hüseyin cöntürk - Turuz · 2019. 6. 25. · TURGUT UYAR HÜSEYİN CÖNTÜRK GİRİŞ. Dünyanın...
Transcript of hüseyin cöntürk - Turuz · 2019. 6. 25. · TURGUT UYAR HÜSEYİN CÖNTÜRK GİRİŞ. Dünyanın...
hüseyin cöntürk
TURGUT UYARasım bezirci
EDİP CANSEVER2 inceleme
de yayınevi
BİRİNCİ B A SK I: AĞUSTOS 1961
de yayınevi tabmbûl, CaûaloğluNuruoemaniye Cad. 9 t T A : t» 85 97
Bayta düzeni : Metin YasavulD izg i: Brdoğan K antürk; T ertip : Kaim K alebas; Düeelti F . Bengü; B a tk ı; Ziya K etahte.
İSTANBUL MATBAASI — Nuruormaniye Cad, 90
turgut uyor edip cansever
ELEŞTİRİ KİTAPLARI : 3
T U R G U T U Y A RHÜSEYİN CÖNTÜRK
GİRİŞ.
Dünyanın En G üzel Arabistan* çıktığı zâman çok sevindim. Çünkü bu kitap biraz geç kalmıştı. İçinde o ana kadar hiç okumadığım bir iki şiirin bulunmuş olduğunu görmek''beni aynca sevindirdi. Buna karşılık, 1053-4 yıllarında yazılmış bir kaç güzel şiiri kitapta bulamamak beni üzdü. Bence, Arabistan bu şiirlerle birlikte daha büyük bir bütün oluyor, ve değeri daha de artıyor. Bu şiirler olmayınca Uyar’ın «kişisel destanı» m tanımak biraz güçleşiyor. Başkalarım bilmiyorum. Belki onlar yalnız Arabistan kitabı Üe Uyar’ı anlayabilmiş ve değerlendirebilmişlerdir. Ben bunu elimdeki yardıma şiirlerle bile başaramadım. Onun için, iste- mlye istemlye de olsa, yeni ip uçlan bulurum umudu ile, Tür- klyem ’i yeniden okumak işine koyuldum.
Bugün Türkiyem’l okumak bana iki bakımdan faydalı oldu. Biri, Uyariı daha iyi tanımama yaradığı İçin, öbürü, şiirimizin o zamandan (1952) bu zamana ne kadar geliştiğini gösterdiği için. Ataç’m Uyariı öven «Önsöz» ünü okurken gülümsemeden edemedim : demek o dönemde Uyariın şiiri beğenilebllecek, bir şiirdi. Başkalarım bilmem ama ben bu Idtapta «güzellik» namına peıt bir şey bulamadım. Bu, belki de,, türkiyem *de O. Veli (-O . Ri- fa t-M . Cevdet) devrlmlerlni henüz henüz sindirmeye başlamış; bir ayağı henüz onların gerisinde olan bir şiir zevki yattığı içindi.
UYAR’IN Ö Z E L L İK L E R İ..
Arabistan'daki. «Akçaburgazlı» ve «Kantar Memuru» ile ilgili şiirleri okumadım. Okuyanlar üzerinde dururlar1. Ben Arabistan'ın geri kalanşiirleri ile Arabistan’a girmeyen şu şiirler özerinde durarak Uyar’t incelemek niyetindeyim: «Kendime Dair», «Elbette Güzel Günlerimiz Olacak», 1951; «Bir Ateş Yakıp Bir Dağ Başma...», 1952; «Deneme», «Sevmek Herkesin...», «Gece-
ı ı İncelem e İşlemimde iArObistan» dediğimde bu şiirler dışta tutulmuştur.
5
de Irmak», «Deniz Kenarında», «Dar Vakitlerde Sevişmiştik», «Bir Yeri Var Ki...», «Inadina Başıboş Aşk», «Yitiksiz», «Tel Can- bazırnn Rüzgârsız Aşklara Vardığım Anlatır Şiirdir», «Senfoni», 1954. Uyar, bu şiirlerde, oldukça derli toplu bir bütünlük gösteriyor. Bununla beraber, onu daha iyi anlayabilmek için zaman zaman Türkiyem’e (hattâ 1949 da çıkan ilk kitabı Arz*» ffd/’e) başvurmam gerekti. Bundan ötürü yer yer oradan da örnekler aktaracağım.
Uyar’ın sözünü ettiğim kitap ve şiirlerini incelemekle vardığım sonuçlardan başlıcalan şunlar:
(1) Uyar’ın yaşamında baskın olan öğeler mutsuz öğelerdir. Mutlu öğeler bol bol varsa da bunlar mutsuzlar tarafından gölgelenmekte, abluka edilmektedir.
(2 ) Uyar mutsuzlukları mutsuzlaştırmak çabasında olan bir şairdir.
(3) Bu çabalarında başarılı olamayışı ya da başanlannm geçici oluşu dolayısiyle o eğreti bir şairdir.
(4) O .reel dünya ile teraziye vurulabilecek bir hayal dünyası yaratabilen bir şairdir.
(5) Gerek içinde bulunduğu dünyayı gerekse kendi yaşayış dünyasını somut ve sembolik öğelerle anlatan bir şairdir.
(6) -Anlatırken «şaşırtmak» ye «çoğaltalı» bir- teknik kullananbir şâirdir.
Uyar’ı bu açılardan ayn ayrı ele almak çok güç. Çünkü bunlar birbirlerile iyice kaynaşmış durumda. Onun için , ben oldukça özgü; bir örgü içinde çalışmayı tercih edecek, fırsat nasıl gelirse Uyar’ın şu ya da bu özelliği üzerinde işleyeceğim.
DÜNYA.
Şairin iyi bir şair olması için bir «dünya görüşü» olması şart değildir. Ama «özel bir dünyası» olması ya da «dünyaya özel bir bakışı» olması şarttır.
Uyar da kendisine özgü bir dünyası olanlardan. Bu yüzden önemli bir şair o. B ir kusuru varsa o da dünyasının «biraz fazla» özel olması, öy le olunca, okuyucunun onu bütünsü paylaşması, kavraması güçleşiyor, okuyucu o dünyayı biraz fazla soyut, hiç değilse biraz fazla sembolik buluyor.
Uyar’m dünyasını daha iyi anlayabilmek için şairlerde rast- layageldiğimiz dünyalan hatırlatmak isterim.
İçinde yaşadığımız bir dünya var. Buna «dış dünya», «reel dünya» diyoruz. B ir de içimizdeki dünya yar, Buna da «iç dün-
6 TURGUT UYAR
ya» diyoruz. Adlan ayn ama ayn peyler değiller. Çünkü birini Şekillendiren öteki.
Dış dünya çok karmaşık bir şey. Bu yüzden şair üzerindeki etkileri de çeşitli ve karmaşık. Bu etkiler şairin dünyasını- durmadan değiştiriyor. -
Şairin iç dünyası bir de kendi kendine değişiyor. Hele zamanla.
tç dünyası değişen şair o kadarla kalmıyor. Dünyaya bakış ta m , ona karşı davranış tam , dünyadaki olay ve nesneleri değerlendiriş ta m da değişiyor.
Buna göre, dış dünya hem kendi başına değerleri olan bir ■varlık; hem de şairin bakışına, görüşüne göre değer alan bir varlık oluyor.
Bundan ötürüdür ki şairlerde rastladığımız «dünyalar» çok çeşitlilik gösteriyor.
Bu çeşitli dünyaların başlıcalan şunlardır:Dış dünya ya güzeldir ya çirkin. Ya iyidir ya kötü. Hem iyi
dir hem kötü. İyidir ama kötü yanı da vardır. Kötüdür ama iyi yanı da vardır. , .
İç dünyamızda ya kederliyiz ya sevinci. Ya mutluyuz ya mutsuz. Hem mutluyuz hem mutsuz. Mutluyuz ama mutsuz olduğumuz da var. Mutsuzuz ama mutlu olduğumuz da var.
Yaşam (iç ve dış dünyalar bileşkesi) ya acıdır ya tatlı. Hem tatlıdır hem acı. Acıdır ama tatlı olduğu da var. Tadıdır ama acı olduğu da var.
Yaşamda (ya da reel dünyada) iş yok, o çekilmez. Bizi kurtaracak olan «öbür dünya» dır. O halde ölüm iyi bir . şeydir.
Yaşam ne kadar kötü de olsa «ölüm dünyası» ndan iyidir.İçinde bulunduğumuz dünya kötü, acı. ölüm dünyası da
İstenen bir şey değil. «Geçmişte yaşadığımız dünya» da var ne. varsa. Bizi ona sığınmak kurtarır, o yaşatır.
Dünyaların her türlüsü kötü olabilir, bizi karamsar edebilir. Ama «yarının dünyası» böyle olmayacaktır. Bu umutla dayanmalı, çalışmalıyız.
Beel dünya, geçmişteki dünyamız, ne de öbür-dünya, bunların hiç birinde iş yok. Yunam dünyasından da bir şey . beklenemez. Bizi ancak «hayalimizdeki dünya» (düş dünyası, masal dünyası) yaşatabilir. «Metafizik dünyamız» kurtarabilir.
K L İŞE -Ö Z E L
«Metafizik dünyalar» bir yana, bütün bu dünyalara, birine
TURGUT UYAR 7
ya da bir kaçma, her şairde rastlanır. Bu dünyalar klişeleşmiş, beylikleşmiş durumdadırlar.
Beılce, şiire'giren bir dünya bir ötekinden üstün sayılamaz. Başka bir deyişle, şairin şiirini «güzel» kılan şey şiirindeki dünyanın şu ya da bu cinsten oluşu değildir.'Dünyalar kendi başlatma «estetik» değildirler (non-esthetic).
Klişeleşmiş bir dünya çabucak okuyucu bulur. Çünkü okuyanların da dünyaları çokluk klişeleşmiştir. Kolay okuyucu bulmak avantasına karşılık, klişe bir şiirin «iyi bir şiir» olması ihti-
■ mali azdır. Çünkü klişe bir teme kendinden özel bir şey katmak, onu güzel bir tarzda ortaya koymak o kadar kolay değildir. Klişe temleri işleyenler çokluk büyük şairlerin düşük seviyeli bi» benzeri olmaktan ileriye geçemezler.
En az klişe olmaya aday dünyalar şairlerin yarattıkları «özel dünyalar» dır, «metafizik dünyalar» dır. Bir şairin özel bir dünyası olması onun için büyük bir avantadır. Çünkü bu, onun önce gelen şairlerden nisbeten bağımsız iş görmesine imkân verir. Buna karşılık, özel bir dünyanın okuyucu tarafından kavranılması, duyulması, yaşanması ihtimali zayıftır. Bu yüzden de dünyası fazla özel olan şairlerin çokluk okuyucusuz kaldıktan, sonuç ola rak da «şairlik seviyesi» ne yükselemedikleri görülür.
UYAR’IN DÜNYASI
Uyar’m Arabistan’dan önce yazdığı şiirler klişe dünyalarla doludur. Yalnızlığı yenbe, mutsuzluktan yakınma, içinde yaşadığı çevreden gönenme, bugünden çok yarma belbağlama teinleri gibi temlere sık sık rastlanır. Bunlar, bir kişiliği olmadığından, üzerlerinde durulmaya değmez. Ancak Arabistan’ladır ki Uyar üzerinde durulmaya değer dünyalar getiriyor. Bunların bir kısmı gerçi yine «ldişe» dünyalardır. Ama bunlan bize o kadar farklı bir düzen içinde sunuyor kİ...
Şöyle de söylenebilir: Arabistan bize, kendine özgü «büyük bir dünya» getiriyor. «Tek» bir dünya. Onun) içinde klişe dünyalar da var, olmayanlar da. Ama bunlar bizim «ItUcarimM teker teker çekmekten çok, o büyük dünya içindeki yerlerile ilgilendiriyor. Bu dünyalar kendileri, ile bitmiyorlar, daha öteye uzanıyorlar. Öyle olunca «klişelik» diye b ir şey de söz konusu olamıyor artık.
DÜNYA V E DÜNYALAR
Bir şairin İyi b ir şair olması için bize getirdiği dünyanın
8 TURGUT UYAR
«büyük» olmasına, «tek» olmasına, «çelintisiz bir bütün, tejldl etmesine»... ihtiyaç yoktur.
Örnek olarak ilahim ile Tarancı’yı alalım.Haşim’de gördüğümüz dünya basit ve dar olan «tek» bir
dünyadır. Kabaca söylenirse, «melâl» e indirgenebilir. Fazla dar olduğu için «yoğunluk» kazanması ihtimali artmıştır. Yoğunluk, şiir için iyi bir şeydir. Çünkü bu, şiiri düz yazıdan ayıran bir niteliktir. Ama Haşim’den daha öz şair olan bir kimse, ayni tek dar dünya içinde yaşıyorken, onun verdiği yoğunluğu şiirlerine verebilir mi? Hiç sanmıyorum. Sadece aşk ve aynlık şiiri yazıp da b ir haşan seviyesine yükselememiş şairlerin sayısı az mıdır? O halde dünyanın tekliği, darlığı, yalnız başına, şiiri estetiksel bir yapıt yapmaya yetmiyor.
Tarancı’ya gelince, onda gördüğümüz dünya tek değildir, çokludur, örneğin onda hem mutlu hem mutsuz olan dünyalar var. Hem yaşamı hem ölümü tutan dünyalar var. Daha başkaları da var. Hattâ bunlar zaman zaman biribirlerile çelintili duruma lar, bağdaşmaz durumlar yaratıyorlar. Ama bu hale bakıp da Tarancı’yı kötülemeye kalkıyor muyuz? «Şair dün öyle duymuştu, bugün böyle» deyip bağdaşmazlıkları tabii görmek yolunu tutuyoruz.- Hattâ karşımıza böyle bağdaşmaz durumlarla gelen bir şairin Tarancı gibi «samimi» olması da şart değildir, denebilir. Şair, duymadan, İnanmadan da bize böyle çeşitli, biribiriiıi tutmaz dünyalar sunabiliri Zekâsı ile, bilinçaltı ile. Kısacası, bir şairdeki dünyalanfl (teinlerin) blribiriyle bağdaşmazlık göster-, mesi olağan bir şeydir. Fakat bu durum ne şairden yana, n e de şaire karşı kesin bir koz olarak gösterilemez: dünyaların bağdaş» maz olması, bu dünyalar teker teker iyi verilmemişse şair için bir zayıflık kaynağı olur. Tersine, biribiıile bağdaşmaz da .olsalar, iyi bir tarzda bize sunulan dünyalar «çeşitlilik» ve «zenginlik» sağlıyocaklanndan şair için bir güc olur. Şairi «iyi» yapan şey, her şeyden önce, bu dünyaların veriliş tarzında gizlidir, bu dünyaların biribirine göre ilintileri sonra gelir. .
Uyar’a geçersek, ondaki dünya «tek» olduğu' için Haşim’i hatırlatıyor. Fakat bu dünya «büyük ve kompleks» olduğu için Haşim’inkine benzemiyor, ö te yandan, Uyar’daki küçük dünyaların çoğu biribirile bağdaşmaz durumda, ayn kategorilerin malı durumda. Hiç değilse, ilk bakışta öyle. Tarancı’da da dünyalar biribiıile bağdaşmaz 'durumda. Fakat Uyar Tarancı’ya da benzem iyor: Taıancı’ntn dünyası,, omun küçük dünyalarının toplamından küçük, Uyar’ın dünyası ise anım küçük dünyalarının toplamından büyük. Çünkü Uyar’daki dünyalar biribirlerile teker te-
TURGUT UYAR 9
ker uyuşmazlık halinde de olsalar, bir araya gelince büyük bir bütüne gidebiliyorlar, bir ana eğilim çizgisi üzerine düşebiliyorlar. Tarapcı’da isö böyle bir şey yok.
Burasını bir başka türlü de söyleyebilirim : Tarancı’nın nasıl bir şair olduğu, değerinin ne olduğu sorulsa, onun bazı (küçük) . dünyalarının üzerinde pek fazla durmadan, hattâ onlan görmezliğe gelerek, bir cevap vermek mümkündür, örneğin Ta- rancı’nın gerek dış dünyayı gerekse kendi yaşamını sadece mutlu. olarak yansıttığı şiirler görmezliğe gelinirse, o, Tarancı olarak, belki daha yoğun bir kişilik karanmış olur, hiç değilse, değerinden bir şey yitirmez. Uyar ise yoğunluğunu, böyle «eksiltmelerle» değil, «eklemelerle» kazanıyor: Uyarın nasıl bir şair olduğunu anlayabilmek için onun bütün dünyacıklanm kullanmaya, hattâ bu dünyalar arasında gedikler kalıyorsa onları sezgimizle doldurmaya ihtiyaç vardır. Buna göre, kısaca denilebilir ki, Tarana «söylediklerinden az», Uyar «söylediklerinden fazla» bir şairdir. Bu İM şairden hangisinin daha makbul olduğunun tartışılmasını ise ben kendi hesabıma gereksiz bulmaktayım.
ÜÇ FAZ
Uyaridakl çeşitli dünyaların (küçük dünyaların) b ir bütün kurabilmelerinin hikmeti, bence, Uyarira duygu, üs ve muhayyile katlarındaki verilerinin biribirini tamamlamasıdır: Biribirine benzemez tabiattaki bu üç örneğin teker teker sınırlı bir önem taşımalarına rağmen — bir araya gelince, biribirine eklenince, üç fazlı elektrik akımlarında olduğu gibi, çarpıcı olmasıdır.
Uyar’daki ana faz «duygusal» dır. Yani önda en bakir edan şey duygulardır. İçinde bulunduğu dünya, onun ilk olarak duy- gtılannt harekete getiriyor. Reel dünya ona hem iyi hem de kötü izlenimlerle geliyor. Ama daha çok kötü. (Şairde nötr izlenimler de varsa da bunlar baskın durumda olamıyorlar, yerine göre ya iyiler ya da kötüler kümesine sokulabiliyorlar.) Ne var ki reel dünya ister iyi ister kötü olsun, Uyar’m bu dünya karşısındaki duygulan hanen hemen her zaman mutsuz. O, dünyadaki iyi şeyler karşısında bile şöyle içten, sürekli olarak gönenemiyor. Bunun sebebi, bu iyi şeylerin çokluk kötü şeyler tarafından «abluka» edilmiş olduğunu, görmesidir..
Buna rağmen Uyar mutsuzluğun şairi değildir: O mutsuzluğuna sebep olan dünyaya, ne .esef ediyor, ne de ona başkaldı- nyor. Mutsuzluğu işlemiyor o. Mutsuzluğu enine boyuna işlemekten Uyariı. alıkoyan şey ise onun aklıdır (ikinci faz). Ona
10 TURGUT UYAR
aklı (zekâsı) öğretiyor kİ. dünya karşısında insanın mutlu olmaktan çok mutsuz olması daha çok tabiîdir. Dünyada mutsuzluk bir oldu bittidir. Bu durum karşısmda insana düşen şey, ya bu tatsız dünyaya alışmaya çalışmak, ya da ondaki mutsuzlukları azaltmaya çalışmaktır. Şair işte şiirlerinde' yer yer bu iki ters yönlü çareye baş vurarak kendi kişisel mutluluğunu sağlamaya çalışıyor. Ama bu çabasında pek başarılı olamıyor. Gerçi mutluluk yolunda arada bir ilerleme yaptığı olmuyor değil. Ama bu, ka-, rarlı bir ilerleyiş olmuyor. Bakıyorsun bir ara gerisin geri itilerek çıkış noktasma, bazan ondan da geriye, bakir duygusal mutsuzluğunun katma atılıyor. Bu durum onu bir «eğretiliğe» düşürüyor : Mutlulukla mutsuzluk arasında her an dengesi değişen, daha doğrusu dengesi her an tehlikede olan bir cambaz eğretiliğine. Fakat o yine de yılmıyor. Yeniden yeniye albaştan edip dâvasını, emelini gerçekleştirmeye çalışıyor. İşte bu böyle sürüp gederken şaire zaman zaman bir kurtarıcının el uzattığı görülüyor. Bu onun muhayyilesidir (üçüncü faz). Muhayyilesinin yaptığı şey şairi ya içinde yaşadığı reel dünyadan uzaklaştırarak b ir «serazat dünyası» na götürmek, ya da reel dünyayı görmezliğe gelmesine imkân veretek bir karanlığa (aşkî karanlığa) sokmaktır. İşte şair mutlu oluyorsa bu iki halde mutlu oluyor. Bu iki halin birlikte kurduğu dünyayâ. «kurtuluş dünyası» denebilir.
Ne var- ki şaire kurtuluş dünyasının getirdiği mutluluk da kararlı değildir. Hattâ bu çok debi bir «yalan dünya» dır, «düş dünyası» dır. Şair bu kurtuluş dünyasının mutluluğundan uyanıp kendüıi yine reel dünyada buluyor çok geçmeden. İş te bu .durum da ona bir eğretilik veriyor. Mutlulukla mutsuzluk arasında bir denge bulamamaktan ileri gelen b ir eğretilik.
Kısaca denilebilir ki, Uyar’m şiiri, iyi ve kötü olan reel dünyalarla, şairin mutlu ve mutsuz olan reel dünyaları ve mutlu olan kurtuluşsa! dünyalarının son derece kompleks olan bir karışımından İbarettir. Uyar’da bu dünyalar arka arkaya, iç içe tekrarlanır. O kadar ki bir tek şiirde bu dünyaların hepsini de bulmak mümkündür. Fakat bu dünyalar teker teker var olan şeyler olmayıp, biribirlni tamamlamakta ve .Uyar’a büyük bir dünya kazandırmaktadır. işte bu büyük ve karmaşık dünyadır ki Uyar*! bir çok geçmiş şairlerden ayırmakta, ve ona onların arasında bir paye vermektedir.
Uyar’m dünyasını tanıtmak üzere burada kurduğum genel şema şüphesiz İd az çok soyut olmaya mahkûmdur. Okuyucularım bu şemaya fazla bağlanma salar da olur. Şüphesiz ki bu şemaya hiç bağlı olmadan da Uyar’m şiirlerinden zevk almak mâm-
TURGUT UYAR 11
kündür. Ama bana öyle geliyor ki Uyar gibi karmaşık bir şairin şu ya da bu şekilde bir şemalanması yapılmazsa onun şiirinin hakkı iyice verilemez. Bu kaygı iledir ki ben de, biraz fazla soyutlama pahasına da olsa, buradaki incelemeyi size sunuyorum.
Şimdi Uyar’da var olduğundan söz ettiğim dünyaları (temleri) bir bir görmeğe geçelim.
KUŞATILM IŞ ŞAİR.
Uyar’da yaşam «büyük bir ev» e benziyor. Fakat abluka edilmiş durumdaki bir eve («Büyük Ev Ablukada», Arabistan, sayfa 6 4 ). Eyi şeyler yok değil yaşamda. Ama eyi şeylerin ömrü geçici. Çünkü bunlar kötü şeyler tarafından kuşatılmış durumda. Kötü şeyler şairin iyi şeylerden gönenmesine engel oluyor. Kötü şeylerin larkharamller gibi mutluluğumuza kastetmiş bir durumları var :
ömrümüz yükte hafif, bahada ağırAman vermez haramilerden kaçmlmış.
(Türkiyem , 57)Kısacası, yaşam, abluka altındaki bir ordunun, kalenin, evin
acı durumunu andırıyor, ve içinde mutlu şeyler de olsa, bize mutlu duygularla varabilme şansım yitiriyor.
Şairi kuşatan, dünyadan gönenmesini önliyen tek nesne, her şeyden önce, işidir. Bu, bir küçük memurun masa başındaki tek renkli İşid ir:
Serseriliğe, insanlara, toprağa meylim var.Ama gel gör ki bir masa başındayım akşama kadar.
(«Kendime Dair»)Meymenet Sokağının tadım hep bilirim ama gidememDturur dosya düzenlerim akşama kadar
(Arabistan, 14)Daha ellialb dosya var düzenliyeceğim
U r bıraksalarSonra başka şeyleri özlemeye
(Arabistan, 15)Bir cumartesi günü herkes dışarıda bir arkadaşı ile vaktini
geçirirken o, dört duvar arasında hapsedilmiştir, sıkboğaz .edil-f in iştir:
Sonra bir ağustos ayında bir cumartesiB ir büroda bir adamı sıkboğaz edecekler
12 TURGUT UYAR
önünüze dört pencere dikilip duracak Bu ne biçim gök mavi Bu ne biçim beyaz alımlı B ir kadınla bir adam öpülecekler Bir siz kalacaksınız
(•Fakir Avuntu»)Şairin yalnızlığı da onun eyi şeylerden bu arada tabiat güzel
liklerinden paydaş olmasına engel oluyor:Sular, evet Bulutlar, hay ha]Yıldızlar, amennaBilmem anlatabildim mi baylarVar obuam sebebiledir susuzluğum..
Akşam oldu mu yatıyorum Sular, bizim için Bulutlar, zaten Yıldızlar, tam bize göre Sokaktan bir kadın geçer bizim -olmayan Yalnızlık hem içimden hem dışımdan
(«Bir Yeri Var ki..»)Tabiat güzelliklerinden paydaş olmamıza şehirler de engel
oluyör:Ben bu şehre nereden geldim Bir avuç gök yüzü için başım havalarda
(«İnadına Başı Boş Aşk»)Şehirleri insan kendi mutluluğu için yapıyor. Ama anlar b ir kere yapıldı mı sevimsizleşiyorlar:
Şimdi bil taşlan biz çektik değil mi ocaklardan Bıi asfaltı biz döktük biz onardık değil mi Bu yapılan onlkt kat yapmak bizim aklımızdı
(«BüyiikVEv Ablukada», Arabistan, 65)Bakın bu şehri ben kurdum ben büyüttüm ama seve
medim(Ayni şiir, 64)
Böylece, şehirler büyüdükçe elden’ çıkıyorlar, hattâ en kutsal .şeylerimizi» bizim asıl mutluluğumuzu getiren şeyleri (örneğin, «geyikli geceyi») kuşatıyorlar, onlara kastediyorlar s •
Glâdyatörlerden ve dişlilerden Ve büyük şehirlerden
TURGUT UYAR 13
Gizliyerek yahut döğüşerekGeyikli geceyi kurtardık
(Arabistan, 3)Uyar, şehirlerin bu isteğimizle kurulmasına rağmen sonunda
bizim olamayışlarım, hattâ bize .karsı çıkışlarını «abluka edilmek» sembolü ile canlandırıyor. Şehirleri mutluluğun için kuruyorsun, ama onlar sonunda mutluluğunun kuyusunu kazıyor, seni abluka ediyor. Besle kargayı oysun gözünü gibi bir şey oluyor. Bu durumu Uyar’m tarihsel bir boyutu olan «abluka»' deyimi ile anlatması hem bu deyim somut olduğu için hem de ona benzer tarihsel deyimlere şair bizi ba$ka şiirlerinde alıştırdığı için etkili oluyor. «Abluka» yı görünce şairin başka şİİrlerlle kuzmuş bulunduğumuz «tarihsel imajlı dünya» biraz daha büyüğe gidiyor.
