hadislerlehayatinsirri.net/belgeler/Sefaat_nedir_mumsema.com.pdf · 2017-03-29 · ð í....
Transcript of hadislerlehayatinsirri.net/belgeler/Sefaat_nedir_mumsema.com.pdf · 2017-03-29 · ð í....
Şefaat hakkında çok büyük oranda bu yazıdakilere inanılıyor. Ben şefaati red etmiyorum ama
ölçüsünün bu yazıdaki gibi olmadığını biliyorum. Bu yazıyı okurken aklıma gelen ayetlerle ve
hadislerle notlar düştüm
http://www.mumsema.com/vaaz-ve-sohbet-konulari/19835-sefaat-nedir-kac-turludur-sefaat-
konulu-vaaz.html
Şefaat nedir, kaç türlüdür? (şefaat konulu vaaz) Mumsema.com Şefaat nedir, kaç türlüdür,
nerelerde kimler tarafından yapılacaktır?
Şefaat kelime olarak; birinden, başkası adına bir ricada bulunma, kusurlarının bağışlanmasını dileme,
bir suçlu veya ihtiyaç sahibinin af ve iyiliğe kavuşması için diğeri tarafından vâsıtalık etme, kayırma,
iltimas ve yardım isteme mânâlarına gelmektedir.
İslâmî ilimler ıstılâhında ise şefâat, buna ehil olan bir zâtın, Allah Teâlâ’dan, günahkâr bir mü’minin
affını niyaz etmesi demektir. Buna ehil olan bir zat ne demek? Bu ehil zatlar Allah’tan daha mı
merhametliler ki Allah’ın afetmediğini rica ile affettiriyorlar?
Ehl-i Sünnet inancına göre, büyük günah sahipleri hakkında peygamberlerin (aleyhimüsselâm) ve
hayırlı mü’minlerin şefaatta bulunma selahiyetleri/yetkileri vardır. Bu husus meşhur hadislerle
sabittir. (1) Ehli sünnete göre var ama kurana göre bunun ölçüsü nedir? Yani şunu mu demek
istiyorlar, din günü gühahları sebebiyle cennete giremeyecek cehenneme gidecek bir müslümanı
birileri Allah’ın “cehenneme gidecek” kararından vaz geçirecek kişiler olacak, bunlar Allah’a aracılık
yapıp cehennemliklerin cennete gitmelerini sağlayacak. O zaman günahkar müminle takva sahibi
müminin farkı nasıl ayrılacak? Takva sahibi muttakilerle gühahkarların farkı olmayacaksa ve madem
peygambetimiz bizi Allah’ın cehnneme göndermesinden kurtaracak o zaman hepimiz hem namaz
kılalım hem günah işleyelim, ne diye kurana uymaya gayret ediyoruz ki. Bakara suresinin bu
ayetlerinde “kurtuluşa erenler işte onlardır” ifadesinin ne anlamı kalıyor o zaman?
Bakara
1. Elif, Lâm, Mim.
2. İŞTE BU KİTAP içinde şüphelenecek/çelişkili hiçbir şey yoktur.
Takva sahipleri (Allah’a karşı gelmekten sakınanlar) için,
bir yol göstericidir.
3. Onlar ki; gayba inanırlar ve namazı da gereği gibi kılarlar
ve
rızık olarak ellerinde bulunanlardan da harcarlar.
4. Ve o kimseler ki; sana indirilen gerçeklere inanırlar
ve
senden önce indirilen gerçeklere de!..
Ve onlar, sonsuz gelecek konusunda da kesin inanç sahibidirler.
5. İşte onlar Rablerinden (gelen) doğru bir yol üzeredirler
ve kurtuluşa erenler de işte onlardır.
Bir de şu ayete bak, Allah zaten büyük günahlardan kaçınanların küçük günahları affedeceğini
bildirmiş.
Nisa
31. Eğer;
size yasaklanan(günah)ların büyüklerinden kaçınırsanız,
sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi güzel bir yere koyarız.
Kur’an-ı Kerim’de de, “(Ey Muhammed!) Hem kendinin hem de mü’min erkeklerin ve mü’min
kadınların günahının bağışlanmasını dile.” (2) buyrulmuştur. Şefaati inkâr edenlere sormak lazım:
Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) mü’minler için af dilemesinin faydası olmayacaksa bu ayetin manası
nedir? Keza buyrulmuştur ki, “Artık şefaatçıların şefaati onlara (kâfirlere) fayda vermez.” (3) Bu
ayetin üslubundan ve ifade tarzından da anlaşılmaktadır ki şefaat vardır. Yani; ey kâfirler, siz öyle
kötü ve zor durumdasınız ki, herkese faydası olan şefaatin bile size yararı olmaz, denilmek
istenmiştir. (4)
Altı çizili cümle gerçekten böyle mi demek istiyor? O ayetin biraz üstünden bakarsak
Müdessir
38. HER NEFİS, kazandığı/yaptığı şeylere karşılık bir rehindir;
39. (dünyada) dürüst
ve
erdemli kalmayı başarabilenler hariç!
40. Onlar cennet bahçelerinden (cehennemliklere) sorarlar,
41. suçlulara (mücrimlere):
42. "Sizi sekara sürükleyen neydi?"
