bozulması
durumunda özellikle zor koşullarda, başvuru üzerine, evliliğin veya ilişkinin
süresini dikkate almaksızın eşten bağımsız oturma izninin verilmesini
sağlamak üzere gereken yasal veya diğer tedbirleri alacaktır. Eşten bağımsız
oturma izninin verilmesine ve süresine ilişkin koşullar iç hukuk tarafından
belirlenir.
2. Taraflar ikametgâh durumu iç hukuk tarafından tanınan eş veya birlikte
yaşanan bireye bağlı olan mağdurların ikametgah nedeniyle başlatılan sınır
dışı işlemlerini bağımsız oturma izni için başvurmalarına olanak sağlayacak
şekilde durdurabilmelerini sağlamak üzere gereken yasal veya diğer tedbirleri
alacaklardır.
3. Taraflar, aşağıdaki durumlardan biri veya her ikisi birden söz konusu
olduğunda mağdurlara yenilenebilir oturma izni verecektir:
a. Yetkili makamların, mağdurların, kişisel durumlarının bir gereği olarak
ülkede kalmalarının gerekli olduğunu uygun bulması halinde;
b. Yetkili makamların mağdurların, soruşturma veya cezai işlemler sırasında
285
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 58.
165
yetkili makamlarla işbirliği içinde olmaları amacıyla ülkede kalmalarının gerekli
olduğunu uygun bulması halinde
4. Taraflar evlilik amacıyla başka bir ülkeye getirilen ve bunun sonucunda
normal olarak yaşadıkları ülkenin oturma iznini kaybeden zorla evlilik
mağdurlarına, izinlerini geri alabilmelerini temin etmek üzere gereken yasal
veya diğer tedbirleri alacaklardır.” şeklindedir.
İstanbul Sözleşmesi “Göç ve İltica” başlıklı düzenlemelere de yine ayrıntılı bir
biçimde yer vermiştir. Taraflar, ikametgah durumu iç hukuk tarafından tanınan eş veya
birlikte yaşanan bireye bağlı olan mağdurlara, evliliğin veya ilişkinin bozulması
durumunda özellikle zor koşullarda, mağdurun başvurusu halinde, evliliğin veya ilişkinin
süresini dikkate almaksızın eşten bağımsız olarak oturma izninin verilmesini sağlamak
üzere gereken tedbirler alınacaktır. Eşten bağımsız oturma izninin verilmesine ve
süresine ilişkin koşullar iç hukuk tarafından belirlenecektir286. Böyle bir durumda şayet
mağdur eşle ilgili sınırdışı işlemleri söz konusu ise bu süreç içinde bağımsız oturma
izni için başvurmalarına olanak sağlayacak şekilde gereken düzenlemeler de
yapılacaktır287.
Taraflar; yetkili makamların, mağdurların durumuna uyar şekilde ülkede
kalmalarının gerekli olduğuna karar vermeleri ve/veya yetkili makamların mağdurların,
soruşturma veya cezai işlemler sırasında yetkili makamlarla işbirliği içinde olmaları
amacı ile ülkede kalmalarını uygun bulmaları hallerinde mağdurlara yenilenebilir
oturma izni verilebilmesini sağlayacaklardır288. Yine Taraflar evlilik için başka bir ülkeye
286
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 59/1.
287 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 59/2.
288 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 59/3.
166
getirilerek yaşadıkları ülkenin oturma iznini kaybeden zorla evlilik mağdurlarına,
izinlerini geri alabilmek için gerekli yasal zemini sağlayacaklardır289.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Toplumsal cinsiyete dayalı iltica talepleri” başlıklı 60.
maddesi:
“1. Taraflar kadına yönelik, toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin, Mültecilerin
Statüsüne İlişkin1951 Sözleşmesi 1A(2) Maddesi anlamında zulüm olarak ve
tamamlayıcı/ ikincil korumayı gerektiren ciddi bir hasar biçimi olarak
tanınabilmesini temin etmek üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri
alacaklardır.
2. Taraflar, Sözleşme‟de tanımlanan tüm gerekçelerin toplumsal cinsiyete
duyarlı bir şekilde yorumlanmasını ve bu gerekçelerden herhangi biri veya bir
kaçı nedeniyle zulüm görme tehlikesi söz konusuysa, başvuru sahiplerine,
yürürlükteki ilgili hukuki vasıtalara göre mülteci statüsünün tanınmasını temin
edeceklerdir.
3. Taraflar iltica başvurusu yapanlar için toplumsal cinsiyete duyarlı ülkeye
kabul usullerinin ve destek hizmetlerinin yanı sıra, toplumsal cinsiyet
yönergelerini ve mülteci statüsünün belirlenmesi ve uluslararası koruma için
başvuruyu da kapsayan, toplumsal cinsiyete duyarlı sığınma usullerini
oluşturmak için gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.” şeklindedir.
Taraflar, kadına yönelik, toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin, “Mültecilerin
Statüsüne İlişkin 1951 Sözleşmesi” 1A(2) 290 maddesi anlamında zulüm olarak ve
289
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 59/4.
290 Bkz. “Mültecilerin Statüsüne İlişkin 1951 Sözleşmesi”nin “Genel Hükümler” başlıklı 1. md.: A.
İşbu Sözleşme‟nin amaçları bakımından "mülteci" kavramı: (…)(2) 1 Ocak 1951‟den önce
meydana gelen olaylar sonucunda ve ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti
veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için
vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da
söz konusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar
sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu
korku nedeniyle dönmek istemeyen her şahsa uygulanacaktır. Birden fazla tabiiyeti olan bir kişi
hakkındaki "vatandaşı olduğu ülke" ifadesi, tabiiyetini haiz olduğu ülkelerden her birini kasteder
ve bir kişi, haklı bir sebebe dayalı bir korku olmaksızın, vatandaşı olduğu ülkelerden birinin
167
tamamlayıcı/ikincil korumayı gerektiren ciddi bir hasar biçimi olarak tanınabilmesini temin
edeceklerdir291 . Bu vesile ile de İstanbul Sözleşmesinde tanımlanan tüm gerekçeler
toplumsal cinsiyete duyarlı bir şekilde yorumlanarak, bu gerekçelerden herhangi biri
veya bir kaçı nedeni ile zulüm görme tehlikesi söz konusu ise başvuru sahiplerine,
yürürlükteki ilgili hukuki vasıtalara göre mülteci statüsünün tanınmasının teminini
sağlayacaklardır 292 . Tüm bu hususlardan önce taraf devletlerin; toplumsal cinsiyete
duyarlı ülkeye kabul usullerinin ve destek hizmetlerinin yanı sıra, toplumsal cinsiyetle
ilgili yönergelerini, mülteci statüsünün belirlenmesi ve uluslararası koruma için başvuruyu
da kapsayan, toplumsal cinsiyete duyarlı sığınma usullerini oluşturacaklardır293.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Geri göndermeme” başlıklı 61. maddesi:
“1. Taraflar, uluslararası hukuk çerçevesindeki yükümlülükleri uyarınca geri
göndermeme ilkesinin tanınması için gerekli yasal veya diğer tedbirleri
alacaktır.
2. Taraflar statüsü ve ikamet durumuna bakılmaksızın, korumaya muhtaç,
kadına yönelik şiddet mağdurlarının hayatlarının risk altında olabileceği veya
işkenceye veya insanlık dışı muameleye veya cezalandırılmaya maruz
kalabilecekleri hiçbir ülkeye hiçbir durum altında iade edilmeyeceklerini
güvence altına almak üzere gerekli yasal veya diğer önlemleri alacaklardır.”
şeklindedir.
Taraflar, uluslararası hukuk çerçevesindeki yükümlülükleri uyarınca geri
göndermeme ilkesinin tanınması için gerekli tedbileri alacaklardır. Yani toplumdaki
statüsü, ikamet durumu ne olursa olsun korumaya muhtaç kadını, hayatlarının risk
korumasından yararlanmıyorsa, vatandaşı olduğu ülkenin korumasından mahrum
sayılmayacaktır.(…)
291 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 60/1.
292 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 60/2.
293 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 60/3.
168
altında olabileceği, işkence ve kötü muameleye, cezalandırmaya maruz kalabilecekleri
hiçbir ülkeye hiçbir durumda iade edilmeyeceklerdir294.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Genel Prensipler” başlıklı 62. maddesi:
“1. Taraflar, bu Sözleşmenin hükümlerine uyarak, medeni hukuk ve ceza
hukuku konularında işbirliğine ilişkin uluslararası ve bölgesel anlaşmaları ve
belgeleri uygulayarak, ortak veya karşılıklı mevzuat ve iç hukuk kuralları esas
alınarak üzerinde mutabakata varılmış düzenlemeleri uygulayarak, ve
mümkün olan en kapsamlı şekilde, aşağıdaki amaçlara yönelik olarak işbirliği
yapacaklardır:
a. bu Sözleşmenin kapsamına giren her türlü şiddet eyleminin önlenmesi,
bunlarla mücadele edilmesi ve bunların kovuşturulması;
b. mağdurların korunması ve mağdurlara destek sağlanması;
c. bu Sözleşmeye göre suç olarak kabul edilen eylemler hakkında
soruşturmaların ve yasal sürecin yürütülmesi;
d. Koruma emirleri dahil olmak üzere, Tarafların yargı makamlarınca bu
konuya ilişkin verdikleri hukuki ve cezai kararlarının uygulanması.
2. Taraflar, bu Sözleşme uyarınca suç olarak tanımlanan bir eylemin
mağdurlarının, bu suç ikamet ettikleri ülkeden başka bir Taraf devletin
topraklarında gerçekleştiği takdirde, ikamet ettikleri Devletin yetkili
makamlarına şikayet başvurusunda bulunabilmelerini temin etmek üzere
gereken yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır.
3. Bu sözleşmeye Taraf başka bir devlet ile, cezai konularda, suçluların
iadesinde veya o devletin verdiği hukuk ve ceza davaları kararlarının
uygulanmasında, aralarında yapmış oldukları anlaşmaya dayanarak hukuki
konularda karşılıklı yardımlaşmada bulunan bir Taraf, böyle bir anlaşma
yapmadığı başka bir Taraftan, kendisine hukuki işbirliği talebi geldiğinde, bu
Sözleşmenin tanımladığı suçlara ilişkin cezai konularda, suçluların iadesinde
veya bu Sözleşmeye Taraf o ülkenin hukuk veya ceza davaları kararlarının
uygulanmasında karşılıklı hukuki yardımlaşmada bulunabilmek için bu
Sözleşmeyi hukuki temel olarak alabilir.
