İSLÂM TARİHİNDE BİRLİKTE YAŞAMA AHLÂKINA TASAVVUF .... Doç. Dr. Nuran... · İslâm...
Transcript of İSLÂM TARİHİNDE BİRLİKTE YAŞAMA AHLÂKINA TASAVVUF .... Doç. Dr. Nuran... · İslâm...
The Journal of Academic Social Science Studies
International Journal of Social Science
Doi number:http://dx.doi.org/10.9761/JASSS2913
Number: 36 , p. 281-298, Summer II 2015
Yayın Süreci
Yayın Geliş Tarihi Yayınlanma Tarihi
15.05.2015 20.08.2015
İSLÂM TARİHİNDE BİRLİKTE YAŞAMA AHLÂKINA
TASAVVUF DÜŞÜNCESİNİN KATKISI (HACI BEKTÂŞ-I VELÎ,
MEVLÂNÂ ve YÛNUS EMRE’DEN ÖRNEKLER)
THE CONTRIBUTION OF MYSTICISM THOUGHT TO THE MORALITY OF
LIVING TOGETHER IN ISLAMIC HISTORY (EXAMPLES FROM MEVLÂNÂ,
YÛNUS EMRE AND HACI BEKTÂŞ-I VELÎ) Yrd. Doç. Dr. Nuran ÇETİN
Amasya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf ABD Özet
İslâm’ın ilk yayıldığı dönemden itibaren muhtelif dinlere mensup toplumlar,
İslâm devletlerinin çatısı altında bir arada yaşamış, Müslüman çevrelerde bu durum
herhangi bir ötekileştirmeye gitmeden kültürel bir zenginlik olarak algılanmıştır. Oysa
içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda bir taraftan bilim ve teknoloji, sanal olarak insanları
birbirine yaklaştırırken diğer taraftan da dünyanın muhtelif bölgelerinde dil, din, ırk,
inanç, kültür ve fikir farklılıklarından dolayı kavga, çatışma, savaş ve terör gibi insan
hakları ihlalleri yaşanmaktadır. Dolayısıyla insanlığa çığır açan görüşleriyle, sevgi, barış,
kardeşlik vurgusu yapan söylemleriyle Hacı Bektâş-ı Velî (ö.669/1271), Mevlânâ
(ö.672/1273) ve Yûnus Emre (ö.720/1320) gibi mümtaz şahsiyetlerin öncülüğünde bir
arada yaşama ahlâkının en güzel modellerini sunmaya içinde bulunduğumuz asırda, her
zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Tarihten devraldığımız kültürel
mirasımızı en doğru biçimde tespit etmek, değerlendirmek ve bunu gelecek nesillere
aktarmak temel değerlerimizin devamının temini açısından oldukça büyük önem arz
etmektedir. Sevgi ve barış toplumunun yeniden inşâsına katkıda bulunmak amacıyla ele
aldığımız bu çalışma bir giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, İslâm
tarihinde birlikte yaşama ahlâkına vurgu yapılmıştır. İkinci bölümde birlikte yaşamaya
dair tüm insanlığı kucaklayıcı ifadeleriyle öne çıkan Hacı Bektâş-ı Velî, Mevlânâ ve
Yûnus Emre’nin konuya dair görüşlerine yer verilmiştir. Sonuç kısmında ise çalışmanın
kısa bir değerlendirilmesi yapılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Hacı Bektâş-ı Velî, Mevlânâ, Yûnus Emre, Birlikte Yaşama,
Tasavvuf
Abstract
From the very beginning of the early spread of Islam, the communities from
different religions lived together under the same roof of the Islamic state and this
situation was considered as the cultural wealth in the Muslim communities without
282
Nuran ÇETİN
alienating these people. However, today, in the 21st century, on the one hand, there are
numerous technological and scientific advances, virtually closing up people, while on
the other hand there are fights, conflicts, war, terror and human rights violations due to
the differences in terms of language, religion, race, belief, culture and ideas in various
parts of the world. For this reason, it is necessary nowadays more than ever, to present
the models of the ethics of living together in peace with the pioneering ideas and the
leaderships of the prominent people like Hacı Bektas-ı Veli (ö.669/1271), Mevlana
(ö.672/1273) and Yunus Emre (ö.720/1320). Determining the cultural heritage that were
received from the history in the most accurate way and transferring it to the next
generation is extremely important for the endurance of core values. This study, prepared
by us with the hope of contributing to the rebuilding of the society of love and peace,
consists of one introduction and two subsequent parts. In the first part, the ethics of
living together in peace in our Islam life has been emphasized. In the second part, the
ideas of Hacı Bektas-ı Veli, Mevlana and Yunus Emre who are on the front line with
their ever-inclusive expressions for all human beings have been presented. In the
conclusion part, a brief evaluation of the study has been provided.
Key Words: Hacı Bektas-ı Veli, Mevlana, Yunus Emre, Living Together, Sufism
GİRİŞ
İnsan, fıtratı gereği bireysel olduğu kadar, sosyal yönü de olan bir varlıktır. İnsana ait
bu iki cihetin tamamen birbirinden ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Bu anlamda insanın
toplumsal yönünü içeren birlikte yaşama ahlâkı hangi din, mezhep, ırk ve inanç olursa olsun
tüm farklılıklara saygılı olmayı ifade eder. Kur’an-ı Kerim’de ve Hz. Peygamber’in örnek yaşam
tarzında bunun çok sayıda örneklerini görmek mümkündür.1 Hatta birlikte yaşamanın hukukî
temellerini, bizzat Hz. Peygamber’in kendisi Medine’de farklı din mensuplarının bir arada
yaşamalarına imkân veren Medine Sözleşmesi’ni imzalayarak atmıştır. Bilindiği üzere Hz.
Peygamber, Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde söz konusu şehirde Yahudi ve diğer din
mensupları yaşamaktaydı. Dinî veya ahlâkî anlamda belli bir düzen ve disiplin yoktu. Halk
muhtelif kabilelere ayrılmıştı. Hz. Peygamber’in diğer din mensupları ile yaptığı böyle bir
sözleşme, Medine’nin siyasal ve toplumsal yapısında güven ve huzur ortamının tesis
edilmesine vesile oldu. Dolayısıyla Medine Sözleşmesi için, daha önce tarihte bir benzeri
görülmeyen birlikte yaşama ahlâkının ilk somut örneğidir diyebiliriz.2
Fıtrata dayalı farklılıkları, yaratılışın ulvî tezahürünün bir neticesi olarak algılayan
tarihsel geleneğimiz, bir arada yaşama ahlâkının zengin birikimine sahiptir. Muhtelif kültürlere,
dinlere, dillere ve ırklara mensup insanların huzur içinde birlikte yaşayabilmeleri için, sadece
birtakım kanuna dayalı düzenlemelerin yapılması yeterli değildir. Oluşturulan kurumsal
yapının toplumun geneli tarafından özümsenen yönü de olması gerekir. Bu çalışmada, birlikte
yaşama ahlâkının hissî ve vicdânî cihetini vurgulamak amacıyla toplumun geniş kesiminin
yakından tanıdığı Hacı Bektâş-ı Velî (ö.669/1271), Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (ö.672/1273) ve
عليم خبير 1 ن ذكر أتقاكم إن الل لناكم شعوبا وقبائل لتعارفوا إن أكرمكم عند الل يا أيها الناس إنا خلقناكم م وأنثى وجع “Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir
erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah
katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdâr olandır.” Hucûrât Sûresi,
49/13; يبلوكم في مآ آتاكم فاستبقوا الخيرات ة واحدة ولكن ل لجعلكم أم ولو شاء الل “Eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı, fakat bu,
verdikleriyle sizi denemesi içindir; o hâlde iyiliklerde yarışın.” Mâide Sûresi,5/48; ين أخويكم واتقوا الل إنما المؤمنون إخوة فأصلحوا ب
Şüphesiz müminler birbiri ile kardeştirler; öyle ise dargın olan kardeşlerinizin arasını düzeltin; Allah'tan“ لعلكم ترحمون
sakının ki size acısın.” Hucûrât Sûresi, 49/10; يحب اء والكاظمين الغيظ والعافين عن الناس والل ر اء والض المحسنين الذين ينفقون في السر “Onlar
bollukta ve darlıkta sarf ederler, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını affederler. Allah iyilik yapanları sever.” Âl-i
İmrân Sûresi, 3/134. 2 Sözleşmenin metni için bkz., İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, Beyrut, 1955, c. I, s. 504-507.
İslâm Tarihinde Birlikte Yaşama Ahlâkına Tasavvuf Düşüncesinin Katkısı (Hacı Bektâş-I Velî, Mevlânâ ve… 283
Yûnus Emre (ö.720/1320’nin birlikte yaşama anlayışına dair eserlerinde zikrettikleri muhtelif
örnekler üzerinde durulacaktır.
A. Genel Olarak İslâm Tarihinde Birlikte Yaşama Ahlâkı
İslâm’ın doğuşundan itibaren kültür ve medeniyet tarihimizde bir arada yaşamanın en
güzel örnekleri sergilenmiştir. Zaten İslâm kelimesi de etimolojik olarak kurtuluşa ermek,
boyun eğmek, teslim olmak, barış yapmak gibi anlamlara gelen “silm”3 veya “selm” kökünden
türemiştir.4 Bu anlamda İslâm dini Allah’ın yeryüzünde sevgi, hoşgörü, dirlik, düzen, barış ve
huzurun tesisi için insanlığa gönderdiği son ve evrensel bir dindir. İslâm kelimesinin zikredilen
bu anlamlarla özdeşleşmesi şunu göstermektedir ki; İslâm terör, kavga, savaş, şiddet ve çatışma
gibi insan onuruna ve hayatına kasteden faaliyetleri kabul etmemektedir.
Hz. Peygamber, farklı inançlara mensup insanların kardeşçe yaşamalarını sağlamaya
yönelik yepyeni bir toplum düzeni inşâ etmiştir. Hz. Peygamber’in vefatından sonra
gerçekleştirilen fetihlerle Müslümanlar, dünyanın muhtelif bölgelerine İslâm’ı neşrederek farklı
etnik, din, dil ve kültürel özelliklere sahip insanlara gönüllerini ve yurtlarını açmışlar, böylece
yüzyıllar boyunca bir arada yaşamanın en güzel örneklerini ortaya koymuşlardır.