Uyar’m şehirlerle, bu arada, şehirlerin ayrılmaz bir rüknü olan kalabalıkla, arasının eyi olmadığım gösteren başka k esitle ;:
«bizleri kapıdan üfüıen şu şehir»(Arabistan, 62)
O bütün huzursuzluğumuz olan şehir... - (Arabistan, 71)
Bir kalahalık vardı sanydı utanmazdı geçkindi (Arabistan, 53)
♦yükselen küflü kentli buğuya kalabalıktan»(Arabistan, 68)
Kalabalığı silkeledik üstümüzden geceye buyurduk (Arabistan, 69)
Kadınlar adamlar şehri uğultularla dolduran namussuz kalabalık
(Arabistan, 13)Şehirlerin b ir başka rüknü olan lokantalarla da (hele sahan
da yumurta gibi ayak üstü yemeklerin yendiği lokantalarla) Uyar’m arası iyi değildir:
«ara sokaklarda pis lokantalar»(Arabistan, 68)
Kandırdılar 23 lira 10 kuruşumu aldılar ilâ kadehe90 kuruşu da ben tutup garsona verdim
.(Arabistan, 53)B ir de acun yar ben içindeyimBen İçindeyim tüm itlikler sahanda yumurtalar onun
İçinde
14 TURGUT UYAR
Orospular içinde Hurşit Bey içinde sen içindesin (Arabistan, 11)
Bu son $iirde olduğu gibi, Uyar, yalnız şehirlerden değil, genel olarak acundan yakınmaktadır. O acunda her türlü itlikler vardır. Orada «kefiller», «bonolar», «borçlar» vardır. Orada «ikramiyeler» Uyar’sız çekiliyor, yani Uyar’a hiç ikramiye çıkmıyor (Bak : Geyikli Gece», Arabistan, 3 -5 ). Orada üstelik savaş v a r :
Ve ölünce b e ; on bin birden ölüyorduk güneşe karşı (Arabistan, 3)
Acundaki uygarlık ürünleri bile (telefon, sinema, radyo, uçak gibi) mutluluk getirmiyor. Neon lâmbaları gecemizi aydınlatacak yerde karartıyor:
Balon bu şehri ben kurdum ben büyüttüm ama sevemedim
TURGUT UYAR 15
Bizi tutkulara çağırdı, otobüse sosise buz dolabına Telefona sinemalara radyolara bir sürü kancık sevdalara Sürü sürü mutsuz alışkanlıklara
(Arabistan, 64-65)Artık uçakları hoş görürüm
(Arabistan, 62)Neon lambaları büsbütün karartır gecemizi
(Türkiyem, 49)Neonlar ve teoriler ışıtamaz yanım yöresini
(Arabistan, 4)İşte bütün bu sevilmez nesnelerde dünya «kaçmasız» bir
dünyadır, ondan kaçılamaz. Çünkü o İmâ kötü nesnelerde sarmış, kuşatmıştır. Bu dünyadaki yaşama «tıkalı b ir yaşıma» d ır:
Hani dağdan İnmiş herifler biri bıyıklı öbürü daha daha Korkudan bir türlü doğal anlam katan tıkalı yaşamalara
(Arabistan, 68)Bunlar kimin kovaladığı sürüler böyle kaçmasız dün
yalarda(Arabistan, 69)
TAM ABLUKA
Bu hal, eyderin bütünsü ortadan kalkışını, hâlin her türlüsünde mutsuzluğun kaçınılmaz oluşunu tasvir ediyor:
Ha kavgada ha aşkta
Bu gök bomboş ha kavgada ha aşkta • ■ (Arabistan, 64)
Düşkünlükte ve esenlikte Zamanımız apayn bize göre
( «Senfoni»)Ben kaçmıya çabalıyorum hoşnut muyum Siz kaçtığıma yerde hoşnut musunuz
(Arabistan, 12)
16 TURGUT UYAR
YAN YANA
Yaşamda «eyinin kötü tarafından kuşatılmasına», «eyinin kötüleşmesine» o kadar çok raslanıyor ki «eyinin yanı başmda kötünün de bulunuşunun tabii sayılması gerektiği» düşüncesine varmak güç olmuyor. Bu düşünce ile realiteyi İyiler ve kötüler bileşimi olarak kabul eder oluyoruz. Uyar’da en çok sunulan durum da denilebilir ki budur. Ben burada bir kaç misal vermekle yetineceğim. Aşağıda «Semboller ve Somutluk» bölümünde bir kaç yenisini daha ekliyeceğim bunlara:
Hem olmuş, hem olmamış istediğimiz.(Türktyem , 57)
Bir yanımda sevgilerim, bir yanımda sancım (Türkiyem, 49)
Bir yanımız kan revan içindeydiB ir yanımız sütbeyaz akşamlarda
(«Dar Vakitlerde Seviştik»)İçine karıştığımız şu kalabalık,Yansı mor, tozpembe yansı,
(«Ya Bizim Ya Tanrının»)Kadınlar adamlar şehri uğultularla dolduran namussuz
kalabalıkYorgun kalabalık iyi kalabalık' alaycı düzenbaz kalabalık
(Arabistan, 13)Düşündüklerim bir açık bir koyu
( «Bir Yeri Var K İ» )Ve ölünce beş on bin birden Ölüyorduk güneşe karşı.
(Arabistan, 3)Kararmış tahtalarda yerleşmiş mutluluklar gördükO bildiğimiz eskimiş güneşten dipdiri ışıklar
(Arabistan, 14)
Mezarlı eyüplerde ve deniz kenarlarımda (Arabistan, 67)
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışknndan Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
(Arabistan, 20)Bir kere geliyorum boş tenekeler Kirli sular bulanık sular temiz sular
(Arabistan, 63)ö lü kadınların öpülü çocuklar doğurması
(Arabistan, 67)İçinde bulunduğu bu iyüer-kötüler dünyasını Uyar «tabii» buluyorsa, onu bir «oldubitti» diye kabul ediyorsa, bu, dünyadaki kötülere insanın sebep olduğuna inandığmdandır. Dünyanın insanın istediği, özlediği gibi olmasına engel yine insandır;
Var- olmak sebebiledir susuzluğum..(«Bir Yeri Var ki;..»)
Tel canbazı istiyordu ki dünya istediği gibi olsun. B ile bile aldanmaya vardırıyordu işi. Ama olmuyordu kendisi vardı.
(Arabistan, '52)Bakın.bu şehri ben kurdum ben büyüttüm ama seve
medim(Arabistan, 64)
Tabii, yalnız kötülere değil, eyilere de sebep yine insandır;Şu kadar güneş şu kadar su yılanı şu kadar düzen •Ben sebepliyim denizlere aylara kavgalara umutsuzluğa
(Arabistan, 17)Buradaki «su yılanı», «kavgalar» ve «umutsuzluk» kötü olan (mutsuz olan) dünyaya, «güneş», «düzen», «denizler», ve «aylar» eyi olan dünyaya (hiç değilse nötr «dan dünyaya) ait imaj ya da kavramlardır.
R ed dünya içinde şairin İlk duyduğu duygular çokluk mutsuzdur. Reel dünyadaki kötülüklerin, kötü nesnelerin kaçınılmaz olduğuna aklı hüküm verince şairin duygusal durumu az çok değişiyor. Gerçi şair yine mutsuz olmakta devam ediyor, ama artık mutsuzluğun gelişmesine kapılar da kapanmış oluyor. Mutsuzluğun önü alınmamış olsa bfle arkası alınmış oluyor. B u ise içsel mutluluğunu sağlamaya şair için az şey olmasa ge-
TURGUT UYAR 17
TURGUT UYARrektir.
Şairin — bu arada ana hatlarile tatsız olan dünya içinde —: mutluluğunu sağlama yolunda aklı kendisine başka türlü yardımlarda da bulunuyor. Aklı ona bu reel dünyaya «alışmak» gereklidir diyor. Bazan da reel dünyayı «eyileştirebilirsin» diyor. Bunun üzerine de Uyar dünyaya ya alışmaya, ya da onu eyileştir- meye geçiyor. Bu iyileştirmeye geçişte şairin muhayyilesi de işe karışıyor. Sırasında reel dünyada mıyız, yoksa bir hayal dünyasında mı ayırdedemiyoruz. Bu konuları sırasile aşağıda ele alacağım. Fakat ondan önce, şairin yukanda az çok tanıtmış olduğum kötü ve iyi dünyalarını bize nasıl bir teknikle sunmuş olduğunu göstermem gerekiyor.
SEM BOLLER VE SOMUTLVK
Uyar’ın önemli bir özelliği dünyalarım bize çokluk sembollerle vermesidir. Bu sembollerin bir kısmı soyut, bir kısım somuttur. Fakat Uyar’ın başka bir özelliği de «somut olma» olduğundan onun çoğu soyut sembolleri bir somutluk niteliği kazanabiliyor.
Asıl maksadım Uyariın dünyalarını tanıtmak olduğu için, onun kullandığı sembolleri sınıflara ayırarak vereceğim. İlkin kötü (mutsuz) dünyanın sembollerini, bu dünyayı bize anlatmak için kullandığı somut öğeleri, sonra da eyi dünyaya ilişkin olan- lannı göstereceğim. Uyarda kötü ile eyi çokluk yanyana olduğuna göre, bazı misallerde her iki türlü dünyaya ait semboller yan yana olacaktır.
Üyar bir yerde :Güçsüzdüm isteksizdim kötülüklerle ölümle adamlarla
güçsüzdüm savaşmaya (Arabistan, 66)
diyor. Bu direkt ve.soyut bir söyleyiştir. Şair, soyut da 'söyler somut da. Her iki yolda da başardı olmak mümkündür. Ama her şiirde sadece soyut kalınarak başarılı şair olmak mümkün değildir. Şiir daha çok somut öğelerle şairi zafere götürür. Uyar bunu biliyor. Bize soyuttan çok somut öğelerle geliyor, örneğin yukarıdaki mısrada sözü edilen «yılgınlığın», «bozgunluğun» somut karşılıktan şunlar: «bozulmuş ordular», «uyruğu dağılmış, ülkesi basılmış, atlan öldürülmüş kırallar», «tükenmiş tahtlar» :
Seni anyan sular, seni kışlar, seni adamlar, seni sonunda bozulmuş ordularım
(Arabistan, 37)
18
Güçsüzdüm isteksizdim kötülüklerle ölümle adamları, güçsüzdüm savaşmaya
O kırallara benzerdim ki uyruğu dağılmış utancında acısında yenilmenin
Ülkesi basılmı$ atlan öldürülmüş kadınlan büyük özlemli çocuk yapmaya
Siz osunuz ki sizi ancak cayılmaz en yerinde sözler biçimler anlatır
İlk çağların bakır kuşaklan gibi sağlam savaşlar gibi önüne durulmaz delici
Ozanların kadınlarına bulup söyledikleri o katıksız, özdenlik yüzyıllardır
Tükenmiş tahtlara denizleri üfleyen İpekten a$k ölümünden kandan inci
(Arabistan, 66)Bu şiirlerdeki somut öğelerden, imajlardan büyük bir kısmı «tarihsel» dir. Fakat bunlan anlamak, şiirin içindeki görevini sezmek için özel bir tarih bilgisine ihtiyaç yoktur. Bunlar bir nevi «archetypal pattems» dir, yani bir millette kuşaktan ku$ağa aktarılan, her ku$akta bilinçalüsal bir şekilde millete mal olan imajlardır. Ben bu türlü İmajların sairle okuyucuları arasında çok güçlü estetik bağlar kurabileceğine inandığımdan Uyar’m onlan kullanmakta iyi bir is yaptığı kanısındayım.
Uyar okuyucu İle bağlantısını yalnız «tarihsel» değil başka türlü, imajlarla da kurmayı başarıyor. Bunların İçinde »evrensel» diyeceğim bir tip var ki Uyar asıl bu türlü imajların ustası. Evrensel deyişimin sebebi, bu türlü imajlara esas olan olay ve durumlara herkesin yaşamında rastlanmasıdır. Bunlar tarihsel imajlardan daha geniş v® daha sağlam bir etkiye ni&liktir. Çünkü blı milletin, milletlerin, tarihinden haberdar olmadan da, insan olduğumuz için , genel bir kültürümüz olduğu için, bu imajlar size hitap edebiliyor, örneğin, çocukları sevmek herkese mutluluk getiren bir olaydır. Bunun gibi, ancak çok mutsuz insanlar çocuklar karşısında onlan sevmek, okşamak istemez. Başka b ir deyişle, çocuklan sevmek istemiyen bir insan «mutsuz» durumdadır.
O benim bildiğim sevdiğim bellediğim güneş diye bellediğim güneş değildi odadaki
Mor tozlu halılarda iplik döküntülerinde oymalı cıgara masalarında o değildi
TURGUT UYAR 19
Bu güneşi değiştiren evlerde terzilik yapılır giyimler
prova edilirAcılı gülümser kızlar ağır ayak gebeler kuma; lğneleı
teyel atarHiç içilmeyen likörler saklanır büyük camlı dolaplardaAldım kendimi oralara götürdüm ben bu evlerde döner
kebabı ylyememÇocukları sevmek gelmez içimden gülsuyu koklayamam
durur saçlarımı tararım belki (Arabistan, 18)
Şair, «terzilik yapılan bu evlerde mutlu olmama imkân yok» demiyor. Deseydi bu soyut deyi; olurdu. Onun yerine «terzilik yapılan bu evlerde çocukları sevmek içimden gelmez», diyor. «Çocukları sevmek» evrensel bir imajdır, ve somutluk mertebesi yüksektir.
Bunun gibi, Uyar «hicranlıyım, üzgünüm» diyecek yerde bende çocuk yapamıyan kadınların duyduğu özlem var» demeyi
üstün tutuyor (Arabistan, 66)Bu kandır akıttığımız sıkıntılı pazarlarda
20 TURGUT UYAR
Uyandıkça kan uyandıkça ölü kadınlar sevmesi
Kentlerin kan üstüne kan yaması (Arabistan, QTj
Burada da ;air, mutsuzluğunu, «ölü kadınlan» sevmekten gelen duygulara eğit tutuyor, bu duygularla sembolize ediyor.
«Sulardan, çayırlardan uzak olmak» da Uyar için mutsuzluğu temsil eden somut durumlar :
Sanki döşenmemi; odalarda ak;am güneşleri öy le soğuk öyle kış günü,Yalancı inciden gerdanlıklan öyle kırık öy le sulardan' çayırlardan uzak öyle darmadağın
(Arabistan, 54) ’Mutsuz bir gün de «gözsüz kulaksız» diye nitelendiriliyor:
Yalanlı dolanlı alçak doğruca yaşanmamış bir Bİr gözsüz kulaksız elsiz ayaksız güdük bir gün Bütün yitiklerim karalarım üstiiste iistüste bütün karı
şıklığım(Arabistan, 17)
Acı, iizgüntü, üzüntü, ydgudık, bezginlik, mutsuzluk soyut deyimler olduktan İçin insan duygularının türlü alacalıklarının
(nüanslarının) hakkını vermekte yetişiz kalırlar ve bu yüzden de çokluk şiire yaraşmazlar. Uyar’ın kullandığı tip somut öğeler ise şiiri şiir yapmaya en güçlü adaylardır.
Uyar’da rastlanan başka bir tip imaj da «mecazsal» dır. Bu türlüsü ötedenberi şairlerin malzemesi olagelmiştir. Yukarıdaki şiirde («Kan Kentleri,» Arabistan,■ 67) sık sık geçen «kan» kelimesi böyle bir imajdır. Bu da, yine mutsuzluğun bazı alacalıklarım sembolize etmek üzere kullanılmıştır.
Uyar, bir de, Eliot’vari diyebileceğimiz somut öğeler kullanıyor. Eliot, içinde yaşadığı çöküntü halindeki tatsız ve mutsuz dünyanın kendisinde doğurduğu duygulan sembolize etmek üzere bir çok somut deyişler kullanmış, kendisinden sonra gelen başka şairler de onun yolunda gitmişlerdi. Bu türlü imajlar «kuru kemik» adı ile sembolize edilebilir. Başkcaları şunlardır: kınk' perdeler, üzerinde gazete parçalan ve yapraklar birikmiş arsalar («Prelüde ıv»); solmuş sardunyalar, çarpılmış, burkulmuş nesneler, terkedilmiş bir plâjda kınk kuru bir dal (ruhsuz insanlan temsil ediyor), bir fabrika bahçesindeki kınk ve paslı yay («Rhap- sody on a Windy Night»); kınk camlar üzerinde dolaşan fareler («The Hollow Men»); çölde kayalar, kuru kemikler («The Waste Land»); yalnız farelerin oynadığı kemikler («Ash W ed- nesday»).
Uyar’ın kullandığı bir çok imajlar da bu soydan : «dökük dümenler», «kınk bardaklar»,, «bozulan güneş», «sokan yılanlar» :
O gemiler ipleri yelkenleri dümenleri dökük Unuttuğum kırlangıç kuşlan kırık bardaklar• • ’ l ........................ ...Bakın bu ikide birde bozulan güneş Bu durup dururken sokan yılan Bu kınk bardaklar çöplüklerde
(Arabistan, 19)Kınk gerdanlıklar», «köhne otobüsler», «cam kırıklan», «kilit
parçalan»:Sanki döşenmemiş odalarda akşam güneşleri öyle soğuk öyle kış günü,Yalana inciden gerdanlıkları öyle kınk
Dağda bozulup kalmış köhne otobüslere benzeyen öy le tutkusuz öyle isteksiz öyle zifir şaşılır. Duramıyorum hemen sokağa çıkıyorum
TURGUT UYAR 21
Ağaçlara kuşlara kâğıt helvacılara çıkıyorum,Çakıltaşlan renkli cam kırıkları kilit parçalan,
(Arabistan, 54)«Boş tenekeler» :
Bir yere geliyorum boş tenekeler Kirli sular bulanık sular temiz sular Bir yere geliyorum karşı gece bozgun
(Arabistan, 63)«ısınmış rakılar» :
' Karanlık. sokaldan kötü lokantalan ısınmış rakıları düşündüm göğsümden iki düğme çözdüm
(Arabistan, 52)Bu türlü «acı» imajların kökü belki Baudelaire’e uzanıyor. Fakat Uyar bu türlüsünü kullanmakla kalmıyor imajiairm. «Tatlı» («mutlu») olanlarını da kullanıyor, ve böylece Eliot’un yolundan ayrılıyor.
' Yukarıda gördük ki «çocuklan sevmemek» ve «sulardan çayırlardan uzak olmak» mutsuzluğun sembolleridir, öyle olunca «çocukları sevmek», dolayısile «çocuklar», «sular», «çayırlar» mutluluğun sembolleri oluyor. Çocuklar ve çayırlarla ilişkisi olan kuzular, atlar gibi varlıklar da ö y le :
Çakıl taşları renkli cam kınldan kilit parçalan, Kuzuların sevip sevip yediği otlardan topluyorum Kuzulara vereceğimden değil, yok değil,Böyle çocukların sevdiği işler yapmak pek hoşuma gi
diyor(Arabistan, 54)
Yıldızım benim, kaybolmuş gecelerimi sizin usta elleriniz buluyor
Kırlardan büyüyen çimenlerden çocuklardan bir gülden ayn düşünemiyorum siz i.
(Arabistan, 66)İplikleri toplarım kızlan öper Öper uyandırırım Sabahlara akşam üstlerine kıvırcık marullara hazırlarım
anlan beslerim(Arabistan, 18)
Bir otçuk olmayınca çayırdan bir göz seyretmeyince balıktan
Akşam mı denir yükselen küflü kentli buğuya kalaba-
22 TURGUT UYAR
TURGUT UYAR 23lıktan
(Arabistan, 68)Sonıa birden büyümüş görüyorum ağaçlan Kısrakları birden yavrulamış Havalan birden güneşli
(Arabistan, 10)Al kısraklar üstünde haberciler' bekliyeceğim.
( «-Bir Ateş Yakıp...»)Benim doru adarım hazırlansın Gökyakut sevdalara karşı, akşam üzeri.
Kırmizımsı, yeşilimsi; morıunsuBir balıktır, umduğumuz; çağlardan..
(Türkiyem, 51)Gümüş bukağılar vurulmuş bir beygir ikide bir .uyku
sunu bölüyor(Arabistan, 59)
Bizim mavi giyimlerle güneşlendiğimiz yerdeDişlerimizin arasında bir çöple güneşlendiğimiz yerde
• Ne insan tükenir ne gökyüzüB ir çift al beygirin çektiği b ir kupa geçtiğinde
t Arabistan, 61)Sigaramı yak birlikte at arabalarını düşünelimSan pirinçten pırıltılı koşumlarını düşünelimB ir zamanlar bilerek unuttuğum «Küçük Deniz Soka
ğım» _Denizi odun depolarını demli çaylan
(Arabistan, 52)Bu şiirlerde geçen çocuklar, kızlar, kuzular, kırlar, çimenler, kıvırcık marullar, otlar, çayırlar, kısraklar, adar, beygirler, balıklar ya mutlu dünyayı kuran öğelerdir, ya da şairin mudu olduğu anlan anlatımlamak üzere kullanılmış sembollerdir. Bütüm bunlaı biribirine eklenmekle bir mudu dünyanın sembolik bir portresi sunulmuş olmaktadır. Bu portreye (manzaraya) b ir balkondan bakıyor gibiyizdir, ve «balkonlum şenliğinin» ta kendisi bu portrenin b ir parçasıdır :
Yolda beygirler için balya balya ot taşıyan, kamyonlar gördüm.
Bak sana renkli renkli camlar getirdim
Bak sana akşam gazeteleri getirdim Yedi katlı evlerin balkonların genliğini getirdim
(Arabistan, 55-56)Soma trenler kalkıyor «oh yaşadığım» o yazlardan ka
nada menekşeleri tohumlarım taşıyor uzun şehre bakan balkonlara
(Arabistan, 71)Bu senin içindir, sabah ormanlarına, dağlara, balıklı
göllere açılan balkonlarım •(Arabistan, 37)
Sizin o loş odalannız var ya yatak odanız yemek odanız haspa balkonlarınız
(Arabistan, 63)Bu şiir kesimlerinde kullanılan kanada menekşeleri, sabah ormanları, b alıldı göller de ayni portrenin kardeş çizgileridir. Bunlara bir de «büyük kayalar» eklenebilir:
Sen olmasan, yeryüzünde bu ağaçlan, sulan, bu büyük kayaları bekletecek ne vardır
(Arabistan, 37)Fakat büyük kayalar imaj^, «ormanlar» ve «sular» muaflan gibi şairin hem reel dünyasına hem de hayalsal dünyasına ilişkil mutluluk sembolleri olarak kabul edilebilir. Bunu da yeri gelince göreceğiz.
Şairin hem reel dünyasına hem de hayal dünyasına girebilecek mutlu bir sembol de «deniz aşırılık» tur:
Bu kırgın karanlığı bir ışıtalım ilkin Yeniden şehirler kuralım şimdikilerine benzeyen Baştan başlayalım susamlara ekmeklere denizaşırılarına
sevmelere(Arabistan, 17)
Sosisli sandviçlerin en seçmesi sizin için Hardallar ve denizaşın bitkileri Gönlünüze göre aygın baygın ezgiler
(Arabistan, 59)■Şairin mutluluk halini yansıtmak üzere kurduğu semboller-,
den birisi de «loşluk» tur. Loş kelimesi yukarıdaki kelimeler kadar somut olmasa da bütünsü soyut da sayılamaz:
Sizin o loş odalarınız var ya yatak odanız yemek odanız haspa balkonlarınız
24 TURGUT UYAR
Akarap kadınların çamaşır serip ütülediği loş avluları andını
Sizin o loş odalarınız var ya kurtuldum Artık uçakları hoş görürüm
(Arabistan, 62)Bir de kız gördük onaltısmda sevilmeyi özler Meymenet Sokağı eğri büğrüydü ama loştu Görseniz loştu
(Arabistan, 14)Buradaki «loş odalar» şairin reel dünyasının olabileceği gibi »aşkı karanlık» dünyasının da bir öğesidir. »Loş avlular» ise reel olmaktan çok hayalsal olmak eğilimindedir, Uyariın • mutlu olan «serazat dünyasının» öğeleri Ue birlikte düşünülebilir.