4. Taraflar, kadınlara yönelik şiddetin ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla
mücadele edilmesi çabalarını, üçüncü Devletlerin yararlanacağı kalkınma
294
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 61.
169
amaçlı yardım programlarıyla, gereken yerlerde bütünleştirecekler, Madde 18,
5. fıkra uyarınca mağdurların korunmasını kolaylaştırmak amacıyla üçüncü
Devletlerle ikili ve çok taraflı anlaşmalar yapacaklardır.” şeklindedir.
İstanbul Sözleşmesi kapsamında Tarafların uluslararası işbirliğine bağlı
kalmaları da genel belli başlı prensiplere bağlanmıştır295. Bunlar; Sözleşme kapsamına
giren her türlü şiddet eyleminin önlenmesi, bu eylemlerle mücadele ve kovuşturulması;
mağdur koruması ve destek konuları; Sözleşmece suç sayılan eylemlerin
soruşturulması ve yasal sürecin yürütülmesi; koruma emirleri dahil tarafların yargı
makamlarınca verdikleri hukuki ve cezai kararların uygulanması durumlarıdır. Ayrıca
Sözleşmece suç kabul edilen fiilerin, normal ikametten farklı olarak başka ülke
topraklarında işlenmesi halinde de Taraflar, ikamet edilen devletin yetkili makamlarına
mağdurun şikayette bulunabilmesi için gerekli tüm tedbirleri alacaktır. Kaldı ki iki taraf
devletin arasında suçluların iadesine, cezai ve hukuki yaptırımların tanınmasına dair
“karşılıklılık anlaşması olmasa bile bu Sözleşme hükümlerince mevcut vakıayla ilgili
olarak Sözleşme tüm bu düzenlemelere zemin oluşturacaktır. Bu anlamda kadına
yönelik şiddet konusunda uluslararası standartlara riayet özel bir anlam taşımaktadır.
Gereken durumlarda “kadına yönelik şiddet” ve “aile içi şiddet”le ve bunlarla mücadele
ile ilgili Sözleşmeye taraf olmayan devletlerle ilgili olarak da kalkınma amaçlı yardım
programları yapılabilecektir. Bunun yanında mağdurların korunması kolaylaştırmak
amacı ile bu devletlerle ikili ve çok taraflı anlaşmalar da yapılabilir.
Uluslarası işbirliği çerçevesinde taraflardan biri, bir diğer taraf devlette
36,37,38 v 39. maddeler kapsamında makul nedenlerle mağdur olma riski taşıyan
kişiler olduğunu düşünmesi halinde, gerekli tedbirlerin alınması sağlamak amacı ile her
türlü bilgiyi diğer tarafa iletebilir. Bu bilgilendirme risk altındaki, kişinin çıkarlarını
295
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 62.
170
korumaya yöneliktir296 . Bu konuda önlem alınmasını talep eden taraf, talep edilen
tarafça atılan adımlar konusunda ve eğer olmuşsa tedbir alınmasına engel olunan veya
gecikme ihtimali bulunan haller dahil bilgilendirilecektir297. Yine eğer taraflardan biri
kendisine karşıdan bir talep gelmese dahi, vereceği bilgilerin karşı tarafı Sözleşmedeki
suçları önlemede yardımcı olacağını düşünmesi halinde ve kendi iç hukukunun da izin
verdiği ölçüde bu bilgileri karşı tarafa iletebilir298. Böyle bir durumda bir bilgi edeinen
taraf, uygun görülmesi halinde, cezai ve hukuki yargılama süreçlerinin başlatılabilmesi
için bu bilgileri yetkili makamlara ulaştıracaktır299.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Verilerin Korunması” başlıklı 65. maddesi:
296
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Risk altındaki kişilerle ilgili tedbirler” başlıklı 63. maddesi:
“Taraflardan herhangi birinin, edindiği bilgilere dayanarak, bir kişinin başka bir Taraf ülkede bu
Sözleşmenin Madde 36, 37 38 ve 39‟da belirtilen şiddet eylemlerine her an maruz kalma riski
altında olduğunu düşünmek için makul nedenleri varsa, bilgilere sahip olan bu Tarafın elindeki
bilgileri, gerekli tedbirlerin alınmasını sağlamak amacıyla, gecikmeksizin diğer Tarafa iletmesi
teşvik edilmektedir. Risk altındaki kişinin çıkarları açısından, mümkün olan her yerde bu
bilgilere, korumayla ilgili mevcut hükümlerin ayrıntıları da dahil edilmelidir.”
297 İstanbul Sözleşmesi md. 64/1 1. Önlemler alması talep edilen Taraf, talep eden Tarafı bu
konuda atılan adımların sonuçları hakkında derhal bilgilendirecektir. Talep edilen Taraf,
önlemlerin alınmasını talep eden Tarafı, amaçlanan faaliyetlerin yerine getirilmesini engelleyen
veya önemli derecede geciktirme ihtimali olan koşullardan da gecikmeksizin haberdar
edecektir.”
298 İstanbul Sözleşmesi m. 64/2 : “Taraflardan biri, karşıdan bir talep gelmeksizin, kendi yaptığı
soruşturmalar çerçevesinde edindiği bilgileri, bu bilgilerin karşı Tarafa bu Sözleşmede belirtilen
suçları önlemede veya bu suçlara ilişkin soruşturma ve kovuşturma başlatılmasında veya
yürütülmesinde yardımcı olacağını düşünüyorsa veya söz konusu karşı Tarafın bu konuyla ilgili
işbirliği talebi olacağını düşünüyorsa, kendi iç hukukunun izin verdiği ölçüde diğer Tarafa
iletebilir.”
299 İstanbul Sözleşmesi m. 64/3: “2. Fıkra uyarınca herhangi bir bilgi edinen bir Taraf, uygun
görüldüğü takdirde, yargı sürecinin başlatılması veya bu bilgilerin hukuki ve cezai kovuşturmada
göz önüne alınması için bu bilgileri kendi yetkili makamlarına ulaştıracaktır.”
171
“Kişisel veriler, Kişisel Verilerin Otomatik İşlenmesinde Bireylerin Korunması
Sözleşmesinin Taraflara getirdiği yükümlülükler gereğince saklanacak ve
kullanılacaktır (ETS No. 108).” şeklindedir.
Tabiki tüm bu süreçlerdeki kişisel veriler, “Kişisel Verilerin Otomatik
İşlenmesinde Bireylerin Korunması Sözleşmesi”ni300 taraflara getirdiği yükümlülüklerce
korunacak ve saklanacaktır301.
Kişisel verilerin korunması ile ilgili 2010 Anayasa değişiklikleri ile 20. maddeye
ek 3. fıkra302 getirilmiştir. Buna göre herkes kişisel verileri ile ilgili her türlü tasarruf
yetkisini sahip olacaktır. Bu husus ayrıca kanunla düzenlenecektir. Ancak bu maddeye
dayalı olarak kişisel verilerle ilgili henüz bir yasa düzenlenmesine gidilmemiştir.
II. ĠSTANBUL SÖZLEġMESĠNĠN ÖZEL ĠZLEME MEKANĠZMASI-
GREVĠO
İstanbul Sözleşmesi “kadınlara yönelik şiddet” ve “aile içi şiddet”le mücadele
konusunda uzman ve Sözleşmenin Taraflarca uygulanmasını izleyecek olan bir grup
oluşturulmasını uygun görmüştür303. Bu uzman grup “GREVIO” (The Group Of Experts
300
Bkz. “Kişisel Verilerin Otomatik İşlenmesinde Bireylerin Korunması Sözleşmesi”nin tam
türkçe metni için: http://www.ihop.org.tr/dosya/coe/EC_DIRECTIVE_95_46_Kisisel_Veriler.pdf
19.06.2012.
301 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 65.
302 Anayasanın 20. md.‟sine 2010 değiklikleri ile eklenen 3. fıkrası şu şekildedir: (Ek fıkra:
7/5/2010-5982/2 md.) Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına
sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme,
bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp
kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya
kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usûller kanunla
düzenlenir.
303 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 66/1.
172
On Action Against Violance Against Women And Domestic Violance) olarak
anılmaktadır.
Bu grubun nitelikleri ve çalışma esasları aşağıda ayrıntıları ile tartışılacaktır.
A. GREVIO’NUN İSTANBUL SÖZLEŞMESİNCE ÖNGÖRÜLEN YAPISI-
NİTELİKLERİ
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Kadınlara yönelik şiddetle ve aile içi şiddetle
mücadele konusunda uzmanlar grubu” başlıklı 66. maddesine304 göre; GREVIO en az
304
İstanbul Sözleşmesi “Kadına yönelik Şiddet ve aile içi şiddetle mücadele konusunda
uzmanlar grubu” başlık 66. m.: 1. Kadınlara yönelik şiddetle ve aile içi şiddetle mücadele
konusunda uzmanlar Grubu (bundan böyle “GREVIO” olarak anılacaktır) bu Sözleşmenin
Taraflarca uygulanmasını izleyecektir.
2. GREVIO en az 10, en çok da 15 üyeden oluşacak, üyelerin cinsiyet ve coğrafi bölge
açısından dengeli olması, ayrıca farklı konularda uzmanlaşmış olmaları gözetilecektir. Üyeler,
dört yıllık bir görev süresi için Tarafların aday gösterdiği kimseler arasından Taraflar
Komitesince seçilecek; üyeler ancak bir dönem daha görev yapabilecek ve Taraf ülkelerin
vatandaşları arasından seçilecektir.
3. 10 üyenin ilk seçimi bu Sözleşmenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde
yapılacaktır. Diğer 5 üyenin seçimi ise 25inci ülke onayladığında veya katıldığında
gerçekleşecektir.
4. GREVIO üyelerinin seçimi şu prensiplere göre yapılacaktır:
a. yüksek ahlaki değerlere sahip bir kişiliği olan; insan hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği,
kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddet, veya mağdurlara yardımcı olma veya onları koruma
konularında yetkinlikleri kabul edilmiş, veya bu Sözleşmenin kapsadığı alanlarda mesleki
deneyimi olan kişiler arasından şeffaf usuller ile seçileceklerdir;
b. GREVIO‟da aynı ülke vatandaşı iki üye bulunamaz;
c. üyeler, temel hukuk sistemlerini temsil etmelidirler;
d. kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddet alanı ile ilgili kişileri ve kurumları temsil etmelidirler;
e. üyeler kendi kişisel özellikleriyle katılacaklar, görevlerini yerine getirirken bağımsız ve tarafsız
davranacaklar ve görevlerini etkili bir şekilde yerine getirmeye müsait olacaklardır.