Yaratılıştan kaynaklanan farklılıkları İslâmiyet, tanıma ve tanışma aracı olarak kabul
etmektedir. Meselâ, Kur’ân-ı Kerim’de, Hucurât Sûresi 13. âyette Rabbimiz,“siz birbirinizi
tanıyasınız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık” buyurarak aramızdaki bu farklılığın
tanışma ve kaynaşma vesilesi olduğunu bize bildirmektedir. İnsanoğlu, Allah’ın kudretinin bir
tezahürü olan etnik farklılıkları zaman içerisinde tanışmanın değil; çatışmanın bir aracı hâline
getirmiştir. Maalesef bu anlayış, günümüzde maddî-mânevî tüm kayıplarıyla hâlâ devam
etmektedir. Etnik din, dil ve ırka dayalı farklılıklar, Allah’ın bahşettiği fıtratın bir gereği olarak
kabul görmediği müddetçe dışlayıcı, aşağılayıcı, ötekileştirici davranış kalıpları yaşanan
olumsuz sonuçlarına rağmen varlığını sürdürmeye devam edecektir. Bu anlamda küreselleşen
modern dünyada insan olmanın gereği olan farklılıkları, doğal nitelikler çerçevesinde ele
almamız büyük önem arz etmektedir. Böyle bir anlayışın gerçekleşmesi için atılması gereken ilk
adım; âyetlerde Allah’ın yeryüzündeki halîfesi,5 yaratılmışların en şereflisi6 ve en güzel biçimde
yaratılanı7 gibi ibarelerle zikredilen insanı, merkeze alan süreci yeniden inşâ etmek olmalıdır.
Bu anlamda Asr-ı saadetten itibaren muhtelif ırk, dil, din ve kültür mensuplarıyla bir arada
yaşamanın örneklerini İslâm tarihinde görmek mümkündür. Nitekim hoşgörü temeline
dayanan ilkelere sahip olduğu için İslâm dini, kısa sürede dünyanın muhtelif bölgelerine hızla
yayılmıştır.
Gerçekleştirdiği maddî ve mânevî fetihlerle çok geniş bir coğrafî alanda hâkimiyet
kuran Selçuklu ve Osmanlı Devleti’nde yüzyıllar boyunca Müslümanlar ile gayrimüslimler bir
arada yaşamıştır.8 Öyle ki Osmanlı yönetimi, en sıkıntılı anlarında dahi Müslüman ve
نه لكم ع 3 يطان إ لم كآفة وال تتبعوا خطوات الش بين يا أيها الذين آمنوا ادخلوا في الس دو م “Ey İnananlar! Hep birden barışa (İslâm’a) girin, şeytana
ayak uydurmayın, o sizin apaçık düşmanınızdır.” Bakara Sûresi, 2/208. 4 Mustafa Sinanoğlu, “İslâm”, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 23, s. 2. Rabbin meleklere 'Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim' demişti”, Bakara“ ,وإذ قال ربك للمالئكة إن ي جاعل في األرض خليفة 5
Sûresi, 2/30. منا بني آدم 6 .And olsun ki, biz insanoğlunu şerefli kıldık”, İsrâ Sûresi, 17/70“ ,ولقد كرنسان في أحسن تقويم 7 .Biz insanı en güzel şekilde yarattık”, Tîn Sûresi, 95/4“ ,لقد خلقنا ال8 İstanbul’un Üsküdar semtinde Müslüman, Ermeni, Rum ve Yahudilerin birlikte huzur içinde yaşadığını Üsküdar kadı
sicillerinden 1110-1124 ( 1700-1712) yılları arası taranarak yapılan bir çalışma ile ortaya konulmuştur. Bkz., Nevzat
Erkan, XVIII. Yüzyılda Şer‘iyye Sicillerine Göre Üsküdar’da Müslim-Gayrimüslim İlişkileri (1700-1712) Uluslararası
Üsküdar Sempozyumu V,:1-5 Kasım 2007 Bildiriler, 2008, cilt: I, ss. 121-132. Osmanlı toplumunda yaşayan gayr-i Müslim
Ermeni vatandaşların durumu, Kayseri Şer’iyye sicillerindeki örneklerle bir başka çalışmada ele alınmıştır. Bilgi için
bkz., Süleyman Demirci, The Journal of Academic Social Science Studies, Volume 6, Issue 1, p.577-586, February 2013.
284
Nuran ÇETİN
gayrimüslim vatandaşlarına herhangi bir olumsuz farklı uygulamada bulunmamıştır. Meselâ,
1855 yılında vuku bulan Bursa depreminden Müslümanlar kadar Ermeni, Rum ve Yahudiler de
etkilenmiştir. Onların mağduriyetinin giderilmesi noktasında devletin yaptığı yardımlar
gayrimüslimleri ziyadesiyle memnun etmiş, bu memnuniyetlerini yazdıkları teşekkür-
nâmelerde açıkça ifade etmişlerdir.9 Benzer hoşgörü anlayışını Selçuklu Devleti’nde de
görmekteyiz. Selçuklu hükümdarları tarafından Hıristiyanların can ve mal güvenliği teminat
altına alınmış, mabetlerine dokunulmamış, kilise ve manastırları ile ruhânî liderleri her türlü
vergiden muaf tutulmuştur.10 Urfalı Mateos gibi bazı Hıristiyan müellifler, hoşgörülü
uygulamalardan oldukça memnun olmuş, Selçuklu hükümdarı Melikşah’ın vefatının bütün
dünyayı mateme boğduğunu şu ifadelerle dile getirmiştir: “Herkesin babası ve bütün insanlara
karşı merhametli ve hüsnüniyet sahibi bir zat olan büyük Sultan Melikşâh öldü.”11 Bu
ifadelerde de görüldüğü üzere Müslüman hükümdarlar yerli ve yabancı geniş kitlelerin
gönüllerine tesir etmeyi başarmıştır. İslâm kültür ve uygarlığının yüzyıllar boyunca geniş
coğrafî alanda hâkimiyet kurmasının sırrı da burada yatmaktadır. Bilindiği üzere gönüller
mânevî olarak fethedilmeden fizikî anlamda ülkelerin yönetim altına alınması mümkün
değildir. Bir şekilde cebrî olarak fethedilmiş olsa bile bunun sürekliliğini sağlamak da kolay
değildir. Dolayısıyla Müslümanların tarih boyunca gerçekleştirdiği fetihlerin arka planındaki
mânevi boyut göz ardı edilmemelidir. Böyle bir mânevî dinamizmin artmasında gönüllere hitab
eden mutasavvıfların büyük katkıları olmuştur.
B. Birlikte Yaşama Ahlâkına Dair Hacı Bektâş-ı Velî, Mevlânâ ve Yûnus Emre’den
Örnekler
Rûhen ve mânen sağlıklı toplumların oluşması için, öncelikle bireylerin iç âleminde
aradığı huzuru yakalayabilmesi büyük önem arz eder. Çünkü sevgi, hoşgörü ve güven temeline
dayalı toplumu, ancak olgun ahlâka sahip kişiler meydana getirir. Mevlânâ, Yunus Emre, Hacı
Bektâş-ı Velî gibi mutasavvıflar yüzyıllar boyunca sevgi, birlik ve kardeşlik duyguları etrafında
tüm insanlığı birleştirmede önemli görev üstlenmişlerdir. Bu anlamda onlar, evrensel nitelikteki
engin hoşgörü anlayışının dünya çapındaki temsilcileridir. Adı geçen mutasavvıflar, toplumsal
huzurun gerçekleşmesi için insanların gönlüne Hak ve halk sevgisini yerleştirmeye özen
göstermişlerdir.
Kendini bilen, tanıyan, sorumluluklarının farkında olan, hoşgörülü ahlâka sahip
bireylerin hem kendileri mutludur, hem de toplumu mutlu ederler. Bu anlamda tasavvufun
gayesi kalben ve rûhen insanın iç dünyasını imâr ederek kâmil mânâda insan yetiştirmektir.
İnsanların huzur içinde bir arada yaşayabilmesi için, her ferdin önce kendisini tanıması gerekir.
Çünkü insan kendisini tanıdıkça ve yaratılış özelliklerinin farkına vardıkça “ben” duygusunun
yerini “biz” duygusu almaya başlar. Birlikte yaşama anlayışı, aynı zamanda gelecekte de bir
arada olma anlamına geldiği için, böyle bir sürecin toplumsal, kültürel, dinî ve ahlâkî
temellerinin sağlam olarak atılması gerekir. Bilindiği üzere yaratılış gayesinin farkında olmayan
insan, kendi dışındaki dünyayı da tam olarak algılayamaz. İnsan ancak kendini tanıma
sürecinin ardından Rabbini ve âlem içindeki yerini anlamlandırmaya başlar. İnsanın kendisini
tanımasıyla ilgili olarak tasavvuf literatüründeki “ma‘rifet-i nefs” kavramı12, “Nefsini bilen
9 Besim Özcan, “1855 Bursa Depreminde Mağduriyetleri Giderilen Gayrimüslimlerin Şükran İfadeleri”, Yeni Türkiye
Ermeni Özel Sayısı II, Mart- Nisan 2001, c. 38, ss. 719-725. 10 Urfalı Mateos Vekayi-Nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162) (çev, Hrant D. Andreasyan), Ankara: Türk
Tarih Kurumu Basımevi, 1987, s. 176. 11 Urfalı Mateos Vekayi-Nâmesi, s. 178. 12 Ma‘rifet-i nefs kavramıyla ilgili bilgi için bkz., Süleyman Uludağ, “Ma‘rifet-i nefs”, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 28, s. 56-
57.
İslâm Tarihinde Birlikte Yaşama Ahlâkına Tasavvuf Düşüncesinin Katkısı (Hacı Bektâş-I Velî, Mevlânâ ve… 285
Rabbini bilir.”13 ifadesi ile özdeşleşmiştir. Yûnus Emre söz konusu hadîs-i şerîfi şöyle
yorumlamıştır:
Men ‘arefe nefsehu fekad ‘arefe Rabbehu
Bildüm bunı buldum anı inkâr iden gelsün berü14
Hz. Peygamber’in zikrettiği hadîste geçen nefs kavramı ile kişinin iç dünyası, öz varlığı,
cânı, rûhu ve zâtı kastedilmektedir ki, bu ifadelerin her biri hemen hemen aynı anlamda
kullanılmaktadır. Hadîsteki ibârelerden anlaşılan mânâ şudur ki, kim özünde ârif olursa yani iç
âlemini yakından tanırsa Rabbini de tanımış olur. Çünkü rûh, mutlak olan Zât-ı İlâhi’ye aittir.
