acikarsiv.ankara.edu.tracikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4195/4675.pdfiii T.C. ANKARA ÜN İVERS İTES...

137
i T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ RUS DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI ORHAN PAMUK’UN KARA KİTAP ADLI ROMANININ RUSÇA ÇEVİRİSİNDE TÜMCE YAPILARININ SENTAKS AÇISINDAN İNCELENMESİ Yüksek Lisans Tezi Nilüfer Köksal Ankara 2008

Transcript of acikarsiv.ankara.edu.tracikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4195/4675.pdfiii T.C. ANKARA ÜN İVERS İTES...

i

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ RUS DİLİ VE EDEBİYATI

ANABİLİM DALI

ORHAN PAMUK’UN KARA KİTAP ADLI ROMANININ RUSÇA ÇEVİRİSİNDE TÜMCE YAPILARININ SENTAKS AÇISINDAN

İNCELENMESİ

Yüksek Lisans Tezi

Nilüfer Köksal

Ankara 2008

ii

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ RUS DİLİ VE EDEBİYATI

ANABİLİM DALI

ORHAN PAMUK’UN KARA KİTAP ADLI ROMANININ RUSÇA ÇEVİRİSİNDE TÜMCE YAPILARININ SENTAKS AÇISINDAN

İNCELENMESİ

Yüksek Lisans Tezi

Nilüfer Köksal

Tez Danışmanı Prof. Dr. Ayşe Pamir Dietrich

Ankara 2008

iii

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ RUS DİLİ VE EDEBİYATI

ANABİLİM DALI

ORHAN PAMUK’UN KARA KİTAP ADLI ROMANININ RUSÇA ÇEVİRİSİNDE TÜMCE YAPILARININ SENTAKS AÇISINDAN

İNCELENMESİ

Yüksek Lisans Tezi

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Ayşe Pamir Dietrich

Tez Jüri Üyeleri Adı ve Soyadı İmzası Prof. Dr. Ayşe Pamir Dietrich __________________ Prof. Dr. Aydın Süer __________________ Doç. Dr. Zeynep Bağlan Özer __________________ Tez Sınav Tarihi: 2 Haziran 2008

Ankara 2008

iv

ÖZET Düşünce, kültür, yaşam biçimi bakımından farklılaşan gruplar arasında kaçınılmaz ve

zorunlu iletişim gereksinimine cevap bulmaya çalışan çeviri, insanlık tarihi kadar eski bir

edimdir. Cicero’nun ünlü 'non verbum de verbo, sed sensum exprimere de sensu (sözcüğü

sözcüğüne değil, duygu duyguya/anlam anlama)' sözleri uzun yüzyıllar boyunca çeviri üzerine

yapılan tartışmaların özeti olmuş, serbest çeviri/sadık çeviri eksenini belirlemiştir. Çeviriyi

kuralcı yaklaşımla ele alan Etienne Dolet, John Denham, Alexander Fraser Tytler gibi isimler

kesin çeviri ilkeleri oluşturmaya çalışmış, ‘çeviri nasıl yapılır’ sorusuna tek ve net cevap

aramıştır. Zaman içinde çeviri çok boyutlu, karmaşık ve öznel bir edim olarak görülmeye

başlamış, sabit kurallar yerine esnek betimleyici yaklaşımlarla değerlendirilmiştir. Eugene Nida

ve Noam Chomsky’nin eserlerinde derin yapılardan söz edilmiş, İtamar Even-Zohar, Gideon

Toury gibi çeviribilimciler Çoğul Dizge ve çevirinin onun içindeki yeri üzerine çalışmalar

yapmış, Reiss ve Vermeer’in eserlerinde ise kaynak odaklılıktan erek odaklılığa geçiş

tamamlanmıştır. Kültürlerarası diyaloğun temel koşullarından olan çeviri, bilimsel

araştırmalara konu olmaya devam etmektedir.

Orhan Pamuk’un Kara Kitap romanının Rusça çevirisini incelemek, bir anlamda

kültürlerarası diyaloğun daha sağlıklı ve akıcı olmasına katkıda bulunmaktır. Çalışmamızda,

kaynak ve erek metinler arasında kıyaslamalı analiz yaparak O. Pamuk’un belli başlı üslup

özelliklerinden olan sentaksını çeviride korunup korunmadığı belirlenmeye çalışılmıştır. 512

tümce örneğinin incelemesinin sonucunda örneklerin yaklaşık %61’i bu ya da şu şekilde

yapısal değişime uğradıkları görülmüştür. Bu değişimin çoğu durumda uzun tümcelerin daha

kısa tümcelere bölme şeklinde olduğu gözlemlenmiş, mümkün olduğu durumlarda çeviri örneği

sunulmuştur.

v

ABSTRACT

Societies, differing in the aspect of mentality, culture, life style, has always unevitably and

compulsory need an intercultural communication vehicle. Translation, in its challenge to find a

proper and satisfactory answer to these needs, seems to be as old human activity as the world

itself. Cicero, with his famous 'non verbum de verbo, sed sensum exprimere de sensu’, has

actually started the discussion, lasting for centuries: discussion between loose and faithful

translation methods. The names like Etienne Dolet, John Denham, Alexander Fraser Tytler had

demonstrated the normative approach to the fenomen of translation, trying to put some certain

rules and principles of ‘right’ translating. Later, translation was estimated as an unique,

multidimentional and complex activity; flexible discriptive theories took place of strict

normative approaches. Noam Chomsky and Eugene Nida made their contribution to the

translation studies with the ‘deep structures’, scientists like Itamar Even-Zohar and Gideon

Toury worked on Polysystem and target-oriented translation methods. Orientation on target text

found its final discription in the Skopos Theory by Hans Vermeer and Katharina Reiss.

Translation, as the absolute condition of the intercultural dialog, continues to be an object for

scientific studies.

Long sentence with complex syntactic structure is one of the most important features of

Orhan Pamuk’s novel ‘The Black Book’. By comparative analysis of 512 examples of source

sentence-target sentence couples we found that approximately 61% of the examples has

undergone certain structural changes in some way, mostly by being divided into a few shorter

target sentenses. We also gave our version of target sentence where possible.

vi

ÖNSÖZ

Orhan Pamuk’un 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülünü almasıyla birçok ülkede olduğu

gibi Rusya’da da yazarın romanlarına karşı ilgi belirgin ölçüde artmıştır. Daha önce çevrilmiş

olan romanlar yeniden basılmış, çevrilmemiş olanlar ise kısa sürede okuyucuyla buluşmuştur.

Edebiyat, bir ülkenin kültürünü, tarihini, mirasını, insanını başka ülkeye tanıtmakta en önemli

araçlarından biridir. Bu çerçevede, yapılan çevirileri incelemek bu tanıtımın ne kadar doğru ve

gerçek olduğunu anlamak için önemlidir. Bu nedenle tezimizde, Orhan Pamuk’un en çok

okunan romanlarından biri olan Kara Kitap romanının Rusça çevirisine odaklanılmıştır.

Kara Kitap romanının tümce yapısı birçok eleştiriye, tartışmaya konu olmuştur.

Tezimizde, roman sentaksının Rusça çevirisinde yansımasını bulup bulmadığını ve bulduysa ne

şekilde bulduğunu araştırmayı amaçlanmıştır.

Bu amaç doğrultusunda 610 Rusça tümce orijinal tümcelerle kıyaslanarak incelenmiş,

inceleme sonucunda tümce çevirisi yaklaşımına göre 9 grup oluşturulmuştur. Genel olarak

tümcelerin %61’inin çeviri sırasında değişime uğradıklarını görülmüş, bu değişimin çoğu

zaman bir orijinal tümcenin ikiye, üçe, dörde ve beşe bölünmesiyle gerçekleştiğini

anlaşılmıştır. İnceleme sonuçları sayısal ve yüzdelik olarak sunulmuş, grafikler ve tablolar

yardımıyla örneklendirilmiştir. Elde edilen sonuçlara dayanarak orijinal eserin sentaksının

çeviride yeterince korunmadığını ve bundan dolayı Rus okurunun Orhan Pamuk’un özgün

tarzıyla yeterince tanışamadığını düşüncesine varılmıştır.

Bu zorlu çalışma sürecinde zamanını ve emeğini cömertçe ayırarak yardımlarını benden

esirgemeyen danışmanım Prof. Dr. Ayşe Pamir Dietrich’e, tez metninin hazırlanmasında,

inceleme sonuçlarının grafik haline getirmesinde bana yardımcı olan arkadaşlarıma içten

teşekkürlerimi sunuyorum.

vii

İÇİNDEKİLER

ÖZET………………………………………………………………………………..iv

ABSTRACT…………………………………………………………………………v

ÖNSÖZ………………………………………………………………………………vi

KISALTMALAR DİZİNİ……………………………………………………………x

GRAFİKLER VE TABLOLAR DİZİNİ…………………………………………….xii

GİRİŞ …………………………………………………………………………………1

BÖLÜM 1. ÇEVİRİ TARİHİ

1.1. 20. yüzyıla kadar çeviri tarihi ……………………………………….7

1.2. 20. Yüzyılda çeviri kuramları ve çeviribilimin doğuşu……………..13

1.2.a. Eugene Nida ve Eşdeğerlik kavramı…………………………………………………….17

1.2.b. Jiři Levy ve Anton Popovič’in Çeviriye Bakışı ………………………………………..21

1.2.c. James Holmes, Andre Lefevere ve Raymond van Den Broeck. Çeviribilimde betimleyici çalışmalar……………………………………………………25 1.2.ç. Çoğul Dizge ve Hedef Odaklı Yaklaşım………………………………………………..31

1.2.d. Katharina Reiss, Hans J. Vermeer ve Skopos Kuramı…………………………………37

BÖLÜM 2. ARAŞTIRMA SONUÇLARI

2.1. Genel sonuçlar………………………………..………………………47

2.2. Metnin birinci ve ikinci kısımlarından alınan örneklerin kıyaslamalı incelemenin sonuçları…..………………………………50 2.3. Eserin içindeki köşe yazılarından alınan örneklerin incelenmesinin sonuçları……………………..………………………51 BÖLÜM 3. ÖRNEKLER

3.1. 1KT1ET, k …………………………………………………………….54

3.2. 1KT1ET, d ……………………………………………………………..67

3.3. 1KT2ET ………………………………………………………………..81

viii

3.4. 1KT3ET ………………………………………………………………..96

3.5. 1KT4ET ……………………………………………………………….102

3.6. 1KT5ET ……………………………………………………………….107

3.7. 2KT1ET …………………………………………………………………110

3.8. KAYMA …………………………………………………………………112

3.9. BOŞ ………………………………………………………………………115

SONUÇ …………………………………………………………………………….116

KAYNAKÇA ………………………………………………………………………120

ix

As this world shrinks together like an aging orange and all peoples in all cultures move closer

together (however reluctantly and suspiciously) it may be that he cruical sentence for our

remaining years on earth may be very simply: TRANSLATE OR DİE. The lives of every

creature on the earth may one day depend on the instant and accurate translation of one word.

( E. Gentzler,Contemporary Translation Teories, Routledge,

1993 içinde Engle and Engle, 1985:2)

Bu dünya, yaşlanan bir portakal gibi gittikçe küçülürken ve tüm kültürlerdeki tüm milletler

gittikçe yakınlaşırken (her ne kadar gönülsüzce ve şüpheyle olsa da), belki de bu dünyada kalan

son yıllarımız için en önemli cümle çok basit olacaktır: ÇEVİRİ YAP YA DA ÖL. Bir gün her

canlının hayatı, tek bir sözcüğün hızlı ve titiz çevrilmesine bağlı olabilir.

x

KISALTMALAR DİZİNİ

Çalışmamızda öncelikle kullanılacak olan kavramlar, terimler ve kısaltmalar şunlardır:

KD – Kaynak Dil. Çevirinin hangi dilden yapıldığını gösteren kavram. Bu durumda kaynak dil

Türkçe'dir.

KM – Kaynak Metin. Kaynak dilde yazılmış olan metindir, bu durumda Kara Kitap romanının

orijinal (Türkçe) metni. Çalışmamızda, O. Pamuk, Kara Kitap, İstanbul, Can Yayınları, 1991

yayını kullanılacaktır.

KT – Kaynak Tümce. Kaynak metnin tümcesidir. Kıyaslamalı analiz sırasında erek tümceyle

karşılaştırılarak incelenecek olan tümce.

KT(b) – Bileşik Kaynak Tümce. Rusça'da сложносочиненное предложение olarak

adlandırılan tümce türü. Her biri özne+yüklem çiftini içeren birkaç bağımsız tümceciklerden

oluşan tümcedir.

KT(k) – Karmaşık Kaynak Tümce. Rusça'da сложноподчиненное предложение olarak

adlandırılan tümce türüdür. Her biri özne+yüklem çiftini içeren ve biri diğerine bağlı olan

birkaç tümceciklerden oluşan tümcedir.

ED – Erek Dil. Çevirinin hangi dile yapıldığını gösteren kavram. Bu durumda erek dil

Rusça'dır.

EM – Erek Metin. Kaynak metnin erek dilde yazılmış olan çevirisi. Çalışmamızda Орхан

Памук "Черная книга". Санкт–Петербург, издательство Амфора, 2007 yayını

kullanılacaktır.

ET – Erek Tümce. Erek metnin tümcesidir. Kıyaslamalı analiz sırasında kaynak tümceyle

karşılaştırılarak incelenecek olan tümce.

ET(b) – Bileşik Erek Tümce. KT(b) kavramının erek dildeki eşdeğeri.

xi

ET(k) – Karmaşık Erek Tümce. KT(k) kavramının erek dildeki eşdeğeri.

1KT1ET, k – Bir kaynak tümce bir erek tümceyle çevrilmiş, yapısı korunmuştur. Bu grupta,

Rus sentaksın özgün yapısından kaynaklanan zorunlu değişiklikler dışında hiçbir değişiklik

içermeyen tümceler yer almaktadır. Kaynak tümcede var olmayan yapılar eklenmemiş, var olan

yapılar eksilmemiş, anlam farklılaşmasına yol açacak yapısal değişiklikler yapılmamıştır.

1KT1ET, d – Bir kaynak tümce bir erek tümceyle çevrilmiş, yapısı değiştirilmiştir. Bu grupta,

Rus sentaksın özgün yapısından kaynaklanan zorunlu değişiklikler dışında da değişiklik içeren

tümceler yer almaktadır. Kaynak tümcede var olmayan yapılar eklenmiş ya da var olan yapılar

eksilmiş ya da anlam farklılaşmasına yol açacak yapısal değişiklikler yapılmıştır.

1KT2ET – Bir kaynak tümce iki erek tümceyle çevrilmiştir.

1KT3ET – Bir kaynak tümce üç erek tümceyle çevrilmiştir.

1KT4ET – Bir kaynak tümce 3 erek tümceyle çevrilmiştir.

1KT5ET – Bir kaynak tümce beş erek tümceyle çevrilmiştir.

2KT1ET – İki kaynak tümce 1 erek tümceyle çevrilmiştir.

KAYMA – İki kaynak tümce kısmen birleştirerek çevrilmiştir. Örneğin, bir tümcenin sonuyla

bir sonraki tümcenin başlangıcıdır.

BOŞ – Kaynak tümce çevrilmemiştir. Orijinal metinde bulunmayan erek tümce eklenmiştir.

Örnek – 1 kaynak tümcenin incelenen çevirideki çeviri şeklidir. Örneğin, bir kaynak tümce 3

erek tümceyle çevrilmiştir. Bizim araştırmamızda bu 1/3 durumu 1 örnek olarak ele

alınmaktadır.

xii

GRAFİKLER VE TABLOLAR DİZİNİ

Grafik 1. Genel sonuçlar. ……………………………………………………………..49

Grafik 2. Eserin içindeki köşe yazılarından alınan örneklerin

incelenmesinin sonuçları……………………………………………………52

Tablo 1. James Holmes’un çeviribilim sistemi………………………………………..28

Tablo 2. Katharina Reiss'in modeli……………………………………………………38

Tablo 3. Metnin birinci ve ikinci kısımlarından alınan örneklerin

kıyaslamalı incelemenin sonuçları………………………………………….50

Tablo 4. Eserin içindeki köşe yazılarından alınan örneklerin

incelenmesinin sonuçları……………………………………………………51

Tablo 5. ‘Boğazın suları çekildiği zaman’ bölümünün

inceleme sonuçları …………………………………………………………52

1

GİRİŞ

Yaşantının her alanında süregelen küreselleşme trendi, edebiyatı ve dilbilimini

kaçınılmaz bir şekide etkilemektedir. Yeni uygulamalar, biçim ve içerik arayışları, gittikçe

karmaşıklaşan imgeler, derinleşen ve çoğullaşan anlam katmanları her yazınsal tür için geçerli

olmakta, onların en kapsamlısı olan roman türü ise saydığımız ve sayamadığımız özellikleri

bünyesinde birleştiren ve bu bakımdan örnek olabilen bir yazınsal tür olarak görülmektedir.

Modern/postmodern; hatta kimi kaynaklarca mevcut olan 'postpostmodern'1 roman, okurundan

büyük çaba beklemektedir. Okur, metinde gizlenen imgeleri yakalayıp onları doğru

yorumlamak, anlamsal katman karmaşasının içindeki çakışan öyküleri doğru algılamak ve

yazarın entellektüel çalışmasını en az onunki kadar entellektüel okumayla değerlendirmek

zorundadır. Bizim araştırma konumuz olan sentaks olgusuna da değinerek, Jale Parla, 'Don

Kişot'tan Bugüne Roman' adlı çalışmasında bu noktayı şöyle vurguluyor: 'Bu tür bir anlatıda

okurdan elbette grameri ve sentaksı düzgün, cümlelerin mantıksal yapısı belirgin metinleri

okumaktan daha çok çaba beklenir ama 'kolay' metinler yazmak da modernistlerin

amaçlarından biri değildi; tersine, sanatı en yüce meslek, sanatsallığı da yeni bir din olarak

gören modernistlerin seslendiği okur, kendileri kadar olmasa da, bir miktar sanatçı bir okurdu.

Titizlikle gizlenmiş metinlerarası göndermeler, imgesel bir dilde yoğunlaşmış anlamlar,

yenilendikçe izlekleri pekiştiren ifadeler bu zor ve zahmetli okumanın doğal gereklerinden

sayılıyordu.'2

Bir postmodernist olarak Orhan Pamuk, elbette, tümcelerinin uzunluğuyla da okurunu

bir hayli zorlamakta ama aynı anda okuruna bir o kadar da sanatsal okuma/anlama zevkini

1S. Sim, Postmodern düşüncenin eleştirel sözlüğü, Ebabil, Ankara, 2006, s. 144 2J. Parla, Don Kişot'tan Bugüne Roman, İletişim Yayıncılık, 2007. s. 171

2

sunmaktadır. Romanlarının sentaksı dâhil birçok özelliği tartışmalara konu olmaya devam

etmektedir. Kimileri, Pamuk'un tümcelerini kasıtlı olarak uzattığını, içinden çıkılmaz şekilde

karmaşıklaştırdığını ve hatta yazarın Türkçenin kullanımıyla ilgili sorunlar yaşadığını iddia

ediyordu: '...kimi yazarlarımızın öve öve bitiremedikleri bu kitabı alıcı bir gözle okumayı

denerseniz, tekdüze ve topal tümceleri, günümüz Türkçesinin çok gerilerinde kalmış sözcük

dağarcığı, sıradan imgeleri karşısında, böyle bir kitabın yazarını 'iyi yazar' olarak nitelemenin

olanaksız olduğunu görürsünüz... Ne var ki, Türkçe bilgisinin yetersizliğinden kaynaklanan bu

yanlış ve yabanıl kullanımlar, birçok ünlü eleştirmenimizin iyi bir romancı karşısında

bulunduğumuzu kesinlemesini önleyemediği gibi, 'romanıcı'nın şaşırtıcı bir gözüpeklilikle

'proustien' tümceler kurmaya girişmesini de önlemez.'3

Ancak karşı kutupta yer alan eleştirmenler de azımsanmayacak sayıdadır. Örneğin, Füsun

Akatlı, 'Hayat kadar şaşırtıcı...' adlı makalesinde romanı '...gerçek bir edebiyat doyumu

yaşatıyor, tadı çıkarıla çıkarıla zevkle okunuyor'4 sözleriyle değerlendirir. Gürsel Aytaç'ın

'Orhan Pamuk'tan bir 'yeni roman' 'Kara Kitap' makalesinin son cümlelerinde okuyoruz:

'Edebiyatın ana problemlerini karmaşık da olsa (belki kasıtlı karmaşa) 'canlandırmayı' başaran

Orhan Pamuk, anlatım gücünü değerlendirmekten yana, bir yazar olarak Türkçenin bütün

imkânlarından yararlanmayı biliyor. Anlam farkı ve çağrışım yükü olan kelimeleri, kökene

bakmaksızın kullanıyor. Üslup konusunun böylesine çok söz konusu edildiği bir romanda dil,

özellikle vurgulanacak bir ana öge'.5 Nitekim Bernt Brendemoen makalesinin başlığında bile

düşüncesini ortaya koymakta: 'Orhan Pamuk-bir Türkçe sözdizimi yenilikçisi'.6 Makalenin

devamında '...alabildiğine özgün ve karmaşık bir yazar. Edebi göndermeler ve alıntılar gerek

3N. Esen, Kara Kitap üzerine yazılar, Can Yayınları, İstanbul, 1992 içinde T. Yücel, Kara Kitap, s. 66-74 4N. Esen, a.g.e., s. 29-32 5N. Esen, a.g.e., s. 24 6N. Esen, a.g.e., s. 144-158

3

Batı, gerekse çağdaş ve geleneksel Türk edebiyatı konusundaki geniş bilgiyi sergiliyor' gibi

değerlendirmeler buluyoruz. Romanın tümce yapılarını inceleyerek, köşe yazılarının üslubuyla

romanın geriye kalan kısmının üslubunun farklı olduğunu ve uzun karmaşık tümcelerin

özellikle romanın ilk yarısında çokça kullanıldığını tespit eden Brendemoen, Türk edebiyatı

konusunda uzman olmadığını ekleyerek, şu özelliğinin altını çiziyor: Tema, üslup ve dil

bakımından '...Pamuk, çağdaş ve geçmiş Türk yazarlarından büyük farklılık gösteriyor'. Bu

konuya belki en güzel noktayı ise Yıldız Ecevit'in sözleriyle koyabiliriz. Araştırmacı, 'Benim

Adım Kırmızı' romanını da incelediği 'Türk Romanında Posmodern Açılımlar' adlı

çalışmasının 'Orhan Pamuk'u Okumak ya da Okuyamamak' bölümünde şunları söylüyor:

'Türk dilinde yazılan en yetkin örneklerinden biri olduğunu düşündüğümüz bu romana okur

düzleminden gelen ve basına da yansıyan kimi tepkiler, sorununun, bilinçli estetik seçimlerinin

dışında, kişisel düzlemde Orhan Pamuk'u okumak ya da okuyamamak sorunu olmayıp, okurun

avangardist estetik konusundaki yetersiz donanımıyla ilgili olduğunu göstermektedir. Resim,

müzik, yontu, tiyatro, sinema ya da romanda, çağcıl avangardist sanat ürünleriyle

bütünleşebilmek gerekir. Modern sanat okuru/izleyicisi/dinleyicisi olmak özveri gerektirir.'7

Kara Kitap romanını seçmiş olmamızın nedenine gelince, yayınlandığı günden bu yana

farklı bakımlardan tartışılan bu eser, sentaks açısından da olumlu ve olumsuz eleştiriler

almıştır. Çeşitli konulardaki eleştiriler ayrı bir kitap olarak yayınlanmış8, yazarın genel olarak

eserleri ve Kara Kitap üzerine doktora ve yüksek lisans tezleri hazırlanmıştır9. Örneğin, Melike

Yılmaz'a ait Yüksek Lisans tezinde (1) okuyoruz: 7Y. Ecevit, Türk Romanında Postmodern Açılımlar, İletişim, 2006. s. 166 8N. Esen, Kara Kitap Üzerine Yazılar, Can Yayınları, Istanbul, 1992; N. Esen, Kara Kitap Üzerine Yazılar, İletişim, 1996.

9Örn., (1) Yılmaz, Melike, 'A translational journey: Orhan Pamuk in Inglish', YL tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 2004; (2) Saraçoğlu, Semra, 'Self-reflexivity in postmodern texts: a comparative study of the works of John Fowles and Orhan Pamuk', Doktora tezi, ODTÜ, 2003; (3) Bolak, Beyhan, 'Constructed space in literature as represented in novels. A case study: The Black Book by Orhan Pamuk' YL tezi, ODTÜ, 2000.

4

'Türk edebiyat dizgesinde eşi görülmemiş eleştiri yankısını uyandıran, birçok tartışmayı

ateşleyen Orhan Pamuk'un 4. romanı, Kara Kitap'tı (1990)...

Kara Kitap birçok yorumlamaya açık karmaşık bir postmodern romandır; karmaşıklığı,

en kararlı okurları bile korkutup uzaklaştırabiliyordu, onlardan bazıları uzun ve anlaşılması zor

tümcelerini gramer açısından yanlış bularak eleştirdiler ve Pamuk'un Türkçe’de henüz

uzmanlaşamadığını öne sürdüler... Diğer taraftan Pamuk'u Türk sentaksını yenilemeyi başarmış

bir yazar olarak öven eleştirmenler de vardı...'10

Kara Kitap romanının uzun ve karmaşık tümcelerini eleştiren kişi, Tahsin Yücel'dir.11

Diğer eleştirmenlerin çalışmalarında Orhan Pamuk'un bu romanı 'ansiklopedik', 'modern',

'postmodern' gibi sıfatlarla betimleniyordu. Tahsin Yücel ise bunlara katılmayarak, Kara Kitap

hakkında ‘...tam tersine, kendince süslü anlatımı, bitip tükenmek bilmeyen, bıktırıcı benzetme

ve uzatılarıyla yüzyıl başı romanlarını anımsatır' demektedir.

Bu zor ve karmaşık metinlerde sentaksın önemi azımsanmamalıdır. Söz konusu olan

basit bir tümce yapısından çok daha fazlasıdır. Modern romanda sentaks da bir fikir

taşıyıcısıdır, sözcüklerin anlamlarıyla birleşerek yazarın bize ulaştırmaya çalıştığı duyguyu,

atmosferi oluşturur, metnini canlandırıp renklendirir, eserin etkisini arttırır. Kaldı ki Orhan

Pamuk bu romandan söz ederken sentaksın önemini defalarca vurgulamıştı: 'Kara Kitap ile

yaptığıma İstanbul'da hayatın şiddetine, renklerine, karmaşasına uygun bir hikâye dokusu

bulmaktır da diyebilirim. Romanın uzun cümleleri, kendi etrafında dönen baş döndürücü barok

cümleler bana şehrin karmaşasından, tarihinden ve bugünkü zenginliğinden, kararsızlığından ve

enerjisinden çıkmış gibi gelir.'12

10

M. Yılmaz, 'A translational journey: Orhan Pamuk in Inglish', YL tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 2004, s. 53 11N. Esen, Kara Kitap Üzerine Yazılar, İletişim, 1996 içinde T. Yücel, Kara Kitap, s. 48-56 12O. Pamuk, Öteki renkler, İletişim, 2006, s.138

5

Yukarıda saymaya çalıştığımız sebeplerden dolayı Kara Kitap romanının Rusça

çevirisinde sentaks sorunu ciddiyetle üzerine durulması gereken bir sorun olarak görülmektedir.

Eserin çok boyutlu anlamı özgün tümce yapıları korunarak mı yeniden oluşturulmuş, yoksa

bunun için farklı yöntemler mi bulunmuştur? Bu soru, metin çözümlemesi yoluyla, çalışmamız

içinde cevaplandırılmaya çalışılacaktır.

Çeviri, çeviribilim, çeviri değerlendirmesi konuları 20. yy. boyunca yeniden gözden

geçirilmiştir; önemi, dilbilim sistemi içerisindeki yeri, işlevi, işleyişi, türleri açısından yeniden

ele alınmıştır. Bu süreçte çeviriye ve çevirmene olan bakışımız da değişime uğramıştır.

Çevirinin çok katmanlı, çok boyutlu bir süreç olduğunu artık kabul ediyoruz. Bu konuyla ilgili

birçok bilimsel çalışma yapılmış ve yapılmaktadır. Onlardan birinde çeviriye dair okuyoruz:

'20. yüzyılda çeviri büyük öneme sahip bir etkinliktir ve sadece dilbilimcilerin, çevirmenlerinin

veya dil öğretmenlerinin değil, matematikçilerinin ve elektronik mühendislerinin de ilgi

odağıdır.13 'Çeviri çok boyutlu bir disiplindir ve bu yönüyle kaçınılmaz olarak diğer ilgili

disiplinlerden etkilenmektedir. Herşeyden önce, uygulamalı dilbilimin bir dalı olan çeviribilim

saf dilbilimle de dolaylı olarak ilişkilidir.'14

Benzer şekilde, çevirmene olan yaklaşım da belirgin bir değişim geçirmıştir. Artık

çevirmenin, bir metni kaynak dilden erek dile aktarmakla kalmayıp, metnin tüm boyutlarıyla

ilgili olmak ve onları mümkün olduğu kadar koruyarak erek dilde adeta yeniden yaratmak

zorunda olduğu bilinmektedir. 'Çevirmenin erek dilde yeni bir metin yarattığı düşüncesi –

kaynak metni yapısal bakımdan 'sadık' bir biçimde çevirmesinden çok – çeviriyi dilbilimsel

13

' R. S. Ülsever, Linguistic Aspects of Translation Evaluation, Eskişehir, T.C. Anadolu Üniversitesi yayınları: No. 1157, 1999, s. 5 (çalışma boyunca İngilizce ve Rusçadan çeviren Nilüfer Köksal). 14

R.S. Ülsever, a.g.e., s. 27

6

açıdan değerlendirmede bir adım ileri olurdu.15

Bunun gibi değişimler ışığında erek metnin değerlendirilmesi konusu dikkat

çekmektedir. Eskiden, çeviri sürecinin sonucu olan erek metin çeviribilimin araştırma objesi

olarak görülürken, şimdi bu obje çeviri sürecinin kendisidir. Birçok araştırmacı çeşitli çeviri

değerlendirme modelleri önermiştir. Örneğin Nida, okur odaklı çeviri değerlendirme modelini

ortaya koymuştur.16 Aynı şekilde Even-Zohar, Toury, Bassnet-McGuire, Lefevere, Reiss,

Vermeer, Newmark gibi araştırmacılar çeviri sürecini çeşitli açılardan değerlendirmeye

çalışmışlar, bazıları yeni çeviri değerlendirme modelleri oluşturmuşlardır. Bu modellerden

ileriki bölümlerde daha ayrıntılı olarak bahsedilecektir. Özetle, çeviri sorunu bilim çevrelerinde

son dönemde yoğun bir şekilde tartışılmakta ve ortaya yeni yaklaşımlar çıkmaktadır.

Öncelikle şu noktadan başlamak gerektiğini düşünüyoruz: Modern çeviribilim tarihinde

genel olarak sadık çeviriye ve daha dar anlamıyla çeviri esnasında orijinal metin biçiminin

korunmasında ne gibi yaklaşımlar görülmüş, bu konu çeviribilimcilerce ne şekilde ele alınmış,

ne tür çözümler üretilmiştir? Özetin de özeti şeklinde sunacağımız bu çalışmanın, incelemekte

olduğumuz çevirinin hangi çeviribilimsel ve dilbilimsel kuramlara daha yakın durduğunu, bu

zengin kuramlar dünyasında hangi noktada bulunduğunu göstermek bakımından yararlı

olacağına inanmaktayız.

15

R.S. Ülsever, a.g.e., s. 25. TL – target language, SL – source language. 16E.A. Nida, Toward a Science of Translating, Leiden, 1964.

7

BÖLÜM 1. ÇEVİRİ TARİHİ

1.1. 20. yüzyıla kadar çeviri tarihi

Çeviri üzerine süregelen kuramsal tartışmanın kökleri, Peter Newmark'a göre, MÖ 1.

yüzyıla kadar inmektedir.17 Çevirinin ne zaman başladığını sorusuna cevap bulabilmek için

tarihte çok geriye gitmek gerekir, çünkü yazı, insanlararası, milletlerarası ilişkiler ne zaman

başladıysa çeviriye gereksinim de o zaman doğmuştur. Arkeologlarca bulunmuş 4500 yıl

öncesine ait kil tabletlerinde Sümerce-Eblait’ce sözcükler vardır ve bu gerçek, çevirinin ne

kadar eski bir uğraş olduğunu ispatlar niteliktedir. Çevirinin ve çevirmenin önemini göstermek

için ise şu örneği verebiliriz: Jean Delisle ve Judith Woodsworth'e göre çeşitli alfabeleri

bulan kişiler arasında dört tane çevirmen vardı; bunlar sırasıyla: 'Gothic alfabesini bulan Ulfilo

(Bulgaristan, 4. yüzyıl), Ermeni, Arnavut ve Gürcü alfabesini bulan Mesrop Mashtots

(Ermenistan, 5. yüzyıl), Glagolitic alfabesini bulan Cyril (Moravya, 9. yüzyıl) ve Kanada'da

yerliler için 19. yüzyılda heceli yazma sistemini bulan James Evans.'18

Çevirinin düzenli olarak yapılmaya başlandığı dönem, Romalılar dönemidir.19 Burada ilk

ağızda anılabilecek isimler, Cicero ve Horatius; bunlardan ilkinin sarfettiği 'non verbum de

verbo, sed sensum exprimere de sensu (sözcüğü sözcüğüne değil, duygu duyguya/anlam

anlama)' cümlesi uzun yüzyıllar boyunca çeviri üzerine yapılan tartışmaların özeti olacaktır. Bu

düşünürler çeviriyi, herşeyden önce şiir çevirisi bağlamında ele alarak incelemişler, onun kültür

ve sanatı yaymasındaki rolünün altını çizmişlerdir. Romalılar Yunan edebiyatının eserlerini bu

dönemde daha üstün olarak görmüş, yapılan çeviriler öykünme niteliğini taşımıştır. Çeviri

amaçlarından biri kendi dillerini zenginleştirmek olduğundan çevirmen sözcükleri ödünç alma

konusunda oldukça özgürdü. Bu dönemin diğer önemli özelliği, çoğu Romalının Yunanca'yı

17P. Newmark, A Textbook on translation, Prentice Hall, 1988, s.45 18N.B. Aksoy, Geçmişten günümüze yazın çevirisi, İMGE, 2002, s.14 19S. Bassnet, Translation Studies, Routledge, 1988

8

biliyor olmalarıdır. Böylece çeviri metin, orijinal metnini bilen okurlar tarafından

değerlendiriliyor ve kaynak eserin bir başka versiyonu olarak görülüyordu. Bu nedenle kaynak

metnin tüm biçim unsurları çeviride tam olarak verilmek isteniyordu.

Hıristiyanlığın yayılmasıyla çeviriye ve çevirmene bakış açısı da değişme uğramış,

çeviri; Tanrı sözünün yayılmasındaki tek yol, çevirmen ise bunun aracı olarak

değerlendirilmiştir. Bu yaklaşımla çevirmenin hem işi hem sorumlulukları çoğalmış ve

güçleşmiştir. İncil başta olmak üzere kutsal metinlerin çevirilerinin ağırlıkla yapıldığı

dönemlerde kaynak metnin sözüne mi, yoksa ruhuna mı bağlılık konusu basit bir çeviribilim

konusundan çok daha öteydi: 'İncil çevirisinin tarihi Batı kültür tarihinin küçük bir

kopyasıdır.'20 İncil'in ilk çevirisi St. Jerome tarafından M.S. 384 yılında yapılmış ve çevirmen,

Cicero'nun yöntemini izlediğini ve kaynak metnin anlamını aktarmanın kendisi için öncelikli

olduğunu bildirmiştir. Ancak 'Tanrı'nın Sözü' çevirmen yorumlamasına bu kadar açık olmalı

mıdır tartışması hiç dinmemiştir.

1380-1384 yıllarında İncil, John Wycliffe tarafından İngilizceye çevrilmiş ve bu çeviri

uzun bir zincirin ilk halkası olmuştur. Wycliffe'in çeviriye ve genel olarak dindeki kutsal

metinlerin yerine yeni bir yaklaşım sergilemiş, Tanrı'nın sözünün sadece seçilmiş birkaç kişi

için değil, herkes için anlaşılabilecek bir dilde yazılması gerektiğini savunmuştur. Dolayısıyla,

bazı yerlerde kısaltmalar yapılmış, açıklamalar eklenmiş ve sadeleştirmeye başvurulmuştur. Bu

yaklaşımın adım adım Reformasyon hareketine kadar ilerleyecek olması çevirinin önemini bir

kez daha gözler önüne sermektedir.

Herkesin anlayabileceği bir İncil çevirisini yaratma işinde bir sonraki adım 1525 yılında

William Tyndale tarafından atılmış, ama çeviri, sadece 11 yıllık ömrün sonunda 1536 yılında

20S. Bassnett, a.g.e., s. 46

9

dinî kıstaslara uygunsuz bulunarak yakılmıştır.

15. Yüzyılda matbaanın bulunmasıyla çeviriyi yaygınlaştırmak daha kolay hale gelmiş ve

bundan dolayı da ona verilen önem ve dikkat artmış, bazı kurallar koyma, kuramlaştırma

gereksinimi duyulmuştur. 16. Yüzyılda İncil Protestan ve Katolik versiyonlarıyla sadece

İngilizceye değil, diğer dillere de çevrilmiştir. Birkaç örnek sıralamak gerekirse: 1488 yılında

İncil'in İbranice'ye çevirisi tamamlanmış, 1516'da Erasmus Yeni Ahit'in Grekçe çevirisini

yayınlamıştır, bu yayın Martin Luther'in Almanca çevirisinin temeli olmuştur. 1529 ve tekrar

1550 yıllarında Danimarka diline, 1526-41 yıllarında İsveççe'ye ve 15279-93 yıllarında ise

Çekçe'ye çevrilip yayınlanmıştır. Erasmus'un sözleri bu çevirilerin tarzı hakkında fikir

verebilir: '...Kısaca, Hıristiyanlar arasındaki iletişimin kendimiz gibi, günlük hayatımızda

kullandığımız dil gibi olmasını istiyorum.'21

Kuram geliştirme çalışmalarının ilki, Etienne Dolet'in ‘Bir Dilden Diğerine İyi Bir

Çeviri Nasıl Yapılır’ ('How to Translate Well From One Language Into Another') adlı

kitabında yapılmıştır. Oluşturduğu 5 çeviri prensibi şöyledir:

1. Çevirmen, anlaşılması zor noktaları açıklamakta serbest olsa da, orijinal yazarın hedeflediği

duygu ve içeriğini tam olarak anlamalı,

2. Kaynak ve erek dili çok iyi bilmeli,

3. Sözcük sözcüğe çevirmekten kaçınmalı,

4. Günlük dil kullanımlarını tercih etmeli,

5. Doğru tonu üretmek için sözcükleri uygun biçimde seçmeli ve düzenlemelidir. 22

Homer’in eserlerini çevirmekle tanınmış olan İngiliz George Chapman, Dolet'in bu görüşlerine

katılarak, 'serbest çeviri' yapmamak gerektiğini, çeviri öncesi ciddi, 'çok bilimsel ve dikkatli' bir

21S. Bassnett, a.g.e., s. 48 22S. Bassnet, a.g.e., s. 54

10

araştırma yapmak gerektiğini söyler.23 Bu çevirmenlerin çalıştıkları dönemde çeviride özgürlük

yine ön plandaydı: eski metinleri güncelleştirmeler, kısaltmalar, eklemeler veya çıkarmalar

yapılmış, günlük dil tercih edilmiştir.

