ATATÜRK VE SİNEMA ÜZERİNE - Ankara...

3
102 Hukuk Gündemi | Atatürk Özel Sayısı 2013 A rdı ardına koşan fotoğrafların bizi sürüklediği her yer, içirdiği her sigara, konuşturduğu her kahraman bizizdir aslında. Çünkü sinema, bizi olmak imkânı bulamadığımız kahramanlara, dalmak istediğimiz denizlerde, koca güverteleriyle devinen gemilere dönüştüren, adeta kendi evreninde nefes alma yeteneğine sahip kılan bir icattır. Seyredene zamanını yansıtmaktadır. Acaba, bu nesilleri yeri geldiğinde geçmişine, yeri geldiğinde geleceğine götürme zevkini yaşatan mucizeyle biz ne zaman tanıştık diye düşü- nünce, Türkiye’de sinema- nın ilk dönem örnekleri- nin, 19. yy.ın ikinci yarısına doğru İstanbul’un o vakit- ler hemen hemen yalnızca yabancıların, azınlıkların ve Levantenlerin nere- deyse “ülke dışı” ayrıcalık taşıyan karşı yakası Pera’da boy gösterdiğini öğreni- yoruz. Zamanın yöneticileri Anadolu’da da film gösterimleri yapılmasına izin vermişlerdir. Ancak aynı tavır maalesef film çekme konusunda sergilenememiştir. Peki, her fırsatta sanatı ve sanatçıyı övmüş, onu her defasında yüceltmiş Deha Mustafa Kemal Ata- türk sinemaya nasıl yaklaşmıştı? 10. Yıl Nutku’nda Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinin Türk kültürü oldu- ğunu : “Türk milletinin tarihi vasfı da güzel sanat- ları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkan- lığını, fıtrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu mütemadiyen her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür.” diyerek bir kez daha vurgulayan Ata’nın elbette bu mucizeyi göz ardı etmesi, onun insanları etkileme potansiyelinden faydalanmayı fark edememiş olması mümkün değildi. Cumhuriyetin ilanından yaklaşık sekiz ay önce, İzmir İktisat Kong- resinde Türk çiftçisinin ve halkının, ziraat alanında aydınlatılması amacıyla, filmler hazırlanmasına ve çiftçiye sunulmasına karar verilmiş olması bunun somut göstergelerindendir. Türk Sineması, Cumhuriyet’in ilanına, o vakte kadar çevrilmiş en iyi öykülü film olan, Ateşten Gömlek ile girmişti. 29 Ekim’den 6 ay kadar önce, TBMM’nin kuruluşunun tam üçüncü yıldönümünde, henüz işgal altında bulunan İstanbul’da “Ateşten Gömlek”in ilk gösterimi başlamıştı. Halide Edip Adıvar’ın Kurtuluş Savaşı sürerken bu savaşı konu alan romanından Muhsin Ertuğrul’un perdeye aktar- dığı film, ulusal duyguların doruk noktasına eriştiği bir anda izleyicinin karşısına çıkıyor; sinemanın, bir ulu- sun yaşamındaki en büyük, en önemli olayları yansıt- madaki eşsiz gücünü örnek- liyordu. Aynı sıralarda, “Malûl Gaziler Cemiyeti”nin, bir yandan“Kemal Film”in bir yandan da “TBMM Orduları Film Teşkilatı”nın sinemacıları da aynı olayları belge- sel tutumla film üzerine aktarıyorlardı. Büyük Deha da henüz sıcak savaşın dumanları tütmekteyken bile, 1922’de, gelecekte çok büyük belge niteliğine ulaşacağını sezinlediği için, savaş döneminde çekilmiş filmlerin birleştirilerek bir dokü- manter hazırlanmasını istemişti. Kurtuluş Savaşı’nı konu alan belgesel niteliğindeki ilk filmin yapımına da bu tarihlerde başlanmıştı. Fil- min tamamlanması 1934 yılına denk gelmekteydi. Ancak filmin Milli Mücadelenin ruhunu ve ateşini yansıtmakta yetersiz olduğunu düşünen Deha çalışmaların genişletilmesi için emir vermişti.1937 yılına gelindiğinde, Atatürk filmle ilgilenen Nurettin Baransel’e çalışmaların bitip bitmediğini sorduğunda ATATÜRK VE SİNEMA ÜZERİNE Stj. Av. Hatice KARAKUŞ

Transcript of ATATÜRK VE SİNEMA ÜZERİNE - Ankara...