Böylece insan varlık âlemine gelişindeki Zât-ı ilâhi’yi idrâk ederek ve Rabbini tanıyarak özle
özü buluşturmuş olur.15
Yûnus Emre’ye göre kişi, varlığının hakîkatinin farkında değil ise zâhirî yönü itibâriyle
âlim de olsa okuyup öğrendiklerinin pek bir anlamı yoktur. O, bu husustaki düşüncelerini şu
şiiriyle dile getirir:
‘İlim’, ilim bilmekdür, ‘ilim’ kendin bilmekdür
Sen kendüni bilmezsin, yâ niçe okumakdur
Okumakdan ma’nî ne, kişi Hakk’ı bilmekdür
Çün okudun, bilmezsin, hâ bir kurı emekdür
Okıdum bildüm dime, çok tâ‘at kıldum dime
Eri Hak bilmezisen, ‘abes yire yilmekdür16
İlgili dizelerde de ifade edildiği üzere Yûnus Emre’ye göre ilim; bilmek, idrâk etmek ve
hakîkatin farkına varmak demektir. Ona göre kişinin bu yönde bir çabası yoksa bütün
okudukları boşa gitmiş demektir. Diğer mısrada geçen “Çok şey okudum, bildim deme, çok
ibadet yaptım deme” ifadeleriyle eğer kişi, hakkı bilmez ise okumak için boş yere yorulup,
zahmet çekmiştir. Dolayısıyla kişi, varlık âlemindeki yerini, Hak ve halk ile olan ilişkilerini
anlamlandırabilmesi için öncelikle kendisini tanımaya ihtiyacı vardır. Çünkü kişi kendisini
tanıdıkça Allah’a olan muhabbeti ve diğer varlıklara sevgisi o nispette artacaktır.
Bilindiği üzere muhabbetin, kaynaşmanın, dayanışmanın bir toplumda hâkim olması
için, sevgi sözcüklerinin sadece dil ile ifadesi yeterli değildir. Bunun vicdanlarda da toplumun
geneli tarafından kabul görmesi ve hayata geçirilmesi gerekir. Elbette bu bahsedilen hususun
gerçekleşmesi kolay değildir. Bu anlamada evrensel sevgi anlayışının yüreklerde yer edinmesi
için, ilâhi aşk hamurunu Yûnus’un kalbinde yoğuran Tabduk Emre gibi meşâyıha ihtiyaç
vardır. Çünkü böyle bir sevginin tezahürü nitelikli şeyhlerin eliyle gerçekleşir. Aynı şekilde
Mevlânâ’nın ilâhi aşkının da temelinde Şems-i Tebrizî’nin mânevî gücü vardır. Mutasavvıflar,
toplum içinde huzuru sağlamanın yolu olarak öncelikle mürşid terbiyesi ile insanın iç
dünyasında nefs ve ruh dengesinin sağlam temellere oturtulmuş olmasını öngörmüşlerdir.
Meselâ, Yûnus Emre, şeyhinin kapısında mânevî makamlarda büyük merhaleler kat ettiğini şu
şiiriyle dile getirir:
Kurıyıduk yaş olduk, ayagıduk baş olduk
Kanatlanduk kuş olduk, uçduk el-hamdüli’llâh
Tapdug’un tapusında kul olduk kapusında
13 Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, Halep, ts., II, 361, (had. no. 2532). 14 Yûnus Emre, Dîvân-ı İlâhîyât, (Mustafa Tatçı), İstanbul: Kapı Yay. 2012, s. 418, byt no: 5. 15 Yûnus Emre, Yûnus Emre Dîvânı ve Şerhi, (şerh:M. Efdal Emre), İstanbul: Gelenek Yay., 2013, s. 345. 16 Yûnus Emre, Dîvân-ı İlâhîyât, s. 197, byt no: 1,2,3.
286
Nuran ÇETİN
Yûnus miskîn çigidük bişdük el-hamdüli’llâh17
Yûnus Emre, tasavvufî terbiye vasıtasıyla mürşidinden edindiği o coşkun feyizle âdetâ
kabına sığmaz bir hâle gelir. Bu noktadan itibaren o, ilâhi aşkla hemhâl olmaya başlamıştır ki,
bu durumunu şu ifadeleriyle özetler:
Hak’dan gelen şerbeti içdük el-hamdüli’llâh
Şol kudret denizini geçdük el-hamdülli’llâh
Dirildük bınar oluk, irkildük ırmag olduk
Akduk denize tolduk, taşduk el-hamdüli’llâh18
Burada “Hak’dan gelen şerbet”ten maksat, tüm tevhid makamlarını içinde barındıran
zikr-i hakîkî’dir ki onda “Ene’l Hak” sırrı gizlidir ve bu aynı zamanda Aşk-ı ilâhi’dir. Kim bu
sırr-ı mânevî’den içerse, o kişinin bir daha Hak’tan ayrılmasına imkân yoktur. “Şol kudret
denizi”nden kasıt ise “Aşk-ı İlâhi”de yol alırken akıl ve nefse dair engellerdir.19
Yûnus Emre’ye göre aşktan nasibi olmayan gönül, âdeta taş gibidir. Ne kadar yumuşak
ifadeler kullansa da dilinden savaş ve çatışmayı andıran ifadeler dökülür. Aşkı barındıran
gönül ise yumuşayan bir mum gibidir. Aşkla yoğrulmamış gönüller ise çok sert geçen kışa
benzer. Yûnus Emre’nin insanın gönül dünyasındaki değişimini anlatan şiirindeki ifadeler
şöyledir:
İşidün iy yârenler ‘ışk bir güneşe benzer
‘Işkı olmayan gönül, misâl-i taşa benzer
Taş gönülde ne biter, dilinde agu düter
Niçe yumşak söylese sözi savaşa benzer
‘Işkı var gönül yanar, yumuşanur muma döner
Taş gönüller kararmış, sarp-katı kışa benzer
Geç Yûnus endîşeden, ne gerek bu pîşeden
Ere ‘ışk gerek önden andan dervîşe benzer20
Sevgi ve hoşgörünün sembolü olan Hacı Bektâş-ı Velî (ö.669/1271), Mevlânâ Celâleddin
Rûmî (ö.672/1273) ve Yûnus Emre (ö.720/1320) gibi mutasavvıflar, geleneğimizdeki birlikte
yaşama tecrübesine büyük bir katkıda bulunmuşlardır. Her şeyden önce insana insan olarak
değer vermişler ve böylece farklı din, dil, etnik, kültürel kimlikleri bir arada kaynaştırmanın
simgesi olmuşlardır. Çalışmamızda bu üç mutasavvıfın kimliği ve kişiliğinden ziyade, bir arada
yaşama ahlâkına dair eserlerinde verdikleri görüşler ele alınacaktır.
a) Hacı Bektâş-ı Velî (ö.669/1271)’ye Göre Birlikte Yaşama Ahlâkı
Tasavvuf tarihimizin önemli isimlerinden olan Hacı Bektâş-ı Velî’nin görüşlerinin
temelinde sevgi ve hoşgörünün önemli bir yeri vardır. Hacı Bektâş-ı Velî’nin hoşgörüsü o kadar
geniş kapsamlıdır ki, sadece insanları değil, tüm canlıları kapsar. Bu anlamda o, kâinattaki tüm
17 Yûnus Emre, Dîvân-ı İlâhîyât, s. 424, byt no: 3,8. 18 Yûnus Emre, Dîvân-ı İlâhîyât, s. 424, byt no: 1,7. 19 Yûnus Emre, Yûnus Emre Dîvânı ve Şerhi, s. 848. 20 Yûnus Emre, Dîvân-ı İlâhîyât, s. 169, byt no:1,2 3,9.
İslâm Tarihinde Birlikte Yaşama Ahlâkına Tasavvuf Düşüncesinin Katkısı (Hacı Bektâş-I Velî, Mevlânâ ve… 287
varlıkların sevilmesi gerektiğini şu sözleriyle ifade eder: “Marulu seviyorsan gübreyi de hoş
görmeyi bilmelisin.”21
Birlikte yaşama ahlâkının toplumda yerleşmesi için, öncelikle insanların gönül
hanesinin sağlam inşâ edilmesi gerekir. Hacı Bektâş-ı Velî’ye göre gönül büyük bir şehirdir.
Allah Teâlâ’nın yerden arşa kadar yarattığı her şey, o şehirde mevcuttur. Mânevî anlamda
büyük olan o şehirde, biri Rahmânî diğeri şeytânî olmak üzere iki sultan bulunmaktadır.22
Dolayısıyla insan, hayatını bu iki sultandan birine tabi olarak geçirir. Nitekim Hacı Bektâş-ı
Velî’ye göre geçmiş ömrümüz Safa’ya, kalan ömrümüz Merve’ye benzer. Pişmanlık duyguları
ile kalan ömrümüzü Hakk’a kullukla geçirmek, Safa ile Merve arasında gidip gelmeye benzer.
Af dileyerek yürümek ise Kâbe’yi tavaf etmeye benzer.23
Hacı Bektâş-ı Velî’nin öğretilerinin temeline inildiğinde onun insanı, insan yapan
değerler üzerinde önemle durduğu görülmektedir. Bu değerler sisteminin ilk basamağı hiç
şüphesiz ki insanın kendisini tanımasıdır. Çünkü kendini bilen kişi, aynı zamanda haddini de
bileceğinden kin, nefret, bencillik gibi hususlardan uzak durur.
Her türlü kibir ve gururdan arınmış mütevazı bireylerin oluşturduğu toplumda elbette
ki hoşgörü, dayanışma, yardımlaşma duyguları daha fazla artacaktır. Bu anlamda Bektâşî
anlayışında mütevazı olmanın gereği olarak “toprak olmak” ifadesi büyük önem arz
etmektedir. Çünkü toprak, bağrında bulundurduğu her türlü bereket ve güzellik ihtişama
rağmen yerdedir ve çiğnenir. Bu anlamda toprak, tevazuun bir simgesi olarak kabul
edilmektedir.
