ALTIN POST EFSANESİ , ARGONAUTLAR, ANTİK YUNAN VE...

28
ALTIN POST EFSANESİ , ARGONAUTLAR, ANTİK YUNAN VE KOLHİS İLİŞKİSİ Altın Post efsanesi beni toparlamada zorlayan çalışmalardan biri oldu. İki bölümden oluşan efsanenin izini sürerken önce efsanenin kendisinin de efsane olabileceğini düşündüm zira referans gösterilen kaynaklar tutarsız. Bilinen yazarlar referans olarak antik ozanlardan herhangi birinin eserlerini göstermekteler fakat referans gösterilen eserin bazen kendisi günümüze hiç gelmemiş , bir kopyası yok. Ayrıca referans gösterilen ozan ve yazarların hiç biri yaş olarak 2500’den daha ihtiyar değil. Geneli MÖ 400-300 lerde falan yaşamış. 3000 seneden daha eski olduğu iddia edilen bir destanda kimin kim,nerenin nere olduğunu hatırlamak için fazla gençler, aradaki 500 yılda dedelerinin dedeleri bile doğmamıştır henüz. O yüzden aktardıkları bilgiler şüpheli. Bir de buna efsanenin semavi dinlerle eşleştirilip, geçen zaman zarfında hem mitoloji hem dinin gerek iktidar gerekse muhalifler tarafından siyaset aracı olarak kullanılmasını da eklersek,ne kadar geniş bir açıdan bakmak lazım üzerine herhalde uzlaşabiliriz. Ne kadar sağlıklı bir sonuç çıkarabileceğimiz de şüpheli. O yüzden lütfen okumaya başlarken sonuç beklemeyin,fakat sonuca varmak için gerekli malzemelerin toparlanması süreci olarak değerlendirin. Olasılıklar yer yer sıralanacak ama hiç birisi için kesin böyledir diyebilecek kapasitede değilim. Fakat umuyorum ki, ya öyleymiş yok böyleymiş Herodot bunu demiş Aristo şunu demiş,öteki barbar demiş beriki başka bir şey demiş türevi kafa karışıklarında söylem sahiplerinin dönemlerindeki iyi ve kötü kavramlarını kendi perspektiflerinden biçimlendirdiklerini ve gerçeğin aslında anlatılanlardan çok daha farklı da olabileceğini hatırlamıza yardımcı olur bu çalışma. Tıpkı bugün etrafımızda olan bitenlerin kime göre ve neye göre yorumlanması gibi. Kolhis’in sınırları ile ilgili bilgiler de karışık. Sınırları nerede bitiyor nerede başlıyor çok belli değil. Harita Yunan Kolonizasyonu olarak verilmiş. Ama yıl aralığından emin değilim. En geç MS 1.yüzyıl gibi düşünün-ama emin de olmayın.Nereden bahsediyoruz belli olsun anlamında ekledim. Hikayemizin başladığı Aia Krallığı,destana göre Kolhis içerisinde Phasis ırmağı üzerinde yer almakta.Tarife bakarsak nehrin bir yakasında Ayet’in sarayı,diğer yakasında da Post’un saklandığı tapınakla meşe ağacının olması lazım. Kolhis,öte taraftan antik tarihte bir kaç kez yıkılmış ve tekrar kurulmuşa benziyor fakat bunu aynı coğrafyada ardışık yeni yeni Kolhisler gibi düşünmeyin,çünkü fethedilen veya göç edilen yeni bir yurda verilen adda olabilir veya fi tarihinde Kolhis olan bir yere üzerinden bir kaç asır geçtikten sonra tekrar Kolhis denmişte olabilir. Ama tabi emin olmak için daha fazla kitap karıştırmak lazım.Notlar bölük pörçük. Fakat şu an önceliğimiz Karadeniz’in doğusundaki Kolhis ve Altın Post ile ilişkisi olduğu için bu çalışmada amacımız eldeki malzemeyi toparlamak ve bu arada mitolojik öğelerle süslenmiş bu destana tarihsel gerçeklik içerisinde olabildiğince az mantık hatalı taze yorumlar ve eklenebilir yeni bilgilerle farklı bir perspektif kazandırmak. İkiye ayırdığım çalışmanın ilk bölümünde mitolojik öğelerle dekore edili Kolhis’i ve Ayet’i belirsiz bir zaman diliminden belli bir zaman aralığına sığdırmayı hedefledim. İkinci bölümde ise kolaylık olsun diye batı uygarlığı olarak adlandıracağım antik Yunan ve Roma ile doğu uygarlığı olarak adlandıracağım Kolhis’in de kenarında pay sahibi olduğu Anadolu ve doğu medeniyetlerinin birbirlerine bakışları ve destanımızı ne şekilde etkilediğini,karakterlerimizi dolayısıyla da hafızalarımızı biçimlendirmesini konu aldım. Sıkılmadan okuyacağınızı umuyorum. Lachishpha Filiz Saban

Transcript of ALTIN POST EFSANESİ , ARGONAUTLAR, ANTİK YUNAN VE...

ALTIN POST EFSANESİ , ARGONAUTLAR, ANTİK YUNAN VE KOLHİS İLİŞKİSİ

Altın Post efsanesi beni toparlamada zorlayan çalışmalardan biri oldu. İki bölümden oluşan efsanenin izini sürerken önce efsanenin kendisinin de efsane olabileceğini düşündüm zira referans gösterilen kaynaklar tutarsız. Bilinen yazarlar referans olarak antik ozanlardan herhangi birinin eserlerini göstermekteler fakat referans gösterilen eserin bazen kendisi günümüze hiç gelmemiş , bir kopyası yok. Ayrıca referans gösterilen ozan ve yazarların hiç biri yaş olarak 2500’den daha ihtiyar değil. Geneli MÖ 400-300 lerde falan yaşamış. 3000 seneden daha eski olduğu iddia edilen bir destanda kimin kim,nerenin nere olduğunu hatırlamak için fazla gençler, aradaki 500 yılda dedelerinin dedeleri bile doğmamıştır henüz. O yüzden aktardıkları bilgiler şüpheli. Bir de buna efsanenin semavi dinlerle eşleştirilip, geçen zaman zarfında hem mitoloji hem dinin gerek iktidar gerekse muhalifler tarafından siyaset aracı olarak kullanılmasını da eklersek,ne kadar geniş bir açıdan bakmak lazım üzerine herhalde uzlaşabiliriz. Ne kadar sağlıklı bir sonuç çıkarabileceğimiz de şüpheli. O yüzden lütfen okumaya başlarken sonuç beklemeyin,fakat sonuca varmak için gerekli malzemelerin toparlanması süreci olarak değerlendirin. Olasılıklar yer yer sıralanacak ama hiç birisi için kesin böyledir diyebilecek kapasitede değilim. Fakat umuyorum ki, ya öyleymiş yok böyleymiş Herodot bunu demiş Aristo şunu demiş,öteki barbar demiş beriki başka bir şey demiş türevi kafa karışıklarında söylem sahiplerinin dönemlerindeki iyi ve kötü kavramlarını kendi perspektiflerinden biçimlendirdiklerini ve gerçeğin aslında anlatılanlardan çok daha farklı da olabileceğini hatırlamıza yardımcı olur bu çalışma. Tıpkı bugün etrafımızda olan bitenlerin kime göre ve neye göre yorumlanması gibi.

Kolhis’in sınırları ile ilgili bilgiler de karışık. Sınırları nerede bitiyor nerede başlıyor çok belli değil. Harita Yunan Kolonizasyonu olarak verilmiş. Ama yıl aralığından emin değilim. En geç MS 1.yüzyıl gibi düşünün-ama emin de olmayın.Nereden bahsediyoruz belli olsun anlamında ekledim. Hikayemizin başladığı Aia Krallığı,destana göre Kolhis içerisinde Phasis ırmağı üzerinde yer almakta.Tarife bakarsak nehrin bir yakasında Ayet’in sarayı,diğer yakasında da Post’un saklandığı tapınakla meşe ağacının olması lazım. Kolhis,öte taraftan antik tarihte bir kaç kez yıkılmış ve tekrar kurulmuşa benziyor fakat bunu aynı coğrafyada ardışık yeni yeni Kolhisler gibi düşünmeyin,çünkü fethedilen veya göç edilen yeni bir yurda verilen adda olabilir veya fi tarihinde Kolhis olan bir yere üzerinden bir kaç asır geçtikten sonra tekrar Kolhis denmişte olabilir. Ama tabi emin olmak için daha fazla kitap karıştırmak lazım.Notlar bölük pörçük. Fakat şu an önceliğimiz Karadeniz’in doğusundaki Kolhis ve Altın Post ile ilişkisi olduğu için bu çalışmada amacımız eldeki malzemeyi toparlamak ve bu arada mitolojik öğelerle süslenmiş bu destana tarihsel gerçeklik içerisinde olabildiğince az mantık hatalı taze yorumlar ve eklenebilir yeni bilgilerle farklı bir perspektif kazandırmak.

İkiye ayırdığım çalışmanın ilk bölümünde mitolojik öğelerle dekore edili Kolhis’i ve Ayet’i belirsiz bir zaman diliminden belli bir zaman aralığına sığdırmayı hedefledim.

İkinci bölümde ise kolaylık olsun diye batı uygarlığı olarak adlandıracağım antik Yunan ve Roma ile doğu uygarlığı olarak adlandıracağım Kolhis’in de kenarında pay sahibi olduğu Anadolu ve doğu medeniyetlerinin birbirlerine bakışları ve destanımızı ne şekilde etkilediğini,karakterlerimizi dolayısıyla da hafızalarımızı biçimlendirmesini konu aldım.

Sıkılmadan okuyacağınızı umuyorum.

Lachishpha Filiz Saban

BİRİNCİ BÖLÜM

Altın Post: İki bölümden oluşan efsanenin ilk bölümü Homeros’a,ikinci bölümü ise Homeros’tan yaklaşık beş yüz sonra yaşamış olan Apollonius’a ait. Günümüzde Altın Post ve Kolhis denince referans kullanılan Apollonius’un yazdığı Argonautica’dır ama o da MÖ 260’larda falan yazılmış. Milat’tan en az bin yıl önce yaşandığı söylenen olaylar için artık ne kadar referans alabilirsek.. İlaveten Apollonius’un Argonautica’nın rotası için Kolhis’i seçme nedeni MÖ.7.yüzyıl şairi Eumelos. Çünkü Altın Post’un korunduğu dünyanın doğu ucundaki Aia krallığını Kolhis’e Eumelos yerleştirmiş. Daha öncesinde oradaydı ise de gösteren kaynak yok.Dolayısı ile Argonautlar gerçek ise de Eumelos öncesi seyir rotaları hakkında bilgimiz yok.

Tabi bir de Altın Post’tan ne anlamamız gerektiği sorunsalı var. Dosyanın sonunda çeşitli Altın Post olasılıklarını listeleyeceğim fakat öncesinde olabildiğince geniş perspektifli alternatif bakışları yerleştirmek istiyorum ki hangi sonuca kim neden vardı,anlaşılsın.

Dikkate alınması gerek bir diğer husus ise, Apollonius’u referans alanların ortak yanılgısının onun Argonautica’yı bir defada yazıp bitirdiğini zannetmeleridir. Hayır. Ölene kadar yazmaya devam etmiştir. İçinde çeşitli değişikler yapmıştır,eklemeler getirmiştir. Ve bunları yaparken ister istemez kendi çağının olaylarından ve kişilerinden de etkilenmiş ve bunu kendi karakterlerine yansıtmıştır.Sonrasındada defalarca revize edilmiş olması çok mümkün.(Kasıtla olmasa bile dilden dile,eski dilden yeni dile tercümeler ister istemez hikayede değişikliklere neden olmakta) Edebi kişilik olarak eleştirmenlerden pek onay almayan Apollonius, Makedonyalı Büyük İskender öldükten sonra generalleri arasında 40 yıl süren savaşın ardından fethedilen toprakların paylaşılması sonucu Mısır’da MÖ 309- MS 30 yılları arasında hüküm süren ve Hellen Firavunları olarak anılan Ptolemaios Hanedanlığı idaresindeki İskenderiye’de doğdu. Aslında İskenderiyeli Apollonius’tur. Ptolemaois idaresindeki İskenderiye o günlerde kültür başkentiydi. Yunanistan’ın bütün şairleri ve bilim insanları meşhur kütüphanesine akıyorlardı. Apollonius,yirmili yaşlarına kadar kütüphanenin öğrencisi ve katibiydi.İlk Argonautica’sını orada yazdı ve okudu. Kentin arifleri arasında büyük fırtınalar koptu. Apollonius İskenderiye’den sürüldü,Rodos’a gönderildi. Rodoslu Apollonius olarak anılma nedeni bu sürgün ve tabi yazdığı Argonautica’dır. Mitolojik öğelerle süslü gerçekliği şüpheli bir destanın ömür boyu sürecek bir sürgüne yol açması pek mantıklı değil.Belki İskender’i Jason olarak düşünmüş ve barbar Persli karısını da Medeia olarak canlandırmış olabilir. Belki destanındaki savaşan kent kralları ile kırk yıl süren generaller savaşını anlatıyordu.

MÖ 4.yüzyılda ortaya çıkan Euhemerizm adlı bir kavram var. Euhemerizm antik mitolojik öykü ve efsanelerin aslında gerçek olaylardan kaynaklı olduğunu ve anlatılanların da gerçek olaylar ve kişiler üzerine kurulu olduğunu ileri süren düşüncedir.Bu ifade biçimi geçmiş olayları günümüze nakletmek için olduğu kadar, çeşitli baskılar nedeniyle dillendirilemeyen yaşananları da var olan hayal ürünü karakterler aracılığı yardımı ile geniş kitlelere ve sonraki nesillere aktarma aracıdır. Apollonius’un bunu bilmemesi olanaksız. Kallimakhos’dan ders alıyor.Yaşadığı dönemde artık gerçekçi şiirlerin nasıl yazılacağı öğretiliyordu ve Euhemerik anlatım dışlanmıştı. Yine de ölümlü karakterler kullanmasına rağmen Euhemerizmden faydalanması,belki de yaşadığı çağın güncesini de tutmak istemesinden kaynaklı olabilir. Rodos’a sürüldükten sonra da Argonautica’sını sürekli güncelleyen ve yer yer değiştiren Apollonius, kopyaları günümüze gelmeyen Homeros,Pindar (Fourth Pyhthian Ode-MÖ 462),Sofokles(Colhian Women),Eurypides (Medea) gibi eserlerden kaynak olarak faydalanmıştır. André Bonnard ,Antik Yunan Uygarlığı-3

Bu kısa bilgilendirmeden tekrar destanımıza dönersek; Homeros ve Apollonius’un destanları Yunan mitolojisi kategorisinde ele alınsa da çıkış kaynakları belki de Eski Ahit (Tevrat) benzerlikleri nedeniyle Mısır olarak verilmektedir. Yunan mitolojisinde geçen kent krallıklarının bir kısmının Antik Mısır kentlerinin adı olması bu zannı güçlendirmektedir. (Örnek:Hikayemizin başladığı ve her iki destanda da adı geçen başkent Tebai adını Mısır’daki eski Teb (Thebas) şehrinden almaktadır. Mitolojiye göre ünlü Oedipus, Tebai Kralı soyundandır,Hyksoslar döneminde yaşamıştır ve gerçek hayat eşleştirmesinde Musa peygamberi simgelediği düşünülür ve Freud’a da konu olmuştur.Bknz.Prof. Dr. Akif Tan /Freud’un son konferansları ve Hz. Musa adlı makalesi. Her iki destanda da geçen tiplemelerin aynı zamanda tek dinli inanışlarda da kendisine eşleşme aradığını lütfen hatırda tutunuz. Bu perspektiflere de yer vereceğim ancak ,bu konudan bağımsız bir çalışmada karşılaştığım bir ismin,Apsyrtus’un beni bu destanda anlatılanların,özellikle Kolhis ile ilgili bahislerin aslında o kadar uzak geçmişte değil ama belki milattan önceki ilk dört veya beş yüzyılda yaşanmış olabileceğini düşünmeye ittiğini de belirtmeliyim. Evet bir öncesi ve belki de üç dört bin yıllık bir geçmişi var,özellikle varsayılan Truva savaşını düşününce,ama o kısımları hikayenin bir varmış bir yokmuş girişgahı olarak kabul etmek bana daha sağlıklı geldi zira evveli ilgili olarak zaten tarih çaresiz,elimizde belge yok.

Efsaneye geçmeden evvel tanrılar,titanlar vb ile süslü karanlık çağ veya kimine göre de Tufan veya deprem öncesi dönem Yunanistan’ı hakkında kısaca bilgi vermek istiyorum.

MİKEN UYGARLIĞI MÖ 1800-1100

MÖ 1800lerde Hint-Avrupa kabileleri Yunanistan’ı işgal edip burada yaşayan yerli neolitik çiftçiler üzerinde feodal-askeri bir egemenlik kurdular. Akalar olarak da bilinen Mikenler Yunanistan yarımadasının tüm hâkimiyetini ele geçirdi ve MÖ 1400-MÖ 1100ler arasında en parlak dönemini yaşadı. Bu dönemin başlarında Girit adasındaki Minos uygarlığını yıkan Miken kralları, tüm Doğu Akdenizdeki Minos ticaretini de kontrol altına aldılar. Daha sonra kara yönünde yayılan Mikenler Teselya, Trakya ve Çanakkale Boğazı yoluyla Batı Anadolu yönüne ilerledi ve karşılarına çıkan ilk engel Truva’yı, MÖ 1150 yılları civarında Miken birleşik ordusu ile yıktı.

Miken Uygarlığı MÖ 1.100’de Makedonya’dan gelen demir silahlı Dorlar tarafından yok edildi.

MÖ 1100-MÖ 750 arası dönem Yunanistan’ın Karanlık Çağı olarak bilinir.Ege Karanlık Çağı da denen bu yıl aralığı ozanımız Homeros’unda destanlarını yazdığı söyleyen periyoddur. Karanlık Çağ ile ilgili pek arkeolojik bulgu yok. 350 sene süren periyodda aslında pek fazla hayat belirtisi yok. O yüzden deprem mi,sel mi? Arkeologların çalışmaları sürüyor. Genel kanı :Bu dönemlerde Yunanların kıtlığa ve kalabalıklığa yol açmamak için daha çok küçük yerleşim birimlerinde yaşıyor oldukları ve karanlık Çağ boyunca belki diğer kültürlerle hiç iletişim kurmadıkları. Sparta bu dönemde kuruldu.(MÖ 900’lerde,onları aklınızda tutun lütfen,Kolhis’e vardığımızda anacağız.)

ARİSTOKRATLAR DÖNEMİ MÖ 756 - MÖ 146

Bu dönemde Yunanları, aristokrasi sistemi ortaya çıkana dek krallar yönetti. Savaş sanatında köklü değişiklikler görüldü. At arabalı savaşçılar üzerindeki yoğunluk yerini yavaş yavaş piyade askerlere bırakmaya başladı. Silah ve kullanım gereçlerinde tuncun yerini, üretimdeki kolaylık ve ucuzluk ile bölgede bolca bulunmasından dolayı demir aldı. Daha önceleri Yunan toplumlarında görülen eşitlik olgusu yavaş yavaş yok olmaya başladı ve toplumun sınıflara ayrılmasının ilk adımları başladı. Krallar tahtlarından indirilmeye başladı ve toplumda çekirdek aileler yerlerini sülale kavramına bıraktı. Bu geniş aileler kökenlerini Truva Savaşı'ndaki kahramanlara dayanıyormuş gibi göstererek kendilerine bir geçmiş tasarladırlar. Çoğu zaman Herakles ile kan bağları olduğunu öne süren bu aileler ile birlikte toplumdaki sınıf ayrımları iyiden iyiye belirgin hâle geldi.

