Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi...

33
YİL: 6 SAYI: 79 EKİM KASIM 2001 1 j I kına

Transcript of Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi...

Page 1: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

YİL: 6 SAYI: 79 EKİM KASIM 2001

Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini

açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye

maruz kaldılar. Oy hakkı için mücadele eden bu kadınlar

1913 yılındaki seçimler ©ırasında yuka rıdaki

afişi kullandılaî%

ılar cezaevinde tskence ist 1 j I

k ı n a

Page 2: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

4 n

Merhaba, Pazartesi'ııin biliyorsunuz, üç düzenli çalışanı var. Beyhan,Ayşe ve Nevin. 2 Ey lü l Salı sabahı üçümüz derginin lokalinde o tu ruyorduk . Pazartesi ' ı ı in binasını tanımayanlar iç in anlatıyoruz, ufak beş kattan oluşuyor, i lk katta giriş ve mutfak var. ik inc i katta da lokal. İşte orada otururken, kapımız çalındı. Otomatiğe bastık, kapı açıldı. Merdivenlerden patır patır on adanı çıktı. "Emniyetten geliyoruz, arama yapacağız." dediler. Ellerindeki arama izninde, savaş karşın Mdir ive imza atağımız gerekçesi vardı. Avm sırada Emekçi Kadınlar Birliği de aranmıştı. Bizden çıkıp insan Haklan Derneğine gittiler. Baskın sırasında İHI) ve IHV'den kadın arkadaşlanımz bizi ya l n ı z b ı r a k m a d ı . B u vesilevle okurlarımızdan ve 3 ' A / l / I I . dos t l a r ım ızdan geçmiş 4 ı

olsun diyen herkese çok t ı r - /l / teşekkür ederiz. ' Bu yaşadığımız, 11 Ey lü l sonrası Türkiye'de oluşan ortamın basit bir göstergesi. Kapak sayfalar ımızı bu ö n e m l i o laya a y ı r d ı k . Yandak i sü tun larda ise Anta lya l ı kad ın la r ın 27 E y l ü l ' d e b u k o n u d a y a p t ı k l a r ı b a s ı n açıklamasını bulacaksınız. 11 Ey lü l gecesi. Pazartesi

ABD'den bir başka haber daha aldı. Fon için başvurduğumuz bağımsız kadın kuruluşu Global Fund for Women talebüııizi kabul etmişti! Ancak, geçen sayılarımızda sözünü ettiğüniz mali sıkışıklığımız böylece son bulmuş değil. Ama bir süreliğine rahat layacağız. Pazartesi ' ı ı in yay ına devam etmesini i s t i y o r s a n ı z , l ü t f e n b i ze destek o l m a y a ça l ış ın . E k i m ' i n 24 'üı ıde i s tanbu l ' da b i r dayanışma yemeği düzenliyoruz. Bu yemeğe katı lmak, çevrenize bilet satmak va da gelmeyecek bile olsanız dayanışma amacıyla bitlet almak isterseniz lütfen bizimle temasa geçüı. E l i n i zde t u t t u ğ u n u z Pazartesi . E k i m - K a s ı m sayısı.

. Ö n ü m ü z d e k i sayımızı "T A r a l ı k a y ı n d a

ç ı k a r a c a ğ ı z . B u aksamadan dolayı b iz i b a ğ ı ş l a y a c a ğ ı n ı z ı umuyoruz. i s tanbu l lu okur la r ımız ı dayanışma yemeğimizde, 12 Ek im 'de Feshane'de kurulacak kitap fuarında ve K a s ı n ı b a ş ı n d a k i geleneksel T i iyap K i tap F u a r ı ' n d a g ö r m e y i umuyoruz.

Aralık avında

Antalyalı kadınların bildirisi

" İnsanlara öldürme sanatını öğreten, ellerine cop ve silah tutuşturap kurşuna dizme ve vurma talimi yaptıran, silahlanma alanındaki en son icatları büyük bir zevk içinde selamlayan, bütün kaynaklan son dirhemine kadar ölüm makinesine harcamakla övünen, uygarlıklarım kabul etmeyen halklara imha savaşı açan. ırza geçen, vakan, boğan, giyotine gönderen, asan, elektrikli sandalyede idam eden bu yaratıklar, şimdi kalkmış küstahça, zorun kö tü lük le r i nden dem v u r u y o r l a r ! " Bu sözler. 1866-1912 yıl larında yaşayan kadın hareketi liderlerinden ABD'li Voltairine de CLEYRE'in 1908'de ülkesi ABD için söylediği sözler. Aradan 100 yıl geçmiş. Aynı sözler bugün için de fazlasıyla geçerli. Çünkü ABD aynı ABD. Halen yayılmacı, sömürgeci ve savaşçı. 11 Eylül'de ABD'nin en önemli merkezlerine yönelen intihar saldmlan gerçekleştirildi. Bu trajik saldın ABD'nin bugüne kadar uyguladığı politikalara ürünü değil mi? ABD bu saldınya karşılık olarak hemen terörü desteklediğini öne sürdüğü ülkelere karşı savaş ilan etti. George Bush'un "Haçlı Seferi" diye adlandırdığı ve özellikle müslüman ülkeleri hedef alan bu savaşın teröre karşı bir savaş olacağına inanmak olanaklı değil. İlan edilen bu savaş mazlum halkların daha fazla sömürüsü ve yoksullaşması anlamına gelmeyecek mi? Zaten terör örgütlerinin destekleyicisi de ABD değil mi? Baş zanlı Bin Laden CIA tarafından eğitilmedi mi? Özellikle hedef gösterilen ülke ise Afganistan. Savaş, 20-30 yıldır Afgan halkının yaşam biçimi haline geldi. Zamanında ABD'nin de desteklediği Taliban yönetiminin zorbalığı altında giderek voksullaşmış ve sinmiş olan Afgan Halkı, insan verine konulmayan, sokağa çıkamayan, taşlanan, öldürülen Afgan kadınıyla ve çocuklarıyla birl ikte can korkusuyla ürkmüş, ABD'nin yeni başlatacağı ikinci bir savaşta ölümü bekliyor. Evet. ABD've yönelen saldında yaşamım yitiren masum insanlar için yüreğimiz yandı. Ancak yüreğimiz daha önce ABD'nin sürdürdüğü/desteklediği savaşlarda ve terör eylemlerinde yaşamını yitiren yüzbinlerce insan için de yanmışn. Japonya'da, Şili'de. Arjantin'de, Kore'de, Vietnam'da. Endonezya'da, Lübnan'da.

hak'da, Filistin'de ve ülkemizde yaşamlarını yitirenler insan değil mivdi? ABD ve destekçisi gelişmiş ülkeler hem ordulan hem de IMF, Dünya Bankası gibi örgütleri ile mazlum ülkeleri hem askeri olarak hem de ekonomik olarak baskı altında tutuyor ve sömürülerini sürdürüyorlar, şimdi de ABD ve NATO açık savaş ilan ediyor. Biz Türkiye'li kadınlar savaş ve terör istemiyonız. Diğer mazlum halklar, iranlı, haklı. Afganlı, Pakistan'lı, Filistin'li kadınlar da savaşı ve terörü istemiyor. Sürekli savaş politikası izleyen ABD ve destekçisi gelişmiş ülkelerin kadınlarının da bizi desteklediğini ve savaş istemediğim biliyoruz. Çünkü biz kadınlar biliyoruz ki savaş ve her tüı lii terör tüm mazlum halklan vurduğu gibi biz kadııılan ve çocuklarımızı daha fazla vuruyor. Kadınlar savaşlarda daha da yoksullaşıyor, tecavüze uğruyor, tüm işlerinin yanı sıra bir de hastabakıcılık rolü üstlendiriliyor. Yoksul halklann sabn artık taşıyor. Bağımsızlıklan üzerinde pazarlık edilen, doğal kaynakları, topraklan ve çocuklan ellerinden çekilip alman insanlar artık parmağını bu işin sorumlusu olan kuzeye doğrultuyor. Dünya barışı için ABD ve destekçisi ülkelerin artık politikalarım değiştirmeleri ve mazlum halklan sömürmekten vazgeçmeleri gerekir. Ancak bunun için bu ülkelerin halklan ve özellikle kadınlan. ülkelerinin yayılmacı ve saldırgan politikalarına bizlerle birlikte karşı durmalı ve "sömürüye ve savaşa hayır"

demelidir. Biz kadınlar " SAVAŞA, TERÖRE ve HER TÜRLÜ ŞİDDETE HAYİR!" diyor, banş içinde demokratik kurallarla yönetilen bir dünya düzeninde yaşamak istediğimizi belirtiyor ve bugüne kadar olduğu gibi bundan böyle de banş için mücadele edeceğimizi bildiriyoruz.

YAŞASIN BARIŞ! YAŞASIN İNSANLIĞIN EVRENSEL DAYANISMASI!

YAŞASIN KADIN DAYANIŞMASI!

YEREL GÜNDEM 21 KENT KONSEYİ ANTALYA KADIN MECLİSİ

bu ayın kadınları

Yurdusev Özsökmenler Berna Ünsal

Pınar İlkkaracan Emel Gökmen

Lacramioara Bozacı Pınar Selek

Perihan Mağden Serap Güner

Ayşegül Aldinç Briaget Jones

Vera Figner Nebahat

Zeynep Mina

Kerime Hürriyet

Fusako Shigenobu Susanna Ronconi

Leyla Halid Sedef Altıntaş Müjgan Halis

Aşina Sevim Sibel Nur

Yelda Barbara Lee

• « « V 6

erkekleri Mazhar Osman

Mehmet Ali Erbil Iceberg Slim

Eyüp Sabrı Bozacı Abdullah Karatay

Ariel Şaron

X.

Page 3: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

// EylüVün ardından...

ikiz kuleler kimin • d o s / â l 11 Eylül günü, Pentagon ve Dünya Ticaret Merkezi'ne yapılan saldırı bütün dünyanın

gündemine savaşı soktu. Ölecek olanların kararlarına hiç bir biçimde katılamadıkları m ne olup bittiğini, hatta kime karşı savaştıklarını bile anlamadıkları yeni ve bilinmedik

§ bir savaş bu. Gazeteci yazar Yurdusev Ozsökmenler'le son gelişmeleri konuştuk.

11 Eylül'deki saldırıyı nasıl yorumluyorsun? Böyle bir saldırının olabilmesi çok iyi bir planlama, altyapı, bilgi ve irade gerektiriyor. Bütün bunlar kimlerde var? Buraya bakarsak cevaplarını bulabi-liriz. Bütün bunlar bir defa ABDnin gizli servislerin-de var bir, ikincisi askeri ve istihbarat çalışması ya-pan şirketlerde var. Üçüncüsü çeşitli kesimlerden gelip bir yolla kendini eğitebilen bireylerde var. Bunlar çeşitli kesimlerden, iyi ailelerden, zengin ve değişik uluslardan da olabilir. Bugün herkesin bilgi alabilme şansı var. Örneğin Hindistan'ın bilgisayar programcılığında birinci olması herkesi şaşırtabili-yor. Oysa Hindistan bilindiği gibi gelir düzeyi ol-dukça geri. yoksulları olan. demokrasisi problemli bir iilke. Birçok soru sormayı da gerektiriyor bu ey-lem. Hem bugünkü politikaların ne olacağı konusundan, hem de eylemin bana ilk anımsattığın-dan bahsetmek istiyorum. Ben iki sene önce bir ki-tap okumuştum. Bir çok insan okumuştur. Brejins-ky'nin Avrasya Satranç Tahtası kitabıydı. Bu kitap-ta Afganistan'ın ve Avrasya'nın dünya lideri olabil-mek için bu bölgenin önemini, buraya hâkim olma-nın önemini anlatıyordu. Çok tuhaftır ikiz kulelere saldırı olmadan bir hafta önce de bir film seyretmiş-tim televizyonda CIA ajanlarının bilmem ne ödene-ği. Bir kararı Kongre den çıkarabilmek için çok ka-

labalık bir yere kimyasal bomba atmaya ça-lıştıkları bir filmdi bu. Bunlar önümüze geleıı haberlere kuşkuyla yaklaşmaya ve gerçekten ne oluyor dünyada onu kavramaya çalışma-ya yöneltiyor insanı. saldırı dünya dengelerinde nasıl bir de-ğişikliğe yol açtı? Bir çok etkisi oldu. Kısa dönemli etkileri var. uzun dönemli etkileri var. Birincisi Soğuk Savaşın bitmesinden sonra ABDnin düşma-nı kalmadı. ABD nin savaş ekonomisini geliş-tirebilmek için düşmana ihtiyacı vardı. Çün-kü ABD ekonomisinin dinamizminin savaş ve silahlanma olduğunu herkes bilir, nitekim zaten bir hafta on gün önceden beri yazılma-ya başlandı, savaş ve silah sanayiinin lıisse senetleri viikseldi dive. Bu anlamda uzun sü-ren bir savaş sürekli, gergin bir ortanı ola-cak. Her gün televizyonlarda başladı başla-yacak, sekiz saat kaldı, yirmi dört saat kaldı, uçaklar kalktı, geldi gibi. Sonuçta silah te-kelleri çok kazanacak ve ABD ııin düşma-nının belirsiz olması da ABD nin işine geliyor bence çünkü herkes güvensiz, düşman senin evinin yanında da olabilir, benim evimin ya-nında da olabilir. New York la da olabilir, Paris'te, Londra'da her yerde olabilir, bütün buralar vurulabilir de aynı zamanda. Yani hem düşman her yerde, lıenı hedef her yerde. Bir yönü bu. ikinci yönü biraz önce söyledi-

ğim öteden beri ABD li stratejistlerin parmak bastı-ğı Avrasya'da hakim hale gelebilmek ve orada Bus-ya, iki binli yıllarda dünyanın süper gücü olacak de-nen Çin'e, bilgisayar programcılığında en iyi denilen söylenen Hindistan'a hakimiyet kurmak gibi bir noktaya gelinecek. Bu hâkimiyet kurmak mutlaka onları ezmek anlamında değil, bu karşılıklı işbirli-ğine de dönüşebilir. O işbirliği içeri-sinde bir hâkimiyet biçiminde anla-mak lazım. Üçüncüsü de soğuk sa-vaş döneminin başlangıcından itibaren ABD içinde ve bütün dün-yada Mc Carthycilik diye adlandırı-lan. muhalifini yoketme politikası vardı. Sonraki dönemlerde insan hakları ve özgürlüklere vurgu yapıl-ması, bu alanın genişletilmeye çalı-şılması, devletleri rahatsız ediyordu aslında. Şimdi bunu yok etmek için bir imkân doğdu. Muhtemelen bü-tün devletler kendi muhaliflerini yok etmeye, sivil toplumların özgürlük alanlarım daraltmaya çalışacaklar. Ama uzun dönemde başka bir etkisi var. Sovyetler Birliği ne kadar eleşti-

rilirse eleştirilsin sosyalizmin bir sembolü idi. Berlin Duvarı ıun yıkılması bu idolün, idealin vıkılmasıydı aslında ve bu dünyada sol üzerinde büyük bir etki yaptı. İkiz Kuleler ve Pentagon ise, kapitalizmin bir simgesi ve bugün bunlar yıkıldı. Bunun da sol üze-rinde büyük etkiler yapacağını ve Berlin duvarının yıkılmasıyla darmadağınık hale gelen ve parçalanan idealin, yıkılmaz denen Amerika ve kapitalizmin simgelerinin yıkılmasıyla tekrar kendine gelebilece-ğini de düşünüyorum.

saldırının ardından, olay bir nıüsliinıan hıristi-yan meselesi gibi gösterilmeye çalışıldı, ama se-nin hindistan ve çin'e değinmenle görüyoruz ki sorun bu değil asya ile amerika arasında bir so-run var. Doğrıı daha geıüş. Tabii şöyle de bir şey var. ABD ııin yeşil kuşak oluşturmak ıçnr*» auğuk >avaş döneminde komünizm tehlikesine karşı kmoSThin ılımlı gördüğü Islamı destekleme politikası vardı. Bu dönemde özellikle Afganistan'ın işgalinde Taliban'ı ve L same Bin Ladin i Amerika eğitti, destekledi. Türkiye'de 1 lizbullah gene devlet tarafından destek-lenen bir şevdi ve sivasal islamcı terör denen lıikâve doğrudan doğruya bütün ülkelerin destekledikleri bir olguydu. Çünkü Müslüman olanlar komünist ol-maz. komünizm dinsizliktir. Bu yüzden de Islaıııı şiddet noktasına yarsalar bile desteklediler, göz yumdular, ses çıkarmadılar. Ama bugün bu silah tersine tepmeye başladı. İslamcılar arasında da ger-çekten gözü kara teröristler çıktı. Bu bir terör ve şid-dettir. Bunu vurgulamak gerekiyor. Aıııa bu şiddet bumerang gibi kendine döndü. İkincisi Avrupa mer-kezli bir dıinva kimliğinin de sorgulanmasını istiyor İslamcılar. Medeniyet Avrupa'da doğdu, bütün insa-

Page 4: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

başına yıkıldı? ni değerler Avrupa'da, bütün zenginlik-ler Avrupa da... Bu Avrupa merkeziyetçi bir düşünce. Örneğin Türkiye'de de bu-nun etkileri var. Bütün okullarda böyle bir eğitimle büyüdük. Balzac'ı, Fransız edebiyatım biliriz ama lıan edebiyatını bilmeyiz. Halbuki biz Doğuluyuz ve çok doğaldır ki en yakın komşularımızın edebiyatı, sanatı, kültürü bizim kimliği-mizi etkiliyor. Şimdi İslamcı kimliğinin kanıtlanma döneminde olduğunu da

Örneğin Çin kültürü köklü kültürlerden biri aıııa

Çin kültürünün dünya evrensel değerler sistemine ne kattığını Batı da göremezsi-niz. Eski Mısır dan bu yana cebirin. ge-ometrinin. ayın. uzay sisteminin varlığının bilindiği bir yerdir Arap Dünyası. Şimdi Ortadoğu toplumları bi-raz kendilerini de keşfedip, biz de varız diye bir itiraz yükseliyor. Ama bu itirazı yöneltme-nin bir biçimi var. Eğer bir bilimadamıysanız bilimi-nizle itiraz edersiniz. Ama bir isyancı ve eylemciyse-ııiz bunu böyle gösterirsiniz.

görmek gerekiyor. bugün en

* *

türkiye'de de bir tepki görülüyor abd've karşı. Bu tepki bütün Ortadoğu'da var. Sürekli sizi döven bir ağabeyin dayak yemesinden duyduğunuz çok bi-linçaltı bir sevinç. Çok normal. Son on yılda Türki-ye'de de herkes ABD den ekonomik olarak dayak yedi. Küıt bölgesinde insanların köylerinin boşaltıl-masında ABD tankları, silahlan kullanıldı, o da ol-madı orduyu ABD eğitti. Filistin'de her gün dayak yediler. İran, Irak, Sırbistan, Cezayir, Sudan yine sürekli denetiminde ve zaman zaman bombalandı. Çünkü dayak yedi dediğimiz şevin sonucunda on binlerce ölü var. On binlerce mensubunun ölmesinin artık doğal karşılandığı bir halk orada da on bin ki-şi öldüğünde öyle bir duyguyla bakıyor. Acı duyul-muyor mu duyuluyor. Ama şunu bilmek çok acı: senin acısını paylaş-tığın Amerikalı nııı senin acının asla farkında olmadığını bilmek. Bugün

— o biliyoruz ki yakınını kaybeden Ame-rikalı sadece kendi acısını duyuyor, Filistinli nin, Sudanlı nııı. Kürt ün, iranlı'nın, Libyalı nın acısını asla duymuyor.

abd'de yine barış yanlısı bir ha-reket gelişebilir mi tekrar? Mutlaka olur. Vietnam savaşının bitmesinde de belirgin olan bir şey vardı. Özellikle asker cenazeleri gel-dikten soma onların aileleri, bir de savaştan dönen askerler ve Vietnam sendromu yaşayan askerler var. Amerika daha bunları atlatmış de-ğil. Yani bir barış yanlıları ve savaşı sendromunu yaşayanlar var. Üstüne Kuveyt sendromu eklendi. Yeni bir savaş travmasına Amerikalıların ta-hammülü olacağını pek düşünmüyo-

rum, ikincisi barış yanlıları ve sistemi eleştiren entelektüellerin de bu iş üze-rinde düşüneceğini sanıyorum. Daha bugünden yakınlarım ikiz kulelerde kaybeden bazı aileler bile savaş iste-mediklerine dan açıklamalar yaptılar. New York'ta, Los Angeles'ta, çeşitli kentlerde barış yanlısı gösteriler yapı-yorlar. Bir başka şey, sadece barış yanlısı olmaktan dolayı değil, Ameri-kalı kendi rahatım bozmak istemediği için de barışı isteyecektir. Çünkü Af-ganistan'a ya da başka bir iilkeye sal-dırı ya da operasyon doğal olarak Amerika içinde yeni bir eylemi günde-me getirecektir. Oysa Amerika, Ku-zev-Güney savaşından sonra kendi ül-kesinde bir savaş görmedi. Şimdi tehlikeyi içinde hissediyor. Bu tehlikeyi reddetmesi ve bertaraf etme-

si için kendi hayatı açısından ba-rışı isteyecektir bir süre sonra. Ni-tekim o çok şahin açıklamalar za-ten yavaş yavaş normalleşmeye başladı. Nokta operasyonları ya-pılacak, savaş uzun sürecek gibi şeyler var. Kaldı ki savaş zaten ilk günden başladı. Diskurlu savaş-lar, beyin yıkama operasyonu var, özellikle bizim televizyonlar-da var bu, ekonomik savaş var yani savaş bu biçimiyle uzun süre devam edecek.

değişik bir savaş yaşanacak... Çünkü bir, Amerika istediği ka-dar geniş bir koalisyonu oluştura-ıııadı. İkincisi Amerika'nın zaten geçmişi oldukça karanlık. Latin Amerika'dan Ortadoğu'ya dün-yada en önemli örtülü operasyon-

ları vapan bir ülke. şiddet uygula-yan bir iilke. CIA'nin yaptıkları açıklandıkça bütün bunlar ortaya

"Düşman İslam değil", diyor Amerikalı gösterici. Ama Bush Müslüman halkları

hedef gösteriyor. Saldın ABD'nin dış politikasına bahane ediliyor.

çıktı. Yeniden aynı şekilde davranmak. Ame-rika yı iddiasını sürdürmeye çalıştığı özgür-lükler ülkesinden başka bir noktaya getire-cek. Bunun için yani elbette şiddet uygulaya-cak, Irak a yönelik yeni bir girişimde buluna-bilir ama öyle gözii dönmüş bir şiddet uygu-lamayacak tam tersine bir yandan nokta ope-rasyonları. ekonomik sınırlama yaparken, öte yandan çatışına noktalarında uzlaşmaya da zorlayacak. Yani bir çatışmayı iki şekilde bi-tirirsiniz. Çatışmamn taraflarından uygun gördüğünüzü bastırıp yok edersiniz, ya da ça-tışan tarafları uzlaşmaya ve dönüşmeye zor-larsınız. Bence Amerika iki yolu da deneye-cek. Yani ekonomik ambargo, nokta operas-yonları. gerekirse bombalama, öte yandan

ana çatışma noktalarında uzlaşmaya zorlama. Örneğin tsrail-Filistin ça-tışmasında israil üzerinde baskı ya-pabilir. Kıbrıs sorununda Türkiye'ye baskı yapabilir. Yeni bir çatışma noktası olmasın diye. Çeçenler le Buslar arasındaki bir savaşta ya Busya'yı yanına çekmek için Çeçen-lerin ezilmesini göze alacak (halbuki Çeçenler i ABD finanse ediyor ki Türkiye de bu finansmanın içinde) va~dâ uzlaşmaya zorlayacak.

Savaşı sadece bir yere asker çı-karmak. bir yeri bombalamak ola-rak anlamamak lazım. Eskidenmiş o iki ordunun, bence namuslu bir şe-kilde, karşı karşıya gelip dövüşmesi: yenilenin yenenin belli olması. Şimdi savaşlar çok farklı yöntemlerle yapı-lıyor.

bir yanda dünyanın jandarması, bir yanda mazlum halklar... Bu yeni dünva düzeni dediğimiz şey iki şekilde algı-lanıyor. Çok iyi niyetliler bunu yeniliğin de hâkim olduğu bir globalleşme olarak algılıyorlar. Fakat Amerika'nın kafasında olan Coca Cola ve Mc Do-nalds kültürünü her yere yaymak. Mazlum halkları ve onların savunucularını da kendisine benzetmek için zorlayacak yani bu şiddetle, baskıyla, iknayla, kıstırmayla her yöntemle yapabileceği bir şey. Şim-di bunun karşısına çıkmak nasıl olacak? Eğer şid-detle üzerinize geliyorsa şiddetle cevap vennek zo-runda kalacaksınız Eğer ikna ve dönüşmeye zorla-mak için geliyorsa siz yaşamsallığınızı daha ısrarla savunmak ve bunun bir evrensel değer olduğunu or-taya kovmak için ideolojik, politik her şeyi yapmak zorundasınız.

hükümet abd'yi destekleme kararı aldı. türki-ye'de yaşayanlar sence bunu istiyor mu? GALLUP anketine baktım ben. Yine gazetelere ba-kıyorum. Yüzde seksene varan bir şekilde Türki-ye de halk savaş istemiyor. halka rağmen alınmış kararların sıkıntısı yaşa-nır mı? Zor bir soru. Çünkü 12 Eylülden sonra muhalefeti •

3

Page 5: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

Ariel Şaron'a kadın tokadı

1982'de İsrail Ordusu Beyrut'u (Lüb-nan) işgal etmişti. Uluslararası yasalara gö-re işgalci güçler ele geçirdikleri topraklarda-ki sivillerin can güvenliğinden sorumluydu. İsrail Ordusu, o tarihte Savunma Bakanı olan Ariel Şaron'un emir ve komutasmdav-dı. Ariel Şaron, Lübnanlı Hıristiyan Milis* ler'e yeşil ışık yakarak, Filistinli göçmenle-rin kaldığı Batı Beyrut'taki Sabra ve Şatila kamplarına girmelerine göz yummuştu. So-nuçta, israil Savunma Bakanlığı'mn bilgisi dahilinde, çoğu kadın ve çocuk, yüzlerce si-lahsız insan katledildi, işkence gördü ve te-cavüze uğradı.

Göçmen kamplarındaki katliamı öğrenen israil halkı olayı şiddetle protesto etti. Ariel Şaron'un istifasını istedi. Kurulan araştırma komisyonunun incelemesi sonucu Şaron, Hıristiyan Milisler'in insanlıkdışı eylemle-rinden sorumlu tutuldu ve Savunma Bakan-lığından istifa etmek zorunda kaldı. Ne var ki, bu suçtan ötürü İsrail'de hakkında dava açılmadı.

Bu olayın üzerinden on dokuz yıl geçtik-ten sonra, Şatila Göçmen Kampı'nda zulüm görmüş üç Filistinli kadın, Lübnanlı avu-katlarıyla birlikte 2001 Mayısı'nda Belçi-ka'nın başkenti Brüksel'e gitti. Uç kadın adına avukatları, israil'in şimdiki başbaka-nı Ariel Şaron aleyhine, 1982'de israil Sa-vunma Bakanı iken Filistin göçmen kamp-larındaki katliamları görmezden gelerek in-sanlık suçu işlediği iddiasıyla, dava açılması talebinde bulundu.

Belçika Başsavcısı davanın açılması yo-lunda karar verdi Ancak, 3 Ekim'de başla-ması gereken dava Şaron'un, olayın ciddi-yetini kavrayarak avukatını değiştirmesi üzerine 28 Kasım'a ertelendi. Davarım en önemli tanığı olan Bayan Suad Sürür El Melıri'nin kanıtlarının çok güçlü olduğu söyleniyor; dolayısıyla Şaron hakkındaki soruşturmanın sanığın aleyhine sonuçlana-cağı beklentisi yüksek.

Ar ab European League Neıvsletter, 3 Ekim 200î

büyük oranda eritti devlet ve kendi alanına çekti. Mu-halefet eden odakları da iç düşman ve terörist olarak damgaladı. Sendikaların durumu ortada. Gerçekten savaşa karşı çıkmak en büyük kahramanlık bugün Türkiye'de. Hem kendi içimizdeki savaşa karşı çık-mak, heııı dünyadakine karşı çıkmak. Btı açıdan bu muhalefetin çok yaygınlaşacağım, örneğin Ameri-ka ııın içindeki kadar bile ses çıkarabileceğini ne ya-zık ki söyleyemiyorum. Belki bu da bizim bir açma-zımız. Savaş karşıtları var ama buııım halkla bir te-ması yok. Geçiğiıııiz günlerde yapılan savaş karşıtı eylemle ilgili polis şefinin söylediği cümle çok dikkat çekici, herhangi bir gösteriyi dağıttığını söylemiyor, devletin aldığı kararı protesto edenleri dağıttığını söylüyor. Yani bu anlamda savaş karşıtı her gösteri görünüyor ki devlet karşıtı bir eylem olarak ele alına-cak; bu değişen milli güvenlik konseptiniıı bir sonucu ve savaş karşıtlarım da terörist olarak damgalayacak-lar. Yani Türkiye'de de kısa vadede bir baskı dönemi yaşanacağını görmek mümkün. Ama uzun dönemde elbetteki bu ters tepecek, çünkü savaşın sonuçları Türkiye'deki halkı da bir şekilde etkileyecek, daha çok yoksullaşmasını, daha çok işsiz kalmasını getire-cek ve buna karşı bir hareket de mutlaka gelişecektir. Yavaş yavaş başlayan ve özellikle de ekonomik kriz üzerine başlayan hareketlerin gelişme şansı var ama o da uzun dönemli bir mücadele olacak.

abd'nin müdahalesiyle afgaııistan ya da başka bir yerde örneğin kadınlar açısından olumlu de-ğişiklikler mümkün mü? Mümkün değil. Tanı bir yalan mekanizması. Şundan dolayı yalan mekanizması, Afganistan da kadınların durumu çok mu iyi, hayır değil. O koşullar kadını yok sayan, sınırlayan koşullar. Ama Amerika nın bu-nu düşünerek oraya gireceği fikri son derece saçma. Amerika nın en büyük destekçisi Suudi Arabistan'da da kadınlar aynı durumda yaşıyor. Birleşik Arap Emirlikleri nde de kadınlar böyle yaşıyor. Ama orala-ra kadınların durumunu düzeltmek üzere ABD hiç de girmiyor. Suudi Arabistan'da, hatta ABD niıı içinde Bush'un ziyaret ettiği İngiltere'de bugün Prens Char-les'ın ziyaret ettiği kadınlar da aynı koşullarda ve ay-nı islami şartlara göre yaşıyorlar. Afganlı kadınların o durumdan çıkması kendi iç dinamikleriyle olabilir.

bu ülkelerde islamcı iktidarları aslında abd des-tekledi. Bu sadece Afganistan'da değil, Özbekistan'da, Taci-kistan'da, Türkiye de, başlangıçta iran'da ve daha bir çok yerde. Komünizme karşı yeşil kuşak projesi-dir bu. Finanse etti, silah verdi. Taliban'ın bugün kullandığı silahların paraları buralardan hatta Türki-ye üzerinden gitti. Türkiye'nin Talibanla ilişkisi var-dı. Bunu çok utangaç bir biçimde Dışişleri Bakanı açıkladı. bu olaydan dolayı dünyadaki dengelerde bir de-ğişiklik olacak mı sence? Yok. Kısa dönemde olması mümkün değil. Bir çok uzman haritaların değişeceğini bile iddia ediyor. Ha-ritalar nerede değişebilir? Çeçenistan Rusya savaşı. Çeçenistan özgür olmak istiyor. Eğer Çeçenistan'a bağımsızlık verirseniz Rusya'yı karşınıza alacaksınız. ABD bunu göze alabilir mi? Çin'in Uygur bölgesi; Uygur bölgesi bağımsız olabilir mi, Çin'i karşısına alabilir mi? Çünkü Rusya Çeçenistan'a teslim olması için süre verdi, Çin de Uygurlara. Herkes de kendi muhalifine yöneliyor bu noktada. Başka? Balkan-lar'da zaten coğrafya değişti. Kafkasya'da önemli öl-çüde değişti. Bir tek Ortadoğu var. Ortadoğu'da ne var? Kuzey Irak, yani Kürt bökesi. Bir de Filistin-Is-rail anlaşmazlığı var. Filistin-fsrail anlaşmazlığı çö-zülebilir. Ama Filistin içindeki muhalif güçler ne der-

4

ler, savaşı nasıl sürdürürler o başka bir şey. Kuzey Irak'ta Kürt bölgesinde de Türkiye ne der? Sanıyo-rum ismail Cem in son görüşmelerde bu pazarlık ya-pılıyor ve güvence arıyor. Şimdi Türkiye yi de gözden çıkarıp orada bir bağımsız Kürt devletinin kurulma-sına ABD nasıl veşil ışık vakar böylesi bir durumda?

bir de bu eylemi abd'deki derin devletin yaptığı iddiası var. Bunu düşünmek mümkün çünkü .ABD bu konuda ol-dukça vukuatı olan bir devlet. Kennedy cinayeti, Malcolm \ in öldürülmesi gibi olayların arkasında bu tür şevler olduğu hâlâ konuşuluyor, ikincisi, başta da söylediğim film üzerinde bir daha duracağım. ABD de Pentagon un Hollywood'a müdahale ettiği, senaryoların okunduğu, yeni metinler yazıldığı, se-naryolarda gerekli düzeltmelerin yapıldığı, karşı çık-tıkları filmleri çektirtmedikleri hatta örneğin Top Gun gibi onayladıkları filmlere de destek verdikleri bilinir. ABD'ııin zaman zaman kendini temizlemek için bu tür şeyleri ifşa ettiğini biliyoruz. O nedenle bu filmlerin çok gerçek dışı olmadığını düşünüyorum. Bir anlamda da halk alıştırılıyor. Bunları ClA'niıı yapması istenen operasyonları bir başka şekilde meş-ru göstermeye ve bir anlamda da aklamaya yönelik filmler. Üçüncüsü, Usame Bin Ladinin adamları yapmış olsa da durum değişmiyor çünkü ABD'li en üst yetkililer bile bu eylemde içerden yardım alındığı-nı örtülü bir şekilde itiraf etti. Bir grubu yönlendir-

Page 6: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

mek çok mümkün bir şeydir, gerçekten eylem yap-mak isteyen insanları bir şekilde CIA yönlendirebi-lir, ya da göz yumabilir. Çünkü şu tür komik olay-lar var işin içerisinde. Şu an bizim konuşmamız içinde ABD'nin endekslendiği Bin Ladin ya da baş-ka bir kelime olduğunda bunun niye olduğunu bi-len, önümüzdeki gazeteyi okuyabilen sistem böyle bir şeyi bilemedi. Uçaklar yön değiştirmiş, bunların hiç birini tespit edemedi. Eylemden hemen sonra ortaya çıkarılan kanıtlar Amerika'nın senaryosuna yüzde yüz uygunluk gösterdi. Hele mektup olayın-da artık benim sinirlerimi bozacak şekilde bizi ap-tal sayan şeyler ortaya çıkmaya başladı, ikiz Kule-ler'de Muhammed Atta'nm mektubu bulundu. Ya-ni sıcaklık o kadar yüksekti ki çelik konstrüksiyon-lar eridi, insanlar yandı, mektup erimedi ve bir ka-nıt ortaya çıktı. Kanıtlar ortaya çıktıkça daha çok soru sormamız gerekir. Gerçekten kim yaptı bunu? Bu kanıtların ABD'nin bir düşman ilan etmek du-rumunda olduğu bir dönemde ve Avrasya'da hâki-miyetini kurmak istediği bir dönemde tıpatıp bu stratejiye uygun olarak gelmesi kesinlikle kuşku uyandırıyor. Bu yüzden gizli servis ihtimalleri asla gözardı edilmemeli diye düşünüyorum. Çok fazla iz bıraktılar. Eğer bu kadar beceriksizlerse bu kadar komplike bir eylemi vapamazlardı. Eğer o kadar komplike eylemi yapıyorlarsa, bu kadar beceriksiz olamaları mümkün değil.

