Her Yer Taksim Die Gaste · Biz bir hoşgeldin kültürü yaratmak istiyoruz – bu, entegrasyon...

16
22 Eylül 2013 günü Almanya’da Fe- deral Meclis seçimleri yapılacak. Bu seçim- lerde, 80 milyon nüfusun yaşadığı Al- manya’da 61 milyon 800 bin seçmen oy kullanacak. Bu seçmenlerin 5 milyon 839 bin kişisi göç kökenli Alman vatandaşların- dan oluşmaktadır. Bunların da (açıklanmış resmi bir istatistik olmamakla birlikte) yak- laşık 700 bin kişisi seçme ve seçilme hak- kına sahip Türkiye kökenli Alman vatan- daşlarıdır. Alman vatandaşı olan, dolayısıyla seçilme ve seçme hakkına sahip olan Tür- kiye kökenliler, toplam seçmen sayısının sadece %1’ini oluşturmaktadır. Diğer yandan, resmi istatistiklere göre, Almanya’da toplam 2 milyon 956 bin Türkiye kökenli nüfus bulunmaktadır. Bu nüfusun da toplam Almanya nüfusuna oranı %4,7’dir. 620 milletvekilinin seçileceği 2013 se- çimlerinde partilerin gösterdiği adaylardan 98’i Türkiye kökenlidir. Bunların partilere göre dağılımı şöyledir: Yeşiller: 23 SPD: 20 Linke.:20 Piraten: 17 FDP: 10 CDU: 8. Genel değerlendirmelere göre, bu 98 Türkiye kökenli adaydan en çok 5-6’sının Federal Meclis’e girebileceği varsayılmak- tadır. 2009 seçimlerinde Türkiye kökenli 5 milletvekilinin Federal Meclis’e girdiği göz önüne alınırsa, 98 adaydan 10’unun seçi- lebilmesi çok zayıf bir olasılıktır. Türkiye kö- kenli seçmenlerin genel seçmen kitlesinin %1’ini oluşturduğu düşünüldüğünde, yine 5-6 adayın Federal Meclis’e girmesi çok daha gerçekçi görünmektedir. 2013 seçimlerine Almanya çapında katılacak partiler ise şunlardır: CDU – Hıristiyan Demokrat Birlik CSU – Hıristiyan Sosyal Birlik SPD – Almanya Sosyal-Demokrat Parti FDP – Hür Demokrat Parti DIE LINKE. – Sol Parti DIE GRÜNEN – Birlik 90/Yeşiller PIRATEN – Korsan Parti NPD – Almanya Ulusal Demokratik Parti FREIE WÄHLER – Hür Seçmenler AfD – Almanya İçin Alternatif MLPD – Almanya Marksist-Leninist Parti D i e Gaste Sayı: 28 / Eylül-Ekim 2013 16 Her Yer Taksim Her Yer Direniş “Alman Eğitim Sisteminde Göçmen Öğretmenlerin, Ailelerin, Çocukların Sorunları ve Çözüm Yolları” Sempozyum ‘13 3 Jürgen TRİTTİN 5 Armin LASCHET 12 -14 3 Peer STEİNBRÜCK 5 Rainer BRÜDERLE 4 Gregor GYSİ

Transcript of Her Yer Taksim Die Gaste · Biz bir hoşgeldin kültürü yaratmak istiyoruz – bu, entegrasyon...

Page 1: Her Yer Taksim Die Gaste · Biz bir hoşgeldin kültürü yaratmak istiyoruz – bu, entegrasyon politikası göçmenlere karşı kuşku, önyargı ve is-natlarla dolu olan federal

22 Eylül 2013 günü Almanya’da Fe-deral Meclis seçimleri yapılacak. Bu seçim-lerde, 80 milyon nüfusun yaşadığı Al-manya’da 61 milyon 800 bin seçmen oykullanacak. Bu seçmenlerin 5 milyon 839bin kişisi göç kökenli Alman vatandaşların-dan oluşmaktadır. Bunların da (açıklanmışresmi bir istatistik olmamakla birlikte) yak-laşık 700 bin kişisi seçme ve seçilme hak-

kına sahip Türkiye kökenli Alman vatan-daşlarıdır. Alman vatandaşı olan, dolayısıylaseçilme ve seçme hakkına sahip olan Tür-kiye kökenliler, toplam seçmen sayısınınsadece %1’ini oluşturmaktadır.

Diğer yandan, resmi istatistikleregöre, Almanya’da toplam 2 milyon 956 binTürkiye kökenli nüfus bulunmaktadır. Bunüfusun da toplam Almanya nüfusunaoranı %4,7’dir.

620 milletvekilinin seçileceği 2013 se-çimlerinde partilerin gösterdiği adaylardan98’i Türkiye kökenlidir. Bunların partileregöre dağılımı şöyledir:

Yeşiller: 23SPD: 20Linke.:20Piraten: 17FDP: 10CDU: 8.Genel değerlendirmelere göre, bu 98

Türkiye kökenli adaydan en çok 5-6’sınınFederal Meclis’e girebileceği varsayılmak-tadır. 2009 seçimlerinde Türkiye kökenli 5milletvekilinin Federal Meclis’e girdiği gözönüne alınırsa, 98 adaydan 10’unun seçi-lebilmesi çok zayıf bir olasılıktır. Türkiye kö-kenli seçmenlerin genel seçmen kitlesinin%1’ini oluşturduğu düşünüldüğünde, yine5-6 adayın Federal Meclis’e girmesi çokdaha gerçekçi görünmektedir.

2013 seçimlerine Almanya çapındakatılacak partiler ise şunlardır:CDU – Hıristiyan Demokrat BirlikCSU – Hıristiyan Sosyal BirlikSPD – Almanya Sosyal-Demokrat PartiFDP – Hür Demokrat PartiDIE LINKE. – Sol PartiDIE GRÜNEN – Birlik 90/YeşillerPIRATEN – Korsan PartiNPD – Almanya Ulusal Demokratik PartiFREIE WÄHLER – Hür SeçmenlerAfD – Almanya İçin AlternatifMLPD – Almanya Marksist-Leninist Parti

Die GasteSayı: 28 / Eylül-Ekim 2013

16Her Yer TaksimHer Yer Direniş

“Alman Eğitim Sisteminde Göçmen Öğretmenlerin, Ailelerin, Çocukların Sorunları

ve Çözüm Yolları”

Sempozyum ‘13

3 Jürgen TRİTTİN

5 Armin LASCHET

12-14

3 Peer STEİNBRÜCK

5 Rainer BRÜDERLE

4 Gregor GYSİ

Page 2: Her Yer Taksim Die Gaste · Biz bir hoşgeldin kültürü yaratmak istiyoruz – bu, entegrasyon politikası göçmenlere karşı kuşku, önyargı ve is-natlarla dolu olan federal

Die Gaste2

Çağdaş KatılımDışlama Yerine Hoşgeldin Kültürü

Entegrasyon PolitikasıAlmanya Bir Fırsatlar Ülkesi Olmalıdır

Herkes İçin Yükselişin Partisi CDU2013 Federal Seçimlerinde Parti Programlarının Bir Tahlili

Almanya Seçimlerinde Hangi Partiye Oy Vermeli?Tipik Alman – Almanların Tutum ve Davranışları

Kültürel Değerler Yaşamın Her Alanını ŞekillendirirAileler, Aile Dil(ler)i ve Erken Yaşta Dil Desteği

Açılış KonuşmalarıI. Oturum

II. OturumII. Oturum

Eşik Hipotezi Zor Durumda mı?Her Yer Taksim... Her Yer Direniş

Peer SteinbrückJürgen Trittin Gregor GysiRainer Brüderle Armin Laschet Prof. Dr. Jürgen Nowak Ahmet OnayProf. Dr. Hans-Dieter GelfertProf. Dr. Kutlay Yağmur Prof. Dr. Ernst ApeltauerSempozyum ‘13Sempozyum ‘13Sempozyum ‘13Sempozyum ‘13E. Körsgen-Prof Dr. J. Mand Die Gaste-Haber

33 4556789

10121313141516

İÇERİK

DIE GaStE

İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE

TÜRKISCHE ZEITUNGERSCHEINUNGSwEİSE: ALLE ZwEI MoNATE

UnentgeltlichISSN 2194-2668Herausgeber: Initiative zurFörderung von Sprache undBildung e.V.

DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK

İÇİN İNİSİYATİF e.V.

GENEL YAYIN YÖNETMENİViSdP/Chefredakteur:ZEYNEL KoRKMAZ(Duisburg/Essen Üniversitesi,Türkçe Öğretmenliği Bölümü)

YAYIN YÖNETİMİ/REDAKTIoN:

ENGİN KUNTER (Doktorandin)

GÜLDEN GÜNGÖR

oZAN DAĞHAN

Posta Adresi:Postfach 10 30 0340021 Düsseldorf

İnternet Adresi:www.diegaste.de

E-Posta/Mail:[email protected]

Stadtsparkasse DüsseldorfBLZ 30050110 Kontonummer 1005468796

Dizgi/Layout: Die Gaste VerlagBaskı/Druck: Hürriyet-Deutsch-land

Page 3: Her Yer Taksim Die Gaste · Biz bir hoşgeldin kültürü yaratmak istiyoruz – bu, entegrasyon politikası göçmenlere karşı kuşku, önyargı ve is-natlarla dolu olan federal

3Die Gaste

Dışlama Yerine Hoşgeldin KültürüJürgen TRİTTİN

Birlik 90/Yeşiller Başbakan Adayı

Biz Yeşiller göçü ve entegrasyonu toplumumuz açısından bir fırsat ve zenginlikolarak görüyoruz. İçinde çeşitliliği barındıran bir toplumdan herkesin yarar sağladığınainanıyoruz, çünkü – çocuk yuvasından başlayarak, okul ve üniversitelere, işyerleri vekomşuluk ilişkilerinden derneklere kadar birçok alanda – birbirimizden öğrenebilirizve birlikte öğrenebiliriz. Amacımız kökeninden bağımsız olarak tüm insanların kendi-lerini burada evinde hissetmeleri ve topluma katılımlarıdır. Biz bir hoşgeldin kültürüyaratmak istiyoruz – bu, entegrasyon politikası göçmenlere karşı kuşku, önyargı ve is-natlarla dolu olan federal hükümet ile aramızdaki farktır. Aslında göçmenlerin birervergi mükellefi olmasından memnuniyet duyuluyor, ancak federal hükümet onlarınhaklarını güçlendirmek için hiçbir girişimde bulunmadı. Tam aksine: Entegrasyon zir-vesini uykuya sevk etti, İslam konferansının duvara çarpmasına neden oldu. Vatan-daşlığa geçişler en düşük seviyede. Buna rağmen federal hükümet, ülkemizde yetişmişgenç insanların 23 yaşına kadar ailelerinin geldiği ülke vatandaşlığı ile Alman vatan-daşlığı arasında seçim yapma zorunluluğu uygulamasında diretiyor. Genç insanlaragetirilen ve hiçbir gerekçesi olmayan bu seçme zorunluluğunu CDU-FDP hükümeti veözellikle de hükümetin CSU’lu İçişleri Bakanı, aile birleşimine koyulan engellerdeolduğu gibi, inatla savunuyor ve Türkiye-AB arasında imzalanan İşbirliği Anlaşmasıgerçeği ortadayken, Türkiye kökenlilerden bu haklar esirgeniyor.

Federal hükümet entegrasyon kursları için ayrılan kaynakları kısıtlayarak ve işgücügöçü için şeffaf, adil ve ayrımcı olmayan bir puan sistemine ilişkin önerileri reddederekentegrasyonu engelleme politikası yürüttü. Hükümetin seçim kampanyalarında göçekarşı ve güncel olarak Romanları hedef alan öfkeleri yeniden seferber etmesi bu poli-tikalara uygundur.

Nasyonalsosyalist Yeraltı örgütünün işlediği korkunç suçlar tüm ülkeyi sarsmıştır.Biz federal düzeyde ve eyaletler bazında yürütülen araştırma komisyonlarını ve Münih’te

yürüyen yargı sürecini yakın-dan takip ediyoruz. Nasyonal-sosyalist Yeraltı örgütünün iş-lediği cinayetlerin soruştur-ması sürecinde karşılaşılan va-him olaylar, günlük yaşamdakiırkçılığın yalnıca toplumda de-ğil, Alman kurumlarında dageniş yer bulduğunu gözlerönüne serdi. Bu durum özel-likle göçmenleri derinden et-kilemiş ve Alman emniyet ya-pılarına karşı duydukları güve-ni yok etmiştir. Biz olayların kuşkuya yer bırakmadan açığa kavuşturulmasını ve ülkemizkurumlarının yeni bir çeşitlilik kültürüne kavuşmasını isteyenlerin yanındayız.

Günlük yaşamda ırkçılığın, önyargı ve şüpheciliğin karşısına entegrasyon ve iç-selleme konularında kendi yeşil tasarılarımızı çıkarıyoruz. Biz göçmen haklarını güç-lendirmek, eşitlik içerisinde beraberliği desteklemek ve Almanya’da yaşayan tüm in-sanların katılımını hızlandırmak istiyoruz. Alman vatandaşlığı bu amaçlara ulaşılmasıiçin önemli bir araçtır. Bu nedenle Alman olmayanların vatandaşlığa daha çabuk vekolayca geçebilmeleri amacıyla –ve vatandaşlığın seçme zorunluluğu uygulamasıylaellerinden alınmaması için– bir vatandaşlığa kabul girişimi başlatmayı öngörüyoruz.On yıllardır burada yaşamakta olan “ilk kuşak” kolaylaştırılmış koşullarda vatandaşlığageçebilmeli. Burada doğan ve çifte vatandaş olan “en yeni kuşak”, her iki vatandaşlığada sahip olabilmeli. Onları Alman vatandaşlığı ve ebeveynlerinin sahip olduğu vatan-

Çevi

ri D

ie G

aste

Çağdaş KatılımPeer STEİNBRÜCK

SPD Başbakan Adayı

Almanya, çeşitlilik ve kültürler bakımından zen-gin bir ülke. Ve buna karşın bu denli çeşitliliğe içindebarındıran bir toplumda, konu eşitlik içerisinde bira-rada yaşamı nasıl örgütleyebileceğimizdir. Biz tüminsanların –kişilerin kökeni ya da dini veya taşıdığıalışılmadık ad ne olursa olsun– eşit fırsatlar ve katılımolanaklarına sahip olduğu adil ve güçlü bir toplumistiyoruz. Çeşitlilik bir fırsattır, o gelecek için bir kay-naktır. Çeşitlilik 21. Yüzyılda çapda bir göç toplumunukarakterize eder.

İnsanların “göç geçmişi” çokluk hala bir tanılamave hatta bir eksiklik olarak görülüyor. Ancak akıllı birtoplum politikası “Bildungsinländer (yüksek öğrenim hakkına sahip yabancılar)”, “ göçkökeni” ve “göçmen” gibi kavramlardan kurtulmak zorunda. “Entegrasyon” kavramı daartık aşılmış bir kavramdır. Birçok insan burada doğmuş ve büyümüştür, Almanya’daşu an dördüncü kuşakta yaşıyorlar. Onlar –kökenleri, dinleri ve adlarıyla – birer Alman.Bunun kabul edilmesi ve Almanya’da etnik-dinsel çeşitliliğe değer gösterilmesi günü-müzde politikanın ilgi alanı olmalıdır, göç geçmişi bulunan insanların kendilerini top-lumumuzun doğal bir parçası olarak kavramaları için bu yapılmalı. İktidardaki federalhükümetin tam da bu temel anlayış eksik.

SPD-Yeşiller Hükümeti zamanında vatandaşlık yasasını tüm dirençlere rağmenreformize etmek için adım attı. Benim 22 Eylül’den sonra yöneteceğim federal hükümetbu politikayı sürdürecek ve çifte vatandaşlığı olanaklı kılacak. İki vatandaşlık arasındaseçim yapma uygulamasını kaldıracağız, çünkü bu uygulama genç yetişkinleri gereksizyere kökenleriyle olan bağı kesmeye zorluyor. Onlar kendini ebeveynlerinin geldiğiülkeye ve de Almanya’ya bağlı hissediyor. Hıristiyan Birlik Partileri bu yaşam gerçekliğinihala kavrayamadılar. Oysa birden çok vatandaşlığın çoktan istisna olmaktan çıkıp, birkural haline geldiğini biliyorlar. Vatandaşlığa geçişlerde, her iki durumdan birinde eskivatandaşlıktan çıkılmıyor. AB üyesi ülkelerden gelen vatandaşlar yada örneğin Fas veKüba’dan gelenler vatandaşlıktan çıkmazken, etkilenen en büyük gruptan bu olanakesirgeniyor: Bu grup Türk kökenli genç yetişkinlerdir. Bugünkü federal hükümet,devletin burada doğan ve büyyen genç insanları yabancı ilan etmeyi göze alıyor. SPDaçıkça şunu belirtiyor: Eşit olmayan bu uygulama son bulmalıdır.

Vatandaşlık yasasının yanı sıra, göç geçmisi bulunan birçok insanın iş ve eğitimeerişimlerini zorlaştıran yapısal dezavantajları da azaltmak zorundayız. Bir insanın

kökeni, ne eğitim ne de ebeveynler ya da büyük-anne ve babalar için bir alın yazısı olmamalıdır. SPDaçısından sosyal demokrasinin eski bir sözü olaneğitim yoluyla toplumsal yükseliş sözü geçerlidir.Bakım ödeneği için milyarlarca Euro boş yere har-canacağına, kreş ve çocuk yuvalarının kalitesini art-tırmak ve onları yaygınlaştırmak için yatırım yap-malıyız. Bizim daha fazla ve daha iyi bir maaş alan,çocukların okula hazırlanmasıyla ve özellikle dil des-teğiyle ilgilenebilen bakıcılara ihtiyacımız var. Birçokebeveyn bunu tek başına yapamaz. Federal hükü-met bakım ödeneği yönetmeliğiyle bu ebeveynleri

yalnız bırakıyor. Çünkü bakım ödeneğinden, yalnızca, çocuklarına yuvada bir yer tahsisedilmesi hakkını kullanmayan aileler yararlanabilecek.

Bunun yanı sıra okul mezuniyetlerinin ardından, çıraklık sistemine geçişlerindaha etkili olmasına ihtiyacımız var. Birçok genç yüzlerce yazılı iş başvurusunda bulu-nuyor ve, ya hiçbir yanıt alamıyor ya da yalnızca olumsuz yanıtlar veriliyor. SPD’ninçözümü: Bir tarafta çıraklık garantisi ve diğer tarafta, ayrımcılığa etkili olarak karşıkoymak amacıyla anonim iş başvurusu işlemleri. Bilgilendirme çalışmaları, ayrımcılıkkarşıtı girişimler ve kültürlerarası alanda eğitim bu bağlamda önemli bir rol oynuyor.

Irkçılık, aşırı sağ ve antisemitizmle mücadele, tüm toplumun kesintisiz bir göreviolmaya devam ediyor. Bunun için sivil toplum ve siyaset arasında güçlü br birliğe ihti-yacımız var. Uzman kadromda yer alan Yasemin Karakaşoğlu ve Thomas Oppermannkısa bir süre önce aşırı sağ ve ırkçılıkla mücadelede bir master planı hazırladılar. Buplan federal seçimlerin ardından SPD’nin hayata geçireceği temel uygulamalardanbir tanesidir. Sığınmacıların yeniden sağçı kışkırtmaların hedefi haline getirildiği birdönemde somut bir mesaj vermeye ve planlı girişimlere ihtiyacımız var. Rostock-Lich-tenhagen, Solingen ve son olarak Nasyonalsosyalist Yeraltı Örgütü’nün korkunç cina-yetleri yakın tarihimizin kara birer lekesidir ve bir daha asla tekrarlanmamalılar. Birçokinsan devletimize duydukları güveni kaybetti. Bu güveni tekrar kazanmak için elimizdengelen herşeyi yapmak zorundayız.

SPD ırkçılığın yeri olmayan açık ve hoşgörülü bir toplumdan yana. Geçmişin ha-talarını ve ihmallerini tekrarlamamak için ülkemizin geleceğini şekillendirmek istiyoruz.150 yıllık sosyal demokrat değerlerimize güveniyor ve toplumumuzda herkes için ge-çerli olması gereken fırsat eşitliğini savunuyoruz. Bu çağdaş katılım politikasıdır.

