Antalya Literary Express 6

16
Yayın Kurulundan Değerli okuyucular, olağan köşelerimiz dışında, Kaya Büyükataman’ın ilettiği Kostenko resimlerinin kalan kısmı ile Adil Yüksel’in teleferik gezisi fotoğraflarını yayınladığımız altıncı sayımızı beğeninize sunuyor, uğraşlarınızda kolaylıklar diliyoruz. Yaş Taksimi Yaş taksimi yapılırken, taksim sırasında tesadüfen insan, eşek ve maymun üçü bir arada, aynı anda bulunurlar. Yaşı taksim eden ***** üçüne birden hitap eder ve der ki: - Üçünüze yüz yirmi yıl yaş verdim. Aranızda paylaşın. Der. İnsan, hesap eder ve hemen atılır: - Kırk yıl; çok az. Hemen bitiverir. Der. Eşek biraz düşünür, düşünür, bekler ve der ki: - Kırk yıl bana çok fazla. Kırk yıl durmadan yük taşıyacaksın. Bana yarısı yeter. Der. İnsan eşek yaşının yarısını alır. Yaşı altmışa çıkar. Biraz sevinir. Sıra maymuna gelir. Düşünceli düşünceli o da anlatır: - Kırk yıl bana da çok fazla. Durmadan sırtında, kırk yıl çocuk taşı. Çocuk avut. Bana yarısı yeter. Der. Kalan yirmi yılı da insan alır. İnsanın yaşı toplam seksen yıl olmuştur. İnsan memnun olsa da olmasa da yapacak bir şey yoktur. Oradan ayrılırlar. O gün bugün insanlar kırk yıl gençliğinde güzel bir şekilde insan yaşını yaşar. Kırktan sonra şunu yapamadım, şu işi yapayım, çocukları evereyim vs vs işlerle yirmi yıl eşek gibi çalışarak eşek yaşını yaşarlar. Ömürleri yeterse yirmi yıl da çocuk avuturlar. Sırtlarında gerektiğinde çocuk taşırlar. Çünkü maymun yaşını yaşıyorlar. İnsan ömrü budur. Adil Yüksel Isparta Davraz Antalya Chess Express Cilt: 8 Sayı: 60 28 Şubat 2013 Antalya Literary Express Cilt: 1 Sayı: 6 28 Şubat 2013

description

Antalya Literary Express 6. sayı

Transcript of Antalya Literary Express 6

Yayın Kurulundan

Değerli okuyucular, olağan köşelerimiz dışında,

Kaya Büyükataman’ın ilettiği Kostenko

resimlerinin kalan kısmı ile Adil Yüksel’in

teleferik gezisi fotoğraflarını yayınladığımız

altıncı sayımızı beğeninize sunuyor,

uğraşlarınızda kolaylıklar diliyoruz.

Yaş Taksimi

Yaş taksimi yapılırken, taksim sırasında

tesadüfen insan, eşek ve maymun üçü bir

arada, aynı anda bulunurlar.

Yaşı taksim eden ***** üçüne birden

hitap eder ve der ki:

- Üçünüze yüz yirmi yıl yaş verdim.

Aranızda paylaşın. Der.

İnsan, hesap eder ve hemen atılır:

- Kırk yıl; çok az. Hemen bitiverir. Der.

Eşek biraz düşünür, düşünür, bekler ve

der ki:

- Kırk yıl bana çok fazla. Kırk yıl

durmadan yük taşıyacaksın. Bana yarısı yeter.

Der.

İnsan eşek yaşının yarısını alır. Yaşı

altmışa çıkar. Biraz sevinir.

Sıra maymuna gelir. Düşünceli

düşünceli o da anlatır:

- Kırk yıl bana da çok fazla. Durmadan

sırtında, kırk yıl çocuk taşı. Çocuk avut. Bana

yarısı yeter. Der.

Kalan yirmi yılı da insan alır. İnsanın

yaşı toplam seksen yıl olmuştur. İnsan

memnun olsa da olmasa da yapacak bir şey

yoktur. Oradan ayrılırlar.

O gün bugün insanlar kırk yıl

gençliğinde güzel bir şekilde insan yaşını yaşar.

Kırktan sonra şunu yapamadım, şu işi yapayım,

çocukları evereyim vs vs işlerle yirmi yıl eşek

gibi çalışarak eşek yaşını yaşarlar.

Ömürleri yeterse yirmi yıl da çocuk

avuturlar. Sırtlarında gerektiğinde çocuk

taşırlar. Çünkü maymun yaşını yaşıyorlar.

İnsan ömrü budur.

Adil Yüksel

Isparta Davraz

Antalya Chess Express Cilt: 8 Sayı: 60 28 Şubat 2013

Antalya Literary Express Cilt: 1 Sayı: 6 28 Şubat 2013

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 6

2884

Nuhun Gemisi (3)

Nuh Tufanı gerçek mi efsane mi?