Küreselleşme karşıtı hareket nasıl etkilenecek bu eylemden? Küreselleşme karşıtları orta vadede büyüyecekler, gelişecekler. Kısa vadede psikolojik dediğim şeyle önce bir ah vah böyle olur mu, terör kötü bir şey-dir, insanlar ölüyor gibi şeyler ve beyin yıkama ça-lışmalarıyla bir şaşkınlık ve gerileme yaşayacaklar. Ama hemen kendisini toparlayıp genişleyecektir di-ye düşünüyorum. Amerika'nın çok saldırgan olma-masının bir nedeni de kendi küreselleşme karşıtla-rının genişlemesinden duyduğu korkudur.

Küreselleşme karşıtları İran'dan, Afganis-tan'dan müttefik edinme derdinde çok da değiller-di. Ama şöyle olabiliyor. Amerika'nın o İkiz Kulele-r i çok çeşitli nedenlerle bir çok insanın tepkisini çekti. Küreselleşme karşıtları için de hedefti aslında ve Ortadoğu'da da hedefti ama herkes kendi eyle-mini kendi tarzında yapar.

ikiz kuleler ve pentagon bombalandı, bu he-deflerin seçilmesini nasıl değerlendiriyor-sunuz? Nereden baktığınıza bağlı. Ahlaki ya da sadece bir günün yirmi dört saatiyle bakarsanız ölenler ma-sumdur. Ama oradaki varlığı hangi faaliyetin sonu-cudur ve orada yaptığı faaliyetten dünyanın öte ya-nındaki insanlar nasıl etkileniyor diye baktığınızda masum olmayabilir. Çünkü Dünya Ticaret Merkezi sömürünün merkezidir. Cehennemin yolu bazen iyi niyet taşlarıyla döşenir. İyi niyetle orada çalıştığını zanneden bir çok insan aslında cehennemin yolunu oluşturan taşların döşeyicisi olabilirler. Bunu İkiz Kuleler için söylüyorum. Pentagon zaten askeri bir hedeftir ve askeri bir merkezdir. Zaten eylemin he-defi bu açıdan çok iyi planlanmış. Militarizm ve ekonomik sömürünün, kapitalizmin simgelerine saldırıldı. Yani bu eylemi bir stadyuma yapıp elli bin kişiyi öldürebilirlerdi ve panik yaratabilirlerdi. Ama simgeler çok önemli. Bu yüzden zaten uzun dönemde mazlum halklar ve bütün ezilenler kaza-nacak çünkü kapitalizmin ve militarizmin simgele-rinin yıkılabilir olduğu bilinçlerde yer etti ve bu yer etme uzun dönemde iyi olacak.

ayşe düzkan

• • • *

•-rışç cozum sayışı Aşağıdaki bildir-geyi Koreli otuz

altı kadın örgütü birlikte hazırlamış-

Terörist saldırılara da, bu gi-bi saldırılara süahla misille-mede bulunmaya da karşıyız. ABD'de terörist saldırılar so-nucu vakınlarını kaybedenle-re başsağlığı diliyoruz. Bu akıl almaz saldırı dünyanın dört bir yanındaki barışseverleri derinden sarstı ve bü-yük bir kedere boğdu. Biz Koreli kadınlar, Kore'nin bölünmesinden ve hemen ardından patlayan Kore Sa-vaşı'ndan beri bu acıyı yaşıyoruz; 11 Eylül felaketin-de aile fertlerini, dostlarım, evlerini barklarım kaybe-denlerin acısını paylaşıyoruz. Teröre, şiddete ve savaşa kesinlikle karşıyız, terör ey-lemlerinin önlenmesi gerektiğine inanıyoruz. Ancak bunu yaparken şiddete baş vurulmamasında ısrarlıyız. Şiddet içeren misillemelerin masum insanların hayatı-na malolması kaçınılmazdır. ABD'nin aceleci davranarak intikam duygusuyla ağır

bü misillemede bulunacağın-dan endişe ediyoruz. George W. Bush'un savaş ilanı bu en-dişemizi güçlendiriyor. Eğer Birleşik Devletler nükleer si-lahlar da dahil olmak üzere, gelişkin teknolojik silahlarıyla terörist olduğu varsayımıyla bazı hedeflere saldırırsa. Or-tadoğu'da ABD'deki terör ey-

lemlerini lanetlemiş olan ülkeler, ister istemez misille-mede bulunmak zorunda kalacaklardır. Al i l) , sivil hal-kın telef olması ihtimali bulunan hiçbir saldırıya kal-kışmamalıdır. Yapılması gereken uluslararası topluluk bünyesinde görüşmeler yoluyla bir uzlaşma sağlanma-sına çalışmak ve yasal yollan terk etmemektir. Biz Koreli kaduılar, şiddetin ve askeri müdahalelerin barışı ve adaleti sağlamaktan uzak olduğunu acı tecrü-beler sonucu öğrendik. Bu nedenle savaşa var gücü-müzle karşı koymakta kararlı olduğumuzu ve tüm an-laşmazlıkların barışçıl girişimlerle çözülmesi gerektiği-ne inancımızı bir kez daha hatulatinakta yarar görüy-oruz.

iyi ki varsın Barbara / s mdos/âl

^ " S P ^ ^ Başkan George W. fem^fc Bush'a terörizme karşı ^ ^ ^ ^ ^ ^ mücadele gerekçesiyle,

™ kayıtsız şartsız savaş açma yetkisi tanıyan 424 senatöre

karşı, sadece Demokrat Barbara Lee, "Şiddet şiddeti doğurur. Böyle bir so-nuç istemiyorsak, New York ve Was-hington'daki terörist eylemlerin so-rumlularım bularak yargılayalım. Sa-kin kafayla iç savaşı, soykınnu ve te-rörü engellemenin yollarını arayalım; terörizmle mücadele etmek için ulus-lararası bir koalisyon kuralım, " diye-rek, veto hakkım kullandı.

Temsilciler Meclisi salonundaki oylamada birbiri ardı sıra "kabul" anlamına gelen yeşil ışıklar yanarken, adının yanındaki kırmızı ışığuı yalnızlığı Barbara Lee'yi de şaşırtmış; acaba benim düşünemediğim bir şey mi var, diye kaygılanmış. Ancak oylamadan sonra bazı senatörler, kendisine hak vererek, "savaşa evet" kararının aceleye getirildiğim kabul etmişler. Ne var ki Lee nin karşı oy kullamnası ülkesinde ölümle tehdit edilmesine varan tepkilere yol açmış; vatan hainliğiyle, komünistlikle suçlanmış. Oysa o anlaşmazlıkları askeri operasyonlar ve bombalarla çözmeye çalışmanın sonuç alıcı olmadığında ısrarlı: "Elbette tepki göstermeliyiz; ancak bu tepkinin çocuklarımıza gelecekte nasıl bir dünya bırakacağımızı belüleyeceğüü unutmamalıyız," diyor.

1998'de, savaş karşıtı eylemleriyle tanınan Ron Dellums'un emekliye ayrılmasıyla Califorıtia'dan Kongre üyeliğine seçilmiş Barbara Lee. Senatör olmaz-dan önce de çok faalmiş. Afrika kökenli bir Amerikalı olmasının kendisine farklı bir sorumluluk yüklediği düşüncesiyle, ülkesüıin sorunlarıyla uğraştıktan başka, Güney Afrika, Küba, Grenada ve Namibia gibi ülkele-ri ziyaret ederek barışa ve uluslararası dayanışmaya katkıda bulunmak için çaba göstermiş.

1983'te ABD, sosyalist eğilimli bir hükümetin ikti-

darda olduğu Grenada'yı, (Küba'yla yakm ilişki içinde olduğu gerekçesiy-le) işgal eünezdeıı kısa bir süre önce Lee, bü heyetle adayı ziyaret etmiş ve orada ABD'yi tehdit edecek hiç bü bulguya rastlamadıklarım bildirmiş. 1994'de ise Ruanda'da 800 bin sivi-lin hayatını kaybetmesine neden olan katliama hükümetinin seyirci kalma-sını kınamaktan geri kalmamış. Sena-tör Lee, 1998'de Irak'ın bombalan-masına muhalefet eden beş temsilci-den biriyken, 1999 da da ABD birlik-lerinin Sırbistan'a gönderilmesine tek başına karşı çıkmış. Geçen yıl, Kiiba-

hlar'uı Elian'a nasıl davrandığım yerinde gönnek üze-re Küba'ya gidip döndükten sonra, "Babasının Elian'ı şefkatli bir ortamda mükemmelen yetiştireceğinden kuşkum yok," demesi ise Amerikalı Kübalılar ı zıva-nadan çıkarmış olmalı.

Görüldüğü gibi Senatör Barbara Lee, ülkesini ve dünyayı tehdit eden yoksulluğa ve haksızlıklara karşı kayıtsız kalanlardan değü. İki oğlunu sosyal yardımla yetiştiren boşanmış bü anne o. Bu yüzden hayatında toplumsal mücadelenin önemi büyük. Dünyanın en zengin ülkesi olan Amerika'da 2 milyon insanın evsiz olduğunun, 45 milyon Amerikalının sağlık sigortasının bulunmadığının, adaletin körlüğü yüzünden hapisha-neleri dolduranların çoğunu Siyalılar'm oluşturduğu-nun, Amerikan toplumunun hâlâ ne ırkçılığın ne de ekonomik eşitsizliğüı üstesüıden gelemediğinin bilin-cinde. Küreselleşmenüı yarattığı yeni ve derin sorunla-rın farkında. Ne AİDS'in Afrika Kıtası m kasıp kavur-masına ne de gezegenimizin geleceğüü tehdit eden eko-lojik sorunlara gözleri kapalı. Bu yüzden, 11 Eylül gü-nü ülkesinde büılerce masum insanın ölümüne sebebi-yet veren benzeri görülmemiş saldırmın ardından, içi ne kadar yansa da, karar verirken kendi vatandaşlarm-dan başkalanm da gözöııünde bulundurmuş.

Beril Eyüboğlu

5

Page 7: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

Afganlı feministlerin örgütü RA W A'dan mesaj var:

Ne ABD, Ne Taliban Afganistan Devrimci Kadınlar Birliği RAWA, 1977'de Kâbil'de kuruldu. Bağımsız, siyasal ve toplumsal bir örgüt olan RAWA'nın amacı Afganistan'da kadın haklarını gözeten demokrat ve laik bir yönetimin iktidara gelmesi için çalışmaktı. Kurucuları Afganlı eğitimli kadınlardı. Feodal bir yapıya sahip olan Afganistan'da 1973'te Kral Zahir Şah kansız bir darbeyle devrilerek cum-huriyet ilan edilmişti. Ancak iktisadi gücü elinde tu-

tan aşiretler arasındaki çatışmalar sü-rüyordu. 1976'da bir darbeyle iktidarı ele geçiren Afganistan Halk Partisi, kadınlara eşit haklar, toprak reformu ve Marksist öğretiye dayalı bir yönetim biçiminin öngörüldüğü bir reform programı uygulamak için harekete geçti. Ne var ki, hükümet bu programı gerçekleştirmek için nüfusun büyük

bir bölümünü karşısına alıııak durumunda kaldı, zi-ra öngörülen reformlar temel Afgan gelenekleriyle çatışıyordu. Örneğin kız çocukların okutulması zo-runluluğu ulemanın homurtularına yol açmıştı. 1978'de bir darbe daha oldu ve daha katı bir yöne-tim iktidara geldi; halk üzerindeki baskılar da arttı. Aynı yıl örgütlenmeye başlayan ve "Mücahit olarak adlandırılan Müslüman savaşçılara ABD, Pakistan üzerinden silah sağlamaya başladı.

Siyasal havanın ağırlığına rağmen RAWA toplu-mun çeşitli katmanlarında eğitim, demokrasi, kadın hakları ve sağlıkla ilgili çalışmalar yürütmekten ge-ri kalmıyordu. Hükümet karşıtı ayaklanmalar alınış yürümüş, giderek bütün ülkeye yayılmıştı. O tarihte başbakan olan Hafızullah Amin bir darbeyle devril-di; yerine gelen Babrnk Karmal. Sovyetler Birli-ği'nden yardım istedi. 24 Aralık 1979'cla Kızıl Ordu Afganistan'a girdi. ABD'niıı Mücahitler'e desteği de dolaylı olmaktan çıktı; silah ve cephane yardımının büyük ölçüde artmasından başka, Pakistan'da, sa-botaj teknikleri, modern silahların kullanımı vb. öğ-retildiği eğitim kampları kuruldu. Mücahitler işgale silahla karşı koyarken, baştan beri de-mokrasiyi ve laikliği savunan RAWA gibi gruplar da, Sovyetler'e karşı direnişe geçmişti. Direnişi kırmaya yönelik Sov-yet askeri harekâtı milyonlarca sivilin Pakistan ve İran'a sığınmasına yol açtı. RAWA'nın devrimci kadınları Pakis-tan'daki kamplarda barınan göçmen ka-dın ve çocukların ihtiyaçlarını karşıla-

RAWA OF THE WOME!V OF AFfilf ASİSTAN

uıak üzere kolları sıvadı. Kuetta'da okullar, misafir-haneler, seyyar dispanserler açtı, okuma yazma kursları düzenledi. Kadınlara çeşitli beceriler kazan-dırarak geçimlerini sağlamaya yardımcı olmaya ça-lıştı.

RAWA, Afganistan'da Sovyet işgalcilere karşı direnişi sürdürürken, demokrasi ve laiklikten ödün vermeyen tutumu yüzünden de köktendincilerin ga-zabına uğradı. RAWA'mn kurucu başkanı Mina,

1987'de Kuetta'da bir siyasi suikaste kurban gitti. Bu dö-nemde RAWA'nın etkinliğini önlemek amacıyla çok sayıda militan kadın katledildi. 1988'den itibaren Sovyetler çekilmeye başladı. 1992'de ise dirineşçi gruplar Kâbil'e gire-rek Sovyet desteğinden mah-rum kalan hükümeti devirdi. Ancak etnik temele dayalı ça-tışmalar yüzünden iç savaşın

hızı kesilmedi. 1994'ten sonra hızla güç kazanmaya başlayan Taliban hareketi katı bir İs-lamcı düzen kurarak öbür grupları büyük ölçüde sindir-

di. Taliban yönetiminin özellikle kadınlara kar-şı gaddar tutumu artık herkesin malumu. Bu nedenle RAWA'nın işi her zamankinden daha zor. Afganistan'daki çalışmaları büyük bir giz-lilik içinde devam ediyor. RAWA militanları tüm kadınların giymek zorunda olduğu "burka"ya bürünüyor. Bu onların bir ölçüde güvenlik için-

de hareket etmelerini sağlıyor. Tehlikeyi göze ala-rak gizlice çektikleri fotoğraf ve video filmlerini bu sayede dış dünyaya ulaştırıyorlar. Örgütte herkesin bir kod adı var.

RAWA'nm 2 binden fazla üyesinin büyük çoğun-luğunu, örgütün açtığı okullarda okumuş olan ka-dınlar oluşturuyor. Taleban bu kadınların öldürül-mesinin caiz olduğuna dair fetva çıkartmış. Birleş-miş Milletler in geçen yıl Ekim ayında yayınladığı raporda, kadınların Taliban yönetimi altında parya konumunda olduğu, toplumsal, ekonomik ve kültü-rel hiç bir hakka sahip bulunmadığı, şeriat kuralla-rına karşı gelenlerin taşlanarak öldürüldüğü belirti-liyor. Afganistan'da kadınlara uygulanan zulmü giz-lice çektikleri fotoğraflarla dünya kamuoyuna gös-terme çabasında olan RAWA'nm otuz yıldan beri yayınladığı Payanı-e-Zan adlı bir dergiden başka arlık bir web sitesi de var: http^/www.rawa.org

RA\\ A Amerikan Halkı'na başsağlığı dilerken, ABD'nin geçmişten ders almadığının altını çiziyor

RAWA, 11 Eyliil'de ABD'yi vuran terörist saldırı üzerine Amerikan halkına gönderdiği başsağlığı mesajında, "Afgan halkının ne Usaıııe bin Ladin'le ne de onun suç ortaklarıyla ilişkisi yoktur," diyor ve şöyle devanı ediyor:

"Üzüntüyle belirtmek gerekir ki. ABD, Pakis-tanlı diktatör General Ziyaii'l-Hak'ı desteklemiş, onun açtırdığı medreselerde binlerce Taliban tohu-munun üremesine bilerek katkıda bulunmuştur. Ay-nı şekilde Usaıııe bin Ladin de bir zamanlar ClA'nın gözdesiydi. Ancak ne acıdır ki, geçmişten hiç ders almayan Amerikan siyasetçileri hâlâ köktendinci-lerden medet umuyor. Taliban'a ya da cihat amaç-lı öteki örgütlere destek vermek demokratik hakla-rın, kadın haklarının ve insani değerlerin çiğnenme-sinden başka bir şey değildir(...) ABD. Af-ganlı teröristleri ve onların destekçilerini beslemekten artık vazgeçmelidir.

(... ) Bizim görüşümüze göre, yirmi yıldır felaketten kurtulamayan bir ülkeye körüköriıne güçlü bir askeri saldırıda bulunmak övünülecek bir şey değil-dir. Bu türden bir saldırıyı Amerikan halkının onaylayacağını düşünmü-yoruz.

Dayanışma duygularıyla derin üzüntümüzü bir kez daha tekrarlar-ken, Afganistan'a saldırarak, zaten çaresizlik ve yoksulluk içindeki Af-gan halkını katletmenin, Amerikan halkının ıstırabını dindirmeğe asla yaramayacağına inanıyoruz. Yüce Amerikan halkının, Afganistan hal-kıyla bir avuç köktendinci teröristi AYIRT edeceğini içtenlikle ümit ediyo ruz. Kalplerimiz sizinle..."

Derleyen: a ^ f i ^ ; Beril Eyüboğlıı l ,

Page 8: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

Erkeklerin ortasında, kadınlık rollerinin uzağında

Elinin hamuruyla *s siyasal şiddet > Şiddet kullanarak öne çıkan bir kadın, aynı şeyi yapan bir erkekten farklı bir şekilde herkesin ilgisini çeker. Gü-zelse bir türlü, çirkinse başka bir türlü. Oysa her kadın hayatının ve düşüncelerinin peşinde giderken kendini bu çok sevilen veya çok nefret edilen konumda bulabilir. Tıpkı her erkek gibi. İşte kalıpları zorlamış dört kadın.

"Halkının hürriyeti" için çarı öldüren kadın: Vera Figner

Narodııava Volya- Halkın Hürriyeti Rusya'da çar-lık düzeninin ortadan kalkmasını isteyen halkçı bir

hareketti. Çoğu üyesi üni-versite öğrencisi olan bu grup güişecekleri eylemlerle çarlığı devirebileceklerini ve halkın ıstıraplarını dindirebi-leceklerini düşünüyorlardı. 1881 yılında Rus Çarı İkinci Aleksander'ı öldürdüler. Grubun bu uğurda giriştiği altı teşebbüs sonucu yirmi bir üvesi idam edilmişti. Çamı üldürülmesüıden iki yıl son-

ra, aralarına sızmış olan bir muhbir, icra komitesin-den hayatta kalan son inşam, komitenin tek kadın üyesini polise ilıbar etti. Ertesi yıl idama mahkûm edi-len Vera Eigner kadın olduğu için müebbet hapis ce-zası alarak, hapishaneye kapatıldı. Erkek olsaydı idam edilecekti. Kadm olmakla ilgili ne hissetmişti bi-lemiyoruz. Vera Figner mahkemede yargıçlara, "Ya-yın yoluyla fikirleriıınzi yayma yolu bize kapalıydı. Toplumda herhangi bir kuruluş bana şiddetten başka bir yol gösterebilmiş olsaydı ben o yolu seçerdim," de-mişti.

Kızıl Ordu'nun lideri Fusako Shigenobu

Bugünkü Dışişleri Bakanımız is-mail Cem, 1970 de Milliyet gazete-sindeki sütununda şöyle yazar: "İsra-il iıı Birleşmiş Milletler kararlarına uyarak işgal ettiği topraklardan çe-kilmesi, hem İsrail için hem de sırf kendi devletlerinin olumsuz tutumu nedeniyle dünya-nın her yanında çılgınlıklara hedef yapılabilen suçsuz israil vatandaşları için tek çözüm yoludur. "

1972 yılında İsrail'de iiç kişinin giriştiği çılgın bir havaalanı baskınında ikisi eylemci, yirmi altı kişi ölür. Eylemi yapan Japon gençlerin üyesi olduğu Rengu Sekiguıı (Japon Kızıl Ordusu) kendini kapitalizmi yıkmaya ve adaleti sağlamaya adamış kişilerin oluş-turduğu bir örgüttür. 1960'ların Vietnam Savaşı aleyhtarı hareketleri içinden gelen grup 1970'de Filis-tin lıalkı için savaşmak üzere yeniden örgütlenir. Gi-riştikleri silahlı eylemleri hep üstlenen grup en son 1987'de Napoli de Amerikalılar'a ait olan bir askeri lokali bombalayarak yedi kişinin ölümüne sebep olur. Çok uzun yıllar eylemlerini sürdüren, bu örgütün lide-

ri ise bir kadındır. Fusaka Slügenobu 1970 yılında Ja-ponya'dan Lübnan'a geçer. Somaki otuz yılı yeraltın-da geçecektir. Bu yıllar boyunca, İsrail işgal ettiği top-raklardan çekilmemiş Filistinliler ülkelerine geri dö-nememiştir. Devrimci yoldan sapan üyeleri cezalan-dırma konusunda sert bir tarzı olduğu söylenen gi-zemli Fusaka Shigenobu ise 2000 yılında Tokyo'da yakalanarak tutuklandığında ellibeş yaşındadır.

Feminist kızıl tugay: Susanna Ronconi Susanııa Ronconi İtalya'da değişime

karşı neo faşist saldırıların arttığı 1969 yı-lında üniversiteli bir sosyalisttir. Okuldaki grupta "erkekler konuşur, kızlar çalışırdı di\e anlatır. Sonra küçük bir feminist grupları olur. İtalya da erkek egemenliği çok açıktır. Mesela bir ttalvan erkeğinin karısını dövmesi yasaldır. Kürtaj yasağına karşı gösteri yapan kadınları polisler belle-rinden kemerleri çıkarıp dövebilirler. Su-sanna, suçlular cezalandırılmalı, bu da şid-detsiz olmaz diye düşünür. Bü şiire Kızıl Tugaylar a katılmakla, feministlerle birlikte kalmak arasında ka-rarsızdır. Tugayların yanında yer alırsa annesiyle olan ilişkisini kaybedeceğini bünıesi ona çok acı verir. Kararım verir. Kızıl Tugaylar la birlikte bir çok silah-

lı eyleme katılır. Bu yıllarda âşık olur. Hamile kalu. Kürtaj yasak-ta-. Çok kötü koşullarda bebeğini aldınr. Hayatta hiç, o günkü ka-dar korkmadığını anlatır. 1977*de Kızıl Tugay lardan ayrı-larak "Ön Cephe" isindi bir gnı-bun kuruluşuna katılır. Bu grup Kızıl Tugaylar'daıı daha açık kopluııısal ilişkilere sahip obuayı hedefler. Örgütüne sadakatle

bağlıdır ve sorumluluklan vardır. Erkek arkadaşı ör-gütten ayrıhr, o ayrılmaz. Erkeklerin çoğunun maço-luktan silahlı örgüte katıldıklarını gözlem-ler. Bü kadın için böyle birşey sözkonusu olamaz der. 1980'de yakalamr. Erkek ar-kadaşı onu cezaevinden kaçıracaklan ha-berini gönderir, o gün ona güller göndere-cektü. Cezaevi duvarım dinamitleyip Su-samıa'yı kaçmrlar. İki yıl soma tekrar ya-kalamr. Otuz yıl ceza ahr.

Hurmaları için savaşan kadın: Leyla Halid

1948 yılında İsrail bombaları altındaki Hayfa'da bannamayan annesi, sekiz çocu-

ğuyla birlikte göç etmeye karar verir. Kocası direniş kuvvetlerine katılmıştır. Oıılan götürmek üzere araba kapıda beklerken Leyla mutfağa koşar, henüz dört yaşındadır. Babasımn bıraktığı hurma dolu sepetlerin arkasma saklanır. Hurmalan koruması gerektiğim düşünür, yoksa onlar tsrailliler'iıı olacaktır. Bu arada kapıda bekleyen arabaya bir bomba isabet eder. Ley-la tesadüfen de olsa ailesini kurtanmştır. Neden döne-miyoruz sorusuna annesi çünkü Yahudiler Filistin'i aldı diye cevap verdiğinde Ur da bir sığıntı hayatı ya-

şamaktadırlar. Filistin direnişine katılmak is-teyen kızlarına anneleri izin vermez. Kızlar ev-lenmeden böyle bü şeye kalkışmamalıdır.

Leyla Halid annesi-ni dinlemeyerek, müca-deleye katılır. 1969 yı-lında uçak kaçırmakla görevlendirilir. Elindeki

bombayı gösterdiğnde, Pilot Leyla'ya ne istediğini sorar. Uçağın Filistin'e Lydda'ya gitmesini istediğini söyler. Pilotun kafası kanşır. İsrail kurulduktan sonra Lydda şehrinin adı değiştirilmiş ve Lot olmuştur. Ley-la uçaktan üzerinden geçtikleri Filistin topraklanm görebilmektedir. Lydda'ya gideceksin diye yineler. Bir gecenin içinde dünya Leyla'yı tanır.

1970 yılı Eylül ayında Filistin Halk Kurtuluş Cep-hesi aym saatlerte dört uçak büdeıı kaçınr. Bu dört uçaktan birinde Leyla Halid vardu. Niçin bu eylem için seçildiğini üstlerine sorar. Onlardan, devrimin bir kadın yüzü olduğunu dünyaya göstermek istiyonız ce-vabını ahr. Bu eylemde İsrail hava polisi yarımdaki arkadaşını öldürür. Ölen Patrick Nikaragualıdır. Ley-la bir Füistinli olarak ben ölmeliydim diye çok üzülür. Uçak İngiltere'ye iner. Leyla tutuklanır. Arkadaşları onun serbest bnakılmasını sağlamak için bir uçak da-ha kaçınrlar. Pazarlıklar sonucu Leyla iade edilir.

Aüesi uçak kaçınna olayım radyo-dan dinler. Pilot uçağı kaçıranı güzel, çekici, akıllı bir kadın olarak tarif edin-ce kardeşleri adını duymadan bu Leyla derler. Annesiyse kızmı o kadar güzel değil der. Sonra ismini duyunca gurur-lanır, ağlar. Annesi kızının kendine saç-tiği yolu nihayet kabullenmiştir. Leyla Halid bugün Filistin Ulusal Konseyi Üyesi olarak siyasi mücadelesini sür-dürüyor.

Handan Koç

7

Page 9: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

yolculuğumuz sürüyor

Bir buluşma daha geride kaldı. Yine çarptık birbirimize. Çarptık, iyi oldu; biz çarpmasak şiddet en yok edici araçlarını daha güçlü çarpıyor. Ölüyoruz, öldürüyoruz, birbirimize dehşet saçıyoruz.

Yan yana geldiğimizde, "haydi konuşalım' dediği-mizde, bunun için emek harcasak, elimizden ne gelir-se yapsak bile, ağzmuzdan, bakışlarımızdan zehirler dökülüyor. "Haydi anlayalım birbirimizi," diyerek kollarımızı sıvadığımızda kökleşmiş yargıların göriin-ıııez ağlarıyla kıskıvrak sarılıyoruz ve bu tutsaklıkta hareket ediyoruz.

Diyarbakır da bu tutsaklıkta yaşandı. Batman da. istanbul da. Ben ise en büyük tutsaklığı istanbul bu-luşmasında hissettim. Bakışlardaki zincirin, konuşma-lardaki sansürün, vücut dillerindeki suskunluğun bo-ğucu atmosferine karşı kadınca çırpınışların inatçı di-renişini yaşadım. Tutsaklık da, direniş de istanbul'da yoğundu. Tutuklu ve ölüm kokulu toprakların Bat-man ve Diyarbakır illerinde, kararlı çoğunluğun ya-rattığı güvenden olacak, daha az korku, daha az tedir-ginlik, daha çok diyalog, daha çok heyecan vardı. Dil-ler hiç susmuyor, sorular ve cevaplar hiç bitııüyordu.

Diyarbakır ve Batman da davulların üstüne çıkan, zafer işaretleriyle zılgıt atan, "Biji Aşiti" sloganlarına yüksek sesle katılan istanbullu kadınlar, savaşın da-yanılmaz acısının yarattığı çılgınlık ile zulmün dayat-tığı suskunluk arasmda sıkışan Kürt kadınlarım tedir-ginlikle karşıladı. Bu tedirginlik buluşma boyunca kendisini hissettirdi.

Baştan sona hareketli, baştan sona tartışmak, baş-tan sona karşılıklı anlatımlarla geçen istanbul buluş-ması soıılanırken, içimde bü yandan binlerce kadınm enerjisini, bir yandan da insanı boşluğa düşüren bü doymamışlığı, can sıkıcı bü tatminsizliği sürekli taşı-dım.