Yunan şehirlerinin her biri aslen bir krallık olmalarına rağmen bunların çoğu o kadar küçüktü ki, yöneticileri için kullanılan kral terimi yanıltıcı derecede büyük bir kavramdı. Bu dönemde para sisteminin kullanıma geçmesiyle tüccarlar sınıfının ortaya çıkması, büyük şehirlerde sınıf ayrılıklarına yol açtı. Sınıf ayrılıklarını da lütfen bir kenara not ediniz,aynı dönemin ürünü bu tip epik destanlarda Kolhisli büyücü-tanrıça kızlarımızın kötü ve şeytani şöhretlerini açıklayacağımız bölümde lazım olacak. MÖ 650'lerden başlayarak aristokratlar devrilmemek ve Tiran diye adlandırdıkları gaddar, halkçı liderlerin onların yerini almaması için büyük mücadeleler vermek zorunda kaldılar.

Homeros'un bu dönemle ilgili olarak yazmış olduğu epiklerin büyük ölçüde kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarılan geleneksel söylencelerden oluştuğu düşünülmektedir. MÖ 4. Yüzyılda yazıya döküldüğü kabul edilmektedir.Bu da bize destanın MÖ 6 ve 5. Yüzyıl motiflerini de ihtiva edebileceğini düşündürtmelidir.Bu büyük duraksama döneminin hemen sonrasında Yunan dünyası büyük bir kalkınma ve yenilenme süreci içine girdi. Bu Karadeniz ve İspanya'ya kadar o dönemde Yunanların yaşıyor olduğu her yere yayıldı. Ardılları Homeros’un destanını veya destandaki kesitleri yeniden yeniden biçimlendirerek günümüze kadar yaşattılar.

BAŞLANGIÇ – ALTIN POST (MÖ 8. Yüzyılda yaşayan Homeros’a ait destan,MÖ 4.yüzyıla kadar sözlü anlatımdı, MÖ 4.yüzyılda yazıya döküldüğü kabul edilir,sonrasında da defalarca revize edildi.)

Antik Yunanistan´da Korint Körfezi´nin kuzeydoğusunda yer alan bir bölgede Boeotya adında küçük bir krallık vardı. Coğrafi açıdan çok büyük bir politik öneme sahip olan Boeotia iyi ve yeterli limanlarının bulunmaması nedeni ile hiçbir zaman Atina kadar gelişemedi. Başkenti Tebai’ydi ve sık sık komşu şehir devletleriyle ve Perslerle sıkıntı yaşıyordu.Tebai MÖ 335 yılında Büyük İskender tarafından yerle bir edildi. Boeotya bir daha kendisine gelemedi. İşte bu Boeotya’nın İskender’den belki yüzlerce belki de binlerce yıl önce,Athamas adında bir kralı ve Nephele adında bir kraliçesi vardı. Nephele aynı zamanda bir tanrıçaydı. Çiftin Phrixus* (Kıvırcık anlamına geliyor) ve Helle adında biri erkek iki çocukları oldu.

Athamas bu arada Ino ile evlendi. Nephele de buna sinirlenip kocasını terketti ve gökyüzüne çekildi. Ino üvey çocuklarına tahammül edemiyordu. Onlardan kurtulmak istedi. Tarlalara zararlı maddeler döktürüp ürünlerin zarar görmesini sağladı. Kral Delphi tapınağına adamlarını gönderip tarlalara zarar veren bu beladan nasıl kurtulacaklarını sordurdu. Kraliçe Ino,Delphi’nin kutsal rahiplerine rüşvet vermişti. O nedenle rahipler krala,bu beladan ancak çocuklarını kurban ederse kurtulabileceği cevabını gönderdiler. O zamanlar tanrılardan bir şey dilemek veya tanrıların öfkelerini yatıştırmak için insan kurban etmek neredeyse bütün dünya kültürlerinde normaldi. Kurbanlar konunun önemine göre esirlerden,köylülerden veya asillerden alınırdı. Ama yine de ailelerin çocuklarını kurban vermekte çok istekli olduklarını söyleyemeyiz, özellikle Yunan mitolojisi evlatlarını kurban veren ebeveynlerin intikam hikayeleri ile doludur. Herneyse, Kral Athamas’da çocuklarını kurban etme konusunda tereddüt etti ve başka bir oluru yok mu diye sordurttu.Fakat rahip danışmanlar kurban konusunda ısrar edince,çaresiz kalan Athamas çocuklarını kurban etmek üzere dağa (muhtemelen Parnassos dağı) götürdü.

Çocukların öz anneleri Nephele bu arada cennetten olup bitenleri seyrediyordu,tanrılardan çocuklarını korumak için altın postlu bir koç kurban yollamalarını diledi. Tanrılar Nephele’nin ana yüreğine üzüldü ve dileğini yerine getirdiler.Nephele’nin gökyüzünden getirdiği koç çocukları sırtına alarak Asya'ya (Anadolu) doğru uçmaya başladı. Ne yazık ki Çanakkale Boğazı'nın üzerine geldiklerinde küçük kız Helle aşağıya düştü. Bu nedenle buraya daha sonraları Hellespont adı verildi.

Phrixus yoluna devam etti, koç onu güvenli Kolkhis diyarında bıraktı. Phrixus koçu Zeus'a kurban ederek (Tanrı’dan geleni Tanrı’ya geri vermek ritüeli) koçun altın postunu Güneş Tanrısı'nın oğlu Ayet’e (Aietes) sundu. Ayet de Altın Post'u Ares Korusu'ndaki kutsal bir meşe ağacına astı ve Kolhis Ejderhası’nı da postu korumakla görevlendirdi. İsmi kartal anlamına gelen Ayet Phrixus’tan çok hoşlanmıştı. Onu büyük kızı Chalciope ile evlendirdi. Chalciope ile Phrixus’un bu evlilikten Argus, Phrontis, Melas and Cytisorus adında dört oğlu oldu.

MACERA DEVAM EDİYOR : ARGONAUTICA ( JASON VE ARGONAUTLAR)

(MÖ 270-245 yıllarında Apollonius tarafından yazıldı.Homeros’tan farkı çalışmasını sadece Argonautica üzerine yapmasıdır,ölümlü karakterlere yer vermiştir.)

Thessaly’de Pelias adında bir adam kral kardeşini devirerek tahta çıkar ve abisinin tüm çocuklarını tahtta hak iddia etmesinler diye öldürtür.Kardeşini ise sağ bırakır ama hapiste tutar.. Kardeşinin Alchimede’den bir oğlu daha olur fakat,onu da öldürtmesinden çekindikleri için Pelias’a bebeğin ölü doğduğunu söylerler ve sahte bir cenaze düzenlenir. Iason (Jason/ Yason) adı verilen bebek Pelion dağındaki kentor bilge Chiron’un himayesine bırakılır. Tüm bunlar olup biterken,Phryxus’un da arada sırada gizlice Yunanistan’a gidip sonra da havadisleri Ayet’e aktardığı söylenir ama,Ayet’in kendisinin birilerini neler olup bittiğini öğrenmesi için gönderiyor olması da mümkün. Sonuçta internet ve telefon yok. Yıllar geçer. Jason büyür. Bir kehanet nedeniyle yolu amcası kral Pelias ile kesişen Jason’a,amcası Altın Post’u getirmeyi başarırsa onu tahtın varisi ilan edeceği sözünü verir.

Herkül ve Orpheus gibi cesur arkadaşlarını yanına alan Jason, amcasının bu yolculuk için yaptırdığı Argo adlı gemiyle Kolhis’e doğru maceralı bir yolculuğa çıkar.

(Argo ‘nun anlamı için rivayetler var;

a: Gemiyi yapan ustanın ismi Argus’tu,o nedenle geminin adı Argo.

b: Argo hızlı anlamına gelmektedir,

c: Gemi anlamına gelen “Ark” kelimesinin deforme olmuş halidir ve Nuh’un Gemisi’ni sembolize etmektedir. Nautica ise denizcilik terimidir,denizci (yelkenli mürettebatı) veya navigatör (yön bulan) anlamlarına gelir. Birlikte kullanıldığında,Argonautica’yı Argo mürettebatı diye tercüme etmek doğru olur)

Mürettebatımız uzun ve zorlu bir yolculuktan sonra nihayet Karadeniz’in doğu kıyılarındaki antik Kolhis krallığına ulaşır. Kral halen Ayet’tir. (Abazalar Hayıt der) Belki biraz yaşlanmış hali. Söylediklerine göre bu misafirleri pek sevinçle karşılamaz. Çünkü rüyasında ülkesine gelecek yabancıların postu götürecekleri ve bu yüzden de ülkesinin yıkıma uğrayıp derin bir kedere boğulacağı söylenmiştir. Başka bir söylenceye göre de Phryxus’un getirdiği haberler yüzünden Yunan’daki krizin etkilerinin kendi topraklarına sıçrayacağını biliyordu. Hatta sırf bu yüzden kızının kocası,torunlarının babası Phryxus’u öldürttüğünü söyleyenler bile var. Boş dedikodu olabilir ama yine de destan nasıl anlatmış bakalım:

Chalciope : Altın Koç’un sırtında gelen Phryxus ile evlenmişti. Bir anlatıma göre babası Ayet rüyasında topraklarına gelen bir yabancının yıkım ve eleme neden olacağını gördü ve o yabancının Phryxus olabileceği düşüncesiyle kızının kocasını öldürttü. Ama bu olasılığa sıcak bakmayanlar ve Phryxus’un karısı ve çocuklarıyla birlikte uzun bir hayat yaşadığını ve burada dönem dönem Yunanistan’a gidip Ayet’e yeni bilgiler getirdiğini söyleyenler de var. Efsaneye göre babası tarafından kocası öldürülen Chalciope, dört oğlunun da babalarının akıbetine uğramasından korkuyordu. Çünkü Ayet’e rüyasında soyundan gelen birinin tahtı devireceği ve ülkeyi keder ve eleme sürükleyeceği söylenmişti. Kocasının üvey annesi Ino’nun öldüğünü öğrenince çocukları bir gemiyle Yunanistan’a gönderdi. Fakat Jason ve Argonautlar da o sırada Kolhis’e yaklaşmışlardı. Çocukların seyahat ettiği gemiyle karşılaştılar ve çocukları kendi gemilerine alıp,Kolhis’e geri getirdiler ve Chalciope’ye çocuklarını büyük babalarının gazabından koruyacaklarına söz verdiler. .

Phrixus’un ne zaman Kolhis’e gittiğini bilemiyoruz tabi ama olduğu şüpheli Truva savaşını referans alanlar, Argonautica’nın seyir tarihi olarak MÖ 1150’den önce olarak tahmin ediyorlar. Yani günümüzden en az 3.200 sene öncesini. Kral Ayet halen hayatta olduğuna göre Phruxus ile Jason’un araları da çok uzak olmasa gerek diyeceğiz ama emin olmak için karakterlerimize biraz daha yakından bakalım:

Kolhis Kralı Ayet, mitolojiye göre Güneş Tanrısı Helios ile deniz perisi Perseis’in oğlu, Kirke (Circe) ve Pasiphaé’nin erkek kardeşi,Medea,Chalciope ve Absirt’in babasıdır. Ayet’i Yunan dilinde kartal anlamında vermişler.Bir toprağa bağlı kişi anlamına yorumlayanlar da var

Ozan Eumelos’a (MÖ 7.yy) göre Ayet,Helios’un oğlu ve Aloeus’un kardeşiydi. Helios topraklarını ikiye bölüp, Korinthos’un (eski adı Ephyra) idaresini Ayet’e bıraktı. Ayet’te krallığını Hermes’in oğlu Bounos’a verip batı Kafkasya’daki Kolhis’e gitti ve Phasis (Rioni)nehri ağzında yeni bir koloni kurup, buraya Aea adını verdi. Buna göre Phryxus’un babası kral Athamas, Ayet ile aynı tarihlerde hayattaydı. Ayet Kolhis’te kendi krallığını kurarken idaresini bıraktığı Mora yarımadası kralı Bounos öldü ve yerine, Ayet’in kardeşi Aloeus’un oğlu ve Ayet’in yeğeni Epopeus tahta geçti.Epopeus öldükten sonra bir kargaşa dönemi ve ülkenin ikiye bölünmesi var,sonra torunu Korint adını verdiği Korint tahtına geçiyor .(Jason da bu günlerde Kolhis yolculuğuna çıktı) Korint varis bırakmadan ölünce taht boşta kaldı. Yani Ayet’in Kolhis’e gitmesinden sonra yaklaşık dört kuşak geçiyor.

Phryxus’ üzerinden bu hesabın sağlamasını alalım: Babası kral Athamas’ın erkek kardeşi Salmaneus’un Tyro adında bir kızı var.Tyro Jason’un babası Aeson ve anne bir üvey amcası Pelias’ın annesi. Bu durumda Tyro ile amca çocukları olan Phryxus’un Jason’un büyük annesi ile aynı yaşlarda olması gerekiyor.Yani Jason’da hikayemizin başlangıcına göre dördüncü kuşak temsilcisi. Phyrux’un karısı ve çocukları ile uzun bir ömür sürmesi bana daha mantıklı geliyor o nedenle. Zaten Ayet’in soyundan değil, kehanete göre tehlike de değil. Öldürülmesi mantıksız. Peki dört kuşak geçiyor ve Ayet nasıl hala kral olabiliyor? Seçeneklerimizden biri çok uzun ömürlü olması. Kafkasya’nın temiz dağ havası. Organik beslenme. Bol oksijen. Ancak diğer taraftan tarihte kayıtlı en az beş kral Ayet var Kolhis için. Üstelik Medeia’mızın da Jason ile tanışıp ona aşık olması gerekiyor. Dediklerine göre henüz on altılı yaşlarında genç bir kızmış. Belki de 2. Veya 3.Ayet’in kızıdır ya da Ayet aslında krala verilen bir ünvandır. Bu detayı aklımıza yazalım ve destana devam edelim.

Mürettebatımız uzun ve zorlu bir yolculuktan sonra nihayet Karadeniz’in doğu kıyılarındaki antik Kolhis krallığına ulaşır. Kral halen Ayet’tir. (Abazalar Hayıt der) Belki biraz yaşlanmış hali. Söylediklerine göre bu misafirleri pek sevinçle karşılamaz, demiştik en son.

Yine de niyetlerinin Altın Post’u götürmek olduğunu duyunca anlayışlı davranır ve sıraladığı şartları yerine getirirlerse elbette postu götürebileceklerini söyler. Buna göre Iason önce ateş püskürten boğalara boyun eğdirecek, başlarına boyunduruk geçirecek ve büyük bir tarlayı sürecektir. Sonra Iason’un bir ejderhanın dişlerini toprağa ekmesi ve bu dişlerden çıkacak savaşçıları yenmesi gerekecektir. Yunanlar ancak bundan sonra “Altın Post”u alabileceklerdir.

Spartalıları bir kenara not alın,Kolhis’e vardığımızda lazım olacaklar demiştik yukarıda.Yunanca’dan gelme otokton sözcüğü (kendi kendine) topraktan biten/ yükselen anlamına gelmektedir. Toprağın kendi insanları için kullanılan terim bu şekilde sonradan gelen yerleşimcilerle toprağın kendi insanları arasına bir mesafe koyar. Ne var bunda diyebilirsiniz,ancak Otokton terimini antik Yunanlar sadece Spartalılar için kullanırlar. Mitolojik anlatımlarda otoktonlar toprak,kaya ve ağaçlardan türeyen ölümlüleri sembolize eder. Onlar sonsuza dek köklerinin oldukları topraklara aittirler. Dışarıdan evliliklere kesinlikle sıcak bakmazlar,kendilerine has kuralları vardır. Ejderin dişinden yaratılan ise sadece Spartanlardır ve mitolojiye göre ejderin dişinden iki defa ürün alınmıştır. İlki Sparta’da,İkincisi de Kolhis’te. Tabi bu efsanede Spartanlar Kafkasyalılar mı yoksa Kafkasyalılar Spartanlar mı gibi bir soru çıkabilir ortaya, şahsen Abhazya’dan olmalarına pek itirazım olmaz, fakat öte yandan Kafkasya’ya ilerleyen antik Yunan hegomanyasının siyaseten geliştirdiği bir argüman olması olasılığını da not etmekten yanayım. Akraba da olabilirler.(Bkzn.Cadmus Thebai kentini nasıl kurdu ve Spartalılar)

İlaveten bir Kolhis’li kızımız da Sparta topraklarında yaşıyor,onu unuttuk. Pasiphae fazla bilinmez. Ayet ve Kirke’nin kızkardeşleri ve Medeia’nın da halası. Kolhisli olup Girit kralı Minos ile evlenmiştir. Sık sık güçlü büyücü özelliğiyle anılan Pasiphae’de diğer doğu tanrıçaları gibi şehvet düşkünü olmakla suçlanmış ve mitolojiye boğa ile çiftleşen olarak girmiştir. 300 Spartalı’dan tanıdığımız Spartalılar ,akıl sormak istedikleri konular için Pasiphae tapınağına danışırlardı. Bir tür Sparta Satenay’ı diyebiliriz o nedenle. Herneyse sonuç olarak Antik Yunan’da adetleri ve savaşçı karakterleri nedeniyle Yunanlılardan apayrı bir yeri olan Spartalılar efsaneye göre Athena’nın Kadmus’a verdiği ejderha dişinden yaratılmıştır ve Ayet’de bir şekilde dişin diğer yarısına sahiptir ve Jason’a karşı kullanır. Jason’ da Medeia’nın verdiği akılla bu topraktan biten savaşçılara çakıl taşları fırlatır ve onlar da tıpkı daha öncekiler gibi taşı içlerinden biri attı zannederek birbirleriyle kıyasıya savaşırlar ve Jason’da o karmaşada postu çalar. Kolhisli otoktonlarımızın akıbeti hakkında fazla bilmiyoruz fakat onlardan muhtemelen 150-200 sene öncekiler batıda Sparta’yı kurdular.Benzerlikler üzerinden gidersek Kolhis’de bir tür iç savaş çıkmış olabilir.