Page 4: Her Yer Taksim Die Gaste · Biz bir hoşgeldin kültürü yaratmak istiyoruz – bu, entegrasyon politikası göçmenlere karşı kuşku, önyargı ve is-natlarla dolu olan federal

Die Gaste4

daşlık arasında karar vermeye yönelten ayrımcı seçme zorunluluğunu kaldıracağız.Seçme yükümlülüğü bulunanların yüzde 68’i Türkiye kökenli olduğundan, özelliklebu grup mağdur ediliyor. Yıllardır eş birleşimi kapsamında yabancı eşlerin ve resmiolarak birlikte yaşayan yabancı çiftlerin Almanya’ya gelmesinin yeniden kolaylaştırılmasıiçin çaba gösteriyoruz. Biz şundan eminiz: Almancayı öğrenmenin en iyi yolu, onugünlük yaşamda öğrenmektir. Yurtdışında zorunlu dil sınavları önkoşulunu tekrar kal-dıracağız, çünkü bu uygulama, birçok çiftin Almanya’ya gelmeleri açısından yeni veaşılması güç bir engel oluşturmuştur.

Oturum hakkını yenilemek ve bu hakkı Almanya’ya gerçek bir göç etme hakkınadönüştürmek istiyoruz. Merkel hükümetinin bağımsız oturum hakkı uygulamasınagetirdiği kısıtlamaları iptal edeceğiz. Ancak bu şekilde tüm insanların ülkemizde yasalgüvence altında yaşamaları, temel haklardan yararlanmaları ve bir perspektif sahibiolmaları güvence altına alınabilir.

Entegrasyon yaşamla birlikte başlar. Bu nedenle çocukların mümkünse en erkenyaşta birlikte ve birbirlerinden öğrenmelerini istiyoruz. Biz herkesi bireysel yönden vesahip olunan güçlü ve zayıf yönlere uygun olarak destekleyen, dil eğitiminin çocuklarınaile dillerini de kapsadığı iyi çocuk yuvaları ve okullar oluşturulması için çabalıyoruz.Çocukların ilkokulun sonunda seçilip ayıklanması bir haksızlıktır ve gelecek şansınısekteye uğratmaktadır. Bu nedenle hedefimiz çocukların uzun süreli birlikte öğrenimini

sağlamaktır. Demografik dönüşüm günümüzde etkisini göstermeye başladı ve bu etki artmaya

devam edecek. Bu nedenle, göçü, geniş kapsamlı ve şeffaf, göç eden tüm işçilerinoturum sürelerini kolayca uzatabilecek ve sağlamlaştırabilecekleri bir puan sistemiyleyöneterek, işgücü göçünü kolaylaştırmak istiyoruz.

Göçmenlerin tüm meslek dallarında çalışmaları ve kariyer yapmaları ne yazık kihala normal bir durum olmaktan uzak. İş başvurularında soyadı ya da ebeveynlerinkökeni artık bir başvurunun başarı ya da başarısızlığını belirlememelidir. Bu resmi ku-rumlar için de geçerli: Biz kurumların kültürlerarası açılımından ve bu kapsamdaözellikle kamu idareleri ve adliyelerin, okul ve çocuk yuvalarının açılımından yanayız.Bu kurumlarda ülkemizin toplumsal çeşitliliğinin sergileniyor olması bizler için önemli.

Ülkemizin dinsel çeşitliliği açısından İslam’ın Almanya’ya entegrasyonunu ve eşit-lenmesini hızlandırmanın yollarını arıyor ve Müslüman inancına mensup tüm insanlarıbu müzakerelere katkı sunmaya davet ediyoruz.

Bu seçim kampanyasında ve gelecek dört yıl boyunca mültikültürel bir Almanyaiçin –düşmanlıklara, art niyetliliğe ve yanlış önyargılara karşı– savaşımlarımızı sürdü-receğiz. Biz göçmenler için, ama herşeyden önce göçmenlerle birlikte, ülkemizde dahafazla eşitlik, kabul görme ve bağlılık için mücadele ediyoruz.

Entegrasyon PolitikasıGregor GYSİ

DIE LİNKE. Başbakan Adayı

Birçok araştırma, göç deneyimi olan en az bir ebeveyne sahip çocuk ve gençlerindaha çok mağdur edildiklerini kanıtlıyor. Bu çocuk ve gençlerin elde ettiği sonuçlar,erken eğitimden örgün eğitime kadar tüm alanlarda çok daha kötü, katılım oranlarıdüşük; onlara çok yönlü ayrımcılık yapılıyor. Eğitim sisteminde varolan önyargılar veyapısal engellerin azaltılabildiği, kültürel deneyimlerinin ve dillerinin Almanya’nıntoplumsal gelişimi açısından bir zenginlik olarak kavranabildiği oranda, onlar daha iyifırsatlara sahip olabilir. Çocuk yuvaları, okullar, dernekler, spor ve kültür birlikleri vede sunulacak politik eğitim olanakları, çeşitlilik içerisinde birlikte yaşama büyük birkatkı sağlayabilir.

Bunun önkoşulu tüm eğitim sistemini etkileyecek içselleyici (inklusiv) bir eğitimanlayışıdır. Göç geçmişi bulunan insanlar ortalamadan daha kötü toplumsal yaşamkoşulları nedeniyle seçici Alman eğitim sistemi tarafından daha çok mağdur ediliyor.Göç kökenli çocuklar, tüm diğer çocuklar gibi tamgün eğitim ve bakım olanaklarındanyararlanabilmelidir. İçselleyici bir eğitim sistemi, birlikte öğrenim süreçlerinde, hete-rojenlik ile bilinçli bir ilişkide olmanın koşullarını yaratır.

Sol Parti (DIE LINKE.) dünyaya açık bir toplumdan yanadır. Farklı kökenden in-sanların çeşitliliğini kabul eden, karşılıklı saygıya dayalı bir beraberlikten yanadır.Burada yaşayan nüfusun beşte biri göç kökenli olarak tanımlanan ve çoğu Alman va-tandaşı olan insanlardan oluşuyor. Bu toplumsal grup yaşamın tüm önemli alanlarındamağdur ediliyor. Yüzdesel olarak, nüfusun diğer kesimlerine kıyasla, okulu yarıda bı-rakmak, işsizlik ve sosyal yardıma muhtaç olmak, yoksulluk ve düşük gelir düzeyi açı-sından yaklaşık iki kat daha fazla etkileniyor. Bu ayrımcılık ne bir alın yazısı, ne de in-sanların kendi suçudur. Toplumsal olmayan siyasetin, kendini koruma ve diğerlerinidışlamaya dayanan bir yabancılar yasasının, ücretlerin düşürülmesi, küçük işlerde ça-lışma ve taşeron işçiliğin ve de sosyal seçicilik uygulayan bir eğitim sisteminin sonu-cudur.

Biz bu durumu toplumsal eşitlik içeren dayanışmacı bir siyasetle, dezavantajlılarınplanlı olarak desteklenmesiyle, göçmen haklarının güçlendirilmesiyle, toplumsal gü-vencesi olan çalışma koşullarıyla, adil ve insanca bir emeklilikle değiştirmek istiyoruz.Biz, vatandaşlıktan bağımsız, burada kalıcı olarak yaşayan tüm insanların federal veeyalet seçimlerine ve yerel seçimlere katılma hakkını ve de vatandaşlığa geçişlerdeuygulamayı etkileyecek kolaylaştırmalar sağlanmasını talep ediyoruz (çifte vatandaşlık,vatandaşlığa geçişlerin gelirden bağımsız ve düşük ücretler karşılığında ve de dil yada bilgi düzeyini ölçen ayrımcı testler olmaksızın sağlanması).

Biz içselleyici bir eğitim anlayışını savunuyoruz. Toplumsal dışlanmışlığı yaşayanve gelir düzeyi düşük insanlar için çocuk yuvası ücretleri (çok) büyük bir engel oluşturur.Bu nedenle çocuk bakım kuruluşlarından ücretsiz olarak yararlanılabilmelidir. Bizağırlıklı olarak, katı bir biçimde başarımlara göre ayrılmış grupların olmadığı birleşikokullarda (gemeinschaftsschule) yeni bir öğretim ve öğrenim kültürü yaratmak istiyoruz.Çocukların kökene bağlı çokdilliliği mutlaka desteklenmeli ve önemli bir fırsat olarakkavranmalı. Tüm bunlar eğitim kurumlarının daha iyi öğretim ve öğrenim araçları,yardımcı araçlar ve herşeyden önce iyi eğitilmiş, artan oranda da göç kökenli personelile donanımını ve de sağlıklı, ücretsiz öğle yemeği verilmesini gerektirir.

Göçmenlerin varolan sorunları, özde toplumsal olarak dezavantajlı insanlarınsahip olduğu sorunlardır. Ne yazık ki, göç kökenli olmayan ve sayıları giderek artanbirçok Almanla da aynı dezavantajları paylaşıyorlar. Ancak bunun ötesine geçen, iş pi-yasasına geçişlerin sınırlandırılması, yurtdışında edinilen niteliklerin ve diplomalarınhala yeterince kabul görmemesi, eğitim sisteminde, çıraklık yeri ve iş olanağı tahsisinde

uygulanan ayrımcılık gibi zorluklarlada karşı karşıyadırlar. Sol Parti tüm bukonularda daha iyi bir politika yürü-tülmesi için yıllardır somut önerilerdebulunuyor. Henüz 2007’de, federalmecliste, yurtdışında edinilen nitelik-lerin kabul görmesi için kolaylık sağ-lanması amacıyla bir girişim başlatıl-masını talep ettik ve böylece o anadek pek tartışılmayan bir soruna za-manında dikkatleri çekmiş olduk. Bizgönüllü dil ediniminin herkese açık ni-telikli dil kursları aracılığıyla sistematikolarak desteklenmesini istiyoruz. Bizyurtiçinde ve yurtdışında düzenlenendil sınavlarının, göçmen haklarını sı-nırlandırmak ve yeni engeller koymakiçin kullanılmasına karşıyız.

Türk vatandaşları, Avrupa Ekono-mik Topluluğu ve Türkiye arasında1963’te imzalanan işbirliği anlaşmasıkapsamında özel haklara sahiptir – an-cak federal hükümet tarafından buhaklar göçmenlere tanınmamaktadır. Sol Parti bir skandal olan bu politikaya karşımücadele ediyor. Federal Almanya Cumhuriyeti’nin mahkemeler tarafından sürekliolarak anlaşmaya uymaya çağrılması kabul edilemez bir durumdur. Federal hükümetsözünü tutmalıdır ve Türkiye karşısındaki yükümlülüklerini tümüyle yerine getirmelidir.

Artık Almanya’da ırkçılık genel bir toplumsal sorun olarak algılanmaya başlanmalıve ona karşı mücadele edilmelidir. Bu da “entegrasyon” konusunun kapsamına girer.Bu bağlamda yalnızca Neo-naziler söz konusu değildir, aksine toplumun içindeki ırk-çılıktır. Nasyonalsosyalist Yeraltı örgütünün cinayetleriyle ilgili araştırmalar, polis içindedahi ırkçı tutum ve önyargıların ne kadar yaygın olduğunu göstermiştir. Cinayet kurbanıoldukları halde “Türkler” potansiyel suçlu olarak görülmüşlerdir, herşeyden önce or-ganize suçlar ve uyuşturucu ticareti ile ilişkileri araştırılmıştır, ırkçı katilleri arayan ol-mamıştır. Bu bağlamda “döner cinayetleri” sözünün dikkatsizce ve art niyetlilikle kul-lanılması bile birşeyleri açıklamaya yeter. Partilerin ve hükümetin sağ popülist öfkeyisiyasal açıdan puan toplamak amacıyla kullanmaktan ve göçmenlere karşı kuşkularıkörüklemekten vazgeçmeleri ırkçılığa karşı alınacak ciddi bir önlem olur. Sözde “en-tegrasyonu reddedenlere” yönelik kampanyalarla, sözümona “sosyal güvenlik sistem-lerine akın edilmesine karşı” yapılan durdurak bilmeyen uyarılarla ve çifte vatandaşlıkve göçmenlere yerel seçim hakkının tanınmasına ilişkin, ideolojik bakımdan aşırı yük-lenmiş tartışmalarla toplumda bu kuşkular ekilmiştir.

Federal hükümetin son yıllarda “entegrasyon zirveleri”, “entegrasyon planları” vehatta “göstergelere dayanan entegrasyon raporları” gibi sayısız girişimleri olmuştur.Bu girişimler konunun ne denli önemli olduğunu gösteriyor. Ancak tüm yapılanlar, ilketapta simgesel politikalardı, göçmenlerin gerçek yaşam koşullarında ise neredeysehiçbir şey değişmemiştir. Güzel sözler yerine artık harekete geçmeye itiyaç var!

Çevi

ri D

ie G

aste

Page 5: Her Yer Taksim Die Gaste · Biz bir hoşgeldin kültürü yaratmak istiyoruz – bu, entegrasyon politikası göçmenlere karşı kuşku, önyargı ve is-natlarla dolu olan federal

5Die Gaste

Almanya Bir Fırsatlar Ülkesi Olmalıdır Rainer BRÜDERLE

FDP Başbakan AdayıAlmanya bir göç ülkesidir ve böyle

kalmalıdır. Nitekim göçmenler son 60 yıldave bunlar arasında özellikle de Türk kökenligöçmenler Alman toplumunu etkilemiş vebirlikte şekillendirmiştir. Farklı kültürlerinbirbirlerine yakınlaşması her zaman prüz-süz geçmeyen, ama sonuçta herkesin ka-zançlı çıktığı uzun bir süreçti. O süreçtenbu yana artık şu geçerlidir: Çeşitlilik, tekilolmaktan daha iyi.

Göç kökenli insanların entegrasyonuaçıkça Almanya’nın çıkarınadır. Nitekim ba-şarılı entegrasyon, göçmenlere kendi po-tansiyellerini topyekün gerçekleştirmele-rini olanaklı kılar. Onlar böylece Almantoplumu için vazgeçilmez katkılarda bu-lunurlar. Entegrasyonun başarısızlığı ko-şullarında ise kendi değer ve hukuk anla-yışlarına sahip paralel toplumlar oluşur.

Bunun olmaması gerekir. Her kültürel artalana saygı duymakla birlikte, Almanya’dayaşamak demek, özgürlükçü demokratik değerleri benimsemek, Alman hukuk sisteminikabul etmek ve Almancaya egemen olmak demektir.

Bunlar göçmenlerin büyük çoğunluğunun Alman toplumuna başarıyla katılmışolduklarının üstünü örtmemelidir. Buna rağmen Almanya’da tüm insanlar için toplumsalkatılım mümkün olmalıdır. Bu nedenle entegrasyon süreci tamamlanmadıkça, devletdoğru araçları hizmete sunmalıdır. İlgililerin tekil girişimleri vazgeçilmezdir ve siyasettarafından bu girişimler desteklenmeli ve teşvik edilmelidir. Bu açıdan bakıldığındaAlmanya’da çoğu zaman çalar saatin sesi duyulmamış ve önemli fırsatlar kaçırılmıştır.

Biz Liberaller ilkece göçmenlerin çaba göstermeye hazır ve entegrasyona açıkolduklarına inanıyoruz. Çünkü yurdunu terketme ve yeni fırsat arayışında yabancı ülk-lere taşınma kararı, cesaretli olmanın ve girişimci ruhunun bir göstergesidir. Ve çabagöstermeye hazır hiçkimsenin Almanya’da toplumsal yükselişi zorlaştırılmamalıdır.

Eğitim yükselmenin ve özgür iradenin anahtarıdır. Ülkemizin her yurttaşı buhakka sahiptir. Ama bununla birlikte göçmenlerin bireysel gereksinimlerini göz önündebulundurmak ve ağırlıklı sorunları planlı olarak ele almak önemli. Örneğin FDP fraksi-

yonu koalisyon içerisinde göçmen aile çocuklarına verilecek dilsel destek için 400milyon Euro ayrılmasının ve gereksinime uygun 4.000 çocuk yuvası oluşturulmasınınkabul edilmesini sağladı. Özellikle erken yaşta dil desteği kapsamında, gelecekte,artan oranda ebeveynlerle işbirliği de dayanak alınmak zorunda. Bu amaçla daha çokbakıcının kültürlerarası yeterlikler konusunda eğitilmesi ve göçmen ailelerde, çocuk-larını yuvaya göndermeleri için daha yoğun tanıtım yapılmalıdır.

Yetişkinler de dilsel yetersizlikler nedeniyle kendilerine açık olan fırsatları çoğudurumda kullanamamaktalar. Bu nedenle Federal Hükümet geçen yıl 200 milyon Eu-ro’dan fazla bir ödeneği entegrasyon kurslarına yatırmıştır. Gelecek yıllar için belirle-diğimiz hedefler ise bunun ötesine geçiyor. FDP entegrasyon kurslarını daha geniş birkitleye, örneğin iltica hakkı tanınmış mültecilere ve ikamet hakkına sahip sığınmacılaraaçmak istiyor. Denenmiş birer araç olarak bu kurslar tüm göçmenlerin erişebileceğikurslar olmalıdır.

İnsanlar çalışarak kendini geliştirebilir ve gerçekleştirebilir. Göçmenler Almanya’daçokluk büyük bir çalışkanlıkla öne çıkmışlardır. Buna rağmen göç kökenli insanlarınişsizler arasındaki oranı ortalamanın üzerindedir. Gelecekte bu insanların daha iyi birkatılımını sağlamak istiyoruz. Çünkü göçmen işgücü ekonomimizin başarısı ve gele-cekteki rekabet gücü için temel bir yapıtaşı oluşturur.

Bu amaçla okuldan çıraklık eğitimine geçiş, meslek seçiminde daha iyi bir danış-manlık aracılığıyla, örneğin meslek kılavuzları yardımıyla kolaylaştırılmalı. Çıraklık eği-timi için göç kökenli gençler ile işverenler arasında görev yapan arabulucuların geç-mişteki çalışmaları da başarılı bir çalışma olmuştur. Bu tür çözümleri federal ölçektegenişletmek istiyoruz.

Almanya günümüzde cazip bir göç politikasını yapılandırma göreviyle karşı kar-şıyadır. Ekonomimizin büyümesini ancak yurtdışından nitelikli işgücünü ülkemize ge-tirebildiğimiz koşullarda güvence altına alabiliriz. Liberaller mavi kart uygulamasıylaönemli bir adım atmışlardır. Öte yandan yabancı diplomaların kabulünü öngören yasa,içinden çıkılmaz bürokratik sarmaşığı göç işlemlerinden tasfiye etmekte. Yabancı dip-lomaların kabul edilmesi bu şekilde kolaylaştırılmış ve şeffaflaştırılmış oldu.

Almanya artarak bir fırsatlar ülkesi olmalıdır. İnsanların çeşitlilik üzerinden ve çe-şitlilik aracılığıyla geliştiği bir ülke. Nereden gelindiğinin değil, nasıl bir çaba göstermeyehazır olunduğunun belirleyici olduğu bir ülke. Liberal entegrasyon politikaları böylebir ülkeyi yaratıyor. Göç kökenli insanları devlete bağımlı kılmak istemiyoruz, aksinetekil girişimleri ve çaba göstermeye hazır olmayı güçlendiren belirli araçlarla, insanlarıkendi fırsatlarını yaratmaya ve bu fırsatları kullanmaya cesaretlendirmek istiyoruz.

Herkes İçin Yükselişin Partisi CDU Armin LASCHET

CDU Genel Başkan YardımcısıHıristiyan Demokratlar yönetimde oldu-

ğundan bu yana entegrasyon politikası Al-manya’da yeni bir dinamik kazandı. 2005 yılındaSPD İçişleri Bakanı Otto Schily siyasi hedef olarakasimilasyondan hareket ederken, görevi devra-lan Wolfgang Schäuble, birçok insanın beklediğisözleri dile getiren kişi olmuştur: “İslam Almantoplumunun bir parçasıdır”. Bu, Almanya’nın birgöç ülkesi olduğunun ve herkesin kendi din vekültürünü koruyabileceğinin kavranmasıydı.2006’da ilk Alman İslam Konferansı’nın oluştu-rulması ve şansölye tarafından hayata geçirilenilk Entegrasyon Zirvesi bu yeni politikanın birdışavurumudur. Bir Alman şansölye ilk kez göç-menleri başbakanlık ofisine davet ediyordu –aslında bunun göçün başlamasından 50 yıl

sonra gerçekleşiyor olması inanılmazdır. Ve henüz Aşağı Saksonya Başbakanı olduğudönemde Türkiye kökenli politikacı Aygül Özkan’ı Almanya’nın göç geçmişi bulunanilk Alman bakanı olarak göreve getiren ve 2010’da Almanya’nın Birleşme Günü’ndemültikültürel göç toplumunu konuşmasının merkezine taşıyan, Hıristiyan DemokratCumhurbaşkanı Christian Wulff olmuştur.

2005’te Kuzey Ren Vestfalya’da, CDU’nun, muhalefette olduğu 39 yıllık süreninardından hükümet olmanın getirdiği sorumluluk kapsamında Almanya’da ilk enteg-rasyon bakanlığını kurmuş olması bu hedeflere hizmet etmiştir. Ebeveynlerin köke-ninden bağımsız olarak herkesin yükselebilmesi – bu, önümüzdeki federal seçimlerdede hedefimizdir.