Diyarbakırlı ve Batmanlı kadınlar ise, yüzlerce ki-lometrelik bir yoldan gelmişlerdi. Uykusuz, yorgun ama heyecanlıydılar. Yola çıktıklarında binlerce kadı-

nm eli yüzlerine sürül-müş, kulakları "şunu da anlatuı", "bunu da söyle-yin" diyen seslerle dol-muştu. Kendilerini on binlerce, yüz binlerce, belki de milyonlarca ka-dının temsilcisi gibi his-settiklerinden olacak, yorgunlukları vakıır yüz-lerinde ışıklı bü güce dö-nüşmüştü. Kadıköy ıııev-damnda onları çoğunluk-la Kürt kadınları karşıla-yınca. hafif bü hayal kı-rıklığıyla. "kendi kendi-mizi mi karşılıyoruz, is-tanbul'da daha fazla ka-dının bizi karşılayacağını sannuştık," dediler. Yine

de topraklarından sürülmüş hemcinsleriyle hasretle kucaklaştılar. Üç gün boyunca yapılan tüm etkinlik-lerde Kürt kadınları ağırlıktaydı. Onlar nüfusun daha büyük bü çoğunluğunu oluşturdukları için değil, ken-di ihtiyaçlarının, en çok da dayanışma ihtiyacının bi-lincine daha çok vardıkları ve örgütlü oldukları için.

Buluşmaya Kürt renklerini ve çevik kuvvet şapka-larını bir arada görmenin tedirginliğiyle başlayan De-ğirmendereli kadınlar ise, kısa zamanda Batmanlı ve Diyarbakırh hemcinsleriyle kaynaştılar. Dertleştiler, hikâyelerini, tarihlerini, beklentilerini paylaştılar; ağ-layarak ama elele, ağaç suladılar. Yıllar önce kadınlar tarafından Esenyurt'ta barış içüı dikilen fidanlar, bu sefer, kardeşleşen kadınların göz yaşlarıyla sulandı. Boğaziçi Üniversitesinde yapılan söyleşide, Değirmen-dereli bir kadın, "Keşke Kürtçe bü şeyler sövlevebil-seydim," diye konuşmaya başladı. Gerçekten de, Göl-cüklü bir kadımn söylediği gibi, "En çok acı çekenler birbirini anladı". Vedalaşırken, Değirmendereli üç ka-dımn ayrı ayrı "Depremden sonra ilk defa mutlu ol-dum," demesi bu yakınlaşmanın sahiciliğim ifade edi-yordu.

İstanbul'un ev salüpleri ise bu kaynaşmanın biraz dışında kaldılar. Onlar, çoğunlukla "mahallemize gel-dik'1 dercesine mesafeli oldukları için Batman'da ya-şadığumz o kadm kadmalığı, baş başa halleşmeyi, sansürsüz konuşmayı başaramadık. Ölüler kenti Bat-man'ın kadınları, bizim için, her türlü baskıya rağ-men, özgürlük kokan bü atmosfer yaratmışlardı, is-tanbul'da bu atmosfer yaratılamadı. Çünkü burası 12 Eylül ve savaşla çürüyen değerlerin, bozulan ilişkile-rin, çarpıklaşan zihinlerin, yenügüerin, yabancılaşan yaşamların, sömiirgeleşen duyguların, sanal özgürlük-lerin, hamam böceklerinin ve gergedanların başken-

tiydi. Buna rağmen kadınlar buluştu. Sadece birk; bölgeden değil, izmir, Ankara, Eskişelür, Tekirdaj Kütahya, Manisa. Bursa gibi illerden gelen kadın tem silciler, nicel anlamda az da olsalar, kadm birlikteliği ne kendi renklerini kattılar. Panayır rengarenkti, ka dınlar her dilde konuşup şarkı söylediler. Tanıdığu] tanımadığım bü çok kadının, "Bu enerji bana dalı, uzun süre yeter," dediğini işittim.

Bu buluşmanın en hayırlı tarafı "ünlü kadınların sembolik eylemiyle başlayan hareketin bel kemiğin emekçi, çahşan, araştırmacı, öğrenci, esnaf vb. yan toplumun büyük bir çoğunluğunu temsil eden kadın ların oluşturmaya başlamasıydı. Varolan boşluğur büyük ihtiyacıyla ivme kazanan devinim bu hareket daha sağlam bir zenıüıe taşıyordu, istanbul buluşma-sında sendikalı, sendikasız aıııa emekçi kadınların ağırlıklı olması bu zemini belirginleştiriyordu. Barış hareketi de, kadın hareketi de seçkinlerin öncülüğün-de değü, bu zeminde gelişecekti. Yanlış anlaşılmasın, bunu yeni yem anlamıyoruz. Gelmek istediğimiz nok-ta baştan beri buydu. Içüıdeıı geçtiği aşamalar, bu ha-reketi meşrulaştırdı, genelleştüdi, kamuoyuna mal et-ti. Şimdi ülkenüı her köşesinden, yüzlerce kadm ileti-şim kuruyor, "kadm hareketinin içinde yer almak is-tiyorum, neler yapabilirim" diyor. Artık sıra inşa et-meye, örgütlenmeye, üıtiyaçlarımıza göre örgütlülü-ğiüııüzü şekillendirmeye geldi.

Boğaziçi Üniversitesi nde yapılan söyleşi bu ihti-yaçları kısmen de olsa, açığa çıkardı. Sabah 11.00' den akşam 18.00'e kadar süren toplantı öyle gerilim-li. öyle kısa, öyle telaşlı, öyle yetersizdi, kadınlar ise öyle çok konuşmak istiyorlardı ki, öneriler bölümün-de herkes "kaıluı Konferansı yapılması isteminde birleşti.

Diğer yandan, bölgede yeni bü buluşma olacaksa, bunun da adresi, daha geçenlerde köylülerin yediden yetmişe tırnaklarının söküldüğü, gıda ve yakıt ambar-gosunun sürdüğü, barut ve kan kokulu Şırııak olmalı, dendi. Buluşmak, sorunları paylaşmak, tanışmak, tartışmak, ön yargılarla, korkularla, karşılıklı anla-ıııamazlıklarla da olsa, yan yana gelmek önemliydi. Üç buluşma da arka arkaya bübirini tamamladı. An-cak bu aşamadan sonra ifade edilen sorunlaruı çözü-mü için kadınlar arası kurıdacak konüsvonlar, çalış-ma grupları, oluşan köprüyü sağlamlaştırabilirdi. Toplantıda "anadil", "göç ve geri dönüş sorunu", "ba-rış ve demokratikleşme" "kadın örgütleri arası iletişim geliştirilmesi" vb. talepler için daha somut çalışmalar yapılması istemi dile getirildi.

Dolayısıyla, gelinen aşamanın yarattığı ihtiyaçlar Kadın Dayanışma Grubunu aşıyor. Bu nedenle, bizler, Kadın Akademisi Girişim Grubu olarak, Kadm Politi-kaları Geliştirme İnisiyatifini oluşturduk. Kadm Kon-feransı i un örgütlenmesi ve düe getirilen sorunların çözümü doğrultusunda yeni çalışmaların başlatılması için tüm kadınların emeklerini yan yana getirmeleri gerekiyor. Ortaya çıkan enerji kadm hareketine önem-li bü ivme katabilir. Yolumuz açık. Önümüzdeki en-geller ise bizden daha büyük değil.

Yürüyeceğiz. Tecavüze uğramış düşlerimize, kana-yan yüreklerimize, boğulmamak için çırpınan ruhları-mıza doğru, adını adını... Düşmekten, kirlemnekten, hata yapmaktan korkmadan yürüyeceğiz. Biraz ileri-de bombalar pathyor, insanların gözleri oyuluyor, de-rileri soyuluyor, dört duvar arasuıda bir adam bü ka-dını tehdit ediyor, bü kadın diğerini kıskamyor, ka-duılar intikamlarını birbirlerinden alıyorlar, akan kanların kokusu geliyor, yoksullukların, haksızlık-ların mağdurları ağlıyor, şiddet yol boyu... Yürüyeceğiz. El ele tutuşarak, korkmadan ama dayanışarak...

Pınar Selek [email protected]

8

Page 10: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

Farklılıklarımızla b i r - ^a -day ız . .

Herkes durduğu yerden kendini bağırıyor, kimse gerçekten birlikte değil. Ara larda sıkışıp kalmışız ve elimizi uzatsak bile dokunamayacağımız yerlerimiz dolduruyor birbirimizle aramızdaki boşlukları...

"Barış iyiıı Kadın Dayanışması İnisiyatifi nin düzenlediği Diyarba-kır ve Batman dan sonra üçüncüsü İstanbul'da gerçekleşen "Kadın Bu-luşması*' etkinliklerinden biri olan panele(*) giderken içimde heyecan ve merak vardı. Diyarbakır ve Bat-man a gidenlerin anlattıklarından Doğulu kadının buradan gidene gösterdiği koşulsuz sevgi ve ilgiyi duymuştum İstanbul'a gelen bu ka-dınların karşılaşacakları davranışlar konusunda meraklanıyordum. Pa-nelden önce izlediğimiz dia gösteri-sinde gözlediğimiz kucaklaşmalar, bağıma basmalar, öpüşmeler yoktu istanbul'da. (Bu eleştirini sadece da-ha önce Diyarbakır ve Batman a gi-den arkadaşlara değil ev sahibi ola-rak nitelenen ve İstanbul'dan gelen herkese, ben de dahil.) Acaba, dü-zenleme komitesi dışında herhangi biri çıkıp onlara aynı sıcaklıkta ku-cak açtı mı? Selam verdi mi? Hal hatır sordu mu?

Panel gecikmeyle başladığında salon neredeyse dolmuştu. Gördüğüm bine yakın kadın bende müthiş bir coşku uyandırıyordu, her birinin hayat mücadele-sini dinlemek için sabırsızlanıyordum. Katılanlar ara-sında Diyarbakır ve Batman dan gelenlerin yanı sıra, Deprem bölgesüıden gelen kadınlar, îzmir ve Anka-ra'dan gelen çeşitli kadın örgütlerinden temsilciler, türbanlı kadınlar, öğrenci kadınlar, yazar ve sanatçı kadınlar vardı.

Panelde konuşmacı-dinleyici ayrımı yoktu. Birinci bölümde sorunlar konuşulacak, ikinci bölümde bu so-runlara çözüm önerileri üzerine kafa yorulacak ve son bölümde ise isteyen herkesin katılımıyla, belirlenen çözümleri gerçekleştirecek çalışma grupları oluşturu-lacaktı. Yazık ki ikinci ve üçüncü bölümde yapılması düşünülenler olamadı, çünkü zaman yetmedi. İlk bö-lümde konuşma önceliği misafir kadınlara verildi ve uzun bir dinleyiş başladı.

Kürt kadınları, göçten, yakılan köylerinden, öldü-rülen yakınlarından, anadillerini konuşmasma izin ve-rilmeyen çocuklarına okullarda Türkçe öğretilmesin-den ve evde çocuklarıyla anlaşamadıklarından bah-settiler. Göçtükleri yerlerde yaşamsal problemlerle karşılaştıklarını, geri dönememenin çaresizliğini, dön-seler bile bıraktıkları hiçbir şeyi aym bulamadıklarını, göçtükleri yerde dil ve kültür problemi yaşadıklarını anlattılar. OHAL bölgesinde devletin kolluk güçleri tarafından uygulanan baskı ve şiddeti anlattılar. Böl-gede herhangi bir sebepten yakalanan bütün kadınlar

hem gözaltı hem de tutuklama sırasında bekâret kont-rolüne tabi tutuluyordu. Kocasına zorla imzalatılmak istenen bir ifade için soyulup tecavüzle tehdit edilen-ler, korucu tecavüzüne uğrayıp ailesi tarafından na-mus temizleme derdiyle öldürülenler, gözaltında teca-vüz edilenler, intihar edenler...

Deprem bölgesinden gelen kadınlarsa; zor yaşam koşullarından, deprem sonrasında boşanma oranında artış görüldüğünden, geçim sıkıntısını hafifletmek için çalışmak istediklerinde ilk köstekçilerinin kocala-rı olduğundan ve bununla mücadele edip çalışmayı başardıklarında hayat karşısmda kendilerini daha güçlü hissettiklerinden bahsettiler.

Burada benün daha farklı olabileceğini düşündü-ğüm nokta öncelikle yöntemle ilgili. Şöyle ki, Diyarba-kır ve Batman'dan gelen kadın arkadaşların anlattık-ları sanırını ilk iki kadın buluşmasının da ana ekseni-ni oluşturuyordu. Öyleyse bu iki buluşmanın bir bilgi-lendirilmesi yapılarak tekrarlar önlenebilir ve daha çok konuşacak zamanımız olabilirdi. Ayrıca ben onlar da bizi dinlemeye gelmişlerdi sanıyordum ama dep-remzede kadınlar ve erken çıkması gerektiğini söyle-diği için konuşmasına olanak tanınan islamcı yazar Cihan Aktaş dışında "farklılıklarımızla birarada" ol-duğumuzu göremedik diyorum. Bizim Halimiz daha çok bir arada kalma halini anlatıyordu.

Deprem bölgesinden gelen kadınların ataerkillikle mücadelelerim dinledikçe, Kürt kadınları da biraz bunlardan bahsedebilir miydi acaba diye düşündüm.

Bölgede yaşamamn getirdiği zorlu süreç düşünüldüğünde Kürt kadını-nın geçmiş zamanlara göre bir bakı-ma özgiirleştiği söylenebilir ama berdel. başlık parası, ensest, intüıar-lar... Bu konularda ne düşünüyor-lardı acaba? Tam da bunları düşü-nürken bir Kürt kadını söz aldı ve hatırladığım kadarıyla şunları söyle-di; "Ben Türkiye'yi seviyorum. Tür-kü. Lazı. Çerkezi hep beraber yaşa-mak istiyorum. Ama ben bir Kürt kadınıyım ve sorunlar yaşıyorum. Benim yaşadığım sorunlar Kürt so-runu yüzündendir ve Kürt sorunu çözülmeden ben kadın sorunlarımı çözemem, el verin hep birlikte Kürt sorununu çözelim", dedi. Bu arada saat öğleden soma beş olmuştu ve ne çözüm önerisi sunmaya ne de ça-lışma grubu oluşturmaya vakit kal-mamıştı. Eren Keskin Şırııak'ta ya-şanan son olaylarla ilgili bir açıkla-mada bulundu ve orada olanların bir kadın komisyonu oluşturularak

incelenmesini önerdi. Panel sürerken dağıtılan, iHD'nin de içinde bulunduğu bir heyet tarafmdan ha-zırlanmış olan Şırnak inceleme dosyası da bu konuyla ügili daha geniş bilgüer içeriyordu, ilginçtir, görüş-lerine kulak misafiri olduğum bazı ünlü kadınlarımız da buluşmanın HADEP toplantısına döndüğü, fark-lılıklarımızla bir aradayız düşüncesinin gerçek-leşemediği ve tek farklı sesin Cihan Aktaş olduğu üzerine hararetli bir sohbete dalmışlardı.

Bundan sonraki süreçte Şırnak'a gidilmesi olasılığı var gibi görünüyor ama bu şekilde bir orada, bir burada buluşularak sorunların çözümünde ne gibi yolların katedilebileceği cevaplanması gereken bir soru. Ben kendi adıma, doğuda son on beş yıldır yaşananları gözlemlediğimi ve kendi olanaklarımla duyarhlığınu dile getirdiğimi söyleyebilirim. Aym şekilde OHAL bölgesinde olardan bilmek ve bunlara karşı bir tavır sergilemek için sadece bölgeye gidip kadınların, çocukların durumunu görmek gerek-mediğini düşünüyorum.

Panelden ayrılırken artık içinde bulunduğum ruh halinin gelirken hissettiklerimle uzaktan yakından alakası yoktu.

Aylin

(*) Söz konusu panel 8 Eylül 'de Boğaziçi Üniversitesinde yapıldı.

9

Page 11: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

Reha'yla Ayşe'nin tecavüz karşıtlığı

Eylül ayında Şile'de bir tecavüz yaşandı. Tecavüz edenler polisler, tecavüze maruz kalan da iiç çocuk an-nesi, Romen asdlı Lacramioara Bozacı idi. Çocuklarıy-la birlikte Şile'deki bir arkadaşının yazlığına giden genç kadm, akşam arkadaşıyla gezmeye çıkıyor. Bir süre sonra arabaları bozuluyor ve başka bir arkadaşları ken-di arabasıyla onları evlerine götürürken polisler önleri-ni kesiyor. Kimlikler isteniyor, Lacamiora kimliğinüı yarımda olmadığım ve eve kadar gelir-lerse kimliğini verebileceğini söylüyor. Fakat Şile Emniyet Müdürü nün ma-kam şoförü Kerem Döndü ve polis ar-kadaşı Benal Demir kimliğinin olma-masını bahane ederek genç kadını zor-la alıp götürüyor. Ama karakola değil, ilk önce ormana, sonra da bir otele... Üstelik ellerinde silahla uluorta, otel görevlilerinin tanıklığında çıkıyorlar otel odasma. Genç kadına tecavüz edi-yor, dövüyorlar. Yaşatılan işkenceden sonra bırakılan Lacramioara önce şikâyetçi oluyor, ardından da yaşa-dıklarını kocası Eyııp Sabri Bozacı'ya anlatıyor. Şikâyet üzerine iki saldırgan tutuklanıyor, yargı süreci başlati-lıyor ve büçok tecavüz olayında kadını suçlayıcı tavır gösteren erkeklerin aksine Eyüp Sabri Bozacı karısının yarımda yer alıyor, ona destek oluyor.

Yukarıda kısaca anlattığım olay basında geniş bü şekilde yer aldı. Bozacı çiftini Reha Muhtar ana haber bültenine, Ayşe Arman ise gazetesine konuk etti. İki ün-lü medva vıldızımn ilgisini hakketmelerinin nedeni ise, bü kadının iki polis tarafından tecavüze uğraması de-ğil, bunun sonucunda karısını terk edeceği, başı eğik dolaşacağı yerde, karısının yanında yer alması sebebiy-le Eyüp Sabri Bozacı'ydı. Reha Muhtar, şöyle bü soru soruyor Eyüp Bey'e, "Ne hissediyorsunuz karınızın ya-şadığı olayla ilgili?" Eyüp Bey, "Saldırganların cezalan-dırılmalarını istiyorum. Karım çok kötü şeyler yaşadı, ben ona ne kadar destek olsam da bu acıyı hep yaşaya-cak, çok üzülüyorum." diyor. Muhtar, yüzünde şaşkm ve takdü dolu bü ifadeyle Eyıip Bey'e bakıyor ve arada

bü "bravo' deyip duruyor. Ayşe Arman ise, 23 Eylül tarihli Hiüriyet Gazetesi nde ayrı ayrı röportaj yaptığı kan kocaya her zamanki orjinalliğiyle ilginç somlar sormuş. Örneğin Eyüp Bey'e sorduğu sorulardan biri şöyle, "Sizi tebrik ediyorum. Böyle pis bü olayda eşini-ze destek oldunuz. Sıradışı bü davranış sergilediniz. Neden?" Ayşe Arman asıl pis olanın kendi sorusu ve tavrı olduğunun farkuıda büe değil. Lacramioara Boza-

cı'ya yönelttiği bir başka som ise daha da inanılmaz, "Bu kötü ola-yın neden sizin başınıza geldiğini düşünüyorsunuz?" Ayşe Arman, dünyanın hemen her yerinde, her kadının, (hatta kendisinin bile) hemen her yerde tecavüze maruz kalabüeceğini düşünmüyor bile. Ya da onun bulunduğu "yüksekli-ğe" böyle kötü ve pis olayların ulaşamayacağını sanıyor.

Reha Muhtar ve Ayşe Amıan'ın bu olayı ele alış tarzları içinde bulundukları anlayışla büebü örtüşiiyor aslmda. Eyüp Sabri Bozacı nın Lacramioara'nın yaran-da yer alması, ona destek olması, ona kahraman gibi davranılmasuu gerektirmiyor ki. çünkü zaten normal davranış budur. Asıl şaşkınlık duyulup üzerinde durul-ması gereken konu, tecavüze maruz kalan bü kadına suçlu ve kirli muamelesi yapan kocalar, sevgililer ve kadını aşağılayan anlayışlardır. Ayrıca. Lacramioara Bozacının aslen Romen olması da bu olayda önemli bü rol oynuyor. Ayşe Arman Türkiye deki "Nataşa ger-çeğini özgün bü soruyla ortaya çrkaracak ya. Lac-ramioara'ya, "Romen kadınları üzerine yerleşen bu an-layış haklı mı, haksız mı? Nereden kaynaklanıyor siz-ce?" diyebiliyor. Geçtiğimiz günlerde Türkiye Roman-ya arasında oynanan b ü maçta, Romanya gol atınca, maçı sunan spiker, "Boş verin sayın seyücüer, biz bu Romenleri Laleli den tanıyoruz zaten," demişti. Sizce de Ayşe Arman'ın sorusuyla spikerin cümleleri bübirini tamamlamıyor mu, tıpkı beyinleri gibi...

Nevin Cerav

Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon'a yapılan uçak saldırıları sonrasında, Amerika'nın Afganis-tan'a misüleme de bulunma ihtimaline karşı birçok kurum, parti ve grup İstanbul iHD'de bir araya gel-di. Yapılan üç toplantının ardından Pazartesi nin de içinde olduğu otuz kadar grup "Savaşa Hayır" plat-formu oluşturdu. 29 Eylül Cumartesi günü Bakırköy Özgürlük Meydanı'nda bü basm açıklaması yapmak içüzere toplanıldı fakat polis izin vermedi. Polisin

savaşa hayır diyenlere ziyaret var müdahalesi sonucu yapılamayan eylemde kırk iki ki-şi gözaltına alındı.

Bu arada eylemden üç gün sonra, 2 Ekim Sah gü-nü platformda adı olan IHD, Pazartesi ve Emekçi Kadınlar Birliği sivil polislerce basıldı ve arandı. Arama izinine gerekçe olarak ise "savaşa hayır" plat-formu çalışması gösterildi.

Diğer yandan çeşitli kadın grupları da bir araya gelerek, Savaşa Karşı Kadm Platformu kurdular.

barıştan ve kadınlardan korkuyorlar!

Pınar Selek'in Mısır Çarşısı'ndaki padanıayla ilgili olarak yargılandığı davada beklenmedik bü olay yaşandı. Aynı davadan dolavı iiç yıldır Kırklareli Ceza-evi ııde yatan Alaattin Öğet ve K. kıibra Sevgi. Pınar Selek aleyhinde ifade verdi. 3 Ekim de göriıleu .durul-mada Öğet ve Sevgi, Pınar Selek'in PKK üyesi olduğu ve Erdal Nayır isimli bir kişinin öldürülmesi için tali-mat verdiğini iddia etti. Konuyla ilgili olarak görüştü-ğümüz Pıııar Selek, şu değerlendirmeyi yaptı: "Bu iki kişi uzun süredir Kırklareli Cezaevi nde kalıyordu. Kendilerine itirafçı olmaları için baskı yapıldığını, kal-dıkları cezaevinden alınmak istediklerini ve itirafçı ol-mak istemediklerini belirten dilekçeler veriyorlardı mahkemeye. En son gelinen aşamada da o insanlar ger-çekten baskılara dayanamadılar ve mahkemede beni hedef gösteren konuşmalar yaptılar. Özellikle kadının vaptığı itiraf daha doğrusu itirafname doğrudan polis söylemiyle yazılmıştı. Mesela, Erdal Navır isuııli kişnüıı benim talimatımla öldürüldüğünü söylüyorlar ama on-laıın anlattıklarıyla, öldürülen kişinin rapor sonuçlan birbirine uymuyor. Aslında bu dava hukuki olarak en başından beri çökmüştü, bu nedenle de devletüı içinde-ki baza güçler bu yenilgiyi kabul edemiyor ve yeni komplolar geliştiriyorlar. Uzun siiredü mahkemeye çe-şitli baskılar geliyordu zaten; emniyetten, Adalet Ba-kanlığı'ndan, dış istilıbarat güçlerinden gerçekten ne idüğii belüsiz ithamların olduğu yazılar yollandı mah-kemeye. Mesela polisüı dayatmaları sonucu, bilirkişi rapora olmasına rağmen yeni bir rapor istendi. Bu ra-por patlamanın olduğu bölgede ölen ve yaralanan in-sanlar üzerinden alınacak bü rapordu, o da alındı. Ve o raporda da bomba bulgusuna rastlanamamışûr, ama neden olduğu da anlaşılamaz çünkü aradan çok zamaıı geçti deniliyor. Biz de bunu söylemiştik zaten. Bütün bunların dışında da Yeşil diye bilinen şahıs internette kurduğu sitede beni hedef gösterdi, son zamanlarda da çok ciddi tehdit telefonları alıyorum. Arayan kişi, "Ben Yeşil, tanıdın mı beni," gibi şeyler söylüyor. Ama ben bütün bu baskılara rağmen geri adım atmayacağım, banş mücadelemi sürdüreceğim. Kadm olarak ne yap-mam gerekiyorsa onu yapacağım, ataerkilliğe karşı mücadele etmeye devam edeceğim. Onlanıı kadınlar-dan ve barıştan korktuklarım düşünüyorum."

10

Page 12: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

On yedi yaşa bir ömür sığdıranlar Sokakta yaşayan çocukların başına herşey gelebilir. Bu sebeple kız çocukları için açılan merkezle ilgili 75. Yıl Çocuk ve Gençlik Merkezi Müdürü Abdullah Karatay'la görüştük. Kız çocukları için açılan birimle ilgili biraz bilgi verir misiniz? Burası aşağı yukarı yedi sekiz ay önce basmda "istan-bul'da dört yüz fahişe çocuk" başlıklı haberlerin ar-dından düşünülen, organize edilen bir yer. istanbul Yalihği, içişleri Bakanlığı teşviki üe kurulan birimin kurumsal çerçevesini Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esir-geme Kurumu oluşturdu. Parasal desteği ise Sosyal Yardımlaşma ve Dayamşma Vakfı sağlıyor. Sonuçta biz devlet memuruyuz. Ama ücretimizi Vakıf veriyor, istanbul'da yaygın olarak fuhuş sektöründe kız ço-cuklarının çalıştırılması buna bir şekilde müdahale edilmesi zorunluluğu bu merkezin açılmasını doğur-du. Bunların tespiti ve bu çocuklara hizmetin ancak bir kurumla olabileceği şekluıde bir takım toplantılar sonucunda bir merkezin açılmasına karar verildi. Merkez Beyoğlu'nda açıldı. Aslında başlangıçta ilk adım ve iküıci adım diye bir şey düşünülmüştü, ilk adımı hâlâ düşünülüyor, ileride bu açılım sağlanabi-lir. Beyoğlu'nda yoğun olarak bu çocukların çalıştığı söyleniyor dolayısıyla çocukların kendileriıüıı de gele-bileceği düşünülerek merkez burada açıldı. Bize ço-cuklar temel olarak iki yoldan geliyor. Bir tanesi is-tanbul emniyet müdürlüğünün çocuk şube müdürlü-ğüne intikal eden ve onların teslim ettikleri kız çocuk-ları. Bir de bu çocuklar, kız çocukları aslında sokakta yaşayan ve çalıştırılan çocuklar projesi diye istanbul Valiliği'nin yürüttüğü bir proje var. Onun bir parçası olarak düşünülmüştü. Ticari cinsel sömürüye maruz kalan kız çocuklarının sokakta ve kamuya açık me-kanlarda denetime çıkan bir ekipçe denetlemeler so-nucunda tespit edilerek kuruma getirilmesi düşünül-dü. Bu ekip bizim ikinci çocuk getiren kaynağımız. Bir de diğer şekiller olabilir ama esas geliş yollan bunlar. Basından haber yoluyla olabilir, vs. bugüne kadar on bir kız çocuğu bu merkezden geçti. Şu anda bugün iti-bariyle dört tane kız çocuğumuz var.

Barındırma süresi var mı? Şu anda çok ayrıntılı yönetmelik gibi bir şey yok. Ama genel prensipler var. işte çocuk geldikten sonra önce çocuğu tanıma amacıyla ön görüşmeler yapılması, sonra ailesinin mümkünse araştırılıp anlaşılır bir şek-le konulması ve çocuğun ihtiyaçlarının tespit edilme-si. Çocuğun kendi soranlarına bakışı, kendi istekleri-nin ne olduğu, sağlık sorardan varsa bunlarla ilgilenil-mesi eğitimiyle ilgili ihtiyaçlarının tespiti. Her çocuk için öyle önceden belirlenmiş bir kalma süresi yoktur. Ama çocuğun durumuna göre, örneğin gideceği bir ai-lesi yoksa, madde bağımlılığı yoksa, akli dengesinde bir bozukluk yoksa, yani koranmaya muhtaç çocuk-ların barındığı yuvalarda bannabilecekse banııır. Eğer bu koşullardaysa ona göre gerekli yerlere gönde-rilir. Bu arada mesleki daha doğrusu iş imkanlarını araştınyoraz. Bu anlamda halk eğitimle bağlantıya geçiyoruz. Her biri için kendine göre bir program çı-karmaya çahşıyoraz. Bunun süresi yok ama mantık

olarak şöyle bir şey düşünülebilir: sosyal hizmetler ço-cuk esirgeme kurumunun korumaya muhtaç çocuk-lar için uyguladığı sistem burada da uygulanır. Kız çocuklan için kalma süresi yoktur, prensip olarak. Re-şit olma yaşı on sekiz olduğu için o yaştan sonra ken-disi gitmek isterse gider kalmak isterse evlenene kadar kalabilir. Burada da aynı şey olabilir. Biz hiçbir kız çocuğunu, yaşından dolayı bir yere göndenneyiz.

Gelen çocukların yaşlan kaç? Ortalama on beş on altı yaşlarında. Bir tanesi küçük-tü o da ablasıyla birlikteydi. Birlikte kaçmışlar evden. Orada çocuklann evde yaşadıklan problem, çocukla-rın evde yaşamasına risk oluşturduğu için eve geri göndermedik. Ağırlıklı olarak sokakta yaşayan, mad-de bağımlılığı olan bizim ticari cinsel sömürü olarak tabü ettiğimiz fuhuş sektöründe çalışan çocuklarla çok doğrudan karşılaştığımızı söyleyemeyiz. Oysa bu kuram esas olarak bunun için kuruldu. Fakat ya işler çok profesyonelce yapılıyor bu işler, çocuklar çıkamı-yor bu mekanizmadan ya da söylendiği kadar yaygı değil. Hepsi risk altında ama biz bu işi yapmayanlan da alıyoruz. Hepsi için böyle bir risk var. Yaşadıklan atmosfer cinsel taciz ve sömürü için çok müsait bir or-tam var.

Merkeze gelenlerle diyalogunuz nasıl? Hemen hepsi birçok şey anlatıyor ama arıladıkları şey yaşadıklarının ne kadandır kestirmek zor. Ben zaman içinde kurulacak güven ilişkisine bağlı olarak anlat-tıktan şeyin miktarının artacağım düşünüyonım. Ama anlatıyorlar. Hepimizi hayrete düşürecek düzey-de yoğun bir yaşantı birikimi, on yedisinde ama esrar da kullanmış, bir dizi arkadaşlıklan olmuş, sokakta da yaşamış vs. bu türden bir yaşama hele de on yedi

yaşa sığdırılması çok zor bir çok şeyi on yedisinde ta-mamlamış çocuklar. Dolayısıyla erken büyümüş olu-yorlar. Anlattıklan bizim için çok önemli ama yaşa-dıklaruıın tümü müdür zamanla göreceğiz.

Rehabilitasyon çalışması da yapıyor musunuz? Şimdi rehabilitasyon kavramı tanımlanması zor bir şey ama eğer rehabilitasyondan kasıt profesyonel kişi-lerin görüşmesi, bu görüşmelerde elde edilen veriler doğrultusunda bozulan ilişkilerin düzeltilmesi ise bu-nu yapmaya çalışıyoruz. Ama çok iddialı bir kavram. Rehabilitasyon hayata yeniden kazandırmak gibi çok iddialı bir şeyi içerdiği için çok rahat kullanamıyorum ama psikiyatristlerle görüşüp onların önerdiği şeyler doğnıltusunda ilişkileri tamir etmeye çahşıyoraz. Ama tümüyle bir düzeltme çok zor ve uzun zaman alan bir şey. Çok değişken şeylerle karşılaşıyoraz. Zaman za-man çok nonııal gibi görünen çocuk birden intihara kalkışabiliyor, kollarını falçatayla çizebiliyor, arkada-şım bıçaklamaya çalışabiliyor. Yani önceden kestiril-mesi güç tutumlar içine girebiliyorlar. Bütün bunlar aslında yaşadıklarının ashnda ne kadar derin etki bı-raküğmı gösteriyor. Bizim bunu rehabilite eönek di-yerek basite indirgemememiz gerekir. Bu çocukların hepsinde yaşadıklarının derin etkisi var.

