İleti̇şi̇m Çalişmalarinda Yöntem
Transcript of İleti̇şi̇m Çalişmalarinda Yöntem
İLETİŞİM
ÇALIŞMALARINDA
YÖNTEM
HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM BÖLÜMÜ
2
BAŞKALARININ ACISINA BAKMAK / SUSAN SONTAG
1. Bölüm
Kadın yazar Virginia Woolf’un, seçkin bir erkek avukattan gelen “Sizce savaşı nasıl
önleriz” sorusuna cevap olarak kaleme aldığı görüşler ile başlayan kitap da, öncelikle
savaşa erkek ve kadınların bakış açılarıyla başlanmış ve erkeklerin savaşı sevdiği ve
onların için savaşmanın bir güç gösterisi olduğunu ifade etmiş. Kadınların bu konuda
daha hassas olduğunu söylemiş. Bu farklılıktan yola çıkarak erkek ve kadınların savaş
fotoğraflarına bakış açılarının da farklı olduğu görüşü üzerinde durmuş. Eğer hepimiz
yani erkekler ve kadınlar savaşın kötü olduğuna, savaşın yıktığına, parçaladığına, yakıp
kavurduğuna inanır, bunu bilirsek, savaş fotoğraflarına baktığımızda aynı şeyleri
görebilir, aynı duyguları hissedebiliriz ve dehşet ve tiksinti içinde oluruz demiş.
İlerleyen bölümlerde savaş fotoğraflarının sivil halkın, siyasi güçlerin, askerlerin,
orduların, seçkin kimselerin üzerindeki etkileri üzerinde durulmuş. Herkesin
algılayışının farklı olduğu kanısına varılmış. Tabi bunda fotoğrafın sunuluşunun da etkisi
büyüktür. Fotoğraflar altlarına yazılan yazı, üstlerine eklenen bir başlıkla çarpıtılmayı,
farklı açıklamalar getirilmesini bekler. Savaş tarafları kendi taraflarının yaptığı bir
eziyetin fotoğraflandığını görünce bunu sorgulamalı, fakat savaş döneminde bunu
sorgulamak yerine bu fotoğraf sahte, bu insanlar savaşta ölmedi morgdan satın alınmış
cesetler bunlar ya da bu eziyeti karşı taraf yaptı gibi çeşitli bahanelerle asıl fotoğraftaki
acıya bakmak yerine kendilerini haklama yolunu seçiyor.
Aslında fotoğrafların da sunuluş amacı her zaman masumca olmuyor, genelde bir görüşü
desteklemek, destekçi toplamak, sivil halkı kışkırtmak gibi sebeplerle sunumu yapılıyor.
Yani sadece barış çağrısı yapmıyor bazen öç çığlığı oluyor, bazen kafa karışıklığı
yaratıyor.
Sonuç olarak, kaba kuvvete başvurmak her koşulda yanlıştır. “Savaş, iç deşer,
bağırsakları boşaltır, teni yakıp kavurur, organları bedenden koparır, yıkıp yok eder”
Hiroşima- Yosuke Yamahata Nagasaki – Yosuke Yamahata
3
2. Bölüm
Fotoğraflar anı ölümsüzleştirdiği için, durumu olduğu gibi yansıttığı için, nesnel olarak
sunulduğu için, bireylerde şok etkisi yaratıp akılda kalıcılık yarattığı için savaş dönemini
yansıtmak da önemli bir yere sahiptir. Bunun farkında olan gazeteciler haberlerinin
yayınlanması için, ilgi çekmesi için ya da hakim siyasi güçler ideolojilerini yaymak için
fotoğrafların altına metin ekleyerek bunu sergilerler.
Aslında ne olursa olsun savaş kötü bir şeydir ve fotoğrafçıların savaşın iç yüzünü
gizleyen maskeleri düşürmeleri gerekir. Bunun yapan sanatçıların aileleri, kendileri
zarar gördüğü için, savaş taraflarınca öldürüldükleri için korku ile taraf tutabiliyor ya da
fotoğraf mesleğini bırakabiliyorlar.