43. Dediler ki: "Namaz kılanlardan/ibadet edenlerden olmadık.
44. Yoksula da yedirmezdik.
45. Dalanlarla birlikte (boş, faydasız, zararlı işlere) dalar idik.
46. Ve hesap/karşılık/din gününü yalanlar idik.
47. Sonunda, ölüm bize (bu halde iken) gelip çattı.”
48. Artık, iddia ettikleri şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.
Bu adamlar islam davetini kabul etmemiş, dünya işleriyle oyalanmış, alay etmiş müşrikler, Sekar’a
neden girdiklerini anlatıyorlar. Bu ayetlerden üstte altı çizili çümledeki herkese faydası olacak şefaatin
sekardaki bu insanlara faydası olmayacak anlamı çıkıyor mu? Bunlar zaten müşrik ve cehennemlik.
Onlarn kafasında “bizi kutaracak şefaatçilerimiz var” inancına karşılık “sandığınız gibi şefaatçileriniz
size yardım edemeyecek” deniyor Müddessir suresi Mekke’de inmiş hatta inen 4. sure, Mekke
müşrikleri Allah’a inanıyordu değil mi?
Müminun
80. O’dur hayat veren ve öldüren!
Gece ile gündüzün değişmesi de,
O’na aittir/O’nun tabiat kanunudur.
Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?
81. Aksine, öncekilerin söylediklerinin benzerini söylediler!
82. Dediler ki: “Öldüğümüz, toprak
ve
kemik haline geldiğimiz zaman mı?!
Sahi, biz mi mutlaka yeniden diriltileceğiz?
83. Ant olsun; bize de bizden önceki atalarımıza da
aynı tehditte bulunulmuştu.
Bu, evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir!”
84. De ki: “Yeryüzü ve içinde bulunanlar kime aittir?
Eğer biliyorsanız!”
85. “Allah’a aittir” diyecekler.
De ki: “O halde, düşünüp ders almıyor musunuz?”
86. Yine de ki:
“O yedi göğün Rabbi ve büyük Arş’ın Rabbi kimdir?”
87. “Allah’tır!” diyecekler.
O halde, de ki: “Peki korunup sakınmayacak mısınız?”
88. Şunu da sor: “Herşeyin mülk ve idaresi elinde olan,
koruyup kollayan
ve
kendisi korunmaya muhtaç olmayan kimdir?
Eğer biliyorsanız!..”
89. “Allah’tır!” diyecekler.
De ki:
“O halde, nasıl aldatılıyorsunuz?”
90. DOĞRUSU, Biz onlara gerçeği getirdik.
Onlar ise, şüphesiz yalancıdırlar.
Bu insanlar Allah’a inandığı halde Allah’ın emir ve yasaklarını tutmuyordu. Allah’a inanıp putlarının
Allah katında şefaatçileri olduğınu iddia ediyorlardı.
Zümer
43. Yoksa Allah’tan başka birtakım aracılar/şefaatçiler mi edindiler?
De ki: “Onlar hiçbir şeye sahip olamayan
ve
aklını kullanamayan varlıklar olsalar da mı?”
44. De ki: “Bütün şefaat (aracılara ihtiyacı olmayan) Allah’ındır.
Göklerin ve yeryüzünün egemenliği/mülkü/krallığı O’nundur.
Sonra O’nun katına döndürülürsünüz.”
Şimdi buradan 48. Artık, iddia ettikleri şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez ayetinden bu yazıyı
yazanın dediği gibi ey kâfirler, siz öyle kötü ve zor durumdasınız ki, herkese faydası olan şefaatin
bile size yararı olmaz, denilmek mi istenmiş yoksa müşriklerin iddia ettiği şefaatçıların Allah katında
hiçbir şey yapamayacağı mı söylenmiş?
Müddessir
48. Artık, iddia ettikleri şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.
İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe (rh.) hazretlerinin ifadeleriyle, başta Resûlüllah Efendimiz olmak üzere
bütün peygamberlerin (aleyhi ve aleyhimü’s-salavâtü ve’t-teslîmât ve alâ Nebiyyinâ hâssa) ve
Allâh’ın izniyle sâlih kulların, evliyâullâhın (k.esrârahüm), şehitlerin bazı günahkâr mü’minlere,
cezayı hak eden büyük günah sahibi kişilere şefâat edecekleri haktır, âyet ve hadislerle sâbittir. Bu
görüş, hiç şüphesiz Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat mensuplarının görüşünü temsil etmektedir. Şefaatın hak
olduğu ayet ve hadislerle sabittir demiş. Ayetleri yukarıdaki gibi mi açıklıyor acaba?
Mü’minler, günahlarının affı, makamlarının-rütbelerinin, derece ve mevkilerinin yükselmesi ve
daha bazı iyilik ve güzellikler için peygamberlerinden, Allah dostlarından, hayırlı ve sâlih zâtlardan
şefaat talep edebilirler. Ancak müşrikler-kâfirler ve şefaati inkâr edenler için şefaat bahis mevzuu
değildir. Kur’ân-ı Kerim’de buyrulmuştur ki, ’Onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez. Böyle iken
bunlara ne oluyor ki, âdeta arslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibi hâlâ nasihatten-öğütten yüz
çeviriyorlar?’(5) Altı çizili cümle eğer doğruysa kuranın, kurana uyanın ne anlamı var. Ben bir evliya
bulup Allah’tan günahlarımın affını isteteceksem benim bu kurana uymuş olmam ne ifade eder?