Page 1: ATATÜRK VE SİNEMA ÜZERİNE - Ankara Barosuankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/hgdmakale/2013...• Dr. Erol EVCİN, Atatürk’ün Güzel Sanatlara ve Sanatçılara Bakışı,

102 Hukuk Gündemi | Atatürk Özel Sayısı 2013

Ardı ardına koşan fotoğrafların bizi sürüklediği her yer, içirdiği her sigara, konuşturduğu her kahraman bizizdir aslında. Çünkü sinema, bizi

olmak imkânı bulamadığımız kahramanlara, dalmak istediğimiz denizlerde, koca güverteleriyle devinen gemilere dönüştüren, adeta kendi evreninde nefes alma yeteneğine sahip kılan bir icattır. Seyredene zamanını yansıtmaktadır.

Acaba, bu nesilleri yeri geldiğinde geçmişine, yeri geldiğinde geleceğine götürme zevkini yaşatan mucizeyle biz ne zaman tanıştık diye düşü-nünce, Türkiye’de sinema-nın ilk dönem örnekleri-nin, 19. yy.ın ikinci yarısına doğru İstanbul’un o vakit-ler hemen hemen yalnızca yabancıların, azınlıkların ve Levantenlerin nere-deyse “ülke dışı” ayrıcalık taşıyan karşı yakası Pera’da boy gösterdiğini öğreni-yoruz. Zamanın yöneticileri Anadolu’da da film gösterimleri yapılmasına izin vermişlerdir. Ancak aynı tavır maalesef film çekme konusunda sergilenememiştir.

Peki, her fırsatta sanatı ve sanatçıyı övmüş, onu her defasında yüceltmiş Deha Mustafa Kemal Ata-türk sinemaya nasıl yaklaşmıştı? 10. Yıl Nutku’nda Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinin Türk kültürü oldu-ğunu : “Türk milletinin tarihi vasfı da güzel sanat-ları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkan-lığını, fıtrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu mütemadiyen her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür.” diyerek bir kez daha vurgulayan Ata’nın elbette bu mucizeyi göz ardı etmesi, onun insanları etkileme potansiyelinden faydalanmayı fark edememiş olması mümkün değildi. Cumhuriyetin

ilanından yaklaşık sekiz ay önce, İzmir İktisat Kong-resinde Türk çiftçisinin ve halkının, ziraat alanında aydınlatılması amacıyla, filmler hazırlanmasına ve çiftçiye sunulmasına karar verilmiş olması bunun somut göstergelerindendir.

Türk Sineması, Cumhuriyet’in ilanına, o vakte kadar çevrilmiş en iyi öykülü film olan, Ateşten Gömlek ile girmişti. 29 Ekim’den 6 ay kadar önce, TBMM’nin kuruluşunun tam üçüncü yıldönümünde, henüz işgal altında bulunan İstanbul’da “Ateşten

Gömlek”in ilk gösterimi başlamıştı. Halide Edip Adıvar’ın Kurtuluş Savaşı sürerken bu savaşı konu alan romanından Muhsin Ertuğrul’un perdeye aktar-dığı film, ulusal duyguların doruk noktasına eriştiği bir anda izleyicinin karşısına çıkıyor; sinemanın, bir ulu-sun yaşamındaki en büyük, en önemli olayları yansıt-

madaki eşsiz gücünü örnek-liyordu. Aynı sıralarda, “Malûl Gaziler Cemiyeti”nin, bir yandan“Kemal Film”in bir yandan da “TBMM Orduları Film Teşkilatı”nın sinemacıları da aynı olayları belge-sel tutumla film üzerine aktarıyorlardı.