Rönesans dönemi çeviri savaşlarıyla dikkat çekiyor. Edmond Cary'ye göre,

'Reformasyon, herşeyi bir yana, öncelikle çevirmenler arasında yaşanan bir tartışmaydı. Çeviri,

Devlet meselesi ve Din sorunu haline geldi. Sorbonne ve Kral bununla aynı derecede

ilgileniyorlardı.'24 Bu alıntıyı veren Susan Bassnett yazısında Rönesans döneminin en belirgin

ve dikkat çeken özelliğinden şu sözlerle bahsetmektedir: ' Çevirmenin, tek bir tümce veya

ifadenin çevirisinden dolayı idam edilebildiği bu atmosfer içinde savaş sınırlarının bu kadar

büyük bir kararlılıkla çizilmiş olmalarına şaşırmamak lazım.'25 Bu dönemin bir başka özelliği

ise eski metinlerin sözcük ve üslup bakımından modernleştirme çabasıdır. Bu çaba birçok

çeviriyi eleştirmenlerce 'uyarlama' (adaptation) olarak görmesine yol açmıştır. Örneğin,

Wyatt'ın Petrarch çevirilerinde sadakat, sözcük veya tümce yapılarında değil, eserin genel

havasına ve okuruyla olan ilişkisindedir.

'Öykünme' yönteminin yerine daha bilimsel ve bütüncül çeviriye bırakmaya başladığı

dönem, 17. yüzyıldır. Burada anabileceğimiz isimler John Denham ve John Dryden. Denham,

'Bay Richard Fanshawe'e onun Pastor Fido'nun çevirisi üzerine' adlı eserinde çeviride

sanatsal yönünü ve doğasını, başka bir ifadeyle biçimini ve ruhunu aynı anda (en azından

düzyazı çevirisinde) korumak gerektiğini söylerken, Dryden, Ovid'in Epistels eserinin

çevirisine yazdığı giriş bölümünde 3 temel çeviri türünden söz eder:

1. Metaphrase, sözcüğü sözcüğüne, satırı satırına yapılan çeviri, sadık çeviri,

23N.B. Aksoy, Geçmişten günümüze yazın çevirisi, İMGE, 2002, s.17. Ayrıca bkz. A. Lefevere,

(ed.)Translation/History/Culture. A sourcebook. Routledge, London, 1992, s. 63 24S. Bassnet, Translation Studies, Routledge, 1988, s.55 25 S. Bassnet, a.g.e., s. 56

11

2. Paraphrase, veya Cicero’nun sensum exprimere de sensu tarzı çeviri, açımlama,

3. Imitation, veya çevirmenin gerekli gördüğü gibi kaynak metni değiştirip uyarlaması,

öykünme.

En doğru çevirinin ise 2. çeviri türü olan açımlamanın olduğunu söyler.

18. yüzyıl, hemen hemen aynı yaklaşımları sergilemektedir. Alexandre Pope Dryden'in

izinden giderek, mükemmel çevirinin aşırı sadık ve serbest çevirinin ortasında bulunduğunu

iddia eder ve bir eserin okunabilirliğini ulaşılması gereken hedef olarak gösterir.26 Ayrıca 18.

yüzyılda çevirmeni bir ressam olarak görme eğilimi de kendini göstermekteydi: doğayı olduğu

gibi, ama kendi algı filtresinden geçirerek yorumlayan ve okuyucuya karşı sorumlulukları olan

bir ressam. Goethe'nin de çeviri konusunda düşünceleri dikkat çekicidir: 3 farklı çeviri

aşamasından söz ederek, ilk aşamanın 'bizi yabancı ülkelerle kendimize özgü biçimlerde

tanıştırma'27 niteliğinde; 2. aşama 'yerine geçme ve yeniden üretme' (substitution ve

reproduction) olarak tanımlanabilir ve burada çevirmen kaynak metnin duygularını, anlamını

kavrar, ancak yine erek dilin terminolojisiyle aktarır; 3. ve en üstün aşama ise kaynak ve erek

dilleri arasında mükemmel bir eşdeğerlilik olarak betimleniyor ve yeni bir 'tarzın'

yaratılmasıyla mümkün olabiliyor. Hassas nokta ise, bu yaklaşımının 'çevrilemezlik' kavramına

çok yakın durmasıdır.

1791 yılında Alexander Fraser Tytler, ‘Çeviri İlkeleri’ ('The Principles of Translation')

adlı eserini yayınlar. Bu eser, çeviri sürecini araştırmaya yönelik yapılmış ilk sistematik

İngizlice çalışma diyebiliriz. Bu çalışmada 3 temel çeviri prensibi sunulur:

1. Çeviri, orijinal tekstin fikrinin tam yansımasını vermelidir,

2. Üslup ve yazım biçimi orijinalin aynısı olmalıdır,

26Çeviri tekniği konusundaki düşünceleri için bkz. A. Lefevere, (ed.) Translation/History/Culture. A

sourcebook. Routledge, London, 1992, s. 64-66 27S. Bassnet, Translation Studies, Routledge, 1988, s. 62

12

3. Çeviri, orijinal kompozisyonun tüm çizgilerini taşımalıdır.

Dryden etkisine karşı çıkan Tytler, paraphrase yaklaşımının fazlasıyla serbest çevirilerin

ortaya çıkmasına yol açtığını söyler.

İki yüzyılın arasında yani 1789 yılında, dünya düşünce tarihinini büyük ölçüde etkileyen

Fransız İhtilali yapılmıştır. Romantizm akımı bireysel dünya görüşünün kutsallığını savunarak,

edebiyatçıyı mistik yaratıcı güçlere sahip bir kimse olarak görmekteydi. Çeviri konusunda da

ilgi çeken düşünceler ileri sürülmüştür. Friedrich Schlegel, örneğin, konuşmanın veya

yazmanın bile birer 'kodlama/yeniden kodlama' işlemi olduğunu, başka deyişle, bir çeşit çeviri

olduğunu öne sürmektedir. Edebi çeviride ise orijinal metnin biçimlerinin korunması

gerektiğini savunuyordu.28 Genel olarak 19. yüzyılda çeviriye ilişkin iki ana eğilimden söz

etmek mümkün: İlki, Schlegel örneğinde olduğu gibi, çeviriyi edebi veya dilbilimsel süreçten

çok düşünce süreci olduğunu söyler; diğeri ise çevirinin daha mekanik bir 'eseri/yazarı tanıtma'

süreci olduğunu iddia eder.

Post-romantizm olarak adlandırılan dönemde öne çıkan isimler Friedrich Schleiermacher

ve Dante Gabriel Rossetti olmuştur. İlk isim yalnızca çeviri edebiyatında kullanılmak üzere

yaratılması gereken özel bir alt-dilinden söz ederken Rossetti'nin düşüncesi, çevirmenin orijinal

metnin biçim ve diline bağlı kalması gerektiği yönündeydi.29 19. yüzyılın bir başka önemli ismi

F.W. Newman, Schleiermacher'in alt-dil yaratma fikirlerini destekleyerek, çevirmenin kaynak

metnin her detayını titizlikle korumak zorunda olduğunu söyler. Bu görüşler, Viktorya

döneminin yazar ve eleştirmeni Mathew Arnold'un çalışmalarında yankılanarak, modern

çeviribilimde var olan 'yabancılaştırma' (foreignizing, okuyucuyu metne taşıma, metnin her

özelliğini değiştirmeden aktarma) yaklaşımını da anımsatır.

28S. Bassnet, a.g.e., s. 65. Ayrıca bkz. A. Lefevere, (ed.) Translation/History/Culture. A sourcebook. Routledge,

London, 1992, s. 66-67 29A. Levefere, a.g.e., s. 67-68

13

Özetleyecek olursak, 20. yüzyıla yaklaşırken çeviride şu karakteristik tutumlar geçerlidir:

1. Kaynak metnin üstünlüğü yorumsuz olarak kabuledilmekte, biçim ve dil özellikleri mümkün

derece korunmaya çalışılmaktadır;

2. Erek metin, entellektüel okuru orijinal metne dönüş yapmak için ikna edici nitelik

taşınmaktadır;

3. Erek metnin kasıtlı 'yabancılığı', onu okuyan kişiyi kaynak metne karşı 'daha iyi bir okur'

yapma iddiasını taşımaktadır vs.

1.2. 20. Yüzyılda çeviri kuramları ve çeviribilimin doğuşu

Susan Bassnett, kitabının '20.yüzyıl' başlıklı bölümünde, geniş bir zaman diliminin

dönemlere ayrılmasının zorluğundan söz eder: 'Büyük bir miktar materyali küçük alanlara

bölmeye çalışırken, tartışmanın biteceği son noktayı kararlaştırma konusu her zaman sorun

olmuştur.'30 Gerçekten de, çeviribilimin doğduğu yüzyıl olarak gördüğümüz 20. yüzyıl çeviri

üzerine birçok tartışmanın yaşandığı, kuramların çıktığı, söylemlerin oluştuğu bir dönemdir.

Çeşitli okullara, akımlara önderlik eden belli başlı çeviribilimciler konuyu farklı açılardan ele

almış, 'doğru çeviri' kavramına farklı açıklamalar önermiştir. Doğal olarak, çeviribilim

tarihçileri de, 20. yüzyılın dönemlere ayrılmasına farklı yaklaşmış, farklı sınıflandırmalar

sunmuştur. Örneğin, bu çalışmamızda yararlanacağımız 3 ana kaynaktan her birinde kendine

özgü sistem buluyoruz. Edwin Gentzler’in, ‘Çağdaş Çeviri Araştırmaları’ ('Contemporary

translation studies')31 adlı kitabının içyapısı ana hatlarıyla şöyledir:

30S. Bassnet, Translation Studies, Routledge, 1988, s. 73 31E. Gentzler, Contemporary translation studies, Routledge, London, 1993

14

Amerika Çeviri Çalışma Grubu/ American Translation Workshop

- Ivor Armstrong Richards

- Ezra Pound

- Frederic Will

Çeviri Bilimi/The 'Science' of Translation

– Noam Chomsky

– Eugene Nida

– Wolfram Wilss

– Otto Kade

– Albrecht Neubert

– Katharina Reiss/ Hans J. Vermeer

– Mary Snell-Hornby

Erken Dönem Çeviri Araştırmaları/ Early Translation Studies

– André Lefevere

– Jiři Levy ve Çekoslovak bağlantı

– Anton Popovič

– James Holmes

– Raymond van den Broek

Çoğuldizge/Polysystem

– Itamar Even-Zohar

– Gideon Toury

– Jurij Tynjanov

15

Yapıbozum/Deconstruction

– Jacques Derrida

– Michel Foucault

– Martin Heidegger

Bir Türk araştırmacı N. Berrin Aksoy ise farklı bir yaklaşım sergilemektedir32: 20.

yüzyılı, 1970'lere dek süren Dilbilimsel yaklaşım dönemi ve 1970'lerden sonra başlayan

Betimleyici Çeviri araştırmalarına doğru yöneliş dönemi olamak üzere iki döneme bölmüş, ilk

dönemde Nida, Chomsky, Reiss, Vermeer, Newmark gibi isimler üzerine yoğunlaşırken, ikinci

dönemde ise Toury, Even Zohar, Holmes, Snell-Hornby, Lefevere, Levy, Popovič, Van den

Broek, Bassnett gibi isimlere yer vermiştir.

Rusya'da bu alanda araştırma yapmış ilk akla gelen isimlerden biri olan Vilen

Komissarov'un ‘Genel Çeviri Teorisi' adlı kitabında33 çeviribilim çalışmaları ülke bazında

ele alınmaktadır:

İngiltere

– J. Catford

– Peter Newmark

– Mary Snell-Hornby

Fransa ve Kanada

– Jean-Paul Vinay

– Jean Darbelnet

– Georges Mounin

32N. B. Aksoy, Geçmişten Günümüze Yazın Çevirisi, İMGE, 2002 33Комиссаров, Вилен Наумович. Genel Çeviri Teorisi. Yabancı Bilimadamlarının Eserlerinde Çeviribilimin

Sorunları. (Общая теория перевода. Проблемы переводоведения в освещении зарубежных ученых.) Москва, 1999

16

– Danica Seleskoviç

– M. Lederer

– Jean Delisle

Amerika

– Eugene Nida

– Susan Bassnet-McGuire

– C. Ross

Almanya

– Otto Kade

– Albert Neubert

– Katharina Reiss

– Wolfram Wilss

– H.P. Krings

– Ernst-August Gutt

İskandinav Ülkeleri

– Justa Holz-Manttari

– A.F. Kelletat

– Sonja Tirkonen- Condit

– Inkeri Vehmas – Lehto

Ayrı olarak F. Guttinger'in (İsviçre), Alexander Lüdskanov'un (Bulgaristan) ve Gideon

Toury'nin (İsrail) teorik konseptlerine yer verilmiştir.

Sunmaya çalıştığımız bu özet bile 20.yüzyılın çeviri söylemleri açısından ne kadar

zengin bir dönem olduğunu göz önüne sermektedir. Bu incelememizde, ismi geçen her

17

araştırmacıya kısaca değinmek bile kapsamı fazlasıyla aşmakta ve bizi asıl konumuzdan

uzaklaştırmaktadır. Ancak, 20. yüzyılda çeviribilimde oluşan en temel akımlara ve onların

temsilcisi sayılabilecek isimlere yer vermek araştırmamızın tutarlılığı bakımından önemlidir.

Bu nedenle, yukarıda kaynak olarak belirttiğimiz 3 çalışmada çoğunlukla öne çıkarılan

çeviribilimcilere ve önerdikleri çeviri modellerine dönerek, onları özetlemeye çalışacağız.

1.2.a. Eugene Nida ve Eşdeğerlik kavramı.

20. yüzyılın başlarından II. Dünya Savaşının bitiminden sonraki yıllara kadar

çeviribilimde genel olarak kuralcı (normative) bir yaklaşım söz konusudur. Çevirmenler

temelde sadık çeviri metodunu destekleyenler ve serbest çeviriden yana olanlar olarak

gruplanmaktadır. Bazıları doğru çevirinin yöntemi konusunda bir takım kurallar koymaya

çalışmış ancak objektif, kapsamlı ve bilimsel bir çeviri kuramı henüz ortaya konulamamıştı.

II. Dünya Savaşından sonraki dönemde milletlerarası ilişkiler gelişmeye başlamış, hızlı

ve doğru çeviriye günden güne artan gereksinim duyulmaya başlamıştır. İlk aşamada çeviriyi

bilgisayar yardımıyla yapmanın bu gereksinimi karşılayacağı düşünülmüştür. Ancak tatmin

edici olmayan sonuçlar, bilimadamlarını çeviri doğası üzerine daha fazla teorik araştırma

yapmaya yöneltmiştir. İkinci aşamada ise, çevrilmesi gereken metinlerin niteliksel değişimidir.

Ekonomi, teknik, hukuk gibi dar bilimsel alanlara yönelik metinler karşısında çevirmen daha

farklı yaklaşımlar sergilemek durumundadır, çünkü edebi metin çevirisinden farklı olarak

burada ana hedef eserin yaratıcı ve kurgusal özelliklerini yansıtmak değil, birebir örtüşen tümce

yapıları bulmak, standart terminoloji kullanımını belirlemek ve iki dilin semantik sistemleri

arasındaki farklılıkları aşmak gibi salt dilbilimsel hedefler söz konusudur.

18

Eugene Nida'nın ‘Mesaj ve Misyon’ (Message and Mission, 1960), ‘Çeviribilimine

Doğru’ (Toward a Science of Translating, 1964), Noam Chomsky'nin ‘Sözcükdizimsel

Yapılar’ (Syntactic Structures, 1957), ‘Sentaks Teorisinin Boyutları’ (Aspects of the

Theory of Syntax, 1965), Andrey Fedorov'un ‘Çeviribilim Teorisine Giriş’ (Введение в

теорию перевода, 1953) gibi çalışmaları çeviri incelemelerini dilbilimsel alana çekmiştir.

Noam Chomsky, eserlerinde çeviribilim üzerine inceleme yapmak gibi bir amaç gütmekten

uzaktı, hatta teorisinin bu doğrultuda kullanılmasına karşı uyarmaktaydı. 34 Ancak buna rağmen

çalışmaları, Nida'nın çeviri teorisini oldukça etkilemiştir: Teorik altyapısı, dönüşüm kuralları,

terminoloji; hepsi temelde Chomsky'nin çalışmalarından alınmıştır.35 Bu nedenle Nida'nın

çeviri teorisini açıklamadan önce Chomsky'nin ortaya koyduğu üretimsel-dönüşümsel dilbilgisi

sisteminden (generative transformational grammar) ve onun ana konusu olan derin yapı (deep

structure)’dan kısaca söz etmenin faydalı olacağına inanıyoruz.

Chomsky'nin önerdiği sistem basit bir derin yapı sisteminden daha karmaşıktır.

Dilbilimci, insanların beyinlerinde ortak ve birincil bir 'dil bilme', 'dil tanıma' özelliğinin

bulunduğunu öne sürmüştür. Bu özellik, belli bir dili konuşanlar için değil, genel olarak dili

kullanma, konuşma kabiliyeti olan herkes için geçerlidir. Chomsky'nin modelinin temelinde,

sonraki çalışmalarında vazgeçtiği birincil element (initial element) bulunmaktadır. Sonraki

düzey, temel öğe (base component) olarak adlandırılmakta ve iki farklı kuraldan oluşmaktadır.

İlk kural, tüm diller için geçerli sözcük öbeği yapı kuralları (phrase structure rules)'dır. Sözcük

öbeği, beynin birincil ve bilinçdışı çalışmasını yansıtmaktadır. İkinci tür ise sözcükbilimsel

kurallar (lexical rules)'dır. Sözcük öbeği yapı kuralları derin yapıya dönüşmekte, derin yapı ise

her türlü cümlenin sözcükdizimsel ve anlam bilgisini taşımaktadır. Yaşanan dönüşümün de

34E. Gentzler, Contemporary translation studies, Routledge, London, 1993, s. 46 35E. Gentzler, a.g.e., s. 44

19

belirli kuralları vardır. Böylece, Chomsky'nin modelinde iki aşamalı bir hareket söz konusudur:

Temel öğeden sözcük öbeği yapı kurallarına göre derin yapıya doğru ve sonra derin yapıdan

dönüşüm kurallarına göre yüzeysel yapıya doğru. Derin yapı, cümlenin semantik biçimini,

yüzeysel yapı ise cümlenin fonetik biçimini oluşturur.

Chomsky’nin ‘derin yapılar’ sisteminin Nida tarafından kabul etmesinin ve

kullanılmasının başlıca nedeni, Eugene Nida’nın bir İncil çevirmeni olmasına bağlanmaktadır.

Bunu şu şekilde açıklayabiliriz: Nida, uzun yıllar boyunca Amerikan İncil Topluluğunun

(American Bible Society) çeviri bürosunda Genel Sekreter olarak çalışıp, İncil’i 75 ülkenin 200

diline çevirme sürecini yakından izleme ve inceleme fırsatını bulmuş, deneyimlerini makale ve

kitaplarında aktarmıştır. 1964 yılında yayınlanan ‘Çeviribilimine Doğru’ (Toward a Science

of Translating)36 adlı çalışmasının ana konusu İncil’in çevirisinin özellikleri, belirsiz

noktalarının açıklanması, çevirmenin uymak zorunda olduğu manevi kurallar ve benzeridir.

Ancak bu eserin teorik kısmı sadece İncil’in çevirisi için geçerli olmayıp genel çeviri

sorunlarına yanıt bulmayı amaçlamaktadır. Bu sorunlar ilk kez dilbilimsel açıdan ele alınmaya

çalışılmıştır.

Sözkonusu çalışmanın ilk iki bölümü Batı dünyasının çeviri kuramlarının kısa

tarihçesine ayrılmıştır. Sonraki dört bölümde semantik sorunlar dilbilimsel yaklaşımla

incelenmektedir. Son altı bölümde ise ‘Çevirmenin Rolü’, ‘Eşdeğerlik Prensipleri’, ‘Eşdeğerlik

ve Karşıtlık Türleri’, ‘Uygulama Teknikleri’, ‘Çeviri Prosedürleri’ gibi teorik ve uygulamalı

konulara yer verilmiştir.

Kaynak metinde bulunan her semantik birim çekirdek (kernal) denilen ‘yapısal açıdan en

yalın ve semantik açıdan en açık’ birimlere indirgenmektedir. Bu indirgenme süreci birçok

36 E. A. Nida, Toward a Science of Translating, Leiden, 1964

20

uygulamalı örnekte açıklanmaktadır: his failure ifadesi he failed ifadesine, his arrest ifadesi ise

(they) arrested him ifadesine dönüşmektedir. Bu noktadan hareketle aşağıdaki gibi bir çeviri

prosedürü önerilmektedir:

1. Bildirinin, en açık bağıntıları gösterilerek en yalın anlamsal yapıya dek ‘çözümlenmesi’;

2. Bildirinin, aşağıdaki çakışmaları kullanacak biçimde amaç dilde yeniden ‘düzenlenmesi’:

a) B-E (Biçimsel Eşdeğerlik) çevirisine, D-E (Devinimsel-Eşdeğerlik) çevirisine ya da uzlaşma

çevirisine uymak;

b) Amaçlanan alımlayıcılar için en uygun bildirişim yükünü sağlamak.’37

Chomsky’nin derin yapılar sistemiyle Nida’nın çekirdek yapılar sistemi arasındaki benzerlik

dikkat çekmiştir. Chomsky’nin teorisinin ilk versiyonu 1957 yılında ‘Sözdizimsel Yapılar’

(‘Syntactic Structures’) adlı eserinde yayınlanmıştır. Nida’nın teorisinin başlangıç aşamaları ise

50’li yıllarda yazdığı makalelerde ve 1960 yılında çıkan ‘Mesaj ve Misyon’ (‘Message and

Mission’) kitabında görünüyordu. Nida, kendi sisteminin teorik ön çalışmalarının Chomsky

kendi teorisini ortaya koymadan önce bittiğini iddia etse de, belli bir biçimsel benzerliğin

varlığı yansınamaz. Ancak, Chomsky ve Nida arasındaki en önemli fark, ‘…biri evrensel

gramer kurallarını ve evrensel leksik formlarının varlığını keşfetmeye çalışırken, diğeri orijinal

Tanrısal mesajın varlığı konusunda metafizik iddialarda bulunuyordu.’38 Başka bir deyişle Nida

için derin yapı veya çekirdek yapı olarak adlandırılan olgu Tanrı sözünün evrensel olduğunun

ispatı olarak görünmektedir; çevirmenin rolü ise bu ‘birincil mesajı’ etkili ve anlaşılır bir

biçimde alıcısına ulaştırmaktır.

Bu noktada Nida’nın teorisinde önemli yere sahip olan eşdeğerlik kavramlarına

değinmek gerekir. ‘Çeviri doğru mu?’ sorusuna ‘Kimin için doğru?’ şeklinde cevap veren Nida,

37 M. Rifat (yay. haz.), Çeviri(bilim) nedir? Başkasının Bakışı, İstanbul, 2004 içinde E. Nida, Çeviri Süreçleri,

çev.:Y. Salman, s. 106 38 E. Gentzler, Contemporary translation studies, Routledge, London, 1993, s.47

21

‘gerçek eşdeğerlik’ (dynamic equivalence) ve ‘biçimsel eşdeğerlik’ (formal equivalence) olmak

üzere iki farklı ölçüm önermektedir.

Biçimsel eşdeğerlik kaynak metin odaklı olup KM/EM arasındaki paralelliğin

korunmasını amaçlamaktadır. Bu paralelliğe ise; sözcük türü, tümce yapısı, noktalama işaretleri

vb. orijinal metnin özelliklerinin mutlak korunmasıyla ulaşılmakta, kaynak metinden

uzaklaşmanın kaçınılmaz olduğu durumlar için gereken açıklamalar eklenmektedir.

Gerçek eşdeğerlik ise alıcı odaklı olup, metnin alıcı üzerinde bıraktığı etkisiyle

ölçülmektedir. Kaynak ve erek metin alıcı üzerinde eşit etki bıraktıkları zaman doğru çeviriden

söz etmek mümkün olmaktadır.

Bu anlayış gerek sözcük seçimi, gerekse dilbilimsel biçimlendirme konusunda çeviriye

esneklik katmakta, onu kültürel-etnik odaklı olmasına yol açmaktadır. Örneğin, İncil’de geçen

‘kar gibi beyaz’ ifadesi tropik iklimde yaşayan ve hiç kar görmemiş kitlenin diline çevrilirken

‘kuş tüyü kadar beyaz’ şeklinde çevrilmelidir; böylece erek metnin etkisi kaynak metnin

etkisiyle kıyaslanır duruma gelmektedir.

1.2.b. Jiři Levy ve Anton Popovič’in Çeviriye Bakışı

Çeviribilimde Çekoslovakyalı bilimadamlarının çalışmaları azımsanmayacak öneme

sahiptir. Jiri Levy ve Anton Popoviç gibi araştırmacılar Rus Formalizminin geleneğini önemli

ölçüde korumuşlar, onu çeviri alanında uygulamaya çalışmışlardır. Gentzler, kitabında bu

konuya şöyle değinmektedir: 'Levy'nin 'Umění překladu'(1963) kitabının… Çeviri Bilimi için

bu kadar kullanışlı olmasının sebeplerinden biri, özellikle onun Rus Formalizmin ilkelerini

almış olması, onları çeviri alanında uygulamış olması ve Formalistlerin yapısal kurallarının

tarihte nasıl konumlandırdıklarını ve biri kaynak kültür diğeri ise erek kültür olmak üzere iki

22

farklı edebiyat geleneğiyle aynı anda nasıl etkileştiklerini göstermiş olmasıdır.'39

Levy ve daha sonra Popoviç'in çeviriye ilişkin savlarına geçmeden önce Formalistlerin

ana ilkelerini kısaca özetlemek yararlı olacaktır.40 Formalistler, herşeyden önce, 'yazınsallık'

(literariness) kavramını oluşturmuşlardır. Yazınsallık, edebi bir metni tüm diğer metinlerden

ayıran özellik olarak tanımlanmaktadır. Bu kavramı oluşturmada, araştırmacılar yazınsal

gerçeklere odaklanarak edebiyatı diğer disiplinlerden ve dış etkilerden ayrı bir konuma

getirmekte, onun sui generis, yani kendine özgü, tek, ayrı (unique) olduğunu öne sürmektedir.

Bu bilimsel akımının ana hareketi, bu özgünlüğü somut kanıtlarla ispatlamaya, onu oluşturan

‘işlemlerini’ (priyom) sınıflandırmaya yöneliktir. Eyhenbaum, Tınyanov'dan alıntılayarak,

Formalistlerin araştırma objesini şöyle tanımlamaktadır: 'Sanat araştırması iddiasında olan bir

araştırmanın objesi, sanatı diğer entellektüel uğraşlardan ayıran ve bu uğraşları ya materyal ya

da araç olarak kullanılmasını sağlayan özellik olmalı.'

Formalistlerin Chomsky ve Nida'yla olan görüş ayrılıkları bu noktada ortaya

çıkmaktadır: Formalistler derin yapılardan uzak durarak metnin gerçek biçimsel özelliklerine

eğilmektedir. Onlara göre tarih boyunca belli soyut kavramlar ve ana temalar hep aynı

kalmaktadır ve asıl cevaplanması gereken soru onların ne şekilde ifade edilmiş olduğudur.

Rus Formalizminin dilbilime kattığı belki de en bilinen kavramlarından biri ostranenie

(defamiliarization, yabancılaştırma)'dir. Metnin orijinal düşüncesi, anlamı, içeriği gibi konulara

odaklanmayan ve metni salt biçimsel açıdan ele alan Formalistler, metin dilini (özellikle şiir

dilini) farklı, sıradışı, 'tuhaf' yapan özelliklerle ilgilenmeyi tercih etmişlerdir. 'Şiirde kullanılan

bir sözcük sanki günlük konuşmadan alınıp yeni bir şiirsel atmosfere bürünmekte, genel olarak

konuşmanın bir birimi olarak değil, şiirsel konuşmanın bir birimi olarak algılanmaktadır.'

39Gentzler, Contemporary translation studies, Routledge, London, 1993, s.81 40Bu özeti hazırlarken Boris Eyhenbaum'un, 'Formal' metodun teorisi' ( Теория 'формального метода') adlı

makalesinden yararlanılmıştır. Makaleye, www.opojaz.ru/metod adresinden ulaşılabilir.

23

Böylece, yine, Chomsky ve Nida'dan farklı olarak, çeviri sırasında asıl ulaşılması

gereken amaç anlamın eşdeğerliği değil, çevirilen metnin ostranenie'nin çizgilerinin erek dile

aktarılmasıdır.

Edebiyat ve dil başta olmak üzere genel olarak sanatı dış etmenlerden arınmış

biçimleriyle incelediği ve teorisine tarihi boyut katmadığı için çokça eleştirilen Formalizm,

aslında çevirilen metnin hem kaynak hem de erek kültürde yarattığı etkiyi eşzamanlı ve

ardzamanlı (synchronic ve diachronic) olarak göstermeye çalışmışlardır. Bir başka deyişle,

metni tarihsel açıdan da ele almışlardır. Eyhenbaum, tarihin önemini vurgulayarak, şöyle

demektedir: 'Tarih tarafından, onu göz ardı edebileceğimizi düşünmeyecek kadar iyi

eğitilmişiz'.

Jiři Levy, Anton Popovič, František Miko gibi isimler Rus Formalizmin köklerinden

beslenmişlerdir. Bunu, örneğin, Levy'nin çalışmalarındaki özel dilbilimsel metodolojide

görebiliriz. Levy için, çeviri esnasında kaynak metnin taşıdığı yazınsal özelliklerinin erek

metne aktarılması birincil öneme sahiptir. Levy, yazınsallığın metinden ayrı olarak ele

alınabilen biçimsel bir özellik veya özellikler bütünü olduğuna inanmaktadır ve bu inanç onun

çeviribilimsel teorisinin temelidir. 'Levy'nin teorisi imkânsızı istiyor gibi görünüyor: normal

ifadeyi sanatsal ifadeye dönüştüren birçok dildeki yazınsal ve biçimsel çizgilerini ayırt

edebilmek ve katalog haline getirmek için somut kıstaslar geliştirmek ve daha sonra çeviri

sırasında bu çizgilerin dilden dile geçme paradigmasını kurmaktır.'41 Başka bir deyişle Levy

dikkatini derin yapıların üzerinde değil, yüzey yapılarının, biçim özelliklerinin üzerine

odaklamaktadır. Çeviriyi de, kaynak metnin 'estetik etkisini' erek metinde birebir yeniden

yaratılma olarak görmekte ve bu tutumuyla sadık çeviri anlayışına yakın durmaktadır. Çeviri

41E. Gentzer, Contemporary translation studies, Routledge, London, 1993 , s.84

24

süreci, Levy'e göre, bir karar verme sürecidir ve verilen her karar diğer kararları da

etkilemektedir. Bu görüş daha sonra James Holmes’un çalışmalarında yankısını bulacaktır.

Anton Popovič, Levy'nin başlattığı çalışmayı sürdürerek bu kez çeviri sırasında oluşan

deyiş kaymaları'nı (shift of expression) incelemektedir. Çeviribilimsel terminolojiye kattığı bu

terimi kendisi şöyle tanımlamaktadır: 'Özgün metne göre yeni gibi görünen, ya da yeni gibi

görünmesi gereken yerde öyle görünmeyen her şey, bir kaydırma olarak yorumlanabilir'42

Diğer bir deyişle, çeviri sırasında doğan anlam değişiklikleri, kayıplar ve eklemelerin artık

minimuma indirilmesi, kaçınılması gereken hususlar olarak değil, çeviri sürecinin doğal parçası

olarak görülmekte, iki farklı kültürün entellektüel ve sanatsal gelenek farklılığıyla

açıklanmaktadır. Çevirmenleri dikkatsizliğiyle veya bilgisizliğiyle suçlamak yerine Popovič,

deyiş kaymalarını diller arasındaki farklılığa rağmen çevirmenin metnin anlamına sadık kalma

çabasıyla açıklamaktadır. Kaymalar, en az eşdeğerlik kadar önemli olduğu anda sadık

çeviri/serbest çeviri kavramları göreceli bir hal almaktadır, çünkü her zaman çevirmenin estetik

algılamasına bağlıdır. Böylece Popovič, mutlak eşdeğerliğe ulaşmanın imkânsız olduğu

gerçeğini baştan kabul ederek teorisini sapmalarını eleştirmeye yönelik değil, açıklamaya

yönelik geliştirmektedir.

Popovič'in çalışmalarında dikkat çeken bir başka bulgu da, çeviri normlarıyla ilgili

gözlemleridir. Kaynağı bakımından iki farklı norm türü vardır, Popovič’ e göre: ‘bunların biri

özgün metinden, öbürü çeviri ülküsünden yola çıkar’.43 İlki, kaynak metnin baskın olduğu

dönemlerde, ikincisiyse kaynak metne bağlılığın önemli olmakla birlikte ince detayların

çevirmen tarafından özgürce yorumlanabildiği dönemlerde öne çıkmaktadır.

42M. Rifat (yay. haz.), Çeviri(bilim) nedir? Başkasının Bakışı, İstanbul, 2004 içinde A. Popovic, Çeviri

Çözümlemesinde ‘Deyiş Kaydırma’ Kavramı, çev.:Y. Salman, s. 134 43 A. Popovic, a.g.m., s. 134

25

1.2.c. James Holmes, Andre Lefevere ve Raymond van Den Broeck.

Çeviribilimde betimleyici çalışmalar.

'Batı Avrupa'ya yeni bir çeviri tartışma yöntemi sunan ilk kişi'44 olarak tanıtılan

Amerikalı çeviribilimci James Holmes, 1972 yılında ‘Çeviribilimin Adı ve Doğası’ ('The

Name and Nature of Translation Studies') adlı makalesiyle kuralcı olmayan, objektif ve

betimleyici bir çeviri yaklaşımını oluşturmaya çalışmıştır. Bu yeni bakış açısının ortaya çıkış

faktörleri arasında şunlar sayılabilir: Romantizm'den bu yana yaratıcılık ve özgünlük gibi

özellikler eser değerlendirmesinde öne çıkan kıstaslardı. Özgün eserin basit kopyalanması

olarak görülen çeviri ise her zaman ikinci planda kalmaktaydı. Bir diğer husus, 1950'li yıllardan

sonra dilbilimsel açıdan tartışılmaya başlanan çeviri sadece yazınsal olmayan metin

örnekleriyle ele alındığından, bu alanda sürdürülen incelemeler 'mekanik' eşdeğerlik

arayışlarından öteye geçememişlerdir. Son olarak, çevirmenin zihninde yaşanan çeviri süreci

somut ölçümlerle değerlendirilmediğinden dilbilimcileri kararsız bırakmaktaydı.

Bu koşullarda Hollandalılar Grubu olarak bilinen bir grup genç çeviribilimci 1976-1980

yılları arasında çeşitli ülkelerde düzenlenen konferanslarda biraraya gelerek yeni, kapsamlı,

kuramsal ve deneysel bir çeviri yaklaşımının haberini duyurduklarında bu, çeviribilimde yeni

bir dönemin başlangıcını simgelemiştir.

Yakın zamandaki ölümüne kadar Amsterdam Üniversitesinde çeviribilim derslerini veren

şair ve çevirmen James Holmes'in çeviribilime katkısı artık tüm araştımacılarca kabul edilmiş

durumdadır. Çalışmaları sayesinde çeviribilim tam anlamıyla bilimsel bir temele kavuşmuş,

betimleyici yaklaşımın tanımı yapılmıştır.

44E. Gentzler, Contemporary translation studies, Routledge, London, 1993, s. 90

26

Yazın çevirisi, basit ve sabit olmaktan uzak, komplike, değişken, yaşayan bir sistemdir.

Dolaysıyla hedef odaklı, sistematik, esnek ve betimleyici bir yaklaşımla ele alınmalıdır.

Herşeyden önce, Holmes'a göre, çevirinin yöneldiği, işlediği, muhatap olduğu gerçek farklıydı.

Kaynak metin gerçek dünyada birtakım somut olgulara işaret ederken, çeviri daha çok gerçeğin

yansıdığı dilsel ifadelere işaret etmektedir. Çevirinin dili de, doğal olarak, olağan yazın

dilinden farklıdır, en yalın açıklanmasıyla kendi içinde hem kaynak metnini hem de onun

yorumlanmasını barındıran bir 'metadil', 'üstdil'dir. Bu kavram ilk olarak Roland Barthes

tarafından kullanılmıştır. Barthes, yazını iki sınıfa ayırır: İlk sınıfta gerçekdışı olan (fiction) ve

olmayan (şiir, drama gibi) türler toplanmıştır. Onları birleştiren ortak özellik: 'Dilin dışında

konumlanan, gerçekdışı olsun veya olmasın, nesne ve fenomenlerden söz ediyor olmalarıdır.'

Diğer sınıfı birleştiren özellik ise, 'gerçek dünyayla' değil, başkalarının yaptığı dilsel ifadelerle

çalışıyor olmasıdır; yani bu bir yorumun yorumudur.'45 Holmes, Barthes'in yaptığı bu tanımını

genişleterek, metametin (metatext) ve metayazın (metalaterature) gibi kavramlar üretmiştir.

Örneğin, şiir çevirisi bir metayazın türüdür, çünkü başka bir yazını (kaynak metini) işler ve

aynı anda yorumlar. Ama şiir çevirisinin genel çeviri sistemi içinde yeri ayrıdır: Bu hem bir

üstmetindir, hem 'kendi başına şiir olabilmek için şiiri araç olarak kullanır' ve kendi şiirselliği

üzerine eleştiriler yapan bir eleştirel üstyazının oluşmasına yol açar.

