Genç Öncüler/ Peygamber Efendimiz / 80
-
Upload
furkan-gencoglu -
Category
Documents
-
view
254 -
download
9
description
Transcript of Genç Öncüler/ Peygamber Efendimiz / 80
SahibiPINAR YAYINLARITic. ve San. Ltd. Şti. Adınaİlhan Gündoğdu
Sorumlu Yazı İşleri Müdürüİsmail Memiş
Yayın SorumlusuNihal AÇIKEL
Yayın KuruluAli Tarık PARLAKIŞIKBetül BABACANBurak KALPAKLIOĞLUFatma Büşra ÖZKANFatma Nihan DOĞANFurkan YAMANMahmut Erkam ŞAHİNMuhammed TUTKUNRumeysa Firdevs BULUTSabâhat BOYNUKALINTalha İNANÇUğur DEMİRELUsame SARIYAŞARZeynep TOPUZ
Bu Sayıya Katkıda BulunanlarAyşegül KOÇOĞLUEbrar DOĞANFatih RAZİFurkan GENÇOĞLUMahmut Yusuf MAHİTAPOĞLUMelike YURTMuhammed Yasir ÖZSOYMustafa TOLGANesibe KANUNİSerdar YILMAZVahap YAMANYusuf TALHAZeynep OLGAÇ
AdresAlay Köşkü Cad. Küçük Sk. Civan Han No:6/3Cağaloğlu - Fatih / İ[email protected]
Grafik TasarımTekin Öztürkwww.tekinozturk.com.tr
BaskıŞenyıldız MatbaacılıkGümüşsuyu Cad. No:3 Kat:1Topkapı-İstanbulTel: (212) 483 47 91
Selamun Aleyküm Arkadaşlar,
N isan ayı boyunca peygamber efendimizi anmak üzere meydan-
larda, okullarda, kültür merkezlerinde birçok etkinlik düzen-
lendi. “Kutlu Doğum Haftası” kapsamında düzenlenen bu faaliyetle-
ri tepkiyle karşılayan azımsanmayacak bir Müslüman kesim mevcut.
Kimilerimiz bu etkinlikleri İslami yaşantısı kuvvetli olmayan kişilerin
kalbinin ısınması için bir vesile olarak görüyor, kimilerimiz O’nu böyle
yoğunlaştırılmış bir şekilde anmanın İslam’ın hayatın her anını kuşatıcı
sıfatına zarar verdiğini düşünüyor. İkisi için de kesinlikle yanlış demek
mümkün değil. Yazar arkadaşlarımızın da bu konuda hemfikir olduğu
noktalar olduğu gibi görüş ayrılıkları olan noktalar da mevcut. Kendi
eleştiri süzgecinizden de geçirerek bu konuda bir duruş sahibi olmanı-
za yardımcı olacaktır inşaAllah karantina bölümündeki tüm bu yazılar.
Gündemimizde yer alan bir diğer konu da önceki sayılarda haber-
dar etmeye çalıştığımız “Elimden Gelen Elindedir” yardım hareketi. Şu
ana kadar toplanmış olan yardımlar yola çıktı, bir grup arkadaşımız da
Hatay’daki Suriyeli kardeşlerimizi ziyaret etmek üzere kamplara git-
ti. Arkadaşlarımızın buradaki gözlemlerine dair yazı ve fotoğraflardan
oluşan bölüm de Nisan sayımızda okumanızı tavsiye ettiğimiz sayfa-
lardan.
Karantina bölümünde yer alan “Yaşayan Kuran”, “Gül Yüzlülerin
Şevkine Gel”, “Aslı Dururken”, “Seni Çok Seviyoruz! Bizleri Sevgili ve
Yoldaş Kabul Et Ey Rasulümüz”, “Örnek Eş: Hz. Muhammed (sav)”,
“Hayatımız Kuran mı, Yoksa?”, “Devrimci Peygamberden Pasif Ümme-
te” başlıklı yazılarında arkadaşlarımız hem peygamber efendimizi farklı
yönleriyle incelediler, hem de kutlu doğum programlarına dair fikirle-
rini ifade ettiler. Bunlara ek olarak Peygamber Efendimiz’in hayatını
anlatan eserlerden oluşan kitabiyat bölümü de ilerleyen sayfalarda yer
almakta. Nisan sayımızın karantina bölümü kapsamında Celaleddin
Vatandaş’la da bir röportaj gerçekleştirdik. Aynı zamanda geçtiğimiz
sayılarda sizleri haberdar ettiğimiz “Apaçi Gençlik” araştırması üzerine
Dr. Ömer Miraç Yaman ile konuştuk. Bunların yanı sıra denemeler, ki-
tap tahlili ve etkinlik sayfası da istifadenize sunduğumuz diğer sayfalar.
Ve bir hatırlatma: “Elimden Gelen Elindedir” hareketi kapsamında
ilaç toplama çalışması başlatıldı. Her türlü ilaç (şurup harici açılmış
ilaçlar kabul ediliyor) ve tıbbi malzeme yardımını Araştırma ve Kültür
Vakfı’na ulaştırabilirsiniz. Buna ek olarak çocuklara kıyafet ve terlik
alınması için nakdi yardımda da bulunabilirsiniz.
Selam ve dua ile…
Nisan’13 • 1
4030
04 ÜMMET BİZİ BEKLİYORFİRDEVS BÜŞRA KALUÇ
15
Nisan 2013 • Sayı 80 • Yıl 11
Yaşayan Kur’anNESİBE KANUNİ
Örnek Eş: Hz. Muhammed (s.a.v.)
EBRAR DOĞAN
SınıraYolculuk
BÜŞRA ÖZKAN
Dr. Ömer Miraç Yaman ile
“Apaçi Gençliği”üzerine konuştuk…
Furkan GENÇOĞLU
2 • Nisan’13
18
Yaşayan Kur’an/ Nesibe Kanuni .................................................................. 4
Günümüz Sorunlarına Efendimizin Şifa Dolu Reçeteleri/ Ayşegül Koçoğlu ....... 6
Gül Yüzlülerin Şevkine Gel/ Betül Babacan ................................................... 8
Aslı Dururken/ Mustafa Tolga ....................................................................10
Seni Çok Seviyoruz! Bizleri Sevgili ve Yoldaş Kabul Et
Ey Rasulümüz/ Vahap Yaman ....................................................................12
Örnek Eş: Hz. Muhammed (sav)/ Ebrar Doğan ..............................................15
Hayatımız Kur’ân mı, Yoksa?/ Mustafa Tolga ..............................................16
Devrimci Peygamberden, Pasif Ümmete/ Zeynep Olgaç ...............................18
Kitabiyat/ Mahmut Yusuf Mahitapoğlu .....................................................19
Röportaj/ Celaleddin Vatandaş ile “Hz. Peygamber’e ve Kur’an’a Dair/ ..........22
Sınıra Yolculuk/ Büşra Özkan .....................................................................30
Şiir/ Masal/ Mevlana İdris ..........................................................................22
Müslüman Mahallesinde Satılan Salyangoz/ Yusuf Talha .............................35
Nöbetleşe Yoksulluk/ Serdar Yılmaz ............................................................38
Röportaj/ Dr. Ömer Miraç Yaman ile
“Apaçi Gençliği” üzerine konuştuk/ Furkan Gençoğlu ..................................40
Tahlil / “İnsan” Zübeyir Yetik/ Muhammed Yasir Özsoy ............................44
Kültür Sanat / Melike Yurt ...........................................46
Etkinlik/ Genç Öncüler Gençlik Hareketi Yeşil Sahalarda/ Fatih Razi ...........................................48
DEVRİMCİ PEYGAMBERDEN,PASİF ÜMMETE
ZEYNEP OLGAÇ
Nisan’13 • 3
karantinaYAŞAYAN KUR’ÂN
NESİBE KANUNİ
K ur’an-ı Kerim’i anlamak ve vahyin iniş se-
beplerini idrak etmek isteyen her kişi indiği
dönemin şartlarını ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.)
onunla nasıl muhatap olduğunu anlamalıdır. Ca-
hiliye döneminde Mekke’nin toplumsal yapısı ve
peygamberimizin (s.a.v.) bu daveti halka nasıl
tebliğ ettiği incelenmeli, örnek alınmalıdır. Yalnız,
unutulmamalıdır ki Rabbimizin (c.c.) hitapları ne
tarihselci bir şekilde o döneme bakarak anlaşıla-
bilir, ne de bugüne odaklanarak yapılan yorum-
larla açığa kavuşabilir. Yüce kitabımız zamanların
üstündedir, zamandan bağımsız düşünülmelidir.
Aradan geçen ondört asırla birlikte vahiy de-
ğişikliğe uğramasa da onu algılayış biçimleri hayli
değişmiştir. Ülkemizde de yaygın olan kesim kita-
bı çok kutsal görür ve onu çeşitli yollarla yücelt-
meye çalışır. Duvara asmak, eline aldığında üç
kez öpüp alnına koymak ve sayfalarını süslemek
gibi gelenekler ona verilen değeri gösterebilmek
içindir. Ne var ki başta çok masum bir şekilde uy-
gulanan davranışlar zamanla insanları vahiyden
uzaklaştırmış, sahifeler o kadar yüce bir noktaya
çıkarılmıştır ki adeta insanoğlunun ona yaklaşması bir ayıp haline gelmiştir. Sadece kutsal gün ve ge-celerde veya cenazelerde ortaya çıkan, ancak din adamlarının eline aldığı bir kitap haline gelmiştir.
Bizler biliyoruz ki kutsal kitabımız her gün eli-mizde olup muhatap olmamız gereken ve uzak-laştığımızda rahatsızlık hissettiğimiz bir konumda olmalıdır. Bunun böyle olması gerektiğini de sırf geleneğe karşı çıkmak veya bir şeyleri protesto etmek için değil, bizatihi peygamberimizin (s.a.v.) yaşamından öğreniyoruz. Onun vahiyle kurduğu ilişki ve kitaba nasıl baktığı bizim de kuracağımız ilişkiyi belirlemekte kilit noktayı teşkil etmekte-dir. Zira O bizim yegane önderimiz ve yaşam tarzımızı belirleyebileceğimiz en üstün örnektir. “Doğrusu siz O’nun yol göstermesinden önce sa-pıklardan idiniz.” (Bakara: 198)
“Resulüm! Sana biat edenler, ancak Allah’a biat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların elleri üstün-dedir.” (Fetih: 10)
“Resulüm! Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya: 107)
Örnek, yaşam tarzı gibi kelimelerden çıkarabi-
“Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut da bir elçi gönderir de izniyle ona dilediğini vahyeder.
Şüphesiz ki O çok yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Şura:51)
4 • Nisan’13
leceğimiz gibi Kur’an elde tutulan, önemli günler-de okunan veya sadece öpülesi bir kitap değildir. Aslında onla kuracağımız herhangi bir pasif ilişki bizi yanlış bir noktaya sürükleyebilir. O’nu çok okumak gibi büyük bir erdem ancak Rabbimizin öğütlerini, kitabında yazanları hayatımıza geçirdi-ğimizde anlamını bulmuş olur. Mevdudi, “İslam’a Giriş” isimli eserinde sürekli Kur’an okuyan ama onu hayatına adapte etmek için hiçbir çaba sarfet-meyen kişiyi soğuk bir havada “yün yorgan, yün yorgan” diye sayıkladığı halde yorgan alıp üzerine örtmeyen kişiye benzetir. Çokça okumak, zikret-mek, tekrarlamak, hıfzetmek elbette önemlidir ama okunanların içindeki hükümler yaşanmıyorsa anlamsızdır, kişiye hiçbir katkısı bulunmaz. Hatta kendisiyle amel edilmeyen fazla ilim kişinin üzerine bir yük ve Kurani tabirle aşağılanası bir durumdur.
“Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, kos-koca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. Allah, zalim bir kavmi hidayete erdir-mez.” (Cuma:5)
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bu konudaki yönte-mi zaten peyderpey inen ayetleri indikçe açıklayıp tefsir etmek ve sahabeden gelen emirleri uygula-malarını istemek şeklindeydi.
“İnkâr edenler, Kuran bir defada toptan indiril-seydi ya! dediler. Biz, Kuran’la senin kalbini pekiş-tirmek için onu böyle tertil üzere indirdik ve onu ağır ağır okuduk.” (Furkan:32)
“Ebu Amr ed-Dânî, “Kitabu’l-Beyan” adlı ese-rinde isnadını da kaydederek Hz. Osman, Hz. İbn Mes’ud ve Hz. Ubey’den şunu rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v) onlara Kur’ân-ı Kerim’den on âyeti kerime öğretirdi. Onlar ise bu âyet-i keri-melerde amel ile ilgili hususları öğrenmedikçe bir başka on âyet-i kerimeye geçmezlerdi. Böylelikle Hz. Peygamber, bizlere hem Kur’ân-ı Kerim’i ve hem de onunla amel etmeyi birlikte öğretirdi.
Abdurrezzak’ın Ma’mer’den, onun Ata b. es-Saib’den rivayetine göre, Ebu Abdurrahman es-Sulemî şöyle demiştir: Biz, Kur’ân-ı Kerimden on âyet-i ke rime öğrendik mi, o on âyetin helalini, haramını, emir ve nehiylerini öğrenmedikçe bir sonraki on âyeti öğrenmeye geçmezdik. İmam
Malik’in Muvatta adlı eserinde belirttiğine göre Abdullah b. Ömer Bakara sûresini sekiz yıl da öğ-rendi.” (1)
Bizlerin zihninde vahiy, paket içine konmuş, kapaklı bir kitap şeklinde. Fakat ashab ve pey-gamberimiz (s.a.v.) onu çok daha somut bir hitap olarak görüyorlardı. Yaratıcıyla aralarında daha görünür bir bağ vardı. Ayetler günlük hayatlarına bir düzen getiriyor, ticaretlerine, komşuluklarına, gecelerine, gündüzlerine hatta yemek yeyişlerine müdahalede bulunuyordu. Onlar da bu mucizevi işaretlere ilk anda teslim oluyorlar ve şüphe duy-madan iman ederek yaşam tarzlarını değiştiriyor-lardı. Rabbimiz (c.c.) Hz. Muhammed’le bir ileti-şim kuruyor ve çevresindekiler de onun elçiliğinde bir hayat nizamı ediniyorlardı. Vahyin inişi onlar için doğal ve aynı zamanda ihtiyaç gibiydi. Rasul de O’ndan gelen emirleri insanlara anlatan ve aynı zamanda en güzel uygulayan kişiydi. Onu taklit et-mek en mükemmele yaklaşmanın yöntemi, O’nu sevmek vahyi sevmek, salih amel işlemekse O’nu memnun etmek, Rabbimizin de rızasını kazanmak demekti.
“Kuşkusuz sizden Allah’a ve ahiret gününe ka-vuşmayı uman ve Allah’ı çok ananlar için Allah’ın elçisinde güzel bir örnek vardır.” (Ahzab:21)
Peygamberimiz (s.a.v.) vahyin dünyadaki yan-sıması, adeta eşref-i mahlukatın biricik örneğidir. O (s.a.v.), vahyin sadece okumak için değil, oku-nulanı hayatımıza geçirmek için indiğini sünnetiy-le ispatlayan, ömrünü bu uğurda harcamış olan önderimizdir. Kur’anı’a değer vermenin onu en yüksek raflara koyarak değil Allah’ın dinini dünya-da hakim kılarak, dininin değerini düşürmeyerek olması gerektiğini bize gösteren elçidir. O (s.a.v.), yaşayan, yürüyen ve mücadele eden Kur’an’dır.
‘Peygamberimizin vefatından sonra onun ah-lakının nasıl olduğunu merak edenler, bunu Pey-gamberimizin hanımı Aişe radıyallahu anha’ya sorarlar, o da şöyle cevap verirdi: “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? İşte onun ahlakı Kur’an’dı.” ‘(2)
Kaynaklar:1- Muvatta, Kur’ân 11; Kurtubi, el-Camiu’l Ahkami’l-Kur’an
1/244-246
2- Müslim, Salatü’l-Müsafirin, 139 (746)
Nisan’13 • 5
karantina
Günümüz Sorunlarına Efendimizin Şifa Dolu Reçeteleri…
AYŞEGÜL KOÇOĞLU
O nu anlatmanın ve yaz-
manın haddim olma-
dığını çok hissederek kıvranı-
yorum bir haftadır, kafamda
yazı taslakları geçidi var, yazı-
yı bekleyen derginin editörü-
ne verecek cevabım da yok,
bekletiyor olmamın verdiği
sıkıntı ayrı bir dert…
Efendimizi anlatabilmek,
nasıl yazayım, ne yazayım
sıkıntısı ile yatsı namazına
duruyordum ki bir gece şiirin
üstadının şu dizeleri düştü
zihnime:
“Efendim, Müjdecim, Kurtarıcım, Peygambe-
rim
Sana uymayan ölçü hayat olsa teperim...”
Bu dize ile zihnimde hızla pencereler açılma-
ya başladı. Ölçüler, ölçülerimiz, kurtarıcı, derman
olucu ölçüler, hayatlarımızın Efendimizin ölçüsüne
ne kadar uygun olduğu. Efendimizin sünnetlerinin
hayatımızda ne kadar yer bulduğu… Aile ve ev ya-
şantımız, ebeveynliğimiz onun tavsiyelerinden ne
kadar nasipleniyor işte burada takıldı zihnim…
Efendimizin bir peygamber oluşu üzerinden
“öğreticiliği, öğretmenliği”; dini yayıyor oluşu üze-
rinden “tebliğciliği, metodu”; bir devleti yönetmesi
açısından “devlet başkanlığı, idareciliği”; savaşları
yönetmesi üzerinden “kumandanlığı”; mübarek
hanımlarına yaptığı “eş”lik; sahabe efendilerimiz-
le yaşadığı “dost”lukları ve
mübarek evlatlarına ve to-
runlarına yaptığı “babalığı ve
dedeliği” öylesine çok yönlü
ve hepsinde öylesine mükem-
mel olan bir hayat…
Günümüz sosyal bilim-
lerinin, psikolojinin, eğitim
bilimlerinin çeşitli kuram ve
tezlerle ortaya koymaya ça-
lıştıkları “ideal gerçekleri,
doğru teknikleri” Efendimizin
hayatı bize ne güzel özetli-
yor… Hayatının her bir karesi,
O’nun “beni görmeden bana
inanan, kardeşlerim” diye ilti-
fat buyurduğu biz ümmetine şifa dolu reçeteler…
Çocuk eğitimi üzerine her kafadan, her kalem-
den bir fikrin çıktığı, özgüvenli, mutlu, umutlu ço-
cuk yetiştirme üzerine kafa yoran zihinlere O’nun
sevgi temelli, çocuğun şahsiyetine saygı duymayı
öngören yaklaşımı ne güzel bir yol:
“Çocuklarınıza saygılı davranın, onlarla alay et-
meyin, onlara hakaret etmeyin, aptal ve cahil gibi
lakaplarla onları çağırmayın.”
“Mescidin minberinde kendini pür dikkat din-
leyen müminlere seslenmektedir. Kapıda kırmızı
gömlekleri içinde düşe kalka yürümeye çalışan iki
bebe görünür. Başlar o yana dönmüştür. Fakat
kimse Allah Elçisinin hutbesini yarıda kesmemek
için çocukları almaya davranmaz. Efendimiz hut-
beye ara verir. Minberden iner, onları kucaklar.
6 • Nisan’13
Ve minbere dönerek kaldığı yerden devam eder.
Kendisini dinleyenlerden de özür dilemeyi ihmal
etmez:
- Şu iki çocuğun düşe kalka yürüyüşlerine
baktım ve hutbemi kesip onları yukarı almaktan
kendimi alıkoyamadım.”
Bu ne güzel örnektir, henüz yeni yürüyen be-
beleri, mescide girişlerini ciddiye alış, değer veriş,
incitmeden, üzmeden, bizim gündemimizde cami-
de koşuşturan çocuklara kızmayalım gibi bir mad-
de halen varken…
“Çocuklarınızı çok öpün;
çünkü her öpücüğünüz için
(Allah katında) makamlar
vardır.”, “Kim ağlayan ço-
cuğunu susturuncaya kadar
gönlünü alır, hoş davranırsa,
Allah’ta ona cennette mem-
nun olacağı nimeti verir.” Ah ki
bir dönem ağlasa dahi çocuğu-
nuzu kucağınıza almayın diye
ana-babalara telkin veren sonra
da nefret dolu, merhametten
uzak çocukların neden böyle
olduğu üzerine kafa yoranlar...
Çağımızın en önemli gün-
dem maddelerinden biri olan
çocuğa taciz, çocuğu istismar
ve bunu önlemek için çocuklara
bedenini korumayı öğretmek,
Efendimizin hadisi ne güzel bir
temel:
“Altı yaşına gelen kız çocuğunu mahrem ol-
mayan kimse öpmemeli.”
“Çocuklara sevgi ve şefkatle davranmayanlar
ve büyüklere saygı göstermeyenler bizden değil-
dir.” ve “Ebeveynin güzel ahlâklı olması, çocukla-
rın da güzel ahlâklı olmasını sağlar.” hadisleri ile
güzel ahlaklı çocuk yetiştirmenin ebeveyn tutumu
ve ahlakı ileparalel olduğu…
Halen çok yaygın bir tutum olan kız-erkek ço-
cuk ayrımı yapılmaması hususunda:
“Çocuklarınıza eşit davranın; farklı davranacak
olsanız dahi kızlarınızı üstün tutun!”,
“Kim ‘üç kız’ veya ‘üç kız kardeş’ veya ‘iki kız
kardeş’ veya ‘iki kız’ yetiştirir, te’diplerini
(edeplendirilmelerini) eksik etmez, onlara iyi
davranır ve evlendirirse cenneti hak etmiştir.” ha-
disleri ile ışık tutar karanlık zihinlere.
Efendimiz kızlarına, torunları Hz. Hasan ve
Hüseyin’e sonsuz bir sevgi ve özen göstermiştir.