5. GREVIO üyelerinin seçilme usulleri, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından,
Taraflara danışıldıktan ve Tarafların oybirliğiyle onayı alındıktan sonra, bu Sözleşmenin
173
10, en fazla 15 üyeden oluşacaktır. Üyelerin cinsiyet ve coğrafi bölge açısından dengeli
olmasının gözetilmesinin yanı sıra farklı konularda uzmanlaşmış olmaları da
gözetilecektir. Grup üyeleri Taraf Devletlerin Taraf ülke vatandaşlarından aday
gösterdiği kişiler arasından, “dört” yıllık bir süre için Taraflar komitesince seçilecek;
üyeler ancak bir dönem daha görev yapabileceklerdir305.
Burada 10 üyenin seçimi İstanbul Sözleşmesinin yürürlüğe girdiği306 tarihten
itibaren bir yıl içinde yapılacaktır. Diğer beş üye ise, Sözleşme 25. ülke tarafından
onaylandığında veya katılındığında seçilecektir 307 . Burada formasyonun ve alan
tecrübesinin önemi ortaya çıkmaktadır. Esasen “insan hakları” meselesi de bir uzmanlık
sorunudur.
GREVIO üyeleri, nitelik olarak, yüksek ahlaki değerlere sahip bir kişiliği olan;
insan hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği, kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddet veya
mağdurlara yardımcı olma veya onları koruma konularında yetkinlikleri kabul edilmiş
veya bu Sözleşmenin kapsadığı alanlarda mesleki deneyimi olan kişiler arasından şeffaf
usuller ile seçileceklerdir308.
yürürlüğe girmesinden itibaren altı ay içinde belirlenecektir.
6. GREVIO kendi çalışma esaslarını kendisi belirleyecektir.
7. GREVIO üyeleri ve, Madde 68‟in 9. ve 14. fıkralarında belirtildiği şekilde ülke ziyareti yapacak
diğer heyet üyeleri, bu Sözleşmenin ekinde belirlenmiş olan ayrıcalıklardan ve
dokunulmazlıklardan yararlanacaklardır.”
305 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 66/2.
306 Bkz. İstanbul Sözleşmesi yürürlük tarihi ile ilgili Sözleşme m. 75.
307 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 66/3.
308 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 66/4/a.
174
Aynı iki ülke vatandaşının bulunamayacağı309 GREVIO‟da üyeler, temel hukuk
sistemleri310 ile “kadına yönelik şiddet” ve “aile içi şiddet” alanı ile ilgili kişi ve kurumları311
temsil edeceklerdir. Önemli olan bir diğer husus her ne kadar taraflar tarafından aday
olarak gösterilmiş olsalar da üyeler, kendi kişisel özellikleri ile katılacak ve tabiki
görevlerini yerine getirirken bağımsız ve tarafsız davranıp, etkin bir şekilde görevlerini
tamamlamaya müsait olacaklardır312.
GREVIO üye seçim usulleri Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından,
Taraflara danışılıp, “oybirliği” ile onayları alındıktan sonra, Sözleşmenin yürürlük
tarihinden itibaren altı ay sonra belirlenecektir313. Çalışma esaslarını ise GREVIO kendisi
belirleyecektir314.
İstanbul Sözleşmesinin 66. maddesine, GREVIO ve ileride bahsedeceğimiz
ülke ziyareti yapacak diğer heyet üyeleri315 ilgili “İmtiyazlar ve muafiyeltlerle” başlıklı bir
ek getirilmiştir. Buradaki ayrıcalıklar ve dokunulmazlıklardan bahsi geçen kişiler
yararlanacaktır316.
66. maddeye ek “İmtiyazlar ve Muafiyeler” 317 maddesine göre; bu
imtiyazlardan başta GREVIO üyeleri ve ülke ziyaret heyetlerinin diğer üyeleri
faydalanacaktır. “Ülke ziyaret heyetlerinin diğer üyeleri” ile kastedilen bağımsız ulusal
309
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 66/4/b.
310 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 66/4/c.
311 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 66/4/d.
312 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 66/4/e.
313 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 64/5.
314 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 66/6.
315 Bu sıfatla kimlerin kastedildiği “ek madde” kapsamında tek tek ele alınacaktır.
316 Bkz. İstanbul Sözleşme m. 66/7.
317 Bkz. İstanbul Sözleşmesi‟nin “İmtiyazlar ve Muafiyetler” başlıklı Ek 66. madde.
175
bilirkişiler ve uzmanları, Avrupa Konseyi çalışnaları ile ülke ziyareti sırasında
GREVIO‟ya eşlik etmek üzere Avrupa Konseyi tarafından görevlendirilmiş tercümanları
şeklinde anlaşılacaktır. Bu kişiler bu ziyaretler ve ziyaretlerin yanında görevlerini yerine
getirirken belli muafiyetlerden faydalanacaklardır. Bunlar: Kişisel tutuklanma, gözaltına
alınma ile kişisel eşyalarına elkonulması ve resmi yetkileri dahilinde konuştukları veya
yazdıklarının ve tüm eylemlerine karşı her türlü yasal işlemden muafiyet; ikametgahları
olan ülkeden çıkarken ve dolaşımları esnasında her türlü seyahat özgürlüğüne
uygulanacak kısıtlamalardan muafiyet ile görevlerini yerine getirirken ziyaret ettikleri ve
transit geçtikleri ülkelerde yabancı olarak kaydedilmekten muafiyet.
Bunun yanında yine görevlerini yapmak için gerçekleşen ziyaret sırasında
sayılan kişiler gümrük ve döviz kontrollerinde geçici resmi görev yapan hükümet
temsilcilerine sağlanan kolaylık ve hizmetlerden de faydalanacaklardır.
Bu kişilerin Sözleşmenin uygulanmasına ilişkin değerlendirme çalışmalarını
gösterir belgeler, GREVIO‟nun faaliyetleri ile bağıntılı olduğu ölçüde dokunulmazlık
kapsamında olacaklardır. Bahsi geçen kişiler haberleşmelerinde ile GREVIO‟nun resmi
yazışmalarında ve haberleşmelerinde kesinti ve sansür uygulanamayacaktır.
GREVIO üyeleri ve ülke ziyaret heyetlerinin diğer üyelerine tam bir konuşma
özgürlüğü sağlanacağı gibi görevlerinin bitiminde dahi görev sırasındaki sözlü ve yazılı
ifadeleri ve her türlü eylemleri yasal işlemlerden muaf tutulmaya devam edecektir.
Ek madde son olarak bu imtiyaz ve muafiyetlerin yukarıda bahsi geçen
kişilerce şahsi çıkar sağlamak için kullanılamayacağını sadece çalışırken bağımsız
hareket etmelerinin sağlanmaya çalışıldığını belirtmiştir. Bu kişilerin muafiyetlerin
kaldırılması, muafiyetin adaletin işlemesine engel olduğunu düşündüğü durumlarda ve
176
Avrupa Konseyi Genel Sekreteri tarafından yapılabilecektir. Bu halde bile GREVIO‟nun
çıkarları gözetilecektir.
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Taraflar Komitesi” başlıklı 67. maddesi:
“1. Taraflar Komitesi, Sözleşmeye Taraf ülkelerin temsilcilerinden oluşacaktır.
2. Taraflar Komitesi, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri tarafından toplantıya
çağırılacaktır. İlk toplantısını, bu Sözleşmenin yürürlüğe girmesinden itibaren
bir yıl içinde, GREVIO üyelerini seçmek üzere yapacaktır. Müteakip toplantılar,
Tarafların üçte birinin, Taraflar Komitesinin Başkanının veya Genel Sekreterin
talebi üzerine yapılacaktır.
3. Taraflar Komitesi kendi çalışma esaslarını kendisi belirleyecektir”
şeklindedir.
GREVIO‟nun yanında Sözleşmece yaratılan bir diğer grup Taraflar
Komitesi‟dir 318 . Taraflar Komitesi, Sözleşmeye taraf ülkelerin temsilcilerinden
oluşacaktır. Bu Komite, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri tarafından toplantıya
çağrılacaktır. İlk toplantısını, Sözleşmenin yürürlük tarihinden itibaren bir yıl içinde,
GREVIO üyelerini seçmek için yapacak, devam ede gelen toplantılar, Tarafların üçte
birinin, Taraflar Komitesinin Başkanının veya Genel Sekreterin talebi üzerine
yapılacaktır. Taraflar Komitesi kendi çalışma esaslarını da kendisi belirleyecektir
B. GREVIO’NUN ĠSTANBUL SÖZLEġMESĠNCE ÖNGÖRÜLEN
ÇALIġMA USULLERĠ
İlk aşamada Taraflar, GREVIO‟nun hazırlamış olduğu soru formunu esas
alarak, AB Genel Sekreterine, GREVIO tarafından değerlendirilmek üzere bir rapor
sunacaklardır. Bu raporda Sözleşme hükümlerinin uygulanabilmesini sağlayacak
alınmış olan her türlü yasal ve diğer tedbirleri tek tek belirteceklerdir. Bu rapor GREVIO
tarafından ilgili tarafında temsilcileri ile beraber değerlendirilecektir. Sonraki
318 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 67.
177
değerlendirmeler dönemler halinde yapılıp, bu dönemlerin süresine GREVIO karar
verecektir. Bu dönemlerin başında, GREVIO, o ülke için hazırlamış olduğu “spesifik”
soru formunu değerlendirmeye esas teşkil etmesi açısından, tarafın cevaplandırmasını
isteyecektir. GREVIO, bu izleme usulünü yürütebilmek için uygun araçları kendisi
belirlemekle beraber, her değerlendirme dönemi için tarafların uygulamalarını net bir
şekilde görebileceği bir soru oluşturabilir. Şüphesiz ki, Taraflar, GREVIO‟dan
gelebilecek tüm bilgi taleplerinin yanı sıra bu anketlere de cevap vereceklerdir. Bu
anketler, usulen tüm Taraflara hitaben hazırlanacaktır319. Bahsi geçen bu anketler- soru
formları, yukarıda Sözleşmenin esasını incelediğimiz birinci bölümde ayrıntıları ile
incelediğimiz üzere Taraf Devletin, 11. m.‟deki veri toplama ve araştırma ilkelerine göre
toplamış olduğu veri ve araştırmalar dikkate alınarak oluşturulacaktır320.
GREVIO, Sözleşmenin uygulanması ile ilgili bilgileri yalnızca insan haklarının
korunmasıyla görevli ulusal kurumlar aracılığı ile değil, SPK‟lardan da edinebilecektir.