Hacı Bektâşî Velî Makâlât adlı eserinde tarîkatın öğretilerini “dört kapı”, “kırk makam”
olarak düzenlemiştir. “Dört kapı” ile kastedilen “şerîat”, “tarîkat”, “ma‘rifet” ve “hakîkat”
kapısıdır. Bu zikredilenlerin her biri on bölüm halinde toplam kırk makamdan oluşmaktadır.24
Bu anlamda hakîkat kapısının birinci makamı toprak olmaktır.25 Ona göre toprak olanlar
muhibler’dir. Onların aslı topraktandır. Toprak, aynı zamanda rızâya teslim olmuş demektir.
Bu anlamda muhibler, Hakk’a boyun eğen ve O’ndan gelene razı olmuş kişilerdir.26
Hacı Bektâş-ı Velî’nin ifade ettiği Hakîkat kapısının ikinci makamı ise yetmiş iki millete
aynı nazarla bakmak ve kimseyi yaratılışa dayalı farklılıklarından dolayı ayıplamamaktır.27
Hoşgörü temeline dayalı böyle bir anlayış, herhangi bir din, dil, ırk, inanç ve düşünce ayrılığı
gözetmeden tüm insanlığı evrensel sevgi ile kucaklamak demektir.
Hacı Bektâş-ı Velî, birlikte yaşama ahlâkının vazgeçilmezlerinden olan dört tür
cömertlikten bahseder: Birincisi mal cömertliği, zenginlerde bulunur. İkincisi beden cömertliği,
gazilerde bulunur. Üçüncüsü can cömertliği âşıklarda, dördüncüsü gönül cömertliği, âriflerde
bulunur.28 Hacı Bektâş-ı Velî, zikredilen yüce makamlara ulaşmak için, önemli bir araç olan
aklın üç korumasından bahseder: Ona göre aklın birinci koruması sabırdır. İkinci koruması
hayâ yani utanmaktır. Üçüncü koruması ise kanaattir. İşte şeytan bu üç korumadan korktuğu
21 Aburrahman Güzel, “Hacı Bektâş-ı Velî’nin Tarihi Kişiliği ve Türk Kültürü Üzerindeki Etkileri”, Hacı Bektâş-ı Velî’nin
Tarihsel Kimliği, Düşünce Sistemi ve Etkileri III. Uluslararası Türk Kültürü ve Hacı Bektâş-ı Velî Sempozyumu (30-31 Ekim 2009,
Üsküp), 2009, s.41. 22 Hacı Bektâş-ı Velî, Makâlât, (hazırlayanlar: Ali Yılmaz, Mehmet Akkış, Ali Öztürk), Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı
Yay., 2007, s. 85. 23 Hacı Bektâş-ı Velî, Makâlât, s. 105. 24 Hacı Bektâş-ı Velî, Makâlât, s. 27. 25 Hacı Bektâş-ı Velî, Makâlât, s. 78. 26 Hacı Bektâş-ı Velî, Makâlât, s. 52. 27 Hacı Bektâş-ı Velî, Makâlât, s. 78. 28 Hacı Bektâş-ı Velî, Makâlât, s. 60.
288
Nuran ÇETİN
için sürekli mağlup olur.29 Hacı Bektâş-ı Velî’ye göre kalbin sağ tarafında yedi kale vardır. Her
kaleye Allah Teâlâ bir muhafız vekil koymuştur. Muhâfızların adı şöyledir: İlk muhâfızın adı
ilimdir. İkinci muhâfızın adı cömertliktir. Üçüncüsü ar yani hayâ, dördüncüsü sabır, beşincisi
perhizkârlık, altıncısı korku, yedincisi ise edeptir.30
Toplumda ayrıştırmaya sebep olan hususlardan kaçınmak için, Bektâşîlikte inanç
farklılıklarına büyük bir hoşgörü ile yaklaşılmıştır. Söz konusu tarîkatta kimse inancından
dolayı kınanmamış ve kendi inançlarının benimsetilmesi noktasında herhangi bir zorlamaya
gidilmemiştir. Bu anlamda Bektâşîlere göre insanlar, inanç bakımından Allah’a agâh olanlar
(Allah’ı bilenler) ve Allah’a nadân olanlar (Allah’ı bilmeyenler) olarak iki kategoriye
ayırmıştır.31
Bektâşî anlayışında sosyal düzenin sağlanması noktasında eğitime büyük önem
verilmiştir. Toplumdaki ahlâkî olgunluğun, hayr ve iyiliğin temeli eğitime dayandığı için,
“çerağ” bu tarîkatin önemli sembollerinden biri olmuştur. Bektâşîliğe göre insan, ancak eğitimle
aydınlanıp, karanlıklardan kurtulabilir. Onlara göre aydınlığın yani iyiliğin olduğu yerde
kötülük olmaz. Bundan dolayı söz konusu tarîkatta kötülüğü yok etme anlamındaki nefs ile
cihad büyük önem kazanır.32
Toplumda birlikteliği zedeleyen hususlar genel itibariyle haset, kin, nefret ve intikam
gibi duyguların giderek yaygınlık kazanmasıdır. Toplumdaki çatışma kültürünün ortadan
kalkması bakımından Hacı Bektâş-ı Velî’nin “incinsen de incitme” sözü büyük önem arz
etmektedir. Bununla birlikte Bektâşî usûl ve erkânında yer alan “eline, diline, beline sahip ol”
öğretisi de toplumsal ahlâk kurallarının önemli bir zeminini oluşturur. Bu ifadelerde yer alan
‘beline’ sözcüğü sonu kötülüğe varacak bir düşünce ve eylem içinde olmayıp, daima iyi
davranışlarla meşgul olmak anlamında kullanılmıştır. 33
Bektâşî anlayışında, Allah’a inanan kişi âlemdeki her varlığa iyi düşüncelerle
bakmalıdır. Çünkü her şeyi Allah yaratmıştır. Fakat insan iyilik dururken kötülüğü tercih
etmişse, diğer insanlara düşen, onu Allah’a havâle etmek olmalıdır. Hiç şüphesiz ki Allah,
insanı yapıp ettiklerinden dolayı hesaba çekecektir. Dolayısıyla kötülerin cezalandırıcısı ve
yargılayıcısı insan olmamalıdır. Bu hususta insanın sorumluluğu, kötülüğe düşen kardeşini
kötülükten arındırıp eğitmek olmalıdır. İnsan, aslında özü itibariyle iyidir ve ebette arınabilir.
Bektâşîlere göre iyi insan-kötü insan kavramı da söz konusu değildir. Bu anlamda eylemi iyi
olana iyi insan, davranış yönünden kötü olana da kötü insan denir. Yani fillerin kötülüğü ve
iyiliği söz konusu olmaktadır. Bu anlamda insanı ancak dünyevî ihtiraslar ve kişisel çıkarlar
kötü durumu getirir. Dolayısıyla insan, kötü hale düşmemek için eğitim almalı, bilgisini
arttırmalı, daha olgun ve ilim irfan sahibi bir kişi olmak için çaba harcamalıdır. Bektâşîliğin
anlayışını benimseyen bir kişi, nefsini eğiterek daha yumuşak huylu olmalı, yıkıcı söz ve
davranışlardan kaçınarak güncel hayatta daha yapıcı bir rûh hâli sergilemelidir. Her inanç ve
fikirden olan insanlara engin hoşgörü çerçevesinde yaklaşmalıdır. Herhangi bir ayırım
yapmadan sadece insan olma özelliği ile insana büyük saygı duymalıdır.34
29 Hacı Bektâş-ı Velî, Makâlât, s. 67. 30 Hacı Bektâş-ı Velî, Makâlât, s. 85. 31 Belkıs Temren, Bektâşîliğin Eğitsel ve Kültürel Boyutu, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay., 1995, s. 183-184. 32 Temren, Bektâşîliğin Eğitsel ve Kültürel Boyutu, s. 197. 33 Temren, Bektâşîliğin Eğitsel ve Kültürel Boyutu, s. 198. 34 Temren, Bektâşîliğin Eğitsel ve Kültürel Boyutu, s. 200-204.
İslâm Tarihinde Birlikte Yaşama Ahlâkına Tasavvuf Düşüncesinin Katkısı (Hacı Bektâş-I Velî, Mevlânâ ve… 289
b) Mevlânâ (ö.672/1273)’ya Göre Birlikte Yaşama Ahlâkı
Mevlânâ’nın duygu ve düşünce dünyasının temelinde insanı merkeze alan söylemler
öne çıkar. İnsanın gönül hânesi ile yakından ilgilenen Mevlânâ, toplumsal ahlâka dair konulara
da önem vermiştir.
Mevlânâ’nın birlikte yaşama ahlâkına dair düşünceleri tetkik edildiğinde, ona nisbet
edilen35 şu evrensel çağrısı ilk olarak akla gelmektedir.
Yine gel, yine gel! Kim olursan ol, yine gel!
Kâfir, mecûsî, putperset olsan da yine gel!
