BÖLGESEL VE KÜRESEL DİNAMİKLER: TÜRKİYE VE ......Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve...

21
BÖLGESEL VE KÜRESEL DİNAMİKLER: TÜRKİYE VE YAKIN ÇEVRESİNİN İKTİSADİ VE SİYASİ MESELELERİ SEMPOZYUMU RAPORU Doç.Dr. Abbas KARAAĞAÇLI

Transcript of BÖLGESEL VE KÜRESEL DİNAMİKLER: TÜRKİYE VE ......Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve...

BÖLGESEL VE KÜRESEL

DİNAMİKLER: TÜRKİYE VE YAKIN

ÇEVRESİNİN İKTİSADİ VE SİYASİ

MESELELERİ SEMPOZYUMU

RAPORU

Doç.Dr. Abbas KARAAĞAÇLI

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

1

İzmir Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi tarafından 28-29 Nisan 2011’de İzmir

Crowne Plaza’da “Bölgesel ve Küresel Dinamikler Türkiye ve Yakın Çevresinin İktisadi ve

Siyasi Meseleleri” adlı uluslararası sempozyum gerçekleştirilmiştir. Sempozyuma iştirak eden

BİLGESAM Orta Asya Araştırmaları Enstitüsü Direktörü Doç. Dr. Abbas Karaağaçlı’nın

sempozyum ile ilgili değerlendirme raporu aşağıdaki gibidir.

Açılış töreni sempozyum genel koordinatörü Ekonomiden Sorumlu Eski Devlet Bakanı İzmir

Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Prof. Dr. Sabri Tekir’in ayrıntılı konuşması ile

başlamıştır.

Sayın Bakanımız şöyle demiştir: 21. yy’da tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizin de içinde

bulunduğu bölge ekonomik ve güçler dengesi zemin kayması göstererek değişmekte, yeni

denge merkezleri oluşmaktadır. Bazı ülkeler ve bölgeler geleceğin yeni küresel güç merkezleri

olarak ortaya çıkarken, mevcut bölgesel güçler de yeniden şekillenmektedir.

Tarih boyunca dünyanın siyasi, askeri ve ekonomik hareketliliğin en yoğun yaşandığı bölge

olan ve Ortadoğu’yu da içine alan Türkiye merkezli Balkanlar, Kafkaslar, Karadeniz havzası ve

Akdeniz havzası ve bunların uzantısı olarak görülebilecek Orta Asya ülkeleri bu hareketliliğin

en dinamik olduğu bölgeler olarak görülmektedir.

Türkiye, ekonomisiyle, bölge üzerindeki etkisi yani nüfuz alanıyla, bölgesel ve küresel denge

ve barış ülkesi olma yönünde yıldızı parlayan ülkeler arasında yer almaktadır.

Türkiye’nin üzerinde bulunduğu coğrafya tarih boyunca muhtelif medeniyetlere beşiklik

etmiş bir coğrafyadır. Bu niteliği ile Türkiye, Hititler, Lidyalılar, Frigyalılar, Likyalılar, Romalılar,

Bizanslılar, Selçuklular ve onların devamı olan Osmanlılar ve Balkanlardan, Kafkaslardan,

Karadeniz ve Orta Asya’dan gelen halkların kendi içinde bir harmoni oluşturduğu modern bir

ülke Türkiye’nin tarihi ve kültürel mirasına ev sahipliği yapmaktadır.

Türkiye’nin üzerinde bulunduğu Anadolu coğrafyasında Greko-Latin, Yahudi-Hıristiyan kültür

mirasları ile bin yılı aşkın bir süre egemen olmuş İslam kültürünün bütün özelliklerini görmek

mümkündür. Bir başka anlatımla farklı etnik, dini ve kültürel topluluklar bu topraklar

üzerinde asırlarca barış içinde yaşamışlar ve coğrafya söz konusu unsurların bir arada güven

ve huzur içinde yaşama modelini insanlık âlemine bağışlamıştır.

Böyle bir coğrafyada Türkiye parlayan bir yıldız ülke olarak, dünyanın 16., Avrupa’nın 6. en

büyük ekonomisi haline gelmiştir. G-20 ülkeleri arasındadır ve rasyonel ve stratejik politikalar

uygulanması halinde yakın bir gelecekte dünyanın gelişmiş ilk 10 ülkesi arasına girmeye aday

bir ülke konumundadır. Son sekiz yıllık dönemde ortalama %7’ye yakın bir büyüme

göstermiştir. Avrupa’nın önemli sanayi üreticisi ülkeleri arasına girmiş ve ihracatının

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

2

%93,4’ünü imalat sektöründen gerçekleştirir hale gelmiştir. AB Türkiye’nin birinci; Türkiye

ise AB’nin yedinci büyük ticari ortağıdır. Toprakları ve sahip olduğu iklim kuşağı tarımsal

üretime son derece elverişli olup, kendi kendine yeterli olan sayılı ülkelerden biridir. Yine

Türkiye, dünyanın en önemli 7. turizm merkezi bir ülkedir. Türkiye’nin AB üyeliği Avrupa iç

pazarını genişleteceği gibi, AB’nin üretim ve küresel rekabet gücünü artıracak, Türkiye’nin

küresel açılımlarını da kolaylaştıracaktır. Bütün bunlara ek olarak, Türkiye, Batı ile Doğuyu

buluşturan, Batının en doğusunda, Doğunun da en batısında, Kuzey ve Güney ekseninin tam

ortasında olmanın avantajını kullanarak enerji (petrol, doğal gaz) iletim koridoru haline

gelmektedir. Bilindiği gibi, dünya ham petrol ve doğal gaz rezervlerinin %70’inden fazlası

Türkiye’yi çevreleyen Rusya, Hazar havzası ve Ortadoğu bölgesinde yer almaktadır. Bunun da

ötesinde yaş ortalaması 28,8 olan son derece dinamik 72 milyonluk genç bir nüfusa sahiptir.

(AB’de ortalama yaş 40’ın üzerindedir.) Türkiye’nin yakın çevresinde 600 milyonluk bir nüfus

yaşamaktadır. Buna AB de dahil edildiğinde 1 milyarlık bir potansiyel tüketici ve üretici kitlesi

bulunmaktadır. Ayrıca satın alma gücü paritesine göre Türkiye ve yakın çevresinin Gayri Safi

Yurtiçi üretim değeri 6 Trilyon doları geçmektedir. Bu potansiyelin başta Türkiye olmak üzere,

tüm yakın çevresinde yer alan ülkeler tarafından çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir.

Bütün bu belirtilen hususların, akademik çevreler, iş dünyası, araştırma merkezleri ve

devletin kurum ve kuruluşları tarafından çok dikkatli şekilde değerlendirilmesi ve bu

konularda orta ve uzun vadeli programların geliştirilmesi gerekir. Geleceğin Türkiye’sinin

bölge ülkeleri ile barış içinde, ortak refah paydasına sahip, karşılıklı çıkar ilişkilerinin

dengelendiği, geleceğin Türkiye’sine herkesin ve her kesimin katkıda bulunmasına ihtiyaç

vardır.

Buradan hareketle, İzmir Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi olarak “Bölgesel ve

Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin İktisadi ve Siyasi Meseleleri” konulu

sempozyumu tertip ettik. Bu sempozyumda verimli bir tartışma platformunun oluşacağı

umudunu taşıyoruz.

Daha sonra üniversitenin Rektörü Prof. Dr. Kayhan Erciyeş dünyada ve bölgemizde meydana

gelen siyasal ve ekonomik gelişmelere değinerek Türkiye’nin bu gelişmelerden

etkileneceğini, bu doğrultuda sempozyumun ve sunulan bilimsel tebliğlerin ışık tutacağını

dile getirmiştir.

Nordrhein-Wastfalen Eyalet Başkanlığı Uluslararası İlişkiler ve Dünya Politikaları Masası

Başkanı Dr. Lale Akgün ise ayrıntılı konuşmasında Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerini

değerlendirmeye tabi tutarak, Türkiye’nin Avrupa Birliği ilişkilerinde bazı sorunlar olsa da

Türkiye’nin mutlaka AB içinde olması gerektiğini vurgulamış ve Türkiye’nin AB içinde çok

önemli bir yere sahip olması gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca, Türkiye’nin jeopolitik önemi,

Arap Dünyası ve Orta Asya Devletleri ile olan ilişkilerinin Avrupa için çok önemli olduğunu,

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

3

ekonomisi ve genç nüfusuyla Avrupa’nın en önemli devletlerinden biri olduğunu

vurgulamıştır. Türkiye’nin yerinin AB içinde olduğunu ve her iki tarafın çok fazla çalışması

gerektiğini anlatan Dr. Akgün Türkiye’de son dönemlerde reformların yavaşladığını, bunun da

Türkiye karşıtı güçlerin ekmeğine yağ sürdüğünü, kendisinin Almanya’da yaşayan bir Türk

kökenli siyasetçi olduğunu, Avrupa’da 5 milyon, yalnız Almanya’da 3 milyon Türk’ün

yaşadığını anımsatarak, AB üyeliği gerçekleştirildiğinde bu insanların daha çok rahat

edeceklerini vurgulayarak iki tarafında göstereceği çabayla Türkiye’nin üyeliğinin 2019-2020

de gerçekleşeceğine inandığını vurgulamıştır.