ABLUKADAN KURTULMAK
İçinde yaşadığı reel dünya Uyariı çokluk mutsuzluğa itiyor. Bununla beraber o, dünyadaki güzel şeylerle mutsuzluğunu hafifletmekten, kendini geçici bir süre için de olsa, feraha çıkar-, tacak şeylerden faydalanmaktan geri kalmıyor, örneğin, gökyüzü onun için en başta gelen ferahlatıcılardandır: Onu yaşadığı -şehrin sıkıntısından, çalıştığı odanın sıkıcılığından, bu odanın kapı, duvar ve perdelerinin ablukasından kurtaran, kendi kişisel yalnızlıklarından kurtaran gökyüzüdür:
Ben bu şehre nereden geldim Bir avuç gökyüzü için başım havalarda
(«İnadına Başıboş Aşk»)Daha ellialtı dosya var düzenliyeceğim Gökyüzünün kalkıp dudaklarıma bir değmesi var Oysa kapılar var duvarlar var perdeler var
(Arabistan, 15)Bir çalıştığım oda var üç pencereli, bir arka yol, bir
gökyüzü, göre göre önceleri sevdiğim sonra alıştığım, sonra ezberlediğim artık kurtulduğum ağır aksak gökyüzü,
(Arabistan, 13)Çaresiz kaldıkça hep seni düşünürüm ö n ce sesin gelir aklıma Sonra cumartesi geceleri gelir Sonra gökyüzü gelir hemen kurtulurum
(«Senfadl»)
TURGUT UYAR 25
Gökyüzü kendisinin reel dünyadan kaçıp da bîr hayal dünyası kurmasına, da imkân vermektedir:
Bir kadın iki kadın elli iki kadın Bir beyaz iki beyaz elli iki beyaz Bir iyi bir güzeldi gökyüzünde Gökyüzünde tralalla
(Arabistan, 6 )Gökyüzü şairin mutsuzluğunu kendiliğinden hafifletmeye yarıyor. Bir de şair kendi çabalan ile mutsuzluğunu yenmeye çalışıyor. Uyar’da en çok gördüğümüz de bu. Hattâ denilebilir ki onun, h er çabası mutsuzluğa karşı.
Uyar’ın mutsuzluğun ablukasını yarmak üzere başvurduğu çareler şunlar: (1 ) Kötüleri eyileştirmeye çalışmak. (2 ) Alışamadığı kötü şeyleri sevmeye çalışmak. (3) Bayağılaşarak kötü şeylerin dünyasının bir parçası olmak. (4) Alıştığı kötü şeylerden kurtulmaya çalışmak. (5) Eyisi ve kötüsü ile realiteyi bir oldubitti diye kabul etmek. (6) Realiteyi görmezliğe gelmek. (7 ) Hayal evrenine kaçmak. ■
Şimdi bunlan sırayla görelim.Kötülüğü eyl yapmaya çalışmasına örnekler:
Siz olmasaydınız ben ne. yapardım.oysa bu loş günde bu yardımsız avuntusun bungun
Ya sizi artmalıydım ya bir. yangına hortum tutmalıydım alevlere ateşlere küllere
(Arabistan, 62)O benim bildiğim sevdiğim bellediğim güneş diye bel
lediğim güneş değildi odadaki Mor tozlu halılarda iplik döküntülerinde oymalı cıgara
masalarında o değildiPerdenin arkalarındaki oydu bir çıksam karşılaşacaktım
oydu vurulurdum çıksamO benim bildiğim sevdiğim güneş diye bellediğim gü
neş değildi odanın içindekiBu güneşi değiştiren evlerde terzilik, yapılır iy im ler
prova edilirAcılı gülümser <kızlar ağır ayak gebeler kumaş İğneler
teyel atiarHiç İçilmeyen likörler saklanır büyük camlı dolaplarda
Ben bu evlerde döner kebabı ylyemem ölürüm
26 TURGUT UYAR
Traş olurum en güzel giyimlerimi giyerim oturur beklerim
Yıkarım temizlerim adam ederim o soluk güneşleri ya da İplikleri toplanm kızlan öper öper uyandınrım Sabahlara akşam üstlerine kıvırcık marullara hazalarım
onlan beslerimA bam karşıma bir bir belletirim dalların yeşermesini
kuzulan mutluluğu ölmemeyi ölüme karşı durmayı en çok en çok onu yenmeyi O karanlıklarda kalmış yaşamak yerlerim bulurum çı
karlar gösteririm^Arabistan, 18)
Uyar’ın dünyada alışamadığı bir çok kötü şev var. O bunları ya değiştirmeye çalışıyor, ya onlara uymaya. Daha çok yaptığı da iküıcisi. Çevreyi değiştirmenin güçlüğü karşısında çevreye uymak daha akıllıca bir hareket gibi geliyor o n a :
Durdum bunları söylerim alışamadım
Alışamadığım şeyleri sevmeye çabalarım (Arabistan, 14)
Elimden tu t beni acar balıklara alıştır (Arabistan, 16)
Hattâ insan-o kötü olan çevrenin bir parçası İnle olmaya çalışmalıdır. Balık denizi nasıl görmezse, bayağılık içindeyken insan bayağılığı görmez, öyle olunca da insan bayağılaştıkça mutsuzluktan kurtulmuş o lu r:
Ben avuntuma buldum bana ne Bayağılaştıkça kurtuluyorum - insanca değil ama aldatıcı
(•Fakir avuntu»)Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk Yahut bir adam bıçaUasak Yahut sokaklara tii kürsek
(Arabistan, 4 )O, bayağılaşmayı başkalarına da salık veriyor. İnsan bayağılaşmazsa sonuç daha da kötü olur, reel dünya onu cana kıymaya kadar götürebilir, diyor
Ben avuntumu buldum bana ne
TURGUT UYAR 27
28 TURGUT UYAR Ama siz ama size söylüyorum -Bir gün dört pencere önünüze dikilip duracak Bir gün bir yağmur önünüze dikilip duracak Bir gün bir orospu önünüzde başkasına gülecek Bir apartımanm beşinci katından atacaksınız kendinizi
(«Fakir Avuntu»)Bayağılaşmanın en aşın bir örneği adam Öldürmek olsa gerek. Şair bunu bile (Arabistan, 4 deki örnekte olduğu gibi) mutluluğunun kaynağı olarak görebiliyor:
Bizim mavi giyimlerle güneşlendiğimiz yerde
Ya da yaseminler satılan bir köşebafinda akşam üzeri Yoğun duygularla evrenle karşı karcıya Kan çirkin değil
(Arabistan, 61)Mutlu bir insanın bile adam öldürmesini tabii gördüğü oluyor:
Köhne ama güneşli sokaklara bayılıyorum Şarkıların adam öldürmek için yettiği kenar sokaklara
Meymenet sokağı böyle bir sokaktır(Arabistan, 60)
Fakat bu türlü «bayağı mutluluklara», şair akıl ve duygularından çok bilinçaltı ve içgüdüleri ile kayıyor. Bu yüzden de bu mısralar az çok grotesk' (fantastik) olmaktan kendilerini kurtaramıyorlar. Bu durum şairin bayağılığı tutsaklık mertebesine getirmesinden başka bir şey değildir.
Bununla beraber şair bayağı şeylere olan tutsaklığının geçici öldüğünü, «yeni sular» gelince ortadan kalktığım belirtiyor:
Büyük, kavrulmuş soy kırlar gelir aklıma hep, hep tükenince insan dayanıldığım
Ağır .bakır kalkanlarımızla, demir kargılarımızla döğü- şüp döğüşüp, geri çekilince
Yorgun kollarmun en genç bir yerlerinde b ir kan şeritleri akmaya ince ince
Başlar yeni sulara kadar, hızlı zamana, körlüğe, kötülüğe, kutsal tutsaklığım
(Arabistan, 87)Buradaki «yeni sular» ın nasıl bir imaj olduğunu «Hayal Dünyası Sembolleri» başlığı altında açıklayacağım.
Yukarıda verdiğim misallerde şair kötü şeylere alışmak ve bayağılaşmak suretile mutluluğunu sağbyacağına inanıyor, ya da
gerçekten bunu sağlıyordu, Bazan bunun tam tersini yaparak, yani alışmış bulunduğu kötü şeylerden («mutsuz alışkanlıklardan») kurtulmaya çalışarak amacım gerçekleştirmeye kalktığı da oluyor. Ama kolay da olsa bu işi başaramıyor:
Bakın bu şehri ben kurdum ben büyüttüm ama sevemedim
TURGUT UYAR 29
Bizi tutkulara çağırdı otobüse sosise buz dolabına Telefona sinemalara radyolara bir sürü kancık sevdalara Sürü sürü mutsuz alışkanlıklara
(Arabistan, 64)
Aşkın şiirin ölümün en kolayına gitmek Caddeleri sevmediğim kadınlarda yitirdiğim Biliyorum sebebini bir bir biliyorum öyle kolay kendisi kurtulması söylemesi öyle kolay Kolaylığından sıkılıyorum Kurtulmak elimden gelmiyor
(Arabistan, 19)Bunun sebebi insanın zayıf oluşu, realitenin güçlü ve kaçınılmaz oluşudur. O halde reafceye karşı gelerek değil, ona uyarak, onu bir oldubitti diye kabul ederek insanm mutluluğunu kazanması daha tabii olmaz mı? Bu ö demektir İd insan reel dünyadaki hem iyi hem de kötü şeylerden gönenebilecektir:
Gün doğsun bir armayım istiyorum Güneş tozlu caddeler. kaygılarım beni b ir antsın isti
yorum. (Arabistan, 53)
Beel. dünya her gün başka kaygılar getirir. Getirir ama inşam yeniliyenler. de onlardır:
Ben insanım bu kaygılarım da geçer Yalan söyledim geçmez değişir Her gelen gün üşenmeden bir daha yeniler beni
(Arabistan, 61)Kötü ve eyi yanlarile reel dünya onu yenileyen, oha can veren bir şey olduğuna göre, bu dünya içinde olmak şairi elbette ki sevince sürükleyecektir’:
Göğe baktım yerli yerinde Haydutlar dalavereciler yerli yerinde Vurguncular haymlar. vurdumduymazlar öyle
İyi dedim içim rahatladı Düzen bozulmamış dedim sevindim
(«Büyük Ev Ablukada», Arabistan, 64)Baktık Üçüncü Selim yerinde Otuz Yıl Savaşları bilir
sinizDaha öbür savaşlar kırgınlar yerinde Galileye yaktıkları ateş orada yerinde Hâlâ sıcak hâlâ alaycı balina avcıları İçimiz rahatladı düzen bozulmamıştı
(«Büyük Ev Ablukada», ilk basın tısı)Şaişn reel dünyanın adamı olmayı: reel dünya ile yetinmeyi
umup da hayal kırıklığına uğramaktan kaçtığı için d e İstediği oluyor. Hayal kırıklığının onu cana kıymaya götürmesinden korkuyor :
Bu türküye kimseyi katmıyorumSonunda böylesi daha iyiKısrak sağrılarını düşünmek daha iyiHayvan yemlerini otlan düşünmek daha iyiSarsmayın iğretiyim daha İyiSonunda belki bulamamBelki istemem
30 TURGUT UYAR
Sonunda kanlı oyun(Arabistan, 63)
İĞ RETİ ŞAİR
Yukarıdaki misaller göstermiş olsa gerektir ki reel dünyaya karşı Uyâr’m davranışı çok karmaşık ve kararsızdır. O, reel dünya içinde dengeli, mutlu bir yaşayış kurmak amaciyle hemen her türlü yola başvuruyor, b it davranıştan öbürüne atlıyor, biribirine zıt davranışları deniyor, yaşıyor. Böylece Uyar’ın şiirleri huzursuz ve iğreti yaşamının yansıtıcısı oluyor. Ona, hiç bir davranışta kalıcı olmadığı, en küçük , bir denge bozukluğu bnu başka bir davranışa ittiği iç in ,' «iğretidir» diyoruz. Bu bakımdan o, telden tele atlıyan bir cambazı andırıyor. Bu türlü yaşamaya «kaçak yaşama» da denilebilir («Kaçak Yaşama», Arabistan, 12) Kendisindeki bu iğretiliği yansıtan bir iki örnek :
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri Salt yadsımak için sevmiyorduk Kötüydük de ondan mı diyeceksiniz
TURGUT UYAR 31Ne iyiydik ne kötüydük Durumumuz başta ve sonda ayn aynysa Başta ve sonda ayn olduğumuzdandı
{Arabistan, 4 )
Düzen içinde ölü, huysuz alıngan düzen dışında (Arabistan, 69)
Uyar’ın ayni tel üzerinde yürürken de bir iğretiliği var. Bu iğretilik her ân dengesini korumak zorunda oluşundan, düşerse sonunun ölüm oluşundan ileri geliyor :
Hep içimde kalmalı huzursuzluğum Bir türlü yerime yerleşememişini
(«Bir Yeri Var ki»)Sarsmayın iğretiyim daha iyi
(Arabistan, 63)Uyar'ın daha başka İğreti durumlan (bunlan kendi ağzından bildirişleri) var. Bunları «Aşki Karanlık» ve «Serazat Dünya» konularını işlerken göreceğiz.
AŞKI KARANLIK
Yukarıda Uyar'ın ablukadan kurtulmak üzere başvurduğu bazı çareleri sıraladık. Şimdi bunlara yenilerini ekliyeceğiz : Reel dünyayı görmezliğe gelerek şairin, kurtuluşunu sağlayış hallerinigöreceğiz.
Şair, her şeyden önce, içkiye başvurandı dünyayı unutabiliyor :
Bana köfteler hazırlayın salatalar hazırlayın bir de pencere
Oturup umutla bir şeyler unutayım Siyah şarabın tadını bilirim orman gibi
(Arabistan, 14)Fakat onun asıl unutması aşk ve şehvet dünyasın^ sığınmasile oluyor :
Bakır kapıları örtünce subaşılan son avcının ardından
Bütün kurtuluşu ondan yani aşki karanlıktan (Arabistan, 73)
Buradaki «aşki karanlık» şairin aşk ve şehvet dünyasıdır. Bu dünya akşamla başlıyor denilebilir. Çünkü akşam İş saatlerinin zorundan kurtulduğumuz, ilk nefesi aldığımız zamandır:
Vakit hep akşam üstü olmalı değil miP
özlenen şarkılarla beraber B ir sokakta sen gidersin, başkaları gider Saatlerin "zorundan kurtulmuş bir zamandan Uzak, yakm sesler doyarak
(Tiirkiyem , 48)Bu yüzdeoı -aksam» şair için her zaman mutlu duyguların bir sembolü oluyor: hele geceleşmiş akşam :
Akşam deder kadınlar erkekler doluşurlar yataklara (Arabistan, 68)
Aşkî karanlığın, şairin kendisi sayılmazsa, iki öğesi vard ır: kadın (sevgili) ve karanlık. Bunların her ikisi de «mutlu semboller» arasında yer alm ıştır:
Kalabalığı silkeledik üstümüzden geceye buyurduk (Arabistan, 69)
Yıldızım benim, kdybolmuş gecelerimi sizin usta elleriniz buluyor
(Arabistan, 66)Sen beraber yatacağımız yataklan hazırla Sen bir onu yap yeter bak göreceksin.
(Arabistan, 65)Yorgun' kuşamlarımla, kanlarımla, gelirim, uzanır senin
sabahlı gecene yatanm (Arabistan, /37)
Senin bir yönün var orada durur yaşanın Bir de acun var ben. içindeyim
(Arabistan, 11)Bir kadın var beni onun İki eli iki gözü kurtarır yaşa
mamaktanöyle hoşlanırım ki onunla yatmaktan utanırım artık
(Arabistan, 9)Giîç güç dayanırlardı erkekler, kadınların kendisi olmasa
(Arabistan, 68)Karanlık gibi «loşluğun» da şair için bir mutluluk sembolü olduğunu «Semboller ve Somutluk» bölümünde görmüştük. Loşluğun (perdeleri kapamanın) mutluluk getirişi biraz da «aşki karardığa» zemin hazırlamasındandır:
Bütün duygularımın başı darda perdeleri daha sıkı örterseniz kurtulurlar
(Arabistan, 62)
32 TURGUT UYAR
Sizin o loş odalarınız var ya kurtuldum Artık uçakları hoş görürüm
(Arabistan, 62)Sevgiliyle değil sevişmek, sırasında sade onu anmak bile,
•kurtuluşu» sağlıyabillyor:Hay sizi andım kurtuldum
(Arabistan, 62)İnsan yalnız sevişirken dünya ile beraberdir, ölümsüzdür:
Sanıyorum ben yanında değilken dalgınken yahut Yahut sevişmezken yahut ölürken Dünya kalleşçe değişiyor uzaklaşıyor Namussuzca kaçıyorYa onu tutuyorum ya ardından koşuyorum telâşla
(Arabistan, 61)Aşk Uyar için iyi bir kurtuluş vesilesi oluyorsa da bu bazan çok kısa sürüyor. Çünkü çok geçmeden anlaşılıyor ki bu gerçek bir aşk değildir, hayal ürünü bir şeydir:
Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum (Arabistan, 5)
Kadınlarla yattığım yetse yaBir de kadınlarla yattığıma inanmam gerekiyorHoşlanmıyorum
(Arabistan, 10)Bu durum ise onun huzursuzluk ve iğretiliğinin yeni Bir kaynağıoluyor.
SERAZAT DÜNYA
Uyar tam huzuru, tam kurtuluşu «hayal dünyasında» buluyor, eğer buluyorsa. Bu dünya, içinde reel nesnelerin de karışmış bulunduğu bir realite ötesi dünyasıdır. Ondaki reel öğelerin baş- lıcaları «aşki karanlık», «tarihsel imajlar», «tabiat imajları» ve günlük yaşamda rastlanan bazı yaşantılardır.
UyarMa ilk şiirlerinden beri reel dünyadan kaçmak, kendi isteklerine uygun bir özgür dünyada yaşamak eğilimi görülüyor:
B ir gün, bir yağmurla garip garip — Çoluğu çocuğu terk edeceğim. —Bir sevgiyle doymayacak kalbim, anladım Alıp başımı gideceğim.
(Tiirkiyem , 49)
TURGUT UYAR SS
Günlerden o gün alıp başımı evin yolunu şaşıracağım (Arabistan, 12)
— Gidin gemiler, gidin Vardığınız yerlere selâm edin Gün olur bütün kaygılardan azade Ben de gelirim..
{.Türkiyem, 52)Hiçbir şey tutamaz beni artık Bu bahar bu ağaçlar bu rüzgâr Hoşça kalsın en eskisi en yenisi aşklarımın Gitmek mi,, gitmek ne demek kaçacağım..
34 TURGUT UYAR
Benim gözüm yollarda sulardadır (Türkiyem , 64)
Ben gönlümü yollar için saklıyorum Beni kızoğlan kız maceralara götürecek
Her yolun, her menzilin sevdalısıyım.(Türkiyem., 24)
Ben, uzak maceraların avaresi..(«Ya Bizim Ya Tanrının»)
Baha yollardan bahsedin artık,Büyüsün yalnızlığım.
( Türkiyem, 58)Kimmiş beni buralarda tutacak Aklına şaşarım.Ben, pitekantropüsün milyonuncu göbekten torunu Cümle kara parçalan benim değil mi Tanrım?Ne üzgün, ne kırık, ne.ümitsiz Sıcak yalnızlığı ile vahşi ruhumun Dilediğim yerde yaşarım
' («Bir Ateş Yakıp...»)Son iki kesimdeki «yalnızlık» bizim bildiğimiz yalnızlık olmayıp şairin özgür, avare, serazat ve perişan dünyasının başlıca özelliğidir. İstenmiyen bir şey değil, aranan bir şeydir. Şairi «masa başı» dünyasından kurtaracak olan o olduğu gibi, ölümsüz yapan da odur:
Size imrenmiyorum çünküÇünkü ölümsüz gibiyim yalnızlığımda
TURGUT UYAR 35Çünkü yalnızlığımda öyle güzelim
( «Yitiksiz»)Şöyle bir gün ansızın yollara vursam kendimi,
Sakın garipsemeyin, eğer, bir gün, işitirseniz;— Turgut vardı ya hani, kaybolmuş diye sağda solda..
Bir türlü bağlanamadım gitti hatıralarıma,Zaten hatıra namına ne var ki aşktan başka, ömrüm hep yollarda hep aramakla geçse keşke
İnan o zaman ölüm, hiç aklıma gelmiyecek Lütfücüğüm, Serseriliğe, insanlara, toprağa meylim var.Ama gel gör ki bir masa başındayım akşama kadar Halbuki böyle perişan ve serazat yaşamak istiyor gön
lüm...(«Kendime Dair»)
Reel dünyadan kaçmak mutluluk getirebilir. Ama şair kaçarken, dünya yerinde durmalıdır, arkadan gelmemelidir. Yoksa' kurtuluş olmaz b u :
Ben gidiyorum siz durunuz Gül kurusu vişne çürüğü limon küfü Diyan gurbetlerde de bir .deva bulamazsam Başımı taştan taşa vuracağım
*(Türkiyem, 68)Buradaki «gül kurusu, vişne çürüğü ve İlmim küfü» şairin yaşadığı dünyayı temsil eden renksel somut öğelerdir. Ayni dünyaya ait başka (somut) öğeler de «beş kere yedi», «yıldız», «fasulya», «basık odalarda körpe kadınlar», v.b. d ır :
Beş kere yedi mi dediniz, dursun Yıldız poyraz gündoğusu, dursun Fasulya mı dediniz, dursun Ben varım sen varsın o var Dursun,Ben şimdi gelirim.
Bu işte bir şey var anlamadım Körpe kadınlar basık odalarda , mı, dursun Hoyrat gemiciler uzun seferlerde Darağacında bir adam mı 'dediniz, dursun
36 TURGUT UYAR
Dursun,Ben şimdi gelirim.
(Arabistan, 1)Bu şiirdeki reel dünyadan kaçış «dönüşlüdür.» Şair «ben şimdi gelirim» diyor. Bu, geçici de olsa, hayal dünyasının, serazat dünyasının vereceği mutluluğa razı oluşunun, reel dünyanın eninde sonunda karşısına çıkacağını bilişinin işareti oluyor. Aşki karanlık havasına da bürünmüş böyle bir gidip dönmeye m isal:
Bu kırguı karanlığı bir ışıtalım ilkin Yeniden şehirler kuralını şimdikilerine benzeyen Baştan başlayalım susamlara ekmeklere denizaşınlanna
sevmelere Gidip dönelim
(Arabistant 17)Gidip gelmek, bir bakıma, yine iğretiliği gösteriyor. Bu iğretilik yine bir ip cambazının iğretiliğini andırıyor. Şair, buna göre, gitmekle gelmek arasında, reel dünya ile hayal dünyası arasında dengesini kurmuş olan ve bu dengeyi korumaya çalışan bir cambaz durumunda oluyor. Şairin dengesini kurmuş olması demde, yaşamını hem dünyaya (reel dünyaya) hem de kendisine (hayal ve özlem dünyasına) uygun düşürmesi' demektir:
Sizin alınız al inandım Morunuz mor inandım Tanrınız büyük âmenna Şiiriniz adamakıllı şiir Dumanı da caba Ama sizin adınız ne Benim dengemi bozmayınız
Sizin alınız al inandım Sizin morunuz mor inandım Ben tam dünyaya göre Ben tam kendime göre.
(Arabistan, 8)İlk mısralardaki öğeler yine reel dünyayı temsil ediyor. «Ama sizin adınız ne» mısrağı da şairin. İnsanlara olan sevgisini deylmli- yor. Bu sevgi daha önceleri şu. şiirlerde kendisini gösteriyor:
Serseriliğe, insanlara, toprağa meylim var («Kendime Dair»)
İşte bu yol kavşağında dinelip yıllarca Genç ihtiyar fakir fukara demeden Gelen geçen ben-i Ademin adını soracağım.
(Türkiyem , 67)Fakat bu mısralara bakıp da Uyar’ı «insan» ın şairi sanmak doğru olmaz. O ne şu ne de bu türlü bir insanı dile getirmiyor. Ona çağımızın insanını dile getiriyor da denemez pek. .O, kendi yaşantısını, kendi özel dünyasını getiriyor asıl. Bu dünyanın başlıca özellikleri de şöyle özetlenebilir: mutlu ve mutsuz öğeler ardı kesilmeksizl» yer alıyor orada. Mutlu öğeler şairin ya reel yaşamına, ya da hayal evrenine ilişklldir. Reel yaşammdia hem mutlu hem mutsuz öğeler var. Hayal evreninde ise yalnız mutlu öğeler var. Hayal evreni ile reel dünyayı bütünsü biribirihden ayırmak mümkün değil. Bazı öğeler her iki evrenin 'malı olarak karşımıza çıkıyor. Bazı semboller hem o hem de bu dünyadaki öğeleri temsil etmek üzere kullanılıyor. Bu yüzden ide şairin bize getirdiği dünyanın reel mi yoksa hayalsal mı olduğu zaman «unan anlaşılmıyor. Bununla beraber okuduğumuz şiirlerin genel gidişine bakarak şairin daha çok hangi dünyada dolaştığım keştirmek mümkün olmuyor değil. Ben de bu çalışmamda Uyar’ın dünyalarını değerlendirirken kendi tahminlerime geniş bir yer vermiş bulunuyorum.
HAYAL DÜNYASI SEM BOLLERİ
Şairin hayal dünyasını kurmakta kullandığı sembollerin bazıları şunlardır: gökyüzü, balkon, menekşe, kayalar, mozayıklar üstünde çıplak ayak dolaşan kadınlar, geyikli gece.
İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım- Şu kaçamak, ışıklardan şu şeker. kamışlarından Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar Şu aranıp duran korkak ellerimi tut Bu evleri ada bu evleri de bunlan da Göğe bakalım
(Arabistan, 20)Burada gökyüzü-reel dünyadan* kaçmaya yarayan hayalsal' bir. dünya rolündedir. Bu dünyayı şair şöyle kuşanıyor :
Bir sargın umut yakaladım onu kuşandım Serin mavi bir gökyüzü buldum onu kuşandım Denize doğra sokaklar gördüm onlan da kuşandım
TURGUT UYAR 37
Üstlerine üstlük seni kusandım (Arabistan, 11)
Şairi reel dünyadan kurtaran nesnelerden biri de «su» dur. Onun için gair suyu korumak, onun elden çıkmasına meydan vermemek lsteğindedir. Bu bazan «yeni su» olur, bazan «diri su» :
Baslar yeni sulara kadar, hızlı zamana, körlüğe, kötülüğe kutsal tutsaklığım
Nedir senden başka kurtardığımız bu dengesiz savaştan, bu yağmadan nedir
Senden gayn, ey, bir İçimi genç ormanları yüzyıllığa büyüten diri su, senden (Arabistan, 37)
«Ben bir kadmı alıp suya götürürdüm, bir yanında ağaçlar olmayan suya lokantalar da»
(Arabistan, 72)Yine ağaç ve lokantalar reel dünyanın sembolleridir. Şair kendisini onlardan kurtaran «sulara» gidiyor. Menekşeler de böyle birkurtarıcı olabiliyor !