Kral,Jason’a şartlar koştu demiştik. Bu şartları, Aiet’in dışında kimsenin yerine getirmesi mümkün olmadığı için kral Jason’un öleceğinden emindir. Kralın kızı Medea’nın yardımı olmasa, Yunanların liderinin, Aiet’in şartlarını yerine getiremeyeceği açıktır. Ancak işler her zaman planlandığı gibi gitmez. Yunan tanrıçalarından Hera, Kolhis kralı ve Güneş’in oğlu Ayet ile herhangi bir alıp veremediği olmamasına rağmen Yunanistan’da bıraktığımız kral Pelias’tan hiç hoşlanmıyordur. O yüzden Jason’un verilen görevleri başarmasını istemektedir. Eros’u yollayıp ondan Ayet’in bitkibilimci kızı Medea’yı Jason’a aşık etmesini ister. Bitkibilimci dediğime bakmayın, bu modernize edili hali, o günlerde büyücü deniyordu. Çeşitli otları birbirine karıştırır,şifalı merhemler,ilaçlar yapardı. Ölüyü dirilttiği öyleniyor.Öyle becerikliydi.Medea Eros’un etkisi ile aşık olduğu Jason’a sınavı başarıyla atlatması için gerekli tüyoları ve ateş soluyan boğaların alevlerinden etkilenmemesi için bedenine sürmesi gereken merhemi verir. Sınava hile karıştığını farkeden kral Ayet buna sinirlenir ve sonucu kabul etmediğini açıklar. Ama Jason postu almadan gitmeyi düşünmemektedir. Anlatılanlara göre koyu renkte teni,altın renkte saçları olan Medea’ya yardım etmesi halinde evlilik ve bu diyarlardan gitme sözü verir ve Medea bu söz üzerine Altın Post’u bekleyen ejderhayı uyutur. Altın Post’u çalan denizciler,Medea’yı da yanlarına alarak hızla Yunanistan’a doğru yola koyulurlar. Denizciler aslında gemide bir kadın olmasından huzursuzdur ama söz verilmiştir bir kere.Ayet, postun götürüldüğünü ve kızının kaçtığını öğrenir öğrenmez, hemen ordusunu toplar ve Yunanların peşine salar.Askerler Jason'un ordusunu yakalar, ama bu orduya önderlik eden kişi, Medea'nın erkek kardeşi Apsirt’tir. Apsirt’in o

günlerde kaç yaşında olduğunu bilmiyoruz bazıları onaltılı yaşlarında olması gereken Medea’dan büyük olduğunu,bazıları da küçük olduğunu söylüyor. Herneyse Medea,kardeşinin peşlerinden geldiğini görünce Iason’un kendisini kaçırdığını söyler ve kardeşine sarılır. Başka bir rivayete göre ise Jason’u sevdiğini söyler ve kardeşini gemiye birlikte yemek yemeye davet eder.Sonra da o ya da Jason Apsirt’i öldürür. Kolhis adetlerine göre cenaze törenlerinde cesedin bütün olması gerekmektedir. O yüzden Medea takipçileri atlatmak için Apsirt’in naaşını parçalara böldürtüp denize attırır.Kolhis ordusu gerekli töreni düzenlemek için denizde Medea'nın kardeşinin parçalarını ararken Jason ve Medea kaçar.Bu nedenle askerler “Altın Post”u geri almayı başaramazlar. Dediklerine göre Ayet arkalarından çocuk katilleri diye bağırmıştır. (Apsirt’in gömüldüğü yere Absyrtides adında bir şehir kuruldu notu var)

Hikaye burada bitmiyor tabi. Kafkasya bağlantısını araştıran herkes hikayenin bundan sonrası bizi ilgilendirmiyor deyip,geri çekilmiştir. Oysa göreceksiniz ki ilgilendiriyor:

Ayet’ten kaçan Argonautlar yolda Ayet’in kızkardeşi ve Medea’nın halası olan Aiaie adasının hanımı büyücü Kirke’ye sığınmak isterler. Kirke kudretli bir büyücüdür ve Odise destanında güzel bilekli,korkunç sesli büyücü olarak tarif edilir. Türkçeye henüz çevrilmemiş The Amazons: Lives and Legends of Warrior Women across the Ancient World” (2014) adlı kitabın yazarı Adrienne Mayor Kolhis ve Altı Post üzerinden antik Yunan ve Kafkasya ilişkilerini irdelediği Altın Post ve Argonautlar adlı internet makalesinde Apsırt’ın Abaza ismi olduğunu söylerken Homeros’un Odise destanında baştan çıkaran büyücü olarak tarif edilen Kirke’nin isim karşılığı Çerkes’dir diye yazar. Homeros’a göre Odysseus’dan bir çok çocuk yapan Circe/Kirke tek tanrılı dinlere geçişte önemli bir karakter olduğu için pek çok kültür tarafından kim olduğu reddedilmeden sahiplenilir. Üstelik Kolhis’lidir. Böyle önemli bir karakteri Kolhis’in torunlarının hiç anmaması ne fena.. Acaba neden? Ek olarak Kilise literatüründe Church kelimesinin Anglo-Saxon kökeninin Circe olduğu ileri sürülür.

”Circe paganik güneş tanrısı Christo Helios’un kızıydı ve İsa’ya Christ denmesinin nedeni de Romalı güneş tanrısıdır. Kirche kelimesi aynı zamanda ibranice daire veya disk anlamına gelen “kikkar” kelimesine de çok yakındır ve yine güneş tapınmacılığının işaretidir. Babilli Ay Tanrıçası ile de ilişkillendirilen Kirke’nin ayrıca Eski Ahit’te diğerlerinden bir yönü ile ayrılan insanların toplandığı çember,seçilmişler cemaati gibi anlamları da vardır. The Book of Revelation Through Hebrew Eyes, 2. Cilt Shf 99 / John Klein,Adam Spears.

Jason ve Argonautlar Medeia’nın halasına sığındılar demiştik. Destana göre Kirke insanları domuza çevirebiliyor ve ayrıca Hades’in Ölüler Diyarı’na da rahatlıkla gidip geliyordur. Ne var ki bir nedenden ötürü Kolhis’den sürgün edilmiş ve o zamandan beri de Aiaie adasında yaşamaktadır. Kirke sürgünde olduğu için o güne kadar Medeia'nın dış görünüşünü bilmemektedir. Fakat kapısını açar açmaz Kolkhis Prensesi Medeia'nın açık renkli ve parlak gözleri hemen dikkatini çeker ve onun kendi halkından olup olmadığını test etmek için Eski dilde bir şeyler söyler Medeia da aynı dilde ona cevap verince yeğenini tanır ve onları içeri alır. Yaptıklarını öğrenince istemeye istemeye de olsa onları günahlarından arındırır fakat derhal ayrılmalarını ister.

Nihayet Yunanistan’a varan Iason Medea ile evlenirler.Jason’un tahta geçebilmesi için Jason’un amcası Pelias’ın kendi kızları tarafından korkunç bir şekilde öldürülmesine aracılık etse de Medeia kocasını Tsessaly tahtına geçiremez. Korint’e sürülürler. Bu kez Medea Korinthos kralını zehirler ve kocasını tahta oturtur. On yıllık birlikteliklerinden yedisi kız ondört çocukları olur. Gerçi 14 çocuk abartılı olabilir. Beş çocuk yaptıkları görüşü de var. Yunanlar için Medea güçlü ve tehlikeli bir kadındır.Özellikle Korintli kadınlar bu yabancı kadından nefret ederler.Büyücü ve Cadı olduğu dedikoduları alır başını gider. Burada yine bir parantez açıyorum. Yukarıda Korint kralının varis bırakmadan öldüğünü yazmıştık. Bir diğer rivayete göre varisi olmadığı için Medeia aslında Korint’e davet edilmiştir. Bu dedikoduya biraz takılıp,akıl yürütelim:

Eski adıyla Ephyra’nın idaresi bir kaç kuşak önce Helios tarafından Medea’nın babası( dedesi bence) Ayet’e bırakılmıştı. Fakat Ayet bu tahtı istemedi ve Kolhis’e gitti. Yokluğunda ikiye bölünen Ephyra’nın Mora yarımadasındaki kısmının idaresi Ayet’in yeğeninin torunu Korint’ geçti ve Korint’de varis bırakamadan öldü. Öte taraftan Thessaly kralı Pelias’ımız var,hırslı biri. Üvey kardeşini devirdi ve tahtına geçti. Efsaneden

anladığımız kadarıyla yeğeni Jason ile bu taht problemini kansız bir şekilde çözmek istiyor yoksa niye gemi yaptırsın,öldürtür ve davayı kapatırdı. Bence Pelias Ayet ve Ayet’in soyunun Korint üzerindekini hakkını zaten biliyordu ve Korint kralının çocuğu olmadığı da bir sır değildi.Yeğenine dedi ki,”Yeğenim, ben sana kendi tahtımı vermem. Fakat senin böyle ser sefil gezmene de gönlüm razı değil. Sana yelkenleri atlastan bir gemi yaptırayım. Yanına da en cesur savaşçılarımızı vereyim. Kolhis’e git. Zaten akraban Phyruxs’un çocukları da orada. Yeğenlerindir. Ayet’e misafir ol. Bekar kızı var,onunla evlen ve gel, Korint tahtına otur.” Vicdan yapmasa da kardeşi Aeson taraftarlarının Jason’u tahta çıkarmalarını engellemek ve Jason’u başka bir yurda taht sahibi yaparak kendi krallığını olası bir darbenin tehlikelerinden uzak tutmak istemesi aslında mantıklı bir olasılık olurdu. Bu akıl yürütme aynı zamanda Korint tahtına neden Ayet’in oğlu Apsırt değil de Medea davet edildi sorusuna da cevap olur. Tabi bu akıl yürütmede Apsırt’ın neden ablası ve Jason tarafından öldürüldüğüne cevap veremiyoruz ama belki Apsırt aslında ölmemiştir ve çıkar bir yerlerden. Henüz ispatlayamıyorum ama aslında Ayet’in Jason ve Argonautların gelişini kızıyla ilişkillendirmiş olması mümkün. Çünkü yine bir yoruma göre Korint kralının varissiz öldüğünü biliyordu ve taht hakkı kendi soyundan birine kalıyordu. Büyük kızı evli olduğuna göre,ve oğlu Apsırt’ta kendi varisi olduğuna göre geriye Medea kalıyordu. Eğer Yunanlar Medea’yı seçenek düşünmüşlerse,haberi çoktan Kolhis’e varmıştır zaten. Alenen hayır demek yerine,kızını apar topar İskit kralı ile nişanladığı da söylenir. Hatta Jason’un Kolhis’e ulaştığı gün İskit kralı da gelinini almaya gelmiştir ve sonrası kaos. Jason sandığımız gibi mistik bir postu değil ama ona ikbal vaad eden müstakbel Korint kraliçesini kaçırmış olabilir.Bu da daha sonra Kolhis’e yapılan İskit saldırılarını açıklayabilir. Olasılık.

Destanımıza dönersek; Kolhisli Medea ile Korint tahtı arasındaki akrabalık ilişkisini de ilk defa işleyen Eumelos’tur.Eumelos öncesi dönemler söylencelerinde Altın Post’u arayan Argonautica’nın rotası bilinmiyor. Fakat diğer taraftan Eumelos’un MÖ 730’da yazdığı Korinthiaka’nın da bilinen bir kopyası yok,yine de Eumelos’un çağdaşı sayılabilir MÖ 7.yüzyıl ozanı Mimnermus’un da “Medea’nın yardımı olmadan Jason Korint tahtına oturamazdı,”demesi ve ozan Simonides’in (MÖ 556-MÖ 469) de Korint Kraliçesi olarak Medea’yı vermesi (West,1971) ve devamında Jason’un Kolhisli karısı ile birlikte yaşadığını ve Thranos (Cenchreae?) ile Lechaeum’u yönettiğini belirtmesi, Medea’nın kimliğini doğrulamamız ve aynı zamanda yürüttüğümüz aklı mantıkla da destekleyebilmemiz açısından önemlidir.

Artık Korint kralı olan Jason çoluk çocuğa karışmış mutlu mesut yaşıyordur. Ama eskilerin dediği gibi rahat batması denen bir şey var. Bir gün Jason Medeia’ya kral Kreon’un genç kızı Glauke ile evlenmek istediğini söyler. Öfkelenen Medea çocuklarını ve düğüne gelen herkesi,ya da sadece gelini zehirleyerek öldürür.(başka bir anlatımda da Medea’nın çocuklarını Korintiyalı bir kadının öldürdüğünü söylerler-bununla ilgili çok çeşitli rivayet var fakat kesin olan Jason’dan olan çocuklarının hepsi bir şekilde ölür) Sadece Jason sağ kurtulur. Evlilik yeminini bozduğu için tanrıların da gözünden düşen Iason hayatının geri kalanını sefil bir şekilde geçirir. Uuw.. Acıdık mı? Hayııır..

Not:Medeia’nın kendi çocuklarının katili olarak destana girmesi MÖ 480-406 arasında yaşayan ve destanı güncelleyen Euripides’in fesatlığı ile olur.Medeia’nın Euripides’in iftirasına uğramış olabileceği ve çocuklarını aslında Korint’i pençesine alan bir veba salgınında kaybetmiş olma olasılığı da var. Antik yazarların bir kısmı ise onun çocuklarını bu salgını durdurmaları için Lemnian (Limni) perilerine adadığını savunur. (Medea-Emma Griffits,sh 16)

Lemnianlar ise Trakya asıllıdırlar. Yunan değillerdir ve Lemnian (Limni) nemfleri(perileri) biraz sonra 2.bölümde aktaracağım ana tanrıça Kybele kültünün Limni’ye yansıyan yüzüdürler. Yunanların nezdinde barbar ve hırsızdırlar. Kybele kültünü ve antik dinlerin birbirleriyle etkileşimini okursak sıklıkla kötü büyücü olarak anılan Medeia’nın gelin ve kraliçe olarak geldiği Yunanistan’da eski dinini sürdürmesi nedeniyle dışlanmasını anlayabiliriz. Zeus’un evlilik teklifini reddetmesi,aslında din değiştirmeyi reddetmesi şeklinde de yorumlanabilir mesela. Yunanlar Medea’dan Jason’un barbar karısı diye bahsederlerdi.Korintli kadınların ondan nefret etmesi de bu yüzdendi. Benzer şekilde halaları Kirke ve Pasiphae’ da neden şehvet düşkünü, kötü karakterli büyücü tanrıçalar olarak mitolojide yer aldıklarını anlamak için doğulu Kybele kültünün batılı Yunan kültürü ile tanışmasına yakından bakmak lazım. Okuyuculara ek olarak sık sık karşılacağımız veba haberleri ile ilgili

Yunanistan ve dolayısı ile Korint’in bir limanlar yurdu olduğunu ve bu nedenle gemilerle dünyanın çeşitlli bölgelerinden gelen hastalıklara karşı da savunmasız olduğunu hatırlatmak istiyorum.

Destanımız henüz bitmedi. Çocuklarını kaybeden ve taht hakkına rağmen yabancı olarak görülüp,Korint halkı tarafından reddedilen şifacı kraliçe Medeia, Thebai’ye geçer ve burada Hera tarafından cinnetle lanetlenen ve öz çocuklarını öldüren Herakles’in deliliğini tedavi eder. Herakles’de Medeia’ya teşekkür etmek için onun Teb’deki evinde yaşamasına izin verir. Başka bir anlatıma göre ise Herakles’i tedavi eden Medeia değil Antikyreus’tur. Ancak Yunanistan’daki hiç bir krallıkta hiç kimse bu tuhaf ve erkeklerle boy ölçüştüren yabancı kadınla aynı şehirde yaşamak istemiyordur. Atina kralı Aegeus onun ününden ve belki de yaşadıklarından etkilenir ve evlenme teklif eder.Bu evlilikten Medea’nın Medus adında bir oğlu olur (Hesiod’a göre bu çocuğu da yarı at kentur Chiron yetiştirmiştir). O günlerde Kolhis’ten gelen bir haberle Medeia sarsılır. Amcası Perses ,babası Ayet’i tahttan indirip yerine kendisi geçmiştir. Oğlu ile birlikte Kolhis’e döner (Kocasının eski eşinden olma oğlunu öldürmeye kalkıştığı için kocası Aegenus tarafından Atina’dan da kovulup,Kolhis’e sürgün edildiği de söylenir,ama nedense söylentide bu sözde cinayeti planlayanın aslında tahtı kaptırmaktan korkan Aegenus olduğu teğet geçilir.)

KOLHİS’E DÖNÜŞ

Bütün ülke yokluk ve salgın hastalıkların pençesindedir. Ardarda yaşanılan savaşlarda tüm Amazonlar öldürülmüştür. Medeia ile Medus'un döndüğünü öğrenen Perses onların gazabına uğramaktan çekindiği için Medus'u yakalatarak zindana attırır. Bunun sonucunda daha da öfkelenen Medeia rahibe kılığında yaklaştığı Perses'ten Medus'u kendisine vermesini böylece bir erkeği tanrılara kurban ederek Kolkhis'in üzerindeki belaları kaldırabileceğini söyler. Böylece Medus'u aldıktan sonra da ana-oğul Perses'i tanrılara kurban edip, ataları Aietes'i tekrar başa geçirirler. (Başka bir rivayete göre Perses Ayet’i tahttan indirdiğinde öldürmüştür ve geri dönen Medea,hapsedilen oğlunu kurban edeceğini söyleyerek Perses’i ikna eder ve sonra anne –oğul birlikte Perses’i tanrılara kurban edip,tahta kendileri geçerler. Medus sınır komşunu fethedip oraya sonradan Med imparatorluğu olarak anılacak olan Media adını verir. Atina’dan ayrılan Medeia’nın Kolhis’e hiç uğramadan kanatlı bir gemiyle doğrudan Medler diyarına gittiği de söylenir.

Perses Ayet’in erkek kardeşi. Hakkında fazla bilmiyoruz. İran kayıtlarında Tebriz (eski adıyla Tauris) kralı olarak geçiyor. Bir de Kırım yarımadası güneyinde yaşayan Tauriler var ama Perses ismi ile eşleşmedikleri için onları olasılık dışı bıraktım.Altın Post çalınıp,Ayet’in tek oğlu Apsırt’da öldürülünce fırsat bu fırsattır deyip varissiz kaldığını düşündüğü abisini tahttan indirip,yerine geçtiği söyleniyor. Ama Absirt ölmüş bile olsa Perses’in abisini tahttan indirmek için nedeni yok,zira taht zaten abisinden sonra varis olmadığı için doğrudan kendisine kalıyor. Ama tabi gerçekten Ayet’in kardeşiydiyse. Perses’in Ayet’i devirdiğini okuduğumdan beri olası bir Pers istilasından bahsedilmiş olabileceğini düşünüyorum. Sınır olarak yakınlar ve inanış olarakta birbirlerine yakınlar. Fakat gerek Kolhis’in gerekse Pers denilen memleketin sınırlarının nerede başladığı ve bittiği net değil. Bir bakıyorsun küçücük bir yer bir bakıyorsun neredeyse Anadolu’nun yarısı haritalarda. Bunda sınırların sürekli değişmesi ve X egemenlik altındaki kabilelerin her birinin kendisini yasal varis ilan edip sonraki geniş sınırları kendi isimlerialtında sunmaya çalışmasının da etkisi var. Yani herkes hükümdar,vatandaş nerede sorunsalı.Belli bir dönemden öncesine dair kayıtlar da sınırlı olunca tam bir karmaşa. Fakat İran kendi açısından bu tartışmalara bir nokta koyarak Yunanların Persler diye duyurduğu ülkenin aslında Şiraz yakınlarındaki Persepolis olarak bilinen kent olduğunu duyurdu ve bu ad Yunanların verdiği addır, biz İran diyoruz dedi.