Kızları evlenip yuva kurduktan sonra bile her tür
sıkıntı ve dertlerini dinlemiş, gerektiğinde damadı
ve kızı arasında arabulucu-
luk yapmış, Fatıma annemi-
zin kapısına her sabah gidip
namaz için çağırmıştır, to-
runları ile oyunlar oynamış,
“çocuklarınız ile çocuklaşın”
buyurmuş ve onlar için Rab-
bine dua da bulunmuştur.
Eşlerine her zaman sevgi
ve adaletle yaklaşmış, vefa
duygusu hep önde gelmiştir.
Hatice annemizin vefatından
sonra kendisini hep hayırla
anmış, hatıralarına, geride
kalan yakınlarına özen gös-
termiştir. Aişe annemizi çok
sevdiğini her yerde ifade bu-
yurmuş, kendisinin de “nasıl
seviyorsun beni” sorusuna
“kördüğüm gibi” diyerek sev-
gisinin ne kadar sarsılmaz ve derin olduğunu gös-
termiştir.
Efendimizin çocuk eğitiminden, aile hayatına,
karı koca ilişkilerinden, akraba ilişkilerine toplumsal
hayatımızı düzenleyip doğru sağlıklı ilişkiler kurma-
mızı sağlayacak tavsiye ve telkinleri, hayatından
örneklerle asırlar öncesinden bugüne ışık tutması
onun en güzel öğretici oluşuna bir işarettir.
Yuvalarımızın, aile hayatlarımızın bu ışıkla ay-
dınlanması ne güzel bir şifadır bizlere…
Binler salavat ile şifasın Ya Rasulallah…
Efendimiz kızlarına, torun-ları Hz. Hasan ve Hüseyin’e sonsuz bir sevgi ve özen göstermiştir. Kızları evlenip yuva kurduktan sonra bile her tür sıkıntı ve dertlerini dinlemiş, gerektiğinde da-madı ve kızı arasında ara-buluculuk yapmış, Fatıma annemizin kapısına her sa-bah gidip namaz için çağır-mıştır, torunları ile oyunlar oynamış, “çocuklarınız ile çocuklaşın” buyurmuş ve onlar için Rabbine dua da bulunmuştur.
Nisan’13 • 7
karantina
Gül Yüzlülerin Sevkine GelBETÜL BABACAN
Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendimHak’dan bize sultan-ı müeyyedsin efendim
Şeyh Gâlib
S on yıllarla beraber Türkiye literatürüne
dâhil olan yeni ve üzerine düşünülmesi
gereken olaylardan/kavramlardan biri de Kutlu
Doğum. Yıllarca İslam ve O’nun içeriğine refe-
rans eden birçok kavram ve sembolün baskıyla
karşılandığı sosyo-politik dönemlerden bugüne
gelindiğinde daha liberal ve isteyenin İslami
veya gayr-i İslami birçok eylemi gerçekleştirdiği
günlere geldik denebilir.
Kutlu Doğum’a tarihsel an-
lamda benzer olan etkinlik
Mevlid-i Nebi’ler ve kan-
dillerdir diyebiliriz. Di-
yanet İşleri Başkanlığı
da bir müddettir her
yıl düzenli ve kapsamı
genişletilerek Kutlu Do-
ğum etkinlikleri düzenliyor
veya destek oluyor. İçeriği ayrı
bir tartışma konusu fakat
Mevlid-i Nebevî yerine
Kutlu Doğum iba-
resini kullanmak
benim zihnimde,
yeni söylemde “prayer
room”un mescitin muadi-
li olarak kullanılmasıyla eşdeğer
bir yamalı modernleşmeye tekabül
ediyor. Bu anlamda ıstılahların (kavramların)
tasavvurundaki değişim elbette bir zihinsel ve
pratik dönüşüme de işaret etmektedir. Zira kut-
lama, parti, eğlence peşine düşersek Kadıköy
Müftülüğü’nün “Kutlu Doğum Haftası” etkinli-
ği, Söğütlüçeşme Tren İstasyonu’nda İstanbul
İl Müftüsü Rahmi Yaran’ın katılımıyla kurdele
kesimi ve buz hokeyi gösterisiyle başladı.”(Yeni
Şafak 2012) gibi haber başlıklarına
“Aman canım ne var bunda?”lık
tepkiler verme ihtimalimizi
artar. Halbuki her amel-
de riyadan kaçınmayı,
her adımda ölümü
hatırlamayı nasihat
buyururken Hz. Pey-
gamber, kitlesel ola-
rak kutlanan Kutlu
Doğum; eğer varsa bir
kolektif duygu, bunun sö-
mürülmesi ve Diyanet İşleri Baş-
kanlığı eşliğinde son dönem politik
uygulamalara teşne yapılması sonu-
cundan uzak bir yerde durmamaktadır.
Esasen DİB kurulma aşamasından günü-
müze kadar her dönem her yönetim al-
tında politik çıkarlar adına kullanıldı ve
tabiri caizse bu DİB’in öz’ünde var. Bu
8 • Nisan’13
yazıda amaç, kutlayalım diyenler ve kutlamaya-
lım diyenler sınıflaşması değil aksine “Rasul’ün
(sav) yolundan gitmek gerçekten ne demektir?”
sorusunu sormaktır. Yoksa burada amacımız
hayır niyetiyle yapılan bir takım eylemlerin niyet
sorgulaması değil fakat amelin bize dönük olan
sonucunu hakikatin terazisinden tartışmaya aç-
maya gayret etmektir. Bu anlamda niyetler top-
lumsal olana dair bir şey ifade etmez, dikkate
alınması gereken şey; buz
hokeyi ve Peygamber sün-
netini eş düzlemde değer-
lendiren bir zihnin sorgu-
lanmaya tabi tutulmasıdır.
Hz. Peygamberin doğu-
munu kutlama etkinlikleri-
nin son yıllarda farklı plat-
form ve cemaatlerin dışında
belediyeler eliyle de ciddi
oranda arttığını söyleyebi-
liriz. Tam da bu noktada kı-
saca Türkiye’nin resmi yakın
tarihine dönersek, tarih ya-
zımının Türk modernleşmesi
ekseninde inşa edildiği gö-
rülür. İtikadı bilemem fakat
amelde bu anlayışın tesirleri
hâlâ devam etmektedir; stad-
lara doluşan bin kişiyle kutla-
nan bir doğum günü akabin-
de, aslına uygun yaşatılmayan
ya da mevcut modernleşme
projesiyle uyumlu biçimde bü-
yütülen son derece hümanist
bir “sevelim sevilelim peygam-
beri” figürü bunu ispat etmektedir. Tam da bu
sebeplerle Mevlid-i Nebevî ile Kutlu Doğum ara-
sındaki farkı kavramak mühimdir çünkü sade-
ce ılımlı, barışçı bir sevgi peygamberi dediğimiz
zaman Efendimizin vasıflarını haşa manipüle
etmiş oluruz. O, barışı tercih eder fakat inkârda
direnen kafirlere karşı cihad da ilan eder bu
yüzden çift taraflı okuma yapmak gerekir. Öte
tarafta mazlumların yanında zalimlerin karşı-
sında durur, kendi yakınları diye zulmedenlerin
zulmünü görmezden gelmez. Bu söylenenleri
yıllardır Türkiye’de olan sorunlarla birlikte düşü-
nürsek daha bütüncül bir bakış açısı tuttururuz.
Peygamber’i anlatırken kullandığımız terimler
O’nu hangi zaviyeden gördüğümüzü de ortaya
koyar. Konuya bir de diğer taraftan bakmayı
denersek Akif Emre’nin yo-
rumuna göre Türkiye mo-
dernleşmesi bünyesinde
gelişen Jakoben laiklik mo-
delinin, bireysel dini yaşama
çabalarını düşman sayan bir
tavrı vardır. Bu çerçevede
belirli zaman ve mekânda,
uygun görülen biçimde, is-
tenilen yönleri ele alınarak
bahsedilen kitlesel bir Pey-
gamber sevgisinin, duygu-
nun dilini yıpratacağı muhte-
meldir. Yoksa “Gül (kokulu)
Peygamber” söylemiyle O’nu
herhangi bir kalıba hapset-
memek suretiyle, gül yüzlüle-
rin şevkine gelmekte bir beis
yoktur Allah’ın izniyle.
Türkiye’nin hüsran ile
malûl modernleşme pro-
jesi içinde dindarların
muhafazakâr ve modern ola-
rak ayrışması ile aslında neyi
muhafaza ettiğinin ayırdın-
da olmayan bir kadronun da
yetişmiş olmasını, nihai analizde dinin seküler-
leşmesi olarak adlandırabilir miyiz? Bu minval-
de biz Müslüman insanlar, Hz. Peygamber’in
ahlakını bilmeyi, kuşanmayı ve O’nun yaşayan
Kur’an olma vasfının nereye düşeceğini, bera-
berce düşünelim.
Bu yazıda amaç, kutlayalım diyenler ve kutlamayalım diyenler sınıflaşması de-ğil aksine “Rasul’ün (sav) yolundan gitmek gerçek-ten ne demektir?” sorusu-nu sormaktır. Yoksa burada amacımız hayır niyetiyle yapılan bir takım eylemle-rin niyet sorgulaması değil fakat amelin bize dönük olan sonucunu hakikatin terazi-sinden tartışmaya açmaya gayret etmektir. Bu anlam-da niyetler toplumsal olana dair bir şey ifade etmez, dik-kate alınması gereken şey; buz hokeyi ve Peygamber sünnetini eş düzlemde de-ğerlendiren bir zihnin sorgu-lanmaya tabi tutulmasıdır.
Nisan’13 • 9
karantina
Aslı DururkenMUSTAFA TOLGA
Y oldan çıkmışlara, aklı karışıklara, içi karar-
mışlara, ben kimim diye soranlara, abilere,
ablalara, emzikli bebelere, yataktaki dedelere…
Yol gösterici geldi hanımmmmmm!
Çığırından çıkmış dünyanın bulanık zaman-
larında yolunu şaşırmış insan topluluklarına ar-
tık hiçbir peygamber gelmeyecektir haberiniz
olsun. Hoş, okuduğumuz kadarıyla gelse de
iman eden bir avuç insandan başkası
değil za-
ten.
Hiç olma-
mış gibi var say-
dığımız; ne yapsa
bir türlü görmediği-
miz; gözündeki sürmey-
le örnek aldığımız;
işimize geleni alıp
gelmeyeni hiç duy-
madığımız bir peygam-
ber örnekliği değildir bu
yazının amacı. Ne, kimileri gibi
peygamberi olduğundan çok daha
yüce görmeye ne de onun insan yönünü göz
ardı etmeye niyetli değilim baştan söyleyeyim.
Amacım, kalemim elverdiğince benim için tüm
zamanlarda ve mekânlarda daha iyisini bulama-
yacağım bir örnekliğin tarifini vermektir.
Reklam sloganına benzese de söylemeden
edemeyeceğim bir sözle başlamalı peygambere
itaatimiz:
“Aslı dururken, taklidine; üstelikte yalan yan-
lış taklidine ne gerek?”
Ne gerek, kime gerek, niye
gerek! Gereklilikleri dün-
ya menfaatleri üze-
rine kurulmuş
Müslümanla-
ra (!) pey-
gamber ne
gerek?
Yol tekken, yoldan
sapıp da kendilerini hala
doğru yolda sayanlara bu
dünyada birçok örnek
zaten mevcuttur. O
mevcutlar arasındaki seçim so-
nunda asil bir yola (!) çoktan koyulmuştur bile
Müslüman. Sormadan görmeden, düşünmeden
konuşmadan, koyun sürüsü misali sürüklendik-
leri mecralarda onları ilk terk edecek de örnek
aldıkları o kahramanları olacaktır.
Kahramanlarının eksiklerini, hatalarını gör-
meden onları peygamberden de öte insanüstü
mertebeye taşıyarak tartışılmaz hale getiren
10 • Nisan’13
Müslümanlar (evet, Müslümanlar) peygambe-
ri örnekliği çoktan unutmuşlardır. Hz Aişe’nin
dediği gibi “Kur’an ahlakına” sahip bir örneği
Kur’an’dan uzaklaştığımız için anlayamaz ol-
duk. O’nun veda hutbesinde bize emanet ettiği
Kur’an’ı ve sünnetine sahip çıkmak yerine bam-
başka şeylere sarılır olduk.
İnsan, akleden bir varlıktır; Müslü-
mansa aklını çok daha iyi kul-
lanabilen bir varlık olmalıdır.
Müslüman olmayan birinin
kimilerini kendisine örnek
sayıp onun söyledikle-
rine taparcasına iman
etmesi şaşılacak bir şey
olmasa gerek. Oysa
Müslümanım dediği hal-
de peygamberini tanıma-
mak, onu örnek almaktan
çok uzak bir hal almak yete-
rince şaşılası olsa gerek.
Buradan şu anlam çıkmamalıdır. Hz.
Peygamber(s.a.v)’den başkasında örnek alına-
cak hiçbir sıfat yoktur. Böyle bir şey söylemeye
elbette akıl manidir. Muhakkak ki bu kutlu dava
uğrunda örnek alınacak onlarca insan mevcut-
tur. Ama unutmayın ki onlarında örnek aldıkları
bir peygamber yanı başımızdadır.
Yanı başımızdadır, çünkü Kur’an’a ulaşmak
eskisine oranla çok daha kolaydır ve onun ahla-
kına sarılmak için Kur’an bize öğretmeye açıktır.
Yanı başımızdadır, çünkü (geçerliliklerini tartış-
mak bu yazının amacı dışındadır) birçok hadis
bize onun pratiğinden kesitler sunmaktadır.
Varlığın içinde yokluğu yaşayan Müslüman-
lar aslolandan uzaklaştıkça yanlış yollara sürük-
lenmektedir. Hz Peygamberin onaylamadığı
yaşam tarzlarını, hareketleri kendilerine
yol edinenler nerede durduk-
larını tekrar gözden geçirme-
lidirler.
Ağlamalı, bol duygulu
ama içi boş söylentiler-
le kutlanılan kutlu do-
ğumlar ve peygamber
geceleri olması gereken
yere konulmalıdır. Onu
anlamak ve onun yaşadığı
gibi bir İslam’ı yaşayabilmek
Müslümanın öncelikli hedefi
olmalıdır.
Bu ve bunun gibi söylemler geçmiş zamanda
çok duyduklarınız sözlerden olsa da bu sözleri
söylemekten ve sözün hakkını yerine getirmeye
çalışmaktan geri durma halinden Rabbime sığı-
nırım. Son sözü ilk sözün sahibi olan Allah’ın
sözüyle bitirelim: “Gerçek şu ki, Allah’ı ve Ahiret
Günü’nü [korku ve umutla bekleyen] ve O’nu
her daim anan kimseler için Allah’ın Elçisi güzel
bir örnek teşkil eder.” (Ahzap, 21)
İnsan, akleden bir varlıktır; müslümansa aklını çok daha iyi kullanabilen bir varlık olmalıdır. Müslüman olmayan birinin kimilerini kendisine örnek sayıp onun söyle-diklerine taparcasına iman etmesi şaşılacak bir şey olmasa gerek. Oysa, müslümanım dediği halde peygameberini tanımamak, onu örnek almaktan çok uzak bir hal almak yeterince şaşılası olsa gerek.
“GERÇEK ŞU Kİ, Allah’ı ve Ahiret
Günü’nü [korku ve umutla bekleyen] ve O’nu her daim anan kimseler için Allah’ın Elçisi güzel bir örnek teşkil
eder. (Ahzap 21)”
Nisan’13 • 11
Sevginle ve bildirdiklerinlearınmakistiyoruz.Arınmak
isteyenlere aracılık etmek isti-yoruz.Aracılıkettiğinİslam’ın,bizlere önerdiği hayat tarzını,yaşambiçimimizolarakdevamettirmekararlılığımızıayakları-mızıİslam üzere sabit kıltavsi-yesiylebütünleştirerekömürboyuyaşamakistiyoruz.
***“Kim Allah’a ve
Resûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflar-da bulunduğu pey-gamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişi-lerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisa,69)
Bizleri sevgilin kabul et eyResulümüz!
Rabbimiz seninle arkadaş,yoldaş olmamızı istemekte!Yoldaşlık iseAllah’aveResulü-ne itaat edilerek kazanılır de-mekte bizlere. Resulle birlikteyola çıkanların kaybetmeyece-
ğini, sayısız imkân ve lütuflaraulaşacağınıbildirmekte.BizdendevarışyeriCennetolanyoldaseninle yolculuk yapmamız is-tenmekte!Peygamberleyoldaşolmaknegüzelçabadır.
Onun arkadaşlığı yolda bı-rakmaz,sonuhüsranolmaz.
Bizleri arkadaşlığına seç,eyResulümüz!
***“Biz seni ancak âlemlere
rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya,107)
Rasule sığınmak, onun rah-metialtınagirmeyeçabalamakgayretlerin en iyisi olsa ge-rek. Hayattaki en güzel çaba,âlemleriaydınlatıcıolarakgön-derilen özel insanla arkadaş,dost,gönüldaşolabilmeyide-
nemektir. Bu denemeninkarşılığı ise mü’minlereverilen muhteşemmükâfatıdır,YüceYara-tıcının!
Mükâfatın adı daCENNET’tir.
Âlemlere rahmetolarak gönderilen bir
peygamberin ulaştırdığıdinin,rahmetdalgalarıara-
sında dolaşarak rahatlamak,kendisini peygamberin kurta-rıcı, kuşatıcı, koruyucu pren-siplerine teslim ederek boyuneğmek, bilerek ve isteyerekonunyolundangideceğinihay-kırarak, vaad edilen cennetekavuşmak için yola koyulmak,çabalarınengüzeliolsagerek!
SENİ ÇOK SEVİYORUZ! BİZLERİ SEVGİLİ VE YOLDAŞ KABUL ET
EY RASULÜMÜZ…VAHAP YAMAN
karantina
12 • Nisan’13
Bukonudaçabagösterenle-rinçabalarıkutluolsun!
***“De ki: “Eğer Allah’ı sevi-
yorsanız, bana tâbi olun ki, Allah da sizi sevsin ve günah-larınızı bağışlasın! Allah çokça affeden ve çokça merhamet edendir!’” (Âl-iİmrân,31)
Kalu bela (evet sen bizimRabbimizsin)diyerekRabbimiziâlemlerin yaratıcısı, idare edi-cisi, efendisi, koruyanı, gözet-leyeni, yaşatıcısı olarak kabulettiğimizin sözünü ilk sözümüzolarak vermiştik. Bu sözle ya-ratıcımızı çokça sevdiğimizi,O’nun hâkimiyetine boyuneğeceğimizi,Allah’ınboyası ileboyanacağımızıifadeediyoruz.
Arınmanın ancak böyle birteslimiyetle sağlanabileceğiniinananlar olarak hep birliktehaykırıyoruz. Arınma yolunda,iyilikleri emretmek, kötülük-lerden sakındırmak prensibi-ni en temel görev kabul edip,peygamberin gösterdiği tarzdahayırlarda yarışacağımızı, tak-vada önde olanlardan olacağı-mızın sözünü vererek Resulünyoluna tabi olacağımızı, bu-nunlaAllah’ınsevgisinemazharolacağımızın şuurundayız. Kişi-nin, Allah’ı ne kadar seviyorsaAllah’ındaokişiyio kadar se-veceğinibilenlerdeniz.Sonsözolarakda,Allah’ınsevgisinika-zanmakiçinsevgiliRasulümüzeuymayı,onungetirdiğiprensip-lerebağlılığımızıbüyükbircoş-kuyla her gün arttıracağımızıilanediyoruz.
Sevaplarımızı çoğalta-
rak, hata ve günahlarımızınAllah’tan bağışlanmasını talepediyoruz!
DualarımızıkabuleteyRab-bimiz!
***“Ey iman edenler! Peygam-
ber sizi, size hayat bahşeden şeylere (ilahi hükümlere) çağır-dığında, Allah’a ve Rasûlü’ne icabet edin…” (Enfâl,8/24)
Ne mutlu ki; peygamberinçağrısına kulak verip İslam ol-duk, onun yanında yer almakiçin çabalıyoruz. O’nu yalnızbırakmayacağımızın sözünüveriyoruz.O’nunda bizi yalnızbırakmayacağını umut ediyo-ruz.Bildirdiklerineuyacağımızı,getirdiğidininkurallarınıfarkın-da olarak,bilerek ve isteyerek seçtik. İsteyerek seçtiğimiz bukutluyoldasarsılmadan,karar-lılıklayürüyerek,kendimiziherzamandirivecanlıtutacağımı-zı, çevremizi uyararak onlarında peygamberle yoldaş olma-larına katkıda bulunacağımızınsözünüveriyoruz.Haşrzamanıonunla birlikte olmayı, onunsancağı altında toplanmayı is-tiyoruz.
Bu kararımızda bizlere des-tekver,ayaklarımızı İslamüze-resabitkıleyRabbimiz!
***“Ey peygamber! Şüphesiz
ki Biz seni şahid, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Ahzap,45)
Bizlerseninvedahaccındakibildirdiğinmanifestoyuashabıngibiduyduk, kabulettik,uygu-lamaya çabalıyoruz. Verdiğin
öğütlereuyuyoruz.Ey peygamberimiz! Yüce
Rabbimizi nasıl görevini ta-mamlamış bir peygamber ola-rak “şahit ol ya Rabb” diyerekşahid tutmuşsan; bizler de di-yoruzki:
Hidayeteulaşmış,karşılığın-da ilahi rahmetle temizlenmişmü’minlerlebirlikteolmakara-rımızvar.Onlarlabirlikteİslam’ıokuma, öğrenme, anlama, ya-şama, anlatmaazmimizvar.
Bizleri şahidlerle beraberyazyaRabb!
***“Ben güzel ahlakı tamamla-
mak üzere gönderildim.” (Hz.Muhammed)
“İslam güzel ahlaktır.” (Hz.Muhammed)
“Müslüman elinden ve di-linden emin olunan kişidir.” (Hz.Muhammed)
DiyorsuneyRasulümüz!Bizlerdeseninahlakınlaah-
laklanmakiçingayretediyoruz.Çocuğunudiridiri gömene,
sakınhaöldürme!Kendisine bile faydası do-
kunmayan putlara tapma, on-lardanyardımisteme!