Daha sonra söz alan TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Doç. Dr. Murat Mercan ise iki

dünyada iki ana eksen yani küresel ve bölgesel değişimden söz etmiştir. Dünyadaki evrimin

nereye gittiğini ön görmek için dünya siyasal sisteminin Fransız İhtilalı ile atıldığını, bu süreçte

Amerika ve Avrupa siyasal yapısının temellerinin konduğunu vurgulamıştır. Güç merkezlerine

değinerek Osmanlı İmparatorluğu’nun dış ve iç çekişmelerini anlatarak 1900’lü yılların

başında Avrupa kendi siyasal ve ekonomik yapısını kurarken Osmanlı’nın bu dönemde önemli

sorunlar yaşadığını vurgulamıştır. Dünyanın tüm kurumsal yapısının 1945’ten sonra

oluştuğunu, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni, Uluslararası Para Fonu’nu, dünya parasal

sisteminin oluşumu, Dünya Bankası’nın temellerinin atıldığı ve uluslararası sistem

çerçevesinde dünyada bir düzen kurulmuştur. Bu sistem varlığını sürdürmek için bir takım

kurumlar uluslararası düzeyde belli bir sistematik içinde ve bunlar istikrarın korunması için

vardır. 1990’lı yıllarda Sovyetler Birliği’nin çökmesi bu sistemi bazı sorunlarla karşı karşıya

bırakmıştır. Avrupa Birliği bu sistemin belirli güç merkezlerinden biri olarak ortaya çıkmış bir

birliktir. Dünya sisteminin ilk başarısız ve istikrarsızlığa iten olayı 11 Eylül’de gerçekleşmiş ve

sistem önemli bir sorunla karşı karşıya kalmıştır. Kaynağı belli olmayan bir güç dünya

merkezine saldırılarda bulunmuştur. Sistem kendisine yeni düşmanlar bulmuştur. Yeni

düşmanların ortaya çıktığı düzende Türkiye bu düzenin neresindedir. 11 Eylül saldırılarından

sonra ikinci büyük tehdit Irak ve Afganistan olayları ve işgaliyle başlamıştır. Görülüyor ki bu

düzen artık işlememeye başlamıştır. Hiçbir sorun çözülmüyorsa Orta Doğu’da, Balkanlarda

hiçbir ihtilaf kolaylıkla çözülmüyorsa bir de bunların üstüne dünyada evrensel bir ekonomik

kriz patlak veriyorsa dünya sistemi büyük sorunlarla karşı karşıyadır. Amerika ve Avrupa

merkezli bu ekonomik kriz bütün dünyayı olumsuz etkilemiştir. Yaşanmakta olan en temel

sorun, var olan dünya sisteminin tıkanmasıdır. Sistemin aktörleri karar vermek zorundadırlar.

Sistem kendisini yenileyebilecek mi, yoksa yeni bir sistem mi kurulacaktır. Türkiye bu değişim

ve dönüşümün içindedir. Uluslararası sistemin bir parçası olarak olaylardan etkilenecektir.

Tunus’ta bir öğrencinin isyanı ile başlayan bu sosyal hareketliliğin o ülkenin ve Mısır

hükümetlerinin devrilmesi tahmin edilemezdi. Bu olayların dinamik gücü Fransız İhtilali’nin

sloganları olan adalet, eşitlik ve özgürlüktür. Hakça paylaşım talepleri bütün dünyayı

etkilemektedir. Günümüzde siyasal dönüşümün en önemli örneği, FKÖ ile Hamas arasındaki

barış anlaşması imzalamasıdır. Çok heyecan verici bir dünyada yaşıyoruz. Ülkemiz bu düzenin

içinde ve yakınındadır. Kendi siyasal dönüşümünü gerçekleştirip daha özgürlükçü ve daha

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

4

demokratik bir sistem kurmuştur. Sistemin varlığını sürdürmek için sosyal hakların üst

düzeyde tarihi birikimini kültürünü de göz önünde tuttuğumuz gelişmiş bir ülke olacaktır.

Etrafımızdaki devletler değişim taleplerine cevap vermelidirler. Ülkemizin uluslararası

sistemde daha çok söz sahibi olması ve etkinliğini artırması için mutlaka –IMF’nin bir başkan

yardımcısının Türk olması- NATO’nun bir genel sekreter yardımcısının Türk olması gereklidir.

Ayrıca Kosova, Ermenistan, Bosna Hersek, Irak, Afganistan ve diğer bölgesel sorunların

çözülmesi gerektiği aşikârdır. Dünyamızda gitgide artan radikalizm, ekonomik krizler ve var

olan sorunların çözümsüzlüğü önemli sorunlardır. Görülüyor ki, günümüzdeki dünya sistemi

var olan sorunların çözümünde yetersiz kalmıştır. Bu nedenle yeni bir sistem gerekiyor.

Türk Dış Politikası Oturumu

Sempozyumun Türk Dış Politikası konulu oturumunun başkanı İzmir Üniversitesi İİBF Öğretim

Üyesi Prof. Dr. Eddie J. Girdner konuşmasında uluslararası sorunlara ve çözüm yolarına

değinerek sempozyumda sunulacak tebliğlerin yol gösterici olduğunu vurgulamıştır.

Sakarya Üniversitesi İİBF Öğretim Üyes, Doç. Dr. Ertan Efegil “Analysis of the Foreign Policy

Executive in Turkey” başlıklı ayrıntılı ve bilimsel konuşmasında dış politika yapımını ülkenin

planlama kabiliyeti olarak algıladığını dış politika ihdasında reformlara ihtiyaç olduğu

üzerinde durmuştur. Efegil konuşmasına şöyle devam etmiştir: “Bürokratik yapı ve dış

politikada 3 temel sorun –demokratikleşme, planlama kabiliyeti, işlevsel yapılanma-

üzerinde durmuş Ulusal çıkarların bireye göre ayarlanması gerektiğini Türkiye’nin

dönüştürülmesi gereken bir zihinsel değişimin olması gerekmektedir. Birey endeksli, meclisin

milleti temsil etmesi gerekmektedir. Bu konular kapalı kapılar ardında olmaz. Meclis milletin

görüşlerini yansıtmalıdır. Meclis Dışişleri Komisyonu güçlendirilmelidir. Sivil toplum

kuruluşları güçlendirilmeli ve etkin rol almalıdır. Burada önemli olan objektif davranmaktır.

Araştırma merkezlerinde ciddi çalışmalar yapılıp ciddi öneriler getirilmesi gerekiyor. Zihniyet

problemleri var, burada iki önemli meseleden söz ediyoruz -bireysel özgürlükler, güvenlik

kaygıları- eğer güvenlik eksenli düşünülürse özgürlüklerden ödün verilecektir. Oysaki önemli

olan birey ve bireyin özgürlüğüdür. Siyasal kültürümüzü yeniden oturtmalıyız. Siyasal kültür

devleti yaratan ve ilerlemesini sağlayan önemli bir etkendir. Dış ilişkilerini oluştururken insan

hakları, çevre, enerji ve benzeri uzmanlardan faydalanmak gerekiyor.” Milli güvenlik

kurulunun lağvedilmesi gerektiğini vurgulayan Ertan Efegil, ulusal güvenliğin askeri güvenlik

olmadığını, ulusal güvenliğin sivil olduğunu, ulusal güvenlik kurumlarının başında sivillerin

bulunması gerektiğini, sivil otoritenin altında askeri, siyasi, ekonomik vb. uzmanların yer

alması gerektiğini vurgulamıştır. “Sivil irade askerlerden fikir alır ve politikasını oluşturur.

ABD’de bütün üst yönetim, sivildir. Genelkurmay Başkanı sivil otoritenin emrindedir.

Türkiye’de Milli Savunma Bakanlığı’nın güçlendirilmesi gerekiyor. Kurumlar arası işbirliğinin

artırılması gerekiyor. Dış politikada pek çok sorunumuz var. Bunların başında civar ve komşu

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

5

ülkelerle ilgili bilgi eksikliğimizdir. Örneğin; Libya’daki kabilelerin yapısı hakkında fikir sahibi

değiliz. Dış politikayı kişisel yapılardan kurtarmamız gerekiyor. Bize karizmatik lider değil,

stratejik lider lazım.”

Bu oturumun diğer konuşmacısı İzmir Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Uğur Burç

Yıldız “‘Komşular ile Sıfır Sorun’ Politikası ve Türkiye’ye Yönelik Dış Tehditler” başlıklı

konuşmasında, “Komşularla olan sorunların geçmiş dönemlere göre azaldığını, 2002’den

sonra Ahmet Davutoğlu’nun yönlendirmesi ile komşularla Sıfır Problem politikasının

başladığını vurgulamıştır. Artık tehdit denkleminin bırakıldığını ve aktif siyasete başlandığını

vurgulamıştır. Geleneksel dış politika kalıplarının dışına çıkılmıştır. Komşuları tehdit olarak

görmekten vazgeçilmiştir.” demiştir.

Sempozyumun diğer konuşmacısı Kafkas Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Haydar

Efe “Turkish Policy Towards South Caucasian Region and Stability in the South Caucasus”

başlıklı konuşmasında, Türk dış politikasının öncelikli sorun ve çözümlerine değinmiştir.

Daha sonra Uşak Üniversitesi İİBF Öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Osman Tekir “Potansiyel Bir

Çatışma Alanı: Kuzey Kafkasya” başlıklı konuşmasında, Ortadoğu’da önde gelen diktatör

yönetimlerin birbiri ardına devrilmesine değindikten sonra Kafkasya’nın bu dünyadaki siyasal

olaylardan etkileneceğini açıklamıştır. Tekir konuşmasında: “Rusya Başbakanı Putin’e göre de

bölge bu gelişmelerden etkilenecektir. Kafkasya potansiyel bir çatışma alanıdır. Kafkasya’daki

etnik ve dinsel bölünmüşlük de bölgenin en önemli gerçeği olarak karşımızda durmaktadır.”

demiştir.

