BAŞKURT MİLLİ ŞAİRİ NAZAR NECMİ (HAYATI-ESERLERİ-EDEBÎ...
Transcript of BAŞKURT MİLLİ ŞAİRİ NAZAR NECMİ (HAYATI-ESERLERİ-EDEBÎ...
1
T.C. EGE ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ ANA BİLİM DALI
TÜRK DÜNYASI EDEBİYATLARI ANA BİLİM DALI
BAŞKURT MİLLİ ŞAİRİ NAZAR NECMİ
(HAYATI-ESERLERİ-EDEBÎ KİŞİLİĞİ)
YÜKSEK LİSANS TEZİ
HAZIRLAYAN
Rozaliya DAVLETBAKOVA
DANIŞMAN
Yard. Doç. Dr. Mehmet TEMİZKAN
İZMİR – 2006
2
Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Müdürlüğüne sunduğum Başkurt Milli Şairi Nazar
Necmi (Hayatı-Eserleri-Edebi Kişiliği) adlı yüksek lisans /doktora tezinin tarafımdan
bilimsel ahlak ve normlara uygun bir şekilde hazırlandığını, tezimde yararlandığım
kaynakları bibliyografyada ve dipnotlarda gösterdiğimi onurumla doğrularım.
Rozaliya Davletbakova
İmza
3
İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ..........................................................................................................................I-II GİRİŞ........................................................................................................................II-XV
A. Başkurt Tarihine Kısa Bir Bakış................................................................III-V
B. Başkurt Edebiyatına Genel Bir Bakış.....................................................VI-XV
BİRİNCİ BÖLÜM: NAZAR NECMİ......................................................................1-41
A. Hayatı.........................................................................................................1-10
B. Nazar Necmi’nin Edebi Kişiliği...............................................................10-22
C. Nazar Necmi’nin Dili ve Üslubu..............................................................22-29
D. Nazar Necmi’nin Mansum Hikaye ve Halk Şiiri Tarzında Yazılmış Şiirleri.......................................................................................................29-36
E. Hakkında Yapılmış Çalışmalar.................................................................37-39
F. Eserleri......................................................................................................39-41
İKİNCİ BÖLÜM: ESERLERİNDEN SEÇMELER...........................................42-112
A. Şiirlerinden Örnekler...............................................................................42-85
B. Bilimsel Çalışmalarından Bir Örnek........................................................86-93
C. Hikayelerinden Örnekler........................................................................94-112
D. Tiyatro Eserleri............................................................................................112
SONUÇ..................................................................................................................113-115
KAYNAKÇA........................................................................................................116-120
I
ÖNSÖZ
Türk boylarından biri olan Başkurtlar, Kuzey Türkleri ve Başkutça da Kuzey
Türkçesi içinde yer almaktadır. Eskiden beri, zengin halk kültürü ürünlerine sahip olan
Başkurtlar, büyük bilim adamları ile şair ve yazarlar da yetiştirmiştir. Son yüzyılın
önemli şair ve yazarlarından biri de, tez konumuz olan Nazar Necmi’dir. Amacımız,
büyük ve pek çok alanda boy göstermiş Başkurt şair ve yazarı, aynı zamanda hayata
felsefi bakışlarıyla da tanınan bu şairi Türkiye’de tanıtmaktır.
Türkiye’de, Başkurtlar hakkında yapılmış çalışmalar az da olsa bulunmaktadır.
Aslen Başkurt olan ve Türkiye’ye gelip yerleşmiş bulunan Zeki Velidi Togan ve
Abdülkadir İnan’ın çalışmaları arasında, Başkurtlarla ilgili olanlar da vardır. Öncelikle
Zeki Velidi Togan’ın “Başkurtların Tarihi” ve “Hatıralar”ı, çok önemlidir. Geçtiğimiz
yıllarda, “Başkurt Halk Destanları” ismini taşıyan bir eser de yayınlanmıştır. Ayrıca,
Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi’nin 29. Ve 30. ciltleri de Başkurt
edebiyatına ayrılmıştır.
Bu eserlerin ortak özelliği, genel mahiyette çalışmalar olmalarıdır. Biyografi
tarzında herhangi bir çalışma, bildiğimiz kadarıyla, bulunmamaktadır. Genel
çalışmaların detaylı çalışmalarla desteklenmesinin faydalı olacağını düşünerek, Nazar
Necmi üzerinde bir biyografi çalışması yapmayı tercih ettik.
Çalışmamız, Önsöz, Giriş, N. Necmi’nin Eserlerden Örnekler, Sonuç ve
Bibliyografya bölümlerinden meydana gelmektedir.
“Önsöz”de, konuyu seçmekteki maksadımız ve çalışmamız tanıtılmaktadır.
“Giriş” ana başlığı altında, birkaç alt başlık bulunmaktadır. Önce Başkurt tarihi
hakkında kısa bir bilgi verilmiş, daha sonra Başkurt edebiyatı tarihi özet halinde
tanıtılmıştır. Üçüncü olarak sırasıyla Nazar Necmi’nin hayatı, edebî kişiliği, dili ve
üslubu, eserleri ile Nazar Necmi üzerine yapılan çalışmalar hakkında, ayrı ayrı başlıklar
altında bilgi verilmiştir.
II
Birinci bölüm Nazar Necmi’nin hayatı, edebi kişiliği, dili ve üslubu, manzum
hikaye ve halk şiiri tarzında yazılmış eserleri hakkında bilgiler, hakkında yapılmış
çalışmalar ve eserlerinin listesinden oluşmaktadır.
İkinci bölüm, Nazar Necmi’nin eserlerinden yaptığımız seçmelerle bunların
Türkiye Türkçesine aktarılmasından meydana gelmektedir.
Çalışmamız Sonuç ve konuyla ilgili çalışmaların gösterildiği ”Kaynakça” ile
tamamlanmaktadır.
Gerek ders gerek tez aşamasında gördüğün anlayış ve yardımlarından dolayı,
Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Müdürü, hocam Prof. Dr. Fikret Türkmen’e;
ayrıca yardım ve rehberliği için de danışman hocam Yard. Doç. Dr. Mehmet
Temizkan’a teşekkürlerimi sunmayı bir borç biliyorum.
Rozaliya Davletbakova
III
GİRİŞ
A. BAŞKURT TARİHİNE KISA BİR BAKIŞ
Başkurt ülkesi Ural nehrinin ve Ural dağlarının güneyinde yer almaktadır.
Asırlardan beri burada yaşayan Başkurtların toplam nüfusu, 2002 sayımına göre,
yaklaşık 1.700. 000 civarındadır. Başkurt halkı, sadece Başkurdistan’da değil,
Rusya’nın içinde - Tataristan, Perm, Orenburg, Samar, Kurgan, Çelyabinsk ...
bölgelerinde, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve daha bir çok
ülkede de yaşamaktadır.
Başkurdistan’ın başkenti Ufa’dır. Yüzölçümü 143.600 kilometre karedir.
Toprakları, Güney Ural’dan batıda İşimbay (Belaya ) ve Kama nehirlerine kadar
uzanmaktadır. Cumhuriyet, idari yönden 21 şehirden oluşmaktadır. Başlıca şehirleri
Ufa, Sterliştamak, Oktyabrskiy, Beloret, İşimbay, Salavat, Sibay, Kümertay ve
Belebey’dir.1
“Başkurt” isminin kökeniyle ilgili olarak, bilim adamları arasında ortak bir görüş
yoktur. Konuyla ilgili görüşlerin çoğu, halk etimolojisine dayanmaktadır. Başkurt
etnonimin oluşumu hakkında kabul gören belli başlı görüşler şunlardır:
1. Baş (baş, önde olan) + kurt = başkurt. Başkurtlara bir kurdun yol göstermesini
anlatan rivayetlere dayanır.
2. Baş (baş, önde olan) + kurt (başkurt lehçelerinde “arı”) = baş arı. Başkurtların
balcılıkla uğraşmalarıyla ilgilidir.
3. Başgird - VIII yüzyılın sonunda- IX yüzyılın başında, başkurtların şimdiki
yerleşimlerin güney taraflarında yaşayan, 2000 atlı askerin başında olan gerçek
bir şahıs adına dayanır.2
1 http://www.bashedu.ru/encikl/bbb/bashkiry.htm 2 Geniş bilgi için bk: “Etnicheskaya istoriya Başkir s Kontsa I tıs. N.E. Do XIX v.”, Nauchnaya Sessiya Po Etnogenezu Başkir, Ufa 1969, s.104 (“Başkurtların I.yüzyıl Sonundan XIX yüzyılına Kadar Etnik Tarihi”, Başkurtların Etnogenezi Hakkında Konferans, Ufa 1969, s. 104; Proishojdenie Başkirskogo Naroda, Moskva, Nauka 1974, s. 447-449 (Başkurt Halkının Oluşumu, Moskova, Nauka Neşriatı, 1974, s. 447-449); R. G. Kuzeyev, Proishojdenie Başkirskogo Naroda. Etniçeskiy Sostav, İstoriya
IV
Başkutlar, Türk milletinin bir boyu olarak, kökenleri çok eski asırlara inen bir
tarihe sahiptirler.
Türk Rivayetlerinin en eskisi olan Oğuz destanında Başkurtlar, Edil havzasına
yakın ve Bulgarlarla sınırdaş bir dağlık ülkede yaşayan, kuvvetli ve şekavetle tanınmış
(cebbar) kibir…dolayısıyla hiçbir cihangire baş eğmeyen bir kavim sıfatıyla
zikredilmektedir.3
Başkurtların bir boy haline gelmesinde, Türk göçebe kabileleri önemli rol
oynamışlardır. Dördüncü yüzyıldan itibaren, onlar, sürekli olarak Güney Ural
topraklarından geçmekte, burada yaşayan Fin-Ugor ve hayvancılıkla uğraşıp Farsça
konuşan kabilelerle karışarak, Başkurt etnosunun oluşumunda çok önemli bir rol
almışlardır. Daha sonra, 8.-10. asırlarda Güney Ural bölgesinde Peçenek-Oğuz
hareketleri de Başkurtların içinde ciddi izler bırakmıştır. Başkutların kendilerini
“Başkurd” adıyla anması da, bu devre aittir.4
Onlara ilk olarak “al-başgard” ismiyle Arap asıllı gezegen İbn-Fadlan’ın, 922
senesine ait seyahat notlarında tesadüf edilmektedir. İbn Fadlan’a göre, “ Ural
dağlarında yaşayan Başkurtlar, güneyde Mogacar dağlarında Oğuzlarla, Yayık’ta
Peçeneklerle ve Batıda Sokh ile Çerimşen’de Bulgarlarla komşu olmuşlardır.”5
Bir göçebe kabilesi olarak Başkurtlar o sıralarda hayvancılıkla uğraşmaktadırlar
(at, kuzu, deve, sığırlar ).Yazın sürülerini yaylalarda otlatıp çadırlarda yaşarlar, kışın ise
köylere dönerlerdi. Hayvancılıktan başka, Başkurtlar çok iyi avcılık, balıkçılık ve
balcılıkla uğraşırlar. Sonra da tarım işlemlerine geçerler; tarlalarında buğday, bulgur,
kenevir vs yetiştirirler. Tarımcılığın rolü 17 asra doğru artmaya başlar ve Başkurtlar
göçebeliği hemen hemen tamamen bırakırlar. Ama bazı yerlerde bu durum 20. yüzyılın
başlarına kadar devam eder.
Başkurtlar çok zengin bir kültür mirasına sahiptirler. “Ural Batır” destanı, sadece
Başkurtlar arasında değil, bütün dünyada tanınmış bir eserdir. Bunun yanı sıra, başka
Rasseleniya, Moskva, Nauka 1974 (R. G. Kuzeyev, Başkurt Milletinin Oluşumu. Etnik Yapısı, Yerleşim Tarihi, Moskova, Nauka Kitap Neşriyatı 1974) 3 Zeki Velidi Togan, Başkurtların Tarihi, TÜRKSOY Yayınları, Ankara 2003, s. 3. 4 http://www.hrono.ru/etnosy/bashkiry.html 5 Age, s. 6.
V
destanları da bilinmektedir: “Akbuzat”, “İdukey ve Morazım”, “Kusyak Biy”,
“Alpamışa” , “Kuzey-Kurpyas menen Maynhılıw”, “Zayatulyak menen Hıuhılıw” ...
Geleneksel müzik aletleri “kuray” (flüid ), dombra ve kumızdır.
Başkurtların etnik oluşumu, 13. yüzyıl başlarında tamamlanmıştır. Başkurtlar
önce İdil Bulgarları Hanlığı’nda, sonra ise Altın Ordu ve Kazan devletleri içinde yer
almışlardır. 16. yüzyıl ortasında da ( 1552-1557 ) kendi istekleriyle Rus Çarlığı’na
katılmışlardır. “Fakat Rusya, 1558 yılından başlayarak Başkurt ve Nogay uluslarına
müdahale etmeye başladı.”6
Rusya’nın işgaline uğrayan Başkurdistan, yaklaşık üç yüz yıl boyunca çeşitli
aralıklarla isyan etmiş, bağımsızlık uğruna yüz binlerce Başkurt şehit olmuştur.
Toprakları zorla alınmış, Hristiyanlaştırılmaya çalışılmış, her türlü Rus vahşeti
üzerlerinde denenmiştir.
1905 İhtilâlinden sonra kültürel kalkınma atağı ve 1917 yılında Bolşeviklerle
yapılan iş birliği neticesinde, 23 Mart 1919 tarihinde Başkurdistan Muhtar Cumhuriyeti
kurulmuştur. Başkurtlar, mücadeleyi bırakmamış, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler
Birliği'nin (kısaca Rusya’nın) dağılmasıyla birlikte, 15 Ekim 1990 tarihinde
bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Rusya Federasyonu, Başkurtların bağımsızlığını kabul
etmemiş, Rus baskısı üzerine büyük bir mücadele başlamış, 1991 ekiminde Başkurt
gençleri parlamentodaki Rus bayrağını indirerek, yerine Başkurt bayrağını asmışlardır.
Bu gelişmeler üzerine, 14 Ekim 1991 tarihinde, Başkurtistan'a “özerk cumhuriyet”
statüsü tanınmıştır.
Bugün parlamentosu, anayasası, cumhurbaşkanı ve bayrağı bulunan
Başkurtistan'da, devlet başkanlığına, 3 Ağustos 1994 tarihinde yapılan seçimlerde
Başkurt Türkü ve bağımsızlık yanlısı Murtaza Ubeydullah RAHIM (Murtaza Rahimov)
seçilmiştir.
6 Age, s. 18.
VI
B. BAŞKURT EDEBİYATINA GENEL BİR BAKIŞ
1. Ortak dönem: Başkurt edebiyatı, Türk dilinin ilk yazılı eserleri ile başlar.
Bunun sebebi, öncellikle, Türk dilinin ilk yazılı eserlerinin bütün Türk boyları için
ortak edebî miras olarak kabul edilmesidir. İkinci sebep ise, Başkurt edebiyatının büyük
kaynakları ve manzum geleneklerinin, muhafaza edilen bu ilk taş basma ve el yazması
yadigarlarda bulunmasıdır. Bulgar dönemi edebî-kültür mirası ise, daha çok Kul Ali’nin
meşhur “Kıssa-yı Yusuf” manzumesi ile Ural-Volga boyu Türk halklarından Başkurt
ve Tatarların ortak edebî eserleridir.
İlk ve orta asırlar Türk edebiyatları tarihine has ortaklıklar, Kıpçak dönemine
doğru 14. ve 15. asır Türk destanlarında da devam eder. Buna göre Kutb’un “Hüsrev ü
Şirin”, S. Sarayî’nin “Gülistan Tercümesi” ve “Süheyl ü Göldörsön”, Harazmi’nin
“Muhabbetname”, H. Katip’in “Cümcüme Sultan” destanları, Özbek, Kazak, Tatar,
Başkurt edebiyatları tarihinde ortak edebî miraslar olarak tanınır ve antolojilere de böyle
girer. Böyle bölgesel ve yerel ortak edebî görünüşler daha başka eserlerde ve yazarların
yazmalarında da görülür: “Kesikbaş Kitabı” Mahmud bin Ali’nin “Nehcü’l-Feradis”, N.
Rabguzi’nin “Kısasü’l-Enbiya”, Kadir Ali’nin “Camiü’t-Tevarih” Mevla Kulu’nun
hikmetleri gibi.
Kıpçak ve Rus hakimiyeti dönemlerindeki Başkurt edebiyatı tarihi, kendine has
şöyle bir görünüme sahiptir: Edebî eserler iki şekilde yazılır ve yaşar. Halkın söz
ustaları -türkücüler ve ozanlar- eserlerini yazılı olmadan doğaçlama olarak yaratır ve bu
miraslar kuşaktan kuşağa geçerek hafızalarda saklanır. Tarihte isimleri ve eserleri bu
şekilde muhafaza edilmiş farklı eserler, edebiyat ilminde sözlü ürünler olarak kabul
edilir ve bozkır kültürünün edebiyattaki önemli bir yansıması olarak görülür. Buna
göre; Kazak, Karakalpak, Kırgız, Nogay edebiyatları tarihinde âşıkların ve ozanların
eserleriyle oldukça önemli bir paya sahip olması gibi, isimleri belli Başkurt âşıkların ve
ozanların eserlerini de edebiyat tarihimizin sözlü edebiyat bölümünde yaşayan görünüşü
olarak kabul etmek durumundayız. Demek ki, edebî mirasımızın halkın konuşma diline
VII
dayanan edebî dili ile Türk edebiyatının ortak dönemi; dolayısıyla ortak Türk diliyle
meydana getirilmiş iki ana kaynağı bulunmaktadır.
Başkurt edebiyatı tarihinde, Bulgar dönemi edebiyatının en büyük ve bilinen en
eski eserlerinden Kul Ali’nin “Kıssa-yı Yusuf” manzumesi önemli bir yer tutmaktadır.
Âlimler, “Kıssa-yı Yusuf” mesnevisinin kaynaklarını, Irak’ta iki üç bin yıl önce
yazılmış Assiro-Vavilon mitolojisinde bulurlar. Bu hikaye, tamamen “Tevrat”a, sonra
“Kuran”a farklı sureler olarak inmiştir. İlk Arap tarihçileri -meşhur Ebu Cafar Tabarî
gibi (838-923)- onunla ilgili çeşitli tefsir ve açıklamalarda bulunmuşlardır.
Kul Ali, bu geleneksel hikayeyi ana dilinde hikaye etmekle kalmamış, onu
geliştirmiş, yeni unsurlar ile zenginleştirmiş, kendi döneminin ve çağdaşlarının sanat
güzelliğine bağlamak için çalışmıştır. Onun eserinde hikaye, dinî-fantastik kudret ile
yoğunlaştırılmış, esere olayların ve kahramanların gerçekliği, düşünce ve fikirlerin
doğallığı yerleştirilmiştir. İnsanların mutluluk, güzellik ve iyilik içinde sunuluşu, çeşitli
zulüm ve kötülükleri geri itişi, sevgi hisleri, sabırları, düzenleme çalışmaları herkesi
cezp etmektedir.
Kul Ali’nin “Kıssa-yı Yusuf” eseri, Başkurt halkının gönlünün baş köşesine
yerleşmiştir. “Yosof menen Zöleyha (Yusuf ile Züleyha)” adlı seçme kısalar, ”Yosof
Kitabı hem Han Kızı (Yusuf Kitabı ve Han Kızı)” adlı efsaneler, onları anlatan türküler,
beyitler ve özlü sözler, kaynak olarak “Kıssa-yı Yusuf”u almış, bu eserden
beslenmiştir. Folklorcular, Başkurt halkı arasında “Kıssa-yı Yusuf”un onlarca varyantını
derlemişlerdir7.
2. Kıpçak dönemi edebiyatı. Orta çağ doğu edebiyatlarında peygamberler ve
din büyükleri hakkındaki eserler büyük bir yer kaplar. Onun ilk örnekleri, Arap
edebiyatında vücuda getirilmiştir. 10 -11. Asırlarda, Araplar arasında daha çok
Muhammed bin Cerirü’t-Tabarî’nin (838-923) “Tarihü’r-Resul ve’l-Mülûk”
(Peygamberler ve Padişahlar Tarihi) denilen kitabı ilgi görmüştür. İslam dininin
7Başlangıçtan Günümüze Kadar Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi (Nesir-Nazım), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 2004, C. 29. (Başkurt Edebiyatı) s. 272-273. 2 Age, s. 279.
VIII
yayılması ile böyle kitaplar bütün dillere olduğu gibi Türk diline de tercüme edilmiştir.
Daha sonra bu tercümelere dayanan yeni telif eserler vücuda getirilmiştir.
“Kısas-ı Enbiya”, kendinden önceki edebi geleneklere bağlı kalmamıştır.
Edebiyata ve folklora tesiri büyük olan bir eserdir. Bu eserdeki hikayeler ve motifler,
kendisinden sonra yazılan birçok eserde de yer almıştır. Bu unsurlar, 16. asırda
bilinmeyen bir müellif (Başkurt olduğu farz ediliyor) tarafından yazılmış “Cingizname”
kitabında da görülmektedir. Mesela, ” Cingizname’nin” Aksak Timur hakkındaki
kıssasının ilk kısmı, birçok yönden “Kıssa-yı İbrahim Aleyhisselam” kısmına
benzetilerek kurulmuştur.8
Başkurt edebiyatında Rusya Dönemi Edebiyatı’na dair şecereler de
bulunmaktadır. Başkurt şecereleri, çoğunlukla tarihî belgelerde değil, kıymetli edebî
miraslarda yer alır. Bu şecerelerde, halkın hayatındaki önemli durumlar, olaylar ve
önemli şahısların biyografileri, tasvirlerle ve canlı bir dil ile yansıtılmıştır. Metinlerde
efsaneler, rivayetler, atasözleri ve deyimlere rastlanır, tasvirli anlatımlar, mecazlar,
ünlemler ve kinayeli sözler, evrensel sezişler ve başka türlü edebî tasvir yolları
kullanılır. Yurmatı boyu şeceresi, bu günlere gelip ulaşan Başkurt soy ağacı (kütüğü)
yazmalarının en eskilerinden birini teşkil etmektedir. Metnin son kısmından
anlaşıldığına göre, şecerenin ilk varyantı 16. yüzyılın ikinci yarısında boy lideri Teteges
Bey’in emriyle yazılmıştır. Hicri 972 yılında (1564-1565) Teteges Bey vefat edince,
boyun ihtiyarları olan Aznay, İlsekey Timer ve Karamışk’a sunulmuştur.9
3. Yenileşme dönemi Başkurt edebiyatı. XIX. yüzyılda Başkurdistan’da kültür
ve edebiyatının teşekkülü Orta Çağ’ın eski geleneklerine, toplumsal durgunluğa ve dinî
hurafelere karşı başlatılan” Genel Yenilik Hareketi” ile çok yakından alakalıdır. Söz
konusu hareket, her ne kadar zorlanmış olsa da, millî birliktelik süreci ve bu süreçte asıl
demokratik görüşlerden birini teşkil eden maarifçilik akımı ile büyük ölçüde başarıya
ulaşmıştır.
İlk olarak önemli temsilcileri M. Ömötbayev ile M.Akmulla’nın ilmi ve edebi
önderliğinde olgunlaşan Başkurt yenileşme hareketleri, 1905-1907 yılları arasında
9 Age, s. 282.
IX
burjuvazi-demokratik değişimine kadar olan sıkıntılı dönemlerde ve kısa tarihi aralıkta,
yavaş yavaş filizlenmeye başlamıştır. Başkurt yenilikçileri, halkın kaderini, mutlu bir
geleceğe bağlayıp onlara anlatmışlardır. Diğer problemleri eserlerinde dile getirmeye
çalışmışlardır. Onların gayretleriyle, çeşitli ders kitapları, öğrenci kıyafetleri, yazma
eserlerin edebi dildeki önemi gibi konular, eserlerinde geniş yer tutmuştur. Hatta sanat
eserlerinde dahi okuyucuya bilgi vermeye çalışmak, akıl göstermek, öğütler ve
nasihatler vermek önemli hale gelmiştir.
Son asırda sermaye ilişkilerinin güçlenip yerleşmesi ve buna bağlı olarak yerli
halk arasında millileşme sürecinin, milli bilincin gelişmesinin güçlenmesine bağlı
şartların oluşmasında, halkın tarihini onlara öğretmek daha da önemli hale gelmiştir.
(Bu durum, M. Ömötbayev, S. Yakşıgulov ve ayrıca Ş. Eminev’in şiirlerinde açıkça
görülmektedir.)
Aynı zamanda kitap basım işinin canlanması, basma eserlerin günden güne
artmasına ve kitap çevirmenlerinin ortaya çıkmasına da ön ayak olmuştur.
El yazmasına bağlı edebiyat, XIX. Yüzyıl Başkurt edebiyatını genel Ural-
Volga halkları edebiyatındaki değişim süreci ile farklı bir noktaya taşımıştır. Devrin E.
Kargali, H. Salihov, Ş. Zeki, G. Sokoroy gibi ünlü şairleri de genel, yöresel edebiyata
hizmet etmişlerdir10.
XIX. yüzyılın 60 ile 80’li yıllarında eski geleneksel şiir kendi şiir özelliklerini
sağlam bir şekilde korumuştur. Bu yıllarda orta çağlardan gelen dinî-sufistik
düşünceler, orta çağa has özetçilik, yerlilik akımları, kanunlaşan tür ve şekiller sistemi
yani geleneksel şiir anlayışı aynen kalmıştır.
Geleneksel orta çağcılık anlayışlarını barındıran bu eski yönelişin tipik
özellikleri, Nogman Nazımsi’nin eserlerinde açık bir şekilde görülmektedir.
Ömötbyev’in köyünde imanlık yapmış olan Nazımsı’nın el yazması eserinde, ayrıca
Hüsniyar adlı şairin münacat, mersiye, mehdiye ve nasihat türü eserlerinde de bu eski
şiir anlayışı, dinî ve sufî görüşler çok güçlü bir şekilde hissedilmektedir.11
10 Age, s. 381 11 Age, s. 381
X
Başkurt şiirinde yeni akımın, yenilikçi gerçekçiliğin en güçlü ilk temsilcisi
Miftahetdin Akmulla’dır. O, gelenekten gelen şiir anlayışını yeni şiir akımı ile
birleştirebilmiş ve bunu eserlerine aksettirmiştir. Onun şiirlerinde eskinin yerini artık
yeni şiirin aldığı çok açık bir şekilde görülmektedir. Şiirde realist, demokratik, halkçı
akımların temellerini, yazmaların dilini ve ağızlardan gelen özellikleri gelenek ile ustaca
birleştirmiştir. Onun şiirinin kesinlikle bir poetikası vardır. Hatta bu hikmetli sözleri,
asla tekrarlanamayacak kadar orijinaldir. Eserleri, yaratılış, fikirler, ve estetik yönleri ile
tamamen farklı olduğunu hissettirir.
Akmulla, aynı zamanda halkın eğitimine de çok önem veren bir öğretmen
niteliğindedir. ”Başkutlarım, Okumak Lazım! ” şiirinde bu düşüncelerini açıkça dile
getirir ve yenileşmek için mutlaka eğitimin olmasının gerekliliğini savunur.
Başkurt yenilikçi edebiyatın ikinci en büyük ismi, Möhemmetselim
Ömötbayev’dir. “… Ömötbayev basit bir şair değildir. Çoğu şiirinde tam bir yenilikçi
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu şiirlerini oluştururken bilimsel kaynaklardan,
tarihlerden, gerçek olaylardan yararlanmayı ihmal etmez. şiirleri içinde açıklamalarda
bulunur.”12
4. Sovyet dönemi Başkurt edebiyatı. Otuzlu yıllarda kültür gelişerek ve edebî
hareket de artarak canlandı. Bu sebepten sosyalist-politik ve materyalist kaynaklar da
oldukça azaldı. Cumhuriyet’te okulların iyi bir biçimde yayılması (1930 yılının
sonbaharında Başkurdistan Merkez Değişim Komitesi ve Halk Komiserleri Kurulu
Cumhuriyet’te halka zorunlu ilk eğitim vermeyi kararı kabul eder.), enstitüler, liseler ve
başka okulların çoğalarak açılması(1933 yılı başında Başkurdistan’da 5 yüksek okul,
kırktan fazla lise eğitim faaliyetinde bulunmaktadır.) millî hafızanın güçlenmesini
sağladı, bu da yaratıcı zekanın şekillenmesini çabuklaştırdı.
Başkurdistan yazarlarının ilk kongresi (15-18 Mart 1934) cumhuriyette
kültür yaşamının tantanalı hadisesine dönüştürüldü.
XX. yüzyılın otuzlu yıllarında Başkurt edebiyatı, bütün çağdaş edebiyatlar gibi,
kendisinin hızlı gelişimi, yaşamın yenilenmesi seyrini hızlandırmak, edebiyata zaman
12 Age, s. 382
XI
tarafından yüklenmiş sorumluluğu yerine getirmek durumuyla karşı karşıya kaldı. Bu
görev de, Afzal Tahirov, Davut Yultıy, Seyfi Kudaş, İmay Nasırı, Töhvet Yenebi, Bulat
İşemgol gibi tanınmış edebiyatçılar kesimine düştü. Sosyalizmin zafer ruhunu,
memleketi ve köylüyü değiştirip yeniden kurma gücünü, insan düşüncesinin yenilenişini
söyleyerek edebiyat dünyasına girmiş olan Reşit Nigmeti, Bayazit Bikbayev, Segit
Agiş, Ekrem Veli, Segit Miftahov, Möhötdin Tajı, G. Selem (Selem Gelimov), M. Hey
(Hey Möhemmetiyerov), Müslüm Marat, Geynan Amiri, Ali Karnay, Nizam Kerip,
Kadir Dayan, Maksud Söndöklö ve diğerleri, otuzlu yıllarda Başkurt Sovyet
edebiyatının temelini sağlaştırmak için eserler vücuda getirmişlerdir.
1941 yılının 22 Haziran’ında Almanya’nın Sovyetler Birliği’ni işgal etmesi,
Sovyet halkının sakin yaşantısına büyük bir darbe indirdi. M. Hey, H. Kerim, S.
Miftahov, A. Karnay, N. Kerip, Bayezit Dim, Ekrem Veli, Kadir Dayan, Geynan Amiri,
Emir Ganiş, Kirey Mergen gibi tanınmış yazarlar, Timer Arslan, Mostay Kerim, Nazar
Necmi, Şakir Nasırov, Gilemdar Ramazanov, Hekim Gilejev, Gabdulla Ehmetşin gibi,
toplam elli civarında olan bu kalem sahibi genç edipler, savaş meydanına gitti ve pek
çok umut vadeden yazar ve şair bu meydanda kaldı.
1937 yılında çok tecrübeli yazarların haksız yere tutuklanarak edebî
faaliyetlerden men edilmesi; ayrıca edebiyatın güçlü temsilcileri olarak ortaya çıkan
etkili nesir yazarlarının, şairlerin, drama yazarlarının yok olması, edebî yaratıcılık
imkanının da, matbaa imkanının da kısıtlanması, tabiî olarak millî söz sanatını tam
olarak fakirleştirdi. 13
Ama, tabiî ki edebî gelişim durdurulamadı. Savaşın bitmesi ile birlikte, Başkurt
edebî nesrinde büyük canlanma başladı. Savaştan sağ olarak dönmeyi başaran E. Veli,
S. Kulibay, H. Mergen, M. Kerim, G. Emiri, K, Dayan, E. Bikçenteyev, N. Necmi gibi
yazarlar, edebiyat hayatına yeniden etkin olarak katıldılar. Savaş meydanında ilk yaşam
sınavını geçip olgunlaşan ve siperlerde ilk eserini vücuda getiren İ. Abdullin, Ş. Bikkol,
H. Gilejev, M. Geli, G. İbrahimov, G. Ramazanov, M. Heydrov, G. Ahmetşin gibi
gençler, ölen yazarlar ile birlikte çeşitli türlerde başarılı çalışmalara başladılar. On yıl
13 Age, s. 429
XII
içinde edebiyat dünyasına N. Esenbayev, F. İsengolov, R. Garipov, R. Safin, A.
İgibayev gibi genç ve güçlü temsilciler gelip yerleşti.
Başkurt edebiyatının ellili yılların ortalarına kadar oluşmuş tecrübesi, onun daha
sonraki hızlı gelişimine sağlam bir zemin oluşturmuştur. 14
Moskova’da 1955 yılının mayıs ayında hayata geçirilen “Başkurt Edebiyatı ve
Sanatı Şenliği” zamanında, yeni dönemde takip edilecek şeyler de bütün olarak
belirlendi. S. Kudaş, S. Agiş, B. Bikbay, E. Bikçentyev, E. Veli, G. Emiri, K. Mergen,
D. İslamov’un farklı eserleri, yabancı ülkelerin matbaasında, “Başkurt Hikayeleri”
derlemesi Çin dilinde ve Pekin’de basıldı. Başkurt yazarları, yabancı ülkelere daha sık
seyahat etmeye başladılar.
Nesirde, özellikle roman türünde, ellili yıllarda daha az yer alarak gelişen çok
planlılığın özelliklerinin, “Gönül Diyalektikası”nın çeşitli yönlerini üstün tutarak
yaşamdan tasvir yapmaya ilginin artmasıyla, edebiyatta yeni bir estetik yükselişe zemin
hazırlanmış oldu.
Dönemin başında Başkurt draması, zamanın gereklerinden geride kalmış olması,
toplumdaki küçük meselelerle ve kişisel dünya sıkıntılarıyla ilgilenmesi gibi sebeplerle,
güçlü söyleyişten doğmuş konu değişimini eserin sonuna kadar geliştiremeden kabul
etmek zorunda kaldı.
Bu yıllarda sanatı şekillenip edebiyatın en önemli yükünü çekmek üzere yetişen
E. Mirzahitov, N. Musin, R. Garipov, E. Atnabayev, M. Kerimov, G. Bayburin gibi yeni
dönemin nitelikli genç yazarlarının ardından, edebiyata R. Bikbayev, Y. Soltanov, R.
Nazarov, M. Basirov, E. Vahitov gibi kabiliyetli şair ve yazarlar nesli, büyük bir
umutla gelip yerleşti.
Tarihî ve şimdiki durum, zaman temasını sanatla birleştirmenin güncel
meselelerini Z. Biyişiva’nın “Kemhetelgender”(Ezilmişler), E. Veli’nin “Gölyemeş
Seskehe” ( Küşburnu Çiçeği ), Dinis İslamov’un “Yomart Yer”(Cömert Yer), E.
Bikçenteyiv’in “Ojmah Vegeze İtmeyim” (Cennet Vaad Etmiyorum) romanları, S.
Kudaş’ın “Yeşlek Ezere Buylap” (Gençlik İzleri İzleyerek) isimli hatıraları ile
14 Age, s. 430
XIII
aydınlattılar. Bu eserler yerleştiği zaman, edebiyatı yeni başarılara götürecek olan yol
da, belirlenmiş oldu.15
Bu dönem Başkurt edebiyatında, edebiyatın bütün türler için çeşitliliğe
yönelmesi, bu dönemin bir özelliği oldu. İnsanın yüksek ahlak ilkelerini karşılama
mücadelesi esasına dayalı olarak yazılmış “Akseske”(Ak çiçek - B. Bikbayev), “Seyer
Keşe”(İlginç İnsan - Z. Biişeva), “Altınbike”, “Akkoşom Minen”(Kuğum Benim - F.
İsengolov), “Ayılım Yolu”(Köyümün Yolu - N. Musin) gibi eserlerde, hayatın ve
çoğunlukla da insanın irdelenmesi, farklı üslup denemeleriyle tasvir edildi. Tüm bu
konular, M. Kerim’in “Kara Hıyzar” (Kara Sular), N. Necmi’nin “Kapkalar”(Kapılar),
G. Ramazanovun “Yeşlek Tandarı”(Gençlik Tanları), “Atay Yanında”(Baba Yanında),
M. Geli’nin “İyün Kistere”(Haziran Akşamları), T. Arsaln’ın “Ugey Ata”(Üvey Baba)
“Hököm” ... (Hüküm) gibi şiirlerinde başarıyla işlendi. Tarihî gelişimin, çoğunlukla
geçmiş dönemlerin insanların ve halkın kaderindeki, yani hayatındaki yansımalarını ,
içtimaî olayları, sosyal ve psikolojik zayıflıkları derin derin tahlil etmek, H.
Devletşina’nın “Irgız”, Z. Biişeva’nın “Kemhetelgender” (Zavallılar), Y. Hammatov’un
“Börtöklep Yıyıla Altın” (Başaklanıp Toplanır Altın) romanlarının ve M. Kerim’in “Ay
Totolgan Tönde”(Ay Tutulan Gecede) isimli trajedisinin başarısına katkıda bulundu.