Resmi İran tarihine göre; daha öncesine ait bulgular olmadığı için hikayeleri MÖ 625’te Medler ile başlar. Medler ilk kez Asur kralı III. Salmaneser'in dönemindeki (M.Ö. 858-824) yazılarda "Mada" adı ile kaydedilmişlerdir. Nuh’un torunu,Yafes’in oğlu Mada soyundan gelenler oldukları da söylenir ama aslında kim olduklarını bilen yok. İncil’de Elçilerin İşleri’kısmında isimleri anılırlar. Asıl ün kazanmaları MÖ 625’te Yeni Asur’u yıkmalarıyla oluyor. Ama yalnız değiller. Babil,İskit,Keldani ve Kimmer orduları ile ittifak kurup Yeni Asur’a saldırıyorlar ve başkent Ninova’yı ele geçirip,Yeni Asur dönemini sona erdiriyorlar. Bu yıkımdan yaklaşık 250 sene önce kayda girme nedenleri ise Babilli kral Nabu-apla-iddina.

Nabu-apla-iddina, Asur egemenliğindeki Fırat vadisinde yaşayan çeşitli isyancılara destek vermeme sözü vermiş ama sonra tarafsızlığını bozmuş ve askeri yardım göndermiş. O günlerde belki de iç istikrarsızlıktan dolayı ne ilk defa doğuda beliren Med kabileleri ne de batıdan yaklaşan Arami tehlikesi dikkate alınmış ama sonrasındaki yaşananlar Medlerin Asurlu III. Salmaneser'in kitabelerine girmelerine neden olmuş. Destanla eşleştirmek istersek,Medler devlet olarak değil ,küçük kabileler olarak M.Ö. 858-824 yılları arasında Salmaneser III aracılığı ile tarihe ilk kayıtlarını yaptırıyorlar ve ancak kendileri de İskit ve Kimmer baskısı altındalar; Yeni Asur yıkılana dek Asur vasallığına giriyorlar. Bu durumda en erken MÖ 900-1000 yılları arasında ortaya çıkmış olmaları mümkün. Herodot’u referans alıp,Kolhisli Medeai’nın oğlu Medus’un ismi altında birleşen altı kabilenin çekirdek Medler olduğunu düşünürsek, Medeia ve oğlunun yaşadığı yılı üç aşağı beş yukarı tahmin edebiliriz. Peki MÖ.bininci yıl civarında Kolhis bir iran saldırısına uğradı mı? İşte onunla bilgimiz yok. Çünkü MÖ. Binlerde İran yok. İran’ın Ahameniş olarak Medlerle birleşip devlet olması MÖ 600ler. Büyük Kiros’un veya babası Kiros’un Yunan tarihçiler tarafından kartalların yetiştirdiği adam olarak anıldığını da ekleyelim ki hikayemiz heyecan kazansın. Ayet veya Eyet kartal anlamına (da) geliyor demiştik.Oğul Kiros aynı zamanda Perslerle Medleri birleştiren adam oluyor. İkisinden biri pekala Medeia’nın oğlu Medus’a denk gelebilir. Kolhis’in kızlarına dönmek istediğim için bu faslı fazla uzatmayacağım fakat en azından Argonautica’nın neden ağırlıklı olarak MÖ.3.yy -7.yy olaylarını naklettiğine inandığımı sanıyorum aktarabildim. Yine de yorulmadı iseniz kronolojik tarihle eşleştirmesini yapalım:

Homeros MÖ 8.yüzyılda yaşadı yani 700lü yıllarda.

Homeros’un İlyada ve Odysseia’sı MÖ 4.yüzyılda yazıldı (5 te olabilir),yani millattan önce 300’ler,400’ler.

Medeia’dan bahseden fakat günümüze ulaşmayan en eski eser MÖ 730 tarihli. Onu 632’li yıllarda Mimnermus izliyor. Ve geriye doğru yavaş yavaş sarıyoruz. En fazla MÖ 400 ve 300’lerde eserler verilmiş. Sparta ise MÖ 9.yüzyılda kuruldu. Orjinal adı Lakedaimōn.Spartalıların ejder dişi ile sürülen topraktan çıkan otoktonlar olduğunu söylemişti destan.Bizim konumuz değil gerçi ama ilintili olarak Drakon/ dragon üzerine yazılmış oldukça çok sayıda kitap ve inceleme var-meraklılar bakmak isterlerse. Bu ejder dişinden yaratılmış otoktonlar Kadmos’un attığı çakıl taşını içlerinden biri attı sanıp bir birleri ile savaşmaya başlıyorlardı. Bize ne demiyoruz zira, aynısı Argonautica’da Ayet’in ülkesinde de tekrarlanıyor . Kimi yorumcular bu detayı Jason Aea’ya vardığında orada iç savaş vardı ve Jason Ayet lehine savaşçılarıyla birlikte bu isyancılara karşı savaştı diyor. Aynı fikirde değilim, bence kargaşa Jason yüzünden çıktı ve Argonautlar Kolhis’ten ayrıldıktan sonra Ayet’in tahttan düşüşü hızlandı. Medeia gibi müstakbel kraliçe adayının yakın krallıklarla evlendirilmesi ömür boyu sürecek bölgesel saadet için daha kârlı. Yunanistan’a gitmesinin Ayet için getirisi yok. Öte yandan otoktonların genel karakteristiği; yabancı sevmiyorlar. Phryxus küçük bir çocuk geldiğinde,kabul görebilmesi için İskit kralının onu evlat edindiği söylenir mesela, Ayet’in büyük kızı ile evlenebilmesi de ancak böyle mümkün olabilmiştir. Bu rivayeti esas alırsak Kolhis ve iskit ilişkilerinin akrabalık seviyesinde olduğunu düşünebiliriz. Düşünmemiz gereken bir diğer hususta çocukları öldürmedikleri. Ve öyle iddia edildiği gibi insan eti yemedikleri. Sparta benzerliğinden devamla; efsaneye göre sağ kalan dört ya da beş tanesi Sparta’yı kuruyor.Gerçekte MÖ 9.yüzyılın sonlarında yani 950 senesi gibi Pitana, Meson, Limnai, ve Kynosura birleşerek ilk Sparta’yı kuruyor.Bu bize destanda Kadmos ve ejder dişi olarak anlatılan olayı verir. Kadmos bir Fenikeli bu arada. Aynı zamanda Yunanistan’a Fenike alfabesini getiren adam olarak biliniyor. Soy ağacına göre Aia kolonisini kuran Ayet’ten dört kuşak önce yaşadı.(Arada kayda girmeyen kısa ömürlüler olabilir. Bir kaç yıl artı/eksi sapmaları hoş görelim lütfen)

Kadmos Athamas’ın karısı İno’nun büyük büyük büyük büyük babası.Dişin bir parçası Ayet’teydi. İno’nun öldürmek istediği üvey oğlu Phryxus ile Jason’un zamanı arasında’da yaklaşık 4 kuşak var. Yani Spartalıların yaratılması ile Argonautların Kolhis’e varışı arasında en az sekiz nesillik bir zaman dilimi var. Tanrısalların ömürleri biz fanilerden uzun oluyor gerçi ama, ortalama ömrü 50 sene yapsak,bu 200 sene yapar. Yani MÖ 750’ler civarı. Homeros’un yaşadığı yıllar. Eğer MÖ 730’da yaşamış olan Eumelos,günümüze gelmeyen Korinthiaka’sında Medea’dan bahsetmiş olmasa idi, bu tarihi rahatlıkla 600lere çeker ve Medeia’nın ismini MÖ 625 de kurulan Medlere verebilirdik. Çünkü referansımız Homeros Mö 8. Yüzyılda yaşadı ama destan 4.yy da

yazıldı. Eumelos bozuyor hesaplarımızı. Fakat tarih diğer taraftan giriş kısmında özetlediğimiz Karanlık Çağ sonrası Yunan krallıkları ve aristokrasisinin kurulması süreci (MÖ756 ve devamı) ile uyumlu. Ayet’in Kolhis’e giderken geride bıraktığı Korint krallığı ise MÖ 747’de kuruldu. MÖ 658’e kadar Bacciad aristokratları tarafından yönetildi. Sonra Kypselos darbesi ile aristokratlar yönetimden uzaklaştırıldı ve tiran yönetimine geçildi. Kypselos’un annesi Labda’ydı ve oğlunun devirdiği kraliyet ailesindendi. Herodot’a göre Kypselos,annesinden gelen kraliyet haklarını kullanarak tahtı gaspetmiş ve idareyi değiştirmişti. Kypselos’un babası olarak Eetion verilir, Aeetes ismi ile benzerliği dikkat çekicidir, (-es/ion eklerini çıkarınca elimizde Eyet/Ayet kalıyor,A harfinin sırlarını ise Abhaz dili uzmanlarına bırakıyorum-ben gemiyi ancak kıyıya kadar getirebiliyorum ) Kypselos,Ayet’in torunu,ve Korint’ten sürgün edilen Medeia’nın oğlu olabilir. (Medeia’yı sürgün eden kendi oğlu olabilir yani)Ama hikayemiz Kypselos’suz da yeterince dağınık,ona takılmayalım şimdilik. Kehanete göre Bacchiadae kralı Eetion’a Delfi rahibeleri, soyundan gelecek bir çocuğun tahtını elinden alacağını ve hanedanı yerle bir edeceğini söylemiştir. O nedenle de Eetion bebeğin doğar doğmaz öldürülmesini emreder fakat bebek öyle güzel gülümser ki kimse öldürmeye kıyamaz. (Herodot)

Kolhis’e geri dönersek,Korintli Eetion’için verilen kehanet,Kolhisli Ayet’e kendi soyundan gelecek birinin krallığını yerle bir edeceği ve ülkesini elem ve kederin saracağı kehaneti ile gayet uyumludur. Ozanlarımız kehanetin Kolhis versiyonu için,Ayet’in ilk etapta şüphelendiği damadı Phryxus’u öldürttüğünü anlatır ve kızı Chalciope’de çocuklarının akıbetinden endişe ettiği için oğullarını Yunanistan’a kaçırmak ister fakat çocuklar yolda Jason ve Argonotlarla karşılaşıp dedelerinin sarayına geri dönerler ve ihanet Ayet’in hiç ummadığı bir yerden kızı Medeia’dan gelir. Katılmadığım bu ihanet söyleminde daha sonra Ayet Perses tarafından tahttan indirilir ve kızı Chalciope destana göre kocasını öldürmüş olmasına rağmen babasının tarafını tutar. Taraf olduğuna göre muhtemelen Chalciope’nun da kendisine ait bir gücü ve ordusu vardı ve Perses ile mücadele etti sonucunu çıkarabiliriz. Kocası Phryxus İskit kralı tarafından evlat edilmişti vaktinde,doğru ise bu onu İskit kraliçesi yapar. Hoş Phryxus’un Ayet tarafından öldürüldüğünü sanmıyorum zaten ,ayrıca dendiği gibi kendi soyundan gelecek bir tehlike kehaneti söz konusu olsa, Ayet için damat ve torunlarından önce oğlu Apsyrtus var sırada öldürülmesi gereken. Kehaneti ciddiye alsa bile oğlu dururken damadını veya kızından olma torunlarını öldürtmesi mantıklı değil.

Bilinen Med devleti MÖ 625 de kuruldu demiştik. (Bir kaç sene sapma payına açık) Fakat evveliyatındaki bir kaç yüzyıl boyunca küçük kabileler halinde yaşıyorlardı ve arada Yeni Asur vasallığına da girdiler. Karanlık çağ adı üstünde karanlık çağ olduğu için o arada ne olup bittiğini ne Yunan ne de İran biliyor,tabletler de bulunmayı ve deşifre edilmeyi bekliyor. Medlere adını verdiği söylenen Medus, bir gün herkes Yunan olduğunu anlayacak türü bir psikolojinin attığı bir tür çengel olabilir; annesi her ne kadar barbar olsa da babası Yunandı, Jason veya Aegenus. Eğitimini bilge kentur Chiron’dan almıştı. Destanlarda her evladın,en kötüsünün bile izi sürülür ve çocuk sonunda bir şekilde Yunanistan’a geri döner, Medus’un hiç dönmemiş olması ve antik tarihçilerin sadece Medlere adını verdi demekle yetinmesi dikkate alınmalıdır.Üstelik referans verilen kişi Homeros değil,Herodot’tur. Bu neden önemli? Çünkü Herodot MÖ 484-425’te yaşadı. Ahameniş devletinin kurulmasından yaklaşık 100-150 sene sonra. Aktardığı tarih pekala Kiros’un Perslerle Medleri birleştirme hikayesi olabilir. Diğer taraftan Med devletinin MÖ 625 de kurulmuş olması bu efsanenin aslında bilinmeyen uzak geçmişte değil de bilinen yakın geçmişte oluşturulmuş olabileceği argümanımızı destekler. Kuruluş tarihi Yunan krallık ve aristokrasisinin oluşmaya başladığı MÖ 756 ile de uyumlu. Aradaki 100 sene Medea ve Jason’a gelene kadar ki anılan nesilleri açıklamaya yeterli gelebilir.

Antik Korint krallığının kuruluş tarihi MÖ 747. Korint son kralını MÖ 658’de görüyor ve sonra Bacchiad hanedanı darbe ile devriliyor ve Tiran idaresi başlıyor.Bu devrimin bir iki sene huzursuzluk öncesi olduğunu düşünelim. Medeia’nın bu günlerde Korint’ten kovulmuş olması mümkün. Korint kraliyet ailesinin devrilmesi ile Medlerin kurulması arasında Medeia’nın önce Atina kralı ile evlenip oradan da Kolhis’e babasını kurtarmak için dönmeye yetecek zamanı var. Bu hesaba göre Ayet’in Kolhis’te Aea kolonisi kurması da en erken MÖ 750 civarı olur. Fakat diğer taraftan bir iç isyan bastırıyorsun, babanı tahtan indireni tahttan indiriyorsun ve sonrasında yeniden yapılanma süreci var. Üstüne de yetmezmiş gibi güneye inip dağınık kabileleri birleştiriyor

ve onlara adını veriyorsun. Tüm bunları bir parmak şıklatması kadar kısa sürede halletmiş olamazlar; zaman geçmesi lazım. Bu da bizi yine kuruluş tarihlerini esas alarak “archimedean” olarak da nitelendiren Kiros ve Ahamenid/Akamenişlere götürür yani MÖ 600-590 gibi bir yıla. Büyük Kiros’un geçmişini henüz bilmiyorum ama kan bağı beklememekle birlikte bir nedenden ötürü Kafkas /Kolhis bağı çıkarsa şaşırmam

Sonuç olarak

Ayet gerçek bir kişilik olmakla beraber, kronolojik tarihte değişik zamanlarda sık sık ismi anıldığı için Aea’yı kuranın hangi Ayet olduğunu bilemiyoruz. Medea’nın efsanesi için verilen tarih MÖ 750 civarı. Medea’nın babası olduğu için MÖ 800 ve daha öncesine bakmamız gerekiyor. Efsaneye göre Kolhis, Aea kurulmadan önce de vardı. Diğer türlü Kolhis’e gitti ve orada kendisine kent/koloni kurdu cümlesi çok anlamlı olmuyor. Miken olabilir. Dorlu olabilir. Dor istilası ardından çıkan krallıklardan birine ait olabilir. Kadmos benzerliğinden ve ayrıca Güneş ve deniz tanrılarının evliliğinden olması Fenikeli olma ihtimaline destek olabilir.Fenikeliler ana tanrıça kültünü benimserler ve sünnet olurlardı. Herodot’un Kolhislileri sünnet olan kavimler arasında sayması bu kültle ilgili olabilir. Sonraki yüzyıllarda çeşitli savaş ve gezgin kroniklerinde anılan Ayet ismi, sevilen bir kral olan Ayet’in isminin sonraki nesiller tarafından yürütüldüğünü düşürdürtebilir Burada tanımaya çalıştığımız spesifik bir Ayet olduğu için Aea kolonisi kuran Ayet’imiz için fikir yürüttüğümüz de lütfen dikkate alınsın. Ancak başlangıcı ile sona ermesi arasında Sparta’nın kuruluşu ve Ahamenişlerin birleşmesi ve bu ikisi arasında olan bitenleri ölçek alırsak Altın Post destanının bir iktidar savaşını konu aldığını ve olayların MÖ 950-590 yılları arasında yaşananları euhemerik anlatımla naklettiğini düşünebiliriz sanırım.

Ayet muhtemelen sadece bir isim değil aynı zamanda bir ünvandı ve muhtemelen aynı soydan/hanedandan gelen kralların kullandığı bir ünvandı. Kartal anlamında da kullandığımız Abrek’in isimlerin öncesinde ünvan niyetine kullanılması gibi. Normalde başka bir dosyaya saklamıştım ama okuyucuyu çoklukla gerçek olmadığı düşünülen Ayet ile ilgili soru işaretlerinden arındırmak için ilgili referansları sıralamak istiyorum:

MS.2.yüzyılda Kafkasya’ya giren Arrian, Ayet zamanından kalma kent kalıntılarını gördüğünü yazar. Bu ifadeden bir harabe ile karşılaştığını düşünebiliriz.

MS.5.yüzyılda Zosimus, Rioni nehri ağzındaki Ayet sarayını gördüğünü yazar. Bu ifadeden de sarayın yeniden inşa edildiği sonucunu çıkarabiliriz.

Ksenefon’un Anabasis’ine göre (MÖ 430- MÖ 355)Kolhis’teki yerel krallar Ayet’in soyundan geldiklerini söylemektedirler. Aynı söylem MS 23-79 yılları arasında yaşamış olan Pliny the Elder (Büyük Plinius) tarafından da sürdürülür. Plinius Naturalis Historia’sında dünyayı fethetmeye çıkan Mısır kralından da bahseder ve onu sadece Ayet’in soyundan gelen Saulaces’in yenebildiğini duyurur. Ancak bu Mısır savaşı hakkında bilgi olmadığı için Plinius ve Saulaces hakkında söylenenler henüz doğrulanmamıştır.

Kafkasya sözkonusu olduğunda sıklıkla referans olarak gösterilen Strabo, Ayet’i tarihi bir kişilik olarak görmüş ve isminin Kolhisliler arasında yaygın bir şekilde kullanıldığını ileri sürmüştür.

MS 6.yüzyılda Agathia notlarında bahsettiği Lazica savaşında Lazika’daki bir asilin isminin Ayet olduğunu belirtir. Yani Ayet eğer klasik dönem ozanlarının bir icadı değildi ise ki değilmiş gibi görüyor,Kolhida kralları ve beyleri bu ismi sıklıkla kullanıyorlardı diyebiliriz.