İyi ki ay ay büyütürsünüz onları beni-de knrtanriar sizi de şehir gökyüzlerini de, kim isterlerse onu kurtarırlar (Arabistan, 72)
Menekşelerin büyütüldüğü balkonlar da o hayal dünyasının bir nesnesi olarak, kabul edilebilir. Nitekim balkonlar o dünyanın görünümünü bize bütünü ile gösteren yerlerdir:
Bu senin içindir, sabah ormanlarına, dağlara, balıklı göllere' açılan balkonlarım
(Arabistan, 37)Sabah, orman, dağ, göl reel dünyaya ait nesneler ise de burada mutlu bir hayal dünyasının nesneleri gibi duruyorlar. «Kayalar» da o türlü nesnelerden:
Sabaha karsı oturup ağladınız Çünkü siz bulup ta yitirdiniz Ben yitirmem bir bulsam Büyük kayaları üst üste korum
(«Yitiksiz»)Sen olmasan, yeryüzünde bu ağaçlan, sulan, bu büyük
kayaları bekletecek ne vardır - (Arabistan, 37)
«Geyiğin gözleri p ın i pırıl gecede
38 TURGUT UYAR
İmdat ateşleri gibi ürkek telâşlı Sultan hançerleri gibi ayışığında Bir yanında üstüste üstüste kayalar Öbür yanında ben»
t Arabistan, 5)
TURGUT UYAR 39
GEYİKLİ GECE
Uyar hayal dünyasının en sürekli ve derlitoplu görünümlerini «Geyikli Gece» ile «Yeşil Badanada Kurtulmak» adlı şiirlerinde veriyor.
«Geyikli Gece», kabaca denilebilir ki, sevebileceğimiz dünyayı temsil ediyor. Hayalimizde kurduğumuz dünyadır o. O bizim idealimizdir. Ona kavuşmak için ne yapsak yeridir, hoş görülür.
Reel dünyadan kurtuluş türlü türlü yollarla oluyor. Bunlan bir bir gördük. Ama kurtuluşun en iyisini «geyikli gecede uyumak» sağlıyor:
Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk Yahut bir adam bıçaklasak Yahut sokaklara tükürsek Ama en iyisi çeker giderdik Gider geyikli gecede uyurduk
(Arabistan, 4-5)Geyikli gecenin. boyutlarından birisi de şehvettir (aşk! karanlıktır) :
örneğin Manastırda oturur içerdik iki kişi Ya da yatakta sevişildik bir kadın bir erkek öpüşlerimiz git gide ısınırdı Kaltukaltiânnıız git gide tadı gelildi Geyikli gecenin karanlığında
(Arabistan, 4)♦Geyikli gece .dünyası» geyik ve gece ile-ilintili orman, av, at, kayalar, ateş, ay ışığı, gökyüzü, şarap, aşk ve şehvet gibi öğelerle örülen bir hayal ve bilinçaltı dünyasıdır: Şiirlerin bütünü okunmadan o dünya hakkında yeterli bilgi edinilemez. Fakat şurasına dikkat etmelidir İd bu şiirlerde Uyar’ın daha başka dünyaları da vardır. Bu dünyaları biribirine karıştırmak, «geyikli gece dünyasını» anlamamızı güçleştirebilir.
40 TURGUT UYARSERtN TAŞLIK
Uyar’ın hayal dünyasının bir görünümü de 'Yeşil Badanada Kurtulmak» adlı jürin «Terliksiz Kadınlar Korosu» kısımlarında (Arabistan, 54 ve 56) sunuluyor. Bu görünümde mozayikler üstünde çıplak ayakla dolaşan kadınlar, soğuk sular sızdıran testiler, aşk ve şehvet ön plânda geliyor. Süsleme, güzelleme ve yenilenme başlıca öğeler:
Bizim çıplak topuklarımız mozayıklann üstünde ya Durmuyoruz günaşırı duvarlarımızı yeşille maviyle ba
dana ediyoruz.Durmuyoruz dünyayı yeniliyoruz,Bir koltuğu, oradan alıp öteye yerleştiriyoruz. Pencerenin yerini değiştiriyoruz
(Arabistan, 54)Yaşamanın bu türlüsünü , en güzel belledik,Çıplak topuklarımız üşümüş ya aldırmayın Bir ayna verin saçlarımıza bakalım,Çocuklarımızı kurdelelerle süsleydim,Pembe ayaklanın kokulu sabunlarla oğalun,Oramı öp oramı biraz daha sevmeliyim artık Gel birlikte aradığımız şeyleri bulalım.
(Arabistan, 56)Domina taşlan ve soğuk ikindiler
(Arabistan, 5)• Serin taşlıklar», «loş avlular» şairin kurtarıcısı. Geyikli gece gibi. Onlar olmasa dünyaya katlanılamaz ;
Bir ahşap evde taşlıkta yaz günleri bilmesem Bir testiden soğuk soğuk sular sızdığım bilmesem Güç dayanırım
(Arabistan, 19)Sizin o loş odalarınız var ya yatak odanız yemek odanız
haspa balkonlarınızAkarap kadınların çamaşır serip ütülediği loş avluları
andınrSizin o loş odalarınız var ya kurtuldum
(Arabistan, 62)Buradan «dünyanın en güzel arabistam» na geçmek bir adını
meselesidir; üzerinde terliksiz kadınların dolaştığı, akarap kadınların çamaşır yıkadığı bu taşlık, şairin reel dünyadan kurtuluşunu
sağlıyan bir dünya olduğu için onu «en güzel arabistanm» biı kösesi saymak yanlış olmaz. En güzel arabistan, yaşadığı reel dünyadan memnun olmayan şairin bu dünyadaki elemanlardan muhayyile ve bilinçaltısınm gücü ile kurduğu bir yeni dünyadır. Şairin mutsuz reel dünyaya karşı kontrpuan olarak yarattığı mutlu bir dünyadır.
TEK ŞİİR Lİ ŞAİR
Uyar’ın. bir özelliği, «mısrağ şairi» olmayışı, mısrağa karşı duruşudur. Fakat o, «şiir şairi» de değildir i Onun şiiri bir şiirle de bitmiyor. Onun şiiri bir kitapla da, Arabistan 'la da, bitmiyor denilebilir. O, bütün şiirleri bir tek şiir kuran, hem de bütünlenmemiş bir şiir kuran, bir şair enikonu. O, kendi kişisel destanını yazan, her şiirle bu destanı b iraz, daha bütüne götüren bir şair.
Uyar’ı okurken «bak ne güzel mısrağ» dediğimiz pek olmuyor. «Bak ne güzel şiir» dediğimiz de pek nadir («tek yaşantı» yı dile getiren şiirler bu soydan). Onun ancak Arabistan’ım bütünü ile alırsak güzel bulabiliyoruz. Onun kitaba sokulmamış (fakat bu incelememe giren) şiirlerile birlikte bu kitap daha da güzel bir bütün oluyor. Yeni kitabı ile birlikte Arabistan her halde çok daha güzel olacak. O, sanki bitmeyen, bitmeyecek olan bir şair.
O. Veli (O. Rifat, M. Cevdet) devrimi ile her konunun şiire girebileceği, her yaşantının şiirinin yazılabileceği anlaşıldı. A. İlhan İle yaşantılar dizginlerinden kurtulup bütün uzayda yer almaya başladılar. Uyar ile şiirimiz, yaşantıdan yaşantılara, ümrandan destana geçiyor.
Uzun şür (destan) güzel olmaz, diyenler var,: Uzun bir şiirin oha olsa yer yer güzel kesimleri (mısrağlan) olur, fakat bütünü güzel olamaz. Uzun şiirlerde güzel mısrağlann arası kötü mısrağlarla doldurulmuştur, diyenler var. Böyle diyenler, «mıs- rağ şiiri» ne bağlı kimselerdir.
Ben mısrağ şiirine pek fazla önem verenlerden değilim. Çün- ■ kü güzel' mısrağ olmadan da güzel şiir yazılabileceğine inanırım.' Uyar Arabistan 'ı ile bu inancımı güçlendiren şairlerden. Gerçi, Uyar’ın şiirlerini inancımı doğrulayan mükemmel bir örnek diye
'gösteremem. Ama yine de o iyi bir örnektir.
KALABALIK ŞAİR
Uyar, yaşantısı çeşitli olan bir şair. Yaşantıları (dünyalan) biribifinî kovabyan bir şair. Pek az şair onun kadar bol yaşan-
TURGUT UYAR 41
TURGUT UYARtılıdır.
Ne yazık ki Uyar’daki bu yaşantı (dünya) «bolluğu» bize yaşantı ■ «zenginliği» şeklinden çok yaşantı «kalabalığı» şeklinde sunuluyor: Uyar’m yaşantı malzemesi pek çok. Buna kaışılık, bu malzemeyle başa çıkacak kadar usta değil tekniği henüz. Daha güçlü bir usta gerek, bu kadar- çok malzemeyi İşleyebilmek için. Ona şiir haysiyeti verebilmek için.
Uyar’ın bazı şiirlerini alıyorum. Dünya üstüne dünya geliyor. A, B , C , D ,... gibi. Ama A dan sonra niçin B dünyasının geldiğini anlıyamıyor, sezemiyorum. A dan sonra C yi getirseydi şiirin pek değişmiyeceğini görüyorum. Kısacası, A, B , C, D ,... dünyalarının arka arkaya sıralanışındaki hikmeti, mantığı çözemiyorum. Bundan ötürü Uyar bana «şiirsel mantığı» zayıf bir şair gibi geliyor. Onun mısrağ şairi olmayışını kendisi için nasıl bir güc sayıyorsam, bu iç mantık eksikliğini onun için bir zayıflık sayıyorum. Çünkü inanıyorum İd teker teker şiirsel olmayan mısrağlar ancak bir İç mantıkla şiirsel olma yeteneğini kazanabilir.
Yaşantılarının bol ve karmaşık oluşu Uyar’a çok şey kazandırıyor. Bu yaşantıların biribirine yakışır şekilde sıralanmaytp çokluk üst üste «yığılmaları» ise ona çok şey kaybettiriyor.
EXISTENTIALISM
Uyar’m şiirlerindeki yaşantılar arasında bağlar kurmayışı onu bir soy eıdstentlalist şair durumuna sokuyor. Bilindiği gibi, exis- tentlalism insanların hür olduğunu savunur. Hür olması ise onun «tanımlanmaz» olması demektir. Uyar’da da işte böyle bir «ta- mmlanmazlık» var.
Uyar’da yer yer eristentlalism’in başka özelliklerine de rastlanıyor. Ama bu konuyu edebiyatla pek İlgili görmediğim için ele almak İstemiyorum. Kaldı ki eristentlalism üzerinde benden çok daha yetkili olarak konuşabilecek uzmanlarımız var edebiyatımızda.
YIĞMA ÜSLÜP
Uyar’m yaşantılarındaki «yığmalıkla» üslûbundaki «yığma- lık» çok defa el ele gidiyor. 0 , nesneleri, işlevleri,. durumları arka arkaya sıralamayı, çoğaltmayı, yığmayı alışkanlık edinmiş bir şair, örneğin :
Sabahlara akşam üstlerine kıvırcık marullara hazırlarım onlan beslerim
Alırım karşıma bir bir belletirim dalların yeşertilesin!
42
kuzulan mutluluğu ölmemeyi (Arabistan, 18)
Mısralarında bu tekniğe üç defa başvuruluyor: (1) Sabahlar, akşam üstleri, kıvırcık marullar. (2) Hazırlamak, beslemek, .. . (3) Dalların yeşermesi, kuzular, mutluluk, ölmemek.
«Sıralayarak çoğaltma», kısacası, «çoğaltı» diye adlandırabileceğimiz bu tekniği şöyle tanımlayabiliriz: A, B , C, D, . . . gibi gram erce ayni görevde olan elemanlan arka arkaya sıralamak.
Bu elemanların arasında — konsun konmasın — virgül vardır. Bazan son iki eleman virgül yerine «ve» ile bağlanır. Buna «ve’li çoğaltı» tipi denilebilir. «Ve’ll çoğaltı» larda sıralama işinin tamamlandığı, sıraya başka bir eleman daha kaülmıyacağı hissedilir. «Ve’siz çoğaltı» larda ise sıralama devam edecekmiş gibi,' kesilip de gerisi bırakılmış gibi bir duygu vardır. Uyar’daki çoğaltılann hepsi de «ve’siz» tiptendir. Bu türlüsü onun genel durumuna daha uygun düşmektedir: çünkü o, yaşantıları bol ve kalabalık olan,' bunlan bir araya getirse de bize eksik bırakmış duygusunu veren bir şair. Çünkü o, yazdıklarından daha büyük bir dünyası bulunduğunu başka tekniklerle bize zaten göstermiş cilan bir şair. «Ve’li» bir çoğaltı’ tarzım tercih etseydi o zaman bir tutmazlık, aksaklık olurdu onun genel tekniğinde.
«Ve’siz çoğaltı» şairin bize getirmek istediği şeyi genişletmeye ya da kuvvetlendirmeye yarar. B ir söz sanatı olarak'öğretilen «tekrir» in bazı çeşitleri çoğaltı tekniği ile ortaya konur. Hemen her şairin başvurduğu bir form nevidir bu. Bu balamdan üzerinde durmaya değmez görünür. Ama ne var ki Uyar, yer yer başka şairlerden ayrılıyor, bize bir yenilik getiriyor. Şimdi, getirilen bu yeniliği taratmaya çalışacağım. İlkin geçmiş şairlerden bazı misaller alalım :
Gözüm cânım efendim sevdiğim devletli sultânım (Fuzuli)
Getirsem pendini bir bir yerine vâiz-i şehrin ^Bahâr olsa nigâr olsa şerâb-ı hoşgüvâr olsa '
(Baki)Cihan-ı vahdetin bir renge koymuş unsur-ı çânGül âteş bülbül âteş nevbahâr âteş ha*an âteş
(Naili)Güzelsin bi-bedelsin şûhsun âliiftesln cânA
(Nedim)O g e çti: süslü, şetaretli, nazlı, şuh, melekl
TURGUT UYAR 43
44 TURGUT UYAR(Fikret)
Karım kardeşim anam babam dahil •Hiç kimselere dert anlatamam
(C.S. Tarama)Hep titrerTarihten masaldan efsaneden Işığı gökyüzünün
(F . H Dağlarca)Gel benim altın dişlim;Sürmelim, ondüle saçlım, yosmam;Mantar topuklum, bobsUIim, gel.
(O. Veli)Ben büyüttüm sem ben yetiştirdim Bugüne bu sevdaya Toprağım ekmeğim kitabım şiirim Sen 'ne varsa iyiden doğrudan yana Gözümün nuru, başınım tacı, efendim.
(M. C. Anday)Bu misallerde (a) ayni bir şeye ait değişik Özellikler, (b ) ayni bir şeye, ait değişik hitap-tarzları, (c) biribirile ilintili çeşitl nesneler, bir araya getirilmiştir.
Bir çoğal tının başarılı olabilmesi için, onu kuran Öğelerin, elemanların hem yaşantı yükleri arasında bir ilinti bulunması hem de bunların sıralanışında bir uyum bulunması şarttır..
«Uyum» meselesi bir yana bırakılırsa, yukarıdaki çoğaltılan kuran elemanlar arasında bir İlinti bulunduğu açıktır. Çünkü bu çoğaltılan kuran elemanlar ayni bir yaşantı ya da duruma aittin
Uyart bu şairlerden yer yer ayıran nokta, onda yanyana getirilen elemanlar arasındaki ilintilerin yukarıdaki misallerdeki kadar açık ve kolay anlaşılır olmaması, yanyana getirilen elemanların bir tek değil çeşitli yaşantılara, değişik dünyalara da ilişkil olabilmesidir. B it çoğaltıya birden fazla yaşantı sokmak, ya da bi- riblrine yabancı duran elemanlan birlblrine ilintilemek bir soy «kübikleşmek», «hacimleşmek» oluyor. Bu sebeple yıikandald şairime «düzlem» şairi dersek, Uyar’a «hacim» şairi demek yakışır.
Uyar’m düzlem içinde kalan çoğaltılanna -bazi örnekler: Yıldız poyraz gündoğusu, dursun
(Arabistan, 7 )Oysa kapılar var duvarlar var perdeler var
TURGUT UYAR 45(Arabistan,■ 15)
Soğuk sularla yıkıyoruz ayaklarımızı kollarımızı boynumuzu
iArabistan , 54)Ya sizi anmalıydun ya bir yangına hortum tutmalıydım
alevlere ateşlere küllere (Arabistan, 62)
Bu tip.çoğaltıda elemanın biri ile ötekileri arasmda çok sıkı fıkı ilinti vardır. Birinin çizmeye başladığı görünümü ötekiler tamamlar. Bu elemanlardan bitini bilmek ötekilerini de bilmeye yetebilir. Çünkü bunlardan biri ötekilerle birlikte düşünülür çokluk. Bu tip çoğaltılara «atıf çoğaltışı» denilebilir.
Atıf çoğaltılarmda bir soy soyutluk vardır: bunlar metin dışında da, varlıklarım koruyabilirler.
İyi şairler görünümlerini çizerken önceden bilinmeyen, tahmin edilmiyen elemanlar da kullanırlar. Bu elemanların arasmda, yukarıdaki misallerde görülenin tersine, soyut bir ilinti yoktur. İlinti metinden doğar. Metin bilinince, yani şairin dünyası tanınınca, biribirile ilk bakışta ilintisiz görülen elemanlar biribirine bağlanmış olur.
Nemli otlar, çekirgeler, ■ solgun yüzün ( Türkiyem , 88)
Yeşil yaprak, alaca gölge, düşen yıldız (Türkiyem , 88)
Yıldızlı yüzler bava fişekleri dereler gibi akıp gidensevgi
(Arabistan, 60)Güneş tozlu caddeler kaygılarım beni b ir antsın isti
yorum(Arabistan, 53)
Tükenmiş tahtlara denizleri üfleyen ipekten aşk Ölümünden kandan inci
(Arabistan, 66)Yeniden şehirler kuralım şimdikilerine benzeyen Baştan başlayalım susamlara ekmeklere denizaşırılarına
sevmelere(Arabistan, 17)
Böyle yanyana görmeğe pek alışık olmadığımız elemanları metnin ya da şairin başkaca şiirlerinin bizde kalan havası içinde biribiri-
le ilintileyebîldiğimiz taktirde okuduğumuz şiirin bizi bir «hacme» doğra götürür gibi olduğunu hissederiz. Bu, şair için bir kuvvettir. Örneğin «gül» mutlu b ir durumu, hoş bir nesneyi dile getirmeye yarayan klâsik bir kelimedir. Ayni tip durum ve nesneleri canlandırmak üzere Uyar’m çocuklar, çimenler, atlar gibi sembolleri de kullandığını gördük. Burilar onun mutlu dünyasının ele- manlandır. Bu dünyaya alışmış olan biri için artık :
Yıldızım benim, kaybolmuş gecelerimi sizin usta elleriniz buluyor
Kırlardan büyüyen çimenlerden çocuklardan bir gülden ayrı düşünemiyorum sizi
(Arabistan, 66)
mutalarındaki çoğaltı garip düşmez. Tersine b ir kuvvet olur. Çünkü bütün bu mutlu elemanlar biribirini tamamlamakta, sevgilinin de içlerine katılmasile tablo daha da büyük bir bütüne kavuşmaktadır:
Uyar’daki çoğaltılarm bize daha büyük bir dünya, daha hacimli bir dünya getirmeye aday olmalarına karşılık, şu sakıncalara da açık olduğu görülüyor:
(1 ) Uyar’da yanyana gelen elemanlar arasında bağlantı kuramadığımız ya da bunda çok güçlük çektiğimiz de oluyor. Bu ya bize çoğaltı içinde tanıtmakta olduğu dünyanın hiç akla gelmi- yecek özelliklerini (elemanlarım) sıralamasından, ya da çoğaltı- da başka başka dünyalara ait elemanları sıralamasından Beri geliyor :
B ir teşbih bir zımba bir yazı makinesi (Arabistan, 67)
Şu kadar güneş şu kadar su yılanı şu kadar düzen (Arabistan, 17)
Topraklar taşlar altın tozlan benden uzaklar (Arabistan, 63)
Su tükenir güneş bilinir el sevilir (Arabistan, 69)
Üşüyeyim ısınayım bir tuhaf olayım insanlar arasında («Kendime Dair»)
Serseriliğe, insanlara, toprağa meylim var («Kendime Dair»)
Siz kimsiniz bu orman bozgunu yeşil perdeleri nasıl uydurdunuz Alİah aşkına
46 TURGUT UYAR
Baktıkça bir yeşil oluyor ne elden ne koldan ne mermerden
(Arabistan, 62)Bir kadını, bir sesi, bir suçu, bir şeyi en çok o şey ya
pan güc yalnız şendedir (Arabistan, 37)
Birkaç sayfa önce Uyar’ın dünyaları arasında bağlantı kuru- lanüamasını, birinden sonra niçin ötekinin geddiğinin anlaşılanla-, masını onun için bir zayıflık diye göstermiştim. Uyar’m bazı çoğaltıl arındaki durum da böyledir. Aradaki faik, dünyaların sıralanışının bir büyük form (kuruluş), çoğaltılardaki elemanların sıralanışının bir küçük fonn (testine) meselesi oluşudur.
(2 ) Uyar, çoğaltı tekniğini çok kullanıyor. Bu alışla onda Türkiyem ’den beri var. Hangi teknik olursa olsun gerektiğinden fazla kullanıldı mı etkileme gücü düşer, sıvılaşır.
(3) Uyar yalnız fazla çoğaltı kullanmaya eğilimli olmakla kalmıyor, uzun çoğaltılar yapmak eğilimini de gösteriyor. Bu onu •kalabalık söz» e götürüyor. Yanyana getirdiği elemanlar arasın- ' daki bağları keşfetmekte gecikmesek bile bütün bu elemanların hepsini niçin saydığını, birinden sonra niçin şunu 'değil,de ötekini getirdiğini kestiremiyoruz. Böyle olunca da karşımızda «kelimelerini seçemiyen bir şair» varmış gibi geliyor insana zaman zam an:
Kırmızımsı, yeşilimsi; morumsu Bir balıktır, umduğumuz; çağlardan..
( Türkiyem, 51)Seni anyan sular, seni kışlar, seni adamlar, seni umunda
bozulmuş ordulanm (Arabistan, 37)
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
(Arabistan, 20)Bu üçüncü parçada şairin değişik nesneleri bir araya getirmesin, de bir «ş» sesi dizisi kurmak isteğinin baskın olduğu İleri sürülebilir. Hemen diyeyim ki Uyar’m bu türlü «sessel etkiler» peşinde koştuğu pek azdır ve bu ona yakışmıyor. Çünkü Uyar, genel hatlariyle, «şekil ve ses» şairi değildir, örneğin o, Dağlarca’ya benzemiyor:
TURGUT UYAR 47
Üşümez iirkmez üremez (Batı Actst, 38)
Bu çöğaltıyı görünce ondaki elemanlar arasında ■ ilinti aramaya kalkmıyoruz. Çünkü yalnız bu murada değil, bu mısramn alındığı bütün şiirde şairin «ü» sesini vermekten başka b ir kaygısı bulunmadığı göze çarpıyor. Uyar’m bu türlü sessel etkilere kaçması kendisine yakışmıyorsa da, bu, onu herşeyden çok bir «öz» şairi olarak beli ediğimizdendir.
ÇOÖALTININ ÎTKENLEHl
Uyar’ı çoğaltılı konuşturan Itkenler (bilinçli ya da bilinçsiz) şunlardır:
(1) O, yaşantıları bol, kalabalık olan bir şairdir. Bu özellik onun — gerek büyük gerekse küçük :— formuna da geçmektedir. Çoğaltı, «kalabalık küçük form»' un' bir nevidir.
Yalnız şurasına dikkat etm eliyiz: O, her şiirinde çoğaltı tekniğine başvurmuyor. Bazı, şiirleri çoğaltıdan geçilmezken bazı şiirlerinde çoğaltıya hemen hemen hiç rastlanmıyor. «Geyikli Gece» de olduğu gibi. Bu şiirin başkaca şürler kadar kaımayk yaşantılı olmasına rağmen çoğaltışız oluşu, çoğaltıya başvurmadan da şairin başarılı olmasının mümkün olabileceğini göstermeye yetebilir sanırım.
(2) Uyar’daki somut olma eğilimi de onu çoğaltılı konuşmaya itiyor. B ir nesne ya da duruma ilişkil nitelikleri teker tekeı saymak — her zaman değilse de —■ çokluk somut bir manzara yaratır. Bunun gibi, genel kelimeler yerine özel kelimeler kullanmak da bizi somutluğa götürür, örneğin «herkes uyusun» diyecek yerde, «Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun» (Arabistan, 20) dersek bu böyledir. Şu kadar ki bu tüllü bir somutluk kendi başına şiir için bir güç olamaz. .Çünkü böylesini yazmak kolay, b ir iştir. Fakat Uyar için durum, biraz farklıdır. O, aslında somut olmasını, hem de kendine özgü tekniklerle somut olmasını başarabilen bir şair olduğundan aynca çoğaltı kullanmakla elde ettiği somutluklar onun yararına oluyor. Çünkü somutluğu daha da pekişmiş oluyor.
(3 ) Uyar’da ana eğilim «somut olma» olduğundan mantıksal soyut söz türlerinin özelliklerine anda az rastlanıyor. Bir fikrin başka bir fikri kovalayışında gerekli olan mantıksal ve gramerse! bağlantıları o çok defa kaldırıyor, örneğin o :
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
48 TURGUT UYAR
(Arabistan, 20)diyor. «Herkesin uyuması iyi oluyor, bundan hoşlanıyorum, > ya da «herkesin uyumasından hoşlanıyorum» demiyor. Y ine:
Ekmek vardı tereyağı vardı utanılacak biışey yoktu (Arabistan, 64)
Durdum banlan söylerim alışamadım (Arabistan, 14)
diyor. «Bunda utanılacak biışey. yoktu» demiyor. «Durdum da bunlan söylerim; fakat alışamadım» demiyor. Şu örnekte d e :
Kuzuların sevip sevip yediği otlardan topluyorum Kuzulara vereceğimden değil, yok değil,Böyle çocukların sevdiği işler yapmak pek hoşuma gi
diyor(Arabistan, 54)
diyor, «hoşuma gidiyor da ondan» demiyor.(4) Şairi çoğaltı kullanmaya iten bir sebep de onun «ha
cimli» olmak isteği olabilir. Büyük formda çeşitli yaşantıları ard arda getirmekle elde ettiği hacimleri çoğaltırım getirdiği hacimlerle tamamlamak, güçlendirmek gibi b ir kaygısı olabilir şairin. Ancak belirteyim ki, Uyar çoğaltıya başvurmadan da, kelimeleri yığmadan da hacimli olabiliyor.