“Nasihatten yüz çeviriyorlar” ayeti üstteki surenin devamı, yani sekara girenler neden girdiklerini
anlatıkları bölümün devamı.
49. ONLARA ne oluyor ki, öğütten yüz çeviriyorlar?!..
50. Sanki onlar ürkmüş yaban eşekleri gibidirler,
51. aslandan kaçan!
52. Bilakis,
onlardan her biri kendisine açılmış sahifeler verilmesini ister.
53. Hayır hayır! Onlar ahiretten korkmuyorlar.
54. Hayır hayır! O, elbette bir öğüttür/ikazdır/uyarıdır!
55. Artık dileyen kimse düşünüp ondan öğüt alır.
56. Allah insanlara özgürlük vermeyi dilemeseydi.
düşünüp ders alamazlardı/öğüt almayı bile dileyemezlerdi.
Korkulmaya ehil/layık olan O’dur.
Ve affetmeye layık/ehil olan da O’dur.
Şunu mu demek istiyorlar, “ahirette şefaat var ama sizin putlar değil bizim evliyalar şefaat edecek siz
bu öğütten arslandan ürkmüş yaban eşekleri gibi kaçıyorsunuz.”
Bu mevzûda İmâm-ı Rabbânî (k.s.) hazretleri ise şu açıklamalarda bulunur:
’Sâlih ve hayırlı zâtların; Allah Teâlâ’nın izni ile kıyâmet günü, âsîler ve günahkârlar hakkında şefaat
etmeleri haktır, gerçektir. Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) bu mânâda şöyle buyurdu:
‘Şefâatim, ümmetimden büyük günah sahipleri içindir.’(6)
Hz. Cabir’in (r.a.) naklettiği bu hadis-i şerifi rivayet eden Tirmizî şu ziyadeyi kaydeder: “Büyük günah
sahibi olmayanın şefaate ne ihtiyacı var!”
Kısacası bu mübarek sözleriyle Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), büyük günah işlemeleri sebebiyle azap
görmeleri gereken kimselerin, şefaat sayesinde cehenneme girmekten kurtulacaklarını… Zerre miktarı
da olsa iman sahibi bulunanlardan, günahları dolayısıyla cehenneme girmiş olanların da yine şefaat
vesilesiyle oradan çıkacaklarını ifade etmektedir. Bu meşhur bir hadistir, hatta bu mevzudaki hadisler
mana yönünden mütevatirdir. (7) Tîbî rahımehullah ise bu hadisi, ‘Helâk olanları kurtaracak
şefaatim, büyük günah işleyenlere mahsustur’ diye anlamıştır. Bu hadisin ne demek olduğu
derslerde var. Sanıldığı gibi peygamberimizin cehennemden insanları çıkarması anlamına gelmiyor.
Bunu bu anlamda alırsak çok yanlış sonuçlar çıkar ortaya, büyük günahı Allah affetmiyor, Allah küçüğü
affediyor, peygamber büyükleri affettiriyor olur. O zamanda peygamber Allah’tan daha merhametli,
şevkatli hatta güçlü olmuş oluyor. Bu durumda ne kuranın uyarıcı, müjdeci, korkutucu olarak
gelmesinin bir anlamı var ne kurana uymanın bir anlamı. Kuranın indirilmesi ile ilgili birkaç ayet aldım.
Meryem
97. ONU (Kur’an’ı) senin lisanınla indirerek kolaylaştırdık,
sakınanları onunla müjdelemen
ve
inatçı bir kavmi uyarman için...
Zümer
1. BU kitabın indirilmesi;
üstün/çok güçlü,
hâkim olan/doğru karar veren Allah tarafındandır.
2. Şüphesiz Biz sana, gerçekleri haber veren kitabı indirdik.
Öyleyse (başkalarına değil, yalnız) Allah’a kul ol,
dini yalnız Allah’tan (Kur’an’dan) öğren!
23. Allah kitabını/Kur’an’ını en güzel kelamla/sözün en güzeliyle,
ikişerli (olumlusu olumsuzuyla) örnekler vererek indirdi.
Rablerinden korkan kişiler
(onu ve anlamını okuyorlarken onun etkisinde kalırlar),
ondan derileri ürperir!
Sonra derileri ve kalpleri Allah’ın zikri (Kur’an) ile huzur bulur.
İşte bu, Allah’ın yol göstermesidir!
Onunla,
dileyen (doğru yola gelmek isteyen) kimseyi doğru yola iletir.
Allah; sapıklığı seçip (o yönde) birşeyler yapanı da,
sapkınlığında bırakır.
Artık onun doğru yolu gösteren bir kılavuzu yoktur.
27. İŞTE BİZ, ant olsun ki, insanlar için;
bu Kur’an’ın içinde her türlü misali verdik.
Düşünüp ibret alsınlar, diye.
28. Arapça (anladıkları dilde) bir Kur’an olarak.
Eğrisi büğrüsü olmayan çelişkisiz (bir Kur’an!)
Umulur ki, korunup sakınırlar!
41. ŞÜPHESİZ Biz kitabı sana,
insanlar için hak ile/gerçekleri bildiren olarak indirdik.
Artık, kim doğru yolu seçerse, kendi lehinedir!
Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapmış olur!
Sen onların üzerinde bir vekil/onlardan sorumlu değilsin.