Senin de annen, kız karde-şin var. Başkalarının kadınlarıilezinaetme!
Hırsızlıkyapma!Ölçüde,tartıdaeksiklikyap-
ma!İnsanöldürme!Bir gün sen de yaşlanacak-
sın.Annevebabana,yaşlılara,düşkünlereyardımet!
Kendin için yapılmasını is-temediğinşeyleribaşkalarıiçin
Nisan’13 • 13
deisteme(yapma)!Kendi aleyhine bile olsa,
aslaadalettenayrılma,adilol!Mü’minlereminvegüvenilir
kişilerdir.Eyümmetimgüvenilirolun!
Namazınızıdosdoğrukılın!Zekâtınızıeksiksizverin!Kö-
tülüktensakının.Daimaiyiliklerdeyarışın!Birbirinizinözelvegizlişey-
leriniziaraştırmayın!Bizler, bildirdiğin bütün
ahlakıkurallarauyaniyibirmü’min olarak senin ah-lakını kuşanacağımızın sö-zünü veriyoruz. Seni örnekalarak yaşamak, senin gibidavranmak, dini anlatmadave yaygınlaştırmada seningibi davranmaya azmimizvar.
Senin sancağının altındagölgelenecek dostların ara-sındaolmayaçabalıyoruz.
Rabbimizden çirkinlikle-rimizin ve kusurlarımızın yokedilmesinintemelkuralıolanpeygamber ahlakı ile ahlak-lanmayıtalepediyoruz.
Başarırızinşallah!*****Kurtuluşumuz için; biz-
lere bildirdiğin, ilahi vahiyledestekli emirlere sıkı sıkıyabağlanmamızı istiyorsun, bizümmetinin cehennem ateşinedüşmemesini öğütlüyorsun.Tavsiyelerine uyuyoruz, yolla-rımızın aydınlanması için tut-tuğun İslam projektörlerininaşkına ve cazibesine kapılmışolanlardan olmak için, kele-bek misali ışığa koşuşuyoruz.
NiyazımızveyönelmemizRab-bimizedir. İstikametimiz, reh-berimiz sevgili Rasulümüz Hz.Muhammed’inyolunadır.
Yolarkadaşlığımızkabuledi-lirinşallah!
Biliyoruzkigüvencemizbu-dur.
***Arkadaşınız (Muhammed)
sapmadı ve azmadı da.O, arzusuna göre
de konuşmaz. O (nun bildirdikleri) vah-
yedilenden başkası değildir. Necm2,3,4
Eysevgilipeygamberimiz!Yaratıcıtarafındanhertürlü
korumaya alınmış, son uyarıcıolarakseçilmiş,kıyametekadar
rehber,önderyoldaşımız!Senin bildirdiğin yolda yo-
rulmadan,bıkmadanyürüyece-ğimizinsözünüveriyoruz.
Yolda yürürken saptıranınsaptırmasına kanmadan, ne-fislerimizin arzularına kanıpazmadan, kınayanın kınaması-na aldırmadan, kararlı, sabır-lı, coşkulu, dimdik bir tarzdaduracağımızdan, yeryüzündedin Allah’ın oluncaya kadarmücadele edeceğimizdeneminolmanıistiyoruz.
YaratanımızAllah, KitabımızKur’an, Rehberimiz, sevgilimiz
peygamberimizdiyerek tüm inananlarla
birlikte öğrenmeye, birlik-te hareket etmeye, birlikte gereği gibi yaşamaya ve an-latmaya gayret göstereceği-mizinsözünüveriyoruz.
Bu yolculuğumuzun iyi,öncü ve salih insanlarla ar-kadaşvedostluklarkurmak,onlarlabirlikteolmak,birlik-te düşünmek, istenilen şey-leriyaparakmutlugeçeceği-nibilenlerdeniz.
İstikametimizin sırat-ımüstakim olduğu bilinciyleyolunda dimdik yürüyoruz,eysevgiliRasulümüz!
Kurtuluşumuz için; bizle-re bildirdiğin, ilahi vahiyle destekli emirlere sıkı sıkıya bağlanmamızı istiyorsun, biz ümmetinin cehennem ateşi-ne düşmemesini öğütlüyor-sun. Tavsiyelerine uyuyoruz, yollarımızın aydınlanması için tuttuğun İslam projek-törlerinin aşkına ve cazi-besine kapılmış olanlardan olmak için, kelebek misali ışığa koşuşuyoruz. Niyazımız ve yönelmemiz Rabbimize-dir. İstikametimiz, rehberi-miz sevgili Rasulümüz Hz. Muhammed’in yolunadır.
14 • Nisan’13
Kuran ve peygamberimiz,
modern zamanların diliy-
le hep kadın mevzuu üzerin-
den vurulup, İslam’a karşı olan
hakaret ve eleştiriler genellikle
bu minvalde süregelmektedir.
Peygamberimizin yaşantısına
ve Kuran’a baktığımızda
din anlamında, Allah ka-
tında kadın ve erkeğin
hiçbir farklılığı olma-
dığı çok barizdir.
Allah nazarında so-
rumluluk, müka-
fat ve dini anlayış
ve yaşayış bakımın-
dan kadın ve erkek
eşittir. Kuran’ın kadın
ve aile ile ilgili ayetleri
yaratılışı anlamak, sosyal
hayatı ve birebir ilişkileri dü-
zenlemek ve bir hukuk oluştur-
mak içindir.
Hayatın amacı olan “iyiliği
emredip/tavsiye edip, kötülük-
ten men etme” görevi kadın
kadar erkeğin, erkek kadar
kadının da görevidir. Kadın ve
erkeğin bu göreve başlangıç
noktaları evdir. “Ev”in ihyası ve
inşası gerçekleşmeden Müslü-
manca bir toplum oluşturmak
hayaldir. Peygamberimiz (sav)
bir hadisinde şöyle buyurmak-
tadır: “Hiçbir baba, çocuğuna
güzel terbiyeden daha üstün
bir bağışta bulunmuş olamaz.”
(Tirmizî, Birr, 33). Çocuklarını
güzel ahlak, Kurani ahlak üze-
rine yetiştirme anne-babanın
asli görevidir. Bir çocuk yetiş-
tirmek ile hadiste de denildi-
ği gibi sadece çocuklarımıza
büyük bir hediye vermiş ol-
muyoruz, İslam toplumunun
oluşması için en büyük katkıda
bulunuyoruz.
“Düzgün” çocuklar için,
düzgün anne-babalara
ihtiyaç vardır. Düz-
gün anne-babalar
için de düzgün
eşler olmak gerek-
mektedir. Eşimizle
rayına oturtama-
dığımız bir ilişki
ve İslam’ın bize
biçtiği sorumluluk-
lardan çok nefsimizin,
‘elalemin’ bize biçtiklerini
önceleyen bir evlilikte çocuk
yetiştirmek de sorunlu olacak-
tır. Bir kavga ve karmaşa orta-
mında çocuğa verebileceğimiz
ne kadar şey olabilir ki? Bunun
için peygamberimizin hadislere
kulak vermekte fayda var. Eşle-
rin birbirine olan muhabbetini
arttırmak, ev hayatını kadın ve
Örnek Eş: Hz. Muhammed (s.a.v.)
EBRAR DOĞAN
karantina
Nisan’13 • 15
karantina
erkek için cennete çevirmek
için “Allah resulünde güzel bir
örnek vardır.” (Ahzab/21)
Peygamberimiz (sav) kendi
evine girerken selam verirdi.
Hz. Enes diyor ki; Rasulullah
(sav) bana şöyle buyurmuş-
tu: “Oğlum, ailenin yanına
girdiğinde selam ver ki, sana
ve ev halkına bereket olsun”
(Tirmizî, İsti’zan, 10). Selam
mevzuu zaten ayette de ge-
çen aslında tüm Müslümanlara
farz olan bir ibadet. “Siz bir
selam ile selamlandığınız za-
man, siz de ondan daha güze-
li ile karşılık verin veya verilen
selamı aynen iade edin.
Şüphesiz Allah her şe-
yin hesabını gereği gibi
yapandır.” (Nisa,86).
Selamlaşma, kini,
nefreti, kavgayı,
küslüğü alıp götü-
rür, fakat İslam’ı
beş şarta indirge-
diğimiz günümüz
Müslümanlığı için
selamlaşma mevzu
farz olan bir ayet na-
zarıyla görülmemekte-
dir. Selamlaşma, sevgi
ve muhabbetin ilk adı-
mıdır. Enes bin Malik,
“Ailesine Allah resulü
kadar şefkatli bir kimse
görmedim.” (İbn Sa’d,
I, 136) diyen aklederken
aslında tüm Müslüman
erkeklere eşlerin eve ço-
cuklarına karşı nasıl davranıl-
ması gerektiği konusunda bir
hedef koyuyor. Şefkat ve mer-
hamet tüm sorunları çözecek
güçte bir anahtardır. Peygam-
berimiz “Müminlerin imanca
en mükemmel olanı, ahlakça
en güzel olanı ve aile fertlerine
yumuşak davrananıdır.” (İbn
Hanbel, VI, 47) hadisiyle mü-
minde, iman, ahlak ve şefkatin
birlikteliğine dikkat çekmiştir.
Bir insanda iman, güzel ahlak
ve şefkat birlikte var oldukça,
o insan iyi anne, iyi baba, iyi
işveren, iyi çalışan, iyi komsu,
iyi kardeş, iyi arkadaş olacaktır.
Eşler arası muhabbeti
sağlayacak diğer bir
mevzu da sohbettir hadi günü-
müzün değişiyle iletişim. Eşler
arasında sohbet olmazsa, eş-
ler birbirinde sükunet bulmaz-
sa, evlilik birden robotlaşmış,
sadece birbirine karşı maddi
sorumlulukları olan iki insanın
aynı evde yaşamasına dönü-
şür. Evliliği, niyetsiz bir amele
dönüştürmek, o evlilik için de,
çocuklar için de yapılacak en
büyük haksızlıktır. Hz. Aişe’nin
şu sözleri peygamberimizin
eşleriyle arasındaki diyalogu,
muhabbeti göstermesi açısın-
dan önemlidir: “Resulullah’ın
zevceleri arasında benim en
çok kıskandığım, Hz. Hati-
ce idi. Halbuki ben Resu-
lallah ile evlendiğimde
Hatice vefat etmiş-
ti. Bunun sebebi
Resulullah’ın sü-
rekli Hatice’den
bahsetmesiydi.
Hz. Peygam-
ber ne zaman
bir koyun kes-
se onu parçala-
rına ayırıp, onu
Hatice’nin sami-
mi arkadaşlarına
gönderirdi. Bazen
de kendisine: ‘Sanki
dünyada Hatice’den
başka kadın yok?’ der-
dim. O da : ‘Hatice şöyle
iyi idi, böyle iyi idi, üstelik
benim ondan çocuklarım
var’ buyururdu.” (Buhari).
16 • Nisan’13
İlgi, alaka ve değer ver-
me eşlerin birbirlerinden
beklentilerinin başında yer
almaktadır. Eşi nazarında
sözünün itibarının olması,
istişare edilmesi özellikle ka-
dınların en büyük beklentile-
rindendir. Hz. Peygamberin
hayatına baktığımızda en
kritik anlarda bile eşleriyle
istişare edip, onların fikrine
müracaat ettiğini görüyoruz.
Hudeybiye Barış Antlaşması
esnasında Hz. Peygamber’in
yanında bulunan Ümmü Sele-
me ashabın antlaşma metni-
nin hoşlarına gitmemesi üzeri-
ne kurban kesip tıraş olmaları
tavsiyesine karşılık yerlerinden
kalkmamaları, Rasulü Ekrem’i
üzmüştü. Bunu O’na anlatın-
ca; “Ya Rasülallah, bunların
yapılmasını istiyorsan, çık ve
hiç kimseye bir şey söyleme-
den kendi deveni kes ve son-
ra berberini çağır ve tıraş ol”
dedi. Peygamberimiz bu makul
tavsiyeyi gerçekleştirdi. Pey-
gamberimizin bu halini gören
Müslümanlar hızla yerlerinden
kalkarak kurbanlarını kesip tı-
raşlarını oldular (Buhari). Bu
ölçüler sadece erkekler için
değil, kadınlar için de geçerli.
Allah’ın Kuran’da buyurduğu
gibi, Allah resulünde tüm mü-
minler için güzel bir örnek var-
dır. Bu tür rivayet ve kıssalarda
anlatılanları tek taraflı okuma-
malıyız. Peygamberimizin vur-
guladığı nokta
sadece erkeklerin eşleriyle isti-
şaresi, eşlerine karşı latifliği de-
ğil inanan insanın -kadın, erkek
fark etmeden- nasıl davranma-
sı gerektiğidir.
Ev aynı zamanda bir mektep
olmalıdır. Anne-baba sadece
çocuklarının eğitimine, öğreti-
mine katkıda bulunmayıp, bir-
birlerinin de hocaları olmalıdır.
Birbirlerinin ahlaken, dinen
kamilleşmesi için ev orta-
mını bir Erkam evine dö-
nüştürmek lazım ge-
lir. Peygamberimizin evi de
eşleri için bir erilim yuvası
olmuştur. Hz. Peygamber,
eşlerine akşam toplantıların-
da eğitici sohbetler yapardı.
Resulullah’ın ilk öğrencileri
olan eşleri, bilgi ve tecrübe-
lerini diğer kadınlara (hatta
Hz. Peygamber’in vefatın-
dan sonra, kadın-erkek her-
kese) aktarmaya hazır hale
gelirlerdi.
Kadının da erkeğin de
birbirleri üzerine hak ve so-
rumlulukları vardır. Bu hak
ve sorumluluklar sadece
maddi anlamda değil birbir-
lerinin manevi dünyasını do-
yurma ve genişletme amacını
gütmelidir. Kuran ahlakı ile
ahlaklanmaya riayet ettikçe
bu hadisin muhatabı neden
olmayalım: “Bir ev halkı bir-
birlerine iyilik ve ikramda
bulunduğunda Allah
üzerlerine rızık yağdı-
rır ve Allah’ın hima-
yesinde olurlar.”
(Camiu’s-Sağir,
1270).
“Düzgün” çocuklar için, düzgün anne-babalara ih-tiyaç vardır. Düzgün anne-babalar için de düzgün eşler olmak gerekmektedir. Eşi-mizle rayına oturtamadığı-mız bir ilişki ve İslam’ın bize biçtiği sorumluluklardan çok nefsimizin, ‘elalemin’ bize biçtiklerini önceleyen bir evlilikte çocuk yetiştir-mek de sorunlu olacaktır. Bir kavga ve karmaşa orta-mında çocuğa verebileceği-miz ne kadar şey olabilir ki? Bunun için peygamberimizin hadislere kulak vermekte fayda var. Eşlerin birbirine olan muhabbetini arttırmak, ev hayatını kadın ve erkek için cennete çevirmek için “Allah resulünde güzel bir örnek vardır.” (Ahzab/21)
Nisan’13 • 17
karantina
DEVRİMCİ PEYGAMBERDEN, PASİF ÜMMETEZEYNEP OLGAÇ
P arlak bulutsuz bir gece! Se-
rin de olabilir sıcak da, ama
en güzeli hangisiyse öyle işte!
Birden bin yıllık Mecusi ateşi sö-
nüyor, Kisra Sarayı’nın 14 sütu-
nu yıkılıyor, Sâve nehri kuruyor
hemen akabinde bin yıldır kuru-
muş olan Semave gölü taşıyor.
Hz. Peygamberin dünyaya
gelişini yıllardır akıl almaz muci-
zelerle anlatıp, Arapçasından an-
layamadığımız Yasinler indirip,
tv karşısında dizimizin eşliğinde
binlerce salavat getirip kutluyo-
ruz.
Akabinde vicdanımız rahatlı-
yor, Hz. Peygambere yakışır üm-
met (!) olmanın haklı gururunu
yaşıyoruz. Ertesi gün anlatılan
onlarca mucizeyi unutup elimiz-
deki tesbihleri bırakıp, dilimiz-
deki Yasinlerden kurtuluyoruz.
Tek günlük ultra rijit Müslüma-
nız, bir sonraki kıymetli gün ve
geceye kadar yeter bu bizlere
zira. Çok abartmamak lazım.
Mustafa İslamoğlu’nun “Üç
Muhammed” kitabında bahsedi-
len üç ayrı profilde değerlendi-
riyoruz Hz Peygamberi toplum
olarak.
Ya onun bir insan olduğunu
unutarak, abartılı menkıbeler,
uydurulmuş rivayetlerle onu
göklere çıkarıp ziyana düşüyo-
ruz. “Arkada gözleri vardı”, “100
insan gücündeydi”, “teni gül ko-
kusuydu” deyip onun devrimci-
reformist karakterini örtüyor,
dayanaksız söylemlerle onu
“insan”dan uzaklaştırıyor, ken-
dimize yabancılaştırıyoruz. Ki bu
tavır “ama biz onun gibi olama-
yız ki” savunmasının gerekçesi
olup, sünnetten tamamen uzak-
laşmamıza yol açabiliyor.
Ya da “O sadece bir postacı
görevindeydi.” diyerek Allah’ın
ona yüklemiş olduğu misyonu
çiğneyip sadece ayetlerle hareket
ederek, sünnete ve hadise karşı
keskin tavır ortaya koyuyoruz.
Ki bu Allah’ın ayetleri bize yeter
diyen kesimin birçok ayetini evi-
rip çevirip kılıfına uydurmayı da
beraberinde getiriyor. Zira Alla-
hın kitabında Resule itaat yoru-
ma açık bir mevzu dahi değildir.
Resule itaat eden, Allah’a itaat
etmiş olur.[Nisa 80]
Allah ve Resulüne itaat eden,
en büyük kurtuluşa ermiştir.
[Ahzab 71]
Peygamberin verdiğini alın,
yasak ettiğinden sakının! [Haşr
7]
De ki; “Bana uyun ki, Allah da
sizi sevsin![Al-i İmran 31]
İfratın ve tefritin ortasında
bir arayış içerisindeyiz. Sağlam
bir peygamber algısı dirilişimi-
ze vesile olacaktır. Bugünden
sonra Hz. Peygamberi, uydurul-
muş hikayeciklerle, abartılmış
mucizelerle anmak yerine onun
ahlakının sosyolojik boyutunu,
siyasi zekasını, bir toplumu na-
sıl dönüştürdüğünü anlamalı ve
anlatmalıyız. Hz. Peygamberi, ta-
rihin içinde hayali bir kahraman
olmaktan, belirli gün ve geceler-
de anma törenlerinden kurtarıp
onun çağlara hitap eden mesajını
diriltmeliyiz.
Yitik değil, dinamik Peygam-
berimiz mazlum değil, şerefli bir
dinimiz var bizim!
İslam ve Hz Muhammed her
zaman güçlüdür, güçsüz olan bi-
ziz.
Kutlu doğum ve bilimum
kandiller artık toplumumuzun
salavat yarış günü olmaktan çık-
sın, çıksın ki İttihadı İslam alnı-
mıza yakışsın.
Ellerimizden tut Rabbimiz,
ve hiç bırakma. Bırakma ki Re-
sulüne yakışır bir ümmet olarak
O’nun başını dik edelim. Doğru
anlayıp, anlatabilelim.
Ellerimizden tut ki Rabbimiz,
çağlar ötesinden selamlar gön-
derdiği kardeşleri yorulmasın
bıkmasın onun selamına layık
olmak için koşmaktan, çalışmak-
tan.
Üstümüzdeki kokuşmuşluğu
sen sök at Rabb’imiz, bileğimize
ve yüreklerimize bu yol için kuv-
vet ver.
18 • Nisan’13
İzzet Derveze, Kur’an’a Göre
Hz. Muhammed (s.a.s)’in Hayatı
Düşün Yayınları, İstanbul, 2011
İzzet Derveze,
tarihi siyer malze-
melerinden kalka-
rak veya tarihsel
bir bakış açısıyla
değil, bizzat Nebi
asrını ve çevresi-
ni ifadelendiren Kur’an ayetlerinin
bütüncül bir değerlendirmesinden
yola çıkarak vahiy öncesi dönemi
aydınlatmaya çalışıyor.
Mehmet Apaydın,
Resulullah’ın Günlüğü
İnsan Yayınları, İstanbul, 1995
Medine döneminde dair tam bir
kronolojinin bize
ne gibi imkânlar
sağlayabileceğini
ortaya koyan bu
eser, böylesi bir
kronolojinin bütün
olayların vuku bu-
luş zamanlarını kesin olarak tespit
etmemize ve böylece yeni yorumlar
yapmamıza vesile olacaktır.
Auguste Bebel, Hz. Muhammed
(s.a.s) ve Arap Kültürü,Yeni
Alan Yayıncılık, İstanbul, 1997
Ünlü Alman sosyalisti Auguste
Bebel’in bu eseri Arap kültürünün
İslamiyet ile birlikte geçirdiği geliş-
meleri, özellikle de Hristiyanlığın
unutturduğu Ortaçağ kültür mira-
sını Batı’ya anım-
satma ve kültürün
tarihsel sürekliliğini
bakımından oyna-
dığı önemli rolü
anlatıyor.
İbrahim Canan, “Aile Reisi ve
Baba Olarak Hz. Peygamber”
Gül Yurdu Yayınları, İstanbul, 2012
Sünnet, nasıl bir
aile yapısı ortaya
koymaktadır? Bu
ailede babanın,
annenin, evlatların
ve diğer akrabala-
rın yeri, hakları ve
vazifeleri nelerdir? Ailevi problemler
nasıl çözülmelidir? İşte bu soruları
cevaplarını bulabileceğiniz bir eser.
Abdulfettah Ebu Gudde,
Hz.Muhammed (s.a.s) ve
Öğretim Metotları
Yasin Yayınevi, İstanbul, 2011
Bu eser dinin emir
ve yasaklarını in-
sanlara öğretirken,
Hz. Muhammed’in
eğitim ve öğretim-
de hangi metotlar
uyguladığını, toplu
olarak sunmaya çalışan bir eserdir.