Altmışlı ve doksanlı yıllarda, ülkemizin hayatında tarihin kopuş zamanını
belirler gibi büyük ve karşılıklı değişimler ortaya çıktı. Bu dönemde Başkurt
edebiyatının birdenbire gelişme göstermesi, tür ve üslup yönünden zenginleşmesi, her
şeyden önce, bu değişim hadisesiyle yakından ilgiliydi. Bu büyük değişim döneminde,
yani yetmişli ve ondan sonraki yıllarda Başkurt edebiyatına K. Aralbayev, E.
Ehmetkujin, İ. Kinyebulatov, T. Kilmöhametov, R. Şekür, B. Nogomanov, N.
Gayıtbayev, A. Bahumanov, S. Şeripov, T. Garipova, M. Yamaletdinov, M. İzelbayevi,
F. Bülekov gibi zamanla olgunlaşan kabiliyetli gençler geldi ve önemli çalışmalara imza
attı.
Başkurt edebiyatı, bu yıllarda bütün edebî türlerde; ancak daha çok da hikaye,
nesir gibi küçük şekillerde ilerleme gösterdi. Seksenli yıllar başında, onlarca, ağırlıkla-
hikaye antolojisi yayınlandı. Mesela, E. Gereyev’in “Dingezzegeler” (Denizdekiler)
15 Age. s, 430
XIV
1980, “Borolmala” (Dönme) (1988), R. Gabdrahmanov’un “Monar” 1980, E.
Vahitov’un “Yaktı Künel”(Parlak Gönül (1981), R. Bayimov’un “Bikle Hazina”(Kilitli
Hazine) 1982 gibi…16 eserlerini örnek olarak verebiliriz.
Altmışlı ve seksenli yıllarda, Başkurt dramasının bu zamana kadar tarihinde
olmayan trajedi türünün şekillenmesini göstermesi bakımından M. Kerim’in “Ay
Totolgan Tönde” (Ay Tutulmuş Gecede), “Salavat”, “Taşlama Uttı, Prometey!” (Atma
Ateşi, Prometey) eserlerini ayrıca belirtmek yerinde olacaktır.
Savaş hakkındaki romanlar da, hissedilir derecede değişimler geçirdi. Yeni türler
meydana geldi. Bunlara D. İslamov’un “Meskev Yulı” (Moskova Yolu), İ. Abdullin’in
“Koyaş Bayımay da Bayımay” (Güneş Batmıyor da Batmıyor) gibi romanları, savaşın
Moskova ve Stalingrad şehirlerindeki trajik anlarını destansı bir düzlemde tasvir etmeye
yöneldi. Y. Hammatov’un “Tıvgan Kön” (Doğduğu Gün), İ. Abdullin “Koş Yulı”(Kuş
Yolu), V. İshakov’un “Behtizin” isimli eserleri de, bu türün tarihî-biyografik bir örneği
olarak ortaya çıktı.
Konusu kahramanlık olan edebî türler, tarihî şahıs ve olaylara yönelen edebî
eserler, bu düşünceden dolayı daha fazla rağbet görmeye başladı.
1970-1990’lı yıllarda birçok şair, eserlerinde fert ile halk, halk ile memleket,
dünya, insanlık ilişkileri hakkında cesur düşünceler ortaya atarak, dil ile milletin kaderi
arasındaki ilişki gibi meselelere değinerek kaygılarını bildirdiler. Mostay Kerim, Nazar
Necmi, Musa Geli, Remi Garipov ve Ravil Bikbayev’in şiirleri, bu endişeyi aksettiren
en iyi örnekler olarak kabul edilmektedir. 17
Şiirlerin 1970 ve 1980’li yıllardaki değişiminde, coşkulu anlatım güçlenir ve ön
plana çıkar. Bu durumum doğal bir sonucu olarak manzumelerin yapısı da değişim
geçirir. 18
Başkurt şiirinin XX. yüzyılın sonuna kadar olan ve uzun yıllar süren gelişme
çizgisi içinde, Nazar Necmi’nin şiirlerinin çok farklı bir konuma sahip olduğu açıkça
görülmektedir. Şiirde yalnızca boş bir retoriğin yerleşmesi zor olmuştur. Herhangi bir
16 Age, s. 431 17 Age, s. 432 18 Age, s. 433
XV
şairin “hüneri”nden tat almak pek mümkün olmamıştır. İşte şiirlerinden tam anlamıyla
zevk alınan bir şair olan Nazar Necmi, hayatın bütün gerçekliğini, insan ruhunun
isteklerini bütün doğallıkları ile şiire yansıtmış ve bu şekilde şiirin havasını değiştirmeyi
başarmıştır. Herhangi birinin özlemlerini bile kendi özlemleriymiş gibi yorumlayan
Necmi, bu gerçekliği şiirlerine aksettirmiştir. Bu da şiirlerinde açıkça görülmektedir. 19
Modern Başkurt edebiyatının çok geniş kadrosu içinde, diğer şairlerden poetik
sesi ve lirik melodisi ile ayrılan şairlerden biri Nazar Necmi’dir.
Lirik şiirleri ve poemaları ile N. Necmi kendisini 50’lı yıllar başında şair olarak
tanıtır. “Karlar Yağıyor” adlı şiirler kitabı için ona 1972’de Salavat Yulayev adına
düzenlenen ödül verilir. Ufa’da ve Moskova’da Rusça basılmış kitapları ile de, o çok
milletli Sovyet poeziyasının ünlü bir şairi olarak da tanınır. Nazar Necmi, Rusya
Federasyonu’nun ‘’Maksım Gorkiy’’ adındaki devlet ödülüne layık görülür. 1993’te de
“Başkurdistan Milli Şairi” unvanı verilir.
N. Necmi tiyatro, tanıtıcı düzyazı eserler alanında da aktif çalışır. Onun
“İlkbahar Şarkısı” “Hoşça Kal, Hayrüş”, “Delikanlı Delikanlılığını Eder”, “Harmonici
Dost”, “Komşulara Misafir Gelmiş”, “Zilli Çan” adlı tiyatro eserleri, Başkurt Akademik
Tiyatro sahnesinde temsil edilir. Ama o hangi edebiyat türünde çalışırsa çalışsın,
yaratıcı özelliği ile, yani lirik özlü şair olarak tanınmakta ve yaşamaktadır.
19 Age, s. 437
1
BİRİNCİ BÖLÜM: NAZAR NECMİ
A. Hayatı
Nazar Necmetdin oğlu Necmetdinov, 1918’de Başkurdistan’ın şimdiki Dürtöylü
bölgesinin Mineşte köyünde, fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir.
Seneler sonra onun doğumu hakkında yakın dostu, yazar Hekim Gilejev şöyle
yazacaktır: “Şiirlerinin sonunda “Kanı Başkurt’u” diye imza atan Şeyhzade Babiç’e20
ruh vermiş, onun izlerini saklamış Dürtöylü taraflarında şair-hane Ak İdil kıyılarında,
Mineşte adında bir köy vardır. Orada, Şubat’ın sert soğuk günlerinden birinde bir çocuk
doğar. Ona Habib-Nazar ismini koyarlar. Arapça’dan bizim dilimize çevirirsek, “balta
ustası” anlamına gelirmiş. Babası ise, Necmetdin. Necmi, “yıldız” demektir. Böylece,
Ak İdil kıyılarında Mineşte’de yıldızlar yapan balta ustası, halkımızın sevdiği şair,
Nazar Necmi dünyaya geldi…”21
Gerçekten de, Allah onun alnına usta olmayı yazmıştır. Ama balta ustası değil
de, bir şiir ustası olmayı yazmıştır.
Onun hayatı çok zor şartlarda başlar. İki yaşındayken, babası hastalanıp vefat
eder. Annesi dört çocuk ile tek başına kalır, beşincisi ise karnındadır. Bu zamanlarda
ülkede iç savaşlar devam etmekte, her yerde zorluk, fakirlik hüküm sürmektedir. 1921
yılı ise, tarihe korkunç açlık yılı olarak kaydedilecektir. Bu yıllar,
Çocukluğum - inkılabın
Yeri titretip durduğu çağ.
Eskiliği silip süpürüp
Yeni hayat kurulduğu çağ.
Çocukluğum-yeni patlama-
Patlama-vuruş, patlama-vuruş
Her şeyi karıştırma
20 Başkurt yazarı, XX yüzyılın başı. 21 H. Gilejev. “Bu Dünyada Sen Yaşıyormuşsun” Baba Evi, Başkent Kitap Neşriyatı, Ufa 1988, s. 3-5.
2
Dilencilik, açlık karışık.
diye hafızasında unutulmayacak şekilde yer etmiştir.
Babası küçükken öldüğü ve onun yüzünü dahi hatırlayamadığı için, şair tüm
hayatı boyunca üzüntü çekmiştir. Evde fotoğrafları bulunmamaktadır; çünkü babası bir kere
öfkelendiğinde onları ateşe atmıştır. Büyüdükten sonra, Nazar Necmi babasının resimlerini
görmek amacıyla onun askerlik arkadaşını aramış, ama onlar çoktan Orta Asya’ya
taşınmıştır. Araştırdığı arşivlerde de babasına ait hiçbir bilgiye rastlayamamıştır.
Akrabaları babasına benzediğini her söylediklerinde, Nazar büyük bir acı
hissetmiştir. O, güzel sesi (zamanında Moskova konservatuarından teklif bile almış), iri yarı
kıyafeti ve boyu posu ile de babasını andırıyormuş. Bu sebeplerle babasını daha da çok
görmek istemiş. Hayatı boyunca ona şiirler yazmıştır. “Senin Nasıl Bir Oğlunum Ben…”,
“Baba Mezarı Yanında…” gibi. 1988’de çıkmış kitabını da “Baba Yurdu” olarak
adlandırmıştır.
Yetim olmanın tüm zorluklarını çekmiştir. Çocuklar oynarken toplanıp hep onu
döver, alay ederlermiş. Altı aylıkken, çiçek hastalığına yakalanmış ve neredeyse hayatından
dahi ümit kesilmiştir. Hastalık sonrası yüzü pütürlü kaldığından kendisiyle “şadra perey”
(pürüzlü şeytan) lakabıyla dalga geçmişlerdir.
Annesiyle yalnız kaldıklarında, geçinmenin tüm zorlukları çocukların
omuzlarına bindiğinde, Nazar’ın üstüne birçok iş düşmüştür. Ağabeyleri dikiş işiyle, tarla
çiftlik işleriyle uğraşırken, Nazar da, küçük olmasına rağmen onların yanında seyirci
kalmamış, onlara elinden geldiğince yardım etmiştir.
Köydeki diğer ailelere göre, ailesini aydın ve kültürlü sayabiliriz. Büyük ağabeyi
dikiş dikmiş, tüm çevreden giysi dikiş siparişi almıştır. İşlerinin yoğunluğundan ve
siparişlerin çokluğundan dolayı, ağabeyi gece gündüz çalışmak zorunda kalır. Eğer zamanı
olmadığından siparişi reddederse ona gelip yalvarırlarmış. Bu durum, Nazar’ın ağabeyi ile
gurur duymasını sağlamıştır. Yetim olmasına rağmen, Nazar’ın üstünde hep güzel, yeni
elbiseler olmuştur. Kazandığı paralarla yeni bir ev de inşa etmişlerdir. Abisi Karam, bir
öğretmene duyulan saygı kadar saygı duyulan bir kişi olmuştur.
3
Küçük abisi Gilej ev işleri ve marangozluğa yetenekli biridir. Evin çatısını,
kapılarını yapabilir, hatta keman yapmak bile elinden gelirmiş. Keman yapmayı Nazar’a
da öğretir. Anneleri onlara hep kızarmış; çünkü atın kuyruğundan tel yapmak için kıllar
koparırlarmış.
Nazar’ın ailesi, bazı şeyleri ilk yapan ailelerden biridir. Bu ilklerden biri de
postadan gazete almaktır. Nazar bu gazeteleri okumuş ve bu onun zihninin gelişmesine
yardımcı olmuştur. Nazar, daha küçüklüğünden itibaren “gururlu”, öfkeli ve inatçı bir
çocuk olarak yetişmiştir. Dedikleri yapılmazsa, yemekten bile vazgeçermiş. Bu
“inatçılığı”, şair olduktan sonra da karakterinin bir parçası olarak kalmıştır. Bu sıfatının
faydasını o, daha sonra görecektir. İnat, mükemmel çalışma yeteneğine dönüşecektir.
Sabrederek kelimeleri “bilemeyi” öğrenecek, onların özünü çıkarmayı hedef alacak ve
her ne kadar güç ve enerji gerektirse de, o ideal mısraları elde edecektir.
Gaysa Hüseyinov22 Nazar Necmi ile bir edebî konuda tartıştıklarını; fakat fikir
birliğine varamadıklarını şöyle anlatır: “…Ama şair o yıllarda, inatçı Nazar Necmi
olarak kaldı… Elbette Nazar Necmi kuru talepleri ile değil, kendi edebiyatının üstün
niteliği, kendi şairlik yeteneği ile arkadaşlarına şiirin, poemanın nasıl olması gerektiğini
en güzel örnekleriyle gösterdi. Onun her zaman kendine göre söyleyecek şiirsel sözü
oldu. “Kendi Sözüm Var” şiirinde o şöyle ifade kullanır:
Var kendi sözüm! Ben inatçıyım
İyidir de, kötüdür de,
Kendi sözüm olduğundan
Belki bazen yanıyorumdur…23
Küçük abisi Gilej askere gittikten sonra, Nazar, sekiz yaşındayken okumaya
başlar. Okulda önde gelenlerden biri olur, okumayı yazmayı da herkesten önce öğrenir.
Böylece, ilkokul birden ikiye atlar. Hatta öğretmeni Fayaz Abdulkayev, köy
toplantısında, onun halkı bilgilendirmek için “Tüberküloz” hastalığı hakkında konuşma
yapmasını ister.
22 G. Hüseyinov, “Başkurt Halk Şiirleri, Nazar Necmi” Akidil, 2002, No: 11, s. 42-56. 23 N. Necmi, Eserler. Şiirler ve Poemalar, Başkurdistan Kitap Neşriyatı, Ufa 1978, C. 2, s. 80
4
Gönlünde derin iz bırakanlardan biri de, öğretmeni Galina Abla Abramova’dır.
Şehirden köy okuluna staj yapmak için gelen 17 yaşındaki Rus kızı, güzelliği,
köylülerin daha önce görmedikleri elbiseleri, paltosu vs. farklı özellikleri ile çok büyük
ilgiyle karşılanır. Kendisi Başkurtça bir kelime dahi bilmeyen Rus kızı, iki sene zarfında
bu dili kavrar, aynı zamanda çocuklara Rusça’yı öğretir. Hayatı boyunca Nazar Necmi,
Galina Abla’ya, küçük ve uzak köylerine getirdiği aydınlık, çocuklara olan sevgisi ve
dürüstlüğü için şükran duymuştur.
Köyünde ilkokulu tamamladıktan sonra, 5. sınıfa Börö şehrinde başlar. O yıllar,
hafızasında çok ağır anılarla yer etmiştir. Annesini, doğduğu ve yetiştiği köyünü çok
özler; üstelik, o şehre iki abisi de taşınmalarına rağmen, Ekim’in soğuk zamanlarına
kadar, okula yalın ayak gider. Kıtlık seneleri geçmiştir; ama hala doyasıya yiyecek
yemek bulmak zordur. Annesi, köyden şehre, 50 kilometre kadar yolu yaya yürüyerek
15 günde bir, bir insanın kaldıramayacağı kadar ağır erzak çuvallarıyla gelir. Yengesi,
Nazar’ı herkesten ayrı, annesinin bıraktığı yemeklerle besler. Ama seneler geçince de
Nazar Necmi ona hiçbir kırgınlık duymamıştır. İyi notlar aldığı için, N. Necmi’ye devlet
bursu verilir. Bu geçinmesine yardımcı olur. 2 sene geçtikten sonra, o tekrar köye döner;
çünkü okul yurtlarını kapatırlar. Okulunu Mineşte’de tamamlar.
1935’te Ufa Madencilik Fakültesi’ni kazanır. Başkent Ufa’ya şair olmak
amacıyla gelmemiştir. “Vostokstal” ( Doğu Madeni) çalışma fakültesinde24 okula
başlar. Burada köyden tanıştığı bir tanıdıklarında kalır. Evin zaten çok kalabalık olması
nedeniyle, ilk zamanlarda Nazar Necmi, ahırda atlar yanında kalmak zorundadır. Ufa’ya
geldiğinde o şiir yazmaya uğraşır. Ama ilk şiirini kolhoz tarlalarında çalışırken kaleme
alır. Öğretmeni Hamit Bikmetov, onu “Yarış” ilçe gazetesine göndermesini tavsiye
eder. O günlerde gazetenin yazı bölümünde yangın çıkar ve şiiri kaybolur. Bundan
sonra onunla “Afzal Tahirov”25 takma adıyla dalga geçerler. İkinci şiirinin el yazması
ise uzun yıllar evinde unutulup kalmıştır. Bulduğunda, onu çok komik bulur,
yeteneksizliğini görüp yarı şaka, yarı ciddi “Nasıl olmuş da ben bir yazar olmuşum, bu
24 Hem çalışma hem okuma sağlayan fakülte. 25 Bir Başkurt şairidir.
5
da yetmiyormuş gibi, ‘şair’ diyorlar bana.” der. 26 O zamanlarda şair olma hayali henüz
filizlenmemiştir, su gibi gönlünün derinliklerinde saklıdır. 27
Ufa’da okuduğu zaman hayatında ilk defa canlı bir şair ile karşılaşır. Sokakta az
olsun acayip, başkalarına benzemeyen bir insan görse “Acaba bu yazar mıdır? ” diye
düşünürmüş.
Bu yıllarda okullarındaki edebiyat derneğine kaydolur, toplantılara katılmaya
başlar. Burası, katılımcıların çeşitli eserlerini okuyup incelediği ve fikirlerini söylediği
bir yerdir.
1937’de fakültelerinde “En İyi Şiir” yarışması yapılır. Yarışmaya Rus, Tatar,
Başkurt dillerinde yazılan şiirler kabul edilir. Şiir gecesi yapılır, yarışmaya N. Necmi
“Halk Düşmanı Trotskiy’e” adlı şiiriyle katılır ve birinciliği kazanır. Bu başarı, kendi
şairlik yeteneğine olan güvenini artırır.
Cumhuriyet gazetelerine şiirlerini göndermeye başlar. Birinci şiiri “Kommuna”
(şimdiki “Kızıl Tan”) gazetesine gönderir. “Şiiriniz baskıya dahil edilemeyecek kadar
kötüdür.” cevabını alınca hiç üzülmez; tam tersine “Ne de olsa cevaptır.” diye sevinir.
Bu başarısızlık onu durdurmaz. O, yine Kommuna’ya şiirlerini göndermeye devam
eder. Aynı zamanda, öğretmeninin tavsiyesiyle, “Yazarlar Birliği”ne gider.
Nihayet, 11 Aralık 1937’de, adı geçen gazete şiirini yayınlar. Bundan sonra
ikincisini, üçüncüsünü… Ondan sonra daha da sıklaşır. Yazarlar Birliği’ne gitmeye
devam eder. Daha sonra şiir yazar ve şairlerle tanışır… Beyazıt Bikbayev, Reşit
Nigmeti, Galimov Selam, Mirheyder Hey, Geynan Emiri, Henif Kerim, Seleh Kulibay,
Ehnef Kirey (Kirey Mergen), Maksud Söndöklö…28 Kendisi gibilerden Kemal Habib,
İbrahim Abdullin, Katibe Kinyabulatova, Fevziye Rahigulova, Fatima Gabdrahmanova,
Necib Asanbayev, Reis Gabdrahmanov... tanıştığı şairlerden bazılarıdır. Bunlar, şair
olarak önemli isimlerdir.
26 N. Necmi, Kim Düşünebilirdi, Başkortostan Kitap Neşriyatı, Ufa 1983, s. 42. 27 Age, s. 43. 28 O dönem Başkurt şairleri.
6
Artık gece gündüz şiir yazmakta, gazetelerde makaleleri basılmaktadır. Yazarlar
Birliğine gitmekte, toplantılara katılmaktadır. Seleh Kulibayev’in ihtiyarî teklifi ile “N.
Necmetdinov” N. Necmi takma adına dönüşür…”29
1938’de fakültesini tamamlayıp, Başkurt Devlet Pedagoji Enstitüsü Dil ve
Edebiyat bölümünü kazanır. Şiir ve hikayeleri, dergi ve gazetelerde daha sık
yayınlanmaya başlar. Enstitü’de oluşmuş dostluk duygularıyla “Hoşçakal Şimdilik”,
çocukluğunda gezmiş olduğu orman ve suların özlemiyle de “Merhaba, Köyüm! ”
şiirlerini kaleme alır. Merhum babasının izlerini bulma sevdası, “Baba Mezarı
Yanında” gibi şairliğinin ilk döneminde ağırlıklı olarak işlediği temalardan biri
olmuştur.
II. Dünya Savaşı başladığında, N. Necmi, Enstitü’nün üçüncü sınıfındayken
okulundan ayrılıp savaşa gider. 23 yaşında olan Nazar, ilk önce İç İşleri Halk
Başkanlığına (Komutanlığına) kurslara, hemen ardından da 1944’te cepheye gönderilir.
Moldova, Beyaz Rusya, Polonya’yı Alman hücumundan korumak için, Sovyet askerleri
arasında düşmana karşı savaşır. Soğuk siperlerde saklanırken evini, annesini özler,
geçmiş günleri hatırlar:
Üç gün durmadan sağanak yağmurlar -
Üstüm ıslak, bu da savaşın bir yüzü.
Gömleğimi bir kurutsaydım…
Sıcak bir odada, bir soba yanında.
Vücudum kaskatı kesildi; ama annem
Diyor sanki: “Kurur teninde”.
Savaş bittikten sonra, o, savaşta gösterdiği kahramanlıklar için birçok onur
nişanı ve madalyalara layık görülmüştür.
1946’da N. Necmi Ufa’ya döner ve okuluna devam eder. Sonra o, gazete ve
dergilerde çalışır. Başkurt Devlet Akademik Drama Tiyatrosu Müdürü olarak görev
yapar. Tiyatroyla tanışması, asıl ortaokul çağlarında başlamıştır. Okul sahnesinde her
zaman ana (baş) rollerde oynar. Gerçek tiyatroyla tanışması ise, 1934’te gerçekleşir.
29 N. Necmi. Kim Düşünebilirdi, s. 58.
7
Köylerine Başkurt Devlet Akademik Tiyatrosu gelir. “Başkurt Düğünü” tiyatro oyunu
gösterilir. Aktörlerin geleceği haberi, köylü halk için büyük bir olay olur. Onları Ak
İdil’in bir kıyısından öbür kıyısına sal ile çıkıp karşılarlar. Karşılamaya gelen 4-5 atlı
arabacının arasında 17 yaşındaki N. Necmi de vardır. O arabasına 2 bayan aktör alır ve
köyüne götürür . Köyüne varana kadar çok utangaç olduğu için arkasına dönüp bakmaz;
bundan dolayı 17 sene sonra, aynı tiyatro müdürü olduktan sonra, neden onlarla
tanışmamışım diye pişmanlık duyar. 30
60’lı yılların ortalarında “Henek”(Yaba) adlı mizah dergisi müdürü olur.
1962-69’lu arasında Başkurt Yazarlar Vakfı idareliğinin müdürü seçilir. Onun
yönetiminde, 1937-1938’de baskı altında olan şairleri aklamak için bir Kurul
oluşturulur. Aklanan Davut Yultıy, Afzal Tahirov, Töhfet Yenebi, Bulat İşemgol,
Göbey Devleştin vs gibi Başkurt şairlerinin kitapları ve adlarınan yasak kaldırılır.
Bu, Nazar Necmi’nin büyük iradesinin sonucudur. “Bu kurulun toplantısından
sonra, ben Nazar Necmi’nin, namuslu, sadık bir insan olduğunu gördüm. Ona olan
saygım daha da arttı. Ondan sonra fikir dostları olduk.” diye hatırlar G. Hüseyinov. 31
Moskova’da 1965’te 3-7 Mart “Rusya Federasyonu Yazarları Toplantısı”na
katılır. Orada Başkurdistan vekilleri (yazarları) adına bir konuşma yapar.
1967’den itibaren, N. Necmi artık profesyonel bir yazardır. Başkurt edebiyatına
katkılarından dolayı iki defa “Emek Kızıl Bayraği” nişanıyla ödüllendirilmiştir.
Nazar Necmi, yaşadığı zamanın ve şartların bir sonucu olarak, soyalist
düşünceye ve dünya görüşüne bağlıdır (1944 yılından beri Kommunist Partisi üyesi).
Almanların ülkesini işgal etmesi sebiyle, işgal edilmiş bir ülkenin çocuğu olarak Alman
ve faşizm düşmalnığı duyguları gelişmiştir. Bu da, sosyalizme olan bağlılığını
güçlendiren bir faktör olarak kabul edilmelidir. Ancak N.Necmi, gerçek bir sanatkar
olarak herhangi bir ideolojinin dar çerçevesine sığmamıştır. 1968 yılında Hac ibadetini
yerine getirmiş; peygamberler hakkında, “Mekke Yolunda” , “Mekkeden Ben
Medine’ye”, “Cennet İmiş”32 gibi dini konuları işleyen şiirler yazmıştır.1995 yılında da
30 Age, s. 49-50. 31 G.Hüseyinov, “Başkurt Milli Şairleri. Nazar Necmi” Akidil, 2002, No: 11. 32 N. Necmi, Eserler. Şiirler ve Poemalar. Başkurdistan Kitap Neşriarı Ufa, 1978, C. 2, s. 8-10
8
İstanbul’a gelmiş ve Zeki Velidi Togan’ın mezarını ziyaret etmiştir. Bu konuyla ilgili
şiirler de yazmıştır. Bunlar, şairin resmi ideoloji karşısındaki tavrını bütün açıklığıyla
ortaya koymaktadır.
N. Necmi, bir yerde duramaz. Kendi şarkısında “Yolda olanlar yolda olsun”
dediği gibi, o, hiç beklemeden bir yerlere gider. Fransa, Almanya, Hindistan, Viyetnam,
Arabistan ve Türkiye’yi dolaşır. Sovyetleri tamamen inceler. Sonra da Gezi kitabını
yayınlar. Hacca giderek, Müslümanlığın bir şartını yerine getirir. 33
1968’de Ufa’daki yazlığına, Türk yazarı Nevzat Üstün’ü, eşi Şükran Hanım ile
birlikte misafir eder.34
1995’te Türkiye’ye geldiğinde İstanbul’u, oradaki Başkurt bilim adamı Zeki
Velidi Togan’ın mezarını ziyaret eder. ”İstanbul” ve “Zeki Velidi Mezar Yanında” adlı
şiirleri, bu ziyaretle ilgilidir.
Nazar Necmi’nin “Her Şey Gecikip Geldi Bana…”adında acayip bir şiiri
bulunmaktadır. Resul Gamzatov’un “Ahvah Köyünde” şiirini Başkurtça’ya aktarır ve
onun Başkurtça çıkmış kitabına önsöz yazar. Şair, bu şiiri çok beğenip tahlil eder:
“Ömrüm boyunca ya acele ediyorum, ya da ben çok yavaş gidiyorum. Ya böylece çok
erken geliyorum, ya da ben çok geç ulaşıyorum.” Özellikle bu son mısralarından çok
etkilenir. Dağıstan şairinin mısralarına vurgu yaparak, N. Necmi “Her Şey Gecikip
Geldi Bana” şiirinde, sevgi ve mutlulukların hayatına geç gelmiş olmasından dolayı
biraz alınıyor gibidir. Gerçekten, gerçekten her şey çok geç gelmiştir şaire. Şöhreti gibi
(ilk şiir kitabı 32 yaşındayken basılır) aile mutluluğunu da geç bulmuştur.
N. Necmi evlendiğinde, olgunlaşmış, kırk yaşını çoktan geçmiş biriymiş. Ne
kadar geç gelse de, bu gerçek bir aşktır ve onu uzun zaman beklemesine değmiştir. Bu
kadın, yurtdışına gitmeyi reddedip tüm ömrünü şair ile geçiren, sevgi ve nefret, buluşlar,
talepler, ümit ve bıkkınlık, sevinç ve göz yaşı karışımından oluşan şair kalbini kendi
kalbiyle kıyaslayarak daha iyi anlayan, Nazar Efendi’nin 81 yaşına kadar yaşamasına
yardım eden inanılmayacak kadar güzel Flora Hanım’dır. Nazar Efendi bu dünyadan
33 H.Gilejev, “Biz Askerleriz Hala!” Başkortostan, 5 Şubat 1998. 34 F.Çanışeva, “Herşey Geçmişlerde Kaldı…”, Başkortostan, 6 Eylül 2000.
9
göçtükten sonra, hayatın manası sanki onun için de kaybolur. Onsuz bir hayata sadece
bir yıl dayanabilir. Bu kadın, Voronej şehrindeki hayatını, 1961’de Çekoslovakiya’ya
gitmek için evraklarını hazırlamasını, akrabaları ile vedalaşma amacıyla Ufa’ya
gelmesini ve burada Nazar Bey’le tanışmasını kızına anlatmıştır.
Halk Şairi Reşit Nigmeti’lerle de çakışır onların hayat yolları. Flora Hanım,
Nigmati’nin kardeşidir. Mustakbel eşine Nazar Necmi ilk bakıştan itibaren ebediyyen
aşık olur ve hemen evlenmeyi teklif eder. Flora Hanımı ise Çekoslovakya’da
beklemektedirler. Kendisine, Ülke Komutanlığının birinci sekreteri aracılığıyle, yurtdışı
yolculuğundan vazgeçtiğine dair, bir telgraf gönderilir... “Sen çalışmak için yurtdışına
gidiyor musun, yoksa evleniyor musun? ”diye sorarlar. Flora “Ben evleniyorum”diye
cevaplar. İşte o dakikadan itibaren onun her adımı, her günü şaire adanmıştır.
“Babam ailede güneş gibi oldu ve biz onun etrafında dönen gezegenler idik”
diye anar onu kızı Alsu. Seneler geçtikten sonra, babasını çok seven onun vefatıyla
dünyasının alt üst olduğunu fark eden Alsu annesine “Anne, sen nasıl tüm geleceğini
böyle kurban edebildin? Neden?” diye hayran kalır.
Sanat adamının, yetmiyormuş gibi, tüm varlığı büyük ve biricik aşk ile
zehirlenen şahsın yanında yaşamak, onun her hareketini, her kelimesini kendisi için
yaşama kanunu olarak kabul ettiği annesinin omzuna düşmüş ağır deneme olduğunu
gönlü ile sezerek sorar o bu soruyu.
“Ben hiç de pişman değilim. Çünkü büyük insanla yaşadım.” der Flora hanım
hiç düşünmeden.
Çok geç evlenen Nazar Bey, kızının, Alsu’nun büyümesine yetişemem diye hep
korkarmış. Biricik kızın önce ilk adımlarını, ilk kelimesini, sonra okulunu sonra da
meslek sahibi olduğunu, aile kurmasını ömrünün her saatinde korkarak bekliyormuş.
Kızı dokuz yaşına geldikten sonra, ölüme hazırlanmaya başlarmış Nazar Bey.
Kendisinin genç olmadığını, eğer bir şey olursa onun ayakta kalmasını söylüyormuş. Bu
yüzden sonra kızı Alsu da, babasının hep aniden ölebileceğinden korkarmış.
Alsu, babası için sık sık danışman da, eleştirmen de oluyormuş. Nazar Bey
şiirlerini ilk önce kızına okurmuş. ”Sen benim acımasız eleştirmenimsin” diye
10
takılırmış o zaman kızına. Alsu doğrusunu söylese, alınırmış üstelik tekrar yazar ve
tekrar okurmuş.”
Yazdıklarımızı “Başkurdistan Kızı”35 dergisinden, N. Necmi’nin kızı Alsu ile
konuşmalarına dayandırdık.
N. Necmi’nin biricik kızı Alsu, şimdi Ufa’da yaşıyor. Eşi de, kendisi gibi
doktor. Büyük oğulları Ansaf, Havayolları Enstitüsü öğrencisi; küçüğü ise, Aydar ve
lisede okumaktadır.
Dergi muhabiri vedalaşma sırasında Alsu’ya soru sorar:
-Sence, nasıl, Nazar Necmi daha çok baba mıydı, şair miydi?
-Evet, o beni çok ama çok sevdi. Sonra da torunlarını. Canının yarısını vermeye
hazır idi. Lakin ben hakikati düşündüm: Şahsî üretim kimseye, hatta ailesine de ait
olamıyor. Babam da her şeyden önce, her şeye rağmen şair oldu. Ondan sonra baba…
Nazar Necmi 1999’da, Eylül’de Ufa’da vefat eder. G. Hüseyinov günlüğünde
şöyle yazar: “Başkurt edebiyatının zarif, nazik ve ince bir teli koptu. Edebiyatımızın
korosunda onun eksik olması, artık çalmaması kendisini çabuk belli eder.
Bu milli şairimizin icadını, türlü üsluplardaki çalışmalarını daha da derinden
öğrenmek, onu yeniden keşfetmek henüz bizi bekliyor.”36
B. NAZAR NECMİ’NİN EDEBİ KİŞİLİĞİ
Gaysa Hüseyinov “Şairler” adlı kitabında N. Necmi’nin edebî kişiliği hakkında
şöyle yazmaktadır: “Nazar Necmi Başkurt edebiyatına gürültülü bir şekilde gelmedi,
onun şiirleri poezyamızın bahçesine, bereketli, ağır ağır yağmur damlacıkları gibi
serpilerek geldi. Onlar iyi şiire susamış kitap okurunun gönlünü henüz doyurmadılar.
Ama bir şey çok sevindiriyor: Onun şiir damlaları seneden seneye çoğalıyor, poetik
renkleri zenginleştikçe zenginleşiyor. Nazar Necmi’ye göre edebiyatı kendi
kelimeleriyle söylemek istersek “Yüreğinden sızmış düşünceler damlasıdır”. Şairin
birinci kitabının “Damlalar” diye adlandırılması da rasgele bir adlandırma değildir.
35 G.Fevzi, “Babam Bizi Çok Sevdi”, Başkurdistan Kızı, No: 1, 2004 36 G.Hüseyinov, “Başkurt Milli Şairleri.Nazar Necmi”, Akidil, No: 11, 2002.
11
Böyle damla damla toplanmış şiirler, küçük olsa da, kendi poetik çeşmesini
oluşturmuştur. O çeşmenin kendi benliği, kendi müziği, kendi güzelliği vardır.”37
Bu sözler Nazar Necmi’nin 1950’de çıkmış “Damlalar” adlı ilk şiir kitabı için
söylenmiştir. Onun bundan sonra çıkmış ”Dalgalar”, ”Beklenmemiş Yağmur”, ”Yer ve
Şarkı”, ”Şiirler ve Poemalar”, ”Sonbahar Yolları” adlı şiir kitapları, şairin kalibiyetinin
yeniden açılmakta olmasıyla izah edilebilir. Nazar Necmi’nin icadı şarkı, mizahi
şiirler, peyzaj ve aşk lirikası, ballad, poemalar gibi hem üslup zenginliğine ve hem de
çeşitliğine sahiptir.
Şairler genellikle biraz tuhaf, farklı olurlar. Nazar Necmi’nin kendi şahsiyetinin,
kendi tabiatının şiirlerine yansımaması mümkün olamazdı. Onun bir çok eseri kendisini
bir türlü yamanlık, alçak gönüllülük ve içtenlik ile tanıtır. Şair dünyadaki türlü halleri,
insanların mutluluk ve üzüntülerini kendi kalbinden geçirir; düşüncelerini, duygularını
ilave edip şiir mısralarına koyar. Onun için poetik icat, gönül ve hayatın maksadı ile
birlikte imandandır. Bu fikri
Şiirlerim, siz benim yürek kanım,
Siz imanım, göz yaşlarım,
şeklindeki ifade, teyit etmektedir. . . ”
A. Tvardovskiy,38 “En iyi şiir hangi şiirdir? ”39 diye soranlara “Şiir sevmeyen
kimsenin sevdiği şiir, en iyi şiirdir. ”diye cevap vermiştir. Nazar Necmi de yeni yazılmış
şiiri hakkında “Ah, sana aşık olsalardı şiir sevmiyorum diyenler.”40 derken aynı düşünce
ve aynı arzudaydı. Onun pek çok şiiri, şiiri şiir sevmeyenlere de sevdirebilecek
durumdadır. Çünkü yazar, -hatırlarsak- kendi şiirini kendi sözleriyle “taş gibilere,
yanan ateş; ateş gibilere taş” şeklinde nitelendirmektedir. Onun eserlerin çekici tarafı,
fikir ve his zenginliğidir. Yani, sadece şiirle söylenebilecek şeyleri şiire konu
etmesindedir.41 Nazar Necmi’nin edebî kişiliğini birkaç dönemde incelemek daha doğru
olacaktır.