Enseste uğramış çocuk var mı? Hayır. Varsa da söylemedi. Ama bizim enseste uğra-dığım düşündüğümüz çocuklar var. Belki zamanla anlatırlar bize.

Merkezin bir kapasitesi var mı? On beş diye söyleniyor ama ben on beş kız çocuğunun mevcut bina içinde tümüyle rahat hareket edebilece-ğini uzun süre tutulabileceğini düşünmüyoram. Bu çocuklar sıkılınca öyle rahat rahat dolaşamıyorlar da. Umarım on beş olmaz hiçbir zaman. Binayı geliştir-meye çahşıyoraz tabü ama şu anda çocuklann enerji-sini karşılayan bir durumda değil.

Ailesine gönderdiğiniz çocuk oldu mu? Olmadı. Bu işle ilgili olarak istanbul vaHsiııin imzasıy-la gelen bir talimat var. Bu talimata göre, çocuklann ailelerine teslimi ancak geniş bir aile incelemesi sonu-cunda bir kurulun karanyla oluyor. Zaten bu çocuk-lann çoğunun aileleriyle de sorunlan var. Teslim etti-ğimiz çocuk yok ama aileleriyle görüştürdüklerimiz oldu ama karşılıklı olarak birbirlerini istemediler. Bu hemen hemen tümünde böyle.

Beyhan Demir

11

Page 13: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

Batman Tekel Fabrikasında çalışan kadın işçiler eylemde...

Kadın işçil İşleri ellerinden alındığı için her gün işyerlerinin önünde oturma eylemi yapan kadın işçilerin durumuyla ilgili olarak Tek Gıda İş Şube Başkanı Mahmut Ekin ve bir kadın işçiyle görüştük.

On üç yıldır Batman Tekel Fabrikası'nda çalışan otuz yaşında bir kadın işçi

Yaklaşık on üç yıldır çalışıyorum Tekel'de. Tü-tünü balyalar şeklinde ayırıyoruz. Her gün üç bal-ya, haftada bir günde dört balya ayırmak zorunda-yız. Şu anda çalışan yüz küsur kadınız, sabah ye-diden akşam beşe kadar çalışıyoruz. Diyarbakır'da fabrika açılması bizim işimizden olmamıza neden oldu diye düşünüyorum. Çünkü bizim bir aylık ça-lışmamız orada bir günde yapılıyor. El emeğine ih-tiyacımız yok artık, diyorlar. Bizim balyalayacağı-mız tütünleri oraya veriyorlar. Şu anda çalıştırmı-yorlar bizi. "Görüşmeler devam ediyor," diyorlar; bekliyoruz. Sabahları iş yerimize gidiyoruz, ilişiği-miz kesilmiş gibi, ne sayım yapılıyor, ne de yemek çıkarılıyor, hiç bir hareket yok. Her gün gidip ak-şama kadar oturuyoruz.

Ben aileme bakmak zorundayım, on üç kişiyiz, bir ben bir de babam çalışıyor. Batman da zaten çalışılacak yer yok. Hep. Batman da kadınlar ne-den intihar ediyor diyorlar; işte bu durumlardan dolayı intihar ediyorlar. Hiç kızlar sevdiğine vara-mıyor, o yüzden intihar ediyorlar, demesinler. Bu-rada bir savaşın etkileri ikinci olarak da ekonomik

koşullar etkiliyor kadınları. Üniversitede okuyan kardeşlerim var. onların okullarını bitirmelerini is-tiyorum. Her evde bir kurbanlık koyun olur, bura-da çoğumuz böyleyiz, işimizden olmak çok kötü olacak, kadınlar oranın sayesinde para kazanabili-yordu, dışarı çıkabiliyordu çünkü.

Batman Tek Gıda Iş Şube Başkanı Mahmut Ekin

Eylemlerimize 24 Eylül'de yemek bovkotuyla başladık. Daha sonra Ankara'ya ANAP Merkezi'ne gidip oturma eylemi yaptık. Bize geri dönmemizi ve bu sorunu çözeceklerini söylediler, biz de dön-dük. Fakat daha sonra çalışan arkadaşlarımızın iş-leri askıya alındı, bu nedenle eylem kararı aldık. İşin askıya alınması yılın yedi ayı evde oturmak, beş ayı da çalışmak demek ama biz onların hiç kimseyi bir daha çalıştıracaklarına inanmıyoruz. Çünkü hükümetin yeni aldığı kararlar doğrultu-sunda tütünü bütün olarak işleyecekler, Amerikan tütün işletmesine geçecekler. Bu durum zaten Amerika'nın bir oyunu çünkü Amerika'da sigara içen insan oranı azalıyor ama burada çoğalıyor. Burası onlar için büyük bir pazar. Oysa Türkiye'de Tekel e bağlı işletmelerde toplam 4.500 kadın çalışıyor. 750'si burada bulunuyor.

Doğuda kadınların iş alanları çok kısıtlı. Kadınların çalışma oranının yüzde 90 ını Tekel karşılıyor. Dolayısıyla bu durumun gözardı edil-memesi gerekiyor. Biz eylemlerimize devam edeceğiz, bir sonuç alamazsak eylemlerimizi daha da sertleştirmeyi düşünüyoruz.

Benim gibilere "deli" diyorlar Serap Güner, on iki yıldır

Bağcılar semtinde çalışan bir eczacı. Baz istasyonlarına karşı savaş açtıktan sonra başına gelenler inanılır gibi değil.

12

"Yaklaşık sekiz ay önce yaşadığım ilçede çocukların çoğunun kan parametrelerinin bozuk olduğunu gördüm. Doktorlar lıabüe kan şurupları yazıyorlardı. \ akımında özel bü hastane var. Doktorlarla sohbet ederken yapılan talılillerde çocukların kan parametrelerinin yaklaşık yüz-de 75-80 gibi yüksek bü oranda bozuk çıktığım anlatı-yorlardı. Sefa Hastanesi nde çocukların çoğunun kalbi delik doğduğu söyleniyordu, hastalar ve doktorlarca. in-sanların bü çoğu kulak zarlarının delik olduğu şikâyetiy-le geliyordu. Bü süre sonra da benim kulaklarımda uğul-tular başladı. Ki daha önce herhangi bü kulak rahatsız-lığım olmamıştı. Ben de kulak burun boğaz doktoruna gittim, doktor kulak zarınım delindiğini söyledi. Semtte oturan geniş bü kesimin şikâyetleri aynıydı, halsizlik, uy-kusuzluk, iştahsızlık, yorgunluk, kilo kaybı, kulak zan delinmesi, hastalıkların geç iyüeşmesi gibi. işte bu geliş-meler ve doktorların da uyanları beni semtteki elektro manyetik kirliliği araştırmaya itti. Bu konuda bügi içeren çok sayıda kitap, dergi, makale okudum. Okudukça da dehşete düştüm. Baz istasyonlarının aşırı elektro-manye-tik küliHğe sebep olduğunu öğrendim. Kişinin bağışıklık sistemini, merkezi sinü sistemini, hormonal dengesini, kan parametresini, kalp ve damar sistemini etküediğini öğrendim. Benim konuştuğum hocalar her baz istasyo-nunun çevresine bazen bin bazen iki bin vat enerji yay-dığım iddia ediyor ve bu enerjinin insan vücuduna bü çarpma gibi zararlı bü etkide bulunduğunu söylüyorlar. Bütün bunları öğrenince bü kalp kontrolü yaptırdım, kalbimde sol dal bloğu tespit edildi. Yani diğer insanlara göre kalp hastalıklarına yakalanma riskim daha fazla. Benün daha önce böyle bü rahatsızlığım yoktu. Ama semtimize baz istasyonları konulduktan soma benim ve semtteki büçok insanın benzer sağlık sorunları çıktı orta-ya. Mücadele etmeye karar verdim ve santimdeki insan-

larla birlikte baz istasyonlarına karşı 20 bin imza topla-dık. Ulaştırma ve Sağlık Bakanlıklarına yolladım topla-nan imzalan, yetüımedim görüşmeye gittim. "Hastalık-lar. ölümler anar. nasıl izin veriyorsunuz bu baz istas-yonlaruıa," dediğimde, Ulaştırma Bakam bana, "Nüfus planlaması olur eczacı hanım, fena mı." diverek dalga geçti. Sağlık bakanına gittim, günlerce bekletildüıı. Ece-vit'e yazdım, Devlet Denedeme Kurulu na yazdım. Avru-pa insan Haklan Mahkemesi'ne yazdım. Kapatma dava-sı açtım baz istasyonlan için. Bağcılar Cumhuriyet Baş-savcıhğı'na suç duyurusunda bulundum, mahkeme günü bildüilecek dendi ama hâlâ cevap gelmedi. Davanama-dım Nisan avında evimin canımdan "baz istasyonlan dı-şan" diye bağırdım. Ama toplum o kadar sessiz ki, be-nim gibi tek tek konuşanlara da deh diyorlar. Polis zo-ruyla hastaneye kapattılar, on beş gün tutuldum orada. Polis zoruyla götürüldüğünüzde bü ay tutma haklan varmış. Zorla üaç verdüer bana. On beş gün sonra dok-torlar belki eczacı olduğum için tolerans gösterip bırak-tılar. Sağlık Bakanlığı nın önünde yedi sekiz gün açlık grevi yaparak oturdum. Fakat basından hiç kimse gel-medi, mecburen bıraktım. Basuı baz istasyonlanvla ilgili haber yapmıyor artık. Çünkü baz istasyonu haberlerini yapanların reklam giderleri kısıkvormuş. Ben baz istas-yonlan nedeniyle iş yerimi kapattım, sağlığım bozuldu. Bu ülkede ki hukuk sistemine de güvenmiyorum. Bir Ec-zacının Dramı ve Anıları isindi bü kitap yazıyorum şim-di. Aylardır büyük mücadele veriyorum ama doğru dürüst bü sonuç alamadım. Son olarak Ecevit'in önüne fırlatayım kendimi diyorum, devletin arşivine kaldırsın-lar beni. Kırk yaşında dürüst, namuslu, yeminine uygun yaşayan ama beş kuruşsuz kalmış, sağlığını da Turkcell, Telsim vericilerine kaptırmış bü eczacıyım, kaldırsınlar beni arşive, mumyamı yapsınlar."

Page 14: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

Öğrenci muhalefetinde kadınlar ve erkekler

Yanyana v{

Bilge Seçkin

Üniversiteye gelen kadınlar , henüz kadın kim-likleri hakk ında çok az şey bildikleri bir dönemde politik bir tercih yapmışlarsa, öğrendikleri ilkler-den biri poli t ikanın bir erkek işi olduğudur.

Bunun için, genel depolitizasyonu sağlamakta kullanılan üniforma ve telsizin yanında, kadınla-ra yönelik özgün taktikler de uygulanmıştır . Bu "içselleşmiş taktikler kadınlığını hat ı r la tma, ka-dınlığını hat ı r la tarak aşağılama, cinselliği cezalan-dırılması ve şiddet aracı haline getirilmesi sözlü ve fiziksel saldırı biçimlerine bi i ründürülmesidir . So-nuç, daima politik mevzuun erkekler arasında bir iş o lduğunun gösterilmesidir.

Öteki cephede ise kısmen yeni bir şeyler varsa da, t amamen yeni bir şey yoktur . Kafamıza kakı-larak işlenmiş " k a h r a m a n devrimcinin ard ına düş-mek1 fikriyatı ne yazık ki ilk politik tercihlerin önemlice bir kısmının temelini o luş turmaktadır . Polit ikanın erkeklerin düşündüğü ve konuştuğu, kadınların iş yaptığı bir siireç olduğu taraf ımızdan keşfedilmektedir. Bıı a rada "iş y a p m a m a k " kavra-mının al t ında yatan, erkeklerin tembellikleri değil, üniversiteye gelene dek özümsenmiş toplumsal rol-lerin ve işbölüıııün bu rada da tekrar lanmasıdır .

Üniversitede muhalefet etmenin olmazsa olma-zı, uzun tar t ışmalardır . Ancak erkekler arasındaki tar t ışmaya katı labilmek kadınlar açısından ciddi bir problemdir . Çünkü tar t ışma kullanılan dil o güne dek çoğunlukla kadınlar ın içinde olmadıkla-rı, tanımadıklar ı bir dildir. Tar t ı şmanın biçimi ise rekabetçi, "ben dedimci", laf yetiştirmeci, düello-ya açık, erkek egemen, masaya vurmacı , neredeyse savaşır gi-bi, hiç değilse fiziksel açıdan ü rkü tücüdür . Sadece kadınları değil, "yeni erkekleri" de dış-lar. Ancak bu bilgi-iktidar sar-malına dahil olmak yeni erkek-ler için kısa sürede aşılabilecek bir sorunken, kadınlar için ya da ima yabancı kalınan, ya da bu radak i dil ve biçim benimse-nerek dahil olunan bir süreçtir.

Sonuç olarak, erkekler genel politikayı belirler teorik konu-şurlar, kadınlar , eşitlik için, be-lirlenmiş genel tar t ışmalara ka-

Bu yıl üniversiteye gelen ve özellikle politik tercihleri olan kadınları zor günler bekliyor. karsı tılıp "ka tk ı" sunarlar . Bu katkıların kabul görme-si öncelikle teorik konuşan erkeklerin gizli ya da açık onayını gerektirir. Ya da öneri sunan kadının "masaya vu ran" , "tespih çeken" ve tercihen sigara içen "siyasi ab la" olmasını. Kadın olıııa du rumun-dan fedakâr l ık larda bulunularak erişilen bu ko-n u m diğer davranış kodları da taklit edilerek pe-kiştirilir. Yürüme, konuşma biçimleri, k ü f ü r vb. Birlikte muhalefet etme d u r u m u kadınlar ın, er-keklerle ara lar ındaki ezme-ezilme ilişkisini fark etmelerini güçleştirmekte, aradaki çelişkiyi daha silikleştirmektedir. Ayrıca ezilenin bir üst g ruba dahil olması, yani bu muhalefet durumuyla "özne-ler", "erkekler"' arasına girebilmesi bizzat kadını kendi hemcinslerinden uzaklaşt ıran bir etki yarat -mak ta ve "her kadın kendi bacağından asılır" duygusuna götürmektedir . Kadınlar arasında ya-ratılan ve yaşatılan rekabet , varolanın süreklileş-mesiııi sağlamaktadır . Öğrenci hareketi içinde de bu d u r u m kadınlar ta raf ından fark edilip özellikle t üm "ayak işlerinin" üstlerine yıkılması ifade edil-meye başlandığı anda verilen cevap genelde, her-kesin (erkek herkes) yoğun olduğudur . Bu nere-deyse 1934' te kadınlar ın seçme ve seçilme hakkı-nın verildiğini kafanıza kakan zihniyettir.

'Teorik konuşamayan ' kadınlar bunu fark ede-ne dek "konuşaman ıaya" devam edeceklerdir. T ü m prat ik işlerin yoğunluğu ve yabancılaştırıcılı-ğı al t ında (ki bu rada öğrenci hareket inin erkek öz-nelerinin ev yaşamlar ındaki iş bö lümüne hiç giril-meyecektir) ne erkekler kada r okumaya ihtiyaçla-

rı. ne birbirleriyle tar t ışmaya, hat ta birbirlerini fark etmeye fırsatları, ne de bu konu da id-diaları olacaktır.

Ancak bu işbölümünün öğ-renci hareketi açısından* olum-lu bir yanı vardır . Bu da genel yönelimlerin haya ta geçirilirken aldığı biçimlerin, birer -anne-eş-kızkardeş gibi hep bir başka-sının yerine kendini koyabilme-yi gerektiren toplumsal rollerin baskısıyla yetiştirilen, dolayı-sıyla empat i konusunda daha yetkin olan, kadınlar t a ra f ından belirleniyor olmasıdır. Bu ise öğrenci hareket inin söyleminin farklı, renkli, eylem ve ifade biçimlerinin bir baş-kasının kat ı l ımına daha açık oluşması sonucunu doğurmuştur . Politika yaparken, kadınlar ın biçim açısından belirleyici olmasının, "ne yapt ığına" ol-duğu kadar , "nasıl yaptığına 'da önem atfeden bir öğrenci hareket i ile çakışması, kadınlar ın öğrenci hareket inde nicelikleri k a d a r etkin olmaları bek-lentisini yaratabil ir . Ancak bunun yerine "nasıl yapmal ı?" sorusuna verilen prat ik cevapların aka-demik a landa yarat ı lan kurumlaşmalar ın değeri-nin azalmasına (çiçek böcek, teknik işler .. vb) at-fedilen önemin dış etkenlerin de baskısıyla başka bir noktaya, erkekler arasında gerçekleşen ve sona eren "asıl olaya" kayması söz konusudur . Bu fizik-

sel çatışmadır; ancak b u konu ayrı bir yazıda ele alınabilecek kada r uzun ve aynı z amanda ye-ni üniversiteli a rkadaş lar açısın-dan bezdirici olabilir. Bu sebeb-le en iyisi üniversitelerin henüz açıldığı şu günlerde polit ikaya niyetli kadın arkadaş lara kısa bir hat ı r la tma; emekçi kadııı-k a d ı n l a r g ü n ü t a r t ı ş m a l a r ı n a boş verin 8 Mart konusunda er-keklerin sözlerine kulak asma-yın, bildiğinizi okuyun, okuyun (biz acısını çok çektik), kendini-ze güvenin, b u güveni hakkedin , son olarak bü tün öğütlere boş-verin (zaten daha deneyim ak-tarımı falan diye yazıcaz); kendi kur tu luşumuz kendi ellerimiz-de!

Page 15: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

r I ^

Kadının İnsan Hakları Projesi'nin İstanbul'da düzenlediği toplantıda Akdeniz ve Ortdoğu ülkelerin-de kadınların cinselliği ve hayatı tartışıldı. Konuyla ilgili olarak Pınar İlkkaracan'la görüştük...

Kadının insan Haklan Projesi-New Ways Vakfı tarafından 28-30 Eylül tarihleri arasında "Orta Doğu ve Akdeniz'de Ka-dın, Cinsellik ve Sosyal Değişim'" konulu bir konferans düzenlendi. Konferansa Ce-zayir, Filistin, Fas, Fransa, Lübnan, Mısır, Pakistan, Suriye, Tunus, Türkiye ve Ye-men'den on dokuz kadın katıldı. Bunlar akademisyen, sivil toplum kuruluşlarının ve uluslararası kuruluşların temsilcileri. Bu kadınlar cinsellik ve iktidar politikala-rı arasındaki ilişkiler, bekâret, yasalar ve cinsellik, cinsel taciz, kadına karşı şiddet, namus suçlan, kadın sünneti, kadın ve er-keklerin cinsel normlan, değerleri ve dav-ranıştan, hareket özgürlüğü, cinsel sağlık, doğurganlık haklan ve insan haklan, cin-sel arzu ve zevk ve siyasal akımlar ve cin-sellik başlıklannda tartıştılar ve kadın ve erkek tüm insanların, kendi değerleri ve başkalanna saygı çerçevesinde zevk duyduklan ve cinsellik yaşa-maya haklan olduğunu vurguladılar. Toplantıya katılan kadmlar militarizasyon ve savaş za-manlannda cinsellik üzerindeki baskının arttığını da vurguladılar. Kadının linsan Hakları Projesinden Pınar Ilkkaracan, toplantıyla ilgili sorulanınızı cevapladı.

İslamla. kadınların cinselliği üzerindeki baskı arasında bir bağlantı var mı? Hayır, kadınların cinselliği üzerindeki baskının İslam-

la ilgisi yok ama müslümanhkla ilgisi var. Çünkü Ku-ran'da kadınların haz alma hakkı var. Hatta kadın için eıı önemli boşanma sebebi bu. Niteküıı, güneydoğu'da çalışma yaparken kadınlara sordum, "Evet, eğer bana yatakta zevk vermezse boşanınm," diyordu kadmlar. Ama Islamm çeşitli yorumlan var, her ülkede islami uygulamalar başka. Örneğin, namus cinavederine Afri-ka da hiç rastlanmıyor buna karşılık Asya'da da kadın sünnetine rastlanmıyor. Her yerde kitap, erkekler tara-fından, kadııılarm önselliğinin denetlenmesine alet edi-liyor. Bir de şöyle bir durum var dikkat çekici; İslam ül-

kelerinde kaduı erkek ilişküeri çok farklı, örneğin Tunus'ta Türkiye'dekine vakm bir eşitlik ortamı var. Ama çeşitli ülkeler arasında bunların örnek alınması söz ko-nusu olmuyor. Aksine nerede kadmlar denetim altına alan bir gelenek, adet var, o başka ülkelerde de uygulanmaya başla-nıyor.

Afganistan'daki kadınların durumu muhtemel bir ABD saldırısı için sebep olarak gösteriliyor. Bu konuda ne dü-şünüyorsun? Bu tamamen bahane. Çünkü yıllardır bu konuda bir şey yapılması, Afganistan'a Birleşmiş Milletler in bir yaptırım uygula-ması için BM içinde çalışan kadınlann na-sıl çabaladığına ben bizzat şahit oldum. Böyle bir şey yıllardır kabul edilmiyor.

Aynca. Taliban, Sovyetler Birliği ne karşı ABD tarafın-dan, CIA'ıım çabalanyla oluşturuldu. Sovyetlerin kar-şısına Taliban gibi köktendinci bir iktidarla çıkmak ABD'nin fikridir zaten. Ve köktendincilik her verde, milliyetçiliği, güçlendirir. Milliyetçilik de ıııaçoluğu, fa-natizmi. faşist düşünceleri.

Yani İslam ülkelerinde kadınların cinselliğini de-netleyen mekanizmalarda ABD politikalarının katkısı var? Evet, ABD politikalannm da etkisi var bunda.

Uçan Süpürge kısa film öyküsü yarışması başlıyor...

Konu namus, tür komedi Uçan Süpürge nin 2-9 Mayıs 2002 tarihleri arasm- memiş kısa film ve belgesel senaryoları katılabilir. Kı-

da Ankara'da gerçekleşeçek 5. Kadın Filmleri Festiva- sa filmin en çok 15', belgeselin ise en çok 30' ohnası li çerçevesinde düzenlediği, katılımcılan yazmaya ve gerekiyor. Senaryolar bilgisayar ya da daktilo ile yazı-yazı aracılığı ile öykülerini hatırlamaya, sahiplenme- larak üç kopya olarak gönderilecek ve yarışmaya en ye, biriktirmeye, belgelemeye ö z e n d i r ı ı ı e y i ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ç o k üç senaryo ile katılmabilecek. Ayııca katı-amaçlayan kısa film öyküsü yanşmasının . ^ ^ v f i j l J m S b ^ . lmıcılar isimleri yerine rumuz kullanacak ve bu vılki konusu namus, tiirü ise bir fotoğraflanyla bü'likte öz geçmişlerim

Konuyla ilgili şöyle diyor Uçan yazacaklar. Katilinim ücretsiz olduğu pürge, "Erkek cinsinin kadm b e d e r ı i ^ R j ^ M ^ T J ^ ^ ^ ^ H M ^ y a r ı ş ı n a d a ön değerlendinııeyi geçen üzerindeki yaptırımının trajikomik her eser sahibi, festivalin konuğu olup yansıması olan namus "senaryo yazarlığı" konulu atölye ça-beyaz perdedeki hedefi hep kadınlaı • ^ S ^ ^ ^ E S ^ ^ ^ ^ B E M h ş m a s ı n a katılmaya hak kazanacak, oldu. Uçan Süpürge olarak, namusu Ön Değerlendinne Kurulu: İnci De-'tukaka'larla öğrenen, günah, ayıp v e ^ B ^ ^ P ^ ^ ^ ^ ^ B P P g f l ^ r mirkol, Gülden Treske, Siiııdüz Ha-yasaklarla yaşatan bir topluma üye o l d u - ^ ^ • f i ^ ^ ^ ^ ^ B g ^ r şar'dan oluşuyor. Son başvuru tarihi 24 ğumuzun bilinciyle, bu kavrama farklı bir ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ Aralık 2001. Başvuru adresi, Uçan Süpürge 5. açıdan bir kez daha bakmak istedik." Kadın Filmleri Festivali, Büyükelçi sok. 20/4 Kavak-

Yanşmaya katıhna koşullan ise şöyle: lidere-Ankara. Tel: 0312.427 00 20. Yanşma, Türkiye'de ya da yurt dışında yaşayan

tüm insanlara açık. Yanşmaya daha önce filme çekil- e-posta: [email protected]

Elit'çi kanalı kapattılar ama...

Hatırlayacaksınız, geçtiğimiz Temmuz da Elife Model Look Yarışmasını basmıştık. Bi-zim baskınımızdan iki ay sonra, yarışmayı ya-yımlayan Slıow TV'de BTUK tarafmdan bir gün süreyle kapatıldı. Geçen yıl da aynı yarış-mayı yayımlayan ATV bir günlük kapatma ce-zası almıştı. Bu gibi kapatma cezalan televiz-yon kanallanm pek etkilemiyor olmalı, zira bu türden yarışmaları yayımlamaya devam ediyorlar. Görünen o ki bu yarışmaları or-tadan kaldırma işi yine bize düşüyor.

14

Page 16: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

Artık bûşfca bir hayatımız var! Aymasan Kartal'da ayakkabı üreten bir fabrika. Ünlü markalara ayakkabı imal ediyor. Aymasan Fabrikasının işçileri dört aydır grevde. Kurdukları çadırda sürekli nöbet tutan işçileri ziyarete gittiğimde erkeklerin çoğunu voleybol oynarken, kadınları ise örgü örerken, sohbet ederken buldum.

Grev çadırına girdiğimizde hemen herkes gelip eli-mizi sıktı, hoş geldiniz dedi. Kadınlar konuşma talebi-me önce çekingen yaklaştılar, topu birbirlerine attılar ama soma sözü birbirlerinin ağzuıdan alıp yaşadıkla-rı direnişi, neler hissettiklerini gayet güzel paylaştılar bizimle.

Nebahat, fabrikada dört yıldır çalışıyor. "Biz Ay-masan işçileri yetmiş beşi kadm olmak üzere 246 kişi-yiz. Her şey 31 Mayıs günü sabah işe geldiğimiz za-man kapıların kapalı olduğunu gördüğümüzde başla-dı. Bu sürece gelmeden önce de bizim on birinci aydan beri maaşlarımız doğru düzgün ödenmiyordu. Öden-diğinde de gecikmeli olarak ödeniyordu. Maaşlarımızı geç ahnamıza işveren zor durumda olmasını gerekçe gösteriyordu. Sürekli ben bittim, iflas ediyorum diyor-du. 0 dönem biz de işyeri devam etsin diye aylıkları-mızdan fedakarlık yapıyorduk. Adam bizim ikramiye-lerimizi böldü, azar azar verdi. Kısacası adam bizi bu duruma bilinçli olarak hazırladı. 31 Mayıs sabahı bu-rayı kapalı bulduğumuzda biz üç aylığımızı almamış durumdaydık. 0 sabah bir arkadaşlanmızla kapuıııı önünde kaldığımızda kararımız, Deri-lş Sendikası nın önderliğinde bu duruma karşı direnmek oldu. Amacı-mız da bu iş yerine geri dönmekti. Çünkü işveren sü-rekli içeride şöyle bir açıklama yapıyordu bize: Ben bu iş yerini kapatacağuıı. Ben diğer firmalarla rekabet edemiyorum. Zor durumdayım. Taşeronlaştıracağım. Ama biz biliyoruz ki bu adam bu işyerini açacak. Ama bizimle çalışmak istemiyor. Çünkü biz örgütlüyüz, sendikalı işçileriz. Dolayısıyla istediği zaman işçi çı-kartamıyor. alamıyor. Asgari ücrete çalıştırıp cebine daha fazla para atmak varken neden bizi istesin ki. Niye on yıllık işçi çalıştırmak istesin ki. Neyse adanı bizi kapının önüne koydu. O günden bu yana tabii iş-verenle görüşmelerimiz devanı ediyor. Fakat henüz bir ilerleme sağlayamadık. Biz boş durmadık, eylemleri-miz oldu. Bizim işveren, Duran Akbulut, Büyük Ku-lüp iin başkanı. Biz de oraya gittik oturma eylemi yap-tık. Daha soma İstanbul Çalışma Müdürlüğü ne gittik. Orada bir basm açıklaması yaptık. Soma Duran Ak-bulut'un Beykoz'daki yalısına gittik. Orada basm açıklaması yapmak istedik ama bizi gözaltına aldılar. Sonra bıraktılar. Böyle eylemlerimiz oldu hep. En son bir gece düzenledik. Çok güzel ve kalabalık bir gecey-di. Bir şeyler yapıp satarak masrafları özellikle maddi olarak çok zor durumda olanlara destek sağlamaya çalıştık ama, çoğu masrafı sendika karşılıyor. Kennes yaptık bu tip gelirlerle ayakta durmaya çalışıyoruz. Türk-lş'e bağlı sendikalardan da pek yardım gelmedi. Bayram Meral yardım edeceklerini söylemiş ama şün-dilik bir şey yok. Zaten çıkarılmadan önce de üç ay maaş alamamıştık. Burada herkes yedi aydır çok zor bir dönem geçiriyor."

Zeynep de fabrikada dokuz yıldır çalışıyor. "Ben Bulgaristan'dan geldim. 1990'da buraya göç ettik. 1992'den beri burada çalışıyorum. Ben sosyalist bir ülkeden geliyorum. Hiç böyle bir şey yaşamamıştım. Ne grev, ne direniş olarak böyle bir şey hayatmıda ilk kez oluyor. Çadırda nöbetleşe bekliyoruz, işimizi geri almak istiyoruz. Gece gündüz nöbet tutuyoruz. Gece-leri erkekler tutuyor daha çok. Biz arada bir kalıyoruz. Gece kalmamızı erkekler istemiyor. Dedikodu falan

olur diye biz de kalmıyoruz. Zaten r ^ r r o -çoğumuzun evde çocuğu var. Evde f EMEKCİhi ıhı rsl kalmak gerekiyor. Ama işçi arka- B£g«* y., ,̂ yi daşlarınuzdaıı katılım düşüyor. Bir yandan da dışarıdan destek verenler artıyor, tnşallah işimizi geri alırız. Çünkü her-keste bıçak kemiğe dayandı. Adam bize işvelini kapat-tım diyor ama aslında üretime ara vermiş durumda. Ama tabii bir an önce bizini buradan dağılmamızı is-tiyor ki içeriden mallarım alıp satabilsin. Bize ödeme-lerini de öyle yapacağını söylüyor ama bizim buna gü-venmemiz imkânsız. 0 bu direnişi bitirmek istiyor. Ama biz buradan gitmeyeceğiz. Biz önce işimizi istiyo-ruz. Benim iki çocuğum var. Her şey iyice zorlaştı. Herkesin çoluğu çocuğu var. Kira, faturalar, herkes borç içinde. Ama biz hakkımızı alana kadar, işveren bu fabrikayı açmayacaksa da tazminatlarımızı faiziy-le alana kadar direnişi sürdüreceğiz."