Yolda beygirler için balya balya ot taşıyan kamyonlar gördüm.
(Arabistan, 55)Daha bir aydınlık olsun, diye içtikleri su San topraktan testileri güneşte pişiriyorlar
(Arabistan, 10)Birinci örnekte normal deyişin (düzlemsel deyişin),
Yolda balya balya ot taşıyan kamyonlar göldüm şeklinde olması beklenirdi.. Otun hayvanlara verildiğini hep bildiğimiz için araya «beygirler için» ekinin sokulmasının gereği yoktur şüphesiz. Ama Uyar böyle bir ekleme yapmakla, ilk bakışta gereksiz bir iş yapmış gibi görünse de, önemli bir iş başarmış oluyor: Kamyon imajının (mel dünyaya ya da mutsuz dünyaya ilişkil bir imaj) yanma,. kendi mutlu dünyasının sembollerinden biri olarak bize tanıtmış bulunduğu «at» ı getirmekle düz- leme bir hacim getirmiş oluyor. Beel dünyayı mutlu dünyaya doğru hachnleştirmiş oluyor;
İkinci örnekte hacimlenen dihrjra mutlu dünyadır. Düzlem
TURGUT UYAR 49
ikinci mısrağla verilmiştir. Hacimlemeyi yapan da birinci mis- rağdır.
TEKRARLIYARAK YIĞMA
Uyar’m üslûbunu kalabalıklaştıran, yığmalı hale getiren küçük form özelliklerinden biri de «tekrarlamalar» dır.
(a) Mısrağ sonu ve basındaki tekrarlamalar.Bir kadm iki kadın elli iki kadın Bir beyaz iki beyaz elli iki beyaz Bir iyi bir güzeldi gökyüzünde Gökyüzünde tralalla
(Arabistan , 6 )Meymenet Sokağı eğri büğrüydü ama loştu Görseniz loştu
(Arabistan, 14)Bir acun var ben içindeyimBen içindeyim tüm itlikler sahanda yumurtalar onun
içinde(Arabistan, 11)
Sosis kokulan, bira kokulan, kavun kokulan geldi. Kavun kokulan geldi, tütün, lavanta kokulan geldi.
(Arabistan, 55)Yalanlı dolanlı alçak doğruca yaşanmamış bir Bir gözsüz kulaksız elsiz ayaksız güdük bir gün
(Arabistan, 17)Birinci ve ikinci misaldeki sonuncu mısıağlar olmasa da şiirlerin anlamı değişmez. Gökyüzü ve loş kelimeleri fazladan tekrarlanmıştır. Ne var ki bu tekradanışta yanlarına' «tralalla», «Görseniz» gibi dramatik kelimeler eklendiğinden şiirler, «dramatik bir güc» kazanmıştır. Bu tipe ait örneklere A. İlhan ve Y. Gruda’da da rastlıyoruz :
kalbimiz beyaz derken biz siyah diyemeyiz diyemeyiz hannelise
50 TURGUT UYAR
ben içimde müstesna bir ateş bahçesi donatının bembeyazbembeyaz hannelise
(Yağmur Kaçağı, 8)Çıplak küt ellerindeki çığlığı yaşamak
Yaşamak sadece(«Yadsınan-I»)
Üçüncü ve dördüncü misallerdeki tekrarlamalarda «dramatik bir ekleme» yoktur, sadece hızını alamamış bir adamın bir şeyi fazladan bir daha söylemesi vardır. Bu tip «fazladan tekrarlamalar» a arada bir Ö. Nutku’da da rastlanıyor (Bölük Yaşantı, 19, 3 7 ). Her halde başkalarında da vardır. Bence edebiyat balonundan Önemli olmayan bir tiptir bu. Çünkü biraz fazla dramatik ve mekaniktir. Bence en önemli tip beşinci (sonuncu) misaldeki gibi olanlardır. Bu misalde üç tane «bir» var. Anlaman anlaşılması için bunlardan yalnız sonuncusu gereklidir. Bununla beraber, «gün» e bir çok sıfatlar yüklendiğinden ve bu sıfatların hepsinin de önemli oldukları belirtilmek istendiğinden iki yerde daha «bir» kullanılması uygun görülmüştür. Bu türlü kullanılış dramatik olmaktan çok görevsel (functional) dir. Uyar’ın kendi çoğaltıh tekniğinin daha başanb olmasına, hiç değilse daha sindirilebilir olmasına yardım etmektedir.
(b) Başka tekrarlamalar, fazladan unsurlar.işte bu ellerimle yalnızım bu inanmazsan bak Bu saçlanmla bu iyi giyimlerimle paralarımla
(Arabistan, 19)Burada da dört tane «bu» vardır. Yalnız birincisi gereklidir. Bununla beraber bir önceki misalde anlatılan (Arabistan, 17) sebeplerden ötürü metne yeni «bu» 1ar eklemek uygun düşmektedir. Ancak ikinci «bu», araya zorla sokulmuş gibi durmaktadır. Olmasa da olur. Birçoklan rahatsız olacaktır ondan. Ama çağımızın genel duyarhğına aykın düşüyor da denemez, örneğin çağımızın müziğindeki «fazla unsurlara» alışanlar için bunun gibisi hafif kalır.
(c ) İkizler.Ayni kelimeyi yanyana iki kez getirmekle kurulan bütüne
«ikizler» diyebiliriz. Kuruluşça iki türlü olurlar: (1) «Damla damla göl olur» daki gibi bire indirilemiyen, yapışık olan ikizler. Buna iyi bir m isal:
Kadem kadem gece teşrifi Naili o mehin Cihan cihan elem-İ intizara değmez mi
(2 ) «Güfc veren» ikizler: bunlardaki iki kelimeden biri kaldırılırsa anlam bozulmaz, fakat gücünden biraz yitirir':
Evler yükselmiş yükselmiş Açılmış açılmış pencereler
TURGUT UYAR 51
52 TURGUT UYARDağlaraAydınlıklara karşı
(Batı Acısı, Dağlarca, 157)misalinde olduğu gibi. Hemen her şairi çekmiştir bu tarz. Ne vaı ki bazı şairler kendilerini ona fazla kaptırmış ve sonuç olarak da yapmacıkhğa kaymış dürümdalar. Son yıllardaki durum şöyle gibi : Tekli kelimeye karşı sanki bir soğuma var. Kelimeleri abşı- lagelen yolla ikizleştirerek anlatımı güçlendirmek kaygtsmtn yanında, bir de ikizli, üçüzlü konuşmak eğilim i yer almış. Bu eğilim, bir kelimeyi tek bırakmayıp yanına kendisini b ir ya da bir kaç defa getirmek mekanizmine müncer olmuş gibi. Uyar da kendisini yer yer bu mekanizme kaptırmaktan kurtaramıyor. Başarılı başarısız bir kaç örnek bir arada :
Hiç umurumda değil yoksa yalnızlıklar, bozuk paralar, uzun boylu ayışıklan, gelip gelip giden sarhoşluklar, sabahleyin yalnız yatakta az az üşümek,
(Arabistan, 12)Uzak şarkıları dinliyorum sıkı sıkı âşık oluyorum
(Arabistan, 12)Kadınlan çıplak görüyorum koşup seni soyuyorum Bir açıcı gerdanlık görsem boynun aklıma geliyor bile
mezsinSeni kentlere seni bankalara seni seni 800.000 Seni zamansız ölümlere karşı koyuyorum hep aklim
dasın(Arabistan, 16)
Sanki ay dökülür d in balıklara, sanki gümüş şeyleri güneşler güneşler ışıtır
(Arabistan, 37)
ŞAŞIRT1
Uyar’ın şiirinde insanı şaşırtan kesimler var. örneğin arka arkaya gelen yaşantıların dizilişindeki hikmeti sezemediğimiz zamanlar şaşırıyoruz. Buna Uyar’a özgü bir şaşub ta m diyebiliriz. Uyar’da b ir de «klasik» denilebilecek şaşırtma var. Mısrağla- nn ı«7MtıİTnasıTi«fgn ve noktalama InıIlanılTnaTnasmdan ileri geliyor. önce bir iki eski misal vereceğim:
Böyle şûha müptelâ olmak ne güç / âşık değil Bulsa cümle dilbeıân-ı şivekâra naz eder
(N efi)
Bassan kenâr-ı cûya kadem / pây-bûs içinBirbirini basup gelir ey dil kenâre mevc
(Nabi)Geçer bu devr-i gülü mül heman / güler yüzdürÇemende medis-i işrette bergüzâr-ı bahâr
(Galip)Bu misallerde / işareti ile gösterilen yerlerde nokta ya da virgül olmayışı anlamı ilk okuyuşta sökmemizi güçleştiriyor. İlk mısrağ- larm / dan sonraki kısımlarını ilk mısrağa bağb gibi okuduğumuzdan şaşırıyoruz.
Eski şairler, çok muhtemeldir ki, şaşırtı kaygısı güdüyor değillerdi. Onların şiirlerindeki şaşırtılar, noktalama kullanmamak ve ölçüye uymak yüzünden doğuyordu.
Çağımız, şairlerinde ise ölçü ve noktalama zorlaması diye bir şey yoktur. Mısrağlar pek âlâ bölünüp, ya da İşaretler konup, şa- şırtısız hale sokulabilir. Böyle yapanlar da yok değil. Ama biı takım şairler böyle yapmıyor. Onun için şaşutı kaçınılmaz oluyor. B ir kısım şairler de sırasında «şaşırtı için şaşırtı» ya kaçıyor.
öyle sanıyorum ki şaşırtı formu çağımızda A. Ilhan’la başladı. Mavi’cilerin ve Uyariın elinde gelişti. B.ir faikla İd Ö. Nutku ve Y. Gruda, uzun mısrağlı şiirlerinden çoğunda okuyucuyu şa- şırtmaktansa, nokta ya da viıgül yerine geçmek üzere — işaretini kullanmayı tercih ettiler. Uyarida da şaşırtma etkisi yapmayan. noktalı, virgüllü şiirler yok değil. Ama bunlar ne de olsa az. Kaldı ki Uyar, «anlamsız» şiir yazanlar bir yana, şaşırtı tekniğini bir hayli geliştirip iş, öteye itmiş bulunuyor.
Küçük küçük muştular / üçüncü kat / korkmadan aşk. (Arabistan, 14)
Aldım kendimi oralara götürdüm / ben bu evlerde döner kebabı yiyemem
(Arabibtan, 18)^orgundum / yoktum / inip çıkardım denizlerde / sa
bahlara göre değil / siz gelenedeğin (Arabistan, 66)
Bu ne yeşil / piyano çalarsınız / sesiniz güzeldir / loştur / aralıktır / ben duyarım bir bir
(Arabistan, 62)Bu örneklerden bele sonuncusu üzerinde durulmaya değer. «Yeşil» sıfatı perdeye, «loş» sıfatı odaya, «aralık» sıfatı kapıya (ya da perdeye) aittir. Türlü nesnelere değgin sıfatlar yanyana ge-
TURGUT UYAR 53
tirilmiştir. Bu, polifoiıik ya da hacimli bir tekniktir.Şaşırtının şaşırtı olarak önemi belki sınırlıdır. Fakat kendisi
nin getirdiği bir yeni ritim vardır ki o da yerine göre şiir için bir kazanç olabilir. Aynca ele almak gereklidir bu konuyu.
MANTIKSAL ŞAŞIRTMA
Uyar somut obuayı üstün tutan, bu yüzden de mantıksal söz bağlantılarını azaltmaya eğilimli olan bir şair. Yukarıda görmüştük. Buna rağmen o, «halbuki», «ama» gibi mantıksal bağlantıları sık sık kullanıyor. Hele «halbuki» yi en az üç defa şiir başında kullanmış («Sevmek Herkesin...», Arabistan, 37 've 57) Tür^âyem,de kullandığı gibi şiirin ortasında ne ise ama bayn/ja ne oluyor, diyenler olacaktır sanırım.
Uyar bu türlü şaşırtmaları okuyucuyu sadece şaşırtmak için yapmış olabilir. Böylesi şairin hakkıdır da. Ama ben Uyar’ın «halbuki», «ama» gibi kelimeleri şurada burada kullanışını onun genel yaşantı tutumu ile ilgili buluyorum. Onda yaşantıların biri- birini kovalayışı seçik değildir. Herhangi bir yaşantı ile başlayabilir, şiiri bitirebilir. Biraz mübalâğalı bir açıklayış tarzı da olsa diyeceğim ki, Uyar’m şiirleri tek tek çizgiler halinde değil, hepsi birden bir daire şeklinde karşımıza çıkıyor. Her nokta başlangıç olabilir.
Bu açıklayışım, Uyar’m bazı şiirlerindeki mantıksal bağlantıların gerek yerlerini gerekse varlıklarını aykırı bulmamamıza belki yetebilir. Ama bize başı sonu belli olmayan bir daire şeklinde gelen bir şairin tenkide açık oluşu gerçeğini ortadan kal- dınnaz.
PELESENK
Uyar’da, bir çok şairlerde olduğu gibi, «pelesenk kelimeler» e pek çok rastlanıyor: üç, kurtulmak, eski, şehir, orman, şarap, ço cuk, balık, yeşil,, deniz, gökyüzü, güneş, su, loş, kisrak-gibi..
«Kurtulmak» onun en çok kullandığı kelime galiba. Çokluğuna göre inşam sıkmıyorsa, onun «kurtulmak» temasını şu ya da bu şekliyle her fırsatta işlemesindendir.
«Yeşil» de çok kullandığı kelimelerden biri. Türkiyem’den beri bu göze çarpıyor. Hem sıfat hem de isim olarak kullanıyor onu. Yeşili Uyar maviden çok seviyor ve onu iyinin, güzelin, mutlunun bir sembolü olarak sunuyor hep. Arada bir :
Belki o ses o yudum o yumuşak döşekler yeşil yeşiller
54 TURGUT UYAR
{Dışrağında olduğu gibi biraz fazla zorlamalara gitmese sonuç Şüphesiz İd daha iyi -olacak.
Sembol seklinde kullandığı başka b ir pelesenk kelime de *eski> dir. «Eski plaklar», «eski saat» («Elbette Güzel'Günlerimiz Olacak»), «eski şaraplar», («İnadma Başıboş Aşk»), «eski zaman gözleri» (Arabistan, 2 0 ), «6 eski çocuklar güneşi» (Arabistan, 67) misallerinde olduğu gibi eskilik «iyi olanı, değerli olanı» deyimliyor. Ne var ki Uyar bu sembole gerektiği kadar sıkı sarılmamış. Kötülüğü, köhneliği de ayni kelime ile deyimlediği oluyor ki (Arabistan, 4 , 5 , 14, 66) bu, insanı şaşırtıyor ve ilk kullanıştaki sembolsel güçlülüğü eritiyor, belki de yitiriyor.
Ayni durum, yani bir sembolü ters yönde de kullanmaktan ileri gelen zayıflık, «loş» ve «şehir» kelimelerinde de kendini gösteriyor.
Uyar için şehir, huzursuzluğumuzun kaynağıdır. Mutsuz dün yanın bir parçasıdır.' Şehir kelimesini öylesine kullanıyor ki o dünyama bir sembolü olarak onu arar oluyoruz. İşte bu duruma şartlanınca insan
Yeniden şehirler kuralım şimdikilerine benzeyen (Arabistan, 17)
gibi bir mısrağ karsısında şaşınr gibi oluyor. B ir sair b ir kelimeyi, şiirin gelişine göre, gu ya da bu yönde kullanmakta serbesttir şüphesiz. Ama Uyar için durum biraz başlad ır: o, «şehir» 1 kelime, olarak değil sembol olarak bize tanıtmış, yaşantımıza öylece sokmuş durumdadır. Ona ters yönde bir anlam yüklemek bizim için artık kolay olamaz. (Uyar’da humour olsaydı belki bu kolay olurdu.)
Bununla beraber, «şehir» İri bu türlü ters kullanılışı, «olan dünyayı .tabii bulup oriıi olduğu gibi kabul etmek» temi ile bağdaştırılabileceğinden, yine de çok aykın düşüyor denemez.
Daha aykın bir düşiiş «loş» kelimesinde görülüyor (A rabistan, 62 ). Bu kelime, bu şiirde mutlu anlamda bir çok defa kullanılmış, fakat nedense bir kere de mutsuz anlamda kullanılmış. Bence böyle bu durum «kelimeyi seçememek» ten ileri gelmektedir.
«Yalnızlık» kelimesi İçin durum biraz karmaşıktır. Uyar bu kelimeyi yanlış ya da kötü kullanıyor diyemiyeceğim. Okuyucu dikkatli olmazsa «ruhun sıcak yalnızlığı» («Bir Ateş Yakıp»), «yalnızlığuı en güzİBİ yeşili» ( «Sevmek Herkesin...») gibi deyişlerde geçen yalnızlıkla «karanlık yalnızlık» («Deneme»), «yal-
TURGUT UYAR 55(Arabistan, 17)
Dizlik hem içimden hem dışımdan» («Bir Yer! Var K i...»), «yalnızlıktan -.bir korkuyorum» (Arabistan, 10), «hiç umurumda değil yoksa yalnızlıklar» (Arabistan, 12 ), «yalnızdı, güçsüzdü» (Arabistan, 65) kesitlerinde geçen yalnızlığı biribirine karıştırabilir. Oysaki ikinci kullanılış «normal yalnızlığı», birincisi şairin serazat dünyasını — bir. nevi istiare şeklinde — temsil etmektedir.
Son olarak bir de «üç» kelimesini çok kullandığına, ve bu kullanışta, çok defa seçik bir isabet görülmediğine dokunacağım. «Üç dilim kavun» (Arabistan, 1 1 ), «üç sokak ötede» (Arabistan, 1 6 ), «üçe kadar sayıyorum» (Arabistan, 6 3 ), «üç sayı kötü bir sayı» (Arabistan, 64) gibi sözler ne kadar tabi! geliyorsa, «üç kene deniz» («Senfoni»), «üç gemi, üç martı» («Tel Can- bazının Rüzgârsız — >); «üç kişi için b ir şâir», «üç kene görünüp kaybolacağım» («İnadına Başıboş Aşk»'), «üç gece uykusuz kalabilirim» («Fakir Avuntu»), «üç kadeh ve üç yeni şarkı» (Arabistan, 4 ) sözleri insana o kadar rastgele söylenmiş duygusunu veriyor. Sanki şair üçten başka sayı bilmiyormuş gibi duruyor karşımızda. Ne var ki «üç» ün bu türlü kullanılışı bu yıllarda moda gibi bir şey oldu. Olabilir İd sebebine ya da zevkine varamadığım için ben kusurluyum.
SONUÇ
Uyar, 1 Şubat 1955 günlü Şimdilik dergisinde çıkan «Korkulu Ustalık» adlı yazısında şöyle diyor :
«Şimdi şunu soracağım. Bir yenilik, bir .akım ne raman eskimiş olur? Ne zaman tazeliğini y itirir?-. Ne zaman ortalıkta o akımın ustalan çoğalırsa, yahut türerse.. Ortaya bir akımın ustası çıkarsa, o akımda yapılabilecek her şey yapılmış demektir. Bundan sonra yapılacaklar hep bir örnek şeyler olacaktır.»
«Sanatçıyı yitilen ustalıktır, usta olmaktan korkunuz di- yorum.»
Ben de bu yazımda şöyle diyeceğim: -(1) Uyar merak etmesin, henüz ustalaşmış değil. (2) Ama o acemi de değil. Bu haliyle de dünden bugüne gelen şiirimizin önemli ve gerekli bir halkası olabilmiş durumda. (3 ) O istemese de biz onun ustalaşmasını istiyoruz: Şiirimize getirdiği yenilikler geliştirilmeye elverişlidir. Başka yenilikler peşinde koşacak yerde bn işe girişmesi daha akıllıca b ir şey olur. E v e t: «Ortaya bir a k ım ın ustası çıkarsa, o akım-
56 TURGUT UYAR
da yapılabilecek her şey yapılmış demektir. Bundan sonra yapılacaklar hep bir örnek şeyler olacaktır.» Bu söz doğrudur. Ama ustalaşamayan ve daha önemli yeniliklere kayamıyan şairin de yazdıkları hep bir örnek şeyler olmaktan kendilerini kurtaramazlar. Ben kendi hesabıma, Uyariın böyle bir duruma düşmesini istemediğimden ustalaşmasını istiyorum.1
TURGUT UYAR 57
ı Bu incelemem 1959 Nisanında yazılmış, burada, olduğu gibi yayımlanmıştır, Yazılırken kendi şiiri hakkında Turgut Uyar’dan aydınlatıcı bilgi istenmiş değildir.
E D İ P C A N S E V E RASİM BEZlRCt
Cahit Sıtkı ilk kitabını, «Ömrümde Sükût» u yayınladığında 20 yaşındaymış. Orhan VeU anlatıyor: «... O kitabi çıkardığına sonradan ne kadar üzüldü. Çünkü»küaptan sonra bir hagU değişmiş, b ir hayli olgunlaşmıştı. D aha sonra üzülmenin de boşuna olduğunu anladı. D edi k i : Insantn fik ir hayatında b ir çok m erhaleler var. Ben o şiirleri o zaman yazmıştım -*1
Acaba ilk kitabı için Cansever de böyle mi düşünür, bilmiyorum. Ama ben, «İkindi Üstü» nü okuyunca «Otuz B eş Yaş» şairi gibi düşünür oldum. Baktım, C. Sıtkı gibi E . Cansever de durmadan geliştirmiş şiirini, öyle ki, ilk eseriyle sonrakileri karşılaştırınca şaşırıyor insan. Arada geniş bir açıklık görüyor çünkü. Cansever’i değerlendirmek için bu açıklığın bilinmesi gerektiğini anlıyor.
İşte bu anlayış, Cansever’i bütünüyle incelemeğe götürdü beni de.
I — İKİNDİ ÜSTÜ
■İkindi Üstü*nü Cansever 1947 de bastırmış2. Henüz 19 yaşındayken. İçinde ilk gençlik yıllarının ürünleri var. Bu ürünler, bohem hayatına özenen «varlıklı, aylak» b ir şehir delikanlısının evrenini yansıtıyor.
Delikanlının «akşamlan yalnızlıktan, sabahlan işsizlikten» canı sıkılıyor. Onun için zamanım kahvede, «parkta ya da meyhanede» öldürüyor:
Başlar yalnızlık ve gece ö n ce denizden.Ya parktayız, ya m eyhanede,B ir parça daha harcarız gençliğim izden.
«Sebepsiz üzülüyor.» Bu yüzden, «çiçek kokulu yaz akşamlan» hep «iskeledeki meyhaneye» gidiyor :
Dün gece şiir yazmışım sarhoşluğumda,Kadından, aşktan bahsetmişim}
ı Da$us Dergisi, 1945. sayı 8.2 Ömer Edip Cansever, İkindi Üstü, İstanbul, 1947. s. 32.
59
60 E DlP CANSEVER Yağmurun eğri yağdığından,C addelerin düz olduğundan şikâyet etmişim.
Her yerde yalnızlığım duyuyor :M eyhanede, evde, sokakla Bizim derdim iz yalnızlık.Bizim derdim iz başka.
Bu «başka derd» in ülkesini bize de duyurmak istiyor :Ve renk renk caddeleri, denizi, kahveleri D ört köse bir elm as g ib i ptrd pırıl m eyhaneleri Bir b ir tattığım dünya gecelerin i Size d e duyurmak isterim.
Gelgelelim, pek öyle gerçekleşmiyor bu istek. Çünkü şair derinleşmemiş gözlemlerin, öznelleşmemiş izlenimlerin b e s in e geçmiyor. İmge (image), düş, düşünce gibi öğelere az yer veriyor şiirlerinde. Dış tasvirlerle söyleşiyor daha çok. Üstelik, yeni ve kişisel bir görüşe, bir duyuşa da yükseltmiyor bunlan. O yılların ortak, yaygın şiir havasına uymakla kalıyor. Kalıplaşmış temleri, moda deyimleri tekrarlamakla yetiniyor, örneğin, «aşk, kadın, sıkıntı, yalnızlık, sarhoşluk, deniz, park, cadde, mçybane...» gibi *aoarelik> kokan sözcükleri sık a k kullanıyor. Ama bunlan hiçbir zaman hayata bağlamıyor. Bu bakımdan, A. Malrauz’yu doğruladığı söylenebilir: «Sanatçı, sanatına bayatlan değil, taklitten varır.» Nitekim Cansever de, «Yaşaytp ö lm ek , A sk V e Aoa- reUk Üstüne Şiirler» yazan Oktay Rifaftan Cahit Sıtkı’ya kadar çeşitli şairlerden etkiler taşıyor.
İkin di Üstü, biçim yönünden de doyurucu değil. Belirli bir biçim anlayışı yok şiirlerde. Dil .durulmamış henüz. Mısralar yoğunluktan, uyumdan, arıklıktan uzak. Orhan Veli’nin de dediği gibi,* nesre kaçıyor çoğunca. Şiirsel bir yapıya, tutarhğa kavuşmuyor. Gerçi «Yasamak Telâşt, Su Yanındaki^ Parklar» gibi az çok güzel parçalar, ya da tek tek umutlandırıcı mısralar eksik değil. Ama, yazık ki azınlıkta kalıyor bunlar. Çoğunluk, bir «başlangıç kitabı» na özgü kusurlarla tükeniyor.