İlk Kolhis ne zaman kuruldu ve sınırları nereleriydi bilmiyoruz fakat ilk Ayet’in çeşmelerinden bal,yağ,süt akan bir yurda krallık yaptığını biliyoruz. (Bu tarifte birazcık vaadedilmiş toprak tadı var ama takılmayalım)Refah içerisinde muhtemelen barışçıl bir ülkeydi. Argonautica’da yunanların krala hizmet eden Kolhislerin bunu hiç gocunmadan isteyerek yaptıkları belirtilir. Kötü bir adam değil demek ki. Gerek Ayet,gerekse Medea’nın fiziki görünüşü hakkında fazla bilgi yok ama Ayet’in beyaz tenli,mavi gözlü ve beyaz sakallı olduğu ve günümüz Noel Babasının prototipi olabileceği düşüncesi var. Buna mukabil Medeia,esmer tenli altın sarısı saçları olan bir kız olarak tasvir edilir.Siyah tenli olabileceği de dedikodular arasında ama bu artık kabul görmüyor. Medeia için ayrı

bir dosya açmak lazım,yoksa bu konu bitmez. Fakat Medeia’nın tensel farkını o günlerde ırkçılık gibi sıkıntının olmadığı şeklinde yorumlayabiliriz sanırım. Üstelik şifacıdır Medeia. Ve halaları gibi o da ölüleri diriltebiliyor,delilikleri tedavi edebiliyordur. Tabi akıllıları delirttiği zamanlar da varmıştır mutlaka.. Ayrıca Altın Post için Jason’a önerdiği yöntemlerden tarihi de çok iyi bildiğini,oldukça akıllı bir kız olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Keşke babasına ihanet etmeseydi. Ama destancının ısrarlı ihanet vurgusunu kenara alırsak aslında ortada bir ihanet yok gibi. Birde destancımız Medeia’mızı sevmiyor. Ondan iyi bir dille bahsetmesini beklemek hata olur. Barbar ya. Kızımız Korint tahtının yasal varisi olarak Jason ile gidiyor. Belki de gerçekten kaçırılıyor. Pelias’ın kendi kızları tarafından parçalara ayırılarak öldürülmesi destanda Medeia’nın marifeti olarak anlatılır. Belki aldığı intikam Jason’un değil,kendi babasının ve ülkesinin intikamıdır. Belki anlatılan bildiğimiz bedeni parçalara ayırmak değil de iç kargaşa yaratmasıdır. Medeia’nın Jason’la kaçarken küçük erkek kardeşini de parçalara ayırarak öldürdüğü söylenir. Ayet kahrolmuştur. Argo gemisinin ardından “küçücük çocuktan ne istedin, çocuk katili!” diye bağırır. Jason’u lanetler. Medeia’ya lanet yağdırmaz ama. Halası Kirke,Medeia’yı günahlarından arındırır fakat aynı şefkati Jason’a göstermez Medeia’nın bitki bilimci olduğunu söylemiştik en başta. Gerçekten de destanın başından sonuna kadar bitkilerle olan ilişkisine değinilir..Cadı ve büyücü olduğu söylenir. Halaları gibi. Kardeşi Apsyrtus’un da Medeia ile birlikte kaçırılmış olabilme olasığına sıcak bakmak lazım belki. Çünkü Apsyrtus başka bir hikayede sahnemize at doktoru olarak giriyor.Yaşadığı dönem ile ilgili sıkıntılarım var biraz.

Apsyrtus’un ilk olarak hangi destana ve hangi yıl aralığında girdiğini bilmiyorum. Önceden de uyardığım gibi destan defalarca revize edilmiş. MÖ 260 gibi bir tarihi esas alırsak MÖ 350 lerde yazılmış Hipparchicus’a katkıda bulunan at doktorları/ veterinerler arasında Apsyrtus(Absirt)’in isminin de zikredildiğini bilmemiz lazım. Ancak bilinen en eski baytar olarak bilinen en eski veterinerlik kitabı Hippiatrica ile ismi anılıyor daha çok;yıl MS 100-150 veya MS 300-350. Hippiatrica,Hipparchicus’un genişletilmiş hali olarak kabul ediliyor. İlk Absirt’in veya Apsirt’in ne zaman ortaya çıktığı muamma. İskerder dünyayı fethetmeye çıktığında Aristo ona veba bulaşmış atların bakımı ve tedavileri üzerine bir kitap göndermiş. (Memluklarda Veterinerlik adlı Türkçeye çevrili olmayan

kitabın Cambridge Üniversitesi arşivleri referansından)

Truva savaşında Yunanların ata binmeyi bilmediklerini ve ata binen amazonları ve diğer savaşçıları görünce şaşırdıkları söylenirdi bir ara. MÖ 1350lerde Hititler usta biniciydi ama antik Yunan’ın binicilik geçmişleri MÖ 360 de yazılan Hippike’ye dayandırılır. Ksenefon’un notlarıyla oluşan kitapta Apsirt etkisi olup olmadığı olasılık dahilinde düşünülüp,başka bir dosyaya kalsın. NOT: ilgilenenler Apsirt için Türkçe veterinerlik

tarihi dosyalarına google üzerinden ulaşabilirler ancak mevcutlar MS 300 etrafındaki kayıtların yorumlanmasıyladır. Altın Post’u kaybetmesiyle ülkenin dağılmasını ilme vakıfların bir nedenden dolayı sahneden çekilmesine de bağlayabiliriz. 2.bölümde bahsedeceğim doğu ve batı medeniyetlerin/ayrıca güney ve kuzey medeniyetlerinin karşılıklı iktidar savaşarı da etken olabilir. Kolhis için MÖ 950-550 arası döneme ve devamındaki sürece daha yakından bakmak gerekebilir.

Argonautica ve Medeia üzerinden belli bir zaman aralığında kilitleyebilirsek eşleştirmeyi,ki onu yapmaya çalıştım,bu tarih taban alınarak öncesi ve sonrası ilerleyebiliriz düşünüyorum. Çünkü,karanlık çağ ise sıkıntı

hepsinde var.Ama devam edebilmek için bir taban ,bir milat almak zorundayız _ki öncesine ve sonrasına gidebilelim. Belirsizlik düşmandır.

Antik yazarların öyle ya da böyle şiir veya yıllıklarına konu olmak,sadece ne olduğumuzu değil, ne olmadığımızı da anlatır bize. O bağlamda sadece iltifatları ile öne çıkan yazarların referans alınmasının son derecede sağlıksız ve zararlı olduğunu düşünmekteyim. Barbar diyenleri almak ve neden barbar dediklerini sorgulamak zorundayız.İşte Apsırt. Bir barbar ama tarihin bilinen en eski at doktorları arasında yer alıyor.İşte Chalciope. Henüz kimliğini çözümleyemedik ama tahminlerim var. İşte Kirke. İsmini kiliseye verdi.Bir barbar olarak. İşte Medeia, barbar kraliçe olması şifacılığını örtememiş. Binlerce yıldır inatla yerini korumakta. Pasiphae. Barbar bir Kolhisli. Spartalılara hayranız fakat tapındıkları ve akıl danıştıkları Pasiphae’nin Kolhisli olduğunu bilmediğimiz gibi, barbar ve şehvet düşkünü bir tanrıça olarak takdim edilmiş ise onu hemen reddetmeye de hazırız. Asıl tehlike bu reddetmeye ve eşe dosta şirin görünmeye pek meraklı olmamız diye düşünüyorum çok zaman. Halbuki onlar kendilerini kendilerine barbar diyen insanlara kabul ettirmiş,adlarına çeşitli tapınaklar diktirtmiş,konfirmasyonlu,halis Kolhis çocukları.

Peki biz kimiz?

İKİNCİ BÖLÜM

ANTİK Yunan kentleri ile Antik Mısır kentleri arasındaki benzerlikten ve destanların çıkış noktası olarak gösterilen Mısır’dan bahsetmiştim girişte.Aynı benzerlik bazı Kafkas sülale isimlerinde de görüldüğü için, bildiğiniz üzere benzer köprüler Kafkasya ve Mısır arasında da kurulmaktadır. Bu iki köprü, Yunan ve Kafkas antikliğini Mısır’a bağladığı kadar,mitolojik öğelerle birbirine de bağlamaktadır. Bu grift ilişkiyi bir tür üçgen olarak gözlerinizde canlandırabilirsiniz. Bu bölümü önceden belirttiğim gibi doğu ve batı medeniyetleri çatışması ekseninde yürüttüm. İçeriğinde çok tanrılı inanışlar kadar semavi din öğeleri de haliyle yer alacaktır.

*Kafkasya

*Yunan

*Mısır

Altın Post, İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etme ritüelinin bir tekrarıdır. Bu tartışma götürmez bir kesinlik. Zira Altın Post,İbrahim’in yaşadığı yaklaşık MÖ 1700 ile 2018 yılları arasındaki bir zaman diliminden,nereden baksak bin-bin dört yüz sene sonra yazılmıştır.Ancak diğer taraftan bir kesim akademisyenler eğer kurgusal bir karakter değildi ise İbrahim’in ancak MÖ yedinci –sekizinci yüzyıllarda yaşamış olabileceğini ileri sürerler. Yani Homeros’un çağdaşı da olabilir,fakat bu görüş İbrani ve Miladi takvimleri kabul edenler tarafından kabul görmez. Ancak hangi tarihte yaşamış olursa olsun İbrahim’in dini tek başına bu mitolojinin veya Euhemerik anlatımın bizim Kolhis’imizle ne ilgisi olduğunu açıklamaya yeterli olmaz. O nedenle çerçeveyi çok daha geniş tutacak ve bu şekilde Herodot,Aristo,Sofokles gibi antik yazarların da eserlerinde bahsetme ihtiyacı duyduğu antik Kolhis’i ve önemini etraflıca tanımaya çalışacağız.

Altın Post’un izini süren bütün Kafkas yazarları kral Ayet’in peşine düşmüştü ve destanın eril yanı ile ilgilenip Nartlar üzerinden ip uçları aramışlardı”Aman kaçtı zaten,o artık bir Yunan deyip,Medeia’yı merak etmeyi bıraktılar.” Oysa Rustaveli,”Aslanın yavrusu aslandır,erkek dişi fark eder mi? diye sorar Tamara için yazdığı Kaplan Postu giymiş Şövalye adlı epik şiirinde. Çok şükür Kafkasya’nın ve Amazonların ruhları kızlarında yaşıyor da yokluklarında saltanat süren süren demircilere ara sıra Taht’ın gerçek sahiplerini hatırlatıyor. Birinci bölümde okuyucuları Medeia’nın kaçması ile hikayenin bitmediği aslında yeni başladığı üzerine ikna edebildiğimi umuyorum.Yoksa attığım hava boşa gidecek

Ben aman bundan sonrası bizi ilgilendirmez deyip geri dönen demirciler gibi yapmadım,aksine Medeia’nın peşine düştüm. Çünkü Medeia, eril antik Yunan’ı kural tanımaz bir kadın olarak etkileri günümüze gelecek

şekilde sallamıştı. O nedenle de onun asi ve kural tanımaz halleri pek çok efsanenin ve edebi eserin ilham kaynağı olmuş hatta Sofokles belki Medeia yüzünden belki de Kafkasya’dan sürgün edilen çeşitli büyücü tanrıçalar nedeniyle Kolhisli Kadınlar adında günümüze gelmeyi başaramayan bir kitap bile yazmıştı. Ahlaksızlığı ile anılan, şeytani güçleri ve büyü yeteneklerine sahip Kolhida kadınları aslında antik çağ ile sınırlı değil,devamını bin küsur yıl sonra Tamara’nın profilinde görüyoruz. O da nineleri gibi ahlaksız, şehvet düşkünü ve Jason’un gemicilerini baştan çıkaran erkek düşmanı amazonlar gibi anlatılır. Neden?

Günümüzde Hilal-Haç kavgası olarak bilinen Roma ve Antik Yunan tanrıları ile Yakın Doğu /Asya tanrıları arasındaki çekişme aslında bilinen semavi dinlerden önce başlamıştı. Ana Tanrıça Kybele’ye ait ilk bulgular Çatalhöyük MÖ 6000’lere aittir. Sonrasında medeniyetlere göre farklı isimler alan Kybele, savaşlar ve ticaret yolları ile dört bir yana yayılmıştır. “Anadolu’da, çağ ve toplumlara göre, Vuruşema, Kubaba, Kybele, Lat, Ma, Hepat, Marienna, Rhea, Artemis adıyla anılır . Anadolu’nun bilinen en eski yerli halkı olan Hattilerin baş tanrısı, bir tanrıçadır (Hepat/Habat). Söylendiğine göre yalnızlıktan sıkılan Kybele,Rhea olarak gittiği Girit’te kendisine sevgili olarak Kronos’u yaratmış ve her sene ondan güneş oğullar doğurmuş. Ama Kronos çok kıskançmış ve çocukları kıskandığı için, onları öldürüyormuş. Kybele, bu işe öfkelenmiş, Kronos'un sol elini istemiş, beş parmağını keserek onlardan Daktiller yani beş parmak tanrısı yaratmış. Kybele, altıncı olarak doğurduğu tanrıya Zagreus(Zeus) adını vermiş.” Elif Ersoy/ ANA TANRIÇA KÜLTÜ

''Bu dünya daha balçık halindeyken, İndil nehri küçücük bir dere iken Ve bir adımla geçerken Oşhıtchu (Beştav) daha küçücük birer tepe iken Ben onları bir adımla atlarken Küçücük bir çocuktum,” diye başlayan hikaye geldi aklıma birden ama burada takılmayalım şimdi.

Kybele deyince Attis’i anmamak olmaz.Attis üzerine pek çok rivayet var, biz onu çoklukla Kybele’ye sadakatini kendisini hadım ederek sunan fakir çoban olarak tanıyoruz. Kybele’ye sadık kalmadığı için kendisini hadım ederek tanrıçaya adamıştır. Hadım etmesi soyunu kurutmak anlamına da gelir. (Medeia’nın kendisine ihanet eden Jason’dan intikam almak için öz çocuklarını öldürerek Jason’un soyunu kurutması iftirasına benzerliğine dikkat çekmek istiyorum.Bir tür kan davası gibi ) Attis antik Mısır’da Osiris,Kybele de Isis’e dönüşür.Kybele aynı zamanda Kolhis kıyılarına yakın bir adadaki açık hava tapınağının da koruyucusudur. Amazonlar ona Anamız diye seslenirlerdi. Adanın ismi mitolojide Samothrace olarak verilir,Semadirek adası. Kolhis kıyılarına yakın olması enteresandır,çünkü bu ada Ege denizinde. Kolhis sınırları denince ortaya çıkan nerede başladı nerede bitti sorunsalımızı izah eder bu kısım sanıyorum. Ortaçağa sonlarına kadar ve halen popüler kültürde yerini koruyan Amazonlar sadece antik Yunan’da değil, katolik Avrupa’da da yüzyıllarca işlenen bir konu olmuştur.

“Bir defa yahudiler ve müslümanlar gibi asla yola gelmez değillerdir. Her ne kadar barbar,savaşçı ve bir takım şeytani özellikleri olsa da sonuçta inanç açısından gelecek vaad ederler, terbiye edilmeleri daha kolaydır. Bunun için ihtiyaç duyulan sadece ve sadece yakışıklı ve centilmen bir latin erkeğidir.Aşık olması ve aşk aracılığı ile doğru yolu bulması için. (17.yüzyıla kadar Kafkasya savaşlarında ölü ele geçen kadın savaşçı birliklerin detaylı tasvirleri olduğunu aklımıza not edelim) Latin yazarlar yüzyıllar boyunca çetin şavaşların ardından tenine zarar vermeden esir aldıkları Kolhis’in vahşi Amazon kraliçeleri üzerine kurgusal kitaplar yazdılar ve onları nasıl gerçek inançla tanıştırdıklarını anlatırken bir yandan da Amazonların kadın egemen dünyasında pasifize edilmiş olduğu varsayılan, hatta kadın elbiseleri giydirilmiş erkek imajını restore etmeye çalıştılar.” Gentlemen and Amazons: The Myth of Matriarchal Prehistory, 1861–1900 / Cynthia Eller

Bu perspektifle bakınca barbar (!) Medeia’nın Altın Post’ta Jason ile medeni dünyaya kaçmasına yorum farkı getirebiliriz sanırım. Medeia barbar Kolhis’den sıkılmıştır bazı anlatımlarda. Jason’ı görünce işte beni buradan kurtaracak beyaz atlı kahraman der. Ve bu uğurda ülkesine ve ailesine ihanet eder,hatta kendi kardeşini

öldürüp parçalara ayırır. Gerçekten öyle mi? Kardeşi Apsırt’ı öldürdüğünden emin miyiz? Ailesine bu denli ihanet eden Medeia’nın Atina kralı ile evliyken babasının öcünü almak için sonradan Kolhis’e dönmesi ilginçtir.

Genellikle koyu katolik Latin İspanyolların yorumladığı aşk ile imana gelen amazon tiplemelerinin Medeia’nın Jason’la kaçma hikayesinden yükseldiğini düşünebiliriz. İspanya kraliçesinin de bu tür yayınları desteklediği söylenir,belki de imanı ile Amazonların savaşçı karakterini kendi kişiliğinde birleştirmek istemiştir. Ama Medeia’mız asla terbiye olmamıştır gibi bir detay da var pek bahsedilmez. Destanların uslanmaz deli kızıdır o. Tıpkı diğer Kafkas asıllı tanrıça ve büyücüler gibi. Ona sonra geleceğiz, Kybele demişken kaldığımız yerden devam edelim. Amazonların erkeklere kadın giysisi giydirdiklerine dair elimizde herhangi bir bir bilgi yok. Amazonlar hakkında anlatılanlardan bildiğimiz hiç bir bilgi bu tür hayal gücü ile buluşmuyor. Bu kadınlar savaşçı. Rehavet içerisindeki saraylılar değil ki adamları maymun etsinler? Üstelik Kolhis krallığı Ayet adındaki bir erkek tarafından yönetiliyordu ve söylenen doğru ise Jason oraya postu almak için gidene kadar çeşmelerinden bal,süt,yağ ve şarap akan zenginlik ve bolluk içerisinde bir ülkeydi. Bu iftirayı anlamak için Kybele kültü içerisindeki gallusları tanımamız gerekiyor.

Kybele’nin baş rahibi ve abarakkusu (abreği) olan Attis’in kült içerisindeki rahiplerine Gallus adını vermişti Romalılar.Hadım rahipler olarakta bilinirler. Aynı zamanda siyaset ve diplomasi uzmanıdırlar, muhtemelen yerel krallardır da. (Bu tanımlamada gezgin dilenci rahiplerle belli bir yerde daimi çalışan ve meclisleri olan rahipleri ayırmak gerekiyor.)Antik kabartma ve rölyeflerdeki kuyruğu hububat başaklarından yapılma Horoz resmi Kybele’nin başrahibi,Attis’i simgelemektedir. Adrienne Mayor Altın Post’un Kolhis ile ilgili araştırma yapan tüm akademisyenlerin Kolhislilerin koç-kuş hibridine duydukları ilgiden söz ettiklerini yazar. Mayor bunun bir hibrid yaratık olmadığını savunur.Ona göre Koç başı altındaki gizleyen bir enstrümandır. Ayı postunu koç başı ekleyerek duvara astığınızı düşünün,onun gibi diye açıklar.Bu açıklamayla Ajağafe’yi de anımsatmak istiyorum: Bireyin iç dünyasını, gizlerini topluma açma dansıdır. Dansçı ters çevrilmiş bir kürk giymekte, keçeden yapılmış keçi başı maskesi takmaktadır.Bu oyun sadece bir dans değil, aynı zamanda bir tiyatrodur. Eski dönemlerde totem kabul edilen keçinin kutsanması anlamını taşır.Adige-Abhazlar’ın her türlü düğün-derneklerinde sergilenen bir ritüeldir. Kayseri Kafkas Derneği /Festival Kitapçığı Çalışması, 2002. Eklemek istediğim bir diğer notta Ayet ile ilgili: Güneş Tanrısı ve Ayet’in babası Helios’un sembolleri arasında kartal ve horoz da vardır. Çerkes masallarında geçen horoz insanları,horoza binen insanları da bu vesile ile hatırlatmak istiyorum. Sanıldığı gibi parmak boyunda insancıklardan değil,muhtemelen Horoz’u sembol olarak kabul eden tanrıça inanışlı bir kavimden kabileden bahsediliyordur.