Her şey, George Smith’in Asya Kraliyet

Derneğinin bir odasında, önündeki masaya

dizmiş olduğu ve çoğunun kenarları çoktan

kırılmış olan kil tabletleri büyük bir sabır ve

özenle incelediği 1872 yılının soğuk bir

gecesinde başladı. Tabletler 35 yıl önce, H.C.

Rawlinson * tarafından Kral Asurbanipal’in

Ninova’daki Krallık Kitaplığının kazısından

çıkarılmıştı. Rawlinson, İran Şahının askeri

danışmanı olduğu günlerde, Eski Yunan

tarihçilerinin anlattığı Pers krallarının kenti

olan Persepolis'i gezmiş ve dev kaya

mezarlarına hayran kalmıştı. Sonraki günlerde

bir Kürt kılavuz tarafından Zagros dağlarına, o

güne kadar hiçbir Avrupalının ayak basmadığı

bir geçide; iki yanı dik ve yüksek Behistun

kayalığına götürüldüğünde, birkaç yıl sonra

Eski Pers yazısını çözerek tarihe geçeceğini

hayal bile etmiyordu. Rawlinson; tarih öncesi

çağlarda Mezopotamya’da bilinmeyen bir

halkın konuştuğu ve sonraki zamanlarda

Avrupa ve Asya’ya yayılmış bir anadilin var

olduğuna, Mezopotamya’da konuşulmuş olan

bütün dillerin de bu anadilin kadim çocukları

olduğuna inanan biriydi. Gençliğinin ilk

yıllarında Latince ve Eski Yunancaya merak

salmış; Homeros, Herodot ve Platun’un bütün

eserlerini okumuştu. Hindistan’da iken

Sanskritçe, İran’a geldikten sonra ise Pers ve

Arap dillerini öğrenmeye başlamıştı.

İki yıl boyunca defalarca gittiği Behistun

geçidindeki düzgün ve yüksek kayalara

çiviyazısı ile kazılmış, bilinmeyen üç dildeki

yazıtları kopyalayan Rawlinson, bir yıl sonra

not defterindeki yazıları incelerken, peş peşe

yinelenen bazı simge kümelerini fark etti. Bu

yinelenen kümeler ona Herodot’un bir

cümlesini hatırlattı ve Rawlinson bir anda,

yüzyıllar boyunca unutulmuş olan eski Pers

dilindeki yazıtın bir cümlesini çözüverdi.

“Kral Darius der ki; ben Darius, ulu Kral, Krallar

Kralı, Pers Kralı, Ülkeler Kralı, Hystapes’in oğlu,

Arsames’in torunu, bir Akamenid! Atinalıları

cezalandırmazsam eğer…”

Bir zamanlar Mısırlıların, Kaldelilerin,

İyonyalıların, Perslerin ve Medlerin yaşadığı

ülkeleri kapsayan büyük bir imparatorluğu

yöneten Kral Darius, Behistun kayalarındaki

yazıtında kendisinden sonrakilere şöyle

sesleniyordu: “Siz, gelecektekiler! Kayalara

oyduğum bu yazıtları göreceksiniz. Hiçbir şeyi

silmeyin!” Rawlinson’un, kayalara kazılmış

olan eski Pers yazısını çözmesinin üstünden

tam 35 yıl geçmişti. Rawlinson’un yardımcısı

olan ve bir zamanlar İbranice öğrenip Eski

Ahit’in (Tevrat) Krallar kitabını merakla

okumuş olan G. Smith; aylardan beri, Antik

Ninova’dan gelen ve 2500 yıl önceki yazıcılar

tarafından ıslak kil üzerine yazılmış

tabletlerdeki bir başka yazının, çoğu fonetik

olan bir çiviyazısının esrarını çözmeye

uğraşıyordu.

O gece sabaha karşı, gaz lambasının soluk

ışığında G. Smith, incelediği bazı tabletlerin

üstündeki harf kümelerinde bir benzerlik

olduğunu fark etti. Ve çok geçmeden Smith,

müze bekçilerinin şaşkın bakışları altında

bağırarak koridora fırlayıp üstünü başını

yırtmaya başladı. Birkaç dakika önce, tam

yirmi beş yüzyıldır konuşulmayan bir dili,

Akad'ların dilini okumuştu! Sonraki günlerde o

anı şöyle anlatacaktı: “Üçüncü sütuna

baktığımda, gözüm bir teknenin Nisir

dağlarında karaya oturduğu açıklamasını

yakaladı. Bundan sonraki satırda, bir

güvercinin gönderildiği ve konacak yer

bulamadan döndüğü anlatılıyordu.” Smith’i

böyle heyecanlandıran şey, yalnız çiviyazısıyla

yazılmış Akad dilini çözmesi değildi. Tablette

okuduğu öyküydü. 2500 yıl önce yaşamış olan

ve İncil’in tanrısını bilmeyen insanların

anlattıkları bu öykü, Tanrının kelimeleri

olduğuna inanılan İncil’deki Tufan Öyküsünün

neredeyse tıpa tıp aynısıydı!