Biz toplumsal yükseliş ile başarılı entegrasyon arasında bir bağlantı olmasını is-tiyoruz. Kuzey Ren Vestfalya’da entegrasyon bakanı olduğum dönemde “göçmen”

olarak tanımlanan ve yakın ya da uzak ülkelerden Almanya’ya göç eden insanların netür görevlerle karşı karşıya olduklarının bilincine vardım. Dilsel eksikler çoğu zamanentegrasyon açısından aşılması zor birer engel oluşturur. Bu nedenle üç yaş altı ço-cukların bakımı için olanakların arttırılması entegrasyon bakanlığım döneminde özelbir ağırlık noktası oluşturmuştur. Ayrıca dört yaş grubu tüm çocuklar için hazırlananzorunlu dil testleri uygulamasını Kuzey Ren Vestfalya eğitim yasası kapsamına aldık,böylelikle dört yaşından başlayan erken eğitime odaklanıyoruz. Çocukların okula baş-lamadan iki yıl önce dilsel yeterlikleri kontrol ediliyor. Nitekim bu uygulama yalnızcagöçmen çocuklarına yarar sağlamıyor. Ne de olsa bu testlerde dil desteği gereksinimiolduğu saptanan her beş çocuktan biri Almandı. Birçok Alman çocuk da artık kendidillerini okulun gerektirdiği düzeyde bilmiyor. Bu Sarrazin ile aradaki farktır: Eğitimeksiklerinin dinsel ve kültürel farklılıklarla ilgisi yoktur, aksine bunlar birer sosyal so-rundur.

Göçmen ailelerden gelen çocuk ve gençler son yıllarda açıkça daha iyi okul veeğitim mezuniyetleri elde ettiler. Göç geçmişi bulunmayan yaşıtlarına kıyasla okuldave meslek eğitiminde hala çoğu kez sorunlarla karşılaşıyorlar. Biz bu çocukların arayıkapatmaya devam etmesini ve daha iyi okul ve eğitim mezuniyetleri elde etmesini is-tiyoruz. Ebeveynlerin şu an olduğundan daha etkin biçimde çocuklarını okula hazırla-ması ve okul süreçlerine eşlik etmesi de buna dahildir. Bu amaçla ebeveynleri, onlarayönelik özel programlarla desteklemek istiyoruz.

Başarılı entegrasyonun ve toplumsal yükselişin anahtarı iyi bir eğitimdir. Nitekimgöç geçmişi bulunan ya da bulunmayan tüm Almanlar için de bu aynı oranda geçerlidir.Bu bakımdan toplumsal yükseliş ilkesi çocuk yuvasından ustalık belgesine, ilkokuldanüniversiteye, çıraklık eğitiminden doktora tezine kadar geçerli ve ilkece bu ülkede ya-şayan tüm insanlara açık olmalıdır: Bu ilke Hartz IV ödeneğinden yararlanan kişiye,göç geçmişi bulunan çocuğa, zanaatkâr ve akademiseyene de aynı biçimde açık ol-malıdır. Nitelik düzeyi genç insanların iş piyasası perspektifleri üzerinde çok büyük biretkiye sahiptir.

Çevi

ri D

ie G

aste

Çevi

ri D

ie G

aste

Page 6: Her Yer Taksim Die Gaste · Biz bir hoşgeldin kültürü yaratmak istiyoruz – bu, entegrasyon politikası göçmenlere karşı kuşku, önyargı ve is-natlarla dolu olan federal

Her dört yılda bir federal seçimleregidildiğinde, partiler, iktidarda kal-maları ya da iktidara gelmeleri du-

rumunda neleri hayata geçirmek istedikleriyönünde seçmenlere vaatlerde bulunduk-ları birer seçim programı yayınlar. Aşağıdakianalizde partilerin göç, göçmenler, enteg-rasyon, vatandaşlık hakkı vb. toplumsal-si-yasal konulardaki tutumlarının özgül içe-rikleri ele alınacak.

CDU/CSUAlmanya için birlikte başarılı olmak. (2013-2017 Hükümet Programı)CDU/CSU’nun seçim programı toplam

127 sayfadan oluşuyor. İşlenen ağırlıklı ko-nular “Almanya’nın refahını garanti altınaalmak”, “Almanya’nın sahip olduğu fırsatlarıkullanmak”, “Almanya’nın birlikteliğini güç-lendirmek” ve “Almanya’nın yaşamaya de-ğer yurdunu korumak”tır. Entegrasyon ko-nusu 4. ana bölüm olan “Almanya’nınbirlikteliğini güçlendirmek” bölümünün, altbölümünde (4.3 “Çeşitlilik zenginleştirir-Hoşgeldin kültürü yaratmak”) irdelen-mekte. Hemen ilk tümcede şu ileri sürül-mektedir:

“Almanya entegrasyonun başa-rılı olduğu bir ülkedir. Bizimle aynıdeğerleri paylaşan, birlikte çabagösteren ve ülkemizi ileriye taşımakisteyen herkes hoşgeldi” (s. 63).

Ve devam ediyor:“CDU ve CSU ülkemize gelen in-

sanların yükselme arzularını ve bir-likte inşa etmeye hazır birer insanolmalarını planlı biçimde destekle-mek istiyor. Yetenekli beyinler içinyürütülen uluslararası rekabette,başka ülkelerden yüksek nitelikli veçaba göstermeye hazır insanları ül-kemize kazanmak istiyoruz. Ülke-miz bu insanlar ve aileleri için ya-şanabilirlik ve çalışılabilirlik bakı-mından daha çekici olmalıdır. ....

Biz belediyelerin birer ‘hoşgel-din merkezleri’ olmasını istiyoruz,...”(s. 64)

Programda aslında çok az sayıda ek-siklere değiniliyor ve bu nedenle kısaca eği-tim fırsatlarının iyileştirilmesi ve Almancadil becerilerinin desteklenmesi isteniyor.Buna karşın “Vatandaşlığa geçiş: Ülkemizeve değerlerimize bağlılık” paragrafı çokdaha uzun. Bu paragrafta şu ifade edilmek-tedir:

“CDU ve CSU, yasalara sadıkgöçmenlerin büyük bir çoğunluğu-nun çıkarları açısından da, enteg-

rasyonu reddedenlere kararlılıklakarşı koyar. Desteğimizi isteyen her-kes, entegrasyona istekli olduğunusergilediği tutumla açıkça ortayakoymalıdır. Sorumluluklarından ka-çan bir kimse, bunun kendi oturumstatüsü ve sosyal haklarını etkile-yeceğini hesaba katmalıdır” (s. 66)

Burada sorulması gereken: “Entegras-yonun reddedilmesini” ya da “sorumluluk-lardan kaçmayı” kimin, nasıl tanımladığıdır?“Başarılı” bir entegrasyon politikası hangikriterlere ve olgulara göre ölçülür? Ve göç-menlerin “yasalara sadakati” hakkında kim,nasıl karar verir? Ceza yasası mı? Bununlabirlikte toplumsal-siyasal söylemlerde yıl-lardır talep edilen çifte vatandaşlık ve yerelseçim hakkı gibi noktalar kesinlikle redde-diliyor.

Vargı: CDU/CSU kendisini takip eden “Al-

manlık”, “Alman yurdu” gibi “eski” gölgeler-den kurtulmuş değil. Seçim programı ye-tenekli beyinler için hoşgeldin kültürüyaratmak ile entegrasyonu reddedenlerekarşı caydırıcı tehditte bulunmak arasındabir programdır.

SPDBelirleyici olan BİZ’dir. (2013-2017 Hükümet Programı)SPD’nin seçim programı toplam 118

sayfadan oluşuyor. İşlenen ağırlıklı konular“finans kapitalin dizginlenmesi”, “eğitim,eşitlik ve çağdaş bir toplumda birlikte ya-şamak”, “sosyal güvence” ve “iyi komşulukilişkileri”dir. III. ana bölüm olan “Eğitim, eşit-lik ve çağdaş bir toplumda birlikte yaşa-mak”, 5. alt bölüm olarak “Eşit katılım: Çağ-daş bir entegrasyon politikası için” bölü-münü kapsıyor. Birinci paragrafta şunlartalep ediliyor:

“Almanya açık olan bir ülkedir.Çeşitlilik içerisinde eşit bir biraradı-lığı savunuyoruz. Entegrasyon po-litikasını yeniden tasarlamak de-mek, sonuçta entegrasyon kavra-mını aşmak ve onu son derece do-ğal toplumsal-siyasal bir talep olankatılım ve partisipasyon istemiyledeğiştirmektir” (s. 58).

Partisipasyon katılımı ifade ettiğinden

bu hatalı dilsel kullanımı dışta bıraktığı-mızda, bu çıkış noktası, ayrımcılığı engel-lemek için, tüm yurttaşların içsellenmesine(Inklusion) yönelerek en azından doğru biryönü gösteriyor. SPD özel olarak şunları is-tiyor:

– Çifte vatandaşlık hakkı,– Beş yıllık yasal oturum süresi son-

rasında yabancılara yerel seçim hakkınıntanınması,

– Kamu hizmetlerinin göç kökenli in-sanlara açılması ve

– Dezavantajlı kentsel bölgeler içinyürütülen “Sosyal Kent” Programı’nın kısıt-lanmaması.

– Almanya’da doğan kız ve erkeklerinvatandaşlığa alınması ve vatandaş olarakkalması.

Vargı:SPD seçim programı birtakım soruna

değiniyor, ama örneğin seçim hakkı gibikapsamlı somut öneriler içeren listesi, dahaçok zayıf kalıyor.

Birlik 90/YeşillerYeşil Dönüşüm Zamanı. Katılım. Süreç-

lere el atmak. Geleceği yaratmak. (Birlik 90/Yeşiller Partisi’nin federal se-

çim programı)Birlik 90/Yeşiller Partisi’nin seçim

programı toplam 320 sayfayı kapsıyor vetoplamda 16 konuyu irdeliyor. “%100 gü-venli enerji”, “ekonomide farklı bir anlayış”,“genç, yaşlı, herkes için katılım”, “herkes içinsağlıklı bir çevre ve sağlıklı beslenme”, “her-kes için hür bir internet ve bağımsız medya”ve “yurttaş haklarının güçlendirilmesi” nok-taları ağırlıklı konuları oluşturuyor.

Seçim programı çok sayıda konuyadeğinmiş, ama entegrasyon, Yeşiller, Al-manya’nın göç ülkesi olduğu noktasındaher zaman öncü olmuşsa da, son derecesınırlı tutulmuştur. İlkin giriş bölümündekısaca şu ifade yer alıyor:

“Biz göç toplumumuzu farklıkökenlere sahip insanların eşitlikiçerisinde birarada yaşayabilecek-leri biçimde şekillendirmek istiyo-ruz. Vatandaşlığa her geçişi başarıolarak gören çağdaş bir entegras-yon politikası istiyoruz” (s. 17).

Entegrasyon konusu “N. Yurttaş hak-

larının güçlendirilmesi” ana bölümünde yeralan 1. alt bölümde “Güvenliği özgürlüğünhizmetine sunmak” ve 6. alt bölümde “İn-sanları vatandaşlığa almak – entegrasyonve içselleme (inklüzyon) yoluyla” bölümle-rinde, somut olarak, ancak ayrıntıya girme-den ele alınıyor (bkz. s. 222f ve 231f):

– Kamu hizmetlerinin göç kökenlitüm insanlara dönük kültürlerarası açılımı,

– Çifte vatandaşlığı yasalaştırmak, – Yurtiçinde düzenlenen Almanca

kurslarını ilgili tüm kesimlere açmak,– Eş birleşimi kapsamında yabancı eş-

lerin ve resmi olarak birlikte yaşayan ya-bancı çiftlerin Almanya’ya gelmelerini ko-laylaştırmak ve

– Yurtdışında yapılan dil testlerini kal-dırmak.

Vargı:İki noktada sıralanan talepler kata-

loğu aslında SPD’nin taleplerinden dahakapsamlı, ama beklentilerin gerisinde ka-lıyor.

FDPAlmanya’nın güçlü kalması için. (2013 Yurttaş Programı)FDP’nin seçim programı yalnızca 118

sayfayı kapsıyor. Ağırlıklı konular “herkesinyükselebilmesi için ekonomik büyüme”,“herkesin kendini aşabilmesi amacıyla fır-satlar sunmak”, “ülkemizin geleceği kazan-ması için ilerleme” ve “herkesin bir seçimiolabilmesi için çeşitlilik”tir. Belirtilen sonana bölümde yer alan “açık ve çeşitliliğiiçinde barındıran bir Almanya’da göç veentegrasyon” noktasına yaklaşık üç sayfaayrılıyor. Ve bu nokta, aşağıdaki sıralamanında ortaya koyduğu gibi, çok sayıda somutöneri içeriyor.

– “Dört yılı tamamladıktan sonra va-tandaşlığa hızlandırılmış geçiş”,

– “Çifte vatandaşlığa” izin verilmesi,– Kamu hizmetlerine göç kökenli per-

sonelin kazanılması,– “İslam teolojisi kürsülerinin artan

oranda kurulması”,– “Kamu kuruluşlarına danışmanlık

hizmeti vermek üzere bir İslam araştırma-ları akademisinin kurulması”,

– “Ebeveynler ve çocukları için bir-leştirilmiş dil desteği” ve

Die Gaste6

Almanya günümüzde nitelikli işgücü göçüne bağımlıdır. Ülkemizde göç geçmişibulunan insanlara ne denli gereksinim duyduğumuz, örneğin belirli mesleklerde vebelirli nitelik düzeylerinde yaşanan dar boğazlara bakıldığında açıklık kazanıyor.Ülkemiz ekonomisi uzun süredir görmediği büyük bir canlanma yaşıyor. Almanya’dayaklaşık 41 milyon insan bir iş sahibidir. Aynı zamanda birçok şirket, işsizlik oranı şu anyüzde 7,1 olsa da, mevcut işçi gereksiniminin bir bölümünü kapatamadıklarını açıklıyor.Öyle ki, örneğin acilen eğitilmiş hasta bakıcı, soğutma teknisyeni, yaşlı bakıcısı ya daelektrikçi aranıyor. Toplumda göçten ve yabancı işçilerden korkulduğunu ve bununkültürümüzün tehdit edilmesi ve aşırı yabancılaşma ile gerekçelendirildiğine tekrartekrar tanık oluyoruz. Şunu söylememe izin verin, burada ne kültürün yitirilmesi nede bir “kültür karmaşası” söz konusu değildir. Bunun yerine kültürel çeşitlilikten sözediyoruz. Çeşitliliği bir zenginlik olarak duyumsamak zorundayız.

Kültürel çeşitlilik kendi kültürünün bilincinde olmayı, ama yabancı kültürlere ilgigöstermeyi, onlara hoşgörüyle yaklaşmayı, değer vermeyi ve onu barışçıl ve üretken

bir birlikte yaşam için kullanmayı ifade eder. Eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan gerekgöç veren ve göç alan ülkeler gerekse de göçmenler açısından kazan-kazan durumuyaratmanın zorunlu olduğu tezini savunuyor.

Almanya geçmişte ve günümüzde farklı köken ve kültürlerden sayısız insanınvatanı olmuştur. Biz bu geleneği canlı tutmak ve geliştirmeye devam etmek istiyoruz.Almancaya egemen olmak ve anayasamıza ve değerler sistemimize bağlılık entegras-yonun temel önkoşullarıdır. Başarılı bir entegrasyon göçmen ve yerli nüfusun etkileşi-mine ihtiyaç duyar.

Bu federal seçimlerde Angela Merkel’in şansölye olmaya devam edip etmemesive Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinden bu yana en yüksek istihdam oranınaulaşan ekonomik gelişmenin sürdürülüp sürdürülmemesi gündemdedir. Bu birçokgöçmen aileye de fırsatlar sunuyor. Ve CDU ilk kez Müslüman bir adayla seçimlere gi-riyor. CDU değişti, göçmenler için önemli iyileşmeler sağladı. Ben Almanya’nın gerçekyükselişin varolduğu bir cumhuriyete dönüşmesi için çalışmaya devam edeceğim.

Berlin Alice Salomon Yüksekokulu Prof. Dr. Jürgen NOWAK

2013 Federal Seçimlerinde Parti Programlarının Bir Tahlili

Page 7: Her Yer Taksim Die Gaste · Biz bir hoşgeldin kültürü yaratmak istiyoruz – bu, entegrasyon politikası göçmenlere karşı kuşku, önyargı ve is-natlarla dolu olan federal

– Vize alımında daha büyük bir es-neklik ve cömertlik”.

Vargı:FDP göç alanında liberal anlayışını ve

böylece koalisyon ortağı CDU/CSU ile ara-sındaki farklılıkları ortaya koyuyor.

Sol Parti%100 Toplumsal. (2013 Federal Seçim Programı)Sol Parti’nin seçim programı 88 sayfa

ile en kısa program. “Dayanışmayı yenidenkeşfetmek: İyi bir iş ve sosyal adalet”, “de-mokrasiyi ve sosyal devleti savunmak” ve“demokratik katılım: söz hakkını içeren birdemokrasi için” ağırlıklı konuları oluşturu-yor. Bu son belirtilen ana bölümde, “Buradayaşayan herkes için demokrasi. Göçmen-lere eşit haklar” başlığı altında göçmenlerinlehine kapsamlı talepler sıralanıyor:

– “Burada doğan tüm çocuk ve genç-ler Alman vatandaşı olma hakkına sahiptir”,

bu diğer bir ifadeyle üzerinde doğulan top-raktan kazanılan haktır (ius solis) – “ve ebe-veynlerinin sahip olduğu vatandaşlığı red-detmek zorunda değillerdir”, bir başkaifadeyle bu çifte vatandaşlık hakkıdır.

– “Almanya’da yaşayan göçmenlerefederal ve eyalet seçimlerine ve yerel se-çimlere katılma hakkı”.

– “Eş birleşimi kapsamında eşlerin vebirlikte yaşayan (eşcinsel) çiftlerin Al-manya’ya gelişi engellenmemelidir”.

– “Vatandaşlığa geçiş koşullarının ko-laylaştırılması”

– “Biz birden çok vatandaşlığı olanaklıkılmak istiyoruz” ve

– Yurtdışında edinilen niteliklerin ka-bul edilmesi.

Vargı:Sol Parti, diğer partilere kıyasla, göç-

menler için “en radikal” programa sahip,çünkü bu program, burada doğan herkese

vatandaşlık hakkının tanınması ve yaban-cıların federal seçimlere katılma hakkı gibidiğer partiler açısından tabu olan birkaçnokta içeriyor.

Özetleyici Bir KarşılaştırmaAşağıdaki tabloda seçim programla-

rının analiz sonuçları genel bir bakış sun-mak üzere özetlenmiştir.

Vargı:Analiz partiler arasında varolan bazı

benzerlikleri ortaya çıkarıyor, ama farklılık-lar da kesin olarak belirginleşiyor. CDU/CSU

göç ve göçmenlerle birlikte yaşamak nok-tasında hala muhafazakar bir parti, ama onyıl öncesine kıyasla pek “o kadar da de-utsch” görünmüyor.

Katılım ve içselleme anlamında, iussolis ve her alanda seçim hakkı ile Sol Partien ilerici parti görünüyor, buna karşın SPD,Yeşiller ve FDP henüz çekingen davranıyor.Her dört parti bu siyasal alanda birbiriylekoalisyona gidebilecek durumda, CDU/CSUise toplumsal-siyasal söylemin biraz “dı-şında” duruyor.

Duyduk-duymadık demeyin, 22 Eylül 2013 Pazargünü Almanya’da Federal Meclis seçimleri var. 612milletvekilinden oluşan Federal Meclis (Bundestag)

seçimlerine, ülke çapında 11 parti katılıyor. Bu 11 partinin6’sı, toplam 98 Türkiye kökenli kişileri aday listelerinde yerveriyor. 98 Türkiye kökenli adaydan 23’ü Yeşiller’den, 20’siSPD’den, 20’si Linke.’den, 17’si Korsan Parti’den, 10’u FDP’-den ve nihayetinde 8’i CDU’dan aday gösterilmiştir. Bek-lentilere göre, bu adaylardan sadece 5 ya da 6 tanesi Fe-deral Meclis’e girebilecek.

Almanya’daki Federal Meclis seçimleri, Türkiye’de yada ABD’deki seçimlerle kıyaslandığında, sönük, silik ve ses-sizlik içinde geçmektedir. Seçimler, medyada, “Alman stan-dartlarına” uygun biçimde yer almaktadır.

“Türk medyasının” seçimlere yaklaşımı da, “Türk göç-men standartlarına” uygundur. Genel yaklaşım, “hangi par-tiye oy verirsen ver, yeterki sandığa git” sözleriyle özetle-nebilecek bir “tarafsızlık” içindedir. En tipik politik yaklaşımise, “genellikle Türk seçmenlerinin SPD’yi tercih ettiği” yo-rumundan ibarettir.