Özetleyecek olursak, Çeviri Çalışmaları (Translation Studies) okulunun temsilcileri

eşdeğerlik gibi eski sorunlardan uzaklaşıp, erek metnin ikincil metin olarak kaynak metinle ve

kaynak kültürle olan ilişkisine ve erek metnin birincil metin olarakta erek kültür ve erek

yazınsal gelenekle olan ilişkisine yoğunlaşmıştır. Böylece, çevirinin diğer göstergesel

uygulamalarıyla (signifying practices) olan ilişkisini irdelediğinden Holmes, evrensel sabit

45E. Genzler, a.g.e., s.91

27

çeviri kurallarını keşfetmeyi değil, farklı dönemlerde geçerli olan çeviri yöntemlerini

betimlemeyi yeğler. Kaynak metne karşı tutumlarına göre de bu yöntemlerinin

sınıflandırmasını yapar:

a) İlk grupta kaynak metnin biçimini korumayı ön planda tutan çeviriler yer almaktadır.

Holmes, birebir aynı biçimin yaratılmasının mümkün olmadığını, en iyi ihtimalle çeviride

benzerlik, ana biçim unsurlarının korunması mümkün olmaktadır.

b) İkinci grupta kaynak metnin kaynak kültürde yarattığı etkisini erek metinle erek kültürde

yaratmayı amaçlayan çeviriler bulunmaktadır.

c) Üçüncü grup, kaynak metnin özgün anlamını erek metin içinde serbest biçimleriyle vermeyi

önemseyen çevirileri içermektedir.

d) Dördüncü ve son grupta Holmes'in 'olağandışı biçimler' (deviant forms) olarak adlandırdığı

ve orijinal eserle minimal benzerlik içeren çeviriler bulunmaktadır. Bu gruplar arasında

tercihini belirtmeyen Holmes, her birinin kendine göre olumlu ve olumsuz özelliklerinin

bulunduğunu söyler.

Farklı dönemlerin çevirmenlerinin ulaşmaya çalıştıkları eşdeğerlik ise Holmes'e göre,

mantıklı bir hedef olmaktan uzaktır: 'Beş çevirmeni, Carl Stanberg'in 'Fog' şiiri gibi sentaks

açısından düzenli, ölçüm açısından yalın, kurgu açısından basit bir eseri Hollandaca'ya

çevirmek üzere toplayın. Bu beş çevirmenin çevirilerinden iki tanesinin bile aynı olma ihtimali

gerçekten de çok zayıftır. Sonra da yirmi beş çevirmenden bu beş çeviriyi İngilizce'ye geri

çevirmelerini isteyin, çeviri başına beşer çevirmen. Yine, sonuç neredeyse kesin olarak 'kaç

çevirmen varsa, o kadar çeviri versiyonu vardır' şeklinde olacaktır. Bu durumu eşdeğerlik

olarak adlandıramayız'46

46E. Gentzler, Contemporary translation studies, Routledge, London, 1993, s. 95

28

Bunun dışında, Holmes’un, çeviribilimi 3 alana bölme çalışması dikkat çekmektedir. İlk

alan betimleyici alandır ve genel olarak çeviri olgusunu tarihi gelişim sürecinde tanımlamaya

odaklanmaktadır. İkinci alan teorik alandır ve çeviri olgusunun açıklama prensiplerini

kurmakla ilgilidir. Üçüncü, uygulama alanı, birinci ve ikinci alanlarının bulgularını pratik

çeviri ve çevirmen yetiştirme süreçlerinde kullanmaya yöneliktir. Her alan kendi içinde birkaç

tür içermektedir. Örneğin, betimleyici alan ürün-odaklı, fonksiyon-odaklı ve süreç-odaklı

olmak üzere üç türden oluşmaktadır. Bunlardan ilki, ürün-odaklı (product-oriented, text-

focused) çeviri türleri zaman içinde Çeviri Çalışmaları akımıyla en çok özdeşleşen türler

olmuştur. James Holmes ‘Çeviribilimin Adı ve Doğası’ adlı çalışmasında oldukça kapsamlı ve

detaylı bir çeviribilim sistemini sunmaktadır. Bu sistem, Tablo 1’de özetlenmeye çalışılmıştır.47

47 Tablonun hazırlanmasında yararlanılan kaynak: M. Rifat (yay. haz.), Çeviri(bilim) nedir? Başkasının Bakışı, İstanbul, 2004 içinde J. Holmes, ‘Çeviribilimin Adı ve Doğası’, çev.:S. Paker, s. 171-200

29

Holmes’un düşünceleri daha sonra Andre Lefevere ve Raymond van den Broek

çalışmalarında yankısını bulmuştur. Andre Lefevere, 1975 yılında çıkan ‘Şiir Çevirisi: Yedi

Strateji ve Ayrıntılı Plan’ (‘Translating Poetry: Seven Strategies and a Blueprint’) adlı

incelemesinde betimleyici çeviri yaklaşımını devam ettirmektedir. Catullus’un 64. şiirini alarak

onun yedi farklı çeviri şeklinin incelemesini yapmaktadır. Her çeviri şekli belirli avantajlar

sağladığı gibi belirli kısıtlamaları da beraberinde getirmektedir:

(1) Fonemik çeviri sözcüklerin etimolojisini tespit etmekte veya onomatopoetik (doğa seslerini

taklit eden) özelliklerini korumakta iyi sonuçlar verirken anlam değişimine yol açabilmektedir.

2) Sözcük sözcüğüne (literal) çeviri şiir içeriğiyle ilgili fikir verebilir ancak içerdiği çok sayıda

açıklama erek metni ağırlaştırır ve ‘yazınsal değerini’ düşürür.

(3) Şiir ölçüsüne odaklı (metrical) çeviri ölçüleri koruyor olabilir ancak aynı zamanda da anlam

ve sentaks alanlarında kayıplar getirebilmektedir.

(4) Düzyazı versiyonları eserin anlamını verirken şiirsel etkisini yok etmektedir.

(5) Uyak-odaklı çeviri birçok olumsuz özelliğe sahiptir, öyle ki sözcüklerde anlam yitmesine

yol açabilmekte, sıkıcı ve kuru metinler üretebilmektedir.

(6) Uyak ve ölçü özelliklerini gözetmeyen çeviriler (blank verse) içeriği aktarmak ve

yazınsallığı korumakta başarılı ancak değişebilen, kısalabilen veya tersine uzayabilen dize

ölçüleri metne belli bir hantallık getirebilmektedir.

(7) Yorumlama (interpretation), versiyonlar ve öykelenmeler de dâhil olmak üzere, yapı ve

metin dokusu kaybı pahasına eserin okur tarafından algılanmasını kolaylaştırmaktadır.

Bu incelemeyi yaparken Lefevere, objektif kalmaya çalışsa da, tercihlerini belli eder.

Holmes’un fonksiyon-odaklı olarak adlandırdığı, eserin okur üzerindeki etkisini ön plana alan

çeviri türlerini tercih ettiğini belirtmektedir. Bu noktada hem Nida’yla hem Levy’yle

30

benzerlikleri ortaya çıkıyor: Nida gibi tekstin konusunu korumak isterken Levy gibi

‘yazınsallığından’ bir eksilmenin olmamasını amaçlamaktadır. Çeviriyi aslında bir ‘yeniden

yazma’ (rewriting) olarak görmesi ‘Çeviri, Yeniden Yazma ve Edebi Şöhretin

Manipülasyonu’ (‘Translation, Rewriting and the Manipulation of Literary Fame’) adlı

kitabında yansımasını bulmuştur. Bu ‘yeniden yazma’ kavramını şöyle tanımlamaktadır: Bir

metni bir dilden başka bir dile aktarma ve/veya aynı dilin sınırları içerisinde farklı biçimlerde

uyarlanma, örneğin, senaryo biçimini verme, özetleme, farklı yaş gruplarına yönelik

hazırlanma, vb. Lefevere, günümüzün popüler kültüründe ve kültürlerarası iletişiminde özgün

metinlerden çok ‘yeniden yazılmış’ metinlerin kullanılmakta olduğuna dikkat çeker, bu da

onlara özel bir önem kazandırır çünkü orijinal esere ulaşmanın olanaksız olduğu durumlarda

‘yeniden yazılmış’ eser tek seçenek olarak kalmaktadır.48

Van den Broek ‘Çeviri Teorisinde Eşdeğerlik Konsepti’ (‘The Concept of Equivalence

in Translation Theory’) adlı denemesinde James Holmes’un yukarıda verdiğimiz yirmi beş

çevirmenle ilgili ifadesini alıntılayarak onun eşdeğerlik hakkındaki düşüncelerini

desteklemektedir. Yakınlık (similarity), benzerlik (analogy), uygunluk (adequacy), değişmezlik

(invariance) ve kısmi uygunluk (congruence) gibi versiyonlarla eşdeğerlik kavramı için yeni

tanımlama getirmeye çalışmaktadır. Dilbilimsel açıdan J.C.Catford’un ve Lefevere’in

yaklaşımına benzeyen bir yaklaşımla eşdeğerliği, kaynak metin-erek metin ekseninde

fonksiyon, iletişimsel amaç, yer, zaman, anlatı geleneği gibi unsurlarının uygunluğu,

karşılanması biçiminde tanımlar: ‘Bu yüzden Lefevere’ ile birlikte şunu diyebiliriz: sadece

‘kaynak metnin iletişimsel değerinin ve yer-zaman-gelenek elementlerinin olası en yakın

şekillerle erek metinde karşılandığında’ çeviri bitmiş sayılır.’49

48 N. B. Aksoy, Geçmişten Günümüze Yazın Çevirisi, İMGE, 2002, s.51 49 E. Gentzler, Contemporary translation studies, Routledge, London, 1993, s. 98

31

Sentaksın da içinde bulunduğu uyak, fonetik, ölçü gibi biçimsel özelliklerinin çevirisine

gelince: Levefere ve Van den Broek bu tür özelliklerini korumaya odaklanan çeviri türleriyle

ilgili iki farklı sorunun olduğunun altını çizmişlerdir. İlk sorun, bu çevirinin içeriği aktarma

konusunda zayıf olduğudur. İkinci sorun ise, içeriği aktaramadığı gibi, kaynak metnin biçimsel

unsurlarını da çoğu zaman yeterince koruyamamasıdır. Bu tür çeviriler, Broek ve Lefevere’e

göre, ‘genel biçim’ (total form), yazınsal geleneğe uygun konu ve özel yazınsal unsurlar gibi

noktalara yeterince odaklayamamaktadır.

1.2.ç. Çoğul Dizge ve Hedef Odaklı Yaklaşım

Çoğul Dizge teorisi 70’li yılların sonunda İsrail’de ortaya çıkmıştır. En önemli

temsilcileri İtamar Even-Zohar ve Hedef Odaklı Yaklaşım teorisiyle bilinen Gideon Toury’dir.

İtamar Even-Zohar’ın önerdiği Çoğul Dizge (Polysystem) Teorisi şöyle

tanımlanabilir: herşeyden önce bu teori sadece çeviri evrenini değil, genel olarak toplum içinde

var olan, yazınsal ve yazınsallıkdışı, birbiriyle etkileşimli dizgeler evrenini kapsamaktadır. Bu

teorinin kökleri Yuri Lotman’ın kültür semiotiği konusunda düşüncelerine kadar inmektedir50,

bunun dışında başta Yuri Tınyanov olmak üzere Rus Formalizmin etkilerini de Çoğul Dizge

teorisinde gözlemlemek mümkün. Örneğin, Yuri Tınyanov ve Roman Jakobson’un kaleme

aldığı ‘Dil ve Edebiyat Araştırma Sorunları’ adlı makalede51 dizge konusunda şöyle

demektedir: ‘Yazınsal eşzamanlı sistem tanımı naif bir şekilde düşünülen kronolojik dönem

tanımıyla örtüşmemektedir. Çünkü içerisinde sadece yakın zamanın sanat eserleri değil,

yabancı edebiyatlardan ve önceki dönemlerden kalma eserleri de barındırmaktadır. Mevcut

50Bkz. Ю.М. ЛОТМАН Избранные статьи в трех томах. ТОМ I. Динамическая модель семиотической системы. s. 83 http://genderland.ru/modules/Static_Docs/data/book_485/book_02.htm adresinden ulaşılabilir.

51 Bkz. Тынянов Ю. Н. Поэтика. История литературы. Кино. - М., 1977. - С. 282-283 http://www.philology.ru/literature1/tynyanov-jakobson-77.htm adresinden ulaşılabilir.

32

olayları kayıtsızca sınıflandırmak yeterli değil, onların söz konusu tarihsel dönemi içindeki

hiyerarşik önemini de değerlendirmek gerekir.’

Even-Zohar da Tınyanov’un izinden giderek kabul edilen edebiyat türlerinden başlayan

ve genellikle edebiyat sınırları dışında kalan türlere kadar geniş kapsamlı bir Çoğul Dizge

yardımıyla tüm edebi türlerin fonksiyonlarını açıklamaya çalışmaktadır. Bu dizge içinde bazı

türler daha ‘yüksek’ pozisyonlara sahipken basit (trivial) yazın, çocuk edebiyatı gibi türlerin

daha ‘düşük’ olarak değerlendirildiğine dikkat çeken Even-Zohar, ‘yüksek’ türlerin genel dizge

açısından birincil olarak görüldüğünü, ‘düşük’ türlerin ise ikincil öneme sahip olup edebiyat

evreninin merkezden uzak uçlarda bulunduğunu yazmaktadır. Böylece farklı edebi değer

taşıyan yazın sistemlerini çoğul dizgede birleştiren araştırmacı bu alt-dizgeler arasında net

hiyerarşik ilişkilerin bulunduğunu söylemektedir. Çeviri edebiyatının da Çoğul Dizge içinde bir

yerinin olması gerektiğini vurgulayan Even-Zohar, ‘Yazınsal Çoğul Dizge İçindeki Çeviri

Edebiyatının Pozisyonu’52 adlı çalışmasında söz konusu pozisyonu birincil veya ikincil olarak

değil, sistem içi koşullara ve tarihsel döneme bağlı değişebilen bir pozisyon olarak

değerlendirmek gerektiğini söyler. Çeviri edebiyatının genel edebiyat sistemi içinde 3 farklı

durumda birincil öneme sahip olabileceğini öne süren Even-Zohar, bu durumları şu şekilde

sıralamaktadır:

1. Çoğul Dizgenin henüz tam oturmadığı, edebiyatın ‘genç’ olduğu, oluşma sürecinde

bulunduğu durum,

2. Edebiyatın ‘merkezden uzak’ (peripheral) veya zayıf veya ikisinin birden olduğu durum,

3. Edebiyatın kriz yaşadığı, dönüm noktalarından geçtiği veya boşlukta bulunduğu durum.

İlk duruma örnek olarak, Yahudi edebiyatını veya 19.yüzyılın Çek edebiyatını gösteren Even-

52 POETİCS TODAY , Volume

11, number 1, 1990 içinde İ. Even-Zohar, Polysystem Studies, s. 45

33

Zohar, çevirinin ‘genç’ edebiyatın ihtiyaç duyduğu farklı yazınsal türlerini ve onlara uygun

yazın dilini geliştirmesine yardımcı olduğunu söylemektedir.

Çevirinin Çoğul Dizge içindeki yerini tanımladıktan sonra Even-Zohar araştırmasına iki

farklı yönde devam etmektedir:

a) Çevirilen metinlerin hedef kültür tarafından nasıl seçildikleri,

b) Çeviri metnin erek dilin Çoğul Dizgesinde geçerli olan normlarına ve fonksiyonlarına nasıl

uyum sağladığı’dır.

İlk soruya cevap bulmaya çalışırken salt yazınsal faktörleri araştırıyor olması ve

yazınsal olmayan faktörlerin araştırmasında bulunmaması Even-Zohar’ın Rus Formalistleriyle

olan yakınlığını bir kez daha gözler önüne sermektedir. Çeviri metinlerin seçimi erek Çoğul

Dizgenin homojen ve dinamik bir bütünlüğünü yakalamak için gereksinim duyduğu yeni

formlar sunabilme kapasitesine göre yapılmaktadır. Eğer erek Çoğul Dizgede bazı teknikler,

formlar veya türler eksik ise dizge eksikliği tamamlayabilecek ve bütünlüğü sağlayacak

metinleri seçecektir. Erek dizgenin durgun olduğu durumlarda ise yenilenmeyi ve

hareketlenmeyi sağlayacak metinlerin seçilme olasılığı yüksektir.

Çeviri/erek kültür arasındaki uyum konusuna gelince, yukarıda verilen 3 durumdaki gibi,

çevirinin birincil pozisyonda bulunabildiği zaman original metin ve çeviri arasındaki sınır yok

olmakta, çeviri olası öykülenmelere, yorumlamalara açık olmaktadır. Bu durumda erek kültüre

yeni bir öğe kazandırma sorumluluğundaki çeviri, orijinal metnin formlarına ve yapısal

özelliklerine mümkün olduğu kadar sadık kalmaktadır.

Faruk Yücel’in ‘Tarihsel ve Kuramsal Açıdan Çeviri Edimi’ adlı kitabında53 Çeviride

Betimleyici Çalışmalar bölümünde Gideon Toury’ye geniş yer ayırmaktadır. Even-Zohar’ın

53 F. Yücel, Tarihsel ve Kuramsal Açıdan Çeviri Edimi, DOST, 2007

34

yanı sıra ‘Tel Aviv Okulu’nun’ en bilinen temsilcilerinden olan Toury, betimleyici çeviri

kuramını daha bütüncül olarak ele almış, ‘hedef odaklı yaklaşım’ (target-oriented approach)

olarak bilinen yeni bir yaklaşım geliştirmiştir. Toury’nin çeviri anlayışının en belirgin farkı,

erek metni kaynak kültürün bir öğesi olarak değil, erek kültürün bir öğesi olarak ele alıyor

olmasıdır. EM, tıpkı erek yazının diğer eserleri gibi yazınsal ve kültürel erek dizgenin bir

elementi konumundadır ve erek dizgenin bütün koşullarından etkilenmekte, onlara bağlı olarak

değişmekte, belli sosyo-kültürel atmosferin ürünü olmaktadır. Bu tarihsel, sosyal, ideolojik, vb.

koşulların yarattığı normlar vardır ve bu normlar, çeviri metnini biçimlendirmektedir. Çeviri

sürecini yönlendiren, zaman zaman ise kısıtlayan bu normlar, Toury tarafından ‘Çeviri

Normlarının Doğası ve Çevirideki Rolü’ (‘The Nature and Role of Norms in Translation’)

adlı çalışmasında54 iki guruba ayrılmıştır. İlk grupta genel veya mutlak olan normlar, diğer

grupta ise ‘tamamıyla kişiye özgü olan davranış kalıpları’55. Değişken olan kişisel normlar

okurun beklentisine her zaman uymayabilir, ancak bu onların mutlak normlarıyla çeliştiğinin

bir göstergesi değildir, çünkü çevirmen ‘…her şeyden önce toplumsal bir rol oynayabilmek

[için] … o topluluğun uygun gördüğü adlarla verilen işlevi uygun görülen bir biçimde yerine

getirebilmek’56 için mutlak normlara uymak durumdadır.

Burada dikkat çeken önemli nokta, çevirmenin Toury’nin düşüncesine göre, toplum

tarafından görevlendirilmiş oluşudur. Çevirinin okunması için okurun beklentisine yanıt

vermekle görevli olan çevirmen, çalışma sürecinde birçok etmeni göz önünde bulundurmalıdır

ve bu etmenler salt dilsel olmayıp, toplumu biçimlendiren tüm etmenler sistemini içermelidir,

çünkü ‘her çeviri, kendisini yaratan koşullardan bağımsız değildir. Dolaysıyla, erek bir

54 M. Rifat (yay. haz.), Çeviri(bilim) nedir? Başkasının Bakışı, İstanbul, 2004 içinde G. Toury, Çeviri

Normlarını Doğası ve Çevirideki Rölü, çev.:A. Eker 55 G. Toury, a.g.m., s. 234 56 G. Toury, a.g.m., s. 233

35

dizgenin ‘doğal’ parçası olan çevirileri salt dilsel niteliklerine göre yargılamak yanlıştır.’57

Toury tarafından 'öncül' olarak adlandırılan bir norm, çevirinin doğası gereği her zaman

biri özgün metnin kültürü, diğeri ise erek metnin kültürü olmak üzere iki kaynaktan

beslenmektedir. Çevirmenin çalışma esnasında bu iki kaynaktan birini temel olarak

seçebileceğini, yani (1) özgün metnine ve onun normlarına ya da (2) erek metnine ve onun

normlarına bağlı kalabileceğini söyler. İlk durum söz konusu olduğunda çevirinin 'kaynak

metne ilişkin yeterliliğini; erek kültür kaynaklı normlara bağlılık ise çevirinin kabul

edilebilirliğini belirler.'58 Çeviribilimcinin altını çizdiği nokta, ikinci durumda, yani erek odaklı

çeviri yapıldığında kaynak metinden kaymaların kaçınılmaz olduğudur. Ancak bu bir sorun

oluşturmamaktadır, çünkü kaymalar gelişigüzel olarak değil, zorunlu olarak yapılmakta ve

normlar tarafından denetlenmektedir.

Aşamalar açısından çeviri normları, süreç öncesi çeviri normları ve çeviri süreci

normları olarak ikiye ayrılmaktadır. Süreç öncesi çeviri normları da aynı şekilde iki grupta

toplanmaktadır: Çeviri politikasıyla ilgili olanlar ve çevirinin doğrudanlığıyla ilgili olanlar.

Çeviri politikası, kısaca, erek dile çevrilecek olan metinlerin seçimini belirler. Çeviri

doğrudanlığı ise 'hangi kaynak dillerden/metin türlerinden/dönemlerinden çeviri yapılması(na)

izin verilmektedir/yasaklanmıştır/hoş görülmektedir/tercih edilmektedir?'59 vb. sorulara cevap

bulmaya çalışır. Çeviri süreci normları ise, çeviri esnasında verilen kararları belirleyen

normlar olup, matriks normları ve metinsel-dilsel normlar olarak ikiye ayrılmaktadır. En kısa

açıklamayla matriks normları erek dildeki materyalin varlığını, metin içindeki bölümlere

ayrılmasını, dağıtılmasını belirler. Örneğin, atlamalar, metin parçalarının yer değiştirmesi,

57 F. Yücel, Tarihsel ve Kuramsal Açıdan Çeviri Edimi, DOST, 2007, s. 159 58 M. Rifat (yay. haz.), Çeviri(bilim) nedir? Başkasının Bakışı, İstanbul, 2004 içinde G. Toury, Çeviri

Normlarını Doğası ve Çevirideki Rölü, çev.:A. Eker, s. 231 59 G. Toury, a.g.m., s. 239

36

eklemeler veya eksilmeler matriks normlarıyla yönlendirilir, ancak önemli bir nokta, bu

değişikliklerin hangi nedenle meydana geldiğini tam olarak hiçbir zaman bilemeyeceğimiz,

sadece 'açıklayıcı varsayımlar'60da bulunabileceğimizdir. Metinsel-dilsel normlar ise, erek dil

malzemesinin seçimini belirlemektedir.

Çeviri normlarının çokluğuna ve onların belirlenmesinde oluşabilecek zorluklara dikkat

çeken Toury, bu zorlukların kaynağı olarak norm kavramıyla ilişkin ve sadece çeviribilim için

geçerli olmayan iki özellikten söz etmektedir: 'normların sosyo-kültürel özgüllüğü ve temel

istikrarsızlığıdır.'61 Bir kültür için geçerli olan normlar bir başka kültür için geçerli olmayabilir,

aynı şekilde bir dönemde geçerli olan normlar bir başka dönemde geçerliliğini kaybedebilir.

Bununla birlikte çeviri normlarını incelerken, ya da oluşturmaya çalışırken göz önünde

bulundurmak zorunda olduğumuz iki ana kaynak vardır: metin-içi ve metin-dışı.

Çeviri normlarını bu şekilde sınıflandırmaya çalıştıktan sonra Toury, yeterli ve

kabuledilebilir çeviriler üzerine şunu söylemektedir: 'Sonuç olarak, ilk konum (yeterli çeviri

üretme) tamamıyla benimsendiğinde, çevirinin gerçek erek dile yapıldığı söylenemez; daha çok

bir model-dile yapılmıştır. Bu model-dil en iyi olasılığın gerçekleştiği durumlarda erek dilin bir

parçası, en kötü durumda da yapay, dolaysıyla da varolmayan bir dildir. Bu son durumda, çeviri

erek kültüre tam olarak tanıtılmış da değil; deyim yerindeyse dayatılmıştır.'62

Toury’nin erek-odaklı çeviri kuramından sonra ele alacağımız kuram, Reiss/Vermeer'in

ortaya koydukları Skopos kuramıdır.

60 G. Toury, a.g.m.,s. 240 61 G. Toury, a.g.m., s. 243 62 G. Toury, a.g.m., s. 241

37

1.2.d. Katharina Reiss, Hans J. Vermeer ve Skopos Kuramı

Yunanca'da 'erek', 'hedef' gibi anlamlar taşıyan 'skopos' sözcüğü yeni bir çeviri kuramının

adı olarak ilk kez 1978'de, daha sonra detaylı bir biçimde 1983’te Hans J. Vermeer tarafından

'Çeviri Kuramıyla İlgili Makaleler' adlı kitabında ortaya konulmuştur. Katharina Reiss, Justa

Holtz-Mänttäri gibi çeviribilimciler farklı aşamalarda kuramın geliştirilmesine katkıda

bulunmuş, A. F. Kelletat ise kuramı eleştirerek karşı çıkmıştır.

En genel tanımla Skopos, çevirmenin çalışma sürecinde belli bir hedefi göz önünde

bulundurarak ve çevrilen metnin bir işlevi olacağını düşünerek kararlar verdiğini, orijinal

metnin özelliklerine göre değil, bu hedefe ve bu işleve göre çeviri yaptığını savunur. Tüm

metin türlerini kapsama, genel bir çeviri kuramı olma iddiasında olan Skopos, K. Reiss'in

çalışmalarında metin türüne göre çeviri yaklaşımından işe başlamaktadır. Aslında ilk etapta

kaynak metin odaklı çeviri yaklaşımını savunan Reiss, uzun araştırmalar sonucunda çeviride

erek odaklılığına yönelmiş63, Vermeer'le birlikte 1984 yılında 'Genel Bir Çeviri Kuramın

Temelleri' adlı bir çalışma yayınlayarak Skopos kuramının teorik temellerini açıklamıştır.

Metin türüne göre, çeviri düşüncesi aslında oldukça eski bir tarihe dayanmaktadır, onu

ilk dile getiren Cicero olmuştur.64 'Ortaçağda Çeviri' adlı kitabında Vermeer, çeviri tarihinde

bilimsel, yazınsal ve konuşma odaklı olmak üzere üç metin türünün ve onlara göre çeviri

tutumunun varlığına dikkat çekmektedir. Çeviri kuramcıları arasında Bühler modeli veya

'Organon Modeli' olarak bilinen modelde, yazınsal diller işlev bakımından anlatım, betimleme

ve seslenme olarak gruplanmaktadır. Anlatım dili 'doğrudan doğruya iletinin göndericisine',

betimleme dili 'gerçek dünyadaki ilişkilere', seslenme dili ise 'iletinin alıcısına yöneliktir'.65

Katharina Reiss ise, Bühler'in bu yaklaşımını çeviriye uygulayarak anlatım metinlerini 'biçim

63 F. Yücel, Tarihsel ve Kuramsal Açıdan Çeviri Edimi, DOST, 2007, s. 114 64 F. Yücel, a.g.e., s. 107 65 F. Yücel, a.g.e., s. 111

38

aşırlıklı', betimleme metinlerini 'içerik ağırlıklı' ve seslenme metinlerini 'çağrı ağırlıklı' olarak

adlandırmış, 'işitsel-görsel araçlı metinler' diye dördüncü bir sınıf daha eklemiştir. Metin türüne

ve hedefine göre çeviri yöntemi de belirlenebileceğini söyleyen Reiss'in modeli, Mine Yazıcı

tarafından bir tabloda gösterilmiştir:66

Metin türü

Bilgilendirici metin

Yazınsal metin

İşlemsel/işlevsel metin

Görsel ve işitsel metin

Dil Düz yazı (Örn. Ansiklopedi maddesi)

Söz sanatları içeren yazınsal dil

(Örn. Roman)

Söyleşisel (Örn. Banka hesap bildirim formu)

Görsel-işitsel mazlemenin yaznı sıra söyleşisel dil (Örn. Reklamlar, seçim konuşması)

Odak İçerik odaklı Biçim odaklı

Çağrı odaklı İçerik+biçim+çağrı+görsel/işitsel malzeme odaklı

Kaynak metin türünün çeviri metine yansıması (kaynak ve ve çeviri metin türü ilişkisi)

Çeviri metnin hedefi

Bilgi aktarımı (nesnel veya kavramsal düzlemde göndergesel içeriğin aktarımı)

Yazınsal biçemin aktarımı

Tepki yaratma Tepki yaratma

Çeviri yöntemi

Erek odaklı 'sade dil'

Kaynak odaklı

Erek odaklı

(uyarlama)

Erek odaklı

(uyarlama)

Tablo 2

Bu tabloda bizi ilgilendiren asıl nokta, roman türü için önerilen kaynak odaklı, biçim

odaklı çeviri yöntemi ve hedeflediği yazınsal biçem aktarımı. Başka bir değişle, bir kurgusal

66 M. Yazıcı, Çeviribilimin Temel Kavram ve Kuramları, Multilingual, İstanbul, 2005, s. 143

39

metin alıcısına ulaştırmak isteniyorsa, biçeminin korunması gerekmektedir, çünkü yazınsal

metinlerde biçim ve içerik ayrılamaz bir bütündür ve biçimin değişmesi kaçınılmaz olarak

beraberinde içeriğin de değişmesini getirecektir. 'Biçim odaklı metinler 'özgün bir dil

kullanımı(nı) yansıttıklarından, bu metinlerin çevrilmesinde, yazarın biçemini yönlendiren

ilkelerin özellikle gözetilmesi (...) gerekir'.67 Bu önemli noktaya ilerde tekrar döneceğiz.

Metin türünü oluşturan etmenler arasında Reiss, diliçi öğeleri ve dildışı belirliyicileri

ayırmaktadır. Diliçi öğeler: Erek metnin sözcük dağarcığı, dilbilimsel ve biçimsel özellikleridir.

Dildışı belirleyiciler: Erek metnin zaman, yer, alıcı ve gönderici gibi etmenlerle ilişkisidir. Söz

konusu etmenler erek metnin erek kültürdeki yeri ve erek kültürün erek metnin işlevi

üzerindeki etkisi gibi konuların gündeme gelmesine yol açmıştır. Bunun dışında, çeviride

bildirişimin sağlanmasında kaynak ve erek metinlerin arasında bir bağ olduğunu öne süren

metinlerarası bağdaşıklık ilkesi ve sadakat ilkesi gibi ilkeler Reiss'i kaynak metin odağını öne

çıkaran çeviribilimciler arasına yerleştirir. Ancak, Reiss araştırmalarına özgü dinamizmle

zaman içinde Vermeer'le birlikte erek odaklı kuramlar arasında sayılan Skopos kuramı üzerine

çalışmaya başlamıştır. Faruk Yücel, bu değişimi daha iyi anlamak için Reiss’in kaleme aldığı

'Metin Tipolojisi ve Çeviri' adlı makaleye bakmayı önermektedir.68 Sözkonusu makalede daha

önceki çalışmalarından farklı bir yaklaşımla çevirmenin çeviriye başlamadan önce bir hedef

belirlediğini ve kaynak metnin işlevini bu hedefe göre değiştirebileceğini söyleyen Reiss,

böylece erek odaklı tutuma doğru adım atmış olur. Bu düşüncesinin gelişimi Vermeer'le

birlikte yayınladıkları 'Genel Bir Çeviri Kuramın Temelleri' adlı kitapta gözlemlenebilmektedir.

Skopos kuramını ele alan bu kitap, çevirinin dilsel bir etkinlikten çok, kapsamlı ve komplike bir

kültürel etkinlik olduğu öne sürerek çevirmenin niyeti, çeviri metnin amacı, çevirinin işlevi gibi

67 F. Yücel, Tarihsel ve Kuramsal Açıdan Çeviri Edimi, DOST, 2007, s. 113 68 F. Yücel, a.g.e., s.114

40

tanımlara eğilmektedir. Vermeer bu tanımları şu şekilde açıklamaktadır:

1. Çevirmenin niyeti: Çeviri sürecinde yerine getirilen bir dizi eylem ve hedefi.

2. Çeviri metnin amacı: Çeviri biçeminin kullanmadaki amacı.

3. Çevirinin işlevi: Çevirinin ürün olarak geleceğe yönelik işlevi.69

Amaç olgusu, metin türünün de değişimini beraberinde getirebilmektedir. Reiss,

çevirinin amacına göre belirlenen beş farklı metin türünden söz etmektedir: sözcük sözcüğe

çeviri, anlamsal çeviri, filolojik çeviri, iletişimsel çeviri ve işleyici çeviri. Anlamsal çeviri için

sözdizim ve benzeri dilbilimsel özellikler önem taşımaktadır. Filolojik çeviri kaynak metnin

okurun üzerindeki etkisinin aktarmasını, okuru yazara götüren çevirinin yaratmasını

amaçlamaktadır. İletişimsel çeviri kaynak metnin içeriğini korumayı birincil amaç olarak

görmektedir. İşleyici çeviri ise metnin belirli amaç doğrultusunda değiştirmek demektir. Buna

göre, çevirinin amacı kaynak metnin biçeminin ve yazınsal dilinin etkisini korumaksa filolojik

çeviri tercih edilmeli ve tersine, biçemini önemsemeden sadece içeriği aktarmaksa amaç,

iletişimsel çeviri kullanılmalıdır. Bu yaklaşımın açtığı yeni ufuk, çevirmenin de yazar kadar

yaratıcı bir edime sahip olduğu fikridir. Skopos kuramında kaynak ve erek metinleri birbirinden

tamamen bağımsız metinler olarak incelenmekte, bir metnin zaman, yer, toplumsal durum gibi

koşullardan etkilenerek asıldan farklı bir amaçla çevrilebileceğini iddia edilmektedir. Örneğin,

uzun yıllar önce yaşayan bir kişinin günlük notları tarihsel bir dönemi bireysel açıdan gösteren

bir belge olarak, bir ailenin hayatını anlatan bir roman olarak veya bir aşk hikâyesi olarak

çevrilebilir.

Vermeer'in Skopos kuramının Toury’nin Erek Odaklı Çeviri kuramıyla benzeştiği nokta,

sadece kaynak kültürün etkisini değil, erek kültürün etkisini de önemseyerek, çeviriye daha

69 M. Yazıcı, Çeviribilimin Temel Kavram ve Kuramları, Multilingual, İstanbul, 2005, s. 147

41

bütüncül bir bakış sağlamış olmalarıdır. Ayrıldıkları nokta ise, Vermeer'in kaynak metinden

Toury'ye göre daha fazla uzaklaşmış olduğudur. Çeviriyi kaynak ve erek kültürün bir ürünü

olarak gören Toury, yukarıda da değindiğimiz gibi, kaynak metne yakın çeviriyi yeterli, erek

kültürün etkisiyle değişen çeviriyi ise kabul edilebilir olarak değerlendirmekte, Vermeer ise bu

kavramları tam karşıt anlamda kullanmaktadır. Başka bir değişle, Vermeer için orijinal metne

yakın duran çeviri kabul edilebilir olurken, erek kültürün normlarını yansıtan çeviri yeterli

olmaktadır. 'Çevirinin Doğası – Bir Özet' adlı makalesinde70 Vermeer tutumunu şu sözlerle

açıklamaktadır: 'Kendi kültür ortamı içerisinde bir kaynak METİN alınır ve yerine kendi

(farklı) kültür ortamında 'skopos'una [amacına] uygun şekilde işleyebilecek bir erek METİN

konur... Bir erek metin (çeviri metin) kaynak metne eşdeğer olamaz, ne biçim ne de işlev

düzeyinde. Çeviride aktarım yoktur. Çevirinin ne anlama geldiğini göstermek için türlü imgeler

kullanılmıştır. Bunlardan biri Jakob Grimm'in 'übersetzen' (çevirmek) ile 'übersetzen' (kayık ya

da benzeri bir araçla bir nehrin ya da gölün öteki kıyısına geçmek) arasında yaptığı

karşılaştırmadır: Bir gemiye hareket ettiği kıyıdaki limanda mal yüklenir, gemi karşı kıyıya

geçer ve mal indirilir. Ancak çeviride karşı limanda indirilen mal aynı mal değildir. Kaptan

dolandırıcıdır; malları sefer sırasında değiştitir. Bundan da kötüsü, değiştirilen malların

değerinin başında yüklenen malınkine şu ya da bu biçimde eşit olup olmadığını (malların 'eşit'

olup olmadıklarını) bilmenin yolu yoktur.'

Skopos kuramıyla ilgili yapılan olumlu eleştiriler onun erek odaklı yaklaşım sergileyen

bütüncül ve kapsamlı bir kuram olduğu, çevirmenin rolünün öne çıkarıldığı yönündeydi.

Olumsuz eleştirilere örnek olarak A. Kelletat tarafından kaleme alınan 'Çeviri Teorisinde

70M. Rifat (yay. haz.), Çeviri(bilim) nedir? Başkasının Bakışı, İstanbul, 2004 içinde H. J. Vermeer, Çevirinin

Doğası – Bir Özet, çev.:Ş. Bahadır – D. Dizdar, s. 255, 262

42

Geriye Adım' (1986) isimli kitabı verilebilir.71 Çevirinin çok boyutlu ve karmaşık bir eylem

olduğunun altını çizen Kelletat, tüm çeviri sorunlarının sadece dilbilimsel yöntemlerle

çözmenin mümkün olmadığını söyler. Reiss ve Vermeer'in ortaya koydukları Skopos kuramı

ise bu sorunlarının çözümüne katkıda bulunmadığı gibi çeviri tarihinde ciddi bir geriye adım

olarak değerlendirilmektedir. Kelletat, bu kuramın bizi çoktan geride bıraktığımız,

çevirmenlerin kaynak metni özgürce yorumlayabildikleri bir döneme götürdüğünü yazar.

'Amaç, aracı haklı kılar' yaklaşımının çeviride geçerli olmadığını söyleyen araştırmacı savını

çeşitli örneklerle desteklemektedir. Skopos kuramın yaratıcıları Alman okuyucunun ünlü bir

Finn romanı olan 'Yedi Kardeş' romanını Finlandiyalı bir okuyucudan daha farklı angıladığını

iddia etmektedir. Bunun üzerine Kelletat, 'Romanı Münhen civarına taşımak mı gerekiyor?'

sorusuyla Skopos'un kimi abartılı noktalarına dikkat çekmektedir.

Belli başlı çeviribilim kuramlarını ana hatlarıyla özetlenmiş bulunmaktayız. Birçok

önemli isim çalışmamızın kapsamı ve konusu gereği bu özetin dışında kalmış olsa bile, burada

değindiklerimiz çağdaş çeviribilimin genel eğilim ve gidiş hattı hakkında fikir verir niteliktedir.