Bu bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da gel!36
Zikredilen rubâî ile ilgili olarak, Mevlânâ üzerine çalışmalar yapan Sâfî Arpaguş şu
ifadelere yer vermektedir: “Mevlânâ’nın sınırsız hoşgörü anlayışı, bazı çevreler tarafından
hafife alınmaktadır. Aslında Gel! Gel! hitâbı Mevlânâ’nın temel düşünce sistemine bakıldığında
çok fazla tezat teşkil etmediği görülmektedir. Bu evrensel çağrı, Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan
‘Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin’37 âyetinin bir tercümesi gibidir. Bu bağlamda
Mevlânâ, bütüncül bir bakış açısıyla ele alınmadığında, inanç ve düşünce dünyasına tam olarak
yer verilmediğinde bu hitâbın değeri anlaşılmaz. Dolayısıyla, böyle bir hitâbı genelde İslâm’a
özelde tasavvufî düşünceye hatta Mevlevîliğe yapılmış bir çağrı olarak kabul etmek daha
isabetli olur. Bir başka açıdan bakıldığında ise bu çağrı ile Mevlânâ’nın, muhatab aldığı insanı
asla kaybetmek istemediğinin, ona yaratılış gayesini hissettirerek doğru yola yöneltmek
istediğinin de bir göstergesidir.”38
Mevlânâ, hangi kimlikten, dinden, dilden, etnik gruptan olursa olsun tüm insanlığı
Hakk’ın nûrunun bir eseri olarak kabul ettiği için, kişinin ırkına veya görüntüsüne bakarak
değerlendirilmesini asla kabul etmez. Çünkü o, insanın dış görünüşüne değil düşüncesine
önem verir. Onun bu konudaki ifadeleri şöyledir: “Her şeyin sûretini bırak, mânâya bak! Hacca
gidersen hac yoldaşı ara. Ama ha Hintli olmuş, ha Türk, ha Arap. Onun şekline rengine, bakma;
azmine ve maksadına bak.”39 Bir başka benzer ifadesi de şöyledir: “Ancak içyüzüne ehemmiyet
verenler mânâ denizini bulmuşlardır.”40 İnsanlara fıtrata dayalı farklılıklarından dolayı
herhangi bir ayrım yapılmayacağını ifade ederek, Mevlânâ toplumsal anlamda bütünleşmenin
birlik ve beraberliğin önemini vurgular. Yüksek hakîkate ulaşmak için şekil ve sûretin öneminin
olmadığını ise Mevlânâ şu ifadelerle dile getirir: “Eğer insan, şekli ve sûreti ile aynı olsaydı;
Hz. Ahmed (sav) ile Ebû Cehil bir olurdu, aralarında fark olmazdı.”41
Mevlânâ’ya göre dış görünüşler farklı farklı çok çeşitli olsa da rûhlar birdir. Kardeşlik
duyguları da rûha dayalı birliğin yansımalarından meydana gelir. Bu husustaki düşüncelerini
35 Kaynağı tam olarak bilinmeyen fakat daha çok Mevlânâ’ya nispet edilen bu rubâînin Ebû Said-i Ebu’l- Hayr’a
atfedildiği olmuştur. Bilgi için bkz., Yakup Şafak, “Mevlânâ’ya Atfedilen ‘Yine Gel…’ Rubâîsine Dair”, Tasavvuf İlmi ve
Akademik Araştırma Dergisi, Yıl: 2009, sayı: 24, ss. 75-80. Bu hususa dair bir başka çalışmada ise söz konusu rubâînin
Mevlânâ’ya ait en eski divânlarda yazılı olduğu, dolayısıyla Mevlânâ’nın öncesinde veya sonrasında yaşamış bir başka
şâire bunun atfedilmesinin doğru olmadığı bildirilmiştir. Bkz. Mehmet Önder, “Bir İddiaya Cevap: (Yine Gel, Yine
Gel…) Rubâîsi Mevlânâ’nındır…”, I. Milletlerarası Mevlânâ Kongeresi, 3-5 Mayıs 1987, Selçuk Üniversitesi, 1988, ss. 117-
122. 36 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Rubâîler, (trc. Abdülbâki Gölpınarlı), Ankara, 1982, s. 23. 37 Zümer Sûresi, 39/53. 38 Sâfî Arpaguş, “Mevlânâ Celâleddin Rûmî (1207-1273)”, İSTEM: İslâm San’at, Tarih, Edebiyat ve Mûsikîsi Dergisi, 2007, c.
V, Sy: 10, s. 107. 39 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevî, (çev. Veled İzbudak), İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, 2001, c. I, s. 232. 40 Mevlânâ, Mesnevî, c. I, s. 219. 41 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevî, (trc. Şefik Can), İstanbul: Ötüken Yay., 1999, c.1-2, s. 61.
290
Nuran ÇETİN
şu ifadelerle dile getirir: “Müminler çok sayılıdır ama imanları birdir. Bedenleri de ayrı ayrıdır,
çok sayılıdır; fakat rûhları birdir ve kardeştir. Çünkü aynı yerden gelmişlerdir.”42
Mevlânâ’nın evrensel sevgi ve hoşgörü eksenli kardeşlik anlayışının temelinde Allah’a
olan sınırsız aşkı, Kur’ân’a43 ve Hz. Peygamber’e olan sonsuz bağlılığı yer almaktadır. Bu
anlamda Kur’ân’a ve Hz. Peygamber’e sadâkatinin bir ifadesi olan Mevlânâ’nın şu sözleri çok
meşhurdur.
Ben sağ olduğum müddetçe Kur’ân’ın kölesiyim.
Ben Muhammed Muhtâr’ın yolunun tozuyum.
Benim sözümden bundan başkasını kim naklederse,
Ben ondan da bîzârım, o sözlerden de bîzârım.44
Mevlânâ, yaratılışı gereği mânevî anlamda büyük bir değere sahip olan insanın kendi
kıymetini tam olarak bilemediğini şu ifadelerle belirtir: “Ey insan, sen görünüşte maddî
varlığınla küçük bir âlemsin. Fakat mânen, gerçek varlığınla, daha büyük âlemsin.”45 Bu
anlamda insan, sûreti bakımından toprak olsa da mânâsı toprak olmaz.46 Bu husus ancak insân-ı
kâmil olgunluğuna ulaşabilenler için geçerlidir. Bunun için kişinin kendisini tanıması ve
kendinde bulunan o cevheri araması gerektiğini ise şu ifadelerle zikreder: “Bu dünya fânîdir,
geçicidir. Aradığını geçici olmayan sebatlı ve kararlı âlemde ara. Senin görünüşün, şeklin
sıfırdır, hiçtir; sen kendi mânânı sende bulunanı ara.”47
Eseri Mesnevî48 ile özdeşleşen Mevlânâ, kâmil vasıflarla donatılan insanı edeb ve güzel
ahlâkla ilişkilendirir. Mevlânâ, yaklaşık yirmi beş bin beyitten müteşekkil eserlerinde
sembollerle, temsilî ifadelerle, hikâye ve benzetmeler yoluyla sevgi konusunu özellikle
vurgular. Ona göre her şeyin temelinde sevgi vardır. Kâinatın varlık noktası da devamı da
budur. Gönülden gönüle bir pencere olduğunu söyleyen49 Mevlânâ’ya göre insan, insan olma
gururunu ancak sevgi ile yaşayabilir. Onun bu konudaki görüşleri şöyledir:
Sevgiden acılıklar tatlılaşır, sevgiden bakırlar altın kesilir.
Sevgiden tortulu, bulanık sular arı duru bir hale gelir.
Sevgiden dertler şifa bulur, sağlığa kavuşur.
Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur.50
42 Mevlânâ, Mesnevî, (trc. Şefik Can), c. 3-4, s. 408. 43 Mevlânâ’nın Kur’ân’a olan bağlılığını ele almak anlamında şöyle bir değerlendirmede bulunulmuştur. Mevlânâ
meşhûr eseri Mesnevî’de 420’si lâfzen ve 272 meâlen olmak üzere yaklaşık olarak 700 âyete yer vermiştir. Telmih ve
işâret yolu ile zikrettikleri ile birlikte bu 1500 âyete kadar ulaşır. Bu da Kur’ân’ın ¼’nü oluşturmaktadır. Nitekim
sohbetlerinden oluşan Fîhi Mâ Fîh adlı eserinde de 148 âyet, 94 hadis yer almaktadır. Necmettin Mehmet Bardakçı,
“Mevlânâ’nın Tasavvufî Düşüncesi’nin Kaynakları”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, 2007, c. VIII, sayı: 19, s.
57-58. 44 Mevlânâ Celâleddiîn Rûmî, Divân-ı Kebîr, (haz. Abdülbâki Gölpınarlı), I-VII, Ankara: Kültür Bakanlığı Yay., 2000, c.
II, s. 1341; Şefik Can, Hz. Mevlânâ’nın Rubâîleri, Ankara 2001, s. 1311. 45 Mevlânâ, Mesnevî, (trc. Şefik Can), c. 3-4, s. 417. 46 Mevlânâ, Mesnevî, (trc. Şefik Can), c. 5-6, s. 343. 47 Mevlânâ, Mesnevî, (trc. Şefik Can), c.-1-2, s. 156. 48 Mesnevî’nin temel özelliklerinin ele alındığı bir çalışmada onun, bu kadar popüler olmasının sebepleri şu şekilde
zikredilmiştir: 1-Eser hem dünya hem ahiret saadetini hazırlamaya vesile olmak maksadıyla kaleme alınmıştır. 2-Az ve
özlü ifadelerle büyük mânâlar içermektedir. 3-Keşf ehli bir mürşidi-i kâmil’in elinden çıktığı için Allah’ın ihsan
buyurduğu ilhâm yolu ile yazılmıştır. 4-Eserde yer alan hikâyeler, kıssadan hisse çıkarmak için, birer vasıta olarak
kullanılmıştır. 5-Tasavvufî remz ve semboller bâtın ehlinin kolaylıkla anlayabileceği mevzulardır. 6-Maksadın daha iyi
anlaşılabilmesi için konular zıtlarla temas kurularak ele alınmıştır. Bilgi için bkz., Neclâ Pekolcay, “Mevlânâ’nın
Mesnevî’sinde Edeb ve İnsan”, I. Millî Mevlânâ Kongresi, 3-5 Mayıs 1985, Selçuk Üniversitesi, 1986, s. 355. 49 Mevlânâ, Mesnevî, c. III, s. 359. 50 Mevlânâ, Mesnevî, c. II, s. 117.
İslâm Tarihinde Birlikte Yaşama Ahlâkına Tasavvuf Düşüncesinin Katkısı (Hacı Bektâş-I Velî, Mevlânâ ve… 291
Sevginin sadece düşünceden ibaret olmadığını, onun bir de eylem boyutunun
olduğunu ise Mevlânâ şu ifadeleriyle dile getirir: “Sevgi, düşünce ve mânâdan ibaret olsaydı
senin oruç ve namazının zâhirî sûretleri de kalmaz, yok olurdu.”51
Mevlânâ’nın sevgi ekseninde bir arada yaşamaya dair hemen herkes tarafından bilinen
yedi öğüdü ise şöyledir:
Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol!
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol!
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol!
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol!
Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol!
Hoşgörülülükte deniz gibi ol!