Almanya’da federal ya da eyalet seçimlerinde seç-menleri hareketlendiren ve politize eden bir seçim kam-panyası yürütülmediğinden “Türk medyası”nın bu suya-sabuna dokunmaz “tarafsız” yaklaşımı da fazlaca önemsen-memektedir. Seçime katılımı artırmak için bilboardlara ası-lan “oy kullan” sloganlarının ötesinde bir siyasal yaklaşımıolmayan “Türk medyası”, bu yolla hem suya-sabuna do-kunmamış, hem de Alman siyasal partileri karşısında “aynımesafede” kalabilmeyi becerebilmiş olmaktadır.

Kimilerine göre, demokrasi, “sandıktan ibaret”tir. Bunagöre, seçmenler hükümet partileri kadar muhalefet parti-lerine de tepkilerini “sandıkta” gösterir. Beğendiklerine oyverir, beğenmediklerine oy vermez. Hangi partiye oy ve-rildiğinin önemsizleştirildiği bir seçim ortamında ise, bi-reylerin hangi partiye oy verecekleri de önemsizleşir.

Durum böyle olunca Almanya seçimlerinde “Türkmedyası”nın standart “tarafsızlığı”, demokratik kurallarauygun ve saygılı bir tutum gibi görünmektedir. Böylece18 yaşını geçmiş Türkiye kökenli Alman vatandaşları “özgüriradeleriyle” başbaşa bırakılmaktadır.

Buna karşın, her türlü araç (medya başta olmak üzere)kullanılarak yürütülen seçim kampanyaları, tüm bu “taraf-sız” tutumları ortadan kaldırmaya yöneliktir. Ama bizler,yani Almanya seçimlerinde oy kullanma hakkına sahipolan vatandaşlar, sonuçta göçmenizdir. Bu nedenle de, Al-manya’nın “asli” sahibi değilizdir. Almanya’nın kaderi, ge-leceği, siyasal yönetimi çok da bizleri ilgilendirmez. Zatenbizlerin Alman vatandaşlığına geçiş nedenimiz, Almantoplumu içinde etkin olmak ve siyasal yönetime katılmakgibi “ulvi” şeyler değil, bürokratik sorunlardan kurtulmak,sınırlardaki engelleri aşmak vs.’den ibarettir. Böyle olunca

da, bizlerin hangi partiye (ve neden) oy vereceğimizin deönemi kalmamaktadır.

“Ben”, bir vatandaşımdır. Her vatandaş gibi, demok-ratik ortamda kendi düşüncelerimi söyleme hakkına sahi-bimdir. Düşüncelerimden dolayı herhangi bir yaptırımlakarşılaşmayacağımın anayasal güvencesi vardır. Herhangibir medya yöneticisi ya da dernek (sivil toplum kuruluşu)yöneticisi olsam da, herhangi bir siyasal partiye üye olabi-lirim. Siyasal partiye üye olmam ya da bir siyasal partiyidesteklemem benim bireysel tutumumdur ve bireysel hak-kımdır. “Ben”im bu bireysel siyasal tercihim yüzünden,farklı siyasal tercihi olan kamu yöneticileri tarafından dış-lanmam ya da temsil ettiğim kuruma farklı davranılmasıdemokrasinin özüyle çelişir. Demokrasinin olduğu ülke-lerde böylesi tutumlar asla kabul edilemez.

Türkiye kökenli insan olan “ben” ise, çok iyi bilirim ki,siyasal tercihler iktidar sahipleri tarafından şu ya da bu bi-çimde karşılık bulacaktır. Bu yüzden de, bilirim ki, “tarafsız”görünmekte, tüm partilere “eşit” mesafede durmakta son-suz yarar vardır!

“Ben”, aynı zamanda göçmenimdir. Göçmen olarakyaşadığım toplumun siyasal sistemi karşısında “tarafsız”ım-dır, “elalemin” işine karışmam!

Ama “ben”, Alman vatandaşıyımdır. Seçimlerde oykullanmam istenmektedir. Eğer oy kullanmaya gidersembir partiye oy vereceğimdir. Bunca “tarafsızlık” içinde ya-şarken, birden bir “taraf” olmak durumunda kalacağımdır.Alman toplumunun siyasal olayları ve siyasal partileri kar-şısında “taraf” tutmayan “ben”, oy verirken “taraf” halinegelince, kaçınılmaz olarak genel eğilime göre oyumu kul-lanacağımdır.

Türkiye kökenli seçmenin oy tercihi Alman siyasalpartilerini algılayışıyla ilintilidir. Genel kural olarak, Türki-ye’de sağ partilere oy verenler (ya da verecek olanlar) de,sol partilere oy verenler de, Almanya seçimlerinde göç-menlerden yana olan sol ya da sosyal-demokrat partilere(SPD, Linke ve Yeşiller) oy verirler. Küçük bir azınlık (hiçbirzaman %20’yi geçmeyen bir kesim), yerel ilişkilerin çerçe-vesi içinde CDU’ya oy verme eğilimindedir. Yine de ne “Türkmedyası”, ne Türk göçmen kuruluşu renk vermez.

Bütün bunların sonucunda, yaklaşık 700 bin Türkiyekökenli seçmen %80 oranında sol ya da sosyal-demokrat

partileri tercih eder. Seçime katılım oranının fazla olmadığıgözönüne alındığında, yaklaşık 400 bin oy SPD, Linke veYeşiller arasında dağılır. Toplam Alman seçmenlerinin yak-laşık %1’ine denk gelen bu oylar dağınık olduğu için deetkin bir sonuç doğurmazlar.

Oysa bu oyların dağılmaması, bir partide yoğunlaş-ması durumunda, o partinin oy oranı 1 puan (katılımınyüksek olduğu durumda 2 puan) daha fazla olacaktır. %5seçim barajının olduğu Almanya’da böyle bir yoğunlaş-manın milletvekili dağılımını önemli ölçüde etkileyecektir.Örneğin, 1998 Federal Meclis seçimlerinde %5,1 oy oranıylaseçim barajını geçen PDS/Linke 36 milletvekili kazanırken,2002 yılında %5 barajını geçemediği için milletvekili sayısı2 olmuştur. Yeşiller ise, 2002 seçimlerinde %8,6 oy alarak55 milletvekili çıkarırken, 2005 seçimlerinde %8,1 oy ora-nıyla 51 milletvekili çıkarabilmiştir. Yine 2002 seçimlerindeCDU ile SPD arasındaki oy farkı sadece 60 bin olmuştur.Bu 60 bin fark nedeniyle CDU, SPD’den 4 milletvekili fazlaçıkarmış ve Angela Merkel başbakan olmuştur.

Bu seçim sonuçları açık biçimde göstermektedir ki,Türkiye kökenli seçmenlerin oylarının belirsizliği, seçimekatılımlarının azlığı ve oyların partiler arasındaki dağınıklığıFederal Meclis’in yapısında etkisiz kalmalarına neden ol-maktadır. Bu da, “tarafsızlığın” bir sonucudur.

Sorulması ve yanıtlanması kesin olan soru, Almanyaseçimlerinde Türkiye kökenli seçmenlerin hangi partiye oyvermelerinin daha etkin sonuçlar yaratacağıdır. Kesin olan,oyların sol ya da sosyal-demokrat partiler arasında dağıl-maması, tersine oyların belli bir sol partide toplanmasıdurumunda Federal Meclis’in yapısının önemli ölçüde de-ğişeceğidir.

Burada hangi siyasal partide oyların toplanması ge-rektiğini uzun boylu ele almak durumunda değilim. Enazından böyle bir tutum Die Gaste’nin genel çizgisine say-gısızlık olacaktır. Ama Die Gaste yayın kurulunun hoşgö-rüsüne sığınarak, kişisel olarak, demokratik kurallara uygunolarak kurulmuş ve demokratik seçimlere katılma hakkınasahip olan, ancak her durumda CDU, SPD ve FDP tarafından“demokratik olmadığı” için dışlanan Linke’nin oyların top-lanacağı tek doğru tercih olduğunu söyleyebilirim.

Bu, kesinkes kişisel bir tercihtir, ama mantıksız olduğuasla söylenemez.

7Die Gaste

Program İçeriği CDU/CSU SPD Yeşiller FDP Sol Parti

Çifte vatandaşlık HAYIR EVET EVET EVET EVET

İus solis (Doğumla Vatandaşlık) HAYIR EVET EVET HAYIR EVET

Daha fazla entegrasyon ve dil kursu EVET EVET EVET EVET EVET

Kamu hizmetlerinin kültürlerarası açılımı EVET EVET EVET EVET -

Yerel seçim hakkı HAYIR EVET - HAYIR EVET

Aile birleşiminin kolaylaştırılması HAYIR - EVET HAYIR EVET

Vatandaşlığa geçişlerin kolaylaştırılması HAYIR - EVET EVET EVET

Çeviri Die Gaste

Ahmet ONAY

Almanya Seçimlerinde Hangi Partiye Oy Vermeli?

Page 8: Her Yer Taksim Die Gaste · Biz bir hoşgeldin kültürü yaratmak istiyoruz – bu, entegrasyon politikası göçmenlere karşı kuşku, önyargı ve is-natlarla dolu olan federal

Die Gaste8

Yabancıların gözünde Almanlar lafı uzatmayan donukbirer eylem adamı ve daha çok bir tür kabalıktanbaşlayıp, bir okul hademesi gibi her konuda haklı

olmaya kadar varan davranışlara meğilli, ama buna karşınsağlam şeyler üreten insanlardır. Almanlar kendilerini ça-lışkan, düzenli olmayı seven, temiz, dakik ve titiz insanlarolarak görüyor. Alman tarzı erdemler olarak kabul edilenbu özellikler, mizaha pek yer bırakmayan ciddi bir temeltutumu önkoşuyor. İngilizler, bu nedenle, Alman mizahınınvarolmadığını düşünür. Ancak, ayırıcı özelliği Batılı ülke-lerde, çoğu zaman, Alman “gemütlich” (keyifli/rahat) söz-cüğüyle tanımlanan Alman eğlence kültürü, ciddi ve donukAlman imajı ile çelişmektedir. Oktoberfest (Bevyera’da heryıl Eylül’de düzenlenen büyük festival), bira çadırları, kar-naval (fasching) ve anayurt romantizmi (Heimatromantik)ciddi erdemler kadar tipik Alman özellikler olarak görül-mekte. Peki bu özelliklerden hangisi gerçekten tipiktir vekökenleri neye dayanıyor?

Yurtdışında bir kaç ay yaşayan herkes farklı uluslarınfarklı anlayışa sahip olduğunu bilir. Yaygın bir kanıya görebunların nedeni genetik farklılıklardır. Ama nedeni bu ola-maz, öyle olsaydı Almanlar ve İngilizler gibi akraba halklaraynı anlayışa sahip olurlardı. Gerçekte ise, her iki ulus, ör-neğin Almanlarla Polonyalıların ilişkisine kıyasla daha fark-lıdır. Bir ulusal anlayış adı altında, bir halkın üyelerinde,dikkat çeken bir sıklıkla kuşaklarüstü gözlemlenebilen dav-ranış biçimleri ve öncelikli değerlerin bütünü anlaşılmak-tadır. Bu ayırıcı özellikler nitekim doğumla birlikte başla-dığından, okul eğitiminin ya da farklı diğer bilinçli eğitselgirişimlerin bir sonucu olamazlar. Burada daha çok insanınadeta ana sütüyle edindiği özellikler söz konusudur, öyleki anneler dahi çocuklarına diğer ulusların annelerindenfarklı bir anlayış aktardıklarının farkında değildirler.

Bir halk için tipik oldukları duyumsanan tüm özelliklerzihinlerde tekrar canlandırıldığında, genelde tekil davranışbiçimlerine ve değerlendirmelere göre ayrımlaştırılabilirçok az sayıda temel tutuma rastlanır. Diğer uluslara bir ba-karsak, İngiliz ve Amerikalılar açısından bireysel özgürlükisteminin tüm diğer değerlere olan istemlerin başında gel-diğini ve diğer değerlerin temelinde yattığını görmek hiçde zor değildir. Almanlar da özgürlük istiyor ve özgürlüğeçok değer veriyor, ama onlar için en büyük değer güven-liktir. Öte yandan güvenliğe diğer uluslar da erişmeye ça-balıyor, ancak güvenliğin bu uluslar açısından Almanlardaolduğu kadar derin duygusal bir önemi yoktur. “Geborgen-heit” (güven ve şefkat) gibi bir sözcük kullanıldığında, gü-venin derin duygusal önemi açıklık kazanır. “Geborgen-heit”ın diğer dillere çevrilmesi “güvenlik” sözcüğününçevirisinden daha zordur. Almanlar açısından o salt korumadeğil, ayrıca sıcaklık ve şefkat sağlayan bir kılıftır. Gebor-genheit’a duyulan özlem Alman kültürünü Otuz Yıl Savaş-ları’ndan bu yana etkilemektedir ve bu özlemin her yönüyleyeşermesi Romantik Dönem’de olmuştur. Nedeni ise çokaçıktır: İmparatorluğun 1871’de kurulmasına dek Alman-ların güvenlik sunan kendi devletleri yoktu. Almanlar fetihve miras yoluyla bölünerek sürekli değişen küçük ve enküçük devlet yapılarında yaşıyorlardı. Bir Alman tarihçi1789’da, Fransız Devrimi’nin gerçekleştiği yıl, Alman top-rakları üzerinde özerk siyasi birimlerin varolduğunu be-lirtmiştir. Almanların büyük, koruyucu bir birliğin güvenve şefkatine duydukları özlem bu nedenle hiç de şaşırtıcıdeğildir. Aynı biçimde şaşırtıcı olmayan bir diğer şey, Al-manların daha büyük bir birlik uğruna küçük devletleriningüven ve şefkatinden vazgeçmekten her zaman korkmuşolmalarıdır.

Almanlar günümüzde de bu iki kutup arasında halakararsızdırlar. Anayurtlarında (Heimat), bir diğer ifadeyle

doğdukları ve çocukluklarını yaşadıkları bölgede, büyükulusal devlete kıyasla kendilerini çok daha güven ve şefkatlibir ortamda hissediyorlar; öte yandan bu büyük ulusaldevlet kendilerine daha kapsamlı bir güvenlik sağlıyor. Al-manlar açısından anayurtları diğer Avrupalı komşularınakıyasla daha derin bir duygusal öneme sahiptir. Bu her-şeyden önce kökleri tarihe dayanan küçük devletlerin yal-nızca siyasi değil, farklı lehçelerde ifadesini bulan kültürelbirlikler olmasından kaynaklanmaktadır. Anayurt duygusalgüven ve şefkat, ulusal devlet de siyasi güvenlik sağlıyor.Bu iki özlem arasında sıkışıp kalmışlık şimdi Almanya veAvrupa arasında tekrarlanıyor. Bir Alman atasözü şöyle der:Lieber den Spatz in der Hand als die Taube auf dem Dach(Eldeki serçe çatıdaki güvercine yeğdir). Ama güvercin Al-manlara bir kartal olarak tezahür ettiğinde, serçeyi fedaettiler. Almanya bugün bir serçe ve Avrupa da bir kartaldeğil. Almanların karar vermekte zorlanması doğal.

Güven ve şefkate duyulan özlemin Almanların ulusalruhuna ne kadar nüfuz ettiğini Nazi Almanyası İşçi BaşkanıRobert Ley’in şu sözleri açıklamaktadır: Ley retorik bir soruyöneltiyor “Alman insanı Adolf Hitler’i neden sözcüklerletarif edilemeyecek kadar seviyor?” Ve şu yanıtı veriyor:“Çünkü o Adolf Hitler’le kendini güven ve şefkat ortamındahissediyor. İşte bu, güven ve şefkat duygusu, işte bu. Güvenve şefkat!” Bugün Almanlar kendilerini güven ve şefkat or-tamında hissetmek için artık hiçbir diktatörün boyundu-ruğu altına girmez; ancak Merkel “Ana” olarak duyumsa-dıkları şey, aynı temel duygunun eşdeğeridir.

Almanlar hakkında varolan steryotip önyargılardanbir tanesi de onların sözde mizah yoksunu olmalarıdır. Buhalkın, ülkenin güneyinde ve batısında, her yıl, ilk enfeksi-yonunu on birinci ayın on birinde, saat on biri on bir geçekaptığı ve Şubat ayının Aschermittwoch’una kadar uzanankarnaval hastalığına yakalanması karşısında bu eleştiri ku-lağa şaşırtıcı geliyor.

Eleştiri yalnızca Batılı komşuların bakış açısından an-laşılabilir. Mizah, toplumsal gerilimleri şiddet dışı yoldangülme aracılığıyla çözmeye hazır olmaktır. Mizah, bir top-lumsal strateji olarak insanların dar alanlarda birarada ya-şadıkları ve gerilimlerin engellenemez olduğu yerlerde,bir diğer ifadeyle kentlerde önemlidir. Bu nedenle Geç Or-taçağ’da Avrupa kentlerinin gelişmesiyle her yerde birbirinebenzer türde bir gülme kültürü ortaya çıkmıştır. O zamanlarAlmanlar Batılı komşularıyla aynı mizaha sahipti. Til Eu-lenspiegel bu dönemin ilk ideal temsilcisidir. Kent-yurttaşıyukarıya dönük soylulara ve ruhban kesime, alta dönüksaf köylülere ve cenahlardaki rakiplere karşı saygısızca gül-mekteydi. İngilizler bu anarşist-saygısız kent-yurttaşı mi-zahına günümüzde hala sahipler. Almanya’da ise bu mizahOtuz Yıl Savaşları’nda kentlerle birlikte yok oldu. Yenidendirilişi bir daha kent-yurttaşı mizahı olarak değil, devlet-yurttaşı mizahı olarak yaşadı. Kent-yurttaşları düzen kar-şıtıyla düzene karşı güler, otoriteleri tabandan sarsmakister. Devlet-yurttaşı düzenle birlikte düzen karşıtına karşıgüler ve onu gülerek dışarı sürmek ister. Almancada “aus-lachen” sözcüğü bunu çok iyi ifade ediyor. Alman devlet-yurttaşı mizahı –artık bu mizah gerilemektedir, çünkü Batılıgalip güçlerle birlikte eski kent-yurttaşı mizahı geri dönm-üştür– güven ve şefkate duyulan arzu gibi aynı özlemdendoğmuştur. Almanlar bugün hala keyifle gülebileceklerive kısa bir süre öncesine kadar da şarkı söyledikleri geri-limsiz bir iç bölgenin özlemini çekiyorlar. Televizyonlar birtaraftan gerilimsiz, keyifli aile programlarıyla ve diğer ta-raftan düzene karşı gelen düzen karşıtlarını azarlayan veonlara gülen, ahlaki değerler üreten kabareyle bu özlemehitap etmekte.

Yabancıların Almanlarda kabalık olarak duyumsadık-

ları tarz da yukarıda değinilen anayurt ve yabancı diyararasında varolan gerilimle bağlantılıdır. Günlük yaşamdaAlmanlarla ilişkide olan bir kimse, onların birçok durumdabüyük ölçüde yardıma hazır insanlar olduklarını görür.Ama ilk temas, genelde reddeder tarzda bir tutumdur.Amerika’da sokakta karşılaşan, birbirini tanımayan insanlarönsel olarak birbirine gülümser, çoğu kez bir çift laf eder.İngilizler nezaketin biraz daha ağır başlı bir işaretini verirlerve bu işaret çokluk hava durumuyla ilgili bir yorum daiçerir. Almanlar ise, selam vermeden birbirinin yanındangeçip giderler ve gülümsemezler de. Bu da onların yaban-cıların gözünde asık suratlı görünmelerine yol açar. Bu tu-tum Almanların çok dar bir aile ve arkadaş çevresiyle va-rolan ilişkilerinden ve bu çevre dışında kalan herşeyiyabancı olarak duyumsamalarından kaynaklanıyor olsagerek.