Özellikle, 20. yüzyılın ikinci yarısında çeviribilimde KM odaklı çeviri yaklaşımından EM

odaklı çeviri yaklaşımına doğru bir hareket söz konusudur. Bu zamana kadar çeviride kaynak

odaklılığın ağırlıklı olmasının sebebi ise şöyle açıklanabilir: Bu dönemde çoğunlukta biçimsel

boyutu ön plana çıkan yazınsal metinler ya da ‘dokunulmaz’ sayılan kutsal eserler çevriliyordu

ve bu durumda orijinal esere bağlılık iyi ve doğru çevirinin en başlıca kurallarından

sayılmaktaydı. Ancak, buna rağmen erek odaklı yaklaşımın izlerini Antik Dönemde bile

bulmak mümkün. Yukarıda da sözettiğimiz gibi, Cicero, metinleri türlere ayırarak ve metin

türüne göre çeviri yöntemini belirleyerek aslında erek odaklı işlevsel bir yaklaşım sergilemiştir. 71Комиссаров, Вилен Наумович. Genel Çeviri Teorisi. Yabancı Bilimadamlarının Eserlerinde Çeviribilimin

Sorunları. (Общая теория перевода. Проблемы переводоведения в освещении зарубежных ученых.) Москва, 1999, s.105-106

43

Ortaçağda Luther’in, İncil’i Almancaya çevirirken erek okuyucunun algılamasına uygun bir

çeviri yaptığı bilinmektedir. Yirminci yüzyılda Saussure’ün biçimci, yazını dış etkilerden

arınmış haliyle irdeleyen dilbilimsel yaklaşımı, Yeni Eleştiri, Rus Formalizmi gibi biçimci

kuramların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Roman Jakobson, Jiri Levy, Anton Popoviç gibi

isimler bu kuramları çeviribilim alanında uygulamış, biçimsel, anlamsal ve fonksiyonel

‘kaymalar’ belirlemeye çalışmıştır. Diğer taraftan dilbilimini de etkileyen kültürel/davranışsal

felsefi kuramlar erek metnin önemini vurgulamaya başlamıştır. Ancak, burada tam anlamıyla

erek odaklılıktan sözetmek olası değildir. Çünkü bu yaklaşımlarda çıkış noktası yine erek

kültürün gölgesinde kalan kaynak metindir, erek metin ise hâlâ bağımsız ve özgün bir yapıt

olarak değerlendirilmemektedir. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında hızla küreselleşen dünyada

kültürlerarası anlatım/tanıtım büyük önem kazanmış, erek kültür faktörü öne çıkmıştır. Tek

taraflı ve sabit kural koyucu yaklaşımlar geçmişte kalmış, yerini birçok faktörü kapsayan geniş

ve esnek betimleyici yaklaşımlara bırakmıştır. Gideon Toury ve Betimleyici Çeviri Kuramı,

İtamar Even-Zohar ve Çoğul Dizge Kuramı, Hans Vermeer ve Skopos Kuramı gibi erek odaklı

kuramlar bu dönemde oluşturulmuştur.

Yani, bazı araştırmacılar, çevirmenin KM karşı bir derece daha özgür olabileceğini, metin

işlevi, çeviri amacı, erek kültürün özgün yapısı gibi olguları göz önünde bulundurarak KM

yaratıcı bir yaklaşımla işlenebileceğini ileri sürmektedir. Reiss ve Vermeer’in Skopos Kuramı

ya da Nida’nın ‘gerçek eşdeğerlik’ kavramını bu duruma örnek olarak gösterebiliriz. Bu tür

kuramların çeviribilimin genel gelişimine yaptığı olumlu katkılar yadsınamaz: Erek kültürün

yazınsal geleneğini karar verme sürecine dâhil ederek daha bütüncül bir yaklaşım oluşturma,

çevirmenin yaratıcı yönünü vurgulama onlardan bazılarıdır. Ancak birçok çeviribilimcinin

işaret ettiği gibi, özellikle Skopos Kuramının, ‘güncel ve çeviri odaklı metinlerde uygulama

44

alanı geniş olmasına karşın, bilimsel çalışmalarda çok soyut ve göreceli kaldığından sınırlı

kalacağı ileri sürülebilir’.72 Aynı şekilde, biçemi arka planda tuttuğu için yazınsal metinlerin

çevrilmesine de uygun olmayabileceğini söyleyebiliriz. Böylece, Skopos Kuramı’nın

yaratıcıları her ne kadar onu genel bir çeviri kuramı olarak sunsalar da, kuramın yazınsal

metinlerde uygulanabilirliği tartışılır. Buradaki soyutluk ve görecelilik çevirmenin öznel

kararlarından ileri gelmektedir. Üstelik bu öznel kararlar, betimleyici kuramlarda olduğu gibi,

kaynak ve erek kültürün normlarına bağlı olarak değil, çevirmenin kendisi veya ona çeviri

görevi veren kurum tarafından alınmaktadır.

Diğer taraftan kimi çeviribilimciler özellikle yazınsal metinler sözkonusu olduğu zaman

okuru yazara götüren, sözdizimsel yapılar da dâhil olmak üzere, KM’nin tüm dilbilimsel

özelliklerini koruma fikrini savunmaktadırlar. Buna örnek olarak Schleiermacher’in ‘Çeviri

Yöntemi’ adlı çalışmasında sözettiği yerelleştirici ve yabancılaştırıcı yaklaşım gösterilebilir.

Schleiermacher, yazınsal metinlerin çevirmesindeki amacın yabancı yazınsal kültürün

imgelerini ve dünya algılayışını tanıtmak, yazarın öznel üslubunu hissettirmek olduğunu

hatırlatarak yabancılaştırıcı, yani okuru yazara götüren çeviri yöntemini tercih etmek

gerektiğini söylemektedir. Ancak, aynı yaklaşım bilginin ön planda olduğu iş yaşamına ilişkin

belgelerde kullanışlı olmamaktadır.73 Başka bir deyişle, çeviri yöntemi metin türüne göre

belirlenmelidir. Özetlemeye çalıştığımız çeviri kuramları arasında Gideon Toury’nin Erek

Odaklı Çeviri Kuramı bu bakımdan iyi bir şekilde dengelenmiş ve durumun gereksinimlerine

uygun çözümler bulabilen bir kuram olarak görünmektedir. Çünkü Toury’ye göre, çeviri erek

yazının oluşturduğu çoğuldizge içinde yer alan bir dizgedir ve dolaysıyla iki farklı norm türüyle

belirlenmektedir: Erek dilin normları ve kaynak dilin normları. Çeviri Normlarının Doğası ve 72 F. Yücel, Tarihsel ve Kuramsal Açıdan Çeviri Edimi, DOST, 2007, s. 181 73 F. Yücel, a.g.e., s. 109

45

Çevirideki Rolü adlı bildirisinde bu düşüncesini şu sözlerle açıklamaktadır:

‘1. (Çevirinin) belirli bir dilde bir metin olması, dolaysıyla da o dilin ait olduğu kültürde ya da

o kültürün bir kesiminde bir konumunun olması, bir boşluğu dolduruyor olması;

2. Çevrildiği dilde/kültürde, başka bir dilde daha önce üretilmiş olup, o dilin ait olduğu kültürde

net bir konuma sahip olan bir metni temsil ediyor olması.’74

Bu şekilde bu iki norm türü arasında bulunmaya çalışılan denge daha doğru çeviri

örneklerinin ortaya çıkmasını sağlamaktadır. ‘Doğru’ derken şunu kastediyoruz: Metin türüne

göre çeviri, yani hem kaynak metnin özelliklerini koruyan hem de erek kültür normalarına

uygun olarak kaynak metni değiştirebilen bir çeviridir. Bu tutumlardan her biri beraberinde

belirli kısıtlamalar da getirmektedir: ‘…bir çevirmen kendisini, ya özgün metne ve onun

gerçekleştirdiği normlara ya da erek kültürde veya erek kültürün metne ev sahipliği yapacak

kesiminde etkin olan normlara bağımlı kılabilir. Eğer ilk duruş benimsenirse, çeviri kaynak

metnin (dolaysıyla da kaynak dilin ve kültürün) normlarına bağlı kalma eğiliminde olacaktır.

...böylesi bir eğilim erek kültür norm ve uygulamaları açısından birtakım uyumsuzlukları

beraberinde getirebilir, özellikle de dilsel normların ötesindekiler açısından. Eğer, öte yandan,

ikinci duruş benimsenirse, erek kültürün norm dizgeleri harekete geçirilir ve devreye girer. Bu

durumda, kaynak metinden kaymalar kaçınılmaz bedellerdir. Demek ki, kaynak normlarına

uyum, çevirinin kaynak metne ilişkin yeterliliğini belirlerken, erek kültür kaynaklı normlara

bağlı kalmak da çevirinin kabul edilebilirliğini belirler.’75

Bir kez daha altını çizelim: kaynak normlarına bağlılık eşittir çevirinin yeterliliği, erek

normlarına bağlılık eşittir çevirinin kabul edilebilirliğidir. Bu düşünce, Toury’nın teorisinin

Vermeer’in Skopos teorisinden en önemli farktır, çünkü Vermeer tam tersini söylemektedir.

74 M. Rifat (yay. haz.), Çeviri(bilim) nedir? Başkasının Bakışı, İstanbul, 2004 içinde G. Toury, Çeviri

Normlarını Doğası ve Çevirideki Rölü, çev.:A. Eker, s.236 75 G. Toury, a.g.m., s. 237

46

Yani ona göre, erek normlarına bağlı çeviri yeterli olarak değerlendirilebilir. Ancak, roman gibi

bütünleşik ve çokboyutlu bir tür sözkonusu olduğunda erek kültür normlarına odaklı çeviri

yapmak özgün metinden birçok kayıp vermek demektir. Bu durumda özgün eserin üslup

özelliklerini korumak daha doğru bir çeviri tutumu olarak görünmektedir.

Genel olarak Betimleyici Kuramlar yazınsal metinlere yoğunlaştıklarından bu alanda oluşabilen

sorunları daha kapsamlı bir çerçevede irdeleyerek nesnel çözümler bulabilmektedir. Çevirinin

kültürlerarası bir etkinlik olduğu, eserin yazınsal değerinin içerik ve biçim bileşenlerinden

oluştuğu gerçekleri dikkate alarak KM ve EM arasında olası en doğru ve uygun çeviri seçeneği

belirmeye çalışmaktadır. Tahsin Yücel metin türüne bağlı çeviri yöntemi konusunu benzer bir

yaklaşımla ele almaktadır: ‘Bilimsel yapıtların çevrilmesinde öncelikle içeriğin açık ve eksiksiz

aktarılmasına, yazınsal yapıtların çevrilmesinde ise içerik yanında biçemin de doğru

yansıtılmasına özen göstermek gerekir.’76

76. TÜRK DİLİ, Çeviri Sorunları Özel Sayısı, 1978, sayı 322 içinde T. Yücel, Çeviride Anlatı Dili, s.76-79

47

BÖLÜM 2

ARAŞTIRMA SONUÇLARI

Yapılan kıyaslamalı analizin amacı, kaynak ve erek metinlerdeki tümce yapılarını

incelemek, çeviri esnasında biçim değişikliğine uğramış ve uğramamış tümceleri tespit etmek

ve bu tümcelerin erek metin içindeki yüzdelik ve/ya sayısal ağırlıklarını ortaya koymak olarak

belirlenmiştir. Bu amaç doğrultusunda sürdürülen incelemenin sonuçları aşağıda verilmiştir.

2.1. Genel sonuçlar

Çalışma süresince toplam 610 Rusça ET incelenmiştir. Bu sayı, 530 Türkçe KTnin

karşılığı olmaktadır. Aşağıda detaylı olarak açıklayacağımız biçimlerde çevrilen tümceler

toplam 512 örnek oluşturmaktadır. İnceleme, kendini tekrarlayan sonuçlar vermeye

başladığından bu sayı yeterli bulunmuştur. Brendt Brendemoen’in ‘Orhan Pamuk –bir

Türkçe sözdizimi yenilikçisi’ adlı makalesinde77 altını çizdiği gibi, genel roman metnin

dokusuyla roman içerisine yerleştirilmiş köşe yazılarının dokusu farklılık göstermektedir;

bunun dışında romanın ilk kısmındaki tümceler, ikinci kısmındaki tümcelere göre daha

uzundur. Bu gerçekleri göz önünde bulundurarak incelememizde hem genel metinden hem de

köşe yazılarından örnekler üzerine çalışılmış; ayrıca, eserin her iki kısmından da seçki

yapılmıştır. Yapılan bu seçkilerin her biri ayrı olarak ele alınıp incelenmiş ancak sözkonusu

incelemenin sonuçları daha ilerde gösterilecek, ilk aşamada genel inceleme sonuçları

verilecektir.

Buna göre, incelenen 610 ET’nin 530 KT karşılığı olma durumu aslında çevirinin genel

özelliğini göz önüne serecek niteliktedir. Çeviri sırasında KT’ler bölünüp çevrilmiş ve böylece

sayısal olarak artan bir ET sayısını vermiştir. İncelediğimiz örnekleri çevirmenin tercih ettiği

77 N. Esen, Kara Kitap üzerine yazılar, Can Yayınları, İstanbul, 1992 içinde s. 144-158

48

çeviri yaklaşımına göre 9 grupta toplamak mümkün:

1) 1KT1ET,k olarak adlandırılan grup. Bu grupta, KAVRAM VE TERİMLER

bölümünde de sözettiğimiz gibi bölünmeden, tümce yapısına bağlı kalarak ve genel

olarak fazla değişiklik yapmadan çevrilen, sadık çeviri diyebileceğimiz örnekler

toplanmıştır. 192 örnek içermektedir. İncelenen örneklerin %37,5ini oluşturmaktadır.

2) 1KT1ET,d olarak adlandırılan grup. KT bölünmedi ancak yapısında veya başka bir

dilsel düzeyde değişiklik sözkonusu. 206 örnek içermektedir. İncelenen örneklerin

%40,2sini oluşturmaktadır.

3) 1KT2ET grubu. 60 örnek içermektedir. Bu sayı, incelenen örneklerin %11,7sini

oluşturmaktadır.

4) 1KT3ET grubu. 12 örnek içermektedir. Bu sayı, incelenen örneklerin %2,3ünü

oluşturmaktadır.

5) 1KT4ET grubu. 5 örnek içermektedir. Bu sayı, incelenen örneklerin %0,9unu

oluşturmaktadır.

6) 1KT5ET grubu. 2 örnek içermektedir. Bu sayı, incelenen örneklerin %0,3ünü

oluşturmaktadır.

7) 2KT1ET grubu. 18 örnek içermektedir. Bu sayı, incelenen örneklerin %3,5ini

oluşturmaktadır.

8) Kayma olarak adlandırılan grup. 10 örnek içermektedir. Bu sayı, incelenen örneklerin

%1,9unu oluşturmaktadır.

9) Boş grubu. 7 örnek içermektedir. Bu sayı, incelenen örneklerin %1,3ünü

oluşturmaktadır.

49

Bu örnek sayılarını bir grafikle gösterecek olursak:

Grafik 1

Elde edilen sonuçlara göre, en geniş grup 206 örnekle 1KT1ET,d grubu olmaktadır.

‘Değiştirilerek çevrilen’ olarak adlandırabileceğimiz tüm örneklerin, yani 1KT1ET,d,

1KT2ET, 1KT3ET, 1KT4ET, 1KT5ET, 2KT1ET ve Kayma gruplarındaki örneklerin toplamı

ise 313 örnektir. Bu sayı, incelenen örneklerin %61ini oluşturmaktadır. Başka bir değişle, tüm

örneklerin %61i çeviri sırasında bu ya da şu şekilde değişime uğramıştır.

50

2.2. Metnin birinci ve ikinci kısımlarından alınan örneklerin kıyaslamalı incelemenin

sonuçları.

Eserin ilerleyen sayfalarında durumun farklı olup olmadığını anlamak amacıyla 2.

kısmından 103 örneklik bir seçki yapılarak 1.kısmından 103 örneklik seçkiyle kıyaslanmıştır.

Sonuçlar tablo 3’te gösterilmiştir:

1.kısım, örnek sayısı 2.kısım, örnek sayısı

1KT1Et,k 29 49

1KT1ET,d 40 39

1KT2ET 18 5

1KT3ET 4 1

1KT4ET 2 -

1KT5ET 2 -

2KT1ET 2 5

Kayma 2 1

Boş 1 -

Tablo 3

Görüldüğü gibi, eserin 2. kısmında 1KT1ET,k grubundaki örneklerin sayısı daha fazladır;

bölünerek çevrilen tümcelerde de belirgin azalma bulunmaktadır. Bunun yanı sıra, 2KT1ET

grubunda da 2 katından fazla bir artış söz konusudur. Tüm bu gelişmelerin nedeni eserin

2.kısmındaki tümcelerin genel olarak daha kısa oluşu olabilir diye düşünüyoruz. Gerçekten de,

10’ar KT üzerinde yaptığımız basit bir sayım işlemiyle, 1.kısımdaki tümcelerin içerdiği

ortalama sözcük sayısı 19 iken 2. kısmının 1. bölümünde bu sayı 13,5’tir. ‘Hayalet Ev’ adını

51

taşıyan bu bölüm kısa tümcelerden oluşan birçok diyalogu içermektedir. Genel olarak 2.

kısımdan alınan örneklerde ‘değiştirilerek çevrilen’ olanların toplam sayısı 51 olduğunu

görüyoruz. Bu da genel örnek sayısının %49,5’idir. Aynı sayı 1.kısım için 70 ve %67,9

olmaktadır. Yani, 2.kısmının daha sadık bir biçimde çevrildiğini söylenebilir. Ancak burada da

yapısı değiştirilen örneklerle yapısı korunan örnekler arasında %50 - %50 gibi bir oran vardır.

2.3. Eserin içindeki köşe yazılarından alınan örneklerin incelenmesinin sonuçları

Genel metin olarak adlandırdığımız bölümlerden ve köşe yazısı bölümlerinden alınan

örneklerin sayısı tablo 4’te gösterilmiştir:

Tümce

Bölüm

ET, örnek

sayısı

KT, örnek

sayısı

Galip Rüya'yı ilk gördüğünde/Genel metin 152 114

Boğazın suları çekildiği zaman/Köşe yazısı 53 46

Rüya'ya selam söyle/Genel metin 255 222

Aladdin'in dükkânı/Köşe yazısı 37 37

Hayalet ev/Genel metin 2.kısım 111 108

Tablo 4

Aynı verileri grafik biçiminde düzenlemek durumu daha görsel olarak algılamamıza yardımcı

olacaktır:

52

Grafik 2

Görüldüğü gibi, genel metin bölümlerinde KT-ET arasındaki ayırım daha büyük olmaktadır.

‘Aladdin’in dükkânı’ adlı köşe yazısında ise birebir örtüşen sonuçlarla karşılaşıyoruz. Başka

bir değişle köşe yazılarının çevirisinde daha sadık bir çeviri yaklaşımının tercih edildiğini

söylemek mümkündür. Ancak daha detaylı bir inceleme yaptığımız zaman köşe yazılarında da

çeşitlilik gösteren örneklerlin bulunduğunu görebiliriz. Örneğin, ‘Boğazın suları çekildiği

zaman’ adlı köşe yazısında ET örnek sayısıyla KT örnek sayısı arasındaki fark sadece 7

örnektir ancak uzun tümcelerin yanı sıra kısa tümceleri da içeren bu bölümün çevirisinde

1KT3ET grubundan örnek de vardır. Bu bölüme ilişkin veriler tablo 5’te verilmiştir:

1KT1ET,k 1KT1ET,d 1KT2ET 1KT3ET BOŞ 2KT1ET

23 10 8 1 1 2

Tablo 5

53

‘Değiştirilerek çevrilen’ tümcelerin toplam örnek sayısı 21’dir. Yani burada da

korunmuş ve değiştirilmiş tümceler arasındaki yüzdelik oranı yaklaşık olarak %50-%50’dir.

Buna dayanarak şu sonuca varabiliriz: Köşe yazılarında genel olarak daha sadık bir çeviri

yöntemi tercih edilmiştir. Ancak özellikle uzun tümceler eserin her bölümünde olduğu gibi

burada da bölünerek çevrilmiştir.

54

BÖLÜM 3.

ÖRNEKLER

İncelememizin sonuçları aktardıktan sonra belirttiğimiz her grup için örnekler

verilecektir. Bu örnekler 3 sütunlu bir tablo halinde sunulacak: ilk sütunde KT’ler, 2. sütunde

ET’ler ve son sütunde bizim önerdiğimiz çeviri örneği yer alacaktır. Kaynak ve erek tümceler

arasında numaralandırma farklılığı şöyle açıklanmaktadır: 1 kaynak tümce bazen 2, 3 veya

daha fazla erek tümceyle çevrilmiş olabilmekte ve bundan dolayı numaralandırmada

uyuşmazlık oluşabilmektedir. Örneğin, 22. KT çeviride 23. Sırada yer almaktadır.

Son olarak önemle vurgulamak istediğimiz nokta şudur: önerdiğimiz çeviri hiçbir biçimde

incelenen çeviriyle kıyaslama halinde olmayıp daha farklı ve bizce KT’lerin yapısına daha

yakın durmaya çalışan biçimleri verme amacını gütmektedir.

3.1. 1KT1ET, k

Bu bölümde yapısı korunmuş olarak kabul edilen tümce örnekleri verilmiş ve bu nedenle

önerilen ET’ler genellikle yazılmamıştır. Ancak tümcede çeşitli düzeylerde bir değişiklik

yapılmışsa önerilen ET yazılmaktadır. Numaralandırma örnek numarasını ifade etmektedir.

Sadece bizim değerlendirmemize göre dikkat çekici özelliklere sahip örnekler verilmiştir.

KT ET Önerilen ET

1. GALİP RÜYA'YI İLK GÖRDÜĞÜNDE

1.Как Галип впервые увидел Рюйю

2. Epigraf kullanmayın, çünkü yazının içindeki esrarı öldürür! Adli

2. Не пользуйтесь эпиграфами, ибо они убивают тайну написанного. Адли

KT(k)=ET(k)

55

KT ET Önerilen ET

3. Böyle ölecekse, öldür o zaman sen de esrarı, esrar satan yalancı peygamberi öldür! Bahti

3. Коль суждено тайне погибнуть, убей сам и тайну, и лжепророка, ее сотворившего. Бахти

KT(k)=ET(k)

7. Uyku mahmurluğuyla Galip, karısının mavi yorgandan dışarı uzanan başına baktı: Rüya'nın çenesi yastığın kuştüyüne gömülmüştü.

7. Галип сонно посмотрел на видневшуюся из-под одеяла голову жены: подбородок ее тонул в пуховой подушке.

Bağlaçsız tümce=Bağlaçsız tümce

14. Bilip beklediği tatsız anılar kadar, beklemediği erkek gölgeleri de merak ve acıyla görerek: Afedersiniz kardeşim, siz karımla nerede rastlaşmış ya da tanışmıştınız? Üç yıl önce sizin evinizde, Alaaddin'in dükkânından aldığı yabancı bir moda dergisinin içinde, birlikte gittiğiniz ortaokul binasında, elele tutuştuğunuz sinemanın girişinde...

13. Кроме неприятных лиц, о которых он знал и встреча с которыми его не удивила бы, он мог, к своему огорчению, наткнуться на тени мужчин, о существовании которых не подозревал: "Простите, а вы откуда знаете мою жену?" - "Ну как же! Мы познакомились три года назад в вашем доме... в лавке Алааддина, когда она покупала зарубежный журнал мод... в школе, куда вы ходили вместе... у входа в кинотеатр, вы еще держались за руки... "

Tümce yapısı genel hatlarıyla korunmuş ancak altı çizilen bölümde KM’deki деепричастный оборот EM’de ET(k) olarak çevrilmiş, tümcenin anlamı değişmiştir.

И натыкаясь, с болезненным любопытством, не только на те неприятные ему воспоминания, которые знал и ожидал, но и на неожиданные мужские тени: ‘Простите, друг мой, а вы где и как познакомились с моей женой? Три года назад в вашем доме, в иностранном журнале мод, купленном в лавке Алладина, в здании школы, куда вы ходили вместе, у входа в кинотеатр, когда вы держались за руки...’

56

KT ET Önerilen ET

18. O yıllarda mikroplar ünlüydü, ilaçlar değil: Boğaz'ın temiz havasının çocukların kabakulağına iyi geleceğine inanılırdı.

18. В те времена свирепствовало много болезней, но было мало лекарств, и считалось, что детям, болеющим свинкой, полезен чистый воздух Босфора.

Tümce yapısı genel hatlarıyla korunmuş ancak ‘ünlüydü/değil’ yapısı “свирепствовало много/было мало“ yapısıyla çevrilmiştir. Bağlaçsız tümce yerine и bağlacıyle birleştirilen ET(b) kullanılmıştır.

В те годы были известны микробы, а не лекарства: считалось...

19. Sabahları deniz durgun olurdu, sandal beyaz, aynı kayıkçı hep dostane.

19. Море утром было спокойным, лодка белой, лодочник– всегда один и тот же– дружелюбным.

KT(b)=ET(b). Son tümceciğe - işaretleriyle belirlinen вводное предложение yerleştirilmiştir.

20. Anneler ve yengeler sandalın kıçına otururlardı, sırtı inip kalkan sandalcının arkasına gizlenen Rüya'yla Galip sandalın burnuna, yanyana.

20. Мама и тетя Сузан устраивались на корме лодки, а Рюйя и Галип - рядышком на носу, скрытые от матерей могучей спиной лодочника.

KT(b)=ET(b).

22. Galip, Rüya'yı ilk gördüğünde, kabakulak olmadan altı ay önce, yemek masasının üzerine yerleştirilen tabureye oturmuş, berbere saçlarını kestiriyordu.

23. В день, когда Галип впервые увидел Рюйю– это произошло за полгода до того, как они заболели свинкой,– он сидел на табуретке, поставленной на обеденный стол, а парикмахер стриг его.

KT(k)=ET(k).

57

KT ET Önerilen ET

26. Galip o zamanlar bu sağlıklı alfabe atının üzerine, resmin üzerine döküldüğü zaman onu canlandıran sihirli eczadan dökmeyi düşünüyordu, ama sonraları, ilkokula ikinci sınıftan başlamasına izin vermedikleri için, bir de okulda, aynı atlı alfabeyle okuma yazma öğrenirken bu isteğini saçma bulacaktı.

29. Галипу хотелось капнуть на изображение этой крепкой лошадки волшебным эликсиром, который, попав на рисунок, оживит ее, однако позже, когда ему не разрешат пойти сразу во второй класс и он по тому же букварю с лошадью будет учиться читать и писать еще и в школе, он сочтет это свое желание глупостью.

Birleşik ve karmaşık bağlantılar içeren bileşik tümce.

27. O zamanlar Dede, nar rengi şişenin içindeki o sihirli eczayı söz verdiği gibi sokaktan getirebilseydi, Galip sıvıyı Birinci Dünya Savaşı'nın zeplinleri, topları ve çamurlu ölüleriyle dolu eski ve tozlu 'Illıstration' mecmualarının, Melih Amcanın Paris'ten ve Fas'tan yolladığı kartpostalların ve Vasıf'ın Dünya gazetesinden resmini kestiği yavrusunu emziren orangutanın ve Celal'in gazetelerden kestiği tuhaf insan yüzlerinin üzerine dökmek isterdi.

30. Если бы Дедушка тогда принес, как обещал, волшебное лекарство в бутылке гранатового цвета, Галип плеснул бы чудесной жидкости на страницы старых пыльных журналов "Иллюстрасьон", пестревших фотографиями цеппелинов, пушек и лежащих в грязи убитых в Первой мировой войне; на открытки, присланные дядей Мелихом из Парижа и Марокко; на вырезанные Васыфом из газеты "Дюнья" снимки орангутангов, кормящих детенышей; на лица странных людей из газетных вырезок, сделанных уже Джелялем.

KT(k)=ET(k). İkinci tümceciğin öğeleri KM’de virgülle ayrılmışken EM’de virgül yerine noktalı virgül kullanılmıştır.

58

KT ET Önerilen ET

35. Beton apartmanının beton cumbasının bir penceresi dünyanın bir ucu olan Camiye, bir penceresi de öteki ucu olan kız lisesine bakıyordu; arada karakol, iri kestane ağacı, köşe ve Alaaddin'in vızır vızır işleyen dükkânı vardı.

40. Одно окно эркера нашего бетонного дома выходило на мечеть – это был один мир; другое на женский лицей - совсем другой мир; между этими двумя мирами – полицейский участок, высокий каштан, перекресток и бойко торгующая лавка Алааддина.

Одно окно бетонного эркера нашего бетонного дома выходило на один конец света – мечеть, а другое окно на другой конец света –женский лицей; между ними находились полицейский участок, большой каштан, угол улицы и бойко торгующая лавка Алладина.

44. 'Koca adam,' diye iç çekerdi Babaanne ve her zaman sorduğu şu soruyu ilk defa soruyormuş gibi yüzünde içten bir merak ifadesi, sorardı:'yazısının altına kendi adını koymasına izin vermedikleri için mi öyle kötü yazıyor, yoksa öyle kötü yazdığı için mi yazısının altına kendi adını koymasına izin vermiyorlar?'

52. - "Ведь взрослый человек, - вздыхала Бабушка и с выражением искреннего любопытства задавала, словно в первый раз, вопрос, который задавала всегда: - Интересно, он так плохо пишет потому, что ему не разрешают подписываться своим именем, или ему не разрешают подписываться своим именем потому, что он так плохо пишет?"

KT’nin uzunluğu çeviri yöntemi üzerine etkili olmamaktadır: Bazen oldukça uzun tümceler yapısı olabildiğince korunarak çevrilmekte, bazen de kısa tümceler bölünerek çevrilmektedir.

Yapısı korunarak çevrilen uzun ET örnekleri: 52, 65, 73, 81, 89, 202, 411, 425, 432, 443.

52. Çok sonraları, kat kat sattıkları Şehrikalp Apartmanından bir başkasına taşındıktan ve binaya, çevredeki benzeri başka binalara olduğu gibi, küçük konfeksiyoncular, gizli gizli kürtaj yapan kadın doktorları ve sigortacı yazıhaneleri yerleştirdikten sonra, Alaaddin'in dükkanının önünden her geçişinde Galip, apartmanın çirkin ve karanlık yüzüne bakarak Dede'nin bu sözünü neden söylemiş olabileceğini merak etmişti.

65. Позднее, когда они, продав, этаж за этажом дом Шехрикальп, переехали в новый, похожий на все окружающие соседние дома, где рядом с ними жили мелкие торговцы готовой одеждой, где размещались кабинеты гинекологов, делающих подпольные аборты, и страховые конторы, всякий раз проходя мимо лавки Алааддина и глядя на уродливый, мрачный старый дом, Галип гадал: почему Дедушка так сказал?

59

KT ET Önerilen ET

55. Avrupa usulü şerekciliği öğrenmek, kestane şekeri paketleyecek yıldızlı kağıdı sipariş etmek, Fransızlarla birlikte renkli ve balonlu bir banyo sabunu imalathanesini açmak ve Avrupa ve Amerika'da, o sıralarda bir salgına yakalanmış gibi ardarda iflas eden fabrikaların makinelerini ve Hale Hala için kuyruklu bir piyanoyu ucuza kapatmak ve sağır Vasıf'ı iyi bir kulak ve beyin doktoruna göstermek için birisinin Fransa ve Almanya'ya gitmesi gerektiğini Melih Amca bu sıralarda söylemeye başlamış.

73. Как тогда дядя Мелих начал говорить, что необходимо кому-то поехать во Францию и Германию, чтобы изучить кондитерское дело в Европе, заказать красочную бумагу для упаковки засахаренных каштанов, договориться с французами о совместном производстве разноцветного пенящегося банного мыла, приобрести по дешевке - коль скоро в Европе и Америке свирепствует кризис и фабрики разоряются одна за другой - необходимое оборудование, а также купить рояль для тети Хале и показать глухонемого Васыфа хорошему отоларингологу и психоневрологу.

60

KT ET Önerilen ET

59. Melih Amcanın Paris' ten yolladığı şekerleme ve pasta tarifleriyle sabun ve kolonya formülleri ve bunları yiyen ve kullanan artist ve balerinlerin resimleriyle dolu mektuplarla, içinden naneli diş macunu, kestane şekeri, likörlü çikolata örnekleri ve oyuncak itfaye ve gemici şapkası çıkan paketler seyrekleşmeye başladığında annesi, Celal'i alıp baba evine dönmeyi tasarlıyormuş.

81. Когда же письма из Парижа от дяди Мелиха стали приходить все реже–письма с описанием сладостей и пирожных и способов изготовления мыла и одеколонов, а также с фотографиями артистов и балерин, жующих эти сладости и пользующихся этой парфюмерией, когда уменьшилось количество посылок с мятной зубной пастой, засахаренными каштанами, образцами шоколада с ликером, игрушечными пожарными машинами и матросской шапочкой, мать Джеляля решила переехать с сыном к своему отцу.

65. Gelinin İzmir'deki akrabalarını tanıyan bir meraklının getirdiği haber ise, Melih Amcanın savaş sırasında Kuzey Afrika'da çevirdiği karanlık işler (silah ticareti, bir krala rüşvet, vs.) sonunda milyoner olduğu yolundaymış, güzelliği dillere destan karısının nazına dayanamadığı için, onu meşhur etmeye birlikte Holliwood'a gideceklermiş, gelinin resimleri şimdiden Arap-Fransız dergilerinde yayımlanıyormuş vs.

89. А один сплетник, знакомый с измирскими родственниками невестки, сообщил, что дядя Мелих в результате мошеннических операций (торговля оружием, взятка какому-то королю), которые он провернул в Северной Африке во время войны, стал миллионером, что он, не в силах противиться капризам легендарной красавицы жены, собирается с ней в Голливуд, где ее, как они полагали, ждет слава, и что фотографии невестки печатаются в арабских и французских журналах и т. п.

61

KT ET Önerilen ET

89. Üstelik, Dededen çözüp bağlattığı beyaz örtü çok büyüktü, boynunu boğacak gibi sıktığı yetmiyormuş gibi, bir kız eteği gibi diz kapaklarının altına kadar da uzanıyordu.

124. К тому же белая накидка, которую парикмахер, сняв с Дедушки, крепко повязал ему, была слишком велика: мало того, что она сдавливала горло, она еще и свисала ниже колен, совсем как девчоночья юбка.

124. ve 125. ET’de dikkatimizi çeken nokta şudur: 89.KT’de beyaz olarak belirtilen örtü 90.KT’de mavi olarak belirtilmiştir. Çevirmen ise ‘белая до голубизны’ deyişiyle bu duruma başarılı bir çözüm getirmektedir.

90. Çok sonra, birbirlerini bu ilk görüşlerinden Galip'in hesabıyla 19 yıl, 19 ay, 19 gün sonra evlendikten de çok sonra, bazı sabahlar Galip yanında uyuyan karısının yastığa gömülmüş başını gördüğünde, Rüyanın üzerindeki yorganın mavisiyle, berberin Dededen çıkarıp kendisine taktığı örtünün mavisinin kendisine aynı huzursuzluğu verdiğini düşünmüş, ama bu konuda karısına bir şey söylememişti; belki Rüya'nın böyle belirsiz bir nedenle yorgan kılıflarını değişitirmeyeceğini bildiği için.

125. Потом, уже после их с Рюйей женитьбы через - как он подсчитал - 19 лет 19 месяцев и 19 дней с момента их первой встречи, глядя иногда по утрам на утопавшую в подушке голову жены, спящей рядом,Галип чувствовал, что голубизна одеяла, укрывавшего Рюйю, вызывала у него такое же беспокойство, как та белая до голубизны накидка, но жене он об этом никогда ничего не говорил; возможно, потому, что знал: Рюйя не станет менять одеяло по такой дурацкой причине.

62

KT ET Önerilen ET

100. Babaanneyle Dedenin sabah yataktan kalkış alışkanlıklarını da (yorgan üzerinde sigara külleri, diş fırçasıyla aynı bardakta duran takma dişler, ölüm ilanlarına acele acele göz gezdiren alışkın bakışlar) pek değiştirmeden okuyucularına duyurduğu bu yazının sonuç bölümü okuduktan sonra, 'Demek biz köylüymüşüz!' demişti Babaanne.

136. Прочитав заключительную часть этой статьи, где Джеляль описывал очень точно церемонию утреннего пробуждения Бабушки и Дедушки(сигаретный пепел на одеяле, зубные протезы, лежащие в стакане с зубными щетками, привычный просмотр газетных объявлений о смерти), Бабушка сказала: "Стало быть, мы деревенские!"

116. Hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz. Yazı hariç. İbn Zerhani

154. Нет ничего более удивительного, чем жизнь. Кроме слова. Ибн Зерхани

Romanın önemli tümcelerinden biridir. „Слово“ sözcüğü Rusça'da daha çok ‘telafuz edilen, söylenen söz’ anlamında kullanılmaktadır. ‘Yazı’ sözcüğü için „литература“ veya „книга“ daha yakın olabilirdi.

158. O zaman, cebimden tükenmez kalemimi çıkarıp sapıyla camlardan birini kaplayan fıstıki yeşil yosun tabakasını yavaş yavaş kazıyacağım.

201. Тогда, вынув из кармана шариковую ручку, я попытаюсь расчистить ею слой водорослей фисташкового цвета на одном из окон.

Bazı tümcelerde yapısal açıdan bir değişiklik yapılmasa da ET 201.’de olduğu gibi yüklem değişikliği yapılabilmektedir.

63

KT ET Önerilen ET

159. Geceyarısı, bu korkunç ve büyülü karanlıkta kibritimi yakınca arabanın Haçlı zırhları gibi hala parlayan güzelim direksiyonunun, nikelajlı sayaçlarının, ibre ve saatlerinin madeni ışığında haydutla sevgilisinin bilezikli ince kollarıyla ve yüzüklü parmaklarıyla birbirine sarılarak ön koltukta öpüşen iskeletlerini göreceğim.

202. В полночь я зажгу спичку в этой пугающей волшебной тьме и - в металлическом отсвете красивых, все еще сверкающих, как броня крестоносца, руля, никелированного счетчика и корпуса часов - увижу, как сидящие на переднем сиденье бандит и его возлюбленная целуются, обнимают друг друга тонкими, в браслетах, руками, пальцы которых унизаны кольцами.

190. 'Akşam sinemaya gidelim mi?' dedi Galip, 'Konak'a. Dönüşte de Celal'e uğrarız.'

242. "Пойдем вечером в кино, в "Конак", а на обратном пути зайдем к Джелялю", - предложил Галип.

Sıklıkla kullanılan ‘dedi’ sözcüğünden kaçınmak için çevirmen çeşitli çözümler bulmaya çalışmıştır: Örnekler ET 242, 332, 334, 397

268. 'Gelmedi mi?' dedi Galip. 'Siz ona telefon etmemiş miydiniz?'