Kerime, altı yıldır Aymasan'da çahşıyor. Otuz altı yaşuıda. İki çocuğu var. Hayatında çalıştığı tek yer burası. "Ben fabrikada çalışırken daha farklıymışını onu fark ettim direniş sırasında. Biz içeride hiçbir şe-yin farkında olmadan çalışıyormuşuz. İşe geliyormu-şuz, eve gidiyormuşuz. Ne sımf bilinci, ne üretkenliği-mizi fark etmek hiç biri yoktu. Biz sınıf bilincini falan hep burada öğrendik. Bu çok güzel bir şey. Bizim işye-rimizde dört yıldır sendika var aıııa biz asıl bu direniş sırasında nasıl bir sendikanın işçilerin yararına olaca-ğım, nasıl bir sendikanın bizi koruyacağını burada öğ-rendik. Gerçekten sendikalar çok önemliymiş. Tabii biz önceden de biraz biliyorduk bunları, ama bilinçsiz arkadaşlara dert anlatmak çok zordu. Sendika çalış-ması yapmak çok zordu. Hepimiz kapıya konulup iş-siz kalmca bizim anlatmaya çalıştığımız şeyler gerçek oldu. Bu çadırı yaşamak, birlikte bir ekmeği bölüşüp yemek, eylem yaparken birbirine kenetlenmek hepsi bambaşka duygular. Eskiden bizim ilişkilerimiz bu kadar derin değildi. Şimdi bir başka dostluklarımız ol-du. Eskiden öyle birbirimizin evine gitme gelme yok-tu. Şimdi arkadaşlarla birbirimize gidip geliyoruz. Ça-

dırı, direnişi değerlendiriyoruz. Tabü bunlar oldu iyi ki işten atıldık demiyorum ama yaşadığımız bu dört ay bana, aslında hepimize çok şey öğretti. Çalışırken arkadaşlık dostluk unutulmuştu. Kimse kimseyle doğ-ru düzgün konuşmaz, işten eve gidip gelirdik. Çocuk-larımız, evimiz başka bir şey bilmezdik. Zaten devle-tin istediği de bu. Herkes önüne baksın kimseyle ko-nuşmasın, tartışmasın, sürekli çalışsın, bir sosyal orta-nı olmasın istiyorlar. Biz de tam öyleydik. Çok bilinç-siz de değildik ama çalışmaktan başka şey düşünmeye zaman bırakmıyorlar ki. Şimdi aramızdaki dayanışma çok güzel. Kadınlar olarak aramızda eskisi gibi değil ilişkimiz. Biz eskiden bir şeyi tartışırken birbirimize si-nirlenirdik, şimdi daha bir mantıklı tartışmaya, dü-şünceli olmaya başladık. Bir olavı nasıl tartışacağımı-zı öğrendik. Arkadaşlarla kalem satmaya, gece için bi-

let satmaya gittik, kermeslere ka-tıldık. Yeni bir sürü arkadaşımız oldu. Başka semtlere gittiğimizde orada da bizimle aynı smıf bilinci-ne sahip insanlarla tanıştık, bu çok güzel. Onun dışında beni en çok etkileyen olay yalının önüne gitti-ğimiz eylemdi. Orada öyle bir ke-netlenmişiz ki birbirimize ben po-lise kızlarıma dokunmayın diye bağınyonııuşum. Polis gerçekten

benün kızlarını olduklarını zannetmiş. Benim ilk gö-zaltımdı. İlk önce çok korktum. Soma baktım hiç kor-kacak bir şey yok. Ben hakkımı arıyorum dedim ken-dime. Ben normalde bir tane polis görsem sinirlerim bozulur orada etrafımızı sardıkları için önce çok kork-tum. Sanki ne var biz oraya basına açıklama yapma-ya gidiyoruz. Polis bize niye saldırıyor ki. Sanki biz kötü bir şey yapmışız. Orada dedim kendime, bu nasıl düzen diye. Karakoldaki kısım daha güzeldi. Bir-birimize olanları anlatıp .güldük. Polisler illallah ettiler bizden. Karakolun bahçesindeki bütün domatesleri yedik. Polislere bırakmadık. Hiç moralimiz bozul-madı. Suç mu işledik sanki. Son olarak, ben bu iş bitince de çalışmak istiyorum ve bütün kadınların çalışması gerektiğini düşünüyorum. Ben burada çok şeyler öğrendim. Erkeklerin bizün kadar fedakar ol-madıklarını da gördüm. Biz o yalıya gittiğimizde bak-tım en önde kadınlar var. Arkada dağ olmasa erkekler kaçacaktı zaten. Bunu onlara da söyledik valla. Er-kekler bize diyor, sizin kocalarınız çalışıyor siz onlar-dan gücünüzü alıyorsunuz. Ama yanlış. Bizim bazı kadın arkadaşlarımız, kocalarına harçlık veriyorlar. Krizde kocası işsiz kalan bir arkadaş var, evi o geçin-diriyor, ama burada direnişte de en önde. Ayrıca kadınlar eşlerine bu direnişi iyi anlattılar ama erkek-ler o kadar başarılı olmadılar. Bizim hepimizin kocaları geliyor. Onların hepsinuı eşleri gelmiyor. Biz hep zora, fedakarlığa alışmışız bu işte de hiç kor-kumuz yok en önde olmak için. Ama erkekler bizden daha geri duruyorlar. O yüzden de kadınlar artık ağ-layan, geride duran kadınlar değil, öyle olmasınlar, o eskidenmiş şimdi biz de her konuda gerekeni yapıyoruz. Diğer kadınlar da öyle yapsm. Güçlü ol-mak sadece erkeklere ait değil ki.

Beyhan Demir

15

Page 17: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

Bacılar " o günleri 78 l i l e r bir vakıf altında örgütlendi. Bu çalışma basının çok ilgisini çekti. Biz de bu sayımızda, 781i kadınlarla o dönemi ve kadın erkek il işkilerini konuştuk.

/ /

Hürriyet: Hani vardır ya hanını evladı ya da evde-ki kız muhabbeti dışarı çıkamaz, karanlık olunca evdedir, yemeği, ütüyü bilir. Biz bunların hepsini reddetmiştik. Yani bir erkek çocuğu nasılsa bir kız çocuğu da öyleydi, aynı şekilde yaşıyordu. Sokak-ta olmanın getirdiği birşey bu. Sabah evden çıkıp okula gittiğimizde bütün gün sokakları aşındır-mak, koşturmak, ayağımdaki botlar olmasa mümkün değildi. Bu o dönemin yaşantısının getir-miş olduğu bir koşturmaydı. Üniversitede topuklu ayakkabı giyen, etek giyen kızlar vardı. Bunlar hanım hanımcık olan, karanlık basınca evlerine giden tiplerdi. Bizim bu tür şeylerimiz yoktu. Asi-lik, isyankarlık vardı bizde. Her şeye tepki vardı. Benim annem bana, "Ne olur komşunun kızı gibi olsana, yalvarırım bir etek giy, iste sana alalım," derdi. Benim alacağım bir kottur bir tişörttür, onu giyeceğim derdim. Bunları tercih ederken, sana şefin mi dayatıyordu bunları dersen, lıayır. Ben o zaman rahatlığı orada bulmuştum, bugün de bu-rada buluyorum. Ama artık estetik giyinmeyi se-viyorum, bu koşullarla ilgili bir şey. Oysa o döne-min giyim tarzı, sokakta olmanın, rahat olmanın getirdiği birşey. Bir de erkeklerle her yere koşturuyorsun zaten, başka bir tarz aklı-na gelmiyor. Çünkü sen evde oturan bi-ri değilsin, aileye, sisteme, söylemle-re, toplumsal anlayışa, egemen olan anlayışa karşısın.

Nur: Peki o pozisyonda cinselliğin reddi de var mı?

Hürriyet: O zamanlar femineııliğimin ikinci planda olduğunu, ama sonraki dönemde kadın yanımın ortaya çık-tığını biliyorum. Ama koşullardan dolayı bunu gündeme almıyorduk, aklımıza gelmiyordu ya da ihtiyaç hissetmiyorduk. Okula gideceksin, kavgaya gireceksin türü şeyler var, mümkün değil senin o ortamda bun-ları düşünmen, içeri giriyorsun, içeri gireceğin durumlar olduğunda zaten ona göre giyiniyorsun, mesela için-de iki tane kazak var. Yirmi yıl öncesinden cinsel özgürlük de da-hil hemen hiçbir şeyin tartışılma-dığı bir dönemden bahsediyoruz. Hareket, hem köy kökenli hem de yoğun yaşamanın getirdiği durumlar-dan dolayı bunlar tartışılmıyordu.

Nur: Peki bu tür şeyleri hissetmiyorlar mıydı?

Sevim: Tabii ki hissediyorlardı, çok da güzel ve sağlıklı yaşıyorlardı. Mesela bir kadın bir erkekten ya da bir erkek bir ka-dından hoşlandığı zaman birbirleriyle be-

raber oluyorlardı.

Nur: Peki bu bacılık kardeşlik nereden eklenıleni-yor?

Hürriyet: Bacılık kardeşlik, o dönem köylülüğün, feodalitenin hâkim olmasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla o dönem bacı ve kardeş demek biz ya-nımızdakine bacı ve kardeş olarak bakıyoruz de-meyi getiriyordu. Ahlakçı normlar olarak baktı-ğında kendini kapatmaydı bir bakıma...

Nur: Bunda bir çelişki yok mu?

Sevim: Evet. Şimdi feodal bir anlayışın hâkim ol-duğu bir yerde bacı kardeş demenin bir anlamı var. Ama bir arkadaş biriyle beraberken başka bir arkadaşın zaten bacısıydı. Önce bacısı sonra sev-gilisi olabilir bir arkadaşı. Ama bir sevgilisi var-ken diğerinin zaten bacısıydı.

Nur: Niye bacısı olması gerekiyor, arkadaşı olabi-lir?

Hürriyet: Toplumun varolmasında böyle bir ger-çeklik var. Bunun üstüne kapatmanın yöntemleri olarak kullanıldığını düşünmüyorum ben. 0 dö-nemi şöyle değerlendiriyorum, egemen olan feodal anlayıştan kaynaklanan bir düşünce, senin sevgi-lin dışındakiler bacın zaten.

Sevim: Devrimcilikte alternatif ve çok daha an-lamlı şeyler vardı. Diyorum ya benim yaşıtlarını evdeyken, ben sokaklarda olabilen bir kızdım. Aynı şekilde bir sevgilim var onunla evleneceğim diye çok direkt söyleyebilecek bir yapıdaydım. Çünkü o asi, alternatif yaşam tarzının getirdiği bir şeyi de aileye dayatıyorduk zaten. Ama ailenin, toplumun anlayışına baktığında kesinlikle böyle birşeve izin vermeme noktasındaydı. Şöyle bir şey var ama. bugünkü gelişmelere göre bakmamamız, o günkü şartlara göre değerlendirmemiz gereki-yor. Bugün, yani yirmi yıl sonra birçok şey yaşan-mış, şöyle şövle olabilirdi, cinsellikler bastırılıyor muydu şeklinde bir yorum yapılmamalı şimdi. Yirmi sene önceyi biraz gözünüzde canlandırarak değerlendirmek gerekiyor bence.

Yelda: Toplumda genel bir kabul vardı ve o kabul bizim için çok önemliydi, kendimizi ne kadar

asi hissedersek hissedelim. Ben babamın karşı-sına çıkamayan bir kızken on yedi yaşımda âşık oldum ve sofrada otururken pat diye ben evlenmeye karar verdim dedim. Babamın tek

lafı oldu, "Ya evlenirsin ve bir daha dön-mezsin ya da böyle bir şeyi bir daha söz

konusu etmezsin. Ben ertesi gün bavu-l u m u alıp çıktım. Düşünüyorum ben o yaşlarda şimdiki aklını olsa evlenmez-

dim, o yaşlarda benim için o bir prestijdi, evlenmem lazımdı. Haya-

tıma ilk giren erkekti, çok küçük-tüm. 0 genel kabulleri sorgulaya-madı o devirde hiç kimse. Bu yir-

mi sene içinde ço şey değişti, dolayı-sıyla insanlar da alıştılar buna. Ben bu-

na o zamanki devrimcilerin muhafaza-kârlığı olarak bakmıyorum, o asi kızlar-da bile vardı bu.

Hürriyet: O baskılanmayla birlikte, bir sürü şeyi dile getirebildiğimiz, kendi-mizi anlatabildiğimiz bir yapıydı ora-sı, ki toplum o zaman devrimciler için ne diyordu biliyor musun, "Her-kes birbiriyle olur, hiç ahlak normla-

rı yoktur," falan, öyle muhabbetler edili-yordu dışarıda. Sen erkeklerle oturuyor-sun, konuşuyorsun, pantolon giyiyorsun, zaten sana hafif diye bakıyorlar.

Sevim: O günkü şartlar içerisinde, komü-nistlerin o işi yaptığı gibi, toplu seksler, her şeyin özgür olduğu gibi şeyler, özel-

16

Page 18: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

konuştu likle antikomünist propaganda olarak, toplumda çok kullanılan bir şeydi. Bu belki de o günkü şart-larda bir nevi de savunmaydı.

Nur: Çünkü benim çok iyi bildiğim resmi nikâhlı bir devrimci başka bir kadınla, resmi nikâhlı devrimci bir kadın başka-sıyla aynı evde kaçaklık döneminde bir-likte oluyorlar, bunlar yaşanıyor. Yani bi-raz bunları konuşalım, bir kadına neden bacı densin, bacı denince duygusunu bastır-mış mı oluyor?

Hürriyet: Şöyle bir şey var, elbette o dönem-de böyle örnekler yok mudur, vardır. Be-nim o dönemde abimin yaşadıkları var. Ki ben o zaman on yedi yaşındaydım. Daha sonra ge-len anlayış, benim ondan aldığım imaj ve gördü-ğüm, yaşadığım zaten onun öyle olmayacağına dairdi. Cinsel özgürlük, birinden hoşlanmak filan gündemde değildi. Politik insanlar birbirinden o c? hoşlanıyorsa bekârlardır zaten ve yaşıyorlardır, örnekler budur bizde. Bunların içinde özel olarak başka örnekler yaşanmamış mıdır, yaşanmıştır, muhakkak vardır ama hâkim anlayış diyorsan, hâkim anlayış buydu. Mesela, benim annem şöyle derdi, "Sen gidiyorsun o kadar erkeğin arasına gi-riyorsun, hiç mi yok sana sarkıntılık yapacak er-kek, nasıl direniyorsun?" Hiç aklıma gelmezdi be-nim ama, ne zaman ki biri benimle birlikte olmak istedi, o zaman beraber oldum. Bunlar çok ender, özel hikâyeler. Belki de bu gidişatı engellemek için bacı, kardeş muhabbetini koydular. Ben me-sela bacı lafını kullanmam, ne o zaman kullan-dım, ne de şimdi, zaten doğru da bulmuyorum. Benim için o gün de herkes arkadaşımdı, bugün de arkadaşını.

Sibel: Bence Nur uıı söylediği var, diyelim ki başı-mıza lider diye konulan adanı, orada hoş bir kız olduğu zaman ona ilgi gösterir, hatta sevgili olur. Şefin karısı ya da sevgilisi olduğu için, o kız kari-yer sahibi oluyordu.

Nur: Ve bunlar da hep burjuva kökenli kızlar olu-yordu.

Hürriyet: Valla zaten üniversite öğrencisi olanlar çoğunlukla küçiik burjuva ve burjuva kökenliler-di. Köyden gelenler çoğunlukla erkekti. Kızın ye-teneği hiç önemli değildi, sevgilisi yaptığında o kız kariyer sahibi oluyordu. Ama zaten o burjuva kö-kenli kızlar da onun sevgilisi olmayı ondan çok is-tiyorlardı.

Sevim: Şu çok zor bir şey, seksen öncesi olan şey-le, seksen sonrası yaşanılan şeyler çok farklı şey-ler. Neden farklı, şimdi sen seksen öncesi çok hız-lı ve farklı yaşıyorsun, seksen sonrasında, toplum-la birlikte yaşamaya başladığında belki de kendi-nin toplumdan bile geri olduğunu görebiliyorsun. Kendi dönemimizde ise bir dünya yaratmıştık, hâkim olan o toplumsal anlayışın en ilkeli, en prensipli noktasında yaşanan şeyler. Seksen son-rasında ise ne zaman ki çocuğun oldu, onunla be-

raber yeni bir hayat öğreniyorsun.

Hürriyet: Ama seksen sonrasında yaşanan şöyle bir şey de var, kadın kocasıyla beraber, çocuğa, işe yönelmiş edilgen bir konuma geçmiş. Kocası ise örgütle bağlantıda, oysa kadın da o yapı içeri-sinde olup örgütsel olarak faaliyet yürütebilir.

Nur: Seksende erkekler içeri girdi, bir kısmı kadın da içerideydi ama çoğu kadın dışarıdaydı. Sonra içeridekiler dışarı çıktı ve boşanmalar başladı.

Hürriyet: Diyorum ya seksen öncesiyle seksen sonrası yaşanılanların arasında çok fark var. Ye-niden yaşamayı öğrendiğin bir sürü şey oluyor. İçeridekiyle diyoloğun farklılaşıyor. Dışarıdaki kadın bir yandan çocuğuna bakmaya çalışıyor, bir yandan geçinme derdi yaşıyor, bir yandan da kocasını görmeye gidiyor. Bunların hepsini bir araya getirdiğinde kadın bunalıyor. Zaten o dö-nem hep kadınlar istedi boşanmayı. Kadın seksen öncesi yaşadığı o dünyanın dışında başka bir dün-yayla karşılaşınca adamla koptu. Çünkü artık de-ğerler, başka şeylerin yerini aldı. Çünkü o dönem devrimci mücadele birinci planda, hayatı ise ikin-ci plandaydı. Daha sonra hayatı birinci plana geç-ti, devrimci mücadeleden olan arkadaşı ikinci planda kaldı.

Nur: O tür yapılanmalarda öne çıkan adamların normları, yeterlilikleri, özellikleri belki de dışarı-daki adamlarla farklılaştı, bu mümkün mü? Adamlar dışarı çıktılar, biz hiçbir şey yaşamadık dediler ve kendilerini çılgın bir yaşamın içine at-tılar.

Sibel: Her şeyi yozlaştırarak hem de, o dönemler-den ben en az on beş isim sayabilirim. Her şeyin tadını kaçırdılar. 0 dönemde benim midem bu-landı ve onların çoğu benim idolümdii. Özellikle onların kadınlarla ilgili fikirlerini gözledim o dö-nemde. Hiç sınır yoktu ve kötü yaşadılar bana gö-re. Fütursuzca gittiler, aklıma geldikçe midem bulanıyor. Hiç saygıları yoktu, en çok can acıtanı da buydu aslında. Ben seyrederken zorlandım açıkçası...

Nur: Dışarıda bunlara muhatap olan kadınlar ne yaptı?

Sibel: Vallahi öylesine yaşadılar, çok da bir şikâyetleri olduğunu düşünmüyorum. Mutlaka bir şeyler yaşamışlardır, birebir konuşmadım onlarla, bilmiyorum hayatlarını ama gözlemlediğim kadarıyla hallerinden memnun gibi görünüp çok acı çektiklerinden eminim.

Hürriyet: Türkiye'deki insan ilişkilerine de bak-mak lazım. Ben topluma hâkim olan bir anlayışın yansımasını söylüyorum. Peki seksen sonrası dev-rimciler nasıl böyle bir şey yaptılar? Buradaki de o baskıların, yok etmenin, yok saymanın getirmiş ol-duğu bir şey. Adam işkence görmüş, bir sürü şeyi-ni kaybetmiş, umutları bitmiş. Tabii bunları yaşa-yan adamlar anlamında söylüyorum, bunları yaşa-mayan bir sürü de arkadaş var.

Sibel: Türkiye'de hâkim olan kültürel yapı, veril-mek istenen, seksen sonrası uygulanmak istenen barlarıyla, eroiniyle, içkisiyle, kadınıyla her şeyiyle bir yozlaşmadır. Ve o kopuş sırasında devrimcilerin de bu akışa kapılmasıdır. Bir örnek vermem gerekirse, seksen öncesinde o direnci gösteriyordu devrimcilik. Sonra o direnç, o köprü kalkınca ne olursa olsun oldu. Yirmi yıl öncesinde gece sokak-larda yürürdüm. Hiç bir erkek bana çıkıp laf atamazdı. Neydi bu biliyor musun, devrimci güçtü. O yozlaşma seksen sonrasında bütün toplumda yaşandı belirli bir dönemde. Bu yalnızca içeriden çıkan devrimcilerde yaşanma,dı, belirli kesimlerde yaşandı. Yani herkes yozlaştı demek de yanlış dev-rimciler yozlaştı demek de yanlış.

Nur: Ama devrimcilerin bir farkı olması gerek-miyor mu?

Hürriyet: Tabi i ki devrimcilerin farkı olması gerekiyor ama belki her şeyini kaybetmiş ya da yaşamdan umudunu kesmiş, yaşıyor mu yaşamıyor mu belli olmayan insanlar olabilir. Devrimcilerde de yaşandı bu, hiç de hoş karşılamadık. Ama tabii sonuçta o da insan ve yine onun bileceği bir iş...

17

Page 19: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

Herkes acıklı öykü peşinde Ölüm oruçları içeride ve dışarıda sürüyor. Tabii ölümler de. K.Armutlu ve Alibeyköy'de eylemi sürdüren tutuklu yakınları ve tahliye edilenlerin hepsi F Tiplerinin unutturulmaya çalışıldığını, basının acıklı hikâyeler peşinde koştuğunu söylüyor. Tedavisi sürmekte olan Berna Unsal'da onlardan biri...

Alibeyköy'de ölüm orucunun sürdüğü evde yaşayan Benıa Unsal, hem tedavisini devam ettiriyor hem de ölüm orucundaki arkadaşlarına yardımcı oluyor. Otuz yaşmda genç bir kadın. Eve ilk gittiğimde ka-pıda beni o karşıladı. Güzel bir gülümsemeyle. İnsa-na önceden tanışıyormuş hissi veren insanlar vardır ya, Berna da öyle. Ölüm orucunu sürdürenlerin dör-dü de erkek. Biri dışarıdan başlamış diğerleri ceza-evinden çıktıktan soma da sürdürmüşler. Ölüm oru-cunu dışarıda da sürdürmenin gerektiğini söyleyen Sabri Diri, "Bizleri tahliye ediyorlar ama F Tipi Ce-zaevleri yerinde duruyor ve yenileri açılıyor. Bizleri de bir süre sonra tekrar oralara geri götürecekler. Bi-zim taleplerimizin hiç biri yerine getirilmemiş du-rumda ve bizlerin bu şartlı tahliyelerle eylemi bitir-memiz demek devletin oyununa gelmemiz demektir. Bizim taleplerimizin içinde üç aııa talebimiz vardır. Bunlar tecritin sebebi olan Terörle Mücadele Yasa-sı'nın 16. Maddesi'nin kaldırılması, üçlü protokolün kaldırılması, ve mahkûmların tedavilerinin sağlıklı bir şekilde yapılması. Bu taleplerimize cevap veril-mediği sürece eylemimizi sürdüreceğiz." Ölüm orucu direnişçileriyle görüşme esnasında Berna'yla tanış-tım. O da bir ölüm orucu direnişçisiymiş. Müdahale-ye uğramış ve Wernicke Korsakoff hastalığına yaka-lanmış. Şimdi tedavisi sürüyor. Doktorlar çok çabuk iyileştiğini söylüyorlarmış. Ayrıca dergimizi de bili-yor, cezaevinde ara sıra okurmuş. Röportaj talebimi sevinerek kabul etti ve yaşadıklarını okurlarımızla paylaşmak istedi. "Otuz yaşındayım. ODTÜ Endüst-ri Mühendisliği öğrencisiydim. Son sınıftayken 94 Ocak ayında Ankara'da yapılan bir cenaze töreni

sonrası düzenlenen operasyonda eşimle birlikte gözaltına alındık. 0 zaman daha evli değildik, tutuklanacağımız kesinle-şince aynı cezaevine düşmek için evlen-dik. O da benimle aynı okuldaydı. Zaten biz birinci sınıftan itibaren birlikteydik. F Tipi cezaevlerine karşı ölüm orucu yapma kararı alınca ben de ölüııı orucu gönüllüsü oldum. Ölüm orucunun elli altıncı günündeydim 19 Aralık operasyo-nunu yaşadık. Operasyon sonrasında Manisa Cezaevi'ne götürüldüm. 195. günde de müdahale gördüm. Ölüm oru-cunu sürdürürken kendimi bazı günleri göreyim de öyle öleyim gibisinden prog-ramlamaya çalışıyordum. Günler geçip de yaşamaya devanı edince kendimi 8 Mart a şartladım. Onu da gördüm. Sonu-na kadar yaşama kilitlenmiştim sanki. En son bütün bunları gördüm 1 Mayıs ı da göreyim dedim ve 1 Mayıs sabahı ya-taktan kalkamadım. Yatalak durumday-dım. O sabaha dair hatırladığım tek şey yanımda annemin olduğuydu. O gün be-nim ölüm orucunda 191. günümdü. O günden itibaren, yani 191 ile 195 gün arasında tamamen bilinçsiz bir şekildev-nıişim. Ara ara uyanık ama hayaller gö-

rür biçimdeydim. Ama bu bilinçsizliğe rağmen oto-matiğe bağlanmış gibi sürekli tedavi ve muayene ka-bul etmediğimi söylemişim. O dört gün içinde ben hatırlamıyorum ama "Zafer kazanıldı, beni güneşin altına gömün," gibi şeyler söylemişim. Annem anlat-tı sonra bana bunları. Bütün bu süre içinde annem hep yanımdaydı. Bir de benim annemle ilişkim her zaman çok iyiydi ve annem de bana hep çok saygılı davranmıştır. Benim bilincim gitse de tedavi kabul etmediğimi söylediğim için annem de bana müdaha-le etmelerine engel olmuş. Ama 195 gün komaya gir-mişim. Dört beş gün komada kalmışım. O zaman ba-na müdahaleyi yapmışlar. Soma gözümü ilk açtı-ğımda, "Annem nerede gelmeyecek mi?" dedim. Ha-fızam tamamen yıkılmıştı. On beş yirmi gün böyle geçti, ben bir bebek gibi olmuştum. Sürekli ağlıyor-dum. Sürekli annemi sayıklıyordum. Bir süre sonra kendime geldim etrafımda olanları görüyorum ama gerçek olııp olmadığını bilmiyorum gibi bir duruma geldim. Ölüm orucu ve birkaç şey dışında hafızamı toparlayamıyordum. On beş yirmi gün böyle geçti. Sonra biraz kendime geldim, yaşadıklarımı algılıyo-rum ama bunların gerçekten olmadığım kendimin kurguladığını zannediyorum. Geçmişimi hatırlıyo-rum, ölüm orucu bitti mi diyorum, bitmediyse ben niye bıraktım diyorum, tabii bir de duygusal şok ya-şadım. Doktorlar belki geçiş dönemi olabilir diyor-lardı. Yaşadıklarımı algılayıp, gerçek olup olmadığı-nı bilemediğim için sinirlerim bozuktu. Sürekli uyu-ma isteği duyuyordum. Sonra tahliye oldum. Karde-şim gelmişti, arabaya binip gidiyoruz ama ben bun-ların hepsini kendünin kurguladığını sanıyorum. Bir

gün evde T V seyrediyorum, bir kanalı açtım. Kanal D yazıyor, sonra başka kanala geçtim orada da Ka-nal D yazıyor, değiştirip bakıyorum yine öyle çıldıra-cak gibi oldum. Sonra evdekiler anlattılar diğeri Av-rupa yayım diye. Bahatladım çünkü ben kurguluyo-rum sanıyordum. Sonra fark ettim ki lıiç bilmediğim şeyler izlediğimde kendim kurguladığımı düşünmü-yorum. Öyle öyle toparlamaya başladım. Kurguladı-ğımı sandığım zamanlar korkunçtu, paranoyaklaş-nıaya başlamıştım, eşimin mektuplarını bile okumu-yor atıyordum, onları da kurguladığımı sanıyordum. Geçenlerde ÎHV'de benim gibi tedavi gören bir arka-daşla konuştum o da bu tür şeyler yaşamış. Ben o dö-neni kendimle dalga geçmeye çalışıyordum, öyle ya-pınca paranoyanı azalmıştı. O zaman yakm bellek kaybının etkileri sürüyordu, bacaklarını uyuşuktu. Bu rulı halinde Çanakkale'yi hatırlıyordum, bir tür-kü vardı. Dağlar Kızı diye, ben bilincimi kaybeder-sem bana bu şarkıyı söylevin derdim. Manisa'ya ilk gittiğimde de o türküyü Fidan Kalşeıı için söylemiş-tim. Fidan biliyorsunuz operasyon sırasında protesto için kendini yakmıştı. Operasyonu o kadar tuhaf bir duyguyla hatırlıyorum ki gaz bombaları, sis, kurşun-lar. karanlık, bizler ölüm orucunun ilk ekibinde olanlar çadırın altındaydık, herkes bizi korumaya çalışıyordu. Çadır dediğim, ıslak bir çarşaftı. Kendi-mize yatak elyaflarından gaz maskesi yapmıştık. Fi-dan ın eylemi gerçekten çelişik duygular yarattı he-pimizde. Basında söylenenlerin gerçek olmadığını söylemeye bile gerek yok. Fidan gerçekten bir düğü-ne gider gibi mutluydu, hepimizle vedalaştı ve ken-

Page 20: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

dini feda etti. O esnada o vahşet içinde o fedakârlı-ğı, o yoldaşlığı gelecekte yaratmak istediğimiz insan ilişkilerini, o güzelliği yaşadık. Son gün küçücük bir mekânda 150-200 kişi sıkıştık ve herkes bizi koru-maya çalışıyordu. Bir de Manisa'da refakatçim, ka-dın yoldaşını vardı. Onunla da çok güzel bir ilişki-miz vardı. Düşünüyorum da gelecekte olması gere-ken kadın kadına ilişki böyle olmalı diyorum. O süreçte hep yaşama kilitliydim, kadın yoldaşımla, eşimle, arkadaşlarımla öyle güzel bir ilişki vardı ki, ölecekseııı bile bu güzel ilişkilerin içinde öleceğim için mutluyum diyordum. Ben orada ilk kez o kadar iyi bir kadın kadına ilişki kurmuştum. Biz bu kadar yozlaşan ilişkiler içinde umudu diri tutmaya çalışıyorduk. Bizim gibi toplumlarda, kadının birey olması çarpık gelişiyor. Kadın hep kendini feda eden oluyor. Örgütlü ilişkilerde de kadının ikincil olması örgütü de tıkayan bir şey. Kadın kendini kölece bir feda edişe sokmamalı, özgürleşebilmek için fedakârlıklar yapmalı. Beıı de bunun için, kadın halk hareketi için, havalimde onu selam-layarak girdim ölüm orucuna. Şimdi dışarıdaki dördüncü ayımdayım. Tedavim sürüyor. Bedenim kendini sıfırlamış da yeniden yapılanıyor gibi. Çün-kü. bağırsaklarımdan, kaslarıma kadar bütün or-ganları erimişti ve şimdi tekrar çalışmaya başlıyor-lar. işte böyle. Son olarak refakatçim olan ar-kadaşını şimdi ölüm orucunda, ona da dergi gön-derirseniz çok sevinir." Berna'yla konuşmamız buraya sığmayacak kadar uzun oldu ve sayı hazır-lanırken dergiye de uğradı. Resimlerini çekerken, poz verirken gülümsemesi lıiç eksilmedi yüzünden. Sonra buradan II IV'ye gitti, tedavisi için. Geçen ay bu tedavilerin yapılması için iHV'nin destek çağ-rısına yer vermiştik. Çağrıyı bir kez daha hatır-latalım. Belki diğerlerini değil aıııa artık Berna'yı tanıyorsunuz.

Beyhan Demir

"Kahramanlar vardı ama hastalar konuşulmuyordu" Emel Gökmen 1996'daki ölüm orucunu yaşamış bir hekim. Gözlemlerini, deneyimlerini tez haline getirmiş. Şu anda dünyada bu konuyu en iyi bilen kişi. Onunla bu deneyimlerini konuştuk...

Bir Ölüm orucu eylemcisinin güncesi

Puslu Aydınlık Puslu Aydınlık, ölüm orucunda belleğini

yitirmiş bir eylemcinin güncesi. Edinıe Cezaevinde İsmail 11. Sadiç'e ölüm

orucunun 127. günü, onun deyimiyle "tıbbi müdahalede bulunulmuş. Şimdi

bir Wemicke Korsakoff hastası. Yazarak hatırlamaya çalışıyor. Vazdığı

anda unutuyor, ama devam ediyor. Çalışacağı matematikten atıştıracağı

aperatife kadar her şeyi yazıyor. Kitabı kapattığınızda büyük bir iç sıkıntısı

duyuyorsunuz; unuttuklarımzı hatırlıyorsunuz.

Nörolojide uzmanlaşana kadar nasıl bir süreç geçir-diniz? Ege Üniversitesi'nden mezun oldum. Nöroloji beııiııı çok yapmak istediğim bir daldı. Bu nedenle de uzmanlık eği-tinümi İstanbul Tıp Fakültesi nde yaptım. Toplumsal karşılığı olan, etkileri olan çalışmalarım İstanbul Tıp Fa-kültesi'nde ihtisas dönemimde gerçekleşti. O dönemde iş-kenceyle, onun getirdiği nörolojik bulgularla ilgilendim, hem TlHV'da (Türkiye insan Haklan Vakfı) hem de Toplumsal Hukuksal Araştırmalar Vakfı'nda gönüllü he-kimlik yapıyordum. Tam bu sırada 1996'daki ölüm oruçları süreci yaşandı.

