Âfâk Dergisi
-
Upload
afak-dergisi -
Category
Documents
-
view
225 -
download
0
description
Transcript of Âfâk Dergisi
“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /
P
ara
yla
Satı
lam
az
Para
yla
Satı
lam
az
Şimdi yol ayrımının en hayatî noktasındayız:
Ya izzetimize sahip çıkıp Hak ve Hakikat’in şahitleri
olarak tarih yazacağız, ya da zilleti tercih edip
hayatımıza başkalarının şekil vermesini onaylamak
suretiyle tarihe maruz kalacağız!..
Ebubekir SİFİL
EDĠTÖRDEN
BaĢlamak çoğu zaman en zor olanıdır. Ve bu anlamda baĢ-
lamak ne sancılıdır. Biliriz, bir cümle kurabilsek devamı
gelecektir. Hayatın ve dünyanın gerçek manasını kendine
iade edecek bir cümle… Hayatımız boyunca arayıp durdu-
ğumuz da o cümle değil midir? ĠĢte bu cümlenin sancısını
hissedebilenlere, sözün gücüne inananlara, edebiyata gönül
verenlere, esaslı bir mısranın peĢine takılıp gidenlere, bütün
okurlarımıza, selam bizim Ģiarımızdır diyerek, delikanlı bir
merhaba!
Cemil Meriç “Bu Ülke”de Ģöyle diyor: “Dergi hür tefekkü-
rün kalesi, belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür. Kitap
çok defa tek bir insanın eseri, tek düĢüncenin yankısıdır.
Dergi ise bir zekâlar topluluğunun yankısı. Bir neslin vasi-
yetnamesidir, daha doğrusu mesajı. Kaybedilen her dergi,
kaybedilen bir savaĢ, hezimet veya intihar…” Ve yine Mev-
lana mesnevisine baĢlarken „yeni Ģeyler söylemek lazım‟
der. ĠĢte yeni bir heyecan ve yeni bir sefer: ĠĢte vira bismil-
lah diyerek karĢınızdayız.
„‟Yazmak, faniliğin saldırısına karĢı, bazı yetenekli insanla-
rın gösterdiği reflekstir" diyor Ġbrahim Tenekeci. Belki yete-
nekli değiliz ama bu refleksi göstermek bazen kaçınılmaz
bir hal alıyor. Dahası da bazen insanın zihninde yer edinen
daha sonra büyüyen en sonunda da bu yazıya kadar gelen
cümleler meydana çıkıyor. Bazen bir cümle olarak, bazen
bir yazı, iĢte bazen de bir dergi…
Bir de genç, heyecan dolu, ve taze yüreklere sahip birkaç
arkadaĢınız varsa iĢte bir derginin çıkması tıpkı Teneke-
ci‟nin bahsettiği refleks gibi kaçınılmazdır.
Sefer, yolculuk ve hicret… BaĢlangıç noktamız hicret ise
süregelen bir umuttan söz etmeliyiz! Ve söz tükenmedi,
umut ise ısrarla yaĢıyor! Bizlerde bu umutla, en önemlisi
de; Hz. Mevlana‟nın yeni Ģeyler söylemek lazım dediği,
aslında hiç eskimeyen o kadim kelamın yeniden dillendiril-
mesiyle hazırladık dergimizi. ĠnĢallah sizler de bu bilinçle
okursunuz.
Yaratıcımızın ve peygamberimizin ortaya koyduğu hakikat-
lerin yerini, kiĢilerin hakikatleri aldığı bu zamanda, dergi-
mizin yeni bir dünyaya uzanan bir kapı olması dileğiyle.
Allah‟a emanet olun.