Klasik kaynaklardan derlenen, eğitim
ve öğretime yönelik zengin dipnotlar-
la kıymetli bir eserdir.
Münir Muhammed Gadban,
Nebevi Hareket Metodu, I, II
Düşün Yayınları, İstanbul, 2011Nebevi hare-ket metodun-dan kastedilen, Resulullah’ın ken-disine peygam-berliğin gelişinden Rabbinin huzuruna
intikal edişine kadar geçen süre içe-risinde izlediği metottur.
Muhammed Gazali, Fıkhu’s-Sire
Risale Yayınları, İstanbul, 2000Bu kitap Yüce P e y g a m b e r i n hayatının okun-ması için değil anlaşılması, araş-tırılması için değil yaşanması için kaleme alınmıştır.
Resulullah’ın hayatına ışık tutan bu eser, Resulullah’ın hayatının günü-müz insanı tarafından nasıl anlaşıl-ması gerektiğini günümüz insanına sade bir üslupla anlatıyor.
Muhammed Hamidullah,
İslam Peygamberi
Beyan Yayınları,
İstanbul, 2011İslam Peygamber’i-ni kendi türünün en önemli eseri kılan faktör, yirmi yılı aşkın yoğun bir
çalışma sonucunda, peygamberimi-zin özel ve aile hayatı, içine doğdu-
KİTABİYATMAHMUT YUSUF MAHİTAPOĞLU
Dergimizin bu ayki kapak konusuna uygun olarak bizler de Resulullah (s.a.v)’ın hayatını her yönüyle ele alan
önemli gördüğümüz kitapların listesini sizlerin istifadesine sunmayı uygun gördük. Elbette Hz. Peygamber’in
hayatını anlatan yüzlerce kitabın ismini bile bir arada zikretmek mümkün değilken, o kıymetli eserleri de
yazımıza sığdırmamız takdirinizdir ki mümkün olmadı.
Nisan’13 • 19
ğu çevre, peygamberlik mücadelesi
ve kurduğu devlete ilişkin en temel
bilgilerin birinci el kaynaklara dayalı
olarak vermesidir
Muhammed Hamidullah,
Resulullah Muhammed
İrfan Yayıncılık, İstanbul, 1976
Hz. Peygamber’in
hayat ve faaliye-
tinden bahseden
“Siret” kitaplarında
efsaneler bulun-
maz, mübalağa
teşebbüsleri yok-
tur, insanüstü bir varlığın tarif ve
açıklanmasına da rastlanmaz; fakat
bunlarda, ilk ve nihai gayeleri sırf
bir hakikatin ortaya konmasından
ibaret olan titiz şahitlerin naklettiği
gerçekler bütün çıplaklığıyla görü-
lür.
Abdullah Muhammed er-Reşit
Önder, Lider, Komutan Hz. Pey-
gamber (s.a.v), Pınar Yayınları,
İstanbul, 2010
“Önder, Lider,
Komutan Hz.
P e y g a m b e r ” ,
Peygamberimiz’in
askeri komutanlık
vasıflarını, savaşlar-
daki uygulamaları-
nı, mücahid sahabeleriyle ilişkilerini,
antlaşmalardaki basiretlerini, yani
harp peygamberi olarak en güzel
örnekliklerini detaylıca ele alan ve
Hz. Peygamber’in gazvelerinden,
seriyyelerinden, siyasi, stratejik ve
taktik dersler çıkaran bir başvuru
kitabı
Asım Köksal, Hz.
Muhammed
(s.a.v.) ve İslami-
yet, Işık Yayınla-
rı, İstanbul, 2007
Bu müstesna eser
Pakistan hükümetinin Siret Kitapları
milletlerarası yarışmasında 1983 yı-
lında birinciliğe layık görülmüştür.
Ahmet Önkal, Resulullah’ın
İslam’a Davet Metodu
Kardelen Yayınları, Konya, 2006
Bu eser, İslam’ın
eski kaynakları
başta olmak üzere
pek çok araştır-
ma ve incelemeye
müracaat edile-
rek hazırlanmıştır.
Resulullah’ın peygamberlik hayatı-
nın her safhası İslam’a davet bakı-
mından çalışmada değerlendirilmiş
ve bu daveti gerçekleştirmek için
geçirilen safhalar, özellikle psiko-
lojik ve sosyolojik taraflarıyla orta-
ya çıkarılmaya çalışılmış, nihayet
İslam’a davet metodunun günü-
müzdeki çeşitli problemleri ele alın-
maya çalışılmıştır.
Martin Lings,
Hz. Muhammed’in Hayatı
İnsan Yayınları, İstanbul, 2008
Hz. Muhammed’in
eseri çağdaş bir
sirettir. Çağdaş
Müslüman yazarın
taşıması gereken
sorumluluk bilin-
ciyle kaleme alınan
bu değerli eser, köklü bir araştırma-
nın ürünü olmasının yanı sıra, yaza-
rını bir ‘edip’ oluşuyla kazandığı ayı-
rıcı bir niteliğe sahiptir. Arapça ilk
eserleri kaynak olarak almasından
kazandığı ilmi değerle birleşince
kendisini emsallerinden ayıran te-
mel nitelik ortaya çıkmaktadır.
İbrahim Sarıçam, Hz. Muham-
med ve Evrensel Mesajı
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
İstanbul, 2011
Hz. Peygamber’in tebliğinde en
fazla dikkati çeken
hususlardan birisi,
mesajın yoğun bir
değerler sistemi
içerisinde verilme-
sidir. Vahiy sürecin-
de bireysel ve top-
lumsal düzeyde uygulama alanına,
konulan değerler, bütün insanları
kuşatan, çağdan çağa, ülkeden ül-
keye değişmeyen, her coğrafyada,
her toplumda ve her zaman geçerli
olabilen, her ortamda davranış ve
uygulamalara yansıtılabilen nitelik-
tedir.
Celaleddin Vatandaş,
Hz. Muhammed (s.a.v)’in Hayatı
ve İslam Daveti I, II
Pınar Yayınları, İstanbul, 2009
Vahyolunan ayet-
ler ve o ayetle-
rin oluşturduğu
Kur’an önce elçisi-
ni eğitip yetiştirdi.
O’nun ilâhî talimat-
larıyla mükemmel-
leşen ve tüm insanlık için en güzel
model haline gelen uygulamaları
ve yaşantısı ise ilâhî bilginin pratiğe
aktarılışı olarak anlam kazandı. Böy-
lelikle, insanlığa sunulan dosdoğ-
ru ve en güzel hayat tarzı, teorik
esaslar halinde insanlara bildirilen
bir bilgi yığını olmaktan çıktı; ilâhî
bilgi O’nun şahsında en mükemmel
modelini buldu; insanlık O’nun şah-
sında bir insanın ulaşabileceği en
mükemmel aşamaya erişti.
Mevdudi,
Tarih Boyunca Tevhid Mücade-
lesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı
Pınar Yayınları, İstanbul, 2010
Peygamberler, Kur’an’ın belirlediği
amaçlara varılabilmesi için, fertler
ile toplumu denetlemeye, insan ha-
yatının eksikliklerini düzeltmeye de
memurdurlar. Bu iş yalnız sözler ve
20 • Nisan’13
olaylarla bitmiyor,
asıl varılmak istenen
o amaç ve hedeftir
ki, uğruna Kur’an-ı
Kerim indirilmiş ve
Muhammed Musta-
fa (s.a.v.) örnek olarak bize gönde-
rilmiştir. Bu amaç ne kadar iyi anla-
şılırsa, Kur’an ve siyer de o kadar iyi
anlaşılacak ve ne kadar yanlış anla-
şılırsa, ikisi hakkındaki bilgimiz de o
derece yanlış ve eksik olacaktır.
Afzalur Rahman,
Hz. Muhammed Sallallahu Aley-
hi Ve sellem Siret Ansiklopedisi
İnkılab Yayınları, İstanbul, 1996
Bu eserde, geniş
bir İslam kültürü
çerçevesinde Hz.
Peygamber’in ha-
yatı bütün yönle-
riyle ele alınmak-
ta, konular tasnif
edilerek ayrıntılarıyla sunulmakta-
dır. Kronolojik bir tarih kitabı veya
alfabetik bir ansiklopedi olmayışı
istifadede kolaylık sağlamaktadır.
Müracaat kaynağı olarak faydala-
nılabileceği gibi elden bırakmadan
okunabilecek bir özellik de taşımak-
tadır.
İhsan Süreyya Sırma, İslami Teb-
liğin Mekke Dönemi ve İşkence
Beyan Yayınları, İstanbul, 1996
Hz. Adem ile baş-
layan İslam tebliğ
tarihi, yani insanlık
tarihi, O’nun oğul-
ları Habil ve Kabil
zamanında iki kut-
ba ayrılmış ve bu
iki kutup günümüze kadar gelmiş-
tir, kıyamete kadar da sürecektir.
Bu iki kutup Hakk ile Batıl kutupla-
rıdır.
İhsan Süreyya Sırma, İslami Teb-
liğin Medine Dönemi ve Cihad
Beyan Yayınları, İstanbul, 1996
Cihad, Allah’ın is-
tediği gibi İslam’ın
yaşanmasıdır. Do-
layısıyla İslimi teb-
liğ uğruna verilen
bütün mücadele
Cihad’dır. Böyle
ele alındığı takdirde görülecektir
ki, İslam Devleti’nin tüm faaliyetleri
Cihad’ı içermektedir. Bu kitapta ci-
hadın sadece bir yönü olan askeri
cihadı incelendiğinden, meseleyi
mümkün mertebe özlü bir şekil-
de aktarılmış. Bu küçük çalışmada
Devletin yoğun işleri yanında Hz.
Peygamber (s.a.v.)’in askeri cihada
ne kadar önem verdiği, on senelik
Medine hayatının ekserisini Allah
yolunda savaşmaya ayırdığı görüle-
cektir.
İhsan Süreyya Sırma,
İşte Önderimiz Hz. Muhammed
Beyan Yayınları, İstanbul, 2006
İşte önderimiz
Hz. Muhammed,
Allah’ın yaratmış
olduğu en güzel
insanın hayatını ve
mücadelesini anlat-
maktadır. Hz. Mu-
hammed, kendisinden önce gelip
geçmiş olan bütün peygamberler
gibi, insanların, kendileri gibi insan
olan varlıklara değil, sadece Allah’ın
Kur’an’la bildirdiği ilahi kanunlara
bağlanmalarını tebliğ ediyor, ezil-
miş insanlara hürriyet mücadelesini
öğretiyordu.
Kasım Şulul,
Hz. Peygamber Devri Kronolojisi
İnsan Yayınları, İstanbul, 2003
Hz. Peygamber devrini, kronolojik
açıdan temel kaynaklara başvu-
rarak ele alan bu eser, hem dinî
ilimler, hem de bu dönem üzerine ça-lışan sosyal bilimci-ler açısından önem taşımaktadır. Zira insanlık tarihinin seyrini değiştirmiş
olan bu dönem, İslâm medeniyeti-nin ve tarihinin nüvelerini kendi için-de barındırmaktadır. Bu kronoloji çalışması, Hz. Peygamber devrinin iç dünyasına nüfûz edebilmek iste-yen okura önemli ipuçları sunmak-tadır.
Kasım Şulul, Son Peygamber
Hz.Muhammed (s.a.s)’in Hayatı
Siyer Yayınları, İstanbul, 2011Bu eser, sosyal bi-limcilere İslam’ın din ve toplum ola-rak doğuş dönemi-ni kronolojik bağ-lamda izlemelerine imkân sağlayacak
temel kaynaklara dayalı kapsamlı bir siyer çalışması sunar. Bu siyer çalışması, “Nübüvvet Zamanı”nın görünen tarafını; yani Resulullah’ın (a.s) doğumu, pey-gamberlik öncesi hayatı, seyahat-leri, evlilikleri, hicreti, gazve ve seriyyeleri gibi olaylarla beraber Hz. Peygamber (a.s) devrinde ruh, fikir ve medeni hayat gibi sahalarda meydana gelen değişim ve dönü-şümleri de ele alır.
İbn İshak, Siyer-i İbn İshak
Hz. Muhammed’in Hayatı
Düşün Yayıncılık, İstanbul, 2012Bu alanda yazıl-mış en eski ve en kıymetli eserler-dendir. Araştırma-cıların vazgeçeme-yeceği bir kaynak olan İbn İshak’ın
bu eseri tarih boyunca defalarca yeni baskılarıyla okuyuculara sunul-muş ve her kesim tarafından büyük bir üne mazhar olmuştur.
Nisan’13 • 21
GENÇ ÖNCÜLER:
Kitabınızdan hareket-
le, Hz. Muhammed
(s)’i doğru anlama
çabasını ve bunun
Kur’an’ın anlaşılma-
sındaki önemini ko-
nuşmak istiyoruz.
Bugün İslâm’ın sahih
bir şekilde anlaşılma-
sında ciddi sıkıntıların
yaşandığı hepimizin
malûmudur. Elbet-
te ki bu sıkıntıların
en başında Kur’an’ın doğru anlaşılmasındaki
yanlışlar geliyorken, hemen akabinde de onun
en güzel ve doğru te’vili diyebileceğimiz Pey-
gamber ve örnekliği konusundaki anlayış yan-
lışları geliyor. Allah’a şükürler olsun ki son za-
manlarda Kur’an’ın, Peygamber’in ve İslam’ın
doğru anlaşılmasıyla ilgili önemli çalışmalar
yayınlandı ve yayınlanmaya da devam ediyor.
Gördüğümüz kadarıyla sizin son çalışmanız da
bu açıdan önemli bir
konuma sahip. İzni-
nizle söyleşimize çok
genel bir soruyla baş-
lamak arzusundayım:
Piyasada birçok siyer
kitabı varken neden
yeni bir siyer? Hangi
kaygı veya düşünce-
ler sizi yeni bir siyer
çalışması yapmaya
ve bunu yayınlamaya
yöneltti?
C. VATANDAŞ:
Sorunuz kısa ama önemli. Dediğiniz gibi Türk-
çe telif edilmiş veya Türkçeye tercüme edilmiş
ve hâlihazırda kitapçılarda kolaylıkla buluna-
bilecek birçok siyer var. Üzerinde ciddi emek
sarf edilmiş 10’u aşkın siyerin ismini kolaylıkla
sıralamak mümkün. Olumsuz olanları yani yan-
lış bir peygamber tasavvurunu dile getirenleri
bir yana bırakarak söylemek gerekirse, mevcut
siyerlerin içerisinde birçok bakımdan yararlı
Celaleddin VATANDAŞ ile “Hz. Peygamber’e ve Kur’an’a Dair”
RÖPORTAJ
22 • Nisan’13
olanlar var. Bu açıdan da yeni bir siyer çalışma-
sı yapma sebebini dile getiren sorunuz benim-
le ilgili olarak anlamlı ve önemli bir sorudur.
Sorunuza cevap vermeden önce şunu ifade et-
mekten kendimi alamayacağım: Kabul etmek
gerekir ki Allah resulünün hayatını yazmak şe-
refli bir iştir. Bu şereften kim bir pay almak iste-
mez ki! Esasen bu bile yeni
bir siyer çalışması yapmak
için başlı başına yeterli bir
gerekçedir. Dolayısıyla bu
şereften bir pay almayı
elbette ki ben de isterim
ve istedim de. Ama yine
kabul etmek gerekir ki,
Allah resulünün hayatını
yazmak şerefli olduğu ka-
dar zor, ağır sorumluluk ge-
rektiren son derece ciddi bir
iştir. Zira hata kabul etmez
bir iştir. Örneğin, yapılacak
itikadî bir yanlış bütün hayır-
ları siler süpürür. Ama buna
rağmen, sorumluluğumun
bilincinden uzaklaşmadan
böylesi bir işe giriştim ve son
derece yoğun geçen on iki
yılı aşkın bir zamanın sonun-
da çalışmamı tamamladım.
Gelelim sorunuza; dediğim
gibi kitapçı raflarında onlarla
ifade edilebilecek sayılara varan ve konusu
Resulüllah’ın hayatı olan kitaplar var. Fakat
bunların hepsinin aynı düzeyde başarılı, güzel
ve en önemlisi de doğru olduğunu söylemek
pek mümkün değil. Olumlu değerlendirilebi-
lecek olanların bile birbirine oranla birçok ba-
kımdan artı veya eksileri var. Burada dikkate
alınması gereken öncelikli husus bir siyerde bu-
lunması gereken en önemli özelliğin ne oldu-
ğudur. Bunun doğru bilgiye dayanma özelliği
olduğu ise kolaylıkla söylenebilir. Cevap kolay
ve anlaşılır gibi görünüyor ama esasen sıkıntı
da buradan başlıyor. Öncelikle hangi açıdan
doğru bilgiden bahsedildiğini belirlemek gerek-
mektedir. Eğer tarihi açıdan doğruluktan, Al-
lah resulünün hayatıyla ilgili
sayısız denebilecek oranda
çok rivayetlerin içerisin-
den doğru olanları belirle-
mekten bahsediliyorsa, bu
açıdan yeni bir siyer yaz-
mak tamamen değilse bile
büyük oranda bilinenleri
tekrar etmekten başka bir
anlama gelmez. Allah resu-
lünün hayatıyla ilgili rivayet-
lerden tarihi açıdan yanlış
olanları ayıklayan, bir baş-
ka söyleyişle tarihi kıymeti
bulunan birçok siyerden
bahsedebiliriz. Merhum
Muhammed Hamidullah’ın
çalışması bu açıdan listenin
ilk sırasında ismi anılmaya
değer bir çalışmadır. Fa-
kat doğru bilgiye dayanma
özelliği bir siyer için sadece
tarihin doğrularına uygunluk
anlamına gelmemektedir.
Bir siyer her şeyden önce Kur’an’la, Kur’an’ın
sunduğu ebedi hakikatle çatışmamalıdır. Bir
siyeri doğru yapacak asıl özellik budur ve bu
özellik aynı zamanda tarihi açıdan doğruluğu
da kapsamaktadır.
GENÇ ÖNCÜLER: İlginç ve önemli bir nok-
taya değindiniz. Sizin bu açıklamanızdan tarih
Siyer çalışmalarında Kur’an’ın gerektiği şekliyle veya yeteri
kadar dikkate alınmaması veya daha doğru bir söyleyişle öncelikli bir ölçü olarak dikka-
te alınmaması birçok yanlışa neden olmuş ve olmaya da
devam etmektedir. Bu nedenle de ismi “Siyer” olan ama Allah
Resulünü sözleriyle, yaşan-tısıyla ve uygulamalarıyla
çelişen birçok kitap ve yazıyla karşılaşmak her zaman müm-kün olabilmektedir. Söz konusu yanlışlığın birçok sebebinden bahsedilebilir. En önemlisi ise sınırsız övgüye eğilimli çarpık ve yanlış zihniyettir. Bu zih-
niyet bir harekete geçti mi hız kesemiyor ve duracağı yeri de
bilemiyor.
Nisan’13 • 23
açısından doğru olma özelliğini göreceli bir
doğruluk olarak anlamlandırdığınızı anlıyorum;
yani mevcut şartlara ve bazı tarihsel referans-
lara uygun olmayı kastediyorsunuz. Ve diyor-
sunuz ki bu bazı referanslara uygun olmak si-
yer adı altında anlatılanların tamamıyla gerçek
olduğu anlamına gelmemektedir. Önemli olan
mutlak doğrunun bildirdiklerine, yani Kur’an’ın
şahitlik ettiği ve bildirdiği şeylere uygun olmak-
tır. Siyeri gerçekten doğru yapacak olan budur.
Demek istediğiniz bu, değil
mi?
C. VATANDAŞ: Tama-
mıyla doğru; evet bunu di-
yorum. Siyer çalışmalarında
Kur’an’ın gerektiği şekliyle
veya yeteri kadar dikkate
alınmaması veya daha doğru
bir söyleyişle öncelikli bir ölçü
olarak dikkate alınmaması
birçok yanlışa neden olmuş
ve olmaya da devam etmek-
tedir. Bu nedenle de ismi “Si-
yer” olan ama Allah Resulünü
sözleriyle, yaşantısıyla ve uy-
gulamalarıyla çelişen birçok ki-
tap ve yazıyla karşılaşmak her
zaman mümkün olabilmekte-
dir. Söz konusu yanlışlığın bir-
çok sebebinden bahsedilebilir.
En önemlisi ise sınırsız övgüye
eğilimli çarpık ve yanlış zihniyettir. Bu zihniyet
bir harekete geçti mi hız kesemiyor ve duraca-
ğı yeri de bilemiyor. Bundan dolayıdır ki bazen
Allah resulüyle ilgili öyle söz veya yazılarla kar-
şılaşılmak mümkün olabiliyor ki şaşırmamak,
yüce Allah’tan tövbe dilememek imkânsız. Bu
bazı kitaplarda Resulüllah’tan bahsedilirken
bir beşerden, insanlar arasından seçilmiş ve
tüm insanlara örnek kılınmış seçkin bir şahsi-
yetten değil, adeta insan kılığına bürünmüş bir
ilahtan bahsedilmektedir. Fakat tüm bunları
derken bir haksızlığa da neden olmaktan ka-
çınmak gerekiyor. Yani ismi “Siyer” veya “Hz.
Muhammed’in hayatı” olan kitapların tamamı-
nı elbette ki aynı kategoride değerlendirmek
mümkün değil. Yoksa “benim çalışmamdan
başkası yanlıştır” gibi bir anlayışa sahip olmak
en azından zihin çarpıklığı-
dır. Örneklendirecek olur-
sam bugün Türkçede her
biri önemli ve titiz çalışma-
nın ürünü olan birçok siyer
var ve Hamidullah’ın, Mu-
hammed Heykel’in, Martin
Lings’in, Zekai Konrapa’nın,
Mevdudi’nin, Derveze’nin
ve Nedvi’nin kitapları sade-
ce tarihi kıymetleriyle de-
ğil, aynı zamanda Kur’an’la
çatışmama şartına büyük
oranda riayet etmeleriyle de
isimleri anılmaya değer kitap-
lardır. Burada “büyük oran-
da” kaydını bilerek ve özel-
likle ifade ediyorum. Çünkü
maalesef bu kitaplarda da
çok az oranlarda da olsa bazı
problemli anlatım tarzlarına
veya rivayetlere rastlanabiliyor. Bunlar ise daha
çok Resulüllah’ın çocukluk dönemiyle, mucize-
lerle, mehdi-mesih konusuyla ve Resulüllah’ın
Hz. Zeynep ile evliliğiyle ilgili konulardır.