Balkanlar ve Avrupa Birliği Oturumu

Balkanlar ve Avrupa Birliği oturumunu yöneten Prof. Dr. Sabri Tekir, Türkiye ve Balkanlar

arasındaki tarihsel ilişkilere değinerek özellikle Osmanlı döneminden itibaren Balkanlarla

ülkemiz arasındaki yakın ve dostane münasebetlere değinmiş ve sempozyumun bu

bölümünde bilim adamlarının bu ilişkilere yönelik öngörülerini açıklayacaklarını

duyurmuştur. Hocamız şöyle devam etmiştir:

“21. yüzyılda tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizin de içinde bulunduğu bölge ekonomik ve

siyasi oluşumlar bakımından dinamik bir dönem geçirmektedir. 19. yüzyılda oluşmaya

başlayıp, 20. yüzyıl boyunca devam eden küresel ekonomik ve güçler dengesi zemin kayması

göstererek değişmekte, yeni denge merkezleri oluşmaktadır. Bazı ülkeler ve bölgeler

geleceğin yeni küresel güç merkezleri olarak ortaya çıkarken, mevcut bölgesel güçlerde

yeniden şekillenmektedir.

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

6

Tarih boyunca dünyanın siyasi, askeri ve ekonomik hareketliliğinin en yoğun yaşandığı bölge

olan ve Ortadoğu’yu da içine alan Türkiye merkezli Balkanlar, Kafkaslar, Karadeniz havzası ve

Akdeniz havzası ve bunların uzantısı olarak görülebilecek Orta Asya ülkeleri bu hareketliliğin

en dinamik olduğu bölgeler olarak görülmektedir.

Türkiye, ekonomisiyle, bölge üzerindeki etkisi yani nüfuz alanıyla, bölgesel ve küresel denge

ve barış ülkesi olma yönünde yıldızı parlayan ülkeler arasında yer almaktadır.

Türkiye’nin üzerinde bulunduğu coğrafya tarih boyunca muhtelif medeniyetlere beşiklik

etmiş bir coğrafyadır. Bu niteliği ile Türkiye, Hititler, Lidyalılar, Frigyalılar, Likyalılar, Romalılar,

Bizanslılar, Selçuklular ve onların devamı olan Osmanlılar ve Balkanlardan, Kafkaslardan,

Karadeniz ve Orta Asya’dan gelen halkların kendi içinde bir harmoni oluşturduğu modern bir

ülke Türkiye’nin tarihi ve kültürel mirasına ev sahipliği yapmaktadır.

Türkiye’nin üzerinde bulunduğu Anadolu coğrafyasında Greko-Latin, Yahudi-Hıristiyan kültür

mirasları ile bin yılı aşkın bir süre egemen olmuş İslam kültürünün bütün özelliklerini görmek

mümkündür. Bir başka anlatımla farklı etnik, dini ve kültürel topluluklar bu topraklar

üzerinde asırlarca barış içinde yaşamışlar ve bu coğrafya söz konusu unsurların bir arada

güven ve huzur içinde yaşama modelini insanlık âlemine bağışlamıştır.

Böyle bir coğrafyada Türkiye parlayan bir yıldız ülke olarak, dünyanın 16. Avrupa’nın 6. büyük

ekonomisi haline gelmiştir. G-20 ülkeleri arasındadır ve rasyonel ve stratejik politikalar

uygulaması halinde en yakın gelecekte dünyanın gelişmiş 10 ülkesi arasına girmeye aday bir

ülke konumundadır. Son 8 yıllık dönemde ortalama %7’ye yakın bir büyüme göstermiştir.

Avrupa’nın önemli sanayi üreticisi ülkeleri arasına girmiş ve ihracatının %93,4’ünü imalat

sektöründen gerçekleştirir hale gelmiştir. AB Türkiye’nin birinci; Türkiye ise AB’nin yedinci

büyük ticari ortağıdır. Toprakları ve sahip olduğu iklim kuşağı tarımsal üretime son derece

elverişli olup, kendi kendine yeterli olan sayılı ülkelerden biridir. Yine Türkiye, dünyanın en

önemli 7. Turizm merkezi bir ülkedir. Türkiye’nin AB üyeliği Avrupa iç pazarını genişleteceği

gibi, AB’nin üretim ve küresel rekabet gücünü artıracak, Türkiye’nin küresel açılımlarını da

kolaylaştıracaktır. Bütün bunlara ek olarak, Türkiye, Batı ile Doğuyu buluşturan, Batının en

doğusunda, Doğunun en batısında, Kuzey ve Güney ekseninin tam ortasında olmanın

avantajını kullanarak enerji (petrol, doğal gaz) iletim koridoru haline gelmektedir. Bilindiği

gibi, dünya ham petrol ve doğal gaz rezervlerinin %70’inden fazlası Türkiye’yi çevreleyen

Rusya, Hazar havzası ve Ortadoğu bölgesinde yer almaktadır. Bunun da ötesinde yaş

ortalaması 28,8 olan son derece dinamik 72 milyonluk genç bir nüfusa sahiptir. (AB’de

ortalama yaş 40’ın üzerindedir.) Türkiye’nin yakın çevresinde 600 milyonluk bir nüfus

yaşamaktadır, Buna AB de dâhil edildiğinde 1 milyarlık bir bireysel tüketici ve üretici Gayri

Safi Yurtiçi üretim değeri 6 Trilyon doları geçmektedir. Bu potansiyelin başta Türkiye olmak

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

7

üzere, tüm yakın çevresinde yer alan ülkeler tarafından çok iyi değerlendirilmesi

gerekmektedir.

Bütün bu belirtilen hususların, akademik çevreler, iş dünyası, araştırma merkezleri ve

devletin kurum ve kuruluşları tarafından çok dikkatli şekilde değerlendirilmesi gerekir. Bu

konularda orta ve uzun vadeli programların geliştirilmesi gerekir. Geleceğin Türkiye’sinin

bölge ülkeleri ile barış içinde, ortak refah paydasına sahip, karşılıklı çıkar ilişkilerinin

dengelendiği, geleceğin Türkiye’sine herkesin ve her kesimin katkıda bulunmasına ihtiyaç

vardır. Buradan hareketle, İzmir Üniversitesi İktisadi ve idari Bilimler Fakültesi olarak

“Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin İktisadi ve Siyasi Meseleleri”

konulu sempozyumu tertip ettik.”

Oturumun birinci konuşmacısı Afyon Kocatepe Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr.

Şenol Yaprak “Küresel Ekonomik Krizin Balkanlara Yansıması ve İşsizlik Sorunu” başlıklı

konuşmasında şöyle demiştir:

“Bilindiği gibi Avrupa’da çok farklı kültürlere, dinlere sahip ülkelerin yer aldığı, ondan fazla dil

ve ırka mensup 75 milyon civarında insanın yaşadığı bölgeye, bulunduğu coğrafyadan dolayı

Balkanlar denilmektedir. Küresel krizler, en fazla zaten güç ekonomik koşulların hüküm

sürdüğü yerleri etkilediğinden dolayı, Balkan ülkeleri de yaşanan krizlerden fazlasıyla

etkilenmişlerdir. Halen Balkanlar ya da diğer bir adlandırma ile Güneydoğu Avrupa,

çözümlenmemiş anlaşmazlıkların hüküm sürdüğü bir coğrafya olmaya devam etmekte ve

ekonomik krizin etkileri de ne yazık ki kendini daha fazla göstermektedir.

Bu krizler ve büyük ekonomik sorunlara karşın, Avrupa Birliği üyesi bazı ülkelerin tüm Balkan

ülkelerinin Birliğe üye olması gerektiğini söylemeleri de düşündürücüdür. Yunanistan,

Bulgaristan, Romanya, Slovenya AB üyesi iken, Hırvatistan ve Makedonya adaylık statüsü

kazanmıştır. Diğer ülkeler de aynı süreçte ilerlemektedir. Ancak AB üyesi olan ülkeler de dahil

olmak üzere son yıllarda bölgede ciddi ekonomik sorunlar yaşanmaktadır. Makedonya,

Karadağ, Bosna Hersek, Kosova gibi ülkeler de siyasi belirsizliklerle birlikte işsizlik oranları da

çok yüksek düzeylerdedir. AB üyesi olan bölge ülkelerinde de ekonomik durum son yıllarda

gittikçe kötüleşmektedir. Bulgaristan, Romanya ve son olarak da Yunanistan’da ortaya çıkan

olumsuz gelişmeler, işgücü piyasasını da etkilemiş ve işsizlikle birlikte ücretlerde de önemli

düşüşler yaşanmıştır. Balkan ülkelerinin geleceği büyük ölçüde diğer Avrupa ülkelerindeki

duruma bağlıdır. Avrupa Birliği’nin ekonomik desteğine ihtiyaç duyduklarından dolayı, Birlik

ülkelerinin krizin etkilerinden bir an önce kurtulması, Balkan ülkeleri için de umut olacaktır.

Uluslararası ekonomik sistemle tam olarak entegre olmadığından dolayı küresel krizin

olumsuz etkisinin en az yaşandığı bölge ülkesi Arnavutluk olmuştur. Henüz yeni bağımsız bir

devlet olarak ortaya çıkan Kosova’da bile durum çok kötü görünmektedir. Ülkede ekonomi

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

8

büyük ölçüde küçük işletmelere dayanmakta, ancak kriz nedeni ile bunların da yarıya yakını

kapanmış ve işsizlik %40’ı aşmıştır.