Alman anayurt kültü biraz taşralılık içerir ve bu taş-ralılığın açıklaması Almanya’nın 1871’e kadar doğru dürüstbir başkenti olmamasında ve bu nedenle kentsel kültürüngelişememesinde yatar. Kentli olmaya nezaket, toplumsaldavranış biçimleri ve her şeyden önce gelişmiş bir sohbetkültürü dahildir. Özellikle son belirtilen nokta Almanya’dapek gelişmemiştir. Bu nedenle Almanlar yabancılarla ko-nuşmalarında, çokluk kendi düşüncelerini dayatan ve ko-nuşmanın içinden bir silindir gibi geçen insanlar olarakduyumsanır. Fransızlar ve İngilizler bu olguyu savoir vivrebir diğer ifadeyle good manners (iyi üslup) eksikliği olarakduyumsarlar. Almanlar ise, dolaysız tarzlarını samimiyetinbir ifadesi olarak görürler. Nazik davranış biçimlerinin ye-tersiz olmasının iyi bir yönü de var: Almanların damarınabasmanın o kadar kolay olmamasıdır. Almanlar, her ne ka-dar Amerikalılar kadar cömert olmasalar da, bu noktadaİngiliz ve Fransızlardan daha hoşgörülüdür. Almanların enhoşnutsuzluk uyandıran özelliklerinden biri kuşkusuz tra-fikteki tutumlarıdır. Burada “şairlerin ve düşünürlerin” halkıçokluk haklı ve trafikte diğer kimseleri sıkıştıran insanlarolurlar. Bunun da bir kültürel kökeni var; çünkü 19. yüzyıldadoğan Alman çalışkanlık etiğiyle bir ilişkisi var. AlmanyaNapolyon savaşları sonrasında İngiltere ve Fransa’nın çokgerisine düşmüştü ve adadaki rakibi sanayileşmede çokgeride bırakarak sonuçlanan arayı kapatma yarışına baş-lamıştır. Bunun için çabayı büyük bir değer ve alınterinionur nişanı olarak gören bir etiğe gereksinim vardı, bunakarşın İngiliz davranış etiği bir beyefendiden çabalarınısezdirmemesini ister. “Çalışkan” sözcüğü sınırsız takdiriifade eden bir sözcüktür. Almanların gözünde başarı eldeedilemese dahi çaba gösteren herkes çalışkandır. Bu ça-lışkanlık etiğinin Alman kültüründe ne denli derin kökleriolduğunu, Alman entelektüellerin bilinçli olarak son derecekarmaşık ve zor anlaşılır tümceleri tornadan geçirerek, bi-lişsel çabalarını sıkılmadan gösterişe çıkartmaları gözlerönüne serer. Bir İngiliz beyefendinin, böbürlenme ve bunedenle itibarını yitirme olarak görüleceği için, kensinlikleüstünü örtmesi gereken bir şeydir bu. Böyle bir gösterişetrafikte de rastlanmakta. Otobanda öndeki sollanarak ça-lışkanlık kanıtlanır; ve bir başkası kendi yol hakkını ihlalettiğinde, bir engelleme olmasa dahi bu davranışa sitemlibir korna çalınarak tepki gösterilir. Burada çok köklü birkültür fenomeni söz konusu olduğundan Almanya’daazami hız sınırı koymak, ABD’nde silah ruhsatlarına sınır-landırma getirmek kadar zordur. Öte yandan Almanya eko-nomik gücünü çalışkanlık etiğine borçludur. Almanlar bu-nunla Avrupa’da her ne kadar kendilerine dost edinmeselerde, ekonominin başarımları tüm kıtaya yarar sağlıyor; ama–özellikle siyasetçiler ve yönetici elitler– bu konuda dahadiplomatik olmalı ve hassasiyet göstermeli.

Prof. Dr. Hans-Dieter GELFERT

Tipik AlmanAlmanların Tutum ve Davranışları

Çeviri Die Gaste

Page 9: Her Yer Taksim Die Gaste · Biz bir hoşgeldin kültürü yaratmak istiyoruz – bu, entegrasyon politikası göçmenlere karşı kuşku, önyargı ve is-natlarla dolu olan federal

9Die Gaste

Tilburg Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Kutlay YAĞMUR

Kültürel Değerler Yaşamın Her Alanını Şekillendirir

Farklı bilimsel disiplinlerde çalışan uz-manlar yaşama ilişkin araştırmalar ya-parlar. Antropologlar, kültürün insan ya-

şamındaki yerini irdelerken, eğitim bilimciler,insanlığın ortak değerleri olan bilimsel bilgive düşünce tarzının genç nesillere en iyi nasılaktarılacağı konusunda araştırma yaparlar. Bi-limsel çalışmaların evrensel değerler ve yön-temler üzerinde inşa edildiği sıkça dile getiri-len bir olgu olsa da toplumların kültüreldeğerlerinin yaşamın her alanını derinden et-kilediği de bilinen bir gerçektir. Bilimsel akıldendiğinde her olgu ve kavramı sorgulayan,eleştiren ve sürekli ‘şüphe’ duyan yaklaşımdansöz ederiz. Tez-anti tez-sentez basit üçlemindesürekli olarak varolana yenisini eklemeye ça-lışan bilimsel aklın yegâne silahı sorgulayıcıolmasıdır. Toplumların kültürel de- ğerleri bi-limsel aklın nasıl şekilleneceğini de belirlerler.Bir toplumun değer yargılarının eğitim bilim-sel süreçlerden farklı olacağını düşünmek pekgerçekçi değildir. Asırlar boyu şekillenen de-ğer yargıları bir tek yüz yıl içinde değiştirile-meyecek kadar köklüdür. İnsanların kültüreldeğerleri onların sadece bir birleriyle olanilişki ve etkileşim şekillerini belirlemez onlarınnasıl düşüneceklerini, nasıl hissedeceklerinive nasıl öğreneceklerini de belirler.

Öğrenme ve öğretme etkinlikleri özün-de kültüreldir. Toplumdaki hakim değer yar-gılarının bu süreçteki önemli rolü yadsınamaz.Benimsenen eğitim felsefesi ne olursa olsuntoplumdaki hakim değer yargısı benimsenenyaklaşımın sınıf içinde (veya aile ortamında)ne kadar başarılı olacağının temel belirleyici-sidir. Toplumun kültürel dokusuna uymayanyaklaşımların eğitim alanında başarılı olmasıçok güçtür. Kültürel değerlerin eğitim bilimselyaklaşımları ve süreçleri ne oranda etkilediğinitartışarak bazı toplumların hiç sorgulamadanbenimsedikleri, daha doğrusu kopyaladıklarıyaklaşımların olası sonuçları üzerinde de birtartışma yapmış olacağız.

Kültürler arası çalışmalar alanında genelkabul görmüş olan birçok çalışmadan sözedebiliriz ancak bu yazının amaçları doğrul-tusunda kültürel farklılıkların betimlenmesikonusunda sıkça söz edilen Geert Hofste-de’nin modelini çok kısa olarak özetlemekleyetinelim. Hofstede dünya genelinde ulusalkültürler üzerine yaptığı çalışma sonucundatoplumların beş ana kültürel parametre çer-çevesinde sınıflandırılabileceğini öne sürm-üştür. İlk olarak bireyin toplum içindeki ko-numuna ilişkin olarak birey odaklı veyatoplum odaklı kültürel grupların olduğu teziniöne süren Hofstede, bireyci-toplumcu sınıfla-masını yapmıştır. ABD, Hollanda gibi ülkeler-deki kültürlerin birey odaklı ilişkileri temelalırken Çin, Japonya ve Kore gibi ülkelerintoplum odaklı olduğunu iddia etmiştir. Bireyinmerkezde olduğu toplumlarda çocukların ye-tiştirilme tarzından meslek seçimine kadarbirçok konuda taban tabana zıt kültürel yak-laşım farklılıklarının olduğunu göstermiştir.

Örneğin, grup odaklı toplumlarda ço-

cuklara büyüklerin yanında konuşulmamasıve alçak gönüllü olunması gerektiği öğütle-nirken birey odaklı toplumlarda kendine özgüvenin ne kadar önemli olduğu ve haklarınıher koşulda herkese karşı savunması gerektiğiöğretilmektedir. Bireyci toplumlarda anne-babalar çocuğun sorduğu her soruya ciddiyanıtlar verirken, grup odaklı toplumlarda “ço-cuklar her şeye karışmaz-büyüklerin yanındafazla konuşulmaz” gibi öğretiler sunulmakta-dır. Batıda gençler hangi bölümde okuyacak-larına karar verirken doğulu toplumlardabuna daha çok aileler karar verirler. Hatta ya-kın zamana kadar evlenilecek eş seçimindebile ailenin tam yetkisi söz konusuydu. Ko-nuyu daha derinlemesine tartışmamız müm-kün ancak yazının amaçları doğrul- tusundaçok yüzeysel sınıflandırmalarla kültürel fark-lılıklar tartışmamıza devam edelim.

Hofstede, ikinci olarak, toplum içindekigüç dağılımının çok önemli bir parametre ol-duğunu öne sürmektedir. İnsanlar arasındakieşitlik algısının çok önemli bir gösterge oldu-ğunu belirten Hofstede İsveç, Danimarka gibitoplumlarda bireylerin yaş, cinsiyet, sınıf,maddi güç gibi etkenlerden bağımsız olarakkültürel değerler sisteminde eşit görüldüğünüama güç piramidinin çok dik olduğu Türkiyeve Japonya gibi toplumlarda politik güç, top-lumsal statü, eğitim, maddi güç gibi kriterlerininsanlar arasındaki farklılıkları ciddi orandabelirlemektedir. Amire, anne-babaya, öğret-mene ve büyüklere karşı duyulan saygı top-lumsal ilişkilerde çok ciddi yere sahiptir. Güçve otorite el ele gider. Makam sahibi birey ki-şisel özellikleri ne olursa olsun makamınasaygı gösterilmesini ve kayıtsız koşulsuz ken-disine itaat edilmesini bekler. Siyasi sistemdelider mutlak güce sahiptir ve liderin onayı ol-madan hiçbir ciddi karar alınamaz. Toplumsalstatü bireyin bilgisi veya kişiliğinden ziyadebireyin makamı ve ait olduğu grup tarafındanbelirlenebilmektedir. Bilgi ve güç sahibininstatüsünün ve gücünün sorgulanması pekolası değildir. Siyasi lider parti teşkilatınca,genel müdür veya patron çalışanlar tarafın-dan, öğretmen öğrencileri tarafından mutlakitaat bekler. Dini duygu ve düşüncelerin ağırbastığı çevrelerde ise biat kültürü yani sor-gusuz sualsiz itaat kültürü mutlaktır. O yapıdabireyin özgünlüğü, özgürlüğü ve değerindençok biat hiyerarşisi içindeki yeri önemlidir. Butür kültürel yapılarda sorgulayıcı akıl kendinepek yer bulamaz. Birey odaklı eğitim sistem-leri bu kültürel yapıyla doku uyuşmazlığı ya-şarlar çünkü biat kültürü sorgulama ve eleştirideğil mutlak itaat bekler.

Hofstede’nin sınıflandırmasında üçüncüparametre ikinciyle yakından ilişkilidir. Hofs-tede’nin feminizim indeksi olarak adlandırdığıbu boyutu cinsiyetçiliğin toplumsal boyutuolarak açımlayabiliriz.

Cinsiyet ayrımcılığının yüksek olduğutoplumlarda kadın erkek eşitliğinin çok düşükolduğunu görürüz. Örneğin, Ortadoğu’nunmuhafazakâr kültürlerinde ve grup odaklı

toplumlarda cinsiyetçi yaklaşımın ağır bastı-ğına tanık oluruz. Bu tür toplumlarda erkekve kız çocuklarının çok farklı yetiştirildiğini vecinsiyete özgü rollerin daha küçücük yaşlardaçocuklara aktarıldığını görürüz. Cinsiyetçiliğinyüksek olduğu toplumlar genellikle erkek-egemen toplumlardır. Onların kaba genelle-mesiyle “kadının yeri mutfaktır”. Bu tür top-lumların meclislerine ve üst düzey yönetici-lerine bakınca erkek egemenliği kolaylıkla gö-rülür. Cinsiyetçi toplumlarda da sorgulayıcıakıl kendine pek yer bulamaz.

Dördüncü olarak, Hofstede, belirsizlikduygusuyla baş etmenin de kültürel dokununbelirleyici bir unsuru olduğunu iddia eder.Hofstede, sonuçları belirsizlik içeren durum-ların bazı toplumlarda yüksek kaygıya yol aç-tığı ve bu durumun insanlar arasındaki güvenduygusunu da ciddi oranda etkilediğini önesürer. Bu tür toplumlarda yasaların her türlübelirsizliğin önüne geçmek için hazırlandığınıama bireylerin de hep yasaların arkasındandolanmak için yollar bulduğunu öne sürer.Farklı kültürel çalışmalarda bu boyut bazen“toplumsal düzen” ve “esneklik” olarak da dilegetirilir. Belirsizlikle başetme oranı ne kadaryüksekse toplumsal düzen ve “istikrar” kav-ramları siyasi liderler tarafından o denli fazladile getirilir. Eğitim açısından sınıf içinde “ses-sizlik ve düzen” çok önemlidir. Yunanistan veArap ülkelerinde belirsizlikle baş etme indek-sinin çok yüksek olduğu ortaya çıkmıştır. Sonolarak Hofstede uzun vaadeli ilişki yaklaşımısınıflamasını tanıtmıştır. Bazı toplumların iliş-kilere anlık çıkar ilişkileri bağlamında ve kısavaadeli baktığını bazı toplumların kültürel do-kularının ise ilişkilerin kalıcılığının değeri üze-rine yapılandığı iddia edilir.

Çok kısaca sunulan kültürel değerlerinyapısı bağlamında Türk kültürünü yüzeyselolarak betimlersek toplum odaklı bir kültüresahip olunduğu, güç dağılımı piramidinin çokdik olduğu ve dolayısıyla bireyler arasındakiilişkinin toplumsal statü kavramından çok et-kilendiği, cinsiyetçiliğin geleneksel olarak çokfazla olduğu ve toplumsal düzen algısının çokyüksek olduğu öne sürülebilir. Bu tür toplum-larda kültürel dinamikler eğitim ve öğretimsüreçlerini birey odaklı toplumlara göre çokdaha farklı şekilde etkileyecektir. Bu bağ-lamda öğrenci merkezli ve öğretmen merkezlieğitim yaklaşımını kültürel doku bağlamındasorgulayabiliriz.

Türkiye’de 2005 yılında değiştirilen eği-tim programları öğrenci merkezli öğretim he-deflerine uygun araç-gereç geliştirildiği id-diasıyla sunulmuştur. Ancak ne öğretmenyetiştirme programları bu eğitim felsefesineuygun olarak düzenlenmiş ne de öğretmeninzihniyet değişimini sağlayacak uygulamalarve malzemeler geliştirilmiştir. Toplumun kül-türel dokusu her şeyden önce güç merkezlive öğretmenin sınıf içi otoritesi üzerine ku-ruludur. Toplumun her katmanında güç da-ğılımı otorite ve eşit olmayan paydaşlar üze-rine kuruludur. Bu kültürel dokuda öğretme-

Öğrenme ve öğretmeetkinlikleri özündekültüreldir. Toplum-daki hakim değer yar-gılarının bu süreçtekiönemli rolü yadsına-maz. Benimsenen eği-tim felsefesi ne olursaolsun toplumdaki ha-kim değer yargısı be-nimsenen yaklaşımınsınıf içinde (veya aileortamında) ne kadarbaşarılı olacağının te-mel belirleyicisidir.Toplumun kültüreldokusuna uymayanyaklaşımların eğitimalanında başarılı ol-ması çok güçtür.

Page 10: Her Yer Taksim Die Gaste · Biz bir hoşgeldin kültürü yaratmak istiyoruz – bu, entegrasyon politikası göçmenlere karşı kuşku, önyargı ve is-natlarla dolu olan federal

Die Gaste10

nin merkezden alınıp başka bir role bürün-dürülmesi bir anda gerçekleşmesi mümkünolacak bir durum değildir. Bu durumu dahaiyi betimleyebilmek için öğrenci-merkezlieğitim modelinin özelliklerini kısaca tartış-makta fayda var. Öğrenci-merkezli eğitimmodelinde öğretmenin geleneksel işlevideğişmektedir. Öğretmen bilgiyi aktaran,öğrenimden sorumlu olan kişi konumun-dan çıkıp öğrenmeyi öğreten ve bu konudaöğrencilere yol gösteren, onları güdüleyen,gerektiğinde yardımcı olan bir rehber ko-numuna gelmektedir. Eskiden öğretmenbilgiyi bulan ve öğrenciye aktaran kişiykenşimdi bilginin edinimini özendiren ve öğ-rencinin bilgiyi bulması için meraklandırankişi konumuna gelmektedir. Eskiden öğ-rencinin sorularına yanıt veren ve sorularlaöğrencinin öğrenimini denetlerken şimdi

öğrencileri sorularla yönlendiren ve heparka planda kalan kişidir. Dersin konusunuaktarmakla yükümlüyken şimdi öğrenmeyiöğreten ve öğrencileri soru sormaya özen-diren kişidir. Eskiden öğretmen belirlenenhedefleri takip ederken şimdi öğrencileriyleortaklaşa ek hedefler oluşturabilen ve öğ-rencilerin bu hedefe ulaşmalarını sağlayanrehber konumundadır. Eskiden öğretmenhep ön planda ve sınıf içi etkinlikleri dü-zenlerken şimdi hep öğrencilerin liderlikyaptığı bir yapı söz konusudur. İşlediği der-sin ne oranda öğrenildiğini sınavlar yoluylatest ederek gerekirse notu bir silah gibi kul-lanırken şimdi edinilen becerileri ölçen veulaşılması gereken hedef ve becerileri öğ-rencinin ne derecede başardığını öğren-ciyle birlikte değerlendiren kişi konumun-dadır. Öğretme- nin yeni rolü geçmişe

oranla çok değişmiş görünmektedir ancak,öğretmenin arka planda kalıyor görünmesiöğretmenin yükümlülük ve sorumlulukla-rının azaldığı anlamına kesinlikle gelme-mektedir. Aksine, öğretmen öğrenmeyi öğ-reten, yol gösteren ve geliştirilmesi gerekenbecerileri çok iyi kavrayan ve kavratan kişihaline gelmektedir. Bilgiyi anlatandan çok,bilgiyi edindiren ve öğrenme hazzını vemerakını öğrenciye aşılayan kişi olmaktadır.Bireyin ön planda olduğu ve öğretmen-öğ-renci ilişkisinin farklı kültürel dinamiklerüzerine kurulu olduğu Batılı toplumlardabu sistem kültürel dokuyla muazzam biruyum içerisindedir ancak öğretmenin oto-ritesinin mutlak olduğu ve davranış olarakda öğrencinin her zaman lidere ihtiyaç duy-duğu grup odaklı kültürel sistemlerde öğ-renci merkezli yaklaşımın farklı yansımaları

olacaktır. Konunun bilişsel boyutuna hiçgirmeye bile gerek yoktur çünkü temeldetümden gelimli ve tüme varımlı yapılardaöğrenme ve öğretme yöntemleri zaten ta-ban tabana zıttır. Eğitim programları boyacıküpü misali “daldır çıkart, oldu bitti maşal-lah” türünden yaklaşımlarla değiştirilirsehem öğretmen, hem öğrenci hem de top-lum ciddi sarsıntı geçirecektir. Bu tür deği-şiklikler önce öğretmen yetiştirme prog-ramlarının yapısı, felsefesi ve uygulamalarıdeğiştirilerek gerçekleştirilir. Sonuç olaraköğrenci-merkezli yaklaşım elbette çok de-ğerlidir ve öğrencinin sorgulayan, araştıran,eleştiren bireyler olmasını destekler ama“külhanbeyi” yönetici prototipinin hakimolduğu toplumlarda gerçek anlamda ha-yata geçebilmesi için demokrasi teknesin-den çok ekmek yenmesi gerekir.

Prof. Dr. Ernst APELTAUER

Aileler, Aile Dil(ler)i ve Erken Yaşta Dil Desteği

“Çocuklar dil öğrendiklerinde, öğrenmenin esaslarını da öğrenirler.”

Gordon Wells

Bu yazıda iki soruya yanıt aranacaktır: Aileler çocuk-larının dilsel gelişimini nasıl destekleyebilir? Aile dilierken yaşta (Almanca) dil desteği açısından ne tür

bir role sahiptir?

1. Aileler çocuklarının dilsel gelişimini nasıl des-tekleyebilir?

Çocuklar ilkdillerini edinmek için neleri yerine getir-melidirler? Çocuğun başlangıçta duyduğu yalnızca bir seskarmaşasıdır. Yaklaşık bir yıl sonra çocuk duyduğu dildehangi ses ve ses birleşimlerinin varolduğunu bilir. Türkçeile büyüyen çocuklar örneğin spr-ses serisinin bir sözcüğünbaşında gelmeyeceğini bilir, Almanca ile büyüyen çocuklarise bu ses birleşimini doğal karşılar (bkz. örneğin springen).Bunun dışında çocuklar duydukları dilde hangi ritimlerinve yapılan hangi vurguların yinelendiğini öğrenir. Onlarörneğin Türkçede sözcük bitiminin her koşulda vurgulan-dığını öğrenirler, buna karşın Almanca ile büyüyen çocuklarsözcük bitiminin çoğu durumda yutulduğunun hemen far-kına varır. Çocuklar aynı zamanda yüz ifadesi ve el kol ha-reketlerinin konuşmaya eşlik ettiğini öğrenir. Bazı hare-ketler ifadelere eşlik eder, bazıları da ifadelerin yerinialabilir. Baş ya da el ile yapılan ve konuşma ritmini belirle-yen, ritimsel jestler olarak adlandırılan jestler ile tamam-layıcı, ifadeyi güçlendiren ve de dilsel ifadelerin yerine ge-çebilen uzlaşımsal jestler (örneğin Türkçede “çok iyi” ifadesiiçin kullanılan, avuç hafifçe çukurlaştırılmış, tüm parmaklarbirleştirerek yapılan el hareketi) arasında ayrım yapılmak-tadır. Tüm bunlar çocukların başlangıçta duydukları sınıf-landırılmamış ses selini bölümlendimelerine ve yavaş yavaşsözcükleri yalıtma ve belleğe kaydetmelerine katkıda bu-lunur.