Nasıl bir süreçti, aktarır mısınız? Ölüm orucunun 68. gününde biz istanbul Tabip Odası heyeti olarak Bayrampaşa Cezaevi'ndeydik. Bir kişi bi-zim yanımızda yaşamını kaybetmişti, bir kişi de o günün devanunda yaşamını yitirmişti. Ertesi gün, 69. günde ölüm orucu sonuçlandı. O günün gecesi hastalar bizim hastanemize getirildi. Birlikte bir buçuk iki aya vakın on-larla ilgilendik, bir ekip kurduk, onları izledik. Bu kadar uzun süreli açlığın insan üzerinde vapnğı hasar konusun-da bilimsel olarak yeterli bilgimiz yoktu. Dünya Up lite-ratüründe de yoktu. Birçok değerlendirme ve inceleme yaptık ve bunların hepsi onlara en uygun, en doğru teda-vi yaklaşımını sunabilmek içindi. Daha sonra o inceleme-lerimizi deneyimlerimizi uzmanlık tezi olarak, bilimsel bir çalışma şeklinde devam ettirdim ve bilimsel dökümü-nü yaptım.

Ölüm orucunda tehlike sınırı kaçıncı günden sonra başlıyor? Açlığa maruz kalan kişi, süre ne olursa olsun, şikâyeti ol-sun olmasın bizüıı için hastadır. Metabolik olarak açlığa maruz kalmıştır ve normal sağlıklı bir insan gibi beslen-me ihtiyacım karşılayamıyordur. Ama şikâyetler çeşitli

düzeylerde ortaya çıkabiliyor. Açlığın koşullarına göre tehlike günleri değişebi-liyor. Bazen bu konuda görüş büdiren hekimler oluyor, işte açlığa şu kadar gün, bu kadar gün dayanılır diye ama 96'dan bu yana değerlendirdiğuniz veri-lere bakarsak bunun bir netliği yok. Me-sela 96 süreci gösterdi ki altmışlı giinler ölümlerin başlaması için bir sınırdı ama bu 96"ya özgüydü.

O sürecin koşulları nasıldı? O insanlar günde dört bardak şekerli su ve tuz alıyorlardı, bu suıırlamayla ölüm orucu yapıyorlardı. Bazılan yaşamım kaybetti bazıları ise ayakta ve belirgin şikâyetleri olmadan altmış dokuz günü sonlandırdı. Bu dıırum kişinin metabo-

lizmasına göre değişiyor. Ayrıca o dönemde açlığa maruz kalan insanlar üzerindeki etkileri genç ya da yaşlı olma-larıyla da değerlendirmek imkânsız çünkü bizim izlediği-miz popülasyonda on sekiz yaşından kırk beş, elti yaşma kadar insan vardı, ortalama genç yaş grubuydu ama bunların içinde de çok değişiklik olduğunu söyleyebüi-rinı.

Kadın ve erkek olmaları durumu değiştiriyor mu? 96'dan edindiğimiz deneyim şuydu; uzun süre açlığa ma-ruz kalma sonrasında en belirgin kalıcı bulgu kalıcı sa-katlık, sinir sistemiyle ilgili gelişiyor. O dönemi değerlen-dirirsek, kadınlarda ağır nörolojik sakatlık daha az oldu.

Şimdiki süreci değerlendirdiğinizde bu kadar uzun süre dayanılmasını neye bağlıyorsunuz? Bunu bana 96 deneyiminden sonra sorsaydınız B- l vita-mini aldıkları sürece daha uzun davanabileceklerini söy-leyebilirdim. Çünkü bü' metabolizma açlığa maruz kaldı-ğında kendisini küçültüyor, metabolizma açlığa adapte oluyor ve gittikçe küçülen metabolizma uzun süre daya-nabilir. 2000-2001 açlık grevi öncesinde buna çok hazır-lıklıydılar. Çünkü F Tipi cezaevlerinin açılması gündem-deydi, ölüm oruçlarına hazırlıklıydılar. Önceden diyetle-rini ona göre düzenlediler, psikolojik olarak da ölüm oruçlarına hazırladılar kendilerini, ölüm onıcu öncesinde beslenmelerine dikkat ettiler ve B- l vitamini aldılar. Sı-vıyı sınırlamadılar, şekeri aldılar, B- l vitamini de bunun metabolize edilmesüü ve kullanılmasmı sağladı, daha çok dayanıldı tabu ki.

96 yılındaki açlık grevinden hâlâ tedavisi süren ki-şiler var mı? Tabii. Ülkenin politik durumuna göre, devletin tavrına göre medyaya zaman zaman yansıdı, zaman zaman da yansımadı ama bu B- l vitamini eksikliğine bağlı olarak

19

Page 21: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

gelişen Wernicke Korsakoff hastalığından dolayı 96 süre-cinden hâlâ izlediğimiz, bakıma muhtaç hastalanııuz var.

Ölüm oruçlarında ölümler neye bağlı? Açlık somasında öliinı gerçekleştiğüıde vücutta enerji sağlayan yağ, protein depoları tükenmiş olmuyor. Otop-süere baktığımızda ölenlerin hemen hepsinde de ölüm ne-deni olarak akciğer enfeksiyonu var, en büyük neden bu. Sürekli kusma, direneni düşmesi ve bağışıklık sisteminin zayıflaması akciğer enfeksiyonlarını ortava çıkarıyor.

Ölüm orucu yapan bir kişiye yanlış müdahale yapı-lırsa sonuç ne olur? Bıı süreçte TTB (Türk Tabipler Birliği) ile biz bir tedavi protokolü hazırladık. Bu protokol çok güııcelleşti, 96 sü-recinden soma da heküuler nasıl tedavi uygulanır konu-sunda daha çok bilgilendi. Yanlış müdahale yapılmama-sı konusunda TTB aracüığıyla tüm hastanelere, hekimle-re, cezaevlerine bir tedavi broşürü ulaştırıldı. Bu nedenle müdahalelerde tedavilerin B- l vitamini eklenerek yapıl -dığuıı düşünüyorum, bu da tabu ki sakatlığı engelliyor. Artık hekimler açlığa maraz kalmış bir insana nasıl mü-dahale edebileceğini biliyor, bu bilgiye sahipler. Ve bu bü zorla tedavi de olsa hekün doğru tedavivi vapmak zorun-da. Yani sadece serum değü, seramla birlikte vitamin de vermek zorunda.

Ölüm oruçlarında zorla müdahale yapıldığı söylen-di... Uygulamalar noktasında da, aldığımız bilgiler içinde de kişi müdahale istemiyorsa, zorla, eli kolu bağlanarak bir müdahale yapılmadı. Ama büinci kapananlara müdaha-le yapıldı.

Bıı arada ölüm orucu yapanların bazıları tahliye ediliyor... Burada bir devlet politikası olduğu çok açık. çünkü 96'da benini çok ağır Wernicke Korsakoff lu hastalarım vardı, ileri derecede bakıma muhtaçlardı. Defalarca rapor ver-dik, adli tıbba gittiler, uğraşıldı ama tahliye edilmediler. Ama şürıdiki hastalan çok kolay tahliye ediyorlar, vani devletin politikasuım değişitiği burada çok net olarak or-taya çıkıyor. Bıı tahliye edilenler ne olacak, ailelerinin ba-şuıa bırakılıp tedavi edilip daha sonra tekrar içeri mi alı-nacaklar? Bu bir açlık grevini kınııa taktiğidir bir anlam-da. Şu anda TİHV yüklendi bu tedaviyi. Aslmda devletin kendi cezaevinde yarattığı bir durum, ama tedaviyi dışa-nda yaptınvor.

96 ölüm oruçlarında hastaneye getirilen hastalarla birlikte kaldınız. Neler yaşadınız o süreçte? 0 süreç hekim olmanın ötesinde tartışılır ve farklı değer-lendinııeler yapılabilir bir süreç. Oıüar bilinçleri kapak bir halde getirildiler, bir deri bir kemik kalmışlardı, her şeyleriyle bakıma muhtaçlardı. Bizim hastanelerimizin sistemi, refakatçi aileler yoluyla yürür. Özellikle nöroloji-de çünkü hastalar tuvaletinden tutun da her şeyine kadar bakıma muhtaç durumdadırlar. Oysa onlar bizün servisi-mize getirildiklerinde aÜeleri yoktu.

Kaç kişilerdi? Toplam on sekiz kişüerdi. Onlara biz bakıyorduk. Tabip Odası na haber gönderdik, oradan buradan duyan arka-daşlanmız geldi ve gönüllü bir ekip oluşturuldu. Tabii bir görev bölüşümü vardı. Ben onlaraı beslenme, ilaç ve her türlü ihtiyaçlarını tedarik etmeden sonımluydum ama aynı zamanda idrar kaplannı da döküyordum, yatak te-mizliklerini de, ağız temizliklerini de yapıyordum. Yani kini ne yapabiliyorsa onu yapıyordu. Çünkü ortada kal-mıştı onlar. Mantık olarak, zekâ olarak çok iyi durumda olmalanna rağmen hafıza kayıplan nedeniyle çocuk gi-biydiler, bir anlamıyla da koca koca adanılan biz çocuk gibi sahiplendik. Ben hâlâ çocuklarım diye bahsederim onlardan.

Bu sizde nasıl bir etki yarattı? Hepüniz ciddi biçimde zayıfladık, çünkü gece gündüz orada kalıyorduk; koltuklann üzerinde yatıyorduk, uyu-yup uyanıp tekrar uğraşıyorduk, kendi yemeğimizi unu-tup onların diyetleri, besleıımelerivle uğraşıyorduk. Asluı-da çok da yalnız lüssedivorduk kendimizi. Çünkü ölüm orucu bitmişti, şehitler anılmıştı, "kahramanlar vardı ama hastalar lüç konuşulmuyordu". Ailelerin dışında, medyada, politik gündemde her şey unutulmuştu. Biz vardık, onlarla ilgileniyorduk ve dünyadan koptuğumuzu hissediyorduk. Çünkü herkes nonnal yaşantısına dön-müştü ama bizim yaşantımız nonnal değildi ve hiç kimse de onlan düşünmüyordu, aileler dışında, anneler dışında.

Ölüm oruçlarıyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Ben ölüııı onıçlaraıa karşıyım. Çünkü W emicke Korsa-koff lu hasta görmek istemiyorum artık.

Wernicke Korsakoff dışında ne tür hastalıklar ola-bilir? Ölüm oraçlan sonrasında nörolojik sakatlıklar, metabo-lizmayla ügili soranlar oluyor. 96 dan farklı olarak şim-diki süreçte büviik bü travmanın sonuçlan da gözleniyor. Operasyon sürecini hatırlamayan hastalar dahi var. Ani sesler de büyük sıkıntıya neden oluyor. Bunlar travma sonrası gelişen bozukluklar.

Cezaevine gittiniz mi bu süreçte? Bu dönemdeki öliiııı oraçlan başladığında Aydın Devlet Hastanesi'nde çalışıyordum, Tabip Odası yla iki ziyareti-miz oldu cezaevine. Ama operasyondan önceydi bu. Ope-rasyondan sonra benim çalıştığını hastaneye getirildiler. Bu ülkede, hatta dünyada da bu konuda en deneyimli he-kim olmama rağmen, başhekime gidip bu konudaki bi-limsel çalışmamı sundum ve deneyimimi de anlattım ama onların tedavisiyle ilgili görevlendirilen ekibe alınmadım, ekibe alınmadığım gibi beni sürdüler.

Nereye? Önce geçici bir göreve sürdüler daha soma da Ermenek'e. Toroslar'm tepesinde, on bin nüfuslu küçük bir sürgün yeri. Ulaşımı zor olan, izole bir yer. Sonuçta tabu ki siya-si nedenleri kullandılar, sakıncalı memur uygulaması ya-pıldı. Bunun hukuksuzluğu nedeniyle bir dava açtım. Da-ha soma da devlet hastanesindeki görevimden ayrıldım, istanbul'da özel bir hastanede çalışıyorum şündi.

Siz neden dava açtınız? Sakıncalı memur uygulaması yapıp sürdükleri için. Da-vayı açmca öğrendim ki, benim bu tür çalışmalar yap-mam, bunların sonuçlarını açıklamanı, geçen vıl Foça'da bilimsel bir sempozyuma katılmış olmam nedeniyle Aydın da bulunmam sakıncalı bulunmuş. Komedi tabü. bu nedenle benim E ve F tipi Cezaevi bulunmayan bir ye-re sürülmem gerekimıiş. Ama Sağlık Bakanlığı nm kome-disi de şıı ki sürüldüğüm yer olan Ermenek'te büyük bir E Tipi Cezaevi var. Zaten orada da öliinı onıççulaıı var-dı ve onlara benden başka bakacak doktor da voktu.

B-l vitamini sizin tezinizin sonucunda çıkan bir te-davi yöntemi. Peki diinva tıp literatüründe var mıy-dı?

Wemicke Korsakoff hastalığı açlık sonrasında beynin küçük belli bir bölgesinde ortaya çıkan bir hasır. \Yerai-ke bölümü gözlerde kaymaya, çift görmeye ve vücut den-gesizliğine neden oluyor. Eğer dalıa ağır bir lıa-ar-a bunu takiben de hafıza kaybı oluşuyor ve yeni bilgileri kavdet-me problemi ortaya çıkıyor, bu da Korsakoff bölümü. Wernicke Korsakoff birlikte anılıyor ama bir hasta >ade-ce Wernicke olabilir. Wernicke'nin üzerine Korsakoff ek-lenebilir. Bu direkt B- l vitamini eksikliğine bağlı olarak gelişen bir hastalık. Bu dünya Up literatüründe bilinir. 1800'lerin sonunda tanımlanmıştır ve hep çok net büüıen ve hâlâ tamını değişmeyen bü sendroıııdur. Ama bizim ülkemizde çok rastlanmaz, çok da bilinmez çünkü bu bü-tün dünyada ilaha çok alkoliklerde görülür. Ama alkolik olmayanlarda ve B1 vitamini eksikliğine maraz kalmış-larda nasıl ı ıldıığuyla ilgili. Tek vakalar arasmda geniş bir seri vok. O anlamda dünyada alkolik olmayan tek seri be-nim çahştığuıı seri oldu. Aynca tabii ki beıı açlığın etki-lerim sadece bu yönüvle de bırakmadım, başka birçok yönü de araştmp tezime koydum. Zaten burada benüıı amacım sadece tez vapmak değildi, o dönemde yapılmış ve o hastalardan elde edilmiş bilgileri tıbbi olarak kulla-mlabüecek bir veri duramıuıa getüıııekti. Çünkü bunun sonmıluluğunu ciddi olarak hissediyordum. Bu ülkede yaşıyorum, bu ülkede yeniden ölüm oraçlan olacağım bi-liyordum. bu iilkenüı siyasi durumunu biliyorum ve o ne-denle de o dönemden elde edilen bilgilerin geleceğe katkı-

H o O sı olsun istiyordum, çabam buydu. Tabii ki dünyaya da katkısı oldu aıııa ben bu ülkede yaşadığım için öncelikle bu ülkeye katkısı olsun istedim.

Teziniz nedeniyle ödül aldınız... 1996 yılında istanbul Tabip Odası. Diş Hekimi Sevinç Özgüner Insaıı Haklan ödülünü bizim ekibimize verdi. 2001 yılında ise BEKSAV, hekim kimliğimle demokrasi ve üısaıı haklarına yapdğım katkı nedeniyle bana bü ödül verdi.

Nöroloji tıp alanında çok ağır bir dal değil mî? Evet. Nöroloji, hasta takibi olsım, hastalan obıııı. eğirimi, okımıa gerekliliği, bilimsel gelişim ve değimin yönleriyle ağır bir dal gerçekten. Ama kadınlar tercih ediyorlar bu bölümü, bayağı kadın ağırlığı vardır nörolojide. f

Siz bu ağır dalı tercih ettiğiniz için bir bedel ödedi-ğinizi düşünüyor musunuz? Tabii kesinlikle. Mesela çocuğum yok benim, cesaret de edemiyorum çok istediğim halde. Ekstra başka koşullan da olabilir ama mesleğim de çok büyük etken. Geceleri de gidebiliyoruııı hastaneye, hastalanırım takibi için. Bütıüı gün hastalarımla uğraşırken çok yoruluyorum aynca ev-de bir çocuğa vakit ayırabüecek gücü hissemüyonuıı ve bir çocuğun annesi olması gerekir diye düşünüyorum. Es-kiden hep otuz beşimde filan çocuğum olur diye düşünüyordum, o yaşa geldüıı şimdi de kırkımdan soma evlat edinirim diye düşünüyorum, kırkıma gelüıce ne yapacağımı bilmiyoram...

20

Page 22: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

/ u âuı O s l m 'in mazhar olanı

Ruh hastalıkları ve tedavisi denilince aklımıza ilk gelen isimdir Mazhar Osman. Ama onun şehvet düşkünlüğü ve kadın düşmanlığı gibi çok önemli "hususiyetleri" de var. Kadınların hak arama mücadelesine de sıcak bakmayan Osman'ın mazhar olanı baskıcı yapısıyla karısını da alkole itmiş.

"Kadın dediğiniz pisuvar gibidir, bir-iki işersin, rahatlarsın o kadar!"

"Şişli Konfcrans]arı""yla akıl ve sinir hastalık-larını halka tanıtan, halkın delilik ve delilerle ilgi-li hurafelerden kurtulmasını sağlayan ünlü Maz-har Osman (1884-1951), Toptaşı Bimarhane-si'nhı Bakırköy Buh ve Sinir Hastalıkları Hasta-nesi haline getirilmesinde ve çağdaş bir akıl has-talıkları hastanesine dönüştürülmesinde çok bü-yük rol oynadı. Lepralıların sağlıklı ve hijyenik bir ortamda tedavi olmaları için çaba harcadı. Buh sağlığının korunmasına ilişkin çalışmaları, frengi, şizofreni ve uyku hastalığı üzerine araştır-maları dünya tıp literatürüne geçti. Liz Behıııo-aras* tarafından kaleme alman otobiyografik ro-man türündeki Kapalı Kutudaki Fırtına Mazhar Osman isimli kitap geçtiğimiz günlerde yayımlan-dı. Kitap, Trakya'nın küçük bir kasabasında dün-yaya gelen Mazhar Osman'ın hangi zorluklardan geçerek belli bir noktaya geldiğini, hırslarını, ar-zularını gözler önüne sermesinin ötesinde onu her bakımdan yakından tanımamızı sağlıyor. Behmo-aras kitabı hazırlarken başta Mazhar Osman'ın çocukları olmak üzere yakın çevresinden bir çok ki-şiyle mülakat yapmış ve yazılı kaynaklardan da ya-rarlanmış, eksik kalan bölümleri de hayal gücüyle kurgulamış. Mazhar Osman, kendine güvenen, insi-yatif sahibi, hastalarına karşı anlayışlı, şefkatli biri; ancak kadınlardan nefret ettiği de bir sır değil. Ka-dınlara çok düşkün, bununla birlikte onları kullanıp atabileceği bir ıııal, işenecek pisuvar ve özellikle Türk olmayan kadınları yalnızca "yatılabilecek" bi-rer fahişe gibi görmekte; flört olmadan kadın erkek arkadaşlığını asla kabul edemeyen Mazhar Osman, uzmanlık eğitimi için gittiği Almanya'daki kadınla-rın erkek arkadaşlarının ya-nındaki doğal, rahat davranış-larım görünce onlara "azgın orospu, adi fahişe" damgasını yapıştırmaktan geri durma-makta.

L İ Z B t H M O A R A S

Fahişelerin çoğu fikir züğürtüdür

Mazhar Osman'ın Tababeti Buhiye kitabında fuhuş bölü-münde yer alan fahişelere iliş-kin açıklamaları şöyledir: "... Fuhuşa atılanların bir çoğu is-teriktir. Süse ve ziynete aşın derecede düşkündür, bunları ne pahasına olursa olsun ted-rik arzusu, güzelliğine dair

J f \ f

\ A Kapah Ktttmakı l-'ntına

REMZİ KİTABEVI

söylenilen sözlere telkin kabiliyetinden çabuk ina-nış... Nihayet nemfomaııi dediğimiz şehvet çılgınlığı isterikleri fuhuşa sürükler. Kibar orospuların hemen hepsi, otomobil ve arabalarda ipek çoraplı atlaslı is-karpinlerinden makyajlı yüzlerine varmcaya kadar ayn ayrı herşeyi ile nazan celbetıııeğe çalışan denıi-mondaine'ler isteriktir. Fahişelerin hemen hepsi de psikopat, yani yarı deli, mütereddidir. Maneviyetı düzgün ve bizim anladığımız manayla asil kanlı, te-miz süt emmiş bir kadın hayatın hiç bir zorluğu kar-şısında fuhuş bataklığına düşmez. Kıymetli ismetini, yüksek kadınlık haysiyetini süse ve safaya kurban et-

mez; çirkefe yuvarlanmaz. Ev kadını, mu-allime, kâtibe, dadı, hizmetçi her şey olur, hatta ölür, fakat fahişe olmaz..."

Çok eşliliği normal karşılayan, kendi-sinden yirmi beş yaş küçük henüz on beş yaşındaki bir kızla evlenip, ona adeta kıs-rak muamelesi yaparak beş çocuk doğurtan Mazhar Osman, karısını dört duvar arasına kapatarak kadının çocuk doğurmaktan yorgun düşmüş vücudunu kürtaja karşı ol-duğu için umursamaz; her doğumda takılan takılar, etrafında dört dönen hizmetçiler, karısının çağdaş bir kadın olması için aldı-rılan Fransızca ve keman dersleri, Avrupa seyahatleri... Mazhar Osman'a göre bir ka-dın başka ne isteyebilir ki... Sürekli başağ-nlanndan muzdarip Saadet Hanım, kocası-nın baskısından ve bitmez tükenmez istek-

lerinden kaçışı, liköre sığınarak bulur.

Kadın, fikirden ziyade hisle yaşayan bir mahluk sayılır

Mazhar Osman, II. Meşrutiyetle birlikte hız kazanan kadınların hak arama mücadelesine pek de olumlu bakmamaktadır, kadınların fiziksel ve ruhsal eksikliklerinden dolayı kamusal yaşamda başarılı olamayacaklarına ilişkin tıbbi açıklama-larda bulunur: "...Kadınla erkek arasında fizyolo-jik ve psikolojik pek çok farklar vardır. Kadın ve erkeklerin meyilleri ve meşguliyetleri birbirinden ayrıdır. Kadm, fikirden ziyade hisle yaşayan bir mahluk sayılır... Tahakküm için, ezmek için ya-ratılmamış... Mahkûmiyetten, esaretten zevk alır. Esarettten kurtulmaya çalışırken, diğer bir ağm içine düşer. En canlı hayatı, on beşle elli yaş ara-sındadır. Her ay yarı hastadır. Bir hafta evvel adet hazırlığı, adetten sonra da bir kaç gün yorgunlu-ğu sürer. Kadının tabii günleri, ayda ancak bir haftadan ibarettir...Eline iğne, hatta tencere tava daha çok yakışır. Kucağına çocuğu yakıştığı ka-dar...Erkek hayatta bir iş yapmak için çalışır, bir

meslek sahibi olur. Kadın dışandan elbiselerle, boya-larla süslendiği gibi, içerden ilimle irfanla süslenir ki, daha iyi bir zevç avlayabilmek için...Bugüne kadar kadınlan erkeklerin işlerine karıştırmadılar. Karıştır-saydılar beşeriyet daha ııu düzelecekti. Erkekler öyle demiyor. Hala bir çok hükümetler by hakkı ver-miyor. Mussolini bile, kadınlar sıkıcı hayvanlardır diye, bu hakka layık gönııüyor. Lakin biz verdik, hem de iyi ettik. Köpek kadar kafası büyümemiş ve iptidai halde kalmış nice ahmaklar, beyinleri çorak bir topraktan farksız, tahsil gömıemiş nice ümmiler, erkeğiz diye yer sahibi olsun da, muharebeye evladını gönderen analar, neye bu haktan malınım olsunlar! Bir münevver hanınım vatanın siyasetinde bir aşçı yamağı kadar neden alakası olmasın?"

Mazhar Osman, kadınlarla ilgili düşüncelerinde kadın derneklerinin tepkisini üzerine çekmişti, değişen dünyaya elbette ayak uyduracaktı, paragraf-taki son sözler belki de bunun için. Ancak, kadınları elinin kiri olarak gören, istediği zaman kullamp ata-bileceği, her an kontrolü altında tutabileceği mahluk gözüyle bakan, şehvet düşkünü Mazhar Osman, bu yaklaşımıyla sanırını Büyük Türk Erkeklerinden yıl-dız almayı hak ediyor.

Feryal Saygılıgil

(*) Liz Behmoaras, Kapalı Kutudaki Fırtına Mazhar Osman, Remzi Kitabevi, Ağustos 2001, 432s.

21

Page 23: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

22

Page 24: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

mehmet ali erbil'in, komik olmaya karar verdiği, komik olduğu halinin canlısına insan günde üç öğün baksa, erkekten soğur, olaydan kesilir, bugün bu memleketle hâlâ çocuk doğabiliyorsa, bu mehmet ali erbil'i komiklik yaparken sadece televizyonda seyrettiğimiz içindir, ev, ev gezse bir nevi aile planlaması işlevi görür.

neğiıı çarkıkelek'te, "ahi. abi o şimdi seninki mi oluyor?" şeklinde bir or-taöğrenim şakasına imza atarken mesela, ya da sahnede göbek atıyor gibi yaptığında... bırakın çekici ol-mayı. insan canlısına günde üç öğün baksa, erkekten soğur, olaydan kesi-lir. bugün bu memlekette hâlâ çocuk doğabiliyorsa, bu mehmet ali erbil i komiklik yaparken sadece televiz-yonda seyrettiğimiz içindir, ev, ev gezse bir nevi aile planlaması işlevi görür, ve kendisinden dört yaş kü-çük, fıstık kaynanasını değil de, ancak cümle bile kuramayan kızmı baştan çıkarabildiyse bunu yalnızca orta yaşlı erkeklerin genç kadınlara düşkünlüğüyle açıklamamak gerek, bu, biraz da orta yaşlı kadınların er-

kekler konusundaki tecrübe ve görgüsiiyle ilgilidir, mehmet ali erbil kandırsa kandırsa sedefi kandırır.

ama buıüarı düşünmenin zamanı geçti, o artık geçmişe bir sünger çekti, karısının mazbutluğu kar-şısında hürmet ve gurur içinde, düğün öncesi eşinin bekâretine saygı duydu, televolelerde "birlikte kal-mıyoruz, ona elimi bile sürmedim," deme rezilliğini gösterdi, gerçi tam o sırada eşine başka bir erkeğin eli değmemişse büe zeki triko'nun gözünün değmiş olduğu ortaya çıktı ama olsun, süha özgermi'yle zeki başeskfye bütün kızlarımız feda, onlar sayılmaz, on-lardan bir şey olmaz.

fakat mehmet ali erbil, benim anladığım bir tür-lü gerdeğe giremiyor çünkü düğün gecesini de serdar ortaç'la kumar oynayarak geçirmiş, üstelik düğün maç yüzünden bir saat ileriye alınmış, (acaba diyo-rum, düğün sonrası oynadığı ciddi yatak reklamı bir gerçeği mi ima ediyor, yatakta bir yangın mı var?)

yani barbi kılıklı genç karışma sunulan, parası kendi cebinden bile çıkmamış bütün o gümüş şam-danların. sandalye fiyonklannm karşılığında düğüne çatır çatır bir erkek damgası vurmayı becermiş meh-met ali erbil; "beyaz tüller, çiçekler, 'rüya gibi gelin-lik', en önemlisi gelin beklesin, ben hele maçıma ba-kıp kumarımı oynayayım..." ve daha önceki bütün mankenleri gibi kendisinden bir baş uzun genç karı-sıyla ve lila gömleğiyle dans ederken gördük onu; her düğünde gelinle damat davetlilere dans eder evet, ama bu çift davetsizlere, kameralardan ulaşabildik-lerine dans ediyordu, muhabirlerin, "mehmet ali bi-raz bu tarafa dönün," gibi uyarılarıyla, davetliler, beyaz güller, düğün rüyası, hatta gelin, hepsi birer dekordu, mehmet ali erbil'i biraz daha hayatımıza sokmaya, ona ve onun gibi erkeklere bizi alıştırmaya yarayan bir dekor, kendisi oyunculuğunu yıllar ön-cesinde bırakmış ve hatırlamıyor olsa da, bize onu sanatçı diye yutturmaya çalışan komplonun ortamı, düğünün davetlileri buna aldırmıyor olabilir ama biz onu hayatımıza ne zaman davet ettik allah aşkına?

ayşe düzkan

necmettiıı erbakan da kızını ko-luna takıp düğün salonuna girdikten sonra, bu memlekette batı tarzı ev-lenmenin mecburi olduğu kesinlik kazandı.

işin içine atın, silahın karıştığı doğulu düğünler için bir şey diyeme-yeceğim ama batılı diiğiin dişi bir şey bence, elinden alman haklara karşı, geline verilmiş bir tiir taviz, yoksa iş erkeklere göre olsa. o kadar çok inci, kurdele, fırfır, fiyonk, beyaz krema, pembe giil-sıralarken bile fazla tatlı bir şey yemiş gibi oldum, ideolojik herhalde- işin içine girer miydi?

nasıl evlenilmesi gerektiği konu-sunda toplumun daha yoksul kesim-lerine bir nevi rehber teşkil eden sos-yete düğünlerine özgü bir âdet var; o kadar pahalıya mal oluyor ki, bir türlü "aşağıya" inemedi, sandalyelerin üzerinde dev fiyonklar bulu-nacak şekilde süsleıuııesi âdeti bu. önemli bir ayrın-tıdır, hatırlayacaksmız, ibrahim kutluay la demet akalın'ııı ayrıldıkları noktada ilişkilerinin aslında ne kadar ciddi olduğunun delili olarak, akahn'la o za-manki kayınvalidesinin düğünde sandalyelerin fi-yonklarının rengi üzerinde bile anlaşmış olmaları gösterildi, daha çarpıcı olan şu ki, gerçekleşemeyen bu düğüne sponsor olacak bir şirket bile bulunmuş-tu! şirketin yapacağı düğünle kız tarafının yapacağı bir olur mu?

aman neyse, asıl amacım gerçekleşmeyen değil, gerçekleşen bir düğünden bahsetmek, fark ettiniz, lafı erbil çiftine getireceğim, kendile-rine mutluluklar dilemekten im-tina ediyorum çünkü geçen sayımızda kutladığımız doğuş ve emrah dinçer'in bacısının oluşturduğu çift (not: bacı için, bkz, bu sayıdaki 78'lilerle ilgili orta sayfa) dergimizin pi-yasaya sürülmesin-den kısa bir süre sonra dağıldı, bu da-ğılmanın medyada çok hakkının yendiği-ni düşünüyorum çünkü ardından gelen seren se-rengil-ozan kaçmaz ayrılı-ğının bir tür öncüsü, müjdeci-si gibiydi bu ayrılık, allahtan ki olay nikâh aşamasına gelmemiş, ni-şanda kalmıştı; sadece dinçer bacının harcadığı para konusunda ayrıntılı bilgiye sahip olduk, ancak onlar takipçileri gibi barışmadılar, o başka tabii.

mehmet ali erbil ve sedef altıntaş diyelim ki bizim lanetimizden kurtuldu, sponsorlu düğün lanetinden

imkânı yok kurtulamazlar, çünkü akalın demetle ibo'nun (sayın tatlıses'epazartesi olarak en içten ta-ziyelerimizi göndermek istiyoruz çünkü artık ibo de-nince ibrahim kutluay anlaşılıyor. 11e oldum deme, 11e olacağım de, meselesini sayın tatlıses hep ihmal etmiştir zaten.) sponsorlanmış düğününün başına gelenleri gördük işte. bırakın sandalyelere, bir nikâh şekerine olsun fiyonk takamadan ayrıldılar.

erbil çifti ise bir kesme şekere bile para ödemeden evlendiler, düğünü kıbns'taki otel ısmarlıyordu, sa-lon takımları, damadm kıyafeti falan vakko'dandı. kıbrıslı bir işadamı kıbns'ın tanıtımına yaptıkları katkıdan ötürü onlara bir de villa armağan etmişti, "maliye, bu mülkten haberdar mı acaba?" falan de-

meyi nasıl canım çekiyor bilemezsiniz, çünkü in-san mehmet ali erbil'i bir yere ihbar etmek

istiyor, gerçi o kendisini durup durup ihbar etmekte kadınlara ama kadın

kısmını bilirsiniz, tıpkı maliye gibi, küçük esnafa kök söktürür, büyük vergi kaçıranların karşısında sus-kun kalır, öyle olmasa, mehmet ali erbil'in bu ülkede bırakın evlenecek, sinemaya gidecek bile kadın bulamaması, dünya üzerinde ulaşabileceği bütün kadmlara uyarı mesajları yağ-

ması gerekirdi.

yediği haltları bir yana bıra-kın; bunları neden yaptığını açık-

lamak için hakkı devrim'den nur çintay'a bütün yazarlar, bütün psiko-

loji bilgilerini seferber ediyorlar zaten, kendisi bunun için gerekli ipuçlarını bir rö-

portajında vermişti, ay inanır mısınız, annesi, onu üvey babası için ihmal etmiş ve işte o da bu şekilde kadınlardan.... hadi bunları bir an için unutalım, mehmet ali erbil, hazırolda durduğunda yakışıklı bir adam olabilir gerçekten, ama komik olmaya karar verdiği, komik olduğu anlardaki halini düşünün, ör-

23

Page 25: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

at •

Kitaptaki Y$e 3 J

Ayşegül Aldinç yani uzun yıllar Türkiye'nin en seksi kadını seçilen şarkıcı ve oyuncu. Geçtiğimiz günlerde gazete yazılarını bir araya getirdiği kitabı yayımlandı. Onunla işin sırrını konuştuk.