H — D İRLİK DÜZENLİK
İkindi Üstii’nden sonra belli b îr tutuma, b ir görüşe varmak gereğini duyuyor Cansever. Etkilenme alanmı daraltmak, tutarlı bir kişilik kazanmak istiyor. Bağlanacak bir yol arıyor. Ve buluyor : Bu, Orhan Veli - Oktay Rıfat - Melih Cevdet üçlüsünün sür-
» V arlık T ierg isi, 1947, say ı 329.
dürdüğü yoldur. Yaprak Dergisi’nin çıkışıyla belirleşen, gitgide keskinleşen toplumcu yol.
Cansever bu yola şöyle bir gerekçeyle giriyor :«... Cünümüzjin şiirinde ortaklaşa bazı anlam ve düşünüşler
oar, bu da çağanızdaki olayların sanatçılar üzerindeki zorunlu etkileri, bunların sonuçlan olsa gerek. Yaşamaya verilen önem, doğruya, sadeliğe- özenme, insanca davranışlar, barış, yurt sev-. gisi gibi kavramlar bugünün şiirine yabancı sayılamaz. Köy davası, işsizlik, milletçe kalkınma gibi davranışlar aydınlarımızla birlikte sanatçılarımızı, da ilgilendiren konular olmaktadır,»4
Bu gerekçesinden şu sonucu çıkarıyor Cansever :«Şairin ele aldığı konular kendi durumunu değil, çevresini
kaplryan yığınların iç'dünyasını ışıtacak, onların yaşayışlarını yenileştirecek, başka başka görüşler kata bilecek özellikler taş imalıdır.». Çünkü artık •şiir yalnız lüks olmaktan çıkmış, gerçeği gösteren, insanı inceliyen bir güzellik olmanın yolunu tutmuştur,»5
Cansever de Dirlik D üzenlikte işte bu gerçekçi, toplumcu yolu tutuyor.0 Ne var ki bu tutuşun gerekçeleri yeterince kavranmış, kuramsal (nazari) dayanakları derinlikle öğrenilmiş, B atid aki örnekleri iyice incelenmiş, bilinçti. bir tutuş olduğu söylenemez. Sözgelimi, «şairin ele aldığı konular kendi durumunu değil, çevresini kaplıyan yığınların iç dünyasını ışıtmalıdır» yargısı bilimsel toplumculuğa aykırı bir düşünüştür. Çünkü, gerçekte şairin durumu toplumun durumundan ayn değildir.. Nitekim çağdaş toplumbilim de, bireyle toplumu bir bütünün ayrılmaz iki yam olarak görmektedir.
Dirlik Düzenlik’te çoğu şiirlerde halktan kişiler ve onların dış gerçekleri anlatılıyor. Bunun için <halk şiirinden, fo lk lor denem elerinden, konuşma dilinden faydalanılıyor.»7 Ama bütün bunlar birer konuluk (motif) olarak kalıyor kitapla. Toplumculuk olsun, gerçekçilik olsun, genel deyişleri, belli kalıplan aşmıyor, özel yaşantılara, kişisel duyuşlara, somut ayrıntılara bağlanmıyor. Derinleşmiyor. Öznelleşmiyor. Belki de bu yüzden şiirierm çoğunluğu kuru, soğuk, gerilimsiz. Duyarlıktan, lirizmden yoksun. Okuyanı sarsmıyor, çekip bir evrene sokmuyor.' Montaigne’in tanımıyla, «usumuzu doyuruyor, fakat allak'bullak etmiyor.»
Dene bilir ki birçok yanlarıyla «Garip» teki anlayışa yaklaşan şiirlerdir bunlar : «Teşbihle istiareden, mübalağadan kaçan, gördüğünü herkesin kullandığı kelimelerle anlatan (..) safide ve
4 5 7 Edip Cansever’le B ir Konuşma, Yedltepe, 15.4.İ9E4. e Edip Cansever, Dirlik Düzenlik, Yedltepe Yayınlan, İstanbul,
1954, s. 76.
EDİP CANSEVER 61
basitliğe dayanan şairanenin aleyhinde bulunan bütün hususiyeti edasında olan yani tamamiyle mânadan ibaret* Şiirler.;.8
Cansever duygudan, im geden, çağrışım dan, izlenim den çok dış gözlem lerle, «us verileri» y le kuruyor şiirlerin i .Bu özellik ço . ğunca tasvirciliğe sürüklüyor onu. A nlatım cı (rap ressioniste) resim tekniğinden -yararlanm ağa götürüyor. (Peşkir, Chagall, M esire >Yerleri, N on-figuratif, Yengeç G ibi ad lı şiirler iy i b irer örnektir buna.)
. O . V eli - O . B ifa t - M . Cevdet üçlüsüne göre Cansever, şa- şırbyla' nükteye (surprise ile esp ritlye) çok az baş vuruyor; toplum sal taşlam ayı gülm eceye yeğ tu tuyor; ayrıca, halk şiirin in koşuk biçim lerine daha b ir yakınlık gösteriyor (B öy lece, ad ı geçen •üçlü» den b ir yerde ayrılıyor) .
Sözgelişi :Y eşil olur m or olur M ehmed’in yüzü açlıktan Birtakım sesler gelir A çlığa benzer zurnadan Efendim M ehmed’in işi Bütün gün zum a çalm ak B elli k i sizin işiniz K eyifle zum a dinlem ek
Y ah u t:Çözülmüş buzlar g ibi akar Bütün düşüncelerin sonu Baktıkça İbrahim pencerelere Sokak büyür kırlara doğru Sokak büyür de büyür Alır başını gider Böyle yapar işte ortalığı Açılmış pencereler
D irlik Düzenlik’te toplum culuk çizgisinden v e halk- koşuğundan ayrılan örneklet de v a r : *M esire Yerleri, İnsanlık Sevgisi, Şekerli G erçek, Masa da Masaymış H a* g ib i. B u örneklerin — toplum cu ürünlere g ö re .— şiire , duyarlığa daha yakın durduklarım söylem ek yerinde olur. C ansever bu örneklerle Yerçekim i! Karanfil’d eki ş iir düzenine doğru yol -alıyor :
ölüm süz bir çiçek sofranızda s Orhan Veli, Garip, İstanbul 1945. s. U . 15, 17. 18. 23.
62 EDİP CANSEVER
Yaz güneşi pem beden kırmızıya kırmızıdan pem beye K apılar pen cereler tabiatla oynaşacak Bu düzen size insanlığınızı unutturacak
İkindi Üstü’n d e gördüğümüz «aşk, avarelik, sıkıntı, yalnız* lık...> temleri siliniyor D irlik Düzenlik'te. Duygululuk azalıyor. Buna karşılık Cansever biçim yönünden oldukça geliştiriyor şiirini : Dilini anbp durulaştırıyor; mısra kurmasını, kafiye düşürmesini öğreniyor; gereksiz parçalardan, nesir öğelerinden kurtuluyor; yalınlık ve yoğunluğa ulaşıyor; folklor araçlarından, halk şiirinden iyi yararlanıyor; anlatımına açık, akıcı, doğal bir nitelik vere biliyor':
B eni dinlersen Üsküdar'a gitm e İbrahim ’i görm e şiir yazma Şu herkesin bildiği düdük Bu d eli alacası çayır A rdıç kuşu türkülü sokak Senin için değil
Sonuçta, «M asa da Masaymış H a» (bu. şiiri kitabm en güzel ürünü sayıyorum), •Zurnacı M ehm et», •Âlinin Yüzü», «Dirlik Düzenlik* gibi oldukça başarılı örnekler koyuyor önümüze. Böylece, O. Veli - O. Rifat - M. Cevdet ırmağının içinde bir kişilik adası kuruyor kendine.
I I I — YERÇEKlM Lf KARANFİL
. *Y erçekim li Karanfil» 1957 de yayınlanıyor ve Yeditepe Şiir Armağanı’nı kazanıyor. Cansever’in bu üçüncü kitabı, 1954-57 arasında yazılmış şiirleri içine alıyor.
Bilindiği gibi, Demokrat Parti’nirı yurdumuzdaki gerici, Atatürk düşmanı davranışları ve siyasal, töre sel (hukuki) baskısı iyice artar bu dönemde. Baskının ilk belirtileli daha 1951 deyken kendini gösterir. Sonra, yıldan yıla artarak süıüp gelir. Nitdkim, birtakım şairler için kovuşturma açılır.9 Gerçi, bu haksız kovuşturmalar hep beraetle sonuçlanır, ama edebiyatımız üzerihde ağır bir hava yaratır. Bundan ötürü, «Beraber» ve «Yeryüzü» gibi toplumcu dergiler kapanmak zorunda kalırlar (1952-53). Attilâ îl -
b 1951 de «Önce Sonra» şiirinden Suat Taner, «Detil» şiirinden Sabih Sendll, «Milli Kurtuluş Sarkışı» şiirinden Şükran Kurdakul; 1953 de «Ortalık» kitabıyla Cahit Irgat, «Devam» kitabıyla Rıfat İ lgaz; 1954 de «Günaydın Yeryüzü», ki tabıyla Ilhan Berk; 1956 da «Günden Güne» kitabıyla Arif Damar, «Yanyana» kitabıyla. Melih Cevdet, «Gider Ayal» kitabıyla Şükran Kurdakul kovuşturmaya utrar, kitapları toplatılır, ama sonunda beraet ederler. (Bak : Şükran Kurdakul, Sairler Konuşuyor, Yelken dergisi, 1.7A960).
EDİP CANSEVER 63
han’ın çevresinde toplanan gençlerin (Orhan Duru, Demir özlü, Ferit Edgü, Ahmet Oktay, Yılmaz Gruda, özdemir Nutku, Güner Sümer, Vb,) çıkardığı, Atatürkçü bir toplumculuğu savunan «Mavi» dergisi bile yayınını keser (1955). özgür düşünce ve yaratış alanında bir yılgı (terreur) yeli eser. Değerler, inançlar sarsılır. Düzensizlik, güvensizlik, korku kişileri birbirinden ayınr. Aydınlarla kokuşmuş çevre arasındaki anlaşmazUk genişler. Eylem yolu bulamıyan sanatçıların insanla, toplumla, gerçekle ve onların temel sorunlarıyla bağlan gitgide gevşer, hattâ arasıra kopar. Yalnızlık, bunaltı, umutsuzluk gibi sözler dillerden eksik olmaz. Eskiden toplumla bağlaşan şairler ya şiir yayınlamazlar (A- Kadir, Rıfat İlgaz, Cahit Irgat gibi), ya değişik kaçış yollan ararlar (O. Rifat, î. Berk, A. İlhan gibi), ya da bir süre direnerek üzgülere göğüs gererler (Melih Cevdet, Şükran Kurdakul, Arif Damar g ib i). Toplumcu olmıyan, ama Demokrat Parti’yi de tutmıyan şairlerde ise bireycilik, umarsızlık, biçimcilik, soyutçuluk, gerçekdışıcılık eğilimleri ağır basar. O. Veli - O. Rifat - M. Cevdet üçlüsünün getirdiği şiir tutumu yavaş yavaş bırakılır: «Halkın dilini, halkın beğenisini bulmak» ‘eğiliminden uzaklaşma başlar. (Yalnızca Metin Eloğlu bu eğilimi sürdürmeğe çalışır.) Cemal Süreya’nm deyimiyle, «folklor şiire düşman» sayılır. C a- rfp’teki yalın şiir anlayışı günden güne etkisini yitirir. Bunun yerini «İkin ci Yeni» denen rastlansal, gerekçesiz şiir anlayışı alır. Bu anlayış, Birinci Yeni’nin koyduğu yasaldan kaldırır; imgeye, benzetmeye, şoşartmaya, müziğe kapılarını yeniden ve disiplinsizce açar. Buna karşılık anlamı, konuyu, düşünceyi, hikâyeyi, yaşantıyı, birlik ve bütünlüğü çoğunca geriye iter, önemsemez. Ussalın, doğalın, olağanın çoğunca dışına çıkar. D ili ve gerçeği çoğunca zorlar, değiştirip bozar, frisana .ve sorunlarına çoğunca gözlerini kapar.
Cansever üçüncü eserini işte böyle boğucu bir ortamda ve dönemde yayınlıyor. Toplumdaki' tümel bunalımın (crise’in) yarattığı hu ortam ye dönemin, Yerç ekim li Karanfilin, oluşumunda da etkileri görülüyor. - E tk iler,. birtakım yönelimler doğuruyor kitapta. Bü yönelimlere göre ‘‘dört küıpede toplanabilir şiirler:
1. «Tehlikesiz Alâkalar* :Cansever halk gerçeklerine değinmiyor artık. D irlik Düzen-
U!Pte olduğu gibi folklor öğelerine baş vurmuyor. Bırakıyor toplumculuğu. Daha doğrusu; eksik, silik, dolaylı ve tehlikesiz bil toplumsallığa yöneliyor: Siyasetten uzak, shngeli (symbol’lü) bir yolla çağını yansıtmağı deniyor. Çevresiyle ilişkilerini büsbü-
64 EDİP CANSEVER
tün azaltmak istemiyor: «Şiir yapm ak toplum la ilg iler kurmaktır en önce... Toplumun gereksinm eleri ben i m alana dünyasını çözüm lem eğe, onun şiirini yapm ağa götürüyor» diyor.10
Bunu gerçekleştirmek için makina dünyasına özgü sözcükler- den yararlanıyor. Atom, molekül, uçak, tiren, vapur, otomobil, buz dolabı, çamaşır malönası... gibi araçlada günümüz insanım kuşatan teknik ortamı vermeğe çalışıyor. «Tüplere, k ıl borulara, çeliklere, nidalara* aşm b ir tutkunluk gösteriyor. «Mutluluğumuzu sağltyacak olan o cansızları* yürekten seviyor.11 Bu sevgiyle birtakım şiirler diziyor.
Sözgelimi «G üzel Atomların Yaptığı Ayak* pirinde inşam yaşatan' atomla öldüren atom arasındaki karşıtlığı deyimliyor.
sAliminyum Dükkân* da çağımızda kişioğlunun nasıl özünü yitirdiğini, maddeleştiğini, nesneleştiğini anlatıyor:
İşte bu yeninin yenisi insan;D izilm iş kutu,Biikülnfüş teneke,A lifninyum dükkân.
'T ü fekkk* te baskı altrnda susmak zorunda kalan kişinin dn- rumımu belirtiyor:
Susmak, o ölüm e denk susmak Var ya,B ir tü fektir işte insanda.
Makina dünyasını yansıtma çabası, • Aşkın Radyoaktivitesi, Anahtar D eliği* adlı şiirlerde de gösteriyor kendini Sezai Kara- koç’la12 Tektaş Ağaoğlu’nun1* yanlış yere- bütün kitabı «materyalistlik» le damgalamalarına yol açan da bu birkaç şiir olsa gerek. Bu konuyu «Bir Maddem Şiir Anlayışı» (Pazar Postası dergisi, 17.8.958) ve «Statistique Değil, Stylistûjue» (Köprü dergisi,
. 1.10.958) adlı yazılarımda uzun boylu incelemiştim. Burada bir daha tekrarlamak istemiyorum.
2. «Bozgunda Çiçekler» :Hürriyetsizliğin, toplumdaki bunalımın etkisiyle halktan, yurt
ve toplum gerçeğinden uzaklaşıyor Cansever. D irlik D üzenlikte — yüzeyden' de olsa — o denli ilgiyle işlediği toplumsal özden ayrılıyor. Çokluk biçimciliğe kayıyor. Giderek, tümel ve tutarlı
ı * ı ı l< Erdal Ok; Edip Cansever’le Konuştum, A D ergisi. 1.11.1966.
12 B ir Materyalist Şiir, Basar Postam Gazetesi, 27.41958 ve 4.6.1968.
ıs Kısa Lafın Uzunu. Vatan Gazetesi. 1959.
EDİP CANSEVER 65
bir konusu, içeriği olmıyan şiirler yazıyor. Sözgelişi, 'Yangın, Dolgun » bu' özellikte şiirlerdir. Bu şiirlerde b ir öz biriiği bulunmadığı gibi örgüsel bir biriik de bulunmaz. Gerçi çeşitli durumlar— resim kesitleri halinde — bir araya toplanmıştır; ama bu toplayış estetik bir bütünlük meydana getirmez. Sanıyorum, bir konuşmasında da belirttiği gibi, bu günlerde «ştfrin bütün olm a- stnt savunanlara karşıdır» Cansever.14 Nitekim, bazı mısralar ya da bölümler birbirini tamamlamıyor; imgeler, çağrışımlar birbirine kenetlenmiyor. «Ta da, yahut, gibi...» bağlaçlarla zoraki birbirine tutturuluyor. Belki de tek başlarına güzel, yeterli parçalardır bunlar, ama «bütün» içinde zorunlu bir görevleri yoktur.
Oktay Bifat’ın Perçem li Sokak’mda olduğu gibi, bu şiirlerde de aşın bir yenilik, biçimcilik çabası var. Gelgelelim bu çaba — beraberinde bir özü, bir yaşantıyı getirmediğinden — çokluk havada kalıyor: Hep akıl düzleminde gerçekleşen geometri oyunları olarak.
Cansever bir şiirinde bu tutumunu pek güzel belirtiyor: Bunu her zaman yapıyorum, akılla oynam ak yani.
Ne var ki akılla bunca oynamak yüzünden bu şiirler çoğunca soyut, yabancı, etkisiz bir ortamda yeşeriyorlar. .Duyguyla, düşünceyle sulanmıyan yapma masa çiçekleri g ib i :
Başlan dünyadan dtşan sarkıyorBozgunda çiçekler örneği, duyulmaz bağırtılarla
3. «Şinana Chagall» :Yerçeldmli Karanfil’deki üçüncü çeşit şiirler resim tekniğine
yaklaşıyor. Gerçi kitaptaki o şiirlerin hepsinde az çok bu yaklaşmanın — daha doğrusu, etkilenmenin — belirtileri seçiliyor. Ama *Kesin, Adaa, H orozla M erdiven, Var Var, Uyanınca Çocuk Ol-, m ak» adlı şiirlerde bu yaklaşma daha yoğunlaşıyor.
Sözgelişi, Chagall’m «fiemme enceinte» i ve Miro’nun bir «peinture» ü13 ile Cansever’in «Var Vur» ve «Uyanınca Çocuk Olmak» şiirleri arasında konuca bazı, benzerlikler bulabilirsiniz. (Tıpkı, Boucher’nin bir resmi ile Mallanne’nin «L’aprğs-midi d ’une fau n e» adlı şiiri ve Courbet’nin bir tablosu ile Valeıy’nin •Albüm» ü arasında bulunan benzerlikler gibi.) Bir bakıma, Mi- ro’nun, Chagall’ın resimde .yaptığım Cansever şiirde yapmağa ça- lışıyor gibidir. Ahdre Verdet18 ile Emily Genaucrinin de17 belirttikleri üzre, Miro ve Chagall resme şiir öğelerini sokarlar. Nitekim
ıs ıs Amire Verdet. Joan Mire. Nice 1967.it Emily Genauer, Hare Ch&fall. Flammarion. Paris, p. i İL
66 EDİP CANSEVER
Miro, «resimle şiiri birbirinden ayırmıyorum. Tuvallerimi şiirsel tüm celerle resimliyorum ,» der; Chagall, boyalan lirik, düşçü bir şair gibi düzenler. Cansever ise şiire resim öğelerini sokmağı deniyor. (Aynı yöneliş Cemal Süreya’da da görülür. Ama bu yönelişin en güzel örneklerini Metin Eloğlu verir. Eloğlu, şiirle resmi belirli bir lirizm .içinde ustaca birleştirir.) Cansever, bu deneyişte çokluk lirizmden uzağa düşüyor. Ancak, adı geçen iki-.ressam gibi, gerçeği yer yer değiştirmekten, karıştırmaktan, soyutlamaktan hoşlanıyor. (Bu özelliğe, parça parça öbür şiirlerinde de Taslıyoruz.) Bunun yanı sıra dilde ve biçimde birtakım değiştirimler, kanştınmlar (deformation, synesthesia) yapıyor. Türkçenin olanaklarını, sınırlarım zorluyor. Bununla «şiire yeni anlamlar, bilinm edik hazlar getirm eği* düşünüyor. Alışılmış kalıpların, deyimlerin dışına 'çıkmak istiyor. Yeni imgeler, çağrışımlar, sözdi- zıınleri, kuruluşlar bulmağa uğraşıyor:
Ben d erim : sana olm ak, seni duymak, seni yürümek B esbelli seni büyümek kendim de Ellerim seni tekrarlar sen deyince.
Cansever insanı ve çevresini çokluk bir «biçim, renk ve büyüklük» olarak ele alıyor bu şiirlerde, bir «görünüm» olarak işliyor. Belki de bu yüzden görmeyle ilgili isimleri (göz 51, bakma 14), fiilleri (gönnek 15, bakmak 25 defa) çok kullanıyor. '
4. «Sevişme Bölgeleri» :Yerçeldmli Karanfil’deki kimi şiirlerde Cansever gözlerim
kendine, yaşantılarına çeviriyor. Doğayla, insanlarla, soyut sevgilisiyle (Canseveriin C. Süreya’dald gibi somut bir aşk yaşamı yoktur) ilişkilerini deyimliyor. «K aybola, A km Ayak, Yerçekim li Karanfil, Var Var, Bakm alar Denizi* işte böyle şiirlerdir.
Bu şiirlerde kişisel ilgiler, izlenimler, tasarımlar öne geçiyor. Gözlemler, dış tasvirler, biçim oyunları geriden geliyor. Dolayı- siyle şiirler bir duyarlık, etkililik kazanıyor. Anlatım daha doğal; sıcak; imgeler daha canlı, gerçek oluyor:
Sen o karanfile eğilim lisin, alıp .san a veriyorum işte Sen d e b ir başkasına veriyorsun daha güzel O başkası yok mu? bir yanm dakine veriyor D erken karanfil elden ele..
Yerçeldmli Karânfil’de bu dört kümenin dışında kalan şiirler de v a r : «Buz G ibi, G üderi, Gözlerim , Borazan, Aliminyum D ükkân.* Bunlar çoğunlukla .D idik Düzenlikte yaklaşıyorlar. Başka bir deyimle, Dirlik Düzenlikle Yerçekimli Karanfil arasında köp-
EDİP CANSEVER 67
rülük ediyorlar. Tıpkı, «Altın Ayak, K aybola» adlı şiirlerin Yerçe- kımli Karanfil ile Umutsuzlar Parkı arasında köprülük ettiği gibi.
Adlına bakılırsa, Yerçekimli Karanfil’deki şiirler arasında öyle kaim duvarlar,. aşılmaz şuurlar yok. Gerçi şiirler «özel yanlar» ıyla ayrılıyor birbirinden; ama «ortak yanlar» ıyla da birleşiyor. Nitekim şiirlerde — genel olarak —- hayattan, somut insandan, yurt, ve toplum gerçeğinden kaçış eğilimi seziliyor. Aşın bir biçim tasası görülüyor. Öyle ki, çokluk öz biçimden arkada kalıyor. Yenilik tutkusuyla dilde, gerçekte, anlatıda değiştirimler, karıştırmalar yapılıyor. Alışılmışın dışımda anlatım olanaklan aranıyor. İlk bakışta oldukça yadırganan — ama sonradan insan alışıyor bunlara — çağrışımlar, imgeler, sözcükler, bileşimler deneniyor. Uydululara, şaşırtdara, simgelere, soyutlamalara baş vuruluyor. Dirlik Düzenlik’te görülen folklor öğeleri, halkçılık ülküleri bırakılıyor. ölçülü koşuktan özgür koşuğa (serbest nazma) gidiliyor. Konu, hikâye, anlam geriye itiliyor. Değişik — hattâ bağımsız — durumların, izlenimlerin, görünümlerin resme yaklaşarak saptanması, soyutlanması önem kazanıyor. Eski şiirlerdeki yalınlığın yerini ayrıntıları değerlendirme, açıklığın yerini kapanıldık, güç an- laşıhrlık alıyor.
Böylece Cansever, «Garip» önsözilnde belirtilen ilkelerden şıynlmsğa yöneliyor, O. Veli - 0 . Rlfat - M. Cevdet, üçgeninin şiire getirdiği yasaklardan kurtulmağa. gidiyor. Artık klişeleşmiş, taklitçilerin elinde yıpranmış olan bu yasakların dışında yeni bir şiire varmak istiyor. Ve vanyor: Dirlik Düzenlik’tekmden ayn bir şiir yaratıyor. Kendine özgü bir kişilik çizgisi çiziyor. Bu. çizgiyle, «ikinci yen i» olayına katılanlardan biri oluyor. O. Rifat, I. Berk, C. Süreya, T . Uyar ve Ece Ayhan'ların yanında yer alıyor. Buradan yöresine az az etkiler dağıtıyor.
- Diydceğim, Yerçekimli Karanfille yeni bir aşamaya ulaşıyor Cansever. Doğrusu, kimi şiltlerde tam bir yeterliğe kavuşmuyor bu aşama; «Dolgun, Güneşin Yazdığı, Yangın, Aliminyvm Dükkân, Buz G ibi...* zayıf örnekler doğuruyor. Ama, *Tüfekkk, Kaybola, Yerçekim li Karanfil, Var Var, Anahtar D eliği, Uyanınca Çocuk Olmak» gibi şiirlerde de en başarılı, en güzel ürünlerini veriyor.
IV — UMUTSUZLAR PARKI
a) Kapısız karanlık:Yerçekimli Karanfil’de Cansever toplumla alış verişini en
aza indiriyor, ama kesmiyordu. Pamuk ipliğile de olsa, bağlarını
68 EDİP CANSEVER
69EDİP CANSEVER sürdürmeğe çalışıyordu çevresiyle.