Bu ayetler açık değil mi, isteyen ders alsın, öğütleri dinlesin ve bu kitaba uysun doğru yolu bulsun
istemeyen neye inanıyorsa onu yapsın deniyor. Peygamberimiz için Sen onların üzerinde bir
vekil/onlardan sorumlu değilsin deniyor. Peygamberimiz dünyada bizden sorumlu değilse günahkar
olarak döndüğümüz zaman nasıl bizden sorumlu olacak? Peygamber sorumlu olamayacaksa evliya
denen insanlar nasıl sorumlu olur? Allah hem üzerlerine vekil değilsin deyip hem ahirette küçük
günahları bağışlayacağı bildirdikten sonra peygamber nasıl yukarıdaki hadisin açıklamasında ki gibi
büyük günahları bağışlatacak?
***
KAÇ TÜRLÜ ŞEFAAT VARDIR?
Şefaat mevzuunu kısaca beş kısımda toparlayabiliriz.
1. Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) zâtına mahsus olan şefâattir… Şefâatin en büyüğü ve en önemlisi
de budur; şefât-i uzmâ . Kuranda peygamberimize bizzat günahkar kullar için şefaatçi olacaksın gibi
bir ifade var mı? Yoksa gerçek şefaatin ölçüsü nedir?
2. Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) hayatta iken mü’minler için Allah katında şefaatçi olması… Bu nasıl
olabilir? Yaşadığı dönem bazı kişilerin günahlarını af mı ettirmiş?
3. Diğer peygamberlerin, velîlerin, sâlihlerin, şehitlerin vs. şefâat etmeye izinli olanların şefâatleri.
Bu izni kim veriyor? Madem bu sayılanlar şefaat ediyor Allah ne diye kuranı indirdi? Kuranın müjdeci
uyarıcı olmasının ne anlamı var? Sayılan bütün bu insanlar Allah’tan daha merhametli olmuyor mu?
Allah’ı nasıl bir konuma koyuyorlar farkında değiller.
4. Mü’minin kendi güzel amellerinin icabı-iktizası olan şefâat . Yani işlediği iyi amelleri kendisi için
şefaatçi kılması… Buna Allah’ın affı desek daha doğru olmaz mı? Bu iki ayet onu göstermez mi?
Nisa
31. Eğer;
size yasaklanan(günah)ların büyüklerinden kaçınırsanız,
sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi güzel bir yere koyarız.
48. ŞÜPHESİZ Allah,
kendisine ortak/şirk koşulmasını asla bağışlamaz.
Bunun dışında kalan(günah)ları ise,
dilediği (bağışlanmayı hak eden) kimseler için bağışlar.
Allah’a şirk koşan kimse,
şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.
5. Bir mü’minin, diğer bir mü’minin iyiliği için dua etmesi ki, bu da bir nevi şefaattir. Dua ile insanları
cennete sokmak, insanlar üstüne düşeni yapmasın üstüne düşeni yapanlar bunlara dua etsin,
kurtarsın öyle mi?
Mü’minlerin, bilhassa iki cihan serveri Efendimizin (s.a.v.) şefâat-i uzmâsı’ndan mahrum kalmamaya
gayret göstermeleri lâzımdır. Bunun için de sünnetlerine dört elle sırılmak gerek. Şefaat için yani
peygamberin kendisini Allah’ın azabından kurtaracağını düşünenler buna göre yaşayanlar, sünnetleri
bunun için yapanlar şirke girmiştir. Hırıstiyanlar bile Hz isa’yı böyle kurtarıcı yapmadı. Buraya kadar
okuduklarınla şu hadislere bak, bunları heryerde bulabilirsin.
“Ey Kureyş Cemaati! Ey Abdulmuttalib oğulları! Ey Haşim oğulları! Ey Zühre oğulları! Ey Amcam
Abbas! Ey Halam Safiyye!Ey Kızım Fatıma! Nefsinizi Allah’tan satın almaya çalışın; akrabam,
yeğenim, babam peygamber diye bana güvenmeyin; vallahi yarın Allah katında sizin için hiçbir şey
yapamam!”
Peygamberimizin kızı Faıma’ya şöyle söylediğini bütün kitaplar yazar.
“Kızım, sakın baban olduğum için bana güvenme. Yarın için kendine bir şeyler hazırla.”
Bunlar ortadayken, peygamberimiz kızına, akrabalarına bir şey yapamayacağını söylemişken
kendisinden belki binlerce sene fazla yaşayacak insanlara nasıl şefaat edip cehennemden kurtaracak?
Kızına yapmadığını elkızına, eloğluna yapar mı, yapabilir mi?
“MAKAM-I MAHMÛD”
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor:
‘Rasûlüllah’a (s.a.v.), “ . Rabb’inin seni, Makam- Mahmûd'a (övgüye değer bir makama)
göndereceğini ümit edebilirsin.’ (8) ayetinde zikredilen ‘Makam-ı Mahmûd’dan sual edildi.
Rasûlüllah (s.a.v.), ‘Bu sefaat'tir’ diye cevap verdi.” (9)
İbn Ömer’den (r.anhüma) gelen rivayetse şöyledir: "Rasûlüllah (s.a.v.) buyurdular ki: ‘İnsanlar
kıyamet günü cemaatler halinde olacaklar. Her ümmet kendi peygamberini takip edip, ‘Ey falan!