"Ayşegül Kitapta" adlı kitabınız yeni çıktı. Ya-şamınızdan kesitler alıp çok sade bir dille pay-laşmışsınız okurla. Hayvanlara yönelik sevgini-zi her fırsatta dile getirişiniz ilgimi çekti. Hayvan sevmemeyi ben anlayamıyorum. Açıkçası hayvan sevmeyen insanları da sevmem. Hayvan sev-mezlik bir biçimiyle kötü yola düşürür. İnsan sev-mekle hayvan sevmek, sevme kapasitesi ile ilgili as-lında. Durup dururken bir insan ben hayvan sevmem demez. Bunun çocukluktaki korkutmalarla ilgisi var. Bence insana yapılan en büyük kötülüktür hayvan-lardan uzaklaştırma ve çocukları onlardan korkut-ma.

Bir söyleşinizde "Doğruyu söylemeyi tercih etti-ğimden fazla sevilmiyorum", demişsiniz. Ne an-lamda sevilmeme bu ? Sevilmediğimi düşünmüyorum. Tam tersi gittikçe daha anlaşıldığımı düşünüyorum. Ama şunu kast et-emiş olabilirim. Gösteri sanatları dünyası içinde yer ahnışsamz, o dünyaya ait olmanız bekleniyor. Kural-larını tam olarak benimsemeniz bekleniyor. Onlara ters düştüğünüzde, politik olmadığınızda dışlanıyor-sunuz bir anlamda. Ben hep kendi seçimlerimle ya-şadım. Doğru bildiğim her şeyi söyledim. Fazla poli-tik olamadım. Gösteri dünyası içinde yer alıyorsanız ,fazla benimsenmiyorsunuz. Ama inanın ben bu yüz-den çok gözönünde olmaktansa, olmamayı tercih et-tim. Bu yüzden dışlanıyorsam bu bir onurdur benim için. iyi dışlanmadır bu yani.

Kendiyle barışık bir ifade veriyorsunuz. Bu yaş-la mı ilgili sizce? Evet yaşla çok ilintili. Yaşamınızı sürekli sorgulaya-

rak yaşadıysanız bu yaşlarda ken-diyle barışık olma, ödülünüz olu-yor. Ben yirmi yaşındayken bu rö-portajı yapsaydık sizle, bu söyle-diklerimin yarısını söyleyemezdim. Söylediklerim de eğri dururdu ağ-zımda. Bu yaşlarımı seviyorum bu yüzden. Yaş almanın en güzel yanı bu bence.

Bizlerin gençkızlık dönemi ile şimdikilerin dönemini karşılaş-tırdığınızda neler söylersiniz ? Bizim zamanımızda bir sürü yok-luk vardı. Aslında buna verilecek cevap hangi sosyal çevreyi irdelele-diğinize bağlı olarak değişir. Şim-diki dönemde yaşayan gençlere ba-kıyorum. Bizden en büyük farkları, kendi kanallarında akabiliyor ol-maları. Bireyselliklerinin farkında-lar yani... Benim baba tarafımda başı bağlı kızlar da var. Adapaza-rın'da. Fikirleri inanılmaz açık. Ör-tünmeyi fiziksel bir zorunluluk ola-rak görüyorlar sadece. Biz televiz-yon kuşağı sayılusak, onlar inter-net kuşağı, dünyaya daha bütünsel

bakabiliyorlar. Bu çağ insanına yönelik olumsuz gör-düğüm yan bozulmuşluk. kokuşmuşluk. Bu beni çok rahatsız ediyor. Internet kuşağı insanı olmanın diğer negatif yanı da yalnızlık ve iletişimsizlik. Bu çağ gençliği yalnızlığını internet ekranlarına gömü-yor. Bu çaresizlikten kaynaklanıyor aslında. Tutunacak dal bulamamala-rından.

"Çok fazla suya sabuna dokunmazsa-nız. Sonunda kirli kalırsınız..." Böyle mi düşünüyorsunuz gerçekten? Herkese şirin görünmek herkesin sizi sev-mesi o kadar da harika birşey değil aslında. Bunu zamanla anlıyorsunuz. "Şirin bir kız olarak yerimi alayım hayatta,'1 dediğimiz dö-nemler yaşadık. Sonra baktık ki o çabalama larımız bize negatif davranış biçimleri olarak döndü karşı taraftan. Benim konumumda olan biri için bunu anlamak ve farklı davranışa gir-mek hayran kayıplarına neden olsa da ben hep ken-dim olmayı seçtim. Seven beni gerçek halimle sevsin dedim. Hayran sayım çok umurumda olmadı açıkça-sı. Suya sabuna dokundum yani.

Anne olmadınız. Bunda yaşadığımız dünyanın gidişatına duyduğunuz endişe mi belirleyici ol-du? Çok klasik olacak ama aynen öyle. Bir bebek dünya-ya getirmenin insana çok fazla sorumluluk yükledi-ğin inanıyorum. Hem gidişata duyduğum endişe, hem de evlilik meselesine girme zorunluluğu beni ür-kütüyor. insan kendini ne denli geliştirirse geliştirsin yetiştirilişindeki tutucu yanlarını öyle kolay atamı-

yor üzerinden. Evlilik dışı çocuk doğuranları ne kını-yor, ne yargılıyorum. Ama tercihe gelirsek. " ben ya-pamam," diyeceğim. Çocuk açısından çok zorlukları var. Bunu göze alamam. Bende sorumluluk duygusu çok fazla. Tutuculuğun tortuları da var içimde.

Ya kadınsı içgüdüler? Bu içgüdü var tabii... Ama biraz önce söylediklerim kadınlık içgüdülerime göre daha ağır basıyor.

Yaşlanmak sizin için ürkütücü birşey mi? \ aşlaııdığını düşünmezsen kendini yaşlı hissetmiyor -suıı aslmda. Yaşlanmak diye bir olgu var. Bunu ka-bullenmek en doğrusu kabullenmek ve yaşların geti-rilerini sevmek. Bunu yapmaya çalışıyorum.

Sezgilerinizin güçlü olduğu söyleniyor? Sezgilerim güçlü evet... Bazen beni ve çevremi ürkü-tecek kadar. Ama onlara güveniyorum. Bu hem iyi lıeııı kötü. I zımnileriniz de, sevinçleriniz de katmer-leniyor. Rüyalara da yansıyor tabii. Çok fazla rüya görüyorum Bir ara yazıyordum ama şimdi bıraktım. Rüyalarımı değil de genel olarak yazmak beni rahat-latan birşey. Kolay okunan bir yazar olmak istiyo-rum. Daha doğrusu beni kolay okumaya eğilimliler okuyor. Bunu da seviyorum. Ben birçok şeyi yapma arzusu duyan, bunu içinde barındıran bir kişiyim. Her insan istediği herşevi yapabilmeli. Bunun eleşti-rilecek bir tarafı yok. Belki bazı insanlar da bana kı-zıvorlardır. Ama ben bunları yapmak istiyorum ve vapıvorum. Önemli olan farkında olarak yaşamaktır

ve insanın kendi kendiyle olan muhase-besindeki iç rahatlığıdır. Ben bu an-lamda içi rahat bir insanım

Kadın erkek ilişkileri hakkında neler söylersiniz? Valla yirmi yaşında öyle salak sa-lak yaşamak daha iyi imiş galiba. Bir kısmı kızlar var şimdi yirmili yaşlan yaşayan. Çok hesaplı ki-taplı yaşıyorlar ilişkilerini. Ayıp-tır bu be. Duygusal menfaatte çok ayıp bir şey. "Şu kadar verdim bu kadar alacağım," sürekli bu hesaplarla yaşayıp,

bunun adına da ilişki diyorlar.Ben hiç öyle yaşamadım ilişkilerimde. Biz romantizm

için ölürdük. Yazmak oradan geliyor. Mektup yazar-dık bol bol örneğin. Evde birbirimize, akrabalara ar-kadaşlara sürekli yazardık. Bu birbirimizle iletişim-lerimizi güçlendirirdi. Flört duygusu hep devam edi-yor, hep var aslında. Kimi kendi içinde yaşıyor. Ki-mi itiraf ediyor. Başı örtülü kadınlar da yaşıyor flört duygusunu. Bakıyorum da tekli ilişkilerde tehlike hep üçüncü kişilere duyulan ilgiyle başlıyor. Ben bu-nu doğal kabul ediyorum. Var çünkü böyle birşey. Doğada var. Üçüncü kişilere yönelik ilgi yani. He-men hemen her ilişkide yaşanıyor üçüncü kişilere açıklık hali. Kadın evde oturuyorsa saçını başını yo-luyor. Sosyal hayatta olan erkeğin bu durumu yaşa-dığını kurduğundan. Bu hal bilinildiğinden erkekle-

24

Page 26: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

rin kadınları örtmek istediğine inanıyorum. 13u kor-kudan üçüncü kişiye ilgi duygusundan emin olunul-duğundan. Bu işlerine geldiği için yüzyıllardır ka-dınları kapatmaya çalışmışlar. Hâlâ da uğraşıyor-lar.

Biz onları kapatamıyoruz ama... Biz yapamıyoruz evet. Bu bir anlamda iktidarsızlık göstergesi. İktidar sahibi onlar şimdilik.

Bu iktidar duygusu. Sizde ne oranda var bu duygu? İktidar olma isteği hemen hemen her kişide var. Do-zu yüksek veya düşük olanlar. Bende bu duygu ma-sum seyrediyor. Acıma duygum ve empatim yüksek olduğundan bu duygu fazla güçlü değil kişiliğimde. Bazen yanacağımı bile bile çok adım atmışımdır. Güvenme ve inanma isteğimden. Bu istek olmasa yaşam cehennem olur herhalde. Sürekli kuşku ve inanmayarak yaşamak korkunç.

Müziğe dönersek. Son albümünüz hakkında neler söylersiniz? Albümüm şanssız bir dönemde çıktı. Bir klip çekmek ge-rekiyor. Çünkü in-sanlar artık resimli roman okur gibi müziğe bakmak isti-yorlar. Sponsor bul-ma işi benim işim değil. Bunu başara-bilirlerse bir klip olacak." Alan alır almayan almaz gö-züyle bakamıyorsu-nuz. Bu dünyada ol-manın kuralları var. Gözöniinde olmanız gerekiyor yani. işin kuralları bu. Sizin ürettiklerinizi almak isteyenlerin sayısı ile yerinemiyorsunuz tabiiki..

Reklamlara da çıkıyorsunuz... Evet Sabalı Gazetesi nde yazdığım için ilişkiler adına bazı teklifleri kabul ettim. Belli kurallar da-yatılıyor bu dünyada. Her ürünün bir tanıtım boyu-tu olacak tabii. Çağımız kurallarında özü bozmadan her türlü tanıtını yapılmak zorunda. Yoksa yaşaya-mazsınız. Ama ne yapıyorsanız yapın farkında ola-rak yapacaksınız. Burada ölçü " kendini kandırma-mak'' olmalı; neyi neden yaptığınızı iyi bildikten sonra mesele yok. Seda Sayan örneğin. Neyse o ha-liyle ortada. Çok dürüst ve samimi buluyorum onu. Neyi niye yaptığını iyi bilenlerden. Aldatıla aldatıla yaşamıyor örneğin. Ayrılıveriyor hemen. Bu çok önemli, yaşamında da dürüst yani. Aldatılan ama zorunluluklardan boşanamayaıı kadınları ayrı tutu-yorum burada. Ama ayağının üzerinde durabilen, aldatıldığını bildiği halde yine de öyle oturan kadın-lardan iğreniyorum. Bıı dürüst yapısı olan sanatçı-ları kim nasıl sunarsa sunsun dikkatli izleyici sezi-yor aradaki farkı. İçten bir sevgi duyuyorlar sami-milere karşı. Ben de sevenlerimin bu içten sevgisinin peşindeyün zaten. Yaptığını hiçbir şey pişmanlık duygusu yaratmıyor bu yüzden. Kendiyle barışık ol-ma bu herhalde. Bu dönemimde böyle mutluyum.

Bu söyleşi için teşekkürler. Ben de teşekkür ederim.

Sevhan Bolkal

İnsan, sesinin

çıplaklığıyla bir yere gelmeli

Uzun zamandır birbirine benzer vücutları ve ol-mayan sesleriyle her müzik kanalında karşımıza çı-kan kadınlardan geçilmiyor ortalık. Ama nadir de olsa sesiyle, tavrıyla farklı kadınlar da çıkabiliyor karşımıza, işte Aşina da onlardan biri. Sesi o kadar güçlü ki, kapılmamanız, dinlememeniz mümkün ol-muyor. Kendine özgü bir yorumu, eğlenceli bir sah-nesi var, sahnedeyken laf atmadığı, uğraşmadığı kimse kalmıyor çevrede. Küçük yaşlarında "kart sesli" diye dalga geçiyorlarıııış onunla ama 3,5 ok-tavlık dramatik alto bir sese sahip, "Benim indiğim pest sese erkekler bile inemiyor," diyor. "Bana Yalan Söylediler" isimli ikinci albümü Klip Müzik'ten çı-kan Aşina, söz de yazıyor, beste de yapıyor. Bu albü-münde sözlerini yazdığı tam beş şarkı bulunuyor. Liseyi bitirdikten sonra amatör bir tiyatro grubunda kabare yaparken keşfedilmiş, yedi yıldır barlarda, gece kulüplerinde ve otellerde sahne alıyor. Akdeniz tarzı müzik yapan Aşina'ya albümünde, Ilossein Karimi, Kubat, Onur Mete, Levent Conker ve Betiil Deuıir vokal yapmış.

"Ege ve Yaşar ın dişisi" diye lanse edilen Aşina, şöyle değerlendiriyor müzik piyasasını: "Bir çok ka-dın dekolteyi severbilir, ben de severim ama bunu çırıl çıplak soyunma olarak düşünmemek lazım. Üretmeyen insanlara sanatçı diyorlar. Oysa bir insan şarkıcıysa ve sesine güveniyorsa bence sesinin çıp-laklığıyla bir yerlere gelmeli, vücudunun değil."

Çoğu insanın mendil değiştirir gibi sevgili değiş-tirdiği piyasa da Aşina'nın bir farkı da evli olması ve "tek kişilik orkestra" dediği eşi Hüseyin'le aym sah-

neyi paylaşması. Önce Hüseyin'e soruyorum, böyle bir piyasa da birlikte çalışmanın zorluk yaratıp ya-ratmadığını, şöyle yanıtlıyor: "Birincisi birbirimize saygımız, güvenimiz olduğu sürece bir sorun çıkaca-ğını zannetmiyorum. Aksine eğer Aşina tek çalışsay-dı ya da ben tek çalışsaydım asıl o zaman bu evlilik biraz zor yürürdü." Aşina ise, "Şimdi şöyle bir kural var. Sahnedeyken Hüseyin bir müzisyen sadece, ev-de ise eş. Bu kuralı bozmadığımız sürece hiç bir şe-kilde hiç bir problem çıkmaz. Hüseyin bugüne kadar yalnızca iki kere sinirlendi, ikisinde de haklıydı çün-kü çok terbiyesizce davranan müşterilerdi. Sonra ev-de iki kişilik bir toplantı yaptık, çalıştığımız yerlerin korumalarının garsonlarının olduğunu, bir problem çıktığında da bunu onların halletmesi gerektiğine karar verdik. Sonuçta Hüseyin benim müşterilere nasıl davrandığımı biliyor. Tabii ki zor bir piyasa ama sonuçta bu bir iş ve para kazanıyoruz bu işten. O nedenle biz bu tür sorunları çoktan aştık."

Aşina Klip Müzik'le beş kasetlik bir anlaşma yapmış, ilk klibini de Yeniden isimli şarkıya çekmiş. Şu sıralar bir çok müzik kanalında yayınlanıyor. Al-bümüne adını veren Bana Yalan Söylediler isimli şarkı ise oldukça eski. Belki hatırlarsınız, bir zaman-lar Nilüfer söylerdi, hatta Necla Nazır'ın oynadığı bir filmin şarkısı olarak da kullanıldı. Eğer aynı fab-rikanın ürünleri gibi duran şarkıcılardan bıktıy-sanız, gerçek bir sesten güzel bir yorum dinlemek is-tiyorsanız buyrun, artık Aşina var...

Nevin Cerav

A^: Büyül<parmakkapı 5lc 5/3 Beyoğlu/İST. 3eL 293 66 38

Kitaplı kahve açıldı

25

Page 27: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

HELEN BRIDGET JONES'UN FlELDING GÜNLÜĞÜ

• H HOMAN „

. ÜÜOr. .. .jîâSHflİkââl̂ ^̂ ^̂ ^̂ k.

sonrası hikâyesi Daha önce bir televizyon kanalında dizi fi lmi yayımlanan Seks ve Şehir'in kitabı çıktı. Çok

satan Bridget Jones'un Günlüğü kitabından çekilen fi lm de bu ay sinemalarda...

Se.v and the City, Bridget Joııes...

Modern kadının teminiz

Bridget Jones, doksanlı yıllarda Londralı, eği-timli. medyada çalışan, otuz yaşlarında bir kadın. Bu kadının en önemli derdi dış görünümü (özellik-le kiloları) ve erkeklerle ilişkileri... Daha sonra da işteki başarısı geliyor. Görünürde ekonomik bakım-dan yaşamı kendi ellerinde; ama erkeklerle ilişkile-rinde edilgin ve beklentilerinin karşılanmasını um-makla geçiyor hayatı... Bir ilişki başlıyor. Ama iliş-kiyi devam ettirecek belirleyici karar erkeğin. Kadın bekliyor.Telefon edecek mi? Tatili birlikte mi geçi-receğiz? Beni aradı mı? Arayacak mı? Görünürdeki kendine yeterliliğin altında muazzam bir güvensiz-lik, çaresizlik ve mutsuzluk yatıyor. Sonuçta erkek-ler istedikleri zaman, istedikleri gibi ilişkiyi belirli-vor. Kadın da işlerin onun lehine, onun ihtiyaçları-na cevap verebilecek şekilde gelişmesi için sessizce çırpınıyor. Ve yaşamı, tüm melekeleri bu çırpınma-nın esiri olarak yitip gidiyor. Ne büyük bir kayıp.

Bu arada bedeninin genç, (011 sekiz yaşındaki kadar diri, seliilitsiz, yağsız, yumuşak, esnek olma-sı için çabalıyor. Bir türlü bedeni reklamlarda gös-terilen manken ölçülerine, on sekiz yaş diriliğine ulaşamıyor. Aslında imkânsız bir savaş bu.)

Daha da önemlisi yanlış ve mantıksız. Ve kadın-ların hayatlarını böylesine akıldışı bir hedef için harcamaları... Feminizmin en önemli argümanla-

rından biri oları, "kadın bedeninin özgürleşmesi, kapitalizmin ve erkek egemen toplumsal değerlerin kadın bedeni üzerindeki tahakkümünün yok edil-mesi, dolayısıyla gerçek özgür ilişkilerin, cinsler arası eşitliğin mümkün olabilmesi nin başarısızlığa uğraması anlamına geliyor.

Altmışlı yıllar feminist özgürleşme taleplerinin yükseldiği yıllardı. Ama bu hareket, geniş toplum-sal özgürleşme talepleriyle etkileşim içinde, birbiri-ni besleyen bir süreçti.

Seksenli yıllardan itibaren dünya değişti. Kapi-talizmin, neo-liberal ideolojiyle yeniden ivme kaza-narak geliştiği, büyüdüğü yıllar oldu bu yıllar. Ve her türlü ilişkiyi belirleyen bu değişim, tüm top-lumsal. kültürel ve ekonomik alanlarla birlikte fe-minizmi de etkiledi. Seksenli yıllar boyunca femi-nist hareket, Madonna'mn şarkılarında, Cosmopo-litaıı dergilerinde ifadesini buldu ve şekillendi. Da-ha çok şehirli, iyi eğitim görmüş, bireyci, iyi para kazanan kadınların feminizmiydi bu. Ama liberaliz-min tüm dünyayı egemenliği altına alması gibi bu yeni tür feminizm de özellikle metropol kadınına egemen oldu.

Bu feminizm anlaşıldığı kadarıyla iyi tüketen, cinsel özgürlüğünü kazanmış kadının yaşam tarzım simgeliyor. İşte, lüks ürünlerin başta gelen alıcıla-

rından olan bu kadınlar, Bridget Jones 'un Günlüğü ve Sex and the City kitaplarında ve bıı kitaplardan uyarlanan filmlerde, televizyon dizilerinde sözko-ııusu olan kadınlar...

Ancak anlaşıldığı kadarıyla yıllardır pompala-nan yaşam tarzı ve cinsel özgürlük kadınlara tanı anlamıyla özgürleşmeyi ve mutluluğu getirmedi. Tam tersine varolan bazı eski sorunların adı kon-madan üstü örtülü bir şekilde sürmesine ve beslen-mesine neden oldu. Hatta Bridget Jones da görüldü-ğü gibi, dış görünümüne hastalık derecesinde takıl-mış, güvensiz, mutsuz kadınlar doğurdu. Bridget Jones'un hayatına baktığınız zaman edilgin, kırıl-gan ve bekleyen bir kadın görüyorsunuz. Tıpkı on dokuzuncu yüzyıl romanlarında olduğu gibi...

Sez and the City dizisinde ve kitabındaki ka-dınlar, daha şen şakrak, çok daha az kırılgan. Brid-get Jones gibi beklemiyorlar. İlişkilerin üstüne gidi-yorlar ve kahramanlarının deyimiyle, kısa süreli ilişkilerden sonra çekip işlerine, kendi hayatlarına dönüyorlar. Elbette, çünkü bunlar Manhattan ka-dınları... Dört yüz dolara ipli sandalet alabiliyor-lar... Zaten dizideki kadınların giysilerinin Manhat-tan modasının öncüleri haline dönüşmesi de pek çok şeyi anlatıyor.

Ama gene de kitaptan bir alıntıyla "New York

26

Page 28: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

özel bir tür bekâr kadın ortaya çıkardı. Zeki, çe-kici, başarılı ve biç evlenmemiş. Yaşı otuzla kırk arasında ve eğer deneysel bilgi işe yarıyorsa muhte-melen hiç evlenmeyecektir. Hepsi de harika kadın-lar.'1 Neden böyle. Çünkü "New York un bir Editlı Wharton romanındaki kadar karmaşık ve sofistike, kendine özgü, "zalim (vurgulama bana ait) evlilik adetleri vardır.

Yani tercüme edersek, kadının Sharon Stone ka-dar güzel, zengin, ünlü ve başarılı olması gereki-yor.

Bütün bunlar bizi nereye götürüyor? Şu meşhur eşitlik meselesine. Bazı çok önemli farklılıklar, eşit-sizlikler, tüm bu gelişmişliğin, özgürlüğün, zengin-leşmenin arkasında alabildiğine hüküm sürmeye devam ediyor. Tabii şu ana kadar söz ettiklerimi-zin, son derece merkezde cereyan eden, sınırlı bir deneyimin popüler bir temsili olduğunu göz önüne alırsak... Merkezin dışında kalan, gerçek kadın ha-yatlarını belirleyen, anlatan ne var diye bir soru so-rarsak, vereceğimiz cevap çok daha farklı olacak-tır.

Sex and the City dizisinin ve filminin "dört Manhattanlı, bekar, zengin, güzel ve çekici kadı-nın cinsel antropolojilerinin dışına çıkıp, modern kadının deneyimine baktığımızda bu konuda gör-düğümüz bazı sorunları daha ciddi ve daha gerçek biçimde ele alan önemli bir kitap var... Doris Les-sing'iıı Altın Defter i.

Doris Lessiııg bu kitapta özgür ve modern kadı-nın vaşanı deneyimini yürekli bir biçimde dile geti-riyor. Özgiir kadının duygusal ihtiyaçlarını hiçe sa-yan, eskiye göre kolay elde edilen bu ilişkilerden bir hırsız gibi yararlanıp, sonra toz olan bir dolu er-kek... Ruhsal açıdan incitmenin en ifade edilemez olanlarını kadınlara yaşatan erkekler...

Tek başına lıenı yaşamak için çalışına hayatını sürdürmeye, hem doğurduğu ço-cukların sorumluluğunu yürütmeye çalışan yorgun, yalnız, mutsuz ve artık kırklı yaşlarda veya bu yaşa yaklaşan kadınlar... Bu özgürleşme ve modernleşme deneyimini, kapi-talist ilişkilerin getirdiği zorluklara rağmen yürütmeye çalışan kadın... İşte Doris Lessing'iıı Altın Defter romanının kahramanı olan An-na'nın yaşamı tüm bu sorunlarla yüzleşmekle, başetmeye çalışmakla geçiyor. Anna'nm deneyimi günü-müzün modern kadının yaşamıyla örtiişüyor ve yeryüzünün pek çok yerinde yaygın bir biçimde yaşanı-yor.

Bu süreç içinde erkeğin de kim-lik problemi yaşadığını kabul etme-liyiz. Ancak hâlâ hayatın ağırlığını kadınlar yükleniyor. Ye yeni ilişki-lerin sorunlarını büyük ölçüde ka-dınlar yaşıyor. Michel Houelle-becq'in romanı Temel Parçacıklar da benzer bir konuyu değişik bir bakış açısıyla ele alıyor. Romanın, kardeş olan iki erkek kahramanı-nın biri genetikle uğraşan bir bili-ınadamı; diğeri ise kafasını cinselli-ğe takmış bir adam. Bu adamların hayatlarına giren kadınlar bağla-mında, cinsel özgürlüklerin ne den-li aşırı, yıpratıcı ve sağlıksız yaşan-dığını gösteren deneyimlerden son-ra, romandaki kadınların her biri özgür cinsel hayatın günahını çe-

kercesine ölüyor. Nedense erkekler değil de, bu sağ-lıksızlığın cefasını çeken yine kadınlar oluyor. So-nunda biliuıadamı olan kahraman, insanı hayvan-dan çok da nitelik olarak farklılaştırmayan, cinsel-lik ve cinsel haz denilen özellikleri yok edecek ve-ya cinsellikten duyulan hazzı anatomik olarak bey-ne ait bir fonksiyon haline getirecek bir keşifte bu-lunuyor... Böylece cinselliğin yarattığı her türlü egemenlik, saldırganlık vb. olumsuz duygulardan insanlığı kurtarıyor.

Eh bu da bir çözüm... Ama halihazırda kurgusal bir çözüm...

Peki ne olacak? Kadın özgürleşme hareketi de-vam edecek. Ama yaşanan acılardan dersler çıkara-rak, daha iyi bir diinya için yeııi değerler oluştura-rak, sevgi, paylaşım ve özveri dolu ilişkileri inşa et-meye çalışarak...

Özgürleşme idealinden vazgeçilemez. Arııa her-halde yukarıda sözünü ettiğimiz, Cosmopolitan türü yaşam tarzı ve değerleriyle olmayacak bu iş. Çünkü bunlar büyük ölçüde sahte, sınırlı ve bugün-kü dünyanın bireyci ve kapitalist değerleri ile yoğ-rulmuş. insanlığın gerçek yaşam deneyimini yansıt-mıyor. Kadın erkek eşitliğini inşa edecek yaratıcılığa sahip değil... Kadını kendi bedenini ve duygularım inkar etmeye yönlendiriyor. Mutluluğu ve beğenilme duygusunu faşizan bir biçimde belli ölçülere eııdeksliyor. Kadınların kendilerini daima kötü hissetmelerine neden oluyor. Kadınlar arası ilişkileri acımasız bir rekabete dönüştürüyor.

Kadınlar bu sahte hapishanenin duvarlarını yıkabilir. Ama bunun için sanata, gerçek deneyim-İerin, gerçek acıların, duyguların, hayal kırıklık-larının anlatılabildiği ve bu küllerin arasından ütopyaların çiçek açtığı gerçek sanata ihtiyaç var.

Necla Algan

r e i c f

A

son mektubu yazarken sen saadetler diliyoruz

J | - S3S. . t

^MflftlfiSÎ-. :

eski okıularuıuz perihaıı mağden'le yapUğı-mız ilk ropörtajı hatırlayacaklardır, o zamanlar, meraklısmııı tanıyıp okuduğu bir edebiyatçıydı, bize, bir çok ilginç şeyin yanında, yazmayı dü-şündüğü, şehirli iki kızın suça bulaşmasını anla-tan bir romandan bahsetmişti, insana, "hadi vazsa da okusak," dedirten bir lıikâyeydi.

röportajdan sonra pazarteside yazmaya baş-ladı. sonrası hepinizin bildiği modem peri masa-lı; mehmet yılmaz onu keşfetti, perihaıı radi-kal7 de yazmaya başladı, türkiye nin en serilen, en çok okunan, en sivri bulunan yazarlarından birisi oldu. belki hep haklı olmuyordu ama ba-sında alışılmadık biçimde samimiydi, her gazete onun taklitlerini aradı ama bir perihaıı daha çık-madı işte. popülerliğin alanına geçmişti, roman-larının adını bile duymamış olanlar yazılarını okuyor ve tartışıyordu.

basında küliseniiı yazmadığı şeyleri yazıyor-du. aıııa işte o romanı yazaııııyordu bir türlü, iyi bir köşe yazan kazanmıştık, ama iyi bir edebi-yatçıyı da kaybetmiştik. ııilıayet, bir pazar günü, romanını yazmak üzere gazete oklularına veda etti.

yani lavuk bir popçu kadınlar aleyhine bir demeç verdiğinde, ağzının payını vereceğinden emin olduğumuz bir yazar yok artık, ve başları derde giren öğrenciler, barış anneleri, ölüm oru-cu yapan çocuklarının peşine düşmüş kadınlar başvuracakları bir kapıdan oldular, hepimiz için ne büyük bir kayıp.

ama sadece peıilıan ın yazabileceği o roıııaııı kazanacağız, kadınların öfkesini anlayabilen, bıı öfkeyi seven, sevdiren ve hepsinden önemlisi kadınların da sağlam, iddialı ve kalıcı edebiyat yazabileceğini dosta düşmana ispat eden bir yazarın yazabileceği romanlar, ne büyük bir kazanç.

yalnızca köşeyazılaıuıı okuyanlar perihaıı mağden'i kaybetmiş sayabilirler kendilerini, aıııa biz onun ta ne zaman vaat ettiği o romanı kazandık, çünkü aslında en çok şehrin kırgın ve öfkeli kızlarının bir yazara ihtiyacı var.

ayşe düzkan

27

Page 29: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

Amerikalı bir kadın satıcısı kırk yıl önce aynaya bakmış ve gördüğünü anlatmış

U V e n k doğulmaz,

olunur!

pezevenk ICEBERG SLIM

Ünlü kabadayı Dündar Kılıç en nefret ettiği insanlara şöyle küfredermiş. "Şişli'-den Şişhane'ye kadar masum orospuların alınteriyle yaşayan yakası karanfilli karı pezevenkleri." İşte onların Amerikalı meslektaşının samimi itirafları.

Iceberg Slinı yirmi dört yıl pezevenklik yapmış. 1960 da nadim, sonra da yazar olmuş. 70 lerde Amerika 'nın en önemli düzen karşıtı Siyah politik hareketi olan Kara Panterler le bir araya gelmiş. Adını ona duyduğu saygıyla "buz "olarak almış olan repçi Ice-T, kitabın 1996'daki baskısına yaz-dığı önsözde onun gerçek bir sokak sa-vaşçısı olduğunu söylüyor. Siyah arka sokakların bir nevi kralı olarak görü-len, 1 9 9 2 ' d e bu dünyaya veda eden, siyah buz adamın Parantez yayınlarından çıkan kitabı, peze-venklik aleminin bilgisini önümü-ze ABD üzerinden getiriyor. Mu-hakkak çok zengin olan "siyah argosunu lıis-sedemesek de k i t ap hiçbir esrarengiz ha-va ka tmadan bir pe-zevengin hayat ın ı önümüze seriyor. Iceberg ' in dileği, iğrenç haya t ın -dan duyduğu pişmanlığın bu kitap aracılığıy-la azalmasıymış.