Gelgelelim, Umutsuzlar ParkPnda18 sona eriyor bu çalışma. Yurdumuzdaki gerici, demokrasi dışı gelişmeler, adı geçen bağlan kopanyar çünkü. Cansever yöresine bakıyor: Bilime, doğaya, evrime aylan değerler, töreler, inançlar, gelenekler görüyor; ama ne onlan değiştire biliyor, ne de kurtula biliyor onlardan. Topluma bakıyor: Gittikçe acılaşan ekonomik, ideolojik balkılar, bunalımlar (crise’ler) görüyor, ama ne düzelte biliyor onlan, ne de düzele bileceğine. inanıyor, düzeltmeği göze alıyor. '
Benliğine bunca aykniı bir ortamda (vasatta) yaşamanın iki sonucu oluyor :
Birincisi bağsızlık, bırakılmışlık, yalnızlık. Nitekim geçmişle bağlarım yitiriyor Cansever. Geleceğe de bel bağlıyamıyor. Yaşadığı günler ise özünü kemiren oluşlarla dolu. Tutunacak tek dal yok dışarda. Korkuyor. Bir başına bırakıldığını anlıyor i Umarsız (çaresiz), desteksiz, ülküsüz, yoklukla*karşı karşıya.. Hiçlikten kaçmak için kendine sığınıyor. Kişiliğini korumak için bağsızlığı, ilgisizliği seçiyor :
Bize neG ök bir m avilik gösteriyordu,- b ize ne Pespem be solucanlar kayıyordu, b ize ne Taşlar, kumlar, denizler parlıyordu, bize ne Bir ağaç vuruyordu gündüzeNe bize.
• İkincisi bunaltı, mutsuzluk, karamsarlık. B iç , saçma, anlamsız, köhne bir evrende yabancı, gibi yaşamak sıkıyor Cansevert. < Yıkılmış, bunalmış, sürgün içinde» kendini arıyor. Varlığını di- leğince gerçekleştirememek mutsuzluğa götürüyor onu. özüne karşıt oluşları yenememek karamsarlığa, sürüklüyor:
Ve bizim en güzel öldüğümüzdür bu : Yaşamak Ben biliyorum, yalan mı siz de biliyorsunuz.
. b ) Dalından ayrılan yaprak:■İşte Umutsuzlar Parkı, derleyip düzenlemeğe çalıştığım bu
sonuçlarla yüzyüze gelen bir İnginin — CansevePin — iline durumunu yansıtıyor. Gerici olmıyan, ama devrimci de olamıyan bir aydının üzünç durumunu..
Dünyadan durmaksızın * acılar alıp veren . (..)■, korkuya, sad ece korkuya sığınmış olarak> yaşıyan, «ağzını açıp tek kelim e.»
ıs Edip Cansever — Umutsuzlar Parkı, Yeditepe Yayınlan, İs tanbul, 1958, s. 57.
söyliyemiyen, hep <kendi karanhğm ı> savunan, kendinde bir ■ölünün. bütün inceliklerini* taşıyan, değerlerini yitilmiş, kuşkulu, kararsız, tedirgin, dengesiz bir aydındır bu. İntihan dahi düşünen yenik bir orta kat aydını:
Orada, aşağıdaT ek umut, tek varış, tek kurtuluş g ib i V e kaskatı kesilm iş, beyaz Sallanıyorsunuz boşlukta.
Cansever bu aydının durumunu belirtmek için varoluş felsefesinin «sözlük» ünden yararlanıyor. (Sözlüğünden diyorum, çünkü Cansever’i varoluşçu saymağa dilim varmıyor.) J . Ritter’in de değindiği - gibi varoluşçuluk (ezistentialisme), •köklerinden kopmuş ( ...) , tem elini yitirmiş, geçm işe güvenini kaybetm iş ( ...) , mutsuz ( ...) , huzursuz insan varlığını d ile getiren* bir felsefedir.19 «Toplum içinde yaşıyan bireyin tehdit altında olduğu (■■■), günümüzle gelenek arasındaki bağlantının koptuğu ( ...) , ûısanın kendi benini yitirm ek tehlikesi baş gösterdiği yerde* ortaya çıkan b ir . felsefe.20 E . Mounier’ye göre,91 bir «umutsuzluk felsefesi». H. Heinemann’a g ö re ," bir «bunalım felsefesi».
GENEL N İTELİK LERa) Iskeletsiz y ap ı:Gelgelelim, Umutsuzlar Pada’nda böyle belirli bir felsefi
kavrayışla karşılaşmıyoruz. Belki bu felsefeyle açıklanmaga elverişli bazı belirtiler var. Ama asla bir düzen meydana getirmiyor bunlar. Çünkü özel bir evreni ğörüş ve yorumlayışı yok Canse- ver’in. Kendine özgü bir felsefesi ve yöntemi yok: 'Gerçi bunaltı, bağsızlık, bırakılmıştık, yalnızlık, umutsuzluk... gibi varoluşçuların kullandığı sözcüklere (kavramlara değil!) sık sık baş vuruyor. Ama, bunların bağlandığı gerekçeyi, felsefi dizgeyi (systeme’i) göz önünde tutmuyor.- Kişioğlunun gerçeklerini bu dizgeyle kavramağa,' açıklamağa yönelmiyor. Bu yüzden de eser, özce belli bir uyarlık ve tutariığa (insicama) ulaşmıyor. Iskeletsiz bir beden olarak kalıyor. Oysa, Umutsuzlar Parkı gibi çok uzun bir şiir için böyle bir iskeletin varlığı gerekliydi. Sözgelişi Dante’nin Tanrısal Güldürü’sii, Whitman’ın Çimen Yapraklan, Neruda’nın Chant G en era li, Akif Paşa’nın A dem Kasidesi, Ziya Paşa’nın Terci-t
U 'sn Joacbim ftitter — Varolu» Felsefesi, cev: Hüseyin B atuhan. İstanbul, 1954, s. 6, 7, 8, 9« 10.
s ı E . Mounier — Qu’est-ce aue I« personımlisme, Paris, 1947, o. 9.as P . H. Hetnemann — Yabancılaşma ve ötesi, cev.: 8. Hilav
A Dergrisi, 1.0.1959.
70 EDİP CANSEVER
Bend’i, Tevfik Fikret’in Tarih-i Kadim’i bu gerekliliği unutmıyan örneklerdir.
b) Ormansız ağaç :önce de açıkladığım üzre Umutsuzlar Parkı, toplumda hiç-
lenen kişinin durumunu dile getiriyor. Belki de Cansever, bu kişinin durumunu öne sürerek toplumun durumunu belirtmek istiyor; Nitekim bir konuşmasında: «Bir toplumu .anlamak için, er. önce o toplum da yazılmış p irlere bakm ak. Basktnm ya'da özgürlüğün, ilginin ya da ilgisizliğin, mutluluğun ya da mutsuzluğun bunca etkisini göre bilirsiniz o şiirlerde. E ğer bir topluma insan olarak sokulmuşsak, sanatçı olarak da sokulmuşuz dem ektir. Olup bitenleri beğeniyor ya da beğenm iyorsak, bu bizim kişiliğim ize d e Duracaktır ister istem ez. İşte Umutsuzlar Parkı böyle bir alan- ■ da gelişiyor. Çevresinden başlayıp evrensel konulara el atıyor,* diyor.2*
Diyor ya, bir türlü gerçekleşmiyor bu söz, kep havada kalıyor. Çünkü Cansever, «geleneklerinden silkinmiş, bağlantılar • m yitirmiş» kişinin durumunu yüzeyden ve soyutça saptamakla (tesbitle) yetiniyor. Bu durumu doğuran özel ve genel nedenleri, koşulları (şartları) göstermiyor, örneğin; kişioğlu niçin bağsız- dır, niçin umutsuzdur, niçin yalnızdır...? açıklamıyor (yahut açıklamaktan çekiniyor). Yalnızca belirtiler, sonuçlar- üzerinde duruyor. Derinleşmiyor, kaynaklara inmiyor. (İnseydi, böyle tüm umutsuzluğa da düşmezdi belki. Gerçekte, hiçbir zaman bütün pencerelerin tüm kapalı olmadığım görürdü.)
Ayrıca, bu soyut kişinin durumu da pek inandırıcı görünmüyor bize. Çünkü Cansever, özneli nesnelle birleştirmiyor: a ) Kişiyi nesnel, toplumsal koşullara bağlamıyor; çevresinden, katından, köklerinden koparıyor; belirli bir «yer ve zaman» m dışında ele alıyor, b ) Kişiyi öznel yaşantılarından sıyırıyor; kişisel duyuş, düşünüş ve davranışlarından ayırıyor, birtakım genel sıfatlarla, fiillerle tanımlamağa çalışıyor. (Oçüncü Bölüm’deld II, I II , VII, IX , savılı şiirlerin çokluk bu yargıma uymadığım söylemeliyim.)'
Özneldeki nesneli ve nesneldeki özneli <birlikte* göstermediğinden, — oysa banlar birbirinden ayrılmaz verilerdir24 — , yansıttığı kişinin hayatla, somut gerçekle ilişkileri kesiliyor çoğunca (bunda siyasal başlanın da etkisi var sanıyorum ); soyut ve kurgusal (spöculaÜf) b ir varlık haline geliyor; tipiklikten uzakla
şa M Umutsuzlar Parkında B ir Umutlu île Konuşma; konuşaa : Halis Açan (Asım Bezirci). Yeditepe, 29.1.1959.
2* Jean Maisonneuve — Paychoioşie Soclale, Farla. 1950, p. 9, 10, 71.
EDİP CANSEVER 71
şıyor; duyarlıktan öte, ussal (akli) bir ortamda yakınıp duruyor.
; c) Yataksız ırmak :
Umutsuzlar Farla 77 sayfa tutan uzun bir şiir. Elbette, bu çeşit bir şiiri kesiksiz bir ilgiyle okutmak güçtür. Bunun için' şair birtakım yollara baş vurmak zorundadır. Sözgelimi, şiirin belli bir yatak içinde akması ya da bir merkez çevresinde oluşması- böyle bir yol ola bilir. Bu ise şiirin bir süreci (processus’ü),' bir hikâyesi olmasını, bir konuyu ya da sorunu işlemesini gerektirir. (O. Rifat’m Karga ile Tilki'sinde, A. Kadir’in Bir Kayst Ağacı’n- da, Necati Cumalı’nın Karakolda’smda., Turgut Uyâr’ın Akçabur- gazh Yekfa’smda ve bütün destanlarda olduğu gibi.) Yahut da, T. Ağaoğlu’nun da belirttiği üzre, «uzun şiirde öykü yerine geçen, onun ödevini gören, şiirin gelişiminde düğüm noktalan teşkil eden sembolik bazı olaylar, sembolik bazı karakterler» den yararlanmağı gerekli kılar.*’ Örneğin, Hart Crane’hı «Köprü» adlı «şiirindeki Brooklyn Köprüsü, şiirin muhtelif parçalarını birbirine bağlıyan, şiirin bütünlüğünü sağhyan ve şiirin belli bir mecra içinde gelişmesine imkân veren bir iskelet ödevi görür.»*6 P . Valery’nin Cim etiere M aritii ile A. Rimbaud’nun Bateau Iv- re’inde deniz, Fuzuli’nin Su K asidesinde su, T . Fikret’in Sis’inde Abdülhamit İstanbul’u, Abdülhak Hamıt’in M akbeiİnde Fatma'nın ölümü, 1. Berk’in G alata Kulesinde: kule aynı görevle yüklüdür.
Umutsuzlar Parkı’nda da Cansever buna benzer b ir öğeden yararlana bilirdi. Yazık ki yararlanmıyor. Bundan ötürü de gereken birliğe,, bütünlüğe kavuşamıyor şiir, yoğunlaşamıyor. Yer yer dağınık, bağlantısız bir kimlik kazanıyor, gereksiz parçalar ve tekrarlarla'uzayıp gidiyor.
d) Irak çağrışım:
Umutsuzlar Parkı koşuk biçimi yönünden genel olarak T . S. Eliot’u andırıyor. Anlaşılan, CanseVer şiirini yazarken İngiliz şairinin Türkçe çevirilerinden yararlanmış. İyi de etmiş; çünkü Eli- ot’un anlatış tutumu Umutsuzlar Pada’yla pek uyuşuyor. Ne var ki, Cansever1 in yeterli bir estetik birlik ve bütünlüğe, tutarlı b ir bileşim ve bireşime (composidon ve synthese’e) varamaması bu uyuşmayı zaman zaman yaralıyor. Oysa, zengin bir kültürle beslenen Eliot’un pirleri — B. P. Blackmur'un da söylediği gibi*7 —-
n ** T . AgaoSlu — Kısa Lâfın Uzunu, Vatan Gazetesi, 1959. ar R . P . Blackmur — Form and Value in Modern Poetry, New-
york. 1957, p. 124.
72 EDÎP CANSEVER
belli bir düşünce disiplinine yaslanmış, tutarlı, ayrılmaz bir bütündür. Bölümler, parçalar, mısralar, imgeler, çağrışımlar içten içe, sıkıdan sikıya birbiriyle ilgili ve bağlantılıdır.28 Cansever’de ise bu ilgi ve bağlantı arasıra ya siliniyor ya da iyice zayıflıyor. O kadar ki, kimi şiirleri ya da parçalan çıkarınca bütünden bir şeyhi eksildiğini duymuyorsunuz. Nitekim, İkinci Bölüm’deki 1, V, V II sayılı, Üçüncü Bölüm’deki X II sayılı, Dördüncü Bolüm’- deki III , V sayılı şiirleri kitaptan alın, hiçbir şeyin değişmediğini, eksilmediğini şaşarak göreceksiniz. Aynı dunun bazı mısralar, imgeler için de söylene bilir.
Ayrıca Cansever, — Ariî Damar’ın deyimini kullanayım çokluk «jrak pağnştm» larla çalışıyor. İmgeler, tümcesler (cümleler), mısralar, bölümler arasında »yalan ilintiler»- kurmuyor; uzak bağlantıları seçiyor.
Bütün bu özellikler, kitabın yer yer «zor anlaşılma» sına ve «kolay unutulma» sına yol açıyor.
e) Usançlı çoğaltım :Umutsuzlar Parkı’nda aynı temler (yalnızlık, bırakılmışlık,
tedirginlik, umutsuzluk, inançsızlık, ilksizlik, bunaltı, korku, baskı, yabancılaşma, vb...) ufak değişikliklerle sık sık tekrarlanıyor. Belki Cansever, bu tekrarlarla kitaba bir .hava, öz bidiği vermek istiyor. Celgelelim, yukarda açıkladığımız teknik kusurlardan ötürü, bu birlik çoğunca gerçekleşmiyor. Tersine, bir çeşit tekdüzelik yaratan bu tekrarlar okurda bıkkınlık doğuruyor. Kitabm aralıksız, bir solukta okunmasını önlüyor.
ÖZEL N İTELİK LER :Bu genel özelliklerin yanında Umutsuzlar Parkı, birtakım
özel nitelikler taşıyor. .Bunlar şöyle sıralana bilir :a) Gerçi genellikle Eliot’un anlatış biçimine yöneliyor Can
sever. Ama yerine ve sırasına göre değişik yollara da baş vurmaktan geri durmuyor. Bu çabayla hikâye, tiyatro, hatta resim tekniğinden yararlanıyor. Sözgelimi, Üçüncü BÖlüm’de hem hikâye, hem de tiyatro anlatım yöntemini birlikte kullanıyor. Dördüncü Bölüm’iin III. şiirinde resimden — Chagall’ın «La Chkmbre Jau- ne» adlı tablosundan29 — etkileniyor. Üçüncü Bölüm’deki III.' şiirde R. M.. Rilke’den, X II. şiirde S , Freud’den esinleniyor .(il-. hara alıyor). Böylece', dununa göre ayarlanan an, duru* esnek bir dil ve anlatım elde ediyor.
28 Nennla Menemendofclu — Çorak Ülke. Dost Dergisi, 1.11.1959.w LâoneUi V enturi — Chagall. P a ris , 1956. p . 31.
EDİP CANSEVER 73
74 EDİP CANSEVERSözgelişi :
Oysa ben düz insan, bazı insan, karanlık insan V e geçilm iyor k i benim.Duvarlar, evler, sokaklar g ib i yaptlmtşhğımdan.
Y ahut:Yukarı çıkalım , hadi çıkalım , annem çay pişirir size Çünkü o bizim yukarda herzaman bir mavi olur G üneşler girer çıkar ellerin ize 'B iriyle konuşursunuz; olrmyan biriyle, hadi sevinin! Kim bilir, b elk i d e buluşursunuz Söz verip sizi bekleten lerle.'
b) Canseveriin imgeler (imagelar) evreni de zenginleşiyor bu eserinde. Dene bilir ki Umutsuzlar Farkı, getirdiği imgelerin nicelik ve niteliği ile geride bırakıyor Yerçekimi! Karanfili. Yeni, değişik, alimli imgeler şiirlere anlatım güçleri kazandırıyor.
örn eğ in :Soğuk su tadm da kadın yüzleri B ir esk i havada belirsizliğe giden D ört nala atlar g ibi bitmezdik içinde.
Ya da :Elma kokulu bir eve girdiGökyüzü kemanlarım çalıyordu bu araBir geyik heykeliYanyona semaverleOdayla insanı olduruyorduCızırtılarla.
Cansever imgelerini çokluk tek mısraya sığdırıyor: «Masa camında bir çınar yaprağı derinleşiyor... Karanlığa yazıldı bir dülger... Soğukta durdurulmuş boyunlar gibi... Ûn adet çarktan çıkma milyoner... Bir kadın bir sürahide biriyle sevişiyor... Dövülmüş kısraklar gibi uyumuşum... Bir çocuk bulutu mendil sanıyor.... Bir kadın evine gider ellerimden...» gibi.
c) Capsever’in evrim süresinde Umutsuzlar Parkı, biçimce ileri bir konağı gösteriyor. Mısra yapısı,.ses uyumu, kafiye düzeni, ayrıntıları değerlendirme yönünden daha önceki kitapları aşıyor# Şair, Yerçekimi! Karanfil’de edindiği biçim denemelerinden, «ikinci yeni» nin getirdiği anlatım olanaklarından ustaca yararlanıyor. Alışkanlıklardan sıyrılmasını biliyor.
d) Cansever’in kimi mısralan oyun konuşmasını (dialogue
theatral’ı) andırıyor. Bakıyorsunuz, aynı mısrada (ya da parçada) iki ayn durum birden yer alıyor. Belki de yaşamla düşünce arasındaki ikilik ya da ilgi belirtilmiş oluyor böylece.
İşte birkaç örnek :Sonra hep beraber sığınmakN ereye?Kendim ize.
Vur düşür pengueniAma nasıl, daha karar verm ediniz ki.
Açm ca cam lan — diyelim açtık, ya sonra?
Öldüyse, hayır ölm em iştir, nereden çıkardınız?e) Cansever,' «ikinci yeni», şiir tutumundan yavaş yavaş ay
rılıyor Umutsuzlar Parkı’nda. Değiştirimlere, karıştıranlara az baş vuruyor. Oyunlardan, tuhaflıklardan kaçınmağa çalışıyor. Anlama ve öze yöneliyor. Çokluk soyut ve genel bir yolla da olsa, insan, gerçeğine çeviriyor gözlerini.
f) Cansever, bu kitabıyla duyarlık alanından düşünce ala nına geçmeğe uğraşıyor. Kendi deyişiyle, «yersiz heyecanlar biriktirm ek istem iyor» artık.30 Us düzleminde çalışm ak,.«düşüncenin şiirini yaratm ak» istiyor. Belki de bu yüzden; Sisler Bulvarı ile Yağmur Kaçağt’nda aşağı yukarı' aynı temleri işliyen Attilâ Ilhan'ın lirik, duygulu şiirleri karşısında Umutsuzlar Parkı neredeyse kuru ve soğuk bir havaya bürünüyor. Baudelaire’in şiirde aradığı31 o «ruh taşkınlığı» na, «usla yoğurulmuş gerçeği ve yüreğin esrikliğile beslenmiş tutkuyu aşan o coşkunluğa» çoğu kez uzak ' kalıyor.
ö/jüTl*T ,F/M m ;\Diyeceğim, Umutsuzlar Parkı, şairi için olduğu kadar yazı
nımız için de önemli bir denemedir. Çünkü Cansever bu eserle, — şair Kemal özer’in de söylediği gibi — , «öteden beri eksikliği duyulan b ir şeyi, uzun soluklu büyük şiiri deniyor.**2 Çünkü Cansever bu eserle, <düşünceyi örtm ek alışkanlığı yerine, onu açığa çıkarıp, şiirsel mutluluğa bu yoldan varmağı* deniyor.33
s ı Jaoaues Charpier — L 'art po6tique, Paris. 1966, p. S22.32 A Dergisi, 1.2.1966, sayı 13.33 Edip Cansever — Düşüncenin Şiiri, Yeditepe, 16-Sİ Temmuz
1959, sayı 8.
EDİP CANSEVER 75
Çünkü Cansever bu eserle, çevresiyle çelişmeye düşen günümüz aydınının ilinç durumunu anlatmağı deniyor. Doğrusu, yer yer de üstesinden geliyor bu zor işin; yeni ve güzel •parçalar» (İkinci Bölüm’deki II, IV, Üçüncü Bölüm’deki II, III , V II, X II, IX sayılı şiirler gibi) okutuyor bize. Ama, •bütün ve bireşim» olarak istenen olgunluk ve yeterliğe varanuyor. Hattâ, yalnız bu yönden Yerçekımli Karanfil’den de geride kalıyor.
V — PETROL
76 EDİP CANSEVER
ÜC KÖKLÜ AĞAÇ:Cansever’in son kitabı, üç köklü bir ağam andırıyor. Her
kök, uzaktan, şairin eski bir eserine bağlanıyor. Ordan aldığı bazı yaşantıları gövdeye ulaştırıyor. Gövde bnnlan yeni eğilimlerle, denemelerle yoğuruyor. Bir bileşime varmağa çalışıyor.
İşte Petrol, bu çalışmanın ürünü olarak ortaya çıkıyor.34Böylesi bir çıkış, kitaptaki şiirleri köklerine göre üç bölüğe
ayırmağı gerekli, kılıyor:A.Petrol’deld kimi şiirler D irlik Düzenlik'e bağlanıyor. Didik
Düzeniik’tekiler gibi bunlar da halk gerçekleriyle ilgili. Sözgelişi, Bir Ay Aldtm Diyarbaktrdan adk şiir Anadolu insanlarının üzünç durumunu betimliyor (tasvir ediyor). •Çelimsiz, esm er, bıyıklı ve bütün gün acılarıyla sevişen» kimselerdir bunlar. •Durmadan bir yoksulluğu ödiyen (...) Durmadan bir yalntzltğı tamamkyan» kişiler; Grek mitolojisindeki Pan’ı andıran, •yansı, hayvan, yansı insan» yaratıklar:
. Tokatlı diyorlar ya da b ir atın başlangıcı Eğilmiş, sakin, içkiler, alıyor kalabalıktan Şim di o m or gözleri m or b ir kadınla ilgili Birazı namuslu iyi, birazı açıkça perişan Ya da bir kadın bir kadını öper g ibi H içbir şey anlamıyor yaşamaktan.
Tahtakale adlı şiir belli b ir ortamın kesitini v e riy o r . Burası, halktan kişilerin buluştuğu'bir yerdir. Satıcıların, berberlerin, askerlerin, köylülerin, çalışan kadınların kaynaştığı bir çevre :
Bu sandık, tahta sandık, üstünde gül resim leri Yanında b ir adanda; santrtm doğu (Berinden Üç asker tıraş olmuş, beyaza kesm iş yüzleri Ş eker m i yiyorlar n e, diiş mü kuruyorlar ne, anlamadım
M Edip Cansever — Petrol, İstanbul, 1969, s. 33
77B elki de bir Tanrtst var acının, hüznün, ayrılığın K i durup dururken öyle ansızın yürüdükleri...
B il yazımda da belirttiğim gibi,” Dirlik Düzenlikle Can sever tek tek kişileri işler, halktan tipleri canlandırırdı. Petrol’de tiplerin yerini çevre alıyor. Şair, tipler çizmeği bırakıyor artık.' Toplumdan kesitler sunmağa yöneliyor, özelden genele kayıyor. Ayrıca; konudan, hikâyeden, yorumdan, düşünceden, hattâ zamandan uzaklaşıyor. Gözlemlerini bir sürece (processus’e) bağ'- lanmaksızın saptamağa, izlenimlerini bir açıklamaya baş vurmak- sızın yansıtmağa çalışıyor. Besim yapıyor sanki, yahut filim çekiyor. Üstelik, neleri çekeceğini de iyi biliyor. Bu biliş, dağınıklıktan kurtarıyor şiirleri. Gerçeğe belli bir görüş açısından bakış, bir çeşit birlik yaratıyor, ama gerekli derinliği sağlıyamıyor. Çünkü şair, dıştan ve yüzeyden bakıyor çevreye. Çevreyle birleşmiyor, özdeşmiyor. Kişisel yaşamını çevrenin yaşamına, sorunlarına bağlamıyor : Gözlemcilikle, betimcilikle kalıyor.
Petrol’deki bu şiirler koşuk (nazım) biçimi yönünden de ayrılıyor 'Dirlik Düzenlik’ten. Nitekim Cansever, ikinci kitabında gördüğümüz, •halk şiirinden, fo lklor denem elerinden , konulma dilinden faydalanm ak»3İ eğiliminden vaz geçiyor. Garip’in önsözünde belirtilen «yalın şiir» anlayışından da sıyrılıyor. Uyağa, imgeye, duyguya, benzetmeye kapılarım açıyor. Yer çekim li Karanfil ile Umutsuzlar Parfa’nda geçirdiği' denemeleri toplumsal bir görüşle yoğurmağa uğraşıyor. Bu uğraşıyı genel olandı başarıyla sonuçlandırıyor. Dirlik Düzenlik’e göre daha güzel, daha bilinçli — ama daha korkak — örnekler yaratıyor.
Tahtakale ile Bir Ay Aldım JDİyarbaktrdan bd yaratışın ürünleridir.
B.Petrol’deki kimi şiirler Yerçekim li KaranfiFe bağlanıyor. Bun
lara, Yerçekimli Karanfil’in uzantısı üzerinde • gelişen şiirler de dene bilir. Bu şiirleri dörde ayırmak doğru o lu r :
a) Sevgi sığmağı:Yerçekimli KaranfiTdeki •Kaybola, Ahin Ayak, Var Vat, Yer
çekim li Karanfil, Bakm alar D enizi* gibi şiirlerde .'Cansever, aşk temini işliyordu. Ne var ki bu aşk, çokluk soyut ve özenti bir aşktı. Somut yaşantılarla beslenmiyordu. Gerilimden, ruhsal dramdan yoksundu.
u Dost Dergisi — Edip Cansever Üstüne. L12.1959, sayı 27. aa Edip Cansever’le B ir Konuşma, Yeditepe, 16.4.1954.