Attis aynı zamanda Kybele'nin Anadolu'daki büyük tapınım merkezi olan Pessinus'da bulunan tapınağının rahiplerine verilen genel bir isimdir. MÖ 5. yüzyılda Yüzyılda Sybill tabletleri adıyla bilinen tanrıça kültüne ait kehanet kitabı Roma’ya götürülür. Bu siyasi bir hamle olabilir,zira Roma’nın inanç sistemi Anadolu’dakinden farklıdır fakat Roma Anadolu ve Kafkasya ile iyi ilişkiler kurmak istemektedir ve bunu dinlerinin sembollerini başkentlerine taşıyarak başarmayı hedeflemiştir (Yavuz’un kutsal emanetleri İstanbul’a getirmesi hilafetin Osmanlıya geçmesi gibi düşünün) Roma’nın bu hamlesi sonraki yıllarda ortaya çıkan Kilisenin yendiği barbar kavimlerin sembollerini,o kavimlere karşı hükümranlık alameti niyetine kullanması olarak karşımıza çıkacaktır. Yenilen düşmanın saçından bir tutam kesmek ve bele asmak gibi. Kybele inanışı kozmopolit Romalılar tarafından önce tereddütle karşılansa da sonraki yıllarda çıkan veba salgını senatoya Sybill tabletlerinin tavsiyesi ile Kybele’nin sembolü Kara Taş’ı Roma’ya taşımaya sevk eder. (Bu siyah taşın diğer parçasının da Kabe’de olduğu söylenir) Taşla birlikte Kybele’nin rahipleri de Roma’ya gelirler. Bu rahipler ellerinde zilleri ve tefleri olan uzun kadın elbisesi giymiş, efemine tarif edilen genç erkektirler. Bazıları yüzlerini beyaza boyamışlar ve makyaj bile yapmışlardır.(Beyaza boyanmış suratları ve makyajı Pers ordusunda ve Ölümsüz adı verilen savaşçılarda da görürüz. İskender’in ve generallerinin de Persleri yendikten sonra,oralı gibi de görünebilmek için makyaja başladıkları ve saçlarını boyadıkları söylenir) Romalılar önce garipserler onları fakat sonra sempati duyarlar. Öyle ki Tanrıça’ya adanan bahar festivalleriyle ilgili Kybele için Taurobolium (Boğa kurbanı) ve Attis için yapılan Criobolium (Koç kurbanı) ayinlerine o nedenle Roma’da da rastlarız. Festivalde uygulanan bir diğer Kybele pratiğinin de erkeklerin kendilerini Attis ritüeline uygun olarak hadım etmesi olduğunu bilmek bilmem sizi

şaşırtır mı? Nedense uzun bir zaman dilimi boyunca tam kastrasyon olarak adlandırılıp,dışlanan bu eylem yeni yeni bildiğimiz sünnet işlemi olarak yorumlanmaktadır.Neden sünnet sorusu için de hemen açıklama getireyim: Sünnet derisinin toprağa gömülmesi topraktan bereketli ürünler almak için antik Sümer’den beri uygulanan bir ritüeldir. Kuyruğu başak demeti olan Horoz belki de bu ritüeli sembolize ediyordur.Göğün yerle birleşmesi. Davud’un Yıldızı olarak bildiğimiz ve geçmişi Yahudiyetten daha eskilere dayanan iç içe geçmiş ters üçgenlerin de bu bir birleşmeyi ve dolayısı ile buğdayı simgelediğini düşünen yazarlar var. Devam edelim; Soylu Roma ailelerinin oğulları da Kybele inanışını benimsemeye ve Kybele rahiplerine katılmaya başladığında tehlike çanları çalmaya başlar.Senato bir kararname yayınlayarak Romalıların Kybele rahipleri olmasını yasaklar. Bu yasağı hadım olma yasağı olarak yorumlayabileceğiniz gibi sünnet olma yasağı olarakta yorumlayabilirsiniz. Tabi bu sürecin MÖ 5 ve 2. Yüzyıllar arasındaki dönemlerde yaşandığını da unutmayalım)

Buradan Anadolu ile geçmişi daha da eski olan antik Yunanlara geçelim.

*

Roma’daki Kybele ve Gallus (hadım rahiplerin) izini sürenler Sakarya-Göksu’ya kadar gelirler.Aristo ve Euripides,eserlerinde ondan Ana Tanrıça,Dağ Tanrıçası,Tanrıların Anası gibi ünvanlarla ve biraz da alaycı bir dille bahsederler.Rhea olarak anılan Ana Tanrıça, Frigya Aslanlarının Bakıcısı diye de anılır. Ancak Kybele’nin bir takım özelliklerini kendi tanrılar pantheonuna almış olsalarda eski Yunanlar Kybeleciliği aslında Romalılar kadar hoş görü ile karşılamazlar. M.Ö. V. nci yüzyılın sonu ile IV. ncü yüzyılın başlangıcında Frigyalı Büyük Ana'nın ritlerini Atinalılara tanıtmak üzere bir dilenci-rahip (Metragyrtai) Atina'ya gelmiş, fakat öfkeli vatandaşlar tarafından Barathron (uçurum)'a atılmıştı.

"Atinalılar tarafından anlatılan öyküye göre, Attika 'ya bir adam geldi ve kadınları Tanrıların Anası 'nın misterlerine kabul etti. Atinalılar onu bir çukura atarak öldürdüler. Ardından bir kıtlık baş gösterdi ve kendilerini, katlettikleri adama karşı affettirme konusunda onları yönlendiren bir kehanet aldılar. Bu nedenle metragyrtes 'i attıkları yerde bir Bouleterion inşa ettiler; etrafını çevreleyerek burayı Tanrıların Anası 'na adadılar. Aynı zamanda metragyrtes 'in bir heykelini diktiler." Photius

Burada yine bir parantez açıp Delfi tapınağı’ndan behsetmek istiyorum: Delphi Tapınağı, aslında Yılan (Ejderha)tapınağıdır. Sonradan Delfi (Yunus) adını almıştır çünkü tapınağı ele geçiren Apollon yunus balığı kılığında gelmiş ve sırtında Giritli rahipleri taşımıştır.Sembolik dilde Yunus peygamberi çağrıştırır o nedenle. Anadolu’dan çıkma bir tanrı olan Apollon da enteresan bir karakterdir. İsmi önceleri yıkıcılık ile anılırken sonraları defne dallı Işık tanrı’sına dönüşmüştür.Yunan tanrılar pantheonunda yer almasına rağmen ismi (Aplu)Yunanca değildir,Luvi dilinden geçme olduğu sanılmaktadır Binicilik ve şifacılıkla da ilişkillendirilen Apollo

atların güneşi simgelediği çok tanrılı batı inanışlarında Güneş’in oğludur. Kayıp Apsyrtus ve Atlar hakkında yazılan kitap ile bir ilgisi olabilir mi diye düşünüyorum fakat Apollonun geçmişi çok karışık ve spekülasyona açık. Yıkıcılık ile anılma nedeni büyük ihtimalle Delfi tapınağını ele geçirip,büyük Yılan’ı öldürmesinden kaynaklıdır. Büyük Yılan demişken aşağı yukarı aynı dönemde yaşamış olan Hezekiya’yı anmasak olmaz, o da Nehuştan denilen yılan tanrıyı kırıp parçalara ayırmış ve yerine kendi dinini ortaya koymuştu. Delfi tapınağını ele geçiriş hikayesi Apollo’nun yunus burun veya başlıklı -gemi ile Anadolu’dan gelmiş bir işgal ordusunun komutanı olabileceğini düşündürtür. Kalıntılar üzerine yapılan araştırmalara bakarsak bu savaşın MÖ 7 ve 6. Yüzyıllar arası bir dönemde yapılmış olabileceğini düşünüyorum ki bu da bizi yine Ayet ve Medeia’nın varsaydığımız çağına götürüyor;ancak savaşlar tarihi söz konusu olunca Yunanistan tarihinin daha çok MÖ 5.yüzyıldan başladığını da not düşünüyorum,yani kalıntı olarak tapınak var fakat yazılı Yunan tarihi olarak öncesi yok. Apollon’un ele geçirmesiyle tapınak yönetimi erkeklerden kadınlara geçer. Artık kehanetleri rahibeler bildirecektir. Parnasos dağı eteklerindeki tapınak kehanetler evi olarak bilinir. Gerek Yılan tanrı döneminde gerekse sonraları Delphi rahibeleri döneminde insan kurban etme vardı.

Herneyse zaman olarak birbirine çok yakın olan bu detayı bir köşeye not alıp antik Yunan’daki Kybele rahiplerine geri dönelim.

Daha sonra çıkan bir veba hastalığı üzerine Atinalılar Delfi kehanetine danışmışlar ve onlara Ana'ya bir tapınak yapmaları önerilmişti. Bunun üzerine tanrıçaya Atina'da Metroon diye isimlendirilen bir tapınak yapılmıştı. Yunanların Kybele ile ne şekilde tanıştığı aslında netlikle bilimiyor. MÖ 12 ve 8. Yüzyıllar arası dönem Anadolu tam bir kaos içerisinde. Yani ne küçük bir sanat yapıtı ne de bir tek satır yazılı belge vardır. Bu karmaşanın izlerine Yunan mitolojisinde de rastlanılır.Herodot Büyük Ana tapınımının İskitli Anacharsis tarafından Kyzikos'dan (Balıkesir-Erdek) alınarak Hellespontos üzerinden İskit ülkesine götürüldüğünü söylüyorsa da Yunanistan’a getirildiğine ilişkin açık bir işaret yoktur. En akılcı olasılık; M.Ö. XIV. yüzyıldan (Myken devrinden) başlamak üzere ve özellikle XII. nci yüzyıldan sonra Kuzey Suriye limanları -Ugarit, Al-Mina, Tell Sukas, Tabbat el-Hammam- ile Hellas arasında canlı bir ticaret ilişkisi vardır. Başka bir deyimle, Eski Doğu ve Eski Batı dünyaları Akdeniz'in bu limanlarında birbirleriyle birleşiyor ve bu birleşme sonucunda karşılıklı kültür alışverişi yanında bir takım fikrî veya manevi unsurlar da alınıp veriliyordu. Ömer Çapar / ROMA TARİHİNDE MAGNA MATER (KYBELE) TAPINIMI

*

"Gallos" sözcüğü en erken olarak MÖ. III. yüzyılın sonları ile MÖ. II. yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır. Sözcük batıdan Anadolu'ya girmiştir. Galatların (Galli olarak da yazılırlar) kalabalık topluluklar halinde batıdan Anadolu'ya göçmeye başladıkları zaman ile Kybele'nin hadım olmuş rahipleri Gallusların ortaya çıktıkları tarih hemen hemen aynı döneme denk gelmektedir. Üstelik, yine aşağı yukarı aynı tarihlerde Pessinus'daki rahipler için Galatça isimlerin ortaya çıkması da oldukça garip bir durumdur. Galatlar, bölgeye girdikten sonra işgal ettikleri nehirlere 'Gallus' adını vermişlerdir. "Gallus" sözcüğü burada hem nehri hem de hadım memurları belirtmektedir. Dolayısıyla sözcüğün Galat dilinden gelmesi çok büyük olasılıktır. (bu açıklamayı Kybele rahiplerinin neden Gallus adıyla literatüre girdiklerini anlama maksadıyla dikkate almamız lazım, rahipler eskiden de var fakat dil değişiyor)

Pachis, Hellenistik dönemde Grek dünyasında kült seremonilerinin "mistik-orjistik (gizli ve ahlak dışı ayinler)" taraflarını incelediği makalesinde, Kybele'nin buradaki yerel tanrıçalarla birleşerek ya da benzeşerek (analojik) Grek panteonu tarafından asimile edildiğini, ancak öncelikli olarak orjistik törenlerinden dolayı külte hoş gözle bakılmadığım belirtmektedir. Panayotis Pachis, "L'element orgiastique dans le culte de Kybele", Kybele, Attis and Related Cults: Essays in Meınory of M. J.

Hellenistik dönem şiiri, özellikle Gallusların belirsiz olan cinsel durumlarını vurgularken" aslında Grekler'in rahiplere karşı hoşnutsuzluğunun da göstergesi olmuşlardır. Hellenistik şiirler yapay edebi bir imaj yaratmak için bu hadım grubu horlayıp, onların garip görünüşlerini ve davranışlarını saygın bir toplumun ötesindeymiş şeklinde gösterip Gallusların özelliklerini abartıyormuş gibidir.” Erkan İznik –GALLUSLAR (İLKÇAGDA ANADOLU'DAKİ sıradışı RAHİPLER)

Roma ve antik Yunan’ın ısrarla hadım ve efemine oldukları vurguladığı ve alay ederek barbarlıkla suçladığı Kybele rahipleri ile tanışınca ,Amazonlar’ın neden kadın giysileri giydirdikleri erkek hizmetkarlarla şehvet düşkünü ahlaksızlar olarak batı edebiyatına misafir olmalarını anlamak zor olmasa gerek. Kan banyosu yaptıkları,kurban kanlarını içtikleri ve taş bıçaklarla kendilerini nasıl hadım ettikleri uzun uzun anlatılan bu rahiplerin söylendiği gibi cinsel organlarını “kökünden” kestikten sonra hiç bir şey olmamış gibi tin tin tin yürüyüp sokak sokak gezmeleri ve dans etmeleri nedense asırlardır birbirini tekrarlayan çalışmalarda hiç kimsede soru işareti uyandırmamıştır.(Acı yok mu acı?)

"Kalabalık tapınakta toplandı. Çok sayıda rahip adayı ellerini kollarını sallayıp birbirlerinin sırtlarına vurarak gösteriye başladılar. Yanlarındaki çalgıcılar dizeler. kutsal ilahiler söylüyorlardı. Bu gösteriler tapınağın dışında yapılıyor, göstericiler tapınağa girmiyorlardı. Bu sırada kendini Kybele ye adamaya karar vermiş bir delikanlı elbiselerini çıkarıp çığlıklar atarak kalabalığın ortasına geldi. Uzun yıllardan beri bu iş için kullanılan bıçağı kaptı ve cinsel organını kökünden kesti, elinde kanlı parçayla bütün kenti koşarak dolaştı. Kestiği organını evlerden

birine attı, o evin sahipleri kadın elbiseleri ve takılar verdi ona. "A.Korkmaz, "Fallus ve Kybele", Bilim ve Ütopya, S. 34, Nisan 1997, s.35.

Bu iğreti bakış ve merak etmezliği ben asırlar içerisinde ya da bin yıllar içerisinde değişen algılara bağlıyorum. Mantıken antik Yunan eşcinsel tanrıları ile övünen ve bunu görsel sanatlara döken bir kültürdür. Eşcinselliğin tarihine baktığımızda antik Yunan ve Roma’yı ayrı bir yere koymamız lazım,tamamen legal çünkü. Her genç erkeğin erkek olmayı kendisinden yaşlı bir erkekten öğrenmesi diye özetleyebileceğimiz bir tür geleneğe sahipler. Tanrılar panteonunda tiplemelerimiz gözlerine kestirdikleri ile çiftleşmek için kılıktan kılığa giriyorlar.O halde Kybele rahipleri varsayalım ki efemine ve eşcinseller,hatta seks düşkünü,bu neden Yunanları rahatsız etsin ki?

Verınaseren, Leiden, i 996, ss. 193-222. Roller soruyu :Greklerin bu tanrıçaya ilk başlarda hoş gözle bakmamalarının nedeninin sadece kültün doğulu kaba törenlerinden kaynaklanmadığını, daha önemlisi bu mistik inancın, tarihi boyunca sınıf mücadelesi vermiş Atinalılar arasında sınıf farkını ortadan kaldıran bir anlayışı getirmiş olması ve dolayısıyla Atina'nın toplumsal yaşamını doğrudan etkilemesi,” olarak yorumlar.

Kybele rahiplerinin öyle söylenildiği gibi tam kastrasyon değil fakat sünnet olduklarını görüşünün artık yavaş yavaş benimsendiğini söylemiştim. Burada Kolhis’e dönelim; MÖ 5.yüzyılda yaşamış olan Herodot'a göre o günlerde sadece Kolhisliler, Etiyopyalılar, Mısırlılar,Fenikeliler,Filistin ve Thermodon ile Parthenius nehirleri arasında yaşayan Asurlar ve komşuları Makronyalılar ile Makronlar sünnet oluyorlardı. Sünnetin tarihçesini bilmiyorsak sayılan bu bölgelerdeki herkesin İbrahim’in dini ile bir şekilde tanışmış olabileceğini düşünebiliriz. 8000 yıllık Kybele kültüne Attis’in ne zaman dahil olduğu belki tartışılır ama ,Mısır’da Altıncı Hanedan’a (MÖ 2345–2181 ) ait bir mezarda da sünnetin semavi dinlerden bağımsız antik Mısır’da uygulandığına dair delil olabilecek tabletler bulundu.Tablete göre, ameliyatta acı ve ağrıyı hissettirmeyen özel bir krem kullandığı anlaşılan Uha adındaki bir Mısırlı hekim,toplu bir sünnet törenini başarıyla gerçekleştirmiş ve yüz yirmi erkeği kusursuz bir şekilde sünnet etmişti ve muhakkak bu işlemin daha önceki zamanlarda pratikleri de vardı. Gollaher (2000) sünnetin antik Mısır’da çocukluktan erkekliğe geçiş ritüeli olarak yapıldığını söyler. Ölüler Kitabı’na göre RA kendi erkekliğini keserek akan kandan iki koruyucu tanrıça yaratmıştır.(Roma mitolojisinde de Uranüs) Mısırolog Emmanuel vicomte de Rougé’ye göre antik günlerde rahipler bu ritüeli,yüksek kademelerdeki kişiler için taş bıçaklar kullanarak halka açık yerlerde gerçekleştirirlerdi. Çeşitli kaynaklar Mezopotamya ve Anadolu’daki uygarlıkların pek çoğunda sünnet pratiğinin uyguladığını ifade etmekte. Yine Herodot’a göre Yunanlılarla ticaret ilişkilerini geliştiren Fenikeliler Mısır(ve barbar) adeti sayılan sünnet geleneğinden vazgeçip,çocuklarını sünnet ettirmemeye başlamışlardı. Çünkü sünnet,antik Yunan’da mükemmel yaratılmış insan bedeninin deforme edilmesi olarak yorumlanıyordu. Hodges dönemin Yunan resim ve heykellerinde,sünnetsiz erkek bedeninin hatta bazen oldukça detaylı işlendiğine fakat buna mukabil satirlerin,şehvet düşkünlerinin barbarların sünnetli olarak tasvir edildiklerine dikkat çeker. Bu anlayışın temelinde Kybele ve tanrıça kültüne duyulan tepki olabilir. Yunanlar için Yunanca konuşmayan herkes barbardı ve barbarlığın kapsamı dönemlere göre genişliyordu.Makedonyalı İskender’in Mısır ve Filistin’i işgal ettiği MÖ 334-331 tarihleri ve sonrasında Yunan etkisi altına giren tüm topraklarda sünnet artık tasvip edilmeyene dönüşmüştür. Diğer halkların bu konuda nasıl tepki verdiklerini maalesef bilemiyoruz,çünkü elimizde kayıtları yok fakat sünnet olmaktan dolayı kader birlikleri olan Yahudilerin kroniklerini izleyerek üç aşağı beş yukarı bir fikir edinebiliriz. Diğer sünnet olanlardan farklı olarak yahudiler dinlerine adapte ettikleri sünnet pratiğini bebek bir haftalıkken uyguluyorlardı. (Diğer halklarda sünnet vardı fakat mecburiyet değildi. Belli bir yaşa gelen genç erkekler özellikle idari görevlerde rol alacaklarsa törenle sünnet oluyordu. Dinin gereği sünnet olan Yahudilerde ise bu ayrımsız tüm erkek bebeklere doğduktan sonraki sekizinci günde uygulanıyordu) Genç yahudi erkekleri Yunan etkisi altında,sünnetin belki de o kadar gerekli olmadığını söylemeye başladılar ama bundan kaçamadılar. Fakat spor salonlarında,kaplıcalarda, ve başka ortak kullanım alanlarında karşılaştıkları insanlarla aynı zamanda ticari ve siyasi ilişkileri de vardı ve sünnetli erkekler bir tür baskı altındaydılar. Günümüzde bıyık stillerine göre saflaşmaları ve mahalle baskılarını buna en yakın örnek olarak verebiliriz sanırım. Bu da sünnetten kaçınma şansı olmayan erkekleri,sünnet olmalarının ardından sünnet derisini uzatma teknikleri geliştirmelerine ve bu

şekilde sünnetli olduklarını gizlemeye itti. Ne kadar başarılı olduklarını bilemiyoruz tabi ama işin ciddiyetinin anlaşılması için sünnet derisi restorasyonu üzerine detaylı medikal kitaplar yazıldığını ve deri uzatıcı aksesurlar üretildiğini söyleyebiliriz..