Gavat keli-mesini ortaokulda t e sadüfen duydu-ğumda çok fena bir şeyi işaret ett iğini an lamış t ım. Ama neyi? Bunu yıllar sonra öğrenecekt im. Çocukkenki önsezim doğ-ruydu, b u çok fena bir işti. Ama neden hırsızlık, canilik gibi fena şeyler izah ediliyor-du da bu edilmiyordu?

Bu gizlilik alıcı ve satıcıla-rın birbirinden uzak, ama bu pis alışverişle birbirinin içine giren dünyalarının gereği san-ki. Iceberg'in deyişiyle erkek-ler, "bir ellerinde çük, bir el-lerinde para ' ' fahişe ararlar . Sonra tekrar kendi dünyaları-na dönerler. Bu dünyaya böyle elini kolunu sallayarak giren müşteri orospunun değil, peze-vengin işbirlikçisidir. Çaylak bir pezevenk bir an önce çuvalla para kazanmak için can atar.

28

Kızların hayalleri, pezevenk herifleri besliyor Genelevden emekli olmak için uğraşan Mehtap Ab-la'ya kalırsa bir pezevenk yırtıcı bir kurt . bir hır-sızdır. Bir pezevenk çoban bile olamaz. Neden, çünkü koyunun, kuzunun derdini anlamak, dinle-

mek gerekir. Bir pezevenkse kadınların adamların altına yatarak, onların gönlünü hoş ederek ka-zandığı parayı çalmaktan başka birşey bilmez. Iceberg Slinı, başarılı bir pezevenk olmak için bazı duygularını öldürmesi, bazılarını ise gizle-mesi gerektiğini anlamış ve kendine çavlaklığı-ııı gizlemek için aysberg- buzdağı lakabını seç-miş. Merhametsizliği nasıl öğrendiğini kitapta aıılatıvor. Korksa bile belli etmeme huyundan-sa, özellikle beyaz Amerikalılar a karşı gelirken yararlanmış olmalı. Pezevengin zalim olması

yetmez, hain de olması gerekir. Iceberg şöyle yazıyor: Pezevenk bir fahişe kaptığında, onu deli gibi çalışıp çok para yaparsa gök-kuşağının öbür ucunda bir kocaya kavuşa-

cağına inandırır. Kancığın kafasına hayal-ler pompalamak zorundadır .

Benim için herşeyi yapar mısın? iki hafta önce, lokalimizde toplantı yapmaya hazırlanıyorduk ki yanı-

mızdaki binanın üçüncü kat taki pen-ceresinden ayaklarını sarkıtmış bir ka-

dın bağırdı. "Çekilin ben kendimi aşa-ğı atacağım." Yaprak bu kadınla kalp köprüsünü kurmayı başardı. Kapı kırıldı, Hande aşağı alındı. Bu boş, metruk, pis b inada birlikte yaşadığı Selo nun onu

başka bir adamla evde kilitli bırakması ka-dını çıldırtmıştı. Saatler sonra haplı kafası açılan kadının lise mezunu olduğunu öğ-renmiştik. Hâlâ güzeldi ve kolları sigara yanığı içindeydi. Sonra onu pezevenk bi-

le olamayacak kadar fakir ve zavallı gö-rünen âşığı Selo'nun elinden, onun iz-niyle alıp genç oğlunun yanına götü-rürdük. "Ben var ya," diyordu araba-da, "Kocama t ap t ım , t aparcas ına sevdim onu. Bana sordu, beni seviyor musun, diye. Dedim ki, senin için herşeyi yaparım. Sonra beni satmaya başladı iyi mi? Bak bu Selo beni se-viyor ama neden o adamla yalnız bı-

raktı? Ne dersiniz, beni seviyor mu, yoksa olmaz mı ar t ık?" Ne

diyelim kafamızı eğdik, hele bir Amatem'e yat da dedik.

Pezevenklik öğrenilen bir şeydir işe ya r amaz bir o rospudan , kur tu lmas ın ı bil-

mek pezevengin mar i fe t ler inden biridir . Bunun en iyi yöntemiyse oııuıı kendin i mahvetmesini sağlamakt ı r . Iceberg bu ve benzeri bir çok şeyi cezaevinde öğrenir. Eğit imini muhi t in en kuvvet-li pezevenginiıı kana t la r ı a l t ında t a m a m l a r . Usta-lı şöyle der: "On b in müşter in in üs tünden geçtiği bir fahişenin akli dengesi yerinde olmaz. Mem-nun olmadığımı, işinin b i tmek üzere o lduğunu ona hiç belli e tmem. Bir psikiyatr gibi tatlı tat l ı k o n u ş u r u m onunla . Onu del ir tmenin yolunu dü-şünü rüm. Kafası iyiyken üstüne tavuk kanı süre-rim. Ayıldığıııda ona sokaktan böyle geldiğini söylerim. Ben bir iş adamıy ım evlat. \ e ı ı i bir kı-zınsa beynini kaz ımak gerekir. Oııu ilk düzeni öğrenmek gerekir. Babası mı. sevgilisi mi? Bırak herşeyi anlats ın sana. Hop ipiııi eline al. Sonra kancığı yit irmek istemiyorsan onu korkut . Yoksa çalışmaz, pa ra kaçırır, başka a d a m a âşık olur. oııa pa ra vedirir. Iceberg. o ve ona çalışan iki ka-d ından oluşan topluluğa aile der. lvi zaman la rda kızlar günde 150 dolar kazanır lar . Gençtirler , gü-zeldirler. Süsleıınıeleriyle Iceberg bizzat ilgilenir. Bu işinin bir parçasıdır . Günde 011 altı saat çalı-şan kızların bacaklar ı titrer, organları şişer. Ya-şadıkları ev süslüdür . Kızlar bııııa bayılır. Peze-venk onları denetler. Sürekli kuşkudad ı r . Ice-berg 'e kal ırsa iyi bir pezevenk dünyan ın en yalnız yarat ığıdır . Fahişelerini avucunun içi gibi tanı -mal ıdır , ama kızların kendisini t an ımalar ına izin

vermez.

Muhitte gösteriş şart Pezevenk yakışıklı olmalıdır . Kadınlar ın çeki-

ci görmediği bir a d a m b u işi yapamaz . Pahal ı bir a rabas ı olmalıdır . Giyimi kuşamı yer inde ol-malıdır . Bir de pabuçlar ı sivri olmalıdır . Ki tap tan öğrendiğim Amerikan pezevenk ayakkabıs ı da sivri uçludur . Hem gösterişe, hem kadınlar ı döv-meye yarar . Türk iye 'de hâlâ en çok Mercedes m a r k a seviliyormuş. Karaköy iin esas pezevenk-leri a raba la r ın ı hep yıkat ı r ve katlı o toparka k o y a r l a r m ı ş . M e h t a p Ab la ' ya göre de b i r pezevenk hep havalı o lmak zorundaymış . Kasıl-mal ıymış . Tab i i ben karne l i pezevenkle r i t an ıyorum. Ötekileri b i lmem diyor. Mehtap Ab-la 'ya kal ı rsa hiçbir pezevenk eceliyle ölmüyor -muş. Çünkü orospunun bedduas ı m u h a k k a k tu ta rmış . Sivri uçlu pabuç la ra karşı , b e d d u a b a n a zayıf bir silah gibi gö ründü ama. Belki top-lu bedduayla . Siz ne dersiniz?

Handan Koç

Page 30: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

Bir hızlı gazetecilik olayı

Batman'da kadınlar ölüyor Gündemin şaşırtıcı bir hızla değiştiği ülkede haberin hızına yetişemeyen okurlar, gazetecilerin son dönemde ardı arkasına yazdığı siyasi gündem konulu kitaplarla bir nebze olsun zamanı yakalamaya çalışıyor. Müjgan Halis'in Batman'da Kadınlar Ölüyor adlı kitabı da, bu serinin ilgi çeken kitaplarından.

Batman, yıllarca faili meçhul cinayetleri, dalıa sonra Hizbullah operasyonları ve en son dönemde artan kadın intiharları ile gündeme geldi. Her durum-da, burada olup bitenler bir video oyununun ya da bir Hollvwood filminin parçasıymışçasına yaşamımıza girdi. Medya aracılığıyla bize filtre edilerek ulaşan bil-giler. genel geçer anlayışların ötesine geçmiyor, bövlece, olaylar '"bu taraftakiler iıı olayları dışsallaştırabilmesini ve izleyici kalmasını sağlıyordu. Son dönemde bölgede yaşanan intihar patlaması içiıı kimisi, kadınların dini anlayışlarının zayıflığından kinlisi de bilinen klişelerden hareketle, bölgedeki feo-dal yapıdan dem vurdu ama bu beyanların çoğu derinliksiz ve sorunu çözümlemekten aciz saptamalar olarak kaldı. İşte bu yüzden, kadınları yaşamdan vazgeçiren koşullan, onların ruhsal ve fiziksel durum-larını içtenlikle dile getirecek, araştırma adına orada burada yayınlanan karmaşa ve yanlı açıklamaların ötesinde bir çalışmaya şiddetle ihtiyaç vardı.

Müjgan Halis kitabını, tam da bu noktadan yola çıkarak hazırlamış. Medyanın ve diğer araştırmaların bu konudaki yaklaşımını eleştirirken konuyu ele alan-ların farklı bir duyarlılık geliştirmesi gerektiğini sövliivor. I lalis'in ısrarla altını çizdiği medyaya karşı eleştirel tavrı ve kitabın ilk otuz sayfasında Batman ııı özel koşullarını anlattığı bölümlerdeki tutumu nedeniyle, alternatif bir yaklaşımla bu konuya eğilen biri nihayet çıktı diye sevindim. "Medya organları bölgenin yıllar süren ihmal edilmişliğini, sadece çatışmalara ve faili meçhul cinayetlere konu olan özel-liğini gözardı ettiler. (...) Savaş psikolojisini, yoksul-luğu, sürgünü ve yıllarca sadece hayatta kalabilmek için verilen mücadeleyi hiçe sayan haberler bölge insanının (...) ölümü kurtuluş olarak gördüğü gerçeğinin yok savılmasının sonucuydu, diyor Halis. Kürt olmasının bu anlamda bölge insanı ile iletişim kurmasını kolaylaştıran bir etken olduğunu da ekliy-or.

Kısa bir girişten sonra, intihara teşebbüs eden kadınların özel hayatlarının anlatıldığı bölümler yer alıyor. İnsanları sadece birer rakamdan ibaret sayan istatistiki yöntemler, sorunları sıkıcı ve genel katego-riler içinde ele alırken, çoğu zaman özel olanın poli-tikliğini gizlemeye yarar. Tanıklıklar ve özel yaşamlar rakamlardan çok daha fazla ipucu barındırdığı için feminist metodolojinin sıklıkla başvurduğu yöntem-lerden biridir. Müjgan Halis in kitabındaki bu yaşam övküleri de bu yönüyle önemli bir katkı niteliği taşıyor.

Kitabın devamında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikivatri Bölümünü'nün raporu, Baro nun araştırması, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu nun ve Divanet Işleri'nin raporları ile bölgeden avukat, belediye danışmanı, vali, HADEP il başkanı, baro başkanı ve ÇATOMlarda çalışan ve öğrenci olan kişilerle röportajlar bulunuyor. Anlaşılan, bu konuda şimdive kadar -tek tük de olsa- yapılan çalışmaların bir yerde toplanması ve -büyük medyada yer alan ya da yer almayan- konuyla ilgili tüm iddiaların içer-

ilmesi hedeflenmiş ve kitap arşiv şeklinde tasarlanmış.

Sorunlar Bövlece, tanıklıklar, röportajlar ve araştırma

raporlarının arka arkaya sıralandığı bir yapı oıtaya çıkmış. Bu çalışmayı veri ve röportaj yığmacası haline dönüştüren, bu haliyle keyfilik ve aceleye getirilnıişlik hissi uyandıran şev. bölümlemelerin dizilişinden çok. kitabın bıı raporlar ve röportajlarla ilgili toparlayıcı çerçevesinin olmaması. Araştırma raporları büyük ölçüde, intihar oranlarındaki değişimler, intiharların yaş gruplarına, intihar türlerine, coğrafi bölgelere, mevsimlere vs. göre dağılımlar gibi kategoriler ve çeşitli vüzde oranlarından oluşuyor. Bu tip istatisti-ki verilerin olayı anlama, anlatabilme ve ikna etme konusundaki sayısız faydalarını yadsımamakla birlikte, araştırmalar arasındaki ideolojik ve yön-temsel farklıklara dair kitapta bir iki satır yorum bulmayı beklerdim. Bu çalışmalara ve bunları yürüten kurumların konumlarına yönelik eleştirel bir tavır yerine verilerin ve önerilerin olduğu gibi yansıtılması tercih edilmiş. Doğrusu, Diyanet, Aile Araştırma Kurumu ya da Batman daki Baro nun araştırmasının aynı önemde ele alınması gerekmediğini düşünüyorum.

Bölgenin sosyo-ekonoıııik yapısını, politik ve ideolojik arkaplanını istatsitiklere göre daha iyi yansıtması beklenen röportajlar, yazarın yönelttiği sorularda medyada yer alamayan bazı iddalan içer-mesi nedeniyle anlamlı. Ancak, bu röportajlar da bir çerçeve içinde sunulmadıkları için ya bu iddialar havada kalıyor ya da yanıtlayıcılar tarafından kolaydıkla geçiştirilebiliyor. Örneğin, kızların savaş sırasında gerilla olabilme imkanlarının şimdi ortadan kalkmasının ya da evlilik öncesinde kamu görevlileriyle ilişkinin yaygın olmasının intihar nedeni olup olmadığı, renkli basında hiç konuşulmayan ve Halis in muhataplarına yönelttiği ciddi iddialardan sadece ikisi. Dolayısıyla, araştırıcının bu noktada PKK, Hizbullah ya da ÇATOM gibi kurumlara dair bir değerlendirme yapması kaçınılmaz hale geliyor. Kızların gerilla içindeki konumlan, bu seçimin vaat-leri, Hizbullah ın bölgedeki yaşamla ilişkisi, savaşın seyri aklıma gelen sorulardan bazılan.

Kitap ya da yazı dizisi Çerçeve konusundaki eleştirilere, yazann objektif

gazetecilik adına tüm verileri olduğu gibi. okurlarının değerlendirmesine sunabileceği, herhangi bir çerçeve kurmasının gerekmediği şeklinde karşı çıkılabilir. Gündemin bir gününün bir diğeri ile aynı olmadığı bu dönemde, bir bellek oluşturmanın, arşiv tutmanın önemli olduğu; olaylan günlük gazeteden izleyecek vakti olmayanlar ya da büyük medyaya güvenmeyen-ler için bu tip kitapların gerekli olduğu iddia edilebilir, ( t ) Son dönemde, sayısında patlama yaşanan gazeteci kitaplarının bu ihtiyacı karşılamaya dönük olduğu da söylenebilir. (2)

Dipnotlar: (1) Aslı Örnek. Hızını Alamayan Kalemler, Bilgiye

Doymayan Okurlar. Radikal Kitap Eki. 14 Eylül 2001. (2) Kitap dünyasında özellikle 2001 'deri itibaren

gözlenen gazeteci kitaplarındaki patlamaya bir önıek: Metis Siyah Beyaz dizisinden 1991-2000 dönemideki 10

yıl bayınca 12 tane kitap çıkarken, 2001'de şu ana kadar bu seriden çıkan kitap sapsı 13 oldu.

Bu hızlı gazetecilik olayını da burada etraflıca tartışamayacağım. Ancak, bu kadar kısa sürede hazırlanan gündem kitaplannııı sayılan faydalarına birkaç itirazını olacak. înceleıııe-araştırma kitaplarının günlük gazetede yer alan yazı dizisi koleksiyonlarından farklı olması gerektiğini düşünüyorum. Yazı dizileri geçicidir, kitaplar ise kalıcı. Çoğu vazı dizisi yüzeysel bilgi sunar. Oysa, inceleme kitaplan bu bilgileri derinleştirmek, ayıkla-mak ve bir tortu, bir iz bırakmalıdır. Müjgan Halis'in kitabında ben bu ikincisini hissedemedim. Güneydoğu da kadın intilıarlan gibi bir konunun ağırlığı ve derinliği karşısında, Halis in çalışması çok farklı bir vaklaşım sunamıyor. Son dönemde piyasaya çıkan bu tür kitaplarda ağır bastığını sandığım hız ve çok-satarlık kavgısı, asıl olarak gündemin giindemsi-zleştirilmesine katkıda bulunuyor.

Yelda Yücel

29

Page 31: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

Suskun periler Ferzan Ozpetek'in Cahil Periler adlı filmi hakkında söylenebilecekleri eşcinsellikle sınırlamak mümkün değil. Ama maalesef kendisi de bu yanlış yoğunlaşmayı engelleyemiyor.

Ferzan Özpetek in son filmi "Cahil Periler de Margherita Buy. Stefano Accorsi, Sena Yılmaz, Andrea Renzi. Gabriel Garko ve özellikle genç lerin iyi tanıyacağı biri, Kargo grubundan Korav ver alıyor. İtalva Fransa ortak vapı ıııı olaıı filmin, başarılı müziklerini And-rea Guarra yapmış. Ferzan Özpetek in müziklere katkısı söz yazarak olmuş.

İtalya'da pek çok ödül alan film. Roma Yabancı Basın Merkezi nin festi-valinde üç ödül birden almış; eıı iyi yö-netmen, en iyi kadın oyuncu (Margheri-ta Buy), en iyi erkek oyuncu (Stefano Ac-corsi) ödülü... Film Türkiye'de gösterime girdiği hafta, tüm gazete ve televizyonlarda bir Ferzan Özpetek ve Cahil Periler patlaması oldu. Acaba, bunun filmi İtalya'da iki milyondan fazla ki-şinin izlemesi ve Berlin Filııı Festivali nde gösterilip, beğenilmesiyle bir ilişkisi var 1111? İlk iki filmi ile {Hamam ve Harem Suare) Türkiye'de pek sevilme-mışti. daha doğrusu eleştirilmişti. Hamam da eşcin-sellik. Harem Suare de Osmanlı tarihine yaklaşımı, bazılarını rahatsız etmişti nedense... Dikkat ettim de gazetelerin bazılarında çıkan söyleşilerde, lıep eşcin-sellik konusu üzerine gidiliyor. Yönetmen ısrarla ben eşcinsel aşkı değil, aşkı anlatıyorum dese de bu

açıklama yeterli olmuyordu, söyleşileri vapanlar için. Öyle ki kafalarındaki eşcinsel tipini doğrula-mak ister gibi sorular soruvorlar. ama bazı sert ce-

B O Ğ A Z İ Ç İ

KİTAP ve SESLİ YAYİNİ

G Ü N L E R İ

Sanayi ve Tiearet Bakanlığı nın 15 Mart 2001 tarihli Resmi Gazete deki izni ile

[ANITIM SPONSORLARI HİZMET SPONSORLAR

o ı m r e n j y ^ f f r a -,KSİ,ON »irîîedııa cruhd^ jvc 4ıu^v-tH

L I\ ^ MERCANSOY *

O R G A N İ Z E : ^ flltaijpJllİ T t|; 1 212 5 1 9 43 73 ( P b l ) F a l 0 2 1 2 512 32 78

vaplarla da yılmayacak gibi duruyorlar. Hatta. Fer-zan Özpetek artık bu durumu kanıksamış reklam olur. diyecek kadar, kabullenmiş gibi görünüyor.

Filme gelince. Antonia ( Margherita Buy) ve Mas-sinıo (Andrea Benzi) on-on beş yıldır evlidir ve tabii görünen odur ki görünüşte çok mutludurlar. Ancak Massimo'nun trafik kazası ile ani ölümü, gerçekle görünenin nasıl da farklı olabileceğini, çarpıcı bir şe-kilde gösterir. Oııun bir ilişkisi vardır, taııı yedi yıl-dır. üstelik de bir erkekle. Michele (Stefano Accorsi) ile... Filme ismini de veren 'Cahil Peri adlı tablonun, arkasındaki yazıyı okuyan Antonia önce Massi-mo'nun bir kadın ile ilişkisi olduğunu zanneder, an-cak elindeki anahtar ona yepyeni bir kapı açacaktır. Bu, öyle bir kapıdır ki onun tanıdığı ve bildiği dün-yadan çok farklıdır. Avnı apartmanda yaşayan, ye-di- sekiz kişinin ve onların arkadaşlarından oluşan bu dünya, onun yaşama yeni bir gözle bakmasını sağlayacaktır. Zamanla, bu insanlar ile gelişen ilişki-si. onların öyküleri... Aids olan Erııesto (Gabriel Garko), nasıl hasta olduğunu anlatırken 'onu öyle sevdim ki hastalığım bile istedim der. Aşk nasıl bir şeydir ki, öleceğini bile bile bunu isteyebilesin? Böy-le bir şev için, aşkın kendisinin bir hastalık olması gerekmez mi?

Tiirk karakter Serra ııın da tanıdık bir öyküsü vardır. Türkiye den politik olaylar sonucunda, yeni bir hayata başlamak için kaçmıştır, t zerinden yirmi yıl geçmiş olsa bile. bu unutulacak bir şev değildir, unutulmaz... Serra'nın kardeşi Emir (Korav). bir gezgindir hiçbir yere ait olmayan veya lıer yere uyum sağlayan... Antonia ile tanıştığında 'sizi daha önce nerede gördüm. İstanbul'da bulundunuz mu? sözü herhalde herkese tanıdık gelecektir. Tüm bu yaşananların içinde. Antonia annesinin de geçmişte bir generalle, dokuz yıllık bir ilişkisinin olduğunu öğrenir, Antonia'ya 'sen hiç hayatı merak etmedin ki. der. Bu söz belki de bir başlangıçtır. Massi-ıııo nun bir erkekle ilişkisinin olması onu kırar, an-cak Michele ile aralarındaki rekabet onları yakınlaş-tırır da... Üstelik, Massimo ile Michele i tanışmasına ııeden olan Nazını Hikmet, ikisinin de en sevdiği şa-

irdir. Michele, Nazım ın kitabının Antonia ya hediye olduğunu ve Massimo nun ona da valaıı söylediğini

anlar. Apayrı iki dünyada yaşamıştır o... Antonia. Emir'in (Koray) de teklifiyle gitmeye karar ve-

rir. Ancak, bu yolculuğa yalnız çıkacaktır. Annesi ııiıı dediği gibi ' yalnızca kendi için yaşama vakti gelmiştir. Boynuna, annesi-nin hediyesi özgürlüğünün simgesi olan kolyeyi takar ve yoluna devam eder...

Filııı. pek de kimsenin üzerinde dur-madığı, yaşamın çelişkilerim anlatan vur-

gularla beslenmişti. Mesela Antonia bir has-taya Hl \ pozitif olduğunun yani öleceğinin

haberini büyük bir soğukkanlılıkla verirken, kocasının ölüııı haberini alır. Ölüm haberi ver-

mek ıııi. \oksa almak mı hangisi daha zordur? Bir diğer vurgu da. belki de daha önemlisi, insan sevdik-lerine yalan söylemeli mi. söylenıemeli ıııi? Onları kıracağını, üzülecek ve acı çekeceklerini bildiği, bel-ki de asla anlayamayacakları durumlarda, doğruyu mu söylemeli, yoksa yalan söylemese bile susmalı, hiç söz etmemeli ıııi? Bu çok çelişkili bir durum, Sus-mak. bir şey söylememek de mi bir kandırmaca, bir yalandır? Bilmek insana ne kadar da acı verir bazen, öyle değil ıııi? Hiç düşündünüz mü 11e kadar çok sus-kun peri var aslında hayatımızda...

\ 11 rol Gök

B ilâ « S 1 t ü r

w w w . g r u p m e d y a f u a r . c o m . t r

tel « m ? ! 3 6 ! f f i « ( | H M !

Page 32: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

Fulya ErdetncVnin kiiratörlüğünde bir sergi

sözü ve sesi göstermek fulya erdemci boğa-

zın üniversitesi ııde ta-rih ve sanat tarihi oku-duk tan sonra colombia üniversitesi ııiıı sanat ta-rihi ve arkeoloji bölü-münde sanat yüksek li-sansı yapmış, daha son-ra türkiye 'de ve başka ülkelerde çeşitli konfe-r ans l a rda konuşmac ı , sergilerde kiiratör. bil-keııt. ınarmara ve bilgi üniversitelerinde öğretim görevlisi olarak yer almış, tek başına küratör lü-ğünü yaptığı ilk sergi bu. adıııı ıııarcel proust un zevkler ve günler adlı ki tabındaki ayın adlı bir denemeden almış, sergide haluk akakçe. berkant aksoy, kııtluğ a taman, saırıi baydar , erim bayrı, lukas duwenhögger. aydan murtezaoğlu. füsun onur. ebru özseçen. ahmet soysal, mura t şahinler ve mürüvvet türkyılmaz işleri yer alıyor.

"pişmanlıklar, hayaller, değişen gökler tek tek işleri kendi kişisel zevkinize göre değerlendi-rebileceğiniz. hoşça vakit geçirebileceğiniz kolay bir sergi değil, sergilenen işlerin her birinin tek tek. bir a rada ve bir bütün olarak anlamı var.

fulya, geçtiğimiz yıllarda uluslararası istanbul bienali nin de küratörlüğünii yaptı, bü tün bunla-rın yanında, sergiye yazdığı metindeki şıı bölüm ilginizi çekebilir:

"Geç kapitalizmin (post-eııdiistriyel toplum.

tüket im toplumu, medya toplumu vs. olarak da adlandırı lan) hız ve ısı üreten r u h u insani ve ahlaki değerleri, edğişi-min önünü t ıkayan, ge-reksiz "modası geçmiş duygusal l ık lar o larak

• O sunarken, her türlü fır-satçılığı "rosyonellik ve "her yol m u b a h ' anlayı-

şını da pratik aklın or-ganizasyon becerisi olarak bu akış içinde meşru-laşt ırmaktadır . İnsanın mükemmeliyetine ve ak-luı üstünlüğüne dayanan aydınlanma projesinin bir devamı olarak Moderııizm in iflası, "Aydın düşüncesinin de ölümünü hazırladı. Batı düşün-cesinin mar j ında bu lunan ülkemizde ise bu du-rum çok daha çetrefil bir tablo ortaya ç ıkar tmak-ta. Yaşanılan güne eleştirel bir yaklaşım olmaksı-zın yetişmeye çalışan eski aydınlarımız için amaç. artık toplu kur tuluş edğil. yeni bir binyılın eşiğin-de. küresel pas tadan en l>ii\ ük payı alan "dünya elitleri ııden biri olmak. SOnuç içinden çıkılmaz bi r "pastiche": b u uğun da , s o r g u l a n m a d a n edinilen bilgiler, teknik beceriler, stiller, seyahat-ler. marka lar ve zevkler."

karşı sanat çalışmaları ııdaki sergi 23 eylül de başladı. 2 7 ekim'e kadar sürecek, adresi, istiklal caddesi, ellıamra pasajı , beyoğlu, istanbul.

a.d.

yerli feminizme doğru bir adım

Q Beşiktaş ta Cino isimli bir çocuk giyim mağazası açıldı. Hem hesaplı hem de kaliteli, üstelik Pazartesi okurlarına

indirim de yapıyorlar. Adres: Sinaııpaşa Pasajı, No: 67/705 (Mc Donalds'ın yanı)

Tel 0212-236 19 08

0 Pangaltı da oturuyorum. Kirayı (hpayına düşen 85 milyon) paylaşacak

kadın ev arkadaşı arıyorum. Tel: 0535 - 326 11 67

0 Eleman aranıyor. Tel: 0212 293 66 38

Günümüzde politikadan sanata, üniversiteler-den sivil toplum oluşumlarına, ev içi yaşamından iş yaşamına kadar her alanda feminizmin izleri-ni görmek mümkün. Sel Yayınları nın çıkardı-

p '"yerli bir feminizme doğru", femi-nizmin problemleri içerisinde çok belirleyici birini, yerlilik kavramını tartışma düzlemi-ne taşıvor. Kitapta Türkiye gerçeğinden ha-reketle, ev içi yaşamından çalışma yaşamı-na, sözlü tarih yaklaşımının kadın tarihi için öneminden yerel yönetimlere kanlı-ma, yerli feminist bilginin oluşumdan,

bilgi önündeki oryantalist engellemelere, kent alanlarının kaduılar lehine örgütlenmesinden, feminist oluşumların 1980'den günümüze kadar yaşadıkları de-ğişüııe, Türkiye'de annelik deneyimine ve siyasetçi ka-dııılarm yaşadıkları sorunlara uzanan pek çok tema ele almıyor. Aynur llyasoğlu ve Necla Akgökçe tarafından yayma hazırlanan kitapta 20 yazarın 18 makalesi yer alıyor. Peki, yerlilik temasının feminizm özelinde oluş-tunluğu tartışmamı! önemi nedir? "Batık toplumlar ka-dınlar tarafından daha fazla ve sık tahlil edilmiş. Femi-nist literatürde hem batık yazarların nicel ağırlığı fazla hem de yazıldıkları dil itibariyle onlara daha fazla kadın ulaşabiliyor." Yerlikğin. verellikten farkları var. Bir kül-türün temel öğelerini taşıyan ve genellikle soyutlama ola-rak karşmııza çıkan yerel yaklaşımlardan farkk olarak, gündelik yaşama, belirli bir zaman kesitine ve yaşayan kültüre işaret eden 'yerlilik kavramı', melezkğe ve dün-yanın farklı coğrafyaları arasuıda sürüp giden ezme/ezil-me sürecine bir vurguyu da kapsamında barındırıyor. Pazartesi dergisüün üç yazarının (Ayşe, Feryal, Necla) kitapta makaleleri bulunuyor.

Kadınlara Mahsus Gazete (Aylık kadtn dergisi)

Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz.

Sahibi: Kadın Kültür ve iletişim Vakfı

Sorumlu Yazı işleri Müdürü: Ayşe Düzkan

Ücretli - Tam zamanlı çalışanlar Ayşe Düzkan, Beyhan Demir, Nevin Cerav

Görsel Yönetim-Uygulama Ömer Süvari

Görsel Tasarım Deniz Göktürk

Bu sayıya katkıda bulunanlar Aylin, Beril Eyüboğlu, Bilge Seçkin,

Feryal Saygılıgil, Handan Koç,

Necla Akgökçe, Necla Algan, Nur, Nurol Gök,

Pınar Selek, Sevhan Bolkal

Yelda Yücel

Almanya Temsilcisi: Hülya Eralp

Çizer: Gülay Batur

Adres: Abdullah Sokak, No:9, Beyoğlu, istanbul. .

Tel/Faks: (0212) 292 07 39, 249 59 59,

292 07 47,244 23 94

e-posta: [email protected]

Renk ayrımı: Arda Grafik

Baskı: Mart Matbaacılık Sanatları Tic. ve San. Ltd. Şti. Dağıtım: Bir-Yay

l ' a z - a r t e s i yi güçlendirmek için daha fazla kadına ulaşmaya ihtiyacımız var. P a z a r t e s i ' y i

eıı az bir kadına daha satuı ya da hediye edin. Ualıa iyisi abone olun, abone bulun. 10 abone

bulana bir kitap veriyoruz.

Abone olmak istiyorum. İnim. Soyadı Adres :

Semt : ilçe: Şehir : Posta Kodu: Telefon (Ev) : (t*): Abone sıiresi : 1 yıl ( ) I, ay ! ;

Ba.şlnngıç tarihi :

Ç 5 " Y ilki İÛ.000.000 İL., alu aylık ' . .500.00» TL. Öğrencilere ve sendikalılara % 10 indirimli Aboneler için posta çek numarası: 662 965 Bağışlarınız için Türkiye fe> Bankası Rüçükparmakkapı Şb. Hesap :N<>. 1042 / 5~8070 Bevlıım Demir S ^ M 8 "Ydhk 7 5 DM. a lu aylık -tO 1>M.

Döviz hesabı: Handan Koç \vşe Diizkan T. Ij Bankası Taksim Şubesi. İstanbul I t e a p No. 1052 / 30 Himi .1265T5

Abdullah Sok. No:9 80060 Beyoğlu - ist. Fax; (0212) 292 07 39

e-posta:[email protected]

Abone ücretini yatırdığınıza dair belgen ve abone formunuzu (öğrenciyseniz öğrenci belgenizle birlikte) bize gönderin. Biz de size her ay Pazartesinizi postalayalım.

Derg im ize A lmanya ' da bu lunan Heinrich Böll Vakfı des tek vermekted i r .

31

Page 33: Dirmci Dünya taa cezaevini zorlaYİL: 6 SAYI:EKİ 7M9 KASIM 2001 Dirmci Dünya Savaşı öncesi Önsany taa cezaevini açlık grevi yapan Sufrajet'ler zorla beslenmeye maruz kaldılar.

YİL: 6 SAYI: 79 EK İM KAS IM 2001