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 6

2885

Smith, İncil’deki tufan öyküsünün nasıl olup da

İsa’dan binlerce yıl önce yazılmış bir öyküye bu

kadar benzediğine şaşırıp kalmıştı. Bu yazıtlar

nasıl olur da Kutsal kitapla bu kadar çarpıcı

benzerlikler taşıyabilirdi? Yoksa İncil,

inanıldığının aksine, insanoğlunun yaratılışının

ilk tarihsel kaydı ve kaynağı değil miydi?

Smith’e göre; ya, İsrail oğulları Babil’deki

uzun tutsaklık yıllarında duydukları bir

söylenceyi ödünç almış olmalıydılar, ya da

tarihöncesinde gerçekten çok büyük bir tufan

olmuş ve birçok kültür, nesiller boyunca kendi

sözlü ve yazılı geleneğinde bu olayı anlatıp

yazmıştı! Üstelik bu Akad söylencesi, İncil’de

anlatılandan çok daha ayrıntılıydı! Hıristiyan

dünyası şaşkınlık içerisindeydi. Ancak,

İncil’deki tufan öyküsünün Akadca’da anlatılan

öyküden önemli bir farkı vardı. Gerek Akad,

gerekse daha sonra bulunan Sümer ve Babil

dilinde yazılmış olan tufan öykülerinde birden

çok tanrıdan bahsedilirken, Tekvin’deki Tufan

öyküsünde artık tek bir tanrı vardı! İşte biz

bugün; çağlar öncesinde “söylenceler ülkesi”

Mezopotamya’da yaşayan insanları, onların

yaşam biçimlerini, inanışlarını, kültürlerini

öğrenmemizi, o gece, on beş yüzyıl boyunca iki

ırmak arasındaki bölgede konuşulan Akadcayı

çözen G. Smith’e borçluyuz. Smith, sonraki

yıllarda, Mezopotamya’ya giderek Tufan

öyküsünün yitik bölümlerini aramaya başladı.

Mezopotamya’nın kaybolmuş eski kentlerinde

yapılan kazılar, bu bölgede, MÖ 4000 yıllarında

çok gelişmiş bir uygarlığın sahibi olan bir halkın

yaşadığını gösteriyordu. Görkemli tapınaklara,

dinsel, edebi ve tarihi metinlere, hukuk

yasalarına, tarım ve el sanatlarına, metalürji

tekniğine (*) ve çok zengin bir mitolojiye sahip

olan Sümerliler Mezopotamya’ya, kuzeydeki

dağlık bir ülkeden gelmişlerdi. Yüz yıllar içinde

gezici-çobanlıktan yerleşik-tarım yaşamına

geçen, çiviyazısını yaratan, astronomi,

geometri ve matematik başta olmak üzere pek

çok bilim dalının temelini atan ve Ziggurat

denilen şaşırtıcı tapınakları yapanlar onlardı.

Ancak Sümerler, sonraları, Sami halklarının

istilasına uğradılar. Samiler, yendikleri

Sümerlilerin kültürünü, dinlerini ve mitolojik

öğelerinin pek çoğunu özümseyip

kabullendiler, onların çiviyazısını alıp

kullandılar, ama dillerini almadılar. Ve böylece

görkemli Sümer uygarlığının dili zamanla çöl

rüzgârlarıyla savrularak kaybolup gitti.

İşte Sümerleri tarih sahnesinden silen bu Sami

istilacılarının diline günümüzde “Akadca”

deniyor. Akadca; Arapça ve İbranice gibi,

büyük Sami dil ailesinin bir dalı. MÖ 2200 de,

bir başka Sami istilası, bölgede bu defa

Babilonya’nın egemenlik kurmasıyla

sonuçlandı. Bundan beş yüzyıl sonra ise, yukarı

ve aşağı Zap arasındaki bölgeye yerleşmiş olan

bir başka Sami halkı Babilonya’yı istila etti ve

Asur imparatorluğunu kurdu. MÖ 550

yıllarında ise Sami olmayan bir halk, Medler,

Asur İmparatorluğuna son verdiler. Daha

sonra Pers İmparatorluğu bölgenin tek hâkimi

oldu. Böylece Mezopotamya mitolojisi;

kökeninde Sümer mitosları olmak üzere Babil,

Asur, Med, Pers kültürleriyle, daha sonraları

Mısır ve Eski Yunan uygarlıklarını da

etkileyerek günümüze kadar yaşadı.

