Günümüzde İnsan ve İnanlar - Bölüm 5
-
Upload
oemer-durmus -
Category
Education
-
view
18.106 -
download
7
description
Transcript of Günümüzde İnsan ve İnanlar - Bölüm 5
Yeni İnsan Ve İnsanlar
Sosyal Psikolojiye Giriş
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı
Bölüm 5
TUTUM DEĞİŞİMİNE KURAMSAL YAKLAŞIMLAR
Bundan önceki bölümde tutumların ne olduğunu, özelliklerini, öğelerini, tutum – davranış ilişkilerini
ve tutumların gelişmesi ile kalıplaşmasını inceledik. Bu bölümde ise tutumlara ve özellikle tutum değişimine çeşitli kuramsal yaklaşımları
gözden geçireceğiz.
Bu kuramsal yaklaşımları gereğince anlayabilmek için tutum kavramının sosyal
psikoloji içindeki gelişmesini kısaca ele alalım.
Tutum Kavramının Gelişmesi
Genel psikoloji çerçevesinde tutum kavramının tarihçesini 19. yüzyıl sonu duygusal laboratuvar
deneylerinde görünen ön hazırlayıcı (set, aufgabe) kavramına bağlama çabaları görüyoruz. Ancak bu
kavramlar arasında bir benzerlik olsa bile bu çok genel bir düzeydedir. Bugün için geçerli olan anlamıyla, tutum
kavramı ilk defa, 1918 de basılan Thomas ve Znanieck’inin Polonya köylüsü kitabında kullanılmıştır.
Bu sosyologlar, Amerika’ya göç etmiş olan Polonya köylüsünü incelerken tutumlar üzerinde önemle
durmuşlar, hatta sosyal psikolojiyi tutum bilimi olarak tanımlamışlardır.
1.Örneklem Surveyleri ve Kamu Oyu Araştırmaları:
Tutum araştırmalarını etkileyen önemli bir gelişme, örneklem surveyi yönetiminin
geliştirilmesi ve geniş çapta kullanılmasıdır. İlk defa Gallup Kamu Oyu Araştırması 1936’da
Roosevelt’in ABD başkanlığına tekrar seçileceğinin doğru olarak tahminini yapmıştı. O
tarihten sonra özellikle politik parti tercihi ve seçim kamu oyu araştırmaları günümüze kadar gelişerek devam etmiş ve Türkiye dahil olmak
üzere birçok ülkede uygulanmıştır.
2. Küçük Grup Araştırmaları:
Kurt Lewin ve öğrencilerinin başlattığı grup dinamiği çalışmaları da; grup üyeliği olarak beliren sosyal bir etkinin tutumlarla ilişkisi
konusunda aydınlatıcı bilgi sağlamıştır (Lewin, 1951; Festinger, 1950). Laboratuvar ortamı
içinde ve gerçek hayatta doğal ve yapay gruplarla yapılan araştırmalar, bir taraftan grup olayının daha iyi anlaşılmasını sağlarken, diğer
taraftan da tutum gelişmesi ve değişmesi konularına kuramsal katkıda bulunmuşlardır.
3. Psikanalitik Kavramlaştırmalar :
1930’ların sonlarıyla 1940’larda tehlikeli bir doktrin olarak ortaya çıkan faşizm, Musevi düşmanlığı ve İkinci Dünya
Savaşı, sosyal bilimcilerin ve bu arada sosyal psikologların bu sorunlara eğilimine yol açtı. Diğer yandan da Freud'cu psikanalitik görüşler Amerikalı
psikologlar arasında yayılmaya başlamıştı. Adorno ve arkadaşları çok etraflı ve derinlemesine bir araştırmalar
dizisi ile Musevi düşmanlığı ve ayırımcı ön yargının psikanalitik açıdan temellerini incelediler(1950). Bu
çalışmalar, genellikle önyargılı vew kalıplaşmış tutumların, kişilik bütününün vazgeçilmez bir parçası
olarak, kişiyi, kendi iç çatışmasına karşı koyucu bir görev yüklendiğini öne sürmüştür.