Buraya kadar ki kısım Kolhis’i de ilgilendiren sünnet pratiği üzerineydi. Şimdi Altın Post’taki gökten gelen Koç ve kurban ritüelinin tarihçesine geçiyoruz.

Kybele kültüründe Attis için uygulanan Criobolium (Koç kurbanı)’dan bahsetmiştik. Roma’nın da bahar festivallerine dahil ettiği bu ayine ilk defa, MÖ 3000’lü yıllarda Mezopotamya’daki bir tasvirde rastlıyoruz.

Antik kültürlerde insan kurban edilmesinin var olduğunu biliyoruz. William W.Hallo’ya göre hayvan kurbanları toplumun artan et ihtiyacını karşılamak amacıyla ortaya çıktı. Başlangıçta ayrıcalıklı elit tabakaya has bir ritüeldi ve MÖ 3000 başlarında kurban denildiğinde Mezopotamya tanrılarının doyurulması gerektiği anlaşılırdı.(Daha önceki Abrek dosyasında ayrıcalıklı elit sınıf ile tanrılar arasındaki işbirliğini anlatmıştım) Hallo ,Israel halkının antik kurban geleneği bir takım koşullara ve hukuka bağlayarak adapte ettiği fikrindedir.

Banebdjedet (Banebdjed)ise artık unutulmuş bir Antik Mısır tanrısı. MÖ 2040’lara kadar varlığını sürdürdü. Koç başlıdır.Eski Mısır’da “BA” hem koç ve hem de ruh anlamlarına geliyordu. “Baneb+djed+et” istikrarın efendisinin BA’sıydı. Dirilişin tanrısı,kural koyucu ve yargılayıcı ruh. Djed kelimesi Mısır dilinde bereketle ilişkillendirilmiş ve tahıl demetlerinin etrafına yığıldığı bir tür totem taşı olabileceği düşünülmüştür. Ercih Neumann “djed”in ağaç fetişine işaret ettiğine dikkat çekerek Mısır’ın ağaçsız olduğunu hatırlatır ve belki de Suriye’den ithal edilen ağaçlarla ilgili olabileceğini söyler. Djed daha sonraları Seker ve Ptah aracılığı ile sanatkar ve zanaatkarlıkla da eşleştirilmiş ve sonra hepsi Osiris kültü içerisinde eritilmiştir. Mendes kültünde erkek olmasına rağmen,Yukarı Mısır’da Khnum adlı tanrıçanın karşılığıdır. Banebjedet balık-tanrıça Hatmehit ile evliydi. Bu evlilikten Horus adında bir çocukları oldu. (Mutlu çiftimizin adı sonraları Osiris ve İsis’e dönüştü) Horus Roma periyodunda kaz veya Koç’a binen çocuk olarak tasvir edilmiştir. Aynı şekilde Eski krallıklar ve Birinci Ara dönemde Mısır’da var olan Kutsal Boğa Apis bu dönemden sonra yerini Kutsal Koç’a

bırakıyor,sonra yeniden ortaya çıkıyor ve tekrar kayboluyor diye de not düşelim. Koç kafalı tasvir edilen Aken, Mısır mitolojisinde ölüler tanrısı Osiris'in yardımcısıdır. Letopolis şehri onun için kurulmuştur. İyi insanların gittiğine inanılan dünyanın (Aaru) dışında kalan bölgeyi Osiris yerine yönetir. Aken için yapılan kurban ayinleri var mı bilmiyoruz şimdilik. Yine antik Mısır’da rahiplerin kullandığı koç başlı asaları da bir kenara not ederek

seyrimize devam edelim ama bu arada bizim Thamadelerin koç/keçi başlıklı asalarını ve Achın kurban ayinlerini de unutmayalım. Bilmeyenler için Dr.Batıray Özbek Yedic’ın Etno Kültürel Sözlüğü’nden ilgili kısmı buraya alıyorum:

“Adigelerde koyunların ve boynuzlu hayvanların koruyucu tanrısıdır. Kıyı boyunda oturan Adigelerde ise ev ve ocak tanrısı olarak kabul edilirdi. Achin Adige inançlarına göre her ilkbaharda (ekim ayında diyenlerde vardır) kendine kurban edilmesi için bir inek seçer. Çobanlar da, sürünün içinden diğer ineklerden daha başka bir şekilde bağırarak kendini belli eden hayvanı ayırırlardı. Kurbanlık hayvan sütle yıkanır ve sonra serbest bırakılır ve inek istediği yere giderdi. Sahibi ve diğer halk uzaktan arkasını takip ederlerdi. Bundan dolayı Adigeler bu olaya 'Achin yı şem tlerıkIo' yani 'Achinin kendi başına buyruk ineği' derlerdi. Bu gidişinde başka köylerden geçerse ora halkları da, yanlarına karakeçileri alarak katılırdı. Hepsi ellerinde Tchıye bu kutsal ineği takip ederlerdi. Hanceri`nin yazdığına göre Abchaz sülalesi Tzısbe- Цысбеler tanrının seçtiği seçkin bir ailedir ve Achin her üç yılda bir bu sülalenin sürüsünden kurbanlık ineğini seçerdi. İnek Ubıh ülkesine girer ve Şaçelerle, Vardenlerin topraklarınadan geçerek Şaçeler`de, Çızemuchuların Vardenlerde ise Zeyflerin avlusunda duraklar ve dinlenirdi. Daha sonra Şçache nehrini geçerek Shapsugh ülkesine gelirdi. Kutsal inek ırmağın her yerinden geçebilirken, insanlar sığ geçit veren yeri ararlardı. Kurbanlık inek daha sonra nehir suyunu takip ederek kaynaklarına doğru ilerlerlerdi.

İnek Achin’in adına vaftiz edilen kutsal ağacın altına otururdu. Burası, yeşillik temiz ve asırlık bir ağaç ve ağacın dallarında ona armağan olarak getirilen silahlar asılıdır. İnsanlar bu kutsal yere yaklaşınca şapkalarını çıkarırlar ve oturarak dinlenirlerdi. Yemeden içmeden geceyi orada geçirdikten sonra orada yapılan bir dua ile İnek ve ona takılıp gelen insanların getirdikleri karakeçilerde kurban edilirdi.”

*

Ancak gökten gelen Koç ile tanışmamız İbrahim peygamberle başlıyor.Akademisyenler İbrahimi dinlerin ilki ve başlangıcı olarak Yahudiliğin tarihini MÖ 1800-2000’e ve dolayısı ile İbrahim’e dayandırıyorlar. MÖ 1300 diyenler de var. Sapma payı ne olursa olsun, insan ve koç kurban etmenin geçmişi daha eski olmasına rağmen,Altın post efsanesi Yahudilik ve dolayısı ile İbrahim- İsmail kıssasından sonra kaleme alınmışa benziyor. O nedenle günümüze kadar ki incelemelerin çoğu destanlarda bahsi geçen karakterlerle Kutsal Kitapta bahsedilen İsa öncesi peygamberlerin eşleştirilmesi üzerine yapılmış fakat hiç biri olasılık üzerinden tartışmaktan öteye gidememiştir.O nedenle efsanenin kaynağı İbrahimilik olabilir diyoruz fakat semavi dinlere şüphe ile yaklaşanların göksel koç motifinin Yahudilik ve daha sonra İslam’a girmesini antik paganik inanışlara bağlamasına da fazla karşı çıkmıyoruz. Destanda anlatılan çocukların güvende olması için Kolhis’e gönderilmeleri bizi ilgilendiriyor. O nedenle çocuk kurban etme adetlerine bir göz atalım ve aynı zamanda barbarlar ülkesi olarak anlatılan Kolhis’in bu söylemle tezat olarak niçin güvenli yer ilan edildiğini anlama yoluna gidelim isterseniz.

Antik Kültürlerde Çocuk kurban etme

İnsan kurban etme çok çok eski zamanlardan beri vardı. Yaradılıştan beri var olan en saf ve en değerlinin Tanrı’ya adanması çocukları masumiyetlerinden dolayı doğal adak haline getiriyordu. Japonya’dan Hindistan’a,Aztek ve İnkalardan Afrika’ya,Asya’dan Avrupa’ya kadar bütün kültürlerde az veya çok çocuk kurban etme ayinleri var olsa da kurban sunulanların hepsi gömülmediği için kalıntı yok,kurban yok (ceset yok,cinayet yok) gibi bir anlayış günümüzün geriye dönük bakışlarında etkilidir. Yunan mitolojsinde öfkeli deniz tanrılarına kurban edilen çocukları denizin dibinden çıkarma şansımız yok. Baal için ateşe atılıp yakılan bebeklerin küllerinin izlerini süremiyoruz. Tibet’te veya uzak kıtalarda yahut Afrika’da yenen çocuk kurbanların kalıntılarına ulaşma şansımız yok. Fakat elimizde Kartacalılardan kalma kurban tarifeleri var ve arkeolojik kazılarda bulunan toplu bebek mezarları. Mezarların kurban gömüsü olmaktan daha farklı bir açıklaması olabilir. Ama yine de çocuk kurban etme deyince ihale çoklukla Kartacalılara ve dolayısı ile Fenikelilere kalıyor.

Eskiden insanlar arasında herhangi bir büyük dileğin kabul edilmesi halinde ilk doğan çocuğu veya doğacak ilk çocuğu kurban etme geleneği vardı.Eğer kişilerin kendi çocukları yoksa bu adağı yerine getirmek için satın aldıkları çocukları ateşe atma veya boğazını kesme veya suya atma gibi inanca bağlı çeşitli ritüeller eşliğinde kurban ediyorlardı.

Masallarda rastladığımız fakat hiç üzerinde durmadığımız bir detay vardır; bir müşkülle karşılaşan baba eğer hallolur ise ilk karşıma çıkanı diye adak adar ve karşısına ilk çıkan kişi genellikle en sevdiği evladı,hatta kızı olur. Eski Ahit /Hakimler 11:30-37 ‘de Yiftah Ammonlarla savaşa giderken gayrı ihtiyari bir adakta bulunur:” RAB’bin önünde ant içerek şöyle dedi: “Gerçekten Ammonlular’ı elime teslim edersen, onları yenip sağ salim döndüğümde beni karşılamak için evimin kapısından ilk çıkan, RAB’be adanacaktır. Onu yakmalık sunu olarak sunacağım.” Yiftah Mispa’ya, kendi evine döndüğünde, kızı tef çalıp dans ederek onu karşılamaya çıktı. Tek çocuğu oydu, ondan başka ne oğlu ne de kızı vardı. Yiftah, kızını görünce giysilerini yırtarak, “Eyvahlar olsun, kızım!” dedi, “Beni perişan ettin, umarsız bıraktın! Çünkü RAB’be verdiğim sözden dönemem.” Kız, “Baba, RAB’be ant içtin” dedi, “Madem RAB düşmanların olan Ammonlular’dan senin öcünü aldı, ağzından ne çıktıysa bana öyle yap.” Sonra ekledi: “Yalnız bir dileğim var: Beni iki ay serbest bırak, gidip arkadaşlarımla kırlarda gezineyim, kızlığıma ağlayayım.” Devamında insan kurban etmek artık yasak olduğu için Yiftah’ı bu adak yükünden nasıl kurtarabiliriz diye kafa yorar rahipler ve kızının ölene kadar hiç evlenmemesi ve çocuk sahibi olmaması yani, soy olarak soyunu sürdürememesinin en doğru çözüm olduğuna karar verirler ve eve kapanan kız ölene kadar sadece dua ederek yaşar. Eski Ahit’e göre o günden beri İsraelli kadınlar her sene kırlara çıkıp Gilatlı Yiftah’ın kızı için dört gün boyunca yas tutuyorlardır. Destanlar bir daha hiç anılmayan minik Helle acaba bu kıstastaki isimsiz kızcağız mıydı?

Neyse devam edelim, tüm dünyada çok tanrılı din kültüne bağlı olarak kurban geleneği var demiştik. Tek tanrı inancının insanlığın başlangıcından beri var olduğunu savunanlar için de bu cümleyi, tek tanrı inancının zaman zaman farklı yorumlar getirilerek aslından saptırılması olarak değiştirelim,ister yeni peygamberler deyiniz ister ateistlerle karışık tanrı tanımazlar (herkesin bir tanrısı var,hangi tanrıyı tanıyacağız sorunsalı) etkisi ile kurban adetleri zamanla değişti. Hintlilerin dedikleri gibi tanrılar önce insanlar,sonra büyük baş hayvanlar,sonra kümes hayvanları, ve nihayet en sonra da bitki ve tütsülerle ikna olmaya başladılar. Ve her değişen kendisini daha medeni kabul edip, değişmeyenleri kınadı ve barbarlıkla suçladı. Yukarıda Hilal-Haç savaşının geçmişinin antik dünyada aranması gerektiğini söylemiştim. Sosyal sınıflaşmayı tehdit eden doğulu Anaerkil kült her ne kadar insan ve çocuk kurban eden barbarik bir inanç olarak yansıtılsa da batılı mitoloji evlatlarını yiyen olarak Kronos veya Uranüs’ü verir. Kybele buna,yani çocukların öldürülmesine karşı çıkandır aslında.

Marija Gimbutas, The Civilization of the Goddess(Tanrıçanın Uygarlaşması) adlı çalışmasında eski Avrupa’yla ilgili arkeolojik buluntuları referans alarak sadece tanrıçalar var,hiç tanrı yok der ve MÖ 5000 lerde Avrupa’nın anaerkil ve sınıf ayrımsız bir yaşayışı olduğunu ancak kraliçe naibleri denilen erkek kardeş veya amca/dayıların da toplumun bilgeleri görevini gördüğünü iddia eder. Gimbutas’a göre eski Avrupa MÖ 4000lerde doğudan,Rusya’dan gelen Hint –Avrupa Kurgan kültürünün etkisi ile gücün cinsiyetler arasında eşit dağılımlı olduğu fakat ailenin veya kabilenin idaresinde lider “Ana” figürünün yer aldığı “Matrifocal” anlayıştan ata erkilliğe geçiş yapmıştır. Gimbutas’ın görüşü Nuh Tufanı ile Kafkasya veya doğu Anadolu arasında ilişki kuranları heyecanlandırır. Çünkü tufandan sonra Hint-Avrupalıların bütün dünyaya her doğrultuda yayılması ve bu arada kendi kültürlerini de yaymaları teorisi geçerlik kazanacaktır. Ancak doğunun arkeolojik bilgileri ve yazıtları Kurgan kültürünün öyle iddia edildiği gibi ata erkil olmadığını söylüyor. Aksine Kafkasya’dan çıkan ve dünyaya yayılan tüm kültürlerde ve her dönemde cinsiyetler arasında eşitlik var. Aslında bu eşitlik hristiyanlığın ve haliyle Kilise’nin Kafkasya’ya girmesi ile kadınlar aleyhine dönüyor. Müslümanlıkta Kilise’ye yardım ediyor. Çok daha yakın yüzyıllarda Kilise etkisiyle “garip adetli,” olarak nitelendirilen Abazaların garipsenme nedeni eski dini yaşatmaları olabilir. Tıpkı Yunanların Kybele rahiplerini hor görmesi gibi Kafkasyalı olmalarına rağmen ister istemez Bizans /Rus etkileşimiyle medenileşen halkların zaman içerisinde kendi adetlerini hor görmeye başlaması ve yavaş yavaş terketmesi olasılığı “ama bu imkansız,” demeden önce sünnet derisini uzatmak için

türlü teknikler geliştiren insanları hatırlatmalıdır. Değişim içeriden başlar, ait olma isteğiyle, dışarıdan gelen sert baskı sadece değişmemek için direnç yaratır.

Zenginlik ve refah içerisinde ahenkle yaşayan “barbar”lar ülkesi Kolhis zannedersem o günlerde çocuk kurban etmeyen bir memleketti. Amazonlar ve Kafkasya seferlerine çıkan antik yazarlar sıklıkla,orada insan eti yiyen ve kan banyosu yapan savaşçılar tablosu çizer. Yamyamlık bir ritüel var mı bilmiyorum açıkcası ama kıtlık zamanlarında dünyanın her yerinden yamyamlık haberleri geliyor. İnsan kurban etmek ise eskiden beri olmazsa olmaz. 1700 lerde olması lazım imanlı Portekiz bir veba salgınını def etmek için kentteki tüm inançsızları yakarak kurban etmişti. Kafkasya’da bu boyutta bir ayin kaydı yok. Çocuk kurban edilmesi ile ilgili elimizde sadece 13. Kabile yazarının Viking cenaze törenleri için anlattığı bir kurban ayini var,antik zamanlarda Abazalara dolayısı ile Kolhis’e yamanır. Kralların vefatında beraberinde hizmetkar ve eşlerini gömme geleneği çok eskilerden beri Çin,Mısır ve OrtaAsya’da var fakat Kafkasya için henüz denk gelmedim, olabilir olmayabilir. Fakat çocuk kurbanına rastlamıyoruz. Destanın güvenli yer olarak Kolhis’i seçmesini de bütün o negatif yaklaşımlarına rağmen iltifat olarak almaktan yanayım,negatif sözlerini de olsa olsa gizli hasettir diyerek bu kısmı bağlayayım.

Tevrat Açısından Kurban:

İsa’dan sonra özellikle,yahudiler Tevrat ayetleri için hayli sıkıntı yaşadılar. Semavi dini başlangıç alırsanız antisemitizm Yahudilik dininin Hrisitiyanlıkla tanışması ile başladığını düşünebilirsiniz fakat yukarıda açıkladığımı gibi Sami soylu olsun veya olmasın,başka bir terim olmadığı için kullanmak zorunda olduğum Antisemitizm aslında İsa doğmadan çok önce başlamıştı. Ve derdi İsa ya da Musa değildi. Doğu ve Batı medeniyetleri çarpışıyordu. Dinler sonradan sosu oldu. Kilise dünyası sıklıkla haham ve rabbilerden ayetler hakkında görüş bildirmelerini talep ediyordu.