332. - Она не пришла? - удивился Галип. - Разве вы не звонили ей?

270. 'Belki de yukarıda babasındadır, dedi Galip.

334. – Может, она наверху, у отца? - предположил Галип.

324. 'Bana Rüya söyledi, biliyorum,' dedi Melih Amca.

397. - Мне Рюйя сказала, я знаю, -настаивал дядя Мелих.

64

KT ET Önerilen ET

338. Çirkin hazların peşinden ta İstanbul'a gelen İngilizlerin, güreş tefrikalarına ve güreşçilere meraklı homoseksüellerin, hamam alemlerine katılan Amerikalı karılarının, dolandırıcılarının, bir Avrupa ülkesine değil artistik, orospuluk bile yapamayacak film yıldızlarımızın, itaatsizlik ve zimmetten ordudan kovulmuş subayların, frengiden sesleri çatlamış erkeksi şarkıcıların, kendini sosyete kadını diye yutturan kenar mahalle dilberinin arasında aramak zorunda kalırdık kızımızı.

411. И сейчас нам пришлосьбы искать нашу дочь среди приехавших в Стамбул в погоне за грязными удовольствиями англичан, гомосексуалистов, охотящихся за борцами; американок, обслуживающих распутниц в банях; аферисток, наших кинозвезд, которых в какой-нибудь европейской стране не взяли бы и в проститутки, не то что в актрисы; изгнанных из армии за долги и неповиновение офицеров; мужеподобных певиц с сиплыми от сифилиса голосами; квартальных покорительниц сердец, пытающихся выдать себя за светских дам.

349. Babaanneye rağmen, Dededen kalma kötü bir alışkanlıkla, yalnız sofra örtüsü değil, yemekten sonra kenarlerına ağızlarını sildikleri lekeli bir peçete olarak da kullanılan talihsiz sofra örtüsünü dikkatli hareketlerle topluyordu.

422. Она привычными движениями складывала многострадальную скатерть, краями которой по оставшейся от Дедушки дурной привычке, невзирая на протесты Бабушки, как салфетками вытирали рот после еды.

65

KT ET Önerilen ET

352. Melih Amcaya göre, elli beş yaşındaki oğlu da, işte tam bu düşüncede olduğu için yetmiş beş yaşındaki babasını aramıyor, İstanbul'da hangi apartman dairesine kaldığı kimseye söylemiyor, yalnız babası değil, aileden kimse, -her zaman onu ilk affeden Hale Halası bile -kendine ulaşamasın diye, numarasını herkesten sakladığı telefonlarını bir de fişten çekiyordu.

425. Дядя Мелих считал, что его пятидесятипятилетний сын полностью разделяет это мнение Эсмы-ханым и потому совсем не интересуется, как там поживает старый отец, мало того - никому не сообщает, в какой из своих квартир в Стамбуле изволит находиться, да к тому же, чтобы не только отец, но и никто из семьи-даже тетя Хале, которая всегда прощала ему все, - не мог с ним связаться, еще и выключает телефоны, номера которых никому не дает.

356. Aklına gelen ve başını döndüren başka şeyler de vardı sonra: Pazar sabahları Rüya'yla oynamak (Gizli Geçit, Görmedim) için yukarı kata çıktığında, arada bir de olsa, mavi geceliğiyle gördüğü güzel Suzan Yenge, annesi oluyordu (daha iyi), avukatlık ve Afrika hikâyelerine bayıldığı Melih Amca, baba (daha iyi); aynı yaşta olduklarına göre Rüya da, ikiz kardeş; (burada, akıl korkutucu sonuçları irdelerken kararsızlıkla duralıyordu).

432. Его одолевали разные волнующие мысли: красивая тетя Сузан, которую он изредка видел в голубой ночной рубашке, когда воскресным утром поднимался, чтобы играть с Рюйей (в лабиринт, в прятки), становилась его мамой (здорово!); дядя Мелих, чьи рассказы об адвокатской практике и об Африке он так любил, превращался в его папу (здорово!); а они с Рюйей, поскольку она была одних с ним лет, превращались в близнецов (рассуждать дальше он почему-то боялся и на этом останавливался).

66

KT ET Önerilen ET

368. Sanki Vasıf'ın öbür yanında da Rüya oturuyormuş gibi, sanki onun gösterdiklerine birlikte gülüyorlarmış gibi, kutudan gelişigüzel çektikleri resimlere baktılar: Yirmi yıl önce, traş kremi reklamı için yüzünü köpüğe bulamış, sonra da, kornerden gelen topa kafayla vurduktan sonra beyin kanamasından ölmüş ünlü bir futbolcunun sabunlu gülümseyişi; askeri darbeden sonra Irak lideri Kasım'ın kanlı ünüforması içinde dinlenen ölüsü; ünlü Şişli Meydanı Cinayeti'nin temsili bir resmi (Aldatıldığını yirmi yıl sonra, emekliliğinde anlayan kıskanç albay, günlerdir izini sürdüğü çapkın gazeteciyi arabadaki genç karısıyla birlikte kurşunlayacaktır, derdi Rüya, radyo tiyatrosu taklidi sesiyle); başbakan Menderes kurbanlık deveyi bağışlarken, arkada muhabir Celal, deveyle birlikte başka bir yere bakıyor.

443. Васыф наугад вытаскивал из коробки листки, они разглядывали фотографии, и казалось, что рядом с Васыфом сидит Рюйя и они вместе смеются над тем, что он показывает: улыбающееся, в мыле, лицо знаменитого футболиста, двадцать лет назад рекламировавшего крем для бритья(впоследствии он умер от кровоизлияния в мозг, отбив головой угловой удар); тело иракского лидера Касыма в окровавленной униформе, убитого во время военного переворота; фотографии с места знаменитого убийства на площади Шишли (Рюйя в свое время комментировала их, подражая голосу актрисы из радиотеатра: ревнивый полковник в отставке, спустя двадцать лет узнав, что жена ему изменяла, долго выслеживал обидчика, распутного журналиста, и в конце концов застрелил его и сидевшую рядом с ним в машине молодую жену); вот премьер-министр Мендерес приносит в жертву верблюда, на заднем плане корреспондент Джеляль и верблюд смотрят куда-то в сторону.

67

3.2. 1KT1ET,d

Bu bölümde çeviri sırasında yapısal değişikliğe uğramış ET örnekleri verilecek, 3. sütunde

bizim önerdiğimiz çeviri seçeneği sunulacaktır.

КТ ЕТ Önerilen ET

5. Dışardan kış sabahının ilk sesleri geliyordu: Tek tük geçen arabalar ve eski otobüsler, poğaçacıyla işbirliği eden salepçinin kaldırıma konup kalkan güğümleri ve dolmuş durağının değnekçisinin düdüğü.

5. С улицы в комнату проникали первые звуки зимнего утра÷ шуршание шин редких автомобилей, поскрипывание старых автобусов, звяканье о мостовую поднимаемых и опускаемых кувшинов салепщика, работающего в паре с пекарем, свистки распорядителя на стоянке маршрутных такси.

ET yapısal açıdan değişmese bile 3 kez özne değişikliği yapılmıştır. Seslerin söz konusu edildiği bu tümcede çevirmenin yaptığı eklemeler daha tutarlı bir sonuç vermiştir.

8. Alnının eğiminde, o sırada aklının içinde olup biten harika şeyleri insana korkuyla merak ettiren gerçek dışı bir yan vardı.

8. Была только верхняя часть лица, выражение которого было загадочным, и Галип с тревогой задумался÷ какие, вероятно, необычные мысли крутятся сейчас в этой головке?

В изгибе лба было нечто необычное, заставляющее человека со страхом и любопытством задуматься о тех невероятных вещах, что происходили в тот миг в этой головке.

17. O zamanlar, bazan Galip'in annesi bazan Rüya'nın güzel annesi Suzan yenge, bazan ikisi birden Galiple Rüya'yı elinden tutup, parke yollarda titreyen otobüslerle Bebek'e ya da Tarabya'ya sandal gezintisine çıkarırlardı.

17. Мать Галипа и мать Рюйи, красивая тетя Сузан, иногда возили их в трясущихся по мощеным дорогам автобусах в Бебек или Тарабью покататься на лодке.

В те времена, иногда мать Галипа, иногда красивая мать Рюи тётя Сузан, а иногда обе вместе, взяв за руки Галипа и Рюю, везли их на трясущихся по мощеным дорогам автобусам в Бебек или Тарабью кататься на лодке.

68

48. O zamanlar Dede, sonraları daha sık göreceği o rüyadan yeni söz etmeye başlamıştı.

60. Дедушка принялся рассказывать сон, который впоследствии ему часто снился.

В те времена Дедушка только начинал рассказывать свой сон, тот самый, что в последствии он будет видеть еще чаще.

58. O sıralarda Celal ve annesi, sonraları bir Ermeniye satılan üçüncü katta oturuyorlarmış, ama Paris sokaklarındaki ticari araştırma gezilerine devam edebilsin diye, Melih Amcaya para yollamak gerektiği için, bir ara sandık odası olarak kullanılan ve daha sonraları yarım bir daireye çevrilen o küçük ve içerlek çatı katına çıkıp yerleşmişler ki, kendi daireleri kiraya verilsin.

80. Джеляль с матерью в то время жили на третьем этаже, но поскольку надо было посылать деньги дяде Мелиху, чтобы он мог продолжать свои коммерческие дела в Париже, они сдали квартиру какому-то армянину, а сами перебрались в крохотное помещение под крышей, которое поначалу использовалось как кладовка, а потом было превращено в некое подобие квартиры.

В те времена Джеляль с матерью жили на третьем этаже, который потом был продан какому-то армянину, но поскольку надо было посылать деньги дяде Мелиху, чтобы он мог продолжать свои коммерческие исследования на улицах Парижа, они, с целью сдать свою квартиру, переехали на этот маленький закрытый чердак, который когда-то использовался как кладовка, а затем был переделан в нечто вроде полуквартиры.

80. Uyandığında, yalnız kendisinin okula değil, babasının da işe geç kaldığını anladı.

113. В тот день Отец тоже поздно пошел на работу.

BİLEŞİK TÜMCE BASİT TÜMCEYLE ÇEVRİLDİ

Когда он проснулся, то понял, что не только он сам сегодня опоздал в школу, но и отец – на работу.

82. Galip, neden okula geç kaldığını ve geç kaldığı için gitmekten utandığını düşünmek istemediği gibi, çatıdakilerin kim olduğunu da düşünmek istemiyordu.

116. Галипу не хотелось думать ни о приехавших родственниках, ни о том, что он проспал и не пошел в школу.

Галипу не хотелось думать как о том, почему он опоздал и что ему теперь стыдно идти в школу, так и о том, кто такие эти поселившиеся в мансарде.

69

91. Galip, gazetenin kapının altından atılmış olacağını düşünerek tüy gibi hafif olmaya alışmış dikkatli hareketlerle yataktan kalktı, ama ayakları onu kapıya değil helâya götürdü, sonra da mutfağa.

126. Галип подумал, что газеты, должно быть, уже лежат под дверью, легко и бесшумно поднялся с постели, но ноги понесли его не в коридор, а на кухню.

Галип, думая, что газеты, скорее всего, уже оставлены под дверью, ставшими привычкой бесшумными движениями встал с кровати, но ноги повели его не к двери, а сначала в туалет, потом на кухню.

92. Çaydanlık mutfakta değildi, oturma odasında demliği bulabildi.

127. Чайника на кухне не оказалось, очевидно, он был в гостиной, там же, где и заварочный.

Чайника на кухне не было, в гостиной он смог найти заварочник.

96. Ama, 'Bırak şu sigarayı'yla başlayan kavgalarının birinde nankörlükle suçlanan Babaanne, Dedeye, bir sabah olsun, yataktan ondan sonra çıkmadığını söylemişti.

131. Во время одной из ссор, начавшейся, как обычно, словами: "Брось ты эти сигареты", Бабушка, обвиненная в неблагодарности, заявила Дедушке, что хотя бы раз в жизни, но она встанет после него.

Бабушка, обвиненная, во время одной из ссор, начинавшихся словами „Да брось ты эти сигареты!“, в неблагодарности, сказала Дедушке, что еще ни разу не встала с кровати после него.

97. Vasıf seyrediyordu. 132. Васыф видел, как они ссорились.

Васыф наблюдал.

98. Galip dinliyor, Babaannenin ne demek istediğini düşünüyordu.

133. Галип слышал,но не понял, что Бабушка хотела этим сказать.

Галип слушал и думал, что Бабушка хотела этим сказать.

102. Galip fincanları çalkalarken, temiz çatal bıçak, tabak ararken ve pastırma kokan buzdolabından plastik yiyeceklere benzeyen beyaz peynir ve zeytini çıkarırken ve çaydanlıkta ısıttığı suyla tıraş olurken, Rüya'yı uyandıracak bir gürültü yapmayı düşünüyordu, ama çıkmadı o gürültü.

138. Галип принялся полоскать чашки, затем шумно искал чистую вилку, нож и тарелку, доставал из пропахшего бастурмой холодильника похожую на пластмассу брынзу и маслины, брился, подогрев в чайнике воду,– он хотел шумом разбудить Рюйю, но не получилось.

Когда полоскал чашки, искал чистые вилку, нож и тарелку, вынимал из пропахшего бастурмой холодильника похожие на пластиковые продукты брынзу и маслины и когда брился подогретой в чайнике водой, Галип старался произвести шум, который бы разбудил Рюю, но шума не получилось.

70

103. Demlenmemiş çayını içip, bayat ekmek dilimleriyle kekikli zeytinleri masada yerken kapının altından alıp tabağının yanına uzattığı mürekkep kokulu gazetenin uykulu kelimelerini okuyup başka şeyler düşündü: Akşam Celal'e ya da Konak Sinemasına gidebilirlerdi.

139. Потом он, обжигаясь, глотал не настоявшийся чай, ел черствый хлеб и маслины с тимьяном, сонно читал пахнувшую типографской краской газету, которую, достав из-под двери, положил рядом с тарелкой, и подумал о том, что вечером они могли бы пойти к Джелялю или в кинотеатр "Конак".

Пока пил не заварившийся чай и ел черствый хлеб и маслины с тимьяном, Галип, прочитав сонные слова пахнущей типографской краской газеты, которую взял из-под двери и разложил рядом с тарелкой, подумал о другом: вечером они могли бы пойти к Джелялю или в кинотеатр „Конак“.

107. Yeni paspaslanmış merdivenler ıslak toz ve kir kokuyordu.

143. Лестница, застланная только что вытряхнутыми половиками, пахла мокрой пылью.

Свежевымытая лестница пахла влажной пылью и грязью.

110. Karşı kaldırımda ceketini, yakalarını kaldırarak palto niyetine giyen bir ihtiyar, peynirliyi kıymalıdan ayırarak satıcıdan poğaçasını seçiyordu.

147. На противоположной стороне улицы старик в пиджаке с поднятым воротником выбирал у лоточника пирожки с мясом и сыром.

Старик, носивший пиджак с поднятым воротником вместо пальто...

111. Galip, birden bir koşu kuyruktan fırladı, köşeyi dönüp tezgahını bir kapı içinde kuran gazeteciye parasını verdi, aldığı Milliyet'i katlayıp koltuğunun altına sıkıştırdı.

148. Неожиданно для самого себя Галип выскочил из очереди, побежал за угол, сунул деньги газетчику, пристроившемуся у двери дома, взял газету "Миллиет" и, сунув ее под мышку, вернулся в очередь.

‘вернулся в очередь’ sözcük öbeği KT’de yoktur.

119. Bayram şenliğini çıkmış çocukların keyfi ve heyecanıyla birbirimizi öldürdüğümüz bugünlerde hangimiz bir şey okuyup dünyadan haberdar oluyor ki?

157. Кто из нас нынче читает, кому интересно знать, что происходит в мире, где люди убивают друг друга с радостью и энтузиазмом детей, пришедших на праздник?

В эти дни, когда мы убиваем друг друга с радостным волнением детей, пришедших на праздник, кто из нас что-нибудь читает и узнает о том, что происходит в мире?

71

120. Köşe yazarlarımızı bile, dirsekleştiğimiz vapur iskelelerinde, kucak kucağa yuvarlandığımız otobüs sahanlıklarında, harflerin tir tir titrediği dolmuş koltuklarında yarım yamalak okuyoruz.

158. Даже статьи известных журналистов мы читаем либо в толчее на пристанях, либо в автобусах прижатые друг к другу,либо в трясущихся маршрутках, когда буквы дрожат и сливаются.

Даже наших писателей-колумнистов мы читаем как попало, на пристанях, толкаясь локтями, на подножках автобусов, раскачиваясь в обнимку друг с другом, на сидениях маршруток, когда буквы дрожат и сливаются.

129. Kız Kulesi'nin bir tepenin üstünde korkutucu gerçek bir kule gibi yükseleceği bu derin ve vahşi vadide yeni bir hayat başlayacak.

167. Девичья башня на холме, вознесясь над этой глубокой мрачной лощиной, станет выглядеть угрожающе.

BİLEŞİK TÜMCE BASİT TÜMCEYLE ÇEVRİLDİ

Новая жизнь начнется в этой глубокой и дикой долине, где Девичья башня вознесется на вершине холма, настоящая и угрожающая.

137. Boğaz kıyılarındaki erguvan ve hanımellerinin bayıltıcı serinliğini koklayarak rakı içtiğimiz masalarda çürüyen ölülerin genzimizi yakan o küfle karışık kekre kokusunun tadını alacağız.

176. До нас донесется щекочущий ноздри, резкий, смешанный с плесенью запах гниющих по берегу Босфора мертвецов, лежащих на столах, за которыми когда-то мы пили ракы, вдыхая одуряющий аромат багряника и женских рук.

Сидя за столами на берегу Босфора, где мы раньше пили ракы, вдыхая дурманящую прохладу багряника и жимолости, теперь мы будем вдыхать жгущий горло, смешанный с плесенью, терпкий запах гниющих мертвых тел.

142. İşte o günlerin birinde ben, dikenli teller içinden, bu yeni cehennemin içine kara bir Cadillac'ı bulmak için bir geceyarısı süzüleceğim.

182. В один из таких дней я проскользну за колючую проволоку, чтобы найти черный "кадиллак".

И вот однажды в полночь я проскользну за колючую проволоку в этот новый ад, чтобы найти черный „кадиллак“.

72

143. Kara Cadillac, bundan otuz yıl önce ben, bir acemi muhabirken serüvenlerini izlediğim ve patronu olduğu bir batakhanenin girişindeki iki İstanbul resmine hayran olduğum bir Beyoğlu haydutunun ('gangster' demeye dilim varmıyor) caka arabasıydı.

183. Черный "кадиллак" был гордостью одного бандита из Бейоглу (язык не поворачивается сказать "гангстера"), за похождениями которого я следил тридцать лет назад, когда был начинающим корреспондентом, и восхищался двумя его фотографиями, где он был изображен у входа в принадлежащий ему стамбульский притон.

Черный „кадиллак“ был шикарной машиной одного бандита из Бейоглу (язык не поворачивается сказать „гангстера“), за похождениями которого я следил, когда еще был неопытным журналистом, и восхищался двумя картинами с изображением Стамбула, что висели у входа в принадлежащий ему притон.

168. Galip, yazıhanesine giderken ayrıntılarını yeni okuduğu 'o felaket günü'nde, Celal'in Kara Cadillac'ın camındaki fıstıki yosunları kazıyacağı tükenmezin cebinden çıkaracağı bir başka tükenmez olmasına şaştı.

214. Войдя в контору, Галип снова внимательно перечитал "Когда отступили воды Босфора" и удивился, что Джеляль расчищал фисташково–зеленые водоросли на окне "кадиллака" не той самой зеленой шариковой ручкой, а какой-то другой.

Шагая в контору, Галип с удивлялся, что ручка, которой Джеляль расчистил бы фисташково-зеленые водоросли на стекле кадиллака, как было рассказано в только что прочитанной статье о «дне катастрофы», была не той самой ручкой, а какой-то другой.

170. Tabii, son görüşmelerinin birinde ileri sürdüğü gibi, hafızası iyice gerilememişse.

217. В одну из последних встреч Джеляль жаловался, что у него сильно сдала память.

Если, конечно, его память не совсем сдала, как он жаловался в одну из последних встреч.

172. Kuruyup gitmesinler diye, sabahtan akşama kadar onları sulayıp okşuyorum: Hatırlıyorum, hatırlıyorum ki unutmayayım!'

219. Я с утра до вечера поливаю их, обихаживаю, как могу: помню, помню, уж это–то я не должен забыть!"

Чтобы не засохли, не исчезли, я поливаю и обихаживаю их с утра до вечера: вспоминаю, вспоминаю, лишь бы ничего не забыть!»

73

174. Daha sonraları, Melih Amca yeni ve güzel karısı ve Rüya'yla Mağrip'ten döndükten, İzmir'deki kayınpederiyle giriştiği kuru üzüm işini batırdıktan ve ailenin işlerini de batırmasın diye şekerci ve eczaci dükkanlarına sokulmadıktan sonra, yeniden avukatlık yapmaya karar verince, müşterini etkiler diye bu eşyaları yeni yazıhanesine taşıtmış.

221. Позднее, когда дядя Мелих, вернувшийся из Магриба с красивой женой и дочерью Рюйей, потерпел крах в бизнесе (торговле сушеным инжиром), которым он занялся вместе с тестем в Измире, он не стал для поправки семейных дел возвращаться к привычному бизнесу –аптекам и кондитерским, а решил возобновить адвокатскую практику и перевез эти вещи в новую контору, полагая, что эти солидные вещи произведут хорошее впечатление на клиентов.

Позднее, уже вернувшись из Магриба с красивой женой и дочерью Рюёй, загубив торговлю сухим инжиром, которую вел вместе с тестем в Измире, и не получив разрешения заняться делами семейной аптеки и кондитерской, дядя Мелих решил вернуться к адвокатской практике и перевёз эти вещи в свою новую контору, чтобы произвести хорошее впечатление на клиентов.

197. Başka bir zaman da, Rüya'nın söylediklerini işittiği gibi söylediğini, ama o telefon konuşmasından sonra, Rüya'nın değil, yavaş yavaş kendisinin bir başkası olduğunu düşünecekti.

249. Потом ему будет казаться, что он прекрасно слышал то, что говорила Рюйя, это была она: просто он стал другим после того телефонного разговора.

А еще он будет думать, что Рюя сказала все именно так, как он услышал, но после этого разговора не Рюя, а он сам постепенно стал другим.

210. Celal'e telefon etmek için bir bahane bulduğu için sevinçliydi.

263. Звонок Джелялю был хорошим предлогом прекратить разговор.

Он был рад, что нашел повод позвонить Джелялю.

217. Akşama kadar bulamadı. 269. Однако до самого вечера Джеляль так и не нашелся.

Но до самого вечера так и не нашел.

221. Gün boyunca, telefonla boğuşurken, Galip yalnızca bir kere sesiyle karşısındakini şaşırtabilmenin tadını çıkardı.

272. Сражаясь весь день с ненавистным телефоном, Галип все же получил удовольствие, когда, изменив голос, просто поразил сидящего напротив посетителя.

За весь день, сражаясь с телефоном, Галип всего однажды смог получить удовольствие, разыграв звонившего измененным голосом.

74

228. 'Kimin?' dedi Hala alışkanlık olmuş bir inatla, 'Alaaddin'in mi? Hayır; Milliyet'i, amcan bilmecelerini çözsün, Vasıf da makasıyla kesip oyalansın diye alıyoruz; Celal'in yazısını okuyup da oğlumuzun ne hallere düştüğünü görüp dertlenelim diye değil.'

279. -- Чью? - уточнила тетя с грозным вызывом. -- Алааддина? Нет. Мы выписываем"Миллиет", чтобы Васыф развлекался вырезками а твой дядя разгадывал кроссворды,а вовсе не для того, чтобы читать статьи Джеляля и переживать из-за того, что его сын так низко пал.

...с вошедшим привычку упрямством...

251. Sokağın genişliği, apartmanın adı (içinde çok fazla o ve u harfleri bulunan bu adı telaffuz etmekten hiçbiri hoşlanmazdı,) ya da yeri değildi önemli olan; sanki, zaman dışı bir geçmişten beri apartman dairelerinde alt alta üst üste oturuyorlardı.

303. Ширина улицы, название дома, его местоположение не имели никакого значения: просто семья живет в этих квартирах с незапамятных времен.

Ширина улицы, название дома (никто из них не любил произносить его, в нем было слишком много букв о и у) или его местоположение не имели в принципе такого большого значения; они просто жили все вместе на разных этажах того, другого дома с незапамятных времен.

254. Amcamın hızla kıpırdanan ayağının ucunda bütün gün titreyerek sallanan talihsiz terliğin hiçbir zaman durdurulamayacak bir sinir ve sabırsızlıkla bana çocukluğumdaki gibi 'canım sıkılıyor, birşey yapmalı, canım sıkılıyor, birşey yapmalı', diye acıyla seslendiğini düşüneceğim.

308. Я услышу, как дядя Мелих, не в силах остановить несчастный тапочек, трясущийся на кончике его беспрерывно качающейся ноги, скажет с горечью, как во времена нашего детства: "Какая тоска, надо что-то делать, ох,какая тоска, надо что-то делать!"

И снова, как в детстве, я подумаю, что трясущийся на кончике ноги дяди несчастный тапочек жалобно обращается ко мне с вечным нетерпением и раздражительностью:“Мне скучно, чем бы заняться, мне скучно, чем бы заняться“.

293. Galip lafı değiştirmek için 'Celal'in bugünkü yazısını...' diye söze başlayacaktı; alışkanlığından korkarak, birden aklına gelen öteki şeyi söyledi: 'Hale Hala, ben Alaaddin'in dükkanına gitmeyi unuttum!'

366. Чтобы не сосредоточивать внимания на болезни жены, Галип хотел было привычно начать: "Джеляль в сегодняшней статье... ", но, вдруг испугавшись этой своей привычки, сказал другое, неожиданно пришедшее на ум: "Тетя Хале, я забыл зайти в лавку Алааддина!"

Чтобы сменить тему, ...

75

310. 'Biliyor musun Hale,' dedi babası, 'çok tuhaf; kadıncağızın sesi senin sesine benziyordu çok!'

382. - Знаешь, Хале, - сказал отец, пропуская вопрос мимо ушей, - очень странно,голос этой женщины был удивительно похож на твой!

Altı çizilen bölüm KT’de yoktur.

331. 'Oldu, oldu, ama ben geç kalmıştım,' dedi Melih Amca.

404. -- Ну хорошо, хорошо, - согласился дядя Мелих, - я сказал неправильно.

“Случилось, случилось, только я опоздал“,-сказал дядя Мелих.

354. Ama bu değil, korktuğu başka bir şey geldi başına: melih Amca, yine eski bir alışkanlıkla, aralarındaki yirmi iki yaş farkını görmezlikten gelerek, Celal gibi değil, asıl Galip gibi bir oğlu olmasını hep istediğini bir daha tekrarladı; Galip gibi aklı başında, olgun, sakin.

427. Но этого не случилось, дядя Мелих в очередной раз повторил, что всегда хотел иметь сына не такого, как Джеляль, а такого, как Галип (он словно забыл про двадцать два года разницы в их возрасте), именно такого, как Галип, умного, зрелого, спокойного...

Но случилось не это, а кое-что другое, чего тоже боялся Галип: дядя Мелих, по другой старой привычке, забывая двадцатидвухлетнюю разницу в возрасте, еще раз повторил, что хотел бы иметь не такого сына, как Джеляль, а такого, как Галип: разумного, зрелого, спокойного.

371. Yazıları Vasıf'tan ödünç almak için çok fazla 'mim' yapmasına gerek kalmadı.

446. Галипу не потребовалось много времени, чтобы Васыф разрешил взять эти статьи.

Ему не потребовалось много „мимики“, чтобы одолжить эти статьи у Васыфа.

382. Galip eve girer girmez, çay için ocağa su koydu, paltosunu, ceketini çıkarıp astı, yatak odasına girip soluk lambanın ışığında ıslak çoraplarını değiştirdi.

460. Галип повесил пальто и пиджак, сразу же поставил на плиту воду для чая, в спальне при свете тусклой лампочки переодел мокрые носки.

Как только Галип вошел в квартиру, он поставил на плиту чайник, снял и повесил пальто и пиджак, в спальне при бледном свете лампы сменил намокшие носки.

383. Sonra, yemek masasına oturup, Rüya'nın kendisine terkederken yazıp bıraktığı mektubu bir daha okudu.

461. Потом, сев за стол, прочитал еще раз оставленное Рюйей письмо.

Потом, сев за обеденный стол, он еще раз перечел письмо Рюи, которое она написала, когда уходила от него.

386. Bir kusurum varsa, o da konu haricinde çıkmaktır. Biron Paşa

464. Может, у меня и есть недостатки, но речь не о них.

FARKLI ANLAM

Если у меня и есть недостаток, так это отвлекаться от темы.

76

392. Hatıra yerine, onun yalnızca bir iziyle karşılaşmak, sizi bırakıp gitmiş ve hiç dönmeyecek sevgilinin koltuğun üzerinde bıraktığı izine gözyaşlarıyla bakmaya benziyor.

472. Это все равно, что смотреть со слезами на кресло, где сидела любимая, которая ушла и никогда не вернется.

А видеть вместо самого воспоминания всего лишь его след, это как смотреть со слезами на кресло, где сидела возлюбленная, которая бросила вас, и ушла, и никогда не вернется.

393. Alaaddin'le konuşmaya böyle karar verdim.

473. Чтобы расшевелить свою память, я пешил поговорить с Алладином.

Вот так я и решил поговорить с Алладином.

403. Tarihimizi, bütün Doğu'nun tarihini değiştirecek bir kumpası, bir hükümet darbesini planlayan yurtsever subaylarla gazetecilerin ikisinin, ilk tarih taplantılarından önce, Alaaddin'in dükkanında nasıl buluştuklarını anlattım.

482. Я сообщил, что именно в его лавке встретились патриотически настроенные офицеры и журналисты перед тем, как пойти на историческое собрание, где они составляли план осуществления правительственного переворота с целью изменить нашу историю и историю всего Востока.

Двое из...

404. Bir akşam vakti, bu tarihi buluşma gerçekleşirken, tavana doğru yükselen kitap ve kutu kuleleriyle kaplı tezgahının arkasında Alaaddin'in hiçbir şeyden habersiz, ertesi sabah iade edeceği gazeteleri ve dergileri, parmaklarını tükürükleyerek, saydığını anlattım.

483. Аладдин ни о чем не подозревал,сидел себе за прилавком перед грудами книг и коробок, и, поплевывая на пальцы, считал журналы и газеты, которые утром предстояло вручить клиентам.

Однажды вечером, когда происходила эта историческая встреча, ничего не подозревающий Алладин сидел за прилавком, заполненном высокими, до потолка, башнями из книг и коробок, и, слюнявя пальцы, пересчитывал газеты и журналы, которые предстояло возвратить на следующее утро.

77

410. Çünkü, aslında, her şey unuttuğumu, her şey unuttuğumu, her şey unuttuğumu anlattım.

488. Про себя я объяснил Алладину, что ничего, ничего, ничего не помню.

4 kez ‘çünkü’ bağ sözcük kullanılmamıştır.

Рассказал, что все это потому, что на самом деле я все забыл, все забыл, все забыл.

411. Çünkü aslında yaşlı, mutsuz, huysuz ve yalnız olduğumu ve ölmek istediğimi anlattım.

489. Я старый, несчастный, бесхарактерный, одинокий человек и хочу умереть.

Рассказал, что все это потому, что на самом деле я одинокий и вредный старик и хочу умереть.

412. Çünkü aslında, Nişantaşı Meydanından akşam trafiğinin gürültüsü ve radyodan insanı kederle gözyaşlarına boğan bir müzik geliyordu.

490. Потому что с площади Нишанташи доносится шум вечернего часа пик, а из приемника льется печальная музыка, вызывающая у человека слезы.

Потому что с площади Нишанташи доносится шум вечернего часа пик, а по радио слышится музыка, от которой подступают горькие слезы.

413. Çünkü aslında, ben de bütün ömrüm boyunca hikaye anlattıktan sonra, ölmeden önce Alaaddin'den unuttuğum her şeyin, dükkanındaki kolonya şişelerinin, damga pullarının, kibritlerin üzerindeki resimlerin, naylon çorapların, kartpostalların, artist resimlerinin, seksoloji yıllıklarının, firketelerin ve namaz kitaplarının hikayelerini bir bir dinlemek istediğimi anlattım.

491. Я обьяснил Алладину, что всю жизнь только тем и занимался, что рассказывал истории, но теперь, прежде чем умереть, хочу услышать от него истории обо всем, что я забыл, о продаюшихся в его лавке флаконах одеколона, гербовых марках, спичечных этикетках, нейлоновых чулках, открытках, фотографиях артистов, сексологических ежегодниках, шпильках и религиозных книгах.

Рассказал, что все это потому, что на самом деле я сам, после того, как всю жизнь рассказывал истории, хочу услышать от Алладина историю обо всем том, что забыл: о флаконах одеколона в его лавке, о марках, о картинках на спичечных коробках, о нейлоновых чулках, об открытках, об изображениях артистов, об альманахах по сексологии, о бигуди и учебниках по намазу.

417. Asıl adının başka bir şey olduğunu, ama müşterinin bunu bilmediğini anlattı.

495. На самом деле у него другое имя, но его клиенты об этом не знают.

3 kez ‘anlattı’ yüklemi kullanılmamıştır.

Он рассказал, что на самом деле у него другое имя, но клиенты об этом не знают.

418. Yalnızca Hürriyet Gazetesini okuduğunu anlattı.

496. Читает он только газету "Хюрриет".

Он рассказал, что читает только газету «Хюрриет».

78

419. Dükkanda siyasi buluşma olamayacağını, çünkü tam karşısında Teşvikiye Karakolunun bulunduğunu ve siyasetle de ilgilenmediğini anlattı.

497. Никакой политической встречи в его лавке быть не могло, потому что напротив находится полицейский участок "Тешвикие" и потому что сам он совсем не интересуется политикой.

Он рассказал, что никакой политической встречи в его лавке быть не могло, потому что напротив находится полицейский участок "Тешвикие" и потому что сам он совсем не интересуется политикой.

421. Bu tür yanılgılardan şikayetçiydi: Bazı yoksul ihtiyarlar vitrindeki oyuncak plastik saatleri gerçek saat sanıp ucuzluğuna şaşarak heyecanla içeri dalıyorlardı.

499. Случалось здесь всякое: однажды, например, бедные старики пришли купить часы и были поражены их дешевизной – они приняли за настоящие пластмассовые игрушечные часики, выставленные в витрине.

Он жаловался на такие недопонимания: некоторые бедные старики принимали за настоящие игрушечные пластмассовые часы на витрине и, поражаясь их дешевизне, взволнованно вбегали в лавку.

422. Salonda at yarışı alıp oynayan ya da kendi elleriyle seçtikleri Milli Piyangodan gene bir şey çıkmayınca öfkeyle kapılan bazıları, bu oyunları Alaaddin imal ediyor sanıp gürültü çıkarıyorlardı.

500. Иногда люди, выбрав лотерейные билеты и не получив выигрыша, скандалили, думая, что лотереи устраивает Алладин.

Другие, проиграв на скачках или же лично выбрав лотерейный билет и ничего по нему не получив, устраивали скандалы, полагая, что все эти игры проводит Алладин.

424. Boş bir ev kadar hüzünlü hissetti kendini. Flaubert

502. И тут у него в душе стало пусто, как в доме, откуда вынесли все вещи.

Он почувствовал себя печальным, как пустой дом.

425. Telefon kapı açıldıktan üç dört saniye sonra çalmaya başlamıştı, ama Galip tıpkı gangster filmlerindeki o acımasız alarm zilleri gibi, zille kapı arasında mekanik bir ilişki olduğunu düşünerek telaşlandı.

503. Телефон зазвонил через несколько секунд после того, как открылась дверь, но Галип вдруг забеспокоился, подумав, что между дверью и телефоном есть автоматическая связь, как в фильмах о гангстерах, и телефонный звонок показался ему сигналом тревоги.

Телефон зазвонил через три-четыре секунды после того, как открылась дверь, но Галип встревожился, подумав, что между телефоном и дверью существует механическая связь, как у тех безжалостных телефонов в фильмах о гангстерах.

79

426. Zil üçüncü kere çalarken, telefona yetişmeye çalışan telaşlı Celal'in evin karanlığı içinde kendisine çarpacağını hayal ediyordu; dördüncü kere çalarken evde kimse olmadığına karar verdi, beşinci çalışta da olduğuna; çünkü telefonu ancak evin boş olmadığına inanan biri bu kadar uzun çaldırır diye düşünmüştü.

504. На третьем звонке Галипу почудилось, что сейчас на него наткнется Джеляль, спешащий к телефону, на четвертом он решил, что в доме никого нет, на пятом – что кто–то здесь все же есть, потому что так долго могут звонить, только если знают, что хозяева дома.

Когда телефон прозвонил в третий раз, Галип подумал, что пытающийся успеть поднять трубку Джеляль наткнется на него в темноте квартиры; когда прозвонил в четвертый, решил, что дома никого нет; когда прозвонил в пятый, что есть, поскольку только тот, кто уверен, что дома кто-то есть, может звонить так долго.

459. Ailenizi aradım. 540. Я звонил вашим родственникам.

Я звонил вам домой.

460. Sizi çok seven halanızla görüştüm.

541. Был у тети, которая вас так любит.

Говорил с тетей, которая вас так любит.

466. Adresinizi verin, saat geç değil, hemen gelirim.

549. Давайте адрес, и я тотчас приеду.

Дайте ваш адрес, еще не поздно, я сразу приеду.

480. Bütün eşyaların, perdelerin, lambaların yeri, renkleri, gölgeleri ve kokuları yirmi beş yıl önce olduğunun tıpkısıydı.

561. Ничего не изменилось–вещи, занавеска, та же лампа на том же месте, цвета, тени, запахи.

Все вещи, шторы, места ламп, цвета, тени и запахи были теми же, что и двадцать пять лет назад.

481. Sanki bazı yeni eşyalar, Galip'e oyun etmek, yaşadığı çeyrek yüzyılın yaşamadığına onu inandırmak için bazı eski eşyaların taklidini yapıyorlardı.

562. Некоторые новые вещи будто играли с Галипом в игру, имитируя старые, стараясь убедить его, что этих двадцати пати лет как бы и не было.

Как будто некоторые новые вещи притворялись старыми, чтобы обвести Галипа вокруг пальца и убедить его в том, что он не прожил эту последнюю четверть века.

483. Tehlikeli karanlığın içinden birdenbire çıkıveren eşyalar yeni değildi.

564. Вещи, на которые он натыкался в тревожной темноте, не были новыми.