Bize sefaat et, ey falan bize sefaat et!’ diyecekler. Sonunda sefaat etme işi bana kalacak. İste
Makam-ı Mahmûd budur." (10)
Hasılı ‘Makam-ı Mahmûd’dan murad cumhura/ekseriyete/çoğunluğa göre, Sevgili Peygamberimizin
(s.a.v.) kıyamet gününde sahip olacağı şefaat makamıdır. Orada öncekiler de sonrakiler de kendisine
minnettar olacaklar, yani herkes kendisini manevi bakımdan ona borçlu hissedecektir.
Yahut da Celâleyn, Medârik, Beyzâvi, Râzi tefsirlerinde anlatıldığı üzere ‘Makam-ı Mahmûd’, Sevgili
Peygamberimize (s.a.v.) ‘Livâü’l-hamd’ denilen sancağın verileceği makamdır.
İmam Ahmed’in, İbn Mes’ud’dan (r.a.) rivayet ettiği hadis-i şerif şöyledir:
"Rasûlüllah’a (s.a.v.), ‘Makam-ı Mahmûd’ nedir? diye sorulmuştu. Buyurdu ki: ‘Cenab-ı Hakk’ın
kürsüsünden ineceği gündür.’ Resûl-i Ekrem (s.a.v.), o gün herkesin çırılçıplak, yalın-ayak
getirileceğini, evvela İbrahim aleyhisselama, sonra da kendisine cennet elbiseleri giydirileceğini
açıkladıktan sonra sözlerine şunu ilave etmiştir: ‘Sonra Allah’ın sağında bir makamda dikileceğim
de, orada bana evvelîn ve ahirîn (öncekiler ve sonrakiler) hep imrenecek". İmam Vahidî bu hadisin,
Allah’a cisim isnat etmek esasına dayandığı için fasit olduğunu birçok delillerle isbata çalışmışsa da,
buna karşı Dâri Kutnî şu mısralarıyla cevap vermiştir:
‘Hadîsü’ş-şefaati an Ahmede ilâ Ahmede’l-Mustafâ nüsnidühû
Ve câe’l-hadîsü bi-ık’aadihî ale’l-Arşi eyzan velâ nechadühû.’
Bahsettikleri şefaat hadisi diye geçiyor. Bu hadis tutarsızlık dolu mesela konu mahşer meydanında
başlıyor, güahkarlar peygamber peygamber geziyor bize yardım et diyor, her peygamber bir mazerek
gösterip başkasına gidin diyor en son peygamberimize geliyorlar, dua ediyor Allah “söyle isteğin kabul
edilecek” diyor peygamberimiz de “ümmetim” diyor ve insanları cehennemden çıkartıyor. Fark
ettiysen hadisin başında herkes mahşer meydanındaydı Allah’ın sorusundan sonra herkes
cehennemde oldu, peygamber cehennemden çıkarttı. Sitede bu hadisi görebilirsin. Bütün bu olayı
makamı mahmut’a erişince yapacağı söyleniyor. Arapça biliyorsan makamı mahmut elif lam’lı değil
bunun ingilizce karşılığı “the” makamı mahmut değil, yani belirlenmiş bir makam değil. Dolayısıyla
böyle bir makam önceden vaad edilmiş değil, makamı mahmut nedir sitede açıklaması var.
Şu demek: Şefaat hadisini İmam ahmed b. Hanbel’den ta Ahmed Mustafa’ya (s.a.v.) isnat
(senetleriyle isbat) ediyoruz. Onun yalnız Allah’ın sağında dikileceği hakkında değil, Arş üzerinde
oturtulacağına dair de hadis varit olmuştur. Bunu inkâr etmiyoruz ya.’
Bu ve benzerleri müteşabihattandır, bunlar hakkında alimler iki kısma ayrılmışlardır:
1. Allah’ın noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu kesin ifadeyle birlikte, onlara olduğu gibi iman ve
te’vilini Cenab-ı Hakk’a havale edenler ki, bunlar Selef ve Mütekaddimîn alimleridir.
2. Onları münasip şekilde te’vil edenler… Bunlar da Müteahhirîn alimleridir.
İkinci kısım alimler mesela, Buhari’de Ebu Hüreyre’den (r.a.) rivayet olunan "Gecenin son üçte biri
kaldığı zaman Allah dönya göğüne iner." mealindeki hadiste görülen ‘iner’ kelimesine, ‘Allah’ın emri
iner’, ‘Kürsi’ye de ‘Allah’ın ilmi’ ve saire gibi te’villi manalar vermişlerdir.
Şu hususlarda, sapkın fırkalar hariç olmak üzere, bütün Ehl-i Sünnet ittifak halindedir:
‘Allah cisim değildir. Cevher değildir. Araz değildir. Şekil ve suret sahibi değildir. Mahdut (sınırlı)
değildir. Ma’dud (sayılı) değildir. Ba’z (kısım) değildir. Cüz’ (parça) değildir. Zaman ve mekânla
mukayyet/kayıtlı değildir.’ Bunlara ‘Selbî sıfatlar’ denir. (11)
***
“EVET, EY RABBİM! RÂZI OLDUM”
Elmalılının tefsirine bir şey yazamam haddimi aşmış olurum.