37 G.Hüseinov, Edebi Portretler, Başkent Kitap Neşriyatı, Ufa 1981, s. 88. 38 Ünlü Sovyet Şairi. 39 Age, s. 61. 40 N. Necmi, Eserler. Şiirler ve Poemalar, Başkurdistan Kitap Neşriyatı, Ufa 1978, C. 2, s. 72 41 Age, s. 89.
12
1. II. Dünya savaşında yazdığı şiirleri. Nazar Necmi’nin II. Dünya Savaşı
senelerinde yazdığı şiirleri pek fazla değildir. Şair, savaşın ilk senelerinde yazmaya
fazla imkan bulamamıştır. Askerlerin sınırsız cesaretlerini göstermesi, memleketini, eski
dostlarını özlemesi şairi kalemi yeniden ele almaya mecbur eder. 1943-1944’te bir çok
şiir yazar.
Nazar Necmi’nin cephe lirikasının merkezinde asker vardır. Şair onun gönül
zenginliğini, zafer kazanma azmini, inancını yansıtmaya gayret eder. “Sovyet
Askerlerine” adlı şiirinde o, ateşi, suyu geçmiş savaşçıların ölümsüzlüğünü şöyle söyler:
Kuşun ulaşamadığı yerlere
Ateşlerden yürüdün sen.
Her adımın izi masal,
Sen neler görmedin, asker? !
Bombalar yağdı üstüne,
Bayılıp düştün bazen.
Kaç kere canlı canlı gömüldün…
Ve canını kaybetmedin, asker! . . .
Cephede yazılan “Okop’taki Düşünceler” şiirinde de Okop civarına ateş saçıldığı
zaman, askeri her dakika ölüm beklemesine rağmen, şair, insan hayatını, ölümsüzlüğü,
zaferi düşünüyor ve zafere inanıyor:
Doğduğum topraklara zaferle dönerim ben,
Geçip şu zor savaş senelerini
diye hitap ediyor o cephedeki dostlarına. Zafere inanmak savaştan sonra da yaşamayı
ümit etmek, şaire göre insanı cesur ve sabırlı kılar.
Hep bekliyorum….
Kişi için dünyada
Ümit ile yaşamak neşeli.
Ümidim büyük, ona inanıyorum,
Ve o güçlü ömür gibi.
13
diyor bunun hakkında şair “Ömür ve Ümit” adlı eserinde. Dehşetli seneler, asker
ruhunun direncini de, gönlünün inceliğini de artırdı. N. Necmi, cephedeki askerin gönül
derinliğini, doğduğu memlekete, ailesine, dost ve arkadaşlarına olan aşırı özlemelerini
şarkı söyleme aracılığıyla, daha da başarılı bir şekilde gösterdi. Bu özlem, askerin
gönlünü yine de temizlenmeye sevk etti, güzel hatıralar hayatın değerini daha da fazla
hissettirmeye yardım etti, ümit ona ruhî bir güç verdi. “Hayatta Kalsam” adlı şiirinde
şair, asker gönlünün aydınlık duygularını yansıtmaktadır:
Doğduğum ülke hizmet beklediği için,
Uzun beklediği için güzelim,
Hayatta kalmamak benim için mümkün değil,
Mümkün değil-ben canlı dönerim!
diye iyi moral ile tamamlar o şiirini.
Şair, savaşa bir Alman işgali obrazında beddua ediyorsa, Goethe, Schiller
yüzünden sanat adamı kendi lirik “benini” aracılığıyle gövdelendirdi. (“Hoşçakal,
Veymar…”). Dünyada bu şekilde net poetik planda bakış “Yüreğime Yakın Her Şey”
başlıklı eserinde, asker-şairin memlekete adım atmaktan başka mutluluk aramamasında
gösterildi.
“Kotelok” şiirinde şair sadece bir objeye müracaat eder; ama onun farklı
taraflarını çizer, bunun için de nesne ile konu, içerik ile biçimi bütünleştirir. Asker
matarası, sadece bir poetik detay değildir, lirik “ben”in ayrılmayan parçası, ona can
verici nesnedir. Hatta o, savaşçıya birlikte sadece yolculuk etmez, sonradan da lirik
kahramanın barışın bekçiliğini yapan asker olarak göz önüne getirilmesini sağlar.42
Diyemeyiz ki, “Anne”, “Akağaçlar”, “Kapılar”, “Gömlek”, “İki Züleyha”,
“Canlı Kan” ve hemen hemen tüm büyük eserleri, hangi taraftan bakarsak bakalım
sadece savaş teması ile bağlantılıdır. Hepsinde şairin kendisi vardır.
42 Başkurt Edebiyat Tarihi, Kitap Neşriyatı, Ufa 1993, C.5, s. 349.
14
“Akağaçlar” isimli poeması savaş alanından dönmemiş dostu hakkındaysa,
”Kapılar” adındaki lirik poeması da, kendisi ile birlikte türlü kapıları açan ve
Brandenburg kapılarına kadar yolculuk etmiş olan dostları hakkındadır.43
Onun “Okopta Düşünceler”, “Geçen Günlerin Güzelliğini Düşünüp” gibi şiirleri,
ıslak okoplarda kısa dinlenme dakikalarında hayat ve ölüm hakkındaki düşüncelerden,
“Gözlerine Bakıp Doyamadım”, “Hayatta Kalsam”, “Dışarıda Soğuk, Zemlyankada
Islak” şiirleri doğduğu taraflara, annesine ve sevdiğinin yanına “sıcak ilkbahar” gibi
dönmek için sabırsızlanmasından yaratılmış; fakat “Tankacı”, “Cephede Gece”, “Roza
Çiçeği” ise cephe günlüğünü farklı çizmiştir. “Gömlek”, “Zemlyankada”, “Çift Çamlar”
gibi eserlerde, korkunç koşullarda da hayattan soğumama, gelecek olan güne umut
notları kayıtlıdır.
N. Necmi, okop ve zamlyankalarda hayat tecrübesi edinme ile birlikte, kendi
poetik sesini de bulur. O, bu yıllarda yaygın olduğu gibi, seslenme(oran) ile hareket
etmemiş; tam tersine, onun “söyleyeceklerini söyleyemediği” zamanları daha çok
olmuştur. Bu halde yazmış olduğu şiirleri, yüksek sesli şiirlerinden hiç de eksik
olmamıştır.
1947-1949’da onun “Dilek”, “Hoşça kal, Veymar…”, “Yüreğime Yakın Her
Şey…” şiirleri birleşmesiyle “Dönüş” serisi; “Kotelok”, “Bende Ak Saç Tanelerini
Görüp…”, “Damlalar” gibi şiirleri ve “Anne” poeması gün yüzüne çıkmıştır. 44
1950’de N. Necmi’nin “Damlalar” isimli birinci kitabı basıldı. Onun bu ilk
eserini edebiyat severler, çok iyi karşılar ve edebî eleştiride poezyaya yetenekli bir
şairin geldiğini ilan ederler.
Angam Habirov (edebiyatçı) şöyle hatırlamaktadır: “Olabilir ki, biz o zamanlar
çoğunu anlamıştık; ama tam olarak değil, çünkü bu şiirler çok taze idiler, çok saf idiler,
bilinmiyorlardı. Duyulmaya onlar sonra başladı. Belki de, biz edebiyattan bir şey
anlamıyorduk o zaman. Poezyanın büyülü gücünün farkına varmamıştık henüz.
İnsanların akıl ve kalplerine şifalı bir etkide bulunduğunu bilmiyorduk ve istendiği gibi
kabul edemiyorduk. Ama o zamanlarda biliyorduk artık, Nazar necmi’nin bizim
43A. Habirov “Olgunluğa ve Şöhrete Yolculuk” ,Vatandaş, No: 2, 1998.
15
köyümüzde, uzakta değil, bu köyde doğup büyüdüğünü. Onunla çok gurur
duyuyorduk.” 45
1955’te basılmış olan “Dalgalar” kitabı, şairın icadındaki damlaların dalgalara
dönüştüğünü göstermiyordu henüz: O, “Damlalar”’a girmiş şiirlerden oluşuyordu.
Şairin asıl “Beklenmeyen Yağmur” isimli ikinci kitabı, 1960’da çıktı. Geç kaldı, ama
yine de kaybolmadı. Bu kitapta artık yetişkinlik çağını karakterize eden çizgiler yok idi.
Savaştan döndükten sonra yazdığı ilk şiirlerin birisinde, bir ihtiyar gibi şöyle der:
“Hayat güzel bugünkü düğün gibi, lakin hayat hiç düğün değil.” “Olgunlaşmış” fikrinin
duyulması tesadüfi bir hal değildir. Şiirin gecikerek geldiğini N. Necmi kendisi de
gördü: “Artık gecikip anlamaya başladım ben hayatın sırrını, onun yollarını.” Bu
mısraları daha sonra böyle yorumladı: “Gençken her şey gelecekte…diyen his ile
yaşandığı için, pek çok iş zamanında yapılmıyormuş. Eğer geçmişe geri dönme imkanı
olsa, ömrümü, vaktimi boşuna harcamazdım, diyorum”. Farklı yönlere yöneldiği için,
yaşamaya susama hissi de istediği sonucu vermez ve bunu şair mertçe, cesaret ve
dürüstlük ile itiraf eder.
Nereye gittiysem her zaman acele ettim ben,
Ama kendim her zaman geciktim.
Böylece, ”Her Şey Gecikip Geldi Bana…” eserinde, kendi kendisi hakkında
sınırsız doğruluğu göstermekle birlikte, yaşamın manasına bağlı pek çok ahlakî ve
estetik meselelere de dikkat eder. Bununla da, insanda bir şaire karşı karşıya bulunduğu
-dürüstlük- hissini uyandırmaktadır.
2. Barış dönemi şiirleri. Mustay Kerim gibi Nazar Necmi ve savaştan sonra
yazdığı ilk lirik şiirlerini “Dönüş” diye adlandırdı. O, Sovyet askerlerinin zafer
mutluluğunu, doğduğu ve özlediği memleketine dönüş sevincini, hizmete başlama
isteklerini söylemiş şair idi. Şair için doğduğu memleketinin her tarafı gül çiçeğidir.
Hepsi de çok değerli ve hepsi de kalbine yakındır. Çiçeklere bakıp da yüreğinde
duyduğu özlem hisleri şarkı olup akıyor. Şair-asker, işi de çok özlemiş. “Tünel, doğacak
evlere temel kazacağım.”diyor. Yabancı yerlerde, yabancı ülkelerde saldırgan
44 Başkurt Edebiyat Tarihi, C.5, s. 352. 45A.Habirov, “Olgunluğa ve Şöhrete Yolculuk”, Vatandaş, No: 2, 1998.
16
Almanlara karşı özgürlük savaşı veren ve bu savaşı kazanan asker, yeniden özgür
yaptığı memleketinin değerini, büyüklüğünü daha da iyi anlar. Bu düşünceler ve hisler,
memlekete olan sevgisi olarak gönlünden taşıyor şairin. Asker olup
Sadece seni düşünüp,
Ne yerleri aştım ben.
Tüm dünyayı hemen hemen dolaştım,
Yer görmedim sana benzeyen.
diyerek alevli mısralara döküyor şair düşüncelerini.
Memleketimizin özgürlüğü için savaş meydanında vefat etmiş askerleri saygıyla
hatırlamak, onların adlarını ve başarılarını ebedileştirme konusu, Nazar Necmi’nin
savaştan sonraki icadında kesintisiz gözükür.
“Dönmediniz Doğduğunuz Yerlere” şirinde, savaş meydanları çoktan kapansa
da, savaşın izleri yıllar boyunca silinse de, savaş meydanlarında kalmış kahramanların
halkın hafızasında unutulmayacağını ifade etmektedir. “Ölümsüz İle Ölümsüz zafer
olup döndü şöhretiniz” diyor şair. Eğer savaşta ölmüş askerlere her yerde heykel
yapılıyorsa, bilinmeyen askerlerin mezarı üstünde ebedî ateş yanıyorsa, bu, halkın
kahramanların ismini ve şöhretini ebedileştirme simgesidir:
Ateş yanıyor mezar üstünde
Ebedi ateş o
Yanıyor asker yüreğinin
Alevi olarak
Böylece şair ölümsüzlüğü işaret eder. ''Ebedî Ateş” şiirinde, ebedî ateşin
yakıldığı mezarda yatan ve bilinmeyen asker, belki şairin savaşta ölmüş abisi Gilej'dir,
belki de başka birinin akrabası, babasıdır. Ama o kim olursa olsun, herkese yakındır.
O, şimdiki insanların mutlu yaşaması için hayatını veren kahraman olmasıyla değerlidir
ve bilinmeyen adı sonsuza uzanacaktır. Askerlere yapılmış heykellere saygıyla bakmak,
onları temiz tutmak, mermer taşlar üstüne canlı çiçekler koymak da, aynı şekilde
yüceltme ve hatıralarını ebedileştirme simgesidir. Pek çok ailede, savaşta vefat etmiş
atalarının, oğullarının, akrabalarının hatırası, mektupları ve değerli eşyaları
17
saklanmaktadır. Şair “Milaş” şiirinde, abisinin ektiği üvezin de onun hatırası, emaneti
olarak yaşamasını, insanı duygulandıracak kadar canlı gösterebilmiştir. 46
Tabiat, yaşadığımız çevreyi anlatmaya kalkışma, insan gönlündeki karışık
duyguları simgeler aracılığı ile, nesneler arasındaki ilişkilerden insan hislerini, tabiat
aracılığı ile mecazi fikirler çıkarma, N. Necmi’nin sanatını çözümleme devrimizin
büyük bir keşfine dönüştürdü. Bu özellikler onun “Mileş”, “Toprak ve Çiçek”, “Yaz!
Yaz! Diyorlar” şiirlerinde farklı taraflarda açıldı. İlkinde savaş konusu polifonik ses
olup, bu yerde doğmuş tüm motivler bir noktaya toplandı. Şair, savaşta ölmüş abisi
Gilej ile onun gayretinin bir sonucu olan ağaç arasındaki manevî ilişkiyi, ahenklilik
ilişkisini, yani kafiye yardımı ile pekiştirmeyi, şair “ben büyüdüm, büyüdü milaş”, “ben
gittim, gitti ağabeyim Gilej” şeklindeki paralelizm ile de güçlendirdi. Sonuçta üvez ile
hizmet, hizmet ile insan arasında iç yakınlığı ortaya çıktı. O simgelerin arasında var
olan harmoninin bozulması ise, Gilej’in savaş meydanından dönmediğini, Almanların
tek güç olmadığını, barış senelerinde de izlerinin kaybolmadığını gösterir.
Hayatı karşılıklı, insan gönlünü doğal olarak gösterme N. Necmi’nin savaştan
sonra icadında bir geleneğe dönüşür. O savaştan dönmemiş olan M. Hay, Malik Haris
gibi liriklerin adetlerini başarılı devam eder, ritorikayı döndürmeye katkıda bulunur. 47
Her şair doğduğu ülke, doyduğu memleket hakkında şiirler yazmadan edemez.
Sadece orada kalmaz, şairin tabiatı ya da köyü hakkında bir eser mi yazdığı; yoksa
kişileri mi anlattığı pek belli olmaz. O, her zaman, doğduğu köyüne ve köydeki kişilere
yurtseverlik duyguları ile sıkı sıkıya bağlanmıştır.
Nazar Necmi’nin lirik sanatında bu ruh her zaman hissedilir. Onun memleketine,
hemşehrilerine adanmış şiirleri çoktur. Cumhuriyetine, vatanına olan büyük sevgisini,
şair poetik veya publistik tonda değil, baştan beri lirik planda gelenek, olaylar, haller,
tabiat görüntüleri ile göstermiştir.
N. Necmi, kendisinin 1983’de dünya görmüş (yayınlanmış) “Kim
Düşünebilirdi?” adlı eserinde sözüne memleketinden başlar:
46G. Hüseyinov; R.Bayimov, Çağdaş Başkurt Edebiyatı:Orta Okulun XI sınıfı İçin Ders Kitabı, Başkortostan Kitap Neşriyatı, Ufa 2002, s. .45. 47 Başkurt Edebiyat Tarihi, C. 5, s. 254
18
“Ben Mineşti’den ayrılamam, o benim hayatımın başı, demek ki tüm
kaynaklarımın kaynağı. Annemin bakışlarını, ot yeşilliğini, havanın mavi olduğunu,
orman kokularını, yel-rüzgarı, gök gürültüsünü, çiçekler rengini, su tadını, karın beyaz
olduğunu, kışların soğuk olduğunu, güneşin çıktığını, güneşin battığını-hepsini de ilk
defa bu köyde gördüm, işittim, duydum.”
Şair, tüm sanat hayatı boyunca Mineşte hakkında yazar ve memleketini över.
(“Mineşte”, “Krallar Köyüm”, “Dürtöylü Taraftarı” vs. ) Ama bu eserlerin içinde en
özel, en ilginç olanı “Kral Köyüm” şiiridir. Sadece adına bakıp bu eserin ne kadar özel
olduğunu kolaylıkla anlayabiliyoruz. O Puşkin’in şiiri ile aynı adı taşır, onu hatırlatır.
N. Necmi’nin “Kral köyüm” şiiri sadece adı ile değil, içeriği, fikir derinliği, düşünce
şekliyle de dikkati çekmektedir.
Eğer şairin kullanmayı çok iyi bildiği bir yöntem varsa, bu, yazılmış iki farklı
motivden, çizginin paralel büyümesi ile birlikte oluşur. Bu esnada, çizgilerin birisi bir
kişinin başlangıçlarının başlangıcı, yüreğine yakın olan memleketi olması düşüncesini
simgeler. Bu düşünce tüm eserde epigraf olarak kullanılır. İkinci çizgi, memleketine
olan hayranlığıdır. O, bir şair olarak inceliği ve zenginliği ile, Puşkin’in Tsarskoye
Selo’sundan hiç de eksik değildir. Burada “çarlar sarayları” yok; ama “yeri altın”,
“insanları altın” olan yerler var. Burada “altın tarlalarda altın buğday yetişir.” Her şey
burada çok güzeldir ve onu hayran bırakır; dağları da, bahçeleri de, ballı ıhlamurları
da, ormanları da. Onlar, şaire memleketi hakkında şöyle deme hakkını verir:
…Her şey burada ilahi!
Şair olarak doğmasan bile, burada
Şair olacaksın!
Biz okuduğumuz okul bizim Licey!48
N. Necmi icadında vatancılık konusunun gelişimi çok enteresandır. Kırklı
senelerde doğduğu memleket hakkındaki düşüncelerini ata yurdundan başlayarak halk
yaşamı, büyük vatana gibi kavramlarla ifade eden şair, şimdi de onu sıcak ilkbaharı, sert
kışı, sıcak yazı ve cömert güz görünüşlerini aracılığı ile veriyor. İnsan, sadece ülkesinin
güzellikleriyle kuru kuruya gurur duymamalıdır. N. Necmi’nin izinden gitmemeli, ilin
48 Büyük Rus Şairi A.S.Puşkin’in okuduğu okul.
19
kışı gibi karlı-buzlu zorluklarını da kaldırmaya, sonbaharı gibi bolluğuna ve bereketine
de katkıda bulunmalıdır.
“İlim Hakkında Söz” şiirinde biz gidip görmüşüz gibi, doğduğu ilin poetik gövdesi
gözümüzün önüne konulmaktadır:
Enini-boyunu çıkamazsın senin,
Kar fırtınalı, aydın güneşli.
Gayretli ve güçlülerden daha güçlü,
Büyük adımlı ve geniş kucaklı.
Diğerlerine, o, hayır benzememiş.
Ve kendisine göre yükselir güneşi.
Yazları-yaz, kışları-kış onun,
Sonbaharları sonbahar ve ilkbaharları
Mevsimlerin ele alınması da, öylesine değil, memleketini sevme duygusunu
vermek bu duyguyu renklendirmek maksadı iledir:
O nazik sıcak ilkbaharları gibi,
Kışı gibi de sert, öfkeli
Gerektiği zaman yazı gibi kaynar,
Güzü gibi zengin ve cömert de.
Seviyorum onu böyle olduğu için,
Farklı olduğu için günleri.
Son mısra yurtseverlik duygusunu daha pekiştirmekte ve şiiri bir akkord olarak
şöyle tamamlanmaktadır:
Ben onunum canım, tenim ile,
Kanım da,nefesim de onun için
Seviyorum onu, ve çok farklı seviyorum,
Yazı, kışı, ilkbaharı olarak da.
“Vatan” şiirinde Nazar Necmi “Vatan” düşüncesini, ilk bakışta soyut gibi
görünen düşünceyi, kendince netleştirip, yeni tabiat görünüşlerini katıp, gönüllere
dokunacak şekilde yansıtır. ”Vatan nedir? ”sorusuna şu cevabı verir: “Vatan, diyorum,
annemin doğduğu yer; vatan diyorum, babamın doğduğu yer.” ve sıralamaya başlar.
20
Vatan, -diyorum, -babamın ve annemin
Konuştuğu dil-anadilim o.
O dil aracılığıyla hayatın
Derinliğini açtığım yer o.
Vatan-diyorum, -orman sesleri
Orman sesleniyor bana o dilde.
Vatan-diyorum, -kuşlar ötmesi.
Kuşlar ötüyor bana o dilde.
Bu düşünceyi şair coğrafî adlandırmalar aracılığı ile de genişletmektedir:
Vatan, -diyorm-Ural, Akidil, 49
Buğday ekilmiş yerler, ovalar.
Onlar dünyam, lekin biliyorum.
Onlardan da başka dünya var.
Dünya gezdim Rusya’dan da
Baltiği gördüm, Baykalın. 50
Şiirin son mısrasında daha da geniş poetik neticelendirmeler yapar:
Küçük mü, büyük mü,Vatan bir,
Bir olarak yaşıyor gönülde,
Vatan, o yer, Vatan, insanlar,
O derinde, yürek dibinde.51
Nazar Necmi lirikasında doğduğu ülke, vatan ve yurtseverlik teması, farklı
taraflardaki böyle tabiat görünüşleri aracılığıyla verilir.
N. Necmi “Ben yerin oğlu!” diye haykırmamış; bunu ülke, hayat ve yer
hakkında söyledikleriyle ispatlamıştır.52
Bu sıfatı hakkına kalemdaşı Hekim Gilejev şöyle demektedir:
49 Başkurdistan’daki büyük nehirler. 50 Rusya’nın kuzeyinde bulunan dünyanın en büyük gölü 51 N. Necmi, Eserler. Şiirler ve Poemalar, Başkurdistan Kitap Neşriyatı, Ufa 1978, C. 2, s. 70 52 Başkurt Edebiyat Tarihi, C. 5, s. 350.
21
“Yer derken…Nazar Necmi’nin şiirleinde çok sık rastlanan nasıl büyülü bir
kelimedir bu. Bazıları bu yerde yaşamakta olduğu halde yeri görmez; gözü
yükseklerdedir, yıldızları sayar. Yakalamıyorsa da…Nazar Necmi’de ise yer, onun
poetik araçlarında en belli boyadır, galiba. Bu boya, şairin icadında hayat kaynağımız
olan yerin sadece fizikî manasını değil, kişi ve onu saran sosyal muhit, tabiat ve toplum,
peyzaj ve insan gibi, kocaman filizofik düşüncelerini de içine alır. Şiirindeki fikir, yer
nefesi ile ısıtılıyor gibidir. Onun için de, şair, insanı, onun aslını anlamak için,
hepsinden önce, yere müracaat eder, onun diliyle düşünmeye çalışır. Yer tarafından
sevilmek ve yeri sevmek, insanın doğal hakkıdır. Yerin dilinden anlamadan, sadece
onun değerinden söz edenler, onu ayak altında bırakanlar, “Ben yer oğlu” sözleriyle
meydan okuyanlar az mı bizde! Ancak Nazar Necmi’nin
O, doğduğum yer, nasıl yaşardım,
Anlamasaydım senin dilini.
diye seslenmesine de derin bir mana vardır. Çünkü
Köy çocuğuyum ben, saban atı,
Yeri sürmüş, dikmiş, ekmiş,
Yolum başı-şiirsel yoldan değil,
Karık denen küçük yoldan.
… Tüm ömrümce, elimden geldiği kadar,
Dokundu o yer ve o şarkı ile.
Yere olan sevgisi, o yerin suyu gibi damarlarına yayılmış, o su ile dokunmuş icat
kaynağı meğerse burasıymış! Bu zamanda böyle demek herkesin elinden gelmez
herhalde”.53
Doğduğu yere olan sevgisi, suyu gibi damarlarını kaplamış. Şair adeta bu
sevgiyle dokunmuş. Meğer, ilham kaynağı da bu imiş! Herkesin böyle bu sevgiyle
söylemesi başaramaması, herhalde, onun kadar dolu olmamasındandır.
53 H. Gilejev” Bu Dünyada Sen Yaşıyormuşsun…” (Baba Evi kitabına Önsöz) Başkurdistan Kitap Neşriyatı, Ufa 1988, s. 8-9.
22
C. NAZAR NECMİ’NİN DİLİ VE ÜSLUBU
Nazar Necmi’nin lirikası için, kendi sözleriyle söylersek, “kalbimden sızmış
düşünceler damlası” diyebiliriz. İlk kitabına “Damlalar” ismini koyması da boşuna
değildir.
N. Necmi’nin dili, ağırlıkla olarak, Başkurt halkının günlük konuşma dilidir.
Yabanci asıllı kelimeleri fazla kullanmamıştır. Kullandıkları da, halkın diline girmiş ve
yerleşmiş olanlardandır. Şairin büyüklüğü biraz da buradan gelmektedir. Halk diliyle
sanat değeri yüksek şiirler yazabileceğini göstermiştir. Halk dilinin içinde, mecazlar,
deyimler ve atasözlerine geniş yer vermiştir. Ayrıca, atasözü güzelliğine yakın veciz
ifadelerini de kullanmıştır.
N. Necmi’nin şiirleri konuları bakımından çok zengindir. Orada vatancılık,
yurtseverlik, doğa, aşk konularını işleyen şarkılara, mizahî şiirlere, felsefî şiir
örneklerine rastlıyoruz. İnsanın mutluluk ve üzüntüsünü, özlemlerini, gönül zenginliğini
daha dolu verebilmek için, imkanlarını başarılı bir şekilde kullanıyor.
N. Necmi’nin şiirleri, tabiata da sıkı sıkıya bağlıdır. Lakin o, kuru bir tabiat
görünüşünden ibaret değildir. Tabiat, şair için kendisine göre bir temizlik ve güzellik
dünyasıdır. O, tabiat manzaralarını çizmekle insanın gönlünü, düşüncelerini göstermeyi
hedeflemiş; tabiat onda dünya, insan ve hayat hakkında derin düşünceler uyandırmıştır.
Rus edebiyatının ünlü şairi Fedor Tütçev “Tabiatın canı var, dili var” demiştir.
N. Necmi için de kuşların ötmesi, nehirlerin şırıl şırıl akması, yağmur sesi, gök
gürültüsü, başakların rüzgarda hareket etmesi tabiatın dilidir. O, bu tabiat
manzaralarıyla, senenin türlü mevsimleri aracılığıyla insan iç dünyasının temizliğini ve
farklı hislerini aydınlatmaktadır. İlkbahar zamanlarını göstermekle, o sık sık canın
körlüğünü, dertli düşünceleri vermekte, sonbahar resimleriyle de yavaş yavaş ömrün
geçip gitmesini ve insanın buna üzülmesini anlatmaktadır (“Yaz! Yaz! Diyorlar”,
“Sonbahar Güneşi” vs. ). Dağ ve deniz sergileri de şairi sık sık hayat hakkında, yürek
sızlamaları hakkında düşünmeye sevk eder. (“Hayat ve Deniz”, “Dağların Şarkısı” vs)
54
54G. Hüseyinov; R. Bayimov, age, s 47.
23
“Doğduğu yeri(yurdunu)” görebilmesi, onun ağaçlarının ve taşlarının,
nehirlerinin ve kuşlarının, yağmurlarının ve karlarının dilini anlayabilmesi, sanatkar için
büyük mutluluktur.” der Balkar şairi Kaysın Kuliev. Bu mutluluğa Nazar Necmi, bir
yandan, “Damlalar”, “Çift Çamlar”, “İki Nehir” şiirlerindeki gibi, tabiatı insanın
aşamalarına karşılık olarak düşünmüştür. Duygu, düşünce ve hayalleri ve heyecanlarını
ifade etmekte bir vasıta olarak kullanırken, onu bir sıraya koyarak birleştirir. Kısaca
söylemek istersek paralelizm yöntemini kullanır. Onun paralelizmleri de çok özeldir.
Mesele o, “Odur Galiba” şiirinde çok sıcak, son derece güzel sonbahar gününü tasvir
ederken okuyucuya ömrün sonbaharını hatırlatır. Ama o güz, alıştığımız güz gibi de
değildir. Bundan on sene sonra yazılmış “Sonbahar Güneşi” şiirinde renk ve sesler de
aniden değişir:
…Oh, ısıtıyor güneş, oh gülümsüyor…
Bir yerlerde ise yukarıda
Kaplamış her tarafı karlı yağmur,
Kaplamış her tarafı soğuklar.
… Sen diyorsun: Günler şimdilik sıcak.
Gençlerden, diyorsun, hiç farkımız yok
Isıtıyor güneş…Sonbahar güneşi…
Yerde ise ne yapsak da, yaz değil! . . .
Daha sonra yazılmış şiirinde paralel çizgiler daha da üzgündür:
Geldi daha bir güz…Daha bir güz
Yere serpti altın paralar
Kaz olmuşlar, uçuyorlar şimdi
Yazın doğmuş sarı yavrular.
Daha geldi güzler…Ve onların
Bensiz gelir biri bir zaman
Ve ondan sonra ise her zaman.
İkinci dörtlükte olması gereken üçüncü mısra kaldırılmıştır. Son mısradaki kesik
söylemesiyle bizi dikkatimizi bir noktaya yönlendirmeye mecbur ediyor. Güzün de sonu
24
olduğu gibi, ömrün güzünün de farklı evreleri vardır. Bu tip paralelliklerin örnekleri ve
vardır:
Acı yel beni uyandırdı
Gece yarısında,
Acı dil beni, ağlattı
Gün ortasında.
Şair uzak simetrik paralelizme de birbirlerine başvurmuştur:
Acı diller…Yellerinse,
Acı sözü yok.
Yel esti ve durdu
Yelin izi yok.
Burada paralelizmin tümü, yarım yamalaktır. Böyle olsa bile, acı dilin yürekte
yara oluşturduğunu kolaylıkla anlayabiliyoruz.
N. Necmi’de bazı kavramaların sembolik anlamları vardır. Mesela, “Ömür ve
Deniz” eserinde, ömrün genişliğini ve derinliğini ifade eder. “Dağ ve Deniz” baladında
ise deniz, güya karşılıksız aşkın acısını anlatmaktadır. A. Puşkin’e adanmış “Şair ve
Deniz”de de, deniz, şairin gönlünün bir yansımasıdır. Deniz sakinlik nedir bilmez.
Ayrıca sakinlik, denizden mi şaire yoksa şairden mi denize bulaşmıştır? Bu,
bilinmemektedir.
Ama deniz ne kadar geniş ve küvetli olursa olsun, onun bir sonu vardır,
gürültüsünün de her zaman farklı. Şairin kalp dalgaları ise hayat denizinin sınırsız
genişliğine yayılmalıdır.
Deniz! Deniz! Hala üzüntülü
Geniş olsan bile, kenarın dar.
Bunun için sizlerden daha güçlüyüm.
Kıskanın, mavi dalgalar!
Böyle gururlu sözlerle, şair insanın büyülüğünü vurgulamak istemiştir.55
55 G.Hüseyinov. Şairler,Edebi Portreler, Başkurdistan Kitap Neşriyatı, Ufa 1981, s. 90-91.
25
N. Necmi’nin poezyasında halk şarkılarındaki gibi, akağaç motiflerinin de
derinlik manası vardır. Mesela “Akağaç” şiirinde, akağaç ölmüş askerin hatırası
şeklinde göz önümüze getiriliyor. Onun “Akağaçlar” baladı “Akağaçlı ev-üzüntülü ev”
münasebeti üzerine inşa edilmiştir.
Etrafına aydınlık saçan penceresinin önünde çift ağaç büyüyen eve, bir zamanlar
üzüntülü haber gelir. Anne ve baba, oğullarının cephede vefat ettiğine dair bir kâğıt alır.
Bu haber üzerine “Akağaçlı ev, üzüntülü (uğursuz) evdir.” şeklinde batıl bir düşünceye
kapılıp, akaçları kesip atarlar. Bundan sonra da, evin bahtında olumlu bir gelişme söz
konusu olmaz. Şair, çok üzülerek şöyle söyler: “Dünyanın, hep neşeli olduğu zaman
var mı?”
“Bu soğukta, soğuk haber sadece dönüp ölürse eğer, ne olur idik?! ”, “Akağaçlar
gonca gonca olmuş, üzerlerine beyaz dantel konmuş sanki. Gece olana kadar, onlar
bembeyaz saçlı oldu!”, “evin arkasında akağaçlar yok, gölgesi yok perdelerde.
Kirpikleri yanmış göz gibi bakıyor şimdi pencereler de.” ... ve benzeri cümlelerde, çok
derin bir üzüntüyü ve hasreti anlatmaya çalışır.
N. Necmi’nin lirikası, büyük ölçüde Başkurt Halk edebiyatı gelenekleri ile
Klasik Rus Edebiyatı -mesela A. Puşkin, M. Lermontov, F. Tyutçev’in ebedilik
felsefesini hatırlatan- natural-filozofik lirika geleneklerini temel (esas) almıştır. Bunun
için onun edebî kişiliğinde insan ve tabiatı bir bütün halinde göstermek, oldukça önemli
yer tutar. 56
Nazar Necmi’nin edebî eserlerinde, aşk lirikası da büyük bir dünyadır.
Kalbinden taşıp çıkmış temiz sevgisini psikolojik incelik ile açmayı başaran bir dünya!
Orada alevlenen hasret ve üzüntüyü de, pişmanlık ve dilekleri de, gam ve kaygıyı da,
insanın sevgisine bağlama düşüncesi hakimdir.
Bu durum da, konusu aşk olan eserlerinde (şiirlerinde) karışık hislerini bulmayı
mümkün kılar. “Sen Benim En Güzel Şarkım”, “Sevgi”, “Göz Karası”, “Şimdi Ben
Eskisi Gibi Değil…”, “Sonbahar Yaprakları”, ”Her Şey Şimdi Çoktan Geçmiş…”
“Kızlara” gibi şiirleri, onun aşk lirikasının en güzel örneklerindendir. ”Adı Zifa’ymış”,
26
“İlkbahar Ormanı”, “Akidil’den Geçerken” gibi aşk şarkıları da, samimiyetiyle
gönülleri etkiler.
Şairin şiirleri ile şarkılarının çoğu da bu tip özelliklere sahiptir. Onlar, genellikle
sadece hoş bir tebessümle bakabildiğimiz konular üzerine yazılmıştır. (“Ben Yaşıyorum
Nijgorod’ta”, “Leyla”, “Akidil”, “Tübetey Düştü”, “Bornoz” gibi.)
Nazar Necmi’nin mizah anlayışıyla ilgili olarak, şakalaşıp düşündüğünü
söylemesi de, yarı gerçek olması da ilginçtir.
“Merhaba, Bobik! ” şiirinde, mesela, sade bir olay üstüne ne kadar yarı gerçek,
yarı şaka mana yüklenmiştir. Şair burada hatırladığımız Esenin’e57 (XX. yy başlarında
yazmış Rus şairi) yaslansa da, onun meşhur “Köpek Hakkında Şarkı”sındaki oldukça
ciddi tonla değil, ”Kaçalov’un Köpeğine”sindeki gibi mizahî bir şekilde, hayat hakkında
ciddi bir konuya müracaat eder.
Nazar Necmi’nin hayat ve insanlar hakkında ciddi ve derin düşünceler ilave
edilmiş şiirleri, felsefî lirikanın güzel örneklerinden kabul edilmektedir. Bu tür şiirler,
sıklıkla hayatın manasına, namus, vicdan, edep, ahlak hakkındaki fikirlere
dönüşmektedir. Şair, çok sık yaptığı şeyleri, hayat ve icad tecrübelerini kendince bir
neticeye bağlıyor; sevinçlerini paylaşıyor, bazı şiirlerinde de üzüntü rüzgarı esiyor.
Özlem ve pişmanlıklar da çok sık tekrarlanıyor.