Вещи, вдруг выступившие из грозящей темноты, новыми не были.

80

484. Onlara yenilik duygusunu veren büyü Galip'in kendi anılarıyla birlikte eskidiklerini, parçalandıklarını, belki de yok olduklarını sandığı bu nesnelerin, en son gördüğü ve unuttuğu halleriyle yıllar sonra yeniden karşısına çıkıvermeleriydi.

565. Они предстали перед ним такими, какими он видел их в последний раз, они постарели вместе с его воспоминаниями, некоторые из них должны были развалится, исчезнуть, но–вот они, у него перед глазами.

Тем чудом, которое придавало им чувство новизны, был сам факт их появления перед Галипом годы спустя такими, какими он их в последний раз видел и забыл, полагая, что они устарели и распались на кусочки вместе с его воспоминаниями, а может быть даже изчезли.

486. Galip, her şeyin kırk yıl önce Celal burada annesiyle otururken, yirmi beş yıl önce yeni bir gazeteci olarak bu evde yaşarken düzenlendiği gibi düzenlendiğini bir kere daha korkuyla anladı.

568. Галип ужаснулся, убедившись в том, что все вещи стоят именно так, как стояли, когда Джеляль был начинающим журналистом и жил здесь с матерью.

Галип еще раз со страхом осознал, что все здесь было устроено так, как сорок лет назад, когда Джеляль жил здесь с матерью, и как двадцать пять лет назад, когда Джеляль, начинающий журналист, жил здесь один.

490. Telefon yeniden çalınca, üstünde hala paltoyla oturduğu 'eski' koltuktan uzanıp hiç de yabancı olmayan ahizeyi açarken, bunu yaptığını bile hiç düşünmeden Celal'in sesini taklit edebileceğinden emindi.

572. Галип долго сидел в старом кресле, не снимая пальто, и, когда снова раздался звонок, машинально протянул руку к знакомому телефонному аппарату: он был уверен, что сможет говорить голосом Джеляля.

Когда телефон зазвонил вновь, и Галип, все еще сидя в „старом“ кресле в пальто, протянул руку и снял такую знакомую трубку, то даже не задумываясь об этом он был уверен, что сможет говорить голосом Джеляля.

506. 'Çünkü tanıdığım kadarıyla sen böyle bir askeri darbenin haberini alınca koltuğunda rahat oturabilecek biri de değilsin.'

588. Насколько я тебя знаю, ты не из тех, кто может спокойно сидеть в кресле, получив известие о готовящемся военном перевороте.

Потому что насколько я тебя знаю, ты не тот человек, который может спокойно сидеть в кресле, узнав о военном перевороте.

507. 'Evet değilim. 589. –Был не из тех. Да, я не тот человек.

508. Hatta, ben bende değilim artık.'

590. Теперь я совсем другой. И даже я сам уже совсем другой человек.

81

529. Celal'in yazılarını kendisinden daha yakından izleyip, daha iyi hatırlayan bir başka okuyucunun varlığı Galip'e bir an o kadar tuhaf ve şaşırtıcı geldi ki, gövdesi sanki gerçekliğini yitirdi.

610. Его поразило, что есть читатель, который следит за статьями Джеляля внимательнее, чем он, и помнит их лучше него.

Тот факт, что на свете есть человек, который читает статьи Джеляля внимательней и помнит их лучше, чем он сам, на мгновение показался Галипу настолько странным и поразительным, что он словно потерял чувство реальности.

3.3. 1KT2ET

Bu bölümde ikiye bölünerek çevrilen ET örnekleri verilmiş, mümkün olduğu durumlarda

orijinal tümce yapısını korumaya çalışarak çeviri önerisi sunulmuştur.

KT ET Önerilen ET

21. Sandaldan denize uzanan ve birbirine benzeyen ayaklarının ve ince bileklerinin altından ağır ağır deniz akardı; yosunlar, yedi renkli mazot lekeleri, küçük ve yarı saydam çakıltaşları ve üstünde Celal'in yazısı var mı diye baktıkları okunaklı gazete parçaları.

21. Море медленно колыхалось под их спущенными в воду ногами с одинаково тонкими лодыжками. 22. Они смотрели на водоросли, радужные пятна мазута, мелкую полупрозрачную гальку и куски газеты на ней с четким шрифтом, пытаясь отыскать там имя Джеляля.

Под их спущенными в воду ногами с одинаково тонкими лодыжками медленно проплывало море; водоросли, семицветные пятна мазута, мелкая полупрозрачная галька и куски газет, на которые они смотрели, пытаясь разглядеть статью Джеляля.

45. 'Hiç olmazsa'; derdi Dede, ikisinden birinin zaman zaman sardığı teselliye sarılarak, 'altına imzasını atmasına izin vermedikleri için bizi rezil ettiğini pek az kimse anlıyor'.

53. - "Во всяком случае, - подхватывал Дедушка, - благодаря тому, что ему не разрешают ставить свою подпись под статьями, мало кто понимает, что он позорит именно нас". 54. Это было их единственное утешение.

«Во всяком случае,–говорил Дедушка, хватаясь за то единственное утешение, которое у них было,–благодаря тому, что ему не разрешают ставить подпись под собственными статьями мали кто понимает, что он позорит именно нас.»

82

53. Önce Avrupa ve Afrika'dan, sonra da İzmir'den İstanbul'a ve apartmana dönmesi yıllar alan Melih Amcayı berberin her tıraşta, meraktan çok ağız alışkanlığıyla Dedeye sorduğunu, (Efendim, büyük oğlan Afrika'dan ne zaman dönüyor?) ve Dedenin de, bu konudan ve sorudan hoşlanmadığını bildiği için Galip, Dedenin aklındaki uğursuzluğun en büyük ve en tuhaf oğlunun eski karısı ve ilk oğlunu bir gün bırakarak yurtdışına gidişi ve yeni karısı ve yeni kızıyla (Rüya) dönüşüyle ilgili olduğunu daha o zamanlardan sezerdi.

66. В то время Галипу казалось, что "несчастье" в дедушкином мозгу ассоциировалось с отъездом за границу старшего сына, бросившего жену с ребенком, и с его возвращением в Стамбул с новой женой и дочерью (Рюйей). 67. Галип догадывался об этом, так как заметил, что Дедушке вообще не нравятся разговоры на эту тему и не нравится вопрос: "Когда ваш старший возвращается из Африки?", который неизменно, скорее по привычке, чем из любопытства, задавал во время бритья парикмахер - дяде Мелиху потребовались долгие годы на то, чтобы вернуться домой - сначала из Европы и Африки в Турцию, а потом - из Измира в Стамбул.

Галип знал, что при каждом бритье парикмахер больше по привычке, чем из любопытства спрашивал о дяде Мелихе (А когда ваш старший возвращается из Африки?), которому потребовались годы, чтобы вернуться сначала из Европы и Африки, а потом из Измира в Стамбул, и что Дедушка не любит ни этой темы, ни этого вопроса и поэтому еще в те времена чувствовал, что это самое "несчастье" связано в понимании Дедушки с тем, что его самый старший и самый странный сын уехал однажды за рубеж, бросив первую жену и первого сына и вернулся уже с новой женой и новой дочерью (Рюей).

56. İki yıl sonra, Vasıf ile Melih Amca, daha sonraları Galip'in, Babaannenin kutularının birinde gül kokan fotoğrafını gördüğü ve Celal'in sekiz yıl sonra Vasıf'ın gazete kesikleri içinde Karadeniz'de bir serseri mayına çarparak battığını okuduğu bir Romen vapuruyla (Tristana) Marsilya'ya gittiklerinde, apartman bitmiş, ama içine girilmemişmiş daha.

74. Через два года Васыф и дядя Мелих отбыли в Марсель на румынском пароходе "Тристана";Галип видел этот пароход на фотографии из пахнувшей розовой водой бабушкиной коробки, а через восемь лет Джеляль нашел в газетных вырезках Васыфа статью, где сообщалось о том, что "Тристана" затонул, напоровшись на блуждающую мину.

Через два года, когда Васыф и дядя Мелих уехали в Марсель на румынском пароходе "Тристана", пахнущую розой фотографию которого Галип видел в одной из шкатулок Бабушки и который, как он прочитал восемь лет спустя в газетных вырезках Васыфа, затонул в Черном море, наткнувшись на блуждающую мину,

83

75. К моменту отъезда дяди Мелиха строительство дома было закончено, но в него еще не переехали.

строительство закончилось, но в дом еще не переехали.

62. Böylece, Babaanneyle Dede, Melih Amcanın Marakeş'te tanıştığı bir Türk kızıyla evlendiğini, gelinin Muhammed'in soyundan geldiğini, yani bir seyyide olduğunu, kadının çok güzel olduğunu, sonraları silah tüccarlarının ve casusların aynı bar kadınlarına vurulduğu bir Amerikan filmine de mekan olan kolonyal otelin elle renklendirilmiş resmi üzerine gözüken bir kartpostaldan öğrenmişler.

84. Потом пришла открытка, на которой был изображен раскрашенный от руки колониальный отель, который был использован в качестве съемочной площадки для американского фильма, где торговцы оружием и шпионы избивали женщин из бара. 85. Из этой открытки Бабушка и Дедушка узнали, что дядя Мелих женился на турчанке, с которой познакомился в Марракеше, что невестка является "сейиде", то есть происходит из рода Мухаммеда и что она очень красивая.

И вот так, из раскрашенной вручную открытки с изображением колониального отеля, того самого, где позже будет снят американский фильм о торговцах оружием и шпионах, влюбившихся в одних и тех же женщин из бара, Бабушка и Дедушка узнали, что дядя Мелих женился на турчанке, с которой познакомился в Марракеше, что невестка происходит из рода Муххамеда, то есть является сейиде, и что она очень красива.

64. Bu kartpostaldan altı ay sonra, İzmir'dan gelen kartı ise, Melih Amcanın yolladığına inanamamışlar bir türlü; çünkü Türkiye'ye dönmez artık diye düşünüyorlarmış; yeni karısıyla birlikte Hristiyan oldukları, Kenya'ya giden birtakım misyonere katılıp, orada, aslanların üç boynuzlu geyikleri avladığı bir vadide Hilal ve Hacı birleştirenbir mezhebin kilisesini kurdukları yolunda dedikodular varmış.

87. Когда через шесть месяцев после этой пришла открытка из Измира, никто не мог поверить, что ее прислал дядя Мелих: считалось, что он уже не вернется в Турцию. 88. Ходили сплетни, что дядя Мелих с женой приняли христианство, что они примкнули к миссионерам,направляющимся в Кению, и там, в долине, где львы охотятся на трехрогих оленей, построили храм секты, объединяющей крест и полумесяц.

А через шесть месяцев после этой открытки пришла другая, уже из Измира, и никто не мог поверить, что ее прислал дядя Мелих: считалось, что он уже не вернется в Турцию; шли слухи, что они вместе с новой супругой приняли христианство и, примкнув к миссионерам, направляющимся в Кению, там, в долине, где львы охотились на трехрогих оленей, основали церковь новой секты, объединяющую Крест и Полумесяц.

69. Rüya'nın adını, Galip, likör takımlarının saklandığı

95. Бабушка втыкала открытки по краям зеркала в буфете, в

В первый раз имя Рюи Галип прочитал на одной

84

büfenin aynasının kenarına, Babaannenin iliştirdiği bu kartpostallardan birinde okumuştu ilk.

котором хранился ликерный набор. 96. На одной из открыток Галип впервые прочитал имя Рюйи.

из открыток, которые Бабушка втыкала по краям зеркала буфета, где хранился ликерный набор.

70. İri aynayı ikinci bir çerçeve gibi saran ve zaman zaman Dedeyi öfkelendiren bu kilise, köprü, deniz, kule, gemi, cami, çöl, piramit, otel, park ve hayvan görüntüleri arasına Rüya'nın İzmir'de çekilmiş bebeklik ve çocukluk resimleri de iliştirilmişti.

97. Эти открытки с изображениями церкви, моста, моря, башни, корабля, мечети, пустыни, пирамиды, гостиницы, парка и различных животных образовывали второй ярус вокруг зеркала и время от времени приводили в гнев Дедушку. 98. Здесь же находились и сделанные в Измире фотографии Рюйи в младенчестве и в детстве.

Между этими открытками с изображениями церкви, моста, моря, башни, корабля, мечети, пустыни, пирамиды, гостиницы, парка и животных, которые окаймляли большое зеркало как вторая рамка и иногда злили Дедушку, были размещены и снятые в Измире фотографии Рюи во младенчестве и в детстве.

74. Çünkü bir avukatla yeniden evlenen annesi, her doktorun başka bir adla adlandırdığı bir hastalıktan genç yaşta ölünce, Celal, Aksaray'daki örümcekli evde barınamaz olmuş, babaannesinin de ısrarıyla, yeniden apartmana dönmüş, çatı katına yerleşmişti.

102. Мать Джеляля, вышедшая замуж за адвоката, умерла молодой от болезни, которую врачи не сумели вовремя выявить. 103. Джеляль после ее смерти не в силах был жить в Аксарае, в доме с пауками, и по настоянию Бабушки вернулся в дом Шехрикальп и поселился в мансарде.

Потому что когда его мать, повторно вышедшая замуж за адвоката, умерла в молодом возрасте от болезни, которую каждый доктор называл другим именем, Джеляль не прижился в доме с пауками в Аксарае и, благодаря в том числе и настояниям Бабушки, вернулся домой и поселился в мансарде.

81. Üzerine günün bir saatlik güneşi vuran ve örtüsü mavi beyaz bir satranç tahtasını andıran kahvaltı masasında Anne ile Baba, apartman aralığını ele geçiren farelerden ya da hizmetçi Esma Hanımın hortlak ve cinlerinden sözeder gibi, dün akşam çatı

114. Они завтракали, косые лучи утреннего солнца освещали стол, покрытый скатертью, похожей на бело-голубую шахматную доску. 115. Мать с Отцом говорили о поселившихся вчера в мансарде с таким безразличием, словно речь

Сидя за накрытым для завтрака столом, на которое падали скупые лучи солнца и скатерть которого напоминала бело-голубую шахматную доску, Мама и Папа говорили о поселившихся вчера в мансарде так, словно говорили о

85

katına yerleşenlerden söz ediyorlardı.

шла о мышах, которые обосновались в перекрытиях дома, или о привидениях и джиннах - любимая тема прислуги Эсмы-ханым.

заполонивших подъезд мышах или привидениях и джиннах служанки Эсмы Ханым.

84. Büfenin aynasına işiltirilmiş kartpostallar dağılmıştı, orada burada, yabancı ve tuhaf nesneler vardı; sonraları tiryakisi olacağı yeni bir koku da.

118. Открытки, прикрепленные к буфетному зеркалу, разлетелись по полу, в комнате появились незнакомые и непонятные предметы. 119. Галип уловил новый запах, который он так полюбил потом.

Открытки, прежде воткнутые по краям буфетного зеркала, были разбросаны, везде появились чужие и странные вещи; был и новый запах, от которого у него позже появится зависимость.

88. Saçlarını kestireceğini söyleyince Babaannesi pek sevindi, ama berber, gevezelerin çoğu gibi, anlayışsızdı; Galip'i Dedenin koltuğuna değil, yemek masasının üstüne koyduğu tabureye oturttu.

122. Он заявил, что хочет постричься, Бабушка обрадовалась, но болтун-парикмахер ничего не понял. 123. Он усадил Галипа не в Дедушкино кресло,как взрослого, а на табурет, поставленный на обеденный стол.

Когда он сказал, что хочет подстричся, Бабушка обрадовалась, но парикмахер, как большинство болтунов, был непонятлив; он усадил Галипа не в дедушкино кресло, а на табуретку, которую поставил на обеденный стол.

99. Sonraları, Celal bu konuda birşeyler yazmıştı, ama Babaannenin demek istediği anlamda değil: 'Yalnız güneşi üzerine doğurmamak', diye yazmıştı 've yataktan kör karanlıkta kalkmak değil, kadınların erkeklerden önce yataktan çıkmaları da bir köylü alışkanlığıdır'.

134. Джеляль написал что-то на эту тему, однако придал словам Бабушки совершенно иной смысл. 135. Он написал: "Не рожать при свете дня, вставать до рассвета, подниматься с постели раньше мужчины - таковы деревенские обычаи".

Позже и Джеляль кое-что написал об этом, но не в том смысле, что вкладывала в свои слова Бабушка:“Не только не спать после восхода солнца и вставать, когда еще темно, но и обычай женщин просыпаться прежде мужчин тоже является деревенским обычаем.“

104. Celal'in köşe yazısına bir göz attı, akşam sinemadan döndükten sonra okumaya karar verdi, gözü okumakta esrar ettiği için yazının bir cümlesini okuduktan sonra, gazeteyi

140. Отыскав статью Джеляля, он решил прочитать ее вечером, когда вернется из кино. 141. Глаза, помимо его воли, выхватили первое

Бросил взгляд на статью Джеляля, решил прочесть ее вечером после кино, но, поскольку глаза все ещё настаивали на чтении, прочел-таки одно предложение, встал,

86

masanın üzerinde açık bırakıp kalktı, paltosunu giydi, çıkacaktı, içeriye gitti.

предложение статьи, но Галип без колебаний отодвинул от себя газету, оставил ее раскрытой на столе, встал, надел пальто и почему-то снова зашел в спальню.

оставив газету открытой на столе, надел пальто, собрался выйти и вернулся в спальню.

108. Dışarıda Nişantaşı bacalarının kömür ve mazot dumanıyla kararttığı soğuk ve çamurlu bir hava vardı.

144. Воздух на улице тоже был темным от дыма и пыли - дома в Нишанташи топили углем и мазутом. 145. Было холодно.

На улице была холодная и грязная погода, затемненная угольным и мазутным дымом труб Нишанташи.

114. Çok sonra, tıp tıp başlayan pis bir yağmurla iyice ıslandıktan, bir itiş kakışla dolmuşa bindikten ve ıslak kumaş ve sigara kokan dolmuşta bir sohbetin açılamayacağını anladıktan sonra, Galip, gazeteyi, gerçek bir tiryaki gibi, yalnızca ikinci sayfadaki köşe yazısının okunacağı küçüklüğe getirinceye kadar özenle ve keyifle katladı, bir an pencereden dışarı dalgınlıkla bakıp Celal'in bugünkü köşe yazısını okumaya başladı.

151. После долгого ожидания, изрядно промокнув под начавшимся дождем, Галип, толкаясь, влез в маршрутку, пахнущую влажной одеждой и табаком. 152. Убедившись, что общей дискуссии в машине не будет, он старательно и с удовольствием, как истинный газетный фанат, сложил газету до размера статьи на второй странице, рассеянно посмотрел в окошко и начал читать свежеиспеченное творение Джеляля.

Много позже, промокнув до нитки под начавшимся капля по капле неприятным дождем, сев, толкаясь, в автобус и поняв, что в этом пахнущем влажной одеждой и табаком автобусе беседы не предвидится, Галип, как истинный газетный читатель, с наслаждением и тщательностью сложил газету до величины статьи на второй странице, на минуту рассеянно засмотрелся в окно, а потом стал читать сегодняшнюю статью Джеляля.

134. Ama asıl hazırlıklı olmamız gereken şey, bütün İstanbul'un koyu yeşil lağım şelaleleriyle suluyacağı bu lanet çukurda tarih öncesinden yeraltından fokurdayan zehirli gazlar, kuruyan bataklıklar, yunus, kalkan ve kılıç leşleri, ve yeni cennetlerini keşfeden fare orduları içerisinde çıkacak yepyeni bir salgın hastalığıdır.

172. В этой проклятой яме, орошаемой бурными потоками темно-зеленых нечистот всего Стамбула, среди ядовитых газов, вырывающихся из старых подземелий, среди топкой глины, трупов дельфинов, меч-рыбы и камбалы, среди крыс, открывших для себя новый рай, распространятся эпидемии совершенно новых болезней.

Но главное, к чему мы должны быть готовы в этой проклятой яме, которую весь Стамбул будет поливать водопадами темно-зеленых канализационных вод, так это к вырывающимся из-под земли доисторическим ядовитым газам, сохнущим болотам, трупам дельфинов, камбалы и меч-рыбы, а

87

173. Это главное, к чему мы должны быть готовы.

также к эпидемиям неведомых ранее болезней, появившихся вместе с полчищами обретших новый рай мышей.

141. Ekmek paralarını, fırtınalı denizin kumsallara getirip attığı Bizans mangırları ve boş konserve kutularını toplamakla kazanan lodosçular, bir zamanlar sel sularının kıyı köylerindeki ahşap evlerinden kopartıp Boğaz'ın derinliklerine yığdığı kahve değirmenlerinden, kuşları yosun tutmuş guguklu saatlerden ve midyelerin zırhıyla kaplanmış kara piyanolardan çıkaracaklar artık.

180. Те, кто зарабатывал на хлеб, собирая на песчаном берегу выброшенные бурным морем византийские монеты,отныне будут торговать скарбом из опостевших деревянных домов прибрежных поселков. 181. На дне бывшего Босфора можно будет найти кофемолки, покрытые водорослями, часы с кукушками, черные фортепиано в броне из мидий.

Те, кто зарабатывал на хлеб собиранием выброшенных бурей на берег византийских монет и пустых консервных банок, теперь будут собирать кофемолки, часы с покрытыми водорослями кукушками, и черные пианино, заросшие ракушками: все то, что некогда было выхвачено наводнениями из деревянных домов прибрежных деревушек и унесено на дно Босфора.

145. Son saatlerini bir hafta tefrika ederek hikaye ettiğimiz ve biz gazetecilerin efsaneleştirdiği haydutumuz bir geceyarısı polis tarafından sıkıştırılınca, sevgilisiyle, bir iddiaya göre esrar sarhoşluğundan, bir iddiaya göre de bilerek atını uçuruma süren eşkiya gibi Akıntı Burnu'ndan Cadillac'ıyla birlikte Boğaz'ın karanlık sularına uçmuştu.

185. Мы, журналисты, сделали из бандита героя. 186. Рассказ о последних часах его жизни мы печатали (с продолжением) в течение недели: в полночь он был окружен полицией, вместе со своей возлюбленной прыгнул в машину и - по одной версии,под влиянием наркотиков, а по другой - сознательно (так разбойник направляет коня к пропасти) - повел "кадиллак" к мысу Акынты и ринулся, не раздумывая, в черные воды Босфора.

Наш бандит, которого мы, журналисты, превратили в легенду и о последних часах которого писали с продолжением целую неделю, будучи однажды ночью преследуемым полицией, словно разбойник, направляющий коня к пропасти - по мнению некоторых, под влиянием опиума, а по мению других, сознательно - направил „кадиллак“ в темные воды Босфора и бросился вместе с любимой с мыса Акынты.

147. Orada, eskiden 'Boğaz' denilen yeni vadinin derinliklerinde, içine yengeçlerin yuva yaptıkları yedi yüzyıllık ayakkabı ve

189. Он должен лежать там, в дне вновь образовавшейся лощины, ранее называемой "Босфором", где можно наткнуться на

Он будет там, в глубине этой долины, называемой некогда Босфором, в грязной расщелине, на которую мне укажут

88

çizme tekleri ve deve kemikleri ve bilinmeyen sevgiliye yazılmış aşk mektuplarıyla dolu şişelerin işaret ettiği çamurlu bir uçurumun aşağılarında, elmaslar, küpeler, gazoz kapakları ve altın bileziklerin parladığı sünger ve midye ormanlarıyla kaplı yamaçların gerisinde bir yerde, çürümüş bir mavna leşinin içine alelacele kurulmuş eroin laboratuvarının ve kaçak sucukçuların kestikleri beygir ve eşeklerin kova kova kanıyla suladıkları istiridye ve deniz minareli kumluğun az ötesinde olacak.

башмаки семисотлетней давности, которые стали жилищем для раков, на сапог, на верблюжьи кости, бутылки с запечатанными в них письмами, адресованными неизвестным возлюбленным; или там, позади холмов, заросших губками и лесами из мидий, среди которых сверкают алмазы, серьги, крышки от газировки и золотые браслеты. 190. Он может покоиться и в песке, неподалеку от лаборатории по производству героина, оборудованной на скорую руку в полусгнившей барже, там, где устрицы были обильно орошены кровью коней и ишаков, зарезанных подпольными изготовителями колбас.

одинокие семивековые туфли и сапоги, ставшие жилищем для крабов, верблюжьи кости и бутылки с письмами неизвестным возлюбленным; за склонами, где бриллианты, серьги, крышки от бутылок газировки и золотые браслеты сияют в зарослях губок и мидий; чуть позади полусгнившей баржи, в которой на скорую руку устроили лабораторию по производству героина, чуть позади песчаника с устрицами и моллюсками, заливаемого ведрами крови коней и ишаков, зарезанных подпольными производителями колбас.

149. Tophane rıhtımdan Çanakkale'ye asker gönderen Gülcemal vapurunu torpillemek isterken, uskuru balıkşı ağlarına, burnu da yosunlu kayalara çarptıktan sonra deniz dibine çöken İngiliz denizaltısının soba borusu gibi kullanılan periskobundan çıkan mavimsi dumanları görünce, oksijenlikten ağzı açık kalmış İngiliz iskeletlerinin temizlendiği ve kadifeyle kaplı albay koltuğunda Çin porselenleriyle akşam çayını artık Liverpool

192. Потом мне попадется затонувшая английская подлодка: она должна была торпедировать пароход "Гюльджемаль", перевозивший солдат с набережной Топхане в Чанаккале, но винт ее запутался в рыбачьих сетях, и она носом врезалась в скалу, поросшую водорослями. 193. Глядя на голубоватый дымок, поднимающийся из перископа, я пойму, что теперь он используется как печная труба, что скелеты англичан с открытыми из–за недостатка

Когда я увижу голубоватый дымок, выходящий из используемого ныне в качестве печной трубы перископа английской подлодки, которая затонула, запутавшись винтом в рыбацких сетях и врезавшись носом в покрытые водорослями скалы, когда пыталась торпедировать пароход „Гюльджемаль“, перевозивший солдатов с набережной Топхане в Чанаккале, я пойму, что скелеты англичан с

89

tezgahlarında imal edilmiş yeni yuvalarına huzurla alışan vatandaşlarımızın içtiğini anlayacağım.

кислорода ртами выброшены из лодки, а наши соотечественники не прочь, сидя в обитом бархатом кресле капитана, выпить чаю из чашки китайского фарфора и чувствуют себя вполне комфортно, пользуясь изделиями, изготовленными в мастерских Ливерпуля.

открытыми от нехватки кислорода ртами уже убраны и, сидя в бархатных креслах капитана, наши соотечественники мирно прихлебывают чай из чашек китайского фарфора, постепенно привыкая к своим новым гнездышкам ливерпульской работы.

164. Karısının kendisini terkedeceği günün sabahında, koltuğunun altında az önce okuduğu gazete, Galip, Babıali yokuşundaki yazıhanesine çıkan han merdivenlerini tırmanırken, yıllar önce, Rüya'yla kabakulak oldukları zaman annelerinin onları götürdüğü o sandal gezilerinin birinde, Boğaz'ın derinliklerine düşürdüğü yeşil tükenmez kalemi düşünüyordu.

209. Утром того дня, когда жена–как окажется– ушла от него, Галип, с прочитанной газетой под мышкой, поднимался по лестнице на холм Бабыали к своей конторе. 210. Он думал о зеленой шариковой ручке, утонувшей в Босфоре во время одной из прогулок на лодке, устроенной для них родителями много лет назад, во время болезни свинкой.

Утром того дня, когда жена уйдет от него, Галип, с только что прочитанной газетой под мышкой, поднимался по ступенькам подъёма Бабыали, где была его контора, и думал о зеленой шариковой ручке, которую он уронил в глубины Босфора на одной из тех лодочных прогулок, что устраивали им их матери, когда они много лет назад вместе с Рюёй заболели свинкой.

169. Çünkü, yılların, yüzyılların ötesinden gelen ayrıntıların buluşması – tıpkı öngördüğü o çamurlu Boğaziçi vadisinde Olempli Bizans paralarıyla, Olimpos Gazozunun kapaklarının buluşması gibi – Celal'in her fırsatta keyifle kullandığı bir izlekti.

215. Джеляль очень любил, когда современность переплеталась с далеким прошлым: так в болотистой лощине Босфор у него оказываются рядом олимпийские византийские монеты и крышки от газировки "Олимпос".

216. Это был его любимый прием, и он пользовался им при каждой возможности.

Потому что встречи деталей из разных лет, из разных веков – как, к примеру, византийских олимпийских монет и крышек газировки „Олимпос“ в той предсказанной болотистой долине Босфора – было одним из излюбленных приемов Джеляля, которым он пользовался при каждой возможности.

205. Siyasete bulaşmış oğlunu hapisten kurtarmak isteyen bir baba ile hakime

256. Торговец металлом по просьбе своего знакомого, желающего спасти от тюрьмы

И отец, который хотел спасти впутавшегося в политику сына, и торговец

90

verilecek rüşvetin neden karardan önce verilmesi gerektiğini soran bir demir tüccarından sonra arayan İskender de Celal'e ulaşmak istiyordu.

сына, замешанного в политических играх, спрашивал, почему взятку судье надо давать до вынесения приговора. 257. Следующим - как выяснилось, после долгих усилий - дозвонился Искендер, он тоже хотел связаться с Джелялем.

металлическими изделиями, который спрашивал, почему взятку судье надо давать до суда, и позвонивший после них Искендер – все хотели найти Джеляля.

246. Karakolun köşesinden, Alaaddin'in dükkanından ve anacaddeden üç sokak aşağısında, beş dakikalık bir uzuklıkta olduğu için başkaları buraya 'arka sokak' demezlerdi belki, ama bu iki dairede üst üste yaşayanlar için, Nişantaşı'nın merkezi, çamurlu tarladan ve kuyulu bostandan Arnavut kaldırımlı yola ve daha sonra parke taşlı sokağa dönüşünü uzaktan, fazla ilgi duymadan izledikleri bu sokak, ya da bundan daha ilginç bulmadıkları öteki sokaklar olamazdı hiç.

296. Вообще-то, от полицейского участка, от лавки Алааддина и главного проспекта до этого места было пять минут хода - всего-то спуститься вниз через три улицы, – поэтому другие никогда бы не назвали это место окраиной, но родственники Галипа не находили ничего привлекательного в этой мощеной улице, на которой они поселились, перевезя домашний скарб через глинистые пустыри и вскопанные огороды. 297. Не было ничего интересного и на соседних улицах, поэтому они считали, что это место никак нельзя было назвать центром Нишанташи.

Другие, возможно, не назвали бы эту улицу „окраиной“, поскольку она находилась всего в пяти минутах ходьбы и всего на три улицы вниз от угла полицейского участка, лавки Алладина и главного проспекта, но для тех, кто жили в этих двух квартирах в страшной тесноте, ни эта улица, ни какие-либо другие улицы, превращение которых из глинистого поля и огорода с колодцем в дороги с мощеными тротуарами они наблюдали без особого интереса, никак не могли являться центром Нишанташи.

248. Ölümünden üç yıl önce, Şehrikalp Apartmanından arka sokaktaki dairesine taşındığı gün, Mehmet Sabit Bey (Dede) yeni dairesinde sokağa bakan pencereye göre yeni bir açı, radyoyu taşıyan ağır bir sehpaya göre eski (öbür evdeki gibi) açıyla yerleştirilmiş tek

299. В день переезда из дома Шехрикальп на окраину – за три года до смерти – Мехмет Сабит-бей (Дедушка) уселся в новой квартире в низкое одноногое кресло, несколько сдвинутое относительно окна, выходящего на улицу, но расположенное (как в старом доме) ближе к

За три года до смерти, в день, когда они переехали из дома Шехрикальп в квартиру на окраине, Мехмет Сабит Бей (Дедушка), разместил свое кресло с короткой ножкой под новым углом относительно окна, выходящего на улицу, и под старым углом

91

bacağı kısa koltuğuna oturduktan sonra, biraz da, o gün eşyalarını yükledikleri at arabasının bir deri bir kemik atından aldığı ilhamla söyle demişti: 'Haydi bakalım, attan inip eşeğe biniyoruz, hayırlı olsun!' Sonra, üzerinde elişi örgüsüyle uyuyan biblo köpeğin çoktan yerleştirildiği radyoyu açmıştı.

массивной тумбе с радиоприемником. 300. Наблюдая за тощей - кожа да кости - лошадью, перевозившей в тот день их вещи, он сказал: – Ну что ж, пересаживаемся с лошади на ишака! - и включил приемник, на котором на вязаной, ручной работы салфетке уже возлежала игрушечная собака.

относительно тяжелой тумбочки, на которой стояло радио, сел в него и сказал, немного под впечатлением от тощей лошади, перевозившей в тот день их вещи:“Ну что ж, пересаживаемся с лошади на ишака, с Богом!“ и включил радио, на котором уже лежала вязаная салфетка ручной работы и спала игрушечная собачка.

252. Apartmanın hep aynı kokan, (Celal'in öfkeyle karşılanan bir yazısındaki çözümlemeye göre, kokunun formülü: Apartman aralığı kokusuyla ıslak taş, küf, kızarmış yağ ve soğan kokusunun karışımı) merdivenlerini çıkarken Galip, az sonra, içeride bir bir göreceği küçük sahnelere ve görüntülere, birçok kereler yeniden okuduğu bir kitabın sayfalarını alışkanlık va sabırsızlıkla çeviren bir okuyucu gibi acele acele göz atıyordu.

304. Войдя в подъезд, где всегда стоял одинаковый запах (в статье, вызвавшей в очередной раз гнев семьи, Джеляль вывел такую формулу: помесь запахов коридора, мокрого камня, плесени, разогретого оливкового масла и лука), Галип заторопился: хотелось скорее попасть туда, внутрь, в знакомую обстановку. 305. Так читатель привычно и нетерпеливо перелистывает страницы, перечитывая много раз прочитанную книгу.

Поднимаясь по лестницам подъезда, где всегда одинаково пахло (формула запаха, согласно вызвавшей гнев еще одной статье Джеляля: смесь запахов мокрого камня, плесени, масла для жарки и лука) Галип бегло представлял себе те маленькие сценки, которые сейчас увидит внутри, словно читатель, привычно и нетерпеливо листающий страницы многократно прочитанной книги.

253. Saat sekiz olduğuna göre, Melih Amcayu üst kattan kendi eliyle indirdiği gazeteleri az önce üst katta okumamış gibi ya da belki, 'alt katta aynı haber üst kattakinden başka anlama gelebilir' diye ya da 'Vasıf şunları makaslayıp parçalamaya başlamadan önce son bir göz atayım,' diye, Dedenin eski koltuğuna oturmuş yeniden

306. Поскольку уже восемь, я увижу дядю Мелиха, сидящего в старом Дедушкином кресле. 307. Дядя Мелих принес с верхнего этажа газеты: он скажет, что не успел их прочитать, или произнесет многозначительно: "Известие, прочитанное на нижнем этаже, порой приобретает другой смысл, будучи прочитанным на

Поскольку уже восемь, я увижу сидящего в старом кресле Дедушки дядю Мелиха, который принес с верхнего этажа газеты и перечитывает их так, как будто не прочел только что наверху, или потому что „одна и та же новость на нижнем этаже может иметь другое значение, чем на верхнем“, или потому что „дай просмотрю еще раз пока

92

okurken göreceğim. верхнем", а может, просто пробурчит: "Просмотрю еще разок, пока Васыф не изрезал".

Васыф не разрезал на кусочки“.

257. Sonra, yeğenin ağabeyine karşı korumanın zevkine, bir de, benim önümde bilgiçlik taslamanın zevkini ekleyebilmek için, babam, Celal'in bu okuduğu ve filanca yurt sorumuzu ya da hayat meselesini konu alan yazısı üzerine, işitseydi, herkesten önce Celal'in alay edeceği birkaç övgü sözü ve yerinde bir de 'yapıcı' eleştiri sözü söylediğini ve annemin de (Anne bari sen karışma!) başını sallayarak, (Çünkü o da Melih Amcanın öfkesine karşı Celal'i 'aslında iyidir ama...' yaklaşımıyla savunmamın kendine görev bilir,) babama katılacağını görünce, ben de kendimi tutamayacak ve Celal'in yazılarından benim aldığım tatları ve çıkardığım anlamları hiçbir zaman çıkarmadıklarını ve çıkaramayacaklarını bilmeme rağmen, 'Bugünkü yazısını okudunuz mu?' diye boş yere soracağım.

314. Защитив таким образом племянника, Отец переключится на меня: демонстрируя передо мной свою осведомленность, он произнесет в адрес Джеляля несколько одобрительных слов, над которыми первым, если бы слышал, поиздевался бы сам Джеляль, а потом выскажет "конструктивную" критику по поводу прочитанной статьи, затрагивающей жизненно важную для страны проблему, а мама (мама, хоть ты не вмешивайся), кивая (так как она тоже считала своим долгом оберегать Джеляля от гнева дяди Мелиха, вставляя слова вроде: "Вообще-то он хороший, но... "), присоединится к отцу. 315. Я не сдержусь и, хотя прекрасно знаю, что статьи Джеляля не доставляют им такого удовольствия, как мне, и они не могут видеть того смысла в его статьях, который нахожу в них я, задам бесполезный вопрос: "А вы читали его сегодняшнюю статью?"

И потом, чтобы добавить к удовольствию защитить племянника перед старшим братом еще и удовольствие похвастать передо мной своими знаниями, папа скажет несколько хвалебных слов по поводу статьи Джеляля о той или иной социальной или жизненной проблеме, над которыми, если бы слышал, первым посмеялся бы сам Джеляль, не преминет добавить и немного „конструктивной“ критики и когда я увижу, как мама („Мам, ну хоть ты-то не вмешивайся!“), качая головой (потому что и она тоже считает своим долгом защищать Джеляля от гнева дяди Мелиха словами „вообще-то он хороший, но...“), присоединяется к менению отца, я не сдержусь и без всякой пользы спрошу:“А вы читали его сегодняшнюю статью?“, хотя и знаю, что они никогда не находили и не найдут в статьях Джеляля те вкус и смысл, что нахожу я.

260. Mutfakta, hamur, erimiş beyaz peynir ve kızarmış yağ kokan bir duman içinde, tek başına sihirli bir iksir üretmek için

323. На кухне среди теста и брынзы, в чаду разогретого масла, как волшебница, которая нагрела котел для приготовления

На кухне, в чаду, пахнущем тестом, брынзой и раскаленным маслом для жарки, тетя Хале (волосы повязаны

93

kazan kaynatan büyücü gibi, (saçları yağlanmasın diye başı örtülüdür) börek kızartan Hale Hala, karşılığında benden özel bir ilgi, sevgi ve belki bir öpücük alabilmek için, rüşvet verir gibi, 'Kimseye gösterme!' diyerek ağzıma cayır cayır yanan böreklerden birini çabucak sıkıştıracak ve 'Sıcak mı?' diye soracak, ama ben gözlerimden acı yaşları akarken 'Sıcak!' bile diyemeyeceğim.