EDİP CANSEVER
78PetroFde ise şairin somut aşk alanına girdiği görülüyor. »İn
filâk, E vli m isiniz; Uzun, Acı Bahriyeli, Sessiz H arfler» işte bu girişin ürünleri oluyor.
Bilindiği üzre, Cemal Süreya tensel (chamel) bir aşkı deyimler şiirlerinde. Turgut Uyar yan karanlık odalarda kadınlardan aldığı cinsel mutluluğu anlatır. Attilâ İlhan, bir türlü ele geçirileni iyen bir sevgilinin — Pia’nın — doğurduğu acıyı, Özlemi belirtir. Cansever’e gelince, o, daha çok, evli bir erkeğin törelerle çatışan ya da engellerle karşılaşan yasak aşkım yansıtır.
Sözgelişi,' İn filâk ta ayrılıkla sonuçlanmış bir sevginin acı serüvenini dile getirir:
. İstesek sevişirdik, am a olm adı B iz değ il yaştyan acılardır.Gitsem d e h er yerde b in a vardır H atırda zamansız b ir ptUük B ir o tel kapısı, biraz istasyon Vardır o seninle birlikte alm ak Buluşur çok uzaktan ellerim iz V e nasıl göz gözeyiz ansam b ir infilâk.
Evli misiniz adlı şiirde eski bir temi («aşk-ı memnu» olayı um toplumla çatışması temini) yeni bir biçimle iş le r :
Onu ne kadar sevm ek bazı sulardaBazı evlerde, bazı kayboluşlarda birazBakılıp tutulan g ibi b ir bir ellerin çarşısındaBir tabak, bir örtüye kolunu çarptırarakOysa her türlü silâhlarla biraz sıkıntıSanırım çok belli bir küçümsem e ölü dudaklarındaYa da giderek belki b ir avuç susmayla oradanKoşulup aşka yazılm ak en iri puntolarlaBöyle ansızın işte yetişip sana gelm ekSeni bu kadar sevm ek suç ve ceza.
Acı Bahriyeli’de aşkı «en bitirim acılarda en dayanıklı kalmanın» yolu olarak gösterir. Aşk, artık burada insan için hem bir «sığmak»,, hem de evrene açılan bir «kucak» tır; varlıkları birleştiren bir «bağ» dır :
Binlerce geyik ya da bin lerce kuşun beraberliği Aşk, o benim en güzel hayvanımdır En yeşil ormanların en yeşil mantığında Duyulmaz, öpülmez balığında deniz altlarının
EDİP CANSEVER
Ya da bir akşamüstü lokantası gibi Çöküp de köylülerin yorgun argın AskÇok b elli bir dudakta ik i ki§i olmanın.
Görüldüğü üzre, bu şiirler bir duygu evrenine sokuyor bizi. Yurçekim li KaranfiVdeki soğukluğun yerini ölçülü bir duyarlık alıyor. Ama bu duyarlık ağlamaklı bir romantizme bürünmüyor. Ayrıca, Attil Ilhan’daki gibi üzünç ve im geyle beslenen ya da Cemal Süreya’daki gibi sarsma ve gülm eceyle (choque ye hu- mour'la) yürüyen aşın b ir duygululuğa da düşmüyor. Engelli yaşamaların doğurduğu kısık, buruk bir duyarlık olarak kalıyor. Ussal, hatta isteme (iradeye) bağh bir duyarlık olarak. (Duygularının en coşkun olması gereken yerlerde biçim oyunlanna baş vurması bu özelliğin açık bir belirtisidir: Evli misiniz adlı şiirde olduğu gibi.)
tnfilâlpm konusu eski, ama örülüşü iyi. Eksik ya da artık bir yanı yok. öğeler belli bir eksen boyunca oluşuyorlar. Bu durum bir bütünlük, yoğunluk sağlıyor şüre. Celgelelim, Acı B ahriyeli ile Evli m isin izde bu yoğunluk azalıyor. Yer yer birlik bozuluyor, içerik (muhteva) dağılıyor. (Özellikle Acı Bahriyelİ’de böyle, bu.) Şiirler gereksizce uzuyor. Sessiz H arflerde parçalar yeterince biribirine bağlanmıyor, tutarlı bir bireşim meydana getirmiyor. Sevicil (erotique) bir konuyu işliyen Uzun, istenen duyarlık ve gerçekliğe varamıyor. Yaşanmamış, yapmacık bir tasarlayış, bir özenti olarak kalıyor.
b) Biçimle avunma:Yerçekimli Karanfil’deki <Yangın, Dolgun» gibi şiirlerin 'to
runları saymak yanlış olmaz bunları. Gerçekten de onlar gibi bunlar da biçime yaslanıyor daha çok; özü, inşam, çevreyi önemsemiyor. Belki de bu yüzden imgeden, duygudan, düşünceden uzaklaşıyor mısralar, kuru ve soğuk bir havaya bürünüyor. Ses uyumları, biçim oyunlan aşırı bir önem kazanıyor.
Şey Şey Şey Ve Şeylerden adli şür güzel bir örnektir buna. Bu şiiri, ses oyunlarını göstermek için bazı sözcüklerini büyük harfle yazarak aşağıya alıyorum :
Bir ADAM- kendi tiyatrosunda, TAMAM B ir köpek SOKAK değiştirdi, KORKAK İÇİ süt dolu bir LOKANta, v e KAPANdı Ben ağzım a gelen i SÖYLEdtm, ÖYLE Ç ene b ir AĞAÇ öttü, bu KAÇmct.
EDİP CANSEVER 79
80 EDİP CANSEVERc) Gene «tehlikesiz alâkalar» :Yerçekimi! Karanfil’deki «Tüfekkk, Güzel Atomların Yaptığı
A yak» adlı şiirlerin toplumsal tutumunu uzaktan sürdüren ürünlerdir bunlar.
Nitekim, T ah Tah Tah adlı şiirde insanların birlik ve uyarlık içinde yaşaması özlemi anlatılır
H adi hep bir ağızdan bu kadar ağız H adi hep bir elden bu kadar el Biz, nerde oluruz böyle güzel Biz nerde oluruz böyle güzel.
Gelgelelim, bu dördüğü saymazsak, Tah T ah Tah kuru, takıntılı bir şiirdir. İmgesi ve çağrışımları kıttır. Öz ve yapıca tutadıktan yoksun, biçimce de eskidir. O kadar ki, bu bakımdan, Yerçekimli Karanfil’deki şiirlerle yaşıt olduğu söylene bilir.
C.Petrol’deki kimi şiirler ise Umutsuzlar Parkı’nn bağlanıyor.
Nitekim, «Kavga, Phoeniş, Petrol, R obespierre, Beyaz Atlar Surlara, Ben Bu Kadar D eğilim , Ay Kırmızı Aylar Ktrmızılar* gibi şiirler Umutsuzlar Farkı’ndald bazı temleri işliyorlar: Yalnızlık, bırakılmışlık, bunaltı, umutsuzluk, mutsuzluk... gibi temler değir şik biçimlerle yeniden karşımıza çıkıyorlar. Gelgelelim, temlerdeki bu yakınlığa karşın Petrol, biçim yönünden oldukça aynlıyoı Umutsuzlar Parkandan. Umutsuzlar Parkı, düşüncenin şiirini ver- miye çalışan üzün b ir eserdi. Petrol ise bu amaçtan uzaklaşan kısa şiirleri içine alıyor. Bu şiirler iki kümede toplanıyor:
a) Eksik K işiler:«Kavga, Petrol, R obespierre» başlıklı şiirler toplumdan tip
ler çiziyor: Henri, Bot), Alain, Mike, Jim adlı kişiler — soyut da olsa — eksik, yalnız, umutsuz, anlaşılmamış, tedirgin tipleri canlandırıyor. Tıpkı, Umutsuzlar Parkı’nda, birinci bölümdeki iy , V II, üçüncü bölümdeki IX , X IH , dördüncü bölümdeki I I sayılı şiirler gibi...
Bakmıştım, damlarda kediler vardı Adamlar geliyordu birtakım adamlardan B en, Hânri, Alain, bir de Bob Bugün hepimiz noksan Bugün hepimiz noksan.
Ne var İd çoğu soyut kişilerdir bunlar. Hangi toplumun, han gi çağın, hangi katın, hangi ülkünün insanlarıdır? Niçin bungun-
duTİar, neden yalnızdırlar? Bilinmez. Çevreyle somut ilişkileri öylesine . kesilmiştir çünkü. Toplumsal koşulların dışında yaşıyor gibidirler. Gerçi mutsuz, ezilmiş kişilerdir; ama Umutsuzlar Par- kı’nın kişileri gibi ölümü beklemezler. Tersine, yaşamağa çalışırlar. Çünkü, içinde bir «yabancı» gibi yaşadıkları çevreyi değişti- remiyeceklerine inanır olmuşlardır. Umutlan, dirençleri kalmamıştır artık. Korkaklıklarının, güçsüzlüklerinin bilincine varmışlardır. Ağlamanın, yakınmanın da b ir şeye yaramadığım görmüşlerdir. Onlar için sarılacak tek dal vardır şim di: Umursamadık. Yahut Umutsuzlar Parkı’ndaki şu sözü gerçekleştirmek :
Ama elinizden ne gelir kiSiz dolgun yasamağa bakın günleri.
Nitekim, Petrol’ün bu baskı altında yenilmiş aydınlan ça-, reyi aşka ve içkiye 'sığınmak» ta bulurlar. Kendilerinden kurtulmak, dolgun yaşamak için barlara, kadınlara giderler:
Sivridir ayaklan gökyüzü vurunca domaBu kavga, bu işte yüzüncü katm dan b ir kavgaB ayatta olmtyan insanlar vardır yaSen mtsin U ike, Jim s6n misin yoksaH adi aldtTmtyalım — içini çeker — bu gece kadınlara.
Bu. örneklerden de anlaşılacağı üzre Cansever, ses bileşimlerine çok önem veriyor. Bunun için uyaklardan, tekrarlardan bolca yararlamyor. O kadar ki, bu uğurda «noksan» gibi eskimiş' sözcükleri bile kullanmaktan çekinmiyor.
Öte yandan, mısralar arasında çoğu zaman açık bağlantılar kurmuyor. Belki de bu yüzden şiirler, ancak çok uzaktan baki- lınca bellileşen; anlaşılan resimlere benziyor. Mısralar ancak şiirin genel havasına dayanılarak güçlükle açıklana biliyor, değerlendirile biliyor. Gerçi şair bunu gidermek için somut saptamalara baş vurmaktan geri durmuyor, ama şiirleri gene de «soyut ve genel» bir niteliğe bürünmekten ab koyamıyor.
b ) «îçe Kapanış» :«Phoeniz, Ben Bu -K adar D eğilim , Beyaz Atlar Surlara, Ay
Kırmızı Aylar Kırmızılar» adlı şiirlerde kendi durumuna anlatıyor Capşever. Kendi yalnızlığından, umutsuzluğundan, bunaltısından şöz açıyor.... Örneğin P hoenbits, — Dostoyevski’ye özgü b ir ' karamsarlık içinde — , 'eskim iş bir tutuşla şarabım içen (...) Kadınsız bakışlarla bekliyeri» ya da efsanedeki kuş gibi 'yeniden küllerinden
EDİP CANSEVER 81
doğm ak .için» kendini yakan37 mutsuz bir kişinin durumunu belirtiyor :
Kim seye verm iyor k i omlardan artarsa Kuytular çıkarıyor, sevişm eler, onlardan Bu nasıl b ir bakış k i dünyaya intiharla Ya da hep kar yağıyor da düşünmesi siyahtan ö y le ya kim seuişirdi acılan olm asa Kim bakardı uzağa köpekleri saymazsam.
Ben Bu Kadar Değilim ’d e gene yalnız, bungun, «arayış içinde» bir kişinin — kendinin — duygularım veriyor :
Bir kişi b ile değilim yalnızlıktan Gözlerim ormanlara astlıAğaçlar, kırlar v e şehirler geçiyor kaputumdan O kadar geçiyorlar ki, sadece duyuyorum Bir an, bir yerde ölümü tanımazlığımdan.
Beyaz Atlar Surlara, R. M. Rilke’nln «korkusu oldu mu intan, buna karşı b ir çare düşünmelidir» tümcesi** üzerine kurulmuş. Umarsızlık (çaresizlik) içinde bir çıkar yol arama isteğini dile getiriyor:
Benim yüzümde her şeyler var Üç dilim ekm ek bunlardan biri Annem b ir taşa oturmuş bunlardan biri Sur dışlarında h a fif b ir eskici olur Olur ya, b ir kendi olur biraz da elleri İnsan yalnız m ı buna b ir çare düşünmeli.
Bu şiirlerden Phoenbc ile Ben Bu Kadar Değiltm’i yapı, yoğunluk, duyarlık, çağrışım düzeni yönünden başarılı örnekler ■ saymak yerinde olur.
82 EDİP CANSEVER
Buraya değin yaptığım açıklamalar şunu gösteriyor ı a) «Şair yeniliksiz edem ez. Günümüz şairinin işi yenileşm ek
değil, durmadan yemlenmektir.»**Şimdiye dek Cansever hep bunu söylüyor, hep bunu ger
çekleştirmeğe çalışıyordu. Bu tutumundan ötürü ona, bir ^değişm eler şairi» demek doğra olundu. Gelgeldim, Petrd’de hemen hemen bırakıyor bu tutumu, çoğunca bir eskiyi-tutucu (nrahafa-
s7 Behçet Necaögîl — Küçük Hitologya Sözlüğü. İstanbul. 1967. s* 94.
*8 R. M. Rüke — Halte Lauridis Britfgre’nin Notlan, çeviren Behçet Necati»!!. İstanbul. 1948, g. 7.
m Yedltepe, L2O9C0. sayı 18.
zakâr) olarak çıkıyor karşımıza. Belki de amacı, kendi şiir çizgisine b ir yenilik daha katmak değil artık, bugüne dek yaptığı denemelerin — Türk şiir geleneğinden de yararlanarak — bir bileşkesin i (muhassalasım) çıkarmak. Başka bir deyişle, geçmiş çalışmalarını elekten geçirmek. Değerlilerini seçerek şimdiki görüşüyle bir bireşim kurmak onlardan. Valery’nin deyişiyle, «şiirini tazelemek», ama değiştirmek değil!
b ) Doğrusu istenirse, genellikle, bu bireşimi kurabiliyor Can-sever. önceki kitaplarına göre, daha sağlam bir estetik birlik ve bütünlüğe vara biliyor. Nitekim, Petrol’deki bazı şiirler eski şiirlerden daha yoğun, daha tutarlı. Kopuk, artık parçalar daha sayılı. Şiirler çokluk kısa, ölçülü, uyumlu. Okuru yoran uzatmalar, dağıtmalar, anlaşılmazlıklar az. Şair Mehmet Salihoğlu’nun da dediği gibi, «arttk şiiri dağınık bir m ozaik parıltısından kurtararak, daha derli toplu, daha yöneltili, daha yoğun b ir-hale doğru geliştiriyor Cansever.-40 ’
c) Umutsuzlar Parkı’nda denediği, ama genel olarak gerçekleştiremediği • düşüncenin şiiri* nden uzaklaşıyor Cansever. «Duygunun Şiiri» ne yaklaşıyor. Toplumsal yaşamdan bireysel yaşama, soyut aşktan somut aşka geçiyor. Kişisel durumunu anlatmağa yöneliyor. Bu yöneliş, kuruluktan kurtarıyor şiirlerini.'Okuru saran bir sıcaklığa, yer yer Uveretoka’yı andıran b ir çekiciliğe kavuşturuyor. (Cemal Süreya ilk okuyuşta inşam kazanan sıcak bir şair. Cansever ise yavaş yavaş kendini benimseten soğuk bir şair.)
d) Cansever bu kitabında yalnızca kendi geçirdiği denemelerden yararlanmakla kalmıyor. Şiir geleneğimizin getirdiği araçlardan, kolaylıklardan da yararlanıyor: 1 — Şiirimizde eskiden büyük yeri olan ses, uyak, ölçü düzenlerine, «edebi sanatlar» a, hatta rhötorique’e baş vuruyor. Çelişme ve yineleme (tezat ve tekrir) sanatını pek sık kullanıyor, örneğin, «Ben Bu Kadar Değilim» adlı şiirin başında ve sonunda, «Ben bu kadar değilim / K ışlada ölü b ir zam an- parçasını, ortasında ise «Bir kişi b ile d eğilim yalnızlıktan- mısraını tekrarlıyor. «Kavga, Petrol, Acı Bahriyeli, B îr Ay Aldım Diyarbakırdan, Evli misiniz» başlıklı şiirlerde de buna benzer tekrarlar yapıyor. 2 — Yerçekimli Karanfil’de- Id aşın yenici, öztiiıkçeci davranışını gevşetiyor. Artık eski sözcüklere ya da Türkçede karşılığı olan yabancı sözcüklere de yer veriyor şiirlerinde: -Noksan, perişan, Sikin, hüzün, sevda, çâre,
40 Mehmet -SaUhoğ-lu — İkinci Yeni ve Edip Cansever, Yedilere, 15.1.1960, sayı 17.
EDİP CANSEVER «3
lâle, siyah, ihtilâl, infilâk, taraf, devam lı...» Bu sözcüklerle kendime alışılmış sçs ve çağrışım olanakları (imkânları) sağlıyor. Böy- lece, şnrleıini'okurlar için yadırganır olmaktan çıkarmağa, alımlı (cazip) kılmağa çalışıyor.
Elbette-, bu çeşit yararlanmalar bir yandan güc kazandırıyor şaire, ama öbür yandan da geleneğe, alışılmışa yaslanan bir enez- liği (zaafı) ortaya çıkarıyor.
e) Umutsuzlar Parkı’yla başlıyan ikinci yeniden ayrılma eğilimi daha da gelişiyor Petrol’de. Soyutlamalar, değiştirimler, kanştırımlar, biçim oyunlan azalıyor. Dilin sınırlan eskisi kadar
ı zorlanmıyor artık, gerçeğin nitelikleri eskisi kadar bozulmüyor. Somuta, doğala, anlama, düz anlatıma doğru bir kayış seziliyor.
Bu kayış bir bakıma yararına oltıyor Cansever’in. Orhan Ve- li’yle arkadaşları üstüne bir yargısı vardı Memet Fuat'ın. Bir yazısında diyordu k i :
«Orhan V eliler Garip’i yaratan anlayıştan, aşırt b ir yen ilik arkasında koşarken getirdikleri yasaklardan uzaklaştıkça şiir alanındaki önem leri arttı. En başarılı eserlerini — yen i olm ayı ilerilik sananlara uyarak söylüyorum — geri dönerken verdiler. Daralan çem beri genişletirken .»41
Bu yargı, Cansever’in durumuna da uygun düşüyor sanıyorum. Nitekim, Cansever de en güzel birkaç şiirini «ikinci yeni», den ayrılırken veriyor : P hoeniı, İn filâk, Ben Bu. K adar D eğilim , Tahtakale, Bir Ay Aldım D iyarbakırdan.»
SONUÇ
İncelememin de gösterdiği üzre, Cansever «yeniliksiz edemi- yep», «durmadan kendini yeniliyen» bir şair. Bir çeşit «değişm eler şairi». Bir konuşmasında da söylediği gibi, «onun çıkışı, değerlenm esi, etkiler dağıtması hep bu cesarete, hep bu ,davranışa bağlı.»*3 Bıindan .ötürü, Cansever’in eserlerinde şiirimizin son on beş yıllık serüvenini bulabilirsiniz. Bu bakımdan, onun şiirinin tarihi bir yerde TUrk şiirinin geçirdiği değişmelerin tarihi oluyor. Ne var ki, bü oluştfC bir öncü gibi görmüyoruz onu. Her yeniliğe ilk katılan ve İlk aynlâil bir gezgin olarak görüyoruz daha
. çok. Modayı izliyen bir sanatçı olarak görüyoruz. Nitekim, yenilikleri onun kadar çabuk «eskiten» bir başka şair yok dense
4i Uemet Fuat — Gene yeniliğin Yasaklan, - Düşünceye Saygı, İstanbul, 1960, s. 23.
48 İk'lnci Yeni ve Eleştirmeciler, Yeditepe, 15.2.1960.
84 EDİP CANSEVER
yeridir. «Yeniliği eskiten» yerine «yenilikle beslenen» de denebilir. Çünkü her yenilik akımından kazançla çıkıyor Cansever. Onuiı' en yararlı yanlarım alarak jürine uyguluyor. Bununla sanatına yeni, alışılmadık olanaklar sağlıyor. Bu olanakları (imkânları) - kendi şiirsel yaşantısıyla, kendi deneyleriyle yoğuruyor. Bir birleşim meydana getiriyor. Böylece, şiirini aralıksız tazeliyor, geliştiriyor. 1947 nin İkin di Üstü’süyle 1960 m Petrol’ii karşılaştırılırsa bu gelişme apaçık ortaya çıkar. O kadar ki, bu gelişmeye bakarak, Cansever’in gücünü oldukça iyi değerlendirdiğini one sürmek yanlış olmaz. Gerçekten de o, durmadan gücünü dener, aşmağa çalışır ve çokluk .da aşar. Bunun için gösterdiği sürekli' tutku ve aşın çaba saygıya değer. (Doğrusu, İlhan Berk gibi, o da bir «şiir delisi» dir. Hep şiir düşünen, şiir çalışan, şiir yaşı- yan bir kimsedir.) Gerçi bu çaba, büyük şairlere vergi bir düzeye (seviyeye) ve özgünlüğe ulaştırmıyor onu. Şiirimizin oluşumunda çığır açan bir kurucu, evreni yorumlayışta yeni b ir görüş ve yöntem getiren bir devrimci, insanımızı yansıtışta. ulusal ve evrensel bir birleşim yaratan bir öncü, toplumun esenliği uğruna yılmadan savaşan bir ülkücü kimliğine kavuşturmuyor. Ama orta gücde usçu bir şairden beklenen eiı iyi örnekleri vermesini sağlıyor. Bu örneklerle pirimizde kendine özgü b ir yer kazanmasına yol açıyor.
EDİP CANSEVER «S
de yayınevieleştiri, inceleme, deneme kitapları:
1. M EM ET FUAT
DÜŞÜNCEYE SAYGI(23 yazı) 3 lira
2. SEZER TANSUĞ
ŞENLİKNAME DÜZENİ( İnceleme ) 3 lira
3. Hü s e y in c ö n t ü r k
TURGUT UYAR
ASIM BEZİRCİ
EDtP CANSEVER(2 inceleme) 3 lira
de yayınevi
de yayınevi
tiyatro kitaptan serisinde
yayımlanan kısa oyunlar:
1. FED ERIC O GARCIA LORCA
DON CRISTOBITA İLE DONA ROSITA NIN ACIKLI GÜLDÜRÜSÜTürkçesî : Memet Fuat 2 lira
2. EUGENE IONESCO
KEL ŞARKICITürkçesi: Ülkü Tamer - Genco Erkal 2 lira
3. ANTON ÇEHOV
DAĞ YOLUNDATürkçesi: Ülkü Tamer 1 lira
4. LADY AUGUSTA GREGORY
KULAKTAN KULAĞATürkçesi: Memet Fuat 1 lira
de yayınevi
de yayınevi
5. THORNTON W ILD ER
TRENTON İLE CAMDEN’E MUTLU YOLCULUK
Türkçesi : Memet Fuat 1 Üra
6. GEORG BÜCHNER
WOYZECKTürkçesi: Haşan Kuruyazıcı 2 lira
7. WILLIAM SAROYAN
İSTİRİDYE İLE İNCİTürkçesi : Memet Fuat 1 l*13
8 T . S. ELIO T
SLVEENEY AGONISTESTürkçesi: Ülkü Tamer 1 ' lira
9. MAURICE MAETERLINCK
ÇAĞRILMADAN GELENTürkçesi: Memet Fuat 1 Rra
de yayınevi
İT 'Mfıtilrk A. Bezil1'-!
T. UYAR - E.CANSEVERSun yıllunluki çalışmalarıyla ııısncl eleştiri uılayısuı.n mendeki ■ timizdeki öncüleri tlıırııımınu yükselen Hüseyin (.! ıiıırk ili- \sım: Bezirci İm kitapla yeııî şiirimizin iki ünlii şairini ■ alıyorlar llıispyiıı Cimliirk'iiıı incelemesi doğrudan doğruya -.ödere yön'" İnil bir yakın çalışına , şiirlerden çıkartılan ip uçları düzenlen >1* döllenerek (inceden bilinmiyen lıir sonuca varılıyor. \sım He/ır- ci ise Edip Cansever'iıı kendi kitaplarının yanı miu onun iğin yazılmış İler yazıyı da iııceliyerek lanı bir belgeli çalışma örneği vermiş. Edebiyatla ilgili aydınların lııı kitabı beğeneceğini umuyoruz.H Ü S E Y İN C Ö N T Ü R K 1918'dn İzm ir’de doğdu. İstanbul T e k n ik Ü niversitesind en in şaat mühendisi o larak ç ık tı. E leştir i yazıları yazm ıya 1956'da başladı. 1958’de «Eleştirm eden Önce», 1960 da «Çağının Ş a ir i» adlı k itap ların ı yay ım lıyarak önem verilen eleştirm enler a ra s ın a katıld ı.
A SIM B E Z İR C İ 1927’de E rz in ca n ’da doğdu. İstan b u l E d ebiy a t F a k ü lte s in i b itird ikten son ra b ir şiire p o litikay la ilgili yaz ıla r yazdı. Y ed ek Subaybğını y ap tığ ı sırad a kendisini bü- tünüyle edebiyata verdi. «Çok K ap ik Oda» adını taşıy an ilk e leştiri k itab ın ı 1961’de çıkard ı.
3 liraKAPAK : SAID MADEN