Çekilen fotoğraflarda belli görüşler tarafından üzerine eklenen başlık, altına eklenen yazı
ile tekrar tekrar farklı şekillerde yorumlanabiliyor. Tabi metinsiz yayınlanan fotoğraflar
içinde farklı yorumlanma söz konusudur. Bireyin içinde yaşadığı toplum, öğrendikleri,
edindiği deneyimler fotoğrafı farklı yorumlamaya sebep olabilir. Örneğin savaş
yaşamamış bir birey kucağında çocuğunu tutan bir annenin gökyüzüne bakarken
gözlerini kısmasına güneşin sebep olduğunu düşünürken, savaşı yaşamış bir insan
gökyüzünden geçen savaş uçaklarının yarattığı korku ve endişe ile gözlerini kıstığını
düşünebilir.
David Seymour- Land Distribution Meeting - İspanya
Robert Capa – İspanya İç Savaşı Dünya Ticaret Merkezi – Amatör
Fotoğraflar
4
3. Bölüm
Çekilen acıları protesto edebilir miyiz? Acıları gördüğümüz resimlerin, fotoğrafların
sunumuyla ve bizlerin onlara yüklediği anlamla ilgili bir durum bu. Eğer fotoğrafın ya da
resmin gerçek olduğuna, üzerinde herhangi bir oynama yapılmadığına, bir kurgu sonucu
oluşmadığına inanırsak üzülüp, utanç duyabiliyoruz ve bazılarımızın da aklından ne
yapabilirim sorusu geçiyor, kimisi de zaten elinden geleni yapıyor.
Ama savaş fotoğrafları üzerine bu konuda pek çok eleştiri gelmiştir. Sanatçı tarafından
oynandığı, hükümet ya da askeri birlikler tarafından onaylanmayan yerlerde fotoğraf
çekiminin yasaklandığı ya da onaylanmayan fotoğrafların yayılmasının engellendiği gibi.
Bu fotoğraflara seyirci kalan insanlar da bir fotoğraf hakkında şüpheye düşülecek bir
eleştiri duydukları zaman yaşanan tüm acıları, gerçeklikleri unutup büyük bir hayal
kırıklığı içine giriyor. Onlar için tek doğru kurgulanmamış, doğal olarak fotoğrafçı
tarafından yakalanan karelerdir. Böyle kareler yok mu var tabi ki özellikle Vietnam
Savaşı’nda çekilen kareler. Fakat ilerleyen teknoloji ve hakim ideolojilerin gücü ile
fotoğraflar engelleniyor, fotoğraflarla oynanıyor.
4. Bölüm
Bir ölümü gerçekleştiği anda yakalamak her daim her daim hatırlanmasını sağlar.
Savaş zamanlarında fotoğraflar çekilir ve bu fotoğrafların insanların birbirlerinin acısını
paylaşmalarını, çevrelerinde gerçekleşen olaylara karşı duyarlı olmalarını amaçlar. Ya da
biz böyle olduğu sanırız. Aslında durum hiç de bizim düşündüğümüz gibi değildir. Bize
hangi fotoğraflar sunulur, kim neye göre, nasıl seçer bu fotoğrafları, hangi olaylar
hakkında, nasıl düşünmemiz gerektiği öğretiliyor mu? Durum aynen de böyledir, hakim
ideoloji, güçlü taraf kendi kayıplarını fotoğraflatmaz, aksine düşmanın acısını
gözümüzün içine sokar ki, ayağımızı denk alalım diye, bir nevi konuşursak sonumuzun
ne olacağını görelim diye. Hatta bu da yetmez, çekilen fotoğraflarla oynar daha
katlanılmaz daha acı şekle getirir fotoğrafları. Tersi bir etki yaratıp öç alma duygusunu
ortaya çıkartıp zayıf tarafı harekete de geçirebilir bu fotoğraflar.
Sonuç olarak ana akımı benimseyen çoğunluğun uyguladığı oto sansür ile kitlelere
fotoğraflar sayesinde güçlü ideolojinin kim olduğu, neler yapabildiği öğretilir ve zayıf
taraf destekçileri sindirilir. Bu sansür tabi ki gereklidir, tabi ki her fotoğraf
yayınlanamaz, insanlar karamsarlığa kapılabilir, ülkede bir kaos ortam doğabilir ama bu
demek değil ki zayıf tarafın özlük haklarına saygısızlık yapılabilir.