319
İstanbul Sözleşmesi‟nin “Usuller” başlıklı 68/1,2,3,4 md.: “1. Taraflar, GREVIO‟nun
hazırladığı bir soru formunu esas alarak, Avrupa Konseyi Genel Sekreterine, GREVIO
tarafından değerlendirilmek üzere, bu Sözleşmenin hükümlerinin uygulanabilmesini sağlayacak
yasama tedbirleri ve diğer tedbirler hakkında bir rapor sunacaktır. 2. GREVIO 1. fıkra
uyarınca sunulan bu raporu, ilgili Tarafın temsilcileriyle birlikte değerlendirecektir. 3.
Daha sonraki değerlendirme faaliyetleri dönemler halinde yapılacak, bunların uzunluğuna da
GREVIO karar verecektir. Her dönem başında GREVIO, değerlendirmeye esas alınacak
spesifik maddeleri seçerek bir soru formu gönderecektir. 4. GREVIO bu izleme usulünü
yürütebilmek için uygun araçları belirleyecektir. GREVIO her değerlendirme dönemi için,
Tarafların uygulamalarını değerlendirme prosedürüne esas oluşturacak bir soru formu
kullanabilir. Bu soru formu bütün Taraflara hitaben hazırlanacaktır. Taraflar bu ankete ve
GREVIO‟dan gelecek bütün bilgi taleplerine cevap vereceklerdir.
320 İstanbul Sözleşmesi md. 68/7: Her değerlendirme dönemi için soru formu belirlerken
GREVIO, bu Sözleşmenin Madde 11‟inde belirtildiği şekilde Taraflarca toplanmış olan
mevcut verileri ve araştırmaları dikkate alacaktır. Ayrıca bkz. İstanbul Sözleşmesi m.11.
178
Gerekli görülmesi üzerine GREVIO, diğer uluslararası belgelerce oluşturulmuş
kuruluşların yanında Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserinden, Parlamenterler
Asamblesinden ve Avrupa Konseyi‟nin bu konuda özelleşmiş birimlerinden bu
Sözleşmenin uygulamaları hakkında bilgi edinebilir. Bu kurumlara edilen şikayetler ve
bunların sonuçları da GREVIO‟ya iletilecektir. Tüm bu bölgesel ve uluslarası
enstürmanlar ve kuruluşlardan elde edilecek bilgilere GREVIO tarafından gereken
önem verilecektir321.
GREVIO, Tarafın verdiği bilgiler ile bahsi geçen güvenilir kuruluşlardan aldığı
bilgilerin yetersiz olması veya özel durumlarda kendisine ulaşan bilgi, delil ve
emarelere dayanarak soruşturmayı gerekli görmesi halinde, bu bilgiler ışığında bir veya
daha fazla üyesini ülke ziyaretleri için, acilen kendisine rapor vermek üzere tayin
edebilir. Görevlendirilecek kişilerle beraber ulusal makamların işbirliği ve bağımsız
ulusal uzmanların yardımıyla, ülke ziyaretleri düzenleyebilir. Yine bu ziyaretlerde belirli
konularda uzmanlaşmış kişilerin de yardımı alınabilir. Tüm bu araştırmalar sonucu ağır
kadın hakları ihlallerinin olduğu duyumu ile GREVIO, “özel bir raporun” sunulması için
acil bir soruşturma gerçekleştirebilir, bu halde bu ülke ziyareti için bu soruşturma
kapsamında söz konusu ülkenin de rızası aranacaktır. Söz konusu soruşturmanın
321
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 68/5,6,8: “5. GREVIO, Sözleşmenin uygulamasıyla ilgili bilgileri,
insan haklarının korunmasıylagörevli ulusal kurumlar yoluyla olduğu kadar sivil toplum
kuruluşlarından ve sivil toplumdan da edinebilir. 6. GREVIO, bu Sözleşmenin ilgi alanına giren
bölgesel ve uluslararası enstrümanlardan ve kuruluşlardan elde edilecek mevcut bilgilere
gereken önemi verecektir. 8. GREVIO, diğer uluslararası belgeler uyarınca oluşturulmuş
kuruluşlardan olduğu kadar Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserinden, Parlamenter
Asamblesinden ve Avrupa Konseyinin bu konuda özelleşmiş birimlerinden bu Sözleşmenin
uygulamaları hakkında bilgi edinebilir. Söz konusu kuruluşlara iletilen şikayetler ve bunların
sonuçları GREVIO‟ya bildirilecektir.”
179
bulguları incelendikten sonra GREVIO, bu bulgularla ilgili kendi yorum ve tavsiyesini de
ekleyerek bir rapor taslağı hazırlayacak ve bu raporu söz konusu Tarafa iletip
yorumlarını bekleyecektir. Bu yorumlar raporun kabulü sürecinde GREVIO tarafından
dikkate alınacaktır. Raporun kabulü ile rapor ve varılan sonuçlar yeniden ilgili ülke ve
Taraflar Komitesi‟ne iletilecek, 14. fıkradaki gibi soruşturma için yapılan ülke ziyeretleri
raporu da durum gerektiriyorsa Taraflar Komitesine ve AB Bakanlar Komitesine
iletilecektir. Sonrasında bu durum kamuoyuyla paylaşılacaktır. Bu süreç sonrasında
Taraflar Komitesi, GREVIO‟nun vardığı sonuçların uygulanması için alınması gereken
tedbirlere ilişkin tavsiyelerde bulunup, gerekirse Taraf Devlete uygulama hakkındaki
bilgilerin sunulması için bir tarih belirleyebilir ve Sözleşmenin layıkı ile uygulanması için
söz konusu Tarafla işbirliğini geliştirmek amaçlı artı çözümler üretebilir322.
322
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 68/9,10,11,12,13,14,15: “9. GREVIO, elde edilen bilgiler
yetersiz ise veya 14. fıkrada hükmedilen koşullarda, ulusal makamların işbirliği ve bağımsız
ulusal uzmanların yardımıyla, ülke ziyaretleri düzenleyebilir. Bu ziyaretler sırasında GREVIO‟ya
belirli konularda uzmanlaşmış kişiler yardımcı olabilir. 10. GREVIO, değerlendirmeye esas
alınan sözleşme hükümlerinin uygulamalarına ilişkin incelemelerinin yer alacağı bir rapor
taslağı hazırlayacak; bu taslakta, tespit edilmiş sorunları söz konusu Tarafın ne şekilde ele
alması gerektiğine ilişkin önerilerine ve tavsiyelerine de yer verecektir. Bu rapor taslağı,
hakkında değerlendirme yürütülen Tarafa, yorumlarını almak üzere iletilecektir. Bu yorumlar,
raporun kabulü sürecinde GREVIO tarafından dikkate alınacaktır. 11. Elde edilen bütün bilgileri
ve Tarafların yaptığı yorumları esas alarak GREVIO, raporu ve bu Sözleşme hükümlerini
uygulayabilmek amacıyla Taraf ülkenin aldığı tedbirlere ilişkin vardığı sonuçları, kabul edecektir.
Bu rapor ve varılan sonuçlar, ilgili Tarafa ve Taraflar Komitesine gönderilecektir. GREVIO‟nun
raporu ve varılan sonuçlar, söz konusu Tarafın olası yorumlarıyla birlikte, kabul edildikten sonra
kamuya açıklanacaktır. 12. 1. ila 8. fıkralardaki usuller saklı kalmak üzere, Taraflar Komitesi
rapora ve GREVIO‟nun vardığı sonuçlara dayanarak söz konusu Tarafa yönelik şu tavsiyeleri
benimseyebilir: (a) GREVIO‟nun vardığı sonuçların uygulanması için alınması gereken
tedbirlere ilişkin tavsiyeler; gerekirse bunların uygulaması hakkındaki bilgilerin sunulması için bir
tarih belirlenebilir; ve (b) bu Sözleşmenin layıkıyla uygulanabilmesi için söz konusu Taraf ile
180
GREVIO, henüz çalışma usullerini belirlememiş olmakla beraber izleme
mekanizması olarak, Ek İhtiyari protokolün daha çok araştırma prosedürünü
uygulayacak gibi gözükmektedir. İstanbul Sözleşmesi, yukarıda ayrıntıları ile
bahsettiğimiz üzere, bu konu ile ilgili iç hukuk düzenlemelerinin nasıl olacağına kadar
Taraf Devletlere ödevler vermiştir. İstanbul Sözleşmesince, taraf devletlerin
Sözleşmede ayrıntılı olarak sayılmış bu yükümlülüklerin layıkıyla yerine getirilmesi
beklenir. Özellikle „şiddet izleme merkezleri‟, „cinsel saldırı izleme merkezleri‟, „kadın
sığınma evleri‟ gibi kurumların taraf devletçe faaliyete geçirilmesi beklenir. Bütün
bunların yanında GREVIO, daha çok bir izleme organizasyonu olarak denetim yapacak
ve iyileştirmeler için önerilerde bulunacaktır.
GREVIO gerekli gördüğü ve uygun olan her durumda, Sözleşmenin
uygulanmasına ilişkin genel tavsiyelerde de bulunabilecektir323.
Ulusal parlamentoları da İstanbul Sözleşmesinin uygulanması için alınan
tedbirlerin izlenmesine katılmaya davet edecek, hattı zatında taraflar GREVIO
raporlarını kendi ulusal parlamentolarına sunacaklardır. Avrupa Konseyi Parlamenter
işbirliğini geliştirmeyi amaçlayan tavsiyeler. 13. GREVIO‟ya, Sözleşmenin geniş çapta veya
defalarca ihlalinin önlemesi veya sınırlanması amacıyla derhal müdahale gerektiren sorunların
bulunduğunu gösteren güvenilir bilgiler ulaştığında, kadınlara yönelik ciddi, büyük çapta veya
sürekli şiddet uygulanmasını önlemek için taraflarca alınan tedbirlere ilişkin özel bir raporun
acilen sunulmasını talep edebilir. 14. GREVIO, söz konusu Tarafın verdiği bilgileri ve kendisine
ulaşan diğer güvenilir bilgileri göz önüne alarak, bir veya daha fazla üyesini, bir soruşturma
yapıp acilen GREVIO‟ya rapor etmek üzere tayin edebilir. Gerektiğinde ve söz konusu Tarafın
rızası ile, bu soruşturma kapsamında söz konusu ülkeye bir ziyaret de yapılabilir. 15. 14. fıkrada
sözü edilen soruşturmanın bulguları incelendikten sonra GREVIO bu bulguları, kendi yorum ve
tavsiyelerini ekleyerek söz konusu Tarafa, durum gerektiriyorsa Taraflar Komitesine ve Avrupa
Konseyi Bakanlar Komitesine iletecektir.” şeklindedir.”
323 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 69.
