Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl...

51

Transcript of Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl...

Page 1: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da
Page 2: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizo açık denizlerin gecesinden çıkıp gelenhayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

köy mezarlıklarının tarlalarla kesiştiği boşluklarda,çocuk parklarında ve kurgusu boşalmış

luna-parklarda, sandalyeleri ters çevrilmişmeyhanelerde, okuyucuları çoktan yokolmuş

kütüphanelerin ıssız koridorlarında gezindiğinimutlaka birileri fısıldamıştır kulağınıza. Hatta

geceleyin birdenbire havlayan köpeklerin nedenürktüklerini o zaman hissetmişsinizdir.

Ya da tüm bunlar uyku ile uyanıklık arasındayaşanan türden bir hayal...

Page 3: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

seyir defteri

Hiç bitmeyen bir hikayenin içinde kaybolmak, sonsuzluğun paralel evrenlerinde tekrartekrar varolmak, zamanın içinde bir sarkaç gibi ileri ve geri, çocukluk ve yaşlılık

arasında gidip gelmek, hep ama hep genç dipdiri kalmak, doğaya ve tanrılara isyanetmek, aşkın bitmeyen acılarını çekerek bir an'ın içinden evrene açılmak... Hayallerimizin

büyülü ormanında kaybolabilir miyiz?

Aramızda, tam yanıbaşımızda, bize bizden daha yakın olan,soğuk ve adil ve kaçınılmaz ölüm! O'na karşı tek silahımız, hayallerimiz... Çünkü o, aklın

sınırlarının içinde, yani caddelerinde şehrin, kalabalıkların en sevimsiz çehrelerinesırıtarak, bayramlıklarını giyinip gezmeyi sever.

Hayallerimizin büyülü ormanında kaybolabilir miyiz? Zavallı ve çocuk elleri zihnimizin.O büyülü ormana asla giremeyecek ölüm...

Page 4: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

içindekiler

4uçan hollandalı

ÖLÜM ÜÇLEMESİmurat gülsoy

12üstü çizilmiş kişiler

BİR TEMİZLİK SÖYLEMİ OLARAK ÖLÜMnazlı ökten

15başka bir dünya

GÜLZEMİN HANIMIN BANA DOKUNDUĞU YERDEDÖKÜLEN MÜREKKEPLE YAZILMIŞ HİKAYAT

esin esen

20kimsesiz çığlık

YALNIZLIK, KORKU VE NİHAİ SON: UZUN İNCE BİR YOLDAYIZpınar türen

23deligömleği

DÜNYAYA GELMEK BİR DAHA HAYAL EDİLSE BİLEsedef erkman

26med-cezir

MUMİYAzeynep aktüre

32düşdeğirmeni

BİLDİĞİN SAHANDA YUMURTAorhan cem çetin

Page 5: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

33gizli hazine

BİR HİSSİYAT MESELESİselim ergun

38kirli melekler

ÇÖZÜYOR. ÇÖZÜYOR. ÇÖZÜYOR...gül çetin

40çıkmaz sokak

DEKAMERONseda kaynak

43kutupyıldızı

DEF-İ ŞER AYİNİbayram keten

44s is düşler i

KARANTİNA, DÜĞME BÖCEĞİ VE BÜYÜLÜ CÜMLEergun kocabıyık

46şişedeki mesaj

YAŞAM BİR YOLCULUKTUR ÖLÜME VARILANnurgürsu

47yalnızlığın oyuncakları

ÖLÜMÜ BEKLİYORLTMahmet ortaçdağ

Page 6: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

uçan hollandalı

ÖLÜM ÜÇLEMESİ

murat gülsoy

I. İDAM

Sevgili Dostum,Böyle bir mektuba nası l baş layacağımıbilemiyorum. Seninle çok yakındık. Fakat belki çokdeğişmişsindir. Belki beni hatırlamayacak kadarçok... Çünkü zaman değiştiriyor. Örneğin ben çokdeğiştim. Görsen tanımayacağına yemin edebilirim.

Kediler ölülerini gizlerlermiş. Öleceğini anlayan birkedi ortadan yok olur, on yıllık sahibi bile cesedinibulamazmış. Bu güne kadar da eceliyle ölmüş birkedinin cesedine rastalayan olmamış. Sadeceortadan kayboluyorlar.

Görüşmediğimiz süre içinde hep aynı yerde görevyaptım. Oraya gittiğimden beri -ne kadarsevinmiştik hatırlarsın- bir kabusu yaşıyorum. Keşkesavaşın orta yerine gitseydim belki çok daha kısa birsüre yaşardım fakat hiç olmazsa yaralı insanlarıiyileştirmeye çalışmakla geçerdi o kısa zamandilimi. O doktorları nasıl kıskanıyorum bilemezsin.

Ben ne mi yapıyorum? Bir hapishane doktoru neyaparsa onu dostum. Mahkumları tedavi ediyorum.Ve onlar idam ediyorlar. Biliyorsun buhapishaneye girenler oradan bir tek şekildeçıkabiliyorlar. Yine benim verdiğim ölümraporuyla. Fakat önce tedavi ediyorum. İdamedilmeden önce sağlık raporu veriyorum. Ve sonra,ölüm raporu veriyorum. Sabah altı otuz, sağlıklı;sabah dokuz onbeş, ölü. Ve günler gelip geçiyor,ben ölmüyorum. Her an duracağını zannettiğimkalbim beni her gün yanıltıyor.

Dün gece yine tuhaf bir rüya gördüm Fakat ondanöncekini anlatmalıyım. Geçen ay idam edilmedenönce muayene ettiğim bir kadınla ilgili. Kadın savaşsuçlusu olarak getirilmişti. En yakın arkadaşı gizlipolismiş. Ve onun hazırladığı raporla tutuklanmış,suçunu itiraf etmiş. "Savaş karşıtlığı ve düşmanülkelerin menfaatlerini koruma ve kollamaeğilimi..." Her neyse geçenlerde gördüğüm rüyaşöyle:

Bir kasabadayım. Çok fakir bir yer. Bir cenazetöreni yapılmakta. Ölen, sıradan bir yoksul. Tamgömülmek üzereyken, ölünün alacaklıları cenazeyib a s ı y o r l a r v e b o r ç l a r ı ödenmedengömülemeyeceğini söylüyorlar. Ölünün yakınlarıyalvarıyorlar adamlara fakat adamlar nuh diyorlarpeygamber demiyorlar. Ne kadar borcu olduğunusoruyorum. Adamların söylediği o kadar küçük birmiktar ki durum son derece saçma geliyor bana veçıkarıp borcu ödüyorum. Sonra adamın evindeyiz.Yakınları beni ağırlamak istediklerini söylüyorlar.İtiraz etmiyorum ve geceyi orada geçirmeye kararveriyorum. Odanın ortasına bir yatak serilmiş.Yatıyorum ve rüyama ölmüş olan adam giriyor.Bana teşekkür ediyor ve bundan sonra bahtımınaçıldığını, başıma hiç ummadığım kadar güzelşeyler geleceğini muştuluyor. Yalnız her şeydeortağız artık, diyor. Uyanıp yola çıkıyorum. Artıkbambaşka bir yerdeyim. Göl kıyısı. Gün batarkenbirden gölün içinde bir kızın yüzdüğünü görüyorum.Şaşırıyorum. O "sağlıklı: idam edilmesinde birsakınca yoktur!" raporu verdiğim genç kadın. Ne iyikurtulmuş diyorum. O sırada kız beni farkediyor vebana doğru yüzüyor. Ona aşık olduğumuhissediyorum. O da bana aşıkmış. Birbirimizinyüzünü öpüyoruz. Fakat birdenbire bana kızdığınıhatırlıyor sanki. Neden kurtarmadın beni diyor.Benim bir şey söylememe fırsat vermeden sudançıkmaya başlıyor. Belinden aşağısı korkunç birejderha bedeni ve bacaklarının arasından binlerceyırtıcı çene çıkıyor. O sırada borçlarını ödediğimadamın sesini duyuyorum. 'Ne kazanırsan yarısıbenim demiştim. İşte şimdi ödeşiyoruz!' diyor vekızın ejderha kısmını alıyor. Genç kadınla sularagömülüyoaız ve uyanıyoaım.

Canını sıktığımı biliyorum, sevgili dostum. Şimdi bumektubu okumak yerine kimbilir neler yapacaktın.Fakat başka çarem kalmadı. Senin bir nebze olsunyaşadıklarıma tanık olmanı istedim. Çünküyaşanılanlar izlenmiyorsa, bilinmiyorsa hiç biranlamı kalmıyor. Tanığı olmadığımız olaylar bizimiçin adeta varolmuyorlar.

4

Page 7: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

uçan hollandalı

Adamın yüzünü görmüyorum. Başı arkayadoğru gerilmiş durumda olduğu için

heyecanla atan şah damarına dikiyorumgözlerimi. Tüm bedeni harfler ve işaretlerleboyanmış bir kadının yavaş yavaş adamın

üzerine oturduğunu görüyorum. Adamınorganı hiç zorlanmadan bıçak gibi giriyorkadının bedenine. Nefesim sıkışıyor. Aynı

anda kadın elindeki ipi gevşetiyor veadamın boynuna doğru hizalanmış olan

giyotinin karanlığın içinde su gibi aktığınıve yine aynı anda orada yatan adamın

kendim olduğunu anlıyorum.

Beni gözünün önünde canlandırmanı istiyorum.Son görüşmemizden bu yana hızla yaşlandım. Ortayaşlı bir adam görüntüsüne sahip, kel ve zayıfım.Küçükken kızların hoşuna giden çillerim hastalıklısuratımda pis lekelere dönüştü. Ve her sabah o günasılacak ya da ilaçla öldürülecek olan mahkumlarımuayene ediyorum. Ya da idam edilmiş olanlarınölüm raporlarını yazıyorum. Sonra öğlen oluyor.Yemekten sonra yine muayeneler... Akşamlan isetam bir işkence. Televizyonda hiç bir şeyyokmuşçasına eğlenen insanların gizli hayatlarıüzerine alışılmış programlar ve bir türlü gelmekbilmeyen uyku.

Uzunca bir süreden beri o kadını rüyalarımdagörüyorum. Bazılarında demin anlattığım gibimutlu sonla uyanıyorum fakat çoğunlukla kabuslarlaboğuşuyorum. Kalbim hasta olduğu içinuyuşturucunun dozunu ar t ı ramıyorum. Hasöylemeyi unuttum. Evde kendime küçük birlaboratuvar kurdum. Eminim farkındalar fakat birşey söylemiyorlar. Hatta ürettiğim sentetikuyarıcıları ima ederek infaz işinde çalışanlara özelbir 'moral programı' uygulamamı bile istediler.Özellikle gardiyanlardan beşinin birbiri ardınaintiharından sonra... Kendime birazcık nefesaldırabildiğim tek pencere bu sentetik uyarıcılar. Neyazık ki haftada iki kez kullanabiliyorum ve ancak ozaman rüyalarım mutlu sonla bitiyor.

Kabuslarım ise hep aynı. Tuhaf ve büyük birapartmanın önünde başlıyor rüya. Kapıdan içerigirmem gerekli fakat tam kapının önüne gevşek biriple bağlı duran ve durmaksızın havlayan vahşi birköpek girmeme engel oluyor. O sırada yüzünü hiçbir zaman seçemediğim bir adam gelip köpeğikontrol altına alıyor ve ben içeri girebiliyorum.

Asansör gitmem gereken kata ulaştığında buapartmanda dairelerin bütün katı kapladığınıanlıyorum. İçerde egzotik bir atmosfer var. Hertaraf karanlık. Mumların cılızca aydınlattığıköşelerde göze çarpan garip semboller var. Arkaikbir takım resimler görüyorum. Taş devrindeinsanların şeytan figürleri betimlediklerini görünceşaşırıyorum. Neden orada olduğumu bilmiyorum.Tütsüye karışan bir parfüm kokusu alıyorum. Hiçkimseyi net olarak görmememe rağmen çevremdebir sürü insan olduğunu hissediyorum. İzleyengözlerin varlığı heyecanlandırıyor beni. O sıradaodacık gibi bir yeri gözetlerken buluyorum kendimi.Ortamda duyulan müziğin volümü kulakları sağıredecek kadar yükselmiş durumda. Odanın içindebir çok çıplak kadın ve erkek görüyorum. Şeytani biralem yaptıklarını ve sonunun mutlaka kötübiteceğini hissediyorum. Kaçma şansım varkenyine de merakıma ve kaderime yeniliyorum.Odanın orta yerindeki yükseltide elleri ve ayaklaniki yana açılarak bağlanmış çıplak bir adam yatıyor.Adamın yüzünü görmüyorum. Başı arkaya doğrugerilmiş durumda olduğu için heyecanla atan şahdamarına dikiyorum gözlerimi. Tüm bedeni harflerve işaretlerle boyanmış bir kadının yavaş yavaşadamın üzerine oturduğunu görüyorum. Adamınorganı hiç zorlanmadan bıçak gibi giriyor kadınınbedenine. Nefesim sıkışıyor. Aynı anda kadınelindeki ipi gevşetiyor ve adamın boynuna doğruhizalanmış olan giyotinin karanlığın içinde su gibiaktığını ve yine aynı anda orada yatan adamınkendim olduğunu anlıyorum. Kadının hep aynıkadın olduğunu söylememe gerek yok herhalde. Vebedenimden ayrılmış kafam vücudumla birleşmeyedevam eden o kadını izliyor. En nihayet cansızbedenim içindeki son tohumlan kadına boşaltıyor.Ben olmaktan çıkmış bedenimin kadınla çiftleşmesive kesik boğazımdan hırıltılarla fışkıran kan, artıkbana ait olmayan bir bulantı duygusu yaratıyorzihnimde. O anda, adını bile duymadığım şeytanibir güç için askerler doğurmak üzere cansızbedenlerden gebe kalan kadınlardan oluşan buölüm tarikatının sıradan bir kurbanı olduğumuanlıyorum.

Bu kabustan her uyanışımda, kalbim deli gibiçarparak bir gün daha bu korkunç rüyayı görürsembeni terkedeceğini söylüyor çığlık çığlığa. Bençaresizlikle kabul ediyoaım kaderimi. Daha doğrusuediyordum. Bu geceye kadar.

Gidiyorum dostum. Bir saat kadar öne kararımıverdim. Fakat sanki beynimin bir bölümü yıllardırbu gidişi planlıyormuşcasına rahatlıkla ayrıntıları

5

Page 8: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

uçan hollandalı

Şanslıydık çünkü bir kahramanlar birliğiolarak geri dönmüştük ve devletin

şevkatinden azami oranda yararlanmıştık;diğer adsız askerler gibi yokolup

gitmemiştik.Devletin ödediği yüklü bir tazminatla

hayatımın geri kalan bölümünü edebiyatlauğraşarak geçirebileceğimi anladığımda

üniversitenin kapısından gözünde siyah birbantla giren genç bir adamdım artık

benim için hallediyor. Senin adresini çarçabukyıllardır durmakta olduğu çekmeceden bir çırpıdaçıkaran parmaklarım, bu satırların büyük birdoğallıkla kağıda geçişi, gideceğim yerinbelirlenmesi her şey benim dışımda gelişiyormuşgibi şaşkınlıkla izliyorum. Çünkü gidiyorum dostum.

O kedilerin gittikleri bilinmeyen ülkeye gidiyorum.Hoşçakal...

II. ÖTENAZİ

Rahatsız uyumuş olduğum için bütün günüminanılmaz bir bunaltı ve yorgunluk içinde geçmişti.Tek hayalim eve gidip, yıkanmak, yünlü kazaklarınve battaniyelerin içine dalıp, televizyonda herhangibir filmi seyrederken uykuya dalmaktı. Bu mızmızruh haliyle eve vardığımda karım akşamamisafir lerimizin olduğunu söylerken elimemarketten alınması gerekenler -hem de hemen-listesi tutuşturdu. O sırada masanın üzerindekimektuplara gözüm ilişti. Zarflardan biri hemendikkat çekiyordu. Gri oldukça büyük bir zarf.Ayakkabılarımı çıkarmadığım için parmaklarımınucuna basa basa masaya yaklaştım ve üzeriniokumaya çalıştım. Adıma gönderilmişti vegönderenin adı ve adresi yoktu.

Alışverişten döner dönmez konuk öncesihazırlıklara boş verip kendimi çalışma odasınakapattım. Mektup eski bir arkadaşımdan geliyordu.Son bir kaç yıldır iyiden iyiye kopmuştuk. Ancakbirbirimize bayramdan bayrama kart gönderen ikieski arkadaştık. Yollar ayrılmıştı. Bazen hayatisteklerimiz doğrultusunda gelişmiyor. Hele bizimgibi oniki yıldır bitip tükenmek bilmeyensavaşlarda yaşayan ülkelerin yürekleri kararmışinsanları için her şey kader dediğimiz bir ilk çağtanrısının ilkel dudakları arasında. Liseyi bitirirbitirmez askere alınmıştım. Dört yıl kadar tropik birülkenin işgal etmekte olduğumuz dağlarında

gerillalara karşı savaşmaya gitmiştim. O isedoğuştan gelen bir hastalığı nedeniyle askerealınmamış ve üniversiteye gitmişti. Kalbinde nasılve neden olduğunu bilmediğimiz bir delik vardı.Her an .ölebilirdi. Hepimiz için geçerli olan budurum onun için daha yakın olduğundan mıdırnedir hepimiz ona iyi davranırdık. Hatta bizmüfredata yeni konmuş olan silahlı eğitimderslerinde karavana atışlar yapıp neşe içindeeğlenirken o elinde kitabı dalgın dalgın atışsahasını gören pencerelerden birinin yanınaotururdu. Bundan rahatsız olur muydu bilmiyorum.İçinde sürekli bir saatli bomba taşıyan biri olarakkendini felsefeye ve fen bilimlerine vermişti. Sürekliokuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimseçağırmazdı, o da kendi kötü kaderini hatırlatanadını pek sevmediğinden olsa gerek hoşnuttulakabından.

Artık şans mı demeliyim yoksa şanssızlık mı,gittiğimin ilk yılının sonunda bir çatışma sırasındayaralandım ve sol gözümü kaybettim. Bende kalantek gözümü açtığımda kendi ü lkeminhastanelerinden birindeydim. Birliğimizde savaşandevlet yetkililerinden birinin oğlu da benim gibiyaralandığı için hızla memleketimize gerigetirilmiştik. Şanslıydım fakat yine de o olaydansonra toparlanmam çok zaman aldı. Şanslıydıkçünkü bir kahramanlar birliği olarak geridönmüştük ve devletin şevkatinden azami orandayararlanmıştık; diğer adsız askerler gibi yokolupgitmemiştik. Devletin ödediği yüklü bir tazminatlahayatımın geri kalan bölümünü edebiyatlauğraşarak geçirebi leceğimi anladığımdaüniversitenin kapısından gözünde siyah bir bantlagiren genç bir adamdım artık.

Ve aradan yıllar geçti. Çok başarılı sayılamayacak-böyle bir ortamda başarılı olabilseydim şaşardım-bir kaç kitap yayınlayabilirle fırsatı buldum. İlki çokaz basılan ve doğru dürüst dağıtılamadığı içinciddiye alınma fırsatı bulamamış savaşta aldığımyaranın bende, yarattığı umutsuzluğun izlerinitaşıyan "Sol Çözümdeki Son Görüntüler" ve ikincisiepeyce ses getiren fakat kısa zamanda unutulan kısaöykülerimi topladığım "Yetişkinler İçin On HüzünlüMasal" adlı kitaplardı. Bu sırada Doktor'lamektuplaşıyorduk. O bir başka şehirde tıpöğrenimini sürdürüyordu ve ülke içinde yolculukedilmesinin en aza indirgenmesi için ulaşımaraçlarına yapılmış olan korkunç zamlar yüzündenbirbirimizi ziyaret edemiyorduk. Zaten ruh halimizde bunu gerektiriyordu. "Neredeysen orada kal veyaşa." Gitmek tehlike demekti. Yani bir takım devlet

6

Page 9: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

uçan hollandalı

Gözlerimin içine diktiği kararlı bakışlarıniçinde ne bir duygu ne bir pırıltı. Buz gibi

bakıyordu ve ceset gibi gülümsüyordu.İpnotize olmuş gibiydim.

Bu duygu ve şevkatten arınmış gerilimgittikçe daha çekici kılıyordu saygın

misafirimizi. "Diyorum ki ben aklıma gelenkonuları sana söylesem ve sen de belki,boşuna giderse bunları romanlaştırsan?

Zaman zaman beraber çalışsak!...Sen ve ben."

Tuhaf, tehlikeli ve ahlakdışı bir şeyler imaeden, emir tonunda bir davet!

görevlendirmeleri dışında, öylesine, sırf meraktanyapılan geziler... Merak kediyi gerçektenöldürebiliyordu. Fakat çok mutsuz olduğumuz dasöylenemezdi. En azından bir işimiz, evlerimiz vebizi seven eşlerimiz, arkadaşlarımız vardı.

Doktor, tıp fakültesini bitirip gerçekten 'doktor'olduktan sonra kısa bir süre gelip bizde kaldı.Onunla son karşılaşmamızdı. Atanacağı yerbelirlenene kadar izin verilmişti. O onbeş günsabahlara dek sohbet ettik, eski okul günlerindenbahsettik, kısacası doya doya eğlendik. Uzak fakat enazından savaşın olmadığını bildiğimiz bir şehreatandığını öğrendiğimizde evde bayram yaptık.

Daha sonraları da mektuplaşmayı sürdürdük fakatgittikçe seyrekleşen mektupları iyice soğuklaşmaya,donuklaşmaya başladı. Ve sonra zaman! Her şeyinasıl da değiştiriyor. Şimdi elimde tuttuğum bu eskidostun mektubuyla canlanan anıları nasıl daçaktırmadan toprağın derinliklerine gömmeyibaşarabilmişti.

Zavallı dostum. Bir veda mektubu yazmıştı. Aslındaaçık seçik hiç bir şey söylemiyordu. Karmakarışıkbir anlatımı vardı. Aceleyle, akla geldiği gibiyazılmıştı. Fakat okuduğumda onun çoktan ölmüşolduğunu hissetmiştim. Gözümden bir kaç damlayaş gelirken kapının çalındığını ve karımın banaseslendiğini duydum.

Bütün gece sustum galiba. Herkes durmaksızın hastamisin diye sorup duruyordu. Ben de evet galibagibi baştan savıcı cevaplar veriyordum. Oysa aklımmektuptaydı. Defalarca okuyup anlayamadığımipuçlarını bulmam gerektiğini hissediyordum. Gizlipolis olduğunu hepimizin bildiği saygın misafirimiz

ise beni daha değişik bir gözle süzüyordu. Zaten buperiyodik aile ziyaretleri kılığına girmiş davetlerözel hayatların üstü kapalı bir denetimi olduğunuhepimiz biliyorduk. Daha fazla şüphe çekmemekiçin hasta rolünü iyiden iyiye benimsedim. Hattaiçimden ertesi gün okula telefon edip hastaolduğumu ve böylece hastalığımın resmileşmesigerektiğine dair net bir karar bile aldım.

Bu sırada beklenmedik bir şey oldu ve saygınmisafirimiz yeni aldığım bilgisayarı görmekistediğini söyleyerek beni kendi çalışma odamadavet etti. Allahtan doktorun mektubunuçekmeceme koymuştum. Diğer kartpostalların velüzumsuz mektupların olduğu çekmeceye. Saygınmisafirim gözlerini bilgisayarımın ekranına dikipağır ağır konuşmaya ve beni şaşırtmaya başladı:

"İkinci kitabını yeni bitirdim. Çok etkilendik."Sözlerinin ağırlığını arttırmak için kısa bir süresuskunluk. 'Biz' gizli öznesinde kimler vardı acaba.Neyi ima ediyordu? "Açık söylemek gerekirse ilkkitabından çok daha iyi ve yetkin. İlki, nasılsöylemeli, biraz fazla karanlık ve umut kırıcıydı.Böyle bir dönemde..." Evet, yine suskunluk. Busırada ekranda belirip kaybolan ikonlar. "Fakat buikincisi gelecek vaadediyor. Çok daha iyi şeyleringeleceğini hissediyor insanlar. Sen de farkındasındeğil mi?" Aptalca onayladım. Lafı nereyegetirecekti. Uzun yıllardır tanışıyor olmamızarağmen asla ne düşündüğünü kestiremediğim bukadın, bilgisayarımın başına oturmuş beni nedenövüp duruyordu? Üstelik bundan sonra neyazacağımı ben bilmiyordum. Fakat bu kadınbiliyor gibiydi. "Ben de hep roman yazmakistemişimdir. Hatta zaman zaman roman konularıdüşünür uzun saatler boyunca kurguları ve kişileriüzerine kafa yorarım. Hiç bahsetmiş miydim?"Hayır fakat merakla dinliyorum. Yine başımısalladım. "Fakat yazmak bir yetenek meselesi. O damaalesef ben de yok. Yok yok, nazik olmaya gerekyok. Nasıl ki sen bir senfoni besteleyemezsin bende roman yazamam, bundan gocunuyor değilim.Fakat diyorum ki..." Gözlerimin içine diktiği kararlıbakışların içinde ne bir duygu ne bir pırıltı. Buzgibi bakıyordu ve ceset gibi gülümsüyordu. İpnotizeolmuş gibiydim. Bu duygu ve şevkatten arınmışgerilim gittikçe daha çekici kılıyordu saygınmisafirimizi.. "Diyorum ki ben aklıma gelenkonulan sana söylesem ve sen de belki, hoşunagiderse bunları romanlaştırsan? Zaman zamanberaber çalışsak!... Sen ve ben." Tuhaf, tehlikeli veahlakdışı bir şeyler ima eden, emir tonunda birdavet! "Tabii, neden olmasın..." gibilerinden bir

7

Page 10: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

uçan hollandalı

Topluma bir şeyler kazandırabileceğiniumduğum bir konu." Merakımı çekmek içinsigarasından derin nefesler çekerek ağır

ağır konuşuyordu. Yüzündeki sabitmakyajın bir çizgisinin bile asla

değişmediğini farkettim. Ayağa kalktı vepencereye doğru yürüdü. Onu izlememden

hoşlanıyor gibiydi. Ona hayranolacağımdan o kadar emindi ki. Demin

sekreterine rahatsız edilmek istemiyorumderken olacaktan çoktan planlamıştı.

Vücudunun kıvrımlarına dalıp gitmişkenbirdenbire onun sesiyle sıçradım:

"Ötenazi!"

şeyler geveledim. "Bu teklifimi ciddiye alırsanakıllıca davranmış olursun. Dostlarımdan biribüyük bir yayınevi kuruyor bu günlerde ve seninson kitabını beğendi. Eğer birlikte çalışırsakkitaplarını basmak isteyeceğinden hiç kuşkum yok!"Ne olduğumu bile anlamadan yarın içinrandevulaşmış ve diğer konukların hiç bir şeyolmamış gibi şakalaştıkları salona geri dönmüştük.Başım zonkluyordu. Kafamın bir köşesindeDoktor'un mektubu, bir köşesinde yeni aldığımtuhaf teklif...

Konuklar gittikten sonra, aldığım teklifi karımasöyleyip söylememekte kararsız kaldım. Karım ikiarada bir derede olduğumun ve işin içine bir işoluğunu .hissettiği için üzerime gelmedi ve beniçalışma odamda yalnız bıraktı. Doktor'unmektubunu bir kez daha okudum.

Evet hiç kuşkum yoktu. Ben bu satırları okuduğumdao çoktan yokolmuştu. Kaybolmuştu. Geride hiç birişaret ve delil bırakmaksızın. Bu mektup haricinde.Birden paniğe kapıldım. Bu belgeyi mutlaka yoketmeliydim. Postaneden bir şey postaladığınımutlaka kayıtlara geçirmişti peşindeki ikinci sınıfhafiyeler. Ve amirlerine rapor etmişlerdi. Zekiamirleri de Doktor'un hayat hikayesinde beş dakikaiçinde adımı adresimi saptamışlar ve yolaçıkmışlardı. Bir yandan • bunları düşünüyor, biryandan da banyodaki küvette mektubu yakmayaçalışıyordum. Aceleden elim ayağıma dolaşıyorhalen ıslak olan küvet yanmaya bir türlü müsaadeetmiyordu.

Tam mektubun küllerini süpürüyordum ki aklımadaha korkunç bir senaryo geldi: Doktor'un bu zarfı

bana gönderdiğini zaten biliyorlardı. Oysa benmektubu yok ederek, bütün şüpheleri üzerimdetoplayacaktım. Suçsuz bir insan arkadaşından gelenbir mektubu okur okumaz yok eder miydi? Ettiktensonra 'içinde şöyle şeyler yazıyordu' dese onainanırlar mıydı? Üstelik Doktor bilgisayar yolu ilede göndermemişti güvensizliğinden. Oysamektupda kayda değer yani beni suçlayacak hiç birşey yoktu. Akli dengesi bozulup intihar eden birdoktorun eski bir dostuna yazdığı vedamektubundan başka bir şey değildi. Yarın polislerene cevap vereceğimi düşünüyordum ki, birdenrandevuyu hatırladım. Tabii ya, ne kadar daaptalım! Zaten bu akşam yoklanmıştım. Ve o tuhafteklif! Tabii ki kandırılmıştım. Yarın görüşmeyegittiğimde beni gizli bir geçitle sorgu odasınaalacaklar ve doğruyu söyletene kadar yakamıbırakmayacaklardı. Tatmin olduklarında isecesedim tıbbi araştırmaların hizmetine sunulacaktı.Kaçmalıydım! Ama nereye? Nasıl? Hangicesaretle! Bir an içimde Doktor'a karşı korkunç biröfke dalgası yükseldi. Durup dururken huzurumubozduğu için içgüdüsel bir nefret duymayabaşlamıştım. Sonra vicdan azabı... Zavallı dostum.Sen şu anda kaybolan kedilerin gittiği o karanlıkevrende yapayalnız soğurken ben bencillik krizlerigeçiriyorum.

Bu düşüncelerin etkisiyle söylememe gerek yokherhalde korkunç kabuslara daldım. Mektuptaokuduğuma benzer bir kabus. Başrolde isesaygıdeğer gizli polisim vardı tabii ki.

Ertesi gün uykusuzluktan şişmiş gözlerimle onabakıyordum. Bir kağıt kadar boş zihnim onun nasılbu kadar sert ve çekici olduğunu sorguluyordu. Nesöylese kabul edecek gibiydim. Adeta kendimi onunellerine bırakmak için sabırsızlanıyordum. "Kötügörünüyorsun. Kahve?" "Evet lütfen..." "Aklımdaçok güzel bir konu var. Topluma bir şeylerkazandırabileceğini umduğum bir konu." Merakımıçekmek için sigarasından derin nefesler çekerekağır ağır konuşuyordu. Yüzündeki sabit makyajın birçizgisinin bile asla değişmediğini farkettim. Ayağakalktı ve pencereye doğru yürüdü. Onu izlememdenhoşlanıyor gibiydi. Ona hayran olacağımdan okadar emindi ki. Demin sekreterine rahatsızedilmek istemiyorum derken olacakları çoktanplanlamıştı . Vücudunun kıvrımlarına dalıpgitmişken birdenbire onun sesiyle sıçradım:"Ötenazi!" "Pardon, anlayamadım?" "Ötenaziüzerine bir roman yazmanı istiyorum. Ya da dahaiyisi bir dizi öykü. Hepsi birbirinden değişik kişilerianlatsın. Ümitsiz hastalıkların pençesinde kıvranan

8

Page 11: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

uçan hollandalı

Aslında devlet gereksiz yere hapiste ya dadışarıda insanları beslemek istemiyordu.

Daha iyi verim alınabilecek yenilere ihtiyaçvardı. Fakat demokratik bir ülkede

insanları zorla öldüremezdiniz. Toplumundokusu dehşet ile zedelenirse bundanherkes zarar görürdü. Oysa kendini

kahramanca daha sağlıklı bir toplum içinbile isteye ölüme gönderenler hem birer

kahraman olurdu hem de toplum kendiniayıklamış olurdu. Hapislerdeki gereksiz

insanlardan kurtulan devlet, aynı zamandabir çok zararlı insanı da zorla imzalattığı

Ötenazi belgeleriyle yok edebilirdi.

insanların ölme özgürlüğü. Ya da daha iddialı biryaklaşım: 'Yaşama hakkı kadar ölme özgürlüğü'Nefis bir konu değil mi?" Yüzünü yüzümeyaklaştırmıştı. Oturduğum koltuk adeta bir sanıksandalyesiydi. Ve onun kokusunu duyuyordum.Vaadedilenlerin alçakgönüllü bir simgesi. Hepsibenim olabilirdi. Ya da 'Doktor'u sormaları içinbeni kapının arkasında bekleyen canavara teslimedecekti. Seçeneğim yoktu. "Evet, mükemmel birkonu bu. Hatta öykülerin çoğunluğu sıradan basitinsanların başından geçmeli. Bir tanesinde deÖtenazi karşıtı bir kadının nasıl çaresiz birhastalığın pençesinde doktorlara yalvardığınıokumalı okuyucu." Kendimi kaptırmıştım.Kaptırmak istemiştim. Memnuniyetle benidinliyordu. Fakat onu memnun etmenin pek dekolay olmadığını hissettiren buz gibi birtebessümdü gözlerindeki.

Çalışmalara başlamıştım. Kendimi ortaokuldakompozisyon ödevi yazan bir çocuk gibihissediyordum. Bütün boş vakitlerimi bu çalışmayaadamıştım. Bir an önce bitirmek istiyordum. Sankibaşka ödevler verilmeyecekmiş gibi. Oysa artıkdevletin kadrolu bir yazarıydım. Farkında biledeğildim. Ya da değilmiş gibi yapıyordum. Haftalıkolağan görüşmelerimizde öykülerin yapılarınıtartışıyor ne gibi değişiklikler yapmam gerektiğinibana dikte ediyordu. Ondan emir almak hoşumagidiyordu. Yani bir yönüyle. Çok ayıp ve yasak birşeyi yapmanın, insanları oyuna getirmenin verdiğişeytani bir zevk. Fakat bir yandan da kendimdentiksiniyordum. Ötenazinin yaygınlaştırılmasıprogramının bir parçasıydım. Önce kitapyayınlanacaktı. İçindeki öyküler sıcak bir tartışmayaratacaktı. Çünkü öykülerdeki kahramanların bir

çoğu aslında ümitsiz bir hastalığın pençesindeolmayan insanlardı. Örneğin bir tanesinde, yenidoğmuş bebeğinin kan, ilik ve doku ihtiyacınıkarşılamak için bilinçli bir şekilde kendini fedaeden baba figürü işleniyordu. Bir diğerindemüebbet hapse mahkum olmuş bir kadın. Artıkyaşamak istemiyorlardı. Aslında devlet gereksizyere hapiste ya da dışarıda insanları beslemekistemiyordu. Daha iyi verim alınabilecek yenilereihtiyaç vardı. Fakat demokratik bir ülkede insanlarızorla öldüremezdiniz. Toplumun dokusu dehşet ilezedelenirse bundan herkes zarar görürdü. Oysakendini kahramanca daha sağlıklı bir toplum içinbile isteye ölüme gönderenler hem birer kahramanolurdu hem de toplum kendini ayıklamış olurdu.Hapislerdeki gereksiz insanlardan kurtulan devlet,aynı zamanda bir çok zararlı insanı da zorlaimzalattığı Ötenazi belgeleriyle yok edebilirdi. Veben de bu korkunç planın ilk yapı taşıydım. Savaştayara almış bir gaziydim, üniversitede ders verensaygın bir insandım ve bağımsız bir aydın olarakf i k i r l e r i m i savunuyordum. Telev izyonprogramlarında tartışacaktım. Tabii ki hep benimfikrim ikna edecekti insanları. Ve daha sonraödüller, kendi çabam ve yeteneğimle aslayakalayamayacağım bir şöhret ve üstü örtülüödeneklerden şahsıma verilen mütevazı bir maaş...Patronum bunları planlarken, o anda benikullanmanın verdiği hazzı hiç bir şeyledeğişmeyeceğini hissediyordum. Hiç bir sevişmebu zevki yaşatamazdı sanıyorum.

Bu sapkın ruh halim bazen evde çocuklarımlaoynarken geçiyor yerini müthiş bir vicdan azabınabırakıyordu. Öyle zamanlarda bilgisayarın başınagiriyor şifreli özel dosyalarımdan birini açıyor,yazıyor, yazıyor yazıyordum. Doktor'la sohbetediyordum. Gözyaşları içinde ekranı göremez halegeldiğimde kendimi yatağa o korkunç kabusunkollarına bırakıyordum.

Planların hepsi birer birer öngörüldüğü şekliylegerçekleşti. Tahminimizden daha kolay bir şekildegüçlü bir kamuoyu oluştu. Ötenazi kanunu hızlameclisten geçip yürürlüğe kondu. Uygulamalarnaklen ve dramatik olarak televizyondan verilmeyebaşlandı. Kitabım binlerce sattı. İki ayrı ödül vesayısız iyi eleştiriler aldı. Herşey yolunda gidiyordu.

Benim içinse herşey yolundan çıkmıştı. Artıkkişiliğim tamamen parçalarına ayrılmıştı. Ruhumdiyebileceğim şeyse sadece kabuslarla uğraşan birmüebbet mahkumdu bedenim içinde.

9

Page 12: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

uçan hollandalı

Sıcak suyun içinde saatlerce oyalandı.Küvetin içinde tüm kaslarını gevşetip,geçmiş ve gelecekden arınmış bir anın

tadını çıkarırken, bu küvette yaktığımektubu, Doktor'u, idam edilen kadını vekabuslarını birer birer aklından kovdu.Hepsi o kadar gerilerde kalmıştı ki...

Adeta yoktular. İçeride uyuyan karısı veçocuklan da yoktu artık. Yazdığı öyküler,hayalleri, fantazileri, iyi niyetleri, anılan,

gizli aşkları... Hepsi bu sıcak suyun içindeçözülmüş, suya kanşarak şehrin lağım

şebekesine doğru yola çıkmıştı.

Ve işte bu günlerde bende kalan son insanlıkkırıntısıyla şu satırları yazıyorum. Ve gitmeyehazırlanıyorum. Doktor'la buluşacağım o adıbilinmeyen ülkeye uzun bir yolculuk planlıyorum.Fakat önce görülecek küçük bir hesap kaldı.

III. CİNAYET

Yazar o sabah huzur içinde uyandı. İçinde birisisanki onun adına karar vermiş ve en doğru ve yücegörevi yerine getirmek için herşeyi ayarlamıştı.Aynı zamanda korkunç bir özgürlük duygusu.İnsanlarla arasında hiç bir sözleşme yoktu bunoktadan sonra. Ahlaklı ve iyi olmak zorundadeğildi. Bir çocuk gibiydi. Sorumsuz ve deli. İçindekıpır kıpır, yerinde duramayan tüm heyecanlarbirazdan tatmin olacaktı.

Aynada tek gözünün içine baktı. Acaba iki taneolsalardı her şey yine böyle mi olurdu diye bir süretedirgin olduktan sonra bu muhteşem günü sağlıksızdüşüncelerle bulandırmaması gerektiğini fark etti.Dikkatle traş oldu. Sıcak suyun içinde saatlerceoyalandı. Küvetin içinde tüm kaslarını gevşetip,geçmiş ve gelecekden arınmış bir anın tadınıçıkarırken, bu küvette yaktığı mektubu, Doktor'u,idam edilen kadını ve kabuslarını birer bireraklından kovdu. Hepsi o kadar gerilerde kalmıştı ki...Adeta yoktular. İçeride uyuyan karısı ve çocuklan dayoktu artık. Yazdığı öyküler, hayalleri, fantazileri, iyiniyetleri, anıları, gizli aşkları... Hepsi bu sıcak suyuniçinde çözülmüş, suya karışarak şehrin lağımşebekesine doğru yola çıkmıştı.

Siyahlarını giyindi. Kilitli çekmecesinden iki adetbeyaz hap ve siyah deri muhafazalı bir bıçakçıkarıp özenle ceketinin cebine yerleştirdi. Baştan

çıkarıcı bir koku püskürttü ikinci kere. Artık kimseyidüşünmediği için halen uyumakta olan ailesine ikisatır olsun not bırakmadan, yanına hiç bir şeyalmadan evin kapısından çıkıp gitti. Yüzünde uçarıbir gülümseme...

Son bir yıl içinde onlarca kez geldiği binanınsevimsiz görevlilerine ilk defa samimiyetlegülümseyerek, otomatik kapılan geçti. Asansörde enaz gizli polis olan patronu kadar çekici bir kadınlakarşılaştı. Gülümsediler. Seri ve kendinden eminhareketlerle kadının dudaklarına yaklaştırdıdudaklarını. Kadının öpmesi için bekledi.Hayatının en ateşli öpüşmesiydi. İçindeki en hamduygular, en ilkel güdüler özgürlüklerini bir kezdaha kutladılar.

Artık onun kapısındaydı. Karşılaşmaya hazır mıydı?Bir kez daha kendini gözden geçirdi. Bıçağı yokladı.Avucunda hissettiği sertlik yüzündeki tebessümüpekiştirdi. Patronunun özel sekreteri ona herzamanki gibi iğrenerek bakıyordu. Bu bakışları herzaman görmezden gelirdi. Fakat şimdi? Evetaşağılık ve satılmış bir yazardı, bu bakışları hakediyordu. Fakat tüm bunlar eskidendi. Artıkdeğişmişti. O ezik ve kişiliksiz adam çok eskilerdekalmıştı. İçindeki öfkeyi durdurmaya gerek duymadı.Sekreterin yüzüne tüm gücüyle yapıştırdığı tokatınsesini duydu önce. Sonra oyuncak bebek gibi yereyuvarlanan sekreteri gördü. Arkasına bakmadan vebu olayı tamamen aklından silerek patronununodasına girdi. O muhteşem yaratık gözleriniönündeki kağıtlardan ayırmaksızın konuşmayabaşladı: "Dışarıda ne oluyor? İyi misin? Yoksa...."Soru dolu bakışlarını gördü. Zevkle gülümsedi. İlkdefa! Onu şaşırtmıştı. Daha da şaşırtacaktı.Cebinden iki küçük hapı çıkardı. Birini ağzına, attıve hemen yuttu, diğerini kadının elinin üzerinekoydu. Yine içindeki harekete geçmişti. Önce kapıyıkilitledi. Sonra özel sekretere rahatsız etmemesiniemretti. Başka zaman böyle bir şeyi yapmasımümkün değildi. Patronunun şaşkınlığı geçmiş, buheyecanlı ve gerilimli anların keyfini çıkarmayabaşlamıştı. Küçük beyaz hapı yavaşça ağzınagötürdü. O sırada yazarın müzik setine yerleştirdiğidiskten onbeşinci yüzyıl Ortodoks kilise ilahilerininbir caz yorumu duyuluyordu.

Karşı karşıya oturuyorlardı. Kadın ilk kez kendisinionun patronu ya da efendisi gibi hissetmiyordu.Fakat emirler verirken onu baştan çıkardığı anlarıhatırlayıp heyecanlanıyordu. Ya da tüm ooyunların hiç bir şey ifade etmediğinihissediyordu. Belki de gerçekte ona aşıktı. Onun

10

Page 13: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

uçan hollandalı

Yazar ise zihninin gittikçe billurlaştığını,varolduğu uzay parçasının her köşesinehakim olduğunu hissetti. Normalde aslakavrayamadığı tüm boyutlarıyla hayat

şimdi gözlerinin önünde cisimleşmiş, elletutulur hale gelmişti. Tüm köşeler sivrilmiş,tüm kenarlar netleşmişti. Kokusunu hiç bir

zaman algılayamadığı kadar derindenhissediyordu. Parfümünün, duşta kulandığı

sabununun ve hatta çok da az olsabunlann dışında daha derinden gelen

teninin kendi kokusunu algılıyordu. Avınıparçalamadan önce tüm kokularından

soyan bir hayvan gibi hissediyordu.

içindeki tuhaf ve anlayamadığı duygularına aşıktı.Kendisinde olmayan bir şeyler vardı bu tek gözlüadamda. Ve şimdi o şeyle mi karşılaşacaktı? Bugünsevişeceklerine emindi kadın. Daha önce hiçsevişmemişlerdi fakat aralarındaki gerginlik öylenoktalara çıkmıştı ki, zaman zaman masanınbaşında, onun yazdıklarını kıyasıya aşağılarken veonun yanaklarından önlenemeyen gözyaşlarısüzülürken, kendinden geçip boşaldığı oluyordu.Karşısındaki çaresiz esirin içinde çırpınan ruhaüstüste defalarca tecavüz etmenin verdiği şeytanibir zevkti bu.

Ve şimdi, karşısında bambaşka biri vardı. Esiralmaya gelen oydu. Rolleri değişeceklerdi. Bunubiliyordu ve o sentetik uyarıcının da etkisiyle artıkbeklemeye dayanamayacağını hissediyordu.Müziğin aksak ve .sıradışı ritmiyle kendilerindengeçmeye başlamışlardı. Yazar ise zihninin gittikçebillurlaştığını, varolduğu uzay parçasının herköşesine hakim olduğunu hissetti. Normalde aslakavrayamadığı tüm boyutlarıyla hayat şimdigözlerinin önünde cisimleşmiş, elle tutulur halegelmişti. Tüm köşeler sivrilmiş, tüm kenarlarnetleşmişti. Kokusunu hiç bir zaman algılayamadığıkadar derinden hissediyordu. Parfümünün, duştakulandığı sabununun ve hatta çok da az olsabunların dışında daha derinden gelen tenininkendi kokusunu algılıyordu. Avını parçalamadanönce tüm kokularından soyan bir hayvan gibihissediyordu.

Deniz dibi yosunları gibi müziğin yayılandalgalarının etkisiyle salınıyorlardı. Bedenlerininsıcaklığı artmış, ağızlan kurumuştu. Zamanduygusundan kurtulmuş özgürdüler. İnsanlar yoktu

artık. Diğerleri yoktu. Kul ve tanrı vardı. Ruh ve aşkvardı. Kurban ve katil vardı. Kadının ensesiniısırmaya başladı. Uzun çok uzun bir zamandırkapatılmış, yok edilmeye çalışılmış bir şeyuyanıyordu. Patlıyordu. Artık onu durdurmakolanaksızdı. Yazarın belleğinde başka birininhayatına aitmiş gibi kısa kısa canlanan karısı veçocuklarıyla ilgili anılar geri dönmemecesineuzaklaşıp gittiler.

Korkunç ve sözcüklerle anlatılması olanaksız birkarmaşa yaşandı. İkisinin de zihinleri bedenlerinitakibetmeye çalışıyorlardı. Bedenleri her şeydensoyutlanmış, ilkel en ilkel dürtülerin etkisiyle ancakSatanik ayinlerde görülebilecek türden biresrimeyle devinip duruyorlardı.

Çıplak, birbirlerine tuhaf bir şekilde kenetlenmişdurumda cam masanın üzerindeydiler. Anidenmüzik kesildi. Bir uykudan uyanır gibi oldular. Yada bir düşün içine daldılar. 'Bunu kimse bilemezdi.Kadının başı masanın ucundan aşağıya doğrusarkmakta ve gergin boynunda iyice belirginleşmişolan şah damarı nefes nefese kalmış bir güvercinkalbi gibi atmaktaydı. Adamın siyah göz bandıkaybolmuş, gözünün olması gereken yerde buruşukbir deri titremekteydi. Adam ta başından beri terliavuçlarında tuttuğu bıçağını kadının kaygan tenindedolaştırmaya başladı. İkisi de sona yaklaşmaktaolduklarım ve canlı varlıkların yaşamları boyuncatadabilecekleri, tüm kutsal yerlerden kovulmuş enkorkunç zevki yaşadıklarını hissediyorlardı. Bıçağınkadına değdiği yerler bazen kızarıyor bazen inceince kanıyordu. Kadından tanımlanamaz sesleryükseliyordu. Adam -ki hâlâ adam denebilirse-boğuk boğuk haykırıyordu. Ne olduğu anlaşılmayansözcükler dökülüyordu, ağzından, bıçağınınucundan, erkekliğinden, olmayan gözünden...

İkisi de ayaktaydılar. Adam kadının arkasındadurmuştu. Bıçak büyük bir rahatlıkla hiç birdirençle karşılaşmaksızın kadının karnına girdi.Adam ve bıçak kadının içindeydiler artık. Kadın et,kan ve kemikten bir paçavraya dönüşene kadarseviştiler.

Artık birbirinden ayrıştırılamayacak bir bütünhaline gelmiş olan kurban ve katil cehennemeçevirmiş oldukları bu nefis manzaralı gökdelenofisinin penceresinden boşluğa düşmeden kalan tekgözleriyle şehre son bir kez baktılar.

ıı

Page 14: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

üstü çizilmiş kişiler

BİR TEMİZLİK SÖYLEMİ OLARAK ÖLÜM

nazlı ökten

Lady Machbet elindeki çıkması imkânsız sandığı kanı temizlemek için kendinioradan oraya atar, ve biz biliriz ki ellere bulaşmış kan bedeli ödenmez birgünahın işaretidir. Sahi öyle midir her zaman? Dostluğun varabileceği en yüksekyerlerden biri olarak düşünülen kankardeşliği mesela; birbirinde karışıperimenin -çokça cinsel bir imge- bir ve aynı kişi olmanın, ortak sevinçler veortak acıların bir simgesi değilse nedir? Ya akıtılan kurban kanı imanın bir ispatı,Allah'a duyulan korkuyla karışık o sevginin nişanı değil midir? Küçükken elinizetutuşturulan tabakta, henüz kanın sıcaklığını taşıyan kurban eti parçalarımkomşularınıza değer verdiklerinin bir işareti" olarak yollamaz mıydı anababalarımız? Peki ya namus temizlemek, öç almak için akıtılması zorunlu (!) kan?

Kan bazen bir dezenfektan maddesi kadar temizleyicidir. Hoş kokulu birdeterjan değil de kokusu biraz nahoş ama hijyenik etkililiği kuşku götürmez birdezenfektan. Öyle derler. Bunu açık açık söylemezler ama anlamamak için çabasarfetmek gerekir. Nasıl mı ? Terörizm (terör için terör) dünyayı temizlemeyekalkar, devlet teröristleri yeryüzünden silmeye. Terörist, kan, pislik ve paraylayoğrulmuş bu dünyayı temizlediğini düşünür. Havaya uçmuş bir binanın kalıntılarıarasındaki cesetler kokuşmuş bir dünya aleyhine yazılmış en güçlü bildiridir onuniçin. Ölüm bu içinden çıkılmaz çözümsüzlüğe karşı tek savaşma biçimidir. Temizbir dünya kurmanın tek yolu yoketmektir. Herşey yerlebir olmalıdır ki yeniaçacak çiçeklere gübre olsun eski dünyanın pislikleri. Hepimizin içinde minikteröristler yaşar; hayvanlara kötü davranan şu kadın, kadınlara sarkıntılık eden şuadam tek kurşunla öldürülse, çevreyi kirleten şu fabrika patronuyla beraberhavaya uçurulsa dünya daha iyi bir yer olacaktır. Başa çıkılamayacak bu karmaşa veçözümsüzlükle akıl yoluyla mücadele etmek mümkün değildir, o halde çözümimha dır. Gordiyon düğümünü çözemeyeceğini anlayan Büyük İskender onu birkılıç darbesiyle ortadan ikiye böler.

Ya iktidarlar? Onlar suç oranlarını düşürmek için kentin çeşitli mahallelerinitemizlerler (bu en masum temizlikleridir yine de). Bir kentin temizliği mesela,sadece kaldırımların yıkanıp süpürülmesini içermez (hele bazı şehirlerde hiçiçermez); fahişelerin, kanunsuzların, serserilerin, boştagezerlerintemizlenmesidir aynı zamanda. Büyük mağazaların pırıl pırıl vitrinleri üstü başıdökük adamların, başıboş sümüklü çocukların kirli parmak izlerini kaldırmaz."Pislik" yokedilemezse bir yerden diğerine süpürülür, kapı arkalarına gizlenir.Genelevin şehir dışına sürülmesi istenir kimi zaman, hapisane zaten -şehrin

12

Page 15: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

üstü çizilmiş kişiler

Öleceklerini biliyorlar mı?

13

Page 16: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

üstü çizilmiş kişiler

varoşları uzanıp sarmalamadıysa- dışarlarda bir yerlerdedir. İstanbul'da mesela,bir dönem travestiler şehir dışına sürüldüler yakalandıklarında, evlerine zorlagirildi, yaşadıkları sokaklar "temizlendi". Büyük şehirlerimizin yeni övünçkaynakları olan alışveriş merkezlerinde -klasik bir benzetmeyle kapitalizmintüketim tapınaklarında- hiç dilenciye rastlamamanız bir tesadüf mü? Gürültülü birbiçimde gırtlağındaki balgamı kaldırıma yapıştıran akıntı çağanozu yürüyüşlüadamı tek kurşunla yere serme isteğimiz masum bir hijyen kaygısının ürünü mü?Çoğumuz trafikte dangalakça tehlikeler yaratanlara derslerini verecek bir süperaraba hayali (şöyle tekerlek hizasından uzun bıçakların çıkıverdiği, ön ve arkakoltuklarda makineli tüfek aksamının bulunduğu) kurmadık mı? İçimizdeki faşisthergüıı bize tek çarenin yoketmek olduğunu söylemiyor mu? En radikal çözümbu değil mi? Yeni bir dünya kurmak için yola çıkanlar da kurulu düzeni muhafazaiçin her şeyi yapanlarla bir olmadılar mı?

Kod adı S-21Hapisanenin adı Tuol Sleng; kod adı S-21. Kamboçya'da Kızıl Kmerler'in suçlularıişkence ve idam etmek üzere gönderdikleri yer. Fotoğraflar orada çekilmiş.Öleceklerini biliyorlar mı? 8 numaranın dehşet içinde merhamet dilenen gözleri"biliyor" dedirtiyor insana. 108 numara dehşetin cisimleştiği, sözün bittiği yerde,l numara henüz çocuk; boynundaki zincir ve yüzündeki yara izleri o ana dekyaşamış olabileceklerine dair bir fikir vermeye yetiyor. Ya anne ve çocuk?Binlerce tutuklu infaz öncesi tuhaf bir titizlikle tek tek görüntülenmiş. Neden?Beni en çok dehşete düşüren onları bu hale getirenlerin daha iyi ve adil bir dünyahayaliyle yola çıkmış olmaları. Ama onlar bu amaç uğrunda herşeyi mubahsayıyorlardı. Tıpkı kurulu düzeni olduğu gibi korumak için herşeyi mubahsayanlar gibi. Arı, saf ve iyi bir dünyaya ulaşmanın mümkün olduğunu; üstelikbunu "kötü unsurları", kötülük taşıyıcısı gözüyle bakılan insanları yokederekyapabileceklerini düşünenler. Silahla temizleyenler, kanla yıkayanlar. Küçükkozmoz tanrıları, büyük tarih yapıcıları, destanseverler, ölüme tapanlar, kanlasulanmazsa meyvesi haram toprakların bekçileri. Onlar her yanda, onlar herçağda, onlar her iki tarafta. Herbert Marcuse Tek Boyutlu İnsan adlı kitabındatotalitarizmi belirleyen tek bir parti ya da hükümet biçimi olmadığını, totaliterbir sistemin pekâlâ çok partili, "özgür" basınlı, güçler dengesine dayalı birdüzenle de uyumlu olabileceğini söylüyordu. Koro vargücüyle aynı melodiyihaykırdığında başka bir şarkı mırıldanmaya kalkmak elbette zor. Kalabalıklarınsarıp sarmalayıcı kolları uzandığında, tıpkı The Wall'da annenin kolları gibiaşılmaz bir duvara dönüşürler. İşte orada küçük ölüm başlar; kendinden geçiş,kabilenin ortak ruhunda eriyiş. Kuşku silinip gitmiştir artık, tereddütler sonbulmuş. Soru sormak hainlikle eşdeğer. İşte bizden istedikleri bu. Kanla yıkananbir tarihin sessiz izleyicileri olmakyetiyordu eskiden. Şimdi savaş dansına sizi debekliyorlar.

14

Page 17: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

başka bir dünya

GÜLZEMİN HANIM'IN BANADOKUNDUĞU YERDE DÖKÜLEN

MÜREKKEPLE YAZILMIŞ HİKAYAT

esin esen

Tarih öncesi çağlardan beri, binlerce yıldır, onlarca değişik kültürde, insanlar yenidendoğuşa inanagelmektedir. Mısır'da ölümden sonra yaşama inanıldığından, gelecek

yaşamda kolaylık sağlaması için kişinin yanına bırakılan eşyaları, onun yine kendisiolarak yaşama devam edeceğini işaret ederken; binlerce yıl sonra, budist dininde yeniden

doğuş bizi uyaran bir silaha dönüşür: İyi olunmalıdır, yoksa bir sonraki yaşamımızörümcek ağından kurtulmaya çalışan bir sinek şeklinde noktalanabilir.

Aslında yeniden doğuş olgusu, yaşanan şeyin uzatılmak istenmesi ya da 'bir sonrakisefere' daha iyinin yaşanması hayalini kurdururken, inanılan şeyin bizi götürdüğü nokta

'yeniden ölümdür'. Değişik biçimlerde, ve defalarca...defalarca... yeniden... yeniden ölüm.

İşte bu noktada başlar düşlerim yürümeye. Göz kapaklarımı kapadığımda bir başkaölüm için, anımsanır bütün önceki ölümlerim. Ve hepsinin bana sunduğu dünyanın en güzel

senfonisinin notalarıdır. Ve ancak bir arada ve sırayla anlamlıdır.İşte bu senfoniyi size aktanrken olur da bir notayı unutursam arada,

kulağınıza gelecek bozuk ses bu olacaktır.

BAŞLANGIÇ

Başlangıçta yeniden doğuşa inanılmadığından belkide daha, ya da çok çok uzun zaman önceolduğundan, ya da o dönemi yaşayıp bitirdiğimdeçocuk olduğumdan henüz, anımsamıyorum hiçmağarada yaşadığımı. Ama bir keresinde balıkolmuştum, dünyanın başlangıcında ise bir hücre.Ah ne zevkti diğer hücreyle birleşmek ve yok etmekkendini.

Ve ışıktım ilk dünyaya geldiğimde. Japonların güneştanrıçası AMATERASU'nun nedimelerinden.Ölümüm gün batımınnın en güzel renkleriyleolmuştu

YAKLAŞIK MÖ 4000'ANADOLU KALKOLİTİK DÖNEM

Çok önceleri., pek de anımsamıyorum neredeydim,nasıldı yaşamım. Anımsadığım tek şey beni yaratanellerin dokunuşu ve o ellerin sahibinin yaratırkenbeni, bana bakışı. Hiç bu kadar aşık olmadım birdaha.

Şimdi bil iyorum ki benim o dönemdeyaratılışımdan çok çok önce de Anadolu'da anatanrıça heykelleri vardı, neolitik çağda. Hepsi kocagöğüslü, koca kalçalı ve genellikle çocuk doğururkentasvir edilmiş.

Bense, Anadolu'ya MÖ 5000'lerde gelenİndo-Avrupa ırkının akınlarından sonra yapıldım.Biliyorum, değişiktim tektim. Yaratıcım, işte buakınların Anadolu'ya getirdiği ırkın kızlarındanbirine aşık olur. Ve oturur alışılanın aksine, küçükgöğüslü, koca kalçalı bir heykel yapar. Genç kızolduğumu belirtmek için* saçlarını at kuyruğu yaratır.(1) Bendim bu. Sevdasının anlatışıydım.

İşte ben, o bana yüzyıllarmış gibi gelen, belki de birgünlük o yaratılışımı anımsıyorum. Beni her anbiraz daha şekillendirişini, ah o ellerini, o baktıkçabeni güzel kılan gözlerini anımsıyorum. Ben onundokunuşlarıyla hissedip, onun gözleriylealgılıyordum dünyayı. O bakmadığı an gözlerimyoktu, hislerim kayboluyordu.

15

Page 18: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

başka bir dünya

Ve bitirdiğinde beni, yani bittiğinde 36 ölümümünen güzel sevişmesi, göremez oldum önce. Sonra yokoldum. Ölümünü anımsıyorum. Ama biliyorum kionun bana dokunmaz olduğu, bakmaz olduğu anbaşladı ölümüm.

Anımsadığımda geçmişi, Anadolu'nun ve dünyanınbütün müzelerinde kendimi aradım. Yoktum. Amabiliyorum ki en güzel sevişmeyle şekillenenbedenim bir yerlerde varlığını sürdürüyor. Ve benbelki kaç ölüm sonra onunla karşılaşacağım.

MS. 79 POMPEI

Pompei'deki ölümüm en unutulmazıydıölümlerimin. Orada yaşadığım şey güzel bir bahargüneşinin cilveleşmesinden başka bir şey değildi.

Pompei'den hatırladığım, o yanardağ (2) ve bir çiftgöz. Yanardağın birden bire çıkardığı seslereürkerek bakardım. Ve yanardağa her başımıçevirişimde, orada olurdu o bir çift göz.Çekemezdim gözlerimi. Elim ayağım tutmaz olurdu.Sonra utanıp, yo belki de ürküp eğerdim başımı,ayıramadığım için gözlerimi ve öldürdüğü içinbeni bakmak gözlerine, sandaletlerine bakar;büyüsünden kurtulduğum bu noktada kaçardım.Ama kendimi zorlayıp, dönmediğimde,bakmadığımda da bilirdim ki o bir çift göz orada.

Ölümüm tahmin ettiğiniz gibi oldu. Bir güntükürüverdi yanardağ üzerimize, pek de öfkeliydi. 17yaşımın aklıyla anlayamamıştım- o zaman nedenini,ama şimdi biliyorum bu çağın gözlerinden bakıp,hele bir de gidip kendi ölümü aradığımdan orada.Neyse ne demiştim, bir öfkeyle gelen lavlarıhissetmeden yine bakışını hissetmiştim onun. İlkdefa... arkamı dönüp, yanardağa değil, lavları değil,o sel gibi inen ateşe değil, onun gözlerine baktım.Bu senfoninin en güzel notasıdır o bakış. Yüreğimhissetmekten, ama çok hissetmekten çatlayacakgibiydi ve sanki alev nehrinden önce bu bakış beniöldürecekti. Sonra, o kırmızı nehrin ona ulaştığını,bakışlarını benden çaldığı noktada benim de yokolduğumu hissettim. Bu en mutlu ölümümdübenim.

Ve yıllar sonra bugün tek üzüldüğüm şey, obakışlarla bugüne kalamamak oldu. Pompei'yegittiğimde onu gördüm. Artık o gibi bakmıyordugözleri, ama sandaletleri onun sandaletleriydi veyüzünde öyle bir gülümseme öyle bir dinginlikvardı ki... Onun da mutlu öldüğünü anladım. O

dingin bakış başka hiç bir Pompeili'de yoktu. (3)Kendi ölümü bulamadım. Ve ilk defa buradamezarımın bir toprak parçası ya da ufak bir kapdeğil, bütün bir şehir olduğunu hissettim.

MS. 120 EFES ROMA ÇAĞI

İşte o gözlerin bana sunduğu ölümden sonra,kendimi yine bir Roma kentinde Efes'te buldum.Roma'nın ASYA Eyaletinin Başkenti. Evlenmek içinpara biriktirmek üzere, 'dünyanın en eskimesleğinin' evindeydim. Yol üzerinde eğlencelibir ilanımız bile vardı, her nekadar beni tarifetmese de. (4)

18 yaşımın güneşli bir gününde, bana sevinç verençiçekleri boynuma takmış, liman caddesineinmiştim. Hatırlamıyordum belki ama bir öncekiölümümün gözlerinin etkisinden kendimikurtaramamıştım herhalde. Bakışlarım yerde,birşeyler düşünerek yürüyor olmalıydım. Ve osandaletleri gördüm. Aslında anımsamamamgerektiği için, ama onca yoğun bir duygusallığı daunutamayacağımdan, o anda nedenini bilmedenbaşımı kaldırdım ve aynı bakıştı karşımda duran.Sarsıldım.

Gece odamdaki kandil ışığını söndürüp, .Efes'inmeşalelerle aydınlatılmış sokaklarına bakarken,dışardan gelen bahar kokusu, çiçek kokusu, denizkokusuyla karışık şeyin onun kokusu olduğunu hayalettim. Onun evleneceğim erkek olduğunu hayalettim. Para biriktirecek ve onunla evlenecektim.Aşağı kattan sarhoş gemici ya da tüccar seslerinekarışmış kadın kahkahaları geliyordu. Her dildenkonuşuluyordu sanki: Yunanca, Latince, Mısırca.Odamın kapısı çalındı. Biraz huysuz, hayallerimbozulduğu için isteksiz ama evliliğimiyakınlaştıracağı için sesimi çıkarmadan kapıyıaçtım. Aşağıya çağırılıyordum. İndiğimde okalabalık sarhoş uğultusunda, başımı çevirmedenbiliyordum bakışlarının yerini. Aynı oyun orada dabaşladı. Bu kez ben utangaçlığımı yenip, ya dautangaç olmamam gerektiğinden konumumnedineyle, her an kaybedeceğimi düşündüğüm bugözlere delicesine bakıyordum. O ise beniyokedeceğini bilerek bakışlarının, acımasız vetutkulu... Kalabalığın içinde sabaha kadarbirbirimizin gözlerini içitik şarap yerine. Nesarhoşluktu. Ve gitti sabaha karşı. Dönmeyeceğinibiliyordum. Şehrimi, beni ve gözlerimi bırakıpgitmişti. Güneş doğmadan dışarı çıkıp, şarkılarsöyleyerek hüzünlü gözlerimle çiçek topladım. Veçiçeklerden yaptığım kolyeyi boynuma takıp

16

Page 19: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

başka bir dünya

tiyatroya kadar yürüdüm. Üst basamaklarındantiyatronun, limanı ve onun gidişini izledim şarkılarsöyleyerek güneşin ilk ışıklarında. Artık eski Yunantragedyaları oynanmıyordu tiyatroda, Roma usûlüeğlencelere bırakmıştı yerini. Ve ben çiçeklerimlehüzünlü şarkılar söyleyerek son tragedyasınıoynadım bu tiyatronun. Güneş yükseldiğinde ölümübulacaklardı burada. Ve yaşım 18'di henüz.

O kadar üzüleceklerdi ki aşk evinde çalışan kızlarölümüme, benim evlilik parama katarak kendievl i l ik paralarından, görkemli bir lahi tyaptıracaklardı adıma ve bütün şehir görecektimezarımı.

İşte yıllar sonra yeniden keşfedildiğinde, "Helendönemine ait bu 'octangonal' mezarın kime aitolduğunun tam bilinmediği, ancak şehir halkıtarafından çok sevildiği tahmin edilen bir genç kızaait olduğunu" söylerken bil im adamları,bilemeyeceklerdi benim Roma dönemindeyaşamış, dünyanın en eski mesleğinin sanatkarıolarak öldüğümü. (5)

MS. 547 BİZANS

Bizans'da nedimesiydim Theodara'nın. Hani şuhipodromda görevli ayı bekçisinin kızı (6) ya dabazı söylentilere göre sirkte çalışan bir kadının.Yani ünlü Justinianus'un sayın eşi, hani şuAyasofya'yı son kez yaptıran ünlü imparatoruBizans'ın. Anımsarsınız canım, evlilikleri yüzündençıktı derler Nika ayaklanması 532'de. Yerle biretmişler koca başkenti, alev alevmiş her yer. Benküçükmüşüm o zaman, hatırlamam. KutsalAyasofya'yı bile yakmışlar. Yüce Justinianusgöstermek için gücünü bu kendini bilmezlere,yeniden ve daha görkemli yaptırmış Ayasofya'yı.İmparatoriçe anlatmıştı, aslında kaçacakmış o yüce,korkusuz Justinianus, ikna etmeseymiş kendisi onu.İsyan bastırıldığında 30-40 bin kişinin kanı sulamışşehir topraklarını.

Ne demiştim. Nedimesiydim Theodara'nın. Eğerbeni tanımak isterseniz ve düşerse bir gün yolunuzRavenna'ya (7), uğrayın San Vitale Kilisesi'ne. Ordaen anlamlı gözlerle sizi selamlayan, benimyansımam olacaktır mozaiklerdeki.

540 senesi ben 15 yaşındayken henüz, veimparatoriçenin emrine girmeme 2 yıl varkendaha, Ravenna'yı Bizans yönetimine soktu yüceJustinianus.

İşte bu belki de benim ölümümün başlangıcı oldu.545'de Ravenna'yı onurlandırdı yüce imparator,beraberinde sevgi l i eşi Theadora 'y la .İmparatoriçeye eşlik etme şerefi verilennedimelerden biri de bendim. Ah ölümümünbaşladığı yer.

San Vitale kilisesine mozaiklerini yaptırtacakmışİmparatorla İmparatoriçenen Ravenna'lılar. Bumozaikleri yaptırtmak için para veren kişinin adıgeçen de kitaplarda, sanatçısının adınıgöremezsiniz. O ki benim ölümüm oldu.Mozaiklerden önce eskiz çizmesi gerekmiş busanatçının, İmparatoriçe lütuf buyurdu ve bizi degötürdü kiliseye. Ah ölümüm! Henüz ulaşmıştıkkiliseye ve kısacık bir duadan sonra incelemekteydikkiliseyi ki, irkildim. Bu tanıdık bir histi. Biliyordumben bunu. Bakışlarım şaşmaz bir kararlılıkla gittibuldu onun gözlerini. Utangaçlık değildi bu artık,bir ihtiyaçtı vazgeçilemez. Sarsıldım. Ve çizmeyebaşladı. Yangın yangındı gözleri, alev alevdi içim.Hatırlamam mümkün olmadığı için öncekiölümlerimi, anlamlandıramıyor ve korkuyordum.Ama yine de gözlerim bir tek kişinin emrindeydi. Oçizmeye başladığında bizi, bu benim en uzunölümümün de başlangıcı oldu. İmparatoriçeyorulmamalıydı. Bir kaç saat içinde bitti onunçizimleri. Ve bir kaç nedime kaldık kilisede. Öyleistemişti sanatçı. 3 gün sürdü. Bu Bizans'takihayatımın en mutlu diye adlandırabileceğim 3günüdür. Ancak her an sanki bakışlarıyla ruhumdanbir tarafımı alıp götürüyordu. Başkente döndük birsüre sonra. Ah ölümüm!

Anlattıklarına göre çizimleri mozaiğe geçirmesi 2yıl sürmüş. Ve en son bitirdiği parçası mozaiğinbenmişim. Daha doğrusu başlıyor, bitirmedenelleri titreyerek bırakıyormuş vücudumundokunduğu yerini. Her yeri bitmiş mozaiğin, bir tekbenim ellerim ve yüzüm kalmış. Bitiremiyormuş.Uyuyamıyormuş. En sonunda geceleri çalışmayabaşlamış, kandil ışığında tamamlamış gözlerimi.

Benimse, o benim ruhumu çizgilerine aktardıktan;gözlerimi, bakışlarımı çaldıktan sonra başladıölümüm. Ah ne uzun ölümdü o! Onun koyduğu hermozaik parçasıyla, ruhumun biraz daha bedenimiterkett iğini hissediyor, engel olamıyordumölümüme. Sadece onun gözleri vardı yaşamımda.Son bir yılı yatakta geçirdim. Onun kandil ışığındagözlerimi tamamladığı geceyse, ben Bizans'ı veonun Bizans'taki gözlerinin hayalini terkederek,ölümü yakalamıştım. Ah ne zor bir ölümdü o! Ah,her gün biraz daha eksildiğini hissederek. Ah, ne

17

Page 20: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

başka bir dünya

uzun bir ölümdü o!

MS. 1243 İSPANYA

Aşklarımın en ateşlisini, ölümümün en kanlısınısundu bana İspanya topraklan, ya da Endülüs'üİspanya'nın. Ayçiçeklerinin, yazı, güneşi, Granada'yıve beni fethettiği mevsimdi. 29 yaşındaydım. Ve ogözler gelip beni bulmuştu yine.

İspanya Arap istilası altındaydı. Bir yandansavaşlar sürerken, endülüs arap beylerinin engörkemli kalesiydi. Alhambra Sarayı, (8) Yediyüzyıldan fazla sürecek olan Arap egemenliğininsembolü gibi yükseliyordu Granada'nın koynunda.

Gençkızlığımdan, hatta çocukluğumdan beribüyülerdi beni bu saray. Bahar geldimi, sarayın odillere destan bahçelerinden yayılan çiçek kokuları,bütün Endülüs kızlarını aşık ederdi kendine.Fiestalarımızın mevsiminde sokaktaki şenliğecoşkuyla katılırdı bu kokular da. Çocukken, gençkızlığa adım attığım yıllarda, bir keresinde gizlicegirmiştim bu saraya. İlk avlularından birinde şehritamamen gören bir balkon vardı. Bu benim

fiestalarımın, kahkahalarımın şehrine tepedenbakarken o çocuk yaşımda, içim binlerce, binlercesevinç ve kahkahayla dolmuştu. Hem bu yasakşehrin kapılarından geçebildiğim için, hem deyaşadığım şehirden büyülendiğimden olacak bu. Buduygularla yüzüme kocaman bir gülümsemeyayılıverdiği anda irkildim. Bu bakışlar .. nasıl ..nerden anımsıyorum. Nasıl bu kadar tanıdık.Başımı tereddütsüzce çevirdim bakışların olduğuyere. Hiç ses çıkarmamıştı gelen oysa, ama benyine de biliyordum onun orda olduğunu. Benimyaşlarımda alev gözlü bir erkek çocuk.Anımsıyorum, elim ayağım kesilivermişti birden vebu korkudan, yasak elmayı yerken yakalanmaktandeğildi. Bir süre alevden gözleri beni, içindeolduğum balkonu ve Granada'yı seyretti ve gitti hiçbirşey söylemeden. Bu benim çocukluk aşkımdı veyaşamımın her dönemine aktı Guadalquivir'insuları gibi. Ve ben yıllarca bu arap beyinin oğlunungözlerini düşledim. Şehrimden her o balkonabakışımda, orda olmasa da onun bakışını hissettim.Her fiestada göz göze geldiğimizde utanarakkaçırdım bakışlarımı, sarsıldım. Ama yine dedanslarım onun içindi hep, O bakışlar yaşamımınbir parçası oldu.

18

Page 21: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

başka bir dünya

Ve evlenmedim. Yaşıtlarımın düğünlerinde onunbakışlarında onun için dans ettim. Hep onun içintaktım o kırmızı gülü saçlarımın arasına. Veönünden geçerken o gülü ayaklarının dibinebırakışım onun içindi. O ise giderek daha bir yakangözleriyle hep ordaydı, ve hep gözleriyle vardı ..alev alev.

29 yaşımda, artık hayır diyemediğim bir erkekleevliliğe adım atarken, bu kez kendi düğünümünfiestasındaydım. Onun bakışlarını, daha kendinigörmeden hissettiğimde, dişlerimin arasında birgülle dansediyordum. Bakışlarını hissettiğimde, ilkdefa elim ayağım titremedi ve danslarımın enateşlisini en baştan çıkarıcısını, en deli edicisinionun için sundum. Bitirirken dansımı, dişleriminarasındaki gülü kahkahalarla f ı r la tmış t ımayaklarının dibine .. kırmızı .. kan rengi. Eğildi, öncegülü aldı, sonra elimi. Bu ilk dokunuşumuzdu. Elimalev alevdi. Atına adadık ve saraya süreceğine atı,endülüsün uçsuz bucaksız topraklarına ilerledi.Güneş batıyor ve ay çiçekleri istila ettikleri güneşison bir kez selamlayıp, ertesi gün içinsözleşiyorlardı. Bütün ay çiçekleri bize tek bir yönüişaret ediyordu kaçmamız için: güneşin battığı yeri.Kırmızı renkliydi battığında güneş. Ve arkamızdaatlılar, birazdan kırmızıya bulanacak bıçaklarıyla.

Kanımız ayçiçeklerini suladığında, İspanyadakiölümümü de selamlıyordum. Ve bütün o geçmişbakışlarını anımsadığım anda onun yok oluyordum.Ay çiçeklerinin başı öne eğikti gecede.

SONUÇ

Sevgili okuyucu, henüz bitmediyse de ölümlerimianımsamam benim, zaten bugüne kadar olan 36ölümümün hepsini anlatmam da mümkün değil.

Ama bu senfoninin son bölümü eksik kalmasındiye, bil istiyorum Hindistan'da 35 yaşında diridiri yakılarak öldürüldüğümü, sadece kocam öldüdiye. 12 yaşında evlendirümiştim onunla ve hiçsevmemiştim. Ölmeden önce emin ol çığlıkatmadım, bağırmadım. Sadece kalabalığın içinde ogözleri aradım. Yanarken döktüğüm gözyaşlarıysa, ogözlerin bu ölümümde benimle olmayışındandı.

Sonra 1917'de İstanbul'da, bir Yahudi kızıydım ve36 yaşımda, İvan adında bir beyaz Rusa delidivaneaşık ince hastalıktan öldüm. Evet, o gözlerinsahibiydi o yine. Saniye abla, can yoldaşım, sonkan tükürdüğüm mendilimi ona yollamış mektupla,

öldüğümü anlasın diye. Mektup hala sahibini arardurur.

Ve şimdi 37. ölümüne giderken sevgili okur, hikayekılığına bürünmüş bu anıları, önceki ölümlerininizdüşümlerini, bana anımsatıp yazdıran yine bir çiftgözdür ve ölümüme 37 yaşında öleceğimdüşünülürse - 11 yıl var. 11 yıl sonra bana getireceğiölüm bu gözlerin, nasıl olacak sizce?

BU ÖYKÜDE OLAYLAR VE KAHRAMANLAR HEMGERÇEKTİR , HEM HAYALİ.

HAYALİ KAHRAMANLARIN GERÇEK KAHRAMANLARLAKESİNLİKLE BİR İLGİSİ VARDIR. VE O İLGİ SONUCU

DOĞMUŞTUR OKUDUĞUNUZ ÖYKÜ.

notlar

1. Ana tanrıça heykelerinin saçları at kuyruğuysa onungençkız olduğunu, topuzsa anne olduğunu gösterir.

2. Vezüv.

3. Pompei'de bugün, Stabian banyolarındaki iki kişidensırt üstü yatandır bahsettiğim kişi.

4.'Mermer Caddenin sağında bulunan bu ilandan sonra,yüzmetre ilerde soldadır aşk evi. Burada bir sol ayak, birkavşak işareti ve kısmen noktalanmış bir kalp resmivardır. Reklamın şöyle bir yorumu yapılır: "Benigörüyorsunuz, kraliçeler kadar güzelim (basımdakitaçtan dolayı). Eğer beni arzu ediyorsanız ilerdeki yolkavşağına varmadan, soldaki eve gelin. Orda sizi bütünkalbimle kabul edeceğim. Görüyorsunuz kalbim birazyaralı ama zarar yok, orda- sizin içinde yer var." (Efes'inöyküsü-Sabahattin Türkoğlu)

5. Efes'in öyküsü kitabına göre, bu mezar Helen devrineait bir gençkız mezarıdır.

6. Anadolu uyg. Cilt 3- sy. 437

7. Ravenna İtalya'nın kuzeyinde Bizans sitili sanatıyla ilgiçeken bir şehir.

8. Alhambra, arapça kızıl demektir.

19

Page 22: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

kimsesiz çığlık

YALNIZLIK, KORKU VE NİHAİ SON:UZUN İNCE BİR YOLDAYIZ

pınar türen

Ah, bu denizinkaranlıklarında saklanan

gerçekler, asıl gerçek... Birkarar atılımı, yalnız küçük

bir kımıldanış; orayagidebilirdi. Oraya gitmek;

bu siyahlığın içine, birdaha çıkılamayan,

dönülemeyenderinliklerine gitmek...

Dalgalar; uzun, kalın birerkara yılan gibi kıvrana

kıvrana, yuvarlanayuvarlana açılıyor-,anlaşılmaz bir dille

karanlıkların sonsuzuzaklıklarına doğru

yayılarak onuçağırıyordu.

Bunların siyah kucağınaatılmak, yarın doğacak

güneşin yaşamındüşkünlükleriyle alay eden

ışığından kaçmak, bukaranlıklar içinde sonsuz

bir yoklukla mutlu vekaygısız yuvarlanıp

gitmek...

Kendisini, bu dalgalarınarasında süzülüp tatlı birkendinden geçişle sarhoş

olarak, sinirleri uyuşarakdenizin o dipsiz

uçurumlarına doğru iniyorsandı. İniyor, bitmeyen bir

düşüşle, karanlıkları katkat yararak, şu siyah

dalgalan yığın yığın sınmaalarak, yavaş yavaş,

düzenli bir ezgiyle, kendiniyokluğa eksiksiz bir verişle

iniyordu.

Çekemediğim acıların ızdırabıyla kıvranıyorum.

Ne kadar kolay atıvermek kendimi boşluğa. Bu kadar yakınmıyım ölüme? Ölümüme. Umut aramak çare mi bu inanılmazyalnızlığa. Oysa bu müzik... onu dinlemek mi yakınlaştırıyor beniölüme yoksa onun varlığı mı bağlıyor beni hayata? Savaştabüyüyen bir çocuğun ne umudu olabilir ki; kokuşmuş dünyamızhangi oyuncağı ile avutabilir ki acı dolu küçük bir kalbi.Bosna-Hersek1 den bir genç oturuyor karşımda. Ülkesinden,sevdiklerinden uzakta (bir ay önce kardeşi vurularak ölmüş),İstanbul'da gözleri boğazdan geçen bir yolcu gemisine dalmış.Kimbilir ne düşünüyor. Yirmibeş yaşında kaybettiği umutlarınımi; yoksa henüz zedelenmemiş başka hayatları mı? O gemiylebaşka sulara mı gitmek ister. Herşeyden; acılardan, savaşlardanuzak çok uzak bir yere mi götürmesini ister geminin kendisini...Hadi gemi diyorum, umut ver ona, hayatı savaşla solmuş ölümlekol kola girmiş bu insana umut ver. Sımsıkı sarılmak ve yalnızdeğilsin demek istiyorum. Gözlerim utanç içinde dolu mu dolutaş gibi oturuyorum yerimde! Kıpırdayamıyorum bile. Biliyorumki yalan. Çünkü yalnız. Hepimiz gibi yapayalnız. Ölümüneyalnız...

İşte yine o umut dolu notalar. Şimdi ölüm uzaklaşıyor yanımdan.Yaşam tam da bu notada başlıyor, flütle. Beethoven son dereceetkilenmiş olarak müziğini dinleyen tecrübesiz bir kemancıyadinlediği müziğin sadece kendi duygularını yansıttığım anlatır.Besteci ne hissediyorsa müziği de odur: Sevgi, nefret, acı, telaş,umut... herşey. İşte bu yüzden IX. Senfoni ölüme giden yoldakaçınılmaza karşı yapılmış bir abide gibi dimdik yükselir veçınlatır her çağdan, her çeşit dinleyicilerin kulaklarını sahibininhaykırışıyla "Ben Vardım".

Ayrılamamak niye bu hayattan. Niye çekilir tüm kanlı acılar,çaresiz mücadeleler, irili ufaklı kaygılar, ve tüm bu ümitsizlikiçinde nasıl bulunabilir hayata bağlanacak umut? Niyebilinçaltımız ölümden korkan düşüncelerle dolu. Oysa nasılyalnızız ve nasıl ölüyüz yalnızken. Notalar sonsuza kadar akıpgitse de ve her nota ölümü hissettirse de o ana ulaşamanın

20

Page 23: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

kimsesiz çığlık

Evet, bir karar atılımı,yalnız küçük bir

kımıldanışla; yoksungeçen yaşamıyla şu

yararsız beden arasındabu denizin tüm siyah

katlannı bir engel dizisigibi bırakarak, ta uçsuz

bucaksız suların bir türlüsonu bulunamayanderinliklerine kadar

inivermek!

Birdenbire silkindi. Tayanıbaşında bir ses:

"Cemil, neden karanlıktayalnız oturuyorsun?"

Titreyerek ayağa kalktı:"Geliyorum anne!" dedi.

Ve yaşamında hiç umudukalmamış bu çocuk, yavaş

yavaş, bu siyah geceden,şu kendisini çekip almak

isteyen yokluktanayrılarak, annesini izledi...

halit ziya uşaklıgilmat ve siyah

yılgınlıgıyla yaşıyorum işte. Yorgun, soğuk ve yapayalnız. CheGuavera "Bir sınıf olarak aydınların görevi intihar etmektir"demiş. Katılmıyorum. Tüm insanlar intihar etmeli. Belki devarolduğumuzu ispatlamanın tek çaresi bu. Yok olmak. Sonsuzakadar hiç olmak. Ne zaman hissedilir ölüm korkusu? Hayır her andeğil. Doğarken mi, büyürken mi, yoksa ülkenizin ölüm yaşıortalamasına yaklaştığınız hatta geçtiğiniz zaman mı? Epicure' ündediği gibi "Ölümden niye korkayım ki, yaşadığım sürece neolduğunu hiç bilemeyeceğim, tanıştığım an ise zaten benolmayacağım". O halde hayatımız boyunca birarayagelemeyeceğimiz şeyden niye bu kadar korkuyoruz. Nihaisonumuz: yok olmak, boşlukta fiziksel hacmimizledoldurduğumuz yeri boşaltmak ve hiç olmak. Çağlar boyuncadeğişik inançlarda sık rastlanan yeniden doğmaya inanmak daölüm korkusunu bertaraf etmek için bulunmuş oldukça kurnazbir yol. Sanki hayat çok hoş birşeymiş gibi yeniden ve yenidendünyaya düşmek; keçi, tırtıl, kral ve dilenci olarak, tırtılken birzamanlar keçi, dilenciyken bir zamanlar kral olduğunubilemeden biteviye tekrar yaşamak.

Oysa ben... "Siz bu satırları okurken ben olmayacağım" demekisterdim. Ama büyük bir ihtimalle yaşıyor olacağım, yorgun,soğuk, yapayalnız ve hep ölüme yakın. İntihar ise bu karmaşaiçinde hem kaçış yani zayıflık hem de cesaret istiyor. Durkheimüç çeşit intihardan bahseder: egoist intiharda kişinin çevresiylezayıf bağları vardır, bu kişiler kendilerini diğer insanlardan ayrı,kopuk ve desteksiz hissederler; altrustik intihar ise tam tersinesosyal talebe cevaptır, kişi grubuna çok fazla bağlıdır, kendisini

21

Page 24: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

kimsesiz çığlık

İpi boynuna geçirdi;düzeltti. Tam o sıra

dışardan bir kaç arabanınkorna seslerini duydu;

başka araçlar da katıldılarbuna; kornalar, tren

düdükleri, fabrikadüdükleri arasız, kesintisizötmeye başladılar. Neydi

bu? Kulakları mıuğulduyordu? Yoksa

dışarının, başkalarının birçağrısı mıydı? Yüzünü

buruşturdu. Sağdı daha,her şey elindeydi. İpi

boynundan çıkarabilir, birsüre daha bekleyebilir,

kaçabilir, karakolagidebilir, konağı

yakabilirdi. Dayanılacakgibi değildi bu özgürlük.Ayaklarıyla masayı itip

aşağıya yuvarladı; birboşluğa düşerken durdu.

Gözleri, ağzı açık,bacakları gerilerek,

çırpınarak sallanırkenkollarını kaldırıp başının

üstünden ipi tutmayauğraştı. (Ne oldu?

Yapmayı unuttuğu bir şeyimi anımsadı birden? Ya da

yeryüzünde tek gerçekdeğerin kendisine verilmiş

bu olağanüstü yaşamarmağanını korumak, her

şeye karşın sağ kalmak,direnmek olduğunu mu

anladı giderayak? Yoksabilinçsiz canlı etin ölümekendiliğinden bir tepkisi

miydi bu?) Başı öne doğrueğiliyordu. Kolları iki

yanına sarktı. Donununsol paçasından fildişi

renginde koyuca bir sıvıaktı uzaya uzaya; dizine

yakın bacağındaki kıllarabulaşarak ardarda yatağın

üstüne düştü, yayıldı.Yukarıdan, sallanırken

tahtaya sürtündüğü yerdenip çıtır dadı...

toplumuna adar ve önemli olan toplumun iyiliğidir (Japonlarınhara-kiri eylemi bunun örneğidir); anomik intihar ise kişininsosyal ilişkilerindeki ani değişim sonucu ortaya çıkar. Ne olursaolsun bir insanın kendi hayatına isteyerek son vermesiedebiyatdan sinemaya, sanatın neredeyse her dalında özel ilgigören temalardandır. Hele intihar eden ünlü bir sanatçıysa ölümüde sanatsal olur elbet. Marilyn Monroe'nun intiharı sırperdelerinin ardına gömülür, Kurt Cobain ardında son dereceduyarlı bir mektup bırakır, Nilgün Marmara sadeliği seçer amaardında bıraktığı etkisi tartışmalarda devam eder ve bu liste uzargider. Oysa intihar eden sıradan bir kişi olunca intihar sebebi desıradanlasır İnce duyarlılıklar, evrensel yılgınlıklar altında ezilenruhlar, yüce duygular yerlerini "sevdiğim kızı vermediler", "iflasettim", "hayatta hiçbir istediğim olmadı" gibi sudan(?)sebeplere bırakır ve intihar edenlerle birlikte intiharları dasıradanlasır.

Ya geride kalanlar? Onlar yeterince cesaretli olamadıkları içinyalnız hayatlarına biraz daha yalnız kalarak devam ederler, birazdaha yılgın, biraz daha soğuk. Depresyonun sebebini açıklamayaçalışırken Freud'un ortaya koyduğu hipotezlerden birinetakılıyor aklım. Freud'a göre sevdiği bir kişiyi kaybeden biriadeta kayıbı geri getirecek ümitsiz bir deneme gibi ölenlekendini özdeşleştirmeye başlar. Freud'un her zaman önesürdüğü gibi sevdiğimiz kişilere karşı negatif duygular taşıdığımıziçin yas tutan kişi bu sefer kendi kendisinin nefret ve öfke objesihalini alır. Buna ek olarak, yas tutan kişi yalnız bırakıldığınıyeniden hisseder ve ölen kişiye karşı gerçek veya hayali günahlariçin kendini suçlu hisseder. Bu özdeşleşme dönemini yasyükümlülüğü dönemi izler ki bu sürede yas tutan kişi ölen kişiyleilgili anılarını hatırlar ve böylece kendini ölen kişiden ayıraraközdeşleştirmenin dayattığı bağlardan kurtulur. Bu insanlar ölenkişiyle olan hissi bağlarını kaybetmezler, daha ziyadeözdeşleşilen sevilen kişinin hayattayken yaptığı hataları veeksiklikleri yüzünden kendilerini cezalandırmaya devam ederler.Tüm bu süreç insanlarda devamlı kendini suçlama, aşağılama vesonuçta depresyon yaratır. Sözün kısası Freud'a göre ölenleölünmez ama depresyona girilir.

Umutları tükenmiş karanlık yalnızlıklarına gömülmüş insanyığınları için yaşam ölümlerine uzanan yollarıdır. Yok olmakorkusu ve doğru dürüst varolamamanın acısı hep o korkunçsoruyu getirip takar akıllara: Ne zaman? Bazıları cevabı kendileriverebiliyor ama çoğumuz asla cevabı öğrenemeden kendisonumuza kadar yaşıyoruz.

yusuf atılgananayurt oteli 22

Page 25: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

deligömleği

DÜNYAYA GELMEK BİR DAHAHAYAL EDİLSE BİLE

sedef erkman

Hayvanlara gelince, bun-ların bir bölüğü, özelliklebalıklar ve kuşlar, insan-ların dünyasına dahildir.

Bâzı kara hayvanları ise fi-ziksel dünyanın parçasıdır.

Böylece Bororo'lar, sahipoldukları insan

görünümünün geçiciolduğuna inanırlar. Bu,

adını aldıktan bir balığınbiçimiyle, dönüşüm

çevrimlerini tamam-ladıklarında alacakları

arara biçimi arasındageçici olarak göründükleri

biçimdir.

claude levi-strausshüzünlü dönenceler

Şöyle bir etraflıca düşününce ölüm hakkında, aslında hayatta yaptığımızherşeyin ölümle ilgili olduğu gerçeğini kavradım. Bu korkunç keşif hayatımıve ölüme bakışımı değiştirmese de, beni oldukça şaşırttı. Öyle ya, ölümdenkorkup hayata sarılıyoruz, ölüme meydan okumak için olmadık şeyleryapıyoruz, çünkü ancak yaşıyorken tanımlıyız, ölümden sonra ise neolduğumuz pek açık değil.

Reenkarrtasyona inananların işi nispeten daha kolay, çiçek, böcek bir şekildeyeniden dünyaya gelme şansının olduğunu bilmek rahatlatıyordur insanı.Sistemi tam olarak bilemiyorum tabi ama münasebetsiz bir yaratık olarakgelirseniz dünyaya, bu sizi çok mutlu etmeyebilir. Yakın zamandasinemalarda gösterilen Bertolucci'nin Küçük Buddha filmini hatırlattı bubana; filmde Tibet'te bir rahip havada uçan sineği bir yandan gözleriyletakip ederek, minik öğrencilerine, hiç bir canlıya zarar vermemelerini çünküBuda felsefesinin temelinde bunun yattığını anlatıyordu, öğrenciler degözlerini kocaman açıp anlayışlı anlayışlı başlarını sallıyorlardı. Ama yahayata bir sinek olarak gelmişseniz ve bulunduğunuz yer size zararvermemesi gerektiğinin bilincinde olan nazik Budistlerle değil de sizi"mikrop taşıyıcısı mendebur hayvan" olarak gören ve eline geçirdiğigazeteyle bir an önce duvara yapıştırmak için dik dik bakan insanlarla doluise reenkarnasyon fikri pek iç açıcı olmayabilir.

Daha şanslı olduğunuzu Ve dünyaya cins bir köpek olarak gelme lüksüneeriştiğinizi varsayalım. Hayat yine de ilk anda düşündüğünüz gibi "ekmekelden su gölden" geçmeyebilir. Mesela bir önceki hayatınızda nefretettiğiniz cinsten bir sosyete hanımefendisinin eline düşmüş olabilirsiniz vekadın her yemekten sonra sabunlu bir bezle ağzınızı ve her tuvaletten sonrada sabunsuz bir başka bezle poponuzu siliyordur.

Düşülebilecek durumlardan en kötüsü de hiç kuşkusuz, hayvanatbahçelerinden birinde yaşamak olurdu. Günümüzde hala modern biranlayışla düzenlenmiş ve gezmeye gelen insanların değil de hayvanlarınrahatına göre tasarlanmış hayvanat bahçeleri oldukça az sayıda. Buyerlerden birinde bir Bengal kaplanı olabilirdiniz, nice yazara konu teşkiletmiş ve yüzyıllar boyu hayranlıkla karışık bir saygı uyandırmış olanihtişamlı güzelliğiniz, içi dışkı ve yemek artığı dolu karanlık bir kafeste, pırtıkbir sokak kedisinin görüntüsüne dönüşür, siz de mutsuz ve kızgın oturduğunuzkafesinizden size fıstık ve olmadık onlarca nesne atan arsız çocuklara içgeçirerek bakarken, onlardan bir kaç tanesini midenize indirseniz keyfinizingerçekten yerine geleceğini hayal etmekle yetinirdiniz.

Ama eğer ki bir hayvan olarak insanlardan uzak bir yerde, sonsuz dallangöklere kavuşan yemyeşil ağaçların kapladığı uzak bir ormanda yaşıyorsanızişte o zaman keyfinize diyecek olmaz. Hatta o zaman insan olarak yaşamış

23

Page 26: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

deligömleği

Gregor Samsa, bir sabahkorkulu bir düşten

uyanınca yatağının içindekendini korkunç bir

hamamböceği olarakbuldu.

franz kafka, değişim

bu bahçe, bu nemli toprak,bu yasemen kokusu

bu mehtaplı geceparıldamakta devam edecek

ben basıp gidince deçünkü o ben gelmeden, ben

geldikten sonra dabana bağlı olmadan vardı

ve bende bu aslın sureti çıktısadece...

ayrılık yaklaşıyor hergünbiraz daha

güzelim dünya elveda,ve merhaba

kâinat.

nazım hikmet ran

olduğunuz günleri hiç özlemeyecek, insan olarak doğma felaketinin, titiz birev hanımının evindeki bir kara sinek olmaktan daha beter olduğunainanacaksınız. Çünkü o zaman bileceksiniz ki yeryüzündeki bütün melanetyalnızca ve yalnızca insandan çıkmaktadır. Ve Buda felsefesinin asıltemelinde ruhlarımızı bir an önce insan olmanın utancından kurtarıp bitkiveya hayvan olarak gerçek huzura kavuşmanın yattığını anlayacaksınızdır.

Reenkarnasyon konusunda düşününce insanın aklına binbir düşünce geliyor.Aklıma bir de şu soru takılıyor: Kafka reenkarnasyona inanıyor muydu? Öyleya, bir sabah uyanıyor ve kendisini hamam böceği olarak buluyor. Tipik birreenkarnasyon saplantısı. Ama Kafka kendisine bedeninde doğmak içindaha sevimli bir hayvan bulabilirdi. Gerçi hamam böceğinin onun ruhunuoldukça iyi yansıttığını kabul etmemek insafsızlık olur. Bir düşünün; beyaztüylü, minik, tombik kedinizin bir zamanlar Franz Kafka olduğunu ve şimdisizin onu "Pamuk" veya "Minnoş" diye çağırdığınızı... Bence Kafkareenkarnasyon fikrini kendine yatkın buluyordu, sizin de böyle biryatkınlığınız varsa eğer, bundan sonra mutfağınızdaki hamam böceklerinekarşı eskisi kadar acımasız olmamanız gerekir, ne de olsa yüzyılımızındehalarından birini ayakkabısıyla ezmiş olmanın korkunç sorumluluğunukimse üstlenmek istemez, değil mi?

Tabi reenkarnasyon öldükten sonra başımıza gelebileceklerden yalnızcabiri. Mesela, ölüme materyalist bir düşünceyle yaklaşmak ve "öldükten sonrahiç bir şey yok, sadece karanlık ve boşluk" diye düşünmek en karamsaryaklaşım tarzı sayılabilir. Gerçi yeryüzündeki varlığımızın ölümümüzlebirlikte son bulacağını ve bir avuç toprak veya bir avuç kül olacağımızainanmak, aslında öldükten sonra neler olacak diye merakla kıvranmaktan vekalp krizi veya kritik bir ameliyat geçirenlere çaktırmadan " öbür tarafa gittinmi , neler gördün?" diye sormaktan kendini alamamaktan başka bir işeyaramaz. Üstüne üstlük böyle düşünmenin hayal gücünü daraltıcı bir yanı davardır ve genelde gece geç saatlerde, sadece mum ışığı ile aydınlatılmışsalonlarda, hafif çakırkeyif bir halde yapılan "ölümden sonra nelerolabilir?" geyiğine ağız tadıyla iştirak etme zevkini de kaçırmanıza nedenolur.

Ayrıca bu konuda biraz daha duygusal davranmanızı ve canınızdan çoksevdiğiniz babanızın veya eşinizin veya kan kardeşinizin öldükten sonrasadece ve sadece toprağın altında kısa bir süre daha fiziki varlığınısürdüreceğine ve daha sonra da, solucanların iyice şişmanlamalarını ve.mezarlıktaki bitkilerin biraz daha gürleşmelerini sağlamaktan başka bir işeyaramayacağına inanmanın fazla acımasız bir yaklaşım olduğunudüşünmenizi tavsiye edeceğim.

Ölümden sonra olabilecekler konusundaki en yaygın inanç elbette,tartışmasını en sona bıraktığım, malum cennet-cehennem ikilemi, bir diğerdeyişle, "herkes layığını bulur" önermesi. Ölüm hiç kuşkusuz bütün dinlerinbirinci dereceden ilgi alanına giriyor. Bütün semavi dinlerin bu konuda,ufak tefek farklar dışında aynı referansları veriyor olması, bu alternatifiüzerinde konuşulmaya değer kılıyor. Kutsal kitaplarda cennet vecehennemin neye benzedikleri konusunda ayrıntılı tasvirlere giriliyorolması, insanların kafasında belli bir imajın oluşmasına neden oluyorbence. Cennet hakkında anlatılanlar, günümüz dünyası insanı için Bahamaadalarında bir tatili andırıyor, Hawaili kızlar boyunlarında çiçeklerden

24

Page 27: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

deligömleği

43. "Ve cehennem onlarınhepsinin toplanacağı

yerdir" 44. O cehenneminyedi kapısı olup, her

kapıdan onların girecekleriayrılmış bir kısım vardır.

45. Allah'a karşı gelmektensakınanlar ise cennetlerde

pınar başlarındadırlar. 46."Oraya güven içinde,

esenlikle girin" denilir. 47.Biz onların gönüllerindeolan kini çıkardık; anık

onlar sedirler üzerindekarşılıklı oturan

kardeşlerdir.

hicr suresi, kuran-ı kerim

çelenklerle sizi uçak kapısında karşılıyorlar ve daha sonra siz deniz kıyısındaüstü çiçekli gömleğinizle bir örnek şortunuz ve güneş gözlüğünüzle keyifyaparken size uzun bardaklarda adını bir türlü telaffuz edemediğiniz egzotikkokteyller ikram ediyorlar.

Cehennemin ise belli ki, dünyada bir çok farklı karşılığı var. Yazık olan,dünyada cennet benzeri yerlerin cehennem benzeri yerlerden çok daha azmiktarda olması. Sanıyorum ki cennet yeryüzünde çok az yerdebulunabildiği için insanlar arasında bu denli popülarite kazanmayıbaşarmış. Zaten bütün hayatlarını cehennemde geçiren insanlar, öldüktensonra da aynı ortamda yaşamayı haklı olarak istemiyorlar ve değişiklikarıyorlar. Öyle ya, ölümden sonra hiç bir şey değişmiyorsa, ölümün neözelliği kalıyor? Mesela, cehennemin günümüzün Ortadoğu'sundan bir farkıyok. Ortadoğulular, öldüklerinde eğer cehenneme giderlerse -Allah korusun-,hiç yabancılık çekmeyecekler ve hatta aradaki benzerliği farketmeyip "yahuhani ben ölmüştüm?" diye kendi kendilerine soracaklar.

Ölümden sonrası üzerine düşününce insanın aklına olmadık şeyler geliyor.Oysa yazının başında, hayatta yaptığımız herşeyin ölümle ilgili olduğunusöylemiştim. Biraz düşününce siz de bana hak vereceksiniz. Hayatımızboyunca yaptığımız bir çok şeyin sadece ölümle mücadele etmek, birpunduna getirip ona kazık atmak üzerine inşa edilmiş olması aslında neilginç bir paradoks! Geliştirdiğimiz ve şimdilerde artık bizi nereleregötüreceğini pek de bilemediğimiz teknolojiyi gerçekte, depremleri,fırtınaları, selleri kontrol edebilmek, doğanın bize verebileceği zararlardankurtulmak için kullanmıyor muyuz? Tıp yoluyla ölümcül hastalıkları yenmek,daha uzun yaşamak, sakatlıkları tedavi etmek, doğmamış bebekleri annekarnında ameliyat etmek, yanlış genleri yoluna koymak, ölüme meydanokumak değil de nedir? Binlerce insanı ilgilendiren sağlıklı yaşam, dengelibeslenme, Akdeniz mutfağının nimetleri, vitaminler, jogging, step, aerobik,umutsuzca şişeler dolusu tüketilen kozmetikler, kremler, losyonlar, hepsihepsi insanın zavallı çırpınışlarıdır ölümün karanlık gölgesi karşısında.

Oysa hepsi komik, hepsi aldatmaca, hepsi kendi kendini kandırmaca, çünküsonuçta, er veya geç, Yahya Kemal'in dediği gibi, "geniş kanatları boşluktasimsiyah açılan ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan geçincebaşlayacak bitmeyen sükunlu gece".

25

Page 28: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

med-cezir

MUMİYA

zeynep aktüre

"Başlangıçta, henüz dünyamız ortada yokken vetanrılar henüz doğmamışken, henüz bir ırmak ya daÖlüler Ülkesi yokken ve görülebilecek bir gökyüzü,Gizli Amon'un görülmez ihtişamı içinde dinlendiğiyine de gerçekti. Evet, biz başlangıcımızı Amon'danbiliyoruz. Giz'in içinden Temu olarak ortaya çıkü ve"Işık" diye bağırdı -ilk sesti bu. Temu'nun çığlığıkarısının, Nu'nun bedeninde titreşti ve Nü, bizimKutsal Sular'ımız haline geldi. Temu, öylesine yüksek

bir sesle konuştu ki, ilk dalga Nu'nun içinde hareketegeçti ve bu Kutsal Sular, ışığı ortaya çıkardı. KutsalSular'ın sonsuz dinginliğinden Ra'nın ateşli dalgasıdoğdu ve, Temu karısının bedeni içinde gerikaybolur ve yeniden Amon olurken, O, kendisinicennete yükseltip güneş oldu. İşte, başlangıç buydu.

Ra için tüm kadınlar aynıydı. Hepsini severdi.O'nun sorunu, kendi ısısına dayanabilecek kadarserin bir eş bulmaktı. Sonunda, gökyüzünün tanrıçasıüzerinde karar kıldı: Nut. Ra, sevişirken, kırkikihayvanın tümünün şekline girebiliyordu. Bir gün birhata yaptı ve Nut'a ineklerle sevişmekten nefretettiğini söyledi. O günden sonra Nut, hep bir ineğinbedeninde yaşadı -zaten evliliklerde hep böyledir!Üstelik, Nut, her fırsatta, Geb'le çamur banyolarıyapmaya koşuyordu. Ra'nın tahammül sınırıaşılmıştı sonunda, öfkesini kustu ... ve Nut'un beşgecede beş çocuğu oldu! Hangileri Ra'dan hangileriGeb'dendir hala bilinmez, ama, tümü de hemenresmen Ra'nın çocukları olarak ilan edildiler: İlkdoğan, Osiris; ikinci, Horus; üçüncü olarak, Set,annesinin bedeninden gökyüzünde şimşeğinçakabileceği bir yarık açacak kadar büyük bir hızlafırladı; ve, dördüncü, İsis, bir çiğ buğusu içindedoğdu; en son doğan Nephthys, erkek kardeşi Set'le,daha annelerinin karnındayken birbirlerine aşıkoldukları söylenen İsis ve Osiris de birbirleriyleevlendiler. Kuşkusuz, bu koşullarda, kimin öz kiminüvey kardeş olduğu konusunu kurcalamak pek biranlam taşımıyor; ancak, Ra aldatılmışlığının ağırlığıaltında, çocuklarının üzerinden lanetini eksik etmedive beş çocuk, Ra'nın laneti altında, kötü kehanetlerledolu bir evin içinde yaşamlarını sürdürmek zorundakaldılar. Daha çocukken bile ihanet oyynlarıoynadılar ve cinayetler düşlediler; ve Ra'nın laneti

çocukların evliliklerine de geçti. Kuşkusuz, iki evlilikarasında büyük fark vardı. İsis Osiris'i seviyor veO'nu kendisinden daha çekici buluyordu. Güzellergüzeli Nephthys ise mutsuzdu. Set'in huysuzluğununateşi altında çöldeki taşlar gibi yanıyor ve kendikendisine, bu koşullar altında isminin nasıl 'Zafer'olabileceğini soruyordu. Osiris, çöl içindekivahanın gölgesi kadar serindi. Kendisine, örneğin,bir tabak verirken, Nephthys, Osiris ' inparmaklarının nezaketini hissedebiliyordu. Derken,olanlar oldu ve, bir gece, Nephthys kocasını Osirisile aldattı. Set'in her gece O döndüğünde açan birçiçeği vardı. O meşhum gece, çiçek açmadı; Setçiçeğe "Yüzüme bak. Ben geldim." dediği zaman,çiçek öldü ve Set, Nephthys'in Osiris'le geçirdiğigecenin kendisiyle geçirdiği herhangi birzamandan çok daha güzel olduğu açıkçaokunuyordu. Aynı gece, Nephthys, hamile olduğunusöyledi, hem de sesinde Set'in daha önce hiçduymadığı bir mutluluğu gizleyemeden. Bu utancıniçinde, Set'in öfkesi büyüdü; güzeller güzeliNephthys ile Set'in öfkesinden bir ucube doğdu:Anubis, çakal başlı tanrı, Nephthys, Anubis'i çölegötürüp, terketmek istedi, ancak İsis, kendi kocasınınihanetinin kanıtı da olsa, bu çocuğunkaybedilmemesi gerektiğini biliyordu. Bu nedenle,çocuğu, kendi koruması olarak yetiştirdi- Anubis,yargı terazisini tutan çakal. Tüm ölülerin onagörünmesi gerekir. Terazinin bir kefesine ölenkişinin kalbi, diğerine de gerçeğin tüyü konur. Terazidengelenmezse, vay ölenin haline! Böyle konulardaancak Anubis karar verebilir, çünkü doğduğu günona sunulan yaşam umudu, bir tüyünkinden dahafazla değildi.

Set'in öldürücü öfkesine rağmen, karısının piçi halayaşıyordu. Üstelik, Osiris, yalnızca Mısır'ın ilk kralıolmakla kalmamış, en büyüğü olmuştu. Bizlere tahılyetiştirmeyi, arpadan bira yapmayı, mısır tarımını,güzel üzümler yetiştirmeyi ve iyi şarap fermanteetmeyi O öğretti. Derken, Yemyeşil'in öbür tarafınayolculuklara ve bu bilgiyi daha cahil topraklardayaşayanlara öğretmeye başladı. Gittiği heryerdeO'na tapılıyordu artık, öyle ki, Mısır'a geridöndüğünde, kendi güzelliğinin biraz fazla

26

Page 29: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da
Page 30: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

med-cezir

Böylesi bir restorasyon için gerekli yağ,sadece ve sadece bu akreplerin tıka basa

kurtçukla dolu karınlarından eldeedilebilirdi. İsis, etekliğini çıkartıp, merhemikendi bacaklarına ve karnına sürdü önce.

Bu manzaraya dayanamayan zavallıByblos Prensi'nin güverteye akıttığı

menilerini de tenine ekledi. Sonra, ölükocasının bedeni üzerine yatarak, Osiris'ibu merhemle yıkadı. Osiris'in dağılmış yediışığı böylece geri geldi ve Osiris, ölümünün

tüm bataklıklarından, limanlarından,dağlarından ve denizlerinden bedenine, eve

döndü.

farkındaydı.

Eve dönüşünün ilk ayında, Set Osiris'i büyük birziyafete davet etti ve Temu'ya en yakın tanrınınbedenine uyacak muhteşem bir sandukayaptırdığını söyleyerek Osiris'in kibirini hareketegeçirdi. Set, sandukanın getirilmesini ve sarayınyetmişiki tanrısının teker teker içine yataraksandukayı denemesini emretti. Kutu, hiçbirineuymadı. Set'in oranlarına da uygun değildi.Sonunda sıra Osiris'e geldi; Osiris, tam aranankişiydi. Osiris sandukanın içine yatarken, Set, "Nekadar da güzelsin!", dedi ve sandığın kapağınıkapatıverdi. Savaşçılarının yedi tanesi, kapağımaden eriyiğiyle mühürlediler ve sandukayı Nil'etaşıyıp sulara bıraktılar. Sandık, güneşin akrepişaretinde olduğu tüm bir öğleden sonra boyuncayüzerek, gözlerden kayboldu.

İsis, olanları öğrenince, kendi yarasını göreninsanların attığı çığlıkların ilkini attı ve Delta'nınsazlıklarında, bataklıklarda tabutu aramaya başladı.Osiris, Nil'in sulan boyunca sürüklendikten sonra,Lübnan kıyılarında Byblos'a doğru yol almış vekıyıdaki kayaların üzerindeki çalıların dallarınatakılıp kalmıştı. Esen her rüzgarla ayrı bir yönebükülen gariban çalı, Osiris içine girer girmezkuvvet bularak büyümüş, içindeki tabutun etrafındabir gövde oluşturmuş ve hızla boy atmıştı, ta kiByblos onu görene ve kesilip yeni sarayının ortadireği yapılmasını emredene kadar. Yedi akrebiİsis'in bu kıyıya getirdi ve İsis, Osiris'in varlığındandolayı dünyanın tüm bahçelerinden daha güzelkokan Byblos sarayında, kraliçe tarafından kabuledildi. Kraliçe Astarte için, yüksek sınıfa dahilolmanın en birinci göstergesi, fiziksel güzellikti.

Yalnızca kendisi kadar güzel olanların yanınayaklaşmasına izin verirdi; İsis'i de bu nedenle kabuletti. İkisi öylesine iyi anlaştılar ki, İsis, kraliçeden,kralı kolonu kesip kocasını serbest bırakmaya iknaetmesini bile isteyebildi. Bu, aslında çok büyük biristekti: Byblos'un en muhteşem odası yerle birolacaktı. Öte yandan, kral Melkarth, ağacın kesilipodanın inşa edilmesini emrettiği günden berisarayın üzerine çöken ürkütücü sessizlikten gizli birrahatsızlık duyuyordu. Bu nedenle, isteği kabul etti.

Sandık açıldığında, Osiris'i korkunç bir durumdabuldular. Tüm yüzünü kurtçuklar kaplamıştı. Bunugören İsis öyle bir çığlık attı ki, Melkarth'ın en küçükçocuğu, kulağından kan gelerek öldü. Aslınabakarsanız, çocuğun ölümü, krala pek de fazla acıvermedi. Kıyıdaki muhteşem ağaç kesildiğindenberi iktidarsızlıktan muzdarip olduğundan, çocuğunbabası olması olasılığı ona gerçekten pek uzakgözüküyordu. Şimdi ise, karısının kendisine geridönmesini arzuluyordu. Kraliçeyi odalarına çıkardıve mutlu olmaya çalıştı, ancak, başaramadı.Böylesine korkunç bir ölümden bu kadar az zamansonra neşesini bulmaktan korkuyordu. Bu durum,bir başka cana malolabilirdi. Derken, Melkarthfarketti ki, oğulluranın hiç birine aslındagüvenmiyor. İsis yola çıkacağı zaman, kral, tümoğullarını onun gemisinde hizmet etmek üzeregörevlendirmeye hazırdı.

Kıyı görünmez olduğunda, gemide, tabuttaki bedenüzerinde çalışmalar çoktan başlamıştı. Eteğindekiyedi akrebi serbest bırakan İsis, onları, Osiris'inyüzünde ve kaslarında yaşayan kurtçukları yalayıpyutmakla görevlendirdi. Yelkenlerdeki rüzgarınhızıyla çalışan akrepler, gün batmadan, güvercinyumurtaları gibi yusyuvarlak olmuşlardı bile. İsis,merhem yapmak için, bu ağır gövdeleri parçaladıve akreplerin sunabildiği tüm koruyucu sıvıyı aldı -gerçekte, onları öldürdüğü halde, onların erkekkardeşlerine "İsis'den sakının!" mesaj ınıgöndereceklerini biliyordu, ama, Osiris'ingüzelliğini onarmaya da kararlıydı. Böylesi birrestorasyon için gerekli yağ, sadece ve sadece buakreplerin tıka basa kurtçukla dolu karınlarındanelde edilebilirdi. İsis, etekliğini çıkartıp, merhemikendi bacaklarına ve karnına sürdü önce. Bumanzaraya dayanamayan zavallı Byblos Prensi'ningüverteye akıttığı menilerini de tenine ekledi (çünküPrens de annesinden aldığı güzellikle övgü toplardıhep). Sonra, ölü kocasının bedeni üzerine yatarak,Osiris'i bu merhemle yıkadı. Osiris'in dağılmış yediışığı böylece geri geldi ve Osiris, ölümünün tümbataklıklarından, limanlarından, dağlarından ve

28

Page 31: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

med-cezir

İşlemin ana ilkesi, bedeni kuru doğalsodyum karbonat kullanarak tümüylekurutmak. Önce, cesedin yumuşak içparçalan çıkarılıyor: beyin, burun

deliklerinden; tiğerler, mide ve bağırsaklar,sol tarafa açılan bir kesikten. Bu organlar,kuru sodyum karbonata yatırılıyor; sonra,

ketene sarılıyor ve kapalı kavanozlarveya kutular içinde mezarda depolanıyor.Kalp ve böbrekler, bedenden çıkarılmıyor.

Bedenin boşlukları, reçine, reçineyledoyurulmuş keten, talaş veya bazı

ağaçlardan çıkan çamsakızına benzerkoyu renkli bir madde ile dolduruluyor.

denizlerinden bedenine, eve döndü. Yenidengençti ve güzeldi. Bir tanrıçanın bir tanrınınüzerine oturmaya cüret ettiği bu ilk anda, birçocukları oldu. İsis, bu aykırı durumu gözetlemekteolan Byblos Prensi'ne kötü niyet dolu öyle bir bakışfırlattı ki, prens anında öldü ve denize düştü. Aynıanda, Horus, İsis'in diğer erkek kardeşi de attandüşerek ölmüştü ve İsis de, İsis'le Osiris'inbacaklarında bir zayıflıkla doğan çocuğu Horus'aaynı anda hamile kalmıştı. Tanrılar genellikle pekölmediklerinden, yeni doğan Horus, kardeş olanHorus'un bir dönüşümüydü. Çocuk, tabii ki, çok kısabir zaman içinde büyüyecek ve ondört yıl içindeyetişkin bir adam haline gelecekti. Ama bunlar, zor,çok zor yıllar olacaktı. İsis, Ra'nın ve Set'in kendisinibeklediğini biliyordu."

... Ve öykü, başka ölümlerle, [yeniden] doğmalarla,intikamlarla, ihanetlerle dolu olarak sürüp gidiyor.Yukarıdaki kısım, Norman Mailer'ın, yayımlandığıyıllarda muhafazakar çevrelerin büyük tepkisiylekarşılaşan 'Ancient Evenings'l romanından,tepkilere neden olan "müstehçenlik'ten kısmenarındırılarak aktarıldı. Kitaptaki bu öyküyühatırlamama, geçtiğimiz haftalarda izlediğim, birgezi sırasında amatör kameralarla çekilmiş 'Mısır'lailgili bir film neden oldu: Kahire sokakları, NilNehri... Eski Mısır kültürünün günümüze kadargelebilmiş kal ınt ı lar ı mezarlar, tapınaklar,papirüsler, duvar resimleri... Gördüklerim, bugünekadar hakkında doğru dürüst herhangi araştırmayapmadığım 'Mısır' üzerine, 'corn flakes'le birlikte,aklıma ilk gelenlerdi-tabii, bir de, özel işlemlerdengeçirilerek korunmuş insan bedenleri, yani,mumyalar var. Olasılıkla Arap mezar soyguncularıtarafından ilk bulundukları zaman, bu cesetlerin

derileri ve kemikleri kararmış olduğundan, ilk anda,yanlış bir kararla, kararmanın katran kullanımındankaynaklandığı düşünülmüş. Katran'ın Arapçası'mumiya'; böylelikle, 'mumya' sözcüğü, dilimize de,İngilizce'ye olduğu gibi, Arapça'dan girmiş.

Yukarıda başlangıcı aktarılan öykünün hangikısmına ya da kısımlarına bağlanabi l i rbilemiyorum, ama, eski Mısır inanışına göre,'ölüm'den sonra bir 'sonraki hayat' var ve busonraki hayatta ruhu banndırabilmesi için, bedenintümü gerekiyor. Bundan hareketle, mumyalamatekniklerinin, iç odalı gömütlerin ve ahşapkullanımıyla birlikte ortaya çıkan ölü bedenininçürümesini hızlandırıcı etki nedeniyle geliştirilmişolduğu düşünülüyor. Zaten, tarihlenebilen en eskiörnekleri İ.Ö. 2600 yıllarına kadar uzanan korunmuşbeden buluntuları üzerinde yapılan çalışmalar,mumyalamanın, oldukça pahalı bir işlem olmasınedeniyle, yalnızca var l ık l ı lar tarafındankarşılanabildiğini, bir de, boğa, kedi gibi, bazıtanrıların kutsal hayvanlarının mumyalandığınıgösteriyor; daha ucuz yöntemlerin geliştirilmesimumyalamanın daha yaygın kullanılan bir işlemed ö n ü ş m e s i n i sağ lad ıysa da, Mıs ır 'daanıt-mezarların dışında günışığına çıkarılancesetlerden pek çoğunun o dönemden günümüzekorunmasındaki başarı, mumyalama işlemindençok cesetlerin gömüldüğü kızgın kumun doğalkurutucu etkisine bağlanıyor.

Mumyalamanın nasıl yapıldığını anlatan yazılı eskiMısır kaynaklan varsa bile, henüz gün ışığınaçıkarılmış değiller. Bu konuda bilinenler, arkeolojikaraştırmalarla ortaya çıkarılmış cesetler üzerindeyapılan incelemelere ve kimyasal çözümlemeleredayanıyor. İşlemin ana ilkesi, bedeni kum doğalsodyum karbonat kullanarak tümüyle kurutmak.Önce, cesedin yumuşak iç parçaları çıkarılıyor:beyin, burun deliklerinden; ciğerler, mide vebağırsaklar, sol tarafa açılan bir kesikten. Buorganlar, kum sodyum karbonata yatırılıyor; sonra,ketene sarılıyor ve kapalı kavanozlar veya kutulariçinde mezarda depolanıyor. Kalp ve böbrekler,bedenden çıkarılmıyor. Bedenin boşlukları, reçine,reçineyle doyurulmuş keten, talaş veya bazıağaçlardan çıkan çamsakızına benzer koyu renklibir madde ile dolduruluyor. Sonra, beden, doğalsodyum karbonata yatırılarak, tümüyle kumtuluyor.Bu işlemi, yıkama ve yağlama izliyor. Son olarak,beden sarılıyor; önce tek tek parmaklar, sonrakollar ve bacaklar şerit halinde ketenbeziyle özenlibir örgü oluşturacak şekilde sarılıyor, ta ki bedenintümü kaplanana kadar. Tüm bunlar yapılırken,

29

Page 32: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

med-cezir

Mısır'da Tutankhamon'un lahtininaçılmasının heyecanı yaşanır ve gençkralın som altından tabutu, bizlere

zamanda ve uzamda son derece uzak birkültürün inanışları doğrultusunda başka bir

hayata geçmek ve bir daha gün ışığıgörmemek üzere gömüldüğü yerdençıkarılırken, Moskova, üç haftadır

dünyanın en meşhur ikinci mumyasını vemumyanın içine koyulacağı anıt mezarı

hazırlıyordu...

tırnakların düşmemesine özel bir dikkat gösteriliyorve dış cinsel organlar için de özel olarakhazırlanmış reçineyle doyurulmuş keten örneklerikullanılıyor. Yüzün, kağıt bir maskeyle resmedilerek,ifadesinin korunduğu örnekler de var. Tüm buişlemler, oldukça uzun bir zaman alıyor. Eski Mısırbelgelerine dayanarak, ölümle gömülme arasındayetmiş gün gibi bir zaman geçtiği biliniyor.Hazırlama ve sarma yöntemlerinde değişikliklerolmakla birlikte, mumyalamanın, İ.S. 4. yüzyıldaHıristiyanlık Mısır'da hakim din konumuna gelenekadar sürdüğü, bu dönemden sonra gömülmüşcesetlerin ise, başarıyla günümüze kadarkorunmalar ı nedeniy le 'mumya ' o l a r a knitelenmelerine rağmen, aslında, yapay birsüreçten geçirilmediği, doğal yollarla korunduğubiliniyor.

Tüm bu teknik bilgileri aktardıktan sonra, bunlarıbiliyor olmanın, mumyaları, öncelikle, ölmüş insancesetleri değil, arkeolojik buluntu olarakalgılamama engel olmadığını itiraf etmeliyim.Öldükten sonra 'sonraki hayat'ını yaşayacağınainanan insanların bu 'sonraki hayat ' ının,laboratuvarlarda, cesetleri üzerinde bil imselaraştırmalar yapıldığı veya müzelerde, koleksiyonunen nadide parçalan arasında sergilendiği bir hayatolduğunu düşünmek kafamı biraz karıştırsa da, belkide zamandaki ve mekandaki uzaklıktan dolayı,mumyaları, eski Mısır kültürünün günümüze kadargelebilmiş diğer kal ınt ı lar ı olarak bildiğimmezarlardan, tapınaklardan, papirüslerden, duvarresimlerinden ve romanlara malzeme olabilecek'enteresan' öykülere dönüşmüş tanrı lardünyasından pek de farklı düşünemiyorum doğrusu.Olasılıkla yine aynı nedenden dolayı, daha çokküçükken altın tabutunun fotoğraflarını görüp, güzelyüzünü bir sanat eserine duyulan hayranlıklahat ı r ladığ ım Tutankhamon, bana, Adnan

Menderes'i idam sehpasında boynunda kararnameasılı gösteren temsili resmi değil, Mailer'inöyküsünde, Byblos sarayının orta direğinin içindekiahşap tabutundan yüzü kurtçuklarla kaplı olarakçıkan ve sonradan yeniden gençliğine vegüzelliğine kavuşan Osiris'i hatırlatıyor. İnsan, yineinsan, ölüm, yine ölüm; peki, farklı olan ne?

Tutankhamon, eski Mısır 'a, 18. hanedanlıkdöneminde, yaklaşık olarak İ.Ö. 1348-1339 yıllarıarasında hükmetti. Tahta geçtiği sırada dokuz-onyaşlarında olduğu ve, mumyasından da anlaşıldığıkadarıyla, yirmi yaşından önce öldüğü tahminediliyor. Tutankhamon'un gömüldüğü, KrallarVadisi'nde, özgününde veziri Ay için hazırlanmışolan mezar, daha antik dönemde soyuldu; ancak,soyguncuların pek az zarar verdiği ve mal çaldığımezar, sonradan, yeniden mühürlendi ve, benzeritalan giriş imlerinden koruma amacıyla, 6.Ramses'in mezarını yapılırken, arta kalan taşkırıkları altına gömüldü.

Mezarı, 1922 yılında, alanı temizleyen İngliizarkeolog Howard Cater buldu. 16 Şubat 1923'deaçılan gömük odasından, inanılamayacak kadar çoksayıda buluntu gün ışığına çıkarıldı: altın yataklar vedivanlar, arabalar, kutular, son derece iyi korunmuşdurumda çiçek buketleri... ve, tüm bu hazineningözbebeği olan, altın ve gümüşle kaplanmış, pırılpırıl değerli taşlarla süslenmiş bir taht. 12 Şubat1924'de lahit açıldığında, hepsi de muhteşem birbiçimde süslenmiş iç içe üç tabutla karşılaştılar. Eniçteki, som altından insan bedeni biçimindeyapılmış ve yüzü genç krala benzetilerek boyanmışolan tabutun fotoğraf lar ıd ı r , be lk i de,Tutankhamon'u adı en yaygın olarak bilinen eskiMısır hükümdarı ve mumyasını da dünyanın enmeşhur iki mumyasından biri yapan.

Mısır'da Tutankhamon'un lahtinin açılmasınınheyecanı yaşanır ve genç kralın som altındantabutu, bizlere zamanda ve uzamda son derece uzakbir kültürün inanışları doğrultusunda başka birhayata geçmek ve bir daha gün ışığı görmemeküzere gömüldüğü yerden çıkarılırken, Moskova, üçhaftadır dünyanın en meşhur ikinci mumyasını vemumyanın içine koyulacağı anıt mezarıhazırlıyordu: Vladimir İliç Lenin, 21 Ocak 1924'de,Moskova yakınlarında Gorky'de ölmüş ve Politbüro,Lenin'in cesetinin mumyalanarak Moskova'da KızılMeydan'da inşa edilecek bir anıt-mezarda süreklihalk ziyaretine açılmasına karar vermişt i .Tutankhamon'un tam tersine, görülmek, hem dehergün amt-mezarın önünde, Kız ı l Meydan'ı

30

Page 33: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

med-cezir

boydan boya kaplayan upuzun kuyruklar oluşturanonbinlerce kişi tarafından görülmek üzeremumyalandı, Lenin. Mısır'ın kızgın kumlarınınkoruyucu kurutucu etkisinden kilometrelerce uzakta,kuzey iklimi ve onbinlerce ziyaretçi ile gelenrutubete rağmen bedeninin korunması, süreklibakım ve restorasyon gerektiriyordu. Eskidenolduğu gibi, pahalı bir işlemdi bu ve kullanılanyöntem, uzun bir süre, sır olarak tüm dünyadansaklandı.

Bir-iki ay kadar önce, Cumhuriyet Gazetesi'nin arkasayfasında, Lenin'in mumyasının hangi yöntemlerkullanılarak onarıldığı ve bugünkü durumu hakkındabilgiler veren bir yazı çıkmıştı. Yöntemlerin,kimyasal çözümlemeler sonucu eski Mısır'dakullanıldığı anlaşılan yönteme ne kadarbenzediğini, doğrusu, hatırlamıyorum. Ancak,mumyanın içinde bulunduğu ortam nedeniyle - kibu ortam farkı, kuşkusuz, yalnızca iklimsel verilerlesınırlı değil- yapay korumanın eski Mısırörneklerinde olduğu gibi başarılı olmadığı birgerçek. Ensesinden başlayarak, küflerin bedeninindiğer bölümlerine doğru nasıl yayıldığını okurken,kendi ensemin ürperdiğini farkettim ve, bu

ürpermenin, Adnan Menderes'in temsili resminigördüğüm zaman hissettiğim ürpermeyebenzediğini... Cesetin korunması için gerekli parasalkaynak, artık, ayrılmıyordu ve uzmanlar, mumyanıngeleceğini tartışıyorlardı: Gözlerinin önünde yavaşyavaş çürüyecek miydi, Lenin'in bedeni? Ya sonrane olacaktı? Yoksa, korunmaya devam mı edecekti,Mısır'da günışığına çıkarılan diğer-mumyalar gibi?Ama onlar, arkeolojik buluntuydu. Peki, Leninneydi?

CNN'de, bir magazin programında, ki kişi SovyetlerBirliği'nin dağılmasından sonra olanları konuşarakyürürlerken, arkada upuzun bir kuyruk görüyoruz.Konuşmacılarla birlikte, köşeleri dönerek Moskovasokaklan boyunca uzanan kuyruk, yeni açılan MacDonald'ın önünde bitiyor.

İnsan, yine insan, ölüm, yine ölüm; heki, farklı olanne?

hayalet gemi 'nin sürekli yolcusuolmak istiyorsanız...

Türkiye İş Bankası, 1136 BEYLERBEYİ ŞUBESİSedef ERKMAN 1136 300 166348 hesabına 300 000 TL yatırıp makbuzu,

adımz/adresiniz/telefon numaranız ile birlikte aşağıdaki adresegöndermeniz yeterli olacaktır:

31

Page 34: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

düşdeğirmeni

BİLDİĞİN SAHANDA YUMURTA

orhan cem çetin

Fotoğrafçının notu:

Telefonda şöyle anlatılacak:"Bildiğin sahanda yumurta. Üstten görünüyor. Açık havada çekilmiş galiba. Üstüne gölgeler düşmüş. Yalnız,yumurtalar kabuklarıyla birlikte pişirilmişler. Yani, sahanın içinde kırık kabuklar da duruyor. Hatta bu yüzdenyumurtaların sarıları da dağılmış, kabukların yırttığı yerlerden."

32

Page 35: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

gizli hazine

BÎR HİSSİYAT MESELESİ

selim ergun

"Hisseyledi kim o mâh-pâreBir mihre diler ola sitâre"*

Şeyh Galip

Bir kurgu-bilim hikayesi yazmaya çabalıyordum, ogünlerde...

Bir gece kendimi kaptırıp sabahın beşine kadar onbeş sayfa yazmıştım, yarım paket Marlboro Lights,üç dört bardak açık limonlu çay ve DepecheMode'un "Music for the Masses" albümü eşliğinde...O çok sevdiğim kış gecelerinden biriydi. Dışardasoğuk, içeride huzur verici bir sıcaklık.

Hikayenin ana rahmine, yani zihnime ilk ne zamandüştüğünü şimdi hatırlayamıyorum. Ama en azbirkaç yıldır bir bilim-kurgu hikayesi yazma cüretinigöstermeye kararlıydım ve en az altı aydır dahikayenin ana teması zihnimde yerli yerineoturmuştu: Sonsuzluk, tanrı, kozmik hafıza, zamanıngöreceliliği vs vs... Çocukluğumdan beri ilgiduyduğum ne var ne yoksa yani...

Dünyadan milyarlarca ışık yılı uzaklıkta küçük biruzay istasyonunda geçecekti hikaye... Kahramanı iseUzay Akademisi'nden yeni mezun olmuş yeteneklive parlak bir genç... İşte herşey bu kadardı ve hikayezihnimin bir yerlerinde uyuşuk uyuşuk yatıyordu... Okış gecesi, kimbilir hangi dürtüyle bilgisayarınkarşısına oturmuş ve düşüncelerimi serbestbırakmış, tuşlara seri bir şekilde vurmayabaşlamıştım.

Sabaha karşı saat beşte, ertesi sabah en az ll'dekalkıp gitmem gereken bir işim olduğunu hatırlayıpda bilgisayarı kapattığımda şu üç gerçek zihnimdeışıl ışıl yanıyordu. Birincisi, bu, bir hikaye değil olsaolsa bir roman olurdu. İkincisi, hikayenin gençkahramanı henüz uzay istasyonuna doğru yola bileçıkamamıştı ve ben, kahramanın çocukluğununderinliklerinde öyle bir kaybolup gitmiştim ki, ona

* O Ay parçasının bir güneşe (bir sevgiye) yıldızolmak istediğini hissetti

değil uzaya doğru yola çıkması, hikayedeki şimdikizamana dönme şansını geri vermem bile çokgüçleşmişti. Üçüncü ve son nokta, çok dahadramatikti. Hikayeyi hiçbir yerde bastıramazdım...

Yine de tüm bunlara aldırış etmeden dişlerimifırçalayıp hemen uyurum ümidiyle yatağa attımkendimi... Uyku denen o tuhaf halet-i ruhiyye gelipbeni yakalayana kadar hikayenin final bölümünükafamın içinde kurmaya çalıştım... Gerisini anlatmakgerçekten çok zor... Derin ve siyah uzayınderinliklerinde kahramanım güya varoluşun sırnnaerecek, yani ben mistisizmin zirvesine ağır ağırtırmanacaktım... Fakat uyku ile uyanıklık arasındakişuur durumunda, kahramanın ve dolayısıyla benimgibi bir faninin varoluşun sırrına asla ve asla tamolarak vakıf olamayacağını hissettim... Evet bu, garipbir hissiyat meselesiydi... Sanki o anda, evren bir tekbenim zihnimin içinden ışık hızında akıp gidiyorduve ben, evrenin sırrına erişilemeyeceği gerçeğiniinsanlık adına sanki bir kez daha hissediyordum...Bir anda zihnimin içinden süratle bir tek cümlegeçip gitti: "Çok şükür ölüm var da, sonsuzlukkarşısında küçük akıllarımızı yitirmiyoruz."

Kim ne zaman demişti hatırlamıyorum, bir yerdede okumuş olabilirim. Herkes kendini ölümsüzzanneder... Ya da tümüyle benim uydurmam...

Uzay denen o acaip boşlukta tek başına varoluşunsırrına erişmeye çabalayan kahraman ve okahramana varoluşun sırrım sunmaya çalışanyazar... Sonuç, müthiş bir iç huzursuzluğu. Öğlenedoğru yataktan kalkana kadar doğru dürüst tek birrüya bile göremeden, bütün uykum boyuncazamanın durduğu bir uzay istasyonunda kendizihninde kendi evrenini yaratmak zorunda kalan ohikaye kahramanının aczini yaşadım...

Hikayenin sonunda kahraman, uzay istasyonundazamanın durduğunu hisseder... Çünkü biyolojik saatiartık çalışmamaktadır. Acıkmamakta, sakallarıçıkmamakta ve vücudunda hiç ama hiçbir değişiklikolmamaktadır... Bütün arkadaşları ölmüş veistasyonun içinde tek başına kalmıştır... Korkunç bir

33

Page 36: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

gizli hazine

Kendinden sıkılıp başka hayatlaryaratmaya başlar.

Babasının annesinin hayatlarını baştansona yaşar... Aynı şeyi bütün sevdiklerine

tatbik eder... Ama öyle bir an gelir ki bütünbunlardan sıkılır ve o basit, berrak gerçeğikeşfeder. Durgun zamanda zihin bir evren

genişliğine yayılabilmektedir, evren ile zihinarasında artık hiçbir fark kalmamıştır.

Evren ile zihin tek bir anın içindesonsuzdur

ve evren hafıza geliştikçe daha da büyürve yayılır...

can sıkıntısıdır bu... Asla ölmeyecek aslayaşlanmayacak ama tek bir anın içine kilitlenmişolarak ebedi bir şimdiyi yaşayacaktır. Ama şuuru vezihinsel faaliyetleri durmamıştır... Zaman şuuruniçinde akabilmektedir... Kaldı ki, uzayın derinliğindesonsuz bir şimdiye kilitlenen şuur, kendi zamanınıyaratacaktır. Uzunca bir süre, bütün geçmişinizihninde yeniden kurarak oyalanır. Sonra 'türlüihtimallare dayanarak geleceği kurmaya başlar....Belirli bir süre sonra, yüzlerce gelecek kurmuştur...Kozmik zaman durmuştur ama sonsuz derecede boşvakti vardır... Oyunu devam ettirmekten başkahiçbir çaresi yoktur... Kendinden sıkılıp başkahayatlar yaratmaya başlar. Babasının annesininhayatlarını baştan sona yaşar... Aynı şeyi bütünsevdiklerine tatbik eder... Ama öyle bir an gelir kibütün bunlardan sıkılır ve o basit, berrak gerçeğikeşfeder. Durgun zamanda zihin bir evrengenişliğine yayılabilmektedir, evren ile zihinarasında artık hiçbir fark kalmamıştır. Evren ilezihin tek bir anın içinde sonsuzdur ve evren hafızageliştikçe daha da büyür ve yayılır...

Kendi biyolojik zamanı durmuştur ama o büyükkararı verir ve hafızasında zamanın tarihini sıfırnoktasından başlaür. İlk gün evreni yaratır. İkincigün Evren'in içinde minicik bir noktada birgezegen yaratır. Üçüncü gün, gezegende hayatın ilktohumlarını atar ve suyun içinde ilk canlılar ortayaçıkar. Dördüncü gün...

Hafıza sonsuzun içinde yayılmaktadır artık, birmilyar ayrı kanalın içinde akmaya başlar... Güngelir, her hafıza kendi içinde başka kanallaryaratmaya başlar... Sonsuza kadar uzanan hafızakanalları, bir spiral misali Tek ve Bir olan Ana

Hafıza'nın içinde dönüp durmaktadır... Sonra bir angelir...

Gözleri kapalı kahraman, gördüğü sonsuz rüyanınsonsuz yorgunluğu içinde bütün hafıza kanallarınıkendi seyrine bırakır ve bir ana rahminde filizlenenbir biyolojik varoluşa geri döner. Milyarlarca ayrıhafıza Evren'de sonsuz bir genişlikte yayılırken AnaHafıza huzurlu bir ölüme doğru ilerlemektedir... 9ay 10 gün ana rahmindeki suyun içinde uyuyarakbütün evreni, yani milyarlarca hafıza kanalını ağırağır unutur ve zihninin artık o sonsuzlaşmış gücünükullanarak bir bebeğin sıfır noktasındaki hafızasınageri dönerek anasının rahminden dünyaya çıkar...Ana Hafıza kendini tümüyle unutmuştur artık, aslaastronot olamayacağı ve asla uzaya çıkamayacağıbir hayat seçmiştir kendine... Artık onu huzurlu birölüm beklemektedir...

Bir astronotun uzayın derinliklerindeki durgunzamandaki boş vaktinde zihninde yarattığı evrenbütün sırlarıyla sonsuz içinde yayılırken, İskoçya'dabir balıkçının bir oğlan çocuğu olur... Çocukömrünün sonuna kadar İskoçya'yı hiç terk etmedenköyünde yaşar, 73 yaşında bir gün deniz kıyısındakievinde huzurlu bir biçimde gözlerini dünyayakapatır... İşte tam o an...

İşte tam o an gerçekten ne olabilirdi? Yatağıniçinde hikayeye bir final bulmak için uğraşırkenuykunun gelip beni sardığını hissettim... İşte buçaresizlik anında "Çok şükür ölüm var da, sonsuzlukkarşısında aklımızı yitirmiyoruz" diye düşündüm...Sonra uyumuş, kalmışım.

Öğleye doğru uyandığımda o hikayeyi değilbitirmek, bir daha böyle saçma sapan şeyleriaklıma bile getirmek istemiyordum... İş yerindebütün gün boyunca insana dair bütün osıradanlıklara bıraktım kendimi... Meğer sıradanlıkne büyük bir terapiymiş, o gün bir kez dahaanladım...

Sonra elbette o hikayeyi de, o düşünceleri detümüyle unuttum...

Ama daha sonra, "Vay be, ne müthiş tema: Uzayınbir noktasında sonsuzluğa mahkum olan bir zihninhayalinde bir başka evren yaratması... " deyipyeniden bilgisayarın başına oturdum... Yine bir kışgecesiydi, yazarken benzin niyetine kullandığımMarlboro Lights paketi ve bir termos dolusu çayhemen başucumdaydı... Müzik olarak da zevzek birDJ'nin gecenin o saatinde telefonda canı sıkılan

34

Page 37: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

gizli hazine

Bu arada, yolcu gemisindeki burjuvalar daeğleniyor ve kimse onunla ilgilenmiyor...

"Emekçi" bir arkadaşı, onun hastaolduğunu görüp gemi doktoruna koşuyor.

Fakat gemi doktoru, o sırada yaşlı vesüslü bir burjuva kadının parmağında çıkan

dolamayla uğraşıp kahramanımızlailgilenmiyor. Emekçi arkadaşı, panik içindeoradan oraya koşturuyor, hatta kaptana

bile çıkıyor ama gemideki keskin sınıffarkları yüzünden kimse kahramanıma ilgigöstermiyor... Derken kahramanım müthiş

acılar çekerek ölüyor...

insanlarla anlamsız şeyler konuşmadığı, sadecemüzik yayınının yapıldığı bir radyo istasyonundakarar kıldım...

Tema bu kez avucumun içindeydi... İlk önce eskibaşlangıcı yani o 15 sayfayı baştan sona okudum.Temayla hiçbir ilgisi olmayan ve kontrolden çıkmışbir flashback'di... Anladım ki, orada bir başkahikaye gizli... Ve anladım ki bir aşk hikayesi, veanladım ki anlamsız bir aşk hikayesi... Mouse ileseçip baştan sona silip attım...

Ve hikayeye yeniden başladım... Sabah dördedoğru yine bir başka hikaye yazmakta olduğumufark ettim.. Üstelik yine bir aşk hikayeydi... Bu kezekranda sekiz sayfa vardı ve ben yine küçük bir girişyapayım derken iş çığrından çıkmış, bir romanınbirinci bölümünün yarısını ancak yazabilmiştim...

O an, kafamdaki finale varabilmek için o gençkahramanın bütün hayat hikayesini yazmakistediğimi anladım. O sekiz sayfayı da huzur içindesilip attım ve ümitsizlik içinde gidip yattım.Yatmadan önce aklımdan huzursuz edici tek birdüşünce dahi geçmedi. Tam aksine şöyle bir hayalkurdum. Roman bitmiş ve haftalık bir dergibenimle söyleşi yapmaya gelmiş... Bana diyorlar ki,"Selim bey, bu romanı yazmak nereden aklınızageldi.". "Valla" diyorum, "Ben çocukluğumdan beribilim-kurguya çok meraklıyım, vs vs...."... "Peki"diyorlar, "yayınevini nasıl ikna edebildiniz böylebir işe?" İşte o an birden hayal tuzla buz oluyor,hakikat bir güneş gibi pırıl pırıl parlıyor... Böyle birroman yazılmış olsa bile, bunu basacak birinibulmak çok zor... İşte tam o sırada şöyle bir hikayekurgusu geliyor aklıma, kısacık bir şey... Bir

«akşamüstü Buenos Aires Devlet Kütüphanesi'ndeBorges'i ziyaret ediyorum, o da benim başımıokşayıp, "Sen hikaye yaz evladım, hikaye" diyor...Sonra ortaokuldaki Türkçe hocam Özer bey devreyegiriyor: "Selim iyi güzel yazıyorsun da, biraz daçevrendeki olaylardan bahsetsene..."

Adam haklı, ben 12 yaşındayken "Sonsuz BirKaranlığa Doğru" adlı bir hikaye yazmıştım... Sınıftaben dahil kimse hikayenin ne anlattığınıanlayamamıştı... Özer bey herhalde hevesimikırmamak için, tabii bir de, doğru dürüst cümlekurabilmemin hatrına 8 vermişti... Ben hem 10,hem de Özer bey benim bile anlamadığım buhikayedeki dehayı fark edecek diye beklerken, o 8biraz şaşırtmıştı beni... Edebiyatla benim kadarilgisi olmayan bir arkadaşım küçük bir çocuğun birköpekle dostluğunu anlatan üç sayfalık bir hikayeyazmış ve 9 almıştı. Bozulmuştum... Ama bugün,Özer beyi o hikayeye 8 verdiği için sonsuzhoşgörüsünden dolayı kutluyorum... Hikayeyegelince... Acılarla ve sıkıntılarla dolu bir kahramanvar, 24-25 yaşlarında... Hikayede defalarcavurgulandığı gibi kendisi bir küçük burjuvaailesinden geliyor... Dramatik eksen de sanırım,küçük burjuva ailesinden nefret ettiği için hayaünmanlamını kaybetmesi... Fakat, hikaye bu ya,kahramanımız her nasılsa, bir yolcu gemisindetayfalık yapıyor... Ailesine karşı tepki duyduğu için,ailesi ondan sınıf atlamasını istediği için bir tepkiduymuş da, o yüzden böyle bir meslek seçmiş,yoksa eğitimli bir adam... Hikaye, kahramanımızınnedeni belirsiz bir hastalıktan dolayı acı çekmesiylebaşlıyor ve muhtelif flashbacklar ile sürüyor...Yani,bir nevi bilinç akışı... Bu arada, yolcu gemisindekiburjuvalar da eğleniyor ve kimse onunlailgilenmiyor... "Emekçi" bir arkadaşı, onun hastaolduğunu görüp gemi doktoruna koşuyor. Fakatgemi'doktoru, o sırada yaşlı ve süslü bir burjuvakadının parmağında çıkan dolamayla uğraşıpkahramanımızla ilgilenmiyor. Emekçi arkadaşı,panik içinde oradan oraya koşturuyor, hattakaptana bile çıkıyor ama gemideki keskin sınıffarkları yüzünden kimse kahramanıma ilgigöstermiyor... Derken kahramanım müthiş acılarçekerek ölüyor... O öldüğü sırada, yazar -yani ben-gemide kimin ne yaptığını anlatıyorum... "Yukardaeğlence sürerken" diyorum mesela, "o revirdebüyük bir ya lnız l ık içinde can verdi".Kahramanımın ölüm nedeni ise bir çeşit humma(Okuduğum Jules Verne romanları sağolsun)... Amaelbette sembolik bir ölüm bu, onu aslında toplumöldürüyor.

35

Page 38: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

gizli hazine

Ölüm, bir tema olarak oldum olası hiçilgimi çekmedi. Bütün canlılar kimsenin

asla sorgulamadığı bir içgüdüyle hayattakalmak, varoluşunu sürdürmek ister. Ne

var ki, doğa insan vücudunu belirli bir süresonra içten içe çürütmeye başlar veyokeder. Düşünebiliyor musunuz,

vücudunuz eninde sonunda çürüyüpgidecek... Belirli bir yaştan sonra gelişiminidurduran ve yokoluşa doğru ilerleyen bir

biyolojik sistem, insan da bunu çok iyibiliyor. Yine bir yerde okumuştum galiba,

öleceğini önceden bilen tek canlı insanmış...İşte bu basit gerçekler nedeniyle ölümbana hiç gizemli bir şey gibi gelmedi.

Şuurun faaliyetleri bitince hafızakanallarından biri de çalışmasını durdurur.

Yani, evren sona erer...

Peki neden böyle bir hikaye? Yaş 12, ben ve beşaltı arkadaşım büyüyüp de solcu olmak içinsabırsızlanıyoruz... Çünkü solculuğun iyi bir şeyolduğunu düşünüyoruz... Ama tek mesele de, budeğil... Ben o sıralarda, yetişkinlerin de hayranolacağı bir hikaye yazmak istiyorum.. Ve Özer beyinde sosyal demokrat olduğunu biliyorum ya... Neyse,yaş 12, netice itibarıyla...Fakat şöyle ya da böyle ilkhikayemin adı "Sonsuz Bir Karanlığa Doğru" veölen bir adamın son saatlerini anlatıyor...

O yaz, bir arkadaşımın babası sokaklarda boş boşsürteceğimize bizi İstiklal diye bir gazeteyegöndermişti... İstiklal gazetesi Cağaloğlu'ndaYerebatan Sarayı'nın oralarda bir yerdeydi... Biz dekolumuzun altına hikayelerimizin bulunduğudosyaları sıkıştırıp güneşli bir yaz günüCağaloğlu'na gitmiştik...Yazıişleri müdürü bizi adamyerine koyup çay ikram etmiş ve hemenhikayelerimizi istemişti... Özer beyin "Yaşına uygunbir konu değil" diyerek 8 verdiği o hikayeyi İstiklalGazetesi yazıişleri müdürüne vermeyi aklımınköşesinden bile geçirmiyordum... Onun yerine,tımarhaneden kaçtığı gün okuduğu gazete başlıklarıkarşısında Karaköy meydanında cinnet geçiren birdelinin hikayesini verdim: "Ve Kaçan Bir DeliYakalandı"... Hikayem, İstiklal gazetesinin iki günsonraki sayısında yedinci sayfada basıldı... Dizgihataları öylesine büyüktü ki hikayenin küçük birparagrafı bile atlanmıştı... Ben ve arkadaşım İstiklal

gazetes ini İs tanbul 'un hiçbir yer indebulamıyorduk... Yazıişleri müdürü gazeteninbayilere verilmediğini ama posta yoluyla birçokyere gönderildiğini ve beş altı çocuk aracılığıyla daher akşam bazı meydanlarda elden satıldığınısöylerdi... Doğruydu, hatta bir keresinde bu satıcıçocuklardan bir tanesini görüp uzun uzunincelemiştik...

İstiklal gazetesini kimse duymamış da olsa, olayhoşumuza gitmişti. Her hafta bir gün gazeteninbürosuna gidiyor ve daktiloların başına geçipacemi vuruşlarla yeni hikayelerimizi temizeçekiyorduk. İkinci hikayem, "Sarı Mustafa" diyegecekondularda geçen iddialı ve yine "solcu" birhikayeydi. Arkadaşıma gazetenin sağcı olduğunu veSarı Mustafa'yı basmayacaklarını iddia etmiştim...Fakat yazıişleri müdürü "Sarı Mustafa"yı okuyup, çokbeğendiğini söyleyince, epey utandığımıhatırlıyorum... Arkadaşım ise hikaye için "Adınıİnce Memed koysaydın bari" demişti. Bueleştirisinde haklılık payı da yok değildi, çünkü İnceMemed'in birinci cildini yeni devirmiştim ve SanMustafa gecekondularda geçen bir nevi İnceMemed'di aslında... Bu arada babam, İstiklalgazetesinin kağıt karaborsacılığı yaparak geçinenonlarca küçük gazeteden biri olduğunu bana bir günkısaca izah etmişti... Herşey bir yana, her hafta birhikaye sistemi devam ediyordu... Arkadaşımortayaşlı kadınların psikolojik sorunlarıylailgilenirken ben solcu konulardan sıkılıp bir depolisiye denemiştim. Fakat hikaye yine sınıfsal biryere bağlanıyordu...

Bir gün, İstiklal gazetesine gittiğimizde bizi birbaşka yazıişleri müdürü bekliyordu... O dahikayelerimizi okuyor, eleştirilerini söylüyor sonrada birer çay ısmarlayıp bizi daktiloların başınagönderiyordu...

İkinci yazıişleri müdürü bizi gazeteye haberyapacağını söylemişti ama biz hikaye yazmaktangiderek sıkılmaya başlamıştık... İkimiz de beşer tanehikaye vermiştik ve artık barutumuz tükenmişti...Kaldı ki, ik imiz de birer yazar olarakhikayelerimizdeki dizgi hatalarımızdan bıkıpusanmıştık. Bir keresinde benim polisiyedehikayenin finalini basmayı unutmuşlardı... Katilinkim olduğu anlaşılamadan hikaye aniden bitiyordu.Üstelik gazetenin berbat bir baskısı vardı...

İstiklal gazetesine alüncı ve son bir hikaye dahaverdim. Yazdığımız herşeyi fazla nazlanmadanbasan yazıişleri müdürüne "Sonsuz Bir Karanlığa

36

Page 39: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

gizli hazine

Doğru" adlı hikayemi götürdüm. O gün çok işi vardıve hikayelerimizi okumadan daktiloya çekmemiziistedi. Ben de hayatımda yazdığım o ilk hikayeyi,üzerinde kırmızı kalemle 8 yazan çizgili dosyakağıtlarından daktiloya aynen geçirdim ve teslimedip çıktım. Basılacağından hiçbir şüphem yoktu...

Basılmıştı da... Hem de arka sayfanın yarısını işgaleden bir biçimde... Başlık da çok şıktı. Hikayeninşansına, gazete belki de ilk kez o kadar güzelbasılmıştı. Hiçbir dizgi hatası yoktu. Bir gazeteninarka sayfasında tam yarım sayfalık bir hikaye vehemen fark edilecek biçimde verilmiş Selim Ergunimzası... Beş altı gazeteyi kolumun altına alıp çıktımve otobüse binmeden önce bir büfeye giripbirşeyler atıştırdım... Kader bu ya, dalgınlıkla bütüngazeteleri o büfede unuttum ve bir daha da dönüpalamadım. Yıllar sonra, bir taşınma sırasında 12yaşında yazdığım ve İstiklal gazetesinde basılanbütün hikayelerimi kaybettim... Şimdi onların birtanesi bile yok...

12 ile 15 yaş arasında 15'e yakın hikaye yazdığımıhatırlıyorum. Bu rakamı, bir daha ömrüm boyuncayakalayamadım...

O gece, bir türlü yazamadığım bir bilim-kurguhikayesi vesilesiyle hayatımda yazdığım o ilkhikayeye geri dönmüştüm işte... Elimde hiçbirkopyası yoktu ama finali şuna benzer bir şeydigaliba: "Gemi dalgaların arasında limana doğruilerlerken alt kattaki kamaralardan birinde, genç biradam sonsuz bir karanlığa doğru yol alıyordu"...

Uzay istasyonundaki astronot ile gemikamarasındaki tayfanın arasında aşağı yukarı ortakhiçbir şey yoktu ama ikisi de ölüme doğruilerliyordu...İlk hikayede ölüm toplum karşısındasembolik bir yokoluş, hatta yalana ne gerek var,düpedüz bir duygu sömürüşüydü... Yazamadığımson hikayede ise ölüm, sonsuzluğun sırrını aslaçözemeyip tekrar kendi varoluşuna dönen astronotiçin huzurlu bir kurtuluştu...

Ölüm, bir tema olarak oldum olası hiç ilgimiçekmedi. Bütün canlı lar kimsenin aslasorgulamadığı bir içgüdüyle hayatta kalmak,varoluşunu sürdürmek ister. Ne var ki, doğa insanvücudunu belirli bir süre sonra içten içe çürütmeyebaşlar ve yokeder. Düşünebiliyor musunuz,vücudunuz eninde sonunda çürüyüp gidecek...Belirli bir yaştan sonra gelişimini durduran veyokoluşa doğru ilerleyen bir biyolojik sistem, insan

da bunu çok iyi biliyor. Yine bir yerde okumuştumgaliba, öleceğini önceden bilen tek canlı insanmış...

İşte bu basit gerçekler nedeniyle ölüm bana hiçgizemli bir şey gibi gelmedi. Şuurun faaliyetleribitince hafıza kanallarından biri de çalışmasınıdurdurur. Yani, evren sona erer... Ana rahminedüşmeyle başlayan bu varoluş serüveni hepimiziçin evrenin de tarihi aslında. Başlangıç ve bitiş...Böylece sonsuzluk hissi karşısında aklımızı,yitirmiyoruz.

Bilim-kurgu hikayesini yazmaya çalıştığım iki gecede konuyla çok ilgisiz gibi görünen aşkhikayeler inin içinde kaybolup gittiğimisöylemiştim. Hikayeye geri dönmeyi artıkdüşünmüyorum ama kafamda tasarladığım o finalegelmeden önce kahramanın geçmişinde mistik biraşk hikayesi yaratmak için uzun uzadıya çabalamamşimdi bana hiç de boşuna bir çaba gibi gelmiyor.Aksine çok anlamlı. Kahramanım o uzayistasyonunda eğer birine aşık olmasaydı evrenizihninde yeniden kurmaya hiç girişmezdi belki de...Eğer aşk hikayesi olmasaydı, benim bilim-kurguhikayesi de Stanley Kubrick'in '2001 A SpaceOdyssey' ve Andrey Tarkovski'nin 'Solaris'filmlerinin etki alanında dolaşmanın ötesinegeçemezdi herhalde... Belki de amacım sadecehikayeyi farklı kılmak değil, teması ve finaliönceden tasarlanmış bir bilim-kurgu hikayesiaracılığıyla kendi derinlerimde serbestçedolaşmaktı.

Sonuç olarak yazamadım. Ama bir taraftan yazdımda... Bilemiyorum. Tek bildiğim 12 ile 15 yaşarasında yazdığım o hikayeleri kaybetiğim için hiçüzgün değilim. Bazen onların kaybolmalarının birtesadüf olmadığına bile inanıyorum. Çünkü benimyazı serüvenim gerçek anlamda "iyi bir yazarolduğumu kanıtlamaktan çoktan vazgeçtiğim" birdönemde başladı... Bu da ayrı bir hikaye, tabii...

37

Page 40: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

kirli melekler

ÇÖZÜYOR. ÇÖZÜYOR. ÇÖZÜYOR..

gül çetin

Işıklar söndü.

Gitar gezinmeye başladı pencereye çarpan ışıklarda.Sakin bir flüt girdi sonra. Karanlığa gömülmüş birinsan başı, biraz daha geriye yaslandı. Simsiyaheşya siluetleri arasında, iyice seçilmez oldu.

Toroslarda küçük bir kız çiçek topluyor. Güneşvuruyor çiçek tutan ellerine. Gözlerini kısıp güneşebakıyor. Kara gözleri pırıl pırıl

Sigaranın dumanı usulca yayılıyordu bırakıldığıyerden.

Buzullar çatırdıyor kutuplarda. Sular, aktıkları yereher gün bir parça daha buz taşıyorlar. Buzlarınçatladığı yerden kesiliyor başı. SULARIN AKIŞYÖNÜNE GÖZLERİ KAPALI KESİK BİR BAŞAKIYOR. Elerini, ayaklarını, en çok da cinselorganını duyumsamaya çalışıyor kesik baş.Açamıyor gözlerini. Okyanusların üstünden soğukbir rüzgar esiyor. Algılamaya çalışan bir beyinüşüyor soğuk rüzgarla. Soğuğu algılayabildiğineseviniyor yine de.

Sigarayı aldı bıraktığı yerden. Derin bir nefes çekti.Telaşla uçuştu dumanlar. Odanın karanlığı çözüldüsanki. Grileşti biraz. Sonra yine karanlık... Garip biraldatmaca...?

Kara gözlerini ormana çeviriyor küçük kız. Ormanavarıyor. Evrenin sessizliğini yüklenmiş bir ormanda,küçük ayakları çıtırdatıyor dalları. Bir su kıyısınavarıyor. Kına kızılı uzun örgülerim çözüyor. Upuzunörgülerini. Çözüyor. ÇÖZÜYOR. ÇÖZÜYOR.ÇÖZÜYOR....

Etraf yeşillenmekte. Bahar olmalı. Çözüyorörgülerini. İçini çözüyor. Giysilerini çözüyorüstünden. Bedenini çözüyor, dokunuşlara duyarlıesmer bedinini. Ağaçların üstünde körpetomurcuklar. Göğüsleri daha yeni uyanıyor, dipdiri,küçücük. Yeni tüyleniyor kuytuları. Sırtında, beline,kalçalarının başladığı yere kadar inen küçük kara

ayva tüyleri. Acıyan göğüslerini çözüyor. İçindekikarmaşayı çözüyor... Sallıyor saçlarını iki yana.Saçlarının ucundan dökülüp kıyıda kalıyor dünyayaait ne varsa. Suya değen yerleri ürperiyor, dikleşiyortüyleri. Ürperen yerleri öpülmek istiyor. Serinbir sudolduruyor bacak aralarını. Genç, ateş dolu birağızda kıvranmak istiyor organı. Göğüsleri titriyor.Su derinleşip iyice içine alıyor onu. Suyun yüzündeupuzun saçları yayılmış, binlerce yılan olmuşkaçmaya uğraşıyorlar. Eliyle suyun içine çekipöldürüyor hepsini.

Suyun üstünde kesik bir baş yüzüyor. Bir yandankana buluyor küçük gölcüğü.

Başım sudan çıkarıyor kız. Önce şaşırıyor kesik başı.Sonra oyuncak bulmuş küçük bir çocuk gibi ışıldıyorgözleri. Sevinçle bir çığlık atıyor. Kesik baş ilk defaaçabiliyor gözlerini. Kızı görünce mutlanıyor, o dabir sevinç çığlığı atıyor. Güzel bir oyun başlıyoraralarında. Çığlıklar ve kahkahalar arasında sudaoynaşıyorlar.Saçlarından tutup kıyıya çekiyor kesik başı. Elleribedeni kan içinde kalıyor. Önce yüzünü okşuyorkesik başın. Sonra onu bacak aralarına yerleştiriyor.Bakışıyorlar. Kızın gözlerinde ateş dolu bir buğugeziniyor.

İnlemeler dolduruyor ormanı. Önce yavaş yavaş.Sonra kısık çığlıklara gönüşüyor. Gittikçe tırmanıyorçığlıklar. Kıvranıyor kız. Kesik baş hırıltılar içindekalıyor. Cinsel organını duyumsamaya çalışıyor biryandan. Kızın son çığlığı güçle çarpıyor ağaçlara.Eliyle kesik başı bastırıyor bacak arasına.Bacaklarını açıyor olabildiğince.

Yorgun kesik başı sular alıp götürüyor. Geride kalanboşluğa sular yürüyor yavaşça.

Bomboş bir beden taze otlarla dinleniyor.

Sigaranın son nefesini çekti içine. Ciğerlerindedolaştı duman. Başında tatlı bir sarhoşluk...

38

Page 41: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

kirli melekler

Etraf yeşillenmekte. Bahar olmalı. Çözüyor örgülerini. İçini çözüyor.Giysilerini çözüyor üstünden. Bedenini çözüyor, dokunuşlara duyarlı

esmer bedinini. Ağaçların üstünde körpe tomurcuklar. Göğüsleri dahayeni uyanıyor, dipdiri, küçücük. Yeni tüyleniyor kuytulan. Sırtında, beline,

kalçalarının başladığı yere kadar inen küçük kara ayva tüyleri. Acıyangöğüslerini çözüyor. İçindeki karmaşayı çözüyor...

Sallıyor saçlarını iki yana. Saçlarının ucundan dökülüp kıyıda kalıyordünyaya ait ne varsa. Suya değen yerleri ürperiyor, dikleşiyor tüyleri.

Ürperen yerleri öpülmek istiyor.

39

Page 42: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

çıkmaz sokak

DEKAMERON

seda kaynak

Ölüm iletişim çağında en çabuk duyulanhaberdir.

Her ölümün garip, hazin, belki biraz komik hikayesivardır. Bu hikayeleri dinlemeye ve anlatmaya herinsan bayılır. En sevilen ve en ilginç muhabbetmalzemeleridir ölüm hikayeleri. Aklımda o kadarçok öykü var ki. Bazıları gerçek, bazıları uydurmadırherhalde. Bilgilerinize.

l

Hiç tanımadığım bir meslektaşım vardı. Yüzünü bilegörmemiştim. Tek ortak yanımız aynı iş yerinde aynzamanlar dilimlerinde çalışmak oldu. Briç oyununaçok meraklı genç bir hanımmış. Hayatını neredeysebu merakı düzenlermiş. Özel yazıhanesi de varmış.Yazıhanesi boş bir arsanın ortasında demirdoğrama atölyesine komşu küçük bir barakaymış.Yandan devamlı hızar sesleri ve titreşimlergelirmiş. Özellikle büyük parçalar doğranırken işyerizangır zangır sallanırmış. Tabii kapatmış orayı.Daha sonra bir Araştırma Hastanesinden doktoraalmayı başarıp çalıştığı ilçeden ayrılmış.Geçenlerde geç vakitte iş çıkışında yol kenarındaotobüs beklerken direksiyon hakimiyetini kaybedenbir sürücü, meslektaşımı duvarla arabasınınarasında ezmiş. Çalıştığı hastanenin yoğunbakımında yatuktan sonra can vermiş.

II

Acil servise yüzü parçalanmış bir ceset getirilir. Ogün nöbetçi olan doktor cesedin esmer mi kumralmı olduğunu hatırlamamaktadır. İntihar etmiş "gençerkektir" ölü. Getirenlere nedeni sorulduğundahikayesini anlatmaya başlamışlar, olay kayıtlaraşöyle geçmiştir:

Köyünde bir kızla "konuşuyormuş". Sözlenmeyekarar vermişler. İstemişler kızı. Kız tarafı kabul etmişama çok şey de istemiş. Bilezik, kat, arba, vs. Erkektarafının bunları gerçekleştirecek gücü yokmuş. Söz

bozulmuş ama "konuşmaya" devam etmişler.Çaresizlik bundan sonra başlamış. Kızın ailesiistekleri olmadan evliliğe razı olmamış. Yineayrılmışlar. Genç adam bunalıma girmiş. İntiharettiği gün O'nu psikiatristten evine getirdiklerigünmüş. Hiç bir şey söylemeden gizlice av tüfeğiniçenesine dayayıp kendini vurmuş.

III

... Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde Psikiatri kliniği enüst katta yani 7. kattaydı. Depresyon hastalan sabaherken saatte en yoğun duygulan yaşarlar. Evli ve üççocuklu genç kadın hasta 05 sularında tüm intiharsaplantılarının onu bunalttığı zamanda penceredenatlamıştı. Refakatçisi yani annesi o sıradatuvaletteymiş.

IV

Bu olaydan birkaç gün sonra genç irisi 20'liyaşlarda "şizofren" erkek hasta da 7. kattan atladı.O'nun gerekçesi ise meraktı. O kadın uçtu Ben deuçayım demiş. ... Üniversitesi Psikiatri Kliniği'ninpencere kulplarının sökülme hikayesi böyleolmuştu...

V

İntihara eğilim bir hastalık olarak görülür. Buhastalar tedavi edilmeye çalışılır. Basan oranlarınıbilmiyorum ama "sokaktaki adam"da intiharaeğilim gizlidir ve hayatının kötü zamanlarında"sokaktaki adam" onu besler. Ölüm çekicidir.Arkadaşım gençti. Cinsiyeti önemsizdi. Ne zamanbaskı hissetse vapurların köpüklerine bakarakdüşünürdü. O'nun için bu hipnotizmaydı belki depsikoterapi. Aynı şeyi kara taşıtlarında giderken yoldireklerini izleyerek, şerit çizgilerini veya trenraylannı izleyerek de yapardı.

Trenle Ankara'ya giderken tuvalette klozetinkapağını kaldırdığında raylardaki taşların vetraverslerin göründüğünü farketmiş. 15 dakika oradataşlara bakarak ölümü düşlemiş. Ölümü düşlemek

40

Page 43: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

çıkmaz sokak

1. Capriccio Ölüm

Gülünç bir ölümle öldü deniyor Max Stirner için

çünkü mahvına sebep nihayet bir sinektir

ama Fanya Kaplan

nasıl öldü diye sorsak sanırım

işimiz fazlasıyla ciddileşir.

Bize ne başkasının ölümünden demeyiz

çünkü başka insanların ölümü

en gizli mesleğidir hepimizin

başka ölümler çeker bizi

ve bazen başkaları

ölümü çeker bizim için.

Ölümle şaka olmaz diyenler

kıyasıya y anıldılar bu çağda

Taksitle ölüm diye bir roman yazıldı artık

Önce öl/Sonra öde denilmek suretiyle

aşılıp geçildi bu roman da.

Doların dalgalanmasına bırakıldı bu çağda ölüm

geceleri şehrin varoşlarında ikâmete mecbur

edildi

gündüzün kimlik soruldu ona

sağcı mı solcu mu olduğu sorusuna cevap verdi

seken bir kurşun kadar

kurşunî bir kış denizi kadar bile

taraf tutmayan ölüm.

ismet özel

üç firenk havası'ndan

ama hızlı geçiş yapan cisimlere bakarak; bu onuniçin sigara içmek gibi bir alışkanlık olmuştu. Yakınzaman önce banliyö treninin altında ezilereköldüğünü duydum. İntihar ettiğini kimseanlayamadı, herkes kaza olduğunu sandı.

VI

Bir toplantıda konu ölümden açıldı. Birisi enkötüsü çıplak ölmektir dedi. Evet herkes bunakatılıyordu. Nedense insanlar yaşarken böyleayrıntılara önem verirler. İyi görünmek, hoşgörünmek. (Ateşli silahla intihar eden fahişeleryüzlerine • ateş etmezlermiş. Bence bunu tümkadınlar için genellemek mümkün.) Yanımdaoturan hanım böyle bir ölüm hikayesi anlatmayakoyuldu:Akrabası banyoda müzik dinlemeye bayılırmış.Portatif radyosunu banyoya götürürmüş ve hepradyo dinlermiş. O gün de pek neşeliymiş, sevdiğibirisiyle buluşacakmış. Radyo kanalının düğmesibozulunca banyodaki diş kürdanlarından birinikanal düğmesinin arasına sokmuş. O sıradavücudunun, ellerinin ıslak olması ve kürdanın açıkuçlu bir kabloya değmesiyle, elektrik akımınınellerinden kollarına, kollarından kalbine geçmesinisağlamış. Oracıkta yığılıp kalmış.

Hepimiz donmuştuk. O günden sonra banyomdakitüm elektrikli aletleri dışarıya taşıdım.

VII

Genç yaşta aramızdan göçenlere üzülürüz. Peki yabebek ölümleri? Onlar sadace korkunç anılar olarakkalırlar. Belki de yaşamın en başında oldukları için,belki de aileleri onlara yeni yeni alıştığı için. Birsaptama yapmak istiyorum. Trafik kazalarındaolduğu gibi bebek ölümlerinde de dünyasıralamasında "iyi" bir konumumuz var. Çoğu kötüsağlık koşullarından ama hatırı sayılır bir kısmı iseanne ihmalkarlığından.Hikaye bir gazete kupürüydü: tek çocuklu biranneydi yanlış anımsamıyorsam. Evde temizliğiniyapıyormuş. Bebeğinin sesini duymadığınıfarketmiş. 15-20 dakika evin içinde O'nu aramış.Sonunda bebeğini yer sildiği kovanın içindeboğulmuş olarak bulmuş. Anneyi mahkemeyevermişlerdi. İhmalden yargılanıyordu. Gazeteninsiyah beyaz fotoğrafındaki o hüzünlü yüzü hiçunutamam. O günden sonra yer silmekten nefretettim.

41

Page 44: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

çıkmaz sokak

VIII

Nöbetçi sorumlu doktora Kadın DoğumKliniğinden telefon ettiler. Sekiz aylık gebe birkadın için (bebek ters geliyormuş) ambulansistediler. Şehir hastanelerinden birine sevkedeceklerdi. Beş dakika sonra birisi Acil Servisinkapısından içeriye bağırdı. Yollanan hastaya birşeyler oluyordu. Şaşkınlıkla dışarı çıkan doktorkadının doğurmaya başladığını anladı. Hemenkadını içeriye aldılar. Ebelerle birlikte bebekdoğum kanalından çıkartıldı. İlk kez doktora gelenbir anne adayıydı hasta. Sekiz aydan beri hiçdoktora gitmemişti. Sancıları başlayınca "erkendoğum" diye hastaneye gelmiş, bebeğin doğumkanalına ters girdiğini o anda öğrenmişti. Bebekdoğduğunda hareketsiz, mosmordu. Ağzı açıktı.Doğum kanalında nefes almaya çalışmıştı. Hemen

.oksijen verildi, kalp masajı yapıldı. Bir işeyaramadı yapılan ilkyardım. Anneye hiç bir şeyolmadı. Üzülemedi bile. Doktorun anımsadığıysaanneannenin akıttığı sessiz gözyaşlarıydı.

IX

Hapisten çıkalı 10-15 yıl olmuştu. Hapise girmenedeni cinayetti. Tekrar "içeri" girecekti. Karısınıonu aldatıyor diye öldürmüştü. Cesedin başınısobada yakmıştı. Ederi kemiklerinden sıyırıp küçükparçalara bölmüştü. Parçaları poşetleyip şehirdenuzakta kör bir kuyuya atmış, kemiklerin akıbetiysetekrar soba olmuştu. Kendi nüfusundaki küçükçocuğunu (karısının dostundan olduğunudüşünerek), "karısının dostunu" da öldürmüştü.Onları .da yine şehirden uzakta kirli bir dereyeatmıştı. Yakalandıktan sonra tatbikata götürülürkenpolisler ilçe hastanesinden mahkeme için gereklidarp raporunu da aldılar. Raporu veren doktor kısaboylu, bıyıklı, sinirli bir insan buldu karşısında. Ogünden sonra canilerin, katillerin, sapıkların"sıradan" olduklarına inandı.

X

Sıcak yaz gününde arabayla gidiyormuş. Ne yazık kiarabasının kliması yokmuş. Pencereler acıkmış.Trafik tıkanmış, araba durmuş, içeri bir balansıgirmiş. Arıyı dışarı kovalamaya çalışmış. Bunuarkadaki arabanın sürücüsü görmüş. Daha sonraadam boynunu tutmuş. Garip hareketler yapmayabaşlamış. Bunu da arkadaki ve yandaki arabalarınsürücüleri görmüşler. O sırada trafik açılmış. Yanşeritteki arabalar akmaya başlamışlar. Ama adam

bir türlü ilerlememiş. Arkadaki arabanının sürücüsüsinirle aşağıya inmiş. İçeriye bakmış. Adamınölüsünü bulmuş. Ambulans gelmiş; hastaneyegidilmiş; otopsi yapılmış. Ölen adamın arı zehirinekarşı allerjisi olduğu ve ölüm nedeninin "anaflaksi"olduğu rapora yazılmış. Ölü ailesine teslim edilmiş.

Ölüm çok basit ve hızlı gelebildiği gibi çok yavaş veuzun da olabilir. Ötenazi tartışmalarının yapıldığışu sıralar unutmayalım ki hayatından ümidikesilenlerin başında, aileleri günlerce hiçbir şeyyapmadan beklerler. Dilimizdeki "ölüm döşeği"terimi bu gizli ötonazi geleneğinden gelmedirsanırım. Şöyle biürmek uygun olacak. Nasıl gelirsegelsin, biz canlılar O'nun ne olduğunu bilemeyiz.Bizler kendi inançlarımıza göre üzülürüz.

Sokakta ölen kimsesizlere bile gizli bir yerde.hüzünlü bir kalbin, bir iki damla gözyaşıdöktüğünden eminim... Sağlıcakla kalın.

42

Page 45: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

kutupyıldızı

DEF-İ ŞER AYİNİ

bayram keten

Biz, ölüm olduğu için cinsel organlarımızın olduğuna ya da cinsel organlarımız olduğu için ölümünolduğuna inanmıyorduk. Bundan yirmi-yirmibeş yıl önce, ölümden ancak cinsel organlarını keserek

korunacağına inanan bir tarikattan bahsetmişti babam bana. Ama sonraları bunun da ölüme çareolmadığını görünce, cinsel organlarını kesmekten vazgeçip, ölüme başka çare aramışlar. Bu tarikatın yaptığı

resimlerde ölümsüz insanlar cinsiyetsizdir. Kadınların göğüsleri kesik ve vajinaları dikiktir. Erkeklerinsepenisleri kesik, vücudundaki kıllar tıraş edilmiştir.

(Ay Çarpması Ayinler'inden, l.Gün:Def-i Şer Ayini, Sayfa-,7)

43

Page 46: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

KARANTİNA, DÜĞME BÖCEĞİ VEBÜYÜLÜ CÜMLE

ergun kocabtyık

KARANTİNA

Bütün gücüyle merdivenleri çıkmış ve çatı katındaki odaya zor atmıştı kendini. Soluk soluğa kapıyı kapamışve küçük bedeniyle arkasından yüklenerek beklemeye başlamıştı. Annesinin terliklerinin tahta merdiveninüzerinde çıkardığı tıkırtılar duyuluyordu. Ağır ve kararlı bir hızla çıkıyordu. Dev cüssesiyle eklemyerlerinden gıcırdatıyordu basamakları. Eğili; anahtar deliğinden baktı. Kadın merdivenin son basamağınıda dönmüş geliyordu. Yüreğinin çırpırtısını duydu. Yoaılmuş olmalıydı; yavaşlamış ve kapının birkaçbasamak gerisinde ürkütücü hırıltılar çıkararak soluklanıyordu. Evin kedisi Kara'ya da bulaştırmıştıhastalığını. O da kadının bacakları arasından olacakları izlemeyi bekliyormuş gibi kapalı kapıya bakıyordu.Yüzünün sağ yanındaki şişkinlikten ve sol gözündeki belirgin küçülmeden anlaşılıyordu hastalığı kaptığı. Birkaç hafta sonra yüzü bakılmaya dayanılmayacak bir şekle girecek; burnu eriyip yerine uzun, kıvrık, boynuzsubir diş çıkacaktı. Hastalığın fiziksel belirtileriyle birlikte sessizce sürdürülen bir saldırganlık da ortayaçıkıyordu: Sevgiyle başlayan ama dozu arttıkça insanın canını acıtan dayanılmaz dokunuşlar. Ev karantinayaalınmasına alınmıştı ama o da içine sıkışıp kalmış, küçük bedeniyle ya gözden kaçmış ya da aynı nedenlegörmezlikten gelinmişti.

DÜĞME BÖCEĞİ

Dayımın oğlunu böcek sokmuş. Yüzü şişmiş. Sağ gözünün altında bir morluk var. Gündüz bahçelerdedolaşmışlar. Bir sopa bulmuş. Eve getirmiş sopayı. İçinden bir böcek çıkmış. Çocuğun haberi yok tabii.Çocuğu sokmuş. Siyah renkte. Sırtının tam ortasında, bir karenin köşelerini oluşturacak biçimde yeralanaynı büyüklükte dört delik var. Böceği bana gösterdiler. Terliği kaptım. İyice yaklaştım. Algıları güçlü birböcek. Kendisine kötü niyetle yaklaşdığımı anlıyor. Bir vuruşta o kalın kabuğunu kırıp ezmek gerekiyor; aksihalde size ikinci bir şans tanımıyor. Sokması belki öldürücü değil ama size ölüme yakın anlar yaşatıyor; sizihayata ilikleyen düğmeleri yavaşça gevşetiyor.

BÜYÜLÜ CÜMLE

Dersanenin önünde bekliyorduk. Kalabalıktık. Hoca derse girene kadar koridorda oyalanırdık. Afrikalı biröğrenciden öğrendiğim bir cümleyi tekrarlıyordum. "La tumba tutumba boko". Cümleyi ancak birkaçtekrarda kusursuz telaffuz edebildim. Doğrusunu söyleyene kadaı; Afrikalıyı bayağı güldürdüm. Sonra birdenağzımdan sıcak hava çıkmaya, burnumdan sıcak, köpüklü sümükler akmaya başladı. Durduramıyordum.Cebimdeki kağıt mendili güçlükle çıkartıp karşıdaki tuvalete zor attım kendimi. Başımı lavaboya eğipsalgının akmasını bekledim. Sıcaklığın vücuduma da yayılmış olduğunu hissettim. Başım ve damarlarımzonkluyordu. Kollarımda bazı damarların tamamen kırmızılaştığını gördüm. Başım hızla dönmeye başladı.Yere düştüm. Beni okulun revirine götürdüler. Yan baygındım ve olanları farkedebiliyordum. Hemşirelerdoktor gelene kadar önlem almaya çalışıyorlardı. Sonra içlerinden birisi ana arterde bir çatlak olduğunusöyledi. Çatlamanın ilerlemesini durdurmak için iğne yaptılar. Hemşireler telaş içinde rahatsızlığımlailgilenirlerken bir yandan da sanki daha büyük bir felaketin gelmesini bekliyorlarmış gibi korkuylapencereden dışarı bakıyorlardı.

44

sisdüşleri

KARANTİNA, DÜĞME BÖCEĞİ VEBÜYÜLÜ CÜMLE

ergun kocabıyık

Page 47: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

sisdüşleri

Soluk soluğa kapıyı kapamış ve küçük bedeniyle arkasından yüklenerekbeklemeye başlamıştı. Annesinin terliklerinin tahta merdivenin üzerindeçıkardığı tıkırtılar duyuluyordu. Ağır ve kararlı bir hızla çıkıyordu. Dev

cüssesiyle eklem yerlerinden gıcırdatıyordu basamakları.

45

Page 48: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

şişedeki mesaj

YAŞAM BİR YOLCULUKTUR ÖLÜMEVARILAN

nur gür su

Eski yeşil bir araçta gidiyorum. Korkular, umutsuzluklar,aldırmazlıklarla kuşatılmış yollardan geçiyoruz. İnce bir yağmurzaman zaman yolculuğumuza hüzün katıyor. Araçta kaç kişiyizbilmiyorum. Bilmek de beni ilgilendirmiyor. Yanımda oturanbiri var, yağmurluğu koluma değiyor. En azından bir de sürücüolmalı diyorum. Alnımı cama yapıştırdım, içimdeki sesidinliyorum. Bir şarkı bu, bana ait olmayan, benimsediğim.Dikkatle yolu izliyorum. Bazan sonu gelmez kırlardan bazanbezgin kentlerden geçiyoruz. Cılız ağaçlar, beton karmaşasınınarasında karşımıza çıkıyor arada bir. Bir işarettir, deyipumutlanıyorum. Geçtiğimiz sokaklar daralıp genişliyor.Kalabalıkları da görüyorum ıssızlığı da. Yorgun yaşamlarınağırlığı ile köhnemiş binalar, soğuk, acımasız ve sırıtkan betonbloklarla içice geçmiş. İnsanlar bezgince kendi yalnızlıklarında.Çocuklar, henüz gülebiliyorlar. Onları ne çok seversin! Vekediler uzak uygarlıklarından kopup gelmiş; birdaha asla geriyedönemeyeceklerinin farkında dolaşıyorlar. Bir tek onlarınçözebildiği yaşamın anlamı gözlerinde, bilgece bakıyorlar. Bizesöyleyemedikleri gizleri ile yorgun. Tozduman içerisindegörkem ve yoksulluk sarıyor çevreyi.

Eski yeşil aracın içinde umutsuzluğum ve özlemlerimlebilmediğim bir yöne gidiyorum. Diğer yolcular nereyegidiyorlar, onların aradıkları ne, seni tanırlar mı? Bilmiyorum.Alnım camın serinliğinde yitirdiklerimi düşünüyorum. İçimkanıyor. Dikkatle duraklan dönemeçleri izliyorum, bir yerdeyoluma çıkacaksın bekliyorum. O ana kadar eski yeşil aracıniçinde gidiyor, gidiyorum.

46

Page 49: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

yalnızlığın oyuncakları

ÖLÜMÜ BEKLİYORUM

ahtnet ortaçdağ

M. Duras'a

Ben aşkla yeni tanıştım. Eski ben değilim artık.Anneme sarılıyorum. Babamın hatırını soruyorum. Düşmanımı kucaklıyorum. Sonsuz sevgimi cömertçedağıtıyorum. Eskiden günlerce çalışarak kaldığım sınavlardan çalışmadan en yüksek notu alıyorum. Busihiri şaşkınlık ve hayranlıkla izliyorum.Ölüm tutkunu ben hayatın peşindeyim. Algılarım azmış, onu yutmaya hazırım. İçimdeki bu güceyabancıyım. Beklenmedik bir şekilde beni ayakta tutuyor, ayaklarım daha sağlam basıyor ve ben hayatıdeğiştirmeye hazırım. Benden beklediklerini şimdi anlayışla karşılıyorum. Eski bitmişliğimden eser yok.Onu kucaklıyorum.Bu coşku beni eziyor. Algılarım doymuyor.Duyumsuzluk sancısı.

Bir obje seçtim. Aşkı ona yükledim. Beni doyurmasını bekliyorum ve görüyorum ki hayatımın odaklandığıbu obje azdırdığı algılarıma yetmiyor, yetişemiyor.Olsun.Farkındayım, beni hayata bağlayan bu obje vaalığnı ancak kendi alanı içinde sürdürebilir. Bunu kabuletmeliyim. Bunu değiştirmeye yönelik her girişim özünde ihanet olacak.Kendimi ona adıyorum.İçimde bu tutkuyu canlı tutan varlığı her şeyiyle koşulsuz kabul ediyorum. Tutkunun yaşatılması adına. Sonsuzkabulleniş adına.Kendimi koşulsuz ve bağımsız adıyorum.

Ve görüyorum ki hayatın gerçekliği bunu kaldırmıyor. Herşeyiyle ona direniyor. Aşkla yaşanır kılınacakhayat kendi adına onu yokediyor.Kana kan.Böylece bitmez bir mücadelenin içinde buluyorum kendimi. Yalnız beni değil, objemi de. Varlığınısürdürebilmek adına.Beraberce aşka savaş açıyoruz. O bizi boğmadan onu yokedeceğiz. Zafer içimizdeki "kibirin" olacak. Bukoyu kalkan aldığı darbelere sadece gülüp geçiyor.Halbuki öğrendim ben, "aşk; acı, çile ve kendini aşağılama" üçlemesidir.Bu paradoksla başa çıkamıyorum. Her kaçışta kibir elimi kolumu bağlıyor. Bana o kaçınılmaz soruyusoruyor. Aşk mı? Obje mi?Elinden tutmak istiyorum. Yapabileceğim tek şey gözlemlerimle ona sarılmak. Çünkü onları hiçbir şeytutamayacak.

Zaman geçtikçe ağlayarak Kibir'e teslim oluyorlar. Yapacak bir şey yok.Çaresizim.Hayatın tek gerçeği kibir, aşkımı kemirmem için beni canlı tutuyor.Canlı olmak istemiyorum.Bu kibiri yokedecek tek bir şey biliyorum.Ölümü bekliyorum.

47

Page 50: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da

HAYALET GEMİİki Aylık Dergi

Sayı 24 Mayıs/Haziran 199560000 TL KDV Dahü

Sahibi

TEKNOFİLTeknoloji Tasarım Limited Şirketi adına

Pınar TÜREN

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Sedef ERKMAN

Yazı Kurulu

Sedef ERKMANMurat GÜLSOY

Nazlı ÖKTENPınar TÜREN

Halide VELİOĞLU

Katkıda Bulunanlar

Zeynep AKTÜRECoşan BORA

Gül ÇETİNOrhan Cem ÇETİN

Selim ERGUNEsin ESEN

Nur GÜRSUSeda KAYNAKBayram KETEN

Ergun KOCABIYIKAhmet ORTAÇDAĞ

Kapak Tasannu

Yalçın KARACA

Baskı

NET Matbaacılık

Eğer Hayalet Gemi ileilişki kurmakistiyorsanız...

Herhangi bir evin loşodalarından birindegözlerinizi kapatın.

Ve karanlıkta bir koltuğakendinizi bırakıp,geçmişi ve geleceği

veen önemlisi bugünü

düşünüp sorular sorun.Sonra

yaklaşmakta olanHayalet Gemi ' yi

düşleyin.

Ya dabize yazın.

48

Page 51: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizSevgili Dostum, Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı ... okuduğu için ona Doktor derdik. Adıyla kimse çağırmazdı, o da