Küçük çocukların öğrenimi herşeyden önce ebeveyn-leriyle etkileşim çerçevesinde gerçekleşir. Örneğin bir anneelinde tuttuğu belirli bir cismi yukarı kaldırıp, çocuğun dabu cisme bakmasını sağladığında, çocuğun onu algılamave annesinin cismi nasıl adlandırdığına kulak verme olasılığıyüksektir. Ortak dikkatleri içeren bu tür durumlar esaslıöğrenim süreçlerinin çıkış noktasıdır. İşaret jestleri yardı-mıyla bir kimsenin dikkatinin belirli bir olaya yöneltilebi-

leceği ve bir konuşucunun vücudunun sergilediği duruş,ses ve hareketlerini izleyerek insanın taşıdığı amacın sap-tanması öğrenilir. Sözlü ve vücut diline dayalı mesajlar ör-tüşmediğinde, çokluk vücut diline dayalı mesajlara dahafazla önem verilir. Yetişkinlerin davranış biçimleri çocuklartarafından salt algılanmakla kalmayıp taklit de edildiğin-den, onların bu nedenle yabancı kişinin duygularını his-setmesi ayrıca kolaylaştırılır.

Böylece insanlar arasındaki iletişim dil ile değil, yüzifadeleri, jestler, ses ile ve sözcükleri, henüz geliştirilmesigereken, başlangıçta ayrışmamış gözüken “ses püresi”indensüzerek çıkarma becerisiyle başlar. Çocukar bu şekilde jest,yüz ifadesi ve dil yoluyla nasıl anlaşabileceklerini yaşam-larının ilk yıllarında yavaşça öğrenirler. Bunun yanı sırakendi dilleri ve bu dilin nasıl işlediği ile ilgili bilgi de edi-nirler. Bu bilgi algılarını ve düşünüşlerini etkiler ve ilerideikinci dil (Almanca) ediniminde de yararlanılabilecekönemli bir kaynak oluşturur.

Dil edinimi salt algıyı ve düşünüşü etkilemekle kal-maz, dil ediniminin kavram gelişimi ve bellekte yer alaniçeriklerin zihne keyfi olarak yansıtılması üzerinde de etkisivardır. Hatta Sorun çözmeye yönelik tutumlar dahi, eylemeeşlik eden (ve ayrıntılandırılmış) konuşma tarafından ka-nıtlanabilir ölçüde olumlu etkilenir. Kısaca: Dil yalnızca biriletişim aracı değil, aynı zamanda yapılandırmak, belleğekaydetmek ve düşünmek için önemli bir gereçtir. Çocuk-ların bu yolla bilişsel ve duygusal gelişimleri uyarılır veböylece dünya bilgisi biriktirmeleri ve bu bilgiyi belleğekaydetmeleri kolaylaştırılır.

Çocuklar dört yaşından itibaren dil hakkında giderekdaha bilinçli düşünmeye başlar. Yeşermeye başlayan öz-yansıma ve özdeğerlendirme ile birlikte çocuklar kendi(öğrenim) tutumlarını, geliştirdikleri bir tür özdenetim(Selbststeuerung) aracılığıyla denetler. Kısaca: Aile diliniedinmek çocuk gelişiminde çok büyük önem taşır. Ve ne-den aile dili her ailede korunmalıdır. Dilsel gelişim buradanasıl desteklenebilir?

Birincisi: Ebeveynler konuşmaktan duyulan sevin-cin gelişmesine katkı sunmalı. Bir dil salt dinlemekle öğ-renilmez, dil herşeyden önce konuşarak öğrenilir. Bu ne-

denle çocuk konuşmaya tekrar tekrar cesaretlendirilmelidir.Ebeveynler çocuklarını etkileyen konulara ilgi gösterdi-ğinde, çocuk bu konular hakkında severek konuşacaktır.Ve ona (dikkatlice ve duyarlı biçimde) düşüncelerinin veifadelerinin yeşermesine yardımcı olunacaktır. İlgili dinle-yicileri bulunan bir çocuk, kendini ifade etmeye açık olmayıve konuşmaktan zevk almayı çok çabuk geliştirir.

İkincisi: Ebeveynler öğrenim fırsatlarının farkınavarmalı ve bu fırsatları kullanmalıdır. Günlük yaşantı, ör-neğin ev ortamında ya da alışverişe giderken, bu fırsatlariçin birçok olanak sunar. Örneğin çocuk bir çalılığın yanın-dan geçerken bir kuş yuvası keşfeder. Ne bulduğunu an-nesine sevinçle anlatmak ister. Annenin acelesi varsa, belkide şunu söyleyecektir: Bırak şimdi! Ama anne çocuğununburada, ileride gereksinim duyabileceği ve hakkında ko-nuşulduğunda dilsel ifade olanaklarının daha da gelişeceğibirşeyleri öğrenebileceğini dikkate aldığında, çocuğunazaman ayıracak ve onunla bu yeni keşif üzerine konuşacak,hatta belki de evde çocuğuyla beraber bir kitabı (ya da in-terneti) açıp, yeni bilgileri dilsel olarak formüle edecek vebu bilgileri özetleyecektir. Anne böylece bir yandan çocu-ğuna dünya bilgisini genişletme olanağı sağlayacak ve di-ğer yandan onu dilsel ifade olanaklarını ayrıntılandırmayaisteklendirecektir.

Üçüncüsü: Birbiriyle bağlantılı konular anlaşılırbiçimde açıklanmalıdır. Açıklanan konu çocuğun dene-yimleri ve sahip olduğu işleme becerisi ile bağlantılı ol-malıdır. İşleme becerisi en iyi şekilde, çocukla birşey hak-kında konuşulduğunda ve onunla birlikte anlamlargeliştirildiğinde saptanabilir. Bu açıklamalar somutta na-sıldır?

Aşağıdaki örnek Wells’e (1986, 59) aittir. Bu örnekgünlük yaşamda karşılaşılan bir duruma göz atmayı sağlı-yor ve bu tür durumların birer öğrenim fırsatı olarak nasılkullanılabileceğini gösteriyor.

Örnekteki olay: Dört yaşında bir kız çocuğu annesininşöminedeki külü kürekle nasıl bir kovaya doldurduğunuizliyor.

1 Çocuk: Bunu niye yapıyorsun?2 Anne: Külü kovaya dolduruyorum,

Page 11: Her Yer Taksim Die Gaste · Biz bir hoşgeldin kültürü yaratmak istiyoruz – bu, entegrasyon politikası göçmenlere karşı kuşku, önyargı ve is-natlarla dolu olan federal

11Die Gaste

3 sonra da kovayı bahçeye koyacağım. 4 Baban külü bahçeye serpecek.5 Çocuk: Bunu niçin yapacak?6 Anne: Bu bitkilerin hoşuna gider.7 Çocuk: Daha mı iyi büyürler?8 Anne: Evet.9 Çocuk: Niye?10 Anne: Büyük bir kız olman için 11 farklı şeyler yemen gerektiğini biliyorsun, 12 örneğin yumurta ya da sebze.13 Çocuk: Evet14 Anne: Bitkilerde de bu böyle. Kül onlar için iyi şey-

lerden bir tanesi.Günlük yaşamda buna benzer birçok olaya rastlana-

bilir. Her biri potansiyel bir öğrenim fırsatı sunar. Böyle birfırsat ele alındığında ve olay hakkında konuşulduğunda,çocuk birşeyi (daha) iyi izlemeye uyarılmış, olay hakkındave birlikte düşünmeye, yeni kazanılan izlenim ve bilgileribelleğe kaydetmeye isteklendirilmiş olur. Bu şekilde ebe-veynler aynı zamanda bakış açıları ve değer gösterme ol-gusunu aktarır. Öğrenmek önemlidir. Öğrenebildiğin heryerde öğren. Algıladığın ya da öğrendiğin herşey hakkındakonuş. O zaman şeyleri daha kolay aklında tutabilirsin.

2. Aile dili erken yaşta dil desteği açısından netür bir role sahiptir?

Beyin araştırmalarının ortaya koyduğu sonuçlar, fark-lılaştırılmış dilsel ifade biçimlerini öğrenmenin bilişsel ye-tenek gelişimini de etkilediğine işaret etmektedir. MaxPlanck Enstitüsü’nde çalışan araştırmacı Wolf Singer’in söz-leriyle:

“Görünüşe göre soyut yapıları ifade etmeye ola-nak tanıyan ayrıntılandırılmış bir dille olan alıştır-maya dayalı ilişki yoluyla (...), bu tür soyut yapılarıdüşünmeyi ve onları hayal etmeyi de öğrenmekolanaklı” (Singer 2001, 7).

Okul öncesi dönemdeki çocukların böyle birşeye ge-reksinimi var mı? Bu ilk olarak okulda önem kazanmıyormu?

Jestlerin sözcük dağarcığı edinimini kolaylaştırdığınasıl saptandıysa, aynı biçimde okula yeni başlayan ço-cukların sözcük dağarcığı arasında büyük farklılıklar olduğuda kanıtlanmıştır. Örneğin bazı çocuklar okula başlarken3000 ya da 5000 sözcüğe egemen durumdayken, diğerleri9000 sözcük kullanıyor. ABD’li araştırmacılar (bkz. Hart/Ris-

ley 1995) bir çocuğun aile ortamında bir hafta içesirindeyaklaşık 215.000 sözcük duyduğunu, diğer bir çocuğun iseaynı zaman diliminde yalnızca yaklaşık 62.000 sözcük duy-duğunu saptamışlardır. Bu tarz farklılıklar elbette dil edi-nimini etkiler. Bir çocuk aslında her duyduğu sözcüğü ak-lında tutamaz. Ama sözcükler beyinde bir iz bırakır vebirçok kez duyulduklarında ve hatta açıklandıklarında (ör-neğin çocuğa birşey okunduğunda) kalıcı olarak belleğekaydedilebilirler. Bu sözcükler dil ve dünya bilgisinin art-masına katkı sunar. Okulda ve herşeyden önce derste genişbir sözcük dağarcığına ve dünya bilgisine ihtiyaç var, çünkübağlantılar çoğu zaman (ya da yeterince) açıklanmamak-tadır. Geniş bir sözcük dağarcığı ve dünya bilgisine sahipçocuklar bu tür bağlantıları tahmin edebilirler.

Çocukların kapsamlı bir sözcük dağarcığı ve ayrıntı-landırılmış dilsel ifade araçları edinmeleri nasıl uyarılabilir?En iyi olanaklardan biri etkileşimli okumadır. Etkileşimlidemek, çocuğun duyduklarını daha iyi anlaması ve belkide konuşarak katkı vermesi amacıyla örneğin sorularla (nedüşünüyorsun, öykü nasıl devam edecek?) ya da çocuğunkendi deneyimlerine gönderme yaparak katılımını sağla-mak üzere, okunan öykünün ara sıra kesilmesi demektir.Çocuğa okuma, günlük konuşma dilinde pek rastlanmayan,ancak ileride okulda daha sık kullanılacak sözcük ve for-mülasyonların çocuk tarafından öğrenilebilmesi anlamı dataşır. Okuma sırasında yeni sözcüklerin anlamı açıklandı-ğında, bunların %30’u belleğe kaydedilebilir (bkz. Elley1989). Ebeveynler bu nedenle çocuklarına düzenli olarakbir uyku masalı okumalı (her akşam yaklaşık 10 dakika) veduydukları hakkında onlarla konuşmalıdır.

Ebeveynler çocuklarının en çok neye ilgi gösterdiğinide saptamalıdır. Çünkü buna bağlı olarak öykü ve masal-ların yanı sıra (örneğin ağaç yaprakları ya da kuşlar ya daitfaiye vb. hakkında) kullanmalık metinler/kitaplar okuya-bilirler. Olanak buldukça, çocuğun salt resim görmemesi,aksine cisimlere dokunabilmesi ve belki de “kokusunu al-ması” için (örneğin farklı ağaç yaprakları ya da tüy gibi)nesneler temin etmelidirler. Çocuklar bu sayede birçok ekuyarım almış olurlar: Algıya, kavram gelişimine ilişkin vegenel anlamda dünya bilgilerini genişletmek üzere ek uya-rımlar. Etkileşimli okumanın akabinde her zaman çocukladuydukları hakkında konuşulmalı, çünkü okuma sonrasıgeçekleşen bu tarz konuşmalarda ebeveynler çocuklarınınhenüz neyi anlamadığını saptayabilir ve bu durumda (ge-rektiğinde) ek açıklamalar yapılabilir (bkz. yukarıda kül ve

bitki). Okuma sonrası gerçekleşen bu tür konuşmalar nedenönemlidir? Çünkü biz çocuklara ancak uyarıda bulunabiliriz,ama öğrenmesi gereken kendileridir. Bir beyin araştırma-cısının sözleriyle: “Bilgi aktarılamaz, o her öğrenenin kendibeyninde yeniden oluşturulmalıdır” (Roth 2004, 497).

Geniş bir sözcük dağarcığı ve ayrıntılandırılmış (iyidüzeyde egemen olunan) bir aile dili yalnızca dünyada yö-nünü belirlemeye, dünya bilgisi biriktirmeye ve öğrenmeyekatkıda bulunmakla kalmaz. Tüm bunlar ikinci dil Almancaedinimini de kolaylaştırır. Çünkü konuşma sevinci geliştir-miş, ebeveynlerinin gösterdiği çabalarla konuşmanın vedil(ler)in önemli ve ilginç olduğunu bilen, öğrenmenin deayrıca mutluluk verdiğini deneyimleriyle görmüş bir çocuk,öğrenmenin bu olumlu önkoşullarına sahip olmayan birçocuğa kıyasla dil desteği girişimlerine daha farklı bir tepkigösterecektir. Böylece ebeveynler, çocuklarının ayrıntılan-dırılmış ve yazıdiline yönelmiş bir aile dilini geliştirmelerinedestek olarak ve yeni şeyleri severek öğrenmesi, bu öğre-nilenler hakkında konuşması ve böylelikle bağlantıları dahakolay kavrayabilmesi için olanaklar yaratarak, gerek Al-manca öğrenimine gerekse de dil destek girişimlerine do-laylı yoldan katkıda bulunabilirler.

Kaynakça:Apeltauer, E. 2008: Wortschatz und Bedeutungsentwicklung bei

zweisprachig aufwachsenden Kindern; Flensburg [Flensburger Papierezur Mehrsprachigkeit und Kulturenvielfalt im Unterricht Heft 47/48, 61Seiten]

Apeltauer, E: 2010: Wortschatz- und Bedeutungsvermittlung durchAnbahnen von Literalität; Flensburg [Flensburger Papiere zur Mehrspra-chigkeit und Kulturenvielfalt im Unterricht Heft 53, 32 Seiten, kann vonder Uni-homepage von Prof. Dr. Apeltauer heruntergeladen werden]

Apeltauer, E. 2013: Neue Perspektiven sprachlicher Frühförderung;Flensburg [Flensburger Papiere zur Mehrsprachigkeit und Kulturenvielfaltim Unterricht, Heft 59/60, 45 Seiten]

Elley, W. 1989: Vocabulary acquisition from listening to stories. In:Reading Research Quarterly 24, 2, 174 – 187.

Hart, B./Risley, T.R. 1995: Meaningful differences in the everydayexperience of young American children; Baltimore : Brooks

Roth, G. 2004: Warum sind Lehren und Lernen so schwierig? In:Zeitschrift für Pädagogik, 50, 496 – 506.

Singer, W. 2001: Was kann ein Mensch wann lernen? In: Kilius,N./Kluge, J./Reisch, L. Hrsg.: Die Zukunft der Bildung; Frankfurt/M : Suhr-kamp im Internet unter

www.mpih-frankfurt.mpg.de/global/Np/Pubs/singeressays.d.htm[abgerufen: 10.08.2006]

Wells, G. 1986: The Meaning Makers, Children Learning Languageand using Language to learn; London : Hodder & Stoughton [zitiert nachder 7. Auflage von 1990]

Çeviri Die Gaste

Sem

pozy

um 2

009

Kita

bıO

cak

2010

, 164

Say

fa, 1

4x23

cm

ISBN

978

-3-9

8134

30-0

7

“Son

der

schu

le/F

örde

rsch

ule

Soru

nu v

e G

öçm

en To

plum

uPa

neli”

Kita

bıEk

im 2

011,

96

Sayf

a, 1

4x23

cm

ISBN

978

-3-9

8134

30-1

4

Sem

pozy

um 2

010

Kita

bıEk

im 2

012,

228

Say

fa, 1

4x23

cm

ISBN

978

-3-9

8134

30-3

8

Sem

pozy

um 2

011

Kita

bıH

azira

n 20

13, 2

28 S

ayfa

, 14x

23 c

mIS

BN 9

78-3

-981

3430

-45

Page 12: Her Yer Taksim Die Gaste · Biz bir hoşgeldin kültürü yaratmak istiyoruz – bu, entegrasyon politikası göçmenlere karşı kuşku, önyargı ve is-natlarla dolu olan federal

Die Gaste12

“Alman Eğitim Sisteminde Göçmen Öğretmenlerin, Ailelerin, Çocukların Sorunları ve Çözüm Yolları” Sempozyumu 2013Açılış Konuşmaları

“Daha iyi bir eğitim için bizim çağ-rımız: Çocuklar anaokuluna!”

Hessen Adalet, Entegrasyon ve Av-rupa Bakanlığı Müsteşarı Dr. Rudolf Krisze-leit, Alman demokrasisinin temel ilkelerin-den biri olan eğitimin sompozyumunkonusu ve amacı olmasından mutlulukduyduğunu belirterek, göçmenlerin top-lumsal katılımının önemini vurguladı vebunun entegrasyonun vazgeçilmez koşul-larından biri olduğunu belirtti.

Sempozyumun başlığından hareketle,toplumsal katılımı, Alman eğitim sistemibünyesinde göç kökenli öğretmen, çocukve ailelerin toplumsal katılımı gerçekleşti-rilebilmelerinin sağlanması olarak algıladı-ğını söyleyen Kriszeleit, katılımın temelamaç olduğunu ifade ederek, eğitimde fır-sat eşitliliğinin iki düzeyde, bir diğer ifa-deyle aile ortamında ve kamu alanında so-mutlaştığını söyledi.

Kriszeleit göçmenlerin eğitim durum-larını istatistik verilerle betimleyerek, göçkökenli olmayanlarla karşılaştırıldığında,çocuk yuvalarına giden göç kökenli çocuksayısının yarıyı bulduğunu açıkladı. Bu ista-tistiklere göre okuldan diplomasız ayrılangöç kökenlilerin oranı göç kökenli olma-yanlara kıyasla daha yüksek. Lise mezunuoranı göç kökenli öğrencilerde %20, diğergrupta ise %40’ı geçiyor.

Bu durumun iyileştirilmesi gerektiğinisavunan Dr. Kriszeleit, ayrıca eğitim süre-cine başlayacak olan çocukların Almancayeterliğinin dersi izleyecek düzeyde olmasıgerektiğini sözlerine ekledi. Kriszeleit, Al-manca yeterliğinin okula başlamadan ikiüç gün önce yapılacak dil testleri ile sapta-namayacağını belirterek, Kuzey Ren Ves-falya’da olduğu gibi gözlemlerin 2 yıl önealınmasını kendilerinin de olumlu bulduk-larını ifade etti.

“Sosyo-ekonomik nedenler ve sos-yal statü eğitimsel başarıda temel veetkin bir rol oynamaktadır.”

Frankfurt Belediye Başkanı Peter Feld-mann’ı temsilen sempozyuma katılan Dr.Nargess Eskandari-Grünberg, toplum, kül-tür, ekonomi ve entegrayon alanlarında,eğitimin fırsat eşitliği için temel araç oldu-

ğunu ve ailenin sosyo-ekonomik statüsü-nün eğitsel süreçlerde hala etkin bir rol oy-nadığını vurguluyarak sözlerine başladı.