181
Asamblesi de bu Sözleşmenin uygulamalarını düzenli aralıklarla değerlendirmeye
davet edilecektir 324 . Ayrıca İstanbul Sözleşmesi ile ilgili, Sözleşme kapamsamında
çekincesini koyan taraf, bu çekince yenilenmeden once veya talep üzerine, çekincenin
devam etme nedenlerini talep üzerine GREVIO‟ya açıklayacaktır325.
Görüldüğü gibi İstanbul Sözleşmesi yaptırım içerecek, karar alabilecek bir
mekanizma oluşturmamış: insan hakları koruma mekanizmaları açısından ikinci
düzeyde kalan bir denetim kurumu (GREVIO) oluşturmuştur. Ancak GREVIO‟da
Avrupa Konseyi ve insan hakları mekanizmalarının geneliyle işbirliği yapacağı hususu
vurgulanmıştır. Bu kapsamda İHAS ve CEDAW sistemi özellikle ön plana çıkmaktadır.
Özellikle Anayasamızın 90/son‟daki usulüne uygun olarak olarak yürürlüğe girmiş olan
temel hak ve özgürlüklerle ilgili andlaşmaların normlar hiyerarşisindeki yeri
düşünüldüğünde İHAS ve CEDAW‟ın uygulanması çok önemli bir hal almaktadır326.
324
Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 70.
325 Bkz. İstanbul Sözleşmesi m. 79 f.3.
326 Globalleşmenin getirisi olarak ulusal-üstü koruma, yargılama ve denetim mekanizmaları
giderek yaygın bir hal almakta, hatta Devletler bunun için bilerek ve isteyerek kendi egemenlik
alanlarını, bu Kurumlarla paylaşmaktadır. İnsan Haklarının en üst düzeye taşıyan ve demokratik
toplumlar için çok önemli yeni bir egemenlik anlayışı getiren bu ulusal-üstü kurumlarla ilgili
olarak Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu, “Ulusal-üstü yargı organları, ulusal hukuku da etkileyen bir
içtihadi hukuk üretmektedirler. Mahkemelerin yaygınlaşması (şimdiki Avrupa ve Amerika ile
sınırlı), devlet egemenliğini de kayıtlamaktadır. Tasarı halinde olanlar ise, bir İnsan Hakları Arap
Mahkemesi‟nin kurulması, Afrika İnsan ve Halklar Hakları Mahkemesi üzerinde çalışma, bu
alanda bir de Asya Mahkemesi öngörülmesidir. Böylece bölgesel ölçeklerde İnsan Hakları
Mahkemeleri‟nin kurulması, “yargısal çatı” aracılığıyla kıta ölçeğinde “anayasalar”ın –Avrupa‟da
olduğu gibi- ortaya çıkması, uzak olmakla birlikte olasılıkdışı değil. Belki daha önemlisi, insan
haklarının, “evrenselliği” bir düş olmaktan çıkabilecek. Bir gün neden Dünya Çevre Mahkemesi
gibi sektörel ve İnsan Hakları Dünya Mahkemesi gibi genel nitelikli yargı organları kurulmasın?”
demektedir. Bkz. Kaboğlu, Ö. İbrahim, Özgürlükler Hukuku, İmge Kitapevi, Kasım, 2002, 6.
bası, s.256,257.
182
Şüphesiz ki getirilen her bir yeni düzenlemenin yanında bir denetim
mekanizması öngörülmesi esastır. Böylelikle sistem kontrolü sağlanabilir. Bu denetim,
taraf olduğumuz iki önemli sözleşme çerçevesinde de yerini bulmaktadır. Bunlardan ilki
CEDAW Sözleşmesi ile ona bağlı Ek İhtiyari Protokol ve diğeri de İHAS‟dır. Bu
Sözleşmelerce öngörülmüş olan sistemlere göre hem CEDAW Komitesi‟ne (“Kadınlara
Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi”) hem de tazminatlarla ilgili İHAM‟a
gerekli usul ve esaslar çerçevesinde kişisel başvurular yapılabilmektedir.
“Devlet ötesinde, bir sözleşmeye ve onun kurduğu mekanizmalar
çerçevesinde alınan kararlara saygıyı denetlemek ve ayrıca bunların ihlalini yaptırıma
tutmak amacıyla ulusal-üstü bir yargı oraganı kurulduğu zaman en ileri derecede koruma
düzeneğine ulaşmış olur. Yargı güvencesini de kapsamını alan bu sisteme,
“derinleştirilmiş koruma mekanizması” adı da verilebilir. İşte İnsan Hakları ve Temel
Özgürlükleri Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesi, bugüne değin ulaşılan en ileri aşamayı
temsil eden başlıca belgedir.(…)İHAS, işleyiş mekanizması ve iç hukuklara etkisiyle
adeta bir “İnsan Hakları Avrupa Anayasasını” oluşturmaktadır.
Hükümlerin uygulanması yönünden yargısal denetim öngören İHAS‟ın denetim
sistemi iki aşamalı bir yapıdır: Taraf Devlet vatandaşı başvurucunun dilekçesinin ön
inceleme aşaması ve Komisyon önünde cerayan eden birinci aşama; ikinci olarak da
Divan tarafından verilen yargısal ya da Bakanlar Komitesince verilen siyasal karar
aşamasıdır.”327
Yukarıda da bahsettiğimiz üzere İHAS‟ın “Ayrımcılık Yasağı” başlıklı 14.
maddesine göre;
“Bu Sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk,
327
Kaboğlu, a.g.e., s.216-236.
183
dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya sosyal köken, ulusal bir
azınlığa mensupluk, servet, doğum veya herhangi başka bir durum
bakımından hiçbir ayırımcılık yapılmadan sağlanır”
demek sureti ile İHAS genel çerçevede her türlü ayrımcılığı yasaklamıştır. Bununla
beraber AB‟ye uyum yasaları çerçevesinde328 Türkiye için hazırlanmış olan raporlar da iç
hukuk normalarını düzenleme de ve kaydedilen ilerlemenin görülmesi açısından
önemlidir.
CEDAW Komitesi de benzer bir bilinçle çalışmaktadır. CEDAW Sözleşmesi‟nin
18. maddesi 329 ile taraf devletlere dört yılda bir CEDAW Komitesi‟ne, Sözleşme
hükümlerine etkinlik kazandırmak ve kaydedilen gelişmeleri belirlemek amacı ile aldıkları
yasal, adli, idari ve diğer önlemlere ilişkin Ülke Raporunu hazırlayıp, sunulması yükümü
getirilmiştir. Buradaki durumda GREVIO‟ya benzer bir izleme mekanizması
328
AB, 2000 yılından beri yürüttüğü Daphne Programı aracılığıyla, çocuklara, gençlere ve
kadınlara yönelik şiddetin engellenmesini sağlayacak projelere mali destek veriyor. Aile içinde,
okullarda ve iş yerlerinde yaşanan şiddet, cinsel istismar ve insan ticareti dahil olmak üzere,
şiddetin her türlüsü programın faaliyet alanına giriyor. Konuyla ilgili ortak öncelikler ve yenilikçi
yaklaşımlar geliştirilmesini, bilgi ve deneyimlerin yaygınlaştırılmasını ve ilgili tüm tarafların bu
çabalara dahil edilmesini teşvik eden program, üye devletlerin şiddete karşı aldıkları önlemlere
katma değer kazandırıyor. Çocuklara, gençlere ve kadınlara yönelik şiddetle mücadele eden ve
mağdurları koruyan, k r amacı gütmeyen, kamu veya özel sektörde faaliyet gösteren tüm kurum
ve kuruluşlar, yerel idareler, üniversiteler ve araştırma merkezleri programa katılabiliyor. Türkiye
de, belirli koşullar altında programdan faydalanabiliyor. “779/2007/AT sayılı, Çocuk, genç ve
kadınlara karşı şiddetin engellenmesi ve risk altındaki grup ve mağdurların korunmasına yönelik
Topluluk eylemlerini içeren Daphne III Programı‟nın oluşturulmasına ilişkin Karar.”
329 CEDAW Sözleşmesinin 18. md.: 1. Taraf Devletler işbu Sözleşme hükümlerine etkinlik
kazandırmak ve kaydedilen ilerlemeleri belirtmek amacıyla aldıkları yasal, adli, idari ve diğer
önlemler hakkındaki bir raporu, a- Sözleşmenin, ilgili devlet bakımından yürürlüğe girmesini
takiben bir yıl içinde, b- Bilahare, her dört yılda bir ve ileride de Komitenin talep ettiği
zamanlarda, Komite tarafından incelenmek üzere, BM Genel Sekreterine sunmayı taahhüt
ederler. 2. Raporlarda, işbu Sözleşme yükümlülüklerinin gerçekleştirilmesini etkileyen unsurlar
ve güçlükler belirtilebilir.
184
oluşturmaktadır. Ancak burada sadece denetim öngörülmemekte bilgilendirme
amaçlanmaktadır ki denetim için Sözleşmeye Ek İhtiyari Protokol hazırlanmış ve
yürürlüğe girmiştir.
Ek İhtiyari Protokol iki prosedürü içermektedir. Buna göre; birincisi kadınların
bireysel veya grup olarak CEDAW Komitesi‟ne haklarının ihlal edildiği gerekçesi ile
başvuruda bulunmasına olanak veren iletişim prosedürü (communication procedure),
diğeri de Komite‟ye tehlikeli ya da sistematik kadın hakları ihlalleri hakkında yapılan
başvurularla ilgili araştırma, soruşturma ve gerektiğinde ayrımcılığın kaldırılması
konusunda taraf devlete öneride bulunma yetkisi veren araştırma prosedürüdür (inquiry
procedure).
CEDAW Ek İhtiyari Protokol gereğince; Komite, hak ihlallerinde bireyin veya
bireylerin, kendisine yaptıkları yazılı başvuruları İHAM‟daki gibi ancak tüm iç hukuk
yollarının tüketilmiş olması halinde kabul edebilecektir. Eğer Komite; daha önceden
yapmış olduğu bir inceleme söz konusu veya diğer bir uluslararası kurumun araştırma
prosedürü çerçevesinde konu ile ilgili inceleme yapılmışsa ya da hakkın suistimalini
oluşturan bir durumda veya Sözleşme hükümleri ile bağdaşmayan başvuruları da
geçersiz olduklarını beyan ederek reddedebilecektir330.