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol! 52
Mevlânâ’ya atfedilen yedi öğüt, aslında yedi evrensel nitelikteki erdemi dile
getirmektedir. Cömertlik, hoşgörü, hilm, tevazu, doğruluk ve dürüstlük gibi ahlâkî değerler,
hemen her insanın gerçekleştirmeye çalıştığı öncelikli faziletlerdir.
Mevlânâ, bahsedilen değerlerden uzaklaşıldığında ortaya çıkan ayrılığı ise şu ifadelerle
dile getirir:
Ayrılık yüzünden topraklar bile çoraklaşır…
Sular bile sararır, kokar bulanır!53
Mevlânâ toplumda var olan kavga ve çatışmaların sebebinin dünyevî menfaat ve hırslar
olduğunu şu olayla izah etmiştir. Bir gün Mevlânâ talebeleriyle birlikte Konya’da yıkık bir evin
önünden geçerken beş on köpeğin burayı mekân tuttuğunu ve güzel güzel geçindiklerini görür.
Öğrencileri Mevlânâ’ya der ki: Şu bizim aşağıladığımız köpekler bile, biz insanlardan daha iyi
geçiniyorlar.” Bu ifade üzerine Mevlânâ cevap vermez. Bir öğrencisini gönderip kasaptan ciğer
getirtir ve köpeklerin arasına ciğer atar. Ciğeri kapmaya çalışan köpekler, âdetâ birbirlerini
parçalarcasına kavgaya tutuşurlar. Mevlânâ öğrencilere dönüp der ki: “Gördünüz mü? Dünya
malına tapan insanların dostlukları da böyledir. Arada herhangi bir menfaat yokken güzel
güzel geçinirler; ancak aralarına maddî-mânevî bir dünyalık girince birbirleriyle kavga eder
dururlar. O zaman da insanlıktan çıkıp bu hayvanların safına geçerler.” 54
Evrensel hakikatleri öne çıkaran şahsiyetler aslında Allah’ın yeryüzüne birer
armağanıdır.55 Bunların değeri iyi bilinmeli ve geleceğe iyi taşınmalıdır. Özellikle günümüzde
yaşanan fikir ayrılıkları, savaş, kargaşa, kavga, çatışma gibi olumsuz durumlar karşısında
Mevlânâ gibi toplumu dinî, sosyal ve kültürel yönden ayakta tutmayı başaran, İslâm’ın temel
ilkelerini en güzel şekilde yorumlayıp aktarabilen mâneviyât önderlerinin ışığına her
zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır.
Mevlânâ, din, dil ve ırk ayrımı yapmaksızın tüm insanlığı ortak kardeşlik duyguları
etrafında buluşturur. Bunu yaparken sevgi ve barışı sembolize eden İslam’ı temel alır. Bir
pergel misâli bir ayağı İslâm hakîkati üzerinde sabit dururken, diğer ayağı ile yetmiş iki milleti
51 Mevlânâ, Mesnevî, c. I, s. 211. 52 Mevlânâ’ya atfedilen yedi öğüt hakkında bilgi için bkz., Cafer Sadık Yaran,“Mevlânâ’nın Yedi Öğüdü: Evrensel
Erdemler, Kozmik Temellendirmeler ve Aidiyet Meselesi”, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007, Sy: 16, s.
21-48. 53 Mevlânâ, Mesnevî, c. III, s. 301. 54 Ahmed Eflâki, Menâkibü’l-Ârifîn, (çev: Tahsin Yazıcı), I-II, İstanbul: MEB Yay, 1989, c. I, 205-207. 55 Nezihe Araz, Mevlânâ’nın Evrenselliği Üzerine, II. Milletlerarası Mevlânâ Kongeresi 3-5 Mayıs 1990, Selçuk
Üniversitesi, 1991, s. 119.
292
Nuran ÇETİN
dolaşır. Tüm insanlığı kucaklayıcı ifadeleri ile yüreklere hitap eder.56 Ona göre bütün sevgiler
ve lütuflar Hakk’ın birer eserdir.57 Kişi bu güzelliğe sahip çıktığı müddetçe Hakk’ın ihsanı o kişi
ile ayrılmayacak şekilde bütünleşir. Kâmil insandaki marifetleri ve hikmetleri ilâhi tecellîlerin
bir tezahürü58 olarak kabul eden Mevlânâ’ya göre lütuf ve ihsanlar, kişide öyle yerleşir ki,
“âdetâ sen o olursun, o da sen olur.”59 ifadeleriyle bu durumu özetler.
c) Yûnus Emre (ö.720/1320)’ye Göre Birlikte Yaşama Ahlâkı
Milletlerin tarihinde yaşadıkları dönemde görüş ve düşünceleriyle insanlığa ufuk açan
ve ölümlerinden sonra da bu irşâd edici yönleri devam eden nadir şahsiyetler vardır. İşte
Yûnus Emre bunlardan birdir.
Yûnus Emre, keşf yoluyla edindiği birikimini sade Anadolu Türkçesi ile dile getiren bir
sûfidir. Onun şiirleri tetkik edildiğinde, Muhyiddin-i İbn Arabî tarafından sistemleştirilen
Vahde-i vücûd anlayışına yakın görüşler içerdiği görülür. “Yaratılanı yaratandan ötürü seven”
Yunus Emre din, dil, kültür farkı gözetmeksizin bütün insanlığı birleştirici düşüncesine şu
şiirinde yer verir:
Yitmiş iki millete birligile bakmayan
Şer’ile evliyâsa hakîkatde ‘âsîdür60
Bir gönül mimarı olan Yûnus Emre, maksadının gönüllerle hitâb etmek olduğunu şu
şiirinde belirtir:
Ben gelmedüm da‘vî içün, benim işüm sevi içün
Dostun evi gönüllerdür, gönüller yapmağa geldüm61
Biz sevdik âşık olduk sevildik ma‘şûk olduk
Her dem yine dirildik de sizden kim usanası62
Kur’ân’ın ifadesiyle Allah’ın halîfesi63 sıfatını üzerinde taşıyan insan, böyle yüce bir
makamda bulunduğu için temel görevi gönül yıkmak değil, gönül yapmak olmalıdır. Yûnus
Emre’ye göre gönül kıran kişi, istediği kadar ibadetleri eda etsin, yaptığı amellerinin Allah
katında bir değeri yoktur. O, bu hususa dair düşüncelerini şu şiiriyle ifade eder:
Ak sakallu pîr koca, bilmez ki hâli nice
Emek yimesin hacca, bir gönül yıkarısa,
Gönül Çalab’un tahtı, gönüle Çalap bahdı
İki cihân bed-bahtı, kim gönül yıkarısa64
Derviş kazan ye-yidür, bir gönül ele getür
Yüz Ka‘be’den yigrekdür, bir gönül ziyâreti65
56 Mevlânâ’nın insanlar üzerinde derin ve etkileyici gücünün olmasının önemli nedenleri: 1-Kur’ân’a olan bağlılığı 2-
Hz. Peygamber’in hadîslerinden ve sünnetinden aldığı ilhâm 3-Ele aldığı konulara olan vukûfiyeti 4-Söylemlerini şiirsel
ve özlü ifadelerle dile getirmesi 5-Engin düşünce dünyasını herkesin anlayabileceği ifadelerle dile getirmesi 6- Vecd ve
coşku içinde söylediklerini hâl ve gönül diliyle ifade etmesi 7-Konuların daha iyi anlaşılması için muhtelif hikâyelerle
detaylandırarak anlatması. Bilgi için bkz., Hasan Almaz, “Mevlânâ’nın Sözlerindeki Çekiciliğin Nedenleri”, Harran
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007, c. 12, Sy: 18, ss. 45-54. 57 Mevlânâ, Mesnevî, (trc. Şefik Can), c. 5-6, s. 551. 58 Mevlânâ, Mesnevî, (trc. Şefik Can), c. 5-6, s. 574. 59 Mevlânâ, Mesnevî, (trc. Şefik Can), c. 5-6, s. 568. 60 Yûnus Emre, Dîvân-ı İlâhîyât, s. 129, byt no: 4. 61 Yûnus Emre, Yûnus Emre Dîvânı ve Şerhi, s. 629. 62 Yûnus Emre, Yûnus Emre Dîvânı ve Şerhi, s. 72. 63 Bakara Sûresi, 2/30. 64 Yûnus Emre, Dîvân-ı İlâhîyât, s. 433, byt no: 3,5.
İslâm Tarihinde Birlikte Yaşama Ahlâkına Tasavvuf Düşüncesinin Katkısı (Hacı Bektâş-I Velî, Mevlânâ ve… 293
Bir kez gönül yıkdunısa, bu kıldugun namaz degül
Yetmiş iki millet dahi, elin yüzin yumaz degül.66
Yûnus Emre’ye göre gönül inciten kimse, istediği kadar namaz kılsın boşuna yorulmuş
olur. Çünkü ona göre namaz, sadece yatıp kalkmaktan ibaret değildir. İbadetin mânâ âlemine
uzanan bir boyutu vardır. Bu da gönül yıkarak değil, gönül kazanarak elde edilen bir süreçle
gerçekleşir. Ona göre aynı şekilde abdest de sadece yüzü yıkamaktan ibaret değildir. Nitekim
dünyadaki her insan zaten bir şekilde yüzünü yıkayıp temizliyor. O halde abdestteki anlam çok
daha farklıdır. Dolayısıyla abdest, insanın dış yani görünen yönünü arındırdığı gibi iç
dünyasını da arındırmalıdır.