4. Deneysel İletişim Araçları :
Tutum kuramlarına önemli katkısı olan son bir gelişme de, İkinci Dünya Savaşı yıllarında başlayıp daha sonra da etkinliğini sürdüren
etkileyici iletişim konusundaki seri laboratuvar deneyleridir. Temel olarak akademik psikoloji
kökenli olan bu araştırmacılar öğrenme ve yargı psikolojisi kavramlarını kullanarak yöntem
bakımından üstün nitelikteki deneylerle etkileyici iletişim ve tutum olayını incelemişlerdir.
Öğrenme Kuramları
Genellikle öğrenme kuramları akademik deneysel psikoloji içinde gelişmiş, tutum
değişimi konusuna uzak kalmışlardır. Bununla beraber, bundan önce belirtildiği gibi,
1940’lardan itibaren iletişim ve propaganda olayı laboratuvar deneyi yöntemiyle
incelenmeye başlamıştı. Bu araştırmalarda ilk defa öğrenme kuramlarının genel bir şekilde tutum değişiminde uygulandığını görüyoruz.
Sosyal Yargı Kuramı
Bir şeyi sevmek, sevmemek, ondan hoşlanmak, hoşlanmamak, o şey hakkında bir yargıya sahip
olmayı gerektirir. Demek ki akademik psikolojinin ilk çalışmalarından olan psikofizik deneylerde kullanılan yargı kavramı tutumlara
da uygulanabilir.
Tutarlılık Kuramları
1960’lardan itibaren en çok araştırmaya yol açan tutum değişimi kuramları genelde bilişsel kuramlardır, ama güdüleme ile de bağlantılıdırlar. Bunlar bu bölümde
inceleyeceğiz.
Bundan önceki bölümde tutumları incelerken de gördüğümüz gibi tutumlar tutarlılığa yönelirler. Bu
tutarlılık hem tutum öğeleri arasında, hem de tutumlar arasında söz konusudur. Hatta, genellikle insan
düşünüşünün ve davranışının tutarsızlıktan kaçıp tutarlı olmaya yöneldiğini söyleyebiliriz.
a) Heider’in Denge Kuramı
Heider (1946, 1958), denge kuramı özellikle kişiler arası algı çerçevesinde ve fenomenolojik bir açıdan geliştirilmiştir. Kişiler arası algı olayını en basite indirgeyen Heider, bir kişinin, bir diğer kişi ve bir tutum objesi ile ilişkilerini incelemiştir. Bu incelemede, durum söz konusu olan kişinin görüş açısından ele alınmaktadır. Yani kişinin zihninde var olduğu var sayılan durum kurama
yansıtılmaktadır, bundan dolayı kurama fenomenolojik diyoruz.
b) Rosenberg ve Abelson’un Bilişsel Dengeleme Kuramı
Rosenberg ve Abelson (1960), Heider’in (1946, 1958) denge kuramını biraz daha geliştirerek
uygulamışlardır. Bu kuramda ilişkilere ek olarak birbirleriyle ilişki halinde olan üç öğe olumlu ya da olumsuz olarak da nitelendirilmektedir. Bu
durumda, Heider’inkinde olduğu gibi kişi, diğer kişi, obje ilişkisini üçlü olarak gösterme gereği
ortadan kalkmıştır. Ayrıca öğeler, olumlu, olumsuz ve nötr bağlarla bağlı olabilirler.
c) Festinger’in Bilişsel Çelişki Kuramı
Bilişsel çelişki kuramı da bir tutarlılık kuramıdır; ancak, Festinger tarafından ilk ortaya atıldığından beri (1957) epeyi değişikliklerden geçmiştir. Bu kuramın üstünde çok çalışılmış, tartışılmış ve bu kuram çerçevesinde
yüzlerce araştırma gerçekleşmiştir. Bu bakımdan üstünde önemle durulması gerekir.