Rabbi Yona Ibn Janach (ispanya ,11.yy),Allah’ın aslında sadece sembolik bir kurban istemiş olduğunu yazdı. Rabbi Yosef Ibn Caspi (İspanya,14.yy başları) İbrahim’in hayal gücünün onu yoldan çıkardığını ve İbrahim’i kendisinden oğlunu kurban etmesinin istendiğine inandırdığını yazdı.Çünkü Tanrı asla böyle iğrenç bir eylemi emretmezdi. Tabii bu referansları okurken Yahudiliğin o yıllarda nasıl bir baskı altında olduğunu da hatırlamamız lazım. Yukarıda antiklikte batı tanrıları ile doğu tanrıları arasındaki çekişmenin sembolleri olarak sünnetten bahsetmiştik. İsa’dan sonra bu çekişme Kilise ile Sinagog arasında sınırlı kaldı. Pagan veya İnançsız terimi semavi dinleri takip etmeyenler için kullanılırken İbraniler de Gerçek İnancın takipçisi olmamakla suçlandı.Çok sonra sahneye çıkan Müslümanlar ise kimseye ait olmadığı için uzun bir zaman pagan ve inançsız olarak anıldılar. Yakın tarihe kadar batı topraklarında yaşayan yahudi ve müslüman cemaatlerinin birbirlerine yakın yaşamalarına bu çerçeveden de bakabiliriz; belki birbirlerini çok sevmiyorlardı ama ortanca kardeş ikisini de sevmiyordu.

Sünnet demiştik :Antik Yunan’dan kalma bir alışkanlıkla olsa gerek,tecavüz suçu işleyenlerin şehvet düşkünü olarak satirleştirilmesi yani ceza olarak sünnet ile işaretlenmesine yine bu dönemlerde rastlıyoruz. 7. Yüzyılda İspanya’yı fetheden Vizigot kralı,halka kötü muamele eden herkesin ceza olarak sünnet edilmesini emretmişti. Sünnet pratiğinin kendisi bir tür barbarlık ve sefillik alameti olarak kabul ediliyordu,kaldı ki kurban ritüeli. İspanyalı Rabbilerin kurban ritüelinin Tevrat’taki hikayesini yanlış anlamadır,yok öyle bir şey diye açıklamalar yapmasından epeyce sonra, Britanya İmparatorluğu’nda yaşayan Rabbi Joseph H. Hertz, de,“Aslında İbrahim’in yaşadığı yıllarda Sami kavimlerde çocuk kurban etme geleneği vardı. Tanrı ona bu geleneği durdurmasını emretmiş olmalı, sürdürmesini değil,”açıklamasını yaptı. Başka Tevrat uzmanları, İbrahim oğlu İshak’ı o kadar çok seviyordu ki onu korumak için Rab’bin emirlerine bile karşı çıkardı ve Tanrı o nedenle onu sınamak istedi türünden açıklamalar yaptılar,bazıları da aslında sınanan İbrahim değildi, İshak’tı dediler. (bizim tartışmalardan hiç farklı olmadığı için bu kesitte yeni bir şey yok) Son olarak Yael S.Feldman, Glory and Agony: Isaac's Sacrifice and National Narrative adlı kitabında,İshak’ın kurban sunağına uzanmasının hem dünyevi hem de ruhani boyutta bir tür adanmış kutsal savaşçı metaforisini temsil ettiğini öne sürdü.

Hristiyanlık Açısından :

Hristiyan teologlar İbrahim’den çok İshak ile ilgilidirler aslında. Hem İshak’ın ( bize göre İsmail’in yani) hem de İsa’nın seçilmiş çocuklar olduklarını ve her ikisinin de kurban sunağına gönüllü olarak gittiklerini ve altarlarını da kendilerinin taşıdığını söyleyerek,İbrahim’in ateşte yakılmak üzere Tanrı’nın göndereceğini söylediği kuzunun,hristiyanlık inancındaki İsa olduğunu savunurlar. Çünkü İshak için bir koç göndermiştir.İsa ise o koçun ta kendisidir. İbrahim’in o günkü sözleri yaklaşık 2000 sene olacakların öngörüsü ve kehanetidir. Tek spekülasyon Yaratılış 22:2 deki lokasyonla ilgilidir; Tapınak Tepesi’nde mi gerçekleşti yoksa İsa’nın çarmıha gerildiği Golgotha’da mı konusu tartışılmaktadır. Hristiyanlar kurban takası yapmadıkları için kurban ritüelini tekrarlamazlar. Aynı şekilde günümüzün çocuk kurban edilmesi üzerine araştırma yapan akademisyenleri bu adetin Avrupa’da aslında hiç olmadığını fakat Avrupa’ya gelen barbarik kavimlerin bu sapkın adetleri de beraberlerinde getirdiklerini savunurlar.Avrupa perspektifine göre insan kurban etme de Vikingler aracılığı ile Avrupa’ya gelmiştir. Kurban konusunda çok fazla dalıp okuyucuyu Kolhis’den uzaklaştırmak istemiyorum,Kolhis kıyılarına geldiğimizde bu pasaja tekrar değinebiliriz.

Son olarak çocuk kurban ritüellerinin günümüzde her kadar fark edilmese de ilk (erkek) çocuğun Kilise’ye verilmesi (rahip olsun diye) veya ruhani mesleklerden birine yöneltilmesi şeklinde devam etmekte olduğunu belirtelim Bazı kültürlerde ilk doğana verilen isimlerde yine bu kadim geleneğin izlerini görmek mümkündür. Son olarak kürtajın da yine bu bağlamda bir tür çocuk kurban etme eylemi olarak yorumlandığını ve antik kalıntılarda bulunan bebek mezarlıklarının ölüm nedenleri aslında belli olmasa da kurban ritüeline referans gösterildiğini ve bu mezarlıkların tek tanrı inancının gerekliliğini açıklamada da kullanıldığını ekleyelim.

ARGONAUTICA’NIN İNCİL ÜZERİNDEN YORUMLANMASI

19.yüzyıl akademisyeni Karl (Carl) Otfried Müller,ingilizceye hiç çevrilmeyen Orchomenos und die Minyer (1820, rev. 1844) adlı kitabında,Argonautlar’ın aslında spiritüel bir yolculuğa çıktıklarını ve destandaki postunda Ismail için gönderilen koçun rolünü üstlendiğini savundu. C.O.Müller’e göre, bu ritüelin orijini Zeus Laphystius tapınmacılığından geliyordu, post uzlaşmanın teminatı,bir tür senet; Iason ise sağlık tanrısının gönlünü alıyordu;Medea Hera’ya benzeyen bir tanrıçaydı ve Ayet’te Kolhis güneş-tapınmacılığı ile bağlantılı bir karakterdi. (Encyclopedia Britannica [1911], s.v. Argonauts).

Bavyeralı akademisyen Ernst von Lasaulx 1844’te yayınladığı bir makalede benzer yorum yapmış ve devamında Altın Post ve Argonautların yolculuğunun İsa’nın hayatının öngörüsü olduğunu savunmuştur: Athamas,oğlu Phryxus ve koç,bize Eski Ahit’i,İbrahim’in oğlunu kurban ederken birden gizemli bir şekilde Ishak’ın hayatını kurtarmak için beliren koçu hatırlatmaktadır. Kitabı dikkate alırsak Bu mistik koç,Tanrı ile uzlaşma sonucunda İshak’ın korkunç bir şekilde kurban edilmesini engellemiştir ,tıpkı dünyanın günahları karşısında kendisini feda eden Kuzu (İsa) gibi; Iason’un altın postun peşinden cesurca gitmesi ise bir nevi insanlığa gerçek kurtuluşu getirecek olanın doğacağını öngören fevkalade daha yüksek bir anlamı ifade ediyor olabilir.Ernst von Lasaulx, "The Expiatory Sacrifices of the Greeks and Romans, and Their Relation to the One Sacrifice upon Golgotha," trans. Henry B. Smith, Bibliotecha Sacra and Theological Review 1, no. 2 (May 1844), 390.

Alexander William Crawford Lindsay (1812-1880)’in ölümünden sonra yayınlanan Creed of Japhet’ te yazar,Hristiyanlığın bir çok Hint-Aryan (Hint-Avrupa) dinlerler paylaştığı çekirdek detayın gök tanrı ile insanlık arasında o antlaşmanın, insan oğluna karşılık tanrının kendi oğlunu sunması ile mühürlenmiş olmasıdır,der. Ancak Lindsay’in düşüncelerini biçimlendiren İncil’dir. O bu gizli geleneğin Adem’den Nuh’a,Nuh’tan da Hint-Avrupa ırkının atası kabul edilen büyük oğlu Yafes’e geçmişti. Bu çerçeveden baktığı için de Phryxus ile Altın Post’u, önce Tanrı’nın İshak karşılığında verdiği koç olarak, ardından da haçın üzerinde kendisini kurban eden Tanrı’nın yeryüzündeki tezahürü İsa (Tanrının kuzusu) olarak yorumlamış ve bunu Tanrı’nın insanla yaptığı anlaşmayı tekrarlaması olarak kabul etmişti.

İshak (İsmail) ile Phryxus arasındaki benzerlikler ondokuzuncu yüzyıl teoristleri kadar modern teoristleri de meşgul etti. Yakın Doğu ve antik Yunan üzerinde uzmanlaşmış akademisyenlerden Afrosentrik akademisyen Martin Bernal’in öne sürdüğü düşünceler kayda değerdir:

[I] Bir dönem tüm Kenanilerin çocuk kurban ediyor olmaları çok mümkün [...] Bir diğer ayırd edici ritüel sembolizmi isen edilecek çocuk yerini bir koyunun alması, koç çalılıkta yakalandı, Tanrı’nın Kuzusu ve koyun ve keçi Arafat’ta,İbrahim’in oğlunu sunduğu yerde Hac boyu süren kutlamalarla kurban edildi. Bu yerine geçme,Altın Post efsanesinde de anlatılmaktadır;Zeus,Kral Athamas’ın oğlu Phryxus’un yerini alması için bir koç gönderir. Martin Bernal, Black Athena: The Linguistic Evidence (Rutgers University Press, 2006), 559.

KuTsal kitapları referans alırsak- destanlarda Jason’a kadar anlatılan önemli kişiler Eski Ahit peygamberleri, Jason ve Argonautlar ise İsa’yı ve havarileri olarak yorumlanmıştır. İsa olmadığı fakat İsa’nın gelişini müjdeleyeni sembolize ettiği de ileri sürülür.

İncil sözlüğüne göre Jason(İason- Yason diye de yazılıyor) Hellenleştirilen Yahudiler için,iyileştirilen anlamında “iashthai” fiilinden türetilmiştir. Burada iyileştirilmekten kastedilen sünnet derisini restore işlemi olabilir,emin değilim. Zira Helenik dönemde İsa yok- ruhları kilise usulü iyileştirmek için çok erken bir dönem. Ama tabi Helenik dönemin MÖ 30 larda sona erdiğini düşünürsek. İncil-Yeni Ahit Elçilerin İşleri’nde Jason’un Selanik’te yahudileri imana davet çalışmalarına yer verilmiştir.

Anatoly Fomenko, Argonautica’nın baştan sona fabrikasyon olduğunu,Eski ve Yeni Ahit’teki Mısır’dan Çıkış ve Yaratılış bölümlerinin İngilizler tarafından tekrar kurgulanarak alternatif tarih yaratıldığını ve böylece Rusya’nın ışıltısını inkar etmeyi amaçladığını söyler. Fomenko’ya göre Argonautica’nın model aldığı Jason aslında Makedonyalı İskender’dir ve destan aslında ortaçağda yani MS 12-14.yüzyıllar arasında yapılan savaşları, sanki yüzyıllar öncesindeki bir bilinmezlikte olmuş gibi anlatmaktadır ve bu haliyle ortaçağ kroniklerinin bir tekrarıdır.Anatoly T. Fomenko, History: Fiction or Science? vol. 2 (Paris: Delamere, 2005), 342.

Fomenko ayrıca Jason, Medea, ve postu koruyan yılanın Adem ve Havva kıssasını taklit olarak yorumlar.Bu yorum 1780’de Edward Burnaby-Greene tarafından tercümesi yapılan Apollonius’un Argonautica’sında da yapılmıştır. Greene ayrıca 2 sevgilinin Kolhis’ten kaçısının Milton’un Kayıp Cennet’inde Eden sürgünü ile paralellik taşıdığını da söyler.

Jason’un Koç (koyun) la ilişkili Medeia ile tanışması ve evlenmesi Yakup peygamberin doğuya seyahat etmesi ve orada çoban kız Lea ile eşleşmesine yorumlanır.(Yaratılış 22:30)

Tevrat’ta Medlerle ilgili olarak Josephus ilişkilendirilmiştir. Tevrat’ta bulunan Yafes’in oğlu Madai’den bahsedilmektedir. Bu nedenle daha sonra Grekler tarafından imparatorluğun Japheth’in oğlu Javan ve Madai tarafından kurulduğuna inanılmaktadır. Grekler tarafından bu hükümdarlık “media” olarak anılmışlardır. Strabo, Herodot, Polybius, Pliny ve Protolomeus gibi tarihçiler Medlerin yerleşkesi olarak bilinen Medya’nın kuzey kısımlarını adlandırmak için Martiane, Mantiane, Matiane, Matiene gibi isimler kullanmışlardır.

ALTIN POST ÜZERİNE TEORİLER

Altın Post kurbanlık koç motifinden dolayı sıklıkla Yaratılış 22:9-18 ile karşılaştırılır.Altın Post bir tür mistik anlaşmadır. Benzer şekilde Argo kelimesi de Nuh’un Gemisi (Noah’s ARK) olarak bilinen gemi (ark) ın deforme edilmiş yazılışıdır.

Altın Post, Kafkasya’daki barbarların altın madenlerin de nehirle taşınan altınları ayıklamak için kullandıkları pöstekiye verilen addır.(Strabo)

Altın Post Kraliyet gücü anlamına gelir. (Marcus Porcius Cato, David Braund,M.Popko,John Kevin Newman, bu görüşü destekleyen yazarlar arasında)

Altın Post, aslında bir koça ait değildi. Phryxus küçük bir çocuk olduğu için Koç anlamına gelen Krios adında bir refakatçisi vardı ve Kolhis’e ulaştıklarında Ayet onun Yunanistan’e geri dönüp ülkesinin zenginliğini anlatmasın diye öldürdü ve derisini de yabancıları korkutmak için nehrin ağzına astı. (Diodorus Siculus- MÖ 50 ler civarı)

Altın Post,aslında bir simya kitabıydı ve maddeyi altına dönüştürmenin formüllerini veriyordu. (Palaephatus,MÖ 4.yy, John of Antioch MS 7.yy)

Altın Post, parşömene yazılan yazılara altınla yazılmış etkisi veren özel bir teknikti. Haraxes of Pergamum,(MS 1-6 yy zaman diliminde yaşamış olabilir)

Altın Post, madenden altın çıkarma tekniği (Strabo,Tran ve diğer bir kaç yazar)

Altın Post, Tanrı’nın affeciliğini simgeler,Tövbe etmek (Müller, Karl Otfried,1844- ama bu düşünce 1925 te Bacon, Janet Ruth tarafından çürütüldü)

Altın Post yağmur bulutunu simgelemektedir.( Forchhammer, P. W. 1857- ama bu düşünce 1925 te Bacon, Janet Ruth tarafından çürütüldü)

Altın Post, altın başakların yetiştiği ülke anlamına gelir, (Faust, Adolf -1898- ama bu düşünce 1925 te Bacon, Janet Ruth tarafından çürütüldü)

Altın Post güneşin denizdeki yansımasını anlamına gelir.( Vurthiem, V -1902 ve Mannhardt, ama bu düşünce 1925 te Bacon, Janet Ruth tarafından çürütüldü)

Altın Post,Phryxus’un geldiği geminin ışıltılı pruvasını simgelemektedir. Svoronos, M. 1914 ama bu düşünce 1925 te Bacon, Janet Ruth tarafından çürütüldü)

Altın Post, bugün kü Gürcistan’da yetiştirilen özel bir cins koyunu simgelemektedir. Ninck, M. 1921, Ryder, M.L. 1991, Smith, G.J. and Smith, A.J. 1992

Altın post, doğudan ithal edilen zenginlikleri temsil etmektedir, Bacon,Janet Ruth,1925

Altın Post, Kolhis’in zenginliğini ve teknolojisini anlatmaktadır. Akaki Urushadze 1984

Altın Post,koç görüntüsündeki Zeus kültünü simgeliyordur. Robert Graves (1944/1945)

Altı Post, özel bir deniz kabuğu türünden üretilen ipeği simgeliyordu. Bu çok özel ipek türü Mısır’ın incecik pamuklularıyla da çok karıştırılmıştır. Özel tekniklerle Pinna nobilis dene bir deniz canlısından üretilir,fakat Altın Post’un bu ipek türü olabileceği fikri 1950 ve 19722de ortaya atıldı ve 1991 ve 1999’da Barber, Elizabeth J. W. Ve McKinley, Daniel tarafından çürütüldü.

Altın Post, Yunanistan’dan başlayıp Atlantik’i geçerek Amerika’ya varan seyahat hakkındadır. Bailey, James R. (1973)

Altın post, dikenli salyongoz kabuğu ile boyanmış koyun postunun altınla takas edilmesi ticaretine verilen addır. Silver, Morris (1992

SON SÖZ

Keyifle okuduğunuzu umuyorum.

Destanı tarihteki bir bilinmezlikten çıkarıp, MÖ 950- MÖ 550 arasındaki bir dilime kilitlemeyi denedim,

Ayet ve çocuklarının hep müthiş bir haksızlıkla yargılandıklarını düşünmüşümdür, bu çalışma ile bu haksızlığı bir nebze olsun eksiltmeye çalıştım.

Altın Post’un ne olduğu kişiden kişiye değişiyor.

Jason için -Medeia’ydı,onsuz Korint tahtını ele geçiremezdi

Eğer Apsırt’ın şu bilinen en eski baytar olduğundan emin olsam derdim ki,biri bitki bilimci diğeri at uzmanı

Atlarla insanların tedavisi çok benzetiliyor-baytar değilim,diyenlerin yalancısıyım.

Yunanistan kıtlık yaşayan ve sürekli veba ile boğuşan bir ülke

Altın post Yunanistan için

Tarım ve hayvancılık bilgileri olabilir

*

Medeia, Kirke,Chalciope ve Pasiphae

Kolhis’in dört muhteşem kızı. En kötüleri Medeia’ydı anlattıklarına göre. En çok nefret edileni. Ama kime göre?

Eğer onu sevdiyseniz,

Onu anmak için aklınıza her geldiğinde tütsü yakın veya küçük bir biz cezvede yenibahar,tarçın,adaçayı,lavanta vb yaprakları kaynatıp dumanını etrafınızda gezdirin ve Medeia’ya onu unutmadığınızı söyleyin ve gerçek adını size fısıldamasını isteyin. Belki küskünlüğünü bozar ve konuşur ve isminden daha fazlasını size anlatır