Büyük Deha da henüz sıcak savaşın dumanları tütmekteyken bile, 1922’de, gelecekte çok büyük belge niteliğine ulaşacağını sezinlediği için, savaş döneminde çekilmiş filmlerin birleştirilerek bir dokü-manter hazırlanmasını istemişti.

Kurtuluş Savaşı’nı konu alan belgesel niteliğindeki ilk filmin yapımına da bu tarihlerde başlanmıştı. Fil-min tamamlanması 1934 yılına denk gelmekteydi. Ancak filmin Milli Mücadelenin ruhunu ve ateşini yansıtmakta yetersiz olduğunu düşünen Deha çalışmaların genişletilmesi için emir vermişti.1937 yılına gelindiğinde, Atatürk filmle ilgilenen Nurettin Baransel’e çalışmaların bitip bitmediğini sorduğunda

ATATÜRK VE SİNEMA ÜZERİNE

Stj. Av. Hatice KARAKUŞ

Page 2: ATATÜRK VE SİNEMA ÜZERİNE - Ankara Barosuankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/hgdmakale/2013...• Dr. Erol EVCİN, Atatürk’ün Güzel Sanatlara ve Sanatçılara Bakışı,

Atatürk Özel Sayısı 2013 | Hukuk Gündemi 103

Baransel’ den aldığı “Size ait sahnelerin ekserisi hare-ketsiz resimlerden olduğu için tamamlanamadı” cevabına neredeyse sinirlenen Deha : “Ben hayat-tayım. Milli Mücadele’ye ait bütün evrakım, kılıcım, çizmem hali hazırda mevcut olduğuna göre, çağır-dığınız anda bana düşen vazife ve görevi yapmadım mı? Böyle bir teklif karşısında kalsam memnuniyetle kabul eder, bir artist gibi filmde rol alır, hatıraları canlandırırdım. Bu milli bir vazifedir. Çünkü Türk gençliğine bu mücadelenin kazanıldığını canlı ola-rak ispat etmek, hatıra bırakmak bu filmle mümkün olacaktır.” diyerek karşılık vermişti. Ancak o tarihlerde bozulmaya başlayan sağlık durumu filmde rol alma-sına ne yazık ki izin vermemişti.

1932 yılında Muhsin Ertuğrul’un çektiği ‘Bir Mil-let Uyanıyor’ adlı filmin senaryosuyla da bizzat ilgilenmiştir.

Atatürk yoğun ve yorucu programından çala-bildikçe vakit çalıyor ve ülkedeki her şey gibi daha emekleme aşamasında seyreden Türk Sinemasına ilgisini belli ediyordu.1931 yılında çekilen ilk sesli Türk Filmi olarak anılan “İstanbul Sokaklarında”yı bizzat sinemada izlemişti. “Şarlo İdama Mahkûm” adlı filmi de İkiçeşmelik’teki Ankara Sinemasında seyret-miş, büyük keyif almıştı. Hatta o gün Büyük Dehayı görmek için gelen ancak salona alınmayan kadınla-rın içeri alınmasını emretmiş ve inkılâpçı kişiliğinin, kadın erkek eşitliğine yansıması ve Türk kadınına saygısı somut olarak ortaya çıkmıştı. Ata’nın sinema ziyaretleri yalnızca Ankara sinemalarıyla sınırlı değildi. Elhamra Sinemasında da birçok kez film seyretmişti.