Resulüllah’ı, Allah’ın varlığına inanmayan bir
topluma Allah’tan bahseden bir elçi olarak tak-
dim etmeleri ise en sık düştükleri yanlışlıktır.
Hâlbuki Resulüllah Allah’a inanmayan bir top-
Resulüllah’ı, Allah’ın varlı-ğına inanmayan bir topluma Allah’tan bahseden bir elçi olarak takdim etmeleri ise
en sık düştükleri yanlışlıktır. Hâlbuki Resulüllah Allah’a
inanmayan bir topluma Allah’ın varlığını ispatlamaya çalışan bir elçi olarak görev-lendirilmemiş, Allah’a inanan
ve birçok açıdan Allah’ın sıfatlarını kabul eden bir top-luluğun inancındaki Allah ta-savvurunu tashihle görevlen-dirilmişti. Görevinin tamamını değilse bile en önemli kısmını bu oluşturuyordu. İlah, Rabb sıfatları ise konunun özüydü.
RÖPORTAJ
24 • Nisan’13
luma Allah’ın varlığını ispatlamaya çalışan bir
elçi olarak görevlendirilmemiş, Allah’a inanan
ve birçok açıdan Allah’ın sıfatlarını kabul eden
bir topluluğun inancındaki Allah tasavvurunu
tashihle görevlendirilmişti. Görevinin tamamını
değilse bile en önemli kısmını bu oluşturuyordu.
İlah, Rabb sıfatları ise konunun özüydü. Ama
maalesef bu bazı siyer müellifleri dahi kendile-
rini genellikle bu konulardaki yanlış tasavvur ve
düşüncelerin “leke”lerini kitaplarına düşürmek-
ten kurtulamamışlardır. Bunun bir itirafı olarak
değerlendirmek gerekirse, örneğin Hamidullah
bizzat siyerinde Mekke toplumunda Allah’a
inananlar bulunmasına ve bunların bir tepkiyle
karşılaşmamasına rağmen Resulüllah’ın olduk-
ça sert tepkiyle karşılaşmasını anlayamadığını
açıkça ifade eder.
GENÇ ÖNCÜLER: Sayın hocam, anladığım
kadarıyla siyer yazmak bir tarih kitabı yazmak-
tan çok başka bir şey. Bir tarihçi mevcut tari-
hi belgelerin, rivayetlerin içerisinden kendince
malûm ölçülere uygun olanları seçmek için
çaba sarf eder ve çalışmasını belirlediği belge
ve rivayetlerle kaleme alır. Siz peygamber efen-
dimizi konu edinen bir çalışma için tarihi delil-
ler açısından doğru olma şartından da önemli
bir başka şart ifade ediyor ve Kur’an’la uyumlu
olmaktan bahsediyorsunuz. Böylelikle bir siyer
için tarihi açıdan doğru olmanın yanı sıra, daha
da önemli bir ölçü olarak Kur’an açısından da
doğru olmak gibi bir başka ölçü zikrediyorsu-
nuz. Ayrıca bu ölçülere büyük oranda uygun
siyerlerin bulunduğunu müelliflerinin isimleri-
ni vererek belirtiyorsunuz. Ben hâlâ cevabının
tam netleşmediğini düşündüğüm sorumu “be-
lirttiğiniz ölçülere sahip siyerler varken neden
yeni bir siyer?” tarzında alanını biraz daha da-
raltarak tekrar sormak istiyorum. Veya sorumu
şöyle dile getireyim: Sizin siyerinizin, belirttiği-
niz özelliklere uyma dışında, diğer siyerlerden
farklı olmasını sağlayan başka bir özelliği var
mı?
C. VATANDAŞ: Birkaç bakımdan farklılıktan
bahsedebilirim. Bunlardan birisi ve en önemli-
si ismi zikredilen çalışmalarda ya bulunmayan,
ya da kısmen bulunan bir özellikle ilgilidir. Bu
özelliğin ne olduğunu ifade etmeden Allah
Resulü’nün bir özelliğini, en önemli özellikle-
rinden birisini hatırlamamız gerekiyor. O, biz-
ler için sadece ilahi hakikatlerin bir elçisi değil,
aynı zamanda hakikat temelinde anlam kaza-
nan, dosdoğru, en güzel hayat tarzının, sağlıklı
bir kimlik ve kişiliğin örneğidir. Bunu ise yüce
Rabbimiz esenliğin yegâne rehberi Kur’an’ın
da açıkça bildirir. Böyle olunca Resulüllah’ın
hayatını anlatan bir kitabın O’nun insanlar için
en güzel ahlâkın en güzel örneği oluşunu açı-
ğa çıkaran bir kitap olması veya en azından bu
yönde özel çabası bulunması gerekmektedir.
Bir başka söyleyişle O’nun hayatını anlatan bir
kitabın sadece Kur’an’ın ve tarihi rivayetlerin
ışığında doğru bilgileri sunan bir kitap olması
yetmemektedir. Aynı zamanda O’nun hayatını
okuyan birisinin, O’nun hayatında kendisi için
örneklik bulması, O’nu tanıdıkça kendisine reh-
ber olacak ahlâki ölçüler edinmesi gerekmek-
tedir. Bu bakımdan ismini verdiğim müelliflerin
kitapları ciddi bir emeğin ürünü olmakla birlik-
te genel olarak Resulüllah’ın örnekliğini ya at-
lamışlar ya da yüzeysel olarak ele almışlardır.
Hatta birçok bakımdan siyerlerini daha çok bir
savaşlar tarihi olarak düşünüp kaleme aldıkla-
rı görülüyor. İşte bu noktada benim çalışmam
bu bazılarından ayrılmaktadır. Bu fakir yaptığı
çalışmasında, diğer siyerlerin –ki bunanla mü-
elliflerini ismen zikrettiğim ve birçok bakımdan
Nisan’13 • 25
olumlu bulduklarımı kastediyorum- hepsinin
ortak özelliği olduğu üzere, Resulüllah’ı sade-
ce ilahi hakikati ifade eden mutlak doğru bil-
gilerin aracısı, önemli tarihi bir şahsiyet olarak
değil, aynı zamanda insanlığa sunduğu ebedi
hakikatin ilk planda herhangi bir insan gibi mu-
hatabı olan bir beşer oluşunu, bir mümin ola-
rak Kur’an’a muhataplığını da dikkate almaya
çabaladı. Yine ayrıca diğerlerinin üzerinde dur-
dukları bir özellik olarak Resulüllah’ı toplumsal
bir hareketin lideri, devlet başkanı, komutan
olarak tanıtmakla yetinmeyip, diğerlerinin üze-
rinde ya hiç durmadıkları ya da çok az durduk-
ları özelliklerinin de üzerinde durdum ve O’nu
bu yönleriyle de tanıtmaya çalıştım. Örneğin
O’nun bir arkadaş, bir komşu, bir eş, bir baba,
bir dede yönleri üzerinde durmaya çalıştım.
İstedim ki bir Müslüman O’nun ebedi örnekli-
ğinde sadece iman konusu olarak değil, hal ve
hareketleriyle, tutum ve davranışlarıyla nasıl bir
Müslüman olunacağının örnekliğini de görsün.
Tabiî ki bunu ne kadar başarabildim bu tartış-
maya açık; ama çalışmam süresince niyetimin,
arzumun bu olduğunu kolaylıkla söyleyebilirim.
GENÇ ÖNCÜLER: Siz bir siyerde olması ge-
reken ve yaygın olarak bilinen özelliklere ilave-
ten bir özellikten bahsediyor ve Resulüllah’ın
hayatını konu edinen bir kitabın aynı zamanda
genel olarak insanlar, özel olarak da Müslü-
manlar için ahlâki bir örnekliği ortaya koyması
gerektiğinden bahsediyorsunuz. İzninizle bu
özellik üzerinde biraz daha durmak istiyorum.
Resulüllah’ın örnekliği konusunu biraz açar mı-
sınız? Bu nasıl bir örnekliktir; kaynağı ve kapsa-
mı nedir, nasıl şekillenmiştir?
C. VATANDAŞ: Hz. Aişe annemizden nak-
ledilen önemli bir rivayet var. Birkaç Müslüman
bir gün Hz. Aişe’nin yanına gelirler. Rivayetten
anlaşıldığına göre bunlar Resulüllah’la karşılaş-
mamış, muhtemelen Resulüllah’ın vefatından
sonra Müslüman olmuş kimselerdir. Bunlar bel-
ki de görmedikleri veya gördülerse bile yakın-
dan tanıma fırsatı bulamadıkları Resulüllah’ın
nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu, nasıl yaşadığını
öğrenmek arzusundadırlar. Tüm bunları ifade
edecek şekilde Hz. Aişe’ye “Bize Resulüllah’tan
bahset onun ahlâkı nasıldı?” diye sorarlar.
Bu son derece kapsamlı ve dolayısıyla üzerin-
de çokça konuşmayı gerektiren soruya Hz.
Aişe oldukça kısa bir cevap verir. Bu cevabıy-
la Kur’an’ı bildiklerini düşünen bu kimselere
dolaylı bir şekilde de olsa sadece Resulüllah’ı
değil, aynı zamanda Kur’an’ı da bilmediklerini
dile getirir. Der ki, “Siz Kur’an okumuyor musu-
nuz? Onun ahlâkı Kur’an idi”. Bu kısa cevap iki
açıdan büyük öneme sahiptir. Birincisi, Kur’an’ı
bilen Resulüllah’ı bilir. Çünkü O, Kur’an’ın be-
lirlediğinin ve istediğinin dışında veya ötesinde
bir kimse değildi. İkincisi, Resulüllah hayat tar-
zıyla, ahlâkıyla, tutum ve tavırlarıyla, kimlik ve
kişiliğiyle Kur’an’ın tanımladığı mümin tipinin
en mükemmel örneğiydi; Kur’an’ın belirlediği
dosdoğru hayatın dosdoğru ölçülerini kendi
şahsında uygulamaya aktarmış bir şahsiyetti.
Veya bir başka söyleyişle yaşayan Kur’an’dı.
İşte bu Resulüllah’ın örnekliğinin kaynağını da,
niteliğini de ortaya koyan bir bilgidir. Dolayı-
sıyla O, çoğu zaman açıkça dile getirilmeme-
sine karşılık yaygın olarak düşünüldüğü üze-
re, ebedi hakikati insanlığa bilgi olarak sunan
ama hayat tarzını, ahlâkını, kimlik ve kişiliğini
kendince inşa eden nev-î şahsına münhasır bir
kişi değildi. Bilmeli ve unutmamalıyız ki, Kur’an
insanlara sadece kendileri için lâzım olan ve
beşeri imkânlarla elde etmeleri mümkün ol-
mayan hakikatleri sunan bir bilgi kaynağı de-
ğil, aynı zamanda hayata müdahale eden ve
RÖPORTAJ
26 • Nisan’13
olması gereken hayat tarzını, ahlâkı, kimlik ve
kişiliği öncelikle bizzat resulünü inşa ederek
müşahhas bir şekilde ortaya koyan bir kitaptır.
Kur’an’ın bu yönünü doğru anlamak için insan-
lar arasından seçtiği elçisini hangi noktadan ele
aldığını dikkate almakta fayda var. Bu ise önce-
likle halk arasında yaygın bir şekilde tasavvur
edilen ve Resulüllah’ın ebedi örnekliğini risalet
öncesi hayatına da taşıyan tüm anlayışları terk
etmeyi gerektiriyor. Elbette ki bunu derken
Resulüllah risalet öncesi ha-
yatında “herhangi bir Mek-
keli”, “herhangi bir kimse”
gibiydi demek istemiyorum.
O risalet öncesi hayatında,
Allah’ın lütfu gereği, inan-
cı ve ahlâkıyla şirkten ve
ahlâksızlığın her türlüsünden
korunmuş bir şahsiyetti. Ama
bu durum “risalet öncesiyle
hayatıyla, kimlik ve kişiliğiyle
de insanlar için ebedi örnekti”
anlamına gelmemektedir. Bu-
rada “örnek olmak” ile “ebedi
ve mutlak anlamda örnek ol-
mak” arasındaki farka bilhas-
sa dikkat etmek gerekiyor. O,
risalet öncesi hayatıyla çevre-
sindeki insanlar için elbette ki
güzel bir örnekti; çünkü dürüst-
tü, güvenilirdi, hakşinastı, edepliydi,
namusluydu, doğru sözlüydü, yardımseverdi…
Ama her toplumda böyle veya böylesi kimseler
vardır. Ve bu kimseler, şirkin ve ahlâksızlığın
yanlışlarına ve pisliklerine batmış kimseler için
dikkate alınması gereken güzel örnekler olsa-
lar bile, hiçbir şekilde ebedi hakikatin, güzel
ahlâkın en yetkin tarzda örneği değildirler. İşte
risaletin başladığı aşamada Resulüllah buydu;
daha doğrusu Abdülmuttalib’in torununun,
Hatice’nin kocasının, Kasım’ın babasının du-
rumu buydu. Yanlış anlamaya müsait bir tes-
pit olduğu için tekrar ifade etmek gerekirse;
Kur’an, Resulünü yanlışlar bataklığına batma-
mış bile olsa benzerine birçok toplumda ve
çağda rastlanabilecek bir kişi konumundayken
aldı ve güzel ahlâkın zirvesine çıkardı. Bunu ise
yirmi üç yıl süren risalet sürecinde gerçekleştir-
di. Aşama aşama, adım adım önce elçisini eğit-
ti ve buna ilaveten de O’nun
çevresindeki müminleri eğit-
ti. İşte bu açıdan O durduğu
her aşamada biz insanların,
ama âlemlere rahmet olma
vasfını kazandığı dönemiyle
de biz Müslümanların ebe-
di örneğidir. Her çağda ve
toplumda, ahlâkının veya
hayat tarzının bir yerlerinde
bir şeyleri eksik veya yanlış
bulan veya hissedenler bunu
neyle değiştireceğinin veya
neyle tamamlayacağının
doğru bilgisini ve örnekliğini
Resulüllah’dan öğrenebilir ve
görebilir. Bu ise Resulüllah’ı
konu edinen kitap veya ma-
kalelerin göz ardı edemeye-
cekleri önemli bir husustur. Bu açıdan da O’nu
sadece tarihin en önemli şahsiyetlerinden birisi
veya birincisi olarak anlayan ve anlatanların,
O’nu insanlığın sadece zirve şahsiyeti olarak
takdim edenlerin O’nu tam anladıklarını söy-
lemek mümkün değildir. Önemli olan O’nu
önemli ve zirve kılan referansı ve süreci doğru
ve mümkün olduğunca tam anlayarak örnek-
liğini ön plana çıkarmaktır. İsmi anıldığında
gözyaşlarının akıtılmasına neden olan, yaşadığı
İsmi anıldığında gözyaşları-nın akıtılmasına neden olan, yaşadığı zorluk ve sıkıntılar
hatırlandığında kalpleri hüzünlendiren ama muha-tabının gidişatına herhangi
bir katkıda bulunmayan; muhatabının gidişatındaki
yanlışları ortaya koymayan veya onları doğrularla, gü-zel ahlâkla değiştirmeyen yaklaşımların kayda değer bir kıymetinden bahsetmek
mümkün değildir.
Nisan’13 • 27
zorluk ve sıkıntılar hatırlandığında kalpleri hü-
zünlendiren ama muhatabının gidişatına her-
hangi bir katkıda bulunmayan; muhatabının
gidişatındaki yanlışları ortaya koymayan veya
onları doğrularla, güzel ahlâkla değiştirmeyen
yaklaşımların kayda değer bir kıymetinden bah-
setmek mümkün değildir. Veya söylem olarak
“senin için ölürüz” yaklaşımının da salt bu biçi-
miyle bir kıymetinden bahsedilemez. Elbette ki
O’nu sevmek, O’nun yaşadığı zorluk ve sıkın-
tılar nedeniyle hüzünlenmek, O’nun ismi işitil-
diğinde kalplerde bir şeyler hissetmek önem-
siz şeyler değildir. Ama asıl önemli olanlar da
değildir. Önemli olan O’nun elçiliğini yaptığı
şeyden dünyayı ve ahireti esenlik yurdu kıla-
cak bilgi ve ölçüleri bulup öğrenmek ve bunla-
rın doğru uygulamalarını ise bizzat ve sadece
O’nun örnekliğinde gerçekleştirmektir. Zira O,
Allah’ın insanlar için örnek olarak takdim etti-
ği, ahlâkının güzelliğine şahitlik yaptığı insanla-
rın sonuncusudur.
GENÇ ÖNCÜLER: Kitabınızda belli aralık-
larla kitabın ismini de hatırlatır tarzda İslam
davetinin geçmişteki örnekleriyle ilgili bölümler
var. Hz. İbrahim’in veya Hz. Musa’nın risalet
sürecinden bahseden bölümler bunlardan ikisi.
Kitabınızda sadece Hz. Muhammed (s)’in özel-
liklerine ve davet sürecine değil de diğer bazı
peygamberlerin de davet sürecine yer vermeni-
zin sebebi nedir?
C. VATANDAŞ: Bu sorunuzun cevabı
Kur’an’la, Kur’an’ın bir özelliği ve bu özelliğin
Resulüllah’ın davet sürecinde yerine getirdiği
işlevle ilgilidir. Risalet sürecinde sadece mümin-
lerin değil, evrensel İslam davetinin son halka-
sındaki ilk mümin olarak Resulüllah’ın da vahiy
ile bilgilendirildiğini ve eğitildiğini söylemiştim.
Hatta ebedi hakikatleri kendisine vahyolundu-
ğu kişi olmasının yanı sıra, örnek olması sebe-
biyle Resulüllah’ın öğretilme ve eğitilme süreci
diğer müminlerinkinden öncedir. Kur’an risalet
sürecindeki müminleri ebedi hakikatler konu-
sunda öğretir ve en güzel hayat tarzı konu-
sunda eğitirken sadece teorik ilke ve ölçüleri
bildirmemiştir. Özellikle hakikat-batıl veya bir
diğer ifadelendirmeyle tevhid-şirk çatışmasının
hiç değişmeyen ve bu yönüyle evrensel olan
özellikleri konusunda; ayetlerin doğru anlaşıl-
ması konusunda; tutum ve davranışların, hal
ve hareketlerin olması gereken biçimleri ko-
nusunda geçmişin hakikat elçilerinin şahsında
somut örnekler vermiştir. Bu özelliğiyle de biz-
zat Resulüllah ve çevresindeki müminler için sa-
dece teorik ilkeleri sunan ve hayatla, yaşanan
gerçeklerle pek bir bağlantısı olmayan veya
ebedi hakikatlerin ve istenen hayat tarzının öl-
çülerinin ne ve nasıl olduğuyla ilgili hususları
muhataplarının anlayış güçlerine bırakan bir
kitap olmamış; her şeyi her türlü tereddütün
ötesinde doğru anlaşılacak şekilde geçmişteki
somut örnekleriyle açıklamıştır. Kabul etmek
RÖPORTAJ
Mekke döneminde müminlerden bir kısmı Habeşistan’a üstelik iki kez hicret etmelerine karşılık Resulüllah davetin önderi sıfatıyla tehlikelerin hedefi olmasına rağmen Mekke’de adeta yalnız kal-mayı tercih etmiştir. Resulüllah görünüşteki tüm tehlikelere ve beşer aklının “Önce davetin önderi gitmeliydi. Çünkü davetin varlığı onun varlığına bağlıdır” demesine rağmen Mekke’de tehlikelerin ortasında kalmasının nedeninin Kur’an’ın emri olduğunu, Resulüllah’ın bireysel tercihi olmadığını tespit ediyoruz.
28 • Nisan’13
gerekir ki hakikatin bilgisinin ve gereklerinin
neler olduğunun anlaşılmasını tamamıyla in-
sanların akıl ve anlayış güçlerine bırakılsaydı
hakikat bulanır, ölçü kaybolurdu. Çünkü her-
kesin akıl ve anlayış gücü birbirinden farklıdır.
Bu risalet sürecinin müminleri için ilahi bir lü-
tuf olduğu gibi, tüm zamanların müminleri için
de değerine paha biçilemez bir ilahi lütuftur.
Hatta bizler için çok daha önemli ve değerlidir.
Çünkü bilmemiz gerekenleri, neleri nasıl yap-
mamız gerektiğini, durum ve duruşumuzun
nasıl olması gerektiğini, Kur’an’ın geçmişten
verdiği örneklerin yanı sıra, Resulüllah’ın ve ri-
salet döneminin müminlerinin bildiğimiz söz ve
uygulamalarıyla daha bir doğru şekilde bilme
ve uygulama imkânına sahibiz. Bu açıdan da
Kur’an’ı anlayamama, hakikati kavrayamama
gibi bir mazeretimiz söz konusu değildir.Şim-
di doğrudan sorunuza gelecek olursam; Allah
vahiy ile Resulünü sürekli bilgilendirdi. Kur’an
geçmişten verdiği örneklerle Resulüllah’ın ve
diğer müminlerin hangi aşamada nasıl dav-
ranmaları, ne demeleri ve neyi nasıl anlamaları
gerektiğini örnekleriyle açıkladı. Dolayısıyla Hz.