Önem X Çelişen bilgilerin sayısı
Önem X Uyuşan bilgilerin sayısıÇelişki =
1. Karar Verme Sonucu Meydana Gelen Bilişsel Çelişki :
Önceki örneklerde olduğu gibi, tutumlar ya da bilgiler arasında çelişki söz konusu olduğu zaman bilişsel çelişki
kuramının denge kuramına oldukça benzer olduğunu görüyoruz. Bilişsel çelişki kuramı da denge kuramları gibi
bir “tutarlılık” kuramı olduğundan bu normaldir. Ancak, bilişsel çelişki kuramının esas güçlü olduığu tutarsızlık
durumları biraz daha başkadır. Bu durumlarda tipik olarak verilmiş bir karar, söylenmiş bir söz, yapılmış bir tercih gibi olmuş bir davranış, ile, bu davranışa ters düşen bir tutum arasındaki tutarsızlık ön plana çıkmaktadır.
2. Davranışa Gerekçe Bulma İhtiyacı :
Bütün bu örneklerde en önemli nokta, kişinin tercihini ya da davranışını serbestçe,
zorlanmadan yapmış olduğunu düşünmesidir. Eğer kişi zorlanma sonucu bir davranışı yaptığını düşünürse, bu davranışı tutumundan farklı olsa dahi, bu farklılık bilişsel çelişki yaratmayacak ve dolayısıyla, kişinin tutumunu davranışına uyacak şekilde değişmesine gerek olmayacaktır. Çünkü
kişi burada davranışının akıllıca olduğuna kendini inandırma gereği duymayacaktır.
3. İtaat, Benimseme ve Bilişsel Çelişki :
Kişinin tutumunda ters düşen bir davranışı yeterli bir nesnel gerekçeye bağlayabilme durumunda, tutum-davranış tutarsızlığı makulleştiğinden, bilişsel çelişki
meydana gelmemekte, bundan ötürü tutum değişmesi görülmemektedir. İtaat ile uymada çok benzer bir durum söz konusudur. Şöyle ki, kişi ancak gözaltında olduğu
zaman, yani bir dış baskı, ceza ya da zorlanma hissedince uyma davranışı göstermekte ama bu
davranış, gerçekten tutumunu yansıtmamaktadır. Yani davranış-tutum farkı vardır.
Bilişsel Çelişki Evrensel midir?
Festinger bilişsel çelişki kuramını kurarken, bu çelişkinin evrensel olduğuna inanıyordu. Japon bir sosyal psikolog
olan Kashima ve arkadaşları (1992), bu çelişkinin toplulukçu kültürlerden çok bireyci kültürlerin bir özelliği
olduğunu öne sürdü. Bu sav, daha bağımsız bireyler barındıran bireyci kültürlerde, sosyal bağlamın kişileri çok
etkilemediği üzerine kuruluydu. Bu savın doğruluğunu araştırmak üzere Kashima ve arkadaşları Avusturya ve
Japonya’da üniversite öğrencileriyle bir araştırma gerçekleştirdiler. Bu araştırmanın savlarını destekleyici
sonuç elde ettiler.
Tutarlılık Kuramlarının Karşılaştırılması
Bu kısmın başında özellikle denge kuramlarını incelerken, çeşitli denge kuramlarını birbiriyle
karşılaştırmıştık. Burada bu karşılaştırmaları bir çizelge ile özetleyeceğiz. Bu çizelgeye bilişsel
çelişki kuramını de ekleyerek, incelediğimiz tüm tutarlılık kuramlarını bazı özellikleri bakımından
karşılaştıralım.
Sayısal yaklaşım; ilişkiler yada değerlendirmeler sayısallaştırılmış, tutarsızlığın derecesi gözönüne alınmıştır.
Olumsuz ilişkiler yanında ilişkisiz olma durumuda içerilmiştir
İlişki, kişi tarafından tecrübe edildiği şekilde kavramlaştırılmıştır.(fenomenolojik ele alış); (bir kişinin zihnindeki tutarsızlık söz konusudur).
Tutum objeleri arasında, sevmek sevmemek ve ait olmak olmamak ilişkisinden başka ilişkiler önerilmiştir.
İlişkilere ek olarak tutum objelerinin (ilişkiye giren objelerin) kendilerinde + yada – değerleri vardır.
Tutum değişiminden başka yollarla da tutarsızlığın giderilebileceği öngörülmüştür (çeşitli tepkilerin ön tahmini yapılabilmektedir).