330
CEDAW Ek İhtiyari Protokol 4. md.: 1) Komite, iç hukuk yollarının işletilmesinin makul
olmayan şekilde uzadığı veya etkili sonuç verme ihtimalinin zayıf olduğu durumlar dışında,
mevcut tüm iç hukuk yollarının tüketildiği hususunu açıklığa kavuşturmadıkça, yapılan bir
başvuruyu değerlendirmeyecektir. 2) Komite aşağıdaki hallerde başvurunun kabul edilemez
olduğunu bildirecektir: a. Aynı başvurunun, daha önce Komite tarafından veya başka bir
uluslararası soruşturma veya çözüm çerçevesinde incelenmiş veya incelenmekte olması; b.
Başvurunun Sözleşme hükümlerine aykırı olması; c. Başvurunun açıkça temelsiz veya yeterli
dayanaktan yoksun olması; d. Başvuruda bulunma hakkının kötüye kullanılması; e. Bu
Protokol‟ün ilgili Taraf Devlet açısından „ yürürlüğe giriş tarihinden sonra da devam eden olgular
hariç, başvuru konusu olan olguların Protokol‟ün ilgili Taraf Devlet açısından yürürlüğe
185
Komite ayrıca hakkı ihlal edilen mağdurla ilgili inceleme devam ederken, Taraf
Devletten karara varılıncaya kadar geçici-özel önlemler de alınmasını talep edebilir.
Tabi ki bu talep esasa ilişkin karar verildiği anlamına gelmemektedir331.
Komite işleme almış olduğu her vakıa ile ilgili başvuranın kimliğini, başvuranın
rızası varsa ilgili taraf devlete sunmakta ve Taraf Devlet, altı ay içinde olayla ilgili
incelenmiş yolları anlatır bir raporu Komiteye göndermektedir332.
Komite, kapalı toplantılarla bir görüş oluşturur ve bunu taraf devlete bildirir.
Taraf Devlet yine altı aylık süre zarfında Komite‟nin öneri ve görüşleri aşağında aldığı
önlemleri bildirir bir raporu, Komite‟ye sunar333.
girmesinden önce gerçekleştirilmiş olması.
331 CEDAW Ek İhtiyari Protokol 5. md.: 1)Başvurunun alınmasından sonraki herhangi bir
zamanda ve esasa ilişkin bir karar verilmeden önce Komite, iddiaya konu olan ihlalin mağdur ya
da mağdurlarını görmesi muhtemel telafisi imkansız zararları önlemek için gerekli olabilecek
geçici önlemleri almayı acilen değerlendirmesini Taraf Devletten talep edebilecektir. 2)Bu
maddenin 1. fıkrasındaki takdir yetkisinin Komite tarafından kullanılması başvurunun kabul
edilebilirliğine ya da esasına ilişkin karar verildiği anlamına gelmeyecektir.
332 CEDAW Ek İhtiyari Protokol 6. md.: 1) Başvurunun ilgili Taraf Devlete atıf yapılmaksızın
Komite tarafından kabul edilemez bulunması hali dışında ve birey ya da bireylerin kimliklerinin
söz konusu Taraf Devlete açıklanmasına rıza göstermeleri koşuluyla, Komite işbu Protokol
çerçevesinde kendisine yapılmış her başvuruyu ilgili Taraf Devletin dikkatine gizli olarak
sunacaktır. 2) Taraf Devlet kendisine tebliğ edilen başvuru hakkında aydınlatıcı açıklamaları
veya beyanları ve varsa, almış olduğu düzeltici önlemleri altı ay içinde yazılı olarak Komite‟ye
bildirecektir.
333 CEDAW Ek İhtiyari Protokol 7.md.: 1) Komite, işbu Protokol çerçevesinde yapılan „
başvuruları, konuya ilişkin bilgilerin ilgili taraflara ulaştırılması koşuluyla, ilgili Taraf Devlet
tarafından ve bireyler veya bireylerden oluşan gruplar tarafından veya onlar adına kendisine
sunulan tüm bilgiler ışığında inceleyecektir. 2) Komite işbu Protokol uyarınca yapılan,
başvuruları incelerken kapalı oturumlar düzenleyecektir. 3) Başvurunun incelenmesinden sonra,
Komite başvuruya ilişkin görüşlerini, varsa tavsiyeleri ile birlikte, ilgili taraflara iletecektir. 4)
Taraf Devlet Komite‟nin görüşlerini ve varsa tavsiyelerini gereği gibi değerlendirecek ve
Komite‟nin görüş ve tavsiyeleri ışığında yapmış olduğu işlemlerle ilgili bilgiler dahil olmak üzere,
186
Komite, CEDAW‟da belirlenmiş hakların, ilgili devletçe sistemli ve ağır bir
şekilde ihlalini görürse, gizlilik esası içinde Taraf Devletle ortak çalışma alanı
yaratmakta ve gerekli görmesi halinde bir Komite üyelerinden bir uzmanını ihlalin
olduğu ülkeye göndermektedir. Soruşturma ve inceleme sonucu oluşan rapor, taraf
devlete iletilir ve yine altı içinde görüşlerini sunması beklenir334.
Ayrıca Komite, taraf devletten bir başvuruyu inceledikten sonra verdiği
kararların, CEDAW 18. maddeye göre dört yılda bir sunmakla yükümlü olduğu ülke
raporunda ayrıntıları yer vermesini de isteyebilir335.
Komite‟ye altı ay içinde yazılı bir cevap sunacaktır. 5) Komite uygun görürse Taraf Devleti,
görüş ve varsa tavsiyeleri üzerine almış olabileceği önlemler hakkında, Sözleşme‟nin 18.
maddesi uyarınca Taraf Devletçe hazırlanan müteakip raporlardaki bilgiler de dahil olmak üzere,
ilave bilgi sunmaya davet edebilir.
334 CEDAW Ek İhtiyari Protokol 8.md: 1) Komite Taraf Devletin Sözleşme‟de yer alan hakları
ciddi ve sistematik biçimde ihlal ettiği yönünde güvenilir bir bilgi aldığı takdirde, Taraf Devleti bu
bilgiye ilişkin incelemede işbirliği yapmaya ve bu amaçla bu bilgi ile ilgili gözlemlerini sunmaya
davet edecektir. 2) Komite, ilgili Taraf Devletçe sunulabilecek her türlü gözlemi ve ekinde
bulunan diğer güvenilir bilgileri göz önüne alarak, üyelerinden birini ya da birden fazlasını
araştırma yapmakla ve sonuçlarını kendisine acilen bildirmekle görevlendirebilir. Araştırma,
gerekli ise ve Taraf Devletin rızası varsa, Taraf Devletin ülkesine bir ziyareti de içerebilir. 3) Bu
tür bir araştırmanın bulgularının incelendikten sonra Komite, bu bulguları her türlü görüş ve
tavsiyeleri ile birlikte ilgili Taraf Devlete iletecektir. 4) İlgili Taraf Devlet, Komite tarafından iletilen
bulguların, yorumların ve tavsiyelerin alınmasından itibaren altı ay içinde kendi gözlemlerini
Komite‟ye sunacaktır. 5) Bu tür bir araştırma gizlilik içinde yürütülecek ve işlemlerin her
aşamasında Taraf Devletin işbirliği aranacaktır.
335 CEDAW Ek İhtiyari Protokol 9. md.: 1) Komite, ilgili Taraf Devleti işbu Protokol‟ün 8. maddesi
uyarınca yürütülen araştırma üzerine almış olduğu önlemlerin ayrıntılarını Sözleşme‟nin18.
maddesi çerçevesinde hazırladığı rapora eklemeye davet edebilir. 2) Komite gerektiğinde, 8.
maddenin 4. fıkrasında bahsedilen altı aylık sürenin bitiminde, ilgili Taraf Devleti böyle bir
araştırma üzerine aldığı önlemler hakkında bilgi vermeye davet edebilir.
187
SONUÇ VE DEĞERLENDĠRME
“Ancak kadınlara karşı erkek olunabilir”
Loraux
Konu ile ilgili metinler, ilgili STK görüşleri, hakim, savcı, avukat, kolluk
kuvvetleri gibi uygulamadan kişilerin görüşleri beraber değerlendirildiğinde kadına
yönelik şiddet konusunda gelinen ortak nokta toplumsal kabullerin değişmesi gerektiği
noktasıdır.
Buradaki en önemli ve en temel sorun zihniyet sorunudur. “Kadınların
bastırılması, cinsiyet temelinde akıl dışı bir faklılık gütme sorunu değil, cinsiyet
faklılıklarının yararlarının dağıtımı ile ilişkilendirdiği, kadınların sistematik olarak
dezavantajlı konumda bırakıldığı bir erkek egemenliği sorunudur. (…)”336 Cemal Bali
Akal, „Siyasi İktidarın Cinsiyeti‟nde bu sorunu siyasal iktidarın cinselliği problemi olarak
ortaya koyar. Akal‟a göre “siyasetin, tabi olan herşeyden uzak kalması gerekirken,
cinselleşebilmesinin, bunun dozu arttığı ölçüde yozlaşmaya yol açacağı, kurgusal
olanla tabi olan arasında bu karşıtlık ilkesinin bir sonucudur.”337
“Sorun, egemenlik sorunu olduğundan, çözüm yalnızca ayrımcılığın olmaması
değil, iktidarın var olmasıdır. Eşitlik yalnızca erkeklerin tanımladığı roller alabilmek için
fırsat eşitliğine sahip olmayı değil, kadınların tanımladığı roller ya da hem erkeklerin
hem kadınların üstlenmekte çıkar görebileceği cinsiyetçi olmayan roller yaratmak için
eşit iktidara sahip olmayı gerektirir.”338
336
Kymlicka, Will, s.533
337 Akal, a.g.e., s.156.
338 Kymlicka, Will, s.533.
188
Bu sorun ancak siyasi iktidarların, STK‟lar, Devlet Kurumları ve Özel Kurumlar,
Medya yani kısacası tüm toplumun beraber hareket ederek özellikle eğitimle
çözebileceği bir sorundur.
Türkiye‟de dinsel, seküler, sosyal ve geleneksel normlar toplumsal cinsiyet
konusunda farklı mesajlar vermektedir. Hukuken kadına tanınmış olan haklar, sosyal
alanda veya dinen uygun bulunmayabilmektedir. Bu çelişki kadını toplum içinde her
türlü şiddet olayına açık olarak savunmasız bırakmaktadır. Toplumdaki bu çifte
standardın karşısında olan erkeklerde yine toplum baskısı ile sindirilmeye
çalışmaktadır.
Kanunlar, her ülkeye göre geleneksel bazı kalıpları da yansıtacak şekilde
oluşturulmaktadır. Ancak demokratik toplum gerekleri ile insan haklarına saygı temeli
çerçevesinde uluslararası standartlarda hazırlanan kanunlar herkese hitap edecek,
olası sorunların da önüne geçecektir.