чудесного эликсира (волосы повязаны платком, чтобы на них не попало масло), тетя Хале печет пирожки; чтобы заслужить мое особое внимание, любовь, а может, и поцелуй, она быстро, как взятку - "Никому не говори!" - сунет мне в рот пышущий жаром пирожок и спросит: "Горячий?" 324. А у меня от жара выступят слезы на глазах, и я даже не смогу ей ответить: "Очень!"

платком, чтобы не замаслялись), как волшебница, варящая в котле чудотворный эликсир, будет жарить пирожки и, чтобы заслужить мое особое внимание, любовь, а может, и поцелуй, быстро, как взятку – „Никому не говори!“- сунет мне в рот пышущий жаром пирожок и спросит:“Горячий?“, но я, с выступившими от жара слезами не смогу даже ответить ей: „Очень!“

261. Oradan çıkıp girdiğim ve Dedeyle Babaannenin, eteklerinde bizim Rüya ile Babaanneden resim, aritmetik ve okuma dersleri aldığımız mavi yorgana sarılarak uykusuzluk gecelerini geçirdikleri ve onların ölümünden sonra Vasıf'ın sevgili Japon balıklarıyla birlikte yerleştiği odada Vasıf'la Rüya'yı göreceğim.

324. Из кухни я пойду в комнату, где проводили бессонные ночи Дедушка и Бабушка в обнимку с голубым одеялом, на котором Бабушка учила нас с Рюйей арифметике, чтению и рисованию. 325. После их смерти сюда перебрался Васыф со своими любимыми японскими рыбками.

1 KT 2 ET, KT'nin son kısmı 326. ET'yle birleştirildi

Оттуда я пойду в комнату, где Дедушка с Бабушкой проводили бессонные ночи, закутавшись в голубое одеяло, на нем мы с Рюёй еще брали у Бабушки уроки рисования, арифметики и чтения; и где после смерти Дедушки и Бабушки стал жить Васыф со своими любимыми японскими рыбками, и там увижу Васыфа с Рюёй.

262. Birlikte balıklara bakıyor olacaklar ya da Vasıf'ın gazete ve dergi kesikleri koleksiyonuna.

326. В комнате я увижу Васыфа и Рюйю, они вместе будут любоваться рыбками или рассматривать коллекцию вырезок Васыфа из газет и журналов.

277. Anacaddeye çıkmaz da, karanlık arka sokak boyunca, kapalı bakkalların, hala çalışan gözlüklü

341. Он давно подсчитал, что если не выходить на главный проспект, а идти маленькими улочками, то

Он давно подсчитал, что если не выходить на главную улицу, а пройти по темному переулку

94

terzinin, kapıcı dairelerinin ve Coca-Cola ve naylon çorap ilanlarının soluk ışığı altında ilerlerse, amcalarının ve halalarının oturduğu apartmandan kendi apartmanlarına on iki dakikada varılabileceğini eskiden hesaplamıştı.

можно добраться от дома родственников до своего за двенадцать минут. 342. Он почти бежал в темноте мимо закрытых лавок, мимо работающего портного в очках, мимо витрин, освещенных тусклым светом рекламы кока-колы и нейлоновых чулок.

вдоль закрытой баккалеи, все еще работающего портного в очках, квартир привратников и бледно светящихся рекламных панно Кока-колы и нейлоновых чулок, то можно дойти от дома родственников до своего дома за двенадцать минут.

389. Hep başka şeyleri anlatmayı düşledim: Atlı silahşörleri, puslu bir sabah karanlık bir ovanın iki ucuna birbirlerine saldırmak üzere hazırlanan üç yıl öncesinin ordularını, kış gecelerinde meyhanelerde birbirlerine aşk hikayelerini anlatan mutsuzları, karanlık şehirlerin içinde bir esrarın peşinde kaybolan aşıkların bitip tükenmeyen maceralarını anlatmayı düşledim hep, ama Allah bana başka türlü hikayeler anlatmam gereken bu köşeyle siz okurlarımı verdi yalnızca.

468. Мне всегда хотелось писать о рыцарях, об армиях, которые триста лет назад стояли у края сумрачной долины и ждали рассвета, чтобы вступить в бой; о неудачниках, рассказывающих любовные истории в кофейнях зимними ночами, о приключениях влюбленных, которые отправлялись в поисках чуда в темные города и исчезали. 469. Но судьбой мне была дарована только эта рубрика, требующая совсем других сюжетов, и я стараюсь не разочаровать вас, мои читатели.

1 KT 2 ET, 344. KT DEĞİŞTİRİLMİŞ OLARAK 469. ET’de VERİLDİ

Я всегда хотел рассказывать о другом: о мушкетерах, о трехсотлетних армиях, стоящих на двух концах сумрачной долины туманным утром и готовящихся напасть друг на друга, о неудачниках, поверяющих друг другу свои любовные истории в кафе зимними ночами, о бесконечных приключениях влюбленных, что заблудились в темных городах в поисках тайны, но Аллах дал мне только эту колонку, где мне должно рассказывать совсем иные истории, и вас, мои читатели.

390. Karşılıklı idare ediyoruz.

Вот мы и взаимно довольствуемся друг другом.

391. Hafızamın bahçesi kurumaya başlamasaydı

470. Всякий раз, когда я берусь за перо, передо мной

1 KT 2 ET, TÜMCELERİN YERLERİ

95

belki hiç de şikâyetçi olmayacaktım bu durumdan, ama elime kalemi her alışımda gözlerimin önünde gene benden birşeyler bekleyen siz okurlarımın yüzleri ve çorak bir bahçede hepsi bir bir benden kaçan anılarımın izleri canlanıyor.

возникают ваши лица, снова ждущие от меня чего–то. 471. Я пытаюсь напрячь свою память, но воспоминания ускользают от меня, лишь следы их теряются в неплодоносящем саду.

DEĞİŞTİRİLMİŞ

Если бы сад моей памяти не начал сохнуть, я бы, скорее всего, и не жаловался бы, но всякий раз, как я беру ручку, передо мной возникают лица моих читателей, ждущих от меня чего-то, и ускользающие от меня в засохшем саду памяти следы воспоминаний вновь оживают.

485. Sanki eski masalar, soluk perdeler, kirli küllükler, yorgun koltuklar Galip'in hayat ve anılarının onlara buyurduğu hikayelere ve talihe boyun eğmemişler, bir günden sonra (Melih Amcaların İzmir'den gelip apartmana yerleştikleri gün) kendileri için düşlenmiş kadere başkaldırıp, kendi özel dünyalarını gerçekleştirmenin yolunu aramışlardı.

566. Старые столы, выцветшие занавески, грязные пепельницы, усталые кресла не покорились времени и судьбе, на которые обрек их Галип после того дня (дня, когда дядя Мелих с семьей приехал из Измира и поселился в их доме).

567. Они словно восстали против уготованной им доли и пытались жить собственной жизнью.

Как будто старые столы, выцветшие шторы, грязные пепельницы, усталые кресла не подчинились той истории, которую написали для них жизнь и воспоминания Галипа, и однажды (когда дядя Мелих вернулся из Измира и поселился в доме), воспротивившись уготованной судьбе, стали искать свой собственный особый жизненный путь.

96

3.4. 1KT3ET

Bu bölümde üçe bölünerek çevrilen ET örnekleri verilmiş, mümkün olduğu durumlarda

orijinal tümce yapısını korumaya çalışarak çeviri önerisi sunulmuştur.

KT ET Önerilen ET

33. Vasıf sağır ve dilsizdi, ama benim yerlerde sürünürken 'gizli geçit' oynadığımı ve yatakların altından geçerek, mağaranın ucuna, apartman karanlığının dibine ulaşır gibi ve düşman siperlerine kazdığı bir tünelde kedi sessizliğiyle ilerleyen bir asker gibi ulaştığımı ve kendisiyle alay etmediğimi anlardı, ama sonra gelen Rüya hariç, ötekiler bilmezdi bunu.

36. Васыф был глухонемой,но прекрасно все понимал. 37. Он знал, что, ползая по полу, я играю в "потайной ход" и что, пробираясь под кроватями, оказываюсь в конце пещеры, в мрачном подземелье под домом, потому что я - солдат и бесшумно, как кошка, крадусь по туннелю, ведущему к окопам врага. 38. Васыф не сердился, но кроме меня и Рюйи, которая появилась позже, никто не знал этого.

32. KT 38. ET içine yerleştirildi.

Васыф был глухонемым, но прекрасно понимал, что когда я ползу по полу, я на самом деле играю в «тайный ход», и, пролезая под кроватями, как будто добираясь до самого дна пещеры, до самого дна подъездной темноты, я на самом деле являюсь солдатом, который добрался до вражеских окопов, крадясь по туннелю с бесшумностью кошки; он понимал, что я не подшучиваю над ним, но никто, кроме появившейся позже Рюи, этого не знал.

37. O zaman, az arkamızda, Babaanneyle karşılıklı iki baca gibi sigara tüttürüp radiyoyu dinleyerek tek bacağı kısa koltuğunda oturan Dede, 'Vasıf gene Galip'i korkuttu,' derdi, kendisini dinlemeyen Babaanneye ve meraktan çok alışkanlıkla sorardı:'Kaç araba saydınız bakayım?' Ama Dodge, Packard, DeSoto ve yeni Chevrolet'lerin sayısına ilişkin verdiğim bilgileri dinlemezlerdi bile.

42. Дедушка с Бабушкой обычно сидели друг против друга недалеко от нас, слушая радио и дымя сигаретами, как две трубы. 43. Дедушка, устроив одну ногу на низенькой скамеечке, говорил: "Васыф снова напугал Галипа", а Бабушка без малейшего интереса, по привычке спрашивала: "Сколько вы там машин

И тогда Дедушка, сидящий в кресле с короткой ножкой напротив Бабушки и немного позади нас, куря сигареты и слушая радио, говорил Бабушке, которая не слушала его: "Васыф опять напугал Галипа" и спрашивал, больше по привычке, чем из интереса: "Ну и сколько вы насчитали машин?" но оба даже не слушали моего ответа о количестве Доджей, Паккардов, Десото и новых Шевроле.

97

насчитали?" 44. Но моего ответа о числе "доджей", "паккардов", "де сото" и новых "шевроле" не слушала.

68. Arap saçından da kırışık bir yazıyla yolladığı kart ise, belki de ilerde bütün aileyi sessiz bir savaşa sürükleyecek hisse sorunları yüzünden, her katta başka türlü yorumlanmış, ama sonraları Galip'in de okuduğu gibi, çok da fazla dolambaçlı olmayan bir dille, yakında İstanbul'a dönmek istediğini belirtiyormuş Melih Amca, bir de, bir kızı olduğunu ama adına karar veremediğini.

92. Вскоре пришла еще одна открытка, где путано говорилось о проблемах с акциями. 93. Она была истолкована по-своему на каждом этаже, и из-за этих акций вся семья оказалась вовлеченной в ссору. 94. Прочитав эту открытку уже будучи взрослым, Галип понял, что дядя Мелих достаточно внятно сообщал, что собирается в недалеком будущем вернуться в Стамбул и что у него родилась дочь, но имени ей еще не дали.

Открытка, где весьма путаным языком рассказывалось о проблемах с акциями, которые могли вовлечь всю семью в тихую войну, была прокомментирована по разному на каждом этаже, но, как позже прочел Галип, дядя Мелих в ней вполне понятно писал, что собирается вернуться в Стамбул и, кроме прочего, что у него родилась дочь, но какое имя ей дать, пока не решили.

161. O zaman, kibritimi bir daha yakmadan gerisin geriye şehrin ışıklarına dönerken, felaket anlarında ölümü karşılamanın en mutlu yolunun bu olduğunu düşünerek uzak bir sevgiliye acıyla sesleneceğim: Canım, güzelim, kederlim, felaketler zamanı gelip çattı, gel bana, nerede olursan ol, ister sigara dumanıyla dolu bir yazıhanede, ister çamaşır kokan bir evin soğanlı mutfağında, ister dağınık mavi bir yatak odasında, nerede olursan ol, vakit tamam, gel bana; yaklaşan korkunç felaketi unutmak için

204. И тогда, не зажигая больше спичек, глядя на огни города, я подумаю, что увидел лучший вариант смерти в момент катастрофы. 205. Я с горечью крикну далекой любимой: "Дорогая моя, милая, печальная моя, страшный миг настал, приди ко мне, где бы ты ни была: в прокуренном кабинете, на кухне, пропахшей луком, в голубой неубранной спальне, - пора, приди ко мне.

И тогда, не зажигая больше спичек, возвращаясь обратно к огням города и думая, что это и есть самый лучший способ встретить смерть в минуту катастрофы, я с болью воззову к далёкой возлюбленной:“Моя родная, моя прекрасная, горькая моя, вот и настала минута катастрофы, так приди же ко мне, где бы ты не была, в прокуренной конторе, на пропахшей бельём и луком кухне или же в неприбранной синей спальне, где бы ты не была, минута настала, так приди

98

perdeleri çekili yarı karanlık bir odanın sessizliğinde bütün gücümüzle birbirimize sarılarak ölümü beklemenin zamanı geldi artık.

206. Вот он, предсмертный миг, так давай же крепко обнимем друг друга в тихой полутемной комнате с задернутыми занавесками, чтобы забыть о приближении ужасной катастрофы."

же ко мне; настало время обнять друг друга что есть сил в попытке забыть близящийся страшный час и в тишине полутемной комнаты с задернутыми шторами ждать смерть.“

177. Telefonun arada bir kendi kendine çalan zili, uyarmaktan çok korkuturdu; zift rengindeki ahizesi küçük bir halter gibi ağırdı, numarası çevrilince Karaköy-Kadıköy vapur iskelesinin eski turnikeleri gibi melodiyle gıcırdanarak söylenir, kimi zaman çevirenin istediği değil, kendi istediği yeri bağlardı.

227. Иногда телефон звонил сам по себе, пугая Галипа, темная, как смола, телефонная трубка была тяжелой, как маленькая гантель. 228. При наборе номера диск выдавал скрипучую мелодию, как старые турникеты на пристанях Каракей - Кадыкей. 229. Иногда телефон соединял абонента по своему капризу совсем не с тем номером, с каким было нужно.

Телефон, который иногда звонил сам по себе, больше пугал, чем предупреждал; трубка цвета смолы была тяжелой, как маленькая штанга, а сам аппарат жаловался при наборе номера, издавая скрипучий мотив, словно старые турникеты на пристани Каракёй-Кадыкёй и время от времени соединял не с местом, которое хотел набирающий, а с местом, которое хотел сам.

256. Babaanneyle Dede gibi aralarına radyoyu ve karşılarına annemle babamı alarak oturan Suzan Yengeyle Melih Amcanın, bu soru üzerine bir süre sustuklarını, sonra, Suzan Yengenin Esma Hanıma dönüp bir umutla, 'Celal bu akşam geliyor mu, Esma hanım?' diye sorduğunu ve Melih Amcanın alışkanlıkla, 'Aklını başına toplamayacak, toplamayacak,' dediğini ve yeğenini Melih Amcaya savunabilmenin ve ağabeyinden daha sorumlu ve

311. Тетя Сузан и дядя Мелих, сидящие, как, бывало, Бабушка с Дедушкой, напротив моих родителей по обе стороны радиоприемника, некоторое время помолчат, а потом тетя Сузан, повернувшись к Эсме-ханым, спросит с надеждой: "Джеляль сегодня придет, Эсма-ханым?" 312. Дядя Мелих привычно скажет: "Он никогда не

Я услышу, как после этого вопроса дядя Мелих и тетя Сузан, сидящие, как когда-то Дедушка с Бабушкой, по двум сторонам радио и напротив моих мамы с папой, немного помолчат, а потом тетя Сузан повернется к Эсме Ханым и с надеждой спросит:“Джеляль придет сегодня, Эсма Ханым?“ и дядя Мелих привычно обронит: „Нет, он не образумится, нет“ , а мой отец, ради приятной

99

dengeli bir küçük kardeş olabilmenin zevki ve gururu için, Celal'in gazetedeki son yazılarından birini okuduğunu keyifle ilan ettiğini işiteceğim.

образумится, никогда!" 313. Отец же мой, с удовольствием и гордостью оттого, что может противоречить дяде Мелиху и что его считают более уравновешенным и серьезным, хоть он и младше, радостно похвалит одну из последних статей Джеляля.

возможности защитить племянника и почувствовать себя серьезней и ответственней старшего брата, с удовольствием объявит, что читал одну из последних статей Джеляля.

259. Böylece, hala sofrayı kaç kişilik kuracağına karar verememiş olmasına rağmen, sofra örtüsünü, büyük ve temiz bir çarşafı yatağa serer gibi, önce bir ucundan tutup, öteki ucunu havaya atıp, sonra öteki ucun, ne güzel, yavaş yavaş düşmesini ağzında sigara seyreden Esma Hanımla Melih Amca arasındaki, 'Sigaran, bak, astımımı azdırıyor, Esma Hanım!' 'Azdırıyorsa Melih Bey, önce kendin sigarayı bırak!' tartışamsının yeniden alevlendiğini görünce odadan çıkacağım.

320. Эсма-ханым, которая так и не решила, на сколько персон накрывать стол, постелет скатерть, как большую свежую простыню на постель - держа за один край и, взмахнув над столом, не выпуская сигарету изо рта,станет наблюдать, как удачно опускается противоположный край. 321. Потом я услышу, как снова вспыхивает спор между Эсмой-ханым и дядей Мелихом: "Эсма-ханым, ведь сигареты обостряют твою астму!" - "Если сигареты обостряют астму, то сначала ты, Мелих-бей, брось курить!" 322. При этих словах я выйду из комнаты.

И увидев, как между Эсмой Ханым, которая, не смотря на то, что так и не решила, на сколько персон накрывать стол, все же стелет скатерть, как большую и чистую простыню, сначала взяв за один край и взмахом подняв скатерть в воздух, а потом наблюдая с сигаретой во рту, как другой край красиво и медленно опускается, и дядей Мелихом снова разгорается ссора: „Послушай, Эсма Ханым, твои сигареты обостряют мою астму!“ „Если обостряют, то сначала ты сам брось курить, Мелих Бей!“, я выйду из комнаты.

100

281. Sözlerinin sofradakilerin çoğunda bir hayal (hasta yatağında yatan zavallı Rüya!) uyandıracağını bilmesine rağmen, hemen şu dilsel konunun açılacağını da tahmin etmişti: Eczanelerimizde satılan antibiyotiklerin, penisilinlerin, öksürük şurupları ve pastillerin, damar açan ya da ağrı kesen grip ilaçlarının ve kadayıfın kaymağı gibi, bunlarla birlikte yutulması gereken vitaminlerin adları, aralarına bol bol sesli harf sokuşturarak Türkçeleştirilmiş telafuzları ve kullanış usulleriyle birlikte sayılıp döküldü.

347. Он понимал, что после его слов большинство присутствующих представит мысленно вполне определенную картину (несчастная больная Рюйя в постели), и неизбежно и немедленно зазвучит "лингвистическая" тема.

348. Так оно и вышло÷посыпались звонкие названия антибиотиков, микстур и пастилок от кашля, противогриппозных лекарств, сосудорасширяющих препаратов и средств от головной боли;тут же упоминались сливки и витамины, которые неодходимо употреблять вместе с лекарствами.

349. Все зарубежные названия лекарств произносились на турецкий манер, и тут же давались пояснения, что и как надо принимать.

Он догадывался, что его слова, хотя и нарисуют в воображении многих из присутствующих картину (бедная Рюя, лежащая в постели!), но в то же время станут и началом для лингвистической темы: названия антибиотиков, пенициллинов, сиропов и леденцов от кашля, сосудорасширяющих или же болеутоляющих препаратов и витаминов, которые непременно надо глотать вместе с ними, словно сливки вместе с кадайифом, были произнесены на турецкий лад, с множеством гласных, вставленных меж согласными и указаниями по применению.

287. Düğmeciye gitmiş, manifaturacıya, mor düğme almaya, Camiinin önünden geçerek, tabii söylemişti, bu soğukta, böyle üşütmüş olmalı; öksürüyordu da; sigara da içiyordu; bir paket; evet, suratı bembeyazdı; a, hayır, Galip kendi suratının da ne kadar beyaz olduğunu bilmiyordu; Rüya ile bu sağlıksız hayata ne zaman son vereceklerini de.

357. Она ходила в галантерею за фиолетовыми пуговицами, конечно же, вы видели ее около мечети;да–да, сказала.

358. На этом холоде она, видно, и простыла; да, кашляет;да, продолжает курить; пачку в день;да, очень бледная.

359. Что? Нет, Галип не знает, какое бледное лицо у него самого; нет, он не

Она ходила в галантерею купить фиолетовые пуговицы, прошла мимо мечети, а, ну конечно же она упомянула; по такому-то холоду, поэтому она, скорее всего, и простудилась; да, еще и курит; один пакет; да, ее лицо было очень бледным; что? нет, Галип не знал, какое у него самого бледное лицо; он также не знал, когда они с Рюей покончат с таким

101

знает, когда они с Рюйей покончат с таким нездоровым образом жизни.

нездоровым образом жизни.

379. Ayaklarının altında ezilen karı dinleyerek, sokağın köşesindeki apartmana ve apartmanın üst köşesindeki yatak odasının soluk başucu lambasının ışığı gözükene kadar birlikte yürüdüler.

380. Kah kar yağıyordu, kah karanlık.

456. Слушая поскрипывание снега под ногами, они шли по темным участкам улицы, выходили на свет, щурясь смотрели на искрящиеся снежинки и снова ныряли в темноту. 457. Вот и угловой дом – дом Галипа. 458. Из окна квартиры на верхнем этаже пробивается слабый свет, это горит настольная лампа у кровати.

1 KT 3 ET. 334. KT 456. ET içine yerleştirilmiş

Слушая скрип снега под ногами, они шли вместе, пока не показалось здание на углу улицы и бледный свет лампы у изголовья кровати в спальне в верхнем углу этого здания.

По пути снежинки в свете фонарей сменялись темнотой.

427. Altıncı çalışta, Galip, en son onbeş yıl önce girdiği hayaletimsi dairenin topografyasını hayal ederek, el yordamıyla elektrik düğmelerini arıyordu, bir eşyaya çarpınca şaşırdı: Kör karanlıkta başka eşyalara da çarpa devire telefona doğru koştu.

505. На шестом звонке Галип бросился к телефону.

506. Он стал нащупывать выключатели, пытаясь вспомнить расположение мебели в этом полузабытом жилище, где он был последний раз пятнадцать лет назад.

507. В спешке он спотыкался обо что–то, ударяясь о какие–то вещи.

На шестом звонке Галип, шаря рукой по стене в поисках выключателей, бросился к телефону, пытаясь вспомнить топографию квартиры, в которой был в последний раз пятнадцатьлет назад и растерялся, наткнувшись в темноте на что-то, а потом спотыкаясь и опрокидывая еще какие-то вещи.

102

3.5. 1KT4ET

Bu bölümde dörde bölünerek çevrilen ET örnekleri verilmiş, mümkün olduğu

durumlarda orijinal tümce yapısını korumaya çalışarak çeviri önerisi sunulmuştur.

KT ET Önerilen ET

24. Bu, Arabın ve Alaaddin'in dükkânının önünde kahve kuyruklarının uzadığı, naylon çorapların kaçakça satıldığı, İstanbul'daki 56 model Chevrolet'lerin gittikçe çoğaldığı, Galip'in ilkokula başladığı ve Milliyet gazetesinin ikinci sayfasında haftada beş kere Selim Kaçmaz adıyla yazan Celal'in yazılarını dikkatle okuduğu zamandı, ama okuma yazma öğrendiği zaman değil; çünkü okuma yazmayı iki yıl önce Babaanne öğretmişti: Yemek masasının köşesine otururlardı; Babaanne, en büyük sihiri, harflerin birbirine nasıl vurulacağını hırıltılı sesle duyurduktan sonra, ağzın kenarından eksik etmediği Bafra sigarasının dumanı üfler, dumandan torunun gözleri sulanır, alfabenin içindeki olağanüstü büyüklükteki at da mavileşip canlanırdı.

25. Как раз тогда перед лавками Араба и Алааддина построили кофейни, контрабандисты стали торговать нейлоновыми чулками, в Стамбуле появилось много "шевроле" 56-й модели, а Галип пошел в школу и пять дней в неделю внимательно читал статьи Джеляля за подписью Селим Качмаз на второй странице газеты "Миллиет". 26. Но читать Галип научился не тогда. 27.Читать и писать его научила Бабушка двумя годами раньше: усаживались за обеденный стол, и Бабушка хриплым голосом открывала ему тайны самого большого из чудес–как живут, сражаясь друг с другом, буквы. 28. Бабушка выдыхала дым сигареты "Бафра", вечно торчавшей в уголке ее рта, от дыма у внука слезились глаза, а огромная лошадь в букваре становилась голубой и расплывалась.

Это было тогда, когда перед лавками Араба и Алладина выстраивались очереди за кофе, нейлоновые чулки продавались контрабандистами, в Стамбуле становилось всё больше «шевроле» 56-ой модели, когда Галип пошёл в школу и пять раз в неделю внимательно читал на второй странице газеты Миллиет статьи Джеляля, писавшего под именем Селима Качмаза.

Но читать он научился не тогда, потому что Бабушка научила его читать и писать за два года до этого: они садились за обеденный стол и Бабушка, разъяснив хриплым голосом самую большую и чудную тайну – как нужно связывать друг с другом буквы– выдыхала дым сигареты Бафра, что вечно торчала в уголке её рта, глаза у внука слезились и необычайной величины лошадь в букваре синела и оживала.

103

47. O zaman, sonraları Celal'in her hafta okuyucularından yüzlerce mektup aldığı günlerde, bazı iddalara göre hayalgücü kuruduğu için, bazı iddalara göre ise kadınlardan ve politika yapmaktan vakit bulamadığı için, bazı iddalara göreyse de, basit bir tembellikten birazcık değiştirip bu sefer kendi tantanalı adıyla yeniden yayımlayacağı o yazılardan birine, daha önceden yüzlerce kere tekrarladığı bir cümleyi bıkkınlık ve belli belirsiz bir sahtelik duygusuyla tekrarlayan ikinci sınıf tiyatro oyuncusu gibi değinerek, 'Apartman yazısında bizim aparmandan sözettiğini kim bilmiyor ki allahaşkına!' derdi Dede ve Babaanne de susardı.

56. Однажды Джеляль, когда уже стал получать еженедельно сотни писем от читателей, слегка подредактировав опубликовал одну из старых статей - на сей раз под своим громким именем. 57. Одни говорили, что он сделал это, поскольку у него иссякло воображение, другие - что из-за женщин и занятия политикой у него нет времени, а третьи - что он просто ленив. 58. Дедушка словно посредственный актер, повторяющий в сотый раз надоевшую и оттого фальшиво звучавшую реплику, возмущался: "Кто же не знает, что в статье "Дом" он пишет именно о нашем доме!" 59. Бабушка молчала.

И тогда, в те дни, когда Джеляль стал каждую неделю получать от читателей сотни писем, Дедушка, намекая на одну из тех статей, которые Джеляль, по мнению некоторых, из–за того, что у него иссякло вдохновение, по мнению других, из–за того, что он слишком занят женщинами и политикой, по мнению третьих, из–за обыкновенной лени, немного изменив, печатал уже под своим громким именем, говорил тоном второсортного актера, повторяющего со скукой и еле заметной фальшью в сотый раз одну и ту же фразу: "Да кто же, ради Бога, не знает, что в статье "Дом" он пишет именно о нас!" и Бабушка замолкала.

57. Bir yıl sonra, Vasıf tek başına trenle Sirkeci'ye döndüğünde hala sağır ve dilsizmiş 'tabii' (bu son kelimeyi, bu konu açıldığında, Galip'in yıllarca sırrını ve nedenini çözemediği bir vurguyla Hale Hala söylerdi,) ama kucağında elli yıl sonra büyük büyük büyük büyük torunlarıyla hala arkadaşlık edeceği ve ilk zamanlar başından hiç ayrılamadığı, kimi zamanlar heyecandan nefesi tıkanır gibi, kimi

76. Год спустя уже один и поездом вернулся Васыф, "разумеется" по прежнему глухой и немой (Галип долгое время не мог разгадать причину и тайну этого многозначительного "разумеется", на котором всегда делала упор тетя Хале), но зато в руках он крепко держал аквариум с японскими рыбками. 77. Первое время Васыф не мог оторваться от рыбок.

Годом позже, когда Васыф вернулся один на поезде в Сиркеджи, он был все таким же глухонемым "разумеется" (это последнее слово, с ударением, тайну и причину которого Галип не мог разгадать долгие годы, произносила тетя Хале каждый раз, когда заходил разговор на эту тему), но зато в руках крепко сжимал аквариум с японскими рыбками, еще с прапрапраправнуками которых он будет дружить,

104

zamanlar da hüzünle gözlerinde yaşlar akarak seyredeceği Japon balıklarıyla dolu sıkı sıkıya tuttuğu bir akvaryumu varmış.

78. Когда он смотрел на них, у него перехватывало дыхание, а иногда на глаза наворачивались слезы. 79. И через пятьдесят лет Васыф будет так же наслаждаться внуками внуков этих рыбок.

от которых в первое время не будет ни на минуту отходить и на которых будет смотреть иногда задыхаясь от волнения, а иногда с печалью и слезами на глазах.

176. Vasıf'ın bir bardak su verip dikkatle seyrettiği bu hamaldan yirmi bir yıl sonra, Melih Amca, Galip'in babasına göre, müvekkililerinin düşmanlarıyla değil, düpedüz müvvekillileriyle boğuştuğu için; Galip'in annesine göre elden ayaktan kesilip, bunayıp kanunları ve dava tutanaklarını ve içtihat ciltlerini lokanta listeleri ve vapur tarifeleriyle karıştırdığı için; Rüya'ya göreyse, kızıyla yeğeni arasında olacakları, sevgili babası daha o zamandan kestirdiği için; avukatlık yazıhanesini o günlerde daha damadı değil de, yalnızca yeğeni olan Galip'e bırakmaya razı olmuş, yazıhaneyle birlikte eski eşyalar da Galip'e böyle geçmişti: Neden ünlü oldukları kadar, adları da unutulmuş bazı Batılı hukukçuların çıplak başlı portreleriyle, yarım yüzyıl öncesinin hukuk mektebinin hocalarının fesli resimleri; davalıları ve davacıları ve hakimleri çoktan ölmüş dava

223. А еще через двадцать один год после того как этому грузчику Васыф, глядя на него во все глаза, подал стакан воды, контора и все старые вещи перешли к Галипу. 224. Это произошло, по мнению отца Галипа, потому, что дядя Мелих боролся не столько с противниками своих клиентов, сколько с самими клиентами, мать Галипа считала, что Мелих переутомился, сошел с ума и стал путать законы, судебные протоколы и своды юридических актов с ресторанными меню и расписаниями пароходов. 225. Рюйя же утверждала, что ее дорогой родитель уже тогда предугадал, какие отношения сложатся между его дочерью и племянником, и потому согласился

Через двадцать один год после этого грузчика, которому Васыф дал стакан воды, внимательно за ним наблюдая, адвокатская контора и с ней вместе все старые вещи перешли к Галипу, бывшему в то время только племянником, а не зятем; произошло это, по мнению отца Галипа, потому что дядя Мелих в этой конторе боролся не с врагами своих клиентов, а непосредственно с самими клиентами; по мнению матери Галипа, потому что дядя Мелих совсем обессилел и по старческому слабоумию стал путать законы, судебные протоколы и своды юридических актов с меню ресторанов и расписаниями пароходов; а по мнению Рюи, потому что ее любимый папочка уже тогда предвидел отношения между дочерью и племянником.

Так или иначе, Галипу перешли портреты лысых западных юристов, имена и

105

dosyaları; bir zamanlar, akşamları, üzerinde Celal'in çalıştığı ve sabahları annesinin elbise patronu kopye ettiği yazıhane ve bu yazıhanenin köşesinde bir iletişim aracından çok, ağır hantal ve uğursuz bir savaş aracı gibi duran iri kara telefon.

передать свой офис Галипу, который тогда еще был не зятем, а всего лишь племянником. 226. Портреты лысых западных юристов, столь знаменитых,но быстро забытых, полувековой давности фотографии преподавателей юридической школы в фесках, документы истцов и ответчиков, судьи которых давно умерли, - вот что было в этой конторе, где одно время вечерами работал Джеляль, а по утрам мать Джеляля копировала выкройки одежды; да еще и массивный черный телефон в углу, увесистый, громоздкий, пригодный скорее для использования в качестве орудия борьбы, чем орудия связи.

славные дела которых были забыты, портреты преподавателей местной юридической школы в фесках, протоколы процессов, чьи истцы, ответчики и судьи давно умерли, стол, за которым работал Джеляль и на котором его мама по утрам копировала выкройки и крупный черный телефон, который стоял в углу этого стола и был больше похож на тяжелый, неуклюжий и приносящий несчастье военный аппарат, чем на средство коммуникации.

258. O zaman Melih Amca, belki de o sırada, gazetenin Celal'in yazısı basılı sayfasını elinde açık tutmasına rağmen, 'Bugün günlerden ne?' ya da 'Artık ona her gün mü yazdırıyorlar? Okumadım!' dediğini, babamın da 'Başbakana karşı o kaba dili kullanmasını ama doğru bulmuyorum!' ve annemin de, 'Ama fikirlerine saygı duymasa da, bir yazarın kişiliğine saygı duymalıydı', diyerek Başbakana mı, babama mı, Celal'e mi hak verdiği belli olmayan muğlak

316. В ответ я услышу, как дядя Мелих, у которого газета открыта как раз на той странице, где напечатана статья Джеляля, скажет: "Какой сегодня день? Его что, каждый день теперь печатают? Не читал!" 317. После этого включится отец: "Я не считаю правильным, что он так резко выступает против премьер-министра!" 318. А мама произнесет

И тогда я услышу, как дядя Мелих, у которого газета, возможно, будет открыта именно на той странице, где напечатана статья Джеляля, скажет: „А какой сегодня день?“ или „Его что, теперь каждый день печатают? Не читал!“, а папа скажет:“Я не одобряю того грубого тона, которым он говорит о премьер-министре!“, и мама тоже добавит предложение, из которого будет неясно, кого она считает правым, премьер-министра, отца

106

bir cümle söylediğini ve o sırada da, bu belirsizlikten cesaret alan Suzan Yengenin, belki de, 'Ölümsüzlük ve dinsizlik ve tütün konusunda düşündükleri Fransızları hatırlatıyor!' diyerek gene sigara ve tütün konusunun açacağını işiteceğim.

фразу, из которой неясно будет, кого она считает правым - премьер-министра, моего отца или Джеляля: "Даже если ты не разделяешь чье-то мнение, уважай личность другого человека". 319. Осмелевшая от такого высказывания, в разговор вступит тетя Сузан: "Своими рассуждениями о бессмертии, безбожии и табаке он напоминает мне французов!" - и продолжит развивать тему сигарет и табака.

или Джеляля:“Но даже если не уважаешь его суждения, ты должен уважать его писательскую личность“, и тогда тетя Сузан, осмелев от такой неясности, может быть, скажет:“Его мысли о бессмертии, и атеизме, и табаке напоминают мне французов!“, чем вновь откроет дисскуссию о сигаретах и курении.

355. Yirmi iki yıl önce, (demek ki Celal o zaman kendi yaşındayken) boyunun utanç verici bir hızla arttığı ve elinin kolunun daha utanç verici sakarlıklar yaptığı yıllarda, bu sözü ilk işitip gerçekleşebileceğini hayal ettiğinde Galip ilk anda, Anne ve Babayla yenen ve herkesin yemek masasını dik açılarla çevreleyen duvarların dışındaki sonsuz bir noktaya baktığı o renksiz ve yavan akşam yemeklerinden (Anne: Öğlenki zeytinyağlıdan kalmış, vereyim mi? Galip: Nnnnh, istemem; Anne: Sen? Baba: Ben ne?) kurtulup Suzan Yenge, Melih Amca ve Rüya'yla birlikte her akşam yemek sofrasına oturabileceğini kurmuştu.

428. Впервые Галип услышал эти слова двадцать два года назад (значит, Джелялю было столько, сколько ему сейчас). 429. В ту пору – он тогда неожиданно быстро вытянулся и от смущения не знал, куда девать свои нескладные руки,– он мечтал, что слова дяди Мелиха сбудутся и он избавится от тоскливых ужинов с родителями. 430. Не надо будет сидеть, устремив взгляд в никуда, сквозь стены, очерчивающие под прямым углом обеденный стол, за которым усаживались отец, мать и он (мать: "От обеда осталась долма, хочешь?"

Двадцать два года назад (значит, Джелялю тогда было столько, сколько ему сейчас), в те годы, когда он со смущающей его самого быстротой вытянулся и его руки-ноги стали делать еще более смущающие неловкости, Галип услышал эти слова в первый раз и вдруг представил себе, что однажды избавится от бесцветных и безвкусных ужинов с Мамой и Папой, когда все смотрели на некую дальнюю точку где-то за прямоугольными стенами столовой (Мама: „От обеда остался салат, хочешь?“ Галип: „Не-а, не хочу.“ Мама: „Ты?“ Папа: „Что я?“) и сядет за стол с тетей Сузан, дядей Мелихом и Рюёй.

107

Галип: "Не-е... "; мать: "А ты?" Отец: "Что я?"). 431. Каждый вечер он будет ужинать с тетей Сузан, дядей Мелихом и Рюйей.

3.6. 1KT5ET

Bu bölümde beşe bölünerek çevrilen ET örnekleri verilmiş, mümkün olduğu durumlarda

orijinal tümce yapısını korumaya çalışarak çeviri önerisi sunulmuştur.