Sümerler ve ardılları olan Mezopotamya

halkları bize ilk çağ yaşamını anlatan çok

zengin bir kültür ve mitos yazını bıraktılar.

Bunların içinde en önemli olanları, evrenin

kökenini ve insanın yaratılışını anlatan

“Yaratılış Mitosu” ile “Sümer Tufan

Mitosu”dur.

Çok ilginç olan ve sonraki çağlarda, tek tanrılı

dinleri derinden etkilemiş olan Yaratılış

Mitosunu anlatmayı bir başka yazıya bırakıp,

şimdilik Tufan öykülerinin en eskisi olan Sümer

Tufan mitosuyla devam edelim. Ama önce,

bize okullarda okutulan resmi tarihin yarattığı

çarpık tarih bilinci yüzünden zihnimizde yerli

yerine oturtamadığımız Mezopotamya

mitolojisinin kahramanları olan önemli

tanrıları bir hatırlayalım.

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 6

2886

Nintu; Ana Tanrıça. Bütün tanrıların anasıydı.

İlk insanı balçıktan yaratmıştır. An; Gökyüzü

tanrısı. Nintu’nun kocası, tüm tanrıların babası

ve efendisi. Sami’de Anu, Eski Yunan’da

Uranüs olacak adı. Ki; Yer-Tanrıça. Tanrıça

Nammu; gök ve yeri doğuran ana, ilksel

okyanus. (Samide Anu diye anılacak, Yunan

uygarlığında günümüz okyanuslarının ilk hali

olan Tetis olacak) Tanrı Enlil. Tapınağı Nippur

kentindeydi. Gök tanrı An ile Yer tanrıça Ki’nin

birleşmelerinden doğan Hava-Tanrıdır. Enlil,

yer ve göğü birbirinden hava ile ayırarak

evreni yaşayan bir varlığa dönüştürmüştür.

Enlil, tarım araçları ile çeşitli zanaatların da

mucididir. Bir şiirde kazmanın Enlil tarafından,

evlerini kurmaları için “kara başlı halka”

(Sümerlere) armağan edildiği anlatılır. Nanna;

Ay-tanrı. Tanrı Enlil’in, âşık olduğu tanrıça

Ninlis’in zorla ırzına geçmesi sonunda

doğmuştur. Tapınağı Ur kentindeydi. Daha

sonra Sami dilinde adı Sin, Yunan’da Afrodit

olacak bu Nanna’nın. Su-tanrı Enki; Tapınağı

Eridu’da olan bilgelik tanrısı. Sonraki

uygarlıklarda, Babilonya’daki adıyla Ea. Güneş-

tanrı Utu; Utu, Ay-tanrı Nanna ile tanrıça

Ningal’in çocuğuydu. Ancak Ay-tanrı Nanna,

daha sonra gözden düşecek, tanrıların en

büyüğü Utu olacak ve Ay-tanrı Nanna, bir

tanrıçaya dönüşecek. (Belki de anaerkil

dönemin bitip ataerkil döneme geçişin bir

cilvesiydi bu değişim.) Tanrı Tumuzi (Dumuzi)

Çoban-tanrıdır. Babil’de adı Tammuz olacak.

Şimdiki Temmuz ayına adını veren tanrıdır. Her

ilkbaharda yeniden doğan bitkilerin tanrısıydı.

Göğün Tanrıçası İnanna; Aşk ve savaş

tanrıçasıdır. Venüs yıldızı ile gösterilirdi.

Enki’nin kızı ve Tumuzi’nin hem kardeşi hem

de karısıydı. (Eski çağlarda yönetici sınıfında

ensest çok yaygın.) Nina diye de anılırdı. Anna

ve Ana sözcükleri bu İnanna’dan türemiştir.

Sami dilinde adı İştar olacak. Adad; Fırtına

Tanrı

İşte bu tanrıları Tufan öyküsünde başrollerde

göreceğiz.

Sümer Tufan Mitosunun ana motifi, tanrıların

insanlığı yok etmeye karar vermeleridir. Bu

korkunç kararı alan baş tanrı Enlil’dir. Bu

kararın neden alındığını anlatan tabletler

kayıptır. Enlil, diğer tanrılara, bu kararı

insanlara haber vermeyeceklerine dair ant

içirir. Ancak Enki, gizlice insanlığı yok olmaktan

kurtarmak ister. Sümer mitosunda Enki, hem

yeminine sadık kalacak, hem de bulduğu

yöntemle bu sırrı Sippar kentinin kralına

söyleyecektir! Enki, kral Ziusudra’ya (Sümerde

Ziusudra, Babil’de Utnapiştim, Akad’da

Atrakhasis, Tevrat ve İncil’de Noah, Kuran’da

Nuh) bir duvarın kıyısında durmasını söyler. Ve

sanki Krala değil de, duvara söylüyormuş gibi

Ziusudra’ya, tanrıların korkunç niyetini haber

verir. Bir tekne yapmasını, para ve mülklerini

bırakıp canlıları kurtarmasını söyler. Bu mitosu

anlatan metnin; teknenin yapıldığı bölümü

kayıptır. Sonraki metinde tufanın geldiğini ve

Ziusudra’nın teknesiyle tufandan kaçtığını

görürüz.