Elmalılı merhum, Duhâ suresinin “Pek yakında Rabbin sana verecek de sen hoşnut olacaksın” (12)
ayet-i kerimesinin tefsirinde der ki:
“Bu lütuf ve ihsanın muzari (gelecek zaman) kipiyle ifade edilmesine göre kemal ve ahiretle ilgili
değerli bir vaad olduğunda şüphe yoksa da, başlangıcı itibariyle dünyadaki nefsi feyizler, öncekilerin
ve sonrakilerin ilimlerini bilme, emrin zuhuru, fetihler ile dini yüceltmek, hak ve hayrı yaymak için
yapılan mücadelelerde başarılı olma gibi gerek Peygamber (s.a.v) devrinde (asr-ı saadette) ve gerek
daha sonraları meydana gelen ve gelecek olan lütufları dahi kapsar. Nitekim hicretle başlayan ilâhî
yardım ve zaferler, Mekke'nin fethi ve diğer başarılar ile İslâm'ın yayılması bundan sonra olmuştur.
Bununla beraber ‘Ahiret yurdu işte gerçek hayat odur.’ (13) ‘Ahiret yurdu, Allah'tan korkanlar için
daha hayırlıdır.’ (14) ‘Kıyamet günü, yaptıklarınızın karşılığı ödenecek.’ (15) olduğu için asıl
hoşnutluk ahiret hayatında olacağından, vaad ve lütfun asıl önemi de oradadır.
“İbn Ebu Hatim Hasen'in ‘o şefaattir’ dediğini rivayet etmiştir. İbn Merduye ve Ebu Nuaym ‘Hilye’de
Harb b. Şüreyh'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Ebu Cafer Muhammed b. Ali Hüseyin hazretlerine,
‘Ne dersin, dedim, Iraklı'ların bahsettikleri şefaat hakları mıdır?’ ‘Evet’ dedi ve şöyle devam etti:
Muhammed b. Hanefiyye'nin Hz. Ali kanalıyla bana naklettiğine göre Rasûlüllah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur:
“Ben, Rabb'im bana ‘Razı oldun mu Ey Muhammed?’ deyinceye kadar ümmetime şefaat edeceğim.
O vakit, ‘Evet, ey Rabbim! Razı oldum.’ diyeceğim. Sonra bana yönelip şöyle dedi:
- Ey Iraklılar! Siz Allah'ın kitabında en ümit verici âyet, ‘De ki: Ey günah işlemekte haddi aşarak
nefislerine karşı cinayet işlemiş kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Kuşkusuz Allah
bütün günahları bağışlayıcıdır.’ (16) âyeti dersiniz.
- ‘Evet, biz öyle deriz’ dedim.
- ‘Fakat, dedi, biz Ehl-i beyt de hep deriz ki, Allah'ın kitabında en ümit verici âyet, ‘Rabb'in sana, sen
razı oluncaya kadar verecek.’ âyetidir ve o şefaattir’ dedi.
“İbn Cerir İbn Abbas'ın (r.anhüma) bu âyet hakkında şöyle dediğini tesbit etmiştir: ‘Muhammed’in
(s.a.v.) rızasından birisi de Ehl-i Beyt'inden birinin ateşe girmemesidir.’
“Hatib el-Bağdadî'nin ‘Telhîsu'l-Müteşabih’ adlı eserinde, İbn Abbas'tan gelen diğer bir rivayette,
‘Onun rızası, ümmetinin hepsinin cennete girmesidir.’ denilmektedir. Sevgili Peygamberimizin
(s.a.v.) ümmetine karşı duyduğu büyük şefkat de bunu gerektirmektedir. Çünkü o ümmetinin üzerine
titremekte olup müminlere karşı son derece merhametli ve şefkatlidir.
“Alûsî'de ‘Dürr-i Mensur’dan naklen zikredildiği üzere Müslim, İbn Ömer hazretlerinin şöyle rivayet
ettiğini tesbit etmiştir:
“Rasûlüllah (s.a.v.) İbrahim (a.s.) hakkındaki ‘Kim benim peşimden gelirse o bendendir.’ (17) İsa
(a.s.) hakkındaki ‘Onlara azap edersen, kuşku yok ki onlar senin kullarındır .’ (18) âyetlerini okudu.
İki elini kaldırdı da, ‘Allah'ım! Ümmetim, Ümmetim!’ dedi ve ağladı. Allah Teala da şöyle buyurdu: ‘Ey
Cebrail! Git Muhammed'e söyle: Biz seni ümmetin hakkında razı edeceğiz ve seni
utandırmayacağız.’
“Bu güzel vaad ve müjdeyi dinlerken şunu da unutmamak gerekir ki peygamberin rızası Allah'ın
rızasındadır. Allah'ın rızası olmayan bir şeye peygamberin razı olması düşünülemez. Yoksa
peygamber, Allah'ın kendisinden razı olduğu kul olmamış olur.
“Allah'ın izni olmayınca da kimsenin şefaat etmesine ihtimal yoktur. ‘Allah'ın izni olmadan onun
huzurunda kim şefaat edebilir? ’ (19)
“Allah’ın küfre rızası yoktur. ‘Kulları hesabına küfre razı olmaz.’ (20) ‘Lakin Allah size imanı sevdirdi
ve onu kalbinizde süsledi. İnkârı, fasıklığı ve isyanı size kötü gösterdi. İşte onlar hak yolda dosdoğru
gidenlerdir.’ (21)
“Peygamberin ümmeti hakkındaki rızası ve şefaatı da iman ve onun peşinden gitmekle uygundur.