KT ET Önerilen ET

54. Apartmanı yaptırmaya başladıklarında Melih Amca buradaymış daha, Celal'in Galip'e yıllar sonra anlattığı gibi, şekerci Hacı Bekir'in dükkânı ve lokumlarıyla rekabet edemediği için ve Babaanne'nin kaynattığı ayva, incir ve vişne reçellerini raflarına dizdikleri kavanozlarda satabilecekleri bildikleri için, önce pastaneye, daha sonra lokantaya çevirdikleri Sirkeci'deki şekerci dükkânından ve Karaköy'deki 'Beyaz Eczane'den gelen babası ve kardeşleriyle buluşmak için, o zamanlar daha otuzuna basmamış olan Melih Amca da, içinde avukatlıktan çok kavga ettiği ve eski dava dosyararının sayfalarına kurşun kalemle gemi ve ıssız adaresimleri çizdiği yazıhanesinden akşamüstleri çıkıp, Nişintaşı'ndaki inşaat yerine gelir, ceket ve kravatını

68. Когда начинали строить этот дом, дядя Мелих еще был в Стамбуле. 69. Джеляль рассказывал Галипу, что отец Галипа и его братья, которые владели аптекой в Каракее и кондитерской в Сиркеджи, приходили на стройку, где они продавали сладости, а потом, не выдержав конкуренции с лукумами и прочими изделиями фирмы Хаджи Бекира, стали торговать вареньем из айвы, инжира и вишен, которое варила и разливала по банкам Бабушка. 70. Туда же повидаться с родственниками приходил дядя Мелих. 71. Ему еще не было тридцати, в

Когда они начали строить этот дом, еще даже не тридцатилетний дядя Мелих был здесь и, как годы спустя Джеляль рассказывал Галипу, выходил под вечер из своей адвокатской конторы, где он больше скандалил, чем занимался практикой, и где рисовал карандашом на страницах старых досье кораблики и необитаемые острова; выходил, чтобы встретиться с отцом и братьями, которые возвращались из из "Белой Аптеки" в Каракёе и из кондитерской в Сиркеджи, которую они переделали сначала в кулинарию, а потом и в ресторан, оттого что не смогли конкурировать с лавкой и лукумами Хаджи Бекира и знали, что смогут продать домашние варенья из айвы, инжира и вишни, сваренные Бабушкой; так

108

çıkarıp, kollarını sıvayıp paydos saatine doğru gevşeyen inşaat işçilerini kızıştırmak için işe girişirmiş.

своей адвокатской конторе он устраивал скандалы чаще, чем занимался делом, а на страницах старых дел рисовал карандашом пароходы и необитаемые острова. 72. Под вечер, появившись в Нишанташи, он снимал пиджак,галстук и включался в работу, чтобы подстегнуть рабочих, которые к концу рабочего дня работали с прохладцей.

вот дядя Мелих приходил на стройку в Нишанташи, снимал пиджак и галстук, закатывал рукава и бросался работать, с мыслью подогнать расслабившихся к концу рабочего дня строителей.

75. Daha sonra takma adla ilk köşe yazılarını yazacağı gazete için futbol maçları izleyerek şike kokusu almaya çalışıyor, Beyoğlu'nun arka sokaklarındaki bar, pavyon ve kerhane kabadayılarının esrarengiz ve sanatkarane cinayetlerini ballandırarak anlatıyor, kara karelerin sayısının ak kareleri her seferinde geçtiği bulmacalar hazırlıyor, gerektiğinde afyonlu şarabın sarhoşluğundan ayılamadığı için tefrikasını aksatan üstadın yerine pehlivan tefrikasını sürdürüyor, zaman zaman da 'Elyazınızdan kişiliğinizi okuyoruz', 'Rüyalarınızı yorumluyoruz', 'Yüzünüz, kişiliğiniz', 'Bugünkü burcunuz' (akraba ve tanıdıklarına ve bir iddiaya göre de, sevgilerine özel selamlar yollamaya ilk bu burç köşesinde başlamıştı) ve 'İster inan, ister inanma' köşelerinde yazıyor ve artan

104. Он писал о футбольных матчах, пытаясь в статьях рассказать об интригах вокруг футбола, рассказывал о таинственных и хитроумных преступлениях смельчаков из баров, притонов и публичных домов в закоулках Бейоглу, составлял кроссворды, где черных клеточек всегда было больше, чем белых, а когда его патрон не мог прийти в себя после вина с наркотиком, писал за него продолжение приключенческого романа. 105. Имя Джеляля можно было встретить в рубриках "Читаем вашу судьбу по руке", "Толкование снов", "Ваше лицо - ваша личность", "Ваш

Для газеты, в которой он позже напишет под псевдонимом свою первую статью, в те времена он наблюдал футбольные матчи, стараясь уловить в них след интриги, приукрашивая, рассказывал о таинственных и искусных преступлениях бандитов из баров, мюзик-холлов и публичных домов, что в закоулках Бейоглу, составлял кроссворды, в которых число черных клеток всегда превосходило число белых, если требовалось, писал обзоры о борцах вместо пожилого мастера, который перебрал опиумного вина и был не в состоянии выполнить свою работу, а иногда даже писал на темы „Читаем ваш характер по почерку“, „Толкуем сны“, „Ваше лицо-ваш характер“, „Ваш гороскоп на сегодня“ (именно в этой рубрике он

109

vakitlerde de bedava girdiği sinemalarda gördüğü en son Amerikan filmleri eleştiriyor ve çatı katında tek başına yaşamaya devam ederse, bu çalışkanlılıkla gazetecilikten kazandığı parayla evlenebileceği bile söyleniyordu.

зодиакальный знак сегодня" (в этой рубрике впервые стали помещать приветы родственникам, знакомым, а по некоторым утверждениям, и любимым) и "Хочешь - верь, хочешь - не верь". 106. Если оставалось время, Джеляль писал рецензии на последние американские фильмы, которые смотрел в кинотеатрах, куда его пускали бесплатно. 107. Всю эту работу он делал для газеты, где впоследствии будет - поначалу под псевдонимом - вести постоянную рубрику. 108. Говорили, что если он и дальше будет жить в доме родственников, то при таком усердии сумеет заработать журналистикой достаточно денег и сможет даже жениться.

впервые начал передавать особые приветы родственникам и знакомым, а согласно одному слуху, и любимым) и „Хочешь-верь, хочешь – не верь“, а в свободное время писал критику на новые американские фильмы, которые смотрел бесплатно, и говорилось, что если он будет продолжать жить один в мансарде, то с его трудолюбием на деньги, заработанные журналистикой, он сможет даже жениться.

110

3.7. 2KT1ET

Bu bölümde 2 kaynak tümceyi birleştirerek oluşturulan ET örnekleri verilmiş, mümkün

olduğu durumlarda orijinal tümce yapısını korumaya çalışarak çeviri önerisi sunulmuştur.

KT ET Önerilen ET

85. Birden, içine bir eziklik, korku ve özlem uyandı: Kartpostallarını gördüğü yarı renkli ülkeler nasıldı acaba?

86. Fotoğraflarını gördüğü güzel yenge nasıldı?

120. Вдруг ему захотелось увидеть страны, изображенные на открытках, и красивую тетю, фотографии которой он видел.

Вдруг в нем проснулись мучение, страх и тоска: какими были те полуцветные страны, которые он видел на открытках?

А красивая тетя на фотографиях?

121. Ben haberi bir Fransız jeoloji dergisinde okudum.

122. Karadeniz ısınıyor, Akdeniz soğuyormuş.

159. Вот что я прочитал во французском геологическом журнале:оказывается, температура воды в Черном море повышается, а в Средиземном - понижается.

Я прочитал эту новость в одном французском геологическом журнале.

Черное море нагревается, а Средиземное – остывает.

218. Gün boyunca evine ve Milliyet gazetesine her telefon edişinde Galip, telefonu Celal açınca sesini değiştirip onunla bir başkasının kimliğiyle konuşmanın hayallerini kurdu.

219. (Hep birlikte, - Rüya, Celal, Galip – oturup bazı okuyucuları ve hayranları radyo tiyatrosundan çıkma seslerle taklit ettikleri akşamlarda çıkardığı sesle Galip, 'Bugünkü yazınızın özel anlamını tabii ki kavradım kardeşim!' diyecekti.)

270. В течение дня Галип звонил ему домой и в газету "Миллиет" и представлял, как Джеляль снимет трубку и ответит не своим голосом (Галип тогда тоже, изменив голос, сказал бы, подражая интонациям его читателей и поклонников; они– Рюйя, Джеляль и Галип - часто вместе разыгрывали такой спектакль).

Весь день, при каждом своем звонке в газету, Галип мечтал о том, как изменит голос и разыграет Джеляля, когда тот возьмет трубку.

(Галип намеревался заговорить тем самым тоном, которым он пользовался вечерами, когда они все вместе-Рюя, Джеляль, Галип- сидели и голосами актеров радиотеатра имитировали некоторых читателей и поклонников; он бы сказал:“Я, конечно, понял особый смысл твоей сегодняшней статьи, брат!“

111

240. Adamın suratında bir Halep çıbanı vardı.

241. 'Arap mı bunlar?' demişti Dede. 'Hale, bu Arapla sahiden evlenmek mı istiyorsun? Seni nereden tanımış?'

292. Увидив на лице жениха след от пендинской язвы,Дедушка поинтересовался÷"Арабы они, что ли? Хале, ты в самом деле хочешь замуж за этого араба? Где ты с ним познакомилась?"

На его лице был след от пендинской язвы.

„Они что, арабы?-спросил Дедушка. „Хале, ты в самом деле хочешь выйти замуж за этого араба? Как вы познакомились?“

300. Oysa karakoldan hepsi koyu lacivert bir hayaletten korkar gibi korkarlardı.

301. Celal, bilinçaltımızdaki karanlık noktanın karakol olduğunu yazdığı yazıdan sonra, karakoldan gelen bir polisin getirdiği bir yazıyla savcılığa ifade vermeye çağrılmıştı.

373. На самом деле они все боялись полиции как мрачного привидения: после того как Джеляль в статье написал, что черная точка в нашем подсознании–это полицейский участок, участковый полицейский принес ему повестку на допрос к прокурору.

А на самом деле они все боялись участка, как темно-синего привидения.

Джеляль как-то написал, что темная точка в нашем подсознании – это полицейский участок, после чего был вызван на допрос в прокуратуру повесткой, которую принес полицейский из этого самого участка.

329. 'Hiçbir zaman böyle bir şey olmadı ki, Melih!' dedi Suzan Yenge.

330. 'Rüya ile Celal hep birbirlerini gördüler, aradılar, değil üvey kardeş, öz kardeş gibi de sevdiler.'

403. -- Да не послушала она тебя, Мелих, - сказала тетя Сузан, - Рюйя и Джеляль постоянно встречаются, скучают друг без друга, они любят друг друга, как родные брат и сестра.

„Но ведь ничего подобного никогда не случилось, Мелих!“-сказала тетя Сузан.

„Рюя и Джеляль всегда встречались, перезванивались и любили друг друга не как сводные, а как родные брат и сестра.“

405. Vitrinine ve kapısının önündeki kestane ağacının iri gövdesini sararak sergilediği dergilerde poz veren yerli ve yabancı çıplak kadınların, kaldırımlardan dalgın dalgın geçen yalnız erkeklerin o gece görecekleri rüyalarda, tıpkı Binbir Gece Masallarındaki o hiç doymayan esir kızlar ve Padişah karıları gibi fing attıklarını anlattım.

484. Проходившие мимо лавки одинокие мужчины заглядывались на журналы с голыми красотками в вызывающих позах, выставленные в витрине и прикрепленные к мощному стволу растущего рядом каштанового дерева, а потом ночью им снились эти красотки, кокетничающие с ними, как ненасытные пленницы и жены падишаха из "Тысячи

Я рассказал ему, что обнаженные турецкие и иностранные красотки с обложек журналов, развешенных на витрине лавки и вокруг ствола каштана, являлись потом ночами во снах к тем задумчивым одиноким мужчинам, что проходили мимо них по тротуару, в образах ненасытных пленниц и жен падишаха из

112

406. Konu Binbir Gece Masallarından açıldığı için, adını taşıyan hikayenin, aslında binbir gecenin hiçbirinde anlatılmadığını ama Antoine Gallanda tarafından kitap iki yüz elli yıl önce Batıda ilk yayımlanırken, sayfaların arasına el çabukluğu marifet sıkıştırılıverdiğini anlattım.

и одной ночи", я открыл ему,что истории, носящей его имя, не было среди рассказанных в одну из этих ночей:она была ловко вставлена в книгу двести пятьдесят лет назад, когда Антуан Галлан впервые опубликовал ее на Западе.

„Тысячи и одной ночи“.

Я также рассказал, раз речь зашла о „Тысяче и одной ночи“, что история, носящая его имя, на самом деле не была рассказана ни в одну из тысячи ночей, но просто была мастерски вставлена меж страниц первого издания, подготовленного Антуаном Галланом двести пятьдесят лет назад на Западе.

476. Telefonu huzurla kapadı.

477. Karanlığın içinde kendiliğinden uzanıverince eli yanıbaşındaki masa lambasının anahtarını bulup çevirdi.

558. Он спокойно положил трубку, протянул руку и включил лампу.

Он спокойно положил трубку.

В темноте его рука сама по себе протянулась, нашла выключатель настольной лампы и зажгла свет.

3.8. Kayma

Bu bölümde iki kaynak tümceyi kısmen birleştirerek oluşturulan ET örnekleri verilmiş,

mümkün olduğu durumlarda orijinal tümce yapısını korumaya çalışarak çeviri önerisi

sunulmuştur.

KT ET Önerilen ET

28. Ama artık Dede sokağa da çıkmıyordu, berbere gitmek için bile; bütün gün evdeydi.

31. Однако Дедушка теперь не выходил никуда, даже в парикмахерскую.

Но Дедушка теперь не выходил на улицу, даже чтобы пойти к парикмахеру; весь день сидел дома.

29. Gene de, sokağa çıkıp dükkâna gittiği günlerdeki gibi giyinirdi: Pazarları uzayan sakalı gibi kurşuni renkli, geniş yakalı, eski bir İngiliz ceketi, dökülen pantolon, kol düğmeleri ve

32. Он сидел весь день дома, но одевался так же, как в те дни, когда еще выходил на улицу:старый, с широкими лацканами, английского покроя пиджак,

Но одевался все равно также, как в те дни, когда ходил в лавку: свинцового, как и его отрастающая к воскресенью щетина, цвета старый английский пиджак с широким воротником,

113

Babanın dediği gibi, kaytan bir memur gravatı.

свинцового, как и его отрастающая за воскресенье щетина, цвета, потертые брюки и чиновничий, как называл отец, галстух-шнурок.

поношеные брюки, запонки и, как говорил Отец, чиновничий галстук-шнурок.

78. Okula geç kaldığı o bahar sabahında Galip, rüyasında okula geç kaldığını gördü.

111. Ночью, перед тем как Галип опоздал в школу, он видел сон, что он опоздал–он ехал в автобусе, рядом с ним сидела красивая незнакомая девочка с голубыми волосами.

2 KT KISMEN BİRLEŞTİRİLDİ

Тем весенним утром, когда он опоздал в школу, Галип увидел свое опоздание во сне.

79. Kim olduğunu çıkaramadığı mavi saçlı güzel bir kızla, alfabenin son sayfalarının okunacağı okuldan uzuklaşan bir belediye otobüsündeydiler.

112. Автобус увозил их от школы, где предстояло прочитать последние страницы букваря.

Он и незнакомая красивая девочка с голубыми волосами сидели в автобусе, который увозил их от школы, где им предстояло прочитать последние страницы букваря.

282. Başka bir zaman olsaydı, bu yaratıcı telaffuz ve amatör tıp şoleninden Galip, iyi bir şiirin tadını çıkarabilirdi, ama aklında, hasta yatağında yatan Rüya'nın görüntüsü vardı; ne kadar saf, ne kadar yapay olduğuna sonraları da karar veremediği bir görüntü.

350. В другое время Галип получил бы наслаждение от этого любительского медицинского банкета, слушал бы эти своеобразно произносимые слова, как стихи, но сейчас ему было жалко бедную, страдающую Рюйю: вот она лежит, из–под одеяла торчит нога, по подушке разметались распущенные волосы, в изголовье – коробки лекарств, стакан, графин, книги.

KT 282 ve 283 birleştirilerek çevrilmiş, kısmen ET 350, kısmen ET 351.

В другое время Галип смог бы извлечь из этого парада оригинального произношения и любительского целительства вкус хорошего стихотворения, но сейчас в его голове была только картина больной Рюи, лежащей в постели; картина, о которой он так и не сможет понять позже, насколько она была истинной, а насколько ложной.

283. Hasta Rüya'nın ayağının yorgandan dışarı çıkması ya da firketelerinin çarşafın

351. Это походило, пожалуй, на продуманную мизансцену, на кадр из

Видневшаяся из-под одеяла нога или рассыпавшиеся по кровати бигуди,

114

içinde dağılması sanki gerçek görüntüleri değil de, sözgelimi saçlarının yastığa yayılması ya da başucundaki ilaç kutuları, bardak, sürahi ve kitaplardan oluşan karışıklık başka bir yerden,-Rüya'nın taklit ettiği bir filmden ya da Alaaddin'dan aldığı fıstıkları yer gibi yutarak okuduğu kötü çevrilmiş bir romandan-öğrenilerek taklit edilmiş görüntülerdi.

кинофильма или сцену из романа в плохом переводе, который Рюйя недавно читала, грызя фисташки, купленные в лавке Алладдина.

разметавшиеся по подушке волосы или беспорядок из лекарств, стакана, графина и книг на тумбочке у изголовья – все это было словно выученным копированием изображений из фильмов или тех скверно переведенных книг, которые она глотала, как фисташки, купленные в лавке Алладина.

379. Ayaklarının altında ezilen karı dinleyerek, sokağın köşesindeki apartmana ve apartmanın üst köşesindeki yatak odasının soluk başucu lambasının ışığı gözükene kadar birlikte yürüdüler.

380. Kah kar yağıyordu, kah karanlık.

456. Слушая поскрипывание снега под ногами, они шли по темным участкам улицы, выходили на свет, щурясь смотрели на искрящиеся снежинки и снова ныряли в темноту. 457. Вот и угловой дом – дом Галипа. 458. Из окна квартиры на верхнем этаже пробивается слабый свет, это горит настольная лампа у кровати.

1 KT 3 ET. 334. KT 456. ET içine yerleştirilmiş

Слушая скрип снега под ногами, они шли вместе, пока не показалось здание на углу улицы и бледный свет лампы у изголовья кровати в спальне в верхнем углу этого здания.

По пути снежинки в свете фонарей сменялись темнотой.

115

3.9. Boş

Bu bölümde çevrilmeden bırakılan KT örnekleri veya orijinal metinde bulunmamasına

rağmen erek metinde bulunan KT örnekleri verilmiş, mümkün olduğu durumlarda orijinal

tümce yapısını korumaya çalışarak çeviri önerisi sunulmuştur.

KT ET Önerilen ET

151. Yağmalanmış bir Ceneviz hazinesinin artıklarını, ağzı çamurla tıkanmış kısa namlulu bir topu, yıkılıp kaybolmuş bazı devlet ve kavimlerin midyeyle kaplı tasvir ve putlarıyla burun üstü duran pirinç bir avizenin patlak ampullerini göreceğim.

Я увижу остатки разграбленной сокровищницы Генуи, короткоствольную пушку с забитым грязью стволом, заросшие мидиями фигурки божеств исчезнувших с лица земли государств и племён и латунную люстру с разбитыми лампочками.

203. İskender telefon edene kadar iki kere daha 'yalnış bir numara' aradı.

И до звонка Искендера кто-то „ошибся номером“ еще два раза.

297. Allahım, yutkunmak zor geliyor!

Господи, как трудно глотать!

414. Hayali hikayeler içine düşmüş bütün gerçek kişiler gibi, Alaaddin'de dünyanın sınırlarını zorlayan gerçek dışı bir yan ve kuralları zorlayan yalın bir mantık vardı.

Как и во всех реальных людях, попавших в нереальные истории, в Алладине была некая переходящая границы этого мира необычная черта и переходящая границы правил простая логика.

-

492. Когда я кончил говорить, настала очередь Алладина.

116

SONUÇ

Çalışmamızın başında ‘Kara Kitap’ romanın sentaksının uyandırdığı tartışmalara

değinmiştik. Olumlu veya olumsuz eleştirilerde bulunanların hemen hepsi tek bir konuda

hemfikir olmuştur: Orhan Pamuk'un Kara Kitap romanının sentaksı yeni bir biçim ve yeni bir

işlev arayışını yansıtmaktadır. Bazıları bu arayışın yapay, doğal olmayan yapılarla

sonuçlandığını söyleyerek romanın sentaksını karmaşık, tümcelerini ise gereksizce uzatılmış

bulmuşlardır. Bu eleştiriler, yazarın Türkçe’de henüz ustalaşamamış olma, 'Türkçeyi sonradan

öğrenmiş...acemi (bir) çevirmen'78 gibi yazıyor olması suçlamalarına kadar varmıştır. Diğer

taraftan, yazarın bu arayışını olumlu eleştirilerle karşılayan bilimadamlarının sayısı da

azımsanmayacak kadar fazladır. Çalışmamızın başında Bernt Brendemoen, Füsun Akatlı gibi

araştırmacılarının Kara Kitap üzerine yazdıkları makalelerden örnekler verilmiştir. Bunun

dışında, bu romanın İngilizce'ye çevirisini üstlenen Güneli Gün, 'Türkler Geliyor: Orhan

Pamuk'un Kara Kitabını Çözmek'79 adlı makalesinde dikkat çekici gözlemlerde bulunmuştur:

'Yurttaşları hâlâ titiz kurgulu modern romanın izleriyle oyalanırken, Pamuk postmodernizme

çoktan terfi etmiş durumda... Yapıtın karmaşık olan yanı yapısıdır: Öykünün bölümleri arasına

köşe yazılarının serpiştirildiği fantezi ürünü (çoksesli, çokanlamlı, anıştırmalı, kapalı,

güvenilmez) bir anlatı... Fantezi ve akıl, modern romanın kuralcılığı ile simetrisinin yerini

almıştır, belli ki üçüncü dünyadan gelen malzemenin burada satma biçimi bu olduğu içindir. İyi

ama neden olmasın? İngilizce konuşan dünya, Türk edebiyatında özdeşleşeceği bir Türk yazar

arayıp duruyor. Fantezi ya da akıl Türk edebiyatının dünya sahnesine ulaşabileceği tek

vasıtaysa, eline kuvvet Orhan Pamuk.'

'Orhan Pamuk'u Anlamak' kitabını derleyen Engin Kılıç, Kara Kitap'a ayrılan bölümün

78

N. Esen, Kara Kitap Üzerine Yazılar, İletişim, 1996 içinde T. Yücel, Kara Kitap, s. 48-56 79 E. Kılıç (der.), Orhan Pamuk’u anlamak, İletişim, 2006, s. 191

117

önsözünde romanın formülünü tek cümlede toplamaya çalışır: 'Kara Kitap, Pamuk'un Beyaz

Kale'de ilk defa kurduğu, alegoriye dayanan, bir esrarın çözümüne yönelik, ustaca

yerleştirilmiş belirsizlikler içeren ve kişiler arasındaki çatışmaların simgesel yanlarına dikkat

çeken imge dünyasını, girift, girdaplı cümle yapısını ve romanı oluşturan unsurlar arasında

barok denebilecek dili Cevdet Bey ve Oğulları ve Sessiz Ev'deki epik eğilimlerle birleştirerek

yazdığı dördüncü romanıdır.'

Romanın tümcelerinin yapısı, farklı araştırmacılarca 'girift, girdaplı, barok, labirentimsi,

çetrefilli, gotik, Borgesvari, yılankavi' olarak tanımlanmıştır. Son tanımlama, Charlotte İnnes

tarafından 'İstanbul'un Dile Gelişi'80 adlı makalesinde yapılmıştır: 'Bir Borges labirentine

gireriz: Bilinçli olarak, sanki kitap gözlerimiz önünde kendi kendini yazıyormuşcasına akıl

karıştırıcı, yılankavi tümcelerle ilerleyen bu roman – espiri yollu, Pamuk öykünün nereye

gittiğini tam olarak bilmediğini bile ima eder – zikzaklar, daireler oluşturur, örer, geriye döner,

yineler, bir an durup düşünür, herşeyin daha önce gerçek veya hayali başka yazarlarca

söylenmiş olduğunu anımsayıp onlardan alıntılar yapar.' Jorge Luis Borges'in yanı sıra,

Pamuk'un yazı dili ve roman yapısı James Joyce'un Ulysses'e, İtalo Calvino, William Gass,

Umberto Eco gibi yazarların üsluplarına benzetilmiştir.

Rusya'da da edebiyat eleştirmenleri bu konuyla ilgili fikirlerini dile getirmişlerdir.

Örneğin, 2001 yılında, Kara Kitap'ın Rusya'da yayınlanması üzerine Gleb Şulpakov tarafından

kaleme alınan 'Boğaz'ın Suları Çekildiği Zaman' adlı makalede81, Pamuk'un tarzını Haruki

Murakami ve yine Borges'in tarzlarına benzeterek, şöyle denilmektedir: 'Pamuk'un bir önceki

romanı Beyaz Kale' adını taşıyordu. 'Konuşan' bir detay - Türk yazarın yazını zıtlıklar üzerine

kurulmuştur: siyah/beyaz, Doğu/Batı, benzerlik/farklılık, toplumsal/kişisel, kurmaca ve gerçek.

80 E. Kılıç, a.g.e., s. 183 81Makaleye http://exlibris.ng.ru/lit/2001-01-18/2_water.html adresinden ulaşılabilir.

118

Çok özel bir olay değil, diyeceksiniz: Bu yol Boğazın bu tarafında çoktan geçilmiş bile. Doğru.

Ama Türk bu eski şarkıyı öyle sözlerle söylemişki, her türlü sözden yorulmuş edebiyat dünyası

hızla ve en önemlisi, istekle Pamuk'un önünde eğilmiştir.' Aynı eleştirmen, Orhan Pamuk'la

yaptığı bir söyleşide82, Joyce'un eserleri Kara Kitap için yapısal model olarak kullanılmış mıdır,

sorusuna şu cevabı vermektedir: 'Kuşkusuz, Joyce'u, özellikle onun Dublin'e yaklaşımını model

olarak almıştım'. Başka bir deyişle, Orhan Pamuk'un yazım tarzı diğer bilinen postmodern

yazarlarla ortak özellikler taşıyarak, bir postmodern yazın örneği oluşturmaktadır. Bu

özelliklerden biri de alışılmışın dışında, karmaşık sentakslı tümce yapısıdır.

Kara Kitap romanının sentaksı biçim dışında işleviyle de ayrı ve önemli bir yere

sahiptir. Melankoli, Pamuk için hayatın ve yazının içinde yaşayan özel bir duygudur ve

tümcelerinin işlevlerinden biri, yazınındaki melankolik atmosferi yaratmaktır. Nobel Ödülü'nün

ne için verildiğini açıklayan kısa cümlede bile 'melankoli' sözcüğünün bulunduğu hatırlatmak

yerinde olacaktır: '2006 Nobel Yazın Ödülü, ”Kentinin melankolik ruhunun izlerini sürerken

kültürlerin birbirleriyle çatışması ve örülmesi için yeni simgeler bulan” Orhan Pamuk’a

verilmiştir.'83 Diğer bir deyişle, Kara Kitap romanın dilinde Pamuk, İstanbul'un hüzünlü,

karmaşık ve katmanlı dokusunu hissettirmeye çalışmıştır. Sentaks da bu amacın

gerçekleşmesinde önemli bir rol oynamıştır. Birçok eleştirmenlerce farkedilen bu özelliğin

önemi, Orhan Pamuk tarafından da defalarca dile getirilmiştir: 'Kara Kitap ile yaptığıma

İstanbul'da hayatın şiddetine, renklerine, karmaşasına uygun bir hikâye dokusu bulmaktır da

diyebilirim. Romanın uzun cümleleri, kendi etrafında dönen baş döndürücü barok cümleler

bana şehrin karmaşasından, tarihinden ve bugünkü zenginliğinden, kararsızlığından ve

82Söyleşiye, http://magazines.russ.ru/nov_yun/2001/4/shulp/html adresinden ulaşılabilir. 83http://nobelprize.org/nobel_prizes/literature/laureates/2006/press.html

119

enerjisinden çıkmış gibi gelir.'84

Sonuç olarak şunu diyebiliriz: sentaks ögesi, tümce yapıları, gerek biçim gerekse işlev

bakımından romanın içinde oldukça önemli bir pozisyona sahiptir. Ayrıca yukarıda

özetlediğimiz betimleyici çeviribilimsel kuramların teorik çerçevesini de göz önünde

bulundurduğumuz zaman, orijinal yazınsal metnin her boyutunu mümkün olduğu kadar

koruyarak çeviri yapmak gerektiğinin sonucuna ulaşmış oluruz.

Romanın V.B. Feonova tarafından yapılan çevirisi yetkin ve derinlikli bir çeviri örneği

sunmaktadır. Ancak yazarın başlıca özgün üslup özelliklerinden olan tümce yapısı sentaks

açısından çoğu zaman değişime uğramıştır. Orijinal eserin uzun tümceleri daha kısa tümcelere

bölünerek çevrilmiş ve böylece çeviri metne daha kolay okunma, dinamizm ve yalınlık gibi

nitelikler kazandırmıştır. Bir yanıyla olumlu olarak değerlendirilebilecek bu nitelikler, Rus

okurunun Orhan Pamuk’un üslubunu tam anlamıyla tanımasını engellemiştir.

84 O. Pamuk, Öteki renkler, İletişim, 2006, s.138

120

KAYNAKÇA

Aksoy, N. Berrin, Geçmişten günümüze yazın çevirisi, İMGE, 2002 Aral, Fahri, (ed.), Orhan Pamuk Edebiyatı, Sabancı Üniversitesi Sempozyum Tutanakları, Agorakitaplığı, 2006 Baker, Mona, Routledge encyclopedia of translation studies, Routledge, London, 1998 Baker, Mona, In other words: a coursebook on translation, Routledge, London; New York, 1992 Bassnet, Susan, Translation Studies, Routledge, 1988 Bassnett-McGuire, Susan, Translation studies, Methuen, London,1987 Bassnett, Susan, Translation, history and culture, Pinter Publishers, London,1990 Bengi-Öner, Işın, Çeviri kuramlarını düşünürken, İstanbul, Sel Yayıncılık, 2001 Bengi-Öner, Işın, Çeviribilim terimleri sözlüğü, İstanbul, Sel Yayıncılık, 2001 Bolak, Beyhan, 'Constructed space in literature as represented in novels. A case study: The Black Book by Orhan Pamuk' YL tezi, ODTÜ, 2000 Chomsky, Noam, Aspects of the theory of syntax, M.I.T. Press, Cambridge, 1965 Çağdaş çeviri kuramları ve uygulamaları seminerinde sunulan bildiriler Hacettepe Üniversitesi Ankara 1991 Dietrich, Ayşe Pamir, Rusça Gramer. Kapadokya, 2006 Durak, Mustafa, Çeviri eleştirisi: sempozyum bildirileri, 4-5 Haziran 1999, Ankara Üniversitesi, Ankara, 2000 Ecevit, Yıldız, Türk Romanında Postmodern Açılımlar, İletişim, 2006 Esen, Nüket, Kara Kitap Üzerine Yazılar, İletişim, 1996 Esen, Nüket, Kara Kitap Üzerine Yazılar, Can Yayınları, İstanbul, 1992 Eyhenbaum, Boris, 'Formal' metodun teorisi' ( Теория 'формального метода') www.opojaz.ru/metod Göktürk, Akşit, Çeviri, dillerin dili: inceleme, YKY, İstanbul, 2000

121

Gentzler, Edwin, Contemporary translation studies, Routledge, London, 1993 Hermans, Theo, The Manipulation of literature: studies in literary translation, Croom Helm, London, 1985 Jakobson, Roman, Sekiz Yazı, Düzlem, 1990 Kılıç, Engin, (der.), Orhan Pamuk’u anlamak, İletişim, 2006 Комиссаров, Вилен Наумович. Genel Çeviri Teorisi. Yabancı Bilimadamlarının

Eserlerinde Çeviribilimin Sorunları. (Общая теория перевода. Проблемы переводоведения в освещении зарубежных ученых.) Москва, 1999

Lee, Nana, Orhan Pamuk ve Eserleri Üzerine, Yargı, 2006 Lefevere, Andre, (ed.)Translation/History/Culture. A sourcebook. Routledge, London, 1992 Lefevere, Andre, Translation, rewriting, and the manipulation of literary fame, Routledge, London,1992 Лотман, Ю.М. , Избранные статьи в трех томах. ТОМ I. Динамическая модель семиотической системы. s. 83 Munday, Jeremy, Introducing translation studies: theories and applications, Routledge, London; New York, 2003 Newmark, Peter, A Textbook on translation, Prentice Hall, 1988 Nida, Eugene, Toward a Science of Translating, Leiden, 1964 Pamuk, Orhan, Kara Kitap, İstanbul, Can Yayınları, 1991 Памук, Орхан, "Черная книга". Санкт–Петербург, издательство Амфора, 2007 Pamuk, Orhan Öteki renkler, İletişim, 2006 Parla, Jale, Don Kişot'tan Bugüne Roman, İletişim Yayıncılık, 2007 POETİCS TODAY, International Journal for Theory and Analysis of Literature and Communication, Volume 11, number 1, 1990 Popoviç, Anton, Yazın Çevirisi Terimleri Sözlüğü, yay. haz. Suat Karantay & Yurdanur Salman, İstanbul, Metis, 1987 Rifat, Mehmet, (yay. haz.), Çeviri(bilim) nedir? Başkasının Bakışı, İstanbul, 2004

122

Saraçoğlu, Semra, 'Self-reflexivity in postmodern texts: a comparative study of the works of John Fowles and Orhan Pamuk', Doktora tezi, ODTÜ, 2003

Savory, Theodore, Tercüme Sanatı, çeviren Prof. Dr. Hamit Dereli, Ankara, Milli Eğitim Basımevi, 1961 Shuttleworth, Mark, Dictionary of translation studies, St. Jerome Pub., Manchester, UK, 1999 Sim, Stuart, Postmodern düşüncenin eleştirel sözlüğü, Ebabil, Ankara, 2006 Toury, Gideon, Descriptive Translation Studies and beyond, John Benjamins Publishing Company, Amsterdam/Philadelphia, 1995 TÜRK DİLİ, Çeviri Sorunları Özel Sayısı, 1978, sayı 322 Тынянов, Ю. Н., Поэтика. История литературы. Кино. - М., 1977. - С. 282-283 Ülsever, R. S., Linguistic Aspects of Translation Evaluation, Eskişehir, T.C. Anadolu Üniversitesi yayınları: No. 1157, 1999 Valgina, N.S., Çağdaş Rus Dili: Sentaks, Moskova, Yüksek Okul, 2003 Venuti, Laurence, The Translation studies reader, Routledge, London/New York, 2000 Venuti, Laurence, The translator's invisibility: a history of translation, Routledge, London/New York,1995 Venuti, Laurence, Rethinking translation: discourse, subjectivity, ideology, Routledge, London, 1992 Yazıcı, Mine, Çeviribilimin Temel Kavram ve Kuramları, Multilingual, İstanbul, 2005 Yılmaz, Melike, 'A translational journey: Orhan Pamuk in Inglish', YL tezi, Boğaziçi

Üniversitesi, 2004 Yücel, Faruk, Tarihsel ve Kuramsal Açıdan Çeviri Edimi, DOST, 2007

123

Koksal, Nilüfer, Orhan Pamuk’un Kara Kitap adlı romanının Rusça çevirisinde tümce yapılarının sentaks açısından incelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Ayşe Dietrich, 122 s.

ÖZET Düşünce, kültür, yaşam biçimi bakımından farklılaşan gruplar arasında kaçınılmaz

ve zorunlu iletişim gereksinimine cevap bulmaya çalışan çeviri, insanlık tarihi kadar eski

bir edimdir. Cicero’nun ünlü 'non verbum de verbo, sed sensum exprimere de sensu

(sözcüğü sözcüğüne değil, duygu duyguya/anlam anlama)' sözleri uzun yüzyıllar boyunca

çeviri üzerine yapılan tartışmaların özeti olmuş, serbest çeviri/sadık çeviri eksenini

belirlemiştir. Çeviriyi kuralcı yaklaşımla ele alan Etienne Dolet, John Denham, Alexander

Fraser Tytler gibi isimler kesin çeviri ilkeleri oluşturmaya çalışmış, ‘çeviri nasıl yapılır’

sorusuna tek ve net cevap aramıştır. Zaman içinde çeviri çok boyutlu, karmaşık ve öznel

bir edim olarak görülmeye başlamış, sabit kurallar yerine esnek betimleyici yaklaşımlarla

değerlendirilmiştir. Eugene Nida ve Noam Chomsky’nin eserlerinde derin yapılardan söz

edilmiş, İtamar Even-Zohar, Gideon Toury gibi çeviribilimciler Çoğul Dizge ve çevirinin

onun içindeki yeri üzerine çalışmalar yapmış, Reiss ve Vermeer’in eserlerinde ise kaynak

odaklılıktan erek odaklılığa geçiş tamamlanmıştır. Kültürlerarası diyaloğun temel

koşullarından olan çeviri, bilimsel araştırmalara konu olmaya devam etmektedir.

Orhan Pamuk’un Kara Kitap romanının Rusça çevirisini incelemek, bir anlamda

kültürlerarası diyaloğun daha sağlıklı ve akıcı olmasına katkıda bulunmaktır.

Çalışmamızda, kaynak ve erek metinler arasında kıyaslamalı analiz yaparak O. Pamuk’un

belli başlı üslup özelliklerinden olan sentaksını çeviride korunup korunmadığı belirlenmeye

çalışılmıştır. 512 tümce örneğinin incelemesinin sonucunda örneklerin yaklaşık %61’i bu

ya da şu şekilde yapısal değişime uğradıkları görülmüştür. Bu değişimin çoğu durumda

uzun tümcelerin daha kısa tümcelere bölme şeklinde olduğu gözlemlenmiş, mümkün

olduğu durumlarda çeviri örneği sunulmuştur.

Köksal, Nilüfer, The analysis of the syntactical structures in Russian translation of Orhan Pamuk’s novel The Black Book, Master’s Thesis, Advisor: Prof. Dr. Ayşe Dietrich, 122 p.

ABSTRACT

Societies, differing in the aspect of mentality, culture, life style, has always unevitably

and compulsory need an intercultural communication vehicle. Translation, in its challenge

to find a proper and satisfactory answer to these needs, seems to be as old human activity as

the world itself. Cicero, with his famous 'non verbum de verbo, sed sensum exprimere de

sensu’, has actually started the discussion, lasting for centuries: discussion between loose

and faithful translation methods. The names like Etienne Dolet, John Denham, Alexander

Fraser Tytler had demonstrated the normative approach to the fenomen of translation,

trying to put some certain rules and principles of ‘right’ translating. Later, translation was

estimated as an unique, multidimentional and complex activity; flexible discriptive theories

took place of strict normative approaches. Noam Chomsky and Eugene Nida made their

contribution to the translation studies with the ‘deep structures’, scientists like Itamar

Even-Zohar and Gideon Toury worked on Polysystem and target-oriented translation

methods. Orientation on target text found its final discription in the Skopos Theory by

Hans Vermeer and Katharina Reiss. Translation, as the absolute condition of the

intercultural dialog, continues to be an object for scientific studies.

Long sentence with complex syntactic structure is one of the most important features

of Orhan Pamuk’s novel ‘The Black Book’. By comparative analysis of 512 examples of

source sentence-target sentence couples we found that approximately 61% of the examples

has undergone certain structural changes in some way, mostly by being divided into a few

shorter target sentenses. We also gave our version of target sentence where possible.