İstanbul Sözleşmesi, giderek tırmanan şiddet olayları dolayısı ile önemli bir
ihtiyaca cevap vermektedir. Özellikle 7/24 hizmet verecek olan şiddet merkezleri ile
cinsel saldırı merkezleri, şiddet olayına anında müdahaleyi kolaylaştıracak ve geri
dönülemez kayıpların önüne geçecektir.
İstanbul Sözleşmesi, şiddete müdahaleden tedavi süreci ile yargılama
süreçlerine kadar hiç bir noktayı açık bırakmamıştır. Sözleşmenin Taraf devlete
yüklediği yükümlülükler;
1. Öncelikle şiddet mağduruna ve çocuklarına anında-ivedilikle müdahalenin
sağlanması,
2. Müdahaleden sonra geçici olarak kalacak yer temini,
189
3. Gerektiğinde kalıcı olarak yer temini ve bu süre zarfında finansal destek
sağlanması,
4. Mağdur ve çocuklar için her türlü güvenlik tedbirlerinin alınması,
5. Mağdura ve çocuklarına psikolojik ve hukuki destek sağlanması,
6. Mağdurun boşanma, nafaka gibi yargı süreçlerinde yanında olunması (hem
hukuki destek verilmesi hem de güvenliğinin sağlanması)
7. Cinsel istismara uğramış kişilerin ayrı uzman kadrolarca desteklenmesi,
8. Tüm bu süreç zarfında sürecin kolay ve hızlı bir şekilde çözülmeye
çalışılmasının temini,
9. Şiddet failinin de rehabilite programına alınması,
10. Çocuklar açısından daha fazla özenli ve koruyucu önlemlerin alınması,
11.Tüm bunların yanında şiddetle ilgili istatistiki verilerin toplanması ve
GREVIO‟ya raporlar halinde sunulması,
12. Şiddet mağdurlarına destek olacak personelin bu konuda eğitilmesi ve
uzmanlaşması,
13. Kolluk kuvvetleri, hakimler, savcılar gibi bu alanda çalışacak olan Devlet
personelinin eğitilmesi ve bilinçli hareket etmesinin sağlanması,
14. Gerektiğinde bu konuda uluslararası hukukla ilgili çatışan devletlerin
uzlaşma için anlaşmaya varmaları,
15. STK‟lar, özel sektör kuruluşları ve Medya ile bu konuda ortak hareket
edilmesi,
16. Okullarda eğitim programlarına „kadına yönelik şiddet‟ ve „aile içi şiddet‟le
ilgili derslerin konulması,
190
17. Medya‟da kadına yönelik şiddeti teşvik eden veya kadını aşağılayan her
türlü unsurun yer almasının engellenmesi ve özellikle görsel medya da konu ile ilgili
toplumu bilinçlendirmek adına yayınlar yapılması olarak sayılabilir.
Türkiye, 6284 Sayılı Kanun ile konu ile ilgili sonuç almak için harekete
geçmiştir. Yukarıda belirttiğimiz gibi yasada eksiklikler olmakla beraber, özellikle ivedi
durumlarda kolluğa hareket kabiliyeti sağlanması, savcı onayının yeterli olması çok
yerinde bir yaklaşım olmuştur. Şiddet merkezlerinin ivedilikle açılması ve Belediyeler
Kanununa uyularak sığınma evlerinin sayılarının arttırılması uygulamada geçici de olsa
kadın ve çocuklara koruma sağlayacaktır.
Bütün bunların yanında asıl önemli olan geleneksel rollerden sıyrılıp, zihniyeti
değiştirebilmektir. Ancak o zaman bu korumaların hiçbirine gerek kalmayacak kadın ve
erkek toplum içinde huzur içinde yaşayabilecektir. Bunun içinde siyasal iktidarların bu
yönde geçici bir süre için CEDAW‟da ve diğer deklarasyon ve konvansiyonlarda
öngörülen pozitif ayrımcılıkları kadın lehine yapmaları gerekmektedir. Örneğin siyasi
temsilde kota sistemi, işe alımlarda ve yönetim kadroların da eşit nitelikli iki kişiden
kadın olanın tercih edilmesi gibi bir dizi önlem alınabilir. Burada 2010 Anayasa
değişikliğinin pozitif ayrımcılık açısından yasalarla somutlaştırılması hayati önem
taşımaktadır.
Son olarak çalışmayı tamamlarken Avrupa‟da yaşamak için her türlü maddi
imkana sahipken tüm baskı ve tehditlere rağmen yıllarca kendi ülkesinde mücadeleyi
bırakmamış bir kadının, Benazir Buhutto‟nun sözlerine yer vermek istiyoruz “(…) biz
yine de çifte standartlardan şikayet etmemeli mücadeleyi sürdürmeliyiz. Erkeklerden iki
kat daha fazla çalışmamız gerekse de buna hazır olmalıyız. (…). 339
339
Bhutto, Benazir, Doğu‟nun Kızı, Pegasus Yayınları, 2008, s.7.
191
KAYNAKÇA
Yararlanılan Kaynaklar:
Akal, Cemal Bali, Siyasi İktidarın Cinsiyeti, İmge Kitapevi,1994.
Akıncı-Sokullu, Füsun, Viktimoloji (Mağdur Bilim), Beta yayınları, Mayıs, 2008, 2.bası.
Aldanmaz, Orhan, “İnsan Onuru Işığında Kişisel Özerklik ve Yerellik İlkesi”, EÜHFD, C. XIV,
S. 1–2, 2010.
http://hukuk.erzincan.edu.tr/dergi/makale/2010%20XIV_1-5.pdf 19.06.2012.
Atar, Yavuz, Türk Anayasa Hukuku, Mimoza Yayınları, 6. Bası, 2011.
Bhutto, Benazir, Doğu‟nun Kızı, Pegasus Yayınları, 2008.
Bildirici, Faruk, Maskeli Leydi, Ümit Yayıncılık, 1999.
Büker, Seçil, Eziler Kıran, Ayşe, Reklamlarda Kadına Yönelik Şiddet, Alan Yayıncılık, 1.
Baskı, 1999.
Can Gürkan, Özlem, Coşar, Fatma, “Ekonomik Şiddetin Kadın Yaşamındaki Etkileri”, s.2.
http://hemsirelik.maltepe.edu.tr/dergiler/cilt2sayi3/cilt2sayi3/124-129.pdf 19.06.2012.
Çolaker, Mustafa, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‟nin Sekizinci Maddesi ve Türkiye
Uygulaması” http://www.yayin.adalet.gov.tr/dergi/36.sayı/mustafaçolaker.pdf 19.06.2012.
Davidson, Scott, Equality and Non‐ Discrimination, Defining Civil and Political Rights: The
Jurisprudence of the United Nations Human Rights Committee, Ashgate, 2005
http://ihop.org.tr/dosya/ab-kurumlar.pdf 19.06.2012.
Dinler, Veysel, “‟Devletin İktisadi ve Sosyal Ödevlerinin Sınırı‟ Açısından İdarenin
Sorumluluğu”, Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 1, S.1, Aralık, 2008
(1-19).
http://hitit.academia.edu/VeyselDinler/Papers/650974/Devletin_Iktisadi_ve_Sosyal_Odevleri
nin_Siniri_Acisindan_Idarenin_Sorumlulugu 19.06.2012.
Dural, Mustafa, Öğüz, Tufan, Gümüş, Mustafa Alper, “Türk Özel Hukuku Cilt III Aile
Hukuku”, Filiz Kitapevi, İstanbul, 2012.
192
Erem, Faruk; Cumhuriyet Gazetesi, 1990.
Galtung, Johan; “A Structural Theory of Aggression”, Journal of Peace Research, 2, 1964
ve Strukturelle Gewalt, Fischer Vlg., Reinbek, 1976.
Gözübüyük, A. Şeref, Yönetsel Yargı, 13. Bası, Ankara, 2003.
Gözübüyük, A. Şeref; Anayasa Hukuku; S Yayınları, Ankara, 1986.
Gözler, Kemal, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Ekin Basın Yayın Dağıtım, Ekim, 2010, 10.
Bası.
Gül, İdil Işıl, Fiziksel Engellilerin Uluslararası Hukukta Korunması ve Uluslararası
Standartların İç Hukuka Yansıması, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2006.Günergök, Özcan, “Avukatın Sır Saklama
Yükümlülüğü”, AÜEHFD, C.VII, s.1,2, Haziran, 2003.
http://hukuk.erzincan.edu.tr/dergi/makale/2003_VII_32.pdf 19.06.2012.
IĢıktaç, Yasemin, “Ensest ve Hukuka Yansıması”, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt 66, Sayı 4-5-
6,İstanbul,1992.
http://www.istanbul.edu.tr/hukuk/yaseminisiktac/makaleler/Ensest_ve_Hukuka_Yansimasi.p
df 19.06.2012.
Ġnceoğlu, Sibel, Ölme Hakkı-Ötenazi, Ayrıntı Yay., 1999, 1. Bası.
Kaboğlu, İbrahim Ö., “Anayasa Hukuku Dersleri (Genel Esaslar), Legal Yayınevi, 7. Baskı,
İstanbul, 2011.
Kaboğlu, Ö. İbrahim, Özgürlükler Hukuku, İmge Kitapevi, Kasım, 2002, 6. bası.
Kangal, Zeynel T., “Ceza Hukukunda Varsayılan Rıza”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi, C. XV, Y. 2011, S. 4.
http://www.hukuk.gazi.edu.tr/editor/dergi/15_4_7.pdf 19.06.2012.
Karan, Ulaş, Avrupa Birliği Ülkelerinde Ayrımcılık Yasağı ve Eşitlik Kurumları, Mattek
Matbaacılık Basım Yayın Tan. San. Tic. Ltd, Şti., Kasım, 2009.
193
Koğacıoğlu, Dicle, “Gelenek Söylemleri ve İktidarın Doğallaşması: Namus Cinayetleri
Örneği”http://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=namus%20cinayetleri%20için%20indi&so
urce=web&cd=6&sqi=2&ved=0CFUQFjAF&url=http%3A%2F%2Fresearch.sabanciuniv.edu
%2F5862%2F1%2Ffeministyaklasimlardicle.doc&ei=f93hT9-
zKou3hAfNucHPAw&usg=AFQjCNHmzNEWDSXZuB9Aaw2u5JMa9fwfJA 19.06.2012.
Kristof, Nicholas D., Wudunn, Sheryl, “Gökyüzünün Yarısı” (Hayatını Değiştiren Kadınların
Hikayesi), Doğan Kitap, Kasım, 2011.
Kubalı, Hüseyin Nail, Anayasa Hukuku Dersleri (Genel Esaslar ve Siyasi Rejimler), Ersa
Matbaacılık Koll. Şti, İstanbul, 1965.