“Bütün fırtınalar… saldırıya geçti. … Yedi gün ve yedi gece sürdü.

Tufan ülkenin altını üstüne getirdi. Ve büyük suların üstündeki

Fırtınalar koca kayığı bir o yana bir bu yana salladı durdu.

Göklere ve yere ışık saçan Utu göründü. Ziusudra, koca kayığının penceresini açtı. Kahraman Utu ışınlarını dev kayığın içine

getirdi. Kral Ziusudra

Utu’nun önünde yerlere kapandı. Ziusudra bir kurban adadı;

… Kral Ziusudra, Anu’nun ve Enlil’in önünde yere kapandı.”

Ziusudra kestiği kurbanlarla bir şölen hazırlar.

Enlil, Enki ve diğer Mezopotamya tanrıları

tufan boyunca açlığın pençesinde

kıvranmaktadır. Şölenin nefis kokusunu alınca

“sinekler gibi” üşüşürler. Ve yaptığına pişman

olan Enlil, Ziusudra ve karısına tanrıların

ölümsüzlüğünü bağışlar.

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 6

2887

“Anu ve Enlil hoş davrandılar Ziusudra’ya, Ona bir tanrı (nınki) gibi sonsuz yaşam

verdiler. Bir tanrı (nınki) gibi sonsuz soluk indirdiler

onun için. Sonra kral Ziusudra’nın,

Bitkiler dünyasının ve insanlığın soyunun adını sürdüren kişinin,

Karşı taraftaki ülkede, Dilmun ülkesinde, Güneşin doğduğu ülkede oturmasını

sağladılar.” Bu ziyafetin sonunda tanrıça İnanna;

yeryüzünün bir daha asla böyle bir tufanla

sulara gömülmeyeceğinin nişanesi olarak

boynundaki lapis lazuli gerdanlığı göğe fırlatır.

(İbrani tanrısı Yehuda’nın gökkuşağını göğe

yerleştirmesi!) Giriş kısmı ile teknenin nasıl

yapıldığını anlatan fragmanı kayıp olan Sümer

tufan mitosu işte böyle biter. Smith sonraki

yıllarda, Mezopotamya’daki araştırmalarında

çok daha şaşırtıcı bir şey bulur. Bulduğu

tabletlerde; sadece Nuh tufanı değil, ama

tufan öyküsünden çok daha büyük ve çok

güzel, şiirsel, destansı bir öykü

anlatılmaktaydı: Gılgamış (Gılgameş) destanı!

Öykünün kahramanı, aşk tanrıçasından gelen

bir evlilik önerisini geri çevirmiş, sonra da

onuru kırılan Aşk Tanrıçasının intikam için

yeryüzüne gönderdiği kutsal “Cennet

Boğası”nı öldürmüştü. Akadca’da anlatılan

Tufan öyküsü, bu destanın sadece bir

bölümünden ibaretti! 12 tabletten oluşan bu

şiirsel destan, daha sonra en yakın arkadaşının

ölümü üzerine, atası olan Nuh’u (Utnapiştim’i)

bulup, ondan sonsuz yaşamın sırrını öğrenmek

için uzun bir yolculuğa çıkmış olan Uruk kenti

kralının serüvenini anlatıyordu. Tufan öyküsü,

bu uzun destanın 11. tabletinde anlatılmıştı.

İki bin yıl boyunca sözlü ozan geleneğiyle

Sümer, Babil ve Mezopotamya’nın diğer Hint-

Avrupa dil aileleri içinde kuşaktan kuşağa

anlatılan bu ilginç destan, çiviyazısıyla kaleme

alınmış ve eski Mezopotamya’nın en önemli

yazınsal başyapıtı olmuştu. Ancak bir zaman

sonra, sahip olduğu uygarlık ve zenginlik

yüzünden başka halkların saldırısına uğrayan,

bitmez tükenmez savaşlarla alt üst olan

Mezopotamya’da çöl kumlarına gömülüp

unutulmuştu. Yaradılış söylencesi gibi Gılgamış

destanını da bir başka yazıya bırakıp tufan

öyküsüne devam edelim. Sonraki yıllarda

Mezopotamya’ya gidip araştırmalarına devam

eden Smith, bulduğu Babil yazıtlarındaki

”Krallar Listesi”nde, tufan öncesi krallardan

birinden bahseden bir tableti okudu. Bu, “Evini

dağıtması ve bir gemi yapması buyruğunu alan

Şurrupak’lı Adam’dı!" Bu adamın kenti

Kaldelilerin Ur kentiydi ve Fırat kıyısında, Babil

ile İran Körfezi arasında kalan, bugün Fara

Höyüğü denilen yerdeydi.