Hayat insana sadece bir kere verilir. Onu “insanım” diyerek, insanca değerini
bilerek, anlamlı geçirmek şarttır. Hayat “Bu hediye tüm varlığımızdır, kolay değil onu
kaldırmak. Nasıl kolay olabilsin ki? Zamanı kendi kalbinden geçirmek”? Şairlere ve
şiire adanmış şiirlerinde N. Necmi, şiirlerinde sorumluluk gibi meseleleri tüm zekasıyla
gösterir; yukarı düşünce-sanat-icad için savaşır. Şair için ”şiiriyet”, sır, güzellik, edebî
gençlik, edebî olgunlaşma ”dır. Bundan dolayı, edebiyatta da çok dikkatli, uyanık bir
zeka ve yanan yürek ile çalışmak şarttır. Bunlar olmadan şiirde gerçek güzellik, büyük
poetik keşifler olamaz. Dürüstlük, edep, ahlak ... gibi konuları ele aldığında, şairin
hisleri daha da incelmektedir.
56 G. Hüseyinov; R Bayimov, Çağdaş Başkurt Edebiyatı:Orta Okulun XI Sınıfı İçin Ders Kitabı, Başkortostan Kitap Neşriyatı, Ufa 2002, s. 47. 57 XX.yy başlarında icad etmiş ünlü Rus Şairi
27
Hayat, dünya ve işi konu aldığında, şair, kendi adıyla söyleme, bir olayı ibret
olarak gösterme ya da olmazsa bir kişiye söyletme gibi türlü yöntemleri kullanır.
Mesela, “Şapıranma” şiirinde o, dünyanın “ömür boyunca çözülecek sırlarını” babasının
diliyle çözüyor. Baba sözleri, elbette reddedilmeyecek sözler mertebesindedir:
Erkek aklı savaşa çıkmaz,
Mergen okçu olmaz durup.
Ev yapıyorum diye balta almaz,
Ağaçla çalışmayı bilmiyorsa,
Usta ile beceriksizin
Yerleri olmaz ortak,
Savaş meydanı çabuk ayırır:
Kimler yiğit, kimler korkak.
Şiirde “Gayret edenin, biz biliyoruz taşa çivi çaktığını”, “Herkes görür hangi
zatın nasıl bir yükü kaldırdığını.”, “Kahraman doğmaz meydanlarda güçsüz ile
dövüşerek.”, “Ne aydınlığı var yüksek evin, eğer çorba olursa açık.”, “Oğlum, bunu
sana söylüyorum, sen de beni dinle, gelinim.” gibi atasözleri ve deyimleri sık
görebilmemiz de bu yüzden tesadüf değildir. Nazar Necmi, şiirlerinde atasözlerini çok
sık kullanarak, onlardaki hazırcevaplılıktan faydalanmak ister.
Nazar Necmi’nin şiir sanatında tekrarların rolü büyüktür. Bu mühim yöntemin
olgunlaşmasını ve edebiyatımıza kazandırılmasını ilk önce biz N. Necmi’ye borçluyuz.
“Heykel Hakkında Ballad”, “Gümüş Araba”, “İddia” “Akidil’de Ak Duman”,
“Duydum Beni Seviniyormuşsun ”, “Zor”, ”Her şey Gecikip Geldi Bana…”, “Koşma”,
“Korkarım” gibi kelime, kelime grubu veya mısra tekrarları, poetik eklemeler,
dikkatimizi çekmektedir. “Nasılsın”, “Anne Hakkında Şiirler” “Anlamıyor
Sanıyorsun…”, “Bu kaçıncı Şiir Mısram, Acaba…”, “Bugün Senin Doğum Günün
İdi…” gibi şiirlerde, çeşitli tekrarlarla, manevî ve duygusal anlamları canlandırmayı
başardı.
Hatta “Zor”, “Koşma”, “Şaşırdılar” gibi şiirlerinde tekrarlanan sözler,
kompozisyonun merkezi olam gibi bir görevi de yapar.
28
Nazar Necmi, aslında hem şair, hem de filozoftur. Onun şiirlerinde kişi kılık ve
kıyafetlerinden, tabiattan, ictimaî görünüşlerden daha çok, iç duraksamalar, derin fikir
ve duygular ön plandadır. Demek, onların temelinde ahlak ve vicdan, namus gibi felsefi
kategoriler bulunmaktadır. Bu kategoriler ise, derin düşünceleri ve aklı ifade etmeyi, az
sözle derin anlamlar vermeyi mümkün kılar.
Bu yüzden, belki, onun icadını gürültüsüz, sakin, klasik edebiyat olarak görenler
de vardır. (“Diyecekler: Şair artık sakin, bize yabancı, durdurmak gerek! ”). Bu ifadede,
dışardan bakıp fikir yürütüldüğünde, bir haklılık payı vardır. Belki burada şair,
eserlerinde rastlanan tekrarların da sebeplerini açıklamaktadır. Ama sadece dışarıdan
baktığımızda öyledir. Çünkü onun şiirleri, sokak kavşağında meydan okuyan
kafiyelenmiş afişlerin anlamları değildir. Onlar, sadece sahnede okumak için
yazılmamış; aynı zamanda derinlik etkisi için yazılmış şiirlerdir, onlar, bilmece de
değildir.
Nazar Necmi’nin sanat dünyası, hayatı göstermekle yetinmemektedir. Belki de
bu hayatla, içinde olan kanunlarla tartışmaya girer, insanın özgürlüğünü gösterip hayatı
savaş meydanına benzetir:
…Olmuyor, maalesef, istediğin gibi,
Farklı taraflarını hayat gösterir.
Kırılmazsa kırk kanunu var
Yazılmış, yazılmamış olanı var,
Oğretip duruyor bunu sürekli
…Yollara çıksam, herkes yol gösteriyor-
Bunun için de, galiba, kayboluyorum yollarda.
Lakin:
Göbeğini halk kesmiş ise,
Ölümsüzlük oradan başlıyor.
N. Necmi’nin ömür, hayatın anlamı, namus, vicdan, edep ve ahlak hakkında
felsefî fikirler içeren şiirleri yıldan yıla artmıştır. Onları şair yaptığı işlerin,
tecrübelerinin sonucu olarak görür, sevinçleri ile paylaşır. Aynı zamanda onların içinde
hüzün, özlem ve pişmanlıklar da az değildir. Ukrayna’nın millî şairi, Şevçenko gibi
29
“Vasiyet” şiirini de yazar. Böyle lirik şiirleri daha çok hayatın olgunluk, sabırlılık
devrine aittir:
Olgunlaştım sanki artık,
Sabırsızlıklar da yabancı geliyor.
Gönlüm ise hala eyerlerini
Çiğneyip kopararak koşan at gibi.58
diyor o kendisi hakkında.
Yazarın sonuç şeklindeki bir şiirine bakalım:
İnceliyor yürek eleği,
Akıl bilendiği sürüce,
Kepeğe(kürpeye) kalıyor iriler,
Vakit elediği sürece…
Kısalıyor eyerleri
Aynı renkte şimdi hayatın,
Gönlün mevsimleri.
N. Necmi’nin daha çok şairlere ve şair dünyasına adanmış eserlerinde, icat
görevini, yeteneğe, söze, fikre düşen sorumluluğu tüm hazırcevaplılığıyla yerine
getirmiştir.
Yapraklarını dökmüş, kışın çıplak kalmış ağaçlara bakıp da şair sızlanıyor; zira
şair, tüm varlığıyla tabiatla bütünleşmektedir.
Nazar Necmi’nin şiir biçimleri, dili ve üslubu oldukça zengindir. Orada dört
yolluklar, kafiye sistemlerinin çeşitliliği, stilistik yöntemlerinin genişliğini
görebiliyoruz. Onun şiirsel dünyasında tekrarların rolü de, söylediğimiz gibi, gayet
büyüktür.
Senfoninin notalarını icad eden müzisyen gibi, şairimiz kendi eserlerinde poetik
hayallerin, uslupların, gösterme yöntemlerinin çeşitli türlerini kolaylıkla
kullanabilmektedir. O isterse, aynı zamanda ince lirik, geniş kapsamlı epik ve tiyatro
58 N. Necmi, Eserler. Şiirler ve Poemalar, Başkurdistan Kitap Neşriyatı, Ufa 1978, C. 2, s. 83
30
yazarı da olabilmektedir. Ona, geniş alanlı bir şaire ve yazara verilebilecek tüm
özellikler verilmiştir. Tabiat, ondan hiçbir hünerini esirgememiştir.59
D. ŞAİRİN MANZUM HİKAYE VE HALK ŞİİRİ TARZINDAKİ
ESERLERİ.
Başkurt edebiyatını büyük liro-epik biçimleri, değerli manzum hikaye ve halk
şiirleri tarzındaki eserleri ile bezeyen şair, Nazar Necmi’dir. Onların arasında en
güzelleri veya başarılıları ise, “Anne”, “Akağaçlar”, “Kapılar”, “Şarkı Hakkında
Ballad”, “Dost Hakkında On Bir Şarkı”, “Uyuyan Bebek Yanında Söz”, “Gömlek”,
“İblis” ve “Ural” poemalarıdır. Onların her biri lirik, dramatik ve trajik olaylardan
örülmüş derin fikrî poetik ile yaratılmıştır. Onlarda yazarın düşünceleri, üzüntüleri, son
devir insanlığı hakkındaki düşünceleri yansıtılmaktadır. Şair dünyanın iyiliği ve
insanların mutluluğu için, kendisini tüm kalbiyle sorumlu hissediyor. İnsan zekasına
inanmak, gönüllere ümit vermeyi gerektirir. Şair bir görevinin de bu olduğu
kanaatindedir.60
Savaşın son saatlerinde, Plenzee konzlageri kapılarındaki tutukluların serbest
bırakılmasına da katkısı olur.
Berlin’deki Brandenburg kapısı, giderek N. Necmi için iki dünya, iki zaman
sembolüne dönüşür. İki dünya, iki zaman, iki kapıyı kendisi için, nesillerin hayat
basamakları, gönlünün kapıları ile bağlı olarak gösterme “Kapılar” poemasının özünü
ve temasını oluşturur.
Bu manzum hikayesinde geniş sembolizm, karşılaştırmalar büyük bir yer
tutmaktadır. Ama orada” insanlık manzarası” belli bir noktaya ve şahsa, lirik “ben”e,
şairin hayat tecrübesine bağlı olarak açılır. Şair dikkatini başlıca bir şahsın yaşamından
zamanın akışına dönmüş anlarına odaklar. Eğer “Akağaçlar”da şair, kahramanlara
yandan bakıp izliyor gibiyse, “Kapılar”da, olayların içinde kaynar, eserin ana kahramanı
olmaktadır. “Akağaçlar”da karakter hareketli, keskin çatışma ile açılmakta, “Kapılar”da
59 G.Hüseyinov. Şairler.Edebi Portreler, s. 98-100. 60 Age, s. 100
31
ise hayat, şairin fikir akınları aracılığı ile çizilmektedir. Sonuçta birbirinden manzum
hikayeler olma bakımından ayrılmaktadırlar.
Sonuncunun merkezinde tek ama dolu bir imge, kapı duruyor. ”Kapı” sürekli
olarak gösteriliyor her seferinde yeni içerik içinde... ve o kapılar önünde şair, geçmişini
hatırlar, bu gününü değerlendirir.
İlk defa gördüğümüz kapı, ev ile sokak arasındaki kapıdır. Kapı altından “kaz
yavrusu gibi” geçebilen bebeğinin dünya anlayışı da o kadardır. Seneler geçtikten sonra
ise, şairin önünde “tarla kapısı” açılır. Bu kapı ise, köyü tüm dünya ile birleştirmektedir.
Ev kapısı ile tarla kapısı çocukluğun sembollerindendir.
“Dağlar arasında da dünyanın olduğunu” düşünmeye başlayan yetişkin, şimdi de
“şehir kapılarını” açar. Bu kapının anlamı ve içeriği daha da geniştir. O, artık şahıs
olarak biçimlenmekte olan kahramanın zekasının gelişimini bildirir.
Ev, tarla, şehir kapıları-göz görebilen kapılardır ve onunla durum farklılaşır.
“İlm kapısı”, lirik kahramanın delikanlıya dönüşmesini anlatır. Delikanlılığı
geçip, erkek biçimine giren kuşak, “ateş-suları delip, Berlin’e varıp” “tarih” yazarak
Brandenburg isimli kapıyı” açtı. Demek ki, kapıların bir sonrakisi, hem tarihî olay hem
de semboldür. O, şiirin gerçek yerini reddedilemeyecek kadar belirlemiştir, insanlığın
özgürlük için savaşmasında da büyük bir dönem olduğunu ifade eder.
Eserini yazdığı senelerde “soğuk savaşın” güçlendiğini gören şair, Brandenburg
kapısını düşmanlığı kutuplaştırmak için değil, dostluğa hizmet etmek maksadı ile
açmaya çalışır. O, burada özgürlük destekçilerinden biri olarak da görülür. Şunu
genelleştirir şair:
İnsan gönlünün kapılarını
Ömrün boyunca vuruyorum,
Vuruyorum ben.61
61 N. Necmi, Eserler. Şiirler ve Poemalar, Başkurdistan Kitap Neşriyatı, Ufa 1978, C. 2, s. 155
32
Böylece, ”Kapılar” manzum hikayesinde iki tabaka doğar. Şairin sadece kendi
özgeçmişi değil, tamamen bir devrin, bütün kuşağın hayatı gözden geçirilir. Buna insan
gönlünün kapılarını çalma, yani liriklilik meseleleri de katılır.62
“Şarkı Hakkında Ballad” manzum hikayesinden, hemen anlaşılıyor ki, Malik
Haris gibi savaş meydanında hayatını yitiren kişilerin hatırasını ebedileştiren bir eserdir.
Birinci bölümünün karşıtlık temeli üzerine bina edilmesiyle, hayat ile savaşın birbirine
tamamen zıt olduklarının altı çizilmektedir.
Sabantuydaki63 yarışmalara katılan atlı delikanlının elindeki kamçılar, barıştaki
hayatın bir sembolüdür. Ama şair bu imge-sembollerin kendi aralarındaki bağlantısıyla
yetinmiyor, yarışçı delikanlıyı kendi hayali ile de karşılaştırıyor. Varış noktalarına o,
birinci olarak ulaşır; ama orada kimseyi bulamaz. Öfkesini bastırmak amacıyla atını
kamçılamak isterken,
“Ama elinde…O da ne, görür!
Kamçı değil, kılıçtır.”
kılıç ise savaşın sembolüdür. Kamçının kılıca dönüşmesi gibi poetik bir yöntemi
kullanma, şaire uzun uzun anlatmalardan kurtulma imkanını verir. Esere dramatizm
ilave eder. Savaşın da, sabantuy şenliklerinin yapıldığı sırada başlaması, bu sembollerin
gerçek hayattan alınmış olmasının delillerinden biridir. Eserdeki:
Burada da o ikili olarak yaşıyor,
Asker olup, Şair olup da.
şeklindeki mısralar, ana kahraman olan atlı delikanlının prototipini,M. Haris’i gösterir.
Üçüncü bölümün sahneleri, büyük bir faciayla açılır. O mücadele, diyor,
yazar, yerde hayatın devam etmesi içindir.
Dördüncü bölüm, “Ballad İçinde Ballad”dır.64
Asker-şair M. Haris, “mücadeleden zaman çalarak”, sabantuydan direkt olarak
savaşın içine girmeye mecbur olan delikanlı hakkında manzum hikaye yazmıştır. Ama
62 Başkurt Edebiyat Tarihi, C.5, s. 353-354 63 Başkurtların nevruz gibi ilkbaharda yapılan, geleneksel bayramı. 64 K. Ahmetcanov,Nazar Necmi-Şiir Ustası, Başkurt Kitap Neşriyatı, Ufa 1974, s. 35.
33
hücuma kalkma emrini alır. Güreşteki kahramanın gösterdiği cesareti kendince
tekrarlama zorunda kalır. Böylece, bu poemada da iki tabakalık doğa oluşur. Eserin
Uçuyor Vakit,
Uçuyor Şarkı,
Uçuyor Yer,
gibi felsefî mısralar ile tamamlanması, eserde ele alınan konunun pekişmesini ve bir
kere daha kesinlikle vurgulanmasını sağlamıştır.
Manzum hikaye savaşçı şairin karakterinin çizilmesiyle yetinilmemekte, asıl
yaşamına bağlı duygulara da yer verilmektedir. Şairin eseri ballad olarak adlandırılması
ise, onun mutluluğunu işlemesinden kaynaklanmaktadır.
“Şair ve Şah”, “İblis”, “Gömlek”, “Ural” manzum hikayelerinde, akıllılık ve
fikir genişliği, şöhret ve kötülük, aşk ve nefret, insanlık ve hainlik, fanatizm ve açık
fikirlilik, insaflılık ve acımasızlık arasındaki ilişki, diyalektik bir bağ halinde
gösterilmektedir.
Liro-epik bir eser olan “Şair ve Şah” eserindeki şairlik meselesi de, halkın icadı
geleneğine, aynı zamanda doğu edebiyatına has iki farklı zıtlığa dayanmaktadır.
Manzum hikayenin merkezinde iki şahıs bulunmaktadır. Birisi, doğu liriğinin temelinde
yer alan şahlar şahı Şah Civan’dır. Sarayında ömür süren, zenginliği, mücevherleri ile
herkesi hayran bırakan, güzelliği ve şöhreti ile hiçbir yerde dengi bulunamayan
hükümdardır. İkincisi, yerinde hiç duramayan usta bir şair ve akıl sahibi olan bir
insandır. Şair onlara isim bile vermez. Bununla o kahramanlarının genelleştirilmemiş
karakterler olduklarını hatırlatır.
Şah’ı kılık-hareketleri ile tasvir etmeden önce, Nazar Necmi onun kişisel
sıfatlarını kısa, ama renkli bir şekilde göz önüne getiriyor. “Şöhretiyle tüm etrafı titreten
şahlar şahı, öfkelilerden daha öfkeli, cesurlardan daha cesur, sertlerden daha sert”. Şahın
portresine ”sadece” bir hareket yardımı ile “sadece üstü başı ve boyu posu vermemiş
Hak ona” şeklinde renk katmakla, okurun dikkatini çekmektedir.
34
Şah’ın tanıtımında daha çok övmek, abartarak övmek maksadında olan N.
Necmi, bu yolda da tabiatı kullanır. Kuşlar ötmeyi kesip Şah’ın sözlerini dinlenmişler,
akan sular, onu dinlemek için akmaz olmuşlardır.
Şah ile Şair karşı karşıya olsalar da, onlar arasındaki iç bağlantıyı temsil eden
vezir, göz boyama yolu ile bu zıtlığı yumuşatıcı, elinden gelince iki tarafı yatıştırıcı bir
kişiliğe ve fonksiyona sahiptir. Vezir: “Göz boyayarak, göz kamaştırarak mevki
kazanır insan”, der.
N. Necmi insanların farklı olmasına vurgu yapar. “İnsan, der, şeytan da, melek
de. Kendisi usta her işte, iyiliğe ve kötülüğe inanır o…Kendisi şarkı, kendisi Allah,
kendisi kul”. Bunun için içtimaî ilişkilerde de denge olması çok zordur. Şair vefat eder.
Şah’ın, hikaye süresinde Şair’in ağzını iki elle kapatması ve onu tam zindana atacağı
sırada, hükümdarın emriyle kendisinin asılsız şöhretini kübbetini yıkması olarak da
anlaşılır. Böylece, Şah’ın kindar güç; vezirin de boş güvence olduğu anlaşılır. Bu kötü
kalplilik arkasında asıl can, yani Şair yok olur.
“Şair ve Şah” insan mutluluğu, insan aklı ve onun ahlaki sıfatları hakkında o
zamana kadar yazılan tek poema olmuştur. Folklor ve doğu geleneklerine yer vermesi
neticesinde, N. Necmi, manzum hikayesinin felsefî içerikli liro-epik örneğini
oluşturmuştur.
Dinî mitolojiye dayanan “İblis” manzum hikayesi için şair, “hacmi bakımından
en büyük, söylenmek istenen fikir yöntemleri bakımından daha karışık, ismimi
duyurduğum uzun yıllardan beri yazılmış, icadımdaki en ciddi eserdir”der. 65
Gaysa Hüseyinov da haklıdır: Problematiği, gösterme alanı ve imge sistemi
bakımından o eser, gerçekten de, Gothe’nin “Mefistofel”, Lermontov’un “Demon”,
Tukay’ın “Şeytan”, Babiç’in “Gazrail”, Gafuri’nin Allahı şüphe altına almış lirik
“ben”’i aracılığıyla açılan edebi geleneği yeniden canlandırma, büyük olay oldu. O, her
şeyden önce, edebiyatın, insanın ve insanlığın ruhu olduğunu, sertleşip kalmış,
savaşçılık ve imansızlık gibi olaylara karşı hassas olmayı öğretmiştir. 66
65 G.Hüseyinov, “Zamana Eşit Poezya İçin” Akidil, 1983, No 12, s.117. 66 Age, s. 117.
35
N. Necmi, eserinde, insanın kendi gönlünde var olan, ruhundaki iblislik ile
yakınlaşmasını, kıtalara dağılmış geniş gösterimler, yosunlaşmış kanunlar ve kapalı
olması yüzünden doğmuş trajik, dramatik gösteriler, vakit geçince lirik duygular
yardımıyla sağlar. Fikir genişliği, kompozisyon ve imgeler sistemi tarafından da çok
karışıktır bu eseri.
Yeşil Züye kenarlarından Mekke tarafına “hırsız gibi kaçmış” Ahmet günahtan
da kurtulmak niyetindedir, gerçekleri de bulmak istemektedir.
Memleketindeki camiyi yıkıp, Sovyetlerin yerleşmesini büyük günah kabul eden
imamı ana kahraman etmek, şaire büyük genellemeler yapma imkanını sağlamıştır.
”İblis” poeması sadece bir kişinin öyküsü değildir. O, vatandaşlık düşüncesinin -şartlar
ne olursa olsun - şahıs için en büyük iman olarak kalmak mecburiyetinde olması
hakkındadır. Ahmet’in imanını kaybetmesine, ayrıca Arap topraklarında doğmasına ve
orada şekilleşmesine rağmen, ata-babalar ülkesine dönme hayali ile yaşayan oğlu
Mahmud’u öldürmesi, hanımı Bibikamal’ın aklını yetirmesi, kendi umutlarının da
paramparça olması, vatanından kopmuş insanın trajik hallerini anlatır. Evvelki vatandaşı
önünde “edep ile nefret arasında” yanması, onun iblis asilliğine dikkat çeker.
Bu mansum hikaye iki bölümden oluşmaktadır. İlkinde Ahmet’in sonradan katil
olmasına zemin hazırlanır. Okur, Ahmet’in Mekke yolunda mezarlar bırakarak
geldiğine, bu sefer de iblis ile yüz yüze buluşmasına şahit olur. Tam o esnada
kahramanın ”yer yüzüne lanet” yağdırması, ondaki iç mücadelenin ne kadar kuvvetli
olduğunu gösterir. Tarihî şahıs Şamil örneğine yeniden müracaat etmesi ise, mücadeleyi
içindeki İblis’in kazandığını vurgulamaktadır. İblis, aslında, Ahmet’teki azgın nefsi,
yalancılık ile kötülüğü simgeleyen imgedir. İblis ile Ahmet’in diyalogu, kahramanın iç
mücadelesidir. İblisliği ise sosyal, tarihî şartlar ve kişinin güçsüzlüğü doğurur. Ahmet
çaresizlikten sefere çıkmamış, yolunu korktuğu için kendisi seçmiştir. Doğduğu yerde
yaşaması için ona sevgi lazımdır, der yazar. Ahmet’in kalbindeyse böyle bir duygu
yoktur. Nefret ise, onun yoldaşıdır. O da tıpkı cennetten kovulmuş iblis gibidir.
İkinci bölümde, bir kişinin tüm halka, anadilindeki şarkılarına zarar vermesi,
yada faydalı olması, ana motif olarak işlenir. Orada ifade edilen fikirlerin derinliğinden
36
ve genişliliğinden hareketle, vakit, mesafe, halk; kısaca yeni kavramlar
oluşturulmaktadır.
Ahmet, Bibikamal, Mahmut. İblis’in üç canın, üç yüreğin hangisinde
sevindiğini göstermek maksadıyla, anne ile oğul, sonra baba ile oğul yüz yüze getirilir;
daha sonra da Mahmut babası tarafından öldürülür. Bu durum İblis’i bile düşündürür.
Gizli kalmak istediği için, İblis Zöye, Akidil kenarlarına gelir. Orada gördüğü
manzaralar, bir yandan İblis’in aslını, diğer yandan da, Mahmut’un hayalinin
güzelliğini, o taraflarda yaşayan halkın yüceliğini, ölmez ruhunu abartarak gösterme
imkanını verir:
Güzellikler cihan gibi sınırsız
Öyle geniş, öyle varlıklı,
Merhametli cana yaşamak kolay,
Kötülüğe yoktur güzellik.
Nazar Necmi, memleketini bırakmış, imanını (namusunu) kaybetmiş adamların
ülkelerinin de, halkının da, dilinin de, müziğinin de olmadığını anlatmak ister. (İblis için
örf, adetler, millet, dil ve müzik hiçbir şey değildir.). Bunun için poemada imgeler de,
onların hareket eden yerleri de psikolojik gerçeklik, dini-romantik şartlar ile sıkı sıkıya
ilişkilidir.
Kısacası, şairin 60-80’li senelerde yazılan eserlerinin çoğu fikirce ve akılca
zengin, yüksek hislerle aydınlaşmış lirik şiirlerden oluşur. Düşünce ve duygu
samimiyeti, doğallığı, Nazar Necmi lirikasının güzel sıfatlarındandır. Lirik duygular
monolog, diyalog, tabiatı gösterme, felsefî parça, şiir serisi vs. biçimlerini oluşturmuş,
hatta ana konusu ve ana fikri olan tüm bir kitaba toplanmış ve bir tarafta kriterlerine de
sahip olmuştur.
N. Necmi’nin manzum şiirleri, hayatın dramatik içeriğini, felsefi aslını, lirik
inceliğini toplayan epik ve liro-epik eserlerdir. Şair şiirini yeni biçim ve çağdaş
kahramanlarla yenileştirir; durmadan yeni renkler arar. Zamanın önde gelen
eğilimlerinden uzaklaşma, problematiği liriğin ana vazifesine dönüştürme, onun eserini
gerçek toplumsallığa oldukça yaklaşmıştır.
37
Seksenli yıllarda N. Necmi arka arkaya “Akın”, “Ömürlük Şarkı”, “Kardeşler”,
“İki Züleyha (Dört Ömür)” manzum şiirlarını yazar.
Şair 60’lı yılların sonundan başlayarak, daha 70’li 80’li yıllarda ün kazanmış
şarkıları ve Rusça baskılarıyla, millî dillerde Başkurt poezyası antolojilerinde layık
olduğu yeri almış ve türlü halklar arasında da büyük şöhret yakalamıştır.
Nazar Necmi, Rusya Federasyonu’nun “Maksim Gorkiy ve Başkurdistan’ın
Devlet Salavat Yulayev ödüllerini almıştır. 1993’te de “Başkurdistan Halk Şairi”
unvanına layık görülmüştür.
E. NAZAR NECMİ HAKKINDA YAPILMIŞ ÇALIŞMALAR
Edebiyat ufuklarında göründüğü andan itibaren, Nazar Necmi’nin şiirleri,
okuyucuların ve eleştirmenlerin dikkatini çekmiştir. Onlar, söz konusu şiirleri çok olumlu
değerlendirmişlerdir. İlk kitabı “Damlalar”ın çıkışı da yetenekli bir şairin doğduğunu ilan
eder. Bunun hakkında “Kızıl Başkurdistan” gazetesinde, ünlü yazar, tiyatro yazarı
Gaynan Amiri “Şair Doğdu” adlı bir makaleyi kaleme alır. Ondan sonra arka arkaya
eleştiri yazıları yayınlanır.
Başkurdistan yazarı Salah Kulibay “Damlalar” (Sovyet Bakurdistanı, 22 Kasım
1950.) adlı makalesinde de, Nazar Necmi şiirlerine yüksek not verir.
Eleştirmenlerin dikkatini Nazar Necmi sadece kabiliyetli bir şair olarak değil, çok
başarılı tiyatro yazarı olarak da çeker. Onun dramları, hemen üç dilde çıkan makalelerde
ciddiye alınır. 1951 Nisanında birkaç gün arayla, Tatarca, Rusça ve Başkurtça eleştiri
yazıları çıkar. Bunların künyesi şu şekildedir:
Hafizof N. “İlkbahar Şarkısı” Kızıl Tan, 21 Nisan 1951 (Tatarca)
Kirey E. “İlkbahar Şarkısı” Kızıl Başkurdistan, 22 Nisan 1951 ( Başkurtça)
Bikçenteyev E. “İlkbahar Şarkısı”, Kızıl Başkurdistan, 29 Nisan 1951 ( Rusça)
İlk kitabı çıktıktan beş yıl sonra, Nazar Necmi’nin şöhreti sadece Başkurdistan’ı
ve Tataristan’ı değil, tüm Rusya’yı kaplar. Adına ve eserleri üzerine yazılmış makaleler
Moskova’nın merkezî medya sayfalarında çok sık görülmeye başlar.
38
Bunu, Maksimiv M. “Stihi Rovesnika”, Literaturnaya Gazeta, 26 Mayıs
1955’de çıkan makalede de görebiliriz.
Eserleri, Murat Rahimkulov, İbrahim Abdullin, Gilemdar Ramazanov gibi aynı
alanda çalıştığı kalemdaşları, yazarlar tarafından da beğenilir. Şiirleri ve ustalığı
hakkında, edebiyat tarihçileri Gaysa Hüseyinov ve Kim Ahmetcanov türlü dergilerde
eleştiri makalelerini yazarlar. Daha sonra bu çalışmalar derin bilimsel araştırmalara
dönüşecektir. Kim Ahmetcanov 1974’te “Nazar Necmi-Şiir Ustası” isimli bir kitap
çıkaracaktır. Bu araştırma, bugüne kadar şair hakkında yapılmış en büyük, en derin, ve
hemen hemen tüm sanatını kapsayan, kitap şeklinde çıkmış tek çalışmadır.
1967’den itibaren Nazar Necmi artık profesyonel bir yazardır. Şiirleri
Başkurdistan’ın, Tataristan’ın merkezî gazete ve dergi sayfalarında yer almakta.
Moskova’nın en büyük devlet basım evlerinde arka arkaya derlemeleri çıkmaktadır.
1967’de M. Gaynullin’in, G. Hüseyinov yönetiminde yapılmış “Başkurt Sovyet
Yazarları” kitabında da yer alır.
2002’de Edebiyat tarihçisi, yazar, Gaysa Hüseyinov, Nazar Necmi’nin ölümünden
3 yıl sonra “Başkurt Halk Şairleri. Nazar Necmi” makalesinde şunları söylemektedir:
“Büyük yetenek sahibi Nazar Necmi hakkında ben az yazdım. Edebi eleştirmen,
edebi alim olarak, hayattayken yazmadığım için şaire çok borçlu kaldım. O, hassas
gönüllü şahıs, bunu görüp üzülüyordu sanki…Yazmadım değil, Nazar Necmi hakkında,
sağlığında ara-sıra yazardım, elbette. Bir iki kitabı hakkında matbaada eleştirim çıktı.
Yazarlar toplantılarındaki sözlerimde, yıllık değerlendirme makalelerimde N. Necmi
liriği, diğer eserleri hakkında fikirler, yüksek notlar söyledim. Yıl dönümü bayramı
makalelerim, radyo ve televizyon konuşmalarım vardı. ”Şairler” isimli kitabımda Nazar
Necmi’ye “Lirik Damlalar” adında özel edebi portre adadım. Ama büyük şaire, elbette,
bunlar az idi. ”67
1963’te Kim Ahmetcanov’un “Yer ve Şarkı”, sonra da 1973’de“Edip Sözü-
Değerli Söz” (“Akidil”, 1973, No 10), 1974’te Nazar Necmi’nin sanatına adanmış temel
araştırmasını “Nazar Necmi-Şiir Ustası”nı çıkarır. Burada Necmi’nin yeteneğinin farklı
67 G.Hüseyinov, “Başkurdistan Halk Şairleri.Nazar Necmi”, Akidil, No 11 s.123
39
yönlerine değinmeye çalışır. Bu çalışma, halen konusundaki en önemli rehberdir. Kim
Ahmetcanov’un “Nazar Necmi” adında edebî fenomeni, ona yakışır derece ve aydınlığa
sahiptir.
80’li senelerde “Başkurdistan” televizyonunda şair hakkında ”Nazar Necmi 70
yaşında” adlı bir film çekilir (Hazırlayan Rif Miftahov-ünlü yazar, yönetmen ve yapımcı-
Salavat İtbayev).
Ancak, her ne kadar lirik icadı öğrenilmiş ve incelenmiş gibi gözüküyorsa da,
dikkatlerden kaçmış yerler de vardır. Mesela, 80’li-90’lılarda yazılmış “Kardeşler”,
“Canlı Kan”, “İki Züleyha” gibi manzum şiirlerı, araştırmacıları beklemektedir.
Ölümünün birinci yılına adanmış gazete makalesinde, Fevziye Çanışeva, 68(ünlü
Başkurt yazarı Gilemdar Ramazanov’un eşi) böyle hatırlar: “Eşim G. Ramazanov vefat
ettikten sonra, onu bilen pek çok insan, bu arada kızımız Gülşat’ın hatıraları gün yüzüne
çıkmıştı. Bu konuda bahçede konuştuğumuzda, Nazar:
“Ben, mesela, biliyorum, benim hakkımda kimse yazmayacak”, dedi.
O zaman “Hayatta olursam, ben yazacağım.” diye düşündüğümü hatırlıyorum,
fakat nedense söyleyemedim, susup kaldım”. 69
Görüldüğü gibi, şair yanılmıştır. Hakkında yazılanlar az olmamıştır.
Nazar Necmi, çok geniş kapsamlı şair ve yazar olduğu için, günümüzde de icadı
üzerine çalışmalar devam etmektedir.
F. ESERLERİ
1. ŞİİR KİTAPLARI:
Tamsılar ( Damlalar ), Şiirler. Ufa 1950, 128 s.
Lirika. Moskova “Molodaya Gvardiya”, 1954, 103 s.
Tulqındar ( Dalgalar ), Şiirler ve Poema. Ufa 1955, 160 s.
Kötölmagan Yamğır ( Beklenmeyen Yağmur ), Şiirler. Ufa 1960, 96 s.
Yer Häm Yır ( Yer ve Şarkı ), Şiirler. Ufa 1962, 64 s.
68 Ünlü Başkurt şairi Gilemdar Ramazanov’un eşi, aynı zamanda da şaire. 69 F.Çanışeva. “Hepsi Geçenlerde Kaldı…” , Başkortostan, 6 Eylül 2002.
40
Otkrıvayuşiy Vorota. (Kapıları Açan), Detgiz, Moskova 1963, 79 s. (Rusça)
Moi Zvezdı. Şiirler ve Poema (Benim Yıldızlarım. Şiirler ve Poema), Ufa 1963, 152
s. (Rusça)
Şiqırzar Häm Poemalar.( Şiirler ve Poemalar ), (Önsöz M. Kerim”Şair-Yolda”. ) Ufa
1964, 240 s.
Közgö Huqmaqtar ( Sonbahar Patikaları ) Şiirler. Ufa 1967, 94 s.
Haylanma Äsärzär ( Seçme Eserler ), Ufa 1968, 398 s.
Berezı. (Akağaçlar), Şiirler. Ufa 1969, 96 s. (Rusça),
Osenniye Tropı. Şiirler. Balladlar. Poema (Sonbahar Patikaları. Şiirler.
Balladlar. Poema), ”Sovetskiy Pisatel”, Moskova 1969, 119 s. (Rusça)
Qarzar Yawa ( Karlar Yağıyor ), Şiirler, Poemalar. Ufa 1971, 80 s.
Ut Kürşehe ( Ateş Komşusu ) Şiirler, Tatar kitap izdatelstvosı, Kazan 1972 (Tatarca)
Kötmägända. Şiğirzar, Poemalar (Beklemezken) Şiirler, Poemalar. Ufa 1973, 94 s.
Vsluşivayas v Tişinu. Stihi i Poemı (Sessizliği Dinlerken. Şiirler ve Poemalar),
”Sovettskaya Rossiya”, Moskova 1973, 159 s. (Rusca)
Spasibo Etomu Domu.Stihi i Poemı (Bu Eve Teşekkür Ederim. Şiirler ve
Poemalar), “Sovetskiy Pisatel”, Moskova 1974, 127 s. (Rusça)
Vsegda Pod Zvezdami. Şiirler ve Poemalar. (Daima Yıldızlar Altında. Şiirler ve
Poemalar), ”Sovremennik”, Moskova 1975, 111 s. (Rusça)
Dıhaniye. ( Nefes ), Lirika. Ufa 1976, 191 s.
Äsärzär ( Eserler )
Cilt. I. Şiğirzar ( Şiirler ), Ufa 1977, 304 s.