Kury, Helmut, Smartt, Ursula, “Domestic Violance: Recent Developments in German and
English Legislation and Law Enfercement” European Journal of Crime, Criminal law and
Criminal Justice, Vol. 14/4, 382-407,2006, Koninklijike Brill NV, printed in Netherlands.
http://ursulasmartt.com/pdf/Kury-Smartt.Dom.Viol.EurJourn.Dec06.pdf 19.06.2012.
Kymlıcka, Will, Çağdaş Siyaset Felsefesine Giriş, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2.
Baskı, İstanbul, 2006.
Nuhoğlu, Ayşe, Aile Düzenine Karşı Suçlar, Beta yay, İstanbul, 2009.
Oder, Bertil Emrah, “Kadınların İnsan Hakları‟nın Uluslararası Düzeyde Korunması”; İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayınları, sayı 305, İnsan Hakları Hukuku Çalışmaları 12.
http://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/Books/khuku/egitim_hakki/egitim_hakki_afrika_kadin_h
aklari_protokolu.pdf 19.06.2012.
Öden, Merih, Türk Anayasa Hukukunda Eşitlik İlkesi, Yetkin Yay., Ankara, 2003.
Özer, Attila, Anayasa Hukuku Genel İlkeler, Turhan Kitapevi, Geliştirlmiş 3. Bası, Ankara,
2009.
Özbudun, Ergun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yay., Ankara, 1986.
Özdek, Yasemin, Yoksulluk, Şiddet ve İnsan Hakları, TODAİE, Yayın no:311, 1. Baskı,
Mayıs, 2002.
194
Serim, Bülent, “Yasa Önünde Eşitlik İlkesi”,
http://yayin.todaie.gov.tr/goster.php?Dosya=MDU1MDU1MDQ4 19.06.2012.
Sezer, Abdullah, Ulusal-Üstü Belgeler ve Önceki Anayasalarla Karşılaştırmalı & Gerekçeli &
Açıklamalı 1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası & İlgili Mevzuat, Beta Yay., İstanbul, Şubat,
2004.
Tanör, Bülent/Yüzbaşıoğlu, Necmi; 1982 Anayasasına göre Türk Anayasa Hukuku, Beta
Yayınları, 11. Bası.
Vahip, Işıl, “Psikanalitik Bakış Açısıyla Aile İçi Şiddet”; Derleyen Direk, Zeynep, Cinsiyetli
Olmak/ Sosyal Bilimlere Feminist Bakışlar, Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı.
“Ġstersek Biter”(We Can Stop This); Kamer Vakfı; Berdan Matbaacılık, Nisan, 2011.
YüzbaĢıoğlu, Necmi, “Mayıs 2004‟te Anayasanın 90‟ıncı Maddesine Eklenen Hükmün Türk
Anayasallık Blokuna Etkileri Üzerine Bir Değerlendirme”, Bülent Tanör‟e Armağan, Legal
yay., Kasım, 2004, s.782-818.
Yararlanılan Linkler:
http://womenshistory.about.com/od/olympedegouges/a/Olympe-De-Gouges-And-The-
Rights-Of-Woman.htm 19.06.2012.
http://www.linternaute.com/biographie/olympe-de-gouges-1/ 19.06.2012.
http://www.ihd.org.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=156:insan-haklari-
evrensel-beyannames&catid=37 19.06.2012.
http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=19582 19.06.2012.
http://www.kadininstatusu.gov.tr/upload/mce/2012/trde_kadinin_durumu_2012_nisan.pdf
19.06.2012.
http://www.un.org/womenwatch/confer/nfls/Nairobi1985report.txt 19.06.2012.
http://conventions.coe.int/Treaty/EN/Treaties/Html/122.htm 19.06.2012.
http://www.unicankara.org.tr/doc_pdf/metin139.pdf 19.06.2012.
195
http://www.cidh.org/Basicos/English/basic13.Conv%20of%20Belem%20Do%20Para.htm
19.06.2012.
http://www.unhchr.ch/Huridocda/Huridoca.nsf/0/b6ad5f3990967f3e802566d600575fcb?Ope
ndocument 19.06.2012.
http://www.ihop.org.tr/dosya/YE/yeturkiyerapor.pdf 19.06.2012.
http://www.coe.int/t/dghl/standardsetting/convention-violence/convention_en.asp19.06.2012.
www.coe.int/conventionviolance 19.06.2012.
www.un.org/womenwatch/daw/cedaw/protocol/ 19.06.2012.
https://wcd.coe.int/ViewDoc.jsp?id=280915&Site=CM&BackColorInternet=C3C3C3&BackCo
lorIntranet=EDB021&BackColorLogged=F5D383 19.06.2012.
http://www.coe.int/t/dghl/standardsetting/convention-violence/about_en.asp 19.06.2012.
http://www.coe.int/t/dghl/standardsetting/convention-violence/about_en.asp 19.06.2012.
www.conventions.coe.int/Treaty/Commun/ChercheSig.asp?NT=210&CM=8&DF=&CL=ENG
19.06.2012.
http://www.coe.int/t/dghl/standardsetting/conventionviolence/faq_en.asp 19.06.2012.
http://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/data/Opuz_-_Turkiye_Karari_AIHM.pdf 19.06.2012.
http://haber.mynet.com/karisindan-siddet-goren-astsubaya-koruma-629183-yasam/
19.06.2012.
http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_sd.birlesim_baslangic?P4=21143&P5=H&pag
e1=52&page2=52&web_user_id=9919077 19.06.2012.
http://ihop.org.tr/dosya/ab-kurumlar.pdf 19.06.2012.
http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_sd.sorgu_yonlendirme?Donemkod=&Yasama_
yili=&Baslangic_Tarihi=&Bitis_Tarihi=&sorgu_kelime=kad%FDna+y%F6nelik+%FEiddet+
19.06.2012.
http://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=tck%20gerekçe&source=web&cd=1&sqi=2&ved=
0CFQQFjAA&url=http%3A%2F%2Fwww.cezabb.adalet.gov.tr%2Fmevzuat%2Fmaddegerek
196
ce.doc&ei=tdzhT4S0AcWxhAfk1tm4Aw&usg=AFQjCNHG36U2toHWrja9DV8JgMNw7UISvw
19.06.2012.
http://www.rtuk.org.tr/upload/UT/21.pdf 19.06.2012.
http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem24/yil01/ss181.pdf 19.06.2012.
www.aileicisiddeteson.com 19.06.2012.
http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1210.htm 19.06.2012.
http://www.ka-der.org.tr/tr/down/2012_KADIN_ISTATISTIKLERI.pdf 19.06.2012.
http://conventions.coe.int/Treaty/EN/Reports/Html/210.htm 19.06.2012.
http://www.coe.int/t/dghl/standardsetting/minjust/mju29/Opuz%20v%20Turkey.pdf
19.06.2012.
http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=290578 19.06.2012.
http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=47278 19.06.2012.
http://www.shcek.gov.tr/cocuk-koruma-kanununun-uygulanmasina-iliskin-usul-ve-esaslar-
hakkinda-yonetmelik.aspx 19.06.2012.
http://www.shcek.gov.tr/cocuk-koruma-kanununa-gore-verilen-koruyucu-ve-destekleyici-
tedbir-kararlarinin-uygulanmasi-hakkinda-yonetmelik.aspx 19.06.2012.
http://www.ihop.org.tr/dosya/coe/EC_DIRECTIVE_95_46_Kisisel_Veriler.pdf 19.06.2012.
http://bizeneleroluyor.com 19.06.2012.
Yararlanılan Kararlar:
AYM, K.T. 25.10.1963, E.1963/148, K.1963/256; AYMKD, S.1.
AYM, K.T. 29.01.1980, E. 1979/38, K. 1980/11; AYMKD, S.18.
AYM, K.T. 16.6.1992, E. 1992/8, K. 1992/39; AYMKD, S.28/2.
AYM, K.T. 10.03.2011, E.2009/85, K.2011/49.
AYM, K.T. 8.12.2011, E.2010/119, K.2011/165.
AYM K.T. 12.01.1989, E. 1988/4, K. 1989/8; AYMKD, sayı 25.
Danıştay 5. Dairesi, K.T. 22.5.1991, E. 1986/1723, K. 1991/933; DD., S.84-85.
197
Danıştay 10. D., K.T. 5.2.1979, E. 78/4511, K. 79/304 sayılı kararı.
Yargıtay 14. Ceza Dairesi, K.T. 19.10.2011, E. 2011/12479, K. 2011/1056.
Yargıtay 18. Hukuk Dairesi, K.T. 06.06.1995, E. 1995/5609, K. 1995/6787.
Ankara 3. Aile Mahkemesi, K.T. 05.12.2007, E.2007/1204, K.2007/1323.Frundzija-IT-95-
17/1-T, 10.12.1998, 2. Ceza Dairesi (Yargıç Mumba (Başkan), Cassese ve May).
http://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/Books/khuku/ictihat_hukuku/ictihat_hukuku__savci_-
_anto_furundzija.pdf 19.06.2012.
M.C. v. Bulgaristan, Başvuru no. 39272/98, t. 4.3.2004.
Willis v. Birleşik Krallık, Başvuru no.36042/97, T. 11.9.2002.
Tekeli v. Turkey, İHAM 4. Daire, başvuru no: 29865/96, T. 16.12.2004.
Kontrova v. Slovakia, başvuru no: 7510/04, T.31.05.2007.
Bevacqua and S. v. Bulgaria, başvuru no: 71127/01, T.12.06.2008.
Branko Tomasic and Others v. Croatia, başvuru no: 46598/06, T. 15.01.2009.
E.S. and Others v. Slovakia, başvuru no: 8227/04, T. 15.09.2009.
A.v. Croatai, başvuru no: 55164/08, T. 14.10.2010.
Kalucza v. Hungary, başvuru no: 57693/10, T. 24.04.2012.
Izevbekhai v. Ireland, başvuru no: 43408/08, T. 17.05.2011.
Omeredo v. Austria, başvuru no: 8969/10, T. 20.09.2011.
X. and Y. v. the Netherlands, başvuru no: 8978/80, T. 26.03.1985.
Aydın v. Turkey, başvuru no: 23178/94, T. 25.09.1997.
Maslova and Nalbandov v. Russia, başvuru no: 839/02, T. 24.01.2008.
N. v. Sweden, başvuru no: 23505/09, T. 20.07.2010.
Yazgül Yılmaz v. Turkey, başvuru no: 36369, T.01.02.2011.
Ebcin v. Turkey, başvuru no: 19506, T. 01.02.2011.
198