“Altı yüzyıl ve altı yüzden az zaman geçti. Ve ülke çok genişleyip, insanlar sayısız oldu.

Ülke böğüren bir boğa gibiydi. Tanrı onların gürültüsünden rahatsız oldu.”

Babilonya tufan öyküsünde, insanların

gürültüsü Enlil’in uykusunu bölmüştür.

Öfkelenen Enlil, tüm insanlığı bir taşkınla yok

etmeye karar verir. Öbür Tanrılar bu tufanı

insanlara haber vermemek için ant içerler.

Ancak Ea (Enki), Utnapiştim’i uyarır, evinin

duvarına konuşup ona tufanı haber verir.

“Saz kulübe, sözlerime kulak ver! Evini boşalt, bir gemi yap!

Malını mülkünü bırak ve canlıları kurtar.” Utnapiştim, başka bir yerde, başka bir yaşamı

başlatmak için gerekenleri yaparken öte

yandan tanrısı Enki’nin tufanı kendisine gizlice

haber verdiğini insanlardan (ve öbür

tanrılardan) gizlemek zorundadır. Gemisini

yapmak için doğramacıları, hasır saz örücüleri,

ziftle kalafat yapan işçileri görevlendirir. Sonra

gemiye tüm hayvan türlerinden bir çifti,

kuşları, tohumları ve ailesini yerleştirir. Ondan

başka hiç kimsenin gelecek olan tufandan

haberi yoktur. Utnapiştim acı içerisindedir. Ve

sonra, Fırtına tanrısı Adad’ın korkunç sesi tüm

ülkeye yayılır. Tufan tüm şiddetiyle gelir.

Adad, bulutların arasından kükremektedir.

“… Hava bozulmuştu,

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 6

2888

Tufan bir boğa gibi böğürdü. Anıran yaban eşeği gibi uludu rüzgâr,

Kopkoyu bir karanlık vardı, yitmişti güneş!” Teknenin palamar babaları parçalanır. Denizi

kapatan sürgü açılır. Yer sarsılır. Her yere sis ve

karanlık çöker. İgigi’ler (küçük tanrılar)

dehşete kapılır, Anu’nun göklerine kaçar,

köpekler gibi sinerler. Tekne sularda havaya

yükselip rüzgârda sürüklenirken Utnapiştim ve

ailesi kaybolan yurtlarını sisler arasında son

kez görür. Annunaki’ler (İgigi’lerden daha

büyük tanrılar) göklerde dehşete düşüp

birbirine sokulurken, bütün insanların anası

olan Nintu’nun; kendi ölü çocuklarını, kurban

edilmiş koyunlar gibi suların içinde yüzerken

görünce acılar içinde feryat ettiğini işitirler.

“Suyun akışı ve fırtına ve tufan, Altı gün ve altı gece sürdü.”

Tufanın Sümer ve Babil söylenceleriyle, İbrani

ve İncil’de de bazı farklar görülür. Tufanın

Sümer’de 7 gün sürdüğü belirtilirken,

Babilonya mitosunda altı gün sürer. Yine

Sümer’de, geminin tufandan sonra nereye

oturduğu meçhulken, Babil’de gemi Nisir

dağına oturur. İncil’de Ararat dağına,

Kuran’da, (Hut suresi: 44) ise Cudi dağına (Al-

Judi) oturmuştur. Ancak Smith araştırmalarına

devam edemedi. 1876 yılında 36 yaşındayken

İstanbul’dan Ninova’ya yaptığı 3. yolculuğunda

hastalanıp öldü. Onun çalışmalarını sürdüren

C.L. Woolley * oldu. Woolley, 12 yıl boyunca,

Fara höyüğü ile El Mukayyer adlı bölgede

kazılar yaparak tufan söylencesinin yazıya

döküldüğü Milattan 4 binyıl önceki Babil

yaşamını ortaya çıkardı. Bu kazılarda, Tekvin’e

göre İbrahim’in doğduğu, Kaldelilerin yitik

kenti Ur’u buldu. Woolley, eğer Ur’un altında

yeterince derin bir kazı yaparsa tufana ilişkin

bir kanıt bulacağını düşünerek kazılarına

devam etti. Beş yıl sonra ünlü Ölüler Odası’na

(Krallık Mezarlarına) ulaştı. Mezarlar, çok

gelişmiş bir uygarlık düzeyini yansıtıyordu. Bu

mezarların tonoz, kemer ve kubbe mimarisinin

bir eşine ancak kırk yüzyıl sonra, Romalılar

döneminde rastlanacaktı. Woolley, kazılarını

daha derinleştirdi ve sonunda Ur kentinin

başlangıçta Fırat kıyısında küçük bir köy

olduğu dönemi, yani Mezopotamya’nın en eski

yerleşimini ortaya çıkardı. Bu katmanlarda

ilerleyen Woolley, sonunda çok büyük bir su

taşkınının kanıtı olan üç metre kalınlığında, ev

ve tapınakları örten bir mil tabakasına ulaştı.