Muhammed (s)’in risalet süreci, önceki resul-
lerin risalet süreçlerinde örnekliğini bulan bir
süreç olmuştur. Resulüllah’ın yaptıklarının mo-
deli Kur’an’ın açıkladığı diğer hakikat önder-
lerinin yaptıklarıdır. Bu nedenle Resulüllah’ın
neyi niçin yaptığını doğru anlamak isteyenlerin
Kur’an’ın bildirdiği şekli ve oranıyla önceki ha-
kikat önderlerinin davet süreçlerini dikkate al-
maları gerekir. Bu bakımdan çalışmamda, çok
yoğun olmamakla birlikte, risalet sürecindeki
bazı önemli aşamaların değerlendirmesini ya-
parken o aşamanın modeli olarak diğer pey-
gamberlerin risalet süreçlerine atıfta bulunarak
Resulüllah’ın vahiy üzerinden sahip olduğu mo-
dellerine dikkat çekmeye çalıştım. Bu konuda
örnek olarak şu hatırlanabilir: Mekke dönemin-
de müminlerden bir kısmı Habeşistan’a üstelik
iki kez hicret etmelerine karşılık Resulüllah da-
vetin önderi sıfatıyla tehlikelerin hedefi olma-
sına rağmen Mekke’de adeta yalnız kalmayı
tercih etmiştir. Resulüllah görünüşteki tüm teh-
likelere ve beşer aklının “Önce davetin önderi
gitmeliydi. Çünkü davetin varlığı onun varlığına
bağlıdır” demesine rağmen Mekke’de tehlike-
lerin ortasında kalmasının nedeninin Kur’an’ın
emri olduğunu, Resulüllah’ın bireysel tercihi ol-
madığını tespit ediyoruz. Allah, ilahi izin olma-
dan davet mekânını terk eden Hz. Yunus’un
şahsında Resulünü ‘Sen Rabb’inin hükmüne
sabret. Balık sahibi (Yunus) gibi olma...’ (Ka-
lem, 68:48) diyerek uyarmış ve gerekli tali-
matı vermiştir. Dolayısıyla şunu diyebilirim ki,
Hz. İbrahim’i, Musa’yı, Hud’u, Nuh’u bilmek
- elbette ki Kur’an’ın anlattığı biçim ve muh-
tevayla- Resulüllah’ı, Resulüllah’ın yaptıklarının
nedenlerini bilmektir. Bu nedenle siyerlerin
genel özelliklerin aksine, çalışmamda sadece
Resulüllah’ın risalet sürecini anlatmadım. Aynı
zamanda gerekli yerlerde sürecin o şekilde ger-
çekleşmesinin Kur’an’î referansı olarak önceki
peygamberlerin davet süreçlerine de dikkat
çektim.
GENÇ ÖNCÜLER: Sayın hocam yüreğinize,
dilinize sağlık. İnanıyorum ki bu oldukça yararlı
bir söyleşi oldu. Sizi daha fazla yormadan te-
şekkür ederek bu söyleşimizi burada noktala-
mak istiyorum. Allah’ın rızası hep sizinle olsun.
C. VATANDAŞ: Amin. Bildiklerimi okuyucu-
larınızla paylaşma imkânı sağladığınız için asıl
ben teşekkür ederim. Konuşmamız boyunca
hep kendisinden bahsettiğimiz âlemlere rah-
met efendimize salât ve selam olsun. Yâr ve
yardımcımız Allah olsun.
Nisan’13 • 29
S uriye sınırına olan yolcuğumuz aslında ay-
lar öncesinden başladı. Kardeşlerimiz uzun
zamandır Türkiye’de veya sınıra yakın çeşitli
kamplarda yaşam mücadelesi veriyor. Beşşar
Esad’la olan kavganın başladığı günden beri
peyderpey ülkelerinden ayrılmak durumunda
kalan Suriye halkı kendilerine en yakın ülke olan
Türkiye’ye sığınmak zorunda kalmıştı. Onlar da
bizler de savaşın kısa süreceğini, mevcut rejimin
çok kısa sürede devrileceğini ve topraklarından
koparılmış bu halkın evlerine geri dönebileceği
düşünceleri içerisindeydik. Fakat Esad herkesin
sandığından daha büyük bir cellatlık karakterine
sahip olmalı ki savaşı uzatarak daha fazla insan
öldürmenin hesabını yapıyor görünüyor.
Bizler Araştırma ve Kültür Vakfı’nın genç ba-
yan ekibi olarak aslında pek tecrübemiz olma-
yan bir işe girişerek zor durumda olan Suriyeli
kardeşlerimiz için bir yardım faaliyeti başlattık.
Bu yola çıktığımızda kışın çok soğuk dönemleri-
ni yaşıyorduk ve en acil istek battaniye ve kışlık
malzemelerdi. Görüşmeler yaptık, uzun toplan-
tılara katıldık ve uzun sürecek bir kampanya
yapıp çeşitli ürünler toplamanın yarayı sarmada
daha etkili olabileceğine karar verdik. Toplam
9 üründen oluşan paketlerimiz için arkadaşları-
mız gece gündüz çalışmaya başladı ve şükürler
olsun ki hayrın bereketiyle sandığımızdan daha
yüklü bir meblağ toparladık. İHH’daki abi ve ab-
lalarımızla da görüştükten sonra bir ekibin de
Sınıra YolculukBÜŞRA ÖZKAN
30 • Nisan’13
Hatay’a yollanmasına karar verildi.
İnsanoğlu gözünün görmediğine inanma-maya veya o konuda bir duyarlılık geliştirme-meye çok meyyal. Kendimizi durumun uzağın-da sanmazken bu yolculuk bizim için bir milat oldu. Hani bazı tecrübeler vardır ya insanın ömrünün geri kalanına yeter, bizler de bu ziyaretten böyle kalıcı izlerle döndük.
Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde İHH aktif bir merkez açmış. Gönüllüler ve mensuplar adeta arı gibi çalışıyorlar. Her an bir iş üzerinde olmak nedir orada gördük sanırım. Hatay havaalanına inişimiz-den dönüşümüze kadar mihmandarımız Salih Özde-mir ağabey idi. Şoförümüz de Abdullah ağabeydi. Salih abi bizleri gün boyu yalnız bırakma-dı. Hem bir turist kafilesiyle ilgile-nir gibi tüm ihtiyaçlarımızla yakından alakadar oldu hem oradaki durumu da ilk ağızdan dinlememize vesile oldu. Bizler büyük şehrin soğuk yüzüne alıştığımızdan mı, doğu in-sanının misafirperverliğinden mi yoksa oradaki sıkıntılarla muhatap olan birinin yüksek duyar-lılığından mı bilinmez Salih abinin ve ekipteki-
lerin fedakarlığına hayran kaldık. Reyhanlı’ya en yakın kamptaki hastaları Reyhanlı Devlet Hastane’sine getirip iyileşenleri geri götürme görevini üstlenmiş olan Zeki Tahiroğlu abinin “buradaki insanları gördükten sonra evimde uyuyamaz oldum, tanıdığınız herkesten dua is-
teyin” derken gözlerinin nasıl dolduğu-na şahid olduk. Herkes pekala işine
gücüne bakabilir. Bunca insana zaten gücümüzün yetmeyece-ğini düşünebilir ama onlar her bir kişinin değerinin farkında-lardı.
Gün içinde yüzlerce insa-nı ziyaret ettik. Aslında bu-nun için öyle çok mesafeler kat etmemize gerek kalmadı çünkü çoğu aile topluca ya-
şamak durumunda kalmış. Zi-yaretimizin ilk ayağı bir düğün
salonuydu. 90 aile bir düğün sa-lonuna toplanmışlar. Hatta orada
kendi çaplarında bir düzen kurmaya çalışmışlar, her şeyin bir sorumlusu var.
Kuveyt’ten gelen doktor bir ablayla tanıştık, oranın genel sorumluluğu da onun üzerindey-miş. Rutin ziyaretler yapıp yardım getiriyormuş. Herkesin gözlerinde bir heyecan, herkes Allah’ın rızasına kavuşmak için çaba içinde. Bizler aynı dili konuşmanın hiçbir kıymeti olmadığını, as-
Nisan’13 • 31
lolanın kalplerdeki beraberlik olduğunu orada fark ettik. Kalınan yerin bir düğün salonu olması çok manidardı. Bavullarla getirdiğimiz hediyeleri dağıttığımız küçük oda belki gelin odasıydı kim bilir. Mekan şartlarla birlikte anlam kazanıyor. Aslında hiçbir şeyin tek bir manası yok. Madde elimizde evriliyor, karşı koyamıyoruz.
Aileleri sıra numaralarına göre çağırıp hediye-lerimizi dağıtırken içimizi büyük bir sıcaklık kap-ladı. Onların bize gerçekten kardeş muamelesi yaptığını fark ettik. Verdiğimiz küçük hediyeler ellerde büyük kıymete biniyor. Babalar tak-keleri hemen başlarına geçiriyor, çocuklar lolipop kavgası yapı-yor, birine çıkan oyuncak diğerine çıkmadıysa gelip uslu uslu öbürü de ay-nından istiyordu. Sanki evimizin içinde kalaba-lık bir aileyle hediye-leşme düzenliyorduk. Annelerin ellerinden tut-mak, genç kızların umut-larına dokunmak, çocukları kucağımıza almak, başlarını okşamak, hepsi unutulmazdı. Da-ğıtım esnasında odamıza gelen bir kar-deşimiz eylemlerde marş söyleyen biriymiş, bize de kısa süreli bir fasıl yaptı. Aslında toplu halde özgürlük duası yapmış olduk, çok etkilendik.
Ziyaretlerimizin kalan kısmı daha mobil ger-çekleşti. Yarım kalan inşaatlara, boş dükkanla-
ra ve depolara yerleşmiş olan ailelere uğradık. Sefaletin acı boyutu bizi asıl burada bekliyordu. Düşünün ki bir akşam evinizde oturup çayınızı içerken, öyle ev kıyafetlerinizle aniden çıkmak zorunda kalıyorsunuz. Yanınızda ne para, ne yedek bir giysi, ne de yiyecek var. Başka bir ül-keye sığındığınızda ve sadece gelecek yardım-larla bağımlı olduğunuzda düşeceğiniz sefaleti düşünün. Açıkçası hayal etmek imkansız gibi. Zira bizim ülkemizin en yoksulunun dahi evinin camları ve kapısı, yedek bir tane kıyafeti, çora-bı veya ayağında bir ayakkabısı vardır. Yokluk
orada en sert haliyle gelip tokadını vurmuş. İnşaatlara sığınmış olan
ailelerin üzerlerini kapatan bir betona sahip olmaları
dışında hiçbir şeyleri yok. Ve belki havalar ısınınca ve o inşaatlar tamam-lanmaya başlanınca oradan da çıkarılacak-lar. Tabi Reyhanlı halkı-
nın yardımseverliğini de atlamamak lazım. Herkes
bir şeylerini vermeye çalışı-yor. Ensar olmak için ellerinden
geleni yapıyorlar fakat halkın durumu da fazla iyi değil. Şehir halkıyla eş nüfusa sahip mültecilere sahip çıkabilmek için büyük bir mad-di kaynak gerekli.
Bizim gördüğümüz sadece Reyhanlı idi. Sını-rın öteki tarafında çok daha büyük bir dram ya-
32 • Nisan’13
şanıyor. Üstüne sarmaya tek bir kumaş parçası bulunamayan bebekler, elektrik ve su olmadan kamplarda yaşam mücadelesi veren kadınlar… Kamplarda bulunan ve yardım kuruluşlarının yaptığı az sayıdaki tuvalet ve banyolar ihtiyacı karşılamanın çok gerisin-de. Binlerce çadır, yüz binlerce insan, yayılan hastalıklar ve artan çaresizlik. Asıl çözüm elbette savaşın bitmesi. Za-ten hepsi bunun ümidiy-le yaşıyor. Her ne şartta olursa olsun yaşadıkları topraklara geri dönmek istiyorlar. Ve yüksek bir imanla ümit ışıklarını sön-dürmüyorlar. Reyhanlı’da yüzü gülmeyen tek bir kişi görmedik. Hepsi umut do-luydu, enerji doluydu. Savaş bittiğinde çok büyük işler ba-şaracak azim ve gayrete sahip-lerdi. Fakat kamplarda kötü şartlar insanların gittikçe moralinin bozulma-sına sebep oluyor. Savaşın ve yokluğun bıraktı-ğı derin izleri kapatabilmek elbette zor olacak
ama her şeye rağmen önce bu savaş bitmeli. Ve bizler bu sefaleti gördükten sonra fazladan akıttığımız her damla suyun, keyfi harcadığımız her kuruşun, kenara yığdığımız paranın hesa-
bını daha acı bir şekilde vereceğimizi biliyoruz. Sizlere bunu anlatmamız
da üzerimizdeki yükün ağırlığın-dandır. “Evde son kullanma
tarihinin geçmesini bekledi-ğiniz her ilaç burada hayati öneme sahip diyen Meh-met Alver (Ebu Yahya) abinin duyarlığını örnek alabilmeyi umuyoruz. Oradaki İHH ekibini canla başla koordine eden Zeki Tahiroğlu abiye teşekkür etmek de boynumuzun
borcudur. Bizler biliyoruz ki bize asıl yardım edecek olan
Rabbimizdir. Şahsi gayretleri-miz yine O’nun izniyledir ve in-
san olarak gücümüz çok zayıftır. Rabbimizden bu mazlum halka yardım
etmesini ve ellerimizi buna vesile kılmasını dili-yoruz. Uyuyan kalplerin de uyanması duasıyla…
Nisan’13 • 33
Çocuktum her şeyi anladığımı sanıyordum Sonra büyüdüm, bombaların ve bankaların Dağlardan ve ırmaklardan daha fazla olduğunu gördüm Bahçıvanlar generallerden Menekşeler mermilerden daha azdı Yenilmişti dünya Yenilmişti dünya Duanın özgürleştiren rüzgârı Çekilmişti yüzlerden İnsanlar dua değil Yönetmelik okuyordu Nükleer artıklar ve çok uluslu yalanlarla kirlenmişti yüzümüz Teknolojinin o yok edici, O gri gölgesi düşmüştü yüzlere Yenilmişti yüzümüz Ve görüntü aynıydı Bütün aynalarda Her şey çok açıktı Herkes kimsesiz Herkes bir şeyin yoksuluydu Hepimiz aynı anda yenilmiştik Ve şarkılarımız kederliydi Yanlış bir zamanda mı yaşıyordum? Çekip gitse miydim? Hayır! Ne yanlış bir zamanda yaşıyordum Ne de çekip gidecek bir yer vardı Her yer aynıydı Kaldım Sürekli çağıran ve ayrım yapmayan toprak Nasıl olsa beni de çağıracaktı!
* * * Masal dünyanın bittiği yerde başlar Biliyorum klasik zamanlarda değiliz artık Ve masallar böyle anlatılmaz Biliyorum! Ben hiç masal yazmazdım Dünya sisteminin hepimize anlattığı masal Kötü olmasa bu kadar Biliyorum! Bir karınca türküsünden daha hafif olacak sesim Biliyorum! İnsanların birbirlerine olan yabancılığı büyüyecek Dünya küçüldükçe Biliyorum! Telefonlar oldukça insanlar birbirini görmeyecek Biliyorum! Birbirimizi hiç görmeden ölücez Her şey için tek şey diliyorum Allah’ın gülleri yakamızı bırakmasın!
MASAL Mevlana İDRİS
ŞİİR
34 • Nisan’13
B azen o kadar uzakğa bakıyoruz ki bur-
numuzun dibini göremiyoruz. Halbuki in-
sanla kıyamete kadar uğraşacağını ve Allah’a
giden dosdoğru yola
oturacağını belirten şey-
tanı, öncelikle yakınlarda
aramak gerekir. Çünkü
şeytan, hz. Adem’in ya-
ratılışıyla başlayan ve de
kıyamete kadar sürecek
olan bir mücadele içindey-
se ve buna dair yeminler
etmişse, insana o kadar
uzak kalmamalıdır, kalmı-
yor da. Bu konu da atladı-
ğımız araçlardan biri olan
televizyona çoğu zaman
pek masum bir şekilde yak-
laşıyoruz ve hiç düşünmü-
yoruz tehlikelerini.
Bir insanın sürekli aldı-
ğı kokuyu bir süre sonra
hissetmeyişi, soğukta kala
kala o soğuğa alışması gibi
bizler de, sürekli televizyon
izlerken onun içerisindeki sap-
tırıcı, bozucu unsurları seçemez, ayırt edemez
hale gelmişiz. Bir kanaldaki yerli(!) dizimizde
bir anne, kızının erkek arkadaşını(!), lise çağın-
daki bu gençlerin birlikte çalıştıkları son sınav-
dan düşük not almalarını değerlendirme üzere
eve davet ediyordu. Eve gelen damat adayı
-pardon çok abarttım ne
damadı, ne adayı, daha
kaç yaşındalar- validesi-
nin böreklerini yerken
onun nasihatlerinden de
nasipleniyordu. Bu düşük
notları nasıl alabildikleri-
ni çok iyi tespit ediyordu
anne: “ders çalışırken bir-
birinize hülyalı bakışlar,
sayfalara isimler yazma-
lar, Süleyman’la Hürrem,
baltacıyla katarina…” söz-
leriyle ortamı gayet iyi ak-
tardı bize. Ardından da şu
muhteşem reçetesini yazı-
verdi: “ben böyle bir arka-
daşlık halini gayet olumlu
karşılıyorum, sizi anlıyo-
rum, gençsiniz olacak tabi
böyle şeyler. Ama şu ders-
ler düzelene kadar birlikte
çalışmayın”. Ne iyi değil
mi? Bir anne, kızının sevgilisine(!) kızından ne
zaman, ne şekilde istifade edeceğini güzel gü-
zel anlatıp da adeta onu pazarlıyorsa; kusura
bakmayın bu memlekette “küçük kadınlar”
MÜSLÜMAN MAHALLESİNDESATILAN SALYANGOZ
YUSUF TALHA
İnsanın “Allah’a kulluk etme-si için” yaratıldığı bir dünyada
sorumluluğunun az olması düşü-nülemez. Allah’a kulluk için yara-tılan insanın dinin hükümlerinde seçiciliğe giderek, kendi aklına
göre kulluk kriterleri belirlemesi ve işine gelmeyen emirleri göz ardı edivermesi ise hayal bile edilemez. Çünkü aynı insan, kiracısının eve çivi çakmasına dahi ev sahipliği
adına karışmakta ve kiracının ka-fasına göre hareket edemeyeceğini söylemektedir. Bunu ev sahipliği
hakkı olarak tanımlayan bir insan, nasıl olur da bu dünyanın asıl sa-
hibi olan Allah’ın kiracısı olduğunu unutabilir?
MASAL Mevlana İDRİS
Nisan’13 • 35
diye dizi de çekiliverir. Anca dizimizi dövmekle
kalıveririz.
Geçtik bir diğer kanala. Burada değerli bü-
yüklerimiz fikir sancısı çekmekteler. Memleketi
engin düşünceleri ile karanlıklardan aydınlığa(!)
çıkarıverecekler. Buradaki muhteşem reçete ise
halkın korku duvarlarının yıkılması. “Ne güzel
diyor. Evet yıkılmalıdır bizce de korku duvarları
ve Müslümanlar yalnızca Allah’tan korkmalıdır-
lar, Allah’ın hükümlerinden bahsedip de çağdı-
şı, yobaz, gerici diye yaftalanmaktan korkma-
malıdırlar, utanmamalıdırlar. Eğer utanılacak
bir şey varsa o da bir Allah’a kul olmak yeri-
ne, kullara köle olmaktır.” diye geçiriverirken
içimden, değerli amcam da içinden geçeni tüm
izleyicilere aktarıveriyor: “Bu insanlar hep kor-
kacak mı? Padişah korkusu, Cehennem korku-
su… Özgür düşünsünler.” Müslüman, Peygam-
ber as. ın korkutucu ve müjdeleyici olduğunu
bilir. Bu iki ruh hali sayesinde hayatını denge-
ler. Cehennem korkusuyla, cennet ümidiyle
eylemini ve söylemini sorgular. Bu sözleri sarf
eden amcamın gözden kaçırdığıysa şu: İnsanla-
rın gönlünden cehennem korkusunu çıkardığı-
nızda ne hırsızı durdurabilir, ne açı doyurabilir
ne de canı koruyabilirsiniz. Çünkü artık zayıf,
güçlü olan tarafından ezilmektedir. İşte bugün
komşumuza, yolda kalmışa hiç güvenimiz kal-
mayışının nedeni bireysel ve toplumsal bazda
Allah korkusunun sinelerden çekilmesinin do-
ğurduğu sonuçlardır.
Kumandama bir daha basıyorum, karşımda
bizleri uzun yıllar güldürmüş meşhur bir yüz.
“Ohh içim bunaldıydı şu flört, korku saptırıcıla-
rından. İyi oldu, biraz gülelim “ diyecekken, bu
senaristte de çakıyor uzaklardan. Kendisinden
viski isteyen kişiye satıcı, viskinin parasını alıp
“Bismillah, Hadi senle yaptık bugün siftahı”
deyiveriyor. “Kur’an okumaya başlarken kovul-
muş şeytandan Allah’a sığın” ayeti geliveriyor
benim de aklıma. Kur’an okumak gibi bir işe
dahi besmeleyle başlanması Rabbimiz tarafın-
dan isteniyorken, senaristimiz, viski parasını
besmeleyle aldırtıyor. Siz dizilerinizde insanlara
hem besmele çektirir, hem de viski sattırırsa-
nız, sonra da bugün elalemin kızıyla her işi ka-
rıştıran ama iş kendi kız kardeşine gelince bekçi
kesilen bir nesille baş başa kalıverirsiniz. Per-
şembe geceleri içki içmeyip -çünkü ertesi gün
Cuma’dır ve Cuma mübarek gündür, çarpılırız
maazallah- haftanın geri kalanında “alemlere”
akan bir gençlikle baş başa kalıverirsiniz.