‘Benim şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenleredir.’ hadisi de, büyük günahlara teşvik için
değil, ‘Ümmetî’ yani ‘benim ümmetim’ denilmekle iman eden ve onun peşinden gidenlerden olmanın
kıymetini tesbit içindir.
“Bu büyük günahlara Allah'ı inkâr dahil değildir. Gerçi Hz. Muhammed’e (s.a.v.) verilen lûtfun
faydalarından, dünyada kâfirlerin dahi istifade ettiğinde kuşku yoksa da, bu istifade iman
bulunmadıkça dünyada kalır. Ahiret içinse büyük zarar ve korkunç azap olur.
“Buna karşı, ‘Madem ki Allah, razı oluncaya kadar Peygamber'e lütufta bulunacağını vaad etmiştir. Bu
vaadi alan peygamber, mümin ve kâfir bir bütün olarak herkes hakkında bir ‘genel af’ ilanını istemeli
ve cehennemi tamamiyle kapattırmadan razı olmamalıydı. Muhammed’in (s.a.v) yaratılmışlara
gösterdiği musamaha ve şefkat bunu gerektirirdi.’ demeye kadar gitmemeli, bu şekilde küfrü, zulmü,
şirk ve kötülükleri, fasıklık ve isyanı desteklemek; ilâhî adaleti çalıştırmamak, hürriyet, merhamet ve
şefkati kötüye kullanmakla iyi şeyleri kötü şeylere feda etmeyi insanlık ve halk n----- hayır sanmamalı,
Allah'ın rızasını kötülere yöneltmekle ahiretin mutluluk ve safasını dünya gibi bulandırmamalıdır.
Bunlara ne Allah razı olur, ne de kul. Allah Teala, kulları hesabına fasıklık, küfür ve isyana razı olmadığı
halde peygamberde bunun aksine bir izin ve rıza bulunduğunu varsaymak onu ‘rıza makamı’ndan
düşürmeye kalkışmak olur.
“O gün ruh ve melekler saf saf kıyama duracaklar. Rahmân olan Allah'ın izin verdiklerinden başkası
bir kelime söyleyemez. O da doğruyu söyler.’ (22) âyeti gereğince hak ve doğru söylemeyenlerin
Rahmân'ın huzurunda konuşmaya hak ve selahiyetleri yoktur.
“Bununla beraber, ‘De ki: Ey günah işlemekte haddi aşarak nefislerine karşı suç işlemiş kullarım!
Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Kuşkusuz Allah bütün günahları bağışlayıcıdır. O çok
bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.’ (23) âyet-i kerimesi, mümkün olan genel affın en genişini ilan
etmiştir.
“Kuşku yok ki ‘bütün günahlar’ sözü, küfür ve şirki de içine alır. Fakat gafil olmamak gerekir ki; bu
genel af âyeti, arkasındaki onun için ümit kesmeyin de, ‘Rabb'inizin rahmetine sığının ve ona teslim
olun.’ (24) hitabıyla Allah'a sığınma ve teslim olmaya yani Allah'a dönmek ve onun merhamet ve
himayesine sığınmak suretiyle imana ve boyun eğmeye davet içindir.
“Geçmişteki günahlarının büyüklüğünden dolayı asla affedilip bağışlanamaz zanniyle ümitsizliğe
düşenlerin, Allah'a sığınıp teslim olarak bağışlanmaya erebileceklerini… yani ‘İslâm daha önce olanları
keser atar’ yeni doğmuş gibi tertemiz eder olduğunu ilan ederek, iman ve İslâm'a ve günahlardan
tevbeye teşviktir. Yoksa günahlara ve kötülüklere teşvik için değildir.
“Allah ve peygamber tanımayan, ilâhî rahmet ve mağfiretle ilgisi olmayan, azabı görünceye kadar
bunları arayıp bulma yolunda bir tevbe ve sığınma adımı atmayan, küfürde israr eden inatçı
azgınların, o genel aftan ne hisseleri olabilir ki, Peygamber (s.a.v.) onu istesin! Allah'ın onlar için
hazırladığı ve onların kendi elleriyle, kazançlarıyla körükledikleri cehennem ateşinin söndürülmesine
Allah ve Peygamber razı olsun!
“Bunlar hakkında bir önceki sûrede ‘Her kim cimrilik eder, kendini ihtiyacı yok sayarsa ve en güzeli
yalanlarsa, onu da en zor olana hazırlayacağız.’ (25) ve ‘Ben size bir ateş haber verdim ki,
alevlendikçe alevlenir. Ona ancak en azgın olan girer. O ki, yalanlamış ve yüz çevirmiştir.’ (26)
buyurulmuştur. Bu sûrede de ‘Senin için daha hayırlıdır’ denilerek hayrın Peygamber'e (s.a.v.) tahsis
edilmesiyle, onların, bu hayrın dışında bırakıldığına işaret edilmiştir. ‘Benim ardımdan/peşimden
gelen bendendir.’ (27) manasınca, Peygamber'in (s.a.v.) ardından giden de ondandır.