Eğitim ve toplumsal süreçlerde göçkökenli öğrencilerin genelde daha az başarıgösterdiklerini ve göç kökenli öğretmenoranının okullarda düşük olduğunu vurgu-layan Dr. Eskandari-Grünberg, fırsat eşitliğiaçısından bu gerçeklerin nedenlerinin sor-gulanması gerektiğini belirterek, dil des-teğinin yanı sıra ailenin de desteklenmesive teşvik edilmesini, çeşitliliği göz önündebulundurarak daha yaratıcı olunmasını is-tedi.

Artık değişen bir toplumda ikidilliliğinbir engel olarak görülmemesi ve prestijli/prestijsiz dil ayrımından vazgeçilmesi ge-rektiğini söyleyen Dr. Eskandari-Grünberg,

“nüfus gelişimi bize Almanya’ya önümüz-deki yirmi yılda yirmi milyon yabancınıngeleceğini göstermektedir. Bunun anlamıise nüfusun yaşlanacağı ve çeşitleneceğidir”sözleriyle demografik sorunların ve göç-men politikalarının artan önemini vurgu-ladı.

“Gençler Türkçe konuştuklarını dü-şünüyor, ama Türkçe ile Almanca karı-şımı bir dil konuşuyorlar.”

T.C. Frankfurt Başkonsolosu Ufuk Ekici,“Ben beş, altı aydır Almanya’da, Frank-furt’tayım ve göreve başladığımdan buyana önem verdiğim konulardan bir taneside eğitim konusu. Türkiye Cumhuriyeti Baş-konsolosluğu olarak bizim görev alanımızburada yaşayan Türk kökenli öğrenciler veTürk vatandaşları. Rakamlardan da anlaşıl-dığı gibi özellikle bizim bu alanda çok bü-yük adımlar atmamız gerekiyor, önemli faa-liyetlerde bulunmamız gerekiyor” dedi.

Bugünkü sorunların işgücü nedeniyle1960’lı yıllardan itibaren Almanya’ya gelenvatandaşların sorunlarından çok daha farklıolduğunu vurgulayan Ufuk Ekici, küresel-leşen dünyanın beklenti ve ihtiyaçlarınındeğiştiğini, “Geçmişte bir iki dil bilmek belkiyeterliydi, ama bugün iki, üç, hatta dahafazla dil bilmek gerekiyor” diyerek, göç-menlerin eğitim, kültür, sağlık ve ekonomialanına daha çok yönelmeye başladıklarınıbelirtti.

Gençlerin Türkçe konuştuklarını dü-

şündüklerini, ama Türkçe ile Almanca karı-şımı bir dil konuştuklarını belirten Ekici, budurumun gelecek için iyi bir gelişme olma-dığını düşündüğünü ifade etti ve “bakıyor-sunuz, bir cümle içerisinde iki Almanca ke-lime üç Türkçe kelime, bu iyi bir gidişatdeğil” uyarısında bulunarak, bu sorununancak Almanca ve Türkçenin paralel bir şe-kilde ilerlemesi ve eğitim sisteminin onagöre şekillendirilmesiyle mümkün olaca-ğının altını çizdi.

“Okul-öncesi dönem, kanımca enönemli aşamadır”

Amaçlarını daha fazla göç kökenli öğ-retmen yetiştirilmesi ve öğretmenlik mes-leğinin daha çekici kılınması olarak sırala-yan Goethe Üniversitesi Eğitim Araştırma-ları ve Öğretmen Eğitimi Akedemisi Direk-törü Prof. Dr. Udo Rauin, “yakında, öğret-menlik mesleğini daha yakından tanıtmak,yetenekli öğrencileri bu mesleğe kazanmakve bu mesleğin toplumdaki yeri ve öneminiirdelemek için bir ‘öğrenci kampüsü’ kura-cağız” diyerek, bu kampüse ilk etapta yal-nızca göç kökenli öğrencilerin kabul edile-ceğini söyledi.

Okul öncesi eğitimin en önemli aşamaolmasına rağmen, bu aşamanın sorunlu ol-duğunu, sorunun federatif yapıdan kay-naklandığını, çocuk yuvalarının belediyenindenetiminde bulunurken, okulların devlettarafından denetlendiğini ve bunun çelişkilibir durum yarattığını açıklayan Prof. Ruin,

konuşmasını, bu sorunun ancak kurumlarınbirlikte iletişimde bulunması ve anaokul veilkokulların işbirliğiyle çözümlenebileceğinibelirtti.

“10 dakika süren bir teneffüsteanadilinde konuşulması yasaklayarakAlmanca öğrenilmez.”

Almanya’nın tarihi kadar eski olangöçmene hâlâ her an gidecek, gidebilecekgözüyle bakıldığını belirterek konuşmasınabaşlayan ATÖF Onursal Başkanı Mete Atay,göçmen gerçeğinin toplum tarafından ye-terince algılanmadığını ve bazı politikacı-ların bu konuyu iç politika malzemesi ola-rak kullanarak, sadece zararlı değil, zamanzaman tehlikeli boyutlara taşıdığını açık-ladı. Bir diğer önemli konunun göçmenlerarasında iyi ve kötü göçmen ayrımı yapıl-ması olduğunu vurgulayan Mete Atay, aynıtutumun diller arasında da sergilendiğini,bu durumdan büyük üzüntü ve endişe du-yulduğunu ifade etti.

Türk kökenli göçmenlerin elli yıldanberi burada yaşadıklarını, buna rağmenhala bugüne kadar vatandaşlık hakkı,seçme ve seçilme hakkı verilmemiş olma-sını “...Türk kökenlilerin çocuklarına, torun-larına ‘opsiyon modeli’ uygulanması skan-daldır” sözleriyle eleştiren Atay, sözlerineşöyle devam etti: “Üç aylık AB üyesi ülkeninvatandaşına seçme ve seçilme hakkı tanı-nırken, burada doğan, büyüyen insanlarıbu haktan yoksun bırakmak hiçbir dille an-latılamaz, hiçbir mantıkla açıklanamaz, hiç-bir hukuk kuralıyla bağdaştırılamaz”.

Almanya’nın PISA sonuçlarının 2000yılında açıklanmasından bu yana, kendieğitim sistemini değiştirmek ve başarısız-lığını iyileştirmek için çok yoğun bir çaba-nın içine girdiğini, ancak aynı kararlılığınyabancı öğrencilerin başarısızlığını aşmakiçin gösterilmediğini, uluslararası rapor-larda Alman eğitim sisteminin göçmen ço-cukların başarılarının yükseltilmesi, çokdillive çokkültürlü eğitime geçilmesi yönündesürekli uyarıldığını anımsatan Atay, konuş-masını şu sözlerle tamamladı: “Almanya’yayakışan, çağdaş göç politikaları üreterek,katılımcı, gerçekçi göç politikalarını hayatageçirmektir. Aidiyet duygusunu pekiştir-mek için var gücüyle çalışılmalıdır. Hoşgel-din duygusu, kültürü geliştirilmeli ve pe-kiştirilmelidir”.

Page 13: Her Yer Taksim Die Gaste · Biz bir hoşgeldin kültürü yaratmak istiyoruz – bu, entegrasyon politikası göçmenlere karşı kuşku, önyargı ve is-natlarla dolu olan federal

“Alman Eğitim Sisteminde Göçmen Ailelerinve Çocukların Durumu ve Sorunları” başlıklı 2. otu-ruma, Flensburg Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Ernst Apeltauer, Frankfurt Goethe Üniversitesiöğretim üyeleri Prof. Dr. Petra Schultz, Prof. Dr.Michael Fingerle ve Die Gaste Genel Yayın Yö-netmeni Zeynel Korkmaz konuşmacı olarak ka-tıldı.

2002’de “Erken Yaşta Dil Desteği Kiel Mo-deli”ni hayata geçiren Prof. Dr. Ernst Apeltauer,modelin uygulandığı çocuk yuvasında edinilendeneyimleri aktardı. Bir araç olarak dilin kontrol,etkileşim, özalgılama, bilgilendirme vb. işlevleriolduğunu belirterek sözlerine başlayan Prof.Apeltauer, bu işlevlerin güçlü olan dilde, önceaile dilinde geliştiğini ve dil desteğinin aile dili olmadan gerçekleşeceği söylendiğindetüm bu işlevlerin devre dışı bırakıldığını belirtti. Aile dilinin bir kaynak olarak dikkatealınmadığı koşullarda çocukların dilsel anlamları dolaylı yoldan öğrenmek zorunda kalarak,öğrenmeye daha fazla zaman ayırmaları gerektiğine işaret eden Prof. Apeltauer, aile dilive ikinci dilin karşılaştırmalı olarak işlenmesinin kazanım sağladığını açıkladı.

Prof. Apeltaue, Kiel Modeli’nin aile eğitimini de kapsadığını, ailelerin etkileşimli oku-ması, örneğin Hacivat ve Karagöz oyunları hazırlama ve sahnelemesi, hafta sonu semi-

nerlerine katılması gibi çalışmalarla eğitilmesine katkı sunulduğunu belirtti. Frankfurt Goethe Üniversitesi Eğitimbilimler Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof. Dr.

Michael Fingerle, “Nefret, Yardım ve Yasalar” konulu bir konuşma yaptı ve Almanya’da iş-lenen nefret suçlarıyla ilgili bir araştırmanın sonuçlarını irdeledi. Bu araştırmaya katılanlara,bir kişiye veya mülke yönelen ve mağdurun bir gruba olduğu varsayılan aidiyeti nedeniylegerçekleşen suç olaylarını tanımlayan “nefret suçları”na maruz kalıp kalmadıkları soru-lurken, göçmen, engelli vb. gruplara mensup kişilerin yarıdan çoğu, bu tür suç olaylarından

13Die Gaste

“Alman Eğitim Sisteminde Göçmen Öğretmenlerin, Ailelerin, Çocukların Sorunları ve Çözüm Yolları” Sempozyumu 2013

Sempozyumun “Göçmen ve Göç Kökenli Öğretmenlerin Alman Eğitim SistemindekiKonumu, Önemi ve Geleceği” başlıklı ilk oturumu, Bielefeld Meslek Yüksekokulu öğretimüyesi Prof. Dr. Yüksel Ekinci, Dortmund Teknik Üniversitesi araştırma görevlisi HabibGüneşli, ATÖF Başkanı Yücel Tuna ve anadili öğretmeni Derya Durdu’nun katılımıyla ger-çekleşti.

Prof. Dr. Yüksel Ekinci ve Habib Güneşli, sunumlarında, göç geçmişi bulunan üni-versite öğrencilerinin başarılarını konu alan araştırmalarının sonuçlarını tanıttı. Öğretmenlikbölümlerinde okuyan Türk kökenli göçmen öğrencilerin temel alındığı bu incelemeyegöre, eğitsel başarının göstergeleri olarak çocuk yuvasına devam etme süresi, ebeveynlerineğitim düzeyi, desteği ve öğretmenlerin okul tavsiyeleri bir rol oynuyor. Bulgulara göre,özellikle annelerin eğitime gösterdiği ilgi ve çabaları ile çocukların daha yüksek okul tür-lerine gitme olasılığı arasında bir bağlantı bulunuyor. Ebeveynlerin çocukları motiveetmesi, toplantılara katılması, öğretmenlerle ilişkide olması, ev ödevlerinde yardımdabulunması gibi olguların önemli birer etki yaratabildiği belirtildi. Ebeveynlerle ağırlıklıolarak Türkçe ve kardeşler arasında da Almanca konuşulduğu belirtilen sunumda, aileortamında Türkçe varlığının devam ettiği ve bunun eğitim açısından bir engel oluşturmuşolamayacağı izlenimi kazandıkları vurgulandı. Araştırmaya katılan üniversite öğrencilerininüç yaşına kadar Alman çocuklarla ilişkisi olmadığı, gerek bu durumun gerekse de ilkdilolarak Türkçeyi edinmiş olmanın daha ileri okul türlerine veya yüksek öğrenime devametmeyi esasen engellememiş olması gerektiği belirtildi.

Oturumda söz alan ATÖF Başkanı Yücel Tuna, konuşmasında anadili öğretmenlerininhangi sorunlarla karşı karşıya kaldığını irdeledi ve çözüm yönünde önerilerini sundu.1973’te aile birleşimi kapsamında göç kökenli çocukların sayısında önemli bir artış ger-

çekleştiğini belirten Yücel Tuna, bunun bir sonucuolarak, okulların, çoğu Almanca bilmeyen, okulabaşlama yaşı geçmiş, ileri sınıflarda Almanca öğ-renmesi zor gerekçesiyle kendi yaşının altındakisınıflara yönlendirilen bu göçmen çocuklarla dol-duğunu anımsattı. Dil sorunlarının ağırlıklı sorunuoluşturduğu bu dönemde Almanca öğrenimininbir iyileşme sağlayacağının düşünüldüğünü, yıllarsonra bu görüşün doğru olmadığının ortaya çık-tığını belirten ATÖF başkanı, sözlerine şöyle de-vam etti: “Eğitimdeki bu başarısızlık yanlış bir al-gıyla evde konuşulan anadilinin üzerine yıkıldı.Adeta başarısızlığın tek nedeni görülünce, anadiliöğretimine ya üstü kapalı bazı engeller konulduya da bu ders veliler düzeyinde önemsizleştirildi”.

Türkçe derslerinin günümüzde karşı karşıyabulunduğu zorlukları betimleyen Yücel Tuna, derslerin çocuklara uygun olmayan saatlerdeyapıldığını, ilginin ve öğretmen kadrolarının azaldığını, yeni öğretmenlerin atanmadığınıveya ihtiyacı karşılamadığını belirtti. Anadili öğretmenlerinin daha fazla ders saati ve öğ-retmenlik dışında tercümanlık, danışmanlık, rehberlik gibi bir dizi yükümlükleri olduğunuvurgulayan Tuna, üniversitelerde anadili için daha fazla öğretmenlik bölümleri açılmasıve göç kökenli öğretmen sayısının arttırılması, Türkçenin zorunlu dil olması ve eğitim sis-teminin göçmenleri de dikkate alarak yeniden düzenlenmesi gerektiğini belirtti.

Duisburg Essen Üniversitesi Türkistik Bölümü mezunu olan ve stajyer öğretmenolarak Duisburg’da görev yapan Derya Durdu, bir öğretmen olarak okul yaşantısında veAlman meslektaşlar ile ne tür deneyimler edindiğini irdelediği bir konuşma yaptı. Al-manya’da Türkçe öğretmeni olmanın zorluklarını açımlayan Derya Durdu, göç kökenliöğretmenlerin Türk kökenli ve Türk kökenli olmayan, örneğin İspanyol, Fransız veya İtalyanöğretmenler olarak iki kategoriye ayrılabileceğini belirterek şunları söyledi: “Nedense buarkadaşlar öğretmenler odasında ya da öğrencileriyle birlikte kendi aralarında anadillerindekonuşabilirken, bizim Türkçe konuşmamız sorun olarak görülüyor. Bunu anlamakta doğ-rusu zorlanıyoruz.” Bir dil kursu gerekli sayıya ulaşılamasa da açılabilirken, Türkçe kurslarınaböyle bir olanak tanınmamasını eleştiren Derya Durdu, Almanya’da eğitilmiş göç kökenliöğretmenlerin bir dizi dezavantajları bulunduğunu şu sözlerle vurguladı: “Aynı diplomayasahip olmamıza rağmen, maalesef okullarda eşit görülmüyoruz. Özellikle Türkçe bölümümezunları bu sorunu yaşıyor. Türkçe dersleri diğer yabancı dil dersleriyle eşit görülmüyor.Bazı okullarda Türkçe öğretmenlerinin okul içerisinde fazla yetkisi olmadığı vurgulanıyor.Bunun dışında sanki sürekli bir açığımız aranıyormuş gibi... Bizler böylelikle kendimizikanıtlamak ve saygınlık kazanmak için mücadele etmek durumunda bırakılıyoruz”.

I. OturumGöçmen ve Göç Kökenli Öğretmenlerin Alman Eğitim Sistemindeki Konumu, Önemi ve Geleceği

Derya DURDU Yücel TUNA Prof. Dr. Yüksel EKİNCİ Habib GÜNEŞLİ

II. OturumAlman Eğitim Sisteminde Göçmen Ailelerin ve Çocukların Durumu ve Sorunları

Zeynel KORKMAZ Prof. Dr. Ernst APELTAUER Prof. Dr. Petra SCHULZ Prof. Dr. Michael FİNGERLE

Page 14: Her Yer Taksim Die Gaste · Biz bir hoşgeldin kültürü yaratmak istiyoruz – bu, entegrasyon politikası göçmenlere karşı kuşku, önyargı ve is-natlarla dolu olan federal

Die Gaste14

III. OturumSiyasi Kuruluşların Bakış Açısından Entegrasyon Bağlamında Göçmenlerin Eğitim Sorunları ve Çözüm Önerileri

Barbara CÁRDENAS Gerhard MERZ Filiz POLAT Prof. Dr. Frank-Olaf RADTKE Dr. Joachim STAMP Günter SCHORK

doğrudan etkilendiğini belirtiyor. Yaşanan olayların psikolojik sonuçlarını aşabilmek içinmağdurların eğitim alanında girişimlerde bulunulmasını, profesyonel destek verilmesini,ücretsiz terapi ve de nefret suçlarının varlığının kamuoyu ve resmi kurumlar tarafındankabul edilmesini istediklerini belirten Prof. Fingerle, önleyici girişimlerin özellikle okulöncesinde ve okullarda konunun uygun bir şekilde ele alınması, medyada dengeli vegerçekçi haberlere yer verilmesi ve suçlularla çalışmak için programlar hazırlanması ola-cağını belirterek konuşmasını tamamladı.

Frankfurt Üniversitesi İkinci Dil Almanca Bölümü kürsü başkanı Prof. Dr. PetraSchulz eğitim politikaları ve dil desteği konusunu irdelediği sunumunda, dil desteğininokuldan önce başlaması durumunda başarım ve dil eksikliklerinin aşılmasına katkıda bu-lunabileceğini, öte yandan şans eşitliğinin yanı sıra, adil fırsatların yaratılmasına ve eğitimeve topluma eşit katılıma katkı sunabileceğini belirtti. Dil desteğinin bu kazanımları ortayaçıkarabilirken, tek başına göçmenlerin kültürel ve toplumsal entegrasyonunu sağlaya-mayacağını, Almanya’nın ilkesel tekdil anlayışını değiştiremeyeceğini, okul başarısı vesosyal köken arasındaki ilişkiyi çözemeyeceğini vurgulayan Prof. Schulz, bu desteğin top-lumsal uğraşı ve eğitim politikalarının hazırlayacağı çalışmaları dayanak alabilmesi ge-rektiğini söyledi. Toplumda varolduğunu düşündüğü mitlere ve olgulara değinen PetraSchulz, bir göçmen çocuğun Almanya’da konuştuğu ilkdil ile geldiği ülkede konuşulanilkdil arasında bir fark oluştuğunu ve göç kökenliliğin doğrudan çokdilli bir durumunvarlığına işaret etmediğini belirtti. Çokdilliliğin çocuklar açısından bir yük oluşturduğugörüşünün doğruyu yansıtmadığını söyleyen prof. Schulz, insan beyninin çokdillilik yeti-siyle de donanımlı olduğunu ve ikinci bir dilin öğrenilmesi için de ilk olarak anadilini öğ-

renmenin zorunlu olmadığını ifade etti. Prof. Dr. Ernst Apeltauer’in görüşüne katılmadığınıbelirten Prof. Schulz, ilkdili iyi bilmenin ikinci dile doğrudan daha iyi egemen olunmasınayol açmadığını, ikinci dilin, dil edinim yaşından bağımsız olarak ilkdilin kural bilgisindenetkilendiğini belirtti.

Die Gaste yayın yönetimi adına oturumda söz alan Zeynel Korkmaz, 2010’da DieGaste’nin düzenlediği Sonderschule Paneli’nde ele alınan bir eğitim öyküsünün, üç yılaradan sonra nasıl bir gelişme sergilediğini açımlayarak konuşmasına başladı. Öykününilkokul çağında engelli okuluna gönderilmek istenen bir çocuğun öyküsü olduğunun be-lirtildiği konuşmada, 2010 paneli katılımcısı Prof. Dr. W. Jantzen’in bu çocuğu yüksek ye-teneklere sahip bir çocuk olarak değerlendirdiği belirtildi ve şu an çocuğun lise beşincisınıfa devam ettiği vurgulandı. Aynı okul sisteminde yapılan ve birbiriyle açıkça çelişeniki farklı değerlendirme söz konusu olduğunu açıkladığı konuşmada, Alman eğitim sis-teminin reformize edilmiş bir submersiyon programı olarak göç kökenli çocukların karşısınaçıktığına işaret etti.