Gayret bizden, tevfik Allah’tan…
(KIġ 2013/1434) | SAYI:1
“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /2
Ġmtiyaz Sahibi
Enes KARADEMĠR
Yazı ĠĢleri
Samet TEMĠR
Editör
Burak TEKĠNER
Yayın Koordinatörü
Abdürrahim GÜNER
Sermuharrir
Ahmet Salih ġAHĠN
Son Okuma
Günay Turak
Lojistik
Eyüp AKTUĞ
Mücahit YILDIZ
Selahaddin KAR
Abdullah ÖZKURT
Ahmet Furkan ÜLKER
ĠstiĢare
Asım ZÜLFĠKAR
Mustafa KAHRĠMAN
Atilla YILMAZ
Yayın Türü
Yerel Süreli
Baskı
Pusula Copy Center
+90346 221 58 08
Yazılarınızı Gönderebileceğiniz
Ġrtibat Adresimiz
Sosyal Medya Adresimiz
facebook.com/dergiafak
Âfâk Dergisi ticari amaçlı bir dergi değildir. 3
ayda bir yayımlanır. Yayımlanmayan yazılar iade
edilmez. Yazılar için telif ücreti ödenmez. Yazı-
lardan kaynaklanan hukuki sorumluluk yazara
aittir. Âfâk Dergisi yazılar üzerinde değişiklik
yapabilir. Âfâk Dergisi basın meslek ilkelerine
uymayı taahhüt eder. Âfâk Dergisi ismi belirterek
alıntı yapılabilir.
Ġçindekiler 01 Editörden…
03 Hakikat Medeniyetinin Surları Abdürrahim GÜNER
05 Bu Topraklara Dair - Mustafa ESEN
06 Su Gibi Aziz bir Medeniyete Dair - Mehmet Samed SÖNMEZ
07 Felsefenin Aradığı Hakikat - Eyüp AKTUĞ
08 Sessizlik Kuleleri - Betül ÇINAR
09 Yolculuk Nereye - Merve KOCAMAZ
10 Edebiyata Meyyalim Ġnan Ki Dertten! - Sefa TOPRAK
12 Cemil Meriç‟le Röportaj - Burak TEKĠNER
14 Beyaz Perdenin Demogojisi - Enes KARADEMĠR
15 Gönülden Gönüle ĠletiĢim - Abdullah ÖZKURT
16 Bizim Mahalle - Cengiz YALÇINKAYA
16 Biliyor Musunuz? - Ebubekir FĠKRĠSABĠT
17 KarĢı Tepe‟ye - Recep KESKĠN
18 Kapının Ardında Asılı Müslümanlık - Hacer Tuba ÇĠMEN
18 Hayata Yeni Bir Sayfa Açarken - H. Betül AYDIN
19 Kur‟an‟da Medeniyet Tabloları - Abdussamed TEMĠR
20 ġeb-i Yeldâ - Burak YAZICI
20 Zaman Yolcusu - Fatih YAġATIR
21 Sivas‟ın Manevi GüneĢi - Fatih ÇINAR
22 Yazarlar KonuĢurken - AyĢegül MOĞUL
23 Dostluk Üzerine - Merve UYANIK
24 Birazcık Halife - Mustafa ESEN
“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /3
Âfâk Dergisi
HAKĠKAT MEDENĠYETĠNĠN SURLARI
Abdürrahim GÜNER
Dünya; tarih boyunca farklı medeniyetlerin etkisi altında kalmıĢ, altı asır boyunca ise Osmanlı Devleti yani
Ġslam medeniyeti ıĢığında huzura kavuĢmuĢtur. Ġslam medeniyeti ve son yüzyılda etkisini gösteren Batı medeniye-
tini, dünya üzerinde yaĢanan karıĢıklıklar ve çatıĢmalar açısından mukayese edecek olursak, ecdadımızın medeni-
yet değerlerinin, Batı medeniyetine göre çok önde olduğunu daha net anlamaktayız. Batı medeniyeti, bilim ve tekni-
ğini insanlara bir zulüm aracı olarak uygulamıĢ, kendi geleceği için dünyanın farklı kesimlerindeki coğrafyaları
soygununa uğratmıĢtır. Buradan hareketle son yüzyılda sürekli karıĢıklıklar içinde çırpınan insanlığın bir medeni-
yet krizi ile karĢı karĢıya kaldığı sonucuna kolaylıkla varmamız mümkün.
Osmanlı Devleti‟nin çöküĢ dönemi ile Batı Medeniyeti‟nin bilim ve teknik açıdan üstünlüğünün daha net
olarak öne çıktığı son yüzyılda esas tartıĢma bir medeniyet fikri üzerinden olan tartıĢmadır. Bu dönemde; “Biz ye-
nilmiĢ bir medeniyetin evlatlarıyız. Bu yüzden Batı‟yı körü körüne taklit etmekten baĢka çaremiz yok. Yenilgi-
mizin sebebi ise; bizim medeniyetimizdir, değerlerimizdir, Müslümanlığımızdır.” diyen Batıcı elitin karĢısında
duran bazı münevverlerimiz de; “Hayır; yanılıyorsunuz. Osmanlı‟nın yeniden yükseliĢinin yolu; medeniyetine,
değerlerine, inancına yeniden dönmesidir.” diyerek bu çerçevede siyasi fikirlerini oluĢturmuĢlardır. Bu düĢünce-
lerin temelinde “Ġslam terakkiye mani midir değil midir?” sorusu yatıyordu. Bu dönemden baĢlatarak Cumhuri-
yet‟in ilk yıllarından itibaren günümüze kadar gelen süreçte, “Ġslam terakkiye mani değildir.” düĢüncesi etrafında
fikirlerini oluĢturan birçok münevver olmakla birlikte, isimlerini zikretmemiz ve dergimizin sonraki sayılarında
ayrı ayrı irdeleyeceğimiz Ģahsiyetler; medeniyetimize açtıkları ufuklar açısından önemlidir. Buradan itibaren bu
isimlerin en önemlilerini ifade etmeye çalıĢacağız.
Ġlk olarak irdeleyeceğimiz ġehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi, fikirlerini Ġslam Felsefesi ve Medeniyetini
Ġhya tezi üzerinde dile getirmiĢtir. Onun ifade ettiği “Bir Fransız gibi giyinen, bir Ġngiliz gibi gezinen, bir Ġtalyan
gibi Ģarkı söyleyenimiz var; fakat bir zırhlı mühendisimiz bir fabrika kucak adamımız yok.” düĢüncesi medeni-
yet sorunlarımızın tespiti açısından önemlidir.
Sait Halim PaĢa ise; Siyaset Teorisi ve Siyaset Sosyolojisi üzerine fikirlerini dile getirmiĢ; medeniyet değer-
lerimizi bu ölçüde değerlendirerek katkı sağlamıĢtır.
Ġstiklal ġairimiz Mehmet Akif Bey ise; Siyasi Vizyon, Ġdeolojik Misyon alanında fikirlerini dile getirmiĢtir
ki; onun ifade ettiği çıkıĢ yolu Asım‟ın Nesli‟dir. Asım‟ın Nesli bir gelecek, bir umut ve bu ülkeyi kendi değerleri
üzerinde yeniden ayağa kaldıracak bir nesildir. Dergimizin sloganını da Asım‟ın Nesli‟ne bir ilham kaynağı olarak
-Yazı Dizisi-
“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /4
Âfâk Dergisi
“Gelecek, boyun eğecek Asım‟ın Nesline.” biçiminde
ifade ettik ki; isabetli bir karar verdiğimiz kanaatinde-
yim.
Diğer bir isim Hüseyin Avni ULAġ ise; Cumhuriye-
timizin ilk ve en köklü demokratlarından birisidir. O da fikir-
lerini elitler ile millet zıtlaĢmasından yola çıkarak; Millet Ege-
menliği, Hukukun Üstünlüğü, Adalet ve Hürriyetin Tesisi
hususunda ifade getirmiĢtir.
Ali Fuat BAġGĠL hoca ise; bir çok eser yazmıĢ, bu
eserlerinde; demokrasinin bir sandık meselesi değil, zihniyet
meselesi olduğunu, fert ve cemiyetçe demokrasi zihniyetini
benimsememiĢ memleketlerde bu rejimin yerleĢip kökleĢeme-
yeceğini, Cumhuriyet tarihi başından beri tartışma konusu olan
laiklik meselesini ve buna dair eleĢtirilerini ifade ederken,
bunun yanında demokrasi, fikir hürriyeti, insan hakları ve
anayasa meselesini irdeleyerek medeniyetimize ciddi katkılar
sağlamıĢ bir Ģahsiyettir.
Bu isimlerden sonra; Anadolucu, halkçı bir siyaset
çizgisi üzerinde düĢüncelerini ortaya koyan Kemal TAHĠR
ise; “Osmanlı toplumunun sadece var olması bile Batılı soy-
guna direniĢtir. Bu direniĢ yalnızca Osmanlı toplumunun
değil bir bakıma soyulan bütün bir Doğunun direniĢidir.”
diyerek bu çerçevede medeniyet tasavvurumuza katkı sağla-
mıĢtır.
Yine Anadolucu, halkçı çizgide yer alan Ġdris KÜ-
ÇÜKÖMER de medeniyetimize ciddi katkıları olmuĢ bir isim-
dir. Ġdris KÜÇÜKÖMER; Türkiye solunun içinden yetiĢmiĢ
önemli bir Ģahsiyettir. Ancak Türkiye soluna en ciddi eleĢtiri-
leri de yine o yapmıĢtır. O, düĢüncelerini; “Türkiye‟nin sol-
cuları gericidir, Türkiye‟nin geliĢmesinden yana değildir-
ler. Tek merkezli yukarıdan aĢağıya otoriter bir örgütlen-
meyi savunurlar ve halkı güdülecek sürü olarak görürler.
Türkiye‟de ilerici sağ kanatta görülen Ġslamcı halk kitlesi-
dir” Ģeklinde ifade etmiĢtir.
Nurettin TOPÇU da Anadolucu, halkçı bir anlayıĢ
çerçevesinde fikirlerini dile getiren diğer bir mütefekkirimiz-
dir. O; “Cihadımız fikir ve ruh cephesinde, ahlak ve iman
cephesinde yapılacak ve yarınki Türkiye, Anadolu‟nun
toprağından kaynaklanan bir kan, cemaat için harcanan
emek, bin yıllık bir tarih, otoriteli bir devlet, edebi olduğu-
na inanmıĢ bir ruh temelleri üzerinde kurulacaktır.” sözleri
ile özellikle medeniyetimizin en önemli yapı taĢlarından ruh
üzerinde durmuĢtur.
Bu noktadan sonra biraz daha ileriye götürecek olur-
sak millete ve medeniyete dayalı tefekkür anlamında isimleri-
ni saymamız gereken önemli düĢünürlerimizden; Necip Fazıl,
Sezai KARAKOÇ ve Cemil MERĠÇ de siyaset çizgimizi belir-
lemiĢ önemli münevverlerdendir.
Bu isimlerden Necip Fazıl, fikirlerini Büyük Doğu
ismiyle idealize ettiği düĢünce hareketi çerçevesinde ifade
etmiĢtir. Ona göre; Batı; aklı ve maddeyi temsil ederken
Doğu derinlik ve ruhun simgesidir. Büyük Doğu mefkûresi-
nin temel prensipleri de; ruhçuluk, keyfiyetçilik, Ģahsiyetçilik,
ahlakçılık, milliyetçilik, sermaye ve mülkiyete tedbircilik,
cemiyetçilik, nizamcılık, müdahaleciliktir. Bu ilkeler ıĢığında
Büyük Doğu‟yu Türkiye merkezli, Bütün Ġslam dünyasını
kucaklayan ve beslenme kaynağı Ġslam olan bir mefkûre
olarak görmek mümkündür.
Yine bu isimler arasında Sezai KARAKOÇ, daha
evrensel düĢünen ve bu medeniyet çıkıĢını isim olarak da
daha net yapan bir mütefekkirimizdir. Ona göre çıkıĢ yolu;
BatılılaĢmıĢ mefkûrelerin değiĢtirilmesi ve yerini evrensel
ölçekte doğrulara bırakmasıdır. O; “KuĢatılmıĢ durumdayız.
Kendi kavramlarımızı bile yabancı kavramlarla tanımlıyo-
ruz. Hayat anlayıĢımızı yabancı kavramlarla ifade ediyoruz.
Oysa biz, büyük bir medeniyet ve kültür ocağıyız. Bizim
kavramlarımız, düĢünüĢ biçimimiz, hayat algılayıĢımız,
sevgimiz ve öfkemiz bize özgüdür. Onun için bulunduğu-
muz yerde bir bulamaca dönüĢmüĢ olanı yaĢamak bizim
için bir çözüm değildir.” diyerek bizlere içinde bulunduğu-
muz buhrandan çıkıĢ yolunu ifade etmiĢtir. Bunun yanında
Mehmet Akif‟te Asım‟ın Nesli olarak ete kemiğe bürünen
ideal kurtuluĢ düĢüncesi Sezai KARAKOÇ‟ta DiriliĢ Nesli
olarak karĢımıza çıkmaktadır. Onun için diriliĢ; bir medeniyet
tasavvurudur. Ġslam Medeniyetinin o eski ihtiĢamına, bü-
yüklüğüne, adalet ve hikmet yurdu bir coğrafyaya dönüĢ-
mesinin anahtar kavramıdır diriliĢ…
Cemil MERĠÇ‟in ise; “Tanzimat‟tan bu yana hazır
elbiseye meraklıyız, hazır elbise hazır medeniyete… Tefek-
kür kılıçla fethedilmez, bir parça kendi kafamızla düĢün-
mek ne kadar güç.” Ġfadelerinden de anlayabileceğimiz üzere
medeniyet değerlerimizden kopuĢun en ciddi eleĢtirilerini
yapan bir medeniyet mimarıdır. Onun eleĢtirileri; yıllarca en
çelikleĢmiĢ kalemiz olan tefekkürün surlarında patlayan
topların, bizlerde sebep olduğu kaçıĢ ile baĢkalarına sığın-
ma talebinde bulunuĢumuzun eleĢtirisidir.
Hakikatlere dair bir medeniyetin en önemli haberci-
leri hakkında, eserleri ve söylediklerinden yola çıkarak genel
bir çerçeve çizmeye çalıĢtık. Yazımızın baĢında da ifade ettiği-
miz üzere dergimiz bundan sonraki sayılarında da bu isimleri
ve eserlerini müstakil baĢlıklar altında ayrı ayrı irdelemeye
devam edecektir. Meselemiz; hakikatlere özlem duyan bir
milletin çocukları olarak medeniyet binasında birkaç kum
tanesi olabilmek…
“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /5
Âfâk Dergisi
Bu Topraklara Dair
Önce bu topraklar diyoruz. Yani kendimiz. YaĢanabili-
bir Türkiye diyoruz: Fert fert herkesin beliğinin doğrulduğu bir
Türkiye. Arı kalplerle arı yaĢantıların birleĢtiği zinde toplumu
özlüyoruz. Yeniden Büyük Türkiye içsel yürüyüĢlere çıkabilen,
tanrının istediği yaĢamın muhasebesini içinde yapabilen fertle-
rin omuzlarında kurulacaktır. OmuzdaĢlarımı arıyorum tüm
günahlarıma rağmen. Günahkâr ellerle bu toprakları yaĢanabi-
lir kılamazsınız.
Bu topraklarda yaĢayamazsınız; yani komĢu hakkını bilmeyen-
lerdenseniz, bu toprakların çocuklarının önce Allah`ın katında,
sonra diğer insanların nazarında yüceldiğini göremezsiniz.
Erdemlerini çoğaltmalısın, Ģiiri içine damıtarak okumalısın.
Cümle kurmayı beceremesen de iyi kurulmuĢ cümleleri ayırt
edebilmelisin. Ve yaĢam, ve medeniyet; dilimizin, kelimelerimi-
zin, yani kendimizin, benliğimizin sırtında büyüyecek. Dilden
atılan her kelime benliğimizden koparılan parçalar. Ahlakımız-
la ördüğümüz benliğimizi yok etmek istiyorlar. Dilimizi ayakta
tutabilirsek buna meydan vermemiĢ oluruz.
ĠĢ bizde bitiyor sevgili okur.
Medeniyetimizi canlandırtmak zorundayız. Yüreğimi-
zi vahyin nuruna açamazsak, yaĢantımızı Allah`ın çizgisine
çekemezsek Ģehirlerimizi kaybederiz.
Dikkat et ortada Ģehir kalmaz demiyorum, Ģehirlerimizi kaybe-
deriz diyorum.
Var olan Ģehir bizim Ģehrimiz değil. YaĢantımızı budadılar,
dilimizi budadılar, dinimizi budadılar, Ģehirlerimiz de budan-
dı.Ġnsan kahrolmayı da bilmeli. Bilmeli ki budanan değerlere
kahrolup eyleme geçmeli. Çünkü Yaradan‟ın
istediği yaĢam eylemsizliği sevimli bulmaz. Ve kafanı patlata-
cak düĢüncelerdir seni eyleme geçirecek Ģey.
KiĢiliğini Allah dostlarınınkine uygun olarak büyütmelisin.
KiĢiliğini inĢa edeceksin ki, medeniyeti de inĢa edebilesin.
Ümmeti seveceksin. Ümmeti sevenlerle kalbi bağlar
kuracaksın. Dedik ki düĢüncelerdir seni eyleme geçirecek Ģey.
DüĢüncelerin kaynağı, hayatımızı baĢtan aĢağıya dizayn eden
Kur`an olmalı. Hayatını Kur`ana kurmalısın. Tabi önce zihnini
ayarlamalısın. Katıksız Kurani düĢünceyi damıtarak gönlüne
fikirler serdetmelisin. Tevhide ayarlanan bir ömürdür geçek
yaĢam.Tekrar Medeniyete dönecek olursak bilmelisin ki bu
sancılı bir süreçtir. Öyle her Ģeyini değiĢtirmeyi göze alamayan-
lar bu yolun yolcusu dahi olamazlar.
Sanat ve musiki ile arandaki perdeleri kaldırmalısın.
Kudüs`ü sevmelisin. DüĢünceyi olduğu gibi, eylemselliği de
vücudunun herhangi bir azasıymıĢçasına benimseyebilmelisin.
GayretkeĢ olmalısın. Ve hayallerin gökyüzünü delip geçmeli.
Kendisiyle bağı bu kadar kopuk baĢka bir millet daha
var mı diye düĢünüyorum kaç zamandır. Dikkatlerini odakla-
yacağın nokta tam da burası sevgili okur: Ümmet ayağa kalk-
malı ve sırf bu yüzden bile olsa kalp ve zihin olarak TaĢkent`te,
Buhara`da, Bağdat`ta olabilmelisin. Söylenebilecek o kadar çok
Ģey varken burada susmayı seçiyorum. Susmakta bir eylemdir
neticede. “Hedef Bir” yazıyorum odamın buğulu camına ve
devam ediyorum: “bir hayatı, ısmarlama bir hayatı bırakıyo-
rum. [ismet özel, mataramda tuzlu su]”
Mustafa Esen
“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /6
Âfâk Dergisi
SU GĠBĠ AZĠZ BĠR MEDENĠYETE DAĠR
Mehmet Samet SÖNMEZ
Bir kültürün özelliklerini, o kültürü yaşayan ve yaşatan toplumların hayatına bakarak öğrenebili-
riz. Toplumun kullandığı aletler de o medeniyetten izler taşır. Örnekler üzerinden gidecek olursak, Bü-
lent Akyürek’in işaret ettiği gibi; hızlı yaşayan, anı yaşamayı temel yaşam sloganı olarak benimseyen Batı
toplumu, bu sebebe binaen arabayı icat etmiştir. Asansörün de patenti Batı’ya ait olmalı. Örneğin bizim
uçkur bağımız vardır, onların fermuarı.
Bizim oralarda abdesthanelerde su dökmek için kullanılan alete ‘ibrik’ derler. Yöresel bir isim midir bil-
mem ancak ibrikte medeniyetimize dair esaslı ipuçları mevcuttur. Tamamen su israfını önlemek için ta-
sarlandığını kullananlar bilir. Depo sayılabilecek su haznesi geniş, suyun döküleceği kısım ise oldukça
dardır. Su gibi aziz bir medeniyetin evlatlarına da böylesi bir eşyayı kullanmak yakışırdı.
Batı’nın tuvalet kültüründe henüz su dökmek için icat edilmiş bir alet mevcut değil. Sanırım abdest al-
mak nasip olmadığı için ve memleketimizde alaturka diye bilinen tuvaletler mevcut olmadığından dolayı
böyle bir alete gereksinim duymamışlar. Onlarda temizlik görevi gören sifonlar vardır. Ve sifonlar su isra-
fına oldukça elverişli aletlerdir.
Erbakan Hoca’nın yüksek öğrenim için gittiği Almanya’dan anlattığı bir olay meşhurdur. Evine gittiği bir
Alman yüzünü yıkamak için lavaboya gider. Lavabonun deliğini tıkar, suyla doldurur. İlk önce burnunu
temizler ve ardından aynı suyla yüzünü yıkar. Bu misal, Batı ve İslam medeniyeti arasındaki temel farkı
ortaya koymaktadır.
İslam medeniyeti ise suyu temizlik için kullanma noktasında çok hassastır. Vücudun necisten
arındırılması için boy abdesti, günde beş vakit namaz öncesi abdest, Kuran okumadan önce alınması em-
redilen abdest ve hatta her zaman abdestli dolaşmanın tavsiye edilmesi bu konuya delalet eder.
İsrafı önleyen ve suyu önceleyen bir medeniyetin çocukları yüzyıllar boyu yeryüzüne adalet ve özgürlük
dağıtmışlar. Peki, zulmün, israfın, adaletsizliğin kol gