AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRK HUKUKU AÇISINDAN...
Transcript of AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRK HUKUKU AÇISINDAN...
1
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
AVRUPA TOPLULUĞU ENSTİTÜSÜ
AVRUPA TOPLULUĞU HUKUKU ANABİLİM DALI
AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRK HUKUKU AÇISINDAN
TÜKETİM MALLARINDA AYIP
VE BU YÖNDEN TÜKETİCİNİN KORUNMASI
Doktora Tezi
TUBA KUTOĞLU
İstanbul, 2005
2
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
AVRUPA TOPLULUĞU ENSTİTÜSÜ
AVRUPA TOPLULUĞU HUKUKU ANABİLİM DALI
AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRK HUKUKU AÇISINDAN
TÜKETİM MALLARINDA AYIP
VE BU YÖNDEN TÜKETİCİNİN KORUNMASI
Doktora Tezi
TUBA KUTOĞLU
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Cevdet Yavuz
İstanbul - 2005
I
ABSTRACT
Consumer Protection has been a matter which Community has considered since
1960s and is a fundamental policy, recently, that Community has improved for consumer
protection on its own, neither as an indirect policy only for the functioning of common
market. Harmonizing of the laws is one of the fundamental conditions on the way to
membership to the union, our country has aimed to. The actions advocated consumer
protection which has started since Seljucks in our history, has gained an identity as an
individual branch of law, by passing of 4077 numbered Consumer Protection Act in
1995, for the first time. There are about 60 codes and few hundreds of regulations,
statutes and decisions that concern consumer protection, in force, in our country, today.
This study has been directed to consumer protection against seller because of the
defective goods. In this respect, approximation either in metod or in principal is essential.
If the consumer is under a stricker protection in accordance with Turkish law, this won’t
constitute a an incompatibility to EU Law. Beside the realized approximation in
procedure, in Turkish law, same can not be said for in principal. The Turkish Law
infridges the binding nature of EU Law for some points. The purpose and the main points
of this study is not to consider consumer protection towards seller in all aspects in
accordance with Turkish Law, but bring up the legal and actual sources, legal
characteristics, elements, conditions, sanctions and resolution ways for the disputes of the
matter, by a comparative approach and make recomendations.
II
ÖZET
Tüketicinin Korunması 1960’lı yıllardan itibaren topluluğun el attığı bir konu
olmuş ve bugün için de sadece ortak pazarın işlemesi için bir araç politika değil;
topluluktaki tüketicilerin başlı başına korunması için, topluluğun geliştirdiği temel
politikalardan biri halini almıştır. Ülkemizin hedeflediği Birlik üyeliğine giden yolda,
mevzuatın uyumlaştırılması aranan baş koşullardan biridir. Tarihimizde geçmişi
Selçuklulara kadar giden tüketici yanlı hareketler, 1995’te 4077 sayılı Tüketicinin
Korunması Hakkında Kanunun çıkması ile, ilk kez özel bir hukuk dalı niteliğine
kavuşmuştur. Bugün için, ülkemizde tüketicinin korunması ile ilgili 60’a yakın kanun,
yüzlerce tüzük, yönetmelik ve kanun hükmünde kararname yürürlüktedir.
Çalışma, tüketicinin ayıplı mal sebebi ile satıcıya karşı korunmasına
özgülenmiştir. Bu çerçevede, mevzuatımızın gerek usulen gerek esastan Topluluk
hukukuna uyumu esastır. Tüketicinin mevzuatımızda topluluğunkine kıyasla daha yoğun
korunması topluluk hukukuna aykırılık olarak kabul edilmeyecektir. Mevzuatımızda
usulen gerçekleştirilen uyumun yanı sıra, esastan bire bir uyumun varlığından
bahsedilemez. Bu sebeple mevzuatımız bazı noktalarda topluluk mevzuatının
emrediciliğini ihlal etmektedir. Çalışmamızın amacı ve ağırlıklı yönü, tüketicinin
mevzuatımızda satıcıya karşı korunmasını tüm yönleri ile ele almak değil; satıcının
tüketiciye karşı olan sorumluluğunu hukuki ve maddi kaynakları, hukuki niteliği,
unsurları, şartları, yaptırımları ve uyuşmazlıkların çözüm yolları ile karşılaştırmalı olarak
ortaya koymak ve çözüm önerilerinde bulunmaktır.
III
KISALTMALAR
AB Avrupa Birliği
ADR Alternative Dispute Resolution
a.g.e Adı Geçen Eser
a.g.m. Adı Geçen Makale
AET Avrupa Ekonomik Topluluğu
AT Avrupa Topluluğu
ATA Avrupa Topluluğu Anlaşması
ATAD Avrupa Topluluğu Adalet Divanı
b.d. Belli Değil
B.K. Borçlar Kanunu
B.M. Birleşmiş Milletler
CCC Consumers’ Consultative Comittee
CISG United Nations Convention on Contracts for the International
Sale Of Goods
EC European Community
EEC European Economic Community
EEJ-NET Extra- Judical Network
GÜGP Genel Ürün Güvenliği Politikası
HUMK Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu
TMK Türk Medeni Kanunu
OJ Oficial Journal
RAPEX Rapid Alert System For Non Food Products
TKHK Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun
TTK Türk Ticaret Kanunu
IV
İÇİNDEKİLER
Kısaltmalar……………………………………………………………………………. iii
Giriş …………………………………………………………………………………….1
Birinci Bölüm
Satıcının Ayıplı Mal Teslim Etmesinden Doğan Sorumluluğunun
Hukuki Kaynakları ve Bu Sorumluluğun Satıcının Diğer
Sorumlulukları ile Yarışması
§ 1. AB Hukukunda Satıcının Ayıplı Mal Teslim Etmesinden Doğan Sorumluluğu
I. AB Hukukunda Tüketicinin Genel Olarak Korunması……………………………….3
II. AB Hukukunda Tüketicinin Özel Olarak Ayıplı Mala Karşı Korunması…………....9
A) İmalatçının Ayıplı Mal Sebebi İle Doğan Sorumluluğu……..……………………9
B) Satıcının Sözleşmeye Uygun Olmayan Mal Teslim Etmesinden Doğan
Sorumluluğu………………………………………………………………………11
C) 1985/374 ve 1999/44 sayılı Yönergeler Arasındaki İlişki ve Yarışan Haklar
Meselesi…………………………………………………………………………..12
D) Yönergelerin Genel Özellikleri…………………………………………………..14
§ 2.Türk Hukukunda Satıcının Ayıplı Mal Teslim Etmesinden Doğan Sorumluluğu
I. Türk Hukukunda Tüketicinin Genel Olarak Korunması ……………………………17
II. Türk Hukukunda Tüketicinin Özel Olarak Ayıplı Mala Karşı Korunması…………19
A) İmalatçının Ayıplı Mal Sebebi İle Doğan Sorumluluğuna İlişkin
Uyumlulaştırmalar ve Tüketicinin Bu Anlamda Yarışan Hakları………………...19
B) Satıcının Ayıplı Mal Satımı Sebebi ile Doğan Sorumluluğuna İlişkin
Uyumlulaştırmalar ve Tüketicinin Bu Anlamda Yarışan Hakları………………..22
C) AB Mevzuatı İle Uyum Meselesi………………………………………………...24
V
§ 3. Menkul Malların Uluslar Arası Satımları Hakkında BM Konvansiyonu,
UNIDROIT İlkeleri ve Lando (PECL) İlkeleri
I. Genel olarak…………………………………………………………………………...24
II. Menkul Malların Uluslar Arası Satımları Hakkında BM Konvansiyonu………….....25
III. UNIDROIT İlkeleri……………………………………………………………….....26
IV. Lando İlkeleri (PECL Principles of European Contract Law – Avrupa
Sözleşme Hukuku İlkeleri)……………………………………………………………...26
İkinci Bölüm
Satıcının Ayıplı Mal Tesliminden Doğan Sorumluluğunun Koşulları
§1. AB Hukukunda Satıcının Sözleşmeye Uygun Olmayan Mal Teslim Etmesinden
Doğan Sorumluluğunun Koşulları
I. Maddi Koşullar……………………………………………………………………...…28
A) Sözleşmeye Uygunsuzluk Kavramı………………………………………………..28
1. Tüketici…………………………………………………………………………...28
2. Satıcı………………………………... …………………………………………...29
3. Tüketici ve Satıcı Arasındaki Sözleşme……………………………………….....30
4. Tüketim Malı……………………………………………………………………..30
5. Tüketim Malının Sözleşmeye Uygunsuzluğu……………………………………31
a) Tanımı…………………………………………………………………………31
b) Çeşitleri…………………………………………………………………….....32
aa) Malın Kendisinde Ortaya Çıkan Uygunsuzluk…………………………...33
bb) Malın Kurulmasında (Montajında) Ortaya Çıkan Uygunsuzluk…………33
c) Ölçütleri………………………………………………………………………33
aa) Malın Taşıması Gereken Lüzumlu Vasıflar……………………………...34
bb) Malın Özelliklerine İlişkin Satıcı Beyanları…………………………......38
d) Nitelikleri………………………………………….………………………….38
B) Uygunsuzluğun Varlığı…...………………………………………………………38
C) Uygunsuzluğun Gizliliği……………………………………………………….....39
VI
D) Uygunsuzluğun Önemi…………………………………………………………...39
E) Uygunsuzluğuna Tüketicinin Sebep Olmaması….………………………………..40
F) Satıcının Beyanlardan Haberli Olması………………..…………………………...41
G) Beyanların Satım Sözleşmesi Yapılıncaya Kadar Geri Alınmamış Olması…...…41
H) Beyanların Tüketici Tercihinde Etkili Olması…………………………………....42
I) Satıcının Sorumluluğunun Kaldırılmamış Olması….……….……………………..42
II. Şekli Koşullar……………………………………………….………………………...42
A) Genel olarak……………………………………………………………………......42
1. Muayene (Yoklama) Külfeti ……...……………………………………….........43
2. İhbar (Bildirim) Külfeti ………………………………………………………....44
3. Hak Düşürücü Süre………………………………………………………………45
B) Mesafe Satımlarında Tüketicinin Külfetleri………………………………………45
§ 2. Türk Hukukunda Satıcının Ayıplı Mal Teslim Etmesinden Doğan
Sorumluluğunun Gerçekleşmesi Koşulları
I. Maddi Şartlar…………………………………………………………………………..46
A ) Ayıp Kavramı……………………………………………………………………...46
1. Tüketici…………………………………………………………………………..46
2. Satıcı ve Satıcı Gibi Sorumlu Olanlar……………………………………………47
3. Tüketici ve Satıcı Arasındaki Sözleşme………………………………………....50
4. Tüketim Malı………………………………………………………………….....51
5. Tüketim Malının Ayıplı Olması………………………………………………....53
a.) Tanımı………………………………………………………………………..53
b) Çeşitleri…………………………………………………………………….....54
c) Ölçütleri……….……………………………………………………………....55
aa) Malın Taşıması Gereken Lüzumlu Vasıflar……………………………...55
bb) Malın Özelliklerine İlişkin Satıcı Beyanları…………………………......56
d) Nitelikleri……………………………………………………………………..57
B) Ayıbın Varlığı……………………………………………………………………58
C) Ayıbın Gizliliği……………………………………………………………………59
D) Ayıbın Önemi……………………………………………………………………..61
E) Ayıba Tüketicinin Sebep Olmaması………………………………………….…...61
F) Satıcının Kusursuzluğunu İspatlamaması……………………..………………..…62
VII
G) Satıcının Sorumluluğunun Kaldırılmamış Olması ………….……………….…...63
II. Şekli Koşullar………………………………………………….……………………..64
A) Genel Olarak …………………………………..…………………………………64
1.Muayene ( Yoklama) Külfeti……………....………….………………………64
2.İhbar (Bildirim) Külfeti……………………………….……………………….65
3.Zamanaşımı- Hak Düşürücü Süre…………………….……………………….67
B) Mesafeli Satımlarda Tüketicinin Külfetleri……………………….………………67
Üçüncü Bölüm
Satıcının Ayıplı Mal Teslim Etmesinde Doğan Sorumluluğunun Hukuki
Niteliği
§1. AB Hukukunda Satıcının Sözleşmeye Uygun Olmayan Mal Teslim Etmesinden
Doğan Sorumluluğun Hukuki Niteliği
I. Mevzu Hukuktan Doğan Sorumluluk…………………………………………..……..69
II. Alt Sınır Sorumluluk………………………………………………………….……...69
III. Akdi (Hukuki İşleme Aykırılıktan Doğan) Sorumluluk…………………….………71
IV. Tali ve Fer'i Sorumluluk…………………………………………………….………72
V. Hukuki Sorumluluk………………………………………………………….……….72
VI. Kusursuz Sorumluluk………………………………………………………………..72
VII. Bireysel Sorumluluk…………………………………………………………….…..74
VIII. Ölçülü Sorumluluk…………………………………………………………….…...75
IX. Süreli Sorumluluk……………………………………………………………….…...75
§2. Türk Hukukunda Satıcının Ayıplı Mal Teslim Etmesinden Doğan
Sorumluluğunun Hukuki Niteliği
I. Kanuni Sorumluluk……………………………………………………………………76
II. Zorunlu Sorumluluk…………………………………………………………………..77
III. Akdi (Hukuki İşleme Aykırılıktan Doğan) Sorumluluk……………………………..77
IV. Tali ve Fer'i Sorumluluk……………………………………………………………..78
VIII
V. Hukuki ve Cezai Sorumluluk…………………………………………………………79
VI. Kusursuz Sorumluluk………………………………………………………………..79
VII. Zincirleme Sorumluluk……………………………………………………………..81
VIII. Ölçülü Sorumluluk…………………………………………………………….…...81
IX. Süreli Sorumluluk……………………………………………………………………82
Dördüncü Bölüm
Tüketicinin Ayıplı Mal Teslimi Karşısında Kullanabileceği Haklar ve
Bu Sebeple Doğabilecek Uyuşmazlıkları Çözüm Yolları
§1. AB ve Türk Hukukunda Tüketicinin Ayıplı Mal Teslimi Karşısında
Kullanabileceği Haklar
I. AB Hukukunda Tüketicinin Sözleşmeye Uygun Olmayan Mal Teslimi Karşısında
Kullanabileceği Haklar…………………………………………………………………..86
A) Genel Olarak…………………………………………………………………….....86
B) Hakların Çeşitleri…………………………………………………………………..87
1. Onarımı Talep Etme Hakkı……………………………………………………...87
2. Değiştirmeyi Talep Etme Hakkı………………………………………………...88
3. Semenden İndirimi Talep Etme Hakkı………………………………………….89
4. Sözleşmeden Dönmeyi Talep Etme Hakkı……………………………………...90
5. Tazminat Talep Etme Hakkı…………………………………………………….90
6. Sözleşmeye Uygun Olmayan Mala Karşı Alınabilecek Tedbirler………………91
7. Satıcıya Sözleşmeye Uygun Olmayan Mal Teslimi Sebebiyle Uygulanacak
Cezai Yaptırımlar……….…….……………………………………………..….92
II. Türk Hukukunda Tüketicinin Ayıplı Mal Teslimi Karşısında Kullanabileceği Haklar
A)Genel Olarak………………………………………………………………….……92
B) Hakların Çeşitleri………………………………………………………………....94
1.Onarımı Talep Etme Hakkı………………………………………………... …..94
2. Değiştirmeyi Talep Etme Hakkı ……………………………………………….95
3. Semenden İndirimi Talep Etme Hakkı………………………………………....96
a) Mutlak Metot…………………………………………………………….……96
IX
b) Tazminat Metodu …………………………………………………………..97
c) Nispi Metot………………………………………………………………....97
4. Sözleşmeden Dönmeyi Talep Etme Hakkı………………………………….97
5. Tazminat Talep Etme Hakkı………………………………………………....99
6. Ayıplı Mala Karşı Alınabilecek Tedbirler……………………………………102
7. Satıcıya Ayıplı Mal Teslimi Sebebiyle Uygulanacak Cezai Yaptırımlar….....103
a) TKHK'daki İdari Ceza……………………………………………………..103
b) Türk Ceza Kanunu'na İstinaden Uygulanabilecek Cezalar………………..103
§ 2. AB ve Türk Hukukunda Ayıplı Mal Sebebi İle Doğan Uyuşmazlıkların Çözüm
Yolları
I. AB Hukukunda Sözleşmeye Uygun Olmayan Mal Sebebi İle Doğan
Uyuşmazlıkların Çözüm Yolları…………..…………………………….…………...104
A) Avrupa Topluluğu Adalet Divanının Yetkileri………...……………….………...104
B) Milli Mahkemelerin Yetkisi ve Bekletici Mesele………...………………….…...105
C) Mahkemedışı Çözüm Yolları.……………………………...……………………...106
II. Türk Hukukunda Ayıplı Mal Sebebi İle Doğan Uyuşmazlıkların Çözüm
Yolları……………………………………..…………………………….……………107
A) Tüketici Mahkemeleri…………..………………………………………………..107
B) İdare Mahkemeleri……………………………………………………………......108
C) Tüketici Sorunları Hakem Heyeti………………………………………………...108
Sonuç ve Değerlendirme................................................................................................110
Kaynaklar..…………………………………….………………………………………124
Ek……………………………………………………………………………………….130
2
Giriş
Topluluk müktesebatına uyum, milli hedefimiz halini alan Avrupa Birliği
üyeliğinin, ekonomik ve siyasi kriterlerin yanı sıra aradığı kriterdir. Bu durum, mevzuatın
bütününde olduğu gibi, Tüketici Hukukunda da, gelinen noktanın, birlik politikası ile
karşılaştırılmasının yapılmasını ve topluluk mevzuatının bağlayıcılığı ölçüsünde,
özellikle eksik ve geride kalınan hususların ve bu bağlamda reform önerilerinin neler
olduğunun tespitini gerekli kılmaktadır.
Ayıplı mal ve hizmete maruz kalma tüketicinin taşıdığı risklerin başında gelir.
Tüketici, satın aldığı mal veya hizmetin, bunların satın alınmasındaki objektif amaca yani
o mal veya hizmetin taşıması gereken lüzumlu vasıflara ve vasıflar hakkında satıcı
tarafından yapılmış bir takım beyanlara varsa bunlara uygun olması konusunda haklı bir
beklenti içindedir. Bu sebeple tüketicinin başta muhatap olduğu satıcı olmak üzere, bu
mal veya hizmeti kendisine ulaştıran zincir içerisindeki herkese karşı korunması gerekir.
Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'a göre; ambalajında, etiketinde, tanıtma
ve kullanma kılavuzunda ya da reklam ve ilanlarında yer alan veya satıcı tarafından
bildirilen veya standardında veya teknik düzenlemesinde tespit edilen nitelik veya niteliği
etkileyen niceliğe aykırı olan ya da tahsis veya kullanım amacı bakımından, değerini
veya tüketicinin ondan beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki
veya ekonomik eksiklikler içeren mallar ayıplı mal olarak kabul edilmektedir.
Bu inceleme, ayıplı hizmetler ayrık tutularak, satıcının ayıplı mal teslim etmesi
sebebiyle tüketiciye karşı olan sorumluluğunu kaynakları, hukuki niteliği ve şartlarıyla ve
bu sorumluluk sebebi ile tüketici lehine doğan hakları nitelik ve çeşitleriyle AB hukuku
ve Türk Hukuku açısından karşılaştırmalı olarak ortaya koymak amacıyla yapılmıştır.
İnceleme, satıcının ayıplı mal teslimi sebebi ile tüketiciye karşı olan
3
sorumluluğunun Türk Hukukundaki yerini bütünüyle inceleme iddiası kendisine
yükletilmeksizin; mevzuatımızın birlik hukuku ile karşılaştırılmasının yapılması ve bu
anlamda ortak ve farklı yönlerin ortaya konulması çabasıyla sınırlandırılmıştır.
Tez dört temel bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde satıcının ayıplı mal
teslim etmesi sebebiyle doğan sorumluluğu, kullanılacak terminolojide dahi doğrudan atıf
yapılacağı için kaynakları açısından öncelikle incelenmiştir. Bu bölümde önce AB
Hukuku ve Türk Hukukunda tüketicinin korunması meselesi tarihsel yönleriyle kısaca
incelenmiş; daha sonra her iki hukuk açısından öncelikle ayıplı mal satımı karşısında
tüketicinin diğer hakları ve sonrasında da özelikle satıcıya karşı olan haklarının
kaynakları açıklanmış ve aynı zamanda satıcının ayıplı mal tesliminden doğan
sorumluluğunun diğer sorumlulukları ile yarışmasının kısa bir değerlendirilmesi
yapılmıştır. İkinci bölüm ise, satıcının ayıplı mal tesliminden doğan sorumluluğunun
koşularına özgülenmiş; koşullar terminolojiyi de içeren maddi koşullar ve sonrasında
şekli koşullar olmak üzere açıklanmıştır. Üçüncü bölümde sorumluluk kavramının
hukuki yapısı her iki hukuk açısından da incelenmiştir. Dördüncü bölümde de tüketicinin,
satıcının ona ayıplı mal satması sebebiyle doğan haklarının neler olduğu ve bunları hangi
çözüm yolları ile ortaya koyabileceği anlatılmıştır. Sonuç ve değerlendirme bölümünde
ise konu, Türk hukukunun AB hukuku ile uyumlulaştırılması açısından, usule ve esasa
dayalı karşılaştırmalar yapılmak suretiyle incelenmiştir.
4
Birinci Bölüm
SATICININ AYIPLI MAL TESLİM ETMESİNDEN DOĞAN
SORUMLULUĞUNUN HUKUKİ KAYNAKLARI VE BU
SORUMLULUĞUN SATICININ DİĞER SORUMLULUKLARI İLE
YARIŞMASI
§ 1. AB Hukukunda Satıcının Ayıplı Mal Teslim Etmesinden Doğan
Sorumluluğu
I. AB Hukukunda Tüketicinin Genel Olarak Korunması
Avrupa'da, ülkeler düzeyinde tüketicin korunması yolunda ilk kurumsal hareket,
1947 yılında Danimarkalı Tüketiciler Konsey'inin kurulmasıyla başlamış ve bu akım,
1950'lerin sonlarında, diğer ülkelere de yayılmıştır1.
Zamanla, Avrupa ülkeleri arasında ticaretin yaygınlaştırılmasına rağmen
tüketicilerin her ülkede farklı bir biçimde korunması, topluluk düzeyinde konunun ele
alınmasını zorunlu kılmış ve "mal ve hizmetin çok sayıda ve türde yer aldığı serbest
pazar içinde, tüketicinin satın aldığı mal ya da hizmetten satın alma amacına uygun
olarak beklediği faydayı sağlayamaması "tüketicinin korunması hareketini" gündeme
getirmiştir"2.
Avrupa Topluluğunun kuruluş anlaşması olan Roma Anlaşmasında, tüketicinin
korunması ile doğrudan ilgili bir madde bulunmamakla beraber, Anlaşmanın 20'inci
maddesinde "ekonomik çabaların uyumlu gelişmesini ve bir aradaki devletler arasındaki
sıkı ilişkilerin ve hayat düzeylerinin dengeli ve devamlı olarak genişlemesini ve
sağlamlığının arttırılmasını gerçekleştirmek" topluluğun görevi olarak belirtilmiştir.
Bunun yanı sıra, ortak tarım politikası ile ilgili 39’uncu maddede "tarım ürünlerinin
tüketicilere elverişli fiyatlarla satımının sağlanması" ve rekabet politikasına ilişkin
1 "AT’de Tüketiciyi Koruma Politikaları ve Türkiye'de Durum" TÜSİAD, T/90.04.132, s.29, İstanbul: Nisan 1990 2 "Avrupa Topluluğu’nda Tüketiciyi Koruma Politikaları ve Türkiye'nin Uyumu", Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği, s.18, Ankara:1989
5
85’inci maddede de "tüketicilerin pazardaki rekabetten olumsuz etkilenmemeleri için
üye devletler arasındaki ticareti etkileyebilecek ve Ortak Pazar içindeki rekabeti
önleyecek, sınırlayacak veya bozacak etkileri olan işletmeler arası tüm anlaşmaların,
işletmelerin ortaklık kararlarının ve çıkar yollu uygulamalarının Ortak Pazar ile
bağdaşmadığı ve yasaklanması" şeklinde tüketiciyi yakından ilgilendiren ifadelere yer
verilmiştir3.
1968 yılına gelindiğinde; topluluk bünyesinde "Tüketiciyi Koruma Birimi"
oluşturulmuş; ardından, tüketicinin korunması ile ilgili topluluk düzeyindeki ilk ciddi
hareket 1972 yılında Paris'te hükümet başkanlarının, Topluluk organlarını harekete
geçirme kararı almaları ile gelmiş ve her ülkede ayrı ayrı faaliyet gösteren dört büyük
örgütün katılımı ile (Tüketici Örgütleri Avrupa Bürosu, Avrupa Topluluğu Aile Örgütleri
Komitesi, Avrupa Topluluğu Tüketici Kooperatifleri Kuruluşu ve Avrupa İşçi
Sendikaları Konfederasyonu (ETUC) ) Komisyon tarafından 1973 yılında Tüketici
Danışma Komitesi (CCC) kurulmuştur.
Çalışmalar, konuya doğrudan kurucu anlaşmada yer vermek sureti ile değil;
aksine öncü programlar uygulamak şeklinde başlatılmıştır. Böylelikle, Avrupa
Topluluğunda Tüketiciyi Koruma Politikası (1975-1980) ve (1981-1986) yılları arasında
olmak üzere iki programa bağlanmıştır. Birinci programda, topluluk düzeyinde ilk defa
tüketici hakları kabul edilmiştir. Bu haklar;
(a) tüketicinin sağlık ve güvenlik hakkı
(b) ekonomik çıkarlarının korunması hakkı
(c) tazmin hakkı
(d) temsil edilme hakkı ve
(e) bilgilendirilmesi ve eğitilmesi hakkıdır.
Tüketicinin sağlık ve güvenlik hakkı; tüketiciye sunulan mal ve hizmetlerin risk
taşımaması, tüketicinin zararlı ürünlerden korunması, gıda maddelerinde kullanılan
3 O tarih itibariyle sadece ortak pazar ve rekabet politikaları ile yakından ilgili görülen tüketici politikası, bugün için başta çevre, gıda güvenliği ve kamu sağlığı politikaları olmak üzere tarım, kültür, eğitim, ulaşım, balıkçılık, görsel ve işitsel topluluk politikaları gibi politikalarla da yakından ilgilidir.
6
maddelerin açıkça belirtilmesi, gıda maddeleri ambalajının tüketicinin sağlığına ve
güvenliğine zarar vermeyecek nitelikte olması, mamul güvenliğinin denetlenmesi, özel
ürünlerin özel ruhsata bağlanması gibi ilkelere bağlanmıştır.
Tüketicilerin ekonomik çıkarlarının korunması hakkı ise; tüketicilerin satıcıların
suiistimallerine özellikle tek taraflı sözleşmelere, sözleşmelerdeki haksız hükümlere, sert-
insafsız kredi şartlarına, talep edilmemiş mal bedellerinin ödenmesinin istenmesine ve
baskı yaratan satım yöntemlerine ve tüketicinin satın aldığı mamulün bozuk çıkması veya
hizmetten memnun kalmaması durumunda uğrayacağı ekonomik zarara karşı
korunmasını, mal ve hizmetin sunulması ve satımının teşvik edilmesi sırasında doğrudan
ya da dolaylı olarak aldatıcı-yanıltıcı düzenlemeler yapılmamasını, reklamların yanıltıcı,
aldatıcı öğeler taşımamasını ve bu durumun engellenmesi için ayrıntılı düzenlemeye
gidilmesini, etiketlerin tam ve eksiksiz olmasını, satım sonrası hizmet ve yedek parça
güvencesi sağlanmasını, tüketicilerin mamulleri eşit şekilde seçebilmesini, tüketici kredi
şartlarının uyumlulaştırılmasını gerekli kılmıştır.
Tüketicinin tazmin edilme hakkı da; üye ülkelerdeki tüketici yardım ve danışma
sistemlerinin uyumlulaştırılması, değiştirme ve hakem kanalı ile uzlaşma gibi durumların
sisteme bağlanması, tüketici dernekleri ya da mahkemelerdeki tüketiciyi koruma olayları
ile ilgili yasal durumun incelenmesi, bu sistem ya da yasaların üçüncü ülkelere de
yansıtılması ilkeleri üzerine kurulmuştur.
Tüketicilerin bilgilendirilme ve eğitim haklarına gelince, bu haklar pazara
sunulan mal ve hizmetlerin birleşimi, kalitesi, miktarı ve fiyatı gibi temel özelliklerinin
değerlendirilebilmesi, rakip mallar arasında rasyonel seçimin yapılmasına imkan
verilmesi, mal ve hizmetlerin güven içinde emniyetli ve belirli bir doyumu sağlayıcı
biçimde tüketilmesi, mal veya hizmetin neden olduğu herhangi bir maddi manevi zararın
karşılanması konusunda harekete geçilmesi yönünde olup bu hak doğrultusunda
tüketicinin korunması politikası temel eğitim programına alınmıştır.
Temsil edilme hakkı hususunda ise, topluluk faaliyetleri Avrupa'da tüketici
hareketlerinin desteklenmesi yolunda olup 1972'den beri çeşitli tüketici örgütleri
7
Brüksel'de daimi sekreterlik bulundurmaktadırlar4. İkinci programda söz konusu haklar;
(a) temel ihtiyaçların giderilmesini talep etme hakkı,
(b) güvenlik ve güven duyma hakkı,
(c) mal ve hizmetlerin tüketici tarafından serbestçe seçilebilmesi hakkı,
(d) bilgi edinme hakkı,
(e) eğitilmeyi talep etme hakkı,
(f) meydana gelen zararın tazminini talep etme hakkı,
(g) temsil edilme hakkı ve
(h) sağlıklı bir çevreye sahip olma hakkı olarak sekize çıkartılmıştır5.
Bunun yanı sıra, parasal değerlerin önemi vurgulanarak, tüketici gelirlerinin
maksimum düzeyde tüketime yöneltilmesi ve tüketici temsilcileri ile kamu ve özel
kesimde karar verici yetkililer arasındaki diyalogun geliştirilmesi gerektiği üzerinde
durulmuştur.
1986 yılında Avrupa Tek Senedi ile AET Anlaşmasına eklenen 100a maddesi ile
tüketicinin korunması konusunda da hukukların uyumlaştırılması ilkesi kabul edilmiş
maddenin üçüncü fıkrasında da tüketicinin korunması alanı için yüksek bir standarttan
yola çıkılması gereği vurgulanmıştır. Maddede oybirliği ilkesinden, oyçokluğu ilkesine
geçmek bir avantaj olarak görülmekle beraber, tüketicinin korunmasını ortak pazarın
oluşturulmasına ve işlerliğine bağlamak sorunun sınırlı bir çerçevede ele alınmasına yol
açmıştır6.
Mart 1990'da kabul edilen "Birinci Üç Yıllık Eylem Planı" ile 31.12.1992
tarihine kadar ulaşılması istenilen şu 4 ana hedef üzerinde durulmuştur:
“(a) tüketicilerin temsil edilmesi ve tüketicilerle üreticiler arasındaki diyalogun
kuvvetlendirilmesi,
4 “Avrupa Topluluğu’nda Tüketiciyi Koruma Politikaları ve Türkiye'nin Uyumu", Türkiye Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği, s.25-35, Ankara:1989 5 Tamer İnal, " Tüketici Kredileri ve Tüketici Kredisi Sözleşmeleri", s.19 Beta, İstanbul: Temmuz 2002. Bu haklar aynı zamanda Uluslararası Tüketici Birlikleri Örgütü'nün önerisi ile BM tarafından kabul edilen haklardır. 6 Yeşim M. Atamer,"Tüketicinin Korunması Politikası" Tekinalp&Tekinalp "Avrupa Birliği Hukuku", s.654, Beta, İstanbul: 2000
8
(b) tüketicilerin bilgilendirilmesi ve bu amaçla tüketici kuruluşları ile eğitim
birimleri arasındaki işbirliğinin ilerletilmesi,
(c) tüketicilerin can ve sağlık güvenliğinin sağlanması, bu konuda özellikle mamul
güvenirliği, kozmetikler ve oyuncaklar alanlarında çalışmalar yapılması ve
(d) tüketicilerin uzlaşması ve bu anlamda olmak üzere, sözleşmedeki haksız
kayıtlara ilişkin yönerge tasarısının hazırlanması, satım sonrası hizmet ve garanti
koşullarının iyileştirilmesi, tüketicilerin uğramış olduğu zararın mümkün olduğunca basit
bir yöntem çerçevesinde tazmininin sağlanması ve yargı yoluna başvurma imkanlarının
kolaylaştırılması”7.
Programın ardından, bir yıl sonra 1 Kasım 1993 tarihinde Maastrich Antlaşması
ile "Tüketicinin Korunması" ayrı bir başlık altında ilk defa ele alınmıştır. "Eklenen 129a
maddesi Konsey'e bir yandan ağırlıklı çoğunlukla karar alma imkanı veren m100a'ya
(Yeni ATA m. 95) bir yandan ortak karar alma usulünü öngören m189b'ye dayanarak
hukuki tasarruflarda bulunma imkanı vermiştir. Ancak m100a'nın sadece ortak pazarın
oluşturulması ile ilgili konularda düzenlemede bulunma imkanını vermiş olması,
m.189b'deki usulde ise tüketicilerin korunmasına yönelik üye ülkelerin politikalarını
destekleme amacına hizmet eden özel faaliyetler için başvurulabilecek olması birliğin
yetki alanını sınırlandırmaktaydı. Bilhassa, bu özel faaliyetlerden ne anlaşılması gerektiği
çok belirsiz kaldığından, Topluluk bu dönemde çıkardığı yönergelerin neredeyse hepsini
100a'ya dayandırmıştır" 8.
Komisyon, Anlaşmanın ardından 1993-1995 yılları için üç yıllık Eylem Planı
hazırlamıştır. İkinci Eylem Planında, hem tüketici haklarını geliştirme yoluna gidilmiş;
hem de tüketicilerin dilekçe ve dava hakları gibi konularda aydınlatılmasına ve
tüketicilere finansal hizmet sunma konularına önem verilmiştir.
Komisyon tarafından Ekim 1995’te yayımlanan bildiri ile 1996–1998 dönemi
için topluluğun tüketici politikasının öncelikleri belirlenmiştir. Çalışmalarda öncelik
tüketicinin eğitilmesine ve bilgilendirilmesine ayrılmıştır. Tüketicinin topluluk
7 Şebnem Akipek ,“Tüketici Kredisi" s.103, Seçkin Yayınevi, Ankara:1999 8 Yeşim M. Atamer, a.g.e , s. 654-655
9
politikaları içindeki yeri belirlenmiş; tüketici seçimlerinde tüketiciyi koruyucu önlemler
ve tüketicinin temsili üzerinde durulmuştur.
1997’ye gelindiğinde, Amsterdam Anlaşmasının 153’üncü maddesinde
tüketicinin beş temel hakkı zikredilmiş ve Konseye üye ülkelerin tüketiciyi koruma
politikalarını destekleme, tamamlama ve denetleme amacı ile, ortak karar alma usulü
uyarınca, Ekonomik ve Sosyal Komiteyi dinledikten sonra doğrudan madde 153'e
dayanarak, her ne kadar madde içinde ortak pazara ilişkin 95’inci maddeye atıf yapılmış
olsa da; ortak pazarın oluşturulması hedefinden bağımsız olarak düzenleme yapılması
hakkı tanınmıştır.
1999-2001 yılları arasında çıkarılan eylem planında ise, tüketicinin birlikte
sesinin daha yoğun çıkabilmesi için tüketici örgütlerinin ve tüketici ve iş dünyası
arasındaki diyalogun etkinliğinin önemi, tüketici merkezlerinin daha iyi çalışması,
tüketicinin daha iyi eğitilmesi ve bilgilendirilmesinin sağlanması, tüketicinin sağlık ve
güvenlik standartlarının arttırılması için bilime dayalı politika yapılması gerektiği, daha
kaliteli ürün ve hizmet sunulması, tüketicinin ekonomik çıkarlarının üst seviyede
korunması için tek para biriminin ve finansal hizmetlerin önemi ve diğer topluluk
politikalarının bu politikayı destekler yönü üzerinde durulmuştur 9.
2002-2006 yıllarını kapsayan eylem planı ise 7 Mayıs 2002'de Komisyon
tarafından kabul edilmiş olup şu hedefleri taşımaktadır:
(a) tüketicinin korunmasında ortak ve yüksek bir seviyeyi tutturmak, bunun için
tüketicinin sadece güvenliğini değil; ekonomik ve yasal çıkarlarını da göz önünde
tutmak,
(b) tüketicin korunması için kuralların sıkı ve etkili bir şekilde uygulanmasını
sağlamak ve
(c) tüketici örgütlerinin Avrupa Birliği politikalarına etkin katılımını sağlamak10.
9 "Consumers Introduction", Activities of the European Union, Summaries of Legislation, Erişim:5.2.2004 http:// www. europa.eu.int/scadplus/leg/en/lvb/132000.htm 10“Consumer Policy Strategy”, EUROPA, Consumer Affairs, Erişim:5.2.2004 http://www.europa.eu.int/comm/consumers/overview/cons_poilcy/index_en.htm
10
2007-2013 yılları için Komisyon’un 6 Nisan 2005’te Parlamento ve Konsey’e
sunduğu teklifte AB tüketicilerinin yaşadıkları, seyahat ve alışveriş ettikleri AB sınırları
içinde en yüksek ortak korumaya kavuşmaları, güvenlik ve ekonomik çıkarlarını riske
eden unsurlardan korunmaları ve tüketicilerin kendi çıkarlarını koruma kapasitelerini
arttırmaları hedeflenmiştir. İşbirliği, tüketicilerin eğitilmesi ve örgütlenmesi alanında
topluluk aktivitelerinin genişletilmesi önerilmiştir.
Avrupa Birliği Anayasası ise, 172 ve 235’nci maddelerinde, tüketicinin
korunmasına yer vermiştir. Buna göre; 172'inci maddede, Komisyonun sunduğu
tekliflerde, maddede sayılan diğer topluluk politikalarının yanı sıra, tüketicinin
korunması hususunda da güncel gelişmeleri dikkate alarak en yüksek korumayı
hedefleyeceği; Parlamento ve Konsey'in de, yetkileri çerçevesine bu hedefleri gözeteceği
düzenlenmiştir. 235'inci maddede ise, tüketicilerin beş temel hakkının Birlik
güvencesinde olduğu, bu konuda alınacak tedbirler hususunda Ekonomik ve Sosyal
Komite'ye başvurulacağı vurgulanmış; üye ülkelere bu Anayasaya aykırı olmamak ve
Komisyonu bilgilendirmek kaydı ile daha sert tedbirler alma hakkı tanınmıştır.
Topluluk tüketiciyi koruma hareketleri ve politikası, Komisyon'a bağlı "Sağlık
ve Tüketicinin Korunması Genel Müdürlüğü", Parlamento'ya bağlı "Çevre, Kamu Sağlığı
ve Tüketici Politikası Komitesi", Konsey'e bağlı "İstihdam, Sosyal Politika, Sağlık ve
Tüketici İşleri" ve bunların yanı sıra Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi, Avrupa
Ombudsmanı ve Avrupa Ekonomik ve Sosyal Komitesi tarafından yönlendirilmektedir.
II. AB Hukukunda Tüketicinin Özel Olarak Ayıplı Mala Karşı Korunması
A) İmalatçının Ayıplı Mal Sebebi İle Doğan Sorumluluğu
Topluluk sınırları içerisinde satılan malların kalite ve standartlarını belirlemek
sureti ile muhtemel zararların önü kesmek, temel hedef olmakla birlikte, bunu sağlamanın
her zaman mümkün olmaması, çıkabilecek zararların nasıl tazmin edileceği sorusunu da
gündeme getirmiş ve ürün sorumluluğu politikası ile güvenli olmayan ürünler sebebi ile
zarara uğrayan tüketicinin tazminat hakkı düzenlenmiştir. Üye devletlerin ürün
11
sorumluluğuna ilişkin mevzuatlarının yakınlaştırılmasındaki hedef ayıplı mal sebebi ile
tüketicinin sağlığının veya mal varlığının uğrayabileceği zarara karşı en yüksek korumayı
sağlamak; rekabeti bozucu ve malların serbest dolaşımını engelleyici konuya ilişkin
ulusal hukuklarda yer alan uyumsuzlukları azaltmak; endüstrinin gelişimine ket
vurmamak kaydıyla ürün kalitesini arttırmak olarak belirlenmiştir.
Bu amaçları sağlamak için 25 Haziran 1985'de 1985/374 sayılı "Ayıplı
Mallardan Sorumlulukla İlgili Üye Devletlerin Kanunlarının, Düzenlemelerinin ve İdari
Hükümlerinin Uyumlulaştırılması Hakkındaki Yönerge" kabul edilmiştir11. Üye
devletlerden 30 Haziran 1988'e kadar yönergeyi uygulamaya koymaları istenmiş; bu
tarihten sonra topluluğa katılan ülkeler hariç, en son Fransa, Mayıs 1998'de
uyumlulaştırmaya ilişkin yasamayı yapmıştır.
Toplam 22 maddeden oluşan yönergede, üreticinin ürünündeki ayıbın yol açtığı
zarardan sorumlu olduğu; ürün, üretici, zarar ve ayıp kavramlarının neler ifade ettiği,
üreticinin sorumluluğunun kapsamı ve istisnaları, zamanaşımı, tazminat, üye ülkelere
yönergenin sağladığı inisiyatifler, Komisyonun yönergenin gözlemlenmesi yönünde
Konseye sunacağı raporlar, Konseyin bu alandaki görevleri ve yönergenin üye ülkeler
ulusal hukuklarına aktarım esasları hakkında hükümlere yer verilmektedir. 1999/34 sayılı
ve 10 Mayıs 1999 tarihli Parlamento ve Konseyin ortak yönergesi ile yapılan değişiklik
sonucunda yönergede yer alan "ürün" tanımı genişletilmiş ve işlenmemiş tarım ürünleri
ve av etine ilişkin istisna kaldırılarak, bu ürünler için de tüketiciye koruma sağlanmıştır.
Her ne kadar güvenli olmayan malların pazara sokulması sebebi ile oluşacak
zararın tazmini tüketiciler açısından önemli ise de, bu malların pazara hiç sokulmaması
temel hedef olmuştur. Birliğin kabul ettiği ürün güvenliği politikası ile, tüketicinin,
güvenli olmayan ürünler yüzünden uğrayacağı zararın önüne geçilmek istenmiş ve genel
bir ürün güvenliği politikası belirlenmek sureti ile, üreticilerin pazara sadece güvenli
tüketim malları sokabilmeleri hedeflenmiştir. Böylelikle, hem tüketicilerin sağlık ve
güvenliğini korumak hem de iç pazarın işleyişini sağlamak amaçlanmıştır. Genel ürün
güvenliği politikasını düzenleyen ilk topluluk yönergesi olan 1992/59 sayılı yönerge
11 07.08.1985 tarihinde o günkü adı ile Topluluk Resmi Gazetesi'nde yayımlanmıştır. Erişim:5.2.2004 http://www.europa.eu.int/smartapi/cgi/sga_doc?smartapi!celexplus!prod!DocNumber&lg=en&type_doc=Directive&an_doc=1985&nu_doc=374
12
Haziran 1992'de kabul edilmiş12ve Haziran 1994'ten itibaren tüm ülkelerde uygulamaya
konulmuştur. 2001/95/ sayılı yeni ürün güvenliği yönergesi ise 15 Ocak 2002'de resmi
gazetede yayımlanmış ve 15 Ocak 2004'e kadar üye ülkelerin iç hukuklarına
uyumlulaştırmaları için bir süre tanınmıştır13.
Güvenlik politikasının belirlenmesinde hem kozmetik, oyuncaklar, elektrikli
aletler, ilaçlar gibi özel güvenlik alanları tespit edilmiş; hem de standardizasyon,
paketleme, etiketleme ve reklam ilkeleri gibi özel güvenlik tedbirleri getirilmiştir.
Paketleme konusunda sıvıların ve tehlikeli maddelerin paketlenmesi, etiketleme
konusunda ise menşei işaretleri ile gıda, alkollü içkiler, ayak giyimi, ev aletleri, tekstil
ürünleri ve tehlikeli maddeler gibi ürünlerin etiketlenmesi özel olarak düzenlenmiştir.
Hizmet güvenliği politikası ise, ürün güvenliği politikasından ayrı ve daha yeni
ele alınmış bir konu olup; yapılan düzenlemeler ağırlıkla, diploma - sertifika ve
benzerlerinin tanınması, ulaşım, çevre, enerji ve turizm alanlarına yönelik olmuştur.
B) Satıcının Sözleşmeye Uygun Olmayan Mal Teslim Etmesinden Doğan
Sorumluluğu
Tüketicinin korunmasındaki ilk hedef, ürün güvenliğini sağlamak olmuş;
güvenliğin sağlanamadığı yani tüketicinin zarara uğradığı hallerde bu zararın tazmini
hususunu ele almak ise korumanın ikinci etabını oluşturmuştur. Korunmayı, sadece
zararın maddi tazmini ile sınırlamanın, tüketicinin korumadan beklediği gerçek amacı
sağlayamayacak olması sebebi ile de, tüketicinin, o malın değiştirilmesini ya da tamirini
veya semeninin indirimini ya da sözleşmeden dönmesini14talep edebilmesinin
düzenlenmesi gereği doğmuştur.
12 11.10.1992 tarihinde o günkü adı ile Topluluk Resmi Gazetesi'nde yayımlanmıştır. Erişim:5.2.2004 http://www.europa.eu.int/smartapi/cgi/sga_doc?smartapi!celexplus!prod!DocNumber&lg=en&type_doc=Directive&an_doc=1992&nu_doc=59 13 15.01.2002 tarihinde Birlik Resmi Gazetesi’nde yayınlanmıştır.Erişim:5.2.2004 http://www.europa.eu.int/smartapi/cgi/sga_doc?smartapi!celexplus!prod!DocNumber&lg=en&type_doc=Directive&an_doc=2001&nu_doc=59 14 Bu haklar, bu çalışmada bundan böyle seçimlik hak olarak geçecektir
13
İşte tüketiciye değişim, onarım, semenden indirim veya sözleşmeden dönmesini
talep etme haklarını tanıyan bu yol, Komisyonunun 15 Kasım 1993 tarihli “Tüketim
Mallarının Güvenceleri ve Satım Sonrası Hizmetlere İlişkin Yeşil Kitap”ı ile açılmıştır15.
Çalışmanın ardından, amacı birinci maddesinde, "iç pazar kapsamında standart ve asgari
seviyede tüketicinin korunmasını sağlamak için tüketim mallarının satımına ilişkin bazı
hususlar ve toplu garantiler hakkında üye devletlerin kanun, düzenleme ve idari
hükümlerini uyumlulaştırmak" olarak tanımlanmış olan “Tüketim Mallarının Satışına
İlişkin Bazı Hususlar ve Toplu Garantiler Hakkında 25 Mayıs 1999 Tarihli Avrupa
Parlamentosu ve Konsey’in 1999/44 sayılı Yönergesi” gelmiştir16. Bu yönerge ile
tüketici, üreticiye karşı değil; ayıplı malı satmak sureti ile akde aykırı hareket eden
satıcıya karşı koruma altına alınmıştır.
C)1985/374 ve 1999/44 sayılı Yönergeler Arasındaki İlişki ve Yarışan Haklar
Meselesi
Tüketiciyi 1985/374 sayılı ve 1999/44 sayılı yönergelerin haricinde, ayıplı mal
satımına karşı, dolaylı olarak koruyan AB yönergeleri de vardır. Örneğin; 20 Aralık 1985
tarih ve 1985/577 sayılı "Kapıdan Satımlar"a ilişkin Yönergede ve 20 Mayıs 1997 tarih
ve 97/7 sayılı "Mesafeli Satımlar"a ilişkin Yönergede tüketiciye ayıplı mal sebebi ile
sözleşmeden dönme hakkı tanınmıştır. Ancak 1985/374 sayılı ve 1999/44 sayılı
yönergeler hem doğrudan ayıplı mal satımına özgülendikleri; hem de Türk hukukunda
ayıplı mal satımıyla ilgili hükümlere karşılık geldikleri için konumuz açısından özel bir
önem taşımaktadırlar.
1985/374 ve 1999/44 sayılı yönergelerin tüketiciye getirdiği koruma çeşitli
yönlerden birbirinden ayrılmaktadır. Bununla beraber, özellikle, üretici ve satıcı
kimliğinin aynı kişide toplandığı durumlarda tüketici satıcıya karşı her iki yönergeden de
yararlanabilecektir. Kaldı ki, üreticinin kimliğini açıklayamayan; ithal ürünlerde ise
üreticinin kimliğini açıklayabilse bile o malın ithalatçısının kimliğini açıklayamayan
satıcı, kendisi üretici olmamasına rağmen, 1985/374 sayılı yönerge gereğince üretici gibi
sorumlu olacaktır. Aynı şekilde, satıcının da ayıba sebep olması durumunda ise üretici ile
15 15 Kasım 1993 tarihli bu kitap için bkz. Erişim:5.2.2004 http:// www. europa.eu.int/scadplus/leg/en/lvb/132018.htm 16 Official Journal L 171, 07/07/1999 P.0012-0016
14
beraber müteselsil sorumluluğu doğacaktır. Bununla beraber, her iki yönergenin
uygulanma koşulları farklıdır. Zira; 1985/374 sayılı yönergede “ayıplı mal” kavramına
yer verilip; ayıp kavramını “zarar verici olma” unsuruna bağlanmış iken17 1999/44 sayılı
yönergede “sözleşmeye aykırılık kavramı” tercih edilmiş ve malın sözleşmeye aykırı
kabul edilmesi için zarar verici olması aranmamıştır. Her iki yönergeye dayanarak
tüketicinin talep edebileceği haklar da birbirinden farklıdır. Zira, 1985/374 sayılı
yönergede sadece ayıplı mal sebebiyle uğranılan zarar karşısında tazminat talep etme
hakkı düzenlenirken, 1999/44 sayılı yönergede değişim, onarım, semenden indirim ve
sözleşmeden dönme hakları ele alınmaktadır. Bu sebeple, tüketicilerin her iki yönergeye
de aynı anda dayanabiliyor olması sebebi ile bu yönergelere dayalı yarışan hakları
olduğundan bahsedilemez. Zira bir hakkın kullanımı diğerinden feragat etmeyi
gerektirmemektedir.
1985/374 sayılı yönerge gereğince sorumlu olanların başında, üretici
gelmektedir. Üretici kavramı; nihai malın üreticisi kadar, hammaddenin veya bütünleyici
parçanın ithalatçısını ve hatta ad, marka gibi bir nişanını malın üzerine koymakla
kendisini üretici gibi gösteren herkesi ifade eder. Üreticinin yanı sıra, üreticinin veya
malı kendisine sağlayan kişinin kimliğini; ithal olması durumunun da ise, imalatçının
kimliğini gösterebilse bile ithalatçının kimliğini gösteremeyen satım zinciri içerisindeki
herkes, tüketiciye karşı müteselsilen sorumlu kılınmıştır. Oysa 1999/44 sayılı yönergede
sadece satıcının akde uygunsuzluktan doğan sorumluluğu düzenlenmiş; imalatçının bu
yöndeki sorumluluğu yönergenin 13'üncü maddesinde sadece hedef çalışma alanı olarak
belirlenmiştir. Bununla beraber, söz konusu olan bir istisna sözleşmesi ise, malın
üreticisinin de o malın onarılmasından, değiştirilmesinden, semenden indirim
yapılmasından ve malın geri alınmasından sorumlu olduğu birinci maddenin dördüncü
fıkrasında ayrıca düzenlenmiştir. Bir diğer durum da 4üncü maddede düzenlenen
satıcının rücu hakkıdır. Ancak satıcının üreticiye veya satım zinciri içindeki diğer
satıcılara karşı bu hakkı kullanabilmesi için bu kişilerin kusurlu olması aranacaktır. Oysa
1985/374 sayılı yönerge gereği üretici, tüketiciye karşı kusursuz sorumludur.
D) Yönergelerin Genel Özellikleri
17 Fulya Erlüle “Avrupa Topluluğu Konsey Yönergesi Çerçevesinde Yapımcının Sorumluluğu” Doktora Tezi, İstanbul-2002
15
AB hukukuna uyumlulaştırmanın nasıl yapılacağının tespitinde, konunun AB
hukukunun hangi kaynağında düzenlenmiş olduğunun bilinmesi önem taşır. Satıcının
ayıplı mal teslimi ile doğan sorumluluğu yönergede düzenlenmiştir. Bu sebeple,
yönergelerin genel yönleri ve bağlayıcılıkları itibariyle incelenmesinde fayda vardır.
Yönergeler, Avrupa Birliği hukukunun ikincil kaynakları18arasında yer alır.
Yönergeler yöneldikleri her üye devlet için bağlayıcıdır; ikincil kaynakların başında
gelen tüzüklerden "doğrudan uygulanabilirlik" ilkesi açısından ayrılırlar. Tüzükler, üye
devletlerin iç hukuklarına uyumlulaştırılmaları beklenmeksizin; metin içinde gösterilen
veya böyle bir açıklık yoksa, birlik resmi gazetesinde yayımlandıkları tarihten itibaren en
geç 20 gün içinde üye devletlerde yürürlüğe girerler ve bu tarihten itibaren
bağlayıcıdırlar. Oysa; yönergeler üye devletlerin iç hukukunda uyumlulaştırmanın
yapılmasını gerektirirler ve üye devletleri bu iş için tanınan süre içerisinde bu
uyumlulaştırmayı yapmak açısından bağlarlar. Tüzük ve yönergeler arasındaki bu fark,
tüzüklerin bütün üye ülkeler bakımdan aynı şeklide ve eksiksiz uygulanması gereğine
karşılık; yönergelerin, ulusal geleneklerin ve hukuki alt yapılarının farklılığını dikkate
alarak, mevzuatın tekleştirilmesi değil uyumlulaştırılması amacı ile çıkarılmış
olmasından gelir. Ana fikir, ulusal mevzuatlar ve uygulamalar arasındaki çelişkileri ve
çatışmaları gidererek ya da tutarsızlıkları tedricen törpüleyerek bütün üye devletlerde
esas olacak ortak asgari koşulların oluşmasını sağlamaktır19.
Bununla beraber yönergeler de, tüzükler gibi gerekçeli ve topluluğun birincil
kaynaklarına dayalı olarak ve Birlik Resmi Gazetesinde yayımlanarak çıkarılır20.
Yönergeler; Konsey, Komisyon veya "ortak karar alma" usulü çerçevesinde Konsey ve
Parlamento tarafından birlikte çıkarılırlar21.
Yönergelerin iç hukuka uyumlulaştırılmasında seçilen metodun önemi yoktur;
yani yönerge hükümleri paralelinde kanun çıkarılabileceği gibi kanun hükmünde
kararname, tüzük, yönetmelik gibi hukuk kuralları da çıkarılabilir. Konunun ne şekilde
18 Topluluğun ikincil kaynakları, topluluk kurumlarının yarattığı tüzük, yönerge, karar, tavsiye ve görüşlerdir. 19 Klaus Dieter Borchardt "Topluluk Hukuku'nın ABC'si", s.37, Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği Yayınları 20 Haluk Kabaalioğlu "Avrupa Birliği ve Kıbrıs", s.110 , Yeditepe Üniversitesi Yayınları 21 P.S.R.F. Mathijsen,"Europen Union Law" s.139, Sweet&Maxwell, London:1995
16
ele alınacağı kesinlikle bir iç hukuk serbestisi olmakla beraber, kuralların bağlayıcı
olması öneri mahiyetinde kalmaması gerekir22. Bu sebeple tasarı aşamasında kalan,
sadece yönergeye atıf yapmakla yetinen veya kolayca değiştirilebilen idari tasarruf
işlemleri, yönergelerin ulusal hukuklarda eksiksiz ve etkin biçimde uygulanmasını
sağlamamaktadır23.
Yönergelerin tanınan süre içinde uyumlulaştırılmasının yapılması hem üye
devletler hem de bunların vatandaşları açısından olumlu sonuç doğuracaktır. Zira; üye
devlet yönergeyi vaktinde mevzuatına geçirmediğinde doğan tazminat ödeme
yükümlüğünden kurtulacak; vatandaşlar da iç hukuklarından doğan hakları hem
devletlerine hem de birbirlerine karşı ileri sürebileceklerdir.
Üye devletlerin, uyumlulaştırmayı hiç veya gereği gibi yapmamaları, onların
tazminat sorumluluğuna yol açabilecektir. Hatta bir üye devlet, topluluk hukukunun
uygulanmasında, mevcut ulusal hukuk kurallarının yerinde olduğunu düşünüyor ve yeni
bir ulusal işlem yapmayı gerekli görmüyorsa, ulusal kuralları topluluk hukukuna uygun
yorumlamak zorunda olacak; aksi halde tazminat sorumluluğu yine doğacaktır. Burada
tazminat alacaklısı olan, topluluk değil; yönergenin hak tanıdığı ancak bu hakkını
kullanamayan kişilerdir. Bu kişiler sadece tazminat talep etmeyip aynı zamanda
yönergeden doğan hakların kullanımı da talep edebileceklerdir.
Ulusal hukukun yönergelerle uyumlulaştırıldığı durumlarda, kişiler birbirlerine
karşı da ulusal hukuklarına, dolayısıyla yönergelere dayanarak hak iddia edebileceklerdir.
Oysa bu uyumlulaştırmanın yapılmadığı hallerde, her ne kadar bundan sorumlu olan
devletten, yönergede yer alan bu hak ve bu hakkın zamanında ve gereği gibi verilmemesi
yüzünden uğranılan zarar sebebiyle tazminat talep edilebilecek ise de, ülkedeki yasal
sisteme güvenerek hareket eden karşı tarafın devletin kusurundan sorumlu olmayacağı
ATAD'ın çeşitli içtihatlarıyla kabul edilmiştir24.
Uyumlulaştırılmanın yapılmadığı yönergeden doğan hakların devlete karşı
22 D Lasok," Law and Institutions of the European Union", s.122, Butterworths, London, Dublin, Edinburg:1994 23 Bertil Emrah Oder, "Topluluk Hukuku'nun Temel Doktrinleri ve Uygulaması, Avrupa Birliği Hukuku, Tekinalp &Tekinlap" s. 133, Beta, İstanbul: 2000 24 Kalus Dieter Borchardt, a.g.e., s.38
17
kullanımı için;
(a) yönerge hükümlerinin açık ve kesin olması,
(b) söz konusu hakların talep edilebilmesinin herhangi bir şarta bağlı olmaması,
(c) yönergenin uygulamaya geçirilebilmesi için tanınmış olan sürenin dolmuş
olması aranacaktır 25.
Bu kişilerin aynı zamanda, tazminat talebinde bulunabilmeleri için ise;
(a) üye devletlerin aykırı davrandığı birlik kurallarının bireyler için hak yaratması,
(b) birlik kuralına aykırılığın yeterince nitelikli olması ve
(c) birlik kuralına aykırılık ile bireyin uğradığı zarar arasında nedensellik bağının
bulunması aranacaktır26.
Yönergelerin genel özelliklerine değindikten sonra; tüketicilerin ayıplı mala
karşı korunmasına ilişkin topluluk normlarının yönergelerde toplandığını bir kere daha
hatırlatalım. Sonuç olarak, yönergeler topluluk üyeleri tarafından milli hukuklarına
uyumlulaştırdıkları ölçüde27tüketiciler için, hem devlete hem de diğer bireylere karşı
hak doğurmaktadır. Kaldı ki yönerge sağladığı korumayı asgari sınır olarak
nitelendirmekte ve üye devletlere tüketicileri korumak için çok daha sıkı tedbirler alma
hakkı tanımaktadır. Ulusal hukuklarını yönerge hükümleriyle uyumlulaştıramamış
devletlere karşı tüketiciler, yönergeden doğan haklarını ileri sürebilecekler ve satıcının
kamu tüzel kişiliği olmaması durumunda dahi, yönergenin vaktinde ve gereği gibi kabul
edilmemesi sebebi ile yine devletten tazminat talebinde bulunabileceklerdir.
25 Işıl Karakaş,"Uluslarüstü Anayasal Düzen Olarak Avrupa Topluluğu Hukuk Düzeni ve Ulus-Devlet Egemenliği"s.72-73, Der Yayınevi, İstanbul 1993 26 Stephen Weatherill & Paul Beaumont “EC Law”, s.354, Penguin Law Government, 1995 27 Bu konuda Komisyonun Fransa, Belçika ve Lüksemburg’a karşı ATAD’a açtığı davalar için bkz: http://www.euroapa.eu.int/eur-lex/en/archive/1999/1-17119990707en.html Erişim:5.2.2204
18
§ 2.Türk Hukukunda Satıcının Ayıplı Mal Teslim
Etmesinden Doğan Sorumluluğu
I. Türk Hukukunda Tüketicinin Genel Olarak Korunması
Güncel anlamı ile tüketicinin korunması hareketi ülkemizde, 1980'li yıllarda
görülmeye başlanmışsa da, tarihimizde tüketicinin korunması hareketleri Selçuklulara
kadar uzanan bir geçmişe dayanmaktadır. Mesleki nitelikli örgütler olan "Ahilik"
birlikleri sadece "meslek ahlakına sıkı sıkıya bağlı, köklü, sağlam ve düzenli bir toplum
kurulması ve bunun sürdürülmesi hususunda gayret göstermemişler; aynı zamanda üretici
ve tüketici ilişkilerini de en iyi şekilde düzenlemeyi ve sürdürmeyi kendilerine amaç
edinmişler ve Lonca örgütlerinin de temelini oluşturmuşlardır28”. Zira; "Ahilik
sisteminde üretim tarzı "ihtiyaca göre üretim" fikrine dayanmaktadır29”. Aynı esnaf
kollarını aynı çarşıda toplayan bu sistemde tüketici esnafın hem birbirini kollamak
şeklinde yaptığı iç denetim yolu ile hem de tüketicinin seçme hakkını kolaylaştırılması
suretiyle korunmuştur. Kaldı ki, esnafın dış denetimi de, günümüz zabıta örgütlerine
benzeyen önceleri "İhtisap Ağalıkları" sonraları "Şehreminlikler " yolu ile sağlanmıştır.
Osmanlı döneminde, tüketici çıkarılan çeşitli nizamnameler ile de korunmuştur.
Örneğin; "Kanunname-i İhtisap-ı Bursa Fermanı"nda "Turşucular, turşularını iyi ve ala
sirke ile yapa, turşuda kepek ekşisi kullanıla, terziler dikişlerini sıkı dike ve esvabı vaat
ettikleri günde yetiştire, ziyade iş alıp gününde yetiştirmeyen terziler keza tazir edile,
kuyumcular gümüş cinsinden her ne işlerlerse seksen ayar ola, bundan eksik olmaya" gibi
tüketiciyi korumaya yönelik hükümler yer almıştır30. Tüketiciler aynı zamanda, pazarda
satıma sunulan ürünlerin en yüksek kar oranlarının belirlenmesi yani narh konulması
sureti ile de koruma altına alınmışlardır.
Mecellede de, 336 -355'inci maddelerde, satıcının açıkça ayıplı mal sattığını
beyan etmediği durumlarda, ayıptan sorumlu olduğunu, bu durumda alıcının sözleşmeyi
hükümsüz kılma ve bazı durumlarda semenden indirim talep etme hakkının bulunduğunu
28 Şebnem Akipek, a.g.e., s.108 29 Hasan Özcan, "Tüketicinin Korunması Korunmasında Tarihi Lonca Sistemindeki Meslek İçi Kontrol Mekanizmalarının Çağdaş Yansıması" TES-AR Yayın No:18, s.1, Ankara :1996 30 Şebnem Akipek; a.g.e., s.108
19
düzenleyen özellikle konumuza ilişkin olarak tüketiciyi ayıplı mala karşı koruyan
hükümler yer almaktadır31.
Konu, 1839 yılında loncalar ve ihtisap ağalığının ve 1865'de narh sisteminin
kaldırılmasından itibaren, savaştan yeni çıkmış ve yeni bir devlet oluşturma çabası içinde
olan Cumhuriyet hükümetlerince 1930'lara doğru yeniden gündeme alınıncaya dek,
tüketiciler hukuki korumadan yoksun kalmışlardır. Bu dönemde çıkarılan kanunlara
örnek olarak 1928 tarih ve 1262 sayılı İspençiyari ve Tıbbi Mühtahsarlar Kanunu, 1930
tarih ve 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu, yine 1930 tarih ve 1580 sayılı Belediye
Kanunu, yine 1930 tarih ve 1705 sayılı Ticarette Tağşişin Men'i ve İhracatın Murakabesi
ve Korunması Hakkında Kanun, 1933 tarih ve 2219 sayılı Hususi Hastaneler Kanunu,
1936 tarihli Endüstriyel Malumatın Maliyet ve Satım Fiyatlarının Kontrolü ve Tespiti
Hakkında Kanun ve 1938 tarihli Pazarlıksız Satım Mecburiyetine dair Kanun
verilebilir32.Asıl amacı devlet müdahalesini hakim kılmak olan bu kanunlarda tüketici
dolaylı olarak da olsa korunmuştur.
Tüketicin korunması meselesi 1970'li yıllarda yeniden gündeme gelmiş TSE ve
Ticaret Bakanlığı'nın ortaklaşa yaptığı bir çalışma sonucu seminer düzenlenmiş ve
Ticaret Bakanlığı'nda ilgili bir daire kurulmuştur33.1972 yılına gelindiğinde ise konuya
ilişkin kanun tasarısı hazırlanmışsa da gündeme gelememiştir.
1980'li yıllara gelindiğinde 1982 Anayasasının 172'inci maddesinde, tamamen
Tüketicinin Korunması kenar başlığı ile bu konuya yer ayrılmıştır. Anılan maddeye göre
"Devlet, tüketiciyi koruyucu ve aydınlatıcı tedbirler alır, tüketicilerin kendilerini
koruyucu girişimlerini teşvik eder."
Bu maddenin yanı sıra Anayasanın 2'nci maddesinde Cumhuriyetin temel
nitelikleri arasında "sosyal hukuk devleti" ifadesine yer verilmiş ve 5'inci maddesinde "...
Kişilerin ve toplumun, refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak, kişilerin temel hak ve
hürriyetlerini, sosyal hukuk ve adalet ilkeleri ile bağdaşmayacak surette sınırlayan
siyasal, sosyal ve ekonomik engelleri kaldırmak, insanın maddi ve manevi varlığının
31 Cevdet Yavuz; “Satıcının Satılanın Ayıplarından Sorumluluğu”, s.7 vd., İstanbul:1989 32 Şebnem Akipek; a.g.e., s.111 33 Bu daire 1974 yılında kaldırılmıştır.
20
gelişmesi için hazırlamaya çalışmak..." devletin temel amaç ve görevleri arasında
sayılmıştır. 17'nci maddede herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve
geliştirme hakkına sahip olduğu, 167'nci maddede devletin mal ve hizmet piyasalarının
sağlıklı işleyişini sağlayıcı tedbirler alacağı, 171'inci maddede de devletin ekonominin
yararına olarak üretimin arttırılmasını ve tüketicinin korunmasını amaçlayan
kooperatifçiliğin gelişmesini sağlama görevinin bulunduğu düzenlenmiştir.
Bugün için tüketicinin korunması ile ilgili çok sayıda kanun ve yüzlerce tüzük,
yönetmelik ve kanun hükmünde kararname yürürlüktedir34. Ancak; bunların arasında 8
Mart 1995'de, 4077 sayı ile çıkarılan, 6.3.2003 tarihli ve 4822 sayılı kanun ile değişikliğe
uğratılmış olan Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun (TKHK), sadece tüketicinin
korunması amacı ile çıkarılan ilk özel kanun olması açısından önem taşır. 8 Eylül 1995
tarihinde yürürlüğe giren Kanun, tek tek özel alanlara ilişkin olmayan bir genel kanun
özelliğindedir35.
Ülkemizde Sanayi ve Ticaret Bakanlığı başta olmak üzere, Sağlık Bakanlığı,
Milli Eğitim Bakanlığı ve Tarım Bakanlığı, Türk Standartları Enstitüsü, Reklam
Özdenetim Kurulu, meslek kuruluşları ve bunların başı konumundaki Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliği ve tüketici örgütleri de tüketicinin korunması için etkin çalışmalar
yapmaktadırlar.
II. Türk Hukukunda Tüketicinin Özel Olarak Ayıplı Mala Karşı Korunması
A) İmalatçının Ayıplı Mal Sebebi İle Doğan Sorumluluğuna İlişkin
Uyumlulaştırmalar ve Tüketicinin Bu Anlamda Yarışan Hakları
AB mevzuatı ile uyumlulaştırma hareketleri neticesinde "Ürün Güvenliği"
alanında Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı tarafından pek çok yönetmelik
ve tebliğ çıkarılmıştır. Özelikle "İmalatçının Sorumluluğu"na ilişkin AB Hukukuna
yapılan uyumlulaştırmalar içinde, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun;
4703 sayılı "Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair
34 Turhan Çakar "Türkiye'de Tüketici'nin Korunması"s.11, TES-AR Yayınları No:18, Ankara :1996 35 Şebnem Akipek, a.g.e., 112
21
Kanun" ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nca 13.06.2003 tarih ve 25137 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanarak çıkarılan "Ayıplı Malın Neden Olduğu Zararlardan Sorumluluk
Hakkında Yönetmelik" önem taşımaktadır.
4077 sayılı kanunun 4822 sayılı kanunla değişmeden önceki halinde, üreticinin,
tüketicinin kullanacağı malın yenisi ile değişimi, onarımı, semenin indirimi ve
sözleşmeden dönme şeklindeki seçimlik haklardan biri ile sorumlu olacağı
düzenlenmemiş ve bu ihtimal sadece üretici ve satıcının aynı kişi olması durumuna
bırakılmıştır. Oysa yapılan değişiklik ile birlikte, üretici, satıcı ve satım zinciri içindeki
diğer kişilerle36beraber tüketiciye karşı seçimlik hakları sebebi ile müteselsil sorumlu
hale getirilmiştir. Bu durum satıcının akde uygunsuzluk sebebi ile doğan borcunun
hukuki niteliği ile örtüşmemekte ise de 1999/44 sayılı topluluk yönergesi ile
karşılaştırıldığında mevzuatımızın tüketici hakları açısından bir adım daha ileri gittiği
söylenebilir.
4077 sayılı kanun çıkmadan önce, imalatçının tüketiciye karşı sorumluluğu
hakkında açık ifadeler taşıyan her hangi bir yasa hükmü yoktur. Ancak, Yargıtay Borçlar
Kanunu'nda yer alan önceleri 58'ici madde, sonraları 41'inci madde hükümleri gereğince
üreticinin tüketiciye karşı sorumlu olduğu yolunda çeşitli içtihatlarda
bulunmuştur37."İmalatçının sorumluluğunu doğuran fiilin aynı zamanda imalatçının
kusurundan doğan bir fiil olduğu durumlarda BK 41vd, imalatçının yanında çalışan
kişilerden kaynaklandığı hallerde BK 55vd, ...., imalatçının zarar veren malın maliki
olduğu hallerde BK 58vd maddelerinin uygulanması söz konusu olabilir. Bu gibi
durumlarda , tüketicinin ,...., bu hükümlerden herhangi birine dayanma hakkı vardır38.”
Ancak bu hükümler, tüketicinin üreticiye yöneltebileceği seçimlik haklara değil; uğradığı
zararın tazminine ilişkindir.
Son haliyle TKHK'da, tüketiciye bu seçimlik hakların yanı sıra ayıplı malın
neden olduğu ölüm ve/veya yaralanmaya yol açan ve/veya kullanımdaki diğer mallarda
zarara neden olan hallerde üreticiden tazminat isteme hakkı da tanınmış; ancak ayıplı
malın neden olduğu zarardan dolayı birden fazla kimse sorumlu ise, bunların
36 Bu kişiler, bayi, acente, ithalatçı ve aynı kanunun 10'uncu maddesinin beşinci fıkrasına göre kredi verendir. 37 Cevdet Yavuz, a.g.e. s.237 38 Yılmaz Aslan, "Tüketici Hukuku", s. 192, Etkin Kitapevi Yayınları, Bursa :1996
22
müteselsilen sorumlu olduğu ve satılan malın ayıplı olduğunun bu kişiler tarafından
bilinmemesinin veya ayıplı malı satın alan tüketicinin bunu bilmesinin bu sorumluluğu
ortadan kaldırmayacağı ayrıca düzenlenmiştir.
Değişiklikten önce kanunda, üreticinin yanı sıra "satıcı, bayi, acente ve
ithalatçının da ayıplı malın sebep olduğu zarardan sorumlu olduğu açıkça ifade edilmiştir.
Yeni haliyle kanun metninde yer alan "birden fazla kimse" şeklindeki üstü kapalı ifade ile
sorumlu olan kişiler genişletilmiştir.
Zarar ise, önceki düzenlemede, mevcut durumdan farklı olarak, sadece ölüm,
yaralama ve diğer mallardaki zararlarla sınırlandırılmamıştır. Bir başka ifade ile,
değişiklikten önceki düzenleme manevi zararın yanı sıra malın kendisinde oluşan zararın
tazmin edilmesini de mümkün kılmıştır. Zira, her türlü zarardan bahsedilmiştir. Oysa
yapılan değişiklik ile, zarar kavramı, ölüm, yaralanma ve diğer mallardaki zararla
sınırlanmıştır. Bu anlamda yapılan değişik 1985/374 sayılı yönerge ile uyumludur.
Bununla beraber, her ne kadar Borçlar Kanunu hükümlerine istinaden manevi zarar ile
malın kendisinde oluşan zararın tazmini mümkünse de, Tüketicinin Korunması Hakkında
Kanun’a dayanılarak bunların tazminini istenememesi tüketicinin korunması açısından
noksanlıktır.
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nca çıkarılan "Ayıplı Malın Neden Olduğu
Zararlardan Sorumluluk Hakkında Yönetmelik" üreticinin ve satıcı da dahil olmak üzere
onunla beraber müteselsilen sorumlu olanların sorumluluğunun kusursuz sorumluluk
olduğunu açıkça ifade etmektedir. Aslında kanunda ihmal ihtimali üzerinde açıkça
durulmamışsa da en azından kasıt ihtimalinin yani ayıplı malın bilerek satılmasının bu
sorumluluğun doğması için aranmadığı 4. maddenin 3. fıkrasının son cümlesinde "Satılan
malın ayıplı olduğunun bilinmemesi bu sorumluluğu ortadan kaldırmaz." denilmek sureti
ile kabul etmiştir. Ancak TKHK'da yapılan zarar tanımlaması dışında kalan zararların
tazmini için BK'nun 205. maddesinde geçen ayırımın dikkate alınması gerekecektir. Öyle
ki kanun; dolaylı zararlar için satıcıya kusursuzluğunu ispatlayarak bu sorumluluktan
kurtulma hakkı tanınmıştır. Ancak bu maddenin uygulanabilmesi için, alıcı tercihinin
sözleşmeden dönmeden yana olması ve kendisine başvurulan üreticinin aynı zamanda
satıcı olması gerekir.
23
Anılan yönetmelik, birinci maddesinde de açıkça yazıldığı gibi, ayıplı malın
sebep olduğu zararlardan, o malın üreticisinin sorumluluğunun usul ve esaslarını
düzenlemek amacı ile ve 4077 sayılı Kanunun verdiği açık yetki ile çıkarılmıştır.
Üreticinin sorumluluğunun kusursuz sorumluluk olduğunun açıkça düzenlenmesinin yanı
sıra, ayıp kavramı 1985/374 sayılı yönerge paralelinde malın güvenli olmamasına
bağlanmış, müteselsil sorumluluk vurgulanmış, üreticinin sorumsuzluğuna ilişkin kaydın
geçersiz olduğu gibi çeşitli hükümlere de yer verilmiştir.
4703 sayılı kanunda ise üreticinin piyasaya sadece güvenli ürünler arz etme
zorunluluğu vurgulanmış; bu konuda üretici ve dağıtıcının üzerine düşenler açıklanmış;
piyasa gözetim ve denetim ilkeleri belirlenmiş; ürünün piyasaya arzının yasaklanması,
toplatılması ve bertarafı ile cezai hükümler düzenlenmiştir.
B) Satıcının Ayıplı Mal Satımı Sebebi ile Doğan Sorumluluğuna İlişkin
Uyumlulaştırmalar ve Tüketicinin Bu Anlamda Yarışan Hakları
4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun 4’üncü maddesi 4822
sayılı yasa ile yapılan değişiklikle, tamamen "ayıplı mal"a ayrılmıştır. Daha önce madde
içinde düzenlenen "ayıplı hizmet" 4a maddesinde ayrıca düzenlenmek sureti ile madde
metninden çıkarılmıştır. TKHK ile bir takım kavramlar mevzuatımıza ilk defa girmiştir.
Örneğin; tüketici, satıcının sorumluluğundan müteselsilen sorumlu olanlar, ekonomik
ayıp, satıcının gayri-maddi malların ayıplı satılması sebebi ile de sorumluluğunun
doğacağı, onarım hakkı, ayıplı malın yol açtığı zarar sebebiyle üreticin sorumluluğu gibi
kavramlar açıkça ve ilk defa TKHK'da düzenlenmiştir. 4'üncü maddenin dışında,
kanunun 24'üncü maddesinde ayıplı malın, üretiminin ve satışının durdurulması ile
toplatılması şeklinde idari tedbirler ele alınmış; 25'inci maddesinde de güvenli olmayan
malların piyasaya sürülmesi cezai yaptırıma bağlanmış; tekerrürü ağırlaştırılmış ve aynı
fiilin bir başka kanuna göre daha ağır yaptırıma bağlanmış olması halinde en ağır para
cezasının uygulanacağı düzenlenmiştir.
Satıcının ayıplı mal satımı sebebi ile doğan sorumluluğu Tüketicinin Korunması
Hakkında Kanundan önce Borçlar Kanunu (BK) ve Türk Ticaret Kanunu (TTK) ile de
düzenlenmiştir. TTK’nin ilgili hükümleri, ayıp konusunu tamamıyla ele almaktan çok
uzaktır. Burada yapılan düzenleme sadece ihbar ve talep hakkı sürelerine ilişkin olup
24
ticari satımlarda da bu özel hükümler dışında Borçlar Kanunu hükümleri uygulanacaktır.
Borçlar Kanununun, satıcının sorumluluğuna ilişkin özel düzenlemesi ise, kanunun
"Akdin Muhtelif Nev'ileri" adı altındaki ikinci kısmının 6’ncı babında 194 ila 207’nci
maddeleri arasında yer almaktadır. Alıcı ve satıcı tarafların tacir olduğu durumlarda TTK
hükümlerinin uygulanması kaçınılmazdır. Örneğin; imalatçı tacirden koltuk takımı alan
satıcı tacir için, bunların ayıplı çıkması durumunda TTK’nun sürelere ilişkin özel
hükümleri ve bu hükümler dışında Borçlar Kanunu genel hükümleri uygulanacaktır. Aynı
tacirin tüketiciye karşı yaptığı satımlarda ise tüketici TKHK’nun korunması altında
olacaktır. Oysa tüketici evindeki koltukları bir arkadaşına sattığında Borçlar Kanunu
hükümleri uygulanacaktır.
Satıcının ayıplı mal satması sebebiyle doğan sorumluluğu açısından, TKHK ve
BK arasındaki ilişki iki boyutludur. Öncelikle BK; TKHK'na dayandırılan
uyuşmazlıklarda, TKHK'da yer almayan hususları çözüme kavuşturmak için ve TKHK
hükümleri ile çelişmemek koşuluyla TKHK'la birlikte uygulanabilir. Bu BK
hükümlerinin TKHK hükümlerine nazaran genel hükümler olmasının doğal bir
sonucudur. TKHK'nun 30'uncu maddesi genel hükümlere açıkça yollama yapmaktadır.
BK'nun genel hükümler olması tüketicilerin bu kanundan yararlanabilmesinin yolunu
açıyorsa da her alıcı tüketici olmadığı için tüketici olmayan alıcıların TKHK'dan
yararlanabilmeleri imkanı yoktur. BK'nun TKHK'la birlikte uygulanabilecek
hükümlerine; hayvan satımına ilişkin, (BK. md. 195,199)39mesafeli satımlara ilişkin,
(BK. md. 201)40dönme hakkının sonuçlarına ilişkin, (BK. md. 205,206)41hükümleri
gösterilebilir.
Bu ilişkinin ikinci boyutu ise BK'nun tüketiciye TKHK'la yarışan haklar
sağlamasıdır. Başka bir ifade ile tüketici TKHK'dan doğan haklarından tamamen vaz
geçerek BK'dan yararlanabilecektir. Örneğin; zarar ve gayrimenkul kavramlarının daha
geniş olması sebebi ile bazen BK hükümleri, TKHK hükümlerine nazaran daha geniş bir
koruma sağlayabilmektedir. Ayrıca, çoğu zaman ayıba karşı tekeffülün şartları ile birlikte
kanunun 23 vd maddelerinde düzenlenen vasıfta hata, 28'inci maddede düzenlenen hile
ve hatta bazen 21'inci maddede düzenlenen gabin şartlarının gerçekleşmesi veya borcun
39 Aydın Zevkliler, “Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun”, s.77 40 Aydın Zevkliler, “Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun”, s.78 41Aydın Zevkliler, “Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun”, s.81
25
yerine getirilmemesi sebebi ile borçlunun sorumluluğuna ilişkin BK md.96 vd.nın tatbiki
imkanı da ortaya çıkabilmektedir. Kaldı ki satıcıyı kanunun 41vd maddelerinde
düzenlenen haksız fiil sebebi ile sorumlu tutmak da mümkündür 42.
C)AB Mevzuatı İle Uyum Meselesi
Avrupa Birliği mevzuatına maddi uyum meselesi ilerleyen bölümlerde ayrıca
detayı ile açıklanacağı için, burada sadece şekli anlamda uyumun gerçekleşmiş olduğu
ifade edilecektir. Zira; tüketiciyi imalatçıya ve satıcıya karşı koruyan birlik normları
yönergelerde toplanmış olup; yönergeler bağlayıcı ve kalıcı oldukları sürece iç hukukla
her hangi bir şekilde uyumlulaştırılabilmektedirler. Türk mevzuatında TKHK başta
olmak üzere çıkarılan çeşitli kanun, yönetmelik, tebliğ v.s... ile bu koşullar sağlanmıştır.
§ 3. Menkul Malların Uluslar Arası Satımları Hakkında BM
Konvansiyonu, UNIDROIT İlkeleri ve Lando (PECL) İlkeleri
I. Genel olarak
AB hukuku ile, üye devlet hukukları bir sistem ve standart içine sokulmaya
çalışılırken sadece üye devletlerin hukuklarının incelenmesi ve karşılaştırılmasının
yapılmasıyla kalınmamakta; uluslararası hukukun kaynaklarından da esinlenilmektedir.
Her ne kadar bu çalışmanın amacı, AB Hukukunda ve Türk Hukukunda satıcının ayıplı
mal teslimi sebebiyle doğan sorumluluğunun karşılaştırılmasının yapılmasıysa da,
konuya ilişkin olarak uluslararası hukukun bazı kaynaklarına da kısaca değinilecektir. Bu
kaynakların başında Menkul Malların Uluslar Arası Satımları Hakkında BM
Konvansiyonu ve bunun etkisinde ve aynı zamanda birbirlerinin de43etkisinde kalınarak
hazırlanmış olan UNIDROIT İlkeleri ve Lando İlkeleri (PECL) gelir.
II. Menkul Malların Uluslar Arası Satımları Hakkında BM Konvansiyonu
42Cevdet Yavuz, “Satıcının Satılanın (Malın) Ayıplarından Sorumluluğu”, s.213 v.d. 43 Tom Southerington, “Impossibility Of Performance And Other Excuses In International Trade” Publication of the Faculty ofthe Law of the University of Turku, CISG-Finland website. Erişim: 3.4.2004
26
Menkul malların uluslararası satımına ilişkin BM Konvansiyonu, kısa adıyla
CISG,4411 Nisan 1990'da imzalanmıştır. Konvansiyon, aslında doğrudan tüketiciyi
korumaya yönelik değildir. Zira; 2’nci maddesinde, Konvansiyonun kişisel ailevi ve eve
yönelik kullanım için alınan mallara uygulanmayacağı açıkça düzenlenmiştir. Bununla
beraber, satıcı sözleşme öncesinde veya esnasında, malın bu amaçla kullanıldığını
biliyorsa veya bilmesi bekleniyorsa Konvansiyon hükümleri uygulanabilecektir.
Konvansiyonun, 30 ila 52’nci maddeleri satıcının yükümlülüklerine; özellikle 35'inci
maddeden sonrası ise, malların BM Konvansiyonuna veya taraflar arasındaki sözleşmeye
uygunsuzluğuna ayrılmıştır.
Dünyada toplam 63 ülkenin kabul ettiği45Konvansiyonu46Topluluğun 20 ülkesi
de kabul etmiştir. Türkiye ise, anılan Konvansiyonunun henüz hiç bir şekilde tarafı
değildir.
Birliğin kurucu anlaşmalarının sair maddelerinde47her ne kadar uluslararası bir
örgüt ile anlaşma akdedebileceğine yer verilmişse de, Avrupa Birliği Konseyi,
Konvansiyona imza atmamıştır. Ancak bu Konvansiyonun topluluk hukukunda önem arz
etmediğini söylemek, bu Konvansiyona tarafı olan 20 birlik üyesi devlet karşısında
imkansızdır. Bugün için reformu dahi gündeme getirilmeyen Konvansiyon sadece satım
hukukuna ilişkin uluslararası ahengin mihenk taşı olmakla kalmamış aynı zamanda
Avrupa Sözleşme Hukukuna da dayanak teşkil etmiştir48. Birlik devletlerinden çoğu
tarafından kabul edilen Konvansiyonun haricinde, uluslararası satıma ilişkin milli
düzenlemelerin ve bunun yanında AB hukuku kaynaklarının varlığı, özelikle işletmeler
44 United Nations Convention on Contracts for the International Sale Of Goods Erişm:3.4.2004 45 http://www.osec.doc.gov/ogc/occis/cisg.htm Erişm:3.4.2004. Bundan böyle BM Konveansiyonu olarak geçecektir. 46 Topluluğun 25 üyesinden sadece 5'i yani İngiltere, İrlanda, Portekiz, Malta ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi kabul etmemişlerdir. Geri kalan 20 ülkeden Fransa, İtalya ve Macaristan 1 Ocak 1988'de, İsveç, Avusturya ve Finlandiya 1 0cak 1989'da, Danimarka 1 Mart 1990'da, Almanya 1 Ocak 1991'de, Slovenya 25 Haziran 1991'de, İspanya 1 Ağustos 1991'de, Hollanda 1 Ocak 1992'de, Slovakya ve Çek Cumhuriyeti 1 Ocak 1993’te, Estonya 1 Ekim 1994’te, Litvanya 1 Şubat 1996'da, Polonya 1 Haziran 1996'da, Belçika 1 Kasım 1997'de, Lüksemburg 1 Şubat 1998'de, Letonya 1 Ağustos 1998'de, Yunanistan 1 Şubat 1999'da sözleşmeyi yürürlüğe sokmuştur. Bununla beraber, Danimarka, Finlandiya ve İsveç yine sözleşmenin verdiği yetki ile46sözleşmenin II'nci bölümüne taraf olmamışlardır. Aynı şekilde, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Estonya, Macaristan, Litvanya ve Letonya da sözleşmenin bazı maddelerine çekinceler koymuşlardır. Ulrich Magnus, “European Contract Laww and CISG” Erişim: 3.4.2004 http://www.europa.eu.int/consumers/-int/safe-shop/fair-bus-pract/cont-law/stakeholders/5-35pdf 47 ATA’nın 181a, 177, 181, 133, 300, 302 ve 310’uncu maddelerinde olduğu gibi. 48 Ulrich Magnus, a.g.e.
27
açısından sorunlara yol açmakta ve hatta bazen taraflar arasında uygulanacak hukukun
belirlenmesini imkansız hale getirmektedir49. Günümüzde, çalışmaları yapılan Avrupa
Medeni Kanunu ve daha özelinde Avrupa Sözleşme Hukukunda Konvansiyonun etkisi
inkar edilmemekte, Konvansiyonun yerini bunların mı alacağı sorusu tartışılmaktadır50.
III. UNIDROIT İlkeleri
UNCITRAL (UN Comission On International Trade Law - Uluslararası Ticaret
Hukuku BM Komisyonu) tarafından hazırlanan Uluslararası Ticari Sözleşmelere İlişkin
İlkeler kısa adıyla UNIDROIT, 1994 yılında yayımlanmış; Nisan 2004'de 5 yeni başlık
eklenmek sureti ile içeriği genişletilmiştir51. UNIDROIT İlkeleri, taraflar aralarındaki
sözleşmede açıkça bu ilkeleri veya hukukun genel ilkelerini kabul ettikleri zaman
uygulanacaktır. Bu ilkeler CISG'ı tamamlayıcı mahiyette değildir52.
IV. Lando İlkeleri (PECL Principles of European Contract Law - Avrupa Sözleşme
Hukuku İlkeleri)
Yukarıda da açıklandığı gibi BM Konvansiyonu, doğrudan tüketici
sözleşmelerine uygulanmayacaktır. Ayrıca birlik sözleşmenin tarafı da değildir. Buna
rağmen Konvansiyonun, 1999/44 sayılı yönergeyi fazlasıyla etkilediği kabul
edilmektedir. Birlik politikalarını sadece yönerge ve tüzükler gibi ikincil kaynakları ile
bağımsız konular şeklinde düzenlemekle kalmayıp bütünleştirici genel ilkelere yönelik
çalışmalar da yapmakta veya bu çalışmaları desteklemektedir.
11 Temmuz 2001'de, AB Komisyonu, Avrupa Sözleşme Hukuku hakkında bir
bildirge yayımlamıştır. Bu bildirge, aslında topluluğun diğer organlarına, üye devletlere,
akademisyenlere, hukukçulara ve diğer ilgililere konu hakkında düşüncelerini soran bir
çağrıdır. Gelen yüzlerce cevaptan sonra Komisyon Eylem Planı'nı 12 Şubat 2003'te
49 Christian von Bar "Study of the Systems of Private Law in the EU with regart to Discrimination and the Creation of a European Civil Code" Avrupa Parlamentosu, Araştırma Genel Müdürlüğü Hukuk İşleri yayınları,s.151-155, 1999 50 Galf Peter Calliess "European Contract Law" Erişim:3.4.2004 http://www.euroap.eu.int/comm/justice_home/news/consulting_public/name_i/doc/universitat_frankfurt_en.pdf 51 http://www.unidroit.org/english/principles/contracts/principles2004/blackletter2004.pdf 52 Tom Southerington, a.g.m.
28
deklare etmiştir. Aslında bu planın arkasında 23 yıl öncesine giden bir çalışma vardır.
Çeşitli ülkelerdeki akademisyenler ve hukukçuların oluşturduğu ve "Avrupa
Sözleşme Hukuku Komisyonu" adıyla kendi kendisini atayan grup sözleşme hukukunun
ortak ilkelerini belirlemeyi kendisine görev edinmiştir.
1995'de yayımlanan ve Lando İlkeleri olarak da bilinen Avrupa Sözleşme
Hukuku İlkeleriyle, malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin akışının hızlanması ve
iş camiası kadar tüketicilerin de bu anlamda korunması için ülkeler arasındaki sözleşme
hukukuna ilişkin yasal düzenlemelerdeki çeşitliliğin kaldırılması hedeflenmiştir. Bazen
hükümetlerden gelen tepkiler sebebi ile bu destek çekilse dahi Avrupa Birliği Komisyonu
tarafından maddi açıdan desteklenen grup, Mart 2003'de hazırlanan "Üçüncü Bölüm" ile
görevini tamamlamıştır. Aslında tüketiciyi koruyan yönergeler de bu çalışmaların ürünü
olarak görülmektedir. Bu Komisyonun bazı üyelerinin aynı zamanda UNIDROIT grubu
içerisinde yer alması iki çalışma arasındaki derin etkiyi ortaya koymaktadır53.
1999'dan beri bir başka grup, başta Almanya olmak üzere Hollanda ve
Avusturya'da Avrupa Medeni Kanunu için çalışmalarını sürdürmektedir.
İkinci Bölüm
53 Ole Lando, “Contract Law In The EU, The Commission Action Plan and the Principles of European Contact Law”s.8 http://www.iue.it/LAW/ResearchTeaching/ EuropeanPrivateLaw/Conferences.shtml - 21k
29
SATICININ AYIPLI MAL TESLİMİNDEN DOĞAN
SORUMLULUĞUNUN KOŞULLARI
§1. AB Hukukunda Satıcının Sözleşmeye Uygun Olmayan Mal Teslim
Etmesinden Doğan Sorumluluğunun Koşulları
I. Maddi Koşullar
A) Sözleşmeye Uygunsuzluk Kavramı
1999/44 sayılı AB Yönergesinde, satıcının sözleşmeye uygun mal teslim etmesi
yükümlülüğü düzenlenmiştir. Yönergede tercih edilen kavram, satılan malın "ayıplı"
değil; "sözleşmeye uygun olmaması"dır. Sözleşmeye uygunsuzluk kavramının
anlaşılması, öncelikle tarafları, konusu ve hukuki yapısıyla sözleşmenin ne olduğunun
bilinmesini gerektirir. Burada sırasıyla, sözleşmenin tarafları olan tüketici ve satıcı
kavramları, daha sonra bunlar arasındaki sözleşmenin hukuki yapısı, ardından tüketim
malı ve nihayetinde de tüketim malının sözleşmeye uygunsuzluğu kavramları
incelenecektir.
1. Tüketici
Uygunsuzluğun ortaya çıktığı sözleşmenin taraflarından biri satıcı diğeri de
tüketicidir. Yönergeye göre tüketici; öncelikle gerçek kişi olmalı ve sözleşmeye ticari
veya mesleki amaçlı ya da işinin gereği olmaksızın taraf olmalıdır. Başka bir ifade ile,
bir tüzel kişilik, örneğin; personelin kullanması için çay bardağı seti alan bir şirket, setin
kırık çıkması durumunda yönergeden yararlanılamayacağı gibi, aynı seti dükkanında
satmak için satın alan işletme sahibi bir gerçek kişi de yönergeden yararlanamayacaktır.
Oysa yönergenin teklif halindeki şeklinde, mobil bilgisayar gibi hem mesleki hem de
özel amaçlı malların kullanıcısını tüketici olarak kabul edilmiştir54.
2. Satıcı 54 Dirk Staundenmayer, "The Directive on the Sale of Consumer Goods and Associated Guarantees-a Milestone in European Consumer and Private Law ", European Review of Private Law 4:547-564, Kluwer Law International, Netherlands: 2000
30
Yönergeye göre, satıcının, gerçek veya tüzel kişi olmak fark yaratmaz iken,
satımın mutlaka bu kişinin işinin bir gereği olarak veya ticari ya da mesleki amaçlı
yapılmış olması aranacaktır. Başka bir ifade ile bir gerçek veya tüzel kişinin özel
mülkiyetindeki bir eşyayı ticari bir amaç olmaksızın satması halinde, alıcının yönerge
hükümlerine dayanması mümkün değildir. Aynı esas BM Konvansiyonu için de
geçerlidir. Uluslararası ticaretin yaygınlaştırılması amacını taşıyan Konvansiyonda
tarafların işyerlerinin bulunmasının arandığı nazara alındığında, satıcının da alıcı gibi
ticari veya mesleki amaçlı olarak bu sözleşmenin tarafı olduğunu kabul etmek
gerekecektir.
Satıcının kamu hukuku veya özel hukuk tüzel kişiliği olması açısından da
yönergede bir ayırıma gidilmemiştir.
Satıcı, tüketiciye karşı bireysel olarak sorumlu olup; sorumluluğuna müteselsilen
ortak olanlar yoktur. Başka bir ifade ile tüketici yönergeye istinaden satıcıdan başka hiç
kimseye başvuramaz. Ancak; yönergede satıcının rücu hakkı özel olarak kaleme
alınmıştır. Tüketiciye karşı seçimlik hakları yerine getirmek zorunda olan satıcı, ulusal
hukuk aksini ön görmediği sürece, malın üretildiği andan kendi eline gelinceye dek
oluşan zincir içindeki, üretici de dahil olmak üzere tüm satıcılara rücu edebilecektir.
Ancak bu hakkın kullanılması, onların kusurlarına bağlanmıştır. Satıcının, kural olarak
talep edebilecekleri kendi yaptığı masraflarla sınırlı olacaktır. Zira tüketicinin hakları
kendisine geçmemektedir55. Bu sebeple de satıcının rücu hakkını düzenleyen yönergenin
4’üncü maddesinin başlığı “tazminat hakkı” olarak kaleme alınmıştır. Üye devletler,
ulusal hukuklarında bu kişiler açısından bir sınırlama getirebilecekleri gibi, kişilerin
sorumluluklarının çeşidi, açılacak davalar ve usulünü belirlemede de yetkilidir. Bu
kişilerin tüketiciye karşı olan kusursuz sorumluluğu ise ayrı bir yönerge olan
1985/374/EEC sayılı yönergede ayrıca düzenlenmiştir.
3. Tüketici ve Satıcı Arasındaki Sözleşme
55 Christoph Jeloschek, “The Transposition of Directive 99/44/EC into Austrian Law”, European Review of Private Law, 2&3, 163-175, Kluwer Law International, Netherlands: 2001
31
Yönerge, tüketim mallarının satımına ilişkin hükümler içermektedir. Yani
yönerge, taraflarından birinin satıcı, diğerinin tüketici, satım konusunun ise, tüketim malı
olduğu, satım sözleşmeleri hakkındadır. Ancak yönergede tüketim sözleşmesinin tanımı
yapılmamıştır. Tüketim sözleşmeleri uluslararası teamüllerde, satım sözleşmelerinin
yanında hizmet sözleşmelerini ve benzerlerini de kapsayan geniş bir anlamda
kullanılmaktadır56. Zaten yönergenin birinci maddesinin dördüncü fıkrasında, satım
sözleşmelerinin yanı sıra, tüketim mallarının üretilmesi ve yapılmasını sağlayan
sözleşmeler de yönergenin uygulanmasında satım sözleşmesi olarak kabul edilmiştir.
11.04.1980 tarihli BM Konvansiyonu ise yine satım sözleşmesini esas almış;
malı sipariş edenin, üretim için gereken malzemenin büyük kısmını üstlenmemesi
halinde, eser sözleşmelerini de bu kapsamda görmüştür. Satıcının aynı zamanda hizmet
veren taraf olması durumunda ise, bunlar sözleşme kapsamı dışında tutulmuştur.
4. Tüketim Malı
Satıcının, sözleşmeye aykırı olduğu için sorumlu olduğu tüketim malı, taşınır
olmak zorundadır. Başka bir ifade ile taşınmazların satımında ortaya çıkacak sözleşmeye
uygunsuzluk halleri, yönergenin alanı dışındadır57. Bununla beraber, tüm taşınırların
satımı da yönerge kapsamında değildir. Öncelikle; (a) arttırma gibi yollarla yasal
zorunluluk sonucunda satılan eşya, (b) elektrik, (c) su ve (d) gaz ayrık tutulmuştur.
Su ve gaz satımları, belli bir miktar ve değerde satıma sunulmadığında, yönerge
kapsamı dışında kalacaktır. Örneğin; şişe sular ve tüp gazlar yönergenin koruması altında
iken abonelik şeklinde, baştan kullanım kapasitesi kararlaştırılmamış olan, kullanıldığı
kadar bedeli ödenen, örneğin; doğal gaz veya musluktan akan su yönergenin dışında
tutulmuştur.
Tüm bu ayrıklara, bir de üye devletlere tanınmış olan yetki eklenebilir.
Yönergenin birinci maddesinin üçüncü fıkrası gereğince; üye devletlere tüketicilerin
kişisel olarak katılma şanslarının bulunduğu açık artırmalarda satılan ikinci el eşyayı,
56 Gralf-Peter Calliess, a.g.e. 57Orjinal yönergeye ait teklif metinde ayrıkların sadece taşınmazlara yönelik olduğuna dair bkz. Dirk Staudenmayer, a.g.m, s.549
32
yönerge anlamında "tüketim malları" dışında tutma hakları tanınmıştır.
1985/374 sayılı imalatçının sorumluluğuna ilişkin yönerge ise, elektriği açıkça
kapsarken ilk haliyle işlenmemiş tarımsal ürünleri ve av ürünlerini kapsama alanı dışında
tutmuş; sonradan yapılan değişiklik ile bunları da içermiştir. BM Konvansiyonunda ise,
satıcının bu amaçla alındığını bilmediği veya bilmesinin kendisinden beklenemeyeceği
durumlar haricinde, kişisel ailevi veya eve özgü tüketim malları, ihale veya icra gibi yasal
zorunluluk sebebi ile satılan mallar, hisse senetleri, sermaye payları, yatırım senetleri,
ciro edilebilir yatırımlar, para, vapur, gemi, hoverkraft, uçak ve elektrik hariç
tutulmuştur.
5. Tüketim Malının Sözleşmeye Uygunsuzluğu
a) Tanımı
Satıcının, satım sözleşmesine uygun mallar teslim etmek zorunda olduğu,
eşyanın teslimi sırasında ortaya çıkan uygunsuzluktan tüketiciye karşı sorumlu olduğu ve
garanti beyanındaki şartlar ve verdiği reklamlarla bağlı olduğu, yönergenin 2, 3 ve 6'ıncı
maddelerinin amir hükümleridir.
Burada tercih edilen kavram, Türk Hukukunda kabul gören "ayıp" kavramı
değil; "sözleşmeye uygunsuzluktur". Yönergede sözleşmeye aykırılığın tanımı
yapılmamış; aksine nelerin sözleşmeye uygunluk halleri olduğundan bahsedilmiştir.
Yönergeye göre, mal eğer satıcının veya yönergede sayılan diğer kişilerin beyanlarına,
örneklemelerine veya aynı tip malların normal kullanım amaçlarına, kalitelerine veya
performanslarına uymuyorsa sözleşmeye uygunsuz kabul edilecektir. Montaj hataları da
yönergede sayılan koşullara malda ortaya çıkan uygunsuzluğa eş görülmüştür.
1985/374 sayılı yönergede ürünün güvenli olmaması ayıp olarak kabul
edilmiştir. Oysa, 1999/44 sayılı yönergede ayıp ifadesine değil "sözleşmeye
uygunsuzluk" ifadesine yer verilmiştir. Bu sebeple, 1999/44 sayılı yönerge gereğince
doğan hakların kullanılmasında, ürünün güvensiz olmasına bağlı olunmayacaktır. Zira
güvenli olan, yani zarar vermeyen bir ürün de çok doğal olarak sözleşmeye uygunsuz
olabilmektedir.
33
b) Çeşitleri
aa) Malın Kendisinde Ortaya Çıkan Uygunsuzluk
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, yönerge içerisinde uygunsuzluğun örnekleme veya
sınırlama yöntemlerinden herhangi biri ile tanımı yapılmamışsa da, "sözleşmeye
uygunluk" tanımını yapan ikinci maddeden, aksi ile kanıt metodunu kullanmak sureti ile
tahdidi olmayan şu sonuçları çıkarabiliriz:
(a) satıcının tanımlarına uymayan veya satıcının örnek veya model olarak vaat ettiği
malların kalitesini taşımayan
(b) tüketicinin talep ettiği ve satım sözleşmesinin yapıldığı esnada satıcının
bilgilendirilip kabul ettiği özel amaçlara uymayan
(c) aynı tip malların normal kullanım amaçlarına uymayan
(d) özellikle reklam ve etiketinde satıcının, üreticinin veya onun temsilcisinin açık
beyanlarında ifade edilen özellikleri veya eşyanın tabiatı nazara alındığında, tüketicin
haklı olarak bekleyebileceği ve aynı tip mallar için de normal olan kalite ve performansı
göstermeyen mal, sözleşmeye uygunsuz olarak satılmış kabul edilecektir.
Son bentte de özetlendiği şekliyle, o malın taşıması gereken lüzumlu vasıflara
veya satıcının beyanlarına uygun olan mallar, sözleşmeye uygun kabul edilecektir. Bu
sebeple, 97 model yerine 96 model bir arabanın teslim edilmiş olması halinde, 96
modelin kendisinde bir eksiklik olmasa bile, sözleşmeye uygunsuzluk hali oluşmuş kabul
edilecektir58.
BM Konvansiyonunda ise, malların, benzerlerinin normal olarak kullanıldığı
amaçlarla, satıcının beyanlarına ve örneklemelerine kalite ve miktar olarak uyması,
sözleşmede belirtilen şeklide paketlenmesi ve ambalajlanması aranmaktadır.
58 Manola Scotton, "Directive 99/44/EC on Certain Aspects of the Sale of Consumer Goods and Associated Guarantees", European Review of Private Law, 2&3:297-307, Kluwer Law International, Netherlands: 2001
34
bb) Malın Kurulmasında (Montajında) Ortaya Çıkan Uygunsuzluk
Yönerge malın hatalı montajını da sözleşmeye uygunsuzluk hali kabul etmiştir.
Ancak bu hükmün uygulanabilmesi için montaj;
(a) ya satım sözleşmesinin bir unsuru olup satıcı veya onun sorumluluğunda üçüncü
bir şahıs tarafından,
(b) ya da montaj talimatnamesine riayet koşulu ile bizzat tüketici tarafından
yapılmış olmalıdır. Başka bir ifade ile, montaj talimatnamesine riayet edilerek yapılmış
olmasına rağmen, satıcının sorumluluğunda olmayan üçüncü şahısların sebep olduğu
montaj hatalarında yönetmeliğin sağladığı korumadan yaralanılamayacaktır.
Hatalı montaj halinde, satıcının sorumluluğunun ne olduğu özel olarak
düzenlenmiş değildir. Bununla beraber, tüketim mallarının hatalı montajından
kaynaklanan uygunsuzluk da maldaki uygunsuzluğa denk kabul edilecektir. Bazen,
montaj düzeltilse bile, maldaki ayıp kalıcı olabilir. Örneğin; montaj hatası ile ortaya
çıkan elektronik ayıp sonradan yapılan doğru montajla giderilemeyebilir. Ancak; malın
kendisinde başlı başına bir ayıp meydana gelmemişse ve montaj hatası ortadan
kaldırılabiliyorsa; tüketicin aynı koşullarda onarım, değişim, semenden indirim veya
sözleşmeden dönme haklarının doğacağını kabul etmek yönergenin amacını aşabilecektir.
c) Ölçütleri
Yukarıdaki tanımlar içerisinde sözleşmeye uygunsuzluk halini ortaya koyan iki
temel ölçüt vardır. Bu ölçütler, eşyanın doğası gereği zaten taşıması gereken lüzumlu
vasıflar ve satıcının vaatleri üzerine eşyadan taşınması beklenen vasıflardır.
aa) Malın Taşıması Gereken Lüzumlu Vasıflar
Birinci ölçüt, malın taşıması gereği ondan beklenebilecek lüzumlu vasıflardır.
Malın doğasının ne olduğunu ortaya koyan ise, sübjektif değerler değil aynı tip mallar
için kabul edilecek ortak değerlerdir. Yönergeye göre, bu değerler, kalite, performans ve
35
kullanım amaçlarıdır.
Yönergede, malların kendilerinden beklenen lüzumlu vasıfları taşımaması
sözleşmeye uygunsuzluk hali olarak kabul edilmekte ve satıcı bu sebeple sorumlu
tutulmaktadır. Burada ölçüt; eşyanın tabiatı nazara alındığında tüketicinin haklı olarak
bekleyebileceği ve aynı tip mallar için de normal olan kalite ve performanstır. Satıcının
malı tanımlama anlamında herhangi bir açıklaması olmasa bile, o malın, emsalleri için
normal kabul edilebilecek kullanım amaçlarına, kalite ve performansa uymuş olması
aranacaktır. Örneğin çalışmayan bir saatin, yazmayan bir kalemin veya sökülmüş bir
döşemelik kumaşın satıcısının, sattığı mal sebebi ile sorumlu olabilmesi için, saatin
çalıştığını, kalemin yazdığını veya kumaşın sağlam olduğunu ayrıca beyan etmiş olması
aranmayacaktır. Bununla beraber, ürün güvenliği politikasındaki standartlara doğrudan
bir atıf da yapılmış değildir. Yine de malın taşıması beklenen lüzumlu vasıflar,
topluluğun ürün güvenliği politikası ile doğrudan ilgilidir59. Standartların tespitinde
ilerleyen zamanlarda Avrupa Topluluğu Adalet Divanı'nın yargı kararları ölçüt
alınabilecektir60.
bb) Malın Özelliklerine İlişkin Satıcı Beyanları
Uygunsuzluğun tespitinde ikinci ölçüt ise, satıcının beyanlarıdır. Beyanlar zaten
malın doğası gereği taşıması gereken özeliklere ilişkin ise, beyanların varlığı önem arz
etmez; zira burada tüketici bu beyanlar olmasa dahi, malın taşıması gereken lüzumlu
vasıfları taşımadığını öne sürerek hak iddia edebilir. Bu sebeple satıcının beyanlarının
malın zaten taşıması gereken lüzumlu vasıflar haricindeki özelliklere yönelik olması
gerekir. Örneğin; bir cep telefonunun konuşma fonksiyonunu sağlaması onun temel
özelliğidir; oysa şarj süresinin uzunluğu, hesap makinesi, internet bağlantıları, titreşimi
gibi özellikler üreticinin sağladığı ve tüketicinin beyan ettiği fazladan özelliklerdir.
Ancak lüzumlu vasıfların satıcı tarafından beyan edilmesinde, satıcı beyanlarının ayıbın
tespitinde ölçüt alınması gerekmiyorsa da, her iki ölçüte birlikte dayanmaya hukuki bir
engel de yoktur.
59 CE nişanı için bkz. http://www. europa.eu.int/scadplus/printversion/en/1vb/121013.htmb Erişim: 5.2.2004 60 Stefan Watterson, “Consumer Directives 1999/44/EC-The Impact Of English Law”, European Review of Private Law, 2&3, 197-221, Kluwer Law International, Netherlands:2001
36
Burada uygunsuzluğun belirlenmesinde ölçüt olan açık vaat unsurudur. Vaat
olması gerekene göre değil; olana göre ölçüt alınır. Zira satıcı yapmadığı beyanlardan,
yönergeye göre sorumlu tutulmaz61. Yeter ki, tüketici tarafından sorulan özellikleri
susmak sureti ile örtülü olarak kabul etmemiş olsun. Oysa lüzumlu vasıfların satıcı
tarafından beyan edilmesi aranmayacaktır. Aynı şekilde bu esası, montaj hataları
açısından da kabul etmemek gerekir. Zira burada satıcı beyanları değil talimatnamedeki
kusur ölçüt alınmıştır62. Yani talimatnamedeki eksiklikler de hatalı montaja yol
açabilecektir.
Yönergenin birinci maddesinin ikinci fıkrasının (e) bendinde, satıcının verdiği
"garanti"; tüketim mallarının garanti belgesinde veya ilgili reklamlarda ifade edilen
özellikleri taşımaması durumunda, satıcının veya üreticinin, masrafsız olarak, ödenen
semeni iade edeceğine, tüketim malını yenileyeceğine, onaracağına veya geri alacağına
dair tüketiciye yapmış olduğu her türlü açık vaat olarak tanımlanmıştır.
Bu maddede, "garanti", satıcının beyan ettiklerinin aksinin çıkması durumunda
sorumluluğu olacağını kabul etmesi anlamında kullanılmıştır. Oysa, ikinci madde
gereğince satıcı "aksi halde sorumluyum" şeklide doğrudan vaatte bulunmasa bile
yönerge gereği sadece bu beyanları yapmış olmakla sorumlu tutulacaktır. Üstelik, bu
beyanların mutlaka garanti belgesi ya da reklamlarda yer alması da aranmayacaktır. Öyle
ki, 2'nci maddede satıcının doğrudan beyanları, tüketicinin talebi üzerine kabul beyanları,
model göstermesi ve etiketindeki ifadeler de reklamlar ve garanti belgeleri yanında malın
sözleşmeye uygun olarak teslim edilip edilmediğinde kıstas alınmıştır.
Birinci maddede, satıcının sorumlu olduğu vaadin üretici tarafından da yapılmış
olabileceği kabul edilmiştir. Hatta ikinci maddenin ikinci fıkrasının (d) bendinde sadece
üreticinin değil, onun temsilcisinin ifadeleri de sözleşmeye uygunlukta ölçüt alınmıştır.
Yine de, yönerge kapsamında sözleşmeye uygunsuzluktan sorumlu olan üretici değil;
satıcıdır. Oysa, sigorta şirketleri gibi, sayılan kişilerin haricindeki kişilerin verdiği
61Anne Dorte Bruun Nielsen “Directive 1999/44/EC of the European Parliament and the Council on Certain Aspects of the Sale of Consumer Goods and Associated Guarantees and Its Influence on Danish Law”, European Review of Private Law, 2&3, 189-196, Kluwer Law International, Netherlands: 2001 62 Stokholm Ticaret Odası Tahkim Enstitüsü montaj hatalarını hiç zikretmeyen CISG'e göre bile satıcıyı sorumlu tutmuştur. Sonja A. Kruisinga," What Do Consumer and Commercial Sales Law Have and the UN Convention on Contracts for International Sale of Goods", European Review of Private Law 2&3,177-188, Kluwer Law International, Netherlands:2001
37
garantilerden, satıcı sorumlu tutulmamaktadır63. Üreticinin veya temsilcisinin
beyanlarından satıcının sorumlu tutulabilmesi için de bunların “aksi taktirde sorumlu”
olduklarını beyan etmiş olmaları aranmayacaktır.
Yönergede, üreticinin sorumluluğuna ilişkin doğrudan bir hüküm
bulunmamakta; ancak satıcının aynı zamanda üretici olması ihtimali veya satıcının
üreticiye rücu hakkı düzenlenmektedir. Satıcı, her ne kadar üreticinin veya onun
temsilcisinin beyanlarından da sorumlu ise de, ikinci maddenin dördüncü fıkrası
gereğince, bu beyanlardan haberdar olmadığını veya olmasının kendisinden
beklenemeyeceğini ispatlamak kaydı ile sorumluluktan kurtulabilecektir.
Satıcı, beyanını tanımlamak ya da örneklemek sureti ile ortaya koyar. Beyan
doğrudan gerçekleşebileceği gibi, tüketicin soruları karşısında o özelliğin varlığını kabul
etmek şeklinde de gerçekleşebilir; ancak satıcının beyanı ile bağlı olabilmesi için vaadin
en geç satım sözleşmesinin yapıldığı anda gerçekleşmesi gerekir. Yani satıcı sözleşme
kurulduktan sonra vaatte bulunsa dahi, bu onu bağlamayacaktır. Aynı şekilde, sözleşme
yapılıncaya kadar geri aldığı vaatlerden de sorumluluğu olmayacaktır. Satıcının
tanımlama ve örneklemeleri sözel olarak gerçekleşebileceği gibi, etiket ve garanti belgesi
gibi yazılı bir ortamda ya da reklam gibi yazılı ve veya görsel bir ortamda da
gerçekleşebilir.
Yönergenin 6. maddesinin ikinci fıkrası garanti belgelerine özgülenmiştir.
Burada garanti belgelerinin taşıması gereken asgari koşullar ele alınmıştır. Zira; 8. madde
gereği tüketici ulusal hukuk tarafından her zaman daha sıkı bir koruma altına
alınabilecektir. Altıncı maddenin getirdiği asgari koşullar şöyledir:
(a) Garanti belgeleri, tüketicinin ulusal mevzuat gereğince haklarının olduğunu ve
bu garanti belgesinin bu hakları etkilemediğini ifade etmek zorundadır.
(b) Garanti belgesi sade ve anlaşılabilir bir dilde kaleme alınmış olmalıdır. Dili
topluluğun yasal dillerinden biri veya birden fazlası olabilir.
(c) Garanti belgesi, tüketicinin talep etmesi durumunda, alışılagelmiş kağıt 63Dirk Staundenmayer, a.g.m.
38
üzerindeki halinin yanı sıra elde edilebilir ve ulaşılabilir olmak kaydıyla yazılı ve
devamlılık gösteren sabit bir biçimde de verilebilir.
(d) Garanti belgesinde garantörün adı, adresi, garantinin süresi ve mekansal sınırları
gibi bu belgeye dayanılarak iddiada bulunulabilecek temel unsurların mutlaka yer alması
gerekmektedir.
Garanti belgelerinin bu unsurları taşımaması halinde tüketici için bağlayıcılık
söz konusu olmayacaksa da tüketici bu belgelere dayanarak hak iddiasında
bulunabilecektir.
Yönerge, garanti belgelerinin düzenlenmesi zorunluluğu hususunda herhangi bir
hüküm içermemektedir. Zira; garanti belgesi verilmemiş olsa dahi satıcı malın doğası ve
kendi beyanlarına nazaran taşımadığı özelliklerden sorumlu olabilecektir. Bu sebeple de,
garanti belgelerinin esas önemi yönerge ile getirilen korumanın üzerine çıkıldığında
kendisini gösterecektir.
Reklamlar ve etiketlere gelince, neyin reklam veya etiketleme anlamına geldiği
ya da reklamların ve etiketlemenin taşıması gereken unsurların neler olduğu yönergede
düzenlenmemiştir. Bununla beraber, bu hususlar topluluk hukukunda başlı başına
düzenlemiş alanlar olup ürün güvenliği politikası ile yakından ilgilidir.
Yönergede satıcının sorumluluğunu ortadan kaldıran hallere de yer
verilmektedir. Bunların başında tüketicinin uygunsuzluktan haberdar olması veya
haberdar olmasının kendisinden beklenmesi yani kötü niyeti gelir. Satıcıyı sorumluluktan
kurtaran bir diğer hal uygunsuzluğun tüketici tarafından sağlanan malzemelerden
kaynaklanmış olmasıdır. Her iki halde de ispat yükünün kime ait olduğu ulusal hukuklara
göre belirlenecektir. Satıcının bu sorumluluktan kurtulabilmesi için son ihtimal ise,
kendisinin kusursuzluğuna veya olayda ayıbın ya da nedensellik bağının oluşmadığına
dair ispat yükünü yerine getirmesidir. Yani satıcı, ya üretici veya temsilcisi tarafından
yapılan beyanlardan haberdar olmadığını veya olmasının kendisinden
beklenemeyeceğini, yani kusursuzluğunu; ya da bunlar veya şahsı tarafından yapılan
beyanın sözleşme yapılıncaya kadar düzeltildiği yani satıcının beyanını ölçüt almak sureti
ile bir ayıbın doğamayacağını veya beyanın tüketici tercihinde etkili olmadığını, yani
39
illiyet bağının gerçekleşmediğini ispatlayarak sorumluluktan kurtulabilecektir.
d) Nitelikleri
Sözleşmeye uygunsuzluğun, ulusal hukukumuzda olduğu gibi hukuki, ekonomik
veya maddi yapıda aranması gerektiği hususunda, yönergede herhangi bir sınırlama veya
örnekleme yapılmamıştır.
B) Uygunsuzluğun Varlığı
Önceki bölümlerde de açıklandığı gibi, yönergeye göre uygunsuzluk, malın
kendisinde veya montajında ortaya çıkan ve malın satıcısının veya üreticisinin veya onun
temsilcisinin beyanlarında vaat edilen özellikleri ya da malın doğası gereği taşıması
beklenen lüzumlu özellikleri taşımamasıdır.
Burada üzerinde durulacak husus, uygunsuzluğun oluştuğu andır. Satıcının,
uygunsuzluk sebebi ile tüketiciye karşı sorumlu olabilmesi için uygunsuzluğun, en geç
eşyanın teslimi anında var olması gerekecektir. Başka bir ifade ile uygunsuzluğun
varlığından bahsedebilmek için, eşya mutlaka teslim edilmiş olmalı ve bu teslimat
esnasında uygunsuzluk var olmalıdır. Zira; yönergenin 3'üncü maddesinin 1'inci fıkrası
gereğince "satıcı, eşyanın teslimi sırasında var olan uygunsuzluktan, tüketiciye karşı
sorumludur." Satıcının teslimat anına kadar düzeltilen veya teslimattan sonra ortaya çıkan
uygunsuzluktan sorumluluğu doğmayacaktır.
Eşyanın teslimi kavramının ne ifade ettiği yönerge ile düzenlenmiş değildir;
kaldı ki üye devletlerin birbirlerinden farklı düzenlemelerine rağmen, hasarın geçişi
konusunda da yönergede hiçbir ifade yer almadığına göre, yönergenin, üye devletlere,
hasarın geçiş anını yeniden düzenlemeleri hususunda herhangi bir yükümlülük getirdiği
de söylenemez64.
Montaj hatalarının yönergede, sözleşmeye uygunsuzluk hali olarak kabul
edilmiş olması sebebiyle, teslimatı montaj tamamlandıktan sonra yapılmış kabul etmek
64 Dirk Staundenmayer, a.g.m., s.553-554
40
gerekecektir. Ancak bunun için, montajın satım sözleşmesinin unsuru olması ve satıcı
tarafından veya onun sorumluluğu altındaki bir kişi tarafından gerçekleştirilmiş olması
veya montaj talimatnamesine dayanarak tüketici tarafından yapılmış olması aranacaktır.
C) Uygunsuzluğun Gizliliği
Tüketicinin uygunsuzluk sebebi ile hak talep edebilmesi için, uygunsuzluğun
var, ama ortaya çıkmamış olması, yani sözleşmenin yapıldığı esnada tüketici tarafından
fark edilmemiş olması, bilinmemesi veya bilinmesinin kendisinden beklenmemesi
gerekir. Başka bir ifade ile, satıcı ve tüketicinin sözleşmenin yapıldığı an itibariyle,
ayıplı malın satımı konusunda zımnen de olsa anlaşmadığı veya tek taraflı olarak tüketici
tarafından fark edilip bunun kabullenilmediği ya da uygunsuzluğun fark edilebilecek
nitelikte olmadığı durumlarda, tüketici yönergenin sağladığı haklardan
yararlanabilecektir. Uygunsuzluktan tüketicinin doğrudan haberdar olması ile, haberdar
olmasının kendisinden bekleneceği haller arasında yönergeye göre de bir fark
bulunmamaktadır. Bununla beraber, ihbar süresi, tüketicinin uygunsuzluğu gerçekten
bildiği andan itibaren başlamaktadır65.
Tüketicin ayıbın varlığından, sözleşmenin yapıldığı an itibariyle habersiz
olmasının yönergeden kaynaklanan hakların kullanımı için yeterli görülmesi, teslimat
sırasında bundan haberdar olmasının hakların kullanımını etkilememesi sonucunu
doğurmaktadır. Başka bir ifade ile, ayıplı malı teslim almak zorunda kalan veya o an
itibariyle teslimatı kabul eden tüketici de, daha sonra yönergeden doğan haklarından
yararlanabilecektir. Aksi halde, tüketicinin seçimlik haklarını kullanabilmesinin, ayıplı
malın hiç teslim alınmamış olması koşuluna bağlanması gerekirdi.
D) Uygunsuzluğun Önemi
Uygunsuzluğun, ne derecede önemli olduğu, tercih haklarının kullanılmasında
doğrudan etkiyi, sadece sözleşmeden dönmede gösterir. Zira, uygunsuzluk önemli
olmadığı sürece, sözleşmeden dönülmeyecektir. Değiştirme, onarım veya semenden
indirimin talep edilebilmesi için uygunsuzluğun önemli olması aranmayacaktır. Bununla
65 Hanna Sivesand, “Sweden Delayed Reforms Due to the Consumer Sales Directive?”, European Review of Private Law, 2&3,:359-367, Kluwer Law International, Netherlands: 2001
41
beraber, değiştirme veya onarım haklarından hangisinin diğerine tercih edileceği
noktasında da, uygunsuzluğun önemi de "ölçülülüğün" kriterleri arasındadır.
E) Uygunsuzluğuna Tüketicinin Sebep Olmaması
Uygunsuzluğa tüketicinin sebep olması, yönergede satıcının sorumluluğunu
kaldıran bir hal olarak düzenlenmiştir. Ancak; yönergeye göre, tüketicinin teslimden önce
uygunsuzluğa sebep olacağı tek hal olarak uygunsuzluğa sebep olan malzemeyi sağlamış
olması gösterilmiştir. Zira; yönergenin 1'inci maddesinin 4'üncü fıkrasında, tüketim
mallarının üretilmesini ve yapılmasını sağlayan sözleşmelerin de yönergenin
uygulanmasında satım sözleşmesi olarak kabul edileceği açıkça düzenlenmiştir.
Oysa, tüketicinin kusuru sonucunda sözleşmeye uygunsuzluk hali, başka
ihtimallerde de gerçekleşebilir. Örneğin; eşyanın toptancıdan satıcıya nakliyesini işi
gereği sağlayan şahıs, daha sonra tüketici sıfatı ile aynı eşyayı almış ve eşyadaki
sözleşmeye uygunsuzluk nakliye esnasında gerçekleşmiş olabilir. Böyle bir durumda,
yönergede rücu ilişkisi sadece üretici ve satıcılarla sınırlı tutulmuş olup; tüketicilere
yönelik mahsuba veya takasa konu karşılıklı haklar açısından herhangi bir düzenleme yer
almamaktadır. Konunun, ulusal hukuklara dayanılarak çözümüne gidileceği
kaçınılmazdır. Zira; yönerge üçüncü şahısların kusurundan hiç bahsetmemektedir.
Tüketicinin sağladığı malzemenin, uygunsuzluğa ne oranda sebep olması
gerektiğine dair ise yönergede herhangi bir hüküm bulunmamaktadır.
1985/374 sayılı yönergenin 8'inci maddesinde de benzer bir hüküm vardır. Buna
göre; zarar, ayıplı malın yanı sıra üçüncü bir şahsın kusurun kaynaklanmışsa, bu durum,
satıcının sorumluluğunu kaldırmayacaktır. Oysa; zarara ayıplı malla beraber zarara
uğrayan kişinin veya onun sorumluluğu altındaki bir kişinin yol açması durumunda
satıcının sorumluluğu azaltılabilecek veya kaldırılabilecektir.
F) Satıcının Beyanlardan Haberli Olması
42
Uygunsuzlukta ölçüt satıcı beyanları ise, satıcı, bu beyanlardan haberdar
olmadığını veya olmasının kendisinden beklenemeyeceğini, kanıtlamak sureti ile
sorumluluktan kurtulabilecektir. Kuşkusuz, satıcının yapılan beyanlardan habersiz olması
gerekçesiyle, sorumluluktan kurtulabilmesi bu beyanların kendisi tarafından yapılmamış
olması ihtimalinde ortaya çıkabilir. Beyanı yapan, satıcının yardımcısı, temsilcisi veya
2’nci maddenin 2’nci fıkrasının (d) bendinde açıkça yazıldığı üzere üretici veya onun
temsilcisi de olabilir. Ancak; beyanların satıcının kendi temsilcisi tarafından yapılması
durumunda, satıcı bu beyanları bilmese bile, bilmesinin kendisinden beklenmesi gerekir.
Zira; aksinin kabulü temsil ilişkisinin hukuki sonuçlarını inkar etmek olacaktır.
Malın üreticisinin veya onun temsilcisinin yaptığı beyanların, satıcı tarafından
bilinmemesine ihtimaline gelince; bu kişilerin tüketiciye kadar ulaşabilen beyanları
çoğunlukla etiketler, kullanım kılavuzları veya reklamlar yolu ile olur ki; satıcının da
bunlardan haberdar olmaması veya olmasının kendisinden beklenememesi ihtimali, her
olayı kendi özellikleri ile değerlendirmek gerekmekle beraber, oldukça zordur. Zira
burada bilmediğini iddia edeceği, beyanların doğruluğu değil varlığıdır.
G) Beyanların Satım Sözleşmesi Yapılıncaya Kadar Geri Alınmamış Olması
Beyanın, sözleşme yapılıncaya dek düzeltilmesi de satıcının sorumluluğunu
kaldıran bir haldir. Zira; satıcının vaadinin ölçüt alınması sureti ile ayıbın tespit edilmesi
ihtimali ortadan kalkmış olacaktır. Bununla beraber, sözleşmenin ne zaman kurulmuş
kabul edileceği, beyanın ne şekilde geri alınacağı ve bu hususta ispat yükünün nasıl
yerine getirileceği diğer ihtimallerde de olduğu gibi uygulaması ulusal hukuklara
bırakılmış yönergede yer alan bir hukuki boşluk halidir. “Beyanatın bizzat satıcı
tarafından düzeltilmesinin aranmaması da satıcıya tanınmış olan bir imkandır”66.
H) Beyanların Tüketici Tercihinde Etkili Olması
66 Ewoud Hondıus and Harriet Schelhaas "In Conformity with the Consumer Sales Directive? Some Remarks on Transposition Into Dutch Law", European Reviewof Private Law, 2&3, 327-336, Kluwer Law International, Netherlands: 2001
43
Beyanların tüketici tercihinde ve dolayısıyla sözleşmenin yapılmasında ne
derece etkili olduğu hususu, ispatı son derece zor; sübjektif bir durumdur. Bu durum,
satıcıya düşen belki de en zor ispat yüküdür. Zira, ortada hem bir beyan vardır, hem de
tüketici kararını verirken bundan etkilenmemiştir. Tüketicinin bu beyanı duymaması,
bilmemesi halinde etkilenmemesi doğaldır. Hatta beyan ulaşmış olmasına rağmen
kavranmamış da olabilir. Örn; satıcının dilini çok az bilen bir tüketicinin huzurunda
satıcı, tanıtımını yapmış, tüketici bunu duymuş ancak tam olarak kavramamış olabilir. Bir
diğer durum da tüketicin kavramasına rağmen etkilenmemiş olması ihtimalidir ki bu
durum ispatı neredeyse imkansız son derce sübjektif bir durumdur. Çünkü burada,
tüketicinin malı almaktaki farklı amacını dışa vurulmuş olması ve bunun da ispatlanabilir
olması gerekecektir.
I) Satıcının Sorumluluğunun Kaldırılmamış Olması
Satıcının yönergeden doğan sorumluluğu prensip olarak kaldırılamamaktadır.
Ancak 7'inci madde, yönergenin bu anlamda emrediciliğini, satıcıya ihbarın yapılmamış
olması koşuluna bağlamıştır. Başka bir ifade ile, tüketici satıcıya "sözleşmeye
uygunsuzluk" ihbarı yaptıktan sonra, satıcı ve tüketici, satıcının sorumluluğunu
kaldırmaya veya azaltmaya yönelik bir sözleşme yaparlarsa, yönerge yapılan bu
sözleşmenin geçerliliğini tanımaktadır. Satıcının sorumluluğunun kaldırılması tarafların
uygunsuzluğun varlığından karşılıklı olarak haberdar olmalarına bağlanmıştır.
1985/374 sayılı yönergenin 12'inci maddesinde ise üreticinin dolayısıyla onunla
beraber müteselsilen sorumlu olanların sorumluluğunun bir anlaşma ile
kısıtlanamayacağı veya kaldırılamayacağı düzenlenmiştir.
II. Şekli Koşullar
A) Genel olarak
Türk Hukukuyla yapılan paralel inceleme neticesinde 1999/44/EC sayılı
yönergenin getirdiği yükümlülükler bu bölümde genel yükümlülükler başlığı altında,
mesafeli satımlara ilişkin yükümlülükler ise daha sonraki bölümde özel yükümlülükler
olarak incelenecektir.
44
1. Muayene (Yoklama) Külfeti
Uygunsuzluğun nasıl ve ne sürede tespit edileceği, yani tüketicinin muayene
külfeti hususunda, yönergede açık bir hüküm bulunmamaktadır. Üstelik, ihbar süresi
konusunda da yönergede getirilen bir zorunluluk olmadığından ve ihbar süresini
düzenleme konusunda üye devletlere tanınan insiyatifin, özellikle teslimattan itibaren
değil, ayıbın tespiti anından itibaren 2 aya bağlanmış olmasından ötürü, üstü kapalı bir
muayene külfeti süresinin varlığından da bahsedilemeyecektir. Bununla beraber,
uygunsuzluğu iddia eden ve malı elinde bulunduran taraf, tüketici olduğuna göre, ulusal
hukuklar aksini ön görmediği sürece bu yük doğal olarak tüketiciye düşmektedir.
Teslimat sonrası muayene bir süreye bağlanmamışsa da tüketicinin teslimat
öncesinde bile bu muayeneyi yapmasında fayda vardır. Zira; muayene tüketici açısından
bir külfet değilse de, tüketicinin bilmediği halde bilmesi beklenen ayıplardan satıcı
sorumlu tutulamayacağı için yoklamanın derhal yapılması gerekir. Aynı şekilde, satıcının
sessiz kaldığı durumlarda malın özelliğine ilişkin soru sormak suretiyle satıcının
beyanının doğmasına yol açmak için daha satım sözleşmesi yapılmadan önce bile malın
tüketici tarafından yoklanması tüketici lehinedir. Zira, örtülü kabul haricinde, satıcının
sessiz kaldığı durumlarda, beyan doğmamış kabul edilecektir.
Yönergenin, muayene hususunda tüketici lehine sağladığı bir karine de vardır.
5'inci maddenin 3'üncü fıkrası gereğince "aksi kanıtlanmadığı ve bu karine eşyanın ve
uygunsuzluğun tabiatı ile örtüştüğü sürece, eşyanın tesliminden itibaren 6 ay içinde
ortaya çıkan uygunsuzluğun eşyanın teslimi esnasında var olduğu kabul edilir." Buna
göre teslimattan itibaren 6 ay içinde bir uygunsuzluk ortaya çıkarsa, başka bir ifade ile
tüketici bu uygunsuzluğun varlığını 6 ay içinde ortaya çıktığını kanıtlarsa, kendisinden
ayrıca, bunun eşyanın teslimatı esnasında var olduğunu kanıtlaması beklenmeyecektir.
Yeter ki eşyanın ve uygunsuzluğun tabiatı aksini gerektirmemiş olsun. Örneğin; gıda
maddelerinde olduğu gibi,67iddianın olduğu an itibariyle, teslimatta var olması gereken
çürüme, bozulma gibi uygunsuzluğun çok daha ileri safhada olmasının beklenmesi
ihtimalinde olduğu gibi. Yine de uygunsuzluğa sonradan yol açan sebebin teslimat
esnasında var olabileceği de göz ardı edilmemelidir. Örneğin; teslimat anındaki 67 Dirk Staundenmayer, a.g.m., s.557
45
nemlenmenin veya böceklenmenin etkilerinin çok daha sonra ortaya çıkması gibi.
Satıcının teslimattan itibaren 6 ay içinde ortaya çıkmış olan ayıbın dahi, teslimat
esnasında var olmadığını kanıtlama hakkı vardır. Aynı şekilde tüketicinin de teslimattan
6 ay sonra çıkan ayıpların teslimat anında var olduğunu veya o an itibariyle ortaya çıkan
sebepten kaynaklandığını ispatlama hakkı vardır.
Tüketiciyi, ayıbın varlığının ispat şekli konusunda sınırlayan bir hüküm
olmadığına göre, yine ulusal hukuklar aksini ön görmediği sürece - ki buradaki ulusal
düzenlemelerin tüketici aleyhine sonuçlar doğurması durumunda, yönerge ile getirilen
korumayı kaldırdığı iddia edilebilir- tüketicinin bu durumu kanıtlamak için eşyanın ve
uygunsuzluğun tabiatı ile örtüşür her türlü delili kullanabilmesi gerekir.
2. İhbar (Bildirim) Külfeti
Tüketicinin ayıbı ihbar yükümlülüğü hususu, üye devletlere bırakılmış bir
inisiyatiftir. Üye devletler, dilerlerse tüketiciyi uygunsuzluğun fark edildiği andan
itibaren 2 ay içinde satıcıya bildirme yükümlülüğüne tabi tutabilirler. Kuşkusuz 2 ayın
üzerinde süre tanınması, tüketici lehine bir uygulama olacağından, yönergeye aykırı bir
yön taşımamaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus da, ihbar süresinin
uygunsuzluğun fark edilmesi gereken andan itibaren de değil; sadece gerçekten fark
edildiği andan itibaren başlatılıyor olmasıdır68. CISG'dan farklı olarak, ihbarın ayıbın
inceliklerine ilişkin ayrıntılı bilgi içermesi aranmaz; ayıbın varlığını ifade etmek yeterli
olacaktır69. Aynı şekilde yönergede ihbar süresi içerisinde seçimlik hakların kullanılması
gerektiğine dair de herhangi bir hüküm yer almamaktadır. İhbar yükümlülüğünü
mevzuatına alan üye devletlerin bu konuda Komisyonu bilgilendirme yükümlülüğüne
işaret edilen yönergede Komisyonun bu konuda yayımlayacağı raporla tüketicileri
aydınlatması hedeflenmiştir.
3. Hak Düşürücü Süre
68 Hanna Sviesand, a.g.m., s.362 69 Sonja A. Kruisinga, a.g.m., s.183
46
Satıcının sorumlu tutulabilmesi için gereken bir diğer şart da tüketicinin süresi
içinde seçimlik hak talebinde bulunmuş olmasıdır. Bu süre, tarafların serbest iradesi ile
yönergenin belirlediği süreden kısa olmamak koşulu ile kararlaştırılabilir. Yönerge ise bu
süreyi 2 yıl olarak tespit etmiş ve sürenin başlangıcını da eşyanın teslimi anına
bağlamıştır. İkinci el eşya için ise, 1 yılın altında olmamak kaydı ile üye devletlere, iç
hukukları ile, bu süreyi 2 yıldan az kararlaştırabilme yetkisi verilmiştir. Yönergede yer
alan bu sürenin hak düşürücü süre olduğu kabul edilmektedir.
B) Mesafe Satımlarında Tüketicinin Külfetleri
1999/44 sayılı yönergede, mesafeli satımlarda ortaya çıkan sözleşmeye
uygunsuzluk halleri için tüketiciye her hangi bir özel yükümlülük getirilmemiştir. Bu
sebeple satımın mesafeli olup olmaması yönerge açısından bir fark yaratmamaktadır.
Mesafeli satımlar hususu ayrı bir yönerge olan 1997/7 sayılı Yönerge70ile düzenlenmiştir.
Söz konusu yönerge aslında sözleşmeye uygunsuzluk veya ayıp kavramları üzerinde
durmamıştır. Bununla beraber, Yönergenin 6. maddesinin tüketiciye verdiği "hiç bir
cezaya maruz kalmaksızın veya gerekçe göstermeksizin en az yedi iş günü içinde
sözleşmeden cayma hakkı" mesafeli sözleşmelerde ayıplı mala maruz kalan tüketicinin
öncelikle başvuracağı bir haktır. Zira; tüketici 1997/7 sayılı yönergeye dayanarak hiçbir
gerekçe göstermeden sözleşmeden dönebiliyorsa; 1999/44 sayılı yönergede olduğu gibi
"sözleşmeye uygunsuzluğun varlığını" ispatlama yükümlülüğü olmayacaktır. Ancak;
97/7 sayılı yönergenin 13'üncü maddesinin 2'inci fıkrası gereğince, mal mesafeli satım
sözleşmesine konu olmasına rağmen eğer o mala ait farklı özellikler bir başka yönergede
düzenlenmiş ise, o yönerge hükümleri uygulanacaktır. Bu hüküm, aslında tüketiciye bu
anlamda yarışan haklar sağlanmadığını göstermektedir. Yine de tüketicinin hiç bir
gerekçe göstermeksizin sözleşmeden dönebileceği düşünüldüğünde ayıp iddiasını hiç
ortaya koymadan 1997/7 sayılı yönergeye başvurması uygulamada karşılaşılabilecek bir
durumdur. Ancak 6. madde sözleşmeden dönülemeyen halleri de düzenlemiştir. Bu
hallerden birinin varlığı halinde tüketici 1997/7 sayılı yönergenin kendisine sağladığı
imkandan yararlanamayacaktır. Bir diğer husus da, 1997/7 sayılı yönergede tüketiciye
onarım, değişim veya semenden indirim gibi başka haklar tanınmamış olmasıdır. 1997/7
sayılı yönergeye göre, burada tüketiciye düşen tek yük, sözleşmeden dönmesi sebebi ile
70 Official Journal L144 04/06/1997 p.0019-0027
47
iade etmesi gereken malların nakliye masraflarıdır.
§ 2. Türk Hukukunda Satıcının Ayıplı Mal Teslim Etmesinden Doğan
Sorumluluğunun Gerçekleşmesi Koşulları
I. Maddi Şartlar
A ) Ayıp Kavramı
Türk Hukukunda satıcının sorumluluğu satım konusu malın "sözleşmeye
uygunsuz" olmasına değil; "ayıplı" olmasına bağlanmıştır. Bu kavramın ne ifade ettiği ve
diğerinden farkına geçmeden önce Türk Hukuku açısından da tüketici, satıcı, aralarındaki
sözleşme, tüketim malı ve nihayetinde ayıp kavramları sırasıyla incelenecektir.
1. Tüketici
İktisadi teoriye göre; piyasalardaki mal ve hizmetlere karşı talepte bulunan
herkes tüketicidir71. Ancak hukuki anlamda piyasalardan belirli malların satın alınması
sureti ile gelirin harcanması tek başına "tüketici" olmaya yetmez.
Tüketici kavramı TKHK ile mevzuatımıza giren bir kavramdır. BK gereği satıcı,
sattığı ayıplı mal sebebi ile "alıcı"ya karşı sorumludur. "Hak ve fiil ehliyetine sahip olan
her şahıs, alıcı olabilir ve genel hükümler çerçevesinde korunur. Tüketici sıfatını
kazanabilmek için ise, bu iki şartın yanında, mal ve hizmeti özel amaçlarla, nihai olarak
tüketmek gayesi ile almış olmak gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında, tüketicinin
alıcının özel bir türü olduğu söylenebilir. Her tüketici aynı zamanda alıcıdır; fakat her
alıcı tüketici değildir. Bunun tabii sonucu olarak tüketici alıcı sıfatıyla genel hükümler
çerçevesinde korunacağı gibi, TKHK kapsamında özel bir korumadan da faydalanacaktır.
Fakat kişilerin alıcı olması, TKHK'dan yararlanmaları için yeterli olmayacaktır72”.
Bunun yanı sıra, tüketicinin sadece satım değil diğer sözleşmelerde ortaya çıkan ayıba
karşı korunduğu haller de BK'da mevcuttur73. 71 Ahmet Okur, "Tüketicinin Korunması", s. 17, İzmir:2000 72 Ömer Adil Atasoy, Mustafa Taşkın, Hakan Acar, "Tüketiciyi Koruma Hukuku", s.10, Yargı, Ankara:2000 73 Yılmaz Aslan, a.g.e., s. 4-8
48
Yönergeye paralel olarak, TKHK'da "tüketici: bir mal veya hizmeti ticari veya
mesleki olmayan amaçlarla edinen, kullanan veya yararlanan gerçek veya tüzel
kişi"dir.“Tüketici kimliği açısından belirgin özellik “özel amaçlarla kişisel ihtiyaçlarını
gidermek, kullanmak ve tüketmek amacıyla ivaz karşılığı bir mal veya hizmeti satın
almaktır””74.
Malın nihai şekilde satın alınmasını, satın alanın bizzat kendisinin veya
yakınlarının kullanımı veya yararlanması için bu malın edinilmesi olarak kabul
etmek,75örneğin; hediye maksatlı alınan malları alan kişileri de, ticari veya mesleki
amaçlı edinilmediği için, tüketici olarak kabul etmek anlamına gelecektir. Ancak lehine
alım yapılan şahıs kanundan bizzat yararlanamayacaktır. Zira; tüketici aynı zamanda alıcı
olmak zorundadır.
Kanun yönergeden farklı olarak, tüzel kişileri de tüketici olarak kabul
etmektedir. Kar elde etmek gayesi ile kurulmayan dernek ve vakıfların açıkça ticari
olmayan faaliyetleri sebebi ile tüketici sayılmaları kanunun amacına paralel görülmekte
iken ticaret şirketlerinin tüketici sıfatını kazanıp kazanamayacakları hususu doktrinde
tartışmalıdır. Zira; buzdolabı, vantilatör, yiyecek, içecek, yakıt gibi alımlar ticari ve
mesleki olmadan ancak işletmede kullanılmak için alınabilir. Ancak diğer taraftan, tüzel
kişilerin mal veya hizmeti özel amaçlarla satın alarak nihai olarak kullanmaları ve
tüketmeleri söz konusu olmadığı gibi bir işletmecinin satın aldığı ve üretimde kullandığı
hammadde ve malzemenin bir kısmını özel olarak tüketmesi durumunda dahi bunlar
muhasebe tekniği açısından işletme gideri olarak gösterilmektedir.
2. Satıcı ve Satıcı Gibi Sorumlu Olanlar
Satıcı, BK'da ve TKHK'da geçen ortak kavramdır. Satıcı, Borçlar Kanunu'da
açıkça tanımlanmış değildir; ancak 182 maddede satım sözleşmesinin tanımı içinde
satıcının örtülü tanımı yapılmıştır. Buna göre satıcı, satılan malı, bir bedel karşılığında ve
mülkiyetini nakletmek amacıyla alıcıya teslim eden kişidir. Oysa; aynı kavram TKHK'da
"kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere ticari veya mesleki faaliyetleri kapsamında
74 Ayşe Havutçu, “Tüketicinin Genel İşlem Şartlarına Karşı Korunması”, s.20, Güncel Yayınevi, İzmir:2003 75 Ömer Adil Atasoy, a.g.e., s. 7
49
tüketiciye mal hatta hizmet sunan gerçek veya tüzel kişileri" ifade etmektedir. Kamu
tüzel kişiliklerinin özel hukuka ilişkin işlemlerinde, ayrıcalıksız olarak özel hukuk
hükümlerine tabi olduğu genel bir hukuk kuralı ise de, BK'da, TKHK’dan farklı olarak,
kamu tüzel kişilikleri satıcı sıfatı ile özel olarak zikredilmemiştir.
Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunla getirilen bir diğer farklılık da,
satıcının mal sunan kişi olarak tanımlanmış olması ve satım sözleşmesinin açıkça
zikredilmemiş olmasıdır. Mal sunumu satım sözleşmesinden ibaret değilse de, malın
mutlaka bir ivaz karşılığında sunulması aranacak76kendisine bağışta bulunacak şahıs
TKHK hükümlerinden yararlanamayacaktır.
Hizmet sunan kişilerin satıcı olarak nitelendirilmesine gelince, bu "...
Borçlar Hukuku sistemimize aykırıdır. Çünkü Borçlar Hukuku sistemimize göre, hizmet
sunan kişiler, hizmet sözleşmesinde işçi, eser sözleşmesinde müteahhit, vekalet
sözleşmesinde vekil, kredi hizmetlerinde banka veya finans kuruluşlarıdır..."77 Kaldı ki
TKHK'da 4822 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten sonra ayıplı hizmetler ayrı bir madde
altında ele alınmış ve satıcı ve sağlayıcı kavramları ayırımına gidilmiştir. Buna göre;
sağlayıcı; kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere ticari veya mesleki faaliyetleri
kapsamında tüketiciye hizmet sunan gerçek veya tüzel kişileri ifade etmektedir.
Satıcı açısından aranan bir diğer unsur da, satımın arızi olarak yapılmaması,
malın sunumuna yönelik faaliyetin sürekli olmasıdır. Bu sebeple kullanılmış otomobilini
satan şahıs, BK’na göre satıcı ise de TKHK anlamında satıcı olarak
nitelendirilmeyecektir. Satıcının TTK anlamında tacir veya esnaf olması ise, tüketicinin
haklarından yararlanması açısından bir farklılık yaratmayacaktır.78
Satıcının sorumluluğuna, müteselsilen ortak olanlar da vardır. Bu düzenleme
tüketicinin korunması anlamında, yönergenin önünde bir düzenlemedir. Zira; yönerge
sadece satım sözleşmesinin tarafı olan kişiyi yani satıcıyı tüketiciye karşı seçimlik
hakların kullanımı açısından sorumlu tutmaktadır. Üreticinin bu seçimlik haklar sebebi
ile sorumluluğu ise, aslında yönergenin 12'inci maddesinde yönergenin hedef genişleme
76 Aydın Zevkliler, " Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun", s.54 77Aydın Zevkliler, " Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun", s.54 78Aydın Zevkliler, " Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun", s.54
50
alanı olarak gösterilmiş ancak henüz düzenlenmemiş bir konudur. Oysa TKHK'da,
satıcının yanı sıra bayi ve acentenin sorumluluğunun vurgulanması ile kalınmamış ayrıca
üretici, ithalatçı hatta kredi veren de sorumlu tutulmuştur.
Acente ve bayi her ne kadar satıcıdan ayrı zikredilmiş olsalar bile bunları yine
de satım sözleşmesinin tarafı olan acente ve bayi olarak algılamak gerekecektir. Yoksa
aynı malı satan herhangi bir acente ve bayii bu işten sorumlu tutmak kanunun amacını
aşabilecektir. Kredi verenin sorumluluğuna gelince; 10'uncu maddede zikredilen şartın
kredi veren açısından taşınması aranmaktadır. Bu şart, verilen kredinin belirli bir marka
mal veya hizmetin satılması ya da belirli bir satıcı veya sağlayıcı ile yapılmasıdır. Aksi
taktirde, bunun ötesinde alınan kredinin ne amaçla kullanılacağının kredi veren tarafından
aranmadığı durumlarda, ayıplı mal satımı sebebiyle kredi verenin sorumluluğu
doğmayacaktır. Bu koşullar sağlanırsa, kredi veren, sadece ayıplı maldan değil; satılan
malın veya hizmetin hiç veya zamanında teslim veya ifa edilmemesinden de 10'uncu
maddeye göre müteselsilen sorumlu olacaktır.
BK açısından 141'inci madde ile getirilen esasa göre; müteselsil borçluluk adi
borçlar açısından ya açıkça kanunlarda yer aldığı sürece ya da borçlular bunu kabul ettiği
sürece vardır. Borçlar Kanunu, satım akdinde satıcıyla beraber müteselsilen sorumlu
olanları kanunen zikretmiş değildir. Bu sebeple, tüketici dışındaki alıcılar açısından,
TKHK ile zikredilen kişilerin, kendi açık beyanları ile sorumluluğu kabul etmedikleri
sürece BK'na göre, müteselsil sorumlulukları bulunmayacaktır.
Ayıbın yol açtığı zararlar hakkında da TKHK'nun dördüncü maddesinde birden
fazla kişinin bu zarara sebep olmaları halinde müteselsil sorumluluk ilkesi
benimsenmiştir. Ancak burada ismi doğrudan zikredilen sorumlu satıcı değil üreticidir.
Alıcının uğradığı zarar sebebi ile genel hükümlere istinaden tazminat talebinde
bulunması durumunda ise, Borçlar Kanunu’nun 50'inci maddesi ile, zarara birlikte yol
açan kişiler arasında müteselsil sorumluluk esası kabul edilmiştir.
Satıcının ayıplı mal sebebi ile rücu hakkı meselesi ise, ne TKHK'da ne de BK'da
özel olarak düzenlenmiştir. Bu sebeple, bu konuda BK genel hükümlerine
başvurulacaktır.
51
3. Tüketici ve Satıcı Arasındaki Sözleşme
TKHK'nun 3'üncü maddesinde "tüketici işlemi", mal veya hizmet piyasalarında
tüketici ile satıcı-sağlayıcı arasında yapılan her türlü hukuki işlemi ifade etmektedir. Bu
tanım, malın haricinde, hizmeti de içine alan geniş bir anlam içermektedir. Oysa
konumuz itibariyle, sadece mala özgü sunumu içeren, başta satım sözleşmesi olmak üzere
herhangi bir sözleşmenin tanımı yapılmış değildir.
Kanunda "satıcı: kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere ticari veya mesleki
faaliyetleri kapsamında tüketiciye mal sunan gerçek ve tüzel kişiler" olarak ele alınmış
ise de, malın hangi şekilde sunulduğu hususu açıkça ifade edilmemiştir. Kaldı ki tüketici
tanımı içerisinde edinmenin yanı sıra kullanmak, yararlanmak ifadelerine de yer
verildiğine göre, tüketim sözleşmesini satım sözleşmesinden ibaret görmemek gerekir.
Bununla beraber, ayıplı hizmet teslimlerinin ayrı bir maddede düzenlenmiş olması ve
4'üncü maddenin açıkça mal teslimlerine özgülenmiş olması sebebi ile, sözleşmeyi başta
satım olmak üzere ivaz karşılığı mal teslimini içerir diğer sözleşmeleri de kapsar şekilde
değerlendirmek gerekecektir.
BK'da yer alan satıcının ayıplı mal tesliminden doğan sorumluluğuna ilişkin
düzenleme ise taraflardan biri tüketici olmasa dahi satım sözleşmesine özgülenmiş;
bununla beraber trampa, kira ve istisna sözleşmesi gibi sözleşmelerde, sözleşmenin mal
veya hizmet sunumundan yararlanan tarafı, kanunun sair hükümlerinde, ayıplı mal ve
hizmete karşı ayrıca korunmuştur.
"Borçlar Kanunu dışında Ticaret Kanunu'nda (örneğin eşya taşıma ve sigorta
sözleşmeleri) ya da bir başka yasada düzenlenmiş (örneğin; finansal kiralama işlemleri
gibi) olan bir işlem de, diğer ayırt edici unsurları ve özellikleri taşımak kaydıyla tüketici
sözleşmesi sayılabilir. Yeter ki, söz konusu işlemle tüketiciye onun ödeyeceği ivaz
karşılığında belirli bir mal ya da hizmet edilmesinin ifası amaçlansın. Ancak, karşı edimi
sunan tarafın, mutlak girişimci sıfatını taşıyan tacir, sanatkar, serbest meslek sahibi, esnaf
ve zanaatkar kesiminden bir kişi olması zorunludur"79.
4. Tüketim Malı 79 Mehmet Demir, “Kapıdan İşlemlerde Tüketiciyi Koruyan Geri Alma Hakkı", s.62, Turhan, Ankara:2003
52
TKHK'nun 3'üncü maddesinde "mal: alışverişe konu olan taşınır eşyayı, konut
ve tatil amaçlı taşınmaz malları ve elektronik ortamda kullanılmak üzere hazırlanan
yazılım, ses, görüntü ve benzeri gayri-maddi malları" ifade etmektedir. Yönergeden farklı
olarak, hem istisnasız tüm taşınırlar, hem de belli koşullarda taşınmazlar ve gayri-maddi
mallar kanun kapsamında görülmüştür.
Taşınır eşyanın tanımlanmasına veya istisnaları ile sınırlanmasına gidilmemiştir.
Bu sebeple yönerge dışında tutulan özelikle su, gaz ve elektrik80gibi malların, taşınır mal
sayılıp sayılmayacağı hususu açıklığa kavuşturulmuş değildir. Bununla beraber, mal veya
hizmet piyasalarında bunların da tüketici ve satıcı arasında yapılan hukuki bir işleme
konu olmaları durumunda, kanun kapsamında ele alınmaları uygun olacaktır81. Kanun,
kamu tüzel kişilerini de satıcı olarak kabul ettiği için, yönergenin aksine, elektrik,
musluktan akan su ve doğal gaz da tüketim malı olarak kabul edilmelidir.
Yönergede, arttırma gibi yasal zorunluluk gereği satılan eşya ayrık tutulmuşsa
da, TKHK'da bu konuya hiç değinilmemiştir. Borçlar Kanunu'nun 230'uncu maddesi
gereğince ise, "Cebri arttırma, bir satış akdi hatta özel hukukun bir işlemi olmayıp bir
kamu tasarrufudur. Arttırma şartnamesinde açık bir taahhüt bulunması veya açık
arttırmaya iştirak edenlere karşı hile yapılmış olması halleri ayrık olarak, cebri
arttırmalarda tekeffül hükümleri cereyan etmez...(Y.24.6.1953 günlü ve 14/6 sayılı
İçt.Bir.Ka)"82Aynı maddenin son fıkrasına göre ise; isteğe bağlı ve açık arttırmalarda,
satıcının adi satımlarda olduğu gibi garanti borcunun bulunduğu düzenlenmiştir. Üye
devletlere tanınan, tüketicilerin kişisel olarak katılma şanslarının bulunduğu açık
arttırmalarda satın aldıkları ikinci el eşyayı yönergeden ayrık tutma hakkı Türk
Hukuku'nda kaleme alınmamıştır. “Öğretide bazı yazarlar, satım konusu malın
kullanılmış bir mal olması halinde, taraflar arasında satım konusu mala ilişkin olarak
ayıba karşı tekeffül sorumluluğunun söz konusu olmayacağı hakkında gizli bir
anlaşmanın esas itibariyle var olduğunu savunurken, bazı yazarlar da kullanılmış malların
satımında da kural olarak ayıba karşı tekeffül sorumluluğunun geçerli olduğunu ve
dolayısıyla satıcının bu sorumluluktan kurtulmak için alıcı ile bir anlaşma yapmasının
80 Elektriğin taşınır mal sayılacağına dair bkz. M. Kemal Oğuzman, Özer Seliçi, “Eşya Hukuku” s.644, Filiz Kitapevi, İstanbul:1992 81 Yahya Deryal, “Tüketici Hukuku", s.45, Seçkin, Ankara:2004 82 Esat Şener, " Borçlar Kanunu", s. 133, Seçkin, Ankara:1999
53
zorunlu olduğunu savunmaktadırlar83”.
Taşınmazlar açısından kanunun uygulanabilirliği için ise, bu taşınmazın konut
ve tatil amaçlı olması aranacaktır. Ancak bu ifade daraltıcı olduğu kadar tereddüde de
mahal bırakacak mahiyettedir. Zira konut ifadesi anlaşılmakta ise de “tatil amaçlı
gayrimenkul” kavramının aynı zamanda konut kavramı ile birlikte mi değerlendirileceği
hususu açık değildir. Bu sebeple, her ne kadar böyle bir sınırlamanın yapılmış olması
tüketici açısından olumsuz ise de ifadenin “konut ve tatil amaçlı konut” olarak kaleme
alınması daha anlaşılabilir olacaktır. Diğer taraftan sınırlı da olsa bazı gayri menkullerin
maddeye dahil edilmesi sadece taşınırları kapsayan 1999/44 sayılı yönergeye göre
tüketici açısından olumludur. Elektronik ortamda kullanılmak koşuluyla hazırlanan
yazılım, ses, görüntü ve benzeri gayri-maddi malların ayıplı çıkması ihtimalinde de
tüketici, kanunun koruması altındadır.
Borçlar Kanunu açısından satıcının satılanın ayıpsız olmasına kefalet borcu
menkul satımlarına ilişkin kanunun ikinci faslında yer almaktadır. Kanunun 184'üncü
maddesine göre; menkul satımı araziden veya gayri-menkul olmak üzere tapu siciline
kaydedilen haklardan başka her türlü şeyin satımıdır. Mahsul veya yıkılması matlup bir
binanın enkazı veya taş ocağından çıkarılacak taşlar gibi bir gayri-menkulden ayrıldıktan
sonra menkul olarak mülkiyeti nakledilecek mütemmim cüzlerin satılması da menkul
satımıdır. Bununla berber, hayvan satımı da özel olarak düzenlemeye konu olarak
satıcının ayıp sebebi ile sorumluluğu başlığı altında ele alınmıştır84.
Taşınmaz satımları için ise, Borçlar Kanunu’nun 217'nci maddesi gereğince,
kıyas yolu ile taşınır satımına ilişkin hükümlere başvurulacağından bahisle, ayıplı mal
satımına ilişkin hükümler geçerli olacaktır. Bu sonuç, Borçlar Kanunu’nun 215’inci
maddesinden de çıkmaktadır. TKHK'un aksine sınırlayıcı bir gayrimenkul tanımı
yapılmamıştır. Gayri-maddi malların satımı ise Borçlar Kanunu'na konu edilmemiştir.
5. Tüketim Malının Ayıplı Olması 83 Ömer Arbek, “Satım Konusu Ayıplı Malın Tamir Edilmesi”, s.170, Yetkin Yayınları, Ankara:2003 84 Danimarka, İtalya, Avusturya ve Finlandiya mevzuatında hayvan satımlarına ilişkin özel hüküm bulunmadığı Komisyon'un Resmi Gazete'de verdiği cevapla açıklanmıştır. Official Journal of European Communities, C227E/226 EN 14.11.2002
54
a) Tanımı
TKHK'na göre; "ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda ya da
reklam ve ilanlarında yer alan veya satıcı tarafından bildirilen veya standardında veya
teknik düzenlemesinde tespit edilen nitelik veya niteliği etkileyen niceliğe aykırı olan ya
da tahsis veya kullanım amacı bakımından, değerini veya tüketicinin ondan beklediği
faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren
mallar ayıplı mal kabul edilir. “Tanımdan ayıbın bir eksiklik hali olduğu, bu eksikliğin
maddi, ekonomik veya hukuki olabileceği, eksikliğin varlığından bahsedebilmek için
malın değer kaybına uğramış olması gerektiği, bu değerin ise kanunda sayılan ölçütlere
göre tespit edileceği ve bu ölçütlerin de o mala ilişkin standartlar veya teknik
düzenlemeler ya da ne şekilde yapılmış olursa olsun satıcı beyanları olduğu
anlaşılmaktadır.
Borçlar Kanunu’nun 194’üncü maddesinde de satıcının alıcıya karşı malın beyan
ve vaat edilen niteliklerden ve maddi veya hukuki bir sebeple değerini veya kullanım
amacını ortadan kaldıran veya önemli derecede azaltan ayıplardan sorumlu olduğu
düzenlenmiştir.
TKHK'da da, aynı BK'da olduğu gibi, 1999/44 sayılı yönerge ve BM
Konvansiyonundan farklı olarak, "sözleşmeye uygunsuzluk" ifadesi yerine "ayıp"
kavramına yer verilmiştir. Sözleşmeye uygunsuzlukta ölçüt taraflar arasındaki sözleşme
iken ayıpta satım konusu maldır85. Ayıp kavramın tercihi, aslında yönerge ile
kıyaslandığında daha dar olması sebebi ile tüketicinin aleyhinedir. Zira; doktrinde nicelik
farklılıkları veya farklı mal teslim edilmesi bu kavram içinde kabul edilmemektedir86.
Bununla beraber TKHK'na 4822 sayılı kanunla yapılan değişiklik ile niteliği etkileyen
nicelik hallerinin de ayıp kavramı içinde olduğu açıkça zikredilmiştir. Farklı mal
teslimatı ise yönergede açıkça zikredilmemekle beraber sözleşmeye uygunsuzluk
kavramı içinde görülebilecek iken, ayıplı mal tesliminden tamamen farklı bir durumdur.
b) Çeşitleri 85 Georgias I. Arnokouros, “The Transposition of Consumer Sale Directive Into Grek Legal System”s.269 European Review of Private Law, 2&3:259-277, Kluwer Law International, Netherlands: 2001 86 Tamer İnal, a.g.e., s.411
55
Yönergede, eğer malın montajı, satıcının sorumluluğunda veya montaj
talimatnamesine göre tüketici tarafından yapılmışsa, bu durumda ortaya çıkan
uygunsuzluk, malda ortaya çıkan sözleşmeye uygunsuzluğa denk kabul edilmiştir.
Türk Hukuku'nda ise montaj hataları ne TKHK'nun 4. maddesi çerçevesinde ne
de BK'nun satıcının ayıplı mal sebebiyle sorumluluğuna ilişkin maddelerinde özel olarak
düzenlenmiştir. Bununla beraber, TKHK’na dayanılarak Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca
çıkarılan "Sanayi Mallarının Satış Sonrası Hizmetleri Hakkında Tebliğ"nin 4'üncü
maddesinde "montaj" satış sonrası hizmetler arasında sayılmış ve 16'ıncı madde satış
sonrası hizmetlerden satıcının sorumluluğunu düzenlenmiştir. Ancak tebliğ sadece ekinde
sayılan sanayi malları için uygulanabilecektir. Kaldı ki ilgili yönetmelik montajın yerine
getirilmemesini ayıp olarak kabul ederek seçimlik hakların doğduğunu ifade
etmemektedir, burada ifade edilen sadece montajın yerine getirilmesinin gerekliliğidir.
Hatalı montaj TKHK'nun 4a maddesinde yer alan "ayıplı hizmet" hükümleri çerçevesinde
değerlendirildiğinde ise tüketicinin sözleşmeden dönme, hizmetin yeniden görülmesi ve
ayıp oranında bedel indirimi hakları doğabilecektir. Ancak bunlar mala değil hizmete
yani montaja yönelik haklardır. BK hükümlerine göre ise, montaj, sözleşmenin bir
parçası değilse; Borçlar Kanunun 313vd. maddeleri gereğince malın montajından ayrıca
ücret alınması durumunda bu parça başı hizmet olarak değerlendirilecek ve kanunun 321
ve 322'inci maddeleri gereğince, satıcının tüketiciye karşı özen borcu doğacaktır. Ancak
321'inci madde ile işçiye (satıcıya) getirilen sorumluluk kusursuz bir sorumluluk hali
değildir. 322'inci maddenin, işin iş sahibinin (tüketicinin) huzurunda yapılmadığı
durumlar için aynı kanunun istisna sözleşmelerine yaptığı atıfla, satıcının sorumluluğu
doğacaktır. Ancak bu maddeler TKHK’da yer alan seçimlik hakların değil sadece
tazminat hakkının kullanımına olanak sağlamaktadır.
Montajın yol açacağı eksiklik veya bozulmaların "ayıp" ya da "hasar"
kavramlarından hangisini oluştuğunu belirleyen çizgi "sözleşmenin kurulduğu an"dır.
Montaj; satım sözleşmesi yapıldıktan sonra gerçekleşir. Her ne kadar BK'nun183'üncü
maddesi gereğince sözleşme kurulduktan sonra, hasar alıcı üzerinde kalıyorsa da,
sözleşme kurulmadan önce oluşan veya kurulmadan önceki bir sebepten kaynaklanan
eksiklik ve bozulmaları ayıp olarak kabul edip sorumluluğu satıcı üzerinde bırakmak
yerinde olacaktır.
56
Montaj esnasında parçaların her biri sağlamken, bozukluk sadece montaj
hatasından kaynaklanmışsa bunu hasar olarak kabul etmek gerekecektir. Ancak nasıl ki
satıcının nakliyeyi üstlendiği durumlarda aksini baştan şart koşmadığı sürece sorumlu
olduğu kanunen kabul ediliyorsa montajı üstüne alan satıcı da aynı şekilde sorumlu
olmalıdır.
c) Ölçütleri
Hukukumuzda da ayıbın varlığının tespitinde o malın taşıması gereken lüzumlu
vasıflar ve satıcı beyanları ölçüt alınır.
aa) Malın Taşıması Gereken Lüzumlu Vasıflar
TKHK hükümleri gereğince, standardında veya teknik düzenlemesinde tespit
edilen nitelik veya niteliği etkileyen niceliği aykırı olan ya da tahsis veya kullanım amacı
bakımından değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydaları azaltan veya ortadan
kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren mallar ayıplı mal olarak kabul
edilir.
Buradaki ölçüt, malın ya kendi standartlarına ya da teknik düzenlemelerine
aykırı maddi, hukuki veya ekonomik eksiklik taşımasıdır. Kanunun 19'uncu maddesinde
de, tüketiciye sunulan mal ve hizmetlerin, ilgili Bakanlıklar tarafından Resmi Gazete'de
yayımlanarak mecburi uygulamaya konulan standartlar dahil olmak üzere uyulması
zorunlu olan teknik düzenlemelere uygun olması gereği düzenlenmiştir.
“Teknik düzenleme” kavramı 3'üncü maddede açıklanmıştır. Buna göre, teknik
düzenleme, bir ürünün ve hizmetin, ilgili idari hükümler de dahil olmak üzere, özellikleri,
işletme ve üretim yöntemleri, bunlarla ilgili terminoloji, sembol, ambalajlama,
işaretleme, etiketlemeye uygunluk değerlendirilmesi işlemleri hususlarından biri veya bir
kaçını belirten, ilgili Bakanlık tarafından Resmi Gazetede yayımlanarak mecburen
uygulamaya konulan standartlar dahil olmak üzere uyulması zorunlu olan her türlü
düzenlemedir. Aynı maddede bakanlık Sanayi ve Ticaret Bakanlığı olarak tanımlanmıştır.
57
Maddede geçen standart kelimesi kanunda ayrıca düzenlenmiş değilse de; "Türk
Standardı" Türk Standartları Enstitüsü tarafından tespit ve ilan edilen standarttır. Enstitü
tarafından tespit edilen bu ihtiyari standartlar, ilgili bakanlığın onayı ile zorunlu
kılınabilir. Sanayi mallarının standardını Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bünyesindeki 494
sayılı KHK ile yetkili kılınan Tüketicinin ve Rekabetin Korunması Genel Müdürlüğü;
gıda maddelerinin standardını Sağlık Bakanlığı ve Tarım Bakanlığı belirlemeye
yetkilidir.
Teknik düzenlemeler ve standartlara uygunsuzluğun yanı sıra, malın tahsis ve
kullanım amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydayı azaltan
veya ortadan kaldıran eksikler de ayıbın tespitinde dikkate alınabilecektir. Bunların ne
olduğu hakimin takdir hakkı çerçevesinde tespit edilecektir. Eksiklik hukuki, ekonomik
veya maddi olabilecektir.
bb) Malın Özelliklerine İlişkin Satıcı Beyanları
Satılan mal, lüzumlu vasıfları taşıması anlamında ayıplı olmasa bile, satıcı malın
başka bir takım özellikler taşıdığını söylemiş ve mal da bu özelliklere uymamışsa yine
ayıplı sayılacaktır. Satıcı beyanlarının başlı başına ölçüt alınabilmesi için bunların malda
bulunması gereken lüzumlu vasıflardan fazlasına yönelik olması gerekir. Bu fazladan
özellikler satıcı tarafından doğrudan sözle veya sözleşmede ifade edebileceği gibi,
ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda ya da reklam87ve ilanda da
belirtilmiş olabilir. Aslında tüm bunlar satıcıdan çok üreticinin sebep olduğu vaatlerdir;
böyle olmakla beraber, satıcı bunlardan sorumlu tutulmuştur. Bu düzenleme yönerge ile
de uyum içindedir. Eksiklik yine ekonomik, hukuki veya maddi olabilecektir.
Türk hukukunda garanti belgelerinin verilme zorunluluğuna gelince; BK'da bu
hususta herhangi bir hüküm yer almamaktadır. TKHK'da ise konu ayrıca düzenlenmiştir.
Garanti belgesi başlığını taşıyan 13'üncü maddede Sanayi ve Ticaret Bakanlığının Türk
Standartları Enstitüsünün görüşünü alarak tespit ettiği sanayi malları için garanti belgesi
düzenleme zorunluluğu düzenlenmiştir. Bu konuda çıkarılan "Garanti Belgesi Uygulama
Esaslarına Dair Yönetmelik" 14.06.2003 tarih ve 25318 sayılı Resmi Gazete'de 87 Sırf reklam mahiyetindeki beyanların tekeffül borcunu doğurmadığına dair bkz. Cevdet Yavuz " Türk Borçlar Hukuku Özel hükümler", s.101
58
yayımlanmıştır. Adı geçen yönetmeliğin 7'inci maddesinde garanti belgesinde bulunması
zorunlu bilgiler düzenlenmiştir. Yönetmelik sadece ekinde yer alan mallara zorunlu
olarak uygulanmak üzere çıkarılmıştır, diğer mallar için zorunluluk olmasa da garanti
belgesi verilmesine bir engel yoktur.
Kanunun 14'üncü maddesi ise, tanıtma ve kullanma kılavuzlarına ilişkindir.
Buna göre, yurt içinde üretilen veya ithal edilen sanayi malların tanıtım, kullanım, bakım
ve basit onarımına ilişkin Türkçe kılavuzla ve gerektiğinde uluslararası sembol ve
işaretleri kapsayan etiketle satılması zorunludur. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, kanunda,
sanayi mallarından hangilerinin tanıtma ve kullanım kılavuzu ve etiket ile satılmak
zorunda olduğunu ve bunlarda bulunması gereken asgari unsurları Türk Standartları
Enstitüsü'nün görüşünü alarak tespit ve ilanla görevli kılınmıştır. Kanunun verdiği
yetkiye dayanarak 14.06.2003 tarih ve 25318 Resmi Gazete'de "Tanıtma ve Kullanma
Kılavuzu Uygulama Esaslarına Dair Yönetmelik" çıkarılmıştır. Kanunun 18'inci
maddesinde de, zararlı veya tehlikeli mal ve hizmetlerin etiketlenmeleri ve bunların
kullanım kılavuzları özel olarak düzenlenmiştir. Ticari reklam ve ilanlar ise, 16 ve 17'inci
maddelerde ele alınmıştır. "Ticari Reklam ve İlanlara İlişkin İlkeler ve Uygulama
Esaslarına Dair Yönetmelik" de yine aynı tarih ve sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.
d) Nitelikleri
Bir malın ayıplı olarak nitelendirilebilmesi için maddi, hukuki veya ekonomik
eksikliklerden an az birini içermesi gerekmektedir. Bu eksikliklerin o malın değerini
tamamen ortadan kaldırması aranmayacak, azaltması da eksikliğin varlığı için yeterli
kabul edilecektir. Bir de bunlara 4822 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonucu niteliği
etkileyen miktar eksiklikleri eklenmiştir.
Maddi eksiklikler, malın yapısındaki, özündeki eksikliklerdir. Tabağın kırık,
makasın paslı, elmanın çürük, kumaşın yırtık, saatin bozuk olması gibi eksiklikler bu
tiptir.
Ekonomik eksiklikler ise, az enerji ile çalışan aletin daha çok enerji yakması,
aracın iddia edilen hızı yapamaması veya çamaşır makinesinin hazne kapasitesinin iddia
edilenin olması çıkması gibi malın gelirini veya verimini eksilten eksikliklerdir
59
Hukuki eksiklikler de, malın özünde herhangi bir eksiklik olmamakla beraber o
maldan kısmen dahi olsa yararlanmayı engelleyen, hukuki sınırlama veya yasaklamalar
olarak karşımıza çıkmaktadır. Çoğu vakit, satıcının zapta karşı garanti borcu ile
karıştırılabilecek bu durum için farklılık, hukuki engelin varlığının bir üçüncü şahıs
tarafından hak iddiasında bulunması ihtimalinde ortaya çıkmaktadır. Örneğin; sağlığa
zararlı olduğu için yasaklanan bir ürünün satılmasında satıcının zapta karşı garanti borcu
sebebiyle değil ayıba karşı garanti borcu sebebi ile sorumluluğu vardır. Bununla beraber
Yargıtay satılan bir otomobile gümrük idaresince el konulmasını, yanlış şasi numarası
vurulan otomobilin şasisine el konulmasını veya hacizli bir malın satılmasını da hukuki
ayıp olarak nitelendirmiştir88.
TKHK'da, 4822 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonucunda, niteliği etkileyen
miktar eksiklikleri açıkça ayıp olarak kabul edilmiştir."Miktar eksiklikleri, malın ağırlık,
hacim, yüz ölçümü gibi hususlarındaki eksiklikleridir. BK 194.maddesinin miktar
eksikliklerini kural olarak kapsamadığı kabul edilmektedir. Ancak malın mahiyeti gereği
miktar eksiklikleri malın vasfını etkiliyorsa, o zaman miktar eksiklikleri ayıp olarak
kabul edilecektir. Örneğin, bir kumaşın veya halının santimetrekaresinde bulunması
gereken ilmek sayısının daha az olması halinde mal ayıplı sayılır89”.
B) Ayıbın Varlığı
Türk mevzuatı açısından da "ayıp"ın ne olduğu çeşitleri ve ölçütleri ile
yukarıdaki bölümlerde ortaya konulmuş olduğundan bu başlık altında da, AB mevzuatına
ilişkin olarak yapılan açıklamalar paralelinde, ayıbın ne zaman oluştuğu üzerinde
durulacaktır.
Türk doktrininde, ayıbın hasarın geçmesinden önce mevcudiyeti kabul
edilmektedir. Bununla beraber ayıp, hasarın geçiş anından sonra ortaya çıkmış olsa bile
geçişten önceki bir sebepten kaynaklanmış ise sorumluluk satıcı üzerinde kalacaktır90.
88 Zevkliler, " Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun", s.66 89 İ.Yılmaz.Aslan, ag.e, s.112, (II. Baskı, 2004) 90 Aydın Zevkliler, “Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun”, s.70
60
Örneğin bozuk malzemenin kullanılması sonucu hasarın geçiş anından sonra meydana
çıkan eksikliklerden hasar sebebi ile alıcı değil; ayıp sebebi ile satıcı sorumlu olacaktır.
Kaldı ki hasardan satıcının sorumlu olduğu haller de vardır. Hasarın geçiş anı ise BK'nun
183'üncü maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, istisnai durumlar bir tarafa bırakılırsa,
hasar, yani satılan şeyin eksilmesi telef olması şeklindeki eksikliğin bedeli, sözleşmenin
kurulduğu andan itibaren alıcı üzerinde kalacaktır.
Muayene şartı ile satım sözleşmesi veya kısa elden zilyetliğin kazanıldığı haller
haricinde BK açısından malın alıcıya teslimi, sözleşmenin kurulmasının ardından
gerçekleşir ve teslime kadar oluşabilecek risk kural olarak alıcının üzerindedir. Oysa
Yönergede, teslim anına kadar ve en geç o anla beraber oluşan tüm zarar satıcı üzerinde
bırakılmıştır.
Hasarın geçişine dair BK hükümlerinin paraleli bir düzenleme TKHK'da yer
almamaktadır. Bununla beraber, kanunda BK hükümlerini zımnen dahi olsa ilga
edebilecek ayıbın doğduğu ana ilişkin herhangi hüküm olmadığı gibi, kanunun 30.
maddesi ile genel hükümlere yollama da yapılmıştır. Ayrıca, yönergenin hasarın geçişine
ilişkin ulusal düzenlemeler üzerinde etkili olmadığı kabul görmektedir91.
C) Ayıbın Gizliliği
BK ve TKHK’da, tüketici/alıcının ayıplı malı bilerek alması durumunda, satıcı
sorumlu kılınmamaktadır. Ancak tüketici bilerek satın aldığı ayıplı mal sebebi ile bir
zarara uğrarsa, ki bu zarar TKHK gereğince ölüm ve/veya yararlanmaya veya diğer
mallardaki zararla sınırlıdır, her ne kadar satıcıya karşı seçimlik haklarını kullanamıyorsa
da uğradığı zarar sebebi ile tazminat talebinde bulunabilecektir.
Tüketicinin ayıplı malı bilerek satın aldığı iddiasının ispatlanmasına gelince;
TKHK bu hususta sınırlayıcı bir düzenleme yapmamıştır. Bununla beraber satıcıya
getirilmiş bir takım yükümlülükler vardır. Bunlardan birincisi özürlü olan malın "özürlü"
ibaresi taşıması; ikincisi ise aynı ifadenin tüketiciye verilen fatura fiş veya satım belgesi
üzerinde gösterilmesidir. Tüm bunlar aslında satıcıya getirilen yükümlülükler olup;
satıcının, alıcının ayıbın varlığını bildiğini ispatlamak için dayanabileceği delilleri 91 Stephen Watterson, a.g.m., s.203
61
sınırlamıyorsa da, bu yükümlülüklerin yerine getirilmemesi satıcının işini ispat hukuku
açısından oldukça zora koşacaktır.
"Özürlüdür" etiketi malın doğrudan üzerinde olabileceği gibi, ambalajı üzerinde
de olabilir; aynı şekilde bu etiketi koyan satıcı kadar üretici de olabilir. Ancak etiketin
kolaylıkla okunabilen bir etiket olması aranmaktadır. Eğer mağaza bütünüyle, kat veya
reyon olarak özürlü malların satımına ayrılmış ve bu durum tüketicinin de fark edeceği
kadar aleni ise bu durumda etiketin konulmasına da gerek kalmayacaktır.
Yönerge ile kıyaslandığında, tüketicinin ayıbı öğrendiği ana gelince, kanunda
"bilerek satın almak"tan bahsedilmektedir. “Bilerek teslim almak” ifadesi
kullanılmadığından ötürü, sözleşmenin yapıldığı esnada ayıbı bilmeyen ancak teslimat
esnasında fark edip o an için teslimatı kabul eden alıcı da satıcıya karşı seçimlik haklarını
kullanabilecektir. Yönergede tüketicinin bilmesi veya bilmesinin kendisinden beklenmesi
ölçüt alınırken, TKHK'da, bir diğer farklılık olarak, tüketicinin gerçekten bilmesi
durumunda satıcının sorumluluğu ortadan kalkmaktadır. BK'da ise satıcının, alıcının
bildiği ve bilmesi gereken ayıplardan sorumlu olmadığı; bilmesi gereken ayıplardan da
ayrıca bunların var olduğunu vaat etmesi durumunda sorumlu olduğu düzenlenmiştir.
BK'nun bu hükümlerinin, tüketiciler açısından uygulanması beklenemez92. Bu bağlamda
tüketici haklarının üstün tutulması anlamında mevzuatımızın topluluk yönergesinden
ileride olduğu söylenebilir. Ancak "özürlü" etiketi taşıyan veya bu tür mallara ayrılmış
reyonda satılan mallar söz konusu ise, her ne kadar kanun tüketiciyi sadece "bildiği"
ayıplardan sorumlu tutuyorsa da; bu koşullarda tüketicinin ayıbı bilmediğini ispatlamak
zorunda kalması hakkaniyete uygun olacaktır.
Ayıbın varlığına ilişkin bir diğer husus da, ispat yükünün kime ait olduğu
meselesidir."Eğer, alıcı satılanı ifa olarak kabul etmişse, o zaman bozukluğun varlığını
alıcının kendisi ispat zorundadır; zira kabulde hiç değilse geçici olarak satılanın
sözleşmeye uygun olduğunun tanınması vardır. Eğer alıcı satılanı ifa olarak kabul
etmemişse, satıcı önerdiği eşyanın sözleşmeye uyduğunu ispatla yükümlüdür...ispat
yükünü taşıyan, bozukluğun tehlikenin (hasarın) geçtiği anda var veya yok olduğunu da
ispat zorundadır. Bu yüzden, alıcının bozukluğun satılanın teslim alındığı anda var
92 Mustafa Reşit Karahasan, “Türk Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri” , s. 167, 2002
62
olduğunu ispat etmesi yetişmez93”. Maldaki ayıp, bunun sebep olduğu zarar ve bunlar
arasındaki nedensellik bağının tüketici tarafından ispatlanacağı ise “Ayıplı Malın Neden
Olduğu Zararlardan Sorumluluk Hakkındaki Yönetmelik”in amir hükmüdür.
1999/44 sayılı yönergede yer alan satılan malın tesliminden sonra 6 ay içinde
ortaya çıkan ayıpların teslimat esnasında var olduğunu kabul eden karine mevzuatımızda
yer almaktadır.
D) Ayıbın Önemi
TKHK tarafından aranmayan, ayıbın satılan malın değerini veya faydasını
"önemli derecede" azaltması Borçlar Kanunu'nun 194'üncü maddesi gereğince açıkça
aranmaktadır. Üstelik bu kriter, 1999/44 sayılı yönergenin aksine, sadece dönme hakkı
sebebiyle değil tüm hakların kullanımı için asıldır. Bununla beraber, bu hükmün,
tüketiciler açısından uygulanacağı yönünde görüşler vardır94.
E) Ayıba Tüketicinin Sebep Olmaması
Ayıba, tüketicinin sebep olmasının tüketicinin seçimlik haklarını ortadan
kaldırdığına dair TKHK'da herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. BK'nun satıcının ayıba
karşı sorumluluğunu düzenleyen hükümlerinde de bu konuda herhangi bir düzenleme
yoktur. 1999/44 sayılı yönerge paralelinde, üretilen ayıplı malın malzemelerinin, bizzat
alıcı tarafından sağlanması ihtimaline gelince; kanunun 361'inci maddesi gereğince,
yönergeye paralel olarak, ortaya çıkan kusur (ayıp), iş sahibi (tüketici) yüzünden ortaya
çıkarsa, iş sahibi o şeyin kusurlu (ayıplı) olması sebebi ile doğan haklarını yitirecektir. Bu
hükmün TKHK'nun 30'uncu maddesi gereğince tüketicilere de uygulanması
gerekmektedir. Zira; tüketicinin taraf olduğu sözleşme sadece satım sözleşmesinden
ibaret değildir.
Oysa, talep veya dava edilen husus, ayıp sebebi ile uğranılan zararın tazmini ise
BK'nun 44'üncü maddesine göre, zarar gören, zarara sebebiyet verirse, tazminat 93 Kenan Tunçomağ, "Türk Borçlar Hukuku, Cilt II, Özel Borç İlişkileri", s.157, Sermet Matbaası, İstanbul:1977 94 Aydın Zevkliler, “Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun”, s.68, karşı görüş için bkz. İ.Yılmaz Aslan,”Tüketici Hukuku” s.124
63
miktarında indirim veya tazminatın tamamen kaldırılması söz konusu olabilecektir. Aynı
esas, “Ayıplı Malın Neden Olduğu Zararlardan Sorumluluk Hakkındaki Yönetmelik”in
6'ıncı maddesinde "...zararın, tüketicinin veya tüketicinin sorumlu olduğu üçüncü bir
kişinin kusurundan kaynaklanması halinde tüm hal ve şartlar göz önüne alınarak,
imalatçı/üreticinin sorumluluğu azaltılabilir veya kaldırılabilir." şeklinde kabul edilmiştir.
Bu düzenleme 85/374 sayılı yönerge ile de uyumludur.
F) Satıcının Kusursuzluğunu İspatlamaması
Satıcının, ayıbın varlığını bilmemesi sebebiyle sorumluluktan kurtulamayacağı
BK'nun 194'üncü maddesinin 2. fıkrasının amir hükmüdür. TKHK'nun 4'üncü
maddesinin 3. fıkrasının son cümlesinde yer alan "Satılan malın ayıplı olduğunun
bilinmemesi bu sorumluluğu ortadan kaldırmaz." şeklindeki ifadeyi sadece bir önceki
cümlede geçen ayıplı malın sebep olduğu zararlardan doğan sorumluluğa ilişkin olarak
değerlendirsek bile, TKHK'nun 30. maddesinin yaptığı yollama ile BK'nun 194'üncü
maddesi gereğince tüketicilerin seçimlik hakları için de ayıbın satıcı tarafından
bilinmemesinin satıcının sorumluluğunu kaldırmadığını kabul etmek gerekir. Bu sebeple,
yönergenin aksine hukukumuzda, satıcının üretici veya onun temsilcisi tarafından yapılan
beyanlardan haberdar olmadığını kanıtlayarak, bu sorumluluktan kurtulma ihtimali
yoktur. Satıcının kastının olmamasının bu sorumluluğu kaldırmadığı açıksa da, ihmali
dahi yoksa sorumluluğunun doğup doğmayacağı kanunda düzenlenmiş değildir. Zira,
kanun satıcının "kusursuzluğu"ndan değil "bilmemesi"nden bahsetmektedir.
Ayıplı malın sebep olduğu zarar sebebiyle doğan sorumluğa gelince; Sanayi ve
Ticaret Bakanlığı'nca çıkarılan "Ayıplı Malın Neden Olduğu Zararlardan Sorumluluk
Hakkında Yönetmelik" üreticinin ve satıcı da dahil olmak üzere onunla beraber
müteselsilen sorumlu olanların sorumluluğunun kusursuz sorumluluk olduğunu açıkça
ifade etmektedir. Aslında kanunda da ihmal ihtimali üzerinde açıkça durulmamışsa da en
azından kasıt ihtimalinin yani ayıplı malın bilerek satılmasının bu sorumluluğun doğması
için aranmadığı 4. maddenin 3. fıkrasının son cümlesinde "Satılan malın ayıplı
olduğunun bilinmemesi bu sorumluluğu ortadan kaldırmaz." denilmek sureti ile kabul
etmiştir.
64
Satıcının, ayıbın sebep olduğu zarar sebebiyle, üretici ile beraber müteselsilen
sorumluluğunun söz konusu olduğu durumlarda, her ne kadar kusursuzluğunu
ispatlayarak bu sorumluluktan kurtulma şansı yoksa da ilgili yönetmelikte bu
sorumluluğu kaldıran haller de düzenlenmiştir. Yedinci madde gereğince, üretici, malı
piyasaya sürmediğini, malın, satılmak gayesiyle veya ticari faaliyetlerin seyri sırasında
üretilmemiş olduğunu, tüm hal ve şartlar göz önünde bulundurulduğunda, zarara sebep
olan ayıbın, mal piyasaya sürüldüğünde mevcut olmadığını, malın teknik düzenlemesinin
ayıba neden olduğunu, mal piyasaya sürüldüğünde mevcut bulunan bilimsel ve teknolojik
bilgilerin, ayıbın varlığının bilinmesine imkan vermediğini ispatlayarak sorumluluktan
kurtulabilecektir. Aynı şekilde nihai malın tasarımı ya da bu malın
imalatçısının/üreticisinin talimatı sebebiyle, bütünü oluşturan parçalardan birinin
imalatçısı/üreticisi de, o malın ayıbından sorumlu olmayacaktır.
Bununla beraber; yönergede ifade edilen beyanların satım sözleşmesi
yapılıncaya kadar geri alınmış olması halini, ayıbın tespitinde malın lüzumlu vasıflarının
değil; satıcının beyanlarının ölçüt alındığı durumlarda, Türk hukuku açısından da satıcıyı
sorumluluktan kurtaran hal olarak kabul etmek yerinde olacaktır. Zira; satıcının geri
almış olduğu beyanlar ile, satım sözleşmesinin yapılması arasında nedensellik ilişkisi
kurulmadığından bahisle ayıbın varlığından bahsedilemeyecektir. Tüketim malının
alınmasında beyanlarının etkisizliği ise ayıpla beyanlar arasındaki illiyet bağını kopardığı
için aynı gerekçe ile ölçütün ortadan kalktığı düşünülebilir.
G) Satıcının Sorumluluğunun Kaldırılmamış Olması
TKHK'da ayıplı malın yol açtığı zarar sebebi ile satıcının sorumsuzluğunun
sözleşmeyle kabul edilip edilemeyeceğine dair herhangi bir hüküm yer almamaktadır.
Ancak kanuna istinaden çıkarılan yönetmeliğin 8. maddesinde "Sözleşme metninde veya
müstakil herhangi bir belgede tüketicinin bu Yönetmelikte yer alan haklarını
kullanmaktan feragat ettiğine dair veya imalatçının/üreticinin bu Yönetmelikten
kaynaklanan yükümlülüklerini sınırlayan veya ortadan kaldıran kayıtlar geçersizdir."
denilmek sureti ile ayıplı malın sebep olduğu zararlar sebebi ile satıcının sorumluluğunun
kısıtlanamayacağı veya kaldırılamayacağı kabul edilmiştir.
Seçimlik hakları açısından ise; Borçlar Kanunun 196'ıncı maddesi gereğince
65
satıcı, ayıbı hilesi ile gizlemediği sürece sorumluluğu sözleşme ile kısıtlanabilecek veya
kaldırılabilecek iken TKHK ile, bu konuda herhangi bir düzenleme yer almadığından,
sorumluluğun sözleşme ile kaldırılabilmesi ihtimaline son verilmiştir.95Bu konudaki
yetkinin, açıkça ilga edildiğine dair herhangi bir hüküm bulunmadığı iddiası karşısında
ise TKHK'nun "sözleşmede haksız şartlar"a ilişkin 6. maddesi tüketicinin elindeki son
koz olmaktadır96. Ancak belli koşullarda bu sözleşmelerin geçerli olabileceği yönünde
görüşler de vardır97.
Diğer taraftan, yönergede yer alan, uygunsuzluk ihbarının yapılmasından sonra;
tüketici ve satıcının anlaşması sureti ile yönergeden doğan hakların kısıtlanabileceğine
veya kaldırılabileceğine dair hükmün benzerine mevzuatımızda rastlanmamaktadır.
II. Şekli Koşullar
A) Genel Olarak
1. Muayene ( Yoklama) Külfeti
Malın ayıbını ortaya çıkarmak için yoklanması külfeti TKHK'da
düzenlenmemiştir. Bununla beraber, tüketiciye getirilmiş olan ihbar külfetinin yerine
getirilebilmesi için o malın kullanım amacı çerçevesinde kullanılmış veya en azından
kontrol edilmiş yani yoklanmış olması gerekir. Bu sebeple tüketicilerin de, örtülü de olsa
yoklama külfetinin olduğunu kabul etmek gerekir.
Kullanımı, mutlaka o malı çalıştırmak şeklinde algılamamak gerekir. Örneğin;
çiçekleri dökülen bir süs eşyası da konumu itibariyle kullanılmış sayılmalıdır. İhbar
yükümlülüğü 30 güne bağlandığına göre yoklamanın da en geç bu süre sonunda
tamamlanmış olması gerekir.
Borçlar Kanunu hükümlerine göre muayene genel olarak belli bir süreye
bağlanmamış; örf ve adete göre imkan doğar doğmaz bu yükümlülüğün de doğacağı 95 Aydın Zevkliler,"Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun" s.72, Seçkin, Ankara:2001 96 Ümit Gezder, “İnternette Akdedilen Sözleşmelerde Tüketicinin Korunması", s.273, Beta, İstanbul:2004 97 Bkz. Sayfa 84
66
kabul edilmiştir. Kanunun hayvan satımları hakkındaki 199'uncu maddesine göre; hayvan
satımında ayıpların muayenesinin yapılması için, teslimden veya alıcının teslimde
temerrüdünden itibaren 9 gün içinde muayene merciine müracaat edilmiş olunmalıdır.
Bizde, İsviçre'de olduğu gibi muayene mercii resmen tayin edilmemiştir. Bu 9 günlük
süre hayvanın gebeliğine ilişkin ayıplardan başkası hakkındadır ve sözleşme ile
uzatılabilir. Oysa TTK'un 25'inci maddesinin 3'üncü bendinde muayene süresi genel bir
hükümdür. Tüccarlar arasındaki ticari satımlarda emtianın ayıplı olduğu teslim sırasında
açıkça belli değil ise, alıcı teslimden itibaren 8 gün içinde şeyi muayene ettirmekle
yükümlüdür. Bu süre adi bir muayene ile meydana çıkacak ayıplar için kafi gelmeyebilir.
Bu taktirde TTK md 25 b3'ün son cümlesinin BK md 198 f II-III'e yaptığı yollamayla, adi
satımlarda olduğu gibi süre uzatılabilir. Ayrıca; "Muayene süresi satılan şeyin
mahiyetine, ilgili ticaret dalına ve ileri sürülen ayıbın cinsine göre değişir. İlkbaharda
alınan bir biçerdöver makinesi ancak yazın, bir kar temizleme makinesi ise kışın
denenebilir...98” Muayeneyi alıcı yapacağı gibi gerektiğinde uzmanlardan da
yararlanabilir99.
2. İhbar (Bildirim) Külfeti
Tüketicinin ihbar külfeti TKHK'da düzenlenmiştir. Buna göre, tüketici malın
teslimi tarihinden itibaren 30 gün içerisinde ayıbı satıcıya bildirmekle yükümlüdür.
Aslında bu hüküm yönergenin üye devletlere verdiği yetki ile kıyaslandığında, 2 aydan
azdır. Sürenin başlangıç anı olarak eşyanın tesliminin gösterilmiş olması da, yönergeye
aykırıdır. Zira, yönergede, bu süre, uygunsuzluğun tespit edilmesi gereken andan dahi
değil gerçek anlamda tespit edildiği andan başlar.
BK'nun getirdiği düzenlemeye gelince; kanun ihbarı kati bir şekle ve süreye
bağlamamıştır. İhbarın derhal yapılması gerekecektir. Hayvan satımlarında ise 9 günlük
yoklama süresi içinde ihbar da yapılmış olmalıdır. TKHK gereğince alıcının tüketici
olduğu durumlarda bu maddelerin uygulanması tüketici aleyhinedir. Bununla beraber
BK'nun hayvan satımına ilişkin hükümlerinin konusu itibariyle özel olması sebebiyle,
tüketicilere için de uygulanabileceği yönünde görüşler de vardır100.
98 Haluk Tandoğan, a.g.e., s.179 99 Mesafeli satışlarda bu tespit mahkeme eliyle yapılmaktadır. 100 Aydın Zevkliler, "Borçlar Hukuku", s.39, Savaş Yayınları, Ankara:1987
67
TKHK'na göre; satıcının ağır kusuru ve hilesi, sorumluluğuna ilişkin
zamanaşımı süresini ortadan kaldırır iken; ihbar süresi üzerinde etkili değildir. Aynı
şekilde malın veya ayıbın niteliğine göre de bu sürenin uzatılabileceğine dair herhangi bir
hüküm de yoktur. Oysa ayıp malın tesliminden çok sonra ortaya çıkabilir. TKHK'dan
farklı olarak, Borçlar Kanunu'nun 200'üncü maddesinde satıcının hilesinin varlığı halinde
gecikmiş ihbara rağmen alıcının seçimlik hakları kullanabilmesi tanınmakta ve; 198'inci
maddesinde de sonradan ortaya çıkan ayıpların derhal ihbar edilebileceği kabul
edilmektedir. Bu hükümlerden, TKHK'nun 30'uncu maddesi gereğince, tüketicilerin de
yararlanabilmeleri gerekmektedir.
Tacirler arasındaki ticari satımlarda teslim sırasında belli olan ayıplar içinse
teslimden itibaren 2 gün, muayene sonucu ortaya çıkacak ayıplar içinse, teslimden
itibaren 8 gün ihbar süresi kabul edilmiştir. Bu sürenin, muayene süresi içinde mi üzerine
mi işleyeceği hususunda doktrinde fikir ayrılıkları vardır.101 TTK'nun 20'inci maddesi
bazı koşullarda tacirler arası ihbar ve ihtarları şekle bağlamıştır. Yargıtay, ticari
satımlardaki ayıp ihbarında da ispat102veya geçerlilik103 koşulu olarak ihbarın noter
aracılığı ile, iadeli taahhütlü mektupla veya telgrafla yapılmasını aramaktadır.
İhbar ayıbın varlığına ilişkindir. İhbar süresi içinde seçimlik hakların
kullanılması bir zaruret değildir104. Ayıp sebebi ile doğan haklar, ihbar süresinde
kullanılmasa bile zamanaşımı süresi içinde talep edilebilir. Hatta Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu, alıcının süresinde ihbarda bulunmamasına rağmen ihbar süresi geçtikten sonra
satıcının ayıbı kabul etmesi durumunda alıcının seçimlik haklarını kullanabileceği
yönünde içtihatta bulunmuştur.105
3. Zamanaşımı - Hak Düşürücü Süre
101 Haluk Tandoğan, a.g.e., s.181 102 Yargıtay 19. HD.’nin 2002/2445 E, 2002/3993 K ve 13.05.2002 tarihli kararı 103 Yargıtay 19. H.D.’nin 2003/2208 E, 2004/366 K ve 22.01.2004 tarihli kararı 104 Haluk Tandoğan, a.g.e., s.180 105 Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2003/19-184 E 2003/200 K ve 26.03.2003 tarihli kararı
68
Tüketici kendisine tanınmış olan hakkı ancak süresi içerisinde kullanabilir.
Tarafların, satıcının ayıplı mal sebebi ile doğan sorumluluğuna ilişkin zamanaşımını
süresini kanundakinden uzun belirleyebilecekleri TKHK ve BK ile açıkça kabul edilmiş;
ancak böyle bir belirlemenin olmadığı yerde konu bir tamamlayıcı hukuk kuralı
mahiyetinde düzenlenmiştir.
Tüketiciler, TKHK hükümleri gereğince ayıp sebebiyle sorumlu olanlara, daha
uzun bir süre ile sorumluluk üstlenmemişlerse, malın tüketiciye teslimi tarihinden
itibaren iki yıllık zamanaşımı süresi içerisinde seçimlik hakları sebebi ile başvurabilirler.
Bu süre konut ve tatil amaçlı taşınmaz mallarda beş yıldır. BK’da ise bu süre,
taşınmazlarda binalara ilişkin ayıplar sebebi ile tekeffülde beş yıl, diğer hallerde, her
türlü satım konusu mal için 1 yıl olarak belirlenmiştir.
Ayıplı malın neden olduğu her türlü zararlardan dolayı yapılacak talepler ise üç
yıllık zamanaşımına tabidir. Bu talepler zarara sebep olan malın piyasaya sürüldüğü
günden başlayarak on yıl sonra ortadan kalkar. Alıcı, BK'nun 60'ıncı maddesine
dayanarak dava açma yoluna giderse bu davanın, zararın ve failin öğrenildiği tarihten
itibaren 1 yıl ve her durumda zarara sebep olan fiilden itibaren 10 yıl içinde açılması
gerekmektedir. Bu süre haksız fiil sebebi ile açılacak davalarda genel zamanaşımı
süresidir.
Ancak, satılan malın ayıbı, tüketiciden satıcının ağır kusuru veya hile ile
gizlenmişse zamanaşımı süresinden yararlanılamaz.
B) Mesafeli Satımlarda Tüketicinin Külfetleri
Alıcıya gönderilen malların ayıplı olduğunu alıcının ileri sürebilmesi için,
alıcının BK'nun 201'inci maddesi gereğince yerine getirmesi gereken ek bir takım
külfetler vardır. Ancak alıcı için, bu yükümlülüklerin doğması için, satımın mesafeli
satım olması106ve alıcının bulunduğu yerde satıcının temsilcisinin bulunmaması gerekir.
Eğer böyle bir temsilci varsa alıcı, ihbar yükümlülüğünü yerine getirerek bu külfetlerden
kurtulacaktır. Aksi taktirde; aşağıdaki külfetlerin yerine getirilmesi gerekecektir.
106 TTK'nun 25'inci maddesine göre "sif ve denizaşırı satımlar" BK'nun 201'inci maddesine tabi olmayacaktır
69
(a) Muhafaza Külfeti: Alıcı, ayıplı malı derhal satıcıya göndermeyecek, teslim
alınıncaya dek masrafları satıcıya ait olmak üzere o malın değer kaybına uğramaması için
gereken uygun önlemleri alacaktır.
(b) Mahkemece Tespitini Sağlama Külfeti: Bu külfet zorunlu değildir. Ancak yerine
getirilmemesi alıcıyı zora sokacaktır. Eğer alıcı ayıbın varlığını mahkemeye tespit
ettirmez ise, teslimat anında ayıbın varlığını ispat etmek zorunda kalacaktır.
(c) Sattırma Külfeti: Alıcı malın bozulma ihtimali söz konusu ise, bunu mahkeme
aracılığıyla sattırabilir. Eğer bozulacağına kesin gözle bakılıyorsa, bu alıcı açısından bir
zorunluluktur. Aksi halde ortaya çıkan zarardan sorumlu olacaktır.
Mesafeli satımlar, TKHK'nun 4'üncü maddesinde düzenlenmiş bir husus
olmamakla beraber, kanunun 9/A maddesinde "mesafeli sözleşmeler" başlığı altında,
ayrıca ele alınmıştır. Mesafeli sözleşmeler; yazılı, görsel, telefon ve elektronik ortamda
veya diğer iletişim araçları kullanılarak ve tüketicilerle karşı karşıya gelinmeksizin
yapılan ve malın veya hizmetin tüketiciye anında veya sonradan teslimi veya ifası
kararlaştırılan sözleşmelerdir. Maddenin 5'inci fıkrasının 8'inci maddeye yaptığı atıfla
"Tüketici, malın mutat kullanımı sebebi ile meydana gelen değişiklik ve bozulmalardan
sorumlu değildir."Görüldüğü üzere, burada tüketiciye getirilen tek yükümlülük "mutad
kullanım"dır. Tüketici bunun ötesinde külfet altında değildir. Bununla beraber, BK
hükümlerinin tüketiciler için de yürürlükte olduğunu yönünde görüşler de vardır107. Zira,
TKHK’nun 30’uncu maddesi ile genel hükümlere açıkça atıf yapılmaktadır. 13.06.2003
tarih ve 25137 sayılı Resmi Gazete'de Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından "Mesafeli
Sözleşmeler Uygulama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik" çıkarılmıştır. Söz konusu
yönetmelikte BK hükümleri paralelinde, tüketiciye getirilmiş başlı başına bir yükümlülük
yoktur. Ancak; niteliği itibariyle iade edilemeyecek, hızla bozulma veya son kullanma
tarihi geçme ihtimali olan mallar söz konusu olduğunda tüketici cayma hakkını
kullanamayacaktır.
Üçüncü Bölüm
107 Aydın Zevkliler, "Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun", s.78
70
SATICININ AYIPLI MAL TESLİM ETMESİNDEN DOĞAN
SORUMLULUĞUN HUKUKİ NİTELİĞİ
§1. AB Hukukunda Satıcının Sözleşmeye Uygun Olmayan Mal Teslim
Etmesinden Doğan Sorumluluğun Hukuki Niteliği
I. Mevzu Hukuktan Doğan Sorumluluk
Konunun, yönergede ele alınmış olması, topluluk hukuku açısından kaynak
kabul edilen hukukun genel ilkeleri108düzeyinde bırakılmadığını; aksine bizzat yazılı
hukuk kurallarına bağlandığını göstermektedir.
Yönerge, satıcının tüketiciye karşı sorumluluğun varlığını, tarafların, hatta üye
devletlerin inisiyatiflerine de bırakmamış; bilakis, bu hususu tüketici lehine bir alt sınır
olmak üzere doğrudan ele almıştır. Zira; malın doğası gereği taşıması beklenen lüzumlu
özellikleri taşımaması halinde, borç doğrudan yönergeden doğmakta; aynı şekilde satıcı,
sorumluluğu kabul etmese dahi vaatlerde bulunması ve satılan malın bu vaatlere
uymaması halinde yine yönerge gereği sorumlu olmaktadır.
II. Alt Sınır Sorumluluk
Yönergeler, asgari tek düzeliği sağlamak amacı ile, genel olarak emredici
hükümler üzerine kurulmuştur. Bununla beraber, üye devletlere daha yüksek koruma
sağlamak amacı ile ve yönergeye aykırı olamamak kaydıyla daha sıkı hükümler kabul
edebilme hakkı tanınmıştır. Bu da yönergeleri, bir nevi tamamlayıcı hukuk kuralları
mahiyetine sokmaktadır.
Bu husus 1999/44/EC sayılı yönergenin de kabul ettiği genel yaklaşımdır.
Yönergenin sekizinci maddesi ile ulusal hukukların tüketiciye sağladığı haklar
kaldıramayacak, aksine ulusal hukuklar ile tüketiciye yönergeden daha fazla koruyuculuk
sağlayan ve yönergeye aykırı olmayan yeni hükümler getirebilecektir. Ulusal hukukun
108 Ünal Tekinalp “Topluluk Hukuku Kaynakları Özellikleri”, Tekinalp&Tekinalp”Avrupa Birliği Hukuku", s.74, Beta, İstanbul:2000
71
daha yoğun koruyuculuğu kabul edilirken; yedinci madde ile ulusal hukukun, yönergenin
önüne geçmek sureti ile yönergeden kaynaklanan hakları ortadan kaldırması engellenmiş
ve bu engel, üye olmayan devlet hukuklarının tercih edilmesi ihtimali için de
yinelenmiştir. Başka bir ifade ile, üye devletler, tarafların kendi hukuklarını ya da üçüncü
bir devletin hukukunu tercih etmeleri durumunda, tüketicinin yönergeden kaynaklanan
haklarının ihlal edilmemesi için gereken önlemleri almak durumunda olacaklardır. Sonuç
olarak, yönerge ve ulusal hukuk tüketici aleyhine birbirlerini açık veya örtülü olarak ilga
edemeyeceklerdir.
Sözleşmenin her iki tarafında da o ülke vatandaşının veya satıcı açısından ulusal
tüzel kişiliğinin olması ve sözleşmenin o üye devlette ifa edilecek olması durumunda,
üçüncü bir devlet hukukunun tercih edilebilirliği tamamen o ülke hukukuna ait bir
meseledir. Bununla beraber, taraflarca üçüncü bir devlet hukukunun tercih edilmesi
yöntemi ile yönerge hukukunun sağladığı asgari koruyuculuğun askıya alınması
engellenmektedir. Üçüncü devlet hukukunun tüketici açısından daha koruyucu olması
durumunda yönergeye aykırılık olmayacaktır. Yönergenin sağladıklarının altında bir
garanti sağlanması durumunda ise, üye devlet ülkesini yakından ilgilendirip
ilgilendirmediğine bakılacaktır. Zira; yönergenin 7’nci maddesinde bu husus açıkça
aranmıştır109.
Üye devlet ülkesini neyin ilgilendirip ilgilendirmediği yönergede açıklığa
kavuşturulmuş değildir. Bu kavramı, toprak bütünlüğü veya mülkiyet hakları açısından
algılamak, tüketiciden çok satıcının çıkarlarına hizmet edeceğinden, yönergenin amacı
doğrultusunda, mülkilik ve şahsilik ilkelerine göre değerlendirme yapmak gerekecektir.
Bununla beraber, üye devlet ülkesinin müdahale hakkı, her iki ülkenin uluslararası hukuk
kuralları çerçevesinde değerlendirilecektir. Kaldı ki; " .... milletler arası emredici nitelik
taşıyan hukuk kurallarının ait olduğu hukukun yetkili olup olmamasına göre, aykırı akit
şartlarının geçersiz, veya geçerli akit şartlarının etkisiz (ineffective term) sayılması söz
konusudur110.
Yedinci maddede geçen haklar kelimesi ile tüketici lehine doğan haklar ifade
109 Madddeye göre; " Üye devletler, sözleşme hükümleri gereğince, üye devlet ülkesini yakından ilgilendiren ancak üye olmayan devlete ait hukukun tercih edilmesi sureti ile, yönergenin sağladığı korumadan, tüketiciyi yoksun bırakmamak için gerekli tedbirleri alırlar." 110 Gülin Güngör, “ Milletlerarası Özel Hukukta Tüketicinin Korunması", s.126, Yetkin, Ankara:2000
72
edilmektedir. Çünkü; aksine bir durumun tüketici için bağlayıcı olmayacağı açıkça ifade
edilmiştir. Bu sebeple sözleşme ile kararlaştırılan, ancak satıcı aleyhine sonuçlar
doğurabilecek hükümler geçerliliğini koruyacaktır.
Ancak yine de 7. maddede geçen " ...uygunsuzluk satıcıya ihbar edilmeden
satıcı ile yapılan sözleşme ile satıcının sorumluluğun kaldırılamayacağı veya
kısıtlanamayacağı" şeklindeki hüküm karşısında, uygunsuzluk ihbarının satıcıya
yapılmasından sonra yönergeden doğan hakların tüketici açısından kısıtlanabileceğini
veya kaldırılabileceğini kabul etmek gerekir.
"Uluslararası Borçlar Kanunu" olarak kabul edilen BM Konvansiyonunun "1/1-a
maddesine göre, davanın görüldüğü ülkelerin kanunlar ihtilafı kurallarına göre akit
devletlerden birinin ülkesi hukukunun uygulanması söz konusu olduğunda da mahkeme
tarafından Konvansiyon uygulanacaktır. Bu yolla Konvansiyon, taraf olmayan ülke
mahkemelerince de uygulama imkanına sahiptir. Ancak taraflar sözleşmelerine
koyacakları bir hükümle, - 12.maddedeki durum dışında - Konvansiyonun aralarındaki
sözleşmeye uygulanmayacağını kararlaştırabilirler. (md.6) Şayet taraflar, sözleşmelerine
söz konusu Konvansiyon hükümlerinin kısmen veya tamamen uygulanmasını
istemiyorlarsa, bunu sözleşmelerine açıkça yazmalıdırlar. Aksi halde muayyen bir
devletin Konvansiyon dışındaki kurallarını hedefleyen taraflar arasındaki akdi ilişkiler,
tarafların ön görmedikleri veya dikkate almadıkları hukuk normlarına tabi olur111”.
III. Akdi (Hukuki İşleme Aykırılıktan Doğan) Sorumluluk
Satıcının, satım sözleşmesine uygun mallar satma zorunluluğu ve bu
zorunluluğun yerine getirilmemiş olmasının yaptırımlara bağlanmış olması, açıkça
göstermektedir ki topluluk mevzuatı açısından da satıcının sorumluluğu,
mevzuatımızdaki ayırıma göre haksız fiil veya sebepsiz zenginleşmeden değil; akde
aykırılıktan doğmaktadır112. Bununla beraber, ölçüt her ne kadar "akde aykırılık" ise de,
önceki bölümlerde de ifade ettiğimiz gibi, bu, borcun kaynağının "yönerge" olduğu
gerçeğini değiştirmez. Başka bir ifade ile, satıcı sözleşme ile sorumluluğu açıkça
üstlenmemiş olsa dahi, yönergeye göre sorumlu tutulacak ancak; kişinin yönergeye göre
111 Cemal Şanlı - Nuray Ekşi "Uluslararası Ticaret Hukuku", s.45, Beta, İstanbul:2000 112 Akde aykırılık hususunda bkz.Christian von Bar, a.g.m.
73
satıcı sıfatı ile sorumlu tutulabilmesi için satım sözleşmesinin varlığı aranacaktır.
Yönerge açısından sözleşme her ne kadar, öncelikle satım sözleşmeleri ise de
1’inci maddenin 4’üncü fıkrasının açık hükmü gereğince istisna sözleşmeleri de bu
kavrama dahildir.
IV. Tali ve Fer'i Sorumluluk
Satıcının, sözleşmeye aykırı mallar teslim etmiş olması sebebi ile doğan
sorumluluğu, ikinci sırada ve yan borçlardandır. Çünkü sözleşme bir şekilde geçersiz
kalırsa veya satılan hiç teslim edilmezse, satıcının bu yönerge çerçevesinde sorumluluğu
doğmayacaktır. Zira; yönergenin üçüncü maddesinde satıcının, eşyanın teslimi sırasında
ortaya çıkan uygunsuzluktan, tüketiciye karşı sorumlu olduğu açıkça ifade edilmiştir.
V. Hukuki Sorumluluk
Yönerge, tüketim mallarının sözleşmeye uygunsuzluğu cezai yaptırımlara değil;
malın onarılmasını, değiştirilmesini, semeninden indirim yapılmasını veya sözleşmeden
tamamen dönmeyi istemek şeklinde hukuki yaptırımlara bağlamıştır. Bu, AB'nin kriminal
cezalar verebilme yetkisinin olmamasının doğal bir sonucudur.
VI. Kusursuz Sorumluluk
Yönerge, satıcının sorumluluğunu, tüketicinin satıcının kusurlu olduğunu
ispatlaması koşuluna bağlamamıştır. Burada, tüketiciye düşen yükümlülük, malın satımı
esnasında sözleşmeye uymadığını ispatlamaktan ibarettir. Hatta bu ispat yükü de
hafifletilmiştir. Zira eğer uygunsuzluk bu malın teslimi anından itibaren 6 ay içerisinde
ortaya çıkarsa, tüketici, malın teslim edildiği anda da uygunsuz olduğu yönündeki
karineden yararlanabilecektir. Tüketici, ancak; malın teslimi anından itibaren 6 ay sonra
böyle bir iddiada bulunursa, malın teslim edildiği anda da sözleşmeye uygunsuz
olduğunu ispatlamak zorunda kalacaktır.
Yönergede, yine de satıcıya tamamen kusursuz olduğunu kanıtlamak kaydıyla
74
bu sorumluluktan kurtulabilme imkanı verilmiştir. Bununla beraber, bu imkan sadece
vaatlerinin ayıbın tespit edilmesinde ölçüt alındığı hallerde mevcuttur. Zira; eğer satılan
emsallerine göre taşıması gereken lüzumlu vasıfları taşımıyorsa, satıcı burada kusuru
olmadığını ispatlamak sureti ile sorumluluktan kurtulamayacaktır.
Oysa; uygunsuzlukta ölçüt beyanları ise, satıcı, üretici veya temsilcisine ait
beyanlardan haberdar olmadığını veya olmasının kendisinden beklenemeyeceğini,
sözleşmenin tamamlandığı ana kadar kendisinin veya bunların beyanlarının düzeltildiğini
veya tüm bu beyanların tüketicinin o malı alması konusunda etkili olmadığını kanıtlamak
sureti ile bu sorumluluktan kurtulabilecektir.
Kuşkusuz, satıcının yapılan beyanlardan habersiz olması gerekçesiyle,
sorumluluktan kurtulabilmesi bu beyanların kendisi tarafından yapılmamış olması
ihtimalinde ortaya çıkabilir. Beyanı yapan, satıcının yardımcısı, temsilcisi veya 2’nci
maddenin 2’nci fıkrasının (d) bendinde açıkça yazıldığı üzere üretici veya onun temsilcisi
de olabilir. Ancak; beyanların satıcının kendi temsilcisi tarafından yapılması durumunda,
satıcı bu beyanları bilmese bile, bilmesinin kendisinden beklenmesi gerekir. Zira; aksinin
kabulü temsil ilişkisinin hukuki sonuçlarını inkar etmek olacaktır. Malın üreticisinin veya
onun temsilcisinin yaptığı beyanların, satıcı tarafından bilinmemesine gelince; bu
kişilerin tüketici ile doğrudan ilişki kurma ihtimalleri son derece zayıf olup; tüketiciye
kadar ulaşabilen beyanları çoğunlukla etiketler, kullanım kılavuzları veya reklamlar yolu
ile olur ki; satıcının da bunlardan haberdar olmaması veya olmasının kendisinden
beklenememesi ihtimali, her olayı kendi özellikleri ile değerlendirmek gerekmekle
beraber, oldukça zordur. Zira burada bilmediğini iddia edeceği, beyanların doğruluğu
değil varlığıdır.
Beyanın, sözleşme yapılıncaya dek düzeltilmesi ihtimali ise, zaten satıcının
vaadini dolayısıyla bu vaadin ölçüt alınması sureti ile belirlenen ayıbı ortadan kaldıran
bir haldir. Bununla beraber, sözleşmenin ne zaman kurulmuş kabul edileceği, beyanın ne
şekilde geri alınacağı ve bu hususta ispat yükünün nasıl yerine getirileceği diğer
ihtimallerde de olduğu gibi uygulaması ulusal hukuklara bırakılmış yönergede yer alan
bir hukuki boşluk halidir. “Beyanatın bizzat satıcı tarafından düzeltilmesinin aranmaması
75
da satıcıya tanınmış olan bir imkandır”113.
Beyanların ne derece etkili olduğu hususu ise, ispatı son derece zor; sübjektif bir
durumdur. Bu durum, satıcıya düşen belki de en zor ispat yüküdür. Zira, ortada hem bir
beyan vardır, hem de tüketici, kararını verirken bundan etkilenmemiştir. Tüketicinin bu
beyanı duymaması, bilmemesi halinde etkilenmemesi doğaldır. Hatta beyan ulaşmış
olmasına rağmen kavranmamış da olabilir. Örn; satıcının dilini çok az bilen bir
tüketicinin huzurunda satıcı, tanıtımını yapmış, tüketici bunu duymuş ancak tam olarak
kavramamış olabilir. Bir diğer durum da tüketicin kavramasına rağmen etkilenmemiş
olması ihtimalidir ki bu durum ispatı neredeyse imkansız son derce sübjektif bir
durumdur. Çünkü burada, tüketicinin malı almaktaki farklı amacını dışa vurulmuş olması
ve bunun da ispatlanabilir olması gerekecektir. Tüm bunların yanı sıra, uygunsuzluğa
sebep olan malzemenin tüketici tarafından sağlanmış olması veya uygunsuzluktan
tüketicinin haberdar olması gibi koşullar da, satıcının sorumluluğunu ortadan
kaldıracaktır.
VII. Bireysel Sorumluluk
Yönerge, satılan malın ayıplı çıkması durumunda, doğrudan satıcının
sorumluluğuna özgülenmiştir. Bu sebeple, üretici veya ithalatçı gibi kişilerin, yönergeye
göre, satıcı ile birlikte müteselsilen sorumlulukları yoktur. Ancak 1999/44/EC sayılı
yönergenin 12’nci maddesi yine de Komisyonu üreticinin doğrudan sorumluluğuna
ilişkin teklif ve görüşleri içerir bir rapor düzenleme ve sunma konusunda
görevlendirmiştir. Üreticinin sorumluluğunun yönergeye dahil edilmesi durumunda,
sözleşmeden dönme veya semenden indirim gibi yaptırımların üreticiye karşı ileri
sürülemeyecek olması, yönergenin yapısında ciddi değişikliklere yol açabilecektir.
Bununla beraber, bu durum, özellikle satıcının iflası gibi durumlarda, çaresiz kalan
tüketiciyi korumak için kaçınılmaz bir ilerlemedir114.
Bu hedefin haricinde, sayılan kişilerin ihmal veya kasıtlarının bu uygunsuzluğa
yol açmaları ihtimali, satıcının rücu hakkı meselesinde ele alınmış; ancak bu hakkın
113 Ewoud Hondıus and Harriet Schelhaas "In Conformity with the Consumer Sales Directive? Some Remarks on Transposition Into Dutch Law", European Reviewof Private Law, 2&3, 327-336, Kluwer Law International, Netherlands: 2001 114 Dirk Staudenmayer, s. 563
76
kullanılması onların kusuruna bağlanmıştır. Rücu edilen seçimlik haklar değil satıcının
bu sebeple uğradığı zararın tazminidir. Satıcıya, yönerge ile tanınan rücu hakkı
meselesinde sayılan ve satım zinciri içinde bulunan kişilere, tüketicinin doğrudan başvuru
imkanı yoktur115. Bu kişilerin tüketiciye karşı olan kusursuz sorumluluğu ise ayrı bir
yönerge olan 1985/374/EEC sayılı yönergede ayrıca düzenlenmiştir.
VIII. Ölçülü Sorumluluk
Yönergede, satıcının sorumluluğu rakamsal olarak sınırlandırılmamıştır116.
Bununla beraber, tüketicinin seçim hakları çerçevesinde, satıcının, tüketicinin uğrayacağı
zarar kadar değil; ayıplı çıkan yani sözleşmeye uymayan mal kadar sorumluluğu vardır.
Aksinin kabulü, tüketicinin sebepsiz zenginleşmesine yol açabilecektir. Zira, yönerge
"ölçüsüzlüğü" açıkça reddetmektedir.
Onarım hakkının veya yenisi ile değişimin talep edilebilmesi için bunun imkan
dahilinde olması gerektiği gibi, aynı zamanda ölçülü de olması gerekir. Tercih, malın
veya uygunsuzluğun değerini aşarsa veya diğeri tüketici açısından bir sakınca
doğurmadığı halde satıcıya gereksiz bir maliyet yüklerse, ölçüsüz kabul edilecektir.
Ancak böyle bir durum yoksa, satıcı, nakliye, işçilik veya malzeme gibi her türlü masrafı
üstlenerek bu talebi yerine getirmek zorunda kalacaktır.
IX. Süreli Sorumluluk
Yönergede, satıcının tüketiciye karşı sorumluluğu zaman yönünden
sınırlandırılmıştır. Bu süre, eşyanın tesliminden itibaren iki yıldır ve üye devletler de bu
süreden daha kısa bir süre kararlaştıramayacaklardır. Aslında bu süre, zaten üye
devletlerin çoğu için kabul edilmiş sürenin altındadır117. İkinci el eşya için ise bir yılın
altında olmamak kaydı ile daha kısa bir süre kararlaştırabileceklerdir. Yönergede
düzenlenen bu süre, zamanaşımı süresi olarak değil hak düşürücü süre olarak kabul
edilmekteyse de, yönergede ulusal hukukların konuya ilişkin zamanaşımı sürelerinin de 115 Anne- Dorte Brunn Nielsen, , s.191 116 1985/374 sayılı yönergede, ise tazminatın üst sınırının yönergenin belirlediği rakamın altında kalmamak kaydıyla üye devletlerce belirlenebileceği kabul edilmiştir. 117 Ewoud Hondıus and Chistoph Jeloscheck, " Towards A European Sales Law- Legal Challenges Posed By The Directives On The Sale Of Consumer Goods and Associated Guarantees", European Review of Private Law 2&3:257-161, Kluwer Law International, Netherlands: 2001
77
iki yılın altında olamayacağı açıkça ifade edilmiştir. İki sürenin ilişkilendirilmesine dair
hükmün yönergede yer alması önerilmektedir118.
§ 2. Türk Hukukunda Satıcının Ayıplı Mal Teslim Etmesinden Doğan
Sorumluluğunun Hukuki Niteliği
I. Kanuni Sorumluluk
Türk mevzuatında da satıcının ayıba karşı garanti borcunun kanunen
düzenlenmiş olması borcun kaynağının kanun olduğunu açıkça ortaya koymakta ve bu
kavramın kanunen mevcudiyeti119konunun satıcın inisiyatifine bırakılmadığını
göstermektedir. Buna göre, satılan malın yasal ölçütlere veya satıcı beyanlara uymaması
halinde satıcı kanun gereği sorumlu olmaktadır.
Satıcının vaatlerinin başlı başına ayıba kriter olması, vaatlerin tüketim malının
doğası gereği taşıması gereken lüzumlu özelliklerin üzerinde olması ihtimalinde
gerçekleşebilecektir. Zira doğasına uygunsuzluk durumunda bu vaatler olmasa dahi
sorumluluk doğacaktır. Vaatler, sadece malı tanımlamaya yönelik olabilir; çünkü satıcı
"aksi taktirde sorumluyum" taahüdünde bulunmasa, hatta bu sorumluluk sözleşmeyle
açıkça kaldırılsa dahi, kanun gereği yine sorumlu olacaktır. Zira; satıcının ayıplı mal
sebebiyle sorumluluğunu kaldıran veya kısıtlayan sözleşmeler TKHK ile tüketiciler
açısından önemini yitirmiştir120.
BK'nun 205. maddesine göre, hayvan alım satımında satıcının ayıplı mal teslimi
sebebi ile sorumluluğunun doğabilmesi için bunun açıkça üstlenmiş olması veya alıcıyı
kandırmış olması aranacaktır. Başka bir ifade ile satıcı alıcıyı kandırmadığı sürece,
ayıptan doğan sorumluluğu sözleşme yapılırken ayrıca kabul etmemişse, kanun gereği
sorumluluğu doğmayacaktır. Bu hükümlerinin tüketiciler için de uygulanacağı yönünde
görüşler vardır121.
118 Dirk Staudenmayer, a.g.m., s.556 119 Cevdet Yavuz, "Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler" s.91, Beta, İstanbul:2002 120 Aydın Zevkliler, “Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun" s.72, Seçkin, Ankara:2001 Karşı görüşe bir alt başlıkta yer verilmiştir. 121 Aydın Zevkliler, Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun" s.76
78
II. Zorunlu Sorumluluk
Borçlar Kanunun 196'ıncı maddesi gereğince satıcı ayıbı hilesi ile gizlemediği
sürece sorumluluğu sözleşme ile kısıtlanabilecek veya kaldırılabilecektir. Oysa TKHK
ile, bu hak açıkça tanınmamakla, sorumluluğun sözleşme ile kaldırılabilmesi ihtimaline
son verilmiştir122. Bu konudaki yetkinin, açıkça ilga edildiğine dair herhangi bir hüküm
bulunmadığı iddiası karşısında ise TKHK'nun "sözleşmede haksız şartlar"a ilişkin 6.
maddesi tüketicinin elindeki son koz olmaktadır123. Ancak Aslan şu koşullarda bu
sözleşmelerin geçerli olabileceğini söylemektedir; “satıcının borçlarını sınırlayan veya
ortadan kaldıran bir sözleşme mutlak yazılı olarak yapılmalı, böyle bir sözleşme veya şart
“genel işlem şartları” olarak değerlendirilebilecek sözleşme hükümleri içinde yer
almamalı, böyle bir sözleşme veya şart “garanti belgesi” içinde düzenlenmemiş olmalı,
böyle bir sözleşmede öncelikle tüketicinin satış sözleşmesi nedeni ile kanundan doğan
haklarının neler olduğu yer almalı ve tüketici bu gibi hakları olduğu konusunda
uyarılmalı ve kısıtlamanın ölçüsü sözleşme veya şartta açıkça gösterilmelidir124”.
Ayıp sebebi ile ortaya çıkan zararlar için ise bu sorumluluğun kaldırılamayacağı
veya kısıtlanamayacağı TKHK'na istinaden çıkarılan Ayıplı Malın Neden Olduğu
Zararlardan Sorumluluk Hakkında Yönetmeliğin 8'inci maddesinin amir hükmüdür.
Diğer taraftan, yönergenin uygunsuzluk ihbarının yapılmasından sonra; tüketici
ve satıcının anlaşması sureti ile yönergeden doğan hakların kısıtlanabileceğine veya
kaldırılabileceğine dair hükmünün benzerine mevzuatımızda rastlanmamaktadır.
III. Akdi (Hukuki İşleme Aykırılıktan Doğan) Sorumluluk
Mevzuatımızda, satıcının sorumluluğunun sözleşmeye uygunsuzluk kavramı
yerine, ayıplı mal kavramına bağlanmış olması, sorumluluğun niteliğini tartışmaya daha
açık bir yapıya kavuşturmuştur. Bununla beraber, her ne kadar ayıplı bir mal satan ve
teslim eden satıcı, bundan zarar gören alıcıya karşı, satım sözleşmesinden doğan borcunu
122 Aydın Zevkliler,"Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun" s.72 123 Ümit Gezder, “İnternette Akdedilen Sözleşmelerde Tüketicinin Korunması", s.273, Beta, İstanbul:2004 124 İ.Yılmaz Aslan ,a.g.e., s. 136
79
ihlal ederek, aynı zamanda haksız fiil işlemiş olsa bile125satıcı ve tüketici arasındaki
hukuki ilişkinin, daha açık bir ifade ile satım sözleşmesinin varlığı, borcun öncelikle akde
aykırılıktan doğduğunun bir kanıtıdır. Kaldı ki haksız fiil sorumluluğundan farklı olarak
satıcının sorumluluğu bir kusursuz sorumluluk halidir.
Mevzuatımız açısından sözleşmenin ne olduğuna gelince, TKHK gereği ifade
edilen sözleşme öncelikle satım sözleşmesidir. İlgili madde metninde her ne kadar satım
sözleşmesi doğrudan ifade edilmemişse de, sözleşmenin tarafları olarak tüketici ve
satıcının gösterilmesi bunun kanıtıdır. Bununla beraber tüketici ve satıcı kavramları
3'üncü madde ile satım sözleşmesi ile sınırlandırılmamıştır. Şöyle ki kanuna göre
tüketici, bir mal veya hizmeti ticari veya mesleki olmayan amaçlarla edinen, kullanan
veya yararlanan gerçek ya da tüzel kişi iken; satıcı, kamu tüzel kişileri de dahil olmak
üzere ticari veya mesleki faaliyetleri kapsamında tüketiciye mal sunan gerçek veya tüzel
kişidir. Başka bir ifade ile tüketici sadece o malı edinen değil, kullanan veya yararlanan
kişi olabileceği gibi; satıcı da sunum şekli ne olursa olsun o malı sunandır. Bu sebeple
tüketici ve satıcı arasındaki sözleşmeyi satım sözleşmesinden ibaret görmemek gerekir.
Ancak yine de sözleşmenin konusunun hizmet sunumuna yönelik olmaması ve mal
sunumunun ivazlı olması aranacaktır.
BK'unda ise, satım sözleşmesinin yanı sıra trampa, kira ve istisna
sözleşmelerinde ayıplı mal teslimleri ayrıca ele alınmıştır. Bunun yanı sıra, BK'unda
satım sözleşmesinin taraflarından birinin mutlaka tüketici olması da aranmayacaktır.
IV. Tali ve Fer'i Sorumluluk
Satıcının ayıpsız mal teslim borcu ikinci derecede ve yan bir borçtur. Zira;
"Henüz satılanın teslim edilmemiş olduğu durumlarda, satım sözleşmesinin ifadan sonra
dahi olsa hükümsüz kılındığı durumlarda ayıba karşı tekeffül borcu mevcut değildir126”.
125Cevdet Yavuz; “Satıcının Satılanın Ayıplarından Sorumluluğu”, s.234, İstanbul:1989 125Cevdet Yavuz, "Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler" s.92, Beta, İstanbul:2002
80
V. Hukuki ve Cezai Sorumluluk
TKHK'da, BK'dan farklı olarak, sadece hukuki değil yönetsel cezai yaptırımlar
da düzenlenmiştir. Hukukî yaptırımlar, o malın değiştirilmesini, onarılmasını, semenden
indirim yapılmasını veya sözleşmeden tamamen dönmeyi istemek ve eğer ortada bir zarar
varsa zararın tazmini talep etmektir. TKHK ile BK'dan farklı olarak onarım ve tazminat
hakları da konu başlığı altında ayrıca zikredilmiştir. Bunların yanı sıra, satıma sunulan bir
malın seri olarak ayıplı olması durumunda, bakanlık, tüketiciler ve tüketici örgütlerine,
üretim veya satımın durdurulması veya satım amacıyla elinde bulunduranlardan
toplatılması için dava açma hakkı tanınmıştır. Ayrıca, 4'üncü maddenin 7’nci fıkrasında
geçen güvenli olmayan malların satımı kanunun 25'inci maddesi ile belirlenen para cezası
yaptırımına bağlanmıştır. Bu ceza idari bir cezadır. Ayıplı malın bir suç ile örtüşmesi
halinde tüketici, TCK hükümleriyle de korunacaktır.
VI. Kusursuz Sorumluluk
Satıcının ayıplı mal sattığını bilmemesinin bu sorumluluğu ortadan
kaldırmayacağı, bilerek veya ağır kusuruyla sebep olmasının ise, sorumluluğu en azından
zamanaşımı süresi yönünden ağırlaştırdığı Borçlar Kanunu'nun 194'üncü maddesi
gereğince "satıcı, bu ayıpların mevcudiyetini bilmese bile onlardan mes'uldür" ve 207'inci
maddesi gereğince de "... Satıcı alıcıyı iğfal etmişse bu bir senelik müruruzamandan
istifade edemez." denilmek sureti ile düzenlenmiştir.
Aynı şekilde Kanunun 200'üncü maddesi gereğince "Alıcıyı iğfal etmiş olan
satıcı, ayıbın vaktinde ihbar edilmemiş olduğunu ileri sürerek mes'uliyetten
kurtulamaz".
TKHK 'nun 4'üncü maddesinin 4'üncü fıkrasının son cümlesi gereğince satılan
malın ayıbı, tüketiciden satının ağır kusuru veya hilesi ile gizlenmişse, satıcı zamanaşımı
süresinden yararlanamayacaktır. Görüldüğü gibi burada sadece satıcının hilesi değil
BK'dan farklı olarak ağır kusuru da onun zamanaşımı süresinden yararlanmasını
engellemektedir. İhbar süresine ilişkin olarak ise, her ne kadar TKHK'da benzer bir
hüküm yer almıyorsa da TKHK'nun 30. maddesinin yaptığı yollama sonucu aynı esas
tüketiciler için de kabul etmek uygun olacaktır.
81
Seçimlik hakların kullanımına ilişkin olarak , TKHK'da 3'üncü fıkranın son
cümlesinden yer alan "satılan malın ayıplı olduğunun bilinmemesi sorumluluğu ortadan
kaldırmaz." şeklindeki hükmü sadece bir önceki cümlede yer alan satılan ayıplı malın
sebep olduğu zararlar sebebiyle doğan sorumluluğa ilişkin olarak değerlendirilse ve bu
hükmün seçimlik hakların kullanımını bağlamadığını düşünülse dahi, TKHK'nun 30.
maddesinin yaptığı atıfla BK 194'üncü maddenin tüketiciler için de sonuç doğurduğunu
söylemek mümkündür. Ancak, satıcının kasdının olmamasının bu sorumluluğu
kaldırmadığı açıksa da, ihmali dahi yoksa sorumluluğunun doğup doğmayacağı kanunda
düzenlenmiş değildir. Zira, kanun satıcının "kusursuzluğu"ndan değil "bilmemesi"nden
bahsetmektedir.
TKHK’da, yönergede olduğu gibi satıcının kusursuzluğunu kanıtlama
ihtimalinde sorumluluğunun kalkabileceğinden bahsedilmemektedir. Bununla beraber;
yönergede ifade edilen beyanların satım sözleşmesi yapılıncaya kadar geri alınmış olması
ihtimalini, ayıbın tespitinde malın taşıması gereken lüzumlu vasıfların değil; satıcının
beyanlarının ölçüt alındığı durumlarda, Türk hukuku açısından da satıcıyı sorumluluktan
kurtaran hal olarak kabul etmek yerinde olacaktır. Satıcının geri almış olduğu beyanlar ile
satım sözleşmesinin yapılması arasında nedensellik ilişkisi olmadığından bahisle ayıbın
varlığından da bahsedilemeyecektir. Zira ayıbın ölçütü ortadan kalkmaktadır. Tüketim
malının alınmasında beyanlarının etkisizliği ise, ayıpla beyanlar arasındaki illiyet bağını
kopardığı için aynı gerekçe ile bu ölçütün ortadan kalktığı düşünülebilir.
Ayıplı malın sebep olduğu zarar sebebiyle doğan sorumluğa gelince; Sanayi ve
Ticaret Bakanlığı'nca çıkarılan "Ayıplı Malın Neden Olduğu Zararlardan Sorumluluk
Hakkında Yönetmelik" üreticinin ve dolayısıyla satıcı da dahil olmak üzere onunla
beraber müteselsilen sorumlu olanların sorumluluğunun kusursuz sorumluluk olduğunu
açıkça ifade etmektedir. Aslında kanunda da ihmal ihtimali üzerinde açıkça
durulmamışsa da en azından kasıt ihtimalinin yani ayıplı malın bilerek satılmasının bu
sorumluluğun doğması için aranmadığı 4. maddenin 3. fıkrasının son cümlesinde "Satılan
malın ayıplı olduğunun bilinmemesi bu sorumluluğu ortadan kaldırmaz." denilmek sureti
ile kabul etmiştir. Ancak TKHK'da yapılan zarar tanımlaması dışında kalan zararların
tazmini için BK'nun 205. maddesinde geçen ayırımın dikkate alınması gerekecektir. Öyle
ki kanun; dolaylı zararlar için satıcıya kusursuzluğunu ispatlayarak bu sorumluluktan
82
kurtulma hakkı tanınmıştır. Ancak bu maddenin sadece, tüketicinin BK 194vd.
hükümlerine dayanarak sözleşmenden dönmeyi istemesi durumunda uygulanacağını
kabul etmek gerekir.
VII. Zincirleme Sorumluluk
Borçlar Kanunu ile, satıcının bireysel sorumluluğu düzenlenmiş iken; TKHK ile,
imalatçı-üretici, satıcı, bayi, acente, ithalatçı ve 10'uncu maddenin beşinci fıkrasına göre,
tüketici kredisini, belirli bir marka mal veya hizmet satın alınması ya da belirli bir satıcı
veya sağlayıcı ile yapılacak satım sözleşmesi şartı ile vermesi durumunda kredi veren,
ayıplı maldan ve tüketicinin seçimlik haklarından dolayı müteselsilen sorumlu tutulmuş
ve bu anlamda yönergenin önüne geçilmiştir. Ancak, semenden indirim veya
sözleşmeden dönme şeklindeki seçimlik hakların kullanılması zararın tazminini
istemekten öteye geçemeyecektir.
Ayıplı malın sebep olduğu zararlar için de aynı esas kabul edilmiştir. TKHK'nun
4'üncü maddesinin 3'üncü fıkrasının 2'inci cümlesine göre; üreticinin yanı sıra, ayıplı
malın neden olduğu zarardan dolayı birden fazla kimse sorumlu olduğu takdirde bunların
müteselsil sorumluluğu kabul edilmiştir. 4822 sayılı Kanunla yapılan değişikliğinden
önce ismen sayılan bu kişiler arasında satıcı da yer almaktaydı. Alıcının uğradığı zarar
sebebi ile Borçlar Kanunu hükümlerine istinaden tazminat talebinde bulunması
durumunda ise, kanunun 50'inci maddesi ile, zarara birlikte yol açan kişiler arasında
müteselsil sorumluluk esasını kabul edilmiştir.
VIII. Ölçülü Sorumluluk
Kanun, aksine bir düzenleme içermediğinden ötürü, satıcının sorumluluğu şahsi
(sınırsız) sorumluluktur. Bununla beraber, burada her ne kadar seçimlik hakların
kullanımında yönergede yer alan ölçülük esası açıkça aranmamaktaysa da, satılan malın
değerini aşan bir menfaatin tüketiciye sağlanması hukukumuz açısından da sebepsiz
zenginleşmeye yol açabilecektir. Kaldı ki, seçim hakkı ne olursa olsun her hakkın iyi
niyet kuralları içinde kullanılması gereği MK'nun 2'inci maddesinin amir hükmüdür.
BK'nun 202'inci maddesinin son fıkrası gereğince satım parasından indirilecek miktarın
satım parasına eşit olması durumunda, alıcı ancak sözleşmeden dönmeyi talep
83
edebilecektir."Tüketicinin talep edeceği semen indirimi ödemiş olduğu bedele eşitse,
malın tüketiciye kalması tüketiciye sözleşme yapılmadan önceki duruma göre bir kazanç
sağlamış olmaktadır. Bu malın en azından bir hurda değeri vardır. Satıcı, tüketicinin
almış olduğu bedelin tamamını geri verdikten sonra ayıplı işe yaramaz da olsa malının
geri verilmesini isteyebilmelidir127”. Aynı şekilde BK 204'üncü maddede düzenlenen
telef, temlik veya şeklini değiştirmek sureti ile satılanın geri verilmesini imkansızlaştıran
alıcının sadece satım parasının indirilmesini isteyebileceği yolundaki hükmü, tüketiciler
açısından da geçerli kabul etmek hakkaniyete uygun olacaktır.
IX. Süreli Sorumluluk
Tüketici, ayıplı mal sebebi ile satıcıya karşı doğan seçimlik hakların kullanımı
veya zararın tazmini yönündeki talep ve dava haklarını yasal süresi içinde
kullanabilecektir.
TKHK'na göre; tüketicinin, satıcıya karşı seçimlik haklarını kullanabilmesi için,
malın teslimi tarihinden itibaren 2 yıl geçmemelidir. Bu süre konut ve tatil amaçlı
taşınmazlarda beş yıldır.BK’da ise bu süre, taşınmazlarda binalara ilişkin ayıplar sebebi
ile tekeffülde beş yıl, diğer hallerde, her türlü satım konusu mal için 1 yıl olarak
belirlenmiştir. Menkul mallar için tanınmış olan bu süre, aynı zamanda tüketici olan
alıcılar açısından hukuki önemini yitirmiştir. Zira; TKHK ile belirlenen 2 yıllık
zamanaşımı süresi BK ile belirlenen 1 yıllık zamanaşımı süresinin üzerindedir.
Taşınmazlar açısından ise, TKHK ile yapılan ayırıma göre; "konut ve tatil amaçlı
taşınmazlar" için talep hakkı 5 yıldır. Burada sürenin başlangıç anı açıkça ifade
edilmemişse de, menkuller için mülkiyetin geçiş anı kabul edilen teslimata kıyasla tescil
anından itibaren başladığını kabul etmek gerekir128. Borçlar Kanununda bu süre, gayri-
menkuller açısından bina niteliğindeki tüm gayri-menkuller129için 5 yıldır.
.
Her iki kanunun da ön gördüğü süreler tamamlayıcı hukuk kuralı mahiyetinde
olup taraflar dilerlerse bu süreden az olmamak koşulu ile farklı bir süre
kararlaştırabileceklerdir. Kimilerine göre; "Her halde uzatılan süre on yılı yani genel 127 İ. Yılmaz Aslan, a.g.e., s.162 (II. Baskı, 2004) 128 Cevdet Yavuz, "Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler" s.122, Beta, İstanbul:2002 129Taşınmaz satımında ölçü eksikliğinin gerçekleşmesi durumunda alıcının sadece tazminat isteme hakkını kullanabileceğine dair bkz Cevdet Yavuz, "Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler" s.119
84
zamanaşımı süresini geçmemelidir; aksine sözleşme BK md. 127'ye aykırı ve on yılı aşan
kısım bakımından hükümsüz sayılabilir130”.
Zamanaşımı süresini ortadan kaldıran hal olarak her iki kanunda da ayıbın, satıcı
tarafından hile ile gizlenmesi gösterilmiştir. Hatta TKHK bir adım daha öne giderek
satıcının ağır kusurunda da bu süreden yararlanamayacağını düzenlemiştir. Satıcı ayıbı
gidereceğine dair ümitlendirmek sureti ile alıcıyı kandırmış ve süreyi geçirtmiş ise,
zamanaşımı defini ileri süremeyecektir.131 Ayrıca, BK, TKHK'dan farklı olarak satıcının
hilesi durumunda, zamanaşımının yanı sıra ihbar süresine ilişkin definin de satıcı
tarafından ileri sürülemeyeceğini açıkça düzenlemiştir. TKHK'un 30'uncu maddesinin
yaptığı yollama sonucunda tüketiciler de aynı haktan yararlanabileceklerdir.
BK'nun, burada tüketici lehine getirdiği bir düzenleme de 207’nci maddenin
ikinci fıkrasıdır. Buna göre; "alıcının, satıcı tarafından aleyhine ikame edilen davaya
karşı satılanın tesliminden itibaren bir sene geçmeksizin ihbar ettiği ayıptan dolayı defi
hakkı sene geçmekle sakıt olmayıp devam eder." Yavuz; "Bir görüşe göre; bu durumda,
alıcının seçim hakkını BK m.60 hükmü gereği, hilenin öğrenilmesinden başlayarak bir yıl
içinde ve herhalde hilenin vukuundan başlayarak on yıl içinde kullanması lazımdır.
Böylece, haksız fill zamanaşımının, özellikle hukuk güvenliği ve hilenin BK. m.41
anlamında bir haksız fiil teşkil etmesi dolayısıyla uygulanacağı kabul edilmiş olmaktadır.
Bir başka görüşe göre ise, satıcının hilesi durumunda seçim hakkı, BK 125'de öngörülen
zamanaşımı süresi içinde kullanılmalıdır. Çünkü alıcının seçim hakkı, satım
sözleşmesinden doğmakta olup bu sebeple akdi niteliktedir. Üstelik satıcının hilesinin,
BK.m. 41 anlamında haksız fiil teşkil edeceği hususu da doğru değildir. BK. m.31, BK.
m.66 gibi hükümlerde ön görülen sürelerin de, hukuki niteliği itibariyle alıcının seçim
hakkına uygulanabilmesi imkanı bulunmamaktadır. O halde BK m. 207 f. son hükmüyle,
daha uzun bir zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği ve başka bir hüküm
bulunmadığına göre, bu durumda BK m.125'de öngörülen on yıllık zamanaşımının söz
konusu edildiği kabul edilmelidir132”. demektedir.
130 Haluk Tandoğan, " Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri" Cilt I, s.200 vd., Evrim, İstanbul:1989 131 İ.Yılmaz Aslan, a.g.e, s:168 (II.Baskı-2004) 132 Cevdet Yavuz “ Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler”, s.129
85
Zamanaşımının seçimlik haklardan biri sebebi ile durması veya kesilmesi
diğerini de etkiler. Bu durumda, kişi sözleşmeden dönmeyi tercih etmişse, açılan davada
hakimin BK hükümlerine dayanarak semenin indirilmesine karar vermesi durumunda,
zamanaşımı her iki hak için de kesilmiş olur133.
Zamanaşımı meselesine ilişkin, üzerinde durulması gereken bir diğer husus da
sözleşmeden dönülmesi halinde tüketicinin semenin iadesi, yaptığı masraflar ve uğradığı
zararları hangi zamanaşımı süresi içinde isteyebileceğidir. Doktrinde bu hakların
dönmenin talep edileceği süre içinde veya genel zamanaşımı süresi içinde
kullanılabileceği yönünde görüş ayrılıkları vardır134.
Tüketici, ayıplı mal sebebi ile uğramış olduğu zararın tazmini talebinde
bulunacak ise, malın piyasaya sürüldüğü günden başlayarak 10 yıl geçmemek koşulu ile
3 yıl içinde bu talepte bulunmalıdır. 3 yıllık sürenin malın teslimi anından mı; zararın
oluştuğu andan mı yoksa zararın öğrenildiği andan itibaren mi başlayacağı hususu
kanunda açık değildir. Bu hususu açıklığa kavuşturan hüküm, Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı'nca çıkarılan "Ayıplı Malın Neden Olduğu Zararlardan Sorumluluk Hakkında
Yönetmelik"le gelmiştir. Buna göre, 3 yıllık süre, zarar görenin, zararı, maldaki ayıbı ve
imalatçısının kim olduğunu öğrendiği andan itibaren başlayacaktır. Aynı şekilde malın
piyasaya sürülmesinin ne anlama geldiği de açık değildir. Zira; tüketim mallarının
üzerinde üretim ve son kullanım tarihleri haricinde piyasaya sürüldükleri tarihi yer
almamaktadır. Bununla beraber, ilgili yönetmelikte zararların tazmini hususundaki 10
yıllık sürenin de hak düşümü süresi olduğu açıkça düzenlenmiştir. Aslında bu sürenin hak
düşümü süresi olduğu TKHK'da geçen "...ortadan kalkar" ifadesinden de çıkmaktadır.
Satılan malın ayıbı, satıcının ağır kusuru ve hilesi ile tüketiciden gizlenmişse, satıcı bu
sürelerden yararlanamayacaktır.
TKHK ile yapılan "zarar" tanımının Borçlar Kanununa göre son derece dar
olması, başka bir ifade ile ölüm, yaralanma ve ayıplı malın diğer mallarda yol açtığı
zararlardan ibaret olması sebebi ile, TKHK anlamında olmayan zararın tazmini için
tüketici, BK'nun 60'ıncı maddesine dayanarak dava açma yoluna giderse bu davanın,
zararın ve failin öğrenildiği tarihten itibaren 1 yıl ve her durumda zarara sebep olan
133 Cevdet Yavuz “ Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler”, s.123 134 Cevdet Yavuz “ Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler”, s.135
86
fiilden itibaren 10 yıl içinde açılması gerekmektedir. Bu süre haksız fiil sebebi ile
açılacak davalarda genel zamanaşımı süresidir.
"Tüketiciye, tanınan seçimlik haklardan yararlanma yolunu seçmeden, doğrudan
sözleşmeye aykırılık (BK md.96) hükümleri çerçevesinde, sözleşmeye aykırı mal veya
hizmet teslimi nedeni ile uğradığı zararları tazmin ettirmek cihetini seçen tüketici veya
iki yıllık135(TKHK m 4/IV) zamanaşımı dahi geçirenler veya doğrudan sözleşmeye
aykırılık nedeni ile zararlarını tazmin ettirmeyi amaçlayanlar, taraflardan biri tüketici
olsun veya olmasın on yıl (BK m.125) zarfında dava açabileceklerdir136”.
Satıcıya yönelik tedbir ve ceza mahiyetindeki yaptırımların uygulanmasına
ilişkin zamanaşımı süresi meselesine gelince; ayıplı seri malın, üretim veya satışının
durdurulması, toplatılması veya imhasına ilişkin olarak açılacak davalar TKHK ile bir
zamanaşımı süresine bağlanmamış olduğundan bu davaların genel zamanaşımı süresi
içinde açılması gerekir. TKHK'da yer alan para cezaları ise, kanuna aykırı fiilin işlendiği
tarihten başlayarak bir yıl içinde o yerin mülki amiri tarafından uygulanabilecektir.
Satıcının ise, tebligattan itibaren en geç yedi gün137 içinde yetkili idare mahkemesine
başvurma hakkı vardır. TCK'na göre ayıplı mal satışının bir suç ile örtüşmesi durumunda
ise o suça ilişkin TCK'da yer alan zamanaşımı süreleri uygulanacaktır.
135 Bu süre 3 yıla çıkarılmıştır. 136 Tamer İnal, a.g.e., s 371 137 4703 sayılı kanuna istianden verilen idari para cezaları için ise 30 gün içinde dava açılabilmektedir.
87
Dördüncü Bölüm
TÜKETİCİNİN AYIPLI MAL TESLİMİ KARŞISINDA
KULLANABİLECEĞİ HAKLAR VE BU SEBEPLE
DOĞABİLECEK UYUŞMAZLIKLARIN ÇÖZÜM YOLLARI
§1. AB ve Türk Hukukunda Tüketicinin Ayıplı Mal Teslimi Karşısında
Kullanabileceği Haklar
I. AB Hukukunda Tüketicinin Sözleşmeye Uygun Olmayan Mal Teslimi Karşısında
Kullanabileceği Haklar
A) Genel Olarak
Yönergenin 3’üncü maddesine göre tüketici, sözleşmeye uygunsuzluk
durumunda, satıcıya karşı masrafsız onarım veya değiştirme ya da semenden indirim
veya sözleşmeden dönme haklarını öne sürebilecektir. Bu haklar, seçimlik hak
mahiyetindedir. Satıcının, ise böyle bir durumda seçim hakkı bulunmamaktadır.138
Bununla beraber, yönergede tüketiciye dilediğini, dilediği vakit ve koşulda talep
etme serbestisi de tanınmış değildir. Zira tüketici ilk etapta eşyanın onarılmasını veya
değiştirilmesini talep etmek zorunda olup, yönergede "seçimlik hak" ifadesi öncelikle bu
iki hak için kullanılmıştır.
Bu iki hak öncelikle talep edilecek haklar olup; hangisinin diğerine öncelikli
olduğu da yönergede belirlenmiştir. Bu belirleme yapılırken yönergede doğrudan tercihte
bulunulmamış; sadece ölçütlerden yararlanılmıştır. Bu ölçütler imkansızlık ve
ölçüsüzlüktür. Bu iki ölçüt onarım veya değiştirmenin hangisinin diğerine tercih
edileceğini belirleyecektir. Bu ölçütlerin bir def''i mi yoksa itiraz sebebi mi olduğu
hususu başka bir ifade ile hakim tarafından re'sen dikkate alınıp alınamayacağı meselesi
138 Ewoud Hondıus & Harriet Schelhaas, a.g.m., s.335
88
yönergede düzenlenen bir husus olmadığından, üye devletler bu hususu ulusal
hukuklarına istinaden karara bağlayabilecekleri gibi bekletici mesele de
yapabileceklerdir.
Satıcı, her ne kadar, seçim hakkına sahip bulunamıyorsa da, tüketicinin
tercihinin kendisi açısından ölçüsüzlük yarattığı iddiasında bulunup; tüketici tarafından
yapılan tercihe itiraz edebilecektir. Bu iddiasını yönergedeki ölçütler çerçevesinde
ispatlaması beklenmeli, tercihin satıcı açısından ölçülü olduğunun ispat yükü tüketici
üzerinde bırakılmamalıdır.
Öncelikli tercih haklarının, yönergede sayılan sebeple, her ikisinin de139
kullanılamayacağı durumlarda ise, semenden indirim veya sözleşmeden dönme hakları
kullanılabilecektir. Yönergede tali hakların kullanılabilmesi için de ölçütler
belirlenmiştir.
B) Hakların Çeşitleri
1. Onarımı Talep Etme Hakkı
Yönergede, onarımın nasıl yapılacağı açıklanmamakla beraber, bu talebin yerine
getirilmesiyle malların sözleşmeye uygun hale geleceği ifade edilmiştir. Ancak bu, malın
ilk halindeki yeniliğini taşıyacağı anlamına da gelmeyecektir140. Eğer, tüketicinin böyle
bir beklentisi varsa, mümkün ve ölçülü olduğu sürece değiştirmeyi talep etme imkanı
zaten mevcuttur.
Onarım, masrafsız olacaktır. Masrafsızlıktan kasıt, nakliye, işlem ve malzeme
gibi masraflarının tüketiciden alınmamasıdır. Bunlar, özel olarak yönergede sayılan,
sınırlı olmayan, örneklenen ifadelerdir. Yönergede "özellikle" denilmek sureti ile, bu
durum açıkça ifade edilmiştir. Bununla beraber, satılan malın ayıbının tespiti için tüketici
tarafından yapılan masraflar, onarım veya değiştirme masrafı içinde ifade
edilmediğinden, ilk planda satıcı üzerinde kalması olağandır. Masrafsızlık zorunlu
139 Dirk Staudenmayer, a.g.m., s.556 140 Dirk Staudenmayer, a.g.m., s.555
89
masraflar için kabul edilmiş bir ilkedir141.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, onarım ve değiştirme haklarının birinin,
diğerine tercih edilebilirliği için, öncelikle talebin "olabilir" olması aranacaktır. Onarımı
mümkün olmayan bir eşyanın onarımını talep etmek haklı bir sebep olarak
görülmeyecektir. Bu sebeple bu hakkın talep edilebilmesi için öncelikle onarımın
mümkün olması aranacaktır. Aslında, aynı zamanda üretici olmayan satıcılar açısından
onarım veya değişimi tek başına sağlamak hiç de kolay bir durum değildir142. Bununla
beraber, olabilirliğin satıcı açısından mı yoksa objektif ölçülere göre mal açısından mı
arandığı yönergede açık değildir.
Olabilirlik, bu hakkın talep edilebilmesi için tek başına yeterli de değildir.
Onarım mümkün olsa bile, bunun değiştirmeye nazaran talep edilebilmesi için ölçülü de
olması gerekecektir. Bu, değiştirmeye nazaran onarımın talep edilmesi suretiyle, makul
olmayan masrafların satıcıya yüklenemeyeceği anlamına gelir. Masrafların makul olup
olmadıklarının tespitinde ise, malın uygunsuz olmaması durumunda taşıyacağı değer,
uygunsuzluğun önemi ve değiştirmenin tercih edilmesinin tüketici açısından önemli
sakınca oluşturup oluşturmadığı dikkate alınacaktır.
Malın onarımının, makul bir süre içinde ve tüketici açısından önemli bir sakınca
doğurmayacak şekilde gerçekleştirilmesi gerekir. Sürenin "makul" olup olmadığının
tespitinde ise, eşyanın tabiatı ve tüketicinin malı talep etme nedeni dikkate alınacaktır.
Aksine bir durum, yani makul bir süre içinde bu onarımın sağlanmaması, tüketicinin tali
haklarının doğmasına neden olacaktır.
2. Değiştirmeyi Talep Etme Hakkı
Değiştirmenin de onarım gibi, tanımı yapılmamıştır. Ancak bu talebin yerine
getirildiğinden bahsedebilmek için de, yine malların sözleşmeye uygun hale getirildiğini
söyleyebilmek gerekecektir. Değiştirmenin talep edilebilirliği için de, yine eşyanın
değiştirilebilir olması yani öncelikle neviyle muayyen bir mal olup emsalinin ulaşılabilir
olması ve bu talebin ölçülü olması gerekecektir. Talebin ölçülülüğünün tespitinde,
141 Dirk Staudenmayer, a.g.m., s.555 142 Georgias I. Arnokouros, a.g.m., s.271
90
onarım hakkının kullanılabilmesindeki aynı değerlere başvurulacaktır. Bir başka ifade ile
malın uygunsuz olmaması durumunda taşıyacak olduğu değer, uygunsuzluğun önemi ve
onarımın tercih edilmesinin tüketici açısından önemli bir sakınca doğurup doğurmadığına
bakılacaktır. Satıcı değiştirmeyi de onarım gibi, masrafsız olarak ve makul bir süre içinde
sağlamak zorundadır.
3. Semenden İndirimi Talep Etme Hakkı
Semenden indirim, belki onarım veya değiştirme kadar açık tanımına ihtiyaç
duyulacak ve bu sebeple ihtilaf çıkacak bir kavram değildir; ancak hangi usullere göre
yapılması gerektiğinin bilinmesi önemlidir. Bu da, ulusal hukuklara bırakılmış yönergede
yer alan bir hukuki boşluk halidir. Semenden indirim her şeyden önce yönergenin tanıdığı
tali bir haktır. Zira bu hakkın kullanılabilmesi için öncelikle diğer hakların
kullanılabilirliğine bakılmalıdır. Buna göre, tüketici semenden indirimi;
(a) onarım veya değiştirilmenin istenemeyeceği durumlarda,
(b) satıcının makul bir süre içinde bu hakları yerine getirmemesi durumunda,
(c) satıcının tüketici için önemli bir sakınca doğurmaksızın, bu hakları yerine
getirememesi durumunda isteyebilir.
Onarım ve değiştirmenin istenemeyeceği hallerin, ne olduğu da tam olarak açık
değildir. Bununla beraber, onarım ve değiştirme haklarına özgülenmiş 3'üncü fıkranın
getirdiği kriterleri sadece onarım ve değiştirme arasında aramamak; tali derecedeki
hakların kullanımda da bunlardan yararlanabilmek gerekir. Bu sebeple öncelikle her iki
hakkın da kullanılmasının imkansız olduğu durumlarda, yani o malın ne tamir
edilmesinin ne de emsalinin olmaması sebebi ile değiştirilmesinin mümkün olmadığı
hallerde, tali hakların doğduğu açıktır. Ölçüsüzlük ölçütüne gelince, her iki hakkın
kullanımı da satıcı açısından makul olmayan masrafların yüklenilmesi sonucunu
doğuruyorsa, satıcı tüketicinin diğer hakları kullanmasını isteyebilecektir. Örneğin;
değiştirme veya onarım, teknolojik gelişmeler sebebiyle uygunsuzluğun veya malın
değerini aşar derecede tüketiciye haksız bir kazanç sağlıyorsa, satıcının semenden indirim
yönündeki talebinin kabul edilmesi gerekir. Ancak, onarım veya değişimi sağlamak
91
yerine, semenden indirimi talep etmenin, kendisi ve satıcı çıkarları açısından önemli bir
sakınca doğurmadığı iddiası ile, tüketicinin semenden indirimi talep edebilmesi,
yönergenin bu hakkı tali olarak tanıması karşısında, mümkün görülmemektedir. Oysa; bu
hakların yerine getirilmesinin, tüketici açısından sakıca doğurması ihtimalinde tüketici
doğrudan semenden indirimi talep edebilecektir. Zira; bu durum açıkça ifade edilmiştir.
Makul bir süre içinde satıcının birincil hakları yerine getirmemesi durumunda
da, tüketici açısından doğrudan semenden indirim hakkı doğacaktır. Makul bir sürenin
hesabında ise, tüketicinin eşyayı talep etme nedeni ve eşyanın tabiatı nazara alınacaktır
4. Sözleşmeden Dönmeyi Talep Etme Hakkı
Sözleşmeden dönme hakkı da yine birincil haklar arasında sayılmadığı için
ikincil olarak kullanılabilecek bir haktır. Zira; semenden indirim ve sözleşmeden dönme
yaptırımları arasında herhangi bir öncelik sıralaması yapılmamıştır143. Bununla beraber,
semenden indirim hakkında olduğu gibi bu hakkın ne zaman doğacağı konusunda
herhangi bir ölçüt yoktur. Bu sebeple kıyas metodundan yola çıkarak semenden indirim
hakkının doğabilmesi için aranan şartların burada da geçerli olacağı söylenebilir. Ancak
yine de, bu şartların varlığı, dönme hakkının kullanılabilmesi için tek başına yeterli
değildir. Bu hakkın kullanılabilmesi için, semenden indirimden farklı olarak,
uygunsuzluğun önemli olması da aranacaktır. Yönergede, tanımı yapılmamışsa da
sözleşmeden dönme için şart olan "önemlilik" unsuru İskandinav ülkelerinin
hukuklarından esinlenilmiştir144. Sözleşmeden, sadece ayıplı mal sebebiyle bu mallara
yönelik olarak dönülebileceği de yönergede vurgulanan bir diğer husustur.
5. Tazminat Talep Etme Hakkı
Her ne kadar TKHK'da ayıbın yol açtığı zarar sebebiyle doğan tazminat hakkı,
seçimlik haklarla beraber 4'üncü madde başlığı altında düzenlenmişse de, 1999/44 sayılı
yönergenin tüketiciye sunduğu haklar yukarıdakilerle sınırlıdır. Ayıbın yol açtığı zararın
tazmini hususu ayrı bir yönerge olan 1985/374 sayılı Yönergede düzenlenmiştir.
Hukukumuzda, bu alanda yapılan uyumlulaştırma hareketleri sonucunda "Ayıplı Malın
143 Dirk Staudenmayer, a.g.m., s.556 144 Dirk Staudenmayer, a.g.m., s.556
92
Neden Olduğu Zararlardan Sorumluluk Hakkında Yönetmelik" çıkarılmıştır.
Aslında 1985/374 sayılı yönergede ayıplı mal satılması sebebi ile satıcının değil;
üreticinin sorumluluğu düzenlenmiştir. Malı ticari amaçlarla ithal eden kişi de üretici
olarak kabul edilmiştir. Malın satıcısı ise sadece, zarar görene makul bir süre içerisinde o
malın üreticisinin veya o malı kendisine verenin kimliğini açıklayamıyorsa, üretici gibi
sorumlu olacaktır. O mal ithal edilmişse üreticinin kimliği açıklanabilse dahi, ithalatçının
kimliği açıklanamıyorsa satıcı yine sorumlu olacaktır. Görüldüğü üzere satıcının
sorumluluğunun doğması belli şartlara bağlanmıştır. Ancak yine de ayıplı malın
doğurduğu zarardan birden fazla kimse sorumlu ise bunların müteselsilen sorumlu
oldukları ilkesi de kabul edilmiştir. Bu kişiler arasında yer alıyorsa, satıcının doğrudan
müteselsil sorumluluğu doğacaktır. Malın ayıplı olmasından 1985/374 sayılı yönergede
kast edilen o malın güvenli olmaması yani zarar verici olmasıdır. 1999/44 sayılı
yönergede yer alan "sözleşmeye uygunsuzluk" halinden ise o malın güvenli olsun
olmasın, taşıması gereken lüzumlu vasıfları taşımadığı veya satıcı beyanlarına uymadığı
anlaşılmaktadır. Oysa, mevzuatımızda her iki durum için de "ayıp" ibaresi kullanılmıştır.
6. Sözleşmeye Uygun Olmayan Mala Karşı Alınabilecek Tedbirler
Ayıplı mala karşı alınabilecek tedbirler hususu 1999/44 sayılı yönergenin
alanına değil; ürün güvenliği hakkındaki, 15 Ocak 2002'de resmi gazetede yayımlanmış
ve 15 Ocak 2004'e kadar üye ülkelerin iç hukuklarına uyumlulaştırmaları için bir süre
tanınmış olan 2001/95 sayılı yeni ürün güvenliği yönergesinin alanına girer145.
İlgili yönergede tüketici sağlığı ve güvenliğini etkileyebilecek tüm ürünlerin
yönerge kapsamında olduğu açıklığa kavuşturulmuş; üreticilere, özellikle tehlikeli
ürünler hakkında yetkililere gerekli bilgi vermeleri veya gerektiğinde ürünü piyasadan
çekmeleri gibi ağırlaştırılmış sorumluluklar getirilmiştir. Yönergede standartlara etkinlik
kazandırmak, pazarın ve yönergenin işleyişindeki kişilerin yetkilerini arttırmak ve bunlar
arasında işbirliğinin sağlanmak, acil risk gösteren ürünler için alınan tedbir ve yapılan
işlemler hakkında bilgi ağını sağlayacak Acil Alarm sistemini kurmak (RAPEX) ve bu
145 15.01.2002 tarihinde Birlik Resmi Gazetesi’nde yayınlanmıştır. Erişim.5.2.2004 http://www.europa.eu.int/smartapi/cgi/sga_doc?smartapi!celexplus!prod!DocNumber&lg=en&type_doc=Directive&an_doc=2001&nu_doc=59
93
bilgileri aday ülkeler ve üçüncü ülkelerle paylaşmak, topluluğun acil müdahale
tedbirlerinin kavram şart ve usullerini ortaya koymak ve tedbirlere maruz kalan ürünlerin
üçüncü ülkelere ithalini engellemek hedeflenmiştir. Üye ülkeler de gözetimi sağlayacak
ve yaptırımı uygulayacak otoriteleri atamakla yetkilendirilmiştir.
7. Satıcıya Sözleşmeye Uygun Olmayan Mal Teslimi Sebebiyle Uygulanacak Cezai
Yaptırımlar
1999/44 sayılı yönergede sadece ayıplı mal teslimi sebebiyle doğan hukuki
yaptırımlar düzenlemiş; cezai yaptırımlara yer verilmemiştir. Aslında bu doğal bir
sonuçtur; zira "topluluk, doğrudan ulus üstü ceza kuralı koyma yetkisine sahip olmadığı
gibi, Topluluk organlarının da kriminal cezaya hükmetme yetkisi bulunmamaktadır. AT,
ceza hukuku alanında yasama yetkisine sahip değildir; ceza hukuku alanında hukuk
yaratma yetkisi olmadığı gibi ceza hukukuna ilişkin yaptırım uygulama yetkisi de
bulunmamaktadır146”. Topluluğun kriminal anlamda olmasa bile para cezaları ve idari
cezalar verebileceği alanlar da son derece sınırlı olup tüketici politikası henüz burada yer
almamaktadır147.
II. Türk Hukukunda Tüketicinin Ayıplı Mal Teslimi Karşısında Kullanabileceği
Haklar
A) Genel Olarak
Ayıplı mal satması sebebiyle satıcı, hukukumuzda tüketicinin kendisinden talep
edeceği hakların yanı sıra, cezai bir takım yaptırımlara da maruz kalabilecektir.
Hukuki yaptırımlar açısından, topluluk mevzuatından farklı olarak, TKHK ile
getirilen seçimlik hakların hiyerarşik sıralanması söz konusu değildir. Bu sebeple tüketici
dilediği hakkı doğrudan talep edebilir ve satıcı da bunu kabul etmek zorundadır.
146 M.Ruhan Erdem, “Avrupa Birliği Hukukunun Üye devletlerin Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukukuna Etkileri”, s.85, Seçkin, Ankara :2004 147 M.Ruhan Erdem, a.g.e.,s.95 vd.
94
Oysa; BK'nun 202'inci maddesi 2'inci fıkrasına göre; alıcının sözleşmeden
dönme hakkını kullanması haklı görünmüyorsa, hakim satım parasının indirilmesine
karar verebilecektir. Kanunun 203'üncü maddesi ile de, satıcıya, satılanı değiştirerek,
alıcının seçim hakkını kullanmasını engelleme hakkı verilmiştir. Tüketici olmayan
alıcılar için halen geçerli olan bu hükümler, tüketiciler açısından TKHK karşısında
önemini yitirmiştir.
Bununla beraber, BK 204'üncü maddede düzenlenen telef, temlik veya şeklini
değiştirmek sureti ile satılanın geri verilmesini imkansızlaştıran alıcının sadece satım
parasının indirilmesini isteyebileceği yolundaki hükmü, tüketiciler açısından da geçerli
kabul etmek gerekecektir. Zira telef ya da temlik olmuş veya değiştirilmiş malın
iadesinin, yenilenmesinin veya onarılmasının istenmesi hakkaniyete aykırıdır.148Aynı
şekilde, BK'nun 202'inci maddesinin son fıkrasının getirdiği bir diğer istisna gereğince,
satım parasından indirilecek miktarın satım parasına eşit olması durumunda, alıcı ancak
sözleşmeden dönmeyi talep edebilecektir. Bu hükmün tüketicilere de uygulanması
gerekir. Zira; "Tüketicinin talep edeceği semen indirimi ödemiş olduğu bedele eşitse,
malın tüketiciye kalması tüketiciye sözleşme yapılmadan önceki duruma göre bir kazanç
sağlamış olmaktadır. Bu malın en azından bir hurda değeri vardır. Satıcı, tüketicinin
almış olduğu bedelin tamamını geri verdikten sonra ayıplı işe yaramaz da olsa malının
geri verilmesini isteyebilmelidir149.”
Tarafların yapacakları bir sözleşme ile bu hakları ortadan kaldırabilmeleri
doktrinde tartışmalıdır. Seçimlik hakkını bir kere kullanan alıcı, diğer tercihlerde
bulunamaz. Zira tercih hakkının kullanımı bir defaya mahsus olup; değiştirilemez veya
bundan dönülemez150. Oysa tüketicilerin, bu konuda bilinçli olmamaları sebebi ile
iradeleri dışında onarımı tercih ettirilmeleri ve bazen de tercihlerinden netice alamamaları
durumunda tercihte bulunmalarının anlam ifade etmediğini göze almak sureti ile bu
ihtimallerin kanun çerçevesinde düzenlenmesinde fayda bulunmaktadır. Satılan malın
değiştirilmesi kurucu yenilik doğuran, onarılması veya semenden indirilmesi değiştirici
yenilik doğuran, sözleşmeden dönme ise bozucu yenilik doğuran bir hakkın kullanımı
sonucunda ortaya çıkmaktadır151.
148 İ. Yılmaz Aslan, s.163 vd. (II.Baskı, 2004 baskı) 149 İ. Yılmaz Aslan, s.163. (II.Baskı, 2004 baskı) 150 Cevdet Yavuz, "Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler", s.109 151 Cevdet Yavuz, "Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler", s.109
95
Cezai yaptırımlar, topluluk mevzuatında yer almıyorsa da TKHK ile idari
cezalar düzenlenmiş olup; TCK anlamında da kriminal ceza ile örtüşen haller ortaya
çıkabilecektir.
B) Hakların Çeşitleri
1. Onarımı Talep Etme Hakkı
Onarımı talep etme hakkı, TKHK ile ilk defa tüketici durumunda olan alıcılara
tanınmıştır. Başka bir ifade ile, bu hak BK ile diğer alıcılara açıkça tanınmış değildir.
Ancak, doğal olarak, tarafların onarım konusunda anlaşmalarına hukuki bir engel de
yoktur.
Onarım masrafları, satıcıya ait olacaktır. Bu sebeple, nakliye, malzeme ve işçilik
gibi giderlerden, tüketici hiç bir şekilde sorumlu değildir. Günümüzde, birçok firmanın
yaygın servis ünitelerinin bulunması bu hakkın kullanımı yaygınlaştırmaktadır.
Onarım hakkının kullanımına ilişkin bir diğer düzenleme de, TKHK'nun 13'üncü
maddesinde ele alınmıştır. Maddede ithalatçıların ve imalatçıların ürettikleri veya ithal
ettikleri sanayi malları için garanti belgesi düzenleme zorunluluğu ve bu şahısların
masrafsız onarım yükümlülüğü düzenlenmiştir. Maddenin üçüncü fıkrasında ise; baştan
onarım yönünde seçimlik hakkını kullanan tüketicinin daha sonra diğer seçeneklere
dönebilmesinin koşulları ele alınmıştır. Buna göre;
(a) garanti süresi içerisinde sık sık arızalanması nedeni ile maldan yararlanmamanın
süreklilik arz etmesi,
(b) veya tamiri için gereken azami sürenin aşılması 152
152 14.06.2003 tarih ve 25138 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Sanayi Mallarının Satış Sonrası Hizmetleri Hakkında Yönetmeliğin 10. maddesine göre “Kullanım ömrü süresince, malın bakım ve/veya onarım süresi, garanti süresi içerisinde mala ilişkin arızanın servis istasyonuna bildirimi, garanti süresi dışında ise malın teslim tarihinden itibaren 30 iş gününü geçemez”
96
(c) ya da tamirinin mümkün bulunmadığının anlaşılması hallerinde tüketici baştan
onarım hakkını kullanmış olmasına rağmen diğer hakları saklı kalacaktır. Ancak
tüketicinin bu hakları kullanabilmesi için, ayıbın kullanım kılavuzunda yer alan hususlara
aykırı kullanımdan kaynaklanmaması gerekmektedir
Anılan madde, 4'üncü maddeye aykırı herhangi bir hüküm içermemektedir. Zira;
tüketicinin diğer seçimlik haklarını kullanmasını engellememektedir. Tüketici dilerse
sanayi malları için de, baştan diğer haklarını kullanabilecektir. Burada, sadece onarım
hakkının tercihinden sonuç alınamaması durumunda, diğer haklara dönebilmenin koşulu
düzenlenmektedir. Bu ihtimali sanayi malları için açıkça ortaya koymak, diğer mallar için
bu ihtimalin olmadığı yönündeki görüşleri güçlendirmektedir.
2. Değiştirmeyi Talep Etme Hakkı
Tüketiciye tanınmış olan bir diğer hak da, ayıplı malın ayıpsız benzeri ile
değiştirilmesini talep etme hakkıdır. Ancak bu hakkın doğabilmesi için, o şeyin emsalinin
olması yani malın neviyle muayyen olması ve emsalinin de ayıpsız olması gerekir. Bunun
yanı sıra değişimin talep edilebilmesi için o eşyanın telef ya da alıcı tarafından tağyir ve
temlik edilmemiş olması da aranacaktır153.
TKHK ve BK'nun tüketici için tanımış olduğu bu hak, BK ile belli şartlarda
satıcıya da tanınmıştır. Bu şartlar BK'nun 203. maddesinin II. fıkrasında ele alınmıştır.
Maddenin uygulanmasında aranan en önemli şart, satımın malın alıcının olduğu yerden
başka bir yerden gönderilmemek kaydıyla yapılmış olmasıdır. Ayrıca değiştirilecek
eşyanın emsalinin olması yani, değişimin mümkün olması, satıcının eşyayı derhal
değiştirmesi ve de alıcının maruz kaldığı zararın ödenmesi koşulları da aranacaktır.
Doktrinde, eğer mesafe satımlarında bu durumun alıcıya ayrı bir külfet yüklememesi söz
konusu ise, alıcının satıcının bu hakkını kullanmasını engellemesi hakkın kötüye
kullanımı olarak kabul edilmektedir154. Kaldı ki günümüz ulaşım imkanları içinde "bir
başka yer" kavramını ayrıca değerlendirmek ve ölçütü "gecikme olmaksızın" olarak ele
almak yerinde olacaktır155. Bununla beraber, satıcıya BK ile tanınmış olan bu hak,
153 Haluk Tandoğan, a.g.e., s.198 154 Haluk Tandoğan, a.g.e., s.199 155 Cevdet Yavuz, "Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler", s.114
97
TKHK ile tüketiciye tanınmış olan seçimlik hakları sınırlandırdığından tüketicilere
uygulanması kabul edilemez156. Kaldı ki kanun, satıcının, tüketicinin talep ettiği tercihi
yerine getirmekle yükümlü olduğunu açıkça kabul etmiştir.
3. Semenden İndirimi Talep Etme Hakkı
Tüketiciye tanınmış olan haklardan biri de semenden indirim yapılmasını talep
etme hakkıdır. "Şeyin kıymet takdiri, yarar ve hasarın geçmesi anına göre yapılır. Kural
olarak hasarın geçmesi anı daha sonra değilse, kanunen akdin kurulduğu an nazara
alınır157”.
Semenden indirimin hangi yönteme göre yapılacağı hususunda kanunlarımızda
açık bir hüküm bulunmamaktadır. Uygulamada tamamen hakimin takdir hakkı
çerçevesinde kullanılan aşağıda açıklanan üç metotdan, Yargıtay'ın benimsediği hatta
aksine durumu bozma sebebi saydığı158metot nispi metottur.
a) Mutlak Metot
Burada, satılan malın ayıplı değerinden ayıpsız değeri çıkarılıp fark semenden
indirilir. Örneğin; malın ayıpsız değerini 10 birim, ayıplı değerini 6 birim saydığımız
durumlarda fark 4 birim satış parasından indirilecektir. Mal 10 birimden satılmışsa 4
birim iade edilmekle, satış ayıplı değeri olan 6 birim üzerinden yapılmış olacaktır. Oysa;
şayet satılan mal ucuz veya pahalı satılmış ise hakkaniyet bozulmaktadır. Örneğin; mal
12 birimden satılmış ise, 4 birim iade edildiğinde ayıplı değeri 6 birim olan mal 8
birimden satılmış olacaktır. Aynı şekilde eğer zaten 6 birimden satılmışsa farkın
indirilmesiyle 2 birimden satılacaktır. Görüldüğü üzere birinci ihtimalde alıcı; ikinci
ihtimalde ise satıcı aleyhine dengeler bozulacaktır.
156 İ.Yılmaz Aslan,a.g.e., s.163, (II. Baskı,2004) 157 Ömer Adil Atasoy, a.g.e., s.83 158 Tamer İnal, a.g.e., s.383
98
b) Tazminat Metodu
Bu metoda göre ise, ödenen semenden malın ayıplı değeri indirilir. Örneğin;
yine ayıpsız değeri 10 birim, ayıplı değeri ise 6 birim olan bir malın satıldığını
düşünelim. Eğer mal ayıpsız değeri ile satılmışsa iade edilecek tutar yine 4 birimdir. Oysa
mal 12 birimden satıldığında alıcı 6 birim (12-6=6) farkı iade alacak yani sadece ayıplı
değeri ödeyecektir. Mal 6 birimden satıldığında ise, satım o değerden yapılmış kabul
edilecektir
c) Nispi Metot
Bu metotta ise, ayıplı ve ayıpsız değer arasındaki oran, semenle çarpılarak
tüketicinin gerçekte ödeyeceği miktar bulunur. Bu metot Yargıtay'ın da benimsediği ve
hatta aksini bozma sebebi saydığı hakkaniyete en yakın metottur. Buna göre örneğin;
ayıpsızı 10 birim ayıplısı 6 birim olan bir malın ayıplı ve ayıpsız değerleri arasındaki
(6/10=0.6) oranı satış bedeline uygulamak sureti ile satış bedelinden indirilmesi gereken
miktar tespit edilecektir. Satış bedeli 12 birim ise 7.2 birim (12x0.6=7.2) alıcının
ödeyeceği gerçek değer olacaktır. 4.8 birim ise iade alabileceği tutardır.
4. Sözleşmeden Dönmeyi Talep Etme Hakkı
Tüketici, eğer satın aldığı malı alı koymakta herhangi bir faydasının kalmadığına
inanıyorsa, sözleşmeden dönme hakkını kullanabilecektir. Hatta BK'nun 202'inci
maddesinin son fıkrası gereğince, satım parasından indirilecek miktarın satım parasına
eşit olması durumunda, alıcının tek tercihi sözleşmeden dönmeyi istemek olacaktır. Bu
hükmün tüketicilere de uygulanması hakkaniyet gereğidir.
Birden fazla bağımsız parça satılmış ise sözleşmeden dönme hakkı, bu durum
eğer alıcıya veya satıcıya önemli bir zarar vermeyecekse sadece ayıplı mal için
kullanılabilecektir. Satılanın aslı hakkında satımdan dönme, satılanın ferilerine de sirayet
ederken; ferileri için ortaya çıkan dönme hakkı aslına tesir etmeyecektir. Aslında bu
hükümler, TKHK'de değil BK'da yer alır. Ancak bunların tüketiciler açısından kabulü
yine hakkaniyete uygun olacaktır. Sözleşmeden, sadece ayıplı mallara ilişkin kısmıyla
dönülmesi aslında yönergenin de gözettiği bir husustur.
99
Sözleşmeyi ortadan kaldıran ve edimlerin geri dönüşünü sağlayan bu hakkın
kullanımı, bir takım sonuçlar doğuracaktır. TKHK ile bu hususun da ayrıntısı ve
neticeleriyle düzenlenmemiş olması sebebiyle, genel hükümler mahiyetinde olan BK
hükümlerine başvurulabilecektir. Oysa, BK’nun tercih ettiği ifade “sözleşmenin feshi”
iken TKHK’da “sözleşmeden dönme” ifadesi kullanılmıştır. Ancak hakkın kullanımının
geriye etkili sonuçları sebebi ile burada yer alan ifadenin de dönme olduğu kabul
görmektedir.
Öncelikle; satım parasının henüz ödenmemiş olduğu durumlarda, doktrinde
ortaya konulan159borcun sona erdiği veya sözleşme yükümlülüklerini yerine getirmekten
kaçınma defilerinin doğduğu görüşlerinden hangisi kabul edilirse edilsin, semenin artık
ödenmeyeceği kesindir. Ödenmiş olan semen ise, faiziyle beraber geri alınacaktır.
Ödenecek faiz miktarı 3095 sayılı Kanun gereğince tespit edilecektir. Tüketicinin bu
talebinin, seçimlik hakların tabi olduğu zamanaşımı süresi içinde mi, yoksa genel
zamanaşımı süreleri içinde mi yapılacağı, yine kanunda açık olmadığından ötürü,
doktrinde fikir ayrılıklarına yol açmaktadır.
Alıcı, sadece faiziyle beraber semenin iadesini değil satılana ilişkin olarak
yaptığı masrafları ve yargılama masraflarını da talep edebilecektir. BK'nun 205inci
maddesi mala ilişkin yapılan masrafları zorunlu, faydalı ve lüks masraflar ayırımına tabi
tutmamıştır. Bu sebeple alıcının lüks masrafları dahi talep edebileceği kabul
edilmektedir.
Yargılama masrafları ile, alıcı ve satıcı arasındaki yargılamaya ilişkin masraflar
değil; alıcı ile üçüncü kişiler arasındaki yargılama masrafları kastedilmektedir. Zira; alıcı
ve satıcı arasındaki mahkeme masrafları HUMK çerçevesinde istenebilecektir160.
Alıcının tüm bu masraflar haricinde uğradığı zarar varsa satıcı, alıcının ayıplı
mal sebebi ile doğrudan uğradığı zararı da kusuru olmasa bile tazmin etmek zorundadır.
Dolaylı olarak uğradığı zararı prensipte ödemek zorundaysa da, bunda kusuru olmadığını
bizzat kanıtlamak suretiyle sorumluluktan kurtulabilecektir. Bu hükmün tüketiciler
159 Cevdet Yavuz, "Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler", s. 133 160 Cevdet Yavuz, "Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler", s. 136
100
açısından uygulanabilirliğini tüketicinin TKHK hükümlerine değil BK hükümlerine
istinaden talepte bulunduğu haller için kabul etmek gerekmektedir.
Sözleşme sadece tüketici lehine hak doğurarak son bulacak değildir. Satıcı
açısından da edimler geri dönecektir. Sözleşmeden dönülmesi durumunda, tarafların iade
borcunu aynı anda ifa etmeleri kabul edilmektedir. Alıcı, satın aldığı malı geri verecek ve
satılan sebebiyle elde ettiği menfaatleri de iade edecektir. Alıcı malı olduğu gibi iade
edecektir. Eğer, ayıp sebebiyle malın hasarlanması veya telef olması söz konusu olmuş
ise, alıcı sadece elinde kalanı iade edecektir. Eğer bu durum alıcının kusurundan
kaynaklanmışsa alıcının, malın değerini ödemesi gerekecektir. Ancak; pratikte bu tutar
alıcının alacak hakları ile takas edilecektir. Aynı şekilde "alıcı geri verme yükümlülüğü
doğduktan sonra, bu yükümlülüğünü işleme, karışma, birleşme gibi bir nedenle yerine
getirmediği durumlarda, para ile ödeme yapmak zorunda kalacaktır161”.
Alıcı, satılandan elde ettiği tabii ve hukuki semereleri iade etmek zorundadır.
Elde etmeyi ihmal ettiği semerlerin iadesi için ise, doktrinde farklı görüşler vardır. Hatta
kullanma sebebi ile elde edilen faydalar da örneğin; otomobilin kullanılması gibi, iadeye
tabi olacaktır. Ancak bunu kira bedeli olarak algılamamak gerekir. Zira; bakım ve onarım
giderleri, alıcı üzerinde kalmayacaktır162.
5. Tazminat Talep Etme Hakkı
TKHK ile, tüketicinin ayıplı mal sebebi ile maruz kaldığı zararın tazmini hususu
da ayrıca düzenlenmiştir. Kanuna göre kendisinden ayıplı malın sebep olduğu zarar
sebebi ile tazminat istenecek olan kişi, öncelikle "imalatçı-üretici"dir. Ancak birden fazla
kişi sorumlu ise, bu kişilerin sorumluluğu müteselsildir. Kanunun, üretimden birden fazla
kişinin sorumluluğu kriterini değil, ayıplı malın neden olduğu zarardan birden fazla
kişinin sorumluluğunu aradığının kabul edilmesi halinde, tazminat borcu olan kişiler
genişleyecektir. Aksi halde, üreticinin özellikle zikredilmiş olmasından yola çıkarak,
ayıbın sadece üretimden kaynaklanan ayıplar olarak kabul edilmesi, üretimden
kaynaklanmayan, ancak satıcının beyanlarına uygunsuzluk ölçütüne uygun olan ayıplar
sebebiyle bir zarara maruz kalan kişinin, satıcıya karşı TKHK da dayanarak tazminat
161 Cevdet Yavuz, "Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler", s. 141 162 Cevdet Yavuz, "Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler", s. 142
101
talebinde bulunamamasına; sadece BK hükümlerine başvurabilmesine yol açacaktır.
Tüketici, ayıbını bilerek malı satın alsa bile, maruz kaldığı zarar sebebi ile
tazminat talep edebilecektir. Oysa, tüketici bu durumda seçimlik haklarını yitirmektedir.
Kanuna göre zararın tazmini bir seçimlik hak olarak düzenlenmemiştir. Koşularının
varlığı halinde tüketici seçimlik haklarını kullandığı durumlarda da veya bu hakları hiç
kullanmadan da maruz kaldığı zararın tazmini isteyebilecektir.
Kanun tazmini istenecek zararı sınırlamıştır. Buna göre tüketici, sadece, ölüm
veya yaralanmaya ya da diğer mallarda zarara yol açan ayıplar sebebi ile tazminat
talebinde bulunabilecektir. BK'nda ise zarar kavramı daraltılmamıştır. Bu sebeple
TKHK'na kıyasla ölüme, yaralanmaya veya bir başka malda zarara yol açmayan örneğin
malın kendisinde ortaya çıkan zararlar veya manevi zararlar Borçlar Kanuna göre tazmin
edilebilecektir.
BK 'nun 194'üncü madde ve devamında; satıcının ayıp sebebi ile sorumluluğu,
sözleşmeden dönme, semenin tenzili ve satılanın tebdili yaptırımlarına bağlanmış; ayıp
sebebi ile alıcının uğradığı zararın tazmini ayrı bir başlık altında düzenlenmemiştir.
Ancak, kanunun 205'inci maddesinde, sözleşmeden dönmenin sonuçlarına ilişkin olarak
satıcının ayıplı malların yol açtığı doğrudan zararı ayrıca tazmin etmek zorunda olduğu
ve dolaylı zarardan da kusursuzluğunu ispatlamadığı sürece sorumlu olduğu
düzenlenmiştir163.
Borçlar Kanunun sözleşmeden dönülmesi durumunda istenebilecek tazminata
ilişkin olarak getirdiği dolaylı-dolaysız zarar ayırımının ne ifade ettiği doktrinde
tartışmalara yol açmaktadır164.
Ayıplı malın sebep olduğu zarar sebebiyle TKHK’da ve bu kanuna dayanılarak
çıkarılan "Ayıplı Malın Neden Olduğu Zararlardan Sorumluluk Hakkında Yönetmelik"de
kusursuz sorumluluk ilkesi kabul edilmiştir. Aslında kanunda da ihmal ihtimali üzerinde
açıkça durulmamışsa da, bu sorumluluğun doğması için en azından kasıt ihtimalinin yani
163 Satım parasının indirilmesinin talep edildiği durumlar için de bu hakkın doğabileceğine dair bkz. Cevdet Yavuz, "Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler", s.149 164 Cevdet Yavuz, " Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler", s.138
102
ayıplı malın bilerek satılmasının aranmadığı 4. maddenin 3. fıkrasının son cümlesinde
"Satılan malın ayıplı olduğunun bilinmemesi bu sorumluluğu ortadan kaldırmaz."
denilmek sureti ile kabul etmiştir. TKHK'da yer alan kısıtlayıcı zarar tanımı sebebi ile bu
haller dışındaki zararlar için BK'nun satıcının ayıplı mal sebebiyle doğan sorumluluğuna
ilişkin hükümlerine müracaat etmek zorunda kalan tüketiciler ise, sözleşmeden dönme
hakkını seçmek kaydıyla uğradıkları zararın tazminini istediklerinde, BK'nun 205'inci
maddesi hükümlerine göre; satıcı dolaylı zararlar için kusursuzluğunu ispatlayarak bu
sorumluluktan kurtulabilecektir.
Aslında alıcının tazminat hakkı sebebi ile başvurabileceği BK genel hükümleri
de mevcuttur. Buna göre; BK'nun 106ncı maddesine dayanarak ve ifa etmeme sebebi ile
bir seçimlik hak olarak tazminat istenmesine de hukuki bir engel yoktur. Böylece,
"tüketici ifadan vazgeçerek, onun yerine ifa menfaatinin, yani müspet zararının tazminini
talep etme hakkına sahip"165olacaktır.
Aynı şekilde, tüketici, sözleşmeye uygunsuzluk iddiasıyla BK madde 96'ya
dayanarak da tazminat talep edebilecektir. "Nitekim, ayıbı ihbar külfetini,...süresinde
yapmayan tüketici, seçimlik hakları kullanmayacağından ve malı kabul etmiş
sayılacağından haklarını ancak BK M.96 v.d. hükümleri sayesinde sözleşmeye aykırılık
nedeniyle arayabilecektir166”. "Sözleşmeden dönme nedeni ile ayıba karşı tekeffül
hükümleri çerçevesinde tazminat istenildiğinde satıcı, bayi, acente, imalatçı, üretici ve
ithalatçının müşterek ve müteselsil sorumluluğu doğmaktadır. Tüketici bunlardan istediği
birisinden zararın tamamını isteyebilir; ancak BK.96. maddeye göre sözleşmeye
aykırılıktan dolayı tazminat istendiğinde muhatap sadece satıcı olacaktır167”. Bu haklar
tüketici açısından da seçimlik hak niteliğindedir.
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, 13.06.2003 tarih ve 25137 sayılı Resmi Gazete'de
"Ayıplı Malın Neden Olduğu Zararlardan Sorumluluk Hakkında Yönetmelik"i
çıkarmıştır. Yönetmelik, 4077 sayılı kanuna istinaden çıkarılmış ve ayıplı malın sebep
olduğu zararlardan, imalatçının sorumluluğunu düzenlemiştir.
165 Tamer İnal,a.g.e., s.387 166 Tamer İnal,a.g.e., s.388 167 Ömer Adil Atasoy, a.g.e., s. 88
103
Yönetmelik dayanağı olan TKHK'dan farklı bir ayıp tanımı getirmiştir. Buna
göre "malın piyasaya sunum tarzı, makul kullanım şekli ve piyasaya sürüldüğü an ve
benzeri diğer hususlar göz önüne alınarak, bir kimsenin o maldan haklı olarak
bekleyebileceği güvenliği sağlamayan mal ayıplı sayılır." Bu tanım ayıplı malın yol açtığı
zararların tazmini hakkındaki 1985/374 sayılı AB yönergesi ile uyumludur. Halbuki
TKHK bir malın ayıplı sayılması için güvensiz olmasını aramamış; lüzumlu vasıflarına
veya satıcı beyanlarına aykırı olmasını yeterli görmüştür.
6. Ayıplı Mala Karşı Alınabilecek Tedbirler
Ayıplı mallar sebebi ile uygulanacak diğer tedbirler, üretimin ve veya satımın
durdurulması, malın toplatılması ve gereğinde imhasıdır. Bu tedbirlerin uygulanabilmesi
için ayıplı olan mal, seri bir mal olmalı ve aynı zamanda ayıplı olduğu, etiketlenerek veya
açıkça ayıplı mal reyonunda satılıyor olması gibi aleni olmamalıdır.
Bu konuda yetkili makam idare değil tüketici mahkemesidir. Dava, Bakanlık,
tüketiciler ve tüketici örgütlerince açılabilir. Mahkeme gereğinde tedbir kararları alabilir,
seri malın ayıplı olduğuna karar verirse, malın satımı durdurulur veya 3 ay içinde ayıbın
giderilmesi hususunda o malın imalatçısı veya ithalatçısı uyarılır. Ayıbın giderilmesi
imkansız ise, imalatçı veya ithalatçının, o malın toplanmasını ve ayıbın riski oranında
kısmen veya tamamen imhasını sağlaması zorunludur.
4077 sayılı TKHK'nun 24'üncü maddesi gereğince satışa sunulan bir seri malın
taşıdığı ayıbın, tüketicinin güvenliğini tehlikeye sokması durumunda 4703 sayılı kanun
uygulanacaktır. 4703 sayılı "Ürünlere ilişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve
Uygulanmasına Dair Kanun"da ise üreticinin piyasaya sadece güvenli ürünler arz etme
zorunluluğu vurgulanmış; bu konuda üretici ve dağıtıcının üzerine düşenler açıklanmış;
piyasa gözetim ve denetim ilkeleri belirlenmiş; ürünün piyasaya arzının yasaklanması,
toplatılması ve bertarafı ile cezai hükümler düzenlenmiştir.
104
7. Satıcıya Ayıplı Mal Teslimi Sebebiyle Uygulanacak Cezai Yaptırımlar
a) TKHK'daki İdari Cezalar
Ayıplı malın piyasaya sürülmesi başlı başına cezaya bağlanmış değildir. Ancak
piyasaya sürülen bu mallar, aynı zamanda güvenli değil ise, kanunun 25'inci maddesine
göre bunları piyasaya sürenler, para cezası ödemeye mahkûm olacaklardır. Bir yıl içinde
suçun tekerrürü ise, cezanın iki kat uygulanmasına neden olacaktır.
İzleyen maddede, cezayı uygulamada mülki amirliğin yetkili kılınmış olması da
açıkça göstermektedir ki burada uygulanan para cezası idari niteliktedir. Zaten kanun da
bu durumu açıkça ifade etmektedir. Bu durum, ayıp sebebiyle mağdur olan tüketiciye bir
başvuru mercii de tanımaktadır.
Malları piyasaya sürenler, bu cezalara karşı 7 gün içinde idare mahkemesine
itiraz edilebilecektir. Davanın açılması idari kararın yürütülmesini kendiliğinden
durdurmayacaktır. Mahkemenin verdiği kararların temyizi kabil değildir.
b) Türk Ceza Kanunu'na İstinaden Uygulanabilecek Cezalar
Türk Ceza Kanunu'nda (TCK) ayıplı mal ibaresi yer almamaktadır. Bununla
beraber ayıplı mal satımı ile örtüşen suç halleri mevcut olabilir. Ceza hukuku bu
çalışmanın tamamen dışında olduğundan, bu konuyla ilgili sadece genel bir takım
açıklamalar yapılmakla yetinilecektir. Bu bağlamda ayıplı malın satımının her koşulda
suç oluşturduğu söylenemez. Zira bir suçun oluşabilmesi için suç unsurlarının168da var
olması gerekecektir.
Bugün için 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu'nda emsali yer almayan ancak
765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda yer alan 363üncü madde tüketicileri bu anlamda da
koruyan bir hüküm içermekteydi. Maddenin 1inci fıkrasına göre; "Bir kimse ticaret
yaptığı sırada bir şey yerine, aynı şey olmak üzere diğer bir şey veya menşe ve evsafı ve
miktarı beyan veya mukaveleye aykırı olarak bir şey verirse, altı aydan bir yıla kadar
168 Kanuni unsur, maddi unsur, hukuka aykırılık unsuru ve manevi unsurdan oluşan suçun unsurları için bkz. Sulhi Dönmezer - Sahir Erman, " Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku", 292 vd., Beta, İstanbul:1997
105
hapis veya on bin liradan elli bin liraya kadar ağır para cezasına mahkum olur." 5237
sayılı Türk Ceza Kanunu'nun ise, "kamunun sağlığına karşı suçlar"a ilişkin 185 vd.
maddelerinde; "ekonomi, sanayi ve ticarete ilişkin suçlar" bölümünde yer alan "fiyatların
etiketlenmesi"ne ilişkin 237'inci maddede; "malvarlığına karşı suçlar" başlığı altında yer
alan "dolandırıcılık"a ilişkin 157'nci maddede yer alan suçlar her olayın özelliğine göre
ayıp ile örtüşebilir. Sonuç olarak tüketici, TCK hükümleriyle de korunabilmekteyse de,
TCK anlamında ayıplı mal satımının başlı başına bir suç değildir. Hatta mülga kanunun
363'üncü maddesinde yer alan suç ile bile ayıp kavramı, bire bir örtüşmemektedir.
Örneğin; TCK ilgili maddesi suçun oluşabilmesi için malın lüzumlu vasıflarını dikkate
almaksızın; satıcı beyanlarını ve sözleşme hükümlerini unsur almakla yetinmiştir.
§2. AB ve Türk Hukukunda Ayıplı Mal Sebebi İle Doğan
Uyuşmazlıkların Çözüm Yolları
I. AB Hukukunda Sözleşmeye Uygun Olmayan Mal Sebebi İle Doğan
Uyuşmazlıkların Çözüm Yolları
A) Avrupa Topluluğu Adalet Divanının Yetkileri
Avrupa Topluluğu Adalet Divanı (ATAD), topluluk hukukunun tüm üye
devletlerde standart uygulanmasını sağlamak ve topluluk organlarının topluluk hukukuna
uygun hareket etmelerini ve bu anlamda denetimlerini sağlamak üzere AKÇT anlaşması
ile kurulmuş ve 25 Mart 1957 tarihli bu anlaşma ile Avrupa topluluklarının ortak
mahkemesi halini almıştır.
Divan, adli bağımsızlıktan yararlanan ve her biri kendi ülkelerinin üst düzey
hukukçuları arasından seçilen hakimlerden ve kanun sözcülerinden oluşmakta olup
"Topluluk kurumları arasındaki anlaşmazlıklar önüne geldiğinde veya mevzuatı hukuka
uygunluk bakımından incelediğinde bir anayasa mahkemesi gibi davranır; Komisyon'un
veya Topluluk mevzuatını uygulayan ulusal makamların idari eylemlerini incelemesi söz
konusu olduğunda bir idare mahkemesi olarak çalışır; serbest dolaşım sosyal güvenlik ve
fırsat eşitliği ile ilgili davalarda bir iş mahkemesi ya da ticaret mahkemesi konumundadır;
tazminat taleplerini incelerken ya da Medeni Hukuk ve Ticaret Hukuku Alanlarındaki
106
Hükümlerin Tenfiziyle ilgili Brüksel Sözleşmesi'ni yorumlarken bir hukuk mahkemesi
işlevi görür169”.
Konumuz itibariyle Divan, görevleri paralelinde yetkisini, üye devletlerin
yönergeyi iç hukuka uyumlulaştırmamaları sebebi ile ihlal davalarına,170üye devlet
mahkemelerinin yönerge hükümlerinin yorumlanmasında şüpheye düştükleri noktalarda
ön karar davalarına, üye devletlerin topluluk hukukunu ihlal ederek kişiye verdikleri
zarar sebebiyle tazminat davalarına,171ve uygulaması yaşanmamış olsa bile, prensipte
yönergenin kurucu anlaşmalara aykırılığı sebebi ile iptal davalarına bakmak sureti ile
kullanabilecektir.
B) Milli Mahkemelerin Yetkisi ve Bekletici Mesele
ATA'nın 177'nci maddesi gereğince; üye devletlerin mahkemeleri, baktıkları
uyuşmazlıklarda ATAD'ın fikrini alma konusunda yetkilendirilmişlerdir. Buna göre,
Avrupa Topluluğu hukukunun birincil ve ikincil kaynaklarında yer alan bir hususun
aydınlatılması, üye devlet mahkemelerinde görülen uyuşmazlığın çözümünde gerekli ise,
ATAD'nın bu konuda görüşü istenebilecektir; hatta iç hukuk yolları sorunun çözümünde
yetersiz kalıyorsa bu bir zorunluluktur. Üye ülkeler, bu başvuru hakkını milli mevzuatları
ile ortadan kaldıramazlar. ATAD kendisine sorulmayan hususlarda topluluk hukukunun
ne öngördüğünü açıklamak zorunda değilse de talep edilmediği takdirde bile re'sen
açıklamada bulunabilir.
ATAD'nın iş yükünün yaklaşık yarısını oluşturan bu başvurular sonucunda
alınan kararlar, aslında bağlayıcı değildir. Mahkeme, milli hukukun topluluk hukukuna
uygunluğunu denetlemez; takdir hakkını ve bu yöndeki değerlendirmenin ne olduğunu
milli mahkemeye bırakmak üzere, sadece o olaya ilişkin topluluk hukukunun ne dediğini
açıklar.
169 Klaus Dieter Borchardt “Topluluk Hukuku’nun ABC’si” sayfa 27 170 Bu konuda Komisyonun Fransa, Belçika ve Lüksemburg’a karşı ATAD’a açtığı davalar için bkz: http://www.euroapa.eu.int/eur-lex/en/archive/1999/1-17119990707en.html Erişim:5.2.2004 171 Ünal Tekinalp,"Avrupa Birliği Hukuku", s. 266
107
Milli mahkeme kararlarının iç hukukta temyiz edilmiş olması, ATAD'ın
incelemeye devam etmesine engel değildir; ancak kararın bozulması incelemenin
gerekliliğini ortadan kaldırabilir. Milli mahkemelerde sonuçlandırılan uyuşmazlıklara
ilişkin olarak ATAD'da karar verilemez. ATAD, eğer ön inceleme konusunu dava ile
ilgili görmezse veya belli şekilde karar almaya zorlanıyorsa, konuyu incelemeye
almayabilir.
C) Mahkemedışı Çözüm Yolları
Avrupa Birliği, özellikle e-ticaretin ve seyahat olanaklarının artmasının ve
EURO'nun tedavüle girmesinin, sınır ötesi uyuşmazlıklarda artışa sebep olması
karşısında ve üye devletlerin adli ve idari yapılanmalarındaki karışıklıklar ve birbirlerine
göre farklılıklar sebebi ile, sadece üye devletler arasında yargısal işbirliğini
güçlendirmeye çalışmamış172aynı zamanda mahkeme dışı çözüm yolları meselesini de
ele almıştır.
Mahkeme dışı çözüm yolları düşük maliyetli ve zamandan tasarruflu olmasına
rağmen, ister İskandinav ülkelerinde olduğu gibi merkezi sisteme dayalı olsun ister
İspanya'da olduğu gibi yerel olsun bazen kamusal yapıda iken bazen de banka
ombudsmanları gibi özel yapıda olması, bazen kararların bağlayıcı olmaması bazen de
sadece tüketicinin karşısında olan taraf açısından tek taraflı ya da çift taraflı olarak
bağlayıcı olması gibi uygulamada son derece önemli farklılıklara yol açmaktadır173.
Komisyonun hedeflediği, tüm farklılıkları ortadan kaldırmak değil; kararlardaki
özgürlüğü, şeffaflığı, etkinliği ve hukuka saygıyı garanti altına almaktır.
Tahkim gibi kararın taraflar haricinde üçüncü şahıslara bırakıldığı durumlar için
98/257 sayılı tavsiye kararı çıkarılmıştır174. 4 Nisan 2001 tarih ve 2001/310 sayılı
Komisyon Tüzüğü'nde175ise, tarafların karşılıklı rızaları ile mahkeme dışı çözüm
yollarına başvurduklarında üye devletlerin hepsinde aranacak ortak asgari standartlar
belirlenmiştir. EEJ-Net (European Extra-Judical Network, Avrupa Yargı-Dışı Ağı) 16 172 EE-NET-Towards a European Extra-Judical Network for Resolving Consumer Disputes-Lizbon Conferance on 5-6 May 2000 http://www.europa.eu.inr/comm/consum.../accc_just07_en.nt Erişim:3.4.2004 173 Out-of Court Bodies Responsible For The Settlement of Consumer Disputes (Commision Recommendation 98/257/EC) Erişim:3.4.2004 http://www.europa.eu.int/comm/consu.../acc_just04_en.nt 174 Official Journal L115,17.04.1998P.0031-0034 175 Official Journal L109,19.4.2001P.56-67
108
Ekim 2001'de sınır ötesi mal ve hizmet alımlarında bulunan tüketicileri korumak üzere
pilot faaliyete geçirilmiştir. Norveç ve İzlanda da dahil olmak üzere üye devletlerde
kurulan Clearing House'lardan bir kısmı Avrupa Tüketici Merkezleri olarak da
çalışmaktadır. Tüketicileri mahkemelere göre daha ucuz ve çabuk çözümlere yönelten bu
merkezler, onları bilgilendirmekle kalmamakta; aynı zamanda alternatif uyuşmazlık
çözümleri (ADR-Alternative Dispute Resolution) hususunda da yönlendirmektedirler.
Konu, 10-11 Haziran 2003'de Brüksel'de yapılan konferans ile de ele alınmıştır176.
II. Türk Hukukunda Ayıplı Mal Sebebi İle Doğan Uyuşmazlıkların Çözüm Yolları
A) Tüketici Mahkemeleri
Tüketici Mahkemeleri, yargılama usulü yönünden HUMK'na tabi, TKHK
sebebiyle çıkan uyuşmazlıklara bakmaya yetkili mahkemelerdir. Yargı çevreleri
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nca belirlenir. Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu, mahkemelerin tek hakimli olmasına karar vermiştir177.
Tüketici davaları, HUMK yetki kurallarına getirilen bir istisna ile, tüketicinin
ikametgahının bulunduğu yerde de açılabilir. Tüketiciler gibi dava açmaya yetkisi olan
Bakanlık ve tüketici örgütlerine ise, Bakanlığın veya örgüt merkezlerinin bulunduğu
yerde dava açma hakkı tanınmış değildir. Bunlar, davalarını satıcının ikametgahının
bulunduğu yer mahkemesinde açmak durumundadırlar. Bakanlığın ve tüketici
örgütlerinin bireysel tüketici sorunu olmayan tüketicilerin genelini ilgilendiren
durumlarda, tüketici mahkemelerine açabilecekleri davalar da tüketicilerin açtığı davalar
gibi, her türlü resim ve harçtan muaftır. Ancak bilirkişi ücreti yatırılacak ancak bu Sanayi
ve Ticaret Bakanlığı'nca kaydedilen özel ödenekten karşılanacak olmasıdır. Davanın
satıcı aleyhine sonuçlanması durumunda bunlar kendisinden karşılanacaktır.
Mahkemenin ihlalin tedbiren durdurulmasına karar verme yetkisi vardır. Masrafları, daha
sonra haksız çıkan taraf karşılayacaktır. Başvurunun zorunlu olduğu hallerde
mahkemenin verdiği kararlar temyiz edilebilir.
176 EEJ-NET Conference Review of the European Extra Judical Network and Future Perspectives for improved EU Consumer Assistance Erişim:3.4.2004 http://www.europa.eu.int/comm/com.../accc/just08_en.nt177 Aydın Zevkliler, “ Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun”, s.243
109
B) İdare Mahkemeleri
Adli yargı içerisinde yer almayan idare mahkemelerinin tüketici ve satıcı
arasındaki uyuşmazlıkları çözmede herhangi bir rolü yoktur. Hatta satıcı tarafın kamu
tüzel kişisi olması da bu kuralı değiştirmez. Zira; kanunun uygulanmasında çıkacak her
türlü uyuşmazlıkta tüketici mahkemeleri yetkilendirilmiştir. Bununla beraber, kanununa
dayanılarak Bakanlık veya mülki amirliklerce verilen para cezalarının itiraz yeri olarak
doğrudan ve açıkça idare mahkemeleri zikredilmiştir. Bu ifade adli ve idari yargı
arasındaki iş bölümü ayırımı ile de uyum halindedir.
C) Tüketici Sorunları Hakem Heyeti
Tüketici Sorunları Hakem Heyetleri, kanunda belirtilen parasal sınırların altında
tüketici uyuşmazlıklarında başvurulması zorunlu, üstündeki uyuşmazlıklarda
başvurulması isteğe bağlı, zorunluluk halinde verilen kararları yargıda dava edilebilir,
isteğe bağlı durumlarda kararları dava konusu edilemezse de açılan davalarda delil olarak
sunulabilir, il ve ilçe merkezlerinde kanunun verdiği yetkiye dayanarak Sanayi ve Ticaret
Bakanlığınca zorunlu olarak kurulan yarı kamusal hakem heyetleridir.
Başkanlığını, Sanayi ve Ticaret İl müdürü veya görevlendireceği bir memur;
bakanlık taşra teşkilatının bulunmadığı durumlarda en büyük mülki amir veya
görevlendirdiği bir memur yürütür. Heyet beş üyeden oluşur. Geri kalan üyelerden biri
görevli belediye personeli, yetkili baro mensubu, sanayi ve ticaret odası ile esnaf
odalarından birinin uyuşmazlığın tarafının tacir veya esnaf ya da sanatkar olmasına göre
görevlendirdiği üye ve tüketici örgütlerinin veya bunların olmadığı hallerde tüketim
kooperatiflerinin görevlendirdiği bir üyeden oluşur. Noksan üyelikler söz konusu ise,
belediye meclisince re'sen doldurulur.
Yasal maddi sınırın altındaki uyuşmazlıklarda doğrudan tüketici
mahkemelerinde dava açılamaz. Heyetin verdiği kararlar icraya konulabilir ancak
aleyhine olan taraf tarafından 15 gün içinde dava edilebilir. İcra, haricen istenecek
yürütmenin durdurulması isteğinin kabulü durumunda durur. Mahkemenin nihai kararının
110
temyizi mümkün değildir. Yasal maddi sınırın üzerindeki uyuşmazlıklarda heyete
başvuru zorunlu olmadığından bu kararların bağlayıcılığı yoktur ve dava konusu
edilemez. Bununla beraber, delil olarak sunulabilir. "Yargıtay, Usul Hukukundaki "kesin
delil" "takdiri delil" ayırımında heyet kararlarının ancak "takdiri delil" sayılabileceği
görüşündedir178”. Mahkemenin bu durumda vereceği kararların temyizi mümkündür.
TKHK'nun 25inci maddesinde getirilen cezalar ise Tüketici Mahkemelerinde olduğu gibi
heyetin görev alanı dışındadır.179Hakem heyetlerinin reklamlarla ilgili şikayetlere de
bakma yetkisi olmayıp; yapılan hatalı başvuruları Sanayi ve Ticaret Müdürlükleri
aracılığıyla Reklam Kurulu'na intikal ettirmeleri gerekmektedir180. Başvuru ücrete tabi
değildir. Kararlar, yalnız bakılan uyuşmazlıklar için hüküm ifade eder; emsal sayılmaz.
178 Yahya Deryal, a.g.e., s. 119 179 Tamer İnal, a.g.e., s.437 180 Ömer Adil Atasoy, a.g.e., s.195
111
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Satıcının, ayıplı mal satımı nedeni ile, tüketiciye karşı olan sorumluluğunu, Türk
ve AB mevzuatları açısından inceleyen bu çalışmada varılan sonuçlar aşağıdaki gibidir:
1. (a) Avrupa'da tüketicinin korunması yolunda, 1947 yılında Danimarka'da
başlayan ilk kurumsal hareket, 1950'li yılların sonunda, diğer ülkelere de yayılmış ve
1968 yılına gelindiğinde "Tüketiciyi Koruma Birimi"nin kurulmasıyla topluluk
düzeyinde de kendisini göstermeye başlamıştır. Günümüzde ise, tüketicinin korunması,
sadece ortak pazarın işleyişine hizmet eden yardımcı bir politika değil; temel bir politika
halini almıştır.
(b) Güncel anlamı ile tüketicinin korunması hareketi, ülkemizde 1980'li yıllarda
görülmeye başlanmışsa da, tarihimizde tüketicinin korunması hareketleri Selçuklular'a
kadar uzanan bir geçmişe dayanmaktadır. Bugün için tüketicinin korunması ile ilgili çok
sayıda yakın kanun ve yüzlerce tüzük, yönetmelik ve kanun hükmünde kararname
yürürlüktedir. Ancak bunların arasında 8 Eylül 1995'te yürürlüğe giren 4077 sayılı
Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, sadece tüketicinin korunması için çıkarılan ilk
özel kanun olması açısından önem taşır.
2. (a) Topluluk, ürün güvenliği politikası ile, tüketicinin, güvenli olmayan
ürünler yüzünden uğrayacağı zararın önüne geçilmek istenmiş ve topluluk düzeyinde
genel bir ürün güvenliği politikası belirlemek sureti ile, üreticilerin pazara sadece güvenli
tüketim malları sokabilmeleri hedeflenmiştir. Böylelikle, hem tüketicilerin sağlık ve
güvenliğini korumak hem de iç pazarın işleyişini sağlamak amaçlanmıştır. Genel ürün
güvenliği politikasını düzenleyen ilk topluluk yönergesi olan 1992/59 sayılı yönerge
Haziran 1992'de kabul edilmiş ve Haziran 1994'ten itibaren tüm ülkelerde uygulamaya
konulmuştur. 2001/95 sayılı yeni ürün güvenliği yönergesi ise 15 Ocak 2002'de Resmi
Gazetede yayımlanmış ve 15 Ocak 2004'e kadar üye ülkelerin iç hukuklarına
uyumlulaştırmaları için bir süre tanınmıştır.
Kalite ve standartları belirlemek sureti ile muhtemel zararların önü kesmek,
112
temel hedef olmakla birlikte, buna ulaşabilmenin her zaman mümkün olmaması, ortaya
çıkabilecek zararların nasıl tazmin edileceği meselesini de gündeme getirmiştir. Bu
sebeple, topluluk genel ürün güvenliği politikasında, sadece güvenli ürünlerin piyasaya
girmesi amaçlanırken, ürün sorumluluğu politikasında, aksine durumun yaptırımı yani
güvenli olmayan ürünler sebebi ile zarara uğrayan tüketicinin tazminat hakkı
düzenlenmiştir. Bu amaçları sağlamak için 25 Haziran 1985'de 1985/374 sayılı yönerge
kabul edilmiştir.
Korunmayı, zararın maddi tazmini ile sınırlamanın da, tüketicinin korumadan
beklediği gerçek amacı sağlayamayacak olması sebebi ile, tüketicinin, o malın
değiştirilmesini, tamirini veya semenin indirimini ya da sözleşmeden dönmeyi talep etme
haklarını da düzenlemek kaçınılmaz olmuştur. Böylece, tüketiciye malın değişimini veya
onarımını, semenden indirimi veya sözleşmeden dönmeyi talep etme haklarını tanıyan bu
yol, Komisyonunun 15 Kasım 1993 tarihli “Tüketim Mallarının Güvenceleri ve Satım
Sonrası Hizmetlere ilişkin Yeşil Kitap” ile açılmıştır. Çalışmanın ardından “Tüketim
Mallarının Satışına İlişkin Bazı Hususlar ve Toplu Garantiler Hakkında 25 Mayıs 1999
Tarihli Avrupa Parlamentosu ve Konsey’in 1999/44 sayılı Yönergesi” gelmiştir. Bu
yönerge ile tüketici, üreticiye karşı değil; ayıplı mal satmak sureti ile akde aykırı hareket
eden satıcıya karşı ilk defa koruma altına alınmıştır.
1985/374 ve 1999/44 sayılı yönergelerin tüketiciye getirdiği koruma çeşitli
yönlerden birbirinden ayrılmaktadır. Bununla beraber, özellikle, üretici ve satıcı
kimliğinin aynı kişide toplandığı durumlarda tüketicinin her iki yönergeden de
yararlanabileceği unutulmamalıdır. Kaldı ki, üreticinin kimliğini açıklayamayan; ithal
ürünlerde ise üreticinin kimliğini açıklayabilse bile o malın ithalatçısının kimliğini
açıklayamayan satıcı, kendisi üretici olmamasına rağmen, 1985/374 sayılı yönerge
gereğince üretici gibi sorumlu olacaktır. Satıcının da ayıba sebep olması durumunda ise
üretici ile beraber müteselsil sorumluluğu doğacaktır. Ancak, her iki yönergenin
uygulanma koşulları farklıdır. Zira; 1985/374 sayılı yönergede “ayıplı mal” kavramına
yer verilip; ayıp kavramını “zarar verici olma” unsuruna bağlanmış iken 1999/44 sayılı
yönergede “sözleşmeye aykırılık kavramı” tercih edilmiş ve malın sözleşmeye aykırı
kabul edilmesi için zarar verici olması aranmamıştır. Her iki yönergeye dayanarak
tüketicinin talep edebileceği haklar da birbirinden farklıdır. Zira, 1985/374 sayılı
yönergede sadece ayıplı mal sebebiyle uğranılan zarar karşısında tazminat talep etme
113
hakkı düzenlenirken, 1999/44 sayılı yönergede değişim, onarım, semenden indirim ve
sözleşmeden dönme hakları ele alınmaktadır. Bu sebeple, tüketicilerin her iki yönergeye
de aynı anda dayanabiliyor olması sebebi ile bu yönergelere dayalı yarışan hakları
olduğundan bahsedilemez.
(b) Ülkemizde, Avrupa Birliği mevzuatı ile uyumlulaştırma hareketi çerçevesinde,
tüketicinin korunması alanında da birçok kanun, tüzük, yönetmelik ve tebliğ çıkarılmıştır.
Bunların arasında inceleme konumuz açısından 4077 sayılı "Tüketicinin Korunması
Hakkında Kanun" ve 4703 sayılı "Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve
Uygulanmasına Dair Kanun" ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından çıkarılan "Ayıplı
Malın Neden Olduğu Zararlardan Sorumluluk Hakkında Yönetmelik" özel önem taşır.
4077 sayılı kanunda ayıplı mal satımı ve bu satım nedeni ile sorumluluğun koşulları
düzenlenmiştir. BK'dan farklı olarak tüketici ilk defa bu sıfatı sebebi ile özel olarak
korunmuştur. Kanunda imalatçının ayıplı malın yol açtığı zarar sebebi ile sorumluluğuna
da yer verilmiştir. 4077 sayılı kanun çıkmadan önce imalatçının tüketiciye karşı
sorumluluğu hakkında açık ifadeler taşıyan herhangi bir yasa hükmü bulunmamakla
beraber, Yargıtay Borçlar Kanunu'nda yer alan hükümler gereğince üreticinin alıcıya
karşı sorumlu olduğu yolunda çeşitli içtihatlarda bulunmuştur. 4703 sayılı kanunda da
üreticilerin ve dağıtıcıların yükümlülükleri düzenlenmiş; piyasa gözetimi ve denetimi
ilkeleri ile güvenli olmayan malların piyasaya girmesinin yaptırımlarına yer verilmiştir.
Anılan yönetmelik ise, birinci maddesinde de açıkça yazıldığı gibi, ayıplı malın sebep
olduğu zararlardan, o malın üreticisinin sorumluluğunun usul ve esaslarını düzenlemek
amacı ile ve 4077 sayılı Kanunun verdiği açık yetki ile çıkarılmıştır
Satıcının ayıplı mal satımı sebebi ile tüketiciye karşı doğan sorumluluğu,
mevzuatımızda özel olarak TKHK ile düzenlenmiştir. Konu daha önce, Borçlar Kanunu
ve Türk Ticaret Kanunu ile de ele alınmıştır. Borçlar Kanunu bu korumayı, genel
hükümler çerçevesinde ve satıcının ayıba karşı sorumluluğunu özel olarak düzenleyen
194-207'nci maddeleri ile sağlamaktadır. Ancak burada, satıcının sorumlu olduğu kişi
tüketici değil bu kavramı da kapsayan bir üst kavram olan alıcıdır. TKHK hükümlerinin
Borçlar Kanununa göre daha özel hükümler olması, bu kanunun öncelikle uygulanmasını
gerektirmektedir. Bununla birlikte, tüketiciler açısından genel hükümler mahiyetinde olan
Borçlar Kanunu hükümlerine de başvurulabilinecektir.
114
3. (a) Kısa adıyla CISG olarak bilinen “Menkul Malların Uluslar Arası Satışına
Dair BM Konvansiyonu”, satıcının muhatabının tüketici olduğunu bilmediği durumlarda
tüketim sözleşmelerine doğrudan uygulanmayan, bununla beraber topluğunun 20 üye
devleti tarafından kabul edilmiş; ve her ne kadar Avrupa Sözleşme Hukukunun esas
aldığı bir kaynaksa da; topluluğun doğrudan tarafı olduğu bir Konvansiyon değildir.
Kaldı ki, tüketim sözleşmelerine öncelikle uygulanmaz. Bununla beraber, 1999/44 sayılı
yönergenin doğrudan etkilendiği bir kaynaktır. Özelikle tarafı olan ülkeler açısından
olayla örtüşen hallerde hangisinin uygulanacağı, hukukçular açısından dahi hukuki bir
problemdir.
(b) Ülkemiz Konvansiyonun tarafı değildir.
4. (a) Tüketiciyi imalatçıya ve satıcıya karşı koruyan topluluk normları
yönergelerde toplanmış olup; yönergelerin üye devletler hukukuyla
uyumlulaştırılmasında seçilen metodun önemi yoktur; yani yönerge hükümleri
paralelinde kanun çıkarılabileceği gibi kanun hükmünde kararname, tüzük, yönetmelik
gibi hukuk kuralları da çıkarılabilir. Konunun ne şekilde ele alınacağı kesinlikle bir iç
hukuk serbestisi olmakla beraber, kuralların bağlayıcı olması öneri mahiyetinde
kalmaması gerekir. Bu sebeple tasarı aşamasında kalan, sadece yönergeye atıf yapmakla
yetinen veya kolayca değiştirilebilen idari tasarruf işlemleri, yönergelerin ulusal
hukuklarda eksiksiz ve etkin biçimde uygulanmasını sağlamamaktadır.
(b) Mevzuatımızda da, usule ilişkin bu koşullar sağlanmıştır.
5. (a) Yönergeler, asgari standardı sağlamak amacıyla, genel olarak
tamamlayıcı hükümler üzerine kurulmuştur. 1999/44 sayılı yönergede de, ulusal
hukukların yönergenin önüne geçmek sureti ile yönergeden kaynaklanan hakları ortadan
kaldırması engellenmiş ve bu engel üye olmayan devlet hukuklarının tercih edilmesi
ihtimali için de yinelenmiştir. Bununla beraber, üye devletlere daha yüksek koruma
sağlamak amacıyla ve yönergeye aykırı olmamak kaydıyla daha sıkı hükümler kabul
edebilme hakkı tanınmıştır. Bu da yönergeyi bir nevi tamamlayıcı hukuk kuralı
mahiyetine sokmaktadır. Aslında bu özellikler diğer yönergelerde de görülen ortak
özelliklerdir. Ancak yine de, satıcıya ayıbın ihbarının yapılmasından sonra, tüketici ve
satıcının yönergeden tüketici lehine doğan hakları kısıtlamaya veya kaldırmaya yönelik
115
sözleşme yapabilmeleri imkanı yönergede kabul edilmiştir.
(b) Tarafların, yönerge gereğince tüketici lehine doğan hakları, aralarında
yapacakları bir sözleşme ile kaldırmaları veya kısıtlamaları imkanı Türk doktrininde
tartışmalıdır.
6. (a) Yönerge, satıcıyı sözleşmeye uygunsuzluk sebebi ile tüketiciye karşı
sorumlu kılar.
(b) Oysa, mevzuatımızda, yönergeden farklı olarak, satıcının, tüketiciye karşı doğan
sorumluluğu "sözleşmeye uygunsuzluk”tan değil; "ayıplı mal"dan doğar. Sözleşmeye
uygunsuzlukta ölçüt, taraflar arasındaki sözleşme iken; ayıpta satım konusu maldır.
Özellikle nicelik farklılıkları ve yanlış mal teslimatı, ayıplı mal olarak kabul edilmese de
sözleşmeye uygunsuzluk hali olarak kabul görmektedir. Bununla beraber, TKHK ile
niteliği etkileyen nicelik farklılıkları da açıkça ayıplı mal olarak kabul edilmektedir.
7. (a) Satıcı, satılan malın sözleşmeye uygun olmamasından sorumludur.
Yönergenin, tüketiciler açısından koruyucu mahiyette belirlediği değerler, malın
emsallerine ve ne şekilde ortaya konulmuş olursa olsun, hatta satıcı açıkça sorumluluğu
üstlenmemiş olsa dahi, satıcının veya üreticinin ya da onun temsilcisinin örtülü olmayan
açık beyanlarına nazaran taşıması gereken kalite ve performanstır.
(b) Türk hukukunda da, Türk Standartları Enstitüsü'nce belirlenen standartlara,
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nca belirlenen teknik düzenlemelere, satıcının açık
tanımlamalarına veya ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda, reklam
ve ilanında yer alan ifadelerine nitelik veya niteliği etkileyen nicelik nispetinde kısmen
dahi olsa uymayan, değerini ve tüketicinin ondan beklediği faydayı kısmen dahi olsa
azaltan maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler taşıyan mallar, ayıplı mal olarak kabul
edilmektedir.
8. (a) Yönergeye göre, montaj hataları da başlı başına sözleşmeye uygunsuzluk
halidir. Ancak bunun için montajın sözleşmenin bir unsuru olması ve satıcının
sorumluluğunda yapılması ya da tüketici tarafından dahi olsa talimatnameye uyarak
gerçekleştirilmiş olması aranacaktır.
116
(b) Montaj hatalarının da, ayıplı mal sayıldığına dair TKHK'nun 4'üncü maddesinde
herhangi bir hüküm yoktur. Bu konuda genel hükümlere göre çözüme gidilecektir.
9. (a) Ulusal hukuklara istinaden hazırlanan garanti belgelerinin taşıması
gereken asgari koşular da yönergede özel olarak ele alınmıştır.
(b) Türk hukukunda garanti belgeleri, sadece sanayi malları açısından düzenlenmiş
ve bu hususta ilgili yönetmelik çıkarılmıştır. Diğer mallar açısından zorunluluk
olmamakla beraber, garanti belgesi düzenlenmesini engelleyen herhangi bir hüküm de
bulunmamaktadır.
10. AB ve Türk hukuklarında satıcının ayıba karşı garanti borcu mevzu hukuktan
doğmaktadır. Zira, malın doğası gereği taşıması gereken özelliklere veya satıcının aksi
halde sorumluyum ifadesini zikretmemiş olması halinde bile, beyan edilenlere
uymamasından doğan sorumluluğunun doğrudan kaynağı taraflar arasındaki sözleşme
değil; AB hukukunda yönerge ve Türk hukukunda kanundur.
11. Satıcının tüketiciye karşı sorumluluğun doğabilmesi için taraflar arasında akdedilmiş
bir tüketim sözleşmesinin aranması, borcun sebebinin haksız fiil veya sebepsiz
zenginleşme değil akde aykırılık olduğunu AB ve Türk hukukları açısından
kanıtlamaktadır.
12. AB ve Türk Hukuklarında satıcının sorumluluğu tali ve feri bir sorumluluktur.
Çünkü, sözleşme bir şekilde geçersiz kalırsa veya satılan hiç teslim edilmezse, satıcının
yönerge ve kanun gereğince sorumluluğu doğmayacaktır.
13. (a) Yönergede; satıcının kusursuz sorumluluğunu kabul edilmekle beraber;
satıcının sorumluluktan kurtulabileceği haller de düzenlenmiştir. Yönergede satıcıya,
satım beyanından haberdar olmadığını, beyanın düzeltildiğini ve beyanın tüketici
açısından önemli olmadığını kanıtlamak sureti ile sorumluluktan kurtulma şansı
tanınmıştır.
(b) Türk Hukukunda satıcının ayıbı bilmemesi onun sorumluluğunu ortadan
117
kaldırmaz. Bu sebeple, yönerge paralelinde üretici veya onun temsilcisinin beyanlarından
haberdar olmadığını ispatlayarak sorumluluktan kurtulma ihtimali yoktur. Bununla
beraber, yönergede ifade edilen beyanların satım sözleşmesi yapılıncaya kadar geri
alınmış olması ihtimalini, ayıbın tespitinde malın lüzumlu vasıflarının değil, satıcı
beyanlarının ölçüt alındığı durumlarda, Türk Hukuku açısından da satıcıyı sorumluktan
kurtaran hal olarak kabul etmek yerinde olacaktır. Zira; satıcının geri almış olduğu
beyanlar ile satım sözleşmesinin yapılması arasında nedensellik ilişkisi olmadığından
bahisle, ayıbın varlığından bahsedilemeyecektir. Tüketim malının alınmasında beyanların
etkisizliği ise, ayıpla beyanlar arasındaki illiyet bağını kopardığı için aynı gerekçe ile
ölçütün kalktığı düşünülebilir. Ancak, kanıtlanması son derece zor bir husustur.
14. (a) Yönergede, satıcının bireysel sorumluluğu kabul edilmiş; üreticinin
sorumluluğunu sadece üreticinin aynı zamanda satıcı olduğu durumlar için zikredilmiş;
satıcının rücu hakkı meselesinde tüketiciye karşı değil satıcıya karşı olan sorumluluğu
olarak ele alınmış; ancak hedef çalışma alanı olarak belirlemiştir. Üreticinin ayıplı malın
yol açtığı zararlar sebebi ile tüketiciye karşı sorumluluğu 1985/374 sayılı yönergede özel
olarak düzenlenmiştir.
(b) Türk hukukunda, Borçlar Kanunu'nda da, yönerge paralelinde satıcının
bireysel sorumluluğu düzenlenmiş iken; TKHK ile, imalatçı-üretici, satıcı, bayi, acente,
ithalatçı ve 10'uncu maddenin beşinci fıkrasına göre, tüketici kredisini, belirli bir marka
mal veya hizmet satın alınması ya da belirli bir satıcı veya sağlayıcı ile yapılacak satım
sözleşmesi şartı ile vermesi durumunda kredi veren, ayıplı maldan ve tüketicinin seçimlik
haklarından dolayı müteselsilen sorumlu tutulmakla, tüketicinin korunması anlamında
yönergenin önüne geçilmiştir. Ayıbın yol açtığı zararlar sebebi ile de zincirleme
sorumluluk esası kabul edilmiştir.
15. Satıcının sorumluluğu Türk ve AB hukuklarında süre yönünden kısıtlanmıştır.
Yönergeye göre satıcı eşyanın tesliminden itibaren iki yıl içinde ortaya çıkan
uygunsuzluktan sorumludur. Ulusal mevzuat gereğince hakların kullanımı için
belirlenecek zamanaşımı da 2 yıldan aşağı olamaz. TKHK'na göre; tüketicinin, satıcıya
karşı seçimlik haklarını kullanabilmesi için, malın teslimi tarihinden itibaren 2 yıl
geçmemelidir. Bu süre konut ve tatil amaçlı taşınmazlarda beş yıldır. Tüketici, ayıplı mal
yüzünden uğramış olduğu zarar sebebiyle tazminat talebinde bulunacak ise, malın
118
piyasaya sürüldüğü günden başlayarak 10 yıl geçmemek koşulu ile 3 yıl içinde bu talepte
bulunmalıdır.
16. (a) Yönergeye göre, tüketim malı taşınır olmak zorundadır. Ancak açık
artırma gibi yasal zorunluluk gereği satılan eşya ile elektrik ve belli bir değer veya
miktarda satışa sunulmadığı sürece su ve gaz ayrık tutulmuştur; Ayrıca üye devletlere,
tüketicilerin kişisel olarak katılma şanslarının bulunduğu açık arttırmalarda satılan ikinci
el eşyayı ayrık tutma hakkı da verilmiştir.
(b) TKHK'na göre; hem istisnasız tüm taşınırlar hem de belli koşullarda
taşınmazlar ve gayri-maddi mallar kanun kapsamında görülmüştür. Türk hukukunda
elektrik, gaz ve su açısından herhangi bir ayırıma gidilmemiştir. Arttırmalar hakkındaki
BK'nun 230'uncu maddesinde ise, yasal zorunluluk gereği yapılan arttırmalarda arttırma
şartnamesinde açık bir taahhüdün bulunması veya hile durumları haricinde tekeffül
hükümlerinin işlemeyeceğini kabul edilmiştir. Üye devletlere tanınan, kişilerin kişisel
olarak katılma şanslarının bulunmadığı açık arttırmalarda satın alınan ikinci el eşyayı
ayrık tutma hakkı Türk hukukunda düzenlenmemiştir. Taşınmazlar açısından
uygulanabilirlik için ise, taşınmazın tatil ve konut amaçlı olması aranacaktır. BK
açısından ise bu anlamda bir sınırlama yoktur. Elektronik ortamda kullanılmak üzere
hazırlanan yazılım, ses, görüntü ve benzeri gayri-maddi malların ayıplı çıkması halinde
de tüketici TKHK'nun koruması altınadır. BK’da gayri maddi mallara ilişkin herhangi bir
düzenleme bulunmamaktadır.
17. (a) Her ne kadar tüketim sözleşmesinin tanımı yapılmamışsa da yönerge
tüketim mallarının satışına dair sözleşmelere özgülenmiştir. Bununla beraber, istisna
sözleşmeleri de yönerge kapsamında görülmüştür.
(b) Mevzuatımız açısından, TKHK ile, satım sözleşmeleri özel olarak ifade
edilmemiş tüketici işlemi adı altında geniş bir tanıma gidilmiştir. Kaldı ki satıcı ve
tüketici tanımları da geniş ele alınmıştır. BK’daki düzenleme doğrudan satım
sözleşmelerine yöneliktir. BK ve TTK'da da tüketici satım sözleşmeleri haricinde özel
olarak korunmuştur.
18. (a) Yönergeye göre, tüketici, sözleşmeye mesleki veya ticari amaçlı ya da
119
işinin bir gereği olarak taraf olmamalıdır.
(b) Aynı esas, TKHK ile de kabul edilmiştir. Kanunun yönergeden farkı
ise, tüketicinin gerçek kişi olabileceği gibi tüzel kişi de olabilmesidir. Kar elde etmek
gayesiyle kurulan dernek ve vakıfların açıkça ticari olmayan faaliyetleri sebebi ile
tüketici sayılmaları kanunun amacına paralel görülmekte iken, ticaret şirketlerinin
tüketici sayılıp sayılmayacakları hususu doktrinde tartışmalıdır.
19. (a) Yönerge açısından satıcının gerçek veya tüzel kişi olması fark etmez
iken, satımın mutlaka bu kişinin işinin gereği veya mesleki amaçlı yapılmış olması
aranacaktır.
(b) BK açısından aranmayan bu husus, TKHK ile de aranmaktadır.
20. (a) Yönergede, satıcının rücu hakkı meselesi, uygulama koşulları üye
devletlere bırakılarak özel olarak kaleme alınmıştır.
(b) Mevzuatımızda ise bu husus, genel hükümlere göre çözülecektir.
21. Türk hukukunda açıkça zikredilen ekonomik, hukuki veya maddi eksiklikler
yönergede sayılmamıştır.
22. .(a) Eşyanın teslimi kavramının ne ifade ettiği yönergede düzenlenmiş
değildir; kaldı ki üye devletlerin birbirlerinden farklı düzenlemelerine rağmen, üye
devletlere, hasarın geçiş anını yeniden düzenlemeleri hususunda yönergede herhangi bir
yükümlülük de getirilmemektedir.
(b) TKHK'da hasarın geçişine dair herhangi bir hüküm yer almamaktadır. BK
gereğince ayıp hasarın geçmesinden önce oluşmalıdır. TKHK'da, BK hükümlerini
zımnen dahi olsa ilga edebilecek ayıbın doğduğu ana ilişkin herhangi bir ifade olmadığı
gibi TKHK'nun 30'uncu maddesinde genel hükümlere doğrudan yollama yapılmaktadır.
23. (a) Montaj hatalarının, yönergede sözleşmeye uygunsuzluk hali olarak kabul
edildiğinden bahisle, satıcının montaj yükümlülüğünün olduğu hallerde, teslimatı, montaj
120
tamamlandıktan sonra yapılmış kabul etmek gerekecektir.
(b) Hukukumuzda, teslimatın montaj tamamlandıktan sonra yapılmış kabul
edileceğine dair herhangi bir yükümlülük yoktur. Kaldı ki, hasarın geçişine ilişkin
hükümler ayıbın oluştuğu zaman açısından, AB ve Türk hukukunda farklılıklar
yaratmaktadır.
24. (a) Tüketicinin uygunsuzluktan doğrudan haberdar olması ile, haberdar
olmasının kendisinden bekleneceği haller arasında, yönergeye göre bir fark
bulunmamaktadır. Bununla beraber, yönergeye göre, ihbar süresi tüketicinin
uygunsuzluğu gerçekten öğrendiği andan itibaren başlamaktadır.
(b) Yönergede, tüketicinin ayıbın bilmesinin kendisinden beklenmesi de ölçüt
alınırken, TKHK'da tüketicinin gerçekten bilmesi durumunda satıcının sorumluluğu
ortadan kalkmaktadır. BK'da ise satıcının alıcının bildiği veya bilmesi gereken ayıplardan
sorumlu olmadığı, sadece alıcının bilmesi gereken ayıplardan da ayrıca bunların
olmadığını beyan etmesi durumunda sorumlu olduğu düzenlenmiştir. BK'nun bu
hükümlerinin, tüketiciler açısından uygulanması beklenemez. Ancak yine de, özürlü
etiketi taşıyan veya bu mallar için ayrılmış özel reyonda satılan mallar açısından
tüketicinin ayıbı bilmesi beklenmelidir.
25. (a) Yönergeye göre, ayıp sözleşmenin yapıldığı an bilinmiyorsa, teslimat
esnasında ayıbın varlığını bilmek ve buna o an itiraz etmemek satıcının sorumluluğunu
ortadan kaldıran bir hal değildir.
(b) Yönerge ile kıyaslandığında, TKHK’da "bilerek satın alma" ifadesine yer
verilmiştir. Bu hükmü yine sözleşmenin yapıldığı an olarak kabul etmek tüketici lehine
olacaktır.
26. (a) Yönergede satıcının sadece hukuki sorumluluğu ele alınmıştır. Tüketicinin
satıcıdan talep edebilecekleri ise, malın değiştirilmesi, yenilenmesi, semenden indirim
yapılması ve sözleşmeden dönülmesi ile sınırlıdır. Tüketicinin uğradığı zararın tazmini
hususu 1985/374 sayılı yönergede, ayıplı mallar için alınabilecek tedbirler 2001/95 sayılı
ürün güvenliğine ilişkin yönergede düzenlenmiştir. Birliğin kriminal ceza verme ehliyeti
121
olmayıp; idari cezaların ise sadece sınırlı bir alan için verilebileceği kabul edilmektedir.
Tüketici politikası ise bu alanın dışındadır.
(b) Türk mevzuatı, hukuki ve cezai sorumluluğu düzenlemiştir. TKHK gereğince,
tüketici satıcıya karşı seçimlik haklarını kullanmanın yanı sıra uğradığı zarar sebebi ile
tazminat talebinde de bulunabilecektir. Ayıplı malın üretiminin ve satımının
durdurulması, toplatılması ve gereğinde imhası şeklinde alınacak adli tedbirler ve güvenli
olmayan mallar sebebi ile uygulanacak idari para cezaları da kanunda özel olarak
düzenlenmiştir. TCK'nunda ayıplı mal satımı ile bire bir örtüşen bir suç
bulunmamaktaysa da her olayın özelliğine göre başvurulabilecek kanun maddeleri
mevcuttur.
27. (a) AB mevzuatında düzenlenen yaptırımlar arasında, hiyerarşik bir sıralama
mevcuttur. Buna göre, onarım ve değiştirme birinci derecede istenebilecek haklar olup
semenden indirim ve sözleşmeden dönülmesi ikinci derecede istenecek haklardır. Onarım
ve değiştirme arasında ve semenden indirim ve sözleşmeden dönme arasında ise böyle bir
hiyerarşik sıralama mevcut değildir. Sadece, onarım ve değiştirme haklarından hangisinin
tercih edebileceği hususunu "olabilirlik" ve "ölçülülük" ölçütleri belirler. Her iki ölçütün
de her iki seçimlik hak için sağlandığı durumlarda, tercih hakkı tüketicidedir. Her iki
ölçütün her iki hak için de oluşmadığı durumlarda veya makul bir süre içinde bu hakların
yerine getirilmemesi durumunda ise, ikinci derecedeki haklara geçilebilecektir. Ancak
tercihin sözleşmeden dönme yönünde olduğu durumlarda, uygunsuzluğun önemli olması
aranacaktır. Semenden indirim ve sözleşmeden dönme hakları arasında hiyerarşik bir
öncelik yoktur.
(b) Mevzuatımızda, yönergeye kıyasla, hakların niteliği açısından, farklılık yoksa
da, yönergeden farklı olarak, hakların kullanımı açısından hiyerarşik bir sıralama söz
konusu değildir. Bu sebeple tüketici dilediği hakkı ilk etapta kullanabilir ve satıcı da
bunu kabul etmek zorundadır. Ayrıca tüketicinin seçim hakkı bir sefere mahsus olmak
üzere kullanılabilecektir.
28. (a) Yönergeye göre, uygunsuzluğun ne derecede önemli olduğu tercih
haklarının kullanılmasında doğrudan etkiyi, sadece sözleşmeden dönülmesinde gösterir.
Zira, uygunsuzluk önemli olmadığı sürece, sözleşmeden dönülmeyecektir. Değiştirme,
122
onarım ve semenden indirimin talep edilebilmesi için, uygunsuzluğun önemli olması
aranmayacaktır. Bununla beraber, değiştirme ve onarım haklarından hangisinin diğerine
tercih edilebileceği noktasında da uygunsuzluğun önemi "ölçülülüğün" kriterleri
arasındadır.
(b) TKHK tarafından aranmayan, ayıbın satılan malın değerini veya faydasını
"önemli derecede" azaltması BK'nun 194'üncü maddesi gereğince açıkça aranmaktadır.
Üstelik bu kriter, sadece dönme hakkı sebebiyle değil tüm hakların kullanımı için asıldır.
Bu hükümlerin tüketiciler açısından da uygulanabilirliği doktrinde tartışmalıdır.
29. (a) Yönergede, uygunsuzluğa tüketicinin sebep olduğu tek durum olarak
gösterilen, uygunsuzluğa sebep olan malzemeyi sağlamış olması, satıcının
sorumluluğunu kaldıran hal olarak kabul edilmiştir.
(b) Bu hususta TKHK'da ve BK özel hükümlerinde bir düzenleme yer almamıştır.
Bununla beraber, BK'nun 361'inci maddesi gereğince, yönergeye paralel olarak ortaya
çıkan kusur (ayıp), iş sahibi (tüketici) yüzünden ortaya çıkarsa, iş sahibi o şeyin kusurlu
olması sebebiyle doğan haklarını yitirecektir. Aynı şekilde kanunun 44'üncü maddesine
göre tüketicinin zarara sebebiyet vermesi, tazminat miktarında indirim veya tamamen
kaldırılmasına yol açacaktır. Ayıplı Malın Neden Olduğu Zararlardan Sorumluluk
Hakkındaki Yönetmeliğe göre de zarar, tüketici veya onun sorumlu olduğu kişinin
kusurundan kaynaklanırsa tüm hal ve şartlar göz önüne alınarak, imalatçının sorumluluğu
azaltılabilecek veya kaldırılabilecektir.
30. (a) Muayene, yönergenin tüketiciye getirdiği açık bir külfet değildir. Ancak,
tüketici uygunsuzluğu iddia eden taraf olduğuna göre, bu muayeneyi yapmış olması
gerekir. Kaldı ki, tüketicinin ayıbı bilmediği halde bilmesinin arandığı durumlarda, bu
duruma düşmemesi açısından, ve satıcının beyanını doğurabilmek açısından bu bir
gerekliliktir. Zira; satıcının sessiz kaldığı durumlarda, lüzumlu vasıflardaki eksiklik
haricinde sorumluluğu yoktur.
(b) TKHK açısından, tüketicinin ihbar külfetine bağlı olarak örtülü bir örtülü bir
muayene külfetinin olduğu söylenebilir. BK'da ise muayene külfeti hem genel olarak hem
de hayvan satımlarında özel olarak düzenlemektedir. TTK'da da, tüccarlar arasındaki
123
satımlarda muayene külfeti özel olarak düzenlenmiştir.
31. (a) Yönergeye göre, teslimattan itibaren 6 ay içinde ortaya çıkan
uygunsuzluk halleri teslimat esnasında var kabul edilecektir.
(b) Oysa, mevzuatımızda böyle bir karine yer almamaktadır.
32. (a) Tüketicinin ihbar külfeti, yönergede üye devletlere bırakılmış bir
husustur. Üye devletler dilerlerse 2 ayın altında olmamak kaydıyla ihbar süresi
kararlaştırabileceklerdir. İhbar süresi yönergeye göre ayıbın gerçekten öğrenildiği andan
başlayacak ve uygunsuzluğun varlığını ifade etmek yeterli olacaktır.
(b) Hukukumuzda, ihbar süresinin, tüketicinin ayıbı fark ettiği andan itibaren değil;
teslimattan itibaren başlaması ve 2 ayın altında yani 30 gün olması yönergeye kıyasla
tüketicilerin aleyhinedir. BK, satıcının hilesinin varlığı halinde, gecikmiş ihbara rağmen
alıcının seçimlik haklarını kullanabilmesini tanımaktadır. TKHK'nun 30'uncu maddesine
istinaden bu hükümlerden tüketici de yaralanabilecektir. Yönergede bu hususta herhangi
bir hüküm yer almamaktadır.
33. TKHK'da yer almamakla beraber, BK'da mesafeli satımlarda alıcının muhafaza,
mahkemece tespitini sağlama ve sattırma külfeti ayrıca ele alınmıştır. Yönergede bu
hususta ayrıca bir hüküm bulunmamaktadır. Mesafeli satımlar, 1997/7 sayılı yönergede
düzenlenmiştir.
34. (a) Konumuz itibariyle Avrupa Topluluğu Adalet Divanı, görevleri
paralelinde yetkisini, üye devletlerin yönergeyi iç hukuka uyumlulaştırmadıkları için ihlal
davalarına, üye devlet mahkemelerinin yönerge hükümlerinin yorumlanmasında şüpheye
düştükleri noktalarda ön karar davalarına, üye devletlerin topluluk hukukunu ihlal ederek
kişiye verdikleri zarar sebebiyle, tazminat davalarına ve uygulaması yaşanmamış olsa
bile, prensipte yönergenin kurucu anlaşmalara aykırılığı sebebi ile iptal davalarına
bakmak sureti kullanabilir.
ATA'nın 177'nci maddesi gereğince; üye devletlerin mahkemeleri, baktıkları
uyuşmazlıklarda ATAD'ın fikrini alma konusunda yetkilendirilmişlerdir. Buna göre,
124
Avrupa Topluluğu hukukunun birincil ve ikincil kaynaklarında yer alan bir hususun
aydınlatılması, üye devlet mahkemelerinde görülen uyuşmazlığın çözümünde gerekli ise,
ATAD'nın bu konuda görüşü istenebilecektir; hatta iç hukuk yolları sorunun çözümünde
yetersiz kalıyorsa bu bir zorunluluktur.
(b) Tüketici Mahkemeleri, yargılama usulü yönünden HUMK'na tabi, TKHK
sebebiyle çıkan uyuşmazlıklara bakmaya yetkili tek mahkemelerdir. Bununla beraber,
kanununa dayanılarak Bakanlık veya mülki amirlikçe verilen cezaların itiraz yeri olarak
doğrudan ve açıkça idare mahkemelerini zikretmiştir. Bu ifade adli ve idari yargı
arasındaki iş bölümü ile de uyum halindedir.
35. (a) Avrupa Birliği, özellikle e-ticaretin ve seyahat olanaklarının artmasının ve
EURO'nun tedavüle girmesinin, sınır ötesi uyuşmazlıklarda artışa sebep olması
karşısında ve üye devletlerin adli ve idari yapılanmalarındaki karışıklıklar ve birbirlerine
göre farklılıklar sebebi ile, sadece üye devletler arasında yargısal işbirliğini
güçlendirmeye çalışmamış aynı zamanda mahkeme dışı çözüm yolları meselesini de ele
almış ve EEJ-Net (European Extra-Judical Network, Avrupa Yargı-Dışı Ağı) 16 Ekim
2001'de sınır ötesi mal ve hizmet alımlarında bulunan tüketicileri korumak üzere pilot
faaliyete geçirilmiştir
(b) TKHK ile mevzuatımıza giren Tüketici Sorunları Hakem Heyetleri, kanunda
belirtilen parasal sınırların altında tüketici uyuşmazlıklarında başvurulması zorunlu,
üstündeki uyuşmazlıklarda başvurulması isteğe bağlı, zorunluluk halinde verilen kararları
yargıda dava edilebilir, isteğe bağlı durumlarda kararları dava konusu edilemezse de
açılan davalarda takdiri delil olarak sunulabilir, il ve ilçe merkezlerinde kanunun verdiği
yetkiye dayanarak Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca zorunlu olarak kurulan yarı kamusal
hakem heyetleridir.
125
KAYNAKLAR
(I) KİTAPLAR
Akipek, Şebnem (1999). Tüketici Kredisi. Ankara: Seçkin Yayınevi.
Arbek, Ömer (2003). Satım Konusu Ayıplı Malın Tamir Edilmesi. Ankara: Yetkin
Yayınları
Aslan, Yılmaz (1996). Tüketici Hukuku. Bursa: Etkin Kitapevi.
Aslan, Yılmaz (2004). Tüketici Hukuku. Bursa: Etkin Kitapevi.
Atamer, Yeşim M. (2000). Tüketicinin Korunması Politikası, Tekinalp&Tekinalp, Avrupa
Birliği Hukuku. İstanbul:Beta Yayınevi .
Atasoy, Ömer Adil; Taşkın, Mustafa & Acar, Hakan (2000). Tüketiciyi Koruma Hukuku.
Ankara: Yargı Yayınevi.
Demir, Mehmet (2003). Kapıdan İşlemlerde Tüketiciyi Koruyan Geri Alma Hakkı.
Ankara: Turhan Kitapevi.
Deryal, Yahya (2004). Tüketici Hukuku. Ankara: Seçkin Yayınları.
Dönmezer, Sulhi & Erman, Sahir (1997). Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku. İstanbul: Beta
Yayınları.
Erdem, M.Ruhan (2004). Avrupa Birliği Hukukunun Üye Devletlerin Ceza ve Ceza
Muhakemesi Hukukuna Etkileri. Ankara: Seçkin Yayınları
Gezder, Ümit (2004). İnternette Akdedilen Sözleşmelerde Tüketicinin Korunması.
İstanbul: Beta Yayınları.
126
Güngör, Gülin (2000). Millerlerarası Özel Hukukta Tüketicinin Korunması. Ankara:
Yetkin Yayınları.
Havutçu, Ayşe (2003). Tüketicinin Genel İşlem Şartlarına Karşı Korunması. İzmir:
Güncel Yayınevi
İnal, Tamer (2002). Tüketici Kredileri ve Tüketici Kredisi Sözleşmeleri. İstanbul: Beta
Yayınları
Kabaalioğlu, Haluk (b.d.). Avrupa Birliği ve Kıbrıs. İstanbul: Yeditepe Üniversitesi
Yayınları.
Karahasan, M. Reşit (2002). Türk Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri.
Karakaş, Işıl (1993)Uluslarüstü Anayasal Düzen Olarak Avrupa Topluluğu Hukuk
Düzeni ve Ulus-Devlet Egemenliği. İstanbul: Der Yayınevi
Lasok, D. (1994) Law and Institutions of the European Union. London, Dublin,
Edinburg: Butterworths.
Mathıjsen, P.S.R.F (1995). Europen Union Law. London: Sweet&Maxwell.
Oder, Bertil Emrah (2000). Topluluk Hukuku'nun Temel Doktrinleri ve Uygulaması,
Tekinalp&Tekinalp, Avrupa Birliği Hukuku. İstanbul: Beta Yayınları.
Oğuzman, M. Kemal & Seliçi, Özer (1992). Eşya Hukuku. İstanbul: Filiz Kitapevi
Okur, Ahmet (2000). Tüketicinin Korunması. İzmir
Ovacık, Mustafa (1986). İngilizce -Türkçe Hukuk Sözlüğü. Ankara: Banka ve Ticaret
Hukuku Araştırma Enstitüsü.
Ovacık, Mustafa (1986).Türkçe-İngilizce Hukuk Sözlüğü. Ankara: Banka ve Ticaret
Hukuku Araştırma Enstitüsü.
127
Şanlı, Cemal & Ekşi, Nuray (2000). Uluslararası Ticaret Hukuku. İstanbul: Beta
Yayınları.
Şener, Esat (1999). Borçlar Kanunu. Ankara: Seçkin Yayınları.
Tekinalp, Ünal & Tekinalp, Gülören (2000). Avrupa Birliği Hukuku. İstanbul: Beta
Yayınları.
Tunçomağ, Kenan ( 1977). Türk Borçlar Hukuku. İstanbul: Sermet Matbaası
Weatherill, Stephen & Beaumont, Paul (1995). EC Law. Penguin Law Government
Yavuz, Cevdet (1989). Satıcının Satılanın Ayıplarından Sorumluluğu. İstanbul
Yavuz, Cevdet (2002). Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler. İstanbul: Beta Yayınları.
Zevkliler, Aydın (2001). Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun. Ankara: Seçkin
Yayınevi
Zevkliler, Aydın (1987). Borçlar Hukuku, Ankara: Savaş Yayınları
(II) MAKALELER
Arnokouros, Georgıos I. (2001). The Transposition of the Consumer Sales Directive Into
Greek Legal System. European Review of Private Law, 2&3: 259-277, Kluwer Law
International, Netherlands.
Bar, Christian von (1999). Study of the Systems of Private Law in the EU with regart to
Discrimination and the Creation of a European Civil Code. Avrupa Parlamentosu,
Araştırma Genel Müdürlüğü Hukuk İşleri Yayınları.
Bruun Nielsen, Anne Dorte (2001) Directive 1999/44/EC of the European Parliament
128
and the Council on Certain Aspects of the Sale of Consumer Goods and Associated
Guarantees and Its Influence on Danish Law, European Review of Private Law,
2&3:189-196, Kluwer Law International, Netherlands.
Calıness, Galf Peter. European Contract Law.
http://www.euroap.eu.int/comm/justice_home/news/consulting_public/name_i/doc/univer
sitat frankfurt_en.pdf
Grundmann, Stefan (2001). European Sales Law-Reform and Adoptation Of International
Models In German Sales Law. European Review of Private Law,2&3:239-258, Kluwer
Law International, Netherlands.
Hondıus, Ewoud & Schelhaas, Harriet (2001). In Conformity with the Consumer Sales
Directive? Some Remarks on Transposition Into Dutch Law, European Review of Private
Law, 2&3: 327-336, Kluwer Law International, Netherlands.
Hondıus, Ewoud & Jeloscheck, Chistoph (2001). Towards A European Sales Law-Legal
Challenges Posed By The Directives On The Sale Of Consumer Goods and Associated
Guarantees, European Review of Private Law, 2&3:257-161, Kluwer Law International,
Netherlands.
Jeloscheck, Chistoph (2001). The Transposition of Directive 99/44/EC into Austrian
Law, European Review of Private Law,2&3:163-175, Kluwer Law International,
Netherlands.
Kruısinga, Sonja A. (2001).What Do Consumer and Commercial Sales Law Have and the
UN Convention on Contracts for International Sale of Goods, European Review of
Private Law 2&3,177-188, Kluwer Law International, Netherlands.
Lando, Ole. Contract Law In The EU, The Commission Action Plan and the Principles
of European Contact Law
www.iue.it/LAW/Research Teaching/ EuropanPrivateLaw/Conferences.shtml-21k
Magnus, Ulrich. European Contract Law and CISG
129
http://www.europa.eu.int/consumers/cons_int/safe_shop/fair_bus_pract/cont_law/
stakeholders/5_35pdf
Scotton, Manola (2001). Directive 99/44/EC On Certain Aspects of the Sale of Consumer
Goods and Associated Guarantees", European Review of Private Law, 2&3:297-307,
Kluwer Law Internatioanl , Netherlands.
Sivesand, Hanna (2001). Sweden Delayed Reforms due to the Consumer Sales Directive,
European Review of Private Law, 2&3, 359-367, Kluwer Law International, Netherlands.
Southerington, Tom. Impossibility Of Performance And Other Excuses In International
Trade” Publication of the Faculty ofthe Law of the University of Turku, CISG-Finland
website.
http://www.cisg.law.pace.edu/cisg/biblio/southerington.html
Staundenmayer, D. (2000). The Directive on the Sale of Consumer Goods and Associated
Guarantees-a Milestone in European Consumer and Private Law, European Review of
Private Law 4:547-564, Kluwer Law International, Netherlands.
Watterson, Stefan (2001). Consumer Directives 1999/44/EC -The Impact Of English
Law, European Review of Private Law, 2&3:197-221, Kluwer Law International,
Netherlands.
(III) RAPORLAR
Borchardt, Klaus Dieter,. Topluluk Hukuku'nın ABC'si, Avrupa Komisyonu Türkiye
Temsilciliği Yayınları: Ankara
Çakar, Turhan (1996).Türkiye'de Tüketici'nin Korunması, TES-AR Yayınları No:18 :
Ankara
Özcan, Hasan (1996). Tüketicinin Korunması Korunmasında, Tarihi Lonca Sistemindeki
Meslek İçi Kontrol Mekanizmalarının Çağdaş Yansıması, TES-AR Yayın No:18: Ankara
130
AT’de Tüketiciyi Koruma Politikaları ve Türkiye'de Durum (1990) TÜSİAD
T/90.04.132: İstanbul
Avrupa Topluluğu’nda Tüketiciyi Koruma Politikaları ve Türkiye'nin Uyumu (1989) T.
O.B.B.:Ankara
(IV) TEZ
Erlüle, Fulya (2002). Avrupa Topluluğu Konsey Yönergesi Çerçevesinde Yapımcının
Sorumluluğu, Doktora Tezi, Marmara üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü
(V) YÖNERGELER
1992/59/EEC sayılı Yönerge
2001/95/EC sayılı Yönerge
1985/374/EEC sayılı Yönerge
1999/44/EC sayılı Yönerge
1997/7/EC sayılı Yönerge
131
EK
TÜKETİM MALLARININ SATIŞINA İLİŞKİN BAZI HUSUSLAR
VE TOPLU GARANTİLER HAKKINDA
25 MAYIS 1999 TARİHLİ AVRUPA PARLAMENTOSU VE
KONSEYİN 1999/44 SAYILI YÖNERGESİ
Madde 1
Konu ve Tanımlar
(1). Yönergenin amacı, iç pazar kapsamında standart ve asgari seviyede tüketicilerin
korunmasını sağlamak için tüketim mallarının satışına ilişkin bazı hususlar ve toplu
garantiler hakkında üye devletlerin kanun, düzenleme ve idari hükümlerini
uyumlulaştırmaktır.
(2). Yönergenin amaçları doğrultusunda;
(a) tüketici: yönerge kapsamındaki sözleşmelerde ticaret, meslek veya iş amaçlı
olmaksızın hareket eden her gerçek kişiyi ifade eder.
(b) tüketim malları: şu istisnaları hariç tüm maddi taşınırları ifade eder:
- yasal zorunluluk gereği arttırma ve saire yollarla satılan eşya
- belli bir değer veya miktarda satışa sunulmadığı sürece su ve gaz
- elektrik
(c) satıcı: ticaretinin, işinin veya mesleğinin gereği olarak tüketim mallarının
sözleşme gereği satışını yapan tüm gerçek ve tüzel kişileri ifade eder.
(d) üretici: tüketim mallarını imal edenleri, topluluk topraklarına tüketim mallarını
ithal edenleri, tüketim mallarının üzerine ismini, ticari markasını veya nişanını koymak
suretiyle kendini üretici olarak gösteren kişileri ifade eder.
(e) garanti: tüketim mallarının, güvence beyanında veya ilgili reklamında ifade
edilen özellikleri taşımaması durumunda, satıcının veya üreticinin, masrafsız olarak,
ödenen semeni iade edeceğine, tüketim malını değiştireceğine, onaracağına veya geri
alacağına yönelik olarak tüketiciye karşı yapmış olduğu her türlü vaadi ifade eder.
(f) onarım: uygunsuzluk durumunda, tüketim mallarını sözleşmeye uygun hale
132
getirmeyi ifade eder.
(3). Üye devletlerin, tüketicilerin kişisel olarak katılma şanslarının bulunduğu açık
arttırmalarda satılan ikinci el eşyayı "tüketim malları" kapsamında tutmama hakları
vardır.
(4). Bu yönergenin uygulanmasında tüketim mallarının üretilmesi ve yapılmasını
sağlayan sözleşmeler de satım sözleşmesi olarak kabul edilir.
Madde 2
Sözleşmeye Uygunluk
(1). Satıcı, tüketiciye, satım sözleşmesine uygun mallar teslim etmek zorundadır.
(2). Tüketim malları aşağıdaki koşullarda sözleşmeye uygun sayılır:
(a) satıcın tanımlamalarına uyar veya satıcının örnek veya model olarak vaat ettiği
malların kalitesini taşırsa;
(b) tüketicin talep ettiği ve satış sözleşmesinin yapıldığı esnada satıcının
bilgilendirilip kabul ettiği özel amaçlara uyarsa;
(c) aynı tip malların normal kullanım amaçlarına uyarsa;
(d) özellikle reklam ve etiketinde, satıcının, üreticinin veya onun temsilcisinin açık
beyanlarında ifade edilen özellikler veya eşyanın niteliği nazara alındığında, tüketicinin
haklı olarak bekleyebileceği ve aynı tip mallar için de normal olan kalite ve performansı
gösterirse.
(3). Sözleşmenin yapıldığı esnada tüketicinin uygunsuzluktan haberdar olması veya
haberdar olmamasının kendisinden beklenememesi ya da uygunsuzluğun tüketici
tarafından sağlanan malzemelerden kaynaklanması durumunda, maddenin uygulanması
anlamında uygunsuzluktan bahsedilemeyecektir.
(4). Satıcı, şu koşullarda 2(d) maddesinde geçen beyanları ile bağlı olmayacaktır:
-söz konusu beyandan haberdar olmadığını veya olmasının kendisinden
beklenemeyeceğini ispatlarsa,
- sözleşme tamamlanıncaya kadar beyanın düzeltildiğini ispatlarsa, veya
- tüketim malının alınmasına ilişkin kararın verilmesinde bu beyandan etkilenilmediğini
kanıtlarsa
(5). Eğer montaj, satış sözleşmesinin bir unsuru ise ve eşya satıcı tarafından veya
onun sorumluluğunda kurulursa, tüketim mallarının hatalı montajından kaynaklanan
uygunsuzluk da maldaki uygunsuzluğa denk kabul edilecektir. Aynı durum, mal, tüketici
133
tarafından kurulacak ve kurulmuş olup da hatalı montaj, montaj talimatnamesindeki
kusurdan kaynaklanıyorsa da geçerlidir.
Madde 3
Tüketicinin hakları
(1). Satıcı, eşyanın teslimi sırasında ortaya çıkan uygunsuzluktan tüketiciye karşı
sorumludur.
(2). Uygunsuzluk durumunda, tüketici, 3. fıkra uyarınca masrafsız onarım veya
değiştirme suretiyle malların sözleşmeye uygun hale getirilmesini ya da 5. veya 6.
fıkralar uyarınca semenden uygun bir indirim yapılmasını veya bu mallara yönelik olarak
sözleşmeden dönmeyi isteyebilir.
(3). Tüketici, ilk aşamada, satıcıdan, imkansız ve ölçüsüz olmadığı sürece, her halde
masrafsız olarak, eşyanın onarılmasını veya değiştirilmesini isteyebilir.
Tercih edilen hakkın ölçüsüz olarak değerlendirilmesinden
- malın uygunsuz olmaması durumunda taşıyacak olduğu değer
- uygunsuzluğun önemi ve
- diğer hakkın tercih edilmesinin tüketici açısından önemli bir sakınca doğurup
doğurmayacağı da nazara alındığında ve diğer tercih hakkıyla karşılaştırıldığında makul
olmayan masrafların satıcıya yüklenmesi anlaşılır.
Onarım veya değişimin, eşyanın tabiatı ve tüketicinin malı talep etme nedeni de nazara
alınarak, makul bir süre içinde ve tüketici için önemli bir sakınca doğurmayacak şekilde
gerçekleştirilmesi gerekir.
(4). 2. ve 3. fıkralarda geçen "masrafsız" teriminden özellikle nakliye, işlem ve
malzeme masrafları olmak üzere eşyayı uygun hale getirmeye yarayan masraflar anlaşılır.
(5). Tüketici
- onarım veya değiştirme isteyemeyeceği durumlarda
- satıcının makul bir süre içinde seçimlik hakları yerine getirmemesi durumunda
- satıcının tüketici için önemli bir sakınca doğurmaksızın seçimlik hakları yerine
getirmemesi durumunda semenden uygun bir indirim yapılmasını isteyebilir.
(6). Uygunsuzluk önemsiz olduğu sürece tüketicinin sözleşmeden dönme hakkı
yoktur.
Madde 4
134
Tazminat Hakkı
Aynı sözleşme zinciri içerisinde bir önceki, veya aradaki satıcının veya üreticinin kastı
veya ihmali sonucunda ortaya çıkan uygunsuzluktan dolayı son satıcının tüketiciye karşı
sorumluluğu doğduğunda, son satıcı bu seçimlik hakları sözleşme zinciri içindeki kişi
veya kişilere karşı ileri sürebilir. Son satıcının seçimlik hak talebinde bulunabileceği kişi
veya kişiler, ilgili davalar ve uygulanacak usul, ulusal hukuk tarafından belirlenir.
Madde 5
Zaman Tahdidi
(1). Satıcı 3. fıkra gereğince, uygunsuzluğun eşyanın tesliminden itibaren iki yıl
içinde ortaya çıkması halinde sorumludur. Eğer ulusal mevzuat gereğince, madde 3(2).
fıkradaki haklar zamanaşımına tabi ise, bu süre eşyanın tesliminden itibaren 2 yıldan
aşağı olamaz.
(2). Üye ülkeler, tüketiciyi, haklarından yararlandırabilmek için, satıcıya karşı,
tespitinden itibaren 2 ay içinde, uygunsuzluğu bildirme yükümlülüğüne tabi tutabilirler.
Üye ülkeler fıkranın uygulanmasına ilişkin Komisyonu bilgilendirirler. Komisyon üye
devletlere tanınan bu tercih hakkının kullanılmasının iç pazar ve tüketiciler üzerindeki
etkisini gözlemler.
Komisyon 7 Ocak 2003'den önce, üye ülkelerin bu paragrafı uygulamalarına ilişkin bir
rapor hazırlar. Bu rapor Avrupa Topluluğu Resmi Gazetesi'nde yayımlanır.
(3). Aksi kanıtlanmadığı ve bu karine eşyanın ve uygunsuzluğun tabiatı ile örtüştüğü
sürece; eşyanın tesliminden itibaren 6 ay içinde ortaya çıkan uygunsuzluğun eşyanın
teslimi esnasında var olduğu kabul edilir.
Madde 6
Garanti
(1). Garanti; garanti beyanındaki şartlar ve ilgili reklamlar çerçevesinde icapçıyı
yasal olarak bağlar.
(2). Garanti,
- tüketicinin tüketim mallarının satışına ilişkin uygulanan ulusal mevzuat gereğince
haklarının olduğunu ifade etmeli ve garantinin bu hakları etkilemediğini açıklığa
135
kavuşturmalıdır.
- özellikle garantinin zamansal ve mekansal çerçevesi ve aynı şekilde garantörün isim ve
adresi, gibi, garantiye dayanarak iddiada bulunabilmek için gerekli temel unsurlar ve
garanti içeriği sade ve anlaşılabilir bir dilde olmalıdır.
(3). Garanti, tüketicinin talebi halinde, yazılı olarak veya tüketici tarafından elde
edilebilmek ve ulaşılabilmek koşuluyla kalıcı bir başka ortamda verilecektir.
(4). Tüketim mallarının pazarlandığı üye devletler, anlaşma hükümleri ile uyumlu
olmak kaydıyla, kendi ülkelerinde garantilerin topluluğun yasal dilleri arasından
belirlenecek bir veya daha fazla dilde kaleme alınmasını sağlayabilirler.
(5). 2, 3 ve 4. fıkralardaki hükümler garantide ihlal edilmiş bile olsalar, garanti
geçerliliğini koruyacak ve tüketici yine garantiye dayanıp onun nazara alınmasını
isteyebilecektir.
Madde 7
Bağlayıcılık
(1). Ulusal hukuk gereği, uygunsuzluk satıcıya ihbar edilmeden önce satıcıyla
yapılan sözleşme veya sözleşme hükümlerinin yönergeden doğan hakları kaldırması veya
kısıtlaması durumunda, bunlar tüketici için bağlayıcı olmayacaktır.
Üye devletler, ikinci el eşya için, satıcı ve tüketicinin, madde 5(1). fıkrada geçen
satıcının sorumluluğuna ilişkin zamanaşımını, sözleşme hükümleri ile daha kısa süreye
bağlayabilmelerini tanıyabilirler. Bu süre bir yıldan az olamaz.
(2). Üye devletler, üye devlet ülkesini yakından ilgilendiren bir sözleşme için, üye
olmayan bir devlete ait hukukunun seçilmesi suretiyle, yönergenin sağladığı korumadan
tüketicinin yoksun kalmaması için gerekli tedbirleri alırlar.
Madde 8
Ulusal Hukuk ve En Az Koruma
(1). Bu yönergeden kaynaklanan haklar, tüketicinin akdi ve akit dışı sorumluluğa
ilişkin ulusal hukuklara dayanarak iddia edebileceği haklarına halel getirmeksizin
kullanılacaktır.
(2). Üye devletler, tüketicinin korunmasını daha yüksek seviyeye getirmek için,
yönerge konusundaki anlaşma hükümlerine aykırı olmamak kaydı ile, daha ağır hükümler
136
kabul edip yürürlüğe sokabilirler.
Madde 9
Üye devletler, yönergeyi iktibas eden ulusal hukuklar hakkında, tüketiciyi
bilgilendirmek için, gerekli tedbirleri alırlar ve uygun olduğu ölçüde, mesleki örgütleri,
tüketicileri hakları hususunda bilgilendirmeleri için teşvik ederler.
Madde 10
98/27 EC sayılı Yönerge eki şu şekilde tamamlanacaktır: " 10. Tüketim Mallarının
Satışına İlişkin Bazı Hususlar ve Toplu Garantiler Hakkında, 25 Mayıs 1999 tarihli,
Avrupa Parlamentosu ve Konsey'in 1999/44 sayılı Yönergesi"(OJ L 171,7.7.1999, p.12)
Madde 11
İktibas
(1). Üye devletler, 1 0cak 2002'e kadar, yönerge hükümlerine uyum sağlayacak
kanun, düzenleme ve idari tedbirlerini yürürlüğe sokacaklar ve durumdan Komisyonu
derhal haberdar edeceklerdir.
Üye devletler, bu tedbirleri aldıklarında veya bunlar resmen yayımlandıklarında,
Yönergeye gönderme yapacaklardır. Üye devletler, bu göndermenin usulünü
düzenleyeceklerdir.
(2). Üye devletler, yönerge alanında kabul ettikleri ulusal hukuka ait hükümler
konusunda Komisyonu bilgilendireceklerdir.
Madde 12
Tetkik
Komisyon, 7 Temmuz 2006'dan önce yönergenin uygulanmasını tetkik edip;
Parlamento ve Konsey'e rapor sunacaktır. Rapor, üye devletlerde, üreticinin doğrudan
sorumluluğunu ortaya koyacak ve uygunsa tekliflerle desteklenecektir.
137
Madde 13
Yürürlülük
Bu yönerge, Topluluk Resmi Gazetesi'nde yayımlandığı gün yürürlüğe girer.
Madde 14
Bu yönerge üye devletlere yöneltilmiştir.