Kiş ve Erek’teki kazılarda da benzer tabakalar

bulundu.

İnsanların düş gücünü kışkırtan bu buluş

herkesi heyecanlandırdı. Haber tüm dünyaya

hızla yayıldı. Kutsal kitaptaki söylenceler

böylece kanıtlanmış oluyordu. Yazdığı, Ur of

the Chaldees (Kaldelilerin Ur’u) adlı kitabı

1929 yılında en çok okunan kitap oldu. Ne var

ki, daha sonraki yıllarda El Mukkayer

höyüğüne yakın yerlerde; İncil’de Eridu kenti

olarak bilinen Ebu Şahreyn ile başka

höyüklerde yapılan kazı ve sondajlarda

Woolley’in Ur’da bulduğu kalın mil tabakasına

rastlanmadı. Ur’daki heyecan uyandıran

katman, yeryüzü ölçeğindeki bir taşkının değil,

Fırat nehrinin setlerinden birinin yıkılmasıyla

birkaç kilometre kareye yayılmış olan bir çökel

tabakasıydı. Sonraki yıllarda Jeoloji biliminin

gelişmesiyle anlaşıldı ki, Kiş ve Erek’teki

katmanlar da Ur'dakiyle aynı zamanda değil,

farklı zamanlarda çökelmişti. Böylece Tufan

mitosunun, görülmedik şiddetteki bir taşkınla

ilgili bir düş ürünü olduğu iyice anlaşıldı.

Günümüzde Tufan söylencesine inanan sadece

Yaratılışçılık hareketi mensuplarıyla Hıristiyan

köktendinciler kaldı. Ancak 1990 yılında ABD’li

iki Jeofizikçi, W. Ryan ile W. Pitman,

Karadeniz’de yaptıkları jeolojik araştırmalarda,

6000 yıl önce İstanbul boğazının açılmasıyla

Akdeniz’in, suyunu Karadeniz’e boşalttığını ve

bunun büyük bir su baskınına yol açtığını

buldular. Onlara göre o zamana kadar tatlı su

gölü olan Karadeniz’in su seviyesi kısa sürede

150 m. daha yükselmiş, kıyısında yaşayan

halkların bir kısmı Mezopotamya’ya göç etmiş

ve tufan efsanesini beraberlerinde götürmüş

olabilirdi.

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 6

2889

Kısa Kısa

Teknoloji ve Yaşam: Klon v Siborg

Dolly out. Rex in! Dünyanın dört bir yanından

bilim adamlarınca yapay uzuvlar ve organlar

tasarlanarak üretilen biyonik insan Rex, Londra

Bilim Müzesinde 7 şubat – 10 mart tarihleri

arasında sergileniyor. 1 milyon dolara (640

000 GBP) mal olan 1.83 m boyundaki Rex

yapay dolaşım sistemi, pankreas, böbrek,

dalak, soluk borusu, kalp, kulaklar, kollar ve

bacaklara sahip. Rex yapay kollarını ve elini

hareket ettirebiliyor; kulaklarındaki implantlar

sinyalleri beyne ileterek duymasını sağlıyor;

gözlüğündeki mikro yonga retinaya sinyal

yolluyor; dalaktaki yongalı filtre yapay kanını

temizliyor. Böbrekleri ise minik bir diyaliz

makinesi işlevi görüyor.

Geçmiş yılların revaçtaki klonlarının yerini

gelecekte siborglar alacak gibi görünüyor.

DESC'ten haberler

DESC seçimleri tamamlandı. Seçimlerde 1.

Revizyon kurulu seçildi. 2. Yeni yöneticiler

seçildi. 3. Yeni saymanlar seçildi. 4. Tüzük

değişiklikleri önerileri oylanarak 3/4

çoğunlukla benimsendi. Ayrıntılar:

http://www.desc-online.de/wahlen/2012/wahlergebnis2012.php

DESC 2012 Birinciliği yarı final gurupları 15

şubatta başladı. 2013 takımlar turnuvası 1

nisanda ayında başlıyor. Her takım en az 4

oyuncudan (biri kaptan) oluşuyor.