5
5. Bölüm
Fotoğraflar kitleler için belge niteliği taşımalı, peki belge niteliği taşıyan fotoğraflarda
görsel sanat uygulanmalı mı? Uygulanırsa gerçekliğini yitirir mi? Bir savaşı, katliamı
sergileyen fotoğraf güzel niteliği taşıyabilir mi? İşte bunlara cevap bulamıyoruz. Eserler
de ki kurgulamanın amacı da önemli burada, insanları şok ediyor mu, suçluluk duygusu
hissedip davranış değiştiriyor mu? Yazarın aslında yazarken bu konuda kafası karışık.
Şoka giren insanlar sürekli şok edici fotoğraflarla karşılaşıyor ve artık şoka alışık hale
geliyor ve fotoğraf etkisini yitiriyor. Anlık bakıyor, üzülüyor ve günlük yaşamına devam
ediyor. Bunun yanı sıra bakıldıkça etkisini yitirmeyen savaş fotoğrafları da var tabi ki.
Bu olayların fotoğraflarını gördükten sonra da aradan ne kadar zaman geçerse geçsin
belleğimizde izi kalıyor bu fotoğrafların yansıttığı olayların. Ama bize sunulan
fotoğraflar ne kadar gerçekçi, örneğin Amerika’nın açtığı fotoğraf müzeleri bunların hiç
biri kendi yaptıkları katliamları sergilememektedir. Amerika kirli elini hiçbir zaman
göstermiyor, böylelikle de ülke içi ve ülke dışında tek çare tek çözüm olarak göstermek
istiyor.
6. Bölüm
İşkence, eziyet görmüş insanların fotoğraflarına bakmak bazılarının, hatta büyük
çoğunluğunun hoşuna gider, merak uyandırır ve çekici gelir. Bu bir sapkınlık eğilimidir.
Çünkü sadece merak ve çekici gelme olayı vardır. Olaylara karşı ilgi, bu duruma karşı
durma, olayları engelleme, barış ortamı yaratma gibi her hangi bir davranış söz konusu
değildir. Bu davranışın çok eskilere dayandığı akıl ile arzu arasındaki gidip gelmeler ve
aklın arzuya yenilmesi sonucu oluştuğu görüşü ortaya atıldı.
Kitle iletişim araçlarında da bu nedenle sık sık korkunç fotoğraflar, cinayet haberleri
görürüz. Medya patronları bilir ki halk bunu seviyor, istiyor ve okuyor. Bu fotoğrafları
gördükçe insanlar bazen zayıflıklarına karşı direnç kazanıyor, bazen duyarlılıkları
köreliyor, bazen de bazı şeylerin düzeltilemeyeceğini kabullenmek zorunda kalıyor.
İnsanlar uzaktaki acıların fotoğraflarına daha rahat bakar, o acıların kendi başlarına
gelmeyeceğini düşünürler çok da rahatsız olurlarsa izlemeyebilirler. Bu da gittikçe
insanların acı olaylara karşı duyarlılığını azaltır, insanlar zaten harekete geçsem de bir
şey değişmez görüşünü savunurlar.
Salgado – Göçler (Geçiş Sırasındaki İnsanlar) George Strock –Buna Sahilinde Ölü Amerikan Askerleri
6
7. Bölüm
Fotoğrafı etkileyen iki yaygın fikir vardır, bunlardan birincisi halkın ilgisini medyanın
ilgi gösterdiği şeylerin yönlendirdiğidir. Medyada bunu yayınladığı fotoğraflar ile
başarabiliyor. Çünkü fotoğraflı bir olay daha ilgi çekici oluyor ve daha çok akılda kalıyor.
Medya halkın ne konuda, nasıl düşüneceğini belirlemek için hangi fotoğrafı nasıl
sunacağını önceden tasarlıyor ve bunu da çok iyi bir şekilde gerçekleştiriyor. Onların
sunduğunu izliyor ve sunulan şey üzerine düşünüyor, konuşuyoruz.