Yûnus Emre, sadece şeklî anlamda İslâm’ı yaşamaktan ziyade rûha, öze ve kalbe dayalı
olarak dinî hakîkatlerin idrâk edilmesi gerektiğini şu ifadelerle vurular:
Yûnus Emre dir hoca gerekse var bin hacca
Hepisinden eyüce bir gönüle girmekdür67
Dervîşlik didükleri hırkayıla tâc degül
Gönlin dervîş eyleyen hırkaya muhtâc degül68
Bir gönlü yaptın ise, er eteğin tuttun ise,
Bir kez hayr ettin ise, binde bir ise az degil69
Yûnus Emre, insanın özünü, iç âlemini, gönül hanesini dikkate alan söylemlerinin
hakîkatte Kur’ân’a dayalı olduğunu şu dizelerde belirtir:
Halk içindür bu dil sözi gönüldedür dostun râzı
Gönül dosta söyledügi ne dir ise Kur’ân’ımış70
Yûnus Emre’ye göre insanı sevmek, değer vermek, ona karşı tahammüllü olmak,
Hakk’a giden yolculuktaki önemli vasıtadır. Bu yöndeki düşüncelerinin yer aldığı şiiri şöyledir:
Dervîş gönülsüz gerekdür sögene dilsüz gerekdür
Dögene elsüz gerekdür halkla berâber gerekmez71
Sevgiyi “sevelim sevilelim” şeklindeki iki kelime ile özetleyen Yûnus Emre’ye göre
insanların birbirini tanıması birbirleriyle tanışması çok önemlidir. O bu konudaki düşüncesini
şiirinde şöyle özetler:
Gelün tanşuk idelüm, işi kolay tutalum
Sevelüm sevilelüm, dünyâ kimseye kalmaz72
Yûnus Emre’nin bu şiiri, aslında Kur’ân-ı Kerim’de, “Allah onları sever, onlar da Allah’ı
sever” Mâide suresi 54. âyetininin bir nevi açıklayıcısı gibidir.
Yûnus Emre’nin bir arada yaşama ahlâkına dair genel ilkeleri arasında insanların
birbiriyle yoldaş olması, hâldaş olması, birbirini asla terk etmemesi gibi hususlar yer
almaktadır. Bu konudaki görüşlerini yansıttığı şiiri şöyledir:
Yoldaş olalum ikimüz
Gel dosta gidelüm gönül
65 Yûnus Emre, Dîvân-ı İlâhîyât, s. 523, byt no: 4. 66 Yûnus Emre, Dîvân-ı İlâhîyât, s. 281, byt no: 1. 67 Yûnus Emre, Dîvân-ı İlâhîyât, s. 197, byt no: 5. 68 Yûnus Emre, Dîvân-ı İlâhîyât, s. 276, byt no: 1. 69 Yûnus Emre, Yûnus Emre Dîvânı ve Şerhi, s. 350. 70 Yûnus Emre, Dîvân-ı İlâhîyât, s. 230, byt no: 3. 71 Yûnus Emre, Dîvân-ı İlâhîyât, s. 219, byt no: 2. 72 Yûnus Emre, Dîvân-ı İlâhîyât, s. 210, byt no: 5.
294
Nuran ÇETİN
Hâldaş olalum ikimüz
Gel dosta gidelüm gönül
Gel gidelüm cân turmadın
Sûret terkini urmadın
Araya düşmân girmedin
Gel dosta gidelüm gönül
Bu dünyâya kalmayalum
Fânîdür aldanmayalum
Bir iken ayrılmayalum
Gel dosta gidelüm gönül73
Yûnus Emre’nin şiirlerinde görüldüğü üzere sevgiyle yoğrulan insan, Hak ve halk ile
olan ilişkilerinde derin hoşgörü ve tevazu duygularına sahiptir. Böyle bir anlayışa sahip insan,
yaratana ilâhi aşk ve muhabbetle, yaratılanlara ise engin sevgi ile bakar. Bu nitelikteki kişi,
kendisiyle ve içinde bulunduğu toplumla barış hâlindedir. Bu anlamda denilebilir ki,
günümüzde ortaya çıkan çoğu problemlerin temelinde, doyurulmamış gönüllerde yaşanan
sevgi açlığı vardır. Çünkü sevginin, hoşgörünün ortadan kalktığı toplumlarda kavga, çatışma,
kin, şiddet ve nefret duyguları kalplerde yer edinir ve bu durum giderek âdetâ savaş ve terör
boyutuna kadar ulaşır.
Gönüller imâr edilmeden toplumsal imârın gerçekleşmeyeceği anlayışında olan Yûnus
Emre, insanın iç âleminde vuk’u bulan makamlardan bahsettiği gibi, sosyal anlamda birtakım
ahlâkî olgulara da şiirlerinde yer verir. Ona göre birlik ve beraberlik fikrinin ortadan kalktığı bir
toplumda huzur, sevgi ortamını bulmak mümkün değildir. Yûnus Emre’nin bu hususa dair
şiirlerinde ele aldığı görüşleri şöyledir:
Cümle yaradılmışa, birlik ile bakmayan
Halka müderris ise, hakîkatte âsidir.
İkiligi terk itgil, birlik makâmın tutgıl
Cânlar cânın bulasın, iş bu dirlik içinde74
Bir isen birliğe gel, ikiyi bırak elden
Bütün mânâ bulasın, sıdk-u imân içinde75
Her şeyden evvel insana Allah’ın kulu nazarıyla bakan Yûnus Emre’ye göre toplumsal
hoşgörü ahlâkının gerçekleşmesi için gönül yıkan değil, gönül yapan insanların var olduğu
topluma sahip olmak gerekir. Bu da ancak dini şekilsel olarak yaşamaktan ziyade İslâm’ın
rûhuna ve özüne yönelik yüksek hakîkatlerin idrak edilmesi ile gerçekleşir. İç âleminde huzuru
yakalamayan insanların olduğu bir toplumda ahlâkî birlikteliğin gerçekleşmeyeceği anlayışında
olan Yûnus Emre’ye göre beraberlik fikrini ortadan kaldıran hased, kıskançlık, kin ve nefret
duygularının terk edilmesi gerektiğini şu şiiriyle izah eder:
Giderdüm gönlümden kîni, kîn dutanun yokdur dîni
İy yârânlar ben bu sözi uludan işitdüm ahî76
73 Yûnus Emre, Dîvân-ı İlâhîyât, s. 273, byt no: 1, 2, 5. 74 Yûnus Emre, Dîvân-ı İlâhîyât, s. 439, byt no: 3. 75 Yûnus Emre, Yûnus Emre Dîvânı ve Şerhi, s. 866.
Yûnus Emre, Dîvân-ı İlâhîyât, s. 545, byt no: 5.
İslâm Tarihinde Birlikte Yaşama Ahlâkına Tasavvuf Düşüncesinin Katkısı (Hacı Bektâş-I Velî, Mevlânâ ve… 295
Yûnus Emre, Anadolu’da büyük bir kargaşa ortamının zuhûr ettiği yıllarda yaşamıştır.
Böyle bir dönemde sade halk diliyle gönüllere hitab ettiği şiirleri, yüreklerde sevgi ve barış
tohumlarını ekmiştir. Yûnus Emre’nin şiirleri ve düşünceleri o kadar yayılmıştır ki zamanla
onun adı sevgi sözcüğü ile birlikte anılır olmuştur. Günümüz dünyasında da onun yaşadığı
yıllardaki gibi benzer çatışmalar vuk’u bulmaktadır. Dolayısıyla toplumdaki çatışma
kültürünün sona ermesi için, Yûnus Emre’nin önemini hiçbir dönemde kaybetmeyen evrensel
birlik ve sevgi mesajlarının gönüllerde hak ettiği yeri bulması gerekir. Bu anlamda Yûnus Emre,
sevgi motiflerinin yüreklere nakşolması için, şiirlerinden77 herkesin istifade edebileceğini şu
ifadeleriyle zikreder:
Cânlar cânını buldum, bu cânum yagmâ olsun
Assı ziyândan geçdüm dükkânum yagmâ olsun
Yûnus ne hoş demişsin, bal u şeker yimişsin
Ballar balını buldum, kovanum yagmâ olsun78
Bu ezelî birligi yâ bu cihân dirligi
Yâ bu gönül birligi bil kudret budagıdur79
Yûnus Emre, “kovanım yağma olsun” ifadesi ile yazdıklarım, benim olmaktan çıktı,
dileyen bu kovanın ballarını yağma edebilir okuyabilir, şiirlerimden istifade edebilir, nasıl olsa
ben aradığıma kavuştum demektedir.
Sonuç
Birlikte yaşama ahlâkının toplumda yerleşmesi için, öncelikle insanların gönül
hanesinin sağlam inşa edilmesi gerekir. Kendini bilen, tanıyan, sorumluluklarının farkında
olan, hoşgörülü ahlâka sahip bireylerin hem kendileri mutludur, hem de toplumu mutlu
ederler. Sosyal hayatta böyle bir mutluluğu yakalayabilmek için her insan, öncelikle kendini
tanıma sürecine girmelidir. Çünkü kişi kendini tanıdıkça, Rabbini ve âlem içindeki yerini daha
iyi tanımladığı için Allah’a ve diğer varlıklara muhabbeti o nispette artar. Kendini bilen kişi,
aynı zamanda haddini de bileceğinden kin, nefret ve bencillik gibi hususlardan uzak durur. Bu
anlamda nefs ve rûh dengesinin sağlam temellere oturtulması için mürşid terbiyesi gereklidir.
Hacı Bektâş-ı Velî’nin öğretilerinin temeline inildiğinde insanı, insan yapan değerler
üzerinde durduğu görülmektedir. Bu değerler ancak eğitimle kazanıldığı için, “çerağ” mezkûr
tarîkatin önemli sembollerinden biridir.
Toplumda birlik ve beraberliğin önemini vurgulayan Mevlânâ hangi kimlikten, dinden,
dilden, etnik gruptan olursa olsun tüm insanlığı Hakk’ın nûrunun bir eseri olarak kabul eder.
Ona göre yüksek hakîkate ulaşmak için şekil ve sûretin bir önemi yoktur. Dış görünüşler farklı
olsa da rûhlar biridir ve kardeşlik duyguları da rûha dayalı birliğin yansımalarından meydana
gelir.