Göç kökenli çocukların Almanca dil öğreniminin ve eğitim başarısının yükseltilebil-mesinin yolunun, anadili temelinde bir dil öğrenim programının uygulanmasıyla sağla-nabileceğini savunan Korkmaz, erken yaşta ve okul öncesinde anadili temelli bir eğitim-öğrenim programının hiçbir uygulama ve araştırma yapılmaksızın reddedilmesi vegörmezden gelinmesinin yanlış olduğunu belirtti. Yetersiz verilere dayanarak yapılansoyut ve teorik tartışmalarla zaman geçirmek yerine, erken yaşta ve okul öncesinde,anadili temelli dil öğrenim programının uygulanabilmesinin önü açılması gerektiğiniifade etti.

“Siyasi Kuruluşların Bakış açısından Entegrasyon bağlamında Göçmenlerin Eğitim So-runları ve Çözüm Öneriler” başlıklı üçüncü oturumunda siyasi partilerin entegrasyon veeğitim sözcüleri yer aldı.

Aşağı-Saksonya eyalet meclisi üyesi ve Birlik 90/Yeşiller milletvekili Filiz Polat, amaç-larının okulu bitiren her çocuğun iş yaşantısının yanı sıra, toplumda ve küreselleşen dün-yada nitelikli birer birey olarak yerini alması olduğunu dile getirdi. Değişik ülkelerdengelen insanların farklı inanç ve kültürel artalana sahip olmaları nedeniyle okulda ve top-lumsal yaşamda zorlukların yaşandığını ve ancak kapsayıcı bir politika anlayışı ile bununaşılabileceğini belirten Filiz Polat, eğitim ve entegrasyon sorunlarında sadece Almancaöğrenmenin yeterli olmadığını, aksine eğitim sürecinde çokdilliliğe daha fazla önem ve-rilmesi gerektiğini ve bu gerçeğin tüm siyasi fraksyonlar tarafından kabul gördüğünüsözlerine ekledi.

CDU adına konuşan Hessen milletvekili Günter Schork, sadece dil ediniminin tekbaşına entegrasyon sorununu çözmeyeceğini belirterek sözlerine başladı. Eğitim ve en-tegrasyonun ailenin katılımı olmadan gerçekleşemeyeceğine değinen Schork, okulunyanı sıra, çevrenin ve ortamın da bu süreçteki etkisinin unutulmaması gerektiğini, ayrıcaeğitim ve entegrasyonun sadece göçmenlerin değil, aksine artan oranda Alman ailelerinde sorunu olmaya başladığını söyledi. Ev ortamında sadece anadilini konuşanlar ile Al-manca konuşanlar karşılaştırıldığında, ev ortamında Almanca konuşanların eğitim süre-cinde daha başarılı olduklarını, okul ve yüksek öğrenimin eğitimdeki önemi tartışılmazolsa da, herşeyin aile ortamında başladığını söyleyen Schork, konuşmasını şu sözlerle ta-mamladı: “Entagrasyon yalnızca dil edinimi ile gerçekleşmez, fakat dil ve Almanca bilgisi ol-madan da entegrasyon başarılamaz“.

SPD Hessen milletvekili Gerhard Merz, okul zamanında yaşadıkları deneyimleredeğinerek Alman eğitim sisteminde 150 yıldan beri devam eden seçicilik ve bundan tü-reyen ayrımcılık ve ötekileştirme gibi olgulara dikkati çekti. İçselleyici (inklusiv) eğitimsistemiyle bu sorunların üstesinden gelinebileceğini açıklayan Merz, köken, sosyal statü,fiziksel engellilik gözetmeksizin kuruluşların nicelik ve nitelik bakımından tüm çocuklarıkapsayacak, eşitlikçi-bütünleştirici bir şekilde yeniden düzenlenmesinin gerekliliğineişaret etti. “Teneffüslerde anadilinde konuşmanın yasaklanmasını anlamıyorum ve bununhukuki dayanağı olduğuna da inanmıyorum“ diyen Gerhard Merz, sosyal statünün eğitimve başarım sürecinde belirleyici ve sadece göçmenler için değil, ayrıca göçmen olmayanlariçin de geçerliği bir durum olduğunu söyledi.

FDP Hessen fraksiyonu adına söz alan Hans Christian Mick, “eğitim çok şeydir, amaherşey değildir” sözleriyle konuşmasına başladı. Entegrasyonun eğitimden daha zor ol-duğunu, partilerinin entegrasyonu temel konu olarak gördüklerini belirten FDP milletvekili,ayırımcılığa ve ırkçılığa ilişkin sözlerinde ırkçılığın en az yabancının yaşadığı yerlerdeyoğun olarak görüldüğünü vurguladı. Bir zıtlık oluşturan bu durumun nedenlerini insan-ların yalıtık yaşamları ve insan ilişkilerinin sınırlılığı ile açıklayan Mick, Hessen’de, gelecekders yılında, 27 okulda İslam dersinin verileceğini, bu nedenle önyargıların önüne geçe-bilmeyi ve normalleşmeyi sağlamayı umduklarını sözlerine ekledi.

Sol Pari Hessen milletveki Barbara Cardenas ise konuşmasına görevlerini ve de-neyimlerini aktararak başladı. Kendisinin ayrıca pedagog ve psikolog olduğunu belirtenCardenas, çokdillilik alanında gerçekleştirilen projelerde de çalıştığını söyledi. “Benim içindil politikası, politikanın dil ile yapılmasıdır” diyen Cardenas, Türkiye’de Kürtçe, İspanya’daKatalanca gibi anadillerinin tanınmasının bir hak olduğunu ve anadilinin siyasete aletedilmemesi gerektiğini vurguladı. Almanya’da da anadili üzerinden siyaset yapıldığını,Hessen’de CDU eyalet hükümeti döneminde, Frankfurt Dietzenbach’da 3-6 yaş arası tümçocuklara ve bakıcılara çocuk yuvalarında Almanca dışındaki dillerin konuşulmasının ya-saklandığını belirten Cardenas, bu gibi yaptırımların güç gösterisi olduğunu ve dil politi-kalarıyla ilişkisinin bulunmadığını belirtti.

Goethe Üniversitesi öğretm üyesi Prof. Dr. Frank Olaf Radtke, otuz yılı aşkın birsüredir kurumların göçün çağdaş toplumların olağan bir görünümü olduğunu kabul et-meleri için çalıştığını söyledi. Göçün başlamasından bu yana geçen 50 yıl boyunca dildesteği konusunun her dönem tartışıldığına değinen Prof. Radtke, bu alanda hala dikkatealınacak bir iyileşme sağlanamadığına işaret etti. Tarihsel olarak ilkokulun Weimer Cum-huriyeti’nde eğitime hazırlayan bir kurum olarak tasarlandığını, günümüzde ise çocuklarıneğitilebilmek üzere hangi önkoşulları yerine getirmeleri gerektiğinin hareket noktasınıoluşturduğunu söyleyen Prof. Radtke, bu anlayıştan çıkan sonucun, sorumuluğu ailelereyüklemek olduğunu sözlerine ekleyerek, şöyle devam etti: “Aile böylece bir risk faktörüolarak görüldü; okulun düzenli ve sorunsuz işlemesini engelleyen bir risk ...” Alman kamuo-yunun varolan göç sorunlarını birer dil sorunu olarak görmeye eğilimli olduğuna dikkatçeken Radtke, eğitim politikaları açısından problemlerin nasıl tanımlandığı sorusunayanıt aranması gerektiğini belirterek, sorunların bir bölümünün çözülebilir olduğunu,bir diğer bölümü karşısında kimsenin sorumluluk almadığını ve birtakım sorunun da çö-zülmek istenmediğini savundu.

Page 15: Her Yer Taksim Die Gaste · Biz bir hoşgeldin kültürü yaratmak istiyoruz – bu, entegrasyon politikası göçmenlere karşı kuşku, önyargı ve is-natlarla dolu olan federal

15Die Gaste

İkidilliliği konu alan kitap ve dergilere ba-kıldığında eşik kuramıyla karşılaşmak pekuzun sürmez. Bu kuram Cummins’e daya-

nıyor ve ilkdil ile ikinci dil arasında özel birilişki olduğunu savunuyor. Eşik kuramınagöre, ilk ve ikinci dil arasında bir interdepen-denz, başka bir ifadeyle karşılıklı bağımlılıkvardır. Bunun anlamı: Çocuklar ilkdillerini iyibiliyorsa, o zaman ikinci dilde de çokluk sorunyaşanmıyor. Eşik kuramı şunu da ifade ediyor:İlkdilde iyi bir ilerleme sağlanamıyorsa, ikincidilde de sorunların başgöstermesi beklen-melidir. Kulağa mantıklı geliyor. Ama bu yanlışolabilir.

İkidillilik iyi birşey, ikidilli okullar iyi bir-şey. İkidilli ders anlayışını inceleyen bilimselyaklaşımlar iyi birşey. Buna rağmen beğenitoplamış hipotezleri arada sırada eleştirel birdeğerlendirmeye tabi tutmakta yarar var. Eşikkuramı konusunda çoğu meslektaşın sun-duğu kanıtlar şöyle bir görünüm segiliyor:Önce ilkdilde dil gelişimi incelenir. Sonra ikincidilde dil gelişimi incelenir. Ve bir bağlantı ol-duğu saptandığında, bir diğer ifadeyle örne-ğin çocuk ilkdilde büyük bir sözcük dağarcı-ğına sahipse ve ikinci dilde sözcük dağarcığıaynı biçimde geniş ise, o an bazı araştırmacılareşik kuramının geçerliliği için bir kanıt bul-duklarını düşünürler. Ya da araştırmacılar iki-dilli okullarda çocukların öğrenim gelişiminiinceleyerek şunu saptıyor: İncelenen çocuklariyi bir gelişme kaydediyor – gerek ilk gereksede ikinci dilde bir gelişme kaydediyorlar. Eşikkuramının kanıtı bu olabilir mi?

Hipotezlerin falsifikasyonu, bir diğer ifa-deyle çürütülmesi genelde kolaydır. Bu türgirişimler de anlamlıdır. Çünkü çürütülebilirlik–en azından 20. yüzyılın en önemli bilim ku-ramcılarıdan Karl Popper’e dayanarak bunubelirtmek gerekir– bilimsel yaklaşımların çe-kirdeğini oluşturur. İtiraf etmek gerekirse bi-lim kuramcılarının düşünce dünyalarını an-lamak biraz zordur. Popper’in analizine göregerçek anlamda birer kanıt sunmak olanak-sızdır. Ancak bir yaklaşımın çürütülmesi de-nenebilir. Çürütme girişimleri başarısız oldu-ğunda, bu, söz konusu yaklaşımın lehinedir.Çürütme girişimleri başarılı olduğunda , bu,yaklaşımın aleyhinedir. Buna karşın çürütmegirişiminde bulunulması olanaksız yaklaşım-lar bilimsel değildir.

Öyleyse bu tarz bir çürütme eşik hipo-tezi bağlamında nasıl yapılabilir? Eşik hipo-tezini zor durumda bırakan olgu, ilkdillerindeönemli yetersizlikler gösteren, ama ikinci dil-leri iyi gelişmiş çocukların varlığıdır. Bu du-rumda olan çocuklar tanıyor musunuz? Ör-neğin ilkdilleri Türkçeyi iyi konuşamayan, amaAlmancaları kusursuz olan çocuklar? Liseyedevam eden ikidilli çocuklar ne durumdadır.Burada ilkdil başarımları ortalama düzeydedahi olmayan en azından birkaç çocuk yokmudur? Ve her ikidilli üniversite öğrencisininilkdil bilgileri gerçekten de iyi midir?

Bochum Protestan Meslek Yüksekoku-lu’nda gerçekleştirilen küçük bir araştırma sis-tematik olarak bu öğrencileri arıyor: ilkdildekibilgiler yetersiz – ikinci dilde başarımlar iyiya da ortalama düzeyde. Bu bir yatay kesit

araştırmasıdır, bir diğer ifadeyle üç yılı kap-sayan bir zaman diliminde çocuklara eşlikedilmektedir. Biz çocuk yuvasında sözcük da-ğarcığı, okulda yazım gelişimi ve okuma ileilgileniyoruz. Çocukların sayısı henüz fazladeğil. Elimizde 71 Almanca ve 38 Rusça veAlmanca test sonucu bulunuyor. Ruhr Böl-gesi’nde, iki kentte ağırlıklı olarak Rusça-Al-manca konuşan çocukların devam ettiği ço-cuk yuvaları seçtik ve bu seçimin nedeni deiş yoğunluğunu azaltmaktı. Evet, aslında tem-sil değeri tesis eden kurallara uymak daha iyiolacaktı. Bu kurallar mevcut değil, henüz de-ğil. Bu bir pilot projedir, bir başka deyişle bualandaki ilk keşiftir. Şu an elimizde yalnızcasözcük dağarcığı testinin Rusça çevirisi bulu-nuyor. Ama henüz 2012’de okula başlayançocukların yazım gelişimi ile ilgili tahmin yü-rütmek olanaklı. Elde edilen bulgular çok çar-pıcı. Bu nedenle ilk raporu sunuyoruz.

Çocuk yuvası sonuçları: Sözcük dağarcığıtestleri gerçekten kötüydü. Sözcük dağarcığıyetersiz olan çocuklar çoğunluğu oluşturuyor.24 çocuk Almancada ortalamanın çok altındabir sonuç elde etti (Test-Sonucu < 30). 21 ço-cuk ortalama değerlere ulaşıyor (Test-Sonucu40 - 60). Test edilen çocuklardan hiçbiri orta-lamanın üstünde bir sonuca erişememiştir.Ve sorunlar kesinlikle salt ikinci dille de sınırlıdeğil. 23 çocuk Rusçada ortalamanın çok al-tında bir sözcük dağarcığına sahipler. Yalnızcaaltı çocuk ilkdillerinde ortalama bir bilgi dü-zeyine sahip. İlkdillerinde de çocukların hiç-birinin ortalamanın üstünde bir sözcük da-ğarcığı bulunmuyor. Böylece çocukların üçtebiri açısından şu geçerlidir: Almancayı iyi bil-miyorlar ve kendi anadillerine de egemen de-ğiller. Buna iki yarımdillilik deniliyor.

2012/13 eğitim yılında bu çocuklarıntoplam olarak on dördü okula kaydedildi. Eli-mizde yedi çocuğun ilk ve ikinci dilde sözcükdağarcığını konu alan testler bulunuyor. Okuldönemi sonuçları: Birinci sınıfa devam edenon dört çocuğun sekizi yazımda ortalama birgelişme gösteriyor, hatta iki çocuk ortalama-nın üstünde bir değere ulaşıyor. Bu pek defena sayılmaz. Rusça-Almanca ikidilli yedi ço-cuğa bakıldığında elde edilen bulgular dahailginç bir görünüm sergiliyor. İncelemeye tabituttuğumuz çocukların tümü, anadillerindeortalamanın çok altında bir düzeyle 2012/13eğitim yılına başlamışlardır. Ancak yedi ço-cuğun dördü daha sekiz aylık ders süresi ta-mamlanmadan yazım başarımlarında orta-lama bir sonuca ve hatta çocuklardan biriortalamanın üstünde bir değere ulaşıyor.

Pilot araştırmamızın bu ilk bulguları neanlam taşıyor? Araştırmamız ilkin nispetenpek şaşırtıcı olmayan sonuçlara varmıştır. Al-man çocuk yuvalarında sözcük dağarcığı açı-sından sorun yaşayan birçok göçmen çocuğuvar. Sorunlar ilk ve ikinci dile yönelik sorun-lardır. Bochum’da gerçekleştirilen sözcük da-ğarcığı araştırmasında da böyle bir durumsöz konusu. Ama bu araştırmada ortaya çıkangörüntü okula başladıktan sonra –nitekim et-kili bir biçimde– değişmiştir. On dört çocuk-tan yalnızca biri yazımda ortalamanın altındabir başarım göstermiştir. Böylelikle incelenen

çocukların büyük bir bölümü başarıyla okumayazmayı öğrenmişlerdir. Ve görünüşe göre budurum yalnızca sözcük dağarcığı noktasındaönemli sorunlarla okula başlayan çocuklarınilkdilleri değil, ikinci dilleri için de geçerlidir.Öte yandan ilkdillerinde sorun yaşamalarınarağmen, en azından yazımdaki gelişmele-rinde ortalama sonuçlara erişen çocuklarınsayısı birkaç kişiyle sınırlı değildir. Bu durum,aksine, 2012/13 eğitim yılına başlayan çocuk-ların büyü bir bölümü için geçerlidir.

Somut bir bakışla, bu küçük araştırmadaortaya çıkan bulgular dahi eşik hipoteziniciddi ölçüde zor durumda bırakıyor. Hipotezeuygun bulgular şöyle olacaktı: Yetersiz bir söz-cük dağarcığı – kötü okul başarımları, hemde tüm çocuklar açısından kötü başarımlar.Burada ise farklı bir görüntü var: İlkdilde ye-tersiz bir sözcük dağarcığı – ikinci dilde ye-tersiz bir sözcük dağarcığı – okulda en azın-dan ortalama düzeyde seyreden bir yazımgelişimi. Bu bulguları ender rastlanan sıradışıgörüngüler olarak, örneğin okullarda dahicebir dilsel desteğin sonucu ya da psikolojik da-yanıklılığın ender bir belirtisi olarak görmekolanaklı. Burada tanıtılan araştırma, bu türşaşırtıcı bulgulara ulaşan ilk araştırma değildir.İkidillilik araştırmacıları Silven ve Rubinov da,henüz 2010’da, çocukların ilkdildeki yetersiz-liklerine rağmen ikinci dilde iyi bir gelişmegösterebileceklerini saptayabilmişlerdir. Vebunun dışında belirtilmesi gereken: Şu anakadar eşik hipotezinin çürütülmesi nokta-sında yeterli sayıda girişimlerde bulunulma-mıştır.

Aslında araştırmalar geçen on yıllar bo-yunca başka şeylerle uğraşmıştır. Örneğin şunokta az ya da çok açık bir olgudur: Göçmençocukları çokluk ilkdil gelişimi bakımındangeride kalıyor. Ve göçmen çocukları çoklukikinci dil gelişimi bakımından da geride kalı-yor. Burada önemli bağlantılar olması şaşırtıcıdeğil. Ama şu ekleme yapılmalıdır: Göçmençocukları genellikle yoksul ve eğitimsiz aile-lerden geliyor; yetersiz öğrenciler de genel-likle yoksul ve eğitimsiz ailelerden geliyor.Böylece geçerli olan durumda, ikidillilik araş-tırmalarının ortaya koyduğu bulgular eşik hi-poteziyle (henüz) uyumludur. Ama yoksullukhipotezi de varolan görüntüyü anlaşılır bi-çimde açıklıyor. Peki belirleyici olan ya ikidil-lilik değil de yoksulluksa?

Eğer anadilindeki kötü bilgi düzeyi, ço-ğunluk dilinde öğrenimin iyi bir gelişim gös-termesini zorunlu olarak dışlamıyorsa, o za-man bu eşik hipotezi savunucuları açısındangerçi kötü bir haber olacaktır. Ama ikidilli öğ-rencileri bulunan ve hiç ya da yeterince ikidilliolanak sunamayan okullar açısından kötü birhaber değildir bu. Şu ana kadar yeterli ilkdilbilgisi olmayan çocuklar hakkında, belki dealın yazısına dayanan birtakım düşünceninoluşmasına neden varken, şimdi şunun ipuç-ları beliriyor: İkidilli destek programları içinyeterli kaynak bulunmasa dahi, bu çocuklariçin savaşmaya değer. İlkdilde yalnızca sınırlıilerlemeler kaydeden bir kimse için ikinci dilkesinlikle ve her daim erişilmez olmak zo-runda değildir.

Bochum Protestan Meslek Yüksekokulu Elisa KÖRSGEN-Prof Dr. Johannes MAND

Eşik Hipotezi Zor Durumda mı?

Göçmen çocuklarıçokluk ilkdil gelişimibakımından geride ka-lıyor. Ve göçmen ço-cukları çokluk ikinci dilgelişimi bakımından dageride kalıyor. Buradaönemli bağlantılar ol-ması şaşırtıcı değil.Ama şu ekleme yapıl-malıdır: Göçmen ço-cukları genellikle yok-sul ve eğitimsizailelerden geliyor; ye-tersiz öğrenciler de ge-nellikle yoksul ve eği-timsiz ailelerdengeliyor. Böylece geçerliolan durumda, ikidillilikaraştırmalarının ortayakoyduğu bulgular eşikhipoteziyle (henüz)uyumludur. Ama yok-sulluk hipotezi de varo-lan görüntüyü anlaşılırbiçimde açıklıyor. Pekibelirleyici olan ya ikidil-lilik değil de yoksul-luksa?

Çeviri Die Gaste

Page 16: Her Yer Taksim Die Gaste · Biz bir hoşgeldin kültürü yaratmak istiyoruz – bu, entegrasyon politikası göçmenlere karşı kuşku, önyargı ve is-natlarla dolu olan federal

Die Gaste16

HER YER TAKSİM...

HER YER DİRENİŞ