Diğer bir fikir ise görüntülere doymuş bir dünyada, gerçekten önemli olan şeylerin
etkisinin giderek azalması ve sıradanlaşmasıdır. Aynı fotoğrafın sürekli basılarak,
sürekli insanlara sunulması olayın gerçekliğini kaybettiriyor. İnsanların bu olaylara
karşı duyduğu merak ve ilgi sürekli doyurulduğu için başkalarının bir yerlerde çektiği
acılara karşı duyarsızlaşıyoruz.
Jeff Wall – Dead Troops Talk – Ölü Askerler Konuşuyor
David Capa – Düşen Asker
7
8. Bölüm
Hiç kimse aynı anda hem düşünüp hem de birine vuramaz. Başkalarının acısını izleyip,
harekete geçmeden şöyle bir adım geriye çekilip düşünmekte yanlış olan nedir? Ahlaki
açıdan doğru değil midir, etik mi bulunmaz. Bunlara seyirci kaldığımız için hareket geçi
haksızlığa baş mı kaldırmalıyız yoksa bunları yapanlara hak mı vermeliyiz? Yapıyorlarsa
vardır bir sebebi mi demeliyiz ya da doğanın kanunu bu? Tüm bunları düşündüğümüzde
gördüklerimize karşı ne yapmalıyız nasıl yapmalıyız ne olmalı gibi sorular zihni
bulandırıyor ve insan ne yapacağını bilemiyor belki de bu nedenle bu konular üzerinde
düşünmemeye çalışıyoruz.
9. Bölüm
Fotoğrafların yarattığı etki yayınlandığı yere, zamana göre de değişir. Yalnız başına
okuduğun bir kitap da gördüğün fotoğrafın etkisi, işten çıkıp aceleyle metroya giderken
bir serginin camında gördüğün fotoğraftan daha etkileyicidir. Sanat eseri olan fotoğrafla,
gerçekliği yansıtmak amacıyla belge niteliği yansıtan fotoğrafın yansıttığı etki arasında
da fark vardır. Sanat eseri olan fotoğraf da sanatçının güzeli yansıtmak isteme arzusu
onu kurguya sürükleyebilir.
Sonuç olarak başkalarının acısına bakmak ama gerçekten bakabilmek zordur, çok
zordur. Hele ki savaş görmemiş bir ülke vatandaşı için daha zordur. Savaş yaşamış bir
insanın gördüğünü görmek, hissettiğini hissetmek çok zordur hatta imkansızdır.
8
GÖRME BİÇİMLERİ / JOHN BERGER
Görme konuşmadan önce gelir, çevremizi öncelikle analiz ederiz sora öğreniriz
konulmayı. Görmenin yanında konuşma daha kısıtlı kalır. Pek çok şeyi görürüz, çok
farklı anlamlar yükleriz ama bunlar hakkında konuştuklarımız daha azdır.
Düşündüklerimiz ya da inandıklarımız nesneleri görüşümüzü etkiler. Örneğin ateşin
bulunuşundan bu yana ateş bizim için yemek pişirmek, ısınmak, aydınlanmak için
kullandığımız bir nesneydi ama dini inançların değişmesi ve cehennem kavramının
bilinmesiyle beraber yapılan hata karşısında alınan ceza ile de özdeşleşmiştir. Şimdi bu
nesne hakkında ki iki düşüncemiz arasında uçurumlar vardır. Daha farklı bir imge
yansıtır artık bize.
İmgeler ise insan yapılarıdır. İnsan oluşturur. Bize bir şey anlatmak isteyen kişi
resmettiği şeye bu imgeleri yükler. İki farklı yaşlı adam resmi bize çok farklı şeyler
anlatır, bunları fırça darbeleri, renkler ve kullanılan daha farklı metotlar ile hissederiz.
Geçmişte yapılan sanat eserlerini incelerken de o zaman ve o zamanın şartları, toplumsal
yapısı ve kültürleri bilinip ona göre incelenmeli ve eleştiri getirilmelidir. Geçmişin
eserlerini bugünün şartlarıyla eleştirmek sanat eserlerini geçmişi bulandırmaktan başka
bir şey değildir. Bize kalan tarihsel, geçmişi yansıtan eserleri incelemeli ve onlardan
tecrübeler çıkarmalıyız.