Mevlânâ’ya göre toplumda var olan kavga ve çatışmaların sebebi, dünyevî menfaat ve
hırslardır. İnsan, insan olma gururunu ancak sevgi ile yaşayabilir. Mevlânâ din, dil ve ırk
77 Genel itibariyle Yûnus Emre’nin şiirleri şu özelliklere sahiptir: 1- Şiirleri bilgiye değil, hâle dayanır. 2-Az sözle büyük
mânâ birikimi göz önüne serilir 3-Şiirleri nazargâh-ı ilâhi olan kalbin sesi ile Cenâb-ı Hakk’ın ihsân buyurduğu ilhâm
vesilesi ile yazılmıştır. 4-Sade ve herkesin anlayabileceği bir dil kullanıldığı için, tesir alanı itibariyle geniş bir coğrafî
alanı kapsar 5-Yüzyıllar boyunca ona olan ilgi ve sevgi aratarak devam etmiştir. 6- O, şiirlerini ilâhî aşka giden bir
vasıta yapmıştır. Bilgi için bkz. Mustafa Özçelik, “Sûfîlik Bağlamında Yûnus Emre’nin Şiiri”, X. Uluslararası Yûnus Emre
Sevgi Bilgi Şöleni Bildirileri (06-08 Mayıs 2010), 2011, ss. 751-764. 78 Yûnus Emre, Dîvân-ı İlâhîyât, s. 401, byt no: 1,8. 79 Yûnus Emre, Dîvân-ı İlâhîyât, s. 133, byt no: 7.
296
Nuran ÇETİN
ayrımı gözetmeden tüm insanlığı ortak kardeşlik duyguları etrafında birleştirir. Bunu yaparken
sevgi ve barış dini İslam’ın prensiplerini esas alır.
Yûnus Emre’ye toplumsal hoşgörü ahlâkının gerçekleşmesi için gönül yıkan değil,
gönül yapan insanların var olduğu bir topluma sahip olmak gerekir. Bu da ancak dinin rûhuna
ve özüne yönelik yüksek hakîkatlerin idrak edilmesi ile gerçekleşir. Yûnus Emre’ye göre,
sevgiyle yoğrulan ve iç âleminde aradığı huzuru bulan insan, yaratana ilâhi aşk ve muhabbetle,
yaratılanlara ise engin sevgi ve hoşgörü ile bakar.
Bahse konu olan Hacı Bektâş-ı Velî, Mevlânâ Celâleddin Rûmî ve Yûnus Emre gibi
mutasavvıflar, Moğol istilaları ve Haçlı Savaşlarının vukuundan sonraki Anadolu’da büyük bir
kargaşa ortamının zuhûr ettiği yıllarda yaşamışlardır. Böyle bir dönemde şiir ve düşünceleri ile
toplumda sevgi ve barış ortamının yerleşmesine katkıda bulunmuşlardır. Günümüzde de
benzer kargaşa durumlarının olduğu görülmektedir. Dolayısıyla çatışma kültürünün sona
ermesi için, mutasavvıflarımızın önemini hiçbir dönemde kaybetmeyen evrensel mesajlarının
gönüllerde hak ettiği yeri bulması gerekir.
Günümüz dünyasında farklı inanç, kültür ve ırklardan oluşan toplumların çatışma ve
savaşlarına şahit olmaktayız. Kan, gözyaşı, terör ve savaşın zirve noktalara ulaştığı böyle bir
dönemde Mevlâna, Yûnus Emre, Hacı Bektâş-ı Velî’nin düşünce anlayışlarının daha yakından
tanınması, anlaşılması, anlatılması ve böylece dünya çapında yaygınlık kazanmasına her
zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Bu şahsiyetler, çağlar ötesi kimliğe sahiptirler ve her
asrın insanına sevgi ve hoşgörü temeline dayalı evrensel çağrılarını yaparlar.
Günümüzde yerli ve yabancı çoğu araştırmacı önemli değerlerimiz olan Mevlânâ,
Yunus Emre ve Hacı Bektâş-ı Velî’yi yakından tanımaya çalışmaktadır. Fakat zikredilen bu
şahsiyetleri, Müslüman kimliklerinden uzaklaştırarak sadece insan sevgisini temel alan, basit
bir hümanist anlayış çerçevesinde tanımlamaya çalışmaktadır ki, bu doğru değildir. Çünkü bu
mutasavvıflarımızın aşk ve irfân yoluyla edindikleri engin Hak ve halk sevgilerinin temelinde
hoşgörü dinimiz İslâmiyetin önemli tesiri vardır. Söz konusu zâtlarla ilgili bir değerlendirme
yaparken, bunların Kur’ân ve Sünnete bağlılığının da birlikte ele alınması gerekir.
Mevlâna, Yûnus Emre ve Hacı Bektâş-ı Velî’nin en belirgin özelliği birbirleriye yakın
zaman diliminde yaşamış olmalarıdır. İnsanı merkeze alan her üç şahsiyet, ilâhi aşka talip
olmuş, Hak ve halk sevgisini gönüllere nakşetmek için çaba sarf etmiş Anadolu’nun
İslâmlaşmasına önemli katkıda bulunmuşlar, öyle ki halkın mürşidi, dervişi, kendisi
olmuşlardır. Vefatlarının ardından yüzyıllar geçtiği hâlde onların fikirleri hâlâ ilk günkü gibi
tazeliğini korumaktadır. Bunun nedeni elbette ki onların insan sevgisine verdiği değerde
aranmalıdır. Kavga, çatışma ve savaşların yaşandığı bir dünyada barışın huzurun, hoşgörünün
sevginin sembolü olan bu zâtlar, Müslümanlarla birlikte diğer din mensupları tarafından ilgiyle
takip edilmişlerdir Yeniden sevgi temelli bir dünya inşâ etmek istiyorsak, bu şahsiyetlerimizi
genç nesillerimize yakından tanıtmalıyız. Bilindiği üzere toplumları ayakta tutan ve geleceğe
taşıyacak olan, onların tarihi ve kültürel değerleridir. Yeni ilerlemeler ancak kültürel yönden
zengin birikimlerin üzerine inşâ edilebilir. Bu anlamda tarihimiz çok az medeniyetin sahip
olabildiği geniş bir kültürel mirasa sahiptir. Bunun değeri iyi bilinmeli ve geleceğe iyi
taşınmalıdır.
KAYNAKÇA
Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, Halep, ts.
Akgündüz, Ahmet. Eski Anayasa Hukukumuz ve İslâm Anayasası, İstanbul: Timaş Yay., 1989.
Almaz, Hasan “Mevlânâ’nın Sözlerindeki Çekiciliğin Nedenleri”, Harran Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, 2007, c. 12, sayı: 18, ss. 45-54.
İslâm Tarihinde Birlikte Yaşama Ahlâkına Tasavvuf Düşüncesinin Katkısı (Hacı Bektâş-I Velî, Mevlânâ ve… 297
Araz, Nezihe. Mevlânâ’nın Evrenselliği Üzerine, II. Milletlerarası Mevlânâ Kongeresi 3-5 Mayıs
1990, Selçuk Üniversitesi, 1991, , ss. 117-120.
Arpaguş, Sâfî. “Mevlânâ Celâleddin Rûmî (1207-1273)”, İSTEM: İslâm San’at, Tarih, Edebiyat ve
Mûsikîsi Dergisi, 2007, c. V, Sy: 10, ss. 91-112.
Bardakçı, Necmettin Mehmet.“Mevlânâ’nın Tasavvufî Düşüncesi’nin Kaynakları”, Tasavvuf:
İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, 2007, c. VIII, sayı: 19, s. 55-77.
Can, Şefik. Hz. Mevlânâ’nın Rubâîleri, Ankara 2001.
Demirci, Süleyman. The Journal of Academic Social Science Studies, Volume 6, Issue 1, p.577-586,
February 2013.
Eflâki, Ahmed. Menâkibü’l-Ârifîn, (çev: Tahsin Yazıcı), I-II,İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yay.,
1989.
Güzel, Aburrahman “Hacı Bektâşî Velî’nin Tarihi Kişiliği ve Türk Kültürü Üzerindeki Etkileri”,
Hacı Bektâşî Velî’nin Tarihsel Kimliği, Düşünce Sistemi ve Etkileri III. Uluslararası Türk
Kültürü ve Hacı Bektâşî Velî Sempozyumu (30-31 Ekim 2009, Üsküp), 2009, ss. 27-44.
Hacı Bektâşî-ı Velî, Makâlât, (hazırlayanlar: Ali Yılmaz, Mehmet Akkış, Ali Öztürk), Ankara:
Türkiye Diyanet Vakfı Yay., 2007.
İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, Beyrut, 1955.
Mevlânâ Celâleddiîn Rûmî, Divân-ı Kebîr, (haz. Abdülbâki Gölpınarlı), I-VII, Ankara: Kültür
Bakanlığı Yay., 2000.
, Mesnevî, (çev. Veled İzbudak), İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, 2001.
, Mesnevî, (trc. Şefik Can), İstanbul: Ötüken Yay., 1999.
, Rubâîler, (trc. Abdülbâki Gölpınarlı), Ankara, 1982.
Önder, Mehmet.“Bir İddiaya Cevap: (Yine Gel, Yine Gel…) Rubâîsi Mevlânâ’nındır…”, I.
Milletlerarası Mevlânâ Kongeresi, 3-5 Mayıs 1987, Selçuk Üniversitesi, 1988, ss. 117-122.
Özçelik, Mustafa. “Sûfîlik Bağlamında Yûnus Emre’nin Şiiri”, X. Uluslararası Yûnus Emre Sevgi
Bilgi Şöleni Bildirileri (06-08 Mayıs 2010), 2011, ss. 751-764.
Pekolcay, Neclâ. “Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde Edeb ve İnsan”, I. Millî Mevlânâ Kongresi, 3-5
Mayıs 1985, Selçuk Üniversitesi, 1986, ss. 353-355.
Şafak, Yakup. “Mevlânâ’ya Atfedilen ‘Yine Gel…’ Rubâîsine Dair”, Tasavvuf İlmî ve Akademik
Araştırma Dergisi, Yıl: 2009, sayı: 24, ss. 75-80.
Temren, Belkıs. Bektâşîliğin Eğitsel ve Kültürel Boyutu, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yay., 1995.
Urfalı Mateos Vekayi-Nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162) çev, Hrant D.
Andreasyan, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1987.
Yaran, Cafer Sadık. “Mevlânâ’nın Yedi Öğüdü: Evrensel Erdemler, Kozmik Temellendirmeler
ve Aidiyet Meselesi”,İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007, sayı: 16, ss. 21-
48.
Yûnus Emre, Dîvân-ı İlâhîyât, (Mustafa Tatçı), İstanbul: Kapı Yay. 2012.
, Yûnus Emre Dîvânı ve Şerhi, (şerh:M. Efdal Emre), İstanbul: Gelenek Yay., 2013.
298
Nuran ÇETİN