Turkish Forum

Çok dilli (türkçe, İngilizce, almanca ve rusça)

yayın yapan Turkish Forum, türkçe günlük

haberler ve özel iletiler için:

http://turkishforum.com.tr/tr/content/

Üyelik ödentisini ödeyen üyeler, Turkish

Forum arşivine erişim hakkı kazanıyor.

Resim ve Fiyatı

Ünlü ressam Pablo Picasso’nun “Pencerenin

Yanında Oturan Kadın” adlı tablosu 45 milyon

Amerikan dolarına (yaklaşık 80 milyon TL)

satıldı. Picasso, resmi 1932 yılında,

sevgilisinden esinlenerek yapmıştı. Ressamın

“Çıplak, yeşil yapraklar ve büst” tablosu 2010

yılında 106,5 milyon dolara (170 milyon TL)

satılarak o güne dek bir müzayedede satılan

en pahalı yapıt unvanını kazandıydı.

Pencerenin Yanında Oturan Kadın

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 6

2890

Briç

7. Antalya Kış Briç turnuvası (1)

Odeon İkiliden ellerle başlıyoruz:

Bord 1

Dağıtan Kuzey

Zonda Hiç

♠ A D 7

♥ 10 8 5 4

♦ R

♣ 10 8 6 3 2

♠ R 4 3 2

♥ 9

♦ 10 9 5 2

♣ R V 7 4

K

B

D

G

♠ 10 8 5

♥ A R D 6

3 2

♦ 7

♣ D 9 5

♠ V 9 6

♥ V 7

♦ A D V 8 6 4 3

♣ A

Bord 2 Dağıtan Doğu

Zonda K-G

♠ A

♥ A D 2

♦ D 9 7

♣ R V 9 8 3 2

♠ 9 3 2

♥ 10 3

♦ A 10 4 3 2

♣ D 6 5

K

B

D

G

♠ R V 6 5

♥ R V 9 7 5

♦ R V 5

♣ A

♠ D 10 8 7 4

♥ 8 6 4

♦ 8 6

♣ 10 7 4

Bord 3 Dağıtan Güney

Zonda D-B

♠ R 10 8 5 4 2

♥ —

♦ R 9 6

♣ 10 7 6 5

♠ A V 6 3

♥ V 6 2

♦ V 7 2

♣ 9 8 3

K

B

D

G

♠ 7

♥ R D 10 8

7 3

♦ A 5 4 3

♣ R 2

♠ D 9

♥ A 9 5 4

♦ D 10 8

♣ A D V 4

Bord 4

Dağıtan Batı

Zonda Herkes

♠ A 8 7 4 2

♥ D V 3

♦ A 7 6

♣ R 3

♠ 10 9 6

♥ 8 7 5 4

♦ 10 9 8 3 2

♣ 6

K

B

D

G

♠ R D V 3

♥ A

♦ R V 4

♣ 8 7 5 4 2

♠ 5

♥ R 10 9 6 2

♦ D 5

♣ A D V 10 9

Bord 5 Dağıtan Kuzey

Zonda K-G

♠ 10 5

♥ D 8

♦ A R 8 6 2

♣ R V 7 3

♠ 9 8

♥ A V 4 2

♦ D V 10 9 4

♣ A 10

K

B

D

G

♠ R D V 4

2

♥ 7 3

♦ 7

♣ 9 8 6 5 4

♠ A 7 6 3

♥ R 10 9 6 5

♦ 5 3

♣ D 2

Bord 6

Dağıtan Doğu

Zonda D-B

♠ R 9 8 4

♥ 8 7

♦ 9 5

♣ A R D 10 3

♠ V 6 5

♥ D 9 5 4

♦ A D V 8 4

♣ 8

K

B

D

G

♠ A D 10 2

♥ V 10 6

♦ 6 2

♣ V 7 6 2

♠ 7 3

♥ A R 3 2

♦ R 10 7 3

♣ 9 5 4

Turnuvada oynanan elleri temin eden turnuva

direktörlüğüne müteşekkiriz.

Briç Köşesi iletişim bilgileri: Süleyman Özel e-

posta: [email protected]

Sanat

Anna Kostenko’nun (1975) resimleri (2)

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 6

2892

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 6

2893

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 6

2894

Gezi

Isparta – Davraz

Antalya’dan Isparta’ya gidiş

dönüş günübirlik Davraz turu.

Program: Sabah 7: Antalya

kent içinden otobüs ile

hareket; Karacaören’de göl

manzaralı kahvaltı; Davraz

teleferik; Eğridir’de göl

manzaralı öğle yemeği (balık,

bol salata, tatlı); Isparta’da 1

saat mola; Akşam 7: Antalya

(Teleferik ücreti; kahvaltı;

öğle yemeği dahil toplam gezi

ücreti 50 TL) İletişim: Adil

Yüksel

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 6

2895

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 6

2896

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 6

2897

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 6

2898