“Dindarlıklarıyla öne çıkan bu kanallar na-
sıl viskiyi besmeleyle sattırır” yakınmalarıyla bir
kez daha kanal değiştiriyorum. Bu sefer ki du-
rağımız bu saydığımız örneklerin ilham kaynağı
olan Batı değerlerine ait olan bir kanal. Ayak
izlerini doğru izlemişiz ki ayının inine artık va-
rabildik. Bir film oynamakta ekranda. Bir anne,
bir baba ve bir kız çocuğu. Anne, kocasının
monoton, dünyadan ve kendinden bezmiş ha-
linin acısını çıkartacak yer arıyor. Tam da bu
Kumandama bir daha basıyorum, karşımda bizleri uzun yıllar güldürmüş meşhur bir yüz. “Ohh içim bunaldıydı şu flört, korku saptırıcılarından. İyi oldu, biraz gülelim “ diyecekken, bu senaristte de çakıyor uzaklardan. Kendisinden viski isteyen kişiye satıcı, viskinin parasını alıp “Bismillah, Hadi senle yaptık bugün siftahı” deyiveriyor. “Kur’an okumaya başlarken kovulmuş şeytandan Allah’a sığın” ayeti geliveriyor benim de aklıma. Kur’an okumak gibi bir işe dahi besmeleyle başlanması Rabbimiz tarafından isteniyorken, senaristimiz, viski parasını besmeleyle aldırtıyor.
36 • Nisan’13
ruh hali içindeyken; karısından boşanmış olan
ve bunu “çok iyi oldu” diye anlatan, insanın
kariyeri için her şeyi yapması gerektiğini söyle-
yen ve bu kariyer başarısı için “sürekli tepeden
bakan seçkinci bir imaj” çizilmesi gerektiğini
savunan iş arkadaşının(!) evinde buluyor tesel-
liyi. Baba ise, hayatının çok pısırık, hareketsiz
geçtiğinden yakınarak “ot çekmeye” başlıyor.
İşinden istifa edip, kendisine “az sorumluluğu
olan bir iş” arıyor, çünkü artık “adam” olması
gerek.
Evet, bu dizilerin kimisi bu ülkede çekiliyor,
bu tartışma programları bu ülkenin vatandaş-
larınca gerçekleştiriliyor, ithal diziler de bu ül-
kenin televizyonlarında rahatlıkla izlenebiliyor.
Yani halkının %99’unun Müslüman olduğu söy-
lenen bu ülkede. Bu kareler, Müslüman mahal-
lesinde satılan salyangozlar değildir de nedir?
Bir toplumun değerlerine bu kadar kuşatıcı bir
taarruz var iken, bu taarruzun muhataplarının
bunun farkında olmaması kadar acı, başka ne
olabilir? Bunların hepsi bizim evlerimizde olup
bitiveriyor, peki kaçımız bunun farkındayız? Hiç
bu gözle bakıp sorguladık mı izlediklerimizi? Bu
kısa tv-safaride elde ettiğimiz gözlemlerimizle
bile diyebiliriz ki, televizyon, hak olmayan bir
hayat tarzını pohpohlamaktadır.
İnsanın “Allah’a kulluk etmesi için” yaratıl-
dığı bir dünyada sorumluluğunun az olması
düşünülemez. Allah’a kulluk için yaratılan in-
sanın dinin hükümlerinde seçiciliğe giderek,
kendi aklına göre kulluk kriterleri belirlemesi ve
işine gelmeyen emirleri göz ardı edivermesi ise
hayal bile edilemez. Çünkü aynı insan, kiracısı-
nın eve çivi çakmasına dahi ev sahipliği adına
karışmakta ve kiracının kafasına göre hareket
edemeyeceğini söylemektedir. Bunu ev sahipli-
ği hakkı olarak tanımlayan bir insan, nasıl olur
da bu dünyanın asıl sahibi olan Allah’ın kiracısı
olduğunu unutabilir?
Ne yazık ki Allah’ın kainat üzerinde tek sa-
hip olduğu gerçeği unutulmakla kalınmıyor
“unutturulmaya” da çalışılıyor. Bu amaç doğ-
rultusunda kitle iletişim araçları başrolü oyna-
maktadır. Bize düşense bu araçların etkisini
düşünerek bu araçlarla savuşturucu mekaniz-
malar geliştirmek. Peki bu nasıl mümkün olur?
Evvela kişinin, bu izlediklerinin bireyde ve top-
lumda İslamın hüküm, ahlak ve düşünce kimli-
ğinin yeşermesine zarar verdiğini anlayabilmesi
ve kabul etmesi gerekir. Yani bundan Müslü-
man olarak rahatsız olmalıdır. Bugün İslamın
temellerine yerleştirilmiş olan dinamitler bir bir
patlatılmakta. Bunu fark etmeyen insanın bu
enkazın altında kalmaması ise mümkün değil.
Bu patlamaların sesini duymak, tahribatını gör-
mek içinse gören gözlere, işiten kulaklara, katı-
laşmamış kalplere ihtiyacımız olduğu kesin. Bu
göz, kulak ve kalbin mutlak gerçek vahye yö-
neltilmesi, bu vahyin yaşanması için en önemli
şart. Yaşanması gereken bir vahyi hayat tarzı-
nın, bu vahyi anlayarak ve üzerinde düşünerek
okumaktan geçtiğini fark etmek çok da zor
olmasa gerek.
“(Bu Kur’an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşün-
sünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye
sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” (Sad
Suresi, 29)
Nisan’13 • 37
B azıkavramlarvardırkihayatınızdadahaöncehiç tanışmamışınızdır ve tanıştığınızda sizin
hayatınızda farkındaolmadığınızbirduyguyu,dü-şünceyianındaözetlerveyadüşüncelerinizibirkaçkelamileanlatmayayeter.Özellikleyenikelimelerve kavramlar üretmek adına çöplüğedöndürülenbenliklerimizebirnebzeolsunoksijenolur.Birkaçseneönceduyduğum“NöbetleşeYoksulluk”kavra-mıdaiştebunoktadabenimiçinyenibirbakışaçısıoluşturdu.Buhusustaönceliklenöbetleşeyoksul-lukkavramınınsosyo-iktisadibirkavramolduğunudabelirtmekteyarargörüyorum.
Bukavram,kentleşmeveköydengöçünortayaçıkardığıgecekondulaşmaveçarpıkarabeskkültü-rü tanımlamak için kullanılmakta ve “varoşlaşmadediğimiz olgunun ortaya çıkmasının neden vesonuçlarınıbirbütünhalindeikikelimeileözetlermisiniz?”sorusunacevapolabilmektedir.Özellikle1980’lerde yoğunlaşan şehre göçü köyü terk edi-şintavanyaptığıdönemlerdebüyükşehirhayatın-da tutunabilmenin yaşayarak öğrenme ve yaşammücadelesinin diğer adını oluşturmaktadır nö-betleşeyoksulluk.Aslındahayatımızınheranında
kafamızı çevirdiğimizdeyaşadığımız şehirlerinbir-çok semtindebukavramlagündelik yaşantımızdaçokçakarşılaşmaktayız.Başakşehir’denBakırköy’egiderken Başakşehir’de başka bir hayatın örneği-nigörürkenİkitelli’yegeldiğimizdeçokdahafarklıbirhayatıniçerisindebulmuyormuyuzkendimizi?Aynıkültürseviyesinesahipbireyineldeettiğige-liri ile daha lüks gözüken bir semte taşınması ileyoksulluğunueski semtindekalanlaradevrettiğinifakatkültüraçısındanhiçbirdeğişikliğinmeydanagelmediğini,halabirçoğumuzun-bunakendimidedâhil ederek- kültür fakiri olduğumuzu görmüyormuyuz?GündüzBeşiktaş’talüksofislerdeçalışan-ların akşam Kâğıthane’deki evlerine döndüklerinivegündüzfarklıakşamfarklıkişiliklerdeolduklarınıhemenhemenhergüngörmemektemiyiz?Sabahişinegiderkenyoksulluğunubirkenarakilitleyenle-rinakşamlarınöbeti tekrardevralmaları şaşılacakşeymidir? Gelir seviyemiz birazcık arttığında he-mensemtimizideğiştirirvebirüstkademeyege-çişyapmazmıyız?İnsaniyiyaşamşartlarınaçabukalışıramakötüyaşamstandartlarınaçabukuyumsağlayamazdeğilmi? İştebunların sonucuolarak
DENEME
Nöbetlese YoksullukSERDAR YILMAZ
38 • Nisan’13
arabeskkültürüdoğupbirvirüsgibisarmadımıet-rafımızı?Basitveiçiboşkullanımlarlasadeceuyuş-turucu etkisi göstermesi bakımından yoksulluğukendilerinden devralan nöbetçi yoksullara afyonolsundiye sunulmadımı arabesk? “Damarkültü-rü”denenfakatonyıllardırbusıfatlamailekültürkelimesine hakaret ettiğimize inandığım olgu ne-deniylebirarayageldiğindearabamotoruveyaatyarışıkonuşabilen,tekdertlerifutbololannesilleryetiştirilmesinegözyummadıkmıacaba?
Bunlarıkimizamandevleteliyleyaptık,çünküyozlaşmışbirgençliğinolmasınadevletolarakgözyumduk,çünkügelişmekteolantoplumlarınenbüyüksorunlarındanbiriartannüfusunaltyapıvekültürleriniarttıracakbeşeriser-mayeyi yükseltecek yatırımlarını yapacakgücübulamamaktaydık.Budurumsebebiylehemşericilikkavramımızönünüalamadığımızbir şekilde yükseldi yükseldi, köy hayatındansıyrılamayanyaşantılarşehirlerdekendini,aynışehrin insanlarındanoluşanhattaaynıkasaba-nınköyünhanehalklarındanoluşan“getto”laradönüştü.Bizlerkavmiyetçiliğekarşıçıkarkenbirandakendimizidahailginçbirdurumlayüzyüzebulduk.Bırakalımmilliyetçilikleri,bizlerinümmettakıntısıvar,Ümmed-iMuhammedyükselsinder-kenkendiiçimizebirdegetirdikhemşericiliğielle-rimizleyerleştirdik.
Üstelikbununladayetinmedikyoksulluklarımı-zıunutuphemşericiliğidekendiiçindemikrolaştır-dık.“Aşehrindenim”dendiğindeaynışehirliolsakbile“KürtmüsünArapmısın?LazmısınÇerkezmi-sin?Göçmenmisin?Pomakmısın?”gibisorularlakendimiziaştık.Öylebiraştıkkigeridönüpbaktığı-mızdabizlergibi“yoksulluklarınyeninöbetçilerininbuolgularınasılaşabileceği,butabularınasılyıka-bileceğisorususunibircanavargibikarşımızaçıktı.Arabesk kültürünün “derinliklerinde” kayboldu-ğumuz(!)şuzamanlardaümmetbilincinienbaştakendimizdenasılsüreklikılıptazetutacağız.Buldu-ğumuzilkfırsattahertürlüsefilliğimizibaşkalarınınomuzlarınaatmayaçalışırken,haksızlıklaraarabeskilecevapverirkenşubenliklerimizinasılsağlıklıvedinçtutupgerçeklerleyüzleşipüstesindengelece-ğiz?Kasıtlıolarakdinamitlenenümmetbilincimizitamanlamıilekazanmakadınayoksulluklarınnö-
betleşedeviredilmesinesonvermekiçintoplumanasılbilinçkazandırabiliriz?Eğitimsistemimizinye-tersizkaldığıapaçıkortadaykensürekliartanveso-runoluşturanyeninesile,bilinçlibireylerolmayo-lundabeşeridonanımlarınıvemaneviboşluklarınıdoldurmakadınagençleresahipçıkansiviltoplumkuruluşlarımız-vakıflarımıza bir genç arkadaşınızolarakteşekkürüborçbilirim.
Bukadarçoksoruarasındadoğrucevaplarıel-betbulacağımız inancı ileyazımasonverirkenbubasitvesıkıcıyazımıokuyanağabeyler,kardeşler;
“Amansendebeadamneanlatıyorsun”diyebi-lirsiniz.Hakkınızdavardırbuna.Fakatbucümlelerienbaştakendimeyazdığımıbelirtmekisterim.Ta-rihedüşeceğimbucümlelerle,birgünolurdayok-sulluğumubirbaşkaacizedevretmeyekalkarsam,karşımdabuyazıyıdimdikbulmakümidiyle.Selamveduaile.
Arabesk kültürünün “derinliklerinde” kaybolduğu-muz(!) şu zamanlarda ümmet bilincini en başta kendi-mizde nasıl sürekli kılıp taze tutacağız. Bulduğumuz ilk fırsatta her türlü sefilliğimizi başkalarının omuzlarına atmaya çalışırken, haksızlıklara arabesk ile cevap ve-rirken şu benliklerimizi nasıl sağlıklı ve dinç tutup ger-çeklerle yüzleşip üstesinden geleceğiz? Kasıtlı olarak dinamitlenen ümmet bilincimizi tam anlamı ile kazan-mak adına yoksullukların nöbetleşe devir edilmesine son vermek için topluma nasıl bilinç kazandırabiliriz?
Nisan’13 • 39
Dr. Ömer Miraç Yaman ile “Apaçi Gençliği” üzerine konuştuk…
Furkan GENÇOĞLU
RÖPORTAJ
Genç Öncüler: Apaçi gençliği neden araştır-
ma gereği duydunuz? Bu araştırma nasıl başladı
ve ne kadar sürede sonuçlandı?
Ömer Miraç Yaman: Apaçi gençlik konusu
bizim gençlik konusunda çalışma isteğimizin bir
meyvesi olarak ortaya çıktı. Türkiye’de gençlik
çalışmaları alanında, özellikle gençlik alt kültürle-
ri alanında yapılan çok fazla çalışma yok. Güncel
bir mesele olması ve Cumhuriyet tarihi boyunca
Türkiye’nin toplumsal yapısıyla ilgili bir konu ol-
ması bizi apaçi gençlik meselesini araştırmaya yö-
neltti. Öncelikle 7-8 aylık bir süreçte internette ve
sosyal medyada apaçi gençlik hakkında yazılmış
materyalleri toplayarak bir değerlendirme yaptık.
Bizim için asıl kıymetli olan saha araştırmasıydı.
Saha araştırması da bir yıldan uzun bir süre sürdü.
Öncelikle İstanbul’un merkezi noktaları olan Tak-
sim, Kadıköy, Bakırköy gibi yerlerde apaçi genç-
*Dr. Ömer Miraç Yaman Yalova Üniversitesi Sosyal Hizmet bölümü öğretim görevlisi40 • Nisan’13
lik tanımlamasına uyan gençlere
“Apaçi nedir?”, “Siz apaçi misi-
niz?” tarzında sorular yönelterek
bir mini anket gerçekleştirdik.
Daha sonra bu meselenin yok-
sulluk ve göçle doğrudan alakalı
bir mesele olduğunu anlayın-
ca saha çalışmasının merkezini
İstanbul’un Esenler ilçesi olarak
belirledik. Bir yıldan fazla bir süre
sokak sokak gezerek, kafelerde,
köşe başlarında, okullarda, park-
larda pek çok yerde apaçi genç
profiline uygun arkadaşlarla gö-
rüşmeler gerçekleştirmeye çalış-
tık.
Genç Öncüler: Bu araştırmayı yaparken ne tür
zorluklarla karşılaştınız?
Ömer Miraç Yaman: Önce şunu söylemem
gerekiyor. Görüştüğümüz gençlerden hiçbirisi
kendisini apaçi olarak tanımlamıyor. Tanımlama-
sını beklemek zaten mümkün değil. Zira bir insa-
nın kendisine “ben kıroyum, ben magandayım”
demesi beklenemez. Zaten biz gençlere apaçi
gözüyle bakarak yaklaşmadık. “Size neden apaçi
deniyor?”, “Siz kimsiniz, ne yer, ne içersiniz?” diye
sorduk. Onlar da “Siz niye böyle bir şey araştırıyor-
sunuz?” dediler. Çünkü şimdiye kadar hiç ciddiye
alınmamışlar, hep alaya alınmışlar, hep ötekileşti-
rilmişler.
En çok zorlandığım kısım
uzun bir süre benim sivil polis
olmadığım konusunda onları
ikna etmekti. Çünkü bu arka-
daşların birçoğu suça bulaşmış
arkadaşlar. Bunun dışında saha
araştırması boyunca keyifli bir
çalışma yaptık. Aynı kaptan
yemek yememiz, sokaklarda
beraber volta atmamız, oturup
dertleşmemiz farklı bir samimi-
yet ortamının oluşmasını sağla-
dı.
Genç Öncüler: Apaçi genç-
liği, aile yapısı ve aile ilişkileri bağlamında nasıl de-
ğerlendirmeliyiz?
Ömer Miraç Yaman: Bu insanların anne
babaları da bizim anne babalarımız gibi normal
insanlar. Fakat gerek yoksulluktan, gerek bu in-
sanların göçle kente gelmiş olmasından, gerek
kentle yaşadıkları kültürel uyuşmazlıktan, eğitim
düzeyinin yetersizliğinden kaynaklanan bir takım
dezavantajlarla hayata başlıyor bu arkadaşlar.
Ailelerinin yapısı, gençlerin kimlik kazanmala-
rında çok temel bir argüman olarak beliriyor. Aile,
çocuğuyla yeteri kadar ilgilenemiyor. Bununla bir-
likte bu gençlerin eğitim hayatlarında başarısız
olmaları, meslek hayatlarında hizmet sektörünün
en alt kesiminde görev almaları ve sosyal statü
Apaçi gençlik etnik bir kökene dayanmıyor aslında. Türkiye’de 1950-1980 1.
göç dalgasında, göçün yönü Orta Anadolu, İç Anadolu, Kuzey Anadolu Bölgesi
olmuştur. 1980 sonrası 2. göç dalgasında göçün yönü Güney ve Doğu Anadolu
olmuştur. Dolayısıyla 80 sonrası büyük kentlere gelen ana göç nüfusu Kürt nü-
fus oluşturuyor. 1980 sonrası dalga Anadolu veya Karadeniz kökenli olsaydı biz
şimdi Anadolu’yu ve Karadeniz’i konuşuyor olacaktık. Dolayısıyla mesele etnik
temelli bir mesele değil, göç dalgasıyla doğrudan ilişkili bir meseledir.
Nisan’13 • 41
RÖPORTAJ
anlamında toplumda var olabilecek pek çok ka-
nalın kendilerine kapalı olmasının getirmiş olduğu
o tıkanmışlık, özümsüzlük, özgüven eksikliği hali,
kendilerini beden itibariyle öne çıkartarak tabiri
caizse flaş ederek, afişe ederek bunu ortaya koy-
maya çalışıyorlar.
Olmayanın ortaya çıkarılması için
de çok basit bir yöntem var-
dır. Kendinizi başka türlü me-
ziyetlerle ortaya çıkartırsınız.
Ya çığlık atarsınız, ya farklı
müzikler dinlersiniz, ya saçı-
nıza farklı şekiller verirsiniz,
ya farklı şekillerde giyinirsiniz.
Siz de aslında diğerleri gibi bir
kimlik yaratmaya çalışırsınız.
Toplumun bir kısmı tarafından,
gençlerin bu durumu anormal
olarak karşılanıyor. Gençler de,
kendilerini anormal gören, hor
gören, aşağılayanları anormal
olarak görüyor. Dolayısıyla en
temelde bir anlayış zemini yaka-
lanması gerekiyor. Bu gençlerin
bu farklılıklarının arkasında ne-
yin saklı olduğunun daha derin-
lemesine düşünmek gerekiyor.
Genç Öncüler: Kitapta
“Orta sınıf faşizmi” diye bir ni-
telendirme yapmışsınız. Bu ni-
telendirmeyi biraz detaylandırır
mısınız?
Ömer Miraç Yaman: Toplumunda düzenli
bir işi ve kazancı olan, genel itibariyle lise ve üstü
eğitimi almış ve eğlenme biçimlerinden yeme kül-
türünden sosyal ilişkilerden akrabalık ilişkilerine
pek çok farklı sosyalleşme alanlarında toplumun
içerisinde bir ortalamayı yakalamış insanları kaba-
ca “orta sınıf” olarak tanımlayabiliriz. Aslında orta
sınıf temeli itibariyle köken olarak kırsaldan gelir.
Fakat kentte tutunmuştur, başarı sağlamıştır. Bu
başarısından hemen sonra geldiği kökü, geldiği
kırsalı dışlayan horlayanlar, bir noktadan sonra
bunu faşizme dönüştürmüştür. Tabi ki bu gençle-
rin de hataları var. Tabi ki bu gençlerin her yaptığı
hareket doğru değil. Fakat meselemiz, gençleri bu
sürece iten, bu sürece gelmelerine sebep olan şey
ne? Asıl bizim dikkat çekmek istediğimiz nokta
burası. Toplumda böyle bir sorgulamayı başlat-
mak bu kitabın temel amaçla-
rından biridir.
Genç Öncüler: Apaçi
gençliğin bir etnik kökene
bağlamak doğru mudur?
Apaçi gençlerin birbiriyle olan
sıkı dayanışmalarını nasıl açık-
layabiliriz?
Ömer Miraç Yaman: Apa-
çi gençlik etnik bir kökene da-
yanmıyor aslında. Türkiye’de
1950-1980 1. göç dalgasında,
göçün yönü Orta Anadolu, İç
Anadolu, Kuzey Anadolu Böl-
gesi olmuştur. 1980 sonrası
2. göç dalgasında göçün yönü
Güney ve Doğu Anadolu ol-
muştur. Dolayısıyla 80 sonrası
büyük kentlere gelen ana göç
nüfusu Kürt nüfus oluşturuyor.
1980 sonrası dalga Anadolu
veya Karadeniz kökenli olsay-
dı biz şimdi Anadolu’yu ve
Karadeniz’i konuşuyor olacak-
tık. Dolayısıyla mesele etnik temelli bir mesele de-
ğil, göç dalgasıyla doğrudan ilişkili bir meseledir.
Kentin merkezinde bizim çokça rastladığımız
bir Kürt’ün, bir Türk’ün, bir Laz’ın, bir Arap’ın el
ele tutuşup halay çekmeleri, bizim görüşme yap-
tığımız kafe sahiplerinden birinin mükemmel bir
tanımlamasıyla aslında temelde şuna dayanıyor:
Bu gençler aynı kurttan ve aynı tehlikeden kaçan
gençler. Düşmanları ve tehlikeleri tek olduğu için
bu tehlike ve düşmanlık hali onları ister istemez
aynı safta birleştiriyor. Kurt kimi yakalarsa onu yi-
Bu gençler için birkaç te-mel çıkış noktası var. En
temelinde bu gençlere çar-pık, yanlı ve at gözlüğüyle bakmayı bu toplumun bı-rakması gerekiyor. Toplum eğer bu gençleri kazanmak istiyorsa, dikkatli bir din-
leme ve anlama halini kavraması gerekiyor. Bu
gençlere öncelikle ciddi bir eğitim desteği verilmeli. Bu gençlerin içinde, eğitim sü-recinden kopmuş olanların ise meslek kazanmalarını
teşvik edecek, yönlendire-cek ve bu süreci takip ede-cek mesleki destek progra-
mına ihtiyaçları var.