Cilt II. Şiğirzar, Poemalar ( Şiirler, Poemalar ), Ufa 1978, 240 s.
Cilt III. Pyesalar ( Tiyatrolar ), Ufa 1978, 384 s.
Taraftar ( Taraflar ), Şiirler ve Poemalar. Ufa 1980, 160 s.
Priglaşeniye Drugu. Şiirler ve Poemalar (Arkadaşıma Davet. Şiirler ve Poemalar),
“Sovetskaya Rossiya”, Moskova 1981, 160 s. (Rusça)
Storonı. (Taraflar) Şiirler, Poema. “Sovetskiy Pisatel”, Moskova 1982, 120 s.
(Rusça)
Yaqtı Küzzä. Şiğırzar,Poemalar (Aydın Gözlerde. Şiirler, Poemalar), Ufa 1984,
146 s.
41
Sosed Po Ognü. (Ateş Komşusu), “Sovremennik”, Moskova 1985 (Rusça)
Atay Yorto. Şiğirzar,Poemalar ( Baba Evi. Şiirler, Poemalar ), Ufa 1988, 304 s.
Sina Kiläm. Şiğırlar Häm Poemalar ( Sana Geliyorum ), Şiirler ve
Poemalar. Tatarstan kitap neşriyatı, Kazan 1988. (Tatarca)
Yaqlaşıw. Şiğırzar, Poemalar (Yakınlaşma. Şiirler, Poemalar), “Kitap”, Ufa
1994.
Aq Şişmä.( Ak Çeşme ) Şiirler. Başkurdistan “Kitap” Neşriyatı, Ufa 1997.
2. BİLİMSEL KİTAPLARI
Yaqtılıq Yuğarınan Töşä. Äzäbi –Tänkit mäkälälär, istälektär, äzäbi
portrettar ( Aydınlık Yukardan İner. Edebi Eleştiri mekeleleri, Hatıralar,
edebi portreler), Ufa 1972, 171 s.
Küñel Säxifäläre ( Gönül Sehifeleri ), “Kitap”, Ufa, 1999.
3. HATIRA VE GEZİ KİTAPLARI.
Hindistan Saxifäläre. Yol Yazmaları (Hindistan Sahifeleri .Gezi Yazmaları),
Ufa 1960, 48 s.
Kem Uylağan. Äzäbi –Tänqit Mäkällälär. (Kim Düşünebilirdi. Edebi-Tenkit
makalleler), Ufa 1983, 293.
4. HİKAYE KİTAPLARI.
Kük Tomandar. Hikäyälär, Näserlär ( Mavi Dumanlar. Hikayeler, Nesirler),
Ufa 1969, 108 s.
5. TİYATRO KİTAPLARI.
Yaz Yırı.- Huş, Hayrüş.- Saqırılmağan Kunaq. Pyessalar. (İlkbahar Şarkısı.
Hoşça kal, Hayruş. Çağırılmayan Misafir ), Tiyatrolar, Başkortostan Kitap
Neşriyatı, Ufa 1966, 385 s.
Äsärzär. Pyessalar ( Eserler ) Cilt III. Tiyatrolar, Ufa 1978, 384 s.
42
İKİNCİ BÖLÜM: ESERLERİNDEN ÖRNEKLER
A. Şiirlerinden Örnekler
1. Savaş Hakkındaki Şiirleri
Teläk.
Okoptarza awnap, tirgä batıp,
Sanglı, ayır hugış yuldarın
Ütep ungan gimnasterkam kewek,
Töshöz bulır, bälkı, yırzarım.
Küpte kürgän haldat zapas patron
Hala här sak toksay töbönä;
Toksayımda patron yörötkändä,
Tıyır yırzar yörönö küneldä.
Kaytam…Lekin hagınıp kına tügel
Tıygan erze, yakın dustarımdı,
Tıygan ilde özölöp hagınganday,
Hagınıp kaytam tıyır yırzarzı
İjad awır, ütken pohodtarzay,
Läkin käräk haldat bulırga.
Min teläyem, gimnasterka kewek
Hezmät itep unhın şigırzar.
Dilek
Siperlerde yatıp, tere batıp
Tozlu, zor savaş yıllarını
Geçirip solmuş gömleğim gibi
Renksiz olur belki şarkılarım.
Çok şey görmüş yedek kurşunu
43
Her zaman koyar çanta dibine;
Torbamda kurşun taşırken,
Doğacak şarkılar durdu gönülde.
Dönüyorum…Ama sadece özlemiyle değil
Doğduğum memleketi, yakın dostları.
Doğduğum memleketi çok özlediğim gibi,
Dönüyorum özleyip doğacak şarkıları.
İcat ağır, geçtiğim yolculuklar gibi,
Ama gerekli asker olmak da.
Ben isterim ki gömleğim gibi de
Hizmet ederek bereket getirsin şiirler
İsän Qalham.
İsän qalham, hiñä genä qaytam,
Hiñä genä qaytam, Uralım.
Ütte yıldar, bigeräk hağındım şul,
Hağındım şul İzel buyzarın.
İsän kalham, hinä genä qaytam,
Minen Öföm-ğumerem hıyalı!
Här taşıñdı, hatta, kosor inem,
Tayıñdıñ mın menhäm yuğarı.
İsän qalham, alıs tıyğan awılım,
Qaytır inem hiñä kunaqqa.
Hezzän yırlap min ber üter inem,
Bala sakta yörögän huqmaqtar!
İsän qalham, äsäy, yanıña qaytam,
Minhez ütkän ğümereñ onotolor.
Hugiştarza nizär kürgänemde
Min höylärmen kistär ultırıp…
İsän qalham, min bizärgä qaytam
44
Tıwğan qırzarımdı yañınan.
Kırzar kötä. . Häm şuga la bögön
Min ularzı özölöp hağınam.
İsän qalham, tuy yaharğa qaytam.
(Ahırı, irkäm, küberäk köttörzöm)
Dustar qaytır. . Ayırlığı bötör
Okoplarda geçmiş ömürün….
Tuwğan il häm hezmät kötkän ösön,
Ozaq kötkän ösön maturım,
İsän qalmay miñä mömkin tügel,
Mömkin tügel-min haw kaytırmın!
1944
Hayatta Kalırsam
Hayatta kalırsam, sadece sana döneceğim,
Sadece sana döneceğim, Uralım.
Geçti seneler, o kadar özledim ki
O kadar özledim İdil kıyılarını.
Hayatta kalırsam sadece sana döneceğim,
Benim Ufa’m, ömrümün hayali!
Her taşını hatta kucaklar idim
Dağlarının, ben çıksam yukarı.
Hayatta kalırsam, uzak doğduğum köyüm,
Gelir idim sana misafirliğe.
Şarkı söyleyip ben bir geçer idim,
Çocuklukta yürüdüğüm yollardan!
Hayatta kalırsam, anne, yanına döneceğim.
Bensiz geçen ömrün unutulur.
Savaşlarda neler gördüğümü
Anlatırım akşamları oturup…
Hayatta kalırsam süslemeye döneceğim
45
Doğduğum kırlarımı yeniden.
Kırlar bekliyor…O yüzden de bugün
Ben onları o kadar özlüyorum.
Hayatta kalırsam düğün yapacağım.
(Galiba, güzelimi fazla beklettim.)
Okoplarda geçmiş ömrün….
Vatanım hizmet beklediği için,
Uzun beklediği için güzelim.
Hayatta kalmamak imkansızdır,
İmkansızdır ve ben sağ dönerim.
Miläş
- II. Dönya Huğışında ülgän ağayım istälegenä –
Bezzen yort işek aldında
Baqsala üsä miläş
Keskäy inem. . . ultırtqaynı
Minän ağayım Giläj.
Tıyğan tuprağımda aynap
Min üstem, üste miläş
İl sakırğas, yawga kittem
Kitte ağayım Giläj
Urap qayttım. Qarşı aldı
Baqsala üskän miläş
Min qayttım…Tik qayta almanı
Minen ağayım Giläj
Yazın seskägä törönä,
Ä közön beşä miläş
Miläşke qaray za äsäy
Qabatlay:”Giläj! Giläj! ”
Yäygä eselä miläşteñ
46
Töböndä bula yeläs
Min ultırıp şiğır yazam:
“Rähmät, ağayım Giläj! ”
Qoşlar qunıp hairağanda
Talpınıp quya miläş
Qoştar zä äytä şikelle
“Ay, rähmät hinä, Giläj! ”
Awıldan kitkän saqtarza
Alıstan kürenä miläş
Hem qarap qala artımdan
Mineñ ağayım Giläj.
(1953)
Üvez
- II. Dünya savaşında vefat eden abimin hatırasına -
Bizim evimizin önünde
Bahçede yetişiyor üvez.
Küçük idim…dikti onu
Benim ağabeyim Gilej.
Doğduğum topraklarda oynayıp
Ben büyüdüm, büyüdü üvez.
Vatan çağırdı, savaşa gittim,
Gitti ağabeyim Gilej.
Döndüm geri, karşıladı
Bahçede beni üvez.
Ben döndüm…Ama dönmedi
Benim abim Gilej.
Baharda çiçeğe gömülür,
Güzlerin ise yetişir üvez.
Üveze bakar da annem
Tekrarlar: “Gilej! Gilej!”
47
Yaz sıcaklarında üvezin
Altı olur koyu gölge.
Ben oturup şiir yazıyorum:
“Sağol abim Gilej”!
Kuşlar konup öttüğünde
Yerinden sarsılır üvez.
Kuşlar da diyor sanki
“Çok sağol sen, Gilej!”
Köyden gittiğim zamanlarda
Uzaktan görünür üvez.
Ve sanki bakar arkamdan
Benim abim Gilej.
1953
Frontta Tön
Görhöldäp yarıla mina
Yangırap kite orman
Tön qarangı…min yoqohoz
Küzzäremde basa toman…
Tırılday doşman yaqında
Pulyalar vıjlap osa
Raketalarzın yaqtıhı
Emeldäp yergä osa
Señgeldäp kitä kotelok
Hıwğa baramı haldat?
Bälki kemdender kuhnyahı
Qilgän mi şulay huñlap? . . .
Häm kemder qısqırıp yırlay
Yamanhıy, moñhoy köyze:
“Üz tuyıma tiklem yäşäp,
İrkäñde üphäñ ine …”
48
Görhöldäp yarıla mina
Yañğırap kitä urman …
Ä irtägä bıl tirälä
Doşmandıñ eze bulmas!
1944.
Cephede Gece
Dehşet saçıp patlıyor bomba,
Ve yankı yapıyor orman.
Gece karanlık…Ben uykusuzum,
Gözlerimi kaplıyor duman…
Gürültü ediyor düşman yakında,
Kurşunlar uçuşuyor.
Roketlerin ışığı
Parlayarak yere konuyor.
Çınlayıp gidiyor kotelok,
Su almaya mı gidiyor asker?
Belki de, birilerinin mutfağı
Gelmiş mı o kadar gecikip? . . .
Ve kim bağırarak sanki söylüyor
Çok üzgün bir şarkıyı:
“Kendi düğününe kadar yaşayıp,
Sevgiliyi de bir öpseydin…”
Dehşet saçıp patlıyor bomba,
Yankısı yayılıyor ormana…
Yarın ise etrafta
Düşman izi kalmaz.
1944
Tamsılar
Qart Ural hırtınan harqıp
49
Vaq-vaq tamsılar,
Kön-tön tuqmay, tıp ta tıp
Taşqa tamdılar.
Küpme tıumağandar tıwıp,
Üldelär yerzä,
Häm küpme qaya taştarın
Kimerze yeldär.
Dönyala şul vaqıt aqtı
Ni tiklem hıyzar,
Ä şul tamsılar tıp ta tıp
Haman tamdılar.
Tamdılar za…Taştın östö
Töştö uyılıp.
Häm sıqtı şunan ber vaqıt
Şişmä urğılıp
…Tay yırsıhı-kömöş şişmä
Şıltırap ağa.
Unıñ yırında tarala
Dan tamsılarğa.
Damlalar
İhtiyar Ural’ın sırtından
Küçük, ufak tefek damlalar
Gece gündüz tıp tıp döverek
Taşı taşa damladılar.
Ne çok damladılar; doğup
Öldüler yerde.
Ve ne kadar kayayı, taşları
Kemirdi yeller.
Dünyada o zaman aktı
Ne kadar sular.
50
O damlalar ise dövdüler durdular
Sürekli damladılar.
Damladılar da…Taşın üstü
Düştü oyulup.
Ve çıktı oradan bir vakit
Çeşme gürleyip.
…Dağ şarkıcısı, gümüş çeşme
Şırıl şırıl akıyor.
Onun şarkısından yayılıyo,r
Övgüler damlalara.
1949
2. Aşk Hakkında Şiirleri * * *
Yaray äle hin höymäneñ mine,
(Hiñä käräk häzer yäşerew? ! )
Yäşlegemdän kalmas ine, bälki,
Tatlı hağış yä ber äseney.
Yöräktärzä hünä barğan hayın
Alıs yäşlek nurı, yalqındar,
Şul äsenew häm şul hağıştar za
Yaqın häzer, şunday yaqındar.
* * *
İyi ki sen bana aşk olmadın
( Ne gerek var şimdi saklamaya?!)
Gençliğimden kalmaz idi, belki
Tatlı özlem ya da bir acı.
Kalplerde söndüğü sürece
Uzak gençlik nuru, alevler,
O acılar ve o özlemler de
51
Yakın şimdi, daha yakınlar.
Höyöw Yırın Yırla Höygäneñä
Höyöü yırın höylä höygäneñä
Küneldäreñ ihlas, saf ikän
Ul höymähä, äyzä, höymähen dä,
Höyöyzären äğär haq ikän
Höyöw yırın yırla höygäneñä
Höyöw yırın yırla höygäneñä
Höymähä lä yırzan yebärmä
Alıp kithen yırıñ küñeldärze
Güzäl yerzän güzäl yerzärgä
Höyöw yırın yırla höygäneñä
Höyöw yırın höylä höygäneñä
Min bähethez, timä, ber uylap,
Başqa beräw hiñe tapmay kalmas,
Bähet qilmäy qalmas yır buylap,
Höyöw yırın höylä höygäneñä.
1975
Sevda Şarkısını Söyle Sevdiğine.
Sevda şarkısını söyle sevdiğine,
Gönlün temiz ise, saf ise.
O sevmese, haydi, sevmesin,
Sevdaların eğer hak ediyorsa
Sevda şarkısını söyle sevdiğine.
Sevda şarkısını söyle sevdiğine,
Sevmese de, şarkısız bırakma.
Alsın gitsin şarkın gönülleri
Güzel yerden güzel yerlere
Sevda şarkısını söyle sevdiğine.
52
Sevda şarkısını söyle sevdiğine,
Ben mutsuzum, deme, bir düşünüp.
Başka biri seni bulmadan edemez,
Mutluluk gelmeden edemez şarkı olup,
Sevda şarkısını söyle sevdiğine.
1975
* * *
Hin behethez…Bälki kirehensä
Bulır ine, äğär qayışhaq.
Ällä tagı…Bezen tormoş uze
Ayawhız ber yomaq-tabışmaq.
Niñe käräk ütkändärze yuraw
Kisägege yalğan bögöngö?!
Mineñ menän hin bähäthez bulhan,
Min bähetle bulır inemme?
* * *
Sen mutsuzsun…Belki de, tem tersi
Olurdu, eğer kavuşsaydık.
Ne bileyim ben…Hayat kendisi
Acımasız bir bulmaca, buluşma.
Ne gerek var geçenleri yorumlamaya,
Düne göre yalan bugünküler?!
Sen benimle mutsuz olsaydın
Mutlu olabilir miydim sanki ben?
* * *
Bez ütäbez közgö huqmqtarzan,
Yerzä-toman, küktä-bolottar.
Bähet mikän, bähethezlek mikän
53
Hineñ menän ütkän minuttar
Hin yanımda-kuñelemdä meñ yaz,
Kölä bähet miñe här yaqtan.
Bähet bulğas, bähethezlek barzır-
Ular yöröy ber uq haqmaqtan.
1963
* * *
Biz geçiyoruz sonbahar yollarından
Yerde-duman, gökte-bulutlar.
Mutluluk mu, mutsuzluk mu acaba
Senin ile geçmiş dakikalar?
Sen yanımda-gönlümde bin bahar
Gülüyor mutluluk, bak, her taraftan-
Mutluluk varken, mutsuzluk ta vardır-
Onlar geçer aynı yollardan. 1963
* * *
S. V.
Hin mineñ iñ matur yırım,
Yırlawhı yırzarım hin
Maturlıqtı maturlarğa
Donyağa tıyğanhın hin.
Hin mineñ yöräk ölöşöm,
Sikhez bähetem kösö.
Min hine yulımda kurzem,
Yuldar ber bulgan ösön.
Yalqınhız qalha da yırım
Küzzeriñ nurzarında,
Ğümerzä hineñ tuya almay
Yırlarmın yırzarımda. 1948
54
* * *
S. V.
Sen benim en güzel şarkım,
Söyleyeceğim şarkılarım-sensin.
Güzelliği güzelleştirmeye
Dünyaya gelmişsin sen.
Sen benim kalbimin parçası,
Sınırsız mutluluk gücü.
Ben seni yolumda gördüm.
Yollarımız bir olduğu için.
Ateşsiz de kalıyorsa da şarkım
Gözlerin nurlarında,
Hiçbir zaman senden doyamam ben
Söylerim şarkılarımda!
1948.
4. Doğduğu köyüne, memleketine yazılan şiirler
Tıyğan Awılıma Tağı Ber Hüz.
Min tügel me hineñ haqta küpme
Şiğır yazğan häm yır yırlağan?!
Läkin üzem ber yul şiğır za bit
Yazmağanmın hinde-bulmağan!
Hinä qaytham, kemlegemde onotop,
Keräm altın hıyal-harayğa,
Äylänäm dä kuyam älege şul
Qatık aşap üskän malayğa.
55
Hin yäşägäs, min dä gümerlemen,
Hin bulğanda, kön dä şiğırlımın.
Doğduğum Köyüme Bir Söz Daha.
Ben değil miydim seni anlatan birçok
Şiir yazmış, şarkı söylemiş olan?
Ama kendim bir mısra dahi
Yazmamışım sende olmayan!
Sana dönsem şiirleri unutup,
Giriyorum altından hayal saraya.
Dönüşüveriyorum fark etmeden
Yoğurt yiyip büyüyen çocuğa.
Sen varken, ben de uzun ömürlüyüm,
Sen olduğunda, ben her gün şiirliyim.
Mineşte
“Bar bulganım hinä okşagan…”
Yortoñ, holqoñ, tabiğeteñ menän
Yämle yaq tip hin dan alganhıñ
Läkin qilğän kitkän keşelärgä
Tiskäre yaq bulıp qalğanhıñ
Tiskäre yaq…Olo yuldan yıraq…
(Yıraqtağın ayır kürergä).
Hin ber nindäy yul östöndä tügel,
Hine käräk borolop kerergä
Ye bulmaha töbäp kilergä.
Min dä Miñeştenän! Minñeştele!
56
Bar bulğanım-hin ul, yer-hıyım!
Yortom, holqom, täbiğätem menän
Gäjäp tügel hindäy bulıyım.
Min dä, timäk, şul tıskäre yaqtan-
Bar donyamdı mineñ kürergä,
Ütep kenä kitey mömkin tügel,
Käräk minä borolop kerergä
Yä bulmaha töbäp kilergä.
MİNEŞTE
“Tüm varlığım sana benzemiş…”
Yurdun, huyun, tabiatın ile.
Güzellik şöhretini kazanmışsın
Lakin giden gelen kişilere.
Ters taraf olarak bilinmişsin.
Ters tarafta …Tüm yollardan uzak…
(Uzaktakini zor görmesi).
Sen hiç de yol kenarında değilsin,
Sana lazım dönüp girmeye.
Ve olmazsa tamamen dönüp gelmeye.
Ben de Mineşte’den! Mineşteli!
Tüm varlığım,sensin, yerim, toprağım!
Yurdum, huyum, tabiatım ile
Şaşırtıcı değil senin gibi olmam.
Ben de, demek, o ters taraflardan-
Tüm dünyamı benim görmeye,
Sadece yandan geçmek mümkün değil,
Lazım bana dönüp gelmeye
Ve hiç olmazsa tamamen gelmeye.
57
Dürtöylö Taraftarı
Dürt taraf bar ütkän yuldarza,
Dürt taraf bar aqqan hıyzarza.
Dürtöylönöñ här dürt tarafı-
Yıldar menän yuldar arahı.
Yuldarğa yuldar bara,
Yuldarzı yuldar taba.
Altın bulha keşe quldarı,
Altın itä erze, kırzarza.
Dürtöylönöñ här dürt tarafı-
Hezmät menän yenew arahı.
Yırıbız yerhez tügel,
Yerebez yırhız tügel.
Kilğändärğä asık küneldär,
Kitkändärgä yabık tügeldär.
Dürtöylönöñ här dürt tarafı-
Yöräk menän yöräk arahı.
Aralar alıs tügel-
Kuñelgä yeneş tügel.
Dörtöylö Tarafları
Dört taraf var geçen yollarda,
Dört taraf var akan sularda.
Dörtöylü’nün dört tarafı da
Yıllar ile yollar arası.
Yollara yollar gider
Yolları yollar bulur.
Altın olsa insanı, elleri,
Altın ediyor yeri, kırları.
Dörtöylü’nün dört tarafı da,
58
Hizmet ile zafer arası.
Şarkımız yersiz değil
Yerimiz şarkısız değil.
Gelenlere açık gönüller,
Gidenlere kapalı değiller.
Dörtöylü’nün dört tarafı da
Yürek ile yürek arası.
Aralar uzak değil
Gönle karşı gönül.
1976
4. Anne ve babasına yazılmış şiirleri
Atay Yorto
Täyge hulış, täyge ilay,
Äsäyemdeñ kükräk hötö,
Täpäş bir öy, halam tübä,
Usak utı, zängär tötön-
Atay yorto, atay yorto.
Täyge azım, täwge yuldar,
Esäyemdeñ qaraştarı…
Bar donyanı inlär-buylar
Kuñelemdeñ qanattarı-
Atay yorto, atay yorto.
Şatlıqta la, kayğıla la-
Äsäyemdeñ küz yäştäre.
Sit yerzärzen qaytır yaqqa
Yörägemde yetäkläne
Atay yorto, atay yorto.
Huñgı hulış-
Gümerzärzen
59
Sitläp ütmäs bir minutı.
Mäñge qala kükräk hötö,
Yanıp qala usak utı-
Atay yorto, atay yorto.
Baba Evi.
İlk nefes, ilk ağlama,
Annemin göğüs sütü,
Alçak bir ev, samandan tavan,
Ocak ateşi, mavi duman.
İlk adım, ilk yollar,
Annemin bakışları…
Tüm dünyayı geçebilecek
Gönlümün kanatları
Baba evi, baba evi.
Sevinçte de, üzüntüde de
Annemin göz yaşları.
Yabancı yerlerden memleketime
Elimden tutup getirdi
Baba evi, baba evi.
Son nefesi
Ömürlerin
Yanında geçmeyen bir dakikası.
Ebediyyen kalıyor anne sütü,
Yanıp duruyor ocak, ateş
Baba evi, baba evi.
1977
Äsäy Küzzäre.
Min atahiz üstem…Küpme yulım
Äsäy menän ütkän yul ine.
60
Balalığım yeget sağım minäñ,
Tuyğan yerem donyam ine ul
Küzzärenä küpme baqqanmındır
Bala saqta, üsep yetkäs tä.
Yağımlılıq! Äsä yaqınlığı
Ülmäy ikän üze ülgäs tä.
Ä ul,
Huñgı tapqır küzen asıp yomdo,
Huñgı tañı hızılıp atqanda.
Şul küzzärgä küpme baqqanmındır…
Huñğı minut! Hindä genä beldem
Ul kuzzären zängär ikänen.
1962
Anne Gözleri
Ben babasız yetiştim…Çok mu yolum
Annemle geçtiğim yol idi.
Çocukluğum, delikanlılığım benim,
Doğduğum yer, dünyam idi.
Gözlerine ne kadar bakmışımdır,
Çocukluğumda, büyüdüğümde.
Sevimlilik! Anne yakınlığı,
Ölmüyormuş kendisi ölse de.
Gözlerine ne kadar bakmışımdır…
O ise,
Ölüm döşeğinde yattığında,
Son defa gözün açıp yumdu,
Son şafağı geçtiğinde.
O gözlere ne kadar bakmışımdır…
Ben onların gördüm söndüğünü.
61
Son dakikada ancak fark ettim!
O gözlerin mavi olduğunu.
1962
Yeldär
28 Sentyabr 1948
Bülmämdä tın…Tişta yarhıy yeldär,
Közgö yeldär tazrä artında
Üsläşkändäy ağas yapraqtarın
Öyörmäläp tuzzıra qarşımda
Mın ultıram…Uyzar…Äsäy yoqlay,
Yaş balalay yış-yış tın ala…
Hulıştarı yeldär göjläwändä,
Ber işetelä häm ber yuğala.
Asäy! Äsäy! Mıneñ bähetem ösön
Nindäy yeldärze ul ütmägan!
Bala ösön häm ul tormoş ösön
Küpme kös, tir yergä tükmägän!
Tuqtağızsı, yeldär, ağastarzı
Şaylatmağız! -Asäy yoqola…
A yapraktar hezzän başqa la bit,
Ber harğayğas, barıber qoyola…
Rüzgarlar
28 Eylül 1948
Odam sessiz…Dışarıda kızıyor rüzgarlar,
Sonbahar rüzgarları pencere arkasında.
Öç alırmış gibi, ağaç yapraklarını
62
Yığıp dağıtıyorlar karşımda.
Ben oturuyorum…Düşünceler…Annem uyuyor,
Bebek gibi sık sık nefes alıyor…
Nefesleri, rüzgarlar seslendiğinde,
Bir duyuluyor bir kayboluyor.
Annem! Annem! Mutluluğum için
Nice rüzgarları geçmiş o!
Çocuk için ve o hayat için
Ne kadar ter dökmüş yere!
Durun rüzgarlar, ağaçlarla
Gürültü etmeyin! Annem uykuda…
Yapraklar siz olmasanız da
Sararıp nasıl olsa da dökülür…
5. İcat hakkındaki şiirleri
* * *
Här nämälä şiğır yata,
Ägär kürä, toya belhäñ,
Kürgäneñde yörägeñdä
Şiğır itep qoya belhän.
Yazmıştarzın yazmışına
Ägär zä inä almayhañ,
Yörägeñdä mineñ, unıñ
Yazmışın yır itä almayhañ,
Yazma! Hinän başka la yer
Höyölgän häm ul höyölör!
1974
63
* * *
Her şeyde şiir var,
Eğer görmeyi, sezmeyi biliyorsan,
Gördüklerini yüreğinde
Şiirleştirip, dökebiliyorsan.
Ömürlerin yazılarına
Eğer giremiyorsan
Yüreğimde benim, onun
Ömrünü şarkı edemiyorsan,
Yazma! Sen sevmesen de yer,
Sevilmiş ve sevilir.
1974
İjad
Yer astınan taştar yarıp
Häm urğılıp sığa şişmä.
Aqqan yulı-gümer yulı
Kürenep tora kürer küzgä.
İşetelep tora yırı-
Tayışı bar, bar üz moño.
Läkin bar bit şul şişmäneñ .
Zur donyağa tıyır yulı.
Serle yulı, sığır yulı.
Nindäy yul ul? Tamırzarın
Kemder yullap tapqan unıñ?!
O, hin, İcad! Kayza hinen
Här ber nurıñ, tösöñ, moñon?
Ällä ser zä, tılsımdar za
Gäzätimä bıl donyala? . . .
Yergä yatıp hıyzar esäm-
Şişmä sığa… Şişmä ağa.
64
İcat
Yer altından taşları yarıp
Ve atılıp çıkıyor dere.
Aktığı yol, ömür yolu
Görünüyor gören göze.
Duruluyor, duruyor şarkısı,
Sesi var, var kendi müziği.
Ama o derenin de var,
Büyük dünyaya yolu,
Sırlı yolu, çıkacak yolu.
Nasıl o yol? Köklerini
Kimler bulmuştur onun?
O, sensin icat! Nerede senin
Her bir ışığın, rengin, müziğin?
Yoksa sır da, sihir de
Sadeleşmiş mi bu dünyada? . . .
Yere yatıp sular içiyorum,
Dere çıkıyor…Dere akıyor.
1974.
Ber Kälämdäşkä.
Taqtaş yazmay torha, ”Hik yazmay? ”-tip
Kötkändär, hağınğandar.
Hağındırıp, köttöröpmö tıya
Hineñ de yazılğandar?
Ber mögjizä bulır ine, äğär
Şunday ber häl kürhäk:
“Niñä yaza? ”-tip äytkänse, hinä
“Niñä yazmay? ”-tihäk.
1976
65
Bir Kalemdeşa
Taktaş yazmıyorsa. “Neden yazmıyor? ” diye
Beklemişler, özlemişler.
Özletip, bekletip doğuyor mu
Senin de yazdıkların?
Bir mucize olur idi, eğer
Böyle bir hal görsek:
“Neden yazıyor?”demektense, sana
“Neden yazımyor?”desek.
1976
Tabiat Hakkında
Tağı kilde ber köz… Tağı ber köz
Yergä hipte altın täñkälär.
Kazzar bulıp osa inde häzer
Yazın sıqqan harı bäpkälär.
Tağı kiler közzär…Ä şularzıñ
Minhez kiler berehe ber vaqıt,
Ä şunan huñ inde här vaqıt.
1983
Tabiat Hakkında.
Daha geldi bir güz…Daha bir güz
Yere serpti altın paralar
Kaz olmuşlar, uçuyorlar artık
Yazın doğmuş sarı yavrular.
Daha gelir güzler…Ve onların
Bensiz gelir birisi bir vakit
Ve ondan sonra ise her vakit.
1983
66
Közgö Qoyaş
Ey kızzıra qoyaş, közgö qoyaş,
Äyterheñ dä sellä bötmägän.
Äyterhen dä köndär kıskalmagan,
Äyterheñ dä yäyzär ütmägän.
Äy kızıra qoyaş, ey yılmaya…
Ä kayzalır yeneş yaqında
Tiräläp bit yöröy qarlı yamğır,
Tiräläp bit yöröy halqındar.
…Hin äyterheñ:qandar qaynay äle,
Bez yäştärzän, tiheñ käm tügel
Ey yılmaya qoyaş…Közgö qoyaş…
Ä yerzärzä şul barıber, yäy tügel.
1966
Sonbahar Güneşi
Ah, yakıyor güneş, sonbahar güneşi,
Dersin ki, yaz bitmemiş,
Dersin ki, günler kısalmamış,
Dersin ki, yaz geçmemiş.
Ah, yakıyor güneş, ah, gülüyor…
Bir yerlerde, çok yakınımızda,
Bir yerlerde yağıyor karlı yağmur,
Etrafında sürüyor soğuklar.
…Sen dersin ki: Kanlar kaynıyor hala,
Gençlerden, diyorsun, hiç farkımız yok.
Ah, gülüyor güneş…Sonbahar güneşi…
Ama artık, ne yapsak da, yaz değil.
1966
67
* * *
Äse yel mine uyattı
Tön urtahında.
Äse tel mine ilattı
Kön urtahında.
Ase teldär…Ä yeldärzeñ
Äse hüze yuq.
Yel iste lä tındı…
Yeldeñ eze yuq.
* * *
Acı yel beni uyandırdı
Gece yarısında.
Acı dil beni ağlattı
Gün ortasında
Acı diller…Yellerinse
Acı sözü yok
Yel esti ve durdu…
Yelin izi yok.
“Yaz! Yaz!” Tizär
Kayza barma-yerzä yaz hulışı…
“Yaz! Yaz! ”-tizär qarzar urmandar,
“Yaz! ”-tip, ular bögön maturlanıp,
Gel yäşeldän keyenep torğandar.
“Yaz! Yaz! ”-tizär bötä hayrar qoştar
Tabiğattıñ sihri telendä.
Qoştar! Qoştar! Hezze hayratırlıq
Yazgım kilmäy meni mineñ dä? !
“Yaz!Yaz!”-tizär, ä min“Yazam!”-timen,
68
“Yazam”-! timen urman, qırzarga,
“Yazam!”-timen şiğir höygendärgä,
“Yazam!Yazam! “, -timen qoştarga.
Yazın kürke ikän nurzarza,
Kuñel kürke ikän yırzarza.
1958
“Yaz! Yaz! ”Diyorlar
Nereye gitme-yerde yaz70 nefesi
“Yaz! Yaz!”diyorlar kırlar, ormanlar.
“Yaz!” diye, onlar bugün süslenip,
Yeşil elbiseler giymişler.
“Yaz! Yaz!”diyorlar tüm öten kuşlar
Tabiatın sihirli dilinde.
Kuşlar! Kuşlar! Sizi öttürebilecek
Yazasım gelmez miydi benim de?
“Yaz!Yaz!” diyorlar, bense: “Yazarım!”diyorum,
“Yazarım!”diyorum ormana, kırlara.
“Yazarım!”diyorum şiir sevenlere,
“Yazarım! Yazarım!”diyorum kuşlara.
Yazın güzelliği parlaklığında imiş
Gönlün güzelliği şarkılarda imiş.
1958
6. Hayat hakkındaki şiirleri
* * *
Bötähe lä hunlap kilde minä
Yazmış yörönö gelän şayartıp, -
Hunlap kilde yäşlek, kilde şiğır,
70 Yaz, “Başkurtçada” İlkbahar demektir. (R.D.)
69
Yäşlegendäy säsen ağartıp. .
Ällä kayzan ütte höyöw yulım,
Ul hıyali, borma yul ine.
Yän teträtep kilde ısın höyöw-
Kilde, läkin inde huñ ine.
Artık huñlap añlay başlanım min
Yeşäw seren, tormoş yuldarın.
Qayza barma-här sak aşıktım min,
Läkin üzem här sak hulanım.
İreştem dä keüek moratıma,
Häzer miñä başka ni käräk?
Tik bötehe huñlap kilde miñä,
Min tıyganmın, ahırı, irtäräk.
1963.
* * *
Her şey gecikip geldi bana
Kısmet yürüdü her zaman dolandırıp
Gecikip geldi gençlik, geldi şiir,
Gençliğimmiş gibi saçlarımı ağartıp.
Bilmem nereden geçti sevda yolum,
O hayali, kıvırma yol idi.
Canımı sarsarak geldi gerçek sevgi
Geldi, ama artık çok geç idi.
Artık gecikip anlamaya başladım ben
Yaşam sırrını, hayat yollarını
Nereye gitsem, hep acele ettim ben,
Ama kendim her zaman geciktim.
Erdim gibi muradıma da.
70
Şimdi bana başka ne gerek?”
Ama her şey gecikip geldi bana,
Ben doğmuşum, galiba, biraz erken.
1963
* * *
Maqtalahıñ, tirgäläheñ dä ul-
Donya bulgas törlö sak bula.
Maqtalğanda yängä rähät tä huñ,
Tirgälewe ayır sak kına.
Ägär dörös ikän tirgeleyzär, -
Ul qurqınısmı ni, -bul tınıs.
Tik yañılış maqtalıyzan haqlan,
Yañlış maqtalıwı kurkınıs.
1963
* * *
Övülüyorsun da, azarlanıyorsun da
Dünya böyledir, farklı zamanlar oluyor.
Övülmek kulağa hoş gelir,
Azarlanmak biraz daha zor.
Eğer doğru olursa azarlama,
O korkunç olsa da, rahat ol.
Ama yanlış övülmekten sakın,
Yanlış övülmeler korkunç. 1963
Qara Käläm
Qoyaş bata. Bögön dä ber
Yaqtı könöm inde tamam.
Ğümergä miñä yuldaşhın,
71
Ä üzeñ miñä oqşaşhın
Ey, hin, yabay qara käläm.
Hineñ dä ğümereñ qıska:
Kön hayın bit oslanahın,
Kağızğa ezeñ qaldırıp,
Yanğan yöräkte yandırıp,
Yazğan hayın qısqarahıñ.
Kara Kalem
Güneş batıyor. Bugün de bir
İlahi günüm, tamam.
Ömrüm boyunca bana eşsin,
Kendin ise bana benzemişsin,
Ah. sen, sade kara kalem.
Senin de ömrün kısa:
Her gün sen bileniyorsun,
Kağıda izini bırakıp,
Yanan yüreği yandırıp,
Yazdığın sürece kısalıyorsun
Hawmı, Bobik!
-Yaltalağı İcad yortonda bulğan yazıwsılarzıñ
Bötähenä lä ul et tanış.-
Hawmı, Bobik! Bulgas bula ikän
Osraşıyzar donya yözöndä.
Bobik! Bobik! Hin haman da isän-
Et ikänheñ, ay-hay üzen dä.