Heider’in denge kuramı
Newcomb’un objektif denge kuramı
Rosenberg ve Abelson’un bilişsel dengeleme kuramı
Festinger’in bilimsel çelişki kuramı
Hayır Hayır Evet Hayır Hayır Hayır
Evet : Tutum ve hoşlanma ilişkilerinin etkileşimi
Hayır Hayır : Objektif (nesnel) Denge
Hayır Hayır Evet: Hoşlanmak, hoşlanmamak; ilişki kurmak-kurmamak
Hayır : Sadece birleştirici ve ayırıcı tutum ilişkisi
Evet : <<O>> ilişki yani iki obje arasında bağ olmaması
Evet Hayır Evet Evet: a)reddetmek
b) ayrışma tepkisi,
c) Güçlendirme tepkisi (bunların arasından en kolayı izlenir).
Evet : mantık ilişkilerinin dışında psikolojik ilişkiler
Evet Evet Evet : Ancak kesin sayısal değer değil uyuşan ve çelişen bilgilerin sayısı ve önemi bakımından daha az daha çok bilişsel çelişki olarak
Hayır Evet : yeni Uyuşan bilgi (dış neden) ekleyerek yada çelişen bilgilerin önemini azaltarak bilişsel çelişkiyi azaltmak
Tutarlılık Kuramlarının Karşılaştırılması
İşlevsel Kuramlar
Tutum gelişimine ve değişimine son bir önemli kuramsal yaklaşım da işlevseldir. Bu yaklaşımı, ilk olarak Smith,
Bruner ve White (1956) “Kişinin tutumları ne işe yarar?” sorusuyla belirlemişlerdir.
Bu ele alışa göre, kişi bir tutumu belirli bir gerekçeyle geliştirir, yani tutum onun bir gereksinmesini karşılar (Katz, 1960; Pratkanis, Breckler & Greenwald, 1979).
Dolayısıyla, bu gereksinme ortadan kalkarsa, tutuma da gerek kalmaz ya da yeni bir gereksinme söz konusu
olursa, tutumda da aynı doğrultuda bir değişme görülür.
1. Tutum Objesiyle İlgili Bilgi Sağlayıcı İşlev :
Kişinin tutumu ona tutumunun objesi hakkında bilgi sağlar. Her tutum kişi tarafından kendi deneyleri, sınama
ve yanılmaları sonucu elde edilmez; çoğu zaman tutumlar başkalarının tutumlarından öğrenilir. Böylece o tutum objesi hakkında kısa yoldan özet bilgi edinilmiş
olur. Bir önceki bölümde kalıplaşmış tutumları incelerken, bu tutumların kişi için bilgi sağlayıcı, gerçeği
tanımlayıcı işlevini ele almıştık. 3. bölümde de, uyma davranışının incelenmesinde aynı işlev üstünde durmuş ve özellikle “ benimsene” için bunun önemini belirtmiştik.
2. Kişinin Başkalarıyla Olan İyi İlişkilerini Koruma İşlevi :
Kişinin ait olduğu aile, arkadaş vb. gibi gruplar tarafından kabul edilebilmesi için o grupların değer verdiği tutumları
kabullenmesi gerekir. Bu gerçeği bundan önceki bölümlerde özellikle uyma davranışı çerçevesinde
etraflıca inceledik. Böylece kişinin tutumları, onun sosyal ilişkilerini sağlamlaştırır. Örneğin, kişinin arkadaş grubu belli bir azınlık grubuna karşı olumsuz tutuma sahipse,
kişi de bu olumsuz tutuma sahiptir. Bu tutuma ya da grup normuna, benimseme, özdeşleşme ya da itaat
mekanizmalarından birini kullanarak uyar. Böylece kişinin bu tutumu, onun değer verdiği kimseler tarafından
kabul edilmesini sağlar.
3. Dışa Atma Ya da Ego Savunma İşlevi :
Özetle bu işleve sahip bir tutum, kişinin bilinçaltı bazı sorunlarını çözümleme gereksinimlerini karşılar. Kişi, kendi egosunu kendi gözünde yükseltmek için kendinde kabullenmeyeceği
olumsuz özellikleri başkalarına atfeder.