Fotoğraf makinelerinin bulunmasıyla beraber sanat eserlerine getirilen eleştiri daha da
belirginleşti ve bir yerde sanat eserleri eski önemini de yitirdi. Fotoğraf makineleri ile
beraber yeniden canlandırma ortaya çıktı ve sanat eseri resimler sadece tek biricikken
onların kopyaları basıldı. Eskiden sanat eserlerini görmek için bizler o eserlere giderken
şimdilerde o eserlerin kopyaları bizim evimize kadar geliyor, televizyon ve gazeteler
aracılığı ile. Durum böyle olunca da gerçek resmin de değeri fiyatıyla ölçülür hale geldi.
Yeniden canlandırma ile resimler bütün halinden, bütün olarak oluşturduğu imgeden
kopabilir ve resmin tamamından belli bir kısmı alınıp sunulabilir, bu da resmin yansıttığı
imgeyi yok eder ve farklı imgeler yaratır yani bir şekilde yine bulandırır sanat eserini.
Yeniden canlandırılan resme eklenen yazı da resmi yansıttığı imgenin çok dışına çıkarır.
Örneğin fırça darbeleri ile üzerinde kuşlar uçuşan bir mısır tarlası resmi üzerine
sanatçının ölmeden önce yaptığı resim derseniz kişinin resme bakış açısı olduğu gibi
değişir.
Sonuç olarak yeniden canlandırma kötü bir şey mi? Tabi ki sanat eserlerinin o
durağanlığını yansıtamaz ya da sanatçının fırça darbeleri ile bize ne anlattığını fakat
geniş kitlelere ulaşmada daha kolay bir yol değil midir? Sanat herkes için değil midir?
Neden bu eserler sadece elit kesimin ya da belli bir kesimin ulaşabileceği konumdadır.
Zaman artık mekanik olarak yeniden yaratma çağı ise artık geçmişte kalan eserlere saygı
duyup, onları örnek alarak çağımıza ayak uydurarak bu süreci kimlerin ne şekilde
şekillendirdiğini öğrenmemiz gerekmez mi?
9
Kitabın bu bölümünde genel de erkek ve kadın ayrımı ve erkeklerin kadınlara, kadın
resim ve fotoğraflarına bakış açılarından bahsedilmiş. Erkeklerin genel olarak umudu
dışarıda aradıklarından yani içsel olarak değil de vücutlarında, güçlerinde kaslarında vs.
Kadınların ise daha içe dönük, kendilerine dönük umudu kendilerinde aradıklarına
değinmiş.
Kadınların erkeklerin mülkiyeti altında, özgür olmadıkları bir ortamda dünyaya
geldiklerinden ve buna rağmen bu dünyada bu şartlar altında yaşamayı
başardıklarından bahsetmiş. Sonuç olarak erkekler davrandığı gibidir, kadınlar ise
göründüğü gibidir, olmak istediği gibidir.
Kadınların resimlerde kullanılması Avrupa da başlamış ve seyirlik nesne olarak görülüp
resmedilmiş, genelliklede çıplak olarak resmedilmiş ve çıplaklıklara bakış açıları
getirilmiş. Erkeklerin çıplak resmedilişinde bir doğallık, güç gösterisi ve rahatlık söz
konusudur. Fakat kadınların resimlerine bakış açısı tabi ki bu değildir. Kadın çıplak ve
yüzü başka yöne dönmesi utangaçlık, yüzü gözleye dönükse sahibimsin, elinde ayna
varsa ahlak açısından değerlendirilmiş ayrıca kadının kendine duyduğu hayranlığı ve bu
hayranlığı duyarken bile yine bir çevreyi gözlemlemesi, sahibine bakışı yorumları da
vardır. Son olarak da yargılar eklenmiş resimlerin anlamlarına, güzel mi, çirkin mi gibi..
Bazı krallar kendi gücünü diğerlerine ispat etmek amacıyla kendi metresini resmettirip
benim kadınım gibi egolarını tatmin ettirici açıklamalar da yapmışlardır. Bunun yanı sıra
iş adamları başarısız geçen toplantılarından sonra odalarına astıkları çıplak kadın
resimlerine bakıp tekrar kendini güçlü hissetmiştir. Sonralarda çıplaklık ileri boyutlara
gelince, sanatsal açıdan nü resim, fotoğraf anlayışı ortaya çıkmıştır. Çıplaklık görülen, nü
ise sanat ile işlenen belli sanatsal kaygılar taşıyıp da sergiye çıkarılan resim olarak
görülmüştür.
Yüzyıllar geçmesine rağmen pek çok şey değişmesine rağmen yine de kadına bakış açısı
değişmemiştir. Kadın erkekten her zaman çok farklı resmedilmiştir. Bunun da asıl
nedeni seyircinin aslında hep erkek olduğunun düşünülmesidir. Kadının da erkeğin
gururunun okşanmasından, erkekliğini hissetmesinde bir düzenleyici amaç olarak
görülmüştür.
Yağlıboya resimlerinde nesneler genellikle olduğu gibi resmedilir, bu nedenle kişinin o
nesneyi alması ile o nesnenin resmini yaptırması ya da satın alması arasında hiçbir fark
yoktur. Sanat uzmanları bu benzerliği yıllarca görmezden gelmiş fakat bir insan bilimci
bu konu üzerinde düşüncelerini belirtmiştir.
İnsanlar sahip olmak istedikleri nesnelere karşı büyük bir arzu duyarlar ve bu arzuya
ulaşmak isterler eğer ulaşamazlarsa da resim ile sahipliği elde etmiş gibi hissederler.
Tabi bu sadece Levi Strauss’un düşüncesi eğer bu düşünce doğru ise yağlı boyanın sanat
türü olarak bilinmesinden, fotoğrafın doğuşu ve onun yerini alıncaya kadar geçen
süreçte çok kapsamlı bir yer tutmuştur.
10
Sanat sevgisi nedir? Sanat sevgi denilen şey aslında üst sınıf insanların boş duvarlar
yerine duvarlarında sahip oldukları şeylerin resmedilmesi ve güçlerini görmektir. Bu
resimler aynı zamanda onların mülküdür ve onlara kendilerini varlıklı hissettiriyordur.
İnsanların tutum değişiklikleri sanatta da kendisini göstermiştir. Mülke ve alışverişe
karşı edinilen yeni tutumlar insanların dünyayı görme şeklini etkilemiş ve de insanlar bu
değişimi yağlıboya resminde buluşturmuştur. Toplumsal ilişkiler, alt – üst ilişkisi, mülk
sahipliği, hizmetçiler, köleler hepsi bir şekilde belli güçleri temsilen yağlıboya
resimlerine konu olmuştur ve hayatında çok içinden olmuştur. Sanat burada biraz
ruhundan koptu çünkü maddi bir nesne haline geldi ve tüketim kültürünün içine
yerleşti, herkese değil sadece seçkin kesime hitap etti ve sadece onların dünyayı
görüşleriyle, onların hayata bakışlarıyla yani onların dünyaları ile sınırlı kaldı. Tabi
bunların dışında gerçekten sanat eseri olan çalışmalar yok mu var ama onların pek çoğu
yok olup gitti, kalanlar ise güzel sanat yapıtı olarak hem sergileniyor hem de yeniden
canlandırılıyor. Sanat müzelerini gezenler sergilenen resimler fazla olduğu için sadece
birkaç resme odaklandıkları için kendilerini eksik hissederler ama eksiklik sergilenen
resimlerin kalitesiyle ilgili, büyük bir başyapıt, üçüncü sınıf çalışmalarla çerçevelenince
etkisi, özelliği ve dikkat çekiciliği ya da gözden kaçırılışı olası olabiliyor. Peki neye göre
başyapıt neye göre üçüncü sınıf çalışma. Her toplumun sanatında çok büyük bir
yetenekler çeşitliliği görülür. En büyük ayrımda yağlıboyadadır. İmgeler, imgelerin
sıralanışı, nesneler ve sunuluşu değil sadece ahlak açısından bir ayrım söz konuydu.