Büyük Dehanın sinemaya olan ilgisi yalnızca bu boyutuyla da kalmıyordu elbette. 1937 yılında Münir Hayri Egeli ile beraber Ata’nın hayatını ve Milli Mücadele dönemini anlatan bir senaryo yazmıştı : “Ben Bir İnkılâp Çocuğuyum” Senaryoyu Münir Hayri Egeli filme alacaktı. Ancak Ata’nın bozulan sağlığı bu dileğini yerine getirmesine de engel oldu. Geriye yalnızca Büyük Dehanın halen Milli Kütüphane’de saklanan el yazısıyla yazdığı direktifi kaldı: “Münir Hayri, filmi çevirme işiyle bizzat meşgul olacaktır. Hemen Almanya’ya gidecek, senaryomuzu işleye-cektir. Hasan Rıza gereken masrafları benden karşı-layacaktır / İmza: K (Kemal)”

Ata’nın kendi hayatını yüz otuz yedi sayfalık bir senaryo ile ele aldığını ve filmleştirme girişimini 1954’te, yine Münir Hayri Egeli tarafından yazılmış, “Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar” adlı kitabından

öğreniyoruz. Egeli kitabında, Ata’nın eserin esas noktalarını bizzat düzenledikten sonra, senaryo üzerindeki çalışmalarını iki kez düzelttiğini, senar-yonun eksikleri konusunda fikir alışverişi yaptıklarını anlatmıştır.

Türk Sinemasını, Cumhuriyet sonrası, tarihi devir-lere ayırmak istediğimizde, Büyük Dehanın yaşadığı dönem içinde 1932 yılı, “Türk Mevzuatı açısından” ayırt edici bir işlev görür. Çünkü 1923- 1932 yılları arasına denk gelen süreci daha sonraki yıllardan ayıracak, hukuki bir düzenleme karşımıza çıkmakta-dır: 19.07.1932 tarihli ‘Sinema Filmlerinin Sansürüne İlişkin Yönetmelik’. Bu düzenleme 14.07.1934 tarih ve 2559 sayılı Polis Ödev ve Yetkileri Yasası’nın 6. maddesine yönelik olarak düzenlenmiş 09.07.1937 tarih ve 2/11551 sayılı Filmlerin ve Film Senaryola-rının Sansürüne İlişkin Yönetmelik yürürlüğe girene kadar uygulanmıştır.

Sonuç olarak, “Sinema öyle bir keşiftir ki, gün gelecek barutun, elektriğin ve kıtaların keşfinden çok dünya medeniyetinin veçhesini değiştireceği görülecektir. Sinema, dünyanın en uzak uçlarında oturan insanların birbirlerini tanımalarını, sevme-lerini temin edecektir. Sinema insanlar arasındaki görüş, görünüş farklarını silecek; insanlık idealinin tahakkukuna en büyük yardımı yapacaktır. Sinemaya lâyık olduğu ehemmiyeti vermeliyiz” diyerek bir kez daha bizlere ileri görüşünü, geleceği sezişini yansıtan Büyük Deha, adeta geleceği okumuş; bizlere küre-selleşen dünyadan haberler vermiştir. Bir memleket yaratmak telaşında iken, bu mucizeyi es geçmemiş, okuma yazma oranının yüzde onlarda seyrettiği o ağrılı dönemde, halka ulaşmanın en kısa ve etkili yolunun sinema olduğunu bilmiştir.

KAYNAKÇA• Selahattin ÖNDER-Ahmet BAYDEMİR, Türk Sinemasının Geli-

şimi(1895-1939), Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Cilt:6, Sayı: 2, Aralık 2005

• Dr. Erol EVCİN, Atatürk’ün Güzel Sanatlara ve Sanatçılara Bakışı, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisis:47,Bahar2011,s.521-555

• Ses Dergisi – 27 Ekim 1973

• İzmir Tarih ve Toplum Dergisi – Haziran 2008

• MünirHayriEGELİ,Atatürk’tenBilinmeyenHatıralar,1954

Page 3: ATATÜRK VE SİNEMA ÜZERİNE - Ankara Barosuankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/hgdmakale/2013...• Dr. Erol EVCİN, Atatürk’ün Güzel Sanatlara ve Sanatçılara Bakışı,

Atatürk’ün Direktifi1. Münir Hayri filmi çevirme işi ile bizzat meşgul olacaktır.2. Hemen Almanya’ya gidecek, senaryomuzu işleyecektir.

Hasan Rıza gereken mastafları benden karşılayacak.Kemal

104 Hukuk Gündemi | Atatürk Özel Sayısı 2013