Bununla birlikte, Balkanlarda siyasi ve ekonomik iyileşme olmadan Avrupa’da da işler

yolunda gitmeyecektir. Etnik milliyetçilik ve sınır anlaşmazlıkları bölgedeki mevcut

olumsuzluğu daha da kötüleştirmekte, yabancı yatırımcıları uzaklaştırmakta ve bölge sürekli

uluslararası desteğe muhtaç hale gelmektedir. Aşırı milliyetçi unsurlar, işsizliğin nedeni

olarak, ülkedeki diğer etnik unsurları görmekte ve işsizlikten kurtulmanın yolu olarak da,

onlardan kurtulmak gerektiğini savunmaktadırlar. Bu tehlikeli gidiş, ekonomik sorunlar

çözülmeden çözüme kavuşmayacak gibi görünmektedir. Bu çalışmada, Balkan ülkelerinde

yaşanan kriz sonrası durum analiz edilmekte ve ekonomik krizin bölgeye yansıması, özellikle

istihdam açısından irdelenmektedir.”

Oturumun ikinci konuşmacısı İzmir Üniversitesi Uluslararası Ticaret ve Finansman

Bölümü’nden Doç. Dr. Yıldız Y. GÜZEY ve Arş. Gör. Ayşegül DUMLU “Geçiş Ekonomilerinde

Yabancı Sermaye, Birleşme ve Satın Almalar: Türk Cumhuriyetleri Örneği” başlıklı

tebliğlerinde şöyle demiştir:

“Araştırmada 2000-2009 yılları arasında Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Azerbaycan,

Özbekistan ve Tacikistan da doğrudan yabancı sermaye birleşme, satın alma ve ortak girişim

hareketleri analiz edilmiştir. 1041 Şirket ve 217 sektör incelenerek, birleşme, satın alma ve

ortak girişimlerin hangi ülkede, hangi sektörlerde, hangi anlaşma şekli ile yoğunlaştığı küme

analizi ile analiz edilmiştir.

Küme analizinde: satın alan şirket, ana sektör kodu, satın alınan şirket ana sektör kodu, satın

alan şirketin ülkesi, satın alınan şirketin ülkesi, anlaşma şekli, anlaşma zamanı ve süresi ve

ödeme süresi tabloları kullanılmıştır.

Araştırma sonuçları ile geçiş ekonomisi özelliklerini taşıyan Kazakistan, Kırgızistan,

Türkmenistan, Azerbaycan, Özbekistan ve Tacikistan da yapılan yatırımların bankacılık, tarım,

enerji, metal sanayi, vb. sektörlerde yoğunlaştığı, yatırım yapan ülke sayısının ve dağılımının

farklı özellikler göstermediği, Asya ve Avrupa da bulunan diğer geçiş ekonomileri ile benzer

özellikler arz ettiği görülmüştür.”

Oturumun üçüncü konuşmacısı İzmir Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi; Amsterdam

Üniversitesi, Göç ve Etnik Araştırmalar Enstitüsü, Yrd. Doç. Dr. Ahmet Akgündüz “Batı

Avrupa’daki Türk Göçmen Toplumu ve Türkiye İçin Anlamı” başlıklı makalesinde şöyle

demiştir:

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

9

“1960 yılında Almanya ile ve işçi göçü olarak başlayan Türkiye’den Batı Avrupa’ya göç, farklı

tür göçlerle kesintisiz devam ederek Batı Avrupa ülkelerinde nüfus bakımından önemli

Türkiye kökenli bir göçmen toplumun oluşmasına yol açmıştır. Bu yazı, konuyu başlıca

aşağıdaki sorulara cevaplar arayarak inceleyecektir: Batı Avrupa, neden Türkiye’den işçi

getirme yoluna gitmiştir? Türkiye, işçi göçünü hangi gerekçelerle olumlamış ve teşvik

etmiştir? Batı Avrupa’ya göç, tipoloji bakımından nasıl sınıflandırılabilir? İşçi göçü ve onun

yerine geçen göçler, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal yapısı ve politikalarına ne tür bir etki

yapmıştır? Türkiye, politik açıdan bu göçlere nasıl bir yaklaşım göstermiştir? Türkiye kökenli

göçmen toplum, sınıfsal, etnik ve kültürel bakımdan nasıl bir özellik arz etmektedir? Türkiyeli

göçmenler yaşadıkları topluma entegrasyon bakımdan ne durumdadırlar? Örneğin ikinci

kuşağın eğitim durumu nedir? Yaşadıkları ülkelerdeki egemen yapı ve ideolojinin Türkiyeli

göçmenleri tanımlamaları nasıldır? Türkiyeli göçmenler, Türkiye ile bağlar bakımından ne

durumdadır ve nasıl bir potansiyel taşımaktadırlar? Türkiye bu durumu nasıl algılamaktadır?”

Oturumun son konuşmacıları olan İstanbul Üniversitesi SBF Arş. Gör. Nuri Gökhan Toprak,

Arş. Gör. Volkan Tatar “Türk Dış Politikasında Enerjinin Konumu: Nabucco Doğal Gaz Boru

Hattı Projesi Çerçevesinde Bir Değerlendirme” başlıklı tebliğlerinde şöyle demişlerdir:

“Uluslararası siyasal sistemde yaşanan değişimlerin etkileri, devletler açısından oldukça farklı

sonuçlar doğurabilmektedir. Genellikle bu etki, küresel dinamiklerin devletin içsel

dinamiklerini harekete geçirmesi sonucunda yaşanmaktadır. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle

sonuçlanan uluslararası siyasal sistemdeki yaşanan değişim, Eski Yugoslavya’da hem rejim

değişikliği hem de bölünme olarak karşımıza çıkmıştır.

Eski Yugoslavya federal yapısına uygun olarak, 1970’lerden itibaren bu durum daha net

olarak hissedilse de, gerek anayasal gerekse ekonomik yönden ‘bölünmüşlük’ üzerine

kurulmuştur. Birçok alanda hem yetki sınırlaması hem de paylaşım yönü olan bölünme,

küresel dinamiklerin doğrudan bir sonucu olmamakla beraber, 1980’lerin başında itibaren

artan ekonomik darboğaz ve mikro-milliyetçilik olgusuyla birleşince kapsamlı sonuçlar

doğurmuştur. Bölünme öncesi %100’leri geçen yıllık enflasyon, oldukça yüksek oranlara

ulaşmış işsizlik, ödemeler bilançosu dengesizliği ve uzun süren grevler 1980’ler

Yugoslavya’sının ekonomik durumun özetidir. Politik durum ise ekonomiye paralel olarak

hem eyaletlerin kendi içerisinde hem de federal düzeyinde oldukça gergindir.

Son olarak 2008’de Kosova’nın da uluslararası alanda devlet olarak tanınması ile toplamda

yedi devlete bölünmüş olan Eski Yugoslavya’nın günümüzde geldiği noktanın anlaşılabilmesi,

öncelikle ‘ayrılmanın içsel dinamiklerinin’ analizini gerektirmektedir. Ancak bu analizden

sonra, her ne kadar bölgede devlet sayısının artması ile sorunların da artırdığı görülse de,

Balkanlar’ın yeniden çizilen haritası anlaşılabilir.”

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

10

Ekonomik Meseleler Oturumu

Ekonomik Meseleler Başlıklı Oturumun başkanı İzmir Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Prof. Dr.

Muzaffer Demirci, bütün dünyada ve ülkemizde ekonomik meselelerin önemi üzerinde

durmuş ve ekonomik temel sorunları dile getirerek katılımcıların tebliğleri ile sempozyuma

önemli katkı yapacaklarını belirtmiştir.

Bu oturumun birinci konuşmacısı Nahçivan Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Doç. Dr. Müslüm

Cabbarzade “Nahçivan – Türkiye İktisadi İşbirliği Durumu ve Persfektif Gelişim Yolları” başlıklı

tebliğinde şöyle demiştir:

“Bu araştırmanın amacı dünyada, özellikle Avrupa’da komşu ülkelerin sınır bölgelerinin

ekonomik işbirliği tecrübesini öğrenmekle Nahçivan Özerk Cumhuriyeti ile Türkiye arasındaki

işbirliğinin verimli yanlarını tespit etmekten ibarettir.

Komşu ülkelerle işbirliği ülkemizin sınır bölgelerinin komşu ülkelerin uygun bölgeleri ile

iletişimi artırmanın yeni bir temas şeklidir. Onun için de bu iş birliğinin dünyada oluşturulmuş

istikametlerinin araştırılması ve ülkemiz için uygulama imkanlarının tespit edilmesi önem

teşkil etmektedir.

Komşu ülkelerle işbirliğinin gelişimi arazisi büyük geçiş imkanlarına sahip ülkemiz için çok

önemlidir. Şu anda Azerbaycan için trans sınır işbirliğinin en önemli taraflarından biri Türkiye,

İran ve Rusya sınırlarında komşu ülkelerin gerekli tesislerinin geliştirilmesinden ibarettir.

Son zamanlarda bu sahada ülkemizde sürekli olarak büyük çapta işler görülmektedir.

Ülkemizin ekonomisinde makro iktisadi göstericilerin yükselmesi ve yatırım imkanlarının

yıldan yıla artımı da komşu ülkelerle işbirliğinin genişletilmesi için büyük imkanlar oluşturur.

Araştırmalarımıza göre, Azerbaycan-Türkiye ilişkilerinden farklı olarak Nahçivan ile Türkiye

arasındaki ekonomik ilişkiler yeterince gelişmemiştir. Türkiye Azerbaycan’ın petrol, gaz,

enerji, tekstil ve gıda sektörüne, otomobil, tarım ve köy işleri, lizing, sigorta, hizmet, üretim,

turizm ve diğer sektörlerine yapılan yatırımları ile önde görülüyor. Son yıllarda Nahçivan Ö.C

Türkiye ekonomisi ile ilişkileri genişletmiş, her iki ekonomi ister devlet kurumları, isterse de

özel sektör kurumları için açık olmuştur. Nahçivan’ın dış ticaretinin yüzde yirmi altısı Türkiye

ile yapılır. Tüm bunlara rağmen Türkiye ile Nahçivan arasındaki ticaret hacmi iki ülke

resimlerinin de ifade ettiği gibi yeterli değildir. Bunun en az üç katına çıkarılması

mümkündür.

Ülkemizin bir parçası olan Nahçivan’da komşu ülkelerin işbirliğinin gelişmesi için geniş

imkanlar mevcuttur. Bu imkanların büyük bir bölümü Türkiye’nin payına düşmektedir.

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

11

Kanaatimizce, Nahçivan Özerk Cumhuriyeti’nin Türkiye ile ekonomik işbirliğinin

araştırmamızda göstereceğimiz birçok yönde geliştirilmesi mümkündür ve bu her iki taraf için

maksada uygun ve faydalı olabilir.”

Oturumun bu bölümünde İzmir Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahu Güzel ve

Arş. Gör. Nihan Kütahnecioğlu “Dünya Bankası Gözüyle Türkiye’de Özel Sektör: Türkiye ve

Komşu Ülkeleri Adına Bir Değerlendirme” başlıklı makalelerinde şunlardan bahsetmişlerdir:

“Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de ekonominin

belkemiğini oluşturmaktadır. Özel sektörün %98’ini oluşturan KOBİ’ler gerek ekonomik

büyüme gerekse iş imkanı yaratma konularında büyük öneme sahiptir.

Ekonomideki payı ve önemi açısından incelendiğinde özel sektör gerek Türkiye gerekse

dünya ekonomisi için üzerinde önemle durulan bir konu olmuştur. Özel sektöre ilişkin Dünya

Bankası’nın belirlemiş olduğu bir takım göstergeler bulunmaktadır. Bu çalışmada söz konusu

göstergeler dikkate alınarak Türkiye ve Türkiye’ye komşu olan ülkelerin verileri

incelenecektir. Çalışmanın temel amacı Türkiye’deki özel sektöre ilişkin değerlerini yakın

çevresiyle birlikte incelemek ve mukayese etmektir.

Yönetim biliminde işletmeyi analiz etmek amacıyla kullanılan SWOT analizi çalışmada temel

bakış açısını oluşturacaktır. Bilindiği üzere SWOT analizi yönetim, örgütün iç, endüstri ve

makro çevreleri hakkında topladığı ham bilgilerden örgütün çevresinin genel bir resmini

çizer. SWOT analizi çevresel faktörlerin sistematik olarak değerlendirilmesiyle örgütün

çevresini anlamaya ve yönetmeye olanak sağlayan bir analizdir. Bu bakımdan SWOT analizi,

örgütün faaliyette bulunduğu çevreyi anlamak ve yönetmek üzere topladığı bilgileri

kullanarak sistematik olarak kendisini değerlendirmesi olarak tanımlanabilir. Çalışmada

yönetim biliminde kullanılan SWOT analizi ülkelerin verileri doğrultusunda yorumlanmaya

çalışılacaktır. Böylece söz konusu ülkeler karşılaştırmalı olarak değerlendirilerek birbirlerine

göre güçlü ve zayıf yanlarıyla birlikte hangi ülkelerin fırsat hangi ülkelerin tehdit içerdiği

ortaya koyulmaya çalışılacaktır.”

İstanbul Üniversitesi Ulaştırma ve Lojistik Yüksek Okulu’ndan Yrd. Doç. Dr. A. Özgür Karagülle

ve Arş. Gör. Didem Büyükarslan “An Approach to Analyzing the Transportation Policies

Regarding to Political Economy Theories: Transportation Corridors” başlıklı sunumlarını

sunmuşlardır.

Oturumun son konuşmacısı Kilis 7 Aralık Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu Öğretim Üyesi

Yrd. Doç. Dr. Birol Erkan “A Comparative Analysis Regarding to Determination of Export

Competitiveness of Turkey and the Border Countries” başlıklı tebliğinde şöyle demiştir:

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

12

“Ülkelerin gerek sektörel gerekse ürün bazında global piyasalardaki ihracat rekabet gücünün

(karşılaştırmalı üstünlüklerinin) ölçümü amacıyla kullanılabilecek en önemli göstergelerden

birisi “açıklanmış karşılaştırmalı üstünlük katsayıları”dır. Liesner (1958) tarafından ortaya

atılan, Balassa (1965) tarafından işlevsel hale getirilen “açıklanmış karşılaştırmalı üstünlük

(AKÜ) katsayıları”, ülkenin belli bir sektör ihracatının toplam ihracatına oranının, aynı

sektörün dünyadaki ihracatının dünya toplam ihracatına oranına bölünmesi şeklinde

hesaplanmaktadır. Balassa İndeksi şeklinde de ifade edilebilen AKÜ katsayıları; ülkenin bir

sektördeki yurtiçi uzmanlaşmasını, dünyanın veya herhangi bir ülkenin uzmanlaşmasıyla

karşılaştırır. Katsayının 1’den büyük olması, söz konusu sektörün (ürünün) ihracatında

ülkenin rekabet avantajına sahip olduğunu ve uzmanlaştığını; 1’den küçük olması ise rekabet

dezavantajına sahip olduğunu ve uzmanlaşmadığını gösterir. Çalışmada, 1993-2009 yılları

arasında Türkiye ve sınır komşuları olan Bulgaristan, Yunanistan, Gürcistan, Ermenistan, İran,

Irak ve Suriye’nin ihracat rekabet güçlerinin belirlenmesi amacıyla SITC Rev3, 2 haneli bazda

açıklanmış karşılaştırmalı üstünlük katsayıları hesaplanmış; söz konusu ülkelerin birbirlerine

karşı üstünlük ve dezavantajları ortaya koyulmuştur. Buna göre Türkiye’nin birçok ürün

grubunun; özellikle de tekstil iplikleri ve kumaş, giyim eşyaları ve bunların aksesuarları,

meyve ve sebze, seyahat eşyaları ve el çantaları ile tütün ve tütün mamullerinin ihracatında

sınır komşuları karşısında rekabet gücü yüksektir. Bununla birlikte, canlı hayvanlar, hayvansal

ürünler, gıdalar ve yağlar, mineral yağlar, petrol ve diğer enerji ürünleri ihracatında Türkiye

açısından genel bir karşılaştırmalı dezavantaj durumundan söz edilebilir.”

Politik Meseleler I. Oturumu

Politik Meseleler adlı oturumda İzmir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyelerinden Prof.

Dr. Merdan Hekimoğlu, Avrupa’da ulus devletleri, 2. Dünya Savaşı sırasında yaşanan insani

trajediler, insan hakları, uluslararası düzen, soğuk savaş tecrübesi, Berlin duvarının yıkılması,

asimilasyonlar, çok kutuplu siyasal sisteme geçiş ve benzeri uluslararası konular hakkında

geniş bir değerlendirme yapmış ardından sözü birinci katılımcıya vermiştir.

İzmir Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Prof. Dr. Eddie J. Girdner “USA and the Word: From

Manifest Destiny to Global Power” başlıklı renkli sunumunda grafikler ve fotoğraflardan da

faydalanarak ABD ve ABD’li yöneticilerle ilgili kapsamlı tebliğini sunmuştur.

Oturumun ikinci konuşmacısı Muş Alparslan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim

Üyesi Yrd. Doç. Dr. İsmail Hanoğlu “Siyasal Sorunların Siyaset, Kültür ve İnsan Felsefesi

Açısından Çözümlemesi” başlıklı tebliğinde şunlardan bahsetmiştir:

“Felsefenin ilk klasik metinlerinden bu tarafa, insanın tabiatı itibari ile sosyal bir varlık olduğu

kabul edilir. Bu sadece insanın toplu halde, organizmatik bir bütün içerisinde yer almasından

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

13

hareketle ortaya atılmış bir cümle değildir. Bu, insanın zihni gelişiminin yani ruhsal yapısının

analiz edilmesiyle de farkına varılabilecek bir olgudur. Bu anlamda, insanın sosyal bir varlık

olduğu, dıştan okumanın sonucunda elde edilebilecek bir veri olduğu gibi, içten okumanın

sonucunda da elde edilebilecek bir olgudur. Bu açıdan son zamanlarda özellikle Ortadoğu

bağlamında gelişen siyasal hadiseler, bir siyasal sorun olduğu kadar, aynı zamanda sosyal bir

sorundur. Benzer biçimde, sosyal bir sorun olduğu kadar, ruhsal sorunları da içerisinde

barındıran kompleks bir hadiseler bütünü olarak önümüze çıkmaktadır. Bu açıdan yapılacak

tahliller ve değerlendirmelerde sorunun siyasal ve sosyal uçlarına temas etme de

göstereceğimiz titizliği, benzer biçimde, söz konusu bu uçlara kaynaklık teşkil eden birey

psikolojisi yani insan felsefesi meseleye dahil edilerek sonuca ulaşılmaya çalışılmalıdır. Gerek

Türkiye ve gerekse kültürel dokularında epeyce bir ortaklığın yaşandığı çevre ülkelerde

yaşanan siyasal hadiseler, temelde bir kültür krizinin neticesinde ortaya çıkan sorunlardır. Bu

kültür krizi, artık geleneksel anlamda getirilen bazı temel kabüllerin artık işlevselliğinin

bittiğinin açık ve net bir göstergesi olduğu konusunda yeteri miktarda gerekçelerimiz vardır.