Et ikänheñ…Läkin bik ötäläp
Qunğan yıldar hineñ hırtıña.
72
Nisek itep örä ineñ elek,
Huja bulıp İcad yortona.
Ul sak bez zä küp tügel inek,
Hiräk kilä inek Qırımğa.
Yort zurayğan…Hezzen ştat artqan:
İkäw örä hineñ utıñda.
Küpme şağır menän tanışhıñ hin,
Berehe hine kürmäy kalmağan.
Ä Esenin küptän hinä şiğır
Yazır ine…Bılar yazmağan.
Häzer bezzä et qaygıhımı hi,
Küz töbälgän möhim eştärgä.
Tik min, ahmaq, qarap toram bına
Hünep barğan hineñ küzzärgä.
Tanıyhıñ mı? Häterläyheñ mi huñ
Teğe saktıñ şul uq mizgelen?
Oşo yortta iñ küp şawlağan da,
Küp sapqan dä hin dä min inem.
Ettärzen dä yäşlek ütä ikän,
Donya şulay basa küräheñ.
Mine kürgäs, ällä ilayhıñ hin,
Añlamayım, ällä köleheñ?
1963
Merhaba, Bobik!71
- Yaltadaki İcad Evi’ndeki şairlerin hepsibu kopeği tanır. -
Mehaba, Bobik! Oluyorsa oluyor ya
Buluşmalar dünya yüzünde
71 Bobik, sıkça kullanan köpek adı.
73
Bobik! Bobik! Sen hala hayattasın
Köpekmişsin, var ya, kendin de.
Köpekmişsin…Ama çok yıpratmış
Konup yıllar senin sırtına
Nasıl havlardın sen eskiden
Sahip olup icat evine.
O zamanlarda biz de kalabalık değildik
Nadir gelir idik Kırım’a.
Bina büyümüş…Sizin kadronuz çoğalmış:
Havlıyor iki tane senin yerine
Ne kadar şairi tanıyorsun sen
Kimse seni görmeden geçmemiş
Yesenin72 çoktan sana şiir
Yazar idi…Bunlar yazamamış
Şimdi biz bir köpeği mi düşüneceğiz
Gözümüz daha önemli yerlerde
Tek ben, budala, bakıp duruyorum
Sönmekte olan senin gözlere
Tanıyor musun? Hatırlıyor musun
Geçmişlerde aynı mevsimi?
Bu evde en çok seslendiğinde
Çok koşan da sen ve ben idik
Köpeklerin de gençliği geçiyormuş
Dünya hali öyle, galiba.
Beni görünce, yoksa ağlıyor musun,
Anlamıyorum, yoksa gülüyor musun?
1963
İstanbul
Böyök qala hin zur bazar keyek
74
Ägär hiñe sittän qarahañ
Hin kük menän höyläşäheñ keyek
Azan äytkäneñde tınlahañ
Hin ileñden milli yözök qaşı
Halıq ğorurlığı baylığı
Añkıp tora hindä török ile
Zur möstaäkil ildeñ baylığı
Nisämä yıl urıs menän huğış
Ya eñä ul ya ul yeñelaä
Nişlär ine urıs basıp alıp
Qalhañ ägär Kazan hälenä
Nişlär ineñ Petr Berenseneñ
Hıyaldarı aşha tormoşqa73
Yäşär ineñme ine bögögöläy
Yaqtı ğorur irken huluşta
Toğroloğoñ hinen is kitmäle
Telgä diñgä ğöröf ğäzätkä
Hineñ menän ällä öyränergaä
Keşeleklekä häm äzäpkä
Keşeleklek yuqqa ğınamı ni
Hiñä yaqın başqort tatarzar
Ularzın bit böyöq uldarınınñ
Höyäktäre hindä yatalar74
Äyterheñ dä hozay uze hiñä
Haylap birgän oşo urındı
Balqıy balqıy hin östäyhen keyek
Hozay nurına üz nurıñdı
Bazarzarıñ azandarıñ menän
Hin qalahıñ istä İstanbul
72 Sergey Yesenin,Rus şair 73 Petr 1 üzeneñ yäşeren vasıyatında İstanbul qalahın Räsäyzeñ baş qalahı itergä quşa. (Nazar Necmi)
75
Bıl donyala bezzeñ barlıqtı la
Onotmahañ ine İsän bul!!75
1997
İstanbul
Büyük şehir sen büyük pazar gibisin,
Eğer sana yandan bakarsan.
Sen gök ile konuşuyorsun sanki,
Ezan okunduğunu dinlersen,
Sen ülkenin millî yüzük kaşısın.
Halkın gururu onun zenginliği,
Hemen çarpıyor göze,
Sende Türk medeniyeti ve
Büyük, müstakil ilin zenginliği.
Kaç senedir Ruslar ile savaş,
Ya kazanıyor o, ya da kaybediyor.
Ne yapardın Ruslar işgal edip,
Düşseydin eğer Kazan durumuna.
Ne yapardın Birinci Petro’nun
Hayalleri geçse hayata76
Yaşar mıydın acaba bugünkü gibi
Aydınlık gurur ile özgür nefesle
Sadıklığın senin şaşırtıcı
Diline, dinine, örfüne, adetine.
Seninle yoksa öğrenmeli mi
İnsanlık insanlılığı ve edebi.
Boşuna mı yoksa?
Sana yakın Başkurt Tatarlar.
Onların büyük oğullarının
74 Zäki Välidi häm Taymas Battal turahında hüz bara ( Nazar Necmi ) 75 Başkurtça’da "hoşçakal" anlamında. (RD)
76
Kemikleri sende yatıyor.77
Dersin ki Allah kendisi sana
Seçip vermiş bu toprakları.
Parlaya parlaya sen katıyorsun sanki
Allah nuruna kendi nurunu.
Pazarların, ezanların ile
Sen kalıyorsun hatırımda İstanbul
Bu dünyada bizim varlığımızı da
Unutmasa idin...İsan bul!78
1997
Kapkalar79
Qırzarımdıň zäňgär kiňlegendä
Min qanatlı,
Osqan qoş kewek.
Yörägemä ägär qıyın bulha,
Ägär küňelem bulha buş kewek,
Hıwhağanda halqın şişmälärgä
Hıw alırğa töşkän qız.kewek,
Yır alırğa qaytam awılıma,
Unan yomart yer zä yuq kewek.
Bälki, miňä, miňä genä, bälki,
Yaqındır ul oşo urındar:
Sätläüekle kukhel taw buyzarı,
Yäşel tuğay, yäşel bolondar,
Habantuyı, kiske uyındar.
76 Petro (Birinci) gizli vasiyetlerinde, İstanbul’un Rusya’nın başkenti olmasını emretmiştir. (N. Necmi) 77 Zeki Velidi ve Taymas Battal anılıyorlar. 78 Başkurtça’da “hoşça kal “ anlamına geliyor. 79 Poema, çok uzun bir çalışmadır. Tamamını alma imkanı bulunmadığından örnek olmak üzere, ilk ve son sayfaların metni ile Türkiye Türkçesi karşılıkları verilmiştir.
77
Miňä genä, bälki, yaqıdır ul
Säskäläre, urman yestäre.
Ä ni tora aqqoş moňo menän
Biz äklängän yazğı kistäre!'
Şunda ğına kewek qoştarzın.
Hayrağanı meň-meň köyzärgä.
Yuq, min şağir bula almas inem,
Ägär tıwham başqa yerzärzä.
Üzem ülgäs yerzä qalırlıq.
Minän hun ber şağir tıwha ine
Şularğa tiň yırlay alırlıq.
Miňä genä, bälki, miňä genä
Yaqınhındır, tıwğan yaqtarım.
Qaz bäpkähe kewek, qapqa astınan
Sığıp yörögän bala saqtarım
Uramdarıň buylap sabıp ütte,
Yäyen — tuzan, qış — qar tuzzırıp,
Ballı käräz keuyek şazra malay
Üstem hindä garmun hızzırıp.
Ballı käräz... Şul bulğandır inde,
Şul bulğandır, aĥırı, bar yämem.
Asıl qoştarğa min ğaşiq buldım,
Qoştar beläme ni bal tämen!
Awır ikän ägär yörägemä,
Ägär kuňelem bulha buş kewek,
Hıwhağanda halqın şişmälärgä
Hıw alırğa töşkän qız kewek,
Yır alırğa qaytam awılıma,
Unan yomart yer zä yuk kewek,
Qantam bına... Tıwğan qırzarımda
Min qanatlı, osqan qoş kewek.
78
Qayttım bına... Min kürenew menän
Asılıp kitte basıw qapqahı.
Bezzä ğäzät şulay,
Unda tora malay...
— Hin kem? Hawmı, keskäy yaqtaşım!
Hawmı, hawmı, minen, malay sağım,
Qara, nindäy, nindäy bez oqşaş.
Min dä bit tap hinen, kewek inem,
Yalanayaq inem, yalanbaş.
Mineň dä tanaw astıma
Qattı mikän ni tuzan?
Şulay hızılıp töştö mikän
Minde le ike ızan?
............................
Don’ya urap qayttım, ütep qayttım
Hindostandıň äle qapqahın
Min teläyem oşo qara malay
Urap sıqhın bötä don’yanı.
Bezzeň awıl, awıl aşa la bit
Bar don’yanıň utä yuldarı.
Ul tik ashın bäĥet qapqaların,
Hanhız bulhın yerzä dustarı.
Dustar küp bulğanda, ber ni tügel
Bulğanda la ägär doşman.
Nindäy ğäjäp tormoş, nindäy saflıq,
Nisek yäşäü mömkin moňayıp?
Ä ul malay nisek qarap tora,
Bala sağım bulıp, yılmayıp.
Ul qaraştar üze miňä ber yır,
Ä yörägem yanğan ut kewek.
79
Hıwhağanda, halqın şişmälärgä
Hıw alırğa töşkän qız kewek,
Yır alırğa qaytam awılıma,
Unan yomart yer zä yuq kewek.
Yomarthın. da, yerem, tik, belmäyem
Nisek ikän minen, yırzarım.
Ällä inde yırsı isemen genä
Qırzarıňdan hineň urlanım.
Küpme qapqa astım..Ä yır, yır tip,
Nisä yıldar inde yanam min.
Keşe küňeleneň qapqaların
Ğümerem buyı qağam, qağam min.
Qağam, läkin asırmınmı, yuqmı,
Keşe küňele serle, saf bit ul!
Yırın, yanıp torha — ul tiz irey,
Yomşaq yırğa — yöräk taş bit ul.
Nik haylanım ikän şunday ĥezmät,
Min osmayım mikän qanathız.
Ä bit şağir qanathız qoş kewek,
Ägär zä ul bulha talanthız.
Ĥäyer, bezzä bötähe lä tigez,
Bötäbez zä ĥäzer ber sama.
Talant ta yuq kewek, talanthız za,
Bötäbezze höyräy ber sana.
Yazılğandar ul yalt itep tora,
Törlö yaqlap sikkän, qayığan.
Qay beräüzär şiğır yazıp bayıy,
Şağir bulıp kem huň bayığan?!
Äytäsäktär miňä: «Üz östöňä
Küp almayhıňmı ikän hin tağı?
Yır, yır, tiheň, haman ber ük yırıň,
80
Üzeňden. bit bik tar huqmağık».
Yäşermäyem, minen. huqmağım tar,
Awır kilä şuğa şiğırzar.
Bar bit äle, olo yulda yöröp,
Yulın tabalmağan şağirzär.
Olo yulğa sığıp bulmas inde,
Tar huqmağım bulha, baram min.
Tıwğan yerem, barı qapqa asıwsı
Malay bulıp hindä qala"m min.
Dan tigäne miňä käräk tügel,
Küp äle, küp mineň yazahım.
Unı qaysaq şiğır yazıp tügel,
Telmär höyläp küberäk alahıň.
Tıwğan yağım, nindäy bulahm da min,
Min barıber hiňä burıslı.
Quldan kilgän tiklem hinen, yırsı,
Käräk saqta — haldat, huğışsı.
Er yözöndä hin ber nektä genä,
Kürzem ildär, awıl, qalalar.
Qayza barma, hineň küktä yanğan
Şul uq yondozzar bit yanalar.
Qayza barma, hineň kügeňdäge
Yondozzarzı kuräm, tabamın.
Min ğümergä qapqa asıwsy malay,
Häm şul malay bulıp qalamın.
İyun-İyul, 1960
Kapılar
Uzaklarımın mavi genişliğinde
Ben kanatlıyım,
81
Uçan kuş gibi.
Yüreğim eğer üzülüyorsa,
Oluyor gönlüm sanki boş gibi.
Susadığımda serin çeşmelere,
Su almaya inmiş kız gibi,
Şarkı almya geliyorum köyüme,
Ondan daha cömert yok gibi.
Belki bana, sadece bana, belki,
Yakındır bu yerler:
Fıstıklı mavimsi dağ etekleri,
Yeşil vadi, yeşil kırlar,
Sabantuyu, akşam oyunları.
Bana sadece, belki, yakındır o
Çiçekler, orman kokuları.
Ve ne kadar değerli kuğu sesleri ile
Sabahladığımız yaz geceleri!
Ve sanki sadece orada kuşların
Ötmeleri binlerce şarkılara.
Hayır ben şair olamazdım,
Doğmuş olsaydım başka yerlerde.
Onları ben şarkılara dönüştüremem sanki,
Ölümümden sonra onlar kalabilecek.
Benden sonra bir şair doğsa idi
Onlara denk yazabilecek.
Bana, belki sadece banadır,
Yakınsın, doğduğum memleketim.
Kaz yavrusu gibi, kapı altından
Geçebildiğim çocukluk senelerim
Sokaklarında koşarak geçti,
Yazın tozları, kışın karları kaldırıp,
Bal peteği gibi pürüzlü çocuk .
82
Büyüdüm sende garmon çalarak.
Ballı petek...O olmuştur herhalde,
O olmuştur, galiba, tüm güzelliğim.
Kuşlar ne bilsin bal tadını!
Ve eğer kalbim sıkışıyorsa,
Ve gönlüm sanki boş olduğunda,
Susadığımda serin çeşmelere
Su almaya inen kız gibi,
Şarkı almaya geliyorum köyüme,
Ondan cömert yok gibi.
Dönüyorum yine...Doğduğum topraklarıma
Ben kanatlıyım, uçan kuş gibi.
Döndüm yine...Ben görünür görünmez
Açıldı birden tarla kapısı.
Bizde adet öyle,
Orada duruyor çocuk...
-Kimsin? Selam, küçük kardeşim!
Merhaba, merhaba, benim çocukluğum,
Bir bak, ne kadar benziyoruz biz.
Ben de tıpkı senin gibi idim,
Yalın ayak, yalın baş idim.
Benim de burnumun altında
Yapışmış mu idi toz?
Sendeki gibi aşağıya iniyor muydu
Bende de iki iz?
............................
Dünyayı gezdim ben, uğradım ben
Hindistan’ın kapısına da.
Ben isterim bu esmer çocuk
Dolaşsın geçsin tüm dünyayı.
83
Bizim köyden, bizim köyümüzden de
Tüm dünyanın geçer yolları.
O açsın sadece sevgi kapılarını,
Sayısız yerde olsun dostları.
Dostlar çok olduğunda bir şey olmaz,
Oluyorsa da eğer düşmanın.
Ne kadar hoş bir dünya, ne kadar saf
Nasıl mümkün yaşamak üzülerek?
O çocuk ise nasıl bakıp duruyor,
Çocukluğum olup, gülümseyip.
O bakışlar... Kendileri bir şarkı,
Kalbim ise yanan ateş gibi.
Susadığımda serin çeşmelere
Su almaya inen kız gibi,
Şarkı almaya dönüyorum köyüme
Ondan daha cömert yer de yok sanki.
Cömertsin de yerim, ama bilmiyorum
Nasıl acaba benim şarkılarım
Yoksa sadece şarkıcı adını mı
Vadilerinden senin çaldım.
Ne çok kapılar açtım... Şarkı, şarkı diyerek
Kaç senedir yanıyorum ben?
İnsan gönlünün kapılarını
Hayatım boyunca vuruyorum,
Vuruyorum ben.
Vuruyorum, ama açar mıyım?
İnsan gönlü sırlı, saftır o!
Şarkın sıcaksa, o çabuk eriyor
Yumuşak şarkıya, kalp taştır aslında.
Neden seçmişimdir böyle bir hizmet,
Ben uçmuyor muyum kanatsız
84
Şair oysa kanatsız kuş gibi,
Eğer de o olsa yeteneksiz.
Hayır, bizde her şey yolunda,
Hepimiz de şimdi aynı ölçüde.
Yetenek de yok, yeteneksiz de,
Hepimizi sürüklüyor aynı araba.
Yazılanlar pırıl, pırıl duruyor,
Farklı tarafldan nakış yapmış, süslemiş.
Kimileri şiir yazıp zenginleşiyor,
Şair olup kim zengin olmuş ki!
Diyecekler bana:“Kendi üstüne
Fazla yük almıyor musun sen yine?
Şarkı, şarkı diyorsun, yok hala birtane
Kendinin çok darmış yolun.”
Saklamıyorum, benim yolum çok dar,
Ağır geliyor o yüzden şiirler.
Var hala da büyük yollardan geçip,
Yolunu kaybeden şairler
Büyük yollara çıkamam galiba,
Dar da olsa yolum, giderim ben.
Doğdugum memlektim, yine de kapı açan
Çocuk olarak burada kalıyorum ben.
Şöhret dediğin bana lazım değil,
Daha çok, daha çok yazasım var.
Onu bazen şiir yazarak değil,
Konuşma yapıp daha sık alıyorsun.
Doğduğum memleketim, nasıl olsam da ben,
Ben her zaman sana borçluyum
Elimden geldiği kadar senin şarkıcın,
Lazım olursa asker, savaşçı.
Yer yüzünde sen sadece bir noktasın,
85
Gördüm iller, köyler, şehirler.
Nereye gitsem de,seningöğünde yanan
Yıldızalar her yerde parlıyor.
Nereyegitsem,senin göğünde olan
Yıldızaları görüyorum, buluyorum ben,
Ben sonsuza kapı açan çocuk,
Ve o çocuk olarak yaşıyorum.
Haziran - Temmuz, 1960
86
B.Bilimsel çalışmalarından bir örnek
Şağir Büläktäre
Mostay Kärim
Ägär żä bezzeň yırlı häm moňlo yerebezzä «Şiğriyät qayzan başlana?» tip
horahalar, här awıl, — zurmı ul, bäläkäyme, — «Minän başlana! » tip äyter ine. Ulay
ğına la tügel, bezzeň tormoşobozzo, ilebezze maturlap torğan häm keşe tormoşona, keşe
küňelenä bäyle här nämä — här taw, här yılğa, här şişmä, ağastar, säskälär, üländär här
awaz — bötähe lä «Şiğriyät minän başlana! » tip äythä lä yazıq tügel. Läkin bötäheneň
arahınan ber awıl ayırım ber ixtiramğa xoquqlı. Ul: «Min — Keläş. Bögöngö başqort
poeziyahına min ike xalıq şağirı birzem. Şulay za şiğriyät minän başlanalır», — tip
öndäşä ala.
Keläş — Mostay Kärimdeň tıwğan awılı. Bıl awıl, ber qarawğa, başqa
awıldarzan ayırılıp ta tormay, ayırım ber nämähe menän dä küzgä taşlanmay, kirehensä,
keşe küzenä bik ük kürenep tormaŝ ösön taw itägendäräk ultırğan. Ber qarawğa bıl
urındar bik tä yabay töŝlö — şişmäläre lä, täpäş tawzarı la, urmandarı, bolondarı,
baŝıwzarı la...
Läkin ularğa şağir küze menän qarahaň, ul bötönläy başqa sifatta, başqa töŝtä.
Mäŝälän, unıň tuprağı «Buraznağa qoyaş töşhä, yaltırap, yanıp tora», «Tot ta ikmäkkä
hıla», ä tıwğan yort ihä keskäy dürt täzränän bar donyanı kürep tora», şunıň ösön dä,
mineň uyımsa, donyağa şağirzı tıwzırğan, büläk itkän här yer, ğäzäti yer bulıp qına
qalmay.
Sığa ir bala quraga,
İmgäkläp tupha aşa,
87
Ergä teygäs tabandarı,
Tıp itep täpäy baŝa.
Bıl şiğri yuldar ««Şulay başlana yäşäü» tigän şiğırzan alındı. Ägär zä bala tabanı
ergä teyew menän «tıp itep täpäy baŝa» ikän, timäk, yer zä ğäzäti tügel, unda nindäyzer
tılsımlı kös barlığın toyahıň, bala la, nisekter, şul yerzän tamırlanıp üŝep sıqqan şikelle,
küz aldına baŝa. İkense ber «Yamğır» tigän şiğırı şulay başlana:
Yäyge yamğır kömöş bulıp hibelgän saqta,
«Üŝäm» tip malay vaqıt ul
Yalan baş saptı.
Yalan baş sapqan malayzan avtorzıň üzen dä kürew awır tügel. Üŝte ul! Atahı
menän buraznalarza yöröp, mäktäp, rabfak, institut işektären asa-asa üŝte, yaw
qırzarında qan qoya-qoya, şağir bulıp üŝte, xalıq şağirı yuğarılığına kütärelde. Bıl
osraqta küňelde hoqlandırğanı şul: yamğır aŝtında yalan baş yügergän malay, täbiğät
balahı bulıp, täbiğätteň üzenä barıp quşıla häm yerzä üŝkän bötä nämä menän ber
bötöngä äylänä, şunıň ösön dä lirik geroyğa ülän tele lä, yapraq häm göldär tele lä
aňlayışlı:
Göldär miňä; «Hawmı, hawmı! »—tizer,
Talgın yeldär iŝkän sagında
Baş eyälär...
Bıl yuldarzı yazğan sağında min äle Mostay Kärim ijadınıň başında, ijad
şişmäheneň sıqqan yerendä baŝıp torğanday toram, o unıň ijadi ğümere ürzärgä
ürläwzärzän tora. Unıň ijadındağı aqıllılıq, fälsäfi tärenlek, keşeleklelek şiğırzan şiğırğa,
şiğri asış bulıp küpme yaňğıramahın, ular xäzer xäqiqät kewek yabay toyolalar, üzzäre
xaqında ular üzzäre höyläyzär. Şunıň ösön dä şul xäqiqät xaqında tağı la ber xäqiqät
höyläwe yeňel tügel, sönki şağir ijadında küpme genä tılsımlı häm, şul uq vaqıtta,
küňelde arbay torğan kös bulmahın, ular üz küňele kewek yabay häm asıq.
Ĥalıq şağirınıň ijadi oŝtalığı ana şul küňele kewek yabay, ğäzäti nämälärzän zur
nämälär taba alıwza la kürenä, küňelde teträtkes uňıştarğa ireşä.
88
Un dürt yäştä başkort qızı
Qasıp qına yawlıq sigä, —
Täw büläk bıl här kis hayın
Bik zarığıp kötöwsegä.
Un higezzä, äsirlenep
Möxäbbätteň ğämälenä,
Bar bulmışın räxätlänep
Büläk itä xälälenä.
Şunan alıp kükrägendä
Yörötä ul ildeň goton,
Büläk itä tupragına
Yanı keşe, yaňı toqom...
Ä altmışqa yetkäs indё,
Yıya başlay ülemtegen,
Läkin unı borsoldorğan
His kenä lä ülem tügel...
Şağir za bit bına oşo un higez yäşlek qız kewek «xälälenä» — uqıwsıhına
ğümer buyı büläk äzerläy. Läkin şağir büläge şunıň menän ayırıla — «xozay» birgän
talantı arqahında «bar bulmışın» şiğırğa äyländerä.
Bılarzıň betähen şağir qayzan ala huň? Isın şağır iň täwzä üze täbiğätteň
almaştırğıhız büläge, tıwğan yere häm tıwğan xalqı büläge, bötähen dä ul ularzan ala,
ularğa bulğan mexäbbätenän kilä, häm, şul uk vaqıtta, bötä alğanın xalqına qaytarıp
büläk itä. Şağir menän xalıq küňele arahında här vaqıt urtaqlıq bar, bıl urtaqlıq, berense
mexäbbät şikelle, ixlas häm möqäddäs. Mineň uyımsa, şiğriyättä, ijadta berense
mexäbbättän başqahı bulıwı mömkin tügel. Ul, berense möxäbbät, şağir ösön izgelärzän
izge, - ul berense asış, tabış, asış yahay almağan şağir — şağir tügel. Mostay Kärim här
vaqıt asıştar yahagan yaňığa yul başlawsı, yul asıwsı şağir häm şunday bulıp qala. Ul,
ısın şağir bularaq, huğıştan huňğı poezyyala, yerzeň häm xalıqtıň berense möxäbbätenä
äylände lä.
89
Bezzeň köndärzä tege yäki bıl, bigeräk tä milli şağir turahında ıňğay hüz
äytergä telähälär, <<ul üz yere xaqında bik yılı yaza, üz yerenä toğro bulıp qala» tip
eytewsändär. Qoro möxäbbät kenä häm toğroloq qına poeziyala ber ni zä bildälämäy.
Bında şağirzıň nisek yaratıwı, nindäy yöräk qanı menän yırlawı, mimäne izge itep
tanıwı möhimeräk. Mostay Kärim şiğırzarında izgelek üz maqsat tügel, unıň şiğırzarı
aldan bildälängän uy-xistärgä qorolmay, ular yel, yapraq şawı, bolot ağışı kewek, yä
bulmaha qoyaş ıwrı kewek täbiği.
Mäŝälän, uğa şağir hüzen tıňlağandan huň , «tayanıp kilgän tayağın onotop
kitkän» -qarttıň şatlığı la, «däwlät baylığı» itep qarağan un altı yäşlek Ayhılıwzıň kuz
yäşe lä ber ük däräjälä qimmät häm qäzerle. Ägär «qağız bötähenä lä tüzä» tip ap-aq
qağızğa qara qäläm menän «huğış yäki solox ämerzäre» yazıla ikän, şağir ularzıň
bötähenä lä bitaraf tügel, läkin unıň şul uq ap-aq qağızğa qara qäläm menän «yaratam»
tigän ber genä hüzzeň yazılğanın teläwe küňelgä yaqtılıq öŝtäy.
Mostay Kärimdeň şiğriyät donyahı — ul matur toyğolar donyahı, unda yaqtı
kuňel
häm dramatizm, aqıllılıq häm tärän xis, tormoşsan yabaylıq menän bäxetle räweştä
bergä ürelä-ürelä yäşäy. Qasandır äsähe yırlağan yırzıň aqıllılığın ul bötä ğümere buyına
raŝlap kilä.
...Tamsılarğa tamsı tamha,
Bula diňgez,
Tamsı sitkä säsräp kithä,
Kibe bik tiz.
Şağirzıň poetik donyahı küpme kiň bulmahın, üze nindäy iddärzä, qayzarza ğına
yörömähen, nimä turahıida ğına yazmahın, Mostay Kärim, uz ileneň häm yereneň ulı
bularaq, donyağa ana şul äsä hötön tatıp üŝkän üz yereneň Küňёl küze menän qaray, üz
poetik donyahın ata-baba telendä tıwzıra, unıň poetik arsenalı ijadına milli kolorit
birgän obrazdarzan tora. Şağir ijadı üzensälegeneň asılı la häm maturlığı la şunda, häm
ular unıň poetik yözön bildäläyzär.
Isın şağir — üz xalqınıň, üz yereneň väkile, unıň nämıŝı häm küňel küze Başqort
xalıq şağirı Mostay Kärim — ana şunday beyeklektärgä kütärelgän şağirzarzıň.
90
Şair Hediyeleri
Mustay Kerim
Eğer bizim kendi şarkıları olan her yerleşim birimimize “Şairlik nereden
başlıyor?” diye sorsalar, büyük veya küçük her köy, “benden başlıyor!” derdi. Sadece o
değil, bizim hayatımızı, vatanımızı süsleyen ve insan hayatına, insan gönlüne bağlı her
şey, dağ, nehir, çeşme, ağaç, çiçek, ot, sesin her yankısı...hepsi de “Şairlik benden
başlıyor!”dese de yanlış olmaz . Lakin hepsinin arasında bir köy, ayrı bir saygıyı hak
ediyor: Keleş. O, sanki şöyle diyor: Bugünkü Başkurt şairler dünyasına, ben iki halk
şairi verdim. Böylece şairlik benden başlar”.
Keleş, Mostay Kerim’in doğduğu köydür. Bu köy, her bakış açısıyla,
diğer köylerden sanki hiç bir farklı değildir. Farkı her şeyi ile göze de çarpmıyor; tam
tersine, insan gözüne fazla görünmediği için dağ altına yerleşmiş. İlk bakışta bu
topraklar çok sade renkli görünmekte. Çeşmeleri de, alçak dağları da, ormanları da,
vadileri de, tarlaları da...
Ama onlara şair gözüyle bakarsan, o tamamen farklı nitelikte, farklı renkte.
Mesela, onun toprağı “ Karıklara güneş yansıyorsa, o, parlayıp yanıyor”, al da ekmeğe
sür.” Doğduğu ev ise küçücük dört pencereden tüm dünyayı görüyor.” Onun için de
benim düşünceme göre, dünyaya şair doğuran, hediye eden her yer, sıradan yer olarak
kalmamakta...
Atılıyor erkek çocuk dünyaya,
Apalayarak eşikten,
Toprağa değdiği zaman ayakları,
Tıp diye yürüyüveriyor.
Bu şiir mısraları ” Hayat Başlıyor Böyle” adlı şiirden alındı. Eğer, çocuk
ayaklarının toprağa değmesiyle ile birlikte, çocuk, “tıp tıp diye yürüyeveriyorsa”, toprak
da sıradan değil demektir. Onda nasıl da sihirli bir güç olduğunu hissediyorsun. Çocuk
da bu topraktan beslendiği, bu toprağa kök saldığı için, gözümüzün önünde yürümeye
başlıyor... “ Yağmur ” adındaki şiiri de şöyle başlamaktadır:
91
Yaz yağmuru, gümüş gibi döküldüğü zaman,
“Büyüyorum”diye oğlan
Şapkasız (Yalan baş) koştu.
Çıplak başla koşan oğlanda şairin kendisini görmek de zor değil. Büyüdü o!
Babası ile karıklarda yürüyerek, okul, rabfak80, enstitü kapılarını açarak büyüdü; savaş
meydanlarında kanını dökerek, şair olarak yetişti, “halk şairi” ünvanına kadar yükseldi.
Burada bizi hayran bırakan şey şudur: Yağmur altında çıplak başla koşan çocuk, tabiatın
çoçuğu olarak, tabiatın kendisi ile kaynaşıyor ve yerde yetişen her şey ile bütünleşiyor;
onun için lirik kahramanı otlar ile de, yaprak ve çiçekler ile de anlaşıyor:
Çiçekler bana:”Merhaba! Merhaba! ” diyorlar,
Yavaş rüzgarlar estiği zaman
Baş eğiyorlar…
Bu mısraları yazdığım zaman, ben, hâlâ Mustay Kerim’in icadının başında, icat
çeşmesinin çıktığı yerde olduğum gibi duruyorum; onun sanat hayatı ise yükseklere
varmış durumda. Onun icadındaki zeka, felsefî derinlik, insanlık, bir şairden diğer şaire
şiirsel keşif olarak nasıl duyulmasın? Onlar şimdi bir gerçek gibi sade görünüyor,
kendileri hakkında kendileri söylüyor. Bunun içindir ki, bu hakikate ilave olabilecek bir
şeyler söylemek kolay değil; çünkü şair, sanatında ne kadar sihirli ve aynı zamanda
gönül kazanıcı güce sahip olsa da, onlar kendi gönlü kadar sade ve açıktır. Halk şairinin
icad ustalığı da, kendi gönlü gibi sade, sıradan şeylerde büyük güzellikler bulabilecek
yeteneğe sahiptir, gönlü sarsan başarılara rahatlıkla ulaşmaktadır.
On dört yaşında Başkurt kızı,
Saklanarak nakış yapıyor.
İlk hediye bu, her akşam
Çok bekleyene.
On sekizde, esir olup
Aşkın gücüne,
80 Okumakla birlikte öğrencilerin çalışmasını sağlayan okullar
92
Tüm varlığını rahat rahat
Hediye ediyor yârine.
Ondan sonra, kalbinde
Saklıyor o memleketin namusunu.
Hediye ediyor topraklarına
Yeni insan, yeni nesil....
Altmışa ulaştığında ise,
Toplamaya başlıyor ölüm eşyalarını.
Lakin onu düşündüren
Hiç de ölüm değil...
Şair de aynen bu on sekiz yaşındaki kız gibi “yarine”, yani okurlarına ömrü
boyunca hediye hazırlıyor ve sunuyor. Ama şairin hediyesi şöyle farklıdır: Allah’ın
verdiği yetenek sayesinde, tüm varlığını şiire çevirip milletine hediye ediyor şair.
Tüm bunları şair nereden buluyor acaba? Gerçek şairin öncelikle kendisi,
tabiatın paha biçilmez bir hediyesidir, doğduğu yerin, milletinin hediyesi; her şeyini de
o, onlardan almıştır. Her şey de, yine onlara olan sevgisinden kaynaklanıyor ve aynı
zamanda, tüm aldıklarınının bin katını geri vererek hediye ediyor. Şair ile halk gönlü
arasında her zaman bir ortaklık vardır. Bu ortaklık ilk aşk gibi, saf mükaddestir. Benim
düşündüğüme göre, şairde, icatta ilk aşktan başkası olması imkansızdır. O ilk aşk, şair
için en saf, en temiz şeydir. O ilk keşfi, buluşu, keşfetmeyi beceremeyen şair, şair
değildir. Mustay Kerim her zaman yeni keşifler yapan, yeniliğe yol açıcı bir şairdir ve
her zaman da bunu korumuştur. O, gerçek şair olarak, savaş sonrası icadında, vatanın ve
halkın ilk aşkına dönüşmüştür bile.
Bizim günlerimizde bu ya da diğer milli bir şair hakkında iyi söz etmek
isteseler, “kendi memleketi hakkında çok içten yazıyor, doğduğu topraklarına sadık
kalıyor.” diyeceklerdir. Sadece sevgi ve sadakat şiir için pek iş görmüyor. Burada şairin
neyi ne şekilde yarattığını, nasıl bir kalp ile şarkı söylediğini, temiz kalbi ile tanıtması
daha önemli. Mustay Kerim’in asıl maksadı, sadece saf ve temiz duygu ve düşüncelerini
şiirleştirmek değildir. Onun şiirleri, önce de söylediğimiz gibi, zaten sadece düşünce ve
93
hislerden ibaret değildir; onlar rüzgar, yaprak sesleri, bulut akışı kadar, ya da hiç
olmazsa güneş ışıkları kadar doğaldır.
Mesela, ihtiyar birinin şairin şiirlerini dinledikten sonraki durumunu (sevincini)
“Bastonla gelmiş, bastonunu unutarak gitmiş.” cümlesi, çok iyi anlatır. “Devlet
zenginliği” olarak baktığı on altı yaşındaki Ayhılıw’ın göz yaşları da, aynı derecede ve
değerlidir. Eğer “kağıt herşeyi kaldırır” diyerek, bembeyaz kağıda kara kalem ile
“savaş ya da zulüm emirleri” yazılıyorsa, belki şair bu durumda fiilî olarak bir şey
yapamamaktadır; ama onun aynı bembeyaz kağıda kara kalem ile “seviyorum”
şeklindeki tek kelimeyi yazma isteği, halkın gönlüne bir sıcaklık katmakytadır.
Mustay Kerim’in güzellik dolu dünyası şiir dünyasında, temiz kalp ve
dramatizma, zeka ve derin hissler, yaşamın sadeliği ile mutlu şekilde, birlikte iç içe
yaşamaktadır .Bir zamandır annesinin söylediği şarkının verdiği mesajı, o, tüm ümrünce
yansıtmaktadır.
...Damlalar damlıyorsa,
Oluşur deniz.
Damla kenara sıçrıyorsa,
Kurur çok çabuk.
Şairin poetik dünyası ne kadar geniş olursa olsun, kendisi hangi memlekette,
nerelerde olursa olsun, ne hakkında yazarsa yazsın, Mustay Kerim kendi memleketinin,
kendi yerinin oğlu olarak, anne sütünü tadarak yetişmiş, dünyaya kendi yurdunun gönül
gözü ile bakmaktadır. Kendi poetik dilini anne babasının dilinde yaratıyordur. Onun
poetik araçları, icadına millî renkler vermiş simgelerden ibarettir. Şairin icat
özelliklerinin aslı ve cazibesi de buradan kaynaklanmaktadır ve onlar onun poetik
yüzünü belli etmektedir.
Gerçek şair, kendi milletinin, kendi yurdunun vekili, onun namusu ve gönül
gözüdür. Başkurt Halk Şairi Mustay Kerim,bu anlamda zirvelere yükselmiş şairlerden
biridir.