42 • Nisan’13
yecek. Dolayısıyla kimsenin kurda yem olmaması
için dayanışmak gerekiyor, beraber halaya dur-
mak, beraber yoksulluğu paylaşmak gerekiyor.
Genç Öncüler: Apaçi kültürü bir yandan öte-
kileştirilirken bir yandan da televizyon dizilerinde
reklamlarda sokakta bir tüketim kültürü haline dö-
nüşmesi sizce garip değil mi?
Ömer Miraç Yaman: Bu durum orta sınıf fa-
şizminin ürettiği bir şey aslında. Toplumda baskın
ana kültür, kendi kültür kodlarının dışında sapkın
gördüğü kültürleri önce kodlar, sonra dışlar ve
en son onu tüketim malzemesi haline dönüştü-
rür. Dolayısıyla apaçi gençlik dansı, figürleri ve
müziğiyle önce dışlanan horlanan aşağılanan bir
sınıfken, daha sonra “toplumun bütün beyazları
arasında” cep telefonunda müzik melodisi olarak
kullanılan, en çok izlenen, dizilerde parodi unsuru-
na dönüşen, okullarda teneffüs zili olarak çalan,
en çok tıklanan ve en çok gülünen bir gerçekliğe
dönüşmüştür. Taksi-Beyoğlu hattında göz attığı-
mızda, bu gençlerin kılık kıyafetlerini eleştirenlerin
bu gençlerin kıyafetlerini giymeye başladığını gö-
rürüz. Bu aslında bir alt kültürün baskın ana kül-
türü nasıl etkileyip değiştireceğinin bir göstergesi.
Genç Öncüler: Toplum ve devlet, apaçi genç-
ler için ne yapabilir? Ne yapmalı?
Ömer Miraç Yaman: Bu gençler için birkaç
temel çıkış noktası var. En temelinde bu genç-
lere çarpık, yanlı ve at gözlüğüyle bakmayı bu
toplumun bırakması gerekiyor. Toplum eğer bu
gençleri kazanmak istiyorsa, dikkatli bir dinleme
ve anlama halini kavraması gerekiyor. Bu genç-
lere öncelikle ciddi bir eğitim desteği verilmeli.
Bu gençlerin içinde, eğitim sürecinden kopmuş
olanların ise meslek kazanmalarını teşvik edecek,
yönlendirecek ve bu süreci takip edecek mesleki
destek programına ihtiyaçları var. Bu gençlerin bir
kısmı madde bağımlılığı noktasında uç noktalar-
da yer alıyorlar. Madde bağımlılığından kurtulma-
ya yönelik bir destek programına ihtiyaçları var.
Devlet tarafından bu gençlerin sosyal çevrelerini
değiştirebilecek ya da sosyal çevrelerine zenginlik
katacak farklı sosyal çevrelerde temas kurabilecek
sosyalleşme alanlarının tesis edilmesi gerekiyor.
Genç Öncüler: Son olarak Müslüman gençler
olarak bu arkadaşlar için ne yapabiliriz? Nasıl ileti-
şim kurmalıyız?
Ömer Miraç Yaman: İnsanın en içini acıtan
mesele de bu aslında. İlgilenme anlamında, bu
gençlerin dertleriyle dertlenme anlamında, maale-
sef Türkiye’de İslami hassasiyetleri yüksek gençle-
rin bu anlamda yeterli çaba göstermediğini, hatta
hiç çaba göstermediğini söyleyebiliriz. Birkaç ta-
rikat ve cemaat dışında bu gençlerle ilişki kuran
İslami oluşumların olmadığını görüyoruz.
Hz. Muhammed (sav) yanı başında, İslam’a ilk
giren halkanın içerisinde hatırı sayılır bir kesiminin,
Mekke toplumunun sosyal statü anlamında zayıf-
lardan oluştuğunu hatırlamamız ve yine ümmet-i
Muhammed’in ilk İslam şehidinin Yasir Ailesi oldu-
ğunu ve Yasir Ailesi’nin göçle Mekke’ye gelmiş en
zayıf, en korunaksız aile olduğunu unutmamamız
gerekiyor. Burada eğer bir dertlenme, bir ilgilen-
me, bir halleşme zemini yakalanabilirse bu arka-
daşlar her türlü desteğe her türlü zemine açık bir
durumdalar.
Öncelikle bu anlamda İslami faaliyet yürüten
genç kardeşlerimizin toplumun bu gençlere yük-
lemiş olduğu çarpık bakışı bir kenara bırakması
gerekiyor. Önyargıların kırılması gerekiyor. Bu
arkadaşların dertleriyle dertlenebilecek bir gönül
genişliğine en azından zihinsel düzeyde ulaşmak
gerekiyor. Bakışların değiştiği anda, asıl hikâye o
zaman başlıyor.
Genç Öncüler: Kıymetli vaktinizi bize ayırdı-
ğınız için çok teşekkür ediyoruz, Allah razı olsun
hocam.
Ömer Miraç Yaman: Ben teşekkür ediyorum.
Allah sizden de razı olsun.
Nisan’13 • 43
TAHLİL MUHAMMED YASİR ÖZSOY
“İNSAN” • Zübeyir Yetik
GençÖncülerkitaplığımızhergeçenyıldahadagenişliyor.DeğerlifikiradamıZübe-yirYetiktarafındankalemealınanveKuran’ınbizleretanıttığı“kötü”karakterleri
konuedineneserlerikitaplığımızdayerinialdı.BuserininiçerisindeKabil,Firavun,Be-lam,Karun,EbuCehil,Yahudi,Samiri,NemrutveŞeytanherbiribirkitaptatahlilediliyor.VebizlerdebukitaplardanAllah’aisyanetmenoktasındaKuran’ınkendileriniörnekge-tirdiğibukarakterlerinsadecetarihiçindeyaşamışbirerinsanyadatoplulukolmadığını,ortayakoyduklarıdavranışlarınçizdiklerifigürlerinherdevirdekarşımızaçıkabileceğinivezatenbuamaçlaKuran’daörnekolarakanlatıldıklarınıöğreniyoruz.Serininbirdiğerkitabıolan“İnsan”isebizimiçinayrıbirönemesahiptir.Yaratılmışlarınenşereflisiolanvarlığınhayatınınistikametinibelirlemedeşerefinidevamettirmekle,aşağılarınaşağısıolmakarasındakalışınıbizler için resmediyorZübeyirYetik.Bizde serininönemlibirparçasıolan“İnsan”ıyazarımızınifadelerindenyaptığımızalıntılarlasizlereaktarmakvehemyazarımızınifadelerinihemdeoifadeleriokuduktansonrazihnimizdeyankılanancümlelerisizlerlepaylaşarakbudeğerlikitaplasizleribuluşturmakistiyoruz.
Yüce Allah insanı “en güzel” ifadesiyle nitelendirdiği bir oluş içinde yaratmıştır. Bu yara-tılışla insan, eşref-i mâhlukat ve yaratılanların en güzelidir. Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Tüm güzel lütuflara mazhar olup bunu en iyi şekilde kullanabilen ve aynı zamandada en kötü şekilde kullanabilendir. Bu yüzden de en kısmetli olan varlıktır insan ya da en kısmet-siz. İyiye yönelmek de kötüye yönelmek de onun elindedir. İstediğini seçebilir. Fakat yüce Allah bu kısmeti insandan önce yarattıklarına da sunmuştur. Fakat sadece insan bu dere-cede ağır bir yükün altına girmiştir. Tıpkı ayette de geçtiği gibi; “Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla... Doğrusu biz, emaneti, göklere yere ve dağlara sunmuşuz da, onlar bunu yüklenmekten çekinmişler ve ondan korkup, titremişlerdir. Pek zalim ve çok cahil olan insandır ki, onu sırtına almıştır...”(Ahzab Suresi 72)
Şimdi biz bu yükü sırtımıza aldığımıza göre önümüzde iki yol var; doğru ve yan-lış. Yanlış kısmına human diyelim. ‘Human’ın Latincedeki manası ise insan. Fakat biz bunu bu kitapta insanın negatif yönleri olarak ele aldık. Kitapta insan işte bu human yönüyle tanıtılmıştır. “Human”, çünkü çağdaş insanın dünya görüşünü ve
44 • Nisan’13
kafa yapısını, inanç ve düşünüşünün kökenlerini, yaşayagel-diğimiz ortamın kesitini; tüm bunları oluşturmuş bulunan, yaşamakta olan, savunan, geliştirmeye çabalayan insanın kendisini, bir başka açıklamaya gerek bıraktırmayacak ölçü-de kuşatan bir kelime, bir “kavram”...
“Eşrefi mâhlukat olan insana yakıştırılamayacak olan bu “kötü-lük odağı” olma olgusu, hüman için ise, biçilmiş kaftan... Şeytanla başlamış olan kötülüklerin kendisinde olgunluğa eriştiği kimlik... Şeytanın benliğini aldığı, sardığı kuşattığı ve gitgide, kendine dö-nüştürdüğü; kendisinde şeytanı rahatlıkla gözlemleyebildiğimiz kişilik... Human işte kalbi, kulağı, gözleri; mühürlü, perdeli, hasta-lıklı bir kimlik olarak anlamamaya, inanmamaya, teslim olmamaya tutkulu bir varlık. Çünkü o cehennem için yaratılmış olan, insan-ların cehennemlik kesimidir. Büyüklenme, heva ve sanılara göre davranma, taşkınlık bozgunculuk ve dünya hayatına tutkunlukta bir numara. Her türlü tuzağa da müsaittir.”
Ne diyelim, Allah bizi humanlaşmaktan korusun. Fakat bu içinde bulunduğumuz çağda zor olsa da imkansız değil elbette. Kuran’a ve sünnete sıkı sıkıya sarılırsak niçin korunamayalım ki? Kabil-leşmek, firavunlaşmak, Karunlaşmak, Ebu Cehilleşmek yerine insan gibi insan olalım, “Muhammedileşelim’’. İslam’ı yaşamımızın her boyutunda gösterelim. Sadece kendimiz için değil de çevremiz içinde de özenilecek örnek bir Müslü-man olalım ki herkes bizim gibi olsun. Yani çağımız ve dünyamız ne kadar hu-manlaştıysa biz de o kadar insanlaşalım. Yani kul olalım. Unutmayalım ki bu dünya gelip geçici, bir gün bu fani hayatımız son bulacak ve hesap vereceğiz.
Yüce Allah ayetinde şöyle buyuruyor: “Şu insan üzerine bir zaman geçti ki hiç adı sanı yoktu. Biz onu denemek için karışık bir sudan yarattık, derken işitici ve görücü yaptık. Belli ki ona yolu gösterdik, ya inanıp iyilikle, ya da inanmayıp kötülükle karşılaşa-cak.” (İnsan/76) Nitekim bir kutsi hadiste yüce Allah açıkça haber vermiştir. “Yalnızca dünyayı isteyen dünyaya tutkulandırılacak, Allah rızasını arayana ise dünyanın boynu eğdirilecektir.”
Dünya da budur zaten, insan dünya karşısında takınacağı tutum doğrultu-sunda, işte ya humanlaşacak ya da gerçek insan demek olan inanmışların arası-na katılacaktır...
İşte biz dünyamızla beraber kendimizide düzeltmeliyiz. Başta da belirttiğim gibi Kuran’a yönelip ona sarılmalıyız ve buna engel olan her şeye göğüs germeli-yiz. Batılılığın belini bir daha doğrulmayacak şekilde kırıp Kuran’a yönelmeliyiz.
Ama önce kendimizden başlayıp bunu noksansız olarak becerelim. Yani iğne-yi kendimize, çuvaldızı başkasına batıralım.
Kıssadan hisseye gelirsek: İnsan olup eşref-i mahlûkât olalım, human gibi mahlûkât-ı eşek değil. Hâsıl-ı kelam hem kıymetli hocamızın satırlarından bir kesit hem de zihnimizde yankılanan cümlelerden birer kısım olmak üzere İnsan kitabından size aktaracaklarımız burada bu kadardır. Denilebilir ki bizler için bu seri de hayata bakışımızı derinden etkileyecek kıymetli eserler bulunmaktadır. Cenab-ı Hak ilimden nasiplenenlerden eylesin. Amin!
Nisan’13 • 45
KültürSanat
Melike YURT
Duymamak ‘Engel’ Değil!
Şehr-i Samsun bir farklı et-
kinliğe mekan oldu. 27 Mart
Dünya Tiyatro Günü dolayısıy-
la ‘Kırmızı Başlıklı Kız’ oyunu
sergilendi. Fakat sergilenen
oyunun özelliği işitme dili ile
sahnelenmesi idi. Duymama-
nın hayatı ciddi manada ak-
sattığı yadsınamaz bir gerçek,
işitme engeli olan kişiler bir-
çok imkandan mahrum olarak
devam ettiriyorlar hayatlarını.
Samsun Kız Teknik Öğretim
Olgunlaşma Enstitüsü konfe-
rans salonunda, Samsun İşit-
me Engelliler İlkokulu ve 50.
Yıl Ortaokulu öğrencilerine
tiyatrodan mahrum kalmaya-
cakları gösterildi. Tiyatro iz-
lemekten çok memnun olan
çocuklar yine işitme dili ile ara
ara oyuna dahil olarak büyük
mutluluk yaşadılar.
Yedi Hilal Okuma Grupları Türkiye’nin her yerinde…
İstanbul merkezli olarak kurulan Yedi Hilal Okuma Grupları
sadece İstanbullu gençlere değil Anadolu gençlerine de ulaş-
ma düşüncesi ile yola çıkmış ve kısa sürede başarıya ulaşmış
gözüküyor. Amacı günümüz dünyasında türlü oyunlarla de-
ğerleri kaybettirilen insanlığa tekrar değer yargılarını geri ka-
zandırmak, başkalarının hukukuna riayet eden, hür fikirli, vic-
dan sahibi, birikimli ve donanımlı, aklıselim nesiller yetiştirmek,
yetişen bu nesille toplumda bu özelliklerin kalıcı bir şekilde
tesis edilmesini ve yaşatılmasını sağlamak, toplum huzurunu
ilgilendiren temel meselelerde haktan yana tavır alıp kamuoyu
oluşturmak, sivil inisiyatifin etkinleştirilmesi ve geliştirilmesini
sağlamak için yurtiçinde ve yurtdışında benzer hedefleri olan
kurum ve kuruluşlarla etkin bir şekilde iletişim ve dayanışma
içerisinde olmak. Ellinin üzerinde kategoriden oluşan okuma
listeleri öncelikle bir yazar ya da belirli kitapları üzerinde yo-
ğunlaşmakta. Listede İmam Gazali, Sadı Şirazi, Mahmut Sami
Ramazanoğlu, Mehmet Zahit koktu,Gökhan Özcan, Hakan
Albayrak, Mustafa Özel, Said Nursi gibi isimleri görmek müm-
kün. Okuma grupları İstanbul’un farklı noktaları, Bursa, Er-
zurum, Kocaeli, Ankara, Diyarbakır, Kayseri, Manisa, Konya,
Antalya, Çanakkale gibi şehirlerimizde düzenli olarak devam
etmekte. Ayrıca Yedi Hilal Okumaları kapsamında Nurettin Yıl-
dız Hoca her hafta Pazar günü saat 16:30’da Üsküdar Yeni
Valide Camii’nde Hadis Okumaları yapmaktadır. Gençlere ilgi-
lenmeleri duyurulur!!!
46 • Nisan’13
KültürSanat
Rabbin Seni Terk Etmedi- Timaş Yayınları
Yazar Münire Danış’ın Ti-
maş yayınlarında çıkan kitabı
“Hakikat”i hayatlarımıza çekme
yönünde bir vesile olması niyeti
ile yazılmış ümmetin istifadesi-
ne sunulmuş. Ayetlerin sebebi
nüzulleri üzerinde duran yazar,
bu olayları hikaye ederek kale-
me almış. Amaç ise üzerlerine
ayetler inen olayların günümü-
ze aktarılması ve her insanın
hayatında meydana gelen her
olayın aslında kendi sebebi nü-
zulü olduğu, her kul için ayetle-
rin nazil olmasındaki devamlılığı
vurgulamak. Yaşadığımız olay-
ların sebeplerinden sonuçların-
dan ziyade mahiyetini fark edip
“Rabbim bana ne söylüyor?”un
cevabını bulabilmek adına sebe-
bi nüzul hikayelerine bir de bu
hassasiyetle yaklaşmaya davet
ediyor okurlarını.
Vefatının 30. Yılında Necip Fazıl Konya’da anılacak.
Necip Fazıl Kısakürek vefatının 30. yıl dönümünde 20-26
Mayıs tarihleri arasında Konya’da büyük bir sempozyum ile
anılacak. Sadece Türk akademisyen ve araştırmacıların değil
farklı ülkeden katılımcılarında katkı sağlayacağı sempozyum
üç gün sürecek, fakat Konya’nın farklı ilçelerinde de etkinlik-
ler düzenlenecek, tiyatro gösterimleri yapılacak. Ayrıca Necip
Fazıl’ın seçilmiş olan 30 kitabı ile ilgili konuşmalar yapılacak
ve “30 kişiden 30 hatıra” çalışması çerçevesinde ise Necip
Fazıl’ı tanıyan ve bilen 30 kişi konuşma yapacak. Hatıraları
kayıt altına alınacak ve daha sonra bu hatıralar kitaplaştırı-
lacak. Etkinlikler kapsamında Kısakürek’in daha önce yayın-
lanmamış fotoğraflarının yer alacağı “Necip Fazıl ile Bir Asır”
isimli sergi düzenlenecek ve Necip Fazıl’ın sinemaya aktarılan
eserlerinin alışveriş merkezlerinde hafta boyunca gösterime
girecek. Mevlana Meydanı’nda beş bin kişinin aynı anda Ne-
cip Fazıl okuması planlanıyor. Birçok alanı kapsayan etkinlik-
ler arasında Necip Fazıl’ın hayatını anlatan belgesel yarışması
da mevcut.
Nisan’13 • 47
Maçlar yapılır; amaçsız ve küfürlü…
İnsanlar görürsün saatlerce, yorulmadan ve aşkla to-
pun peşinde koşan…
Bir top için kendini heder eden…
Bir top için kardeşiyle küsen…
Bir top için kardeşiyle kavga yapan…
Aslında futbol, dikdörtgen bir zeminde oynanan zevkli
ve güzel ama bir o kadar da basit oyundur. Ama insan-
lar bu basit oyunu vazgeçilmez bir aşk olarak tanım-
lamaktadır. Oysa bu oyunu sadece spor için yapmak
gerekir. Aksi halde bize bir fayda sağlamayacaktır.
Yeşil sahaların birileri tarafından işgal edilmesine aldır-
madan…
“Genç Öncüler Gençlik Hareketi” olarak bizler de
kardeşliğimizin her alanda hakim olabilmesi ve futbola
da var olan bu yanlış düşünceleri değiştirmek için çıktık
yola.
Bu güne kadar çeşitli şubelerimizde irili ufaklı halı saha
maçlarımız oluyordu. Ama bu sene “Kağıthane Şube-
mizde bir ilk yaşandı.” O da şuydu: Futbol turnuvası
düzenleme kararı alındı. Aslında ilk başta geniş çaplı bir
şey düşünülmemişti. Ufak çaplı duyuruların ardından
toplamda “18” takım turnuvamıza başvurdu. Bu bize
ayrı bir heyecan kattı. Artık karşımızda reel olan bir 18
takım vardı. Biz de bu turnuvanın daha çok ciddiye alın-
ması kararına vardık.
Her şeyin eksiksiz olması gerekirdi. Bunun için çalışma-
larımızı iki katına çıkardık.15 günlük başvuru dönemi-
nin ardından nihayet turnuvamızın ilk maçları 16 Mart
Cumartesi günü oynandı. Aslında o gün hava aşırı dere-
ce soğuk ve yağışlıydı ve maçların iptali bile konuşuldu,
ama takım oyuncularının ısrarı sonucu hava şartlarına
aldırmadan kıran kırana geçen kardeşlik maçları oynan-
dı.
“Genç arkadaşların memnuniyeti bizi çok etkiledi, her
biri ayrı telden çalsa da aslında özlerinin aynı olduğunu,
farklı mevkilerde oynasalar da aslında biz bir takımız
fikrini hiç unutmadılar.”
Hilal Gençliğin’den Pis Yedili’ye, Şimşek Spor’dan,
Eyüp Anadolu İmam Hatip Lisesi’ne, FC Sa-
nayi Gençlik’ten, İdare Tayfa’ya, At Spor’dan,
Youngboys’a, Kahramanlar Mahallesin’den, FC
Anadolu’ya kadar her bir takım kardeşlik maçları nasıl
oynanır bizlere gösterdiler.
Bizler tüm takımlardan memnunduk, inşallah onlarda
bizlerden memnun kalmıştır.
Eğer sizler de önümüzdeki turnuvamıza katılmak ve bu
sezonun turnuvası hakkında detaylı bilgi edinmek isti-
yorsanız;
facebook/ Genç Öncüler Futbol Turnuvası sayfa-
mızdan bizlere ulaşabilirsiniz.
Not: Turnuvamız devam etmektedir. Müsait olan tüm
kardeşlerimizi kıran kırana geçen kardeşlik maçlarımızı
izlemelerini şiddetle tavsiye ediyoruz.
İrtibat Tel: 0534-241-67-37
GENÇ ÖNCÜLER GENÇL‹K HAREKET‹ YEfi‹L SAHALARDA
FATİH RAZİ
ETKİNLİK
48 • Nisan’13