Sanatın istekleri ile pazarın isteklerinin birbirine uymaması ve pazarın isteklerinin ağır
basması, eserin bir an önce bitirilmesi kaygı ile şişirilmişlikle dolu olarak ortaya
çıkmasına sebep olmuştur.
Yağlıboyayı diğer resim türlerinden ayıran şey, gerçeği çok iyi yansıtması ve dokusunun
oluşu ve his yaratabilmesidir.
Holbein- Elçiler
11
Bu resim seyreden de gerçek nesnelere bakıldığı hissi yaratmaktadır. Resim bakıldığı
zaman nesnelerin gerçeği yansıtması ile dokunma hissi yaratıyor bakan kişi de
dokunulduğu zaman da kadifeyi, kürkü gerçekten onlara dokunmuşçasına his yaratıyor.
Resimde eller ve yüz dışında her şey dokunma hissi uyandırıyor. Adamların belli bir
ağırlığı söz konu ve onları çevreleyen nesnelerde daha farklı anlamlar yüklüyor
adamlara. Ama asıl vurucu kısım resmin bakan kişiye yakın olan kısmında yer de
bulunan kafatasıdır. Kafatası diğer nesnelere göre daha farklı konumlandırılmış. Çeşitli
yorumlar yapılmış bunun üzerine ama ölümü temsil ettiği üzerinde durulmuştur.
Kitabın son kısmında günümüzde çok fazla resim ile fotoğraf karşılaştığımız üzerinde
durulmuştur. Tarih de başka hiçbir toplumda bu görülmemiş. Reklam imgesi olarak
kullanılan bu resimlere ister istemez maruz kalırız ve bazılarını unutur bazılarını
anımsarız. Biz maruz kaldığımız bu reklam imgelerinden sadece bizi ilgilendirenlerinden
etkilendiğimizi düşünürüz ama genelde bu reklam imgeleri bugünü anlatmaz, geleceği
anlatır. Biz bu rekabet ortamında ürün ya da hizmet satın alırken alternatiflerimiz
olduğunu düşünürüz ama aslında bize yansıtılan bu resimler, fotoğraflar bir şekilde
bilinçaltımızda yer eder ve biz satın alma davranışı gösterirken biz farkında olmadan
ortaya çıkar. Rakipler birbiriyle rekabetleşiyor gibi reklamlar sunarlar o ürünle bu ürün,
şu arabayla bu araba gibi oysa hepsinin söylediği bize tek bir şeydir o da bu araba iyi, bu
ürün iyi, seçme hakkı vermez, davranışa götürücü mesaj verir belli aralıklarla.
Reklamlarda her birimize bir nesne ya da bir hizmet daha satın alarak yaşamlarımızı
değiştirmemiz önerilir. Biz satın aldıktan sonra başka bir nesneyi alırsak daha önceki
nesneyi daha işlevli kullanacağımız söylenir onu da alırız ama hiç bize para verilerek
bunun satın alındığı aslında sadece şu tarz insanların ihtiyaçlarını giderdiği söylenmez,
bizde hiçbir zaman yoksullaşacağımızı bunun sonunun olmadığını, aslında bu ürüne
ihtiyacımız olmadığını düşünmeyiz. Reklamlarında da bizim sevdiğimiz, popüler olan
kişiler kullanılır ki kıskanalım, özenelim ve satın alma davranışını gösterelim diye. Bir
nevi bizi çekici kılacaklarını ve reklamda oynayan kişi gibi bizimde kıskanılacağımızı
söyler.
Artık bizim ihtiyaçlarımızı belirleyen de, onları nasıl karşılamamız gerektiğini söyleyen
de medya. Biz sadece uygulayıcı konumuna geldik ve söyleneni yapıyoruz. Ne
kültürümüzden ne de değerlerimizden eser kaldı. Demode olarak nitelendirilerek
hepsinden vazgeçildi ve bize batının sunduğu şeylerin modern olduğu öğretildi.
Toplumdan, içinde bulunduğumuz gruptan dışlanmamak adına bu düzene bir şekilde
ayak uydurduk.