“Özetle, bu hayırlı olmada, bu Hz. Muhammed Mustafa’ya (s.a.v.) verilen lûtufta, ümmete şefaat
meselesi pek önemli bir asıldır. Bundan ümmetin hissesi de peygambere (s.a.v.) uymasıyla uygunluk
arzetmektedir.” (28)
NERELERDE ŞEFAAT OLACAK?
Mahşerde, arasatta, sıratta şefâat olduğu gibi, cehennemden çıkıp cennete girmek, hatta cennette
derecelerin-mertebelerin, makam ve mevkilerin yükselmesi ve Allâh’ın cemâlini görebilmek için de
şefâat vardır. Olay dönüp dolaşıp şefaatin ölçüsü nasıldır sorusuna geliyor. Bu yazıyı yazanın iddiası
başta peygamberimiz belli başlı insanlar belli yerlerde cehenneme gidecek insanları cennete aldıracak
diyorlar. Bu hadisler ne oluyor o zaman “Kızım, sakın baban olduğum için bana güvenme. Yarın için
kendine bir şeyler hazırla.”
***
Bu hadislere de uzman olmadığım için bir şey yazamam.
Dilerseniz mevzumuzu Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.), Kur’an-ı Kerim'in şefaatiyle alakalı birkaç
hadîs-i şerifi ile noktalayalım.
Ebû Üsâme el-Bahilî (r.a.), ben Resûlüllah’ı (s.a.v.) şöyle buyururken işittim demiştir:
’Kur’ân-ı Kerim’i okuyun! Çünkü Kur’an, onu okuyanlara kıyâmet günü şefâatçi olarak gelecektir.
Zehraveyn’i (Bakara ve Âl-i İmrân sûreleri) okuyun; zira onlar, kıyâmet gününde iki bulut yahut iki
gölge veya saf bağlamış iki fırka kuş gibi gelecek ve okuyucularını müdâfaa edeceklerdir. Bakara
sûresini okuyun; çünkü onu okumak berekettir, terk etmek ise pişmanlıktır. Onu(n bereketini) elde
etmeye ‘battallar (sihirbazlar)’ muktedir olamazlar.’ (29)
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllah (s.a.v.) buyurdular ki, ‘Kur'an-ı Kerim'de otuz ayetlik (şanı
yüce) bir sure vardır. Bu sure (kendisini okuyan) kimseye (kıyamet günü) şefaat eder ve Allah'ın onu
affetmesini sağlar. Bu sure Tebarekellezi bi-Yedihi'l-Mülk'dür.” (30) Ebu Davud'daki rivayette:
“(Okumak suretiyle) arkadaşlığını kazanan kimseye sure şefaat eder’” denilmiştir.
Tirmizi'de, İbn Abbas'tan (r.anhüma) gelen bir diğer rivayette, İbn Abbas Rasûlüllah’ın (s.a.v.) şöyle
dediğini belirtir: “Bu sure (kabir azabına, veya kabir azabına sebep olan gunahlara karşı) engeldir, bu
sure kurtuluş sebebidir, kişiyi kabir azabından kurtarır.’ (31) Bu rivayette Rezin’in ilavesi şöyledir:
“İbn Şihab demistir ki, ‘Humeyd İbn Abdurrahman'ın bana haber verdiğine göre, Rasûlüllah şöyle
buyurmustur: ‘Mülk suresi, kabirde, arkadaşı yerine mücadele eder (ve onu azaptan korur).”
DİPNOTLAR
(1) Taftazanî, Şerhu’l-Akaid, 53.
(2) Muhammed suresi, 19/47.
(3) Müddessir suresi, 74/48.
(4) Taftazani, a.g.e., 53.
(5) Müddessir suresi, 74/48-51.
(6) el-Mektûbat, İmâm-ı Rabbânî, 3. 17; Tirmizî, Sünen, Kıyamet, 12; İbn Mâce, Sünen,
(7) Taftazani, a.g.e., 53.
(8.) İsra suresi, 17/79.
(9) Tirmizi, Sünen, Tefsir, Isra, H. No: 3136.
(10) Buhari, Sahih, Tefsir, Benû İsrail, 11, Zekat 52.
(11) Şah Veliyyullah ed-Dihlevî Huccetullahi’l-Bâliğa Terceme ve Şerhi’nden naklen Çantay, Hasan
Basri, Kur’an-ı Hakim ve Meal-i Kerim, 2, 523, dipnot.
(12) Duhâ sûresi 93/5.
(13) Ankebut suresi, 29/64.
(14) A'râf suresi, 7/169.
(15) Âl-i İmran suresi, 3/185.
(16) Zümer suresi, 39/53.
(17) İbrahim suresi, 14/36.
(18) Mâide suresi, 5/118.
(19) Bakara suresi, 2/255.
(20) Zümer, 39/7.
(21) Hucurat suresi, 49/7.
(22) Nebe' suresi, 78/38.
(23) Zümer suresi, 39/53.
(24) Zümer suresi, 39/51.
(25) Leyl suresi, 92/8-10.
(26) Leyl suresi, 92/14-16.
(27) İbrahim suresi, 14/36.
(28) Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Kitabevi, İstanbul, yyy., 8, 5892-96
(29) Müslim, Sahîh, Müsâfirûn, 252.
(30) Ebu Davud, Sünen, Salat 327, Ramazan 10; Tirmizi, Sünen, Sevabu'l-Kur'an, 9.
(31) Tirmizi, Sünen, Sevabu'l-Kur'an 9.