Bu temel kabulün merkezinde ise, insanı birey olarak değil de onu toptancı gözle

değerlendiren yaklaşım durmaktadır. Bu toptancı kabul, temelde kabile zihniyeti etrafında

gelişir. Kabile zihniyetinin ya da insanı sırf bir insan topluluğu içinde idare edilmesi gereken

bir varlık olarak gören zihniyetin artık çağdaş insanı kucaklama da yetersiz kaldığı açıktır.

Çözüm ferdin ve evvela insanı bir insan olarak değerlendiren yaklaşımların insan sorunlarına

çağdaş ve evrensel cevaplar vereceği noktasında geçmiş zamanlara kıyasla daha ümit var

olabiliriz. Bu manada çağdaş demokrasilerde dahi insanın insan olarak doğrudan

müdahalesini esas alan katılımcı demokrasilerin günden güne prestijinin artmasındaki ana

saik de yeniden insana verilen iade-i itibar olsa gerektir.”

Oturumun son konuşmacıları Cumhuriyet Üniversitesi İİBF Öğretim Üyeleri Yrd. Doç. Dr.

Gülay Ercins ve Yrd. Doç. Dr. Veda B. Gökkaya “Toplumsal Cinsiyet ve Siyasal Yoksulluk”

başlıklı tebliğlerinde şöyle demişlerdir:

“1980’li yıllarda özellikle feministler tarafından ele alınıp açıklanmaya çalışılan toplumsal

cinsiyet kavramı, toplumsallaşma süreciyle bireye kazandırılan kültürel, sosyal, siyasal,

ekonomik vb. özellikleri kapsamaktadır.

Toplumsal kurumlar tarafından (aile, okul, din, devlet vb. gibi) bireylere öğretilen tutum ve

davranışlar olan toplumsal cinsiyet, kadınları toplumsal yapı içerisinde erkeklerle eşit bir

konuma taşımamaktadır. Topluma, toplumsal cinsiyetin belirleyiciliği doğrultusunda

bakıldığında kadınların, toplumsal yapıda sadece annelik ve onun beraberinde getirdiği

bakıcılık (hem çocuk hem yaşlı vb.) akla gelmekte ve bu da onu toplumsal yaşamı sürdürücü

bir araçtan farksız kılmaktadır. Kadını, kendi çıkarlarının, güçsüzlüğünün, kaygı ve sevginin

istediği yönde çarpıtan erkek, giderek kadını bir araç durumuna getirir: Anlayışlı, sevecen,

doyurucu ve yaşatıcı ama ne de olsa bir araç.

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

14

Toplumsal cinsiyet bağlamında toplumun belirlediği kurallar ve roller çerçevesinde kendini

inşa etmeye çalışan kadın, eril nitelik taşıyan kurallara uymak zorunda bırakılmıştır.

Erkeklerden yana olan bu kurallar, toplumsal yapı (ekonomi, siyaset, eğitim vb. alanlarda)

içerisinde kadını yoksullaştırmıştır. Bu yoksullaştırmanın önemli saç ayaklarından biri de

siyasal alandaki kadın yoksulluğudur. Ülkemizde kadınlara siyasal anlamda haklar ilk defa

Atatürk tarafından Kemalist Devrimlerle verilmiştir. O dönemde birçok ülkeden daha önce bu

hakları elde eden Türk kadını, toplumsal yapı içerisinde yavaş yavaş kendini inşa etmeye

başlasa da ataerkil ideolojiler, toplumdaki kültürel değerler doğrultusunda kadına baskı

yaparak onun ilk önce aile içerisindeki iş bölümünü hatırlatmış, eş ve annelik misyonunu

yerine getirmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Bu durum siyasal alana da yansımış ve kadınlar

ilk önce özel alandaki görevlerine yönelerek, kamusal alandaki görevlerini ikinci plana

atmıştır. Bu da kamusal alanda kadının kendini tam olarak temsil edemediğinin bir

göstergesidir. Oysaki kadınların, kadınlar tarafından temsil edilmesi, sorunların

anlaşılmasında ve çözülmesinde çok önemli bir yere sahiptir.”

Politik Meseleler II. Oturumu

Politik Meseleler II adlı oturumunu başkanlığını Muş Alparslan Üniversitesi’nden Doç. Dr.

Abdullah Kıran yürütmüştür. Toplantının birinci konuşmacıları İstanbul Üniversitesi SBF Arş.

Gör. Mustafa Ozan Şahin ve Arş. Gör. Bülent Şener “Terörizm Olgusu ve Türkiye’de PKK

Terörünün Algılanmasında Bölgesel Farklılıklar: Bir Alan Çalışması” başlıklı tebliğlerinde şöyle

demişlerdir:

“Siyasi bir kavram olarak ilk kez 1789 Fransız İhtilali’yle birlikte gündeme gelen “Terörizm”

olgusu, “şiddet”in siyasal ya da ideolojik amaçlara ulaşmak için sistematik olarak devlete,

topluma ve bireylere karşı kullanıldığı bir eylem türü olması bakımından da insanlık tarihinin

en eski fenomenlerindendir. XX. yüzyıldaki gelişmelere paralel olarak geçirdiği dönüşümle

birlikte son derece karmaşık bir hal alan “terörizm” olgusu, üzerinde en çok tartışılan ve

oydaşma sağlanamayan bir kavram olarak da bireyden bireye, toplumdan topluma ve

devletten devlete farklı yorumlamalara ve algılanışlara sahiptir. Bu bağlamda, 1980’lerden bu

yana Türkiye’de “kronik” bir terörizm vakası haline gelen PKK terör örgütü, onun eylemleri ve

bunların sonuçları, sosyolojik ve siyasal nedenlerden dolayı bireyler ve bölgeler düzleminde

farklı algılamalar doğurmuştur/doğurmaktadır.

Bu çalışma, Türkiye için önemli ve bir o kadar da tartışmalı bir konu olan “terörizm olgusu” ve

“Türkiye’de PKK terörünün algılamasında bölgesel faktörler” konusunda toplumun

düşüncelerini ortaya koymayı hedeflemektedir. Türkiye’de terörizm algılaması konusunda

farklı düşüncelerin olduğu bir gerçektir. Özellikle, Türkiye’deki bölgesel farklılıklar bu konuda

önemli bir etkendir. Bölgesel farklılıklarla birlikte eğitim seviyesi, siyasal parti tercihleri gibi

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

15

farklı etkenlerin de konuyla ilgili farklı yaklaşımlara sebebiyet vereceği muhakkaktır. Yapmış

olduğumuz alan çalışması da bu görüşlerimizi destekler nitelikte sonuçlar ortaya koymuştur.

Türkiye genelinde yapılan alan araştırmamız, 18 yaş ve üstü kır/kent nüfusunu temsil eden

2000 birimlik örnek kitle üzerinde 18 ilde gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın yürütüldüğü iller;

İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Bursa, Konya, Gaziantep, İçel, Samsun, Kırklareli, Antalya,

Diyarbakır, Manisa, Denizli, Erzurum, Malatya, Kayseri ve Zonguldak’tır.”

Oturumun ikinci konuşmacısı olan Kültür Üniversitesi, Arzu Tuncer “Narco Terrorism: the

Unconventional War” başlıklı tebliğinde şöyle demiştir:

“Bu makalenin yazılmasındaki amaç, narkoterörün yapısını ve suç örgütlerinin hedeflediği

amacı analiz etmektir. Ayrıca, narkoterör kavramına belirleyici bir bakış açısı getirilebilmesi

ve bu tehdite karşı verilen savaştaki yaklaşımın değerlendirilebilmesi için suç örgütlerinin

faaliyetlerinde kullandıkları enstrümanlar, uyuşturucu kaçakçıları ile teröristlerin müşterek

faaliyetlerine dikkat çekmek suretiyle bütün boyutlarıyla ele alınacaktır. Son olarak, devleter

tarafından narkoteröre karşı alınmış önlemler incelenecek ve devletlerin sınıraşan suçlarda

etkin rol oynaması ve onlara yeni bir anlayış kazandırmak için bir dizi önerilerde

bulunulacaktır.”

Bu oturumun son konuşmacısı University of Siena, Senem Ertan “Religiosity and Negative

Voting Towards Islamist Parties in Turkey” başlıklı tebliğini sunmuştur.

Ortadoğu Oturumu

Ortadoğu başlıklı Sempozyumun 6. Oturumu İzmir Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof.

Dr. Tuncay Ege başkanlığında yürütülmüştür. Oturumun ilk konuşmacısı Muş Alparslan

Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Doç. Dr. Abdullah Kıran “Iran and Turkey’s Relations in the

Shadow of Western Word” başlıklı konuşmasında İran’daki siyasal gelişmeleri ve İranla

Türkiye arasında mevcut dostane ilişkilere değinmiştir. İran’ın çeşitli alanlardaki örneğin; füze

savunma sistemleri ve nükleer sahadaki başarılarından söz eden konuşmacı Iranla Türkiye

münasebetlerini sabote etmeye ve baltalamaya yönelik girişimlerin sonuçsuz kalacağını ifade

etmiştir.

Oturumun ikinci konuşmacısı Giresun Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Abbas

Karaağaçlı “Son Siyasal Gelişmeler Gölgesinde Uluslaşamayan Halkların Ülkesi Pakistan”

başlıklı tebliğinde şunları demiştir:

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

16

“1947 yılında kurulduğundan beri pek çok etnik ve dinsel çatışmaların ortasında birliğini

korumaya çabalayan Pakistan, uluslaşma evrimini tamamlayamamış nükleer bir devlet

konumundadır. Kanlı savaşlara varan komşusu Hindistan’la yaşadığı çalkantılı

münasebetlerden ABD ile olan yakın ilişkiye, Afganistan’daki devrik Taliban yönetimine

verdiği destek ve halen ülkenin kuzeyinde Taliban örgütüyle yaşadığı çelişkili ilişkiler ve

çatışmalarla gündemde olan bir bölgesel güç konumundadır.

Pakistan’ın kurucuları İslam dinini yeni kurulan ülkenin birlik unsuru olarak temel aldılarsa da

dil, kavmiyetçilik, kültürel miras ve ekonomik farklılıklar ayrılma içgüdüsünün galip gelmesine

sebep oldu ve bağımsızlıktan 18 yıl sonra 1971 yılında ülkenin doğu bölgesi Bangladeş adıyla

anavatandan ayrılma yolunu seçip bağımsızlığını ilan etti. Hindistan’la yaşadığı kanlı Keşmir

sorunu, kuzeydeki Veziristan Bölgesi’ndeki aşiretler ve Taliban hakimiyeti ve güneybatıda

Belucistan sorunu gibi etnik hareketler ülkenin birliğini tehdit ederken ülke içinde Şiilere ve

Hıristiyan azınlığa yönelik sindirme ve baskı politikası da istikrarsızlığın başka bir veçhesidir.

Kısa dönemli demokrasi denemelerine karşın sürekli olarak askeri idareler tarafından şeriat

kurallarınca yöneltilmeye çalışılan bu devletin halkı sosyal ve ekonomik yönlerden geri

bırakılmış, işsizlik, yoksulluk ve yolsuzluklarla karşı karşıya kalmıştır. Ulusal bir kimlik

oluşturması sürecinde pek çok sorunla karşı karşıya kalmıştır. Abbas Karaağaçlı konuşmasının

bu aşamasında oturum başkanından izin alarak Bahreyn’de ABD’nin desteği ile Suudi, Birleşik

Arap Emirlikli ve Bahreyn güvenlik güçleri ve komandolarınca demokrasi talep eden Bahreyn

halkına karşı uygulanan baskıya değinmiş ve şöyle demiştir; Bahreyn halkı günümüzde büyük

sıkıntılar ve sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Suudi Arabistan ve bölgenin diğer batı yanlısı

halktan kopuk yöneticileri kendi iktidarları ve gelecekleri de tehlikede olduğundan

Bahreyn’deki değişim ve demokrasi hareketinden korkmakta ve tedirginlik duymaktadırlar.

ABD ise Bahreyn’de meydana gelecek değişim sonucunda Ali-halife yönetiminin devrilmesi

durumunda bu stratejik adadaki konumunu yitireceğinden ve askeri üssü ile beşinci filosunun

barınma geleceğinin tehlikeye düşeceğinden korkmaktadır. Unutmayalım 1980’lerden sonra

Afganistan’da Necibullah yönetiminin mücahit hareketinin karşısında aciz kalıp Sovyet

ordularını mücahitleri bastırmak için ülkesine davet ettiğinde başta ABD olmak üzere bütün

batı devletleri ayaklanmış Afganistan Devleti ve Sovyetler Birliği’ne karşı cephe almışlardır. O

dönemde ABD ve diğer batılı devletler Sovyetlerin Afganistan’ı işgalini bahane göstererek

1980 Moskova Olimpiyatları’nı boykot etmişlerdir. Ayrıca bütün batılı haber ajansları

Afganistan’daki olayları dünyaya taraflı olarak yansıtmış, ABD ve diğer batılı güçler Sovyet

yanlısı Afganistan Devleti’ni yıkmak için her türlü askeri ve maddi yardımı yapmışlardır.

Bugün Suudiler ve Birleşik Arap Emirlikleri askerlerinin Bahreyn’i işgal etmeleri ve doğrudan

doğruya halkın Ali-halife yönetiminin diktatörlüğüne karşı baş kaldırmaları farklı bir durum

mudur? Arabistan’ın Bahreyn’i işgalinin Sovyetlerin Afganistan işgalinden ne farkı var?”

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

17

Oturumun üçüncü konuşmacısı olan Niğde Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. M.

Serkan Taflıoğlu “İran İslam Cumhuriyeti Nükleer Enerji Siyaseti” başlıklı yazısında şöyle

demiştir:

“İran İslam Cumhuriyeti anayasal yapılanmasında devlet başkanı olan cumhurbaşkanı değil,

Velâyet-i Fakih makamında bulunan dini ve siyasi lider konumundaki Rehberdir. Bu

çerçevede İran anayasasının 57. maddesi yasama, yürütme ve yargı erklerinin Rehber’in tahtı

nazarında göre yaptığını açıkça vurgulamaktadır. Aynı şekilde Rehber’in yetkilerini belirten

anayasanın 110. maddesinin birinci fıkrası İran İslam Cumhuriyeti’nin genel siyaset ve

stratejisini belirleme, savaş ve barış ilanı (5. fıkra), Silahlı Kuvvetlerin üst düzey

komutanlarının atanması ve azli (6. Fıkra B bendi) gibi birçok yetkiyi Rehber’in uhdesine

vermektedir. Bu bağlamda Küresel ve Bölge siyaseti açısından büyük öneme haiz İran nükleer

enerji siyasetini belirleme ve anlamak açısından İran İslam Cumhuriyeti’nin anayasal

yapısının anlaşılması son derece önemlidir. İran devleti NPT anlaşmalarını imzalayan bir ülke

olarak nükleer enerji kullanımını ve nükleer teknoloji kullanımını kendi Ulusal hakkı olarak

görmektedir. Avrupa için İran ve İran Şii jeopolitiğinin hâkim olduğu Basra körfezi doğal gaz

ve petrolü, Rusya’ya bağımlılığı kırması açısından, hayati öneme sahiptir. Çin önümüzdeki 30

yılda doğal gaz ihtiyacını ağırlıklı olarak İran’dan temin etmeyi planlamakta bu amaçla İran

hükümeti ile birçok ikili anlaşmalar imzalamıştır. Rusya ise Basra körfezi ve Ortadoğu

bölgesine en etkin çıkış ve bağlantısı İran’dır. Bu durum İran’a Amerikan ve bazı Avrupa

devletlerinin İran’a Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde etkin ambargo kararı alınmasını

ve uygulanmasını çok zor hale getirmektedir. Fakat İsrail devletinin İran’ın nükleer güç olma

durumunun, İsrail’in kurulduğundan beri karşılaştığı en hayati tehdit olarak ilan etmiş ve

gerektiği zaman tek taraflı olarak bunu askeri müdahale de dâhil her yolu düşüneceğini

duyurmuştur. Bu durum Küresel ve Bölgesel dengeler açısından tam bir kaos anlamı

taşımaktadır. Bu sebeple İran’ın nükleer enerji siyaseti ve bu meselede ortaya koyacağı

siyaset ve tutum hem küresel hem de bölgesel açıdan stratejik bir öneme sahiptir.”

Oturumun dördüncü konuşmacısı Uşak Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Hasan

Hüseyin Akkaş “Küresel Diyalogun Demokratikleşmeye Etkileri: Arap Toplumlarına

Yansımalar” başlıklı tebliğinde şöyle demiştir:

“Küreselleşme bir süreç olarak toplumları etkilemekte, değerler küreselleştikçe

demokratikleşmede yaygınlaşmaktadır. 1970’lerden sonra başlayan demokratikleşme dalgası

Latin Amerika’dan Doğu Avrupa’ya, Asya’dan Afrika’ya otoriter toplumları dönüştürmüştür.

Bu süreçte toplumsal farklılıklar dikkate alınarak demokrasinin farklı yönetim biçimleri dile

getirilmiştir. Demokratikleşmeye küresel etki ise yerel değerlerin popülerleşmesi ve

popülerleşen değerlerin diyalog yoluyla küreselleşmesi olmuştur.

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

18

Bu çalışma küresel diyalog yoluyla toplumlarda demokratikleşmenin önemini

vurgulamaktadır. Küresel düzeyde diyalog arttıkça taraflar sorumluluk almakta, değerler

evrenselleştikçe toplumlarda demokrasi talepleri yaygınlaşmaktadır. Mısır, Cezayir, Bahreyn

ve Fas gibi ülkelerde otoriter yönetimlere karşı, halkın sokak gösterileri olarak başlayan

demokrasi talepleri karşısında otoriter yönetimler reform yapmakta veya yönetimler

değişmektedir. Çalışma kapsamında Arap halklarının demokratikleşme taleplerinin

yönetimler üzerindeki etkileri değerlendirilecektir.”

Oturumun dördüncü konuşmacısı olan İzmir Üniversitesi İİBF Arş. Gör. Sekine Özten Mert

“Islamization of the Middle East: Political Role of Hezbollah and its Islamic Agenda” başlıklı

tebliğini sunmuştur.

Bu oturumun son konuşmacıları Balıkesir Üniversitesi İİBF Arş. Gör. Murat Keten ve Arş. Gör.

Ömer Faruk Biçen “Ortadoğu Ülkelerinin Yeniden Yapılandırılmakta Olan Küresel Ekonomik

Sisteme Entegrasyonu Çerçevesinde Türkiye’nin Rolü” başlıklı tebliğlerinde şöyle demişlerdir:

“Dünyada süregelen ekonomik sistemin özellikle son 30 yıl içerisinde sürekli olarak sekteye

uğradığı görülmektedir. Kısa aralıklarla birbirini takip eden ana ve artçı ekonomik sarsıntılar

mevcut ekonomik sistemin sorgulanmasına neden olmuştur. En son ortaya çıkan 2007-2009

küresel ekonomik kriz ise söz konusu sorgulamaların haklılığını ortaya koymuş ve küresel

ekonomik yapının yeniden şekillendirilmesi gerekliliği, dünyaya yön veren küresel aktörler

tarafından çok daha yüksek sesle ifade edilmeye başlanmıştır.

Yeniden yapılandırılması düşünülen ekonomik sistemin daha etkin bir yapıya

kavuşturulabilmesi ise Ortadoğu ülkelerinin de küresel ekonomik sisteme entegrasyonunu

gerektirmektedir. Zaten bu değişimi sağlayacak altyapı, SSCB’nin dağılması süreciyle birlikte

küresel ekonomik ve politik aktörlerin bölgeye yönelik yeni strateji arayışları çerçevesinde

oluşturulmaya başlanmıştır. Söz konusu strateji arayışları, 2000’li yılların başında Büyük

Ortadoğu Projesi (BOP) ve Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Girişimi (GODKA) ile nihai

bir yapıya kavuşmuştur.

Amaçlanan entegrasyon, Ortadoğu’nun hantal ekonomik yapıdan dinamik bir ekonomik

yapıya geçmesini; ayrıca, bölgede çeşitli politik ve kültürel değişikliklerin gerçekleştirilmesini

gerektirmektedir. Bu açıdan bakıldığında, hem bölgeye olan coğrafi yakınlığı ve tarihsel

bağları hem de son yarım yüzyıllık süreçte Batılı kurumlarla geliştirmiş olduğu ilişkiler

sebebiyle Türkiye’nin çok önemli bir role sahip olduğu gözlenmektedir. Bu çalışmada,

Türkiye’nin üstlenmiş olduğu bu role bağlı olarak bölge ülkeleriyle geliştirmiş olduğu

ekonomik ilişkiler incelenecektir.”

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

19

Türkiye Ekonomisi Oturumu

Türkiye Ekonomisi başlıklı 7. ve son oturum ise İzmir Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi Doç. Dr.

Yıldız Y. Güzey başkanlığında açılarak, oturumun ilk konuşmacısı olan Gaziantep Üniversitesi

Turizm Yüksek Okulu, Öğr. Gör. Mustafa Mete’nin “The Role of Trade Policies on Economic

Growth in Turkey” başlıklı tebliği ile başlamış ve şöyle demiştir:

“Bu makalede ticaret politikaları ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki için teorik ve ampirik

olarak açıklamaya çalışmaktır. Bu çalışmayla özellikle Türkiye’de 1990-2010 döneminde

ticaret politikaların ekonomik büyüme üzerindeki etkilerini araştırmaktır. Çalışmada

ekonomik büyüme ile ticaret politikaların arasındaki ilişkiler Regresyon ile nedensellik analizi

ile test edilmiştir. Temel bulgulara göre ticaret politikaları oranındaki değişkenliğinin,

ekonomik büyüme üzerinde etkisi olduğu sonucu elde edilmiştir.” demiştir.

Oturumun ikinci konuşmacısı Bingöl Üniversitesi İİBF, Arş. Gör. Emre Ayna “Yeni

Bölgeselleşme Sürecinde Türkiye’de Kalkınma Ajansları” başlıklı tebliğinde şöyle demiştir:

“Yeni bölgeselleşme süreci ile 1980 sonrasında Türkiye’de, en basit anlatımla, serbest piyasa

ekonomisine geçilmesi, yabancı yatırımın arttırılması sağlanmıştır. Aslında bu gelişmeler

dünya genelinden daha doğrusu dünya ekonomisinden bağımsız olarak ele alınamaz. Bu

değişimin ortaya çıkması bölgesel rekabetin merkezden çevreye kayması olarak

değerlendirilebilir. Kalkınma ajansları sisteminin Türkiye’ye girişi de bu sürecin bir sonucudur.

Kalkınma Ajansları tam da bu sürecin öngördüğü gibi ekonomik kalkınmanın sağlanması ve

sürdürülebilir kalkınmanın geliştirilmesini sağlamak amacıyla kurulmuştur. Ancak gelişmekte

olan ülkelere çözüm olarak gösterilen bu kurumlar gelişmiş ülkelerin kalkınmasında ne kadar

rol oynamıştır?

Bu çalışmanın amacı Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde Türkiye’de kurulan Kalkınma

Ajanslarının Türkiye’deki bölgesel dengesizlik sorununa getireceği öngörülen çözümün

değerlendirilmesidir. Bu araştırma, günümüzde mevcut tek ekonomik sistemin varlığını

öngören Modern Dünya Sistemi Teorisi çerçevesinde şekillendirilmiştir. Çalışmada tarihsel ve

betimsel araştırma yöntemleri kullanılmış, görüşme tekniği kullanılarak Kalkınma Ajansları ile

görüşmeler yapılmıştır.”

Oturumun üçüncü konuşmacısı olarak İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Arş. Gör. Aslı

Okay, “Türkiye’de Bölgesel Gelişmişlik Farklılıklarının Kadın İstihdamı Üzerindeki Etkisi”

başlıklı tebliğinde şunlardan söz etmiştir:

Bölgesel ve Küresel Dinamikler: Türkiye ve Yakın Çevresinin

İktisadi ve Siyasi Meseleleri Sempozyumu Raporu

20

“Kadınların kitleler halinde istihdamı, genel olarak sanayi devrimi ile başlamış bir süreçtir.

Genelde vasıfsız olarak ve düşük ücretlerde çalışmaya hayatına giren kadınların, tarihi

süreçte vuku bulan teknolojik ilerleme ve buna bağlı olarak gelişen küreselleşme olgusuyla,

istihdam oranı artmış ve daha nitelikli işlerde çalışma olanaklarına kavuşmuşlardır. Teknolojik

ilerlemenin ve küreselleşmenin çalışma hayatını çeşitlendirmesi ve geliştirmesi; 1970’li

yıllardan itibaren “kadınların eğitim düzeyini”, “çalışma hayatında karşılaştıkları güçlükleri”

ve “işgücüne katılım oranlarını”, iktisadi tartışmaların önemli gündem konuları haline

getirmiştir. Bu gelişmelere ek olarak küresel rekabetin hız kazanması, hem gelişmiş hem de

gelişmekte olan ekonomilerde, “kadın istihdamını arttırmayı ve kadın istihdamının

sorunlarına çeşitli çözümler üretmeyi” zorunlu kılmıştır.

Türkiye’de kadın istihdamının piyasadaki konumu ve çalışma biçimi, dünyadaki gelişmelerin

paralelinde seyretmekle beraber, özellikle 1950’lerden sonra kırdan kente artan göç, kadının

işgücü piyasasındaki varlığını daha da arttırmıştır. Ancak gelişmekte olan bir ekonomiye sahip

olan Türkiye’de kadın istihdamının yapısal sorunları halen çözüm beklemektedir.

Türkiye’de kadın istihdamının günümüzdeki durumunu, “eğitim, yaş, ekonomik faaliyet ve

meslek grubu alt başlıklarında”, Türkiye İstatistik Kurumu’ndan (TUİK) elde edilecek veriler

doğrultusunda çeşitli açılardan ele almak, “Türkiye’de kadın istihdamını arttırmak ve kadın

istihdamının sorunlarına çeşitli çözümler üretmek” yolunda araştırmacılara faydalı bilgiler

sunacaktır.”

Bu oturumun son konuşmacıları olan Erzincan Üniversitesi İİBF Arş. Gör. Zülküf Ayrangöl ve

Arş. Gör. Mustafa Tekdere “Ana Hatlarıyla Vergi Afları” başlıklı tebliğlerinde şöyle

demişlerdir:

“Devletlerin mali fonksiyonlarının yanı sıra yüklendiği iktisadi ve sosyal fonksiyonlarının

artması sonucu, artan gelir ihtiyacını karşılamak için başvurduğu en önemli kaynak vergidir.

Bu gelir ihtiyacını karşılamada kullanılan araçlardan biri de vergi affıdır.

Vergi affı, vergi kanunlarına aykırı hareket edenlere uygulanan idari ve hukuki yaptırımların

ortadan kaldırılmasıdır. Bir başka deyişle devletin çıkaracağı bir kanunla alacak hakkından

vazgeçmesidir. Ülkelerin vergi affında esas amacı mali fonksiyonlarını yerine getirebilmek için

gelir elde etmektir. Ülkelerin vergi affından gelir elde etmenin yanı sıra, idari, sosyal,

psikolojik, teknik ve siyasi amaçları da vardır. Bu çalışmada son mali affa da atıfta bulunarak,

mali afların nedenleri ve amaçları açıklanmıştır.”

Sempozyum organizasyon kurulu başkanı Prof. Dr. Sabri Teker’in değerlendirme ve kapanış

konuşmalarıyla ikincisinde buluşmak üzere başarı ile son bulmuştur.