(Kaynak: N. Necmi, Kim Düşünebilirdi, Başkortostan Kitap Neşriati, Ufa
1983)
94
C. Hikayelerinden örnekler
1. Bazar Xaqı
Öyzägelär bötähe lä yoqlap bötkäs, ber az uqıp ultırğandan huň, yatırğa ğına
äzerlänep yörögändä, işektä zvonok şıltıranı. Kemdeň şulay tön urtahında bik huňlap
yöröwe mömkin?! Telegramma kilterzelärme ällä, allä beräy yerzä ber-ber xäl buldımı
ikän?» tigän şomlo uyzar yäşen tizlege menän başımdan ütte. Qabalanğas, pijama
salbarın da tiz genä keyep bulmay. Min işek töbönä bara başlawğa, zvonok tağı şıltıranı.
Bıl yulı knopkağa bik ożak itep baŝtılar. Bıl inde «bik nıq yoqlayhığız, uyanığız» tigän
mäğänäläräk ine. «Xäzer, xäzer!» tip işekte barıp astım.
İşek töböndä qışqı palto öŝtönän kojan keyep alğan, palto yağahın torğozğan,
bürkeneň qolaqtarın töşöröp bäylägen ber ir keşe baŝıp tora. Mine kürgäs tä: «İptäş... (ul
mineň familiyamdı äytte) bında toramı?» — tip horanı.
— Bında tora, — tinem min.— Ul min bulam. Äyzä, räxim itegez.
— Min — awıldan. Hez mine belmeyhegez. Apayıň, bezzeň awılda keyäwzäge apayıň,
qustınıň kerep xälen belep sıq äle, tigäyne. Bına kerzem.
«Apayım bögön irtän genä awılğa qaytıp kitte. Mindä ber azna qunaq buldı» tip
äytergä awızımdı ğına asqaynım, äytmänem.
— Bik räxmät, bik räxmät. Eyzä, sisenegez.
— Sisenerbez zä ul, — tine kergän keşe, — min ber üzem tügel bit äle. İptäşem dä bar.
— Eyzä, iptäşegez ze räxim ithen.
Ul sığıp kitte. Min barıp qatındı uyattım. Qatın ihä eştän arığas, bik izeräp
yoqlap kitkän. Başta, niňä uyatahıň inde, tip ärläp tä aldı.
— Keşelär kilde bit.
— Kemdär? — Belmäyem — tanış tügeldär.
95
Küp tä ütmäy, işek aldında yök maşinahınıň görläwe işetelde. Ul bezzeň
podyezğa kilep tuqtanı. Unan huň baŝqıstan menewselärzeň ayaq tawıştarı işetelde.
Öygä tağı bayağı keşenän başqa ber ir häm ber qatın kilep kerze. İkense ir, asıq yözlö
bulırğa tırışıp, qısqırıp uq höyläşä başlanı. Yoqlağan bala işek töböndäge şaw-şıwğa
uyanıp, bülmähenän sıqtı. Asıq yözlö keşe balağa iğtibar itep, bala yänle bulırğa tırışıp,
qızzı kütärep aldı. Bala, yathınıpmı, älle yat keşeneň halqın qulınan sirqanıpmı, ilap
yebärze. Kuxnyala säy quyıp yörögän qatın, atılıp sığıp: «Niňä balanı qaramayhıň?»
tigän şeltäle qaraş taşlanı la balanı qulına aldı.
— Niňä sisenmäyhegez? — tinem min kerewselärge. Bıl kötölmägän ığı-zığı
arqahında qunaqtarğa sisenergä täqdim itergä lä onotqanmın. Qatın keşe şunda uq
sisenä başlanı, ä irzär nisekter bik aşıqmayzar ine.
— Ä hez? — tinem min irzärgä.
— Bez — bez zä ul. Bezzeň maşinala it yata. Şunı tışqa beräy yergä quyırğa ine.
— Öyzän başqa quyır urın yuq şul bezzeň...
— Balkon barzır bit.
— Balkon da yuq şul.
— Bezgä tön sıqqansı ğına. İrtägä irtük bazarğa alıp kitäbez.
— Aňlayım da.
— Bälki, kurşelärzeň balkonı barzır?
— Bar... Läkin vaqıt... bik huň bit...
Keşelärze tön urtahında uyatıw uňayhız bit.
— Bına hiňä mäsälä, — tine ikense ir.— Bäy, hezzeň garaj! .. Hezzeň üzegezzeň
levkovoy bar tügelme huň?
— Bar... garaj bında tügel. Ul elekke kvartira yanında. Bınan baytaq alıŝta. — Bulha ni, maşina menen ä tigänse barıp kilep bula labaha.
— Äyzägez, — tinem min häm keyenä başlanım. İttären tiz genä iltep qaytırğa la, säy
esererge lä, yal itergä käräk.
...Bez garajdan urap qaytqanda, säğät töngö berze huğıp, ikegä kitkäyne inde.
Qaytıwğa mineň qatın ihä säy aldınan aşar ösön qunaqtarğa barınsa bulğan itte, aştı la
yılıtıp ölgörgän, ä qunaq xanım yanıp-beşep säy äsep ultıra ine inde.
İr qunaqtarzıň berehe öŝtäl yanına ultırğas ta ikensehenä:
96
— Bezzeň küstänäs bar ine tügelme huň? — tip küzen qıŝıp quyzı. Yartı litr araqı
öŝtälgä kilep ultırzı. Min ike irgä ike ryumka quyzım.
— Ä üzegezgä?
— Min esmäyem. Ĥäzer bik huň da, irtägä irtük saf baş menän eşkä barahı bar.
Ular ikehenä ike stakan horap aldılar za yartını ikegä bülep yılt itterzelär. Min
esmähäm dä, aşamaham da, xörmät yözönän ular menän öŝtäl yanında ultırzım.
— Ey, itegez qatıraq ikän, heňlekäş, — tine öygä başta kergän ir häm itte tağı
qaptı la säynäy-säyney, — qartıraq şul, — tip öŝtäp quyzı.
— Bezzeň it şäp, yeş tä, himez zä, — tip hüzgä quşıldı ikensehe, — irtägä küpmenän
kiter. Bazar xaqı küpme, heňlekäş?
— Törlösä... İtenä qarap.
Bezzeň qunaqtarzıň teldäre tamam asılıp kitte. Minän donya xäldären horaştıra-
horaştıra ultırırğa, xatta, yırlabıraq ta yebärergä iŝäptere yuq tügel ine, min ularga
yaylap qına:
— İrtägä irtük bazarga sığahığız bar. İrtänge bazar hoybäteräk bula, — tinem.
Qatın keşe lä mineň hüzzäremä quşıldı. Ul arala mineň bisäkäy ösöhönä ös yergä:
karawatqa, divanğa, raskladuşkağa urın yäygäyne inde. Ular za, üzebez zä yoqlarğa
yattıq, lokin mineň dä, qatındıň da yoqoho osqaynı inde.
— Kemdär ular? — tine qatın, ber az yatqas.
— Ällä, — tinem min.— Ular miňä tanış tügel. Mineň apay xälde belep sıgırğa quşqas,
apayzıň kürşeläreler. Beräy ğillähe barzır äle. E hin xanımdan horamanıňmı ni? Bez
yuqta ikegez genä qaldığız bit.
— Nisek horayhıň inde, uňayhız zabaha, — tine mineň bisäkäy.
Min yoqlarğa tırışıp qaranım — yoqo almanı. Lekin öyzä ös urında almaş-tilmäş
ös törlö ğırıldaw awazdarı yaňğırap tora ine.
Bez gäzättän tış irtä torzoq. Qunaqtarzı la uyattıq. Torzolar, yıwgadılar. Asıq
yözlö ir öŝtäl artına ultırgas:
«Baş satnay, qähäreň. Berär yerzä bulha» tip qaranı, ä min işetmämeşkä halıştım
da horaw birzem:
97
— Hez kemdär bulahıgız äle, tugandar? Apay xäl belergä quşqas, min horap ta
tormanım, ismaham, ber-berebezzeň isemdärze beleşäyek. Hez Käzäktänder inde...
Käzäk awılınan.
— Tügel, — tine başta kergän ir.— Bez Tartıştan. Apayıň menän ber kolxozdan bez.
Apayıň Käzäktä ber brigad, ä bez Tartış — ikense brigad. Min hezze bik yaqşı beläm,
döröŝöräge, malay belä. Ular hezzeň qäyneş menen armiyanan qaytışlay hezge inep
qunıp sıqqan. Adresegezze lä malay birze.
— İsemegez?
— Malay familiyahında inde.
— Malayığız familiyahın äytmägäyne şul, — tinem min.— Döröŝöräge, ul yegette
xäterlämäyem dä.
— Eytmäŝ tä ul, şuq malay, familiyahın da äytmäŝ. Selimullin min.
— Mineň familiyam Zinnätşin, — tine ikense ir, asıq yözlö bulıp kürenergä tırışqanı.—
Qara äle, ä min xujanıň familiyahın da belmäyem, — tip qısqırıp kölöp quyzı. Şul
arala bulmanı, işek aldında maşina göjlägän tawış işetelde. İrzärzeň ikehe lä: «Kilde!
» tip quyzılar za tiz-tiz genä säyzären esep bötöröp, tora başlanılar. Ozaq ta tormay,
zvonok şıltıranı, ä asıq yözlö Zinnätşin bötä öyzö yaňğıratıp, işek aşa:
— Ĥäzer, xäzer sığabız, — tip şoferğa yawap birze. Min işek astım, kistän qustıhına
qunırğa kitkän şofer za yeygä kerze.
— Davay, yegettär, ittäregezze garajdan bazarğa iltep taşlayım da — ısqınam. Tiz
bulığız, atu huňğa qalam, — tip tegelärze aşıqtırzı.
— Hin, xuja, bezzeň ittärze lä birep yebär inde. Garajıňdıň da qayza ikänen belmäybez.
Tönön ällä nisek borolop-borolop kerep yörönök. Ä bıl toqsayzarzı alıp kitmäybez.
Hezze torop torhondar, yäme.
— Hez qasan qaytırhığız?
— İt hatılıp bötöwge inde, tuğan. Ä hez?
— Eş säğäte bötkäs.
— Räxät qala xalqına. Fälän säğättä bara, felän säğättä qayta. Bezzeň ittär irtäräk
hatılıp böthä, bez ni eşlärbez iken huň?
— Qatın bögön eşkä barmay — yal itä torğan könö.
— Bik yaqşı, bılay bulğas.
98
— Bez bötäbez zä öyzän sığıp kittek. Bez sığıp kiter aldınan ğına balalar baqsahına
barahı qızım uyanıp, kuxnyala hawıt-haba yıwıp yöröğön äsähen saqırıp qaldı.
Min eştän qaytqanda, qunaqtar öyzä ine inde. Tıştan kerges tä beşkän itle aş yeŝe
menän bergä tämäke yeŝe lä tanawğa kilep bärelde. Tämäke tartmağan keşegä genä ul
şulay hizel torğandır. Şunda uq qatın mineň yanğa kilde, ul miňä, sisenep tormayınsa,
qızzı balalar baqsahınan alıp qaytırğa quştı. Qatın ihä, qunaqtar irtä qaytqas, aş-mazar
halıp yöröp, ularzı taşlap kitä almayınsa, balalar baqsahına vaqıtında bara almağan. Min
eştän qaytışlay, qunaqtarğa tip alğan yartı litr araqını qatınğa birzem. Ul miňä genä
tanış, min genä aqlay alırlıq qaraş taşlanı la araqını alıp quyzı. Min sisenmäyensä genä
qunaqtar-itselär yanına bülmäge kerzem. Qatın bötä xästerlekte kürgän ikän: öŝtälgä
äskeltem - sösköltöm äyberzär quyğan. Öŝtäl aŝtında ber buşağan şeşä, ä öŝtäl öŝtöndä
inde, raketa şikelle kükkä taban qarap, ikensehe tora ine. Min kürenew menän,
qunaqtarzıň yözö tağı la asılıp kitkändäy buldı. Şunda uq: äyzä bezzen, küstänästän
räxim it, tigän hüzzeren işettem, läkin min un, un biş minuttan äylänep qaytırğa hüz
birep, ğäfü ütenep, qızzı alırğa kittem.
Qızımdı balalar baqsahınan alıp qaytıwğa, aş ta beşkäyne inde. Qunaqtarzıň da
mine kötkändäre hizelep tora, araqını asmağandar. Yıwınıp öŝtäl yanına ultırıw
menän, qatın bötäbezgä lä aş bülä başlanı, it kilterep quyzı. Bıl yulı la şeşäne asıq yözlö
Zinnätşin astı.
— Qayza hineň stakan, «Mineň küstänäste lä awız it äle, — tip, «mineň küstänäs»
tigän hüzgä baŝım yahabıraq, miňä möräjägät itte.
— Esmäyem tihäm barıber ışanmaŝhığız iide, — tip aldıma keskäy genä ryumka
kilterep quyzım, — mineň sırxabıraq, aşqazanım awırtıp yörögän vaqıtım. Awızğa
alırğa qurqam.
— Aşqazanına araqı üze darıw ul! — tip asıq yözlö iptäş mineň ryumkağa araqı haldı la
qalğanın stakandarğa buşattı.
— Yä, nisek bazar? — tinem min qunaqtarğa. Şunı ğına, şul horawzı ğına kötöp
ultırğan şikelle, ikehe ber yulı hüz başlanı, tik qatın keşe genä hüzgä bik qıŝılmanı.
— Bazarmı? Ĥört! Bik uňmağan yulğa sıqqanbız. Uzgan aznala ğına bezzeň
awıldan barıp qaytqaynılar. İt — ös yarım-dürt hum tigäynelär. Ä bögön ittän küp
99
nämä yuq — ike yarım da ös. Yaňı bazar asqas, bötähe lä ağılğan, kilep tulğandar!
Uňmanıq! Uňmanıq! Bazar bik oshoz! Bäxet bulmanı.
Min ni äytergä lä belmänem. «Qızıq inde bıl donya — ber ük äyber kemgä
şatlıq, kemgä qayğı kiltere» tinem esemden genä.
— Äyzägez, küteräyek, — tine asıq yözlö keşe, stakandı qulşa alıp. — İŝänlekkä-
hawlıqqa bulhın, bıl mineň küstänäsem.— Ul ber ni bulmağanday, ber stakan araqını
buşattı la tozlo qıyar, it qaptı.
— Şulay za itegez qatıraq. Qartıraq mal huyğanhığız, — tine ul tağı itte säyney-
säynäy.— Huyğas, huyğas, haylabıraq alıp huyırğa keräk ine. Maqtanmayım —mineň it
şäp ine. Sirat torop alıp böttölär.
Şul saq mineň qatınım qapıl qısqırıp kölöp yebärze. Bez bötäbez zä aptırap uğa qaranıq.
— İt üzegezzeke bit, — tine minen, bisäkäy, kölöwenän tıyıla almay. Bögön hezzän
aldım bit.
— Hay ättägenähe! — tine asıq yözlö Zinnätşin, ber ni zä bulmağanday. — Ul hez
inegezme ni?! Qayza kürzem huň bıl heňlekäşte, tip uylap alğaynım da.
— Min dä şulay, qayza kürzem huň bıl ağayzı, tip uylap torzom. İtte alğas qına tanınım.
Şul arala bulmanı, işektä zvonok şıltıranı, astım — tışta miňä tanış şofyor baŝıp tora
ine.
— Qayttılarmı?
— Äyzä, öygä inegez. Sisenegez.
— Eş sisenep tororloq uq tügel. Bezzeň höyläşkände işetep ir-qunaqtarzıň ikehe lä bezzeň yanğa işek töbönä kildelär.
— Ni eşläyhegez, hez qaytahığızmı, yuqmı? — tine şofer qunaqtarga.
— Bäy, bez bit irtägä qaytırğa höyläşkäynek.
— Predsedatel bögön uk qaytırğa quşqan. İrtägä irtük maşinanı Neftekamskigä
yebäralär.
Qunaqtar ber-berehenä: «Ni eşlärgä?» tigän hımaq qaraştılar za irtägä irtänge
avtobus menän qaytmaqsı buldılar. Tik şul vaqıtta öŝtäl artında ultırğan qatın ğına irzär
yanına kilep qırt kiŝte:
100
— Qaytahığız ğına! Başqanı belmäyem, ä hin qaytahıň! — tine ul irenä,
Sälimullingä.— Barlı-yuqlı aqsağızzı esep bötörörgä uylayhığızmı ni, — tine tağı irenä
häm miňä qarap.— Bazar xaqı nisek bulğanın onottoğozmo ni?
Bıl küreneştän huň ular bülgän aştı häm itte aşığıp-aşığıp aşap böttölär zä, tiz
genä yıyınıp, sığıp ta kittelär. Min ularzı ozatgp kergäs kenä, qatın miňä:
— Esmägän köyöňä, aqsa äräm itep yöröyhöň şunda, — tip ärläp, araqını üzeneň
quyğan yerenän alıp, servanttıň qara möyöşönä yaptı. Ä min bötönläy araqı turahında
onotqanmın da, qunaqtarğa qoyorğa iŝemä le kilmägän.
Tik azna-un köndär samahı ütkäs awıldan, apayımdan miňä xat kilep töşkän.
Ĥattıň azağında ğına ul: «Bezzeň kolxozdan ös keşe hizgä kergändär ikän. Niňä, şunda,
tuğanım, şularzı hıylar ösön, yartılıq ta räteň bulmanımı ni huň?» — tip yazıp quyğaynı.
Pazar Fyatları.
Tüm evdekiler uykuya daldığında, ben, biraz okuduktan sonra, tam yatmaya
hazırlık yaptığımda, kapının zili çaldı. Böyle gece yarısında kimin çok geç gelmesi
mümkün acaba? Telgraf getirdiler mi yoksa, yoksa birilerine bir şeyler olmuş mudur?”
gibi şüpheli düşünceler bir şimşek hızı ile aklımdan geçti. Acele ettiğin için, pijama
pantolonunu da çabuk giyemiyorsun. Ben kapı yanına yaklaştığımda, zil bir kere daha
çaldı. Bu sefer zile çok uzun bastılar. Bu ise “çok derin uyuyorsunuz, kalkın”
manasında gibi idi. “Geldim, geldim” diye kapıyı açtım.
Kapının yanında kış paltosu üzerine deriden kolsuz mont giymiş, paltonun
yakasını kaldırmış, şapkasının kulaklarını indirip bağlamış bir adam duruyor. Beni
görür görmez: “Arkadaş... -benim soyadımı söyleyerek- burada mı kalıyor?” diye
sordu..
—Burada kalıyor, dedim ben. O ben oluyorum. Buyrun, içeri girin.
— Ben köydenim. Siz beni bilmiyorsunuzdur. Ablan, bizim köyümüzde evli olan ablan,
kardeşimin nasıl olduğunu ziyaret edip oğrenir misin, dedi. İşte geldim...
Tam da: “Ablam bugün sabah köyüne gitti. Bende bir hafta misafir oldu.” demek için
ağzımı açmıştım, söylemedim.
— Çok teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim. Üstünüzü çıkarın.
101
— Çıkarırımda...şey... dedi gelen adam, ben yanlız değilim. Arkadaşım da var.
— Hadi arkadaşınız da buyursun.
O çıktı gitti. Ben içeri geçip eşimi kaldırdım. Eşim ise işte yorulduğu için çok
derin bir uykuya dalmıştı. Önce niye uyandırıyorsun diye, azarladı bile.
— Çünkü birileri geldi.
— Kimler?
— Bilmiyorum, tanıdık değiller.
Çok da geçmedi, dışarıda kamyonun gürültüsü duyuldu. O, bizim apartmanın
kapısı önünde durdu. Ondan sonra merdivenlerden çıkan ayak sesleri duyuldu. Eve
deminki adamla birlikte bir erkek ve bir kadın geldiler. İkinci erkek güler yüzlü olmaya
çalışarak, yüksek sesle konuşmaya başladı bile. Uyuyan çocuk, kapının yanındaki
gürültüyle uyanıp odasınan çıktı. Güler yüzlü adam, çocuğa bakıp, çocuktan yana
görünmeye çalışarak, kızı kollarına alıp kaldırdı. Çocuk, yabancılık çekerek mi, yoksa
yabancı bir insanın soğuk ellerinden etkilenerek mi bilinmez, ağlamaya başladı.
Mutfakta çay hazırlamakta olan kadın, atılıp çıktı: “Neden çocuğa bakmıyorsun?” der
gibi, bana baktı ve çocuğu kollarına aldı.
Neden üstünüzü çıkarmıyorsunuz? dedim ben gelenlere. Bu beklenmeyen ıvır
zıvırlar arasında misafirlere üstlerini değiştirmeyi söylemeyi unutmuşum bile. Kadın
hemen üstünü çıkarmaya başladı, erkekler ise nedendir, acele etmiyorlardı..
— Siz, dedim ben erkeklere .
— Biz, biziz de. Bizim arabamızda et duruyor. Onu dışarıda bir yere yerleştirseydik.
— Evimizden başka yerimiz yok bizim maalesef....
— Balkon vardır ama.
— Balkon da yok maalesef.
—Bu gece için lazım sadece. Yarın erkenden pazara götüreceğiz.
— Anlıyorum da..
— Belki komşularınızın balkonu vardır?
—Var...Ama vakit...çok geç... İnsanları gece yarısında kaldırmanın iyi bir fikir olduğunu zannetmiyorum. — Al sana mesele, dedi ikinci adam. Ha, sizin garaj! Sizin kendinizde araba var değil
mi?
102
— Var...garaj burada değil. O eski apartmanımızın yanında. Burdan çok uzak bir
mesafede.
— Olsa da fark etmez; araba ile “a“ deyinceye kadar gidip gelebiliriz herhalde..
— Gidelim, dedim ben ve giyinmeye başladım. Etleri çabuk bırakıp, çay içip çabuk
uyumak lazım.
...Biz garajdan döndüğümüzde, saat gece biri geçip, ikiye yaklaşmıştı çoktan.
Döndüğümüzde, eşim, çaydan önce yemek için evdeki her şeyi; eti, çorbayı da ısıtmayı
başarmıştı. Misafir kadın ise, yeni demlenmiş çayı yanıp kızararak içip oturuyordu bile.
Erkek misafirlerden biri, masaya oturduktan hemen sonra diğerine:
— Bizim hediyemiz de vardı değil mi? diye göz kırparak bir hatırlatmada
bulundu.Yarım litre votka masaya yerleşiverdi. Ben, iki erkeğe iki kadeh çıkardım..
— Kendinize?
— Ben içmiyorum. Zaten çok geç, yarın erkenden ayık kafa ile işe gidesim var.
Onlar kendileri için iki bardak aldılar ve yarım litreyi ikiye bölerek şişedeki
votkayı affetmediler. Ben içmesem de, yemesem de, saygıdan dolayı onlarla masada
oturdum.
— Hey, etiniz çok da sertmiş, bacım diyerek, eve önce gelen adam eti bir daha ısırdı ve
çığneye çiğneye, biraz sertmiş, diye bir daha ekledi.
— Bizim etimiz harika, hem taze hem de yağlı, diyerek sözüne eşlik etti ikincisi, yarın
kaçtan gider. Pazar fiyatları nasıl acaba, bacım?
— Değişiyor... Ete bağlı.
Bizim misafirlerimizin dilleri tamamen çözüldü. Benden dünya hallerini sora
sora oturmaya, hatta şarkı söylemeye de razı gibi görünüyorlardı, ben onlara yavaşça:
— Yarın sabahın köründe pazara çıkmak zorundasınız. Sabahki pazar daha güzel
oluyor, dedim. Kadın misafir de benim sözlerime katıldı. O arada benim eşim üçüne üç
yerde; yatakta, kanepede, raskladuşkada81 yer hazırlamıştı çoktan. Onlar da, kendimiz
de yattık, ama benim de, eşimin de uykusu kaçmış idi.
— Kimdir onlar? dedi biraz sonra.
81 Açılıp katlanabilen küçük mobil yatak.
103
— Ne bileyim, dedim ben. Onlar, tanıdıklarım değil. Ablam, benim nasıl olduğumu
sormalarını rica ettiğine göre, ablamın komşuları olmalılar. Bir bağlantısı vardır
herhalde. Sen, gelen hanımdan sormadın mı ki? Biz gittiğimizde ikiniz kalmıştınız ya.
— Nasıl sorarsın, utandırdı, dedi, benim karıcığım.
Ben uyumaya çalıştım, uyku tutmadı. Ama evde üç yerde türlü tonlarda karma
karışık horlama sesleri yankı yapıyor idi.
Biz alıştığımızdan daha erken kalktık. Misafirleri de kaldırdık. Kalktılar,
yıkandılar. Güler yüzlü adam, masaya oturduktan sonra “Kafam parçalanıyor, kahrolası.
Bir yerlerde olsaydı, demeye çalıştı, bense duymuyormuşum gibi davrandım ve sordum:
- Siz kim oluyor idiniz? Ablam beni sormanızı rica ettiği için, ben sormadım bile. Hiç
olmazsa birbirimizin adını öğrenelim. Siz Kezek’tendiniz değil mi... Kezek köyünden.
— Değil, dedi ilk gelen adam. “Biz Tartış’tan. “Ablan ile aynı kolhozdanız biz. Ablan
Kezek’te, orası birinci brigad; biz ise Tartış’tanız, ikinci brigad. Ben sizi çok iyi
tanıyorum, daha doğrusu delikanlı oğlum tanıyor. Onlar sizin kayınbirader ile askerden
dönerken, size gelip konaklamışlar. Adresinizi de oğlum verdi.
—Adınız?
— Oğlanın soyadı ile aynı.
— Oğlunuz soyadını söylememişti ama. Daha doğrusu, o delikanlıyı hatırlamıyorum
bile..
— Demez , o oğlan soyadını söylemez. Selimullin ben.
— Benim soyadım Zinnatşin, dedi ikinci adam, güler yüzlü olmaya çalışan. Bak sen,
ben ev sahibinin soyadını bile bilmiyorum, diye kahkaha attı. O anda , dışarıdan
arabanın çıkardığı sesler duyuldu. Adamların ikisi de: “Geldi!” diye dediler ve çabuk
çabuk çaylarını bitirip, kalkmaya hazırlandılar. Çok da geçmedi, kapının zili çaldı, güler
yüzlü Zinnatşin, evi sesle doldurup kapıdan dışarıya:
— Şimdi, şimdi geliyoruz, diye şoföre cevap verdi. Ben kapıyı açtım, gece kardeşine
konaklanmaya gitmiş şoför de eve girdi.
— Hadi, delikanlılar, etlerinizi pazara kadar bırakayım da kaçayım. Acele edin, yoksa
çok geç kalacağım, diyerek acele olmalarını istedi.
— Sen, bizim etlerimizi de verir misin? Garajının nerede olduğunu da bilmiyoruz.
Gece dolana dolana geldik. Bu torbalari ise almıyoruz. Sizde kalsın şimdilik, olur mu?
104
— Siz ne zaman dönerseniz?
— Et satılıp bittikten sonra, kardeşim.Ya siz?
— İş saati bittiğinde.
— Çok rahat şehir insanları. Belli bir saatte gidiyor, belli bir saatte eve dönüyor. Bizim
etlerimiz erken satılsa, biz ne yaparız acaba?
— Kadın tüm gün evde. İşe gitmiyor tatil günü..
— Çok güzel, öyleyse.
— Biz hepimiz evden çıkıp gittik. Biz çıkmadan evvel ana okuluna gitmesi gereken
kızım uyanıp, mutfakta bulaşıkları yıkayan annesini çağırıyordu.
Ben işten döndüğümde misafirler eve gelmişlerdi bile. Dışarıdan içeri girer
girmez yeni pişmiş etli çorba kokusu ile birlikte sigara kokusu da burnuma çarptı.
Sigara içmeyen bir insana, o ancak böyle hissediliyordur. Hemen karım benim yanıma
geldi ve bana üstümü çıkarmadan, kızımı ana okulundan almamı söyledi. Karım ise
misafirler erken döndüğü, yemek felan hazırladığı, onları bırakıp gidemediği için, ana
okuluna zamanında gidememiş. Ben iş dönüşünde, misafirler için alınmış yarım litre
votkayı karıma verdim. O, sadece benim anlayacağım bir şekilde baktı ve votkayı
sakladı.
Ben üstümü çıkarmadan misafir etçilerin yanına, odaya geçtim. Karım tüm
zorlukları görmüştü bile: Masaya ekşi, turşu felan koymuş. Masa altında bir boşaltılmış
şişe, masa üstünde ise, göklere yönelmiş roket gibi, ikincisi duruyordu. Beni gördükten
sonra, misafirlerin yüzü sanki daha da açılır gibi oldu. Hemen: “Gel, bizim getirdiğimiz
hediyelere buyur” dediklerini duydum; ama ben on on beş dakik sonra geri geleceğime
dair söz vererek, aflarına sığındım ve kızımı almaya gittim.
Kızımı ana okulundan alıp döndüğümde, çorba da hazır idi. Misafirlerin de beni
bekledikleri hissediliyordu; zira votkayı açmamışlardı. Yıkanıp masaya oturmamla
birlikte, karım hepimize de çorba koymaya başladı, masaya eti koydu. Bu sefer de şişeyi
güler yüzlü Zinnetşin açtı.
— Nerede senin bardağın, “ Benim hediyemin de bir tadına baksana, diyerek “benim
hediyem” kelimelerini vurgulayarak, bana döndü.
— İçmiyorum desem, inanmazsınız, diyerek önüme küçük bir kadeh koydum. Benim
çok rahatsız olduğum, midemin hasta olduğu zaman. Tadına bakmaya bile korkuyorum.
105
— Votka, midenin ilacının ta kendisidir! diye güler yüzlü arkadaş benim kadehime
votka koydu ve kalanı bardaklara boşalttı.
— Ee, pazar nasıl? dedim ben misafirlere. Sanki benim bu soruyu sorayacağımı
bekleyerek oturuyorlarmış gibi, ikisi birden söze başladılar. Sadece kadın pek söze
katılmadı.
— Pazar mı? Fena! Biz uğursuz bir yola çıkmışız. Yeni, geçtiğimiz hafta, bizim köyden
gelmişler idi. Et, üç büçük, dört ruble demişlerdi. Bu gün ise etten çok şey yok! İki
buçuk ile beş. Yeni pazar açtıkları için, hepsi akın etmiş, gelmiş doldurmuşlar etrafı!
Başaramadık! Başaramadık! Pazar çok ucuz! Şansımız olmadı” . Ben ne diyeceğimi
bilemedim. “Çok enteresan bu dünya, aynı şey kimine sevinç, kimine de üzüntü
getiriyor.” dedim içimden.
— Hadi, kaldıralım, dedi güler yüzlü adam, bardağı eline alıp. Sağlığa, mutluluğa olsun,
bu benim getirdiğim. O, sanki hiç bir şey yokmuş gibi, bir bardak votkayı ağzına
boşalttı ve salatalık turşusu ile eti ağzına gönderdi.
— Ama nasılsa etiniz biraz sert.Yaşlı mal kesmişsiniz, dedi o tekrar eti çiğneye çiğneye.
Hazır kesmişken, seçerek kesmeniz gerekiyordu. Övünmüyorum, benim getirdiğim et
çok güzel idi. Sıraya geçerek alıp bitirdiler.
O esnada eşim, birden kahkahayla gülmeye başladı. Biz hepimiz şaşırarak ona
bakakaldık.
— Bu et sizin etiniz, dedi benim kadıncağızım, gülmeden kendisini alamadan. Bugün
sizden aldım.
— Bak sen! dedi güler yüzlü Zinnatşin, sanki bir şey olmamış gibi. O siz miydiniz?
Nerede gördüm bu kardeşimi, diye düşünmüştüm de...
— Ben de öyle, nerede gördüm bu abiyi, diye düşünmüştüm. Eti satın aldıktan sonra
tanıdım ancak demesi ile birlikte, kapının zili çaldı; açtım, dışarıda tanıdığım şöför
duruyordu.
— Gittiler mi?
— Gel, eve geç. Üstünüzü çıkarınız.
— İşler üstümü çıkarmaya müsade etmiyor pek.
Bizim konuştuklarımızı duyan erkek misafirlerin ikisi de bizim yanımıza,
kapının yanına geldiler.
106
— Ne yapıyorsunuz? Siz dönecek misiniz, dönmeyecek misiniz?dedi şöför misafirlere
— Hay Allah! Biz yarın dönmeye sözleşmiştik..
— Predsedatel82 bu gün dönmeyi emretmiş.Yarın erkenden arabayı Neftekamski’ye83
gönderecekler..
Misafirler birbirine sanki “Ne yapalım?“ der gibi bakıştılar ve yarın sabah
otobüsü ile dönmeye karar verdiler. Tam o sırada, masada oturan kadın erkeklerin
yanına geldi ve sanki kestirip attı:
— Derhal döneceksiniz! Başkasını bilmiyorum, sen de döneceksin! dedi eşine,
Salimullin’e. Zaten olmayan paralarınızı içip dağıtmak mı istiyorsunuz, dedi eşine
bana bakıp. “Pazar fiyatlarının nasıl olduğunu unuttunuz mu yoksa?”
Bu gösterişten sonra onlar var olan yemeği ve eti çabuk çabuk bitirdiler ve
hemen giyindiler, çıkıp gittiler. Ben onları yolcu ettikten sonra girdiğimde, karım beni:
— İçmediğin halde para harcayıp duruyorsun ya, diye azarlayarak, votkayı sakladığı
yerden alıp, servanttın84 en uzak köşesine kilitledi. Ben ise votkayı tamamen
unutmuştum bile, misafirlere ikram etmek aklımdan bile geçmemişti.
Böylece bir hafta, on gün kadar vakit geçtikten sonra, bana köyden, ablamdan
bir mektup geldi. Ancak mektubun sonunda o: “ Bizim kolhozumuzdan sana üç kişi
gelmiş. İşte o zaman, kardeşim, onları ağırlamak için bir yarım litrelik düzenin de mi
olmadı ya?” diye eklemişti.
2.ĞELİ ŞİŞMEHE (Ğeli ağa Mansurov iŝtelegene)
Ul tıvğan yerzären hağınıp kayttı. Bığa tiklem de kayta ine, tik hağınıp kayta la,
hanavlı köndär ütkäs, kite torğaynı. Tıvğan yerzären taşlap, tev kitkän sağında ul hölök
kevek yeget ine. Şunday hölök kevek sağında tormoş yegettärgä horo şinel keyzerä lä
şul. Uğa la keyzerze... Keyzerze lä... ozak-ozak yıldar haldırmanı. E ul kayttı, kayttı la
tağı kitte.
82 Kolhoz çiftliklerinin başkanı. 83 Başkurdistan’ın küzeyinde bir şehir 84 Salonda kullanılan süslü dolap.
107
Tevge kaytıvında älege hölök kevek ĥerbi yeget ir buldı — uğa kız dimleneler.
İkense kaytıvında ul yeş ata ine. Ösönsö kaytıvında inde ul Ĥasan küle huğıştarınıň darı
yeŝen yeŝkägän haldat ine. Dürtense kaytıvında... Bişense... Unan huň inde ul ozak
yıldar kayta almanı. Unı ğına tügel, başkalarzı la huğış kaytarmanı, alıp kitte le küptärze
bötönläyge kaytarmay kaldırzı, e tere kalğandarğa doşmandı yeňgäs kene kaytıv
mömkin ine.
Ul tere kaldı. Kaytmahın tip, huğış unı ike tapkır ayaktan yıktı, ike tapkır bot
höyektären selpärämä kilterze — tere kaldı. Kaytmahın tip, huğış unı Leningrad
halkındarı hem uttarı arahında aska intekterze — ul tere kaldı.
Huğıştan huň inde ul ye Kirovtan, ye Ĥarkovtan, ye Taşkentten, unan huň
Voronejdän yä közön, yä yazın, yä kışın, yä yäyen kaytıp-kaytıp kitä ine. E ğümer
tigäneň ütä torzo — utız biş yaz, utız biş köz, utız biş yäy, utız biş kış ütkänlege
hizelmägän de kevek toyoldo. Yuk, hizelmäy bulamı huň? Torğan yer menän tıvğan yer
arahındağı yuldar ozon-ozon bulhalar za, ularzıň iň yakını, iň kıŝkahı yöräk aşa ütkäne
ine. Ana şul yul menän ul bötönläyge, kitmeŝkä kayttı.
Keşene hıv tarta, tizär. Hıv za, yer zä, şulay uk tuprak ta tarta torğandır. Ber kem
de donyağa meňgelekkä kilmägän. Min uğa tekelep karap ultıram. Bıl ak bözrä sästär,
tim, ber vakıt, bınan utız biş yıl elek, kara bözre bulğandarzır. Ütelgän yuldar, yıldar
bitke yıyırsıktar bulıp töşkän, ä küzzär doşmanğa pritsel aşa atkan saktarzan kıŝılıbırak
kalğan şikellelär. Berebbez zä donyağa mäňge yeş bulırğa kilmegänbez. Ul kaytkandan
birle hıv esep te tuya almay. Döröŝ, ul havanı la, ağastarzıň yäşellegen dä, yükä
säskäläreneň ĥuş yeŝen dä äse şikelle — ul bötähenä lä hoklanıp tuya almay. Ul torğan
yerendä lä bezzeň baksa artında üŝkän kayındar şikelle kayındarzı, bezzäge şikelle
yükälärze, şunday uk imändärze kürgäne bulğandır. Lekin uğa bötähe le torğan
yerzägege karağanda tıvğan yerzäge yakınırak — ul bit bötähen de hağınıp kayttı.
Eye, keşene hıv tarta, tizär. Min uğa bez yeşegän daça yanındağı Dim buyzarın,
bolondarzı, şişmälärze kürhätep yörönöm. Bezzeň yanda ike şişmä bar. Unıň berehe zur,
ikensehe bäläkäy genä. Zurıhına zavodtıň yal itevseläre ösön ütkän yılda uk, sıkkan
yeren betonlap, timer torbanan ulaktar kuyğandar, ä ikensehe, keskäye ihä, harı läm aşa
akrın ğına harkıy, ber tavışhız-nihez ağıp sığa la şulay uk ber tavışhız-nihez ülender
arahına inep yuğala. Ul oşo bäläkäy şişmägä barmağın tığıp karanı la, ozak kına unan
108
küzen almay, uylanıp torzo. Ul nizer ĥeterleneme, kem belhen, bılay ğına uylandımı?..
Läkin ozon-ozon yuldar ütep äylänep kaytkan keşeneň ğümerende nimäler genä
bulmaŝka, nimälär genä ĥäterenä töşmäŝkä mömkin.
Bez, urman hukmağı menän öŝkä kütärelep, öygä kayttık. Bez kaytıvğa öŝtäl
öŝtöndä bötähe lä äzer ine. Ultıra torğas, kaytıv ĥörmätenä käyeflänep tä kittek. Ul kapıl
talyan aldı la miňä: «Eyzä äle!» — tine. Unıň «äyzä älehän» şunda uk aňlap aldım — ul
üzeneň yaratkan yırın yırlatkıhı kilä ine. Unıň hızzırıp yebäreve buldı, mineň garmunğa
kuşılıvım buldı:
Ağizelgä töşä yazzım, töşä yazzım,
Totmanıň belägemdän, Merfuğa.
Ay-li, Gölmärfuğa, barhaň hıvğa,
Höyläşerbez barhın da.
Halkın şişmä hıvın esheň,
Yanğan yöräk baŝıla.
Kis buldı. Kön de ütte, e irtägehen irtän mine haman şul yır uyattı. Ul inde üze
uynap, üze ekren genä yırlap, minä uyata ine.
Halkın şişmä hıvın eshäň,
Yanğan yöräk baŝıla.
— Eyzä, halkın hıv alıp meneyäk äle, — tine ul.
Bez töşöp kittek. Ni küzem menen küräyem, kise bez karağan, harkıp kına
yatkan bäläkäy şişmä lä sıltırap ağıp, yırlap ultıra ine. Ul tazartılğan, sıkkan yere
sokolop, vak taştar halınğan, keskäy genä ulak kuyılğan, ä ulaktan şunday tonok hıv
ağa. E hıvı! Şul ĥetlem lä tämle, şul ĥetle lä halkın bulır iken!
— Hin eşläneňme?
— Eye.
— Kasan?
— Taň atkanda.
— Ni ösön taň atkanda?
— Her nämäneň ĥikmäte bar.
109
Ul serle itep yılmayıp kuyzı. Ul yılmayıvzıň serzäre, bälki, täräneräkter zä.
Läkin min de üzemsä genä: «Bıl da bit bötönläyge kitmäŝke kaytıvzıň berense taňı», —
tip uylap kuyzım.
Ul da başka ber hüz öndäşmäne.
Min, ul da ul, timen. Ul tigenem — kem huň ul? Ul — Ğäli ağay, Ğäli
Mansurov. Miňä yakın keşe. Mineň kızımdıň, olatahı.
Ğeli ağay ĥakında yazılğandar berehe le uylanıp sığarılmanı. Min uğa: «Bıl
şişmäne, äyzä, «Ğäli şişmähe» tip atayık», — tinem. Ul: «Käräkmäy», — tine.
Bulmaha, burahına: «Bıl şişmäneň hıvın eshäň, yanğan yöräk baŝıla, tip yazıp kuyayık»,
— tinem. Ul: «Yazayık», — tine.
Eye, «yanğan yöräk baŝıla...» Ğäli ağayzıň yöräge yana, buğay. Yanhın äyzä!
Yanmağan yöräk menän şişmäne yırlatıp bulamı ni? Ana ul nindäy yırlay, uğa yen
kergän bit, yen! Reĥmet hiňä, Ğäli ağay! E bit här kemdeň üzensä ber şişmähe bulırğa
teyeş. Bına hineň dä üz şişmäň bar. Ul şişmä tıvğan yerzärzen başlanıp, urav-urav
yuldar ütep, tıvğan yerzärge kilep koya. Hin de bit tıvğan yerzäreňe kitmäŝke kayttıň...
İyul, 1968.
GELİ PINARI
-Geli ağabey Mansurov’un hatırasına-
O, doğup büyüdüğü yerleri özleyip döndü. Bugüne kadar da dönüyordu; ama
özleyip dönse de, sayılı günler geçtikten sonra tekrar gidiyordu. Anavatanını bırakıp
ilk gittiği dönemde, o sülün gibi yakışıklı bir delikanlıydı. Öyle sülün çağında, hayat
erkeklere kahverengi asker kaputu giydiriyordu işte. Ona da giydirdi… Giydirdi de…
uzun yıllar çıkartmadı. O ise döndü, döndü ve yine gitti.
İlk dönüşünde, evvelki sülün gibi asker erkek adam oldu, ona kız istediler. İkinci
dönüşünde o artık genç bir babaydı. Üçüncü dönüşünde o, artık Hasan gölü savaşlarının
duman kokusunu koklamış bir askerdi. Dördüncü kez döndüğünde… Beşinci… Ondan
sonra o uzun yıllar dönemedi. Tek onu değil, diğerlerini de, savaş, evine göndermedi,
110
alıp götürdü de, tamamen bırakmadı; hayatta kalanlara da ancak düşmanı yendikten
sonra dönme imkanı tanıdı.
O hayatta kaldı. Evine dönmesin diye, savaş onu iki defa ayaktan yıktı, iki kez
ayak kemiklerini paramparça hale getirdi. Buna rağmen hayatta kaldı. Dönemesin diye,
savaş ona Leningrad soğukları ve ateşleri arasında açlıkta işkence çektirdi; ama o
hayatta kaldı.
Savaştan sonra o ya Kirov’dan, ya Harkov’dan, ya Taşkent’ten, daha sonra da
Voronej’den ya güzün, ya kışın, ya baharda, ya da yazın evine dönüyor, sonra geri
gidiyordu. Hayat dediğin geçip gidiyordu, otuz beş bahar, otuz beş yaz, otuz beş güz ve
otuz beş kışın nasıl geçtiği fark edilmemiş gibiydi. Hayır, fark edilmeden de geçer mi
ki? Kaldığın yer ile doğduğun yer arasındaki yollar uzak mesafede olsalar da, onların en
yakını, en kısası yürekten geçenidir. İşte o yol ile, o temelli olarak gitmemek üzere
döndü.
İnsanı su çeker, derler. Su da, hava da, aynı şekilde toprak da çekiyor olmalı. Hiç
kimse de bu dünyaya ebediyen kalmak üzere gelmemiş. Ben ona dikkatli dikkatli
bakarak oturuyorum. Bu beyaz kıvırcık saçlar, diyorum, bir zamanlar, bundan otuz beş
sene önce siyah kıvırcıklardı. Kat edilen yollar ve yıllar yüzüne kırışıklıklar olarak
dizilmiş, gözler ise düşmana nişan alıp ateş ettiği zamanlardan biraz çekik kalmış
gibiler. Hiç birimiz bu dünyaya sonsuza dek genç olmaya gelmemişiz. O, döndüğünden
beri, su içip de kanamıyor. Doğru, o havayı da, ağaçların yeşilliğini de, ıhlamur ağacı
çiçeklerinin hoş kokusunu da içiyor sanki. O, bunların hepsine hayran kalıp
doyamıyordu. O, bulunduğu yerlerde de bizim bahçe arkasında yetişen kayınlar gibi
kayınları, bizdeki gibi ıhlamurları, aynı meşe ağaçlarını görmüştür. Ama onun için,
bulunduğu yerlerdekilerden doğduğu topraklardaki daha yakındır, o her şeyi özleyip
döndü.
Evet, insanı su çekiyor, derler. Ben ona bizim oturduğumuz yaz evinin yanındaki
Dim boylarını, yeşil sahraları, pınarları gösterip dolaştırdım. Bizim yanımızda iki pınar
var. Onların biri büyük, birisi ise, küçücük. Büyüğüne, fabrikanın tatil yapan işçileri için
kolaylık olsun diye, geçen sene kaynak yerini betonla kaplayıp demir borudan geçitler
yaptılar; ikincisi ise, küçüğü, sarı yosun arasından yavaşça süzülüyor, sessiz sedasız
akıp çıkıyor ve aynı şekilde sessizce otlar arasına girip kayboluyor. O, bu küçük pınara
111
parmağını sokup çıkardı da, uzun süre ondan gözünü alamayarak oturdu. O, bir şey
hatırladı mı yoksa öylesine düşündü mü, kim bilir?... Ama uzun yollar geçtikten sonra
dönmüş bir insanın hayatında neler olmamış, anılarında neler canlanmamış olabilir ki?
Biz orman patikasıyla yukarı çıkarak eve döndük. Döndüğümüzde masada her şey
hazırdı. Sofrada otururken dönüş hürmetine çakır keyf de olduk. O birden talyan
garmunu eline aldı da bana: “haydi!” dedi. Onun “haydi”sini hemen o anda anlamıştım,
o sevdiği türküsünü söyletmek istiyordu. Onun çalmaya başlamasıyla benim garmuna
eşlik etmem bir oldu:
Agidel’e iniyordum, iniyordum,
Tutmadın bileğimden, Merfuga.
Ay-li, Gülmerfuga, gelirsen su almaya,
Konuşuruz hepsini de.
İçersen soğuk pınar sularını,
Yanan yürek diniyor.
Akşam oldu. Gün de geçti, ertesi sabah ise beni aynı şarkı uyandırdı. O, artık
kendisi çalıp, kendisi söyleyerek beni uyandırıyordu.
İçersen soğuk pınar sularını,
Yanan yürek diniyor.
– Haydi, soğuk su alıp getirelim, dedi o.
Biz aşağı indik. Ne göreyim, dün bizim baktığımız, süzülüp akan küçücük pınar
da çağıldayıp akıyor, şarkı söylüyordu. O, yosunlardan temizlenmiş, kaynak yeri
kazılmış ve küçük taşlar döşenmiş, küçücük geçit konulmuş, geçitten ise öyle bir berrak
su akıyor ki! Suyu ise! O kadar lezzetli, o kadar da soğuk olabilirmiş!
– Sen mi yaptın?
– Evet.
– Ne zaman?
– Tan ağarırken.
– Neden tan ağarırken?
– Her şeyin bir hikmeti var.
112
O gizemli gizemli gülümsedi. O gülümsemenin sırları, belki, daha da derinlerdeydi.
Ama ben de kendimce: “Bu da temelli dönüşün birinci tanı”, diye düşündüm.
O da başka bir şey söylemedi.
Ben o, o, diye anlatıyorum. O dediğim kim ki ? O, Geli ağabey, Geli Mansurov.
Bana yakın bir insan. Benim kızımın dedesi.
Geli ağabey hakkında yazılanların hiçbiri uydurulmadı. Ben ona “Haydi, bu
pınara ‘Geli pınarı’ diyelim”, dedim. O ise “Gerekmez”, dedi. “Olmazsa, tahtasına ‘Bu
pınarın suyunu içersen, yanan yüreğin diner’ diye yazalım”. “Yazalım”, diye razı oldu.
Evet, “yanan yürek diniyor...”. Geli ağabeyin yüreği yanıyor galiba, yansın da!
Yanmayan yürekle bir pınara şarkı söyletmek mümkün mü? Bak, o nasıl şarkı söylüyor,
ona can girmiş, can! Teşekkürler sana Geli ağabey! Herkesin kendine göre bir pınarı
olması lazım. İşte senin de öz pınarın var. O pınar, doğup büyüdüğün yerlerden çıkıp,
dolaylı yollardan geçip, tekrar doğduğun topraklara gelip dökülüyor. Sen de ana
vatanına gitmemek üzere, ebediyen döndün.
Temmuz, 1968.
D.Tiyatro Eserleri.
Nazar Necmi’nin sekiz tiyatro eseri bulunmaktadır. Bu eserler, oldukça
hacimlidir. Buraya, bu eserlerden sadece birini Türkiye Türkçesi karşılığıyla almamız
bile, tezimizin sınırlarını zorlayacağından, eserler hakkında bilgi vermekle yetinilmiştir.
113
SONUÇ
Maksadı meşhur Başkurt şair ve yazarı Nazar Necmi’yi tanıtmak olan bu tez
çalışmamız, “Önsöz”, “Sonuç” ve “Kaynaklar” dışında “Giriş”, “Nazar Necmi” ve
“Nazar Necmi’nin Eserlerinden Örnekler” başlıklı iki bölümden meydana gelmektedir.
“Önsöz”de, Nazar Necmi’yi seçme sebebimizle çalışmamızda takip ettiğimiz yol
hakkında kısaca bilgi verilmiş ve çalışmamız tanıtılmaya çalışılmıştır.
“Giriş” bölümünde, önce Başkurtların tarihi özet halinde sunulmuştur. Aslen
Başkurt olan Zeki Velidi Togan’ın “Başkurtların Tarihi” adlı çalışması, bu bölümü
yazarken kullandığımız ana kaynak olmuştur. Başka kaynaklardan da faydalanarak
Başkurtların tarihteki ve şimdiki durumunu ortaya koymaya çalıştık. Asıl tez konumuzla
doğrudan doğruya ilgili olmadığından, bu bölümü özet halinde vermeyi yeterli gördük.
Ancak, çalışmamızın ilerideki aşamalarında, - bir edebiyat eseri ile yazıldığı dönem
arasında kuvvetli bir bağ bulunması sebebiyle- özellikle yazarın sanat ve fikir dünyasına
etki eden olayların biraz daha detaylı olarak verilmenin daha faydalı olacağını fark
ettik. Bu bakımdan, İkinci Dünya Savaşı’nı öncesi ve sonrası ile birlikte hem bu
bölümde, hem de yazarın hayatı ve edebî kişiliği adlı başlıklar altında vermeye çalıştık.
Daha sonra ilk devirlerden başlayarak günümüze kadar devam eden zaman
içindeki Başkurt Edebiyatı hakkında bilgi sunmaya çalıştık. Nazar Necmi’nin yaşadığı
son dönem edebiyatı üzerinde biraz daha genişçe durmakta fayda gördük. Bu bölümü
de, konuyla ilgili belli başlı kaynaklarını kullanarak yazmaya çalıştık. Bu kaynakların
bir kısmı Başkurtça, bir kısmı da Türkiye Türkçesi ile yazılmıştır. Burada dikkatimizi
çeken en önemli nokta, bütün Türk boylarının edebiyatlarının ortak bir geçmişe sahip
olmaları idi. Aşağı yukarı 13.yüzyıla kadar devam eden bu ortak dönem, daha sonraki
asırların edebiyat eserlerini de derinden etkilemiştir. Türk dünyası edebiyatlarının ortak
dönemi olmamakla birlikte, 13.-14. ve hatta 15.yüzyıl edebiyatlarının arasındaki
ortakların fazla olduğunu da söyleyebiliriz. Bunları edebiyat eserleri, daha çok ta şiirler
üzerinde görmek, bizim için yeni olan bir durumdu. Klasik yazar ve şairlerimizle, klasik
tarzda yazan şairlerimizin eserlerini incelerken, bu noktanın göz önünde bulundurulması
gerektiğine inanıyoruz artık. Bu ortak dönemin tez konumuz olan Nazar Necmi üzerinde
114
de etkisinin olduğunu; ama az olduğunu söyleyebiliriz. Nazar Necmi’nin şiirlerinin tek
tek incelenmesi, çalışma konumuzun dışındadır; ancak yüksek lisans veya doktora
tezlerinde ya da makale şeklindeki bilimsel çalışmalarda olsun, bu noktaların
vurgulanması gerektiğini düşünmekteyiz.
“Giriş”ten sonra gelen birinci bölümün başlığı “Nazar Necmi”dir. Bu ana başlık
altında “Hayatı”, “Edebî Kişiliği”, “Dili ve Üslubu”, “Eserleri” ve “Hakkında Yapılan
Çalışmalar” şeklinde alt başlıklar bulunmaktadır. Tezimiz bir biyografi çalışması
olduğu için, bu bölüm biraz geniş tutulmuştur. Daha önce de söylediğimiz gibi, yazarın
hem hayatında, hem de sanat hayatında önemli bir yer tutan İkinci Dünya Savaşıyla
ilgili bilgilerin bir kısmı, burada verilmiştir. Yine bu bölümde, Nazar Necmi’nin sanat
ve edebiyat hakkındaki düşüncelerinin bir kısmı da verilmektedir. Ayrıca, şairin
şiirlerini daha iyi anlamamıza yardımcı olabilecek bazı kavramlar ve semboller
tanıtılmaktadır. Nazar Necmi veya çağdaşları üzerinde yapılacak çalışmalarda, bu
bilgilerin işe yarayacağını umut ediyoruz.
Bu bölümde Nazar Necmi’nin eserlerinin bir listesi de verilmektedir. Bu listenin
tam olduğu şeklinde bir iddiamız yoktur. Nazar Necmi çok yazan bir şair ve yazardır.
Başkurdistan’da ve Başkurdistan dışında, gazete ve dergilerde yazıları yayınlanmıştır.
Başkurdistan dışında basılan kitapları da bulunmaktadır. Yazarın ölümünün üzerinden
uzun bir zaman da geçmiş değildir. Bu bakımdan, tam bir liste hazırlamanın kolay
olmadığı meydandadır. Ancak kitap formatındaki bütün eserlerinin listede bulunduğunu
söyleyebiliriz.
Aynı şey ”Nazar Necmi Üzerine Yapılan Çalışmalar” başlığı için de söz
konusudur. Yazar üzerine yapılmış olan çalışmaların çok fazla olmadığı bilinmektedir.
Bununla birlikte; az da olsa, Nazar Necmi’yi veya eserlerinden her hangi birini konu
alan bütün çalışmalara ulaşabildiğimizi söyleyecek durumda değiliz. Bunda,
Başkurdistan dışında yaşıyor olmamızın da etkisi büyüktür. Bütün bunlara rağmen Naza
Necmi üzerine yapılmış önemli çalışmaların künyelerini verdiğimiz ve bazılarını da
tanıttığımız kanaatindeyiz. Sonuç olarak gerek eserleri, gerekse hakkında yapılan
çalışmalarla ilgili olarak eksiklerimizin bulunduğunu; ancak bu konuda çalışma yapmak
isteyenlere rehberlik yapabilecek nitelik ve niceliğe sahip listeleri oluşturduğumuzu
düşünmekteyiz.
115
İkinci Bölüm “Nazar Necmi’nin Eserlerinden Seçmeler” başlığını taşımaktadır.
Nazar Necmi şiir, hikaye, edebî inceleme yazıları ve tiyatro eserleri kaleme almıştır. Bu
bölümde, önce şiirlerinden örnekler yer almaktadır. Alınan şiir örnekleri, rasgele
seçilmiş değildir. Şairin işlediği bütün temaları gösterebilecek örnekler alınmaya gayret
edilmiştir. N. Necmi, daha çok bir şair olarak tanındığı için, şiirlere daha fazla yer
verilmiştir. Şiirleri, önce aynı sayfada iki sütun halinde; bir sütunda orijinal (Başkurtça)
hali ile, diğer sütunda da Türkiye Türkçesi karşılıları ile vermeyi denedik Böyle
yapmaktaki amacımız, takibin kolay olmasını sağlamak idi; fakat bunda pek başarılı
olamadık. Önce orijinal metinleri, arkasından da Türkiye Türkçesi karşılıklarını
vermekte karar kıldık. Takip etmeyi kolaylaştırmak için de, farklı karakterler (normal-
italik)kullandık. Şiirler dışında, Mustay Kerim hakkındaki bir değerlendirme yazısı ile
iki hikayesini yine orijinal haliyle ve Türkiye Türkçesi karşılıklarıyla verdik. Tiyatro
eserlerinden örnek vermemiz imkansızdı; çünkü bir tiyatro eseri bile, - Başkurtça ve
Türkiye Türkçesi olarak - çalışmamızın hacmine sığamazdı . Bunu da ilgili yerde bir
cümle halinde belirttik. “Kaynaklar” bölümünde de konuyla ilgili kaynakların bir listesi
bulunaktadır. Kaynaklar, “Kitaplar” ve “Makaleler” şeklinde tasnif edilmiştir. Tez
çalışmamız bu bölümde tamamlanmaktadır.
Sonuç olarak, N. Necmi üzerinde başka çalışmaların yapılmasının faydalı olacağı,
hatta gerekli olduğu inancındayız. Mümkün olursa bütün eserlerinin, olmazsa seçilecek
eserlerin, başta Türkiye Türkçesi olmak üzere diğer Türk lehçelerine aktarılmasının
yararlı olacağı; çünkü N. Necmi’nin modern Başkurt edebiyatını temsil edebilecek
nitelikte olduğunu söylemenin yanlış olmayacağı kanaatindeyim.
116
KAYNAKÇA
A. Kitaplar
Baimov R. N. İstoki i Ustya:Zametki O Başkirskoy Literature (Kökenler Ve
Kaynaklar. Başkurt Edebiyatı hakkında Notlar), Ufa :Kitap, 1993.
Baimov R. N. Poiskam Net Kontsa(Sonu Olmayan Arayışlar),
Sovremennik,Moskova 1980.
Baimov R. N. Sudba Janra: (Vzaimodeystvie i razvitie janrovıh form başkirskoy
prozı). (Türlerin Gelişimi:(Başkurt Edebitatı Türlerinin Etkileşimi ve Gelişimi. ),
Başkirskoe knijnoe izdatelstvo, Ufa 1984.
Başkirskaya Literatura i Literaturnıy Yazık Na Sovremennom Etape: (sbornik
statey) AN SSSR, Başkirsk. filial, İn-t istorii, yazıka i literaturı. (Bugünkü Başkurt
Edebiyatı Ve Edebi Dili: (Makaleler Derlemesi), BFAN SSSR, Ufa 1979
Başkort Ezebiyet Tarihı. Altı tomda (Başkurt Edebiyatı Tarihi. Altı Cilt), ”Kitap”,
Öfö 1993-T. V
Başlangıçtan Günümüze Kadar Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi
(Nesir-nazır), Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 2004, c. 29. Başkurt Edebiyatı
Bikbayev R. T. Evolutsiya Sovremennoy Başkirskoy Poezii (Çağdaş Başkurt
Şiirinin ) (AN SSSR, in-t istorii, yazıka i literaturı Başkirskogo nauçnogo tsentra Ur.
O. Nauka, Moskova 1991
Bikbayev R. T. Vremya. Poet. Narod. (Zaman. Şair. Halk.), Sovremennik, Moskova
1986
Bulyakov İ. K. Vozniknovenie i Stanovlenie Başkirskoy Dramaturgi (1917-1932)-
(Başkurt Dramının Oluşumu Ve Gelişimi (1917-1932), Ufa, 1975
Ehmetyenov K. Nazar Nejmi-Şigır Ostahı (Nazar Necmi-Şiir Ustası), Bakortostan
Kitap Neşriatı, Öfö 1974
Gaynullin M. F., Husainov G. B. Başkirskie Pisateli-Narodnıe Poetı Başkirii,
Laureatı Gosudarstvennıh Premiy SSSR, RSFSR, BASSR(SSSR, RSFSR, BASSR
Devlet Odüllerine Layık Görülmüş Başkurt Milli Şairleri), Başkirskoe knijn.
izdatelstvo, Ufa 1981
117
Gaynullin M., Höseyinov G. Başqort Sovyet Yazıysıları (Başkurt Sovyet Yazarları),
Başkortostan kitap neşriatı, Öfö 1967
Gilejev H. Bıl Donyala Hin Yäşäyhen İkän…( N. Nejmizen ”Atay Yorto” kitabına
baş hüz) (Bu Dünyala Sen Yaşıyormuşsun…(N. Necm’nin “Baba Evi” kitabına
Önsöz), Başkortostan kitap neşriyatı, Öfö 1988
Gilejev H. G. Golosa Raznıh Let: Publistsistika, literaturno-kritiçeskie statyi,
tvorçeskie portretı (Farklı Zamanların Sesleri. Düz Yazılar, Edebi-Eleştiri
Makaleler, İcadi Portreler), Başkirskoe knijnoe izdatelstvo, Ufa 1988
Höseinov G. B., Bayimov R. N. Hezerge Başqort Äzebiyäte:urta mäktäpten XI
sinifi ösön därslek. (Modern Başkurt Edebiyatı:Orta Okul XI Sınıfları İçin Ders
Kitabı ),Başkortostan “Kitap” neşriyate, Öfö 2002
Husainov G. B. Başkirskaya Sovetskaya Poeziya, 1917-1980(Başkurt Sovyet Şiiri,
1917-1980), Nauka, Moskova 1983
Husainov G. Şagirzar. Ezebi Portrettar. (Şairler. Edebi Portreler), Başkortostan
Kitap neşriatı, Öfö 1981
İstoriya Başkirskoy Sovetskoy Literaturı. Oçerki. (Başkurt Sovyet Edbiyatının
Tarihi. Makaleler. ) Pod red. L. G. Baraga. ( i dr. ), Başknigoizdat, Ufa 1966
Kerim M. Şağir-Yulda. (N. Najmizen “Şigirzar, Poemalar” kitabına baş hüz) (Şair-
Yolda (N. Necmi’nin “Şiirler, Poemalar” kitabına Önsöz), Öfö, 1964
Kuzeyev R. G. Proishojdenie Başkirskogo Naroda. Etniçeskij Sostav, İstoriya
Rasseleniya, (Başkurt Halkının Oluşumu. Etnik Yapısı, Yerleşme Tarihi), Nauka
Kitap Neşriyatı, Moskova 1974
Nadergulov M. H. İstoriko-Funktsionalnıe Janrı Başkirskoy literaturı/M. H.
Nadergulov/ (Başkurt Edebiyatının Edebi-Funksyonel Türleri ), Kitap, Ufa 2002
Rahimkulov M. G. Pisateli o Voyne (Yazarlar Savaş Hakkında), Başkirs. Org. Obş-
va “Znanie”, Ufa 1985
Proishojdenie Başkirskogo Naroda (Başkurt Halkının Oluşumu), Nauka Kitap
Neşriyatı, Moskova 1974
Sozidateli. Spravoçnoe Posobie Dlya Uçaşihsya Obşeobrazovatelnıh Şkol
(Yaratıcılar. Okul Oğrencileri İçin Ders Kitabı), Ufa, poligrafkombinat, 2000
118
B. Makaleler
Anninskiy L., ”Yaw Häm Tınıslıq Sigendä (Savaş Ve Bariş Sınırında”),”Literaturnaya
Gazeta”, 1971
Abdullin İ., “O Pyese i Spektakle “Nezvannıy Gost” (“Beklenmeyen Misafir“ tiyatro
oyunu Hakkında)”, “Sovetskaya Başkiriya”, 1954, 4 Aprel.
Bikçentaev A.,“Vesennyaya Pesnya”. (“İlkbahar Şarkısı”)-“Krasnaya Başkiriya”, 23
Aprel, 1951.
Baranov A., ”Şram Voynı. (Savaş Yarası)” -“Ural”, 1963, No 9
Çanışeva F., “Bötehe le Ütkenderze Kaldı…(Her Şey Geçmişlerde Kaldı…)”,
“Başkortostan”, 6 Eylül, 2000
Denisova İ., ” Kapka Asıvsı Malay.(Kapıları Açan Çocuk. )” -”Literaturnaya
Gazeta”, 1982
Elibay S., ” Şigir Tantanahı. (Şair Töreni)” -“Yeşlek”, 1958, 7 Şubat,
Ehmetyenov K., “Yeşev Hakikate (Nazar Nejmige-50 yeş) (Hayat Hakikatei (Nazar
Necmi’ye-50 yaş)”, Agızel, 1978, No 2
Ehmetyenov K., “Nazar Nejmi. (Nazar Necmi)“, “Sovet Başkortostanı”, 1963, 1 Mart
Fevzi G., “Atayım Beze Bik Nık Yarattı. (Babam Bizi Çok Sevdi)” “Başkortostan Kızı”
2004, No 1
Gafarov B., ”Nazar Nejmi-Şigir-Yırsı. (Nazar Necmi-Şair-Şarkıcı)” , “Başkortostan
ukıtıwsıhı”, 1993, No 10
Gafurov M., “O Stihah Nazara Nadjmi. (Nazar Necmi Şiirleri Hakkında)” ,
“Leninets”, 23 Kasım, 1954
Gilejev H., “Bez Haldattar Bit Äle. (Biz Askeriz Hala. )”, “Başkortostan”, 1998, 5
Şubat
Gilejev H., “Üz İmanı Mene. (Kendi Namusu İle)”, “Agizel”, 1993, No 2
Glezer A., “Tvorçestvo-Soldatskaya Doroga (İcad-Askeri Yol)”, “Znamya”, 1963, s. 6
Glin S., ” Yana Spektakl (“Çakırılmagan Kunak” pyesası turında) Yeni Tiyatro Oyunu
(“Beklenmeyen Misafir” Oyunu Hakkında)”, “Kızıl Tan”, 24 Şubat, 1954.
Hakimov R.” Jiznelyubiye. (Hayatseverlik)” , “Leninets”, 15 Şubat, 1963,
Hafizov N. ”Yazgı Jır”. (“İlkbahar Şarkısı”) “Kızıl Tang”, 21 Nissan, 1951
119
Hebib K. ”Kötölmegen Yamgır” (“Beklenmeyen Yağmur”)“Agizel”, 1961, No 12,
Hebirov E. “ Nazar Nejmizeng “Agım” Poemahı. (Nazar Necmi’nin “Akıntı” Poeması”
) “Başkortostan Ukıtıwsıhı”, 2003, No 2,
Hebirov E. “ Nazar Nejmizeng “Ber Tugandar” Poemahı. (Nazar Necmi’nin
“Kardeşler” Poemahı )” -“Başkortostan Ukıtıwsıhı”, 2003, No 5
Hebirov E.” Nazar Nejmizeng “İke Zöleyhe” Poemahında Şehes, Geile hem Ehlek
Meseleleri. (Nazar Necmi’nin “İki Züleyha” Poemahında Şahıs, Aile ve Ehlek
Meseleleri)” “Başkortostan Ukıtıwsıhı”, 2002, No 3
Hebirov E. “ Poetik Beyeklekterze Yawlap. (Poetik Zirveleri Keşfedip)” -“Başkortostan
ukıtıwsıhı”, 1982, No 4
Hebirov A. “ Put K Zrelosti i Priznaniyu. (Olgunluğa Ve Şöhrete Yolculuk)” -
”Vatandaş”, 1998, No 2
Hekimov R. “ Dve Knigi Nazara Nedjmi. (Nazar Necmi’nin İki Kitabı)” -”Sovetskaya
Başkiriya”, 5 Haziran, 1963,
Höseyinov G. “ Zamanga Tin Poeziya Ösön. (Zamana Eşit Poezya İçin)” “Agizel”, No
12, 1983
Höseinov G. “ Şiğri Tamsılar. ( Şiir Damlaları )” -”Sovet Başkortostanı”, 27 Mayıs,
1961
Hujiyev G. “ Tormışka Möhebbet. (Yaşama Sevgi )” “Kızıl Tang”, 27 Ağustos, 1963,
İvanov N. “ Vzyato İz Jizni (O Poeme “Vorota”. ) (Hayattan Alınmış (“Kapılar”
Poeması Hakkında” )-”Sovetskaya Başkiriya”, 1963, 7 Nisan.
Kinyabayev Y. “ Mongol Yeren Yöröp Kayttık Bez. (Moğol Topraklarını Ziyaret Ettik
Biz)” “Başkortostan”, 5 Şubat, 1998
Kirey E. “Yazgı Yır”. (“İlkbahar Şarkısı”)”, “Kızıl Başkortostan”,1951, 22 Nisan.
Kulibay S. ”Tamsılar” (“Damlalar”)” -”Sovet Başkortostanı”, 1950, 22 Kasım.
Levşin İ. “ Sosed Po Ognyu. (Ateş Komşusu) “ -”Literaturnaya Rossiya”, M., 1982,
10 Aralık.
Levşin İ. “ Felsefevi Akıl Yemeşe. (Felsefi Akıl Meyvesi)” -“Literaturnaya Gazeta. ”-
1982
Mingnullin G. “ Söyu Süzlere. (Aşk Kelimeleri)” -”Kızıl Tan”, 1962, 3 Haziran,
120
Moratov E. “ Osraşıyzar, Küreşevzer. (Buluşmalar, Karşılaşmalar) “ “Başkortostan”,
2000, 6 Eylül,
Nazar H.“Yangız Yelkän Kürenä Ağarıp. (Yalnız Yelken Görünüyör Uzaklarda)” -
“Başkortostan”, 1998, 5 Şubat,
Nasırov Ş. “ Leylenen Yazmışı. (“Çakırılmagan Kunak” pyesası turında. ) (Leyla’nın
Kaderi (“Beklenmeyen Misafir” Tiyatro Oyunu Hakkında)” -“Kızıl Tan”, 1954, 22
Mart,
Ramazanov G. “ Lirika Yunosti i Drujbı. (Dostluk ve Gençlik Şiirleri)” ”Sovetskaya
Başkiriya”, 1954, 25 Kasım,
Rehimkulov M. ”Yeget Yegetlegen İte” (“Delikanlı Delikanlığını Eder”)” “Leninse”,
1960, 28 Mayıs,
Rostovtseva İ. “ Zarurlık Sere. (Yeteneğin Sırrı)” -”Literaturnaya Gazeta”, 1976
Saitov S. “ Dvadtsat Pyat Let Stihov. (Yiğirmi Beş Senedir Şiir)” -”Sovetskaya
Başkiriya”, 1967, 30 Aralık,
Soltanova M. “ N. Najmi İjadı Buyınsa Deres-Seyehet. (N. Necmi İcadı Hakkında
Ders-Seyahat)” -“Başkortostan Ukıtıwsıhı”, 2001, No 4
“Etniçeskaya İstoriya Başkir s Kontsa I tıs. n. e. Do XIX v.”, Nauçnaya Sessiya Po
Etnogenezu Başkir, ( “I. yüzyılın sonundan XIX. yüzyıla kadar Başkurtların Etnik
Tarihi”, Başkurtların Etnik Oluşumu Üzerine Konferans) Ufa 1969
121
ÖZGEÇMİŞ
Ben, Rozaliya Davletbakova, 1 Şubat 1980 yılında Başkortostan’ın Yeyensura
bölgesinin İdelbek köyünde doğdum. Annem anaokulu müdürü, babam veterinerdir.
1972 doğumlu evli ablam var, o da doktor.
1986-1990 yılları arasında İdelbek ilkokulunda okudum.
1990-1995 yıllarında aynı okulun ortaokulunu ve 1995-1997’de de lisesini
madalyayla (birincilik) tamamladım.
1997’de Orenburg Devlet Pedagoji Üniversitesi’ni (Rusya) kazandım ve 5 sene
devam eden lisans eğitimi sonunda, 2002’de, kırmızı diploma (birincilik) ile mezun
oldum.
Aynı senede Ufa’da Tarih, Dil ve Edebiyat Araştırma Enstitüsü’nü (Rusya
Bilimler Akademisi’nin Ufa Şübesi Araştırma Merkezi) kazandım ve Halk Bilim
Dalında bir konu üzerinde çalışmaya başladım. Bu sırada burslu olarak Türkiye’ye
gelme hakkını elde ettim. Bir sene Ankara Üniversitesi Samsun TÖMER Şubesinde
Türkçe eğitimi aldıktan sonra, Ege Üniversitesi’nin Türk Dünyası ve Araştırmaları
Enstitüsü’nün Türk Dünyası Edebiyatları Anabilim Dalınında yüksek lisansa
başladım.
Evliyim, bir kız annesiyim. İyi derecede Rusça, orta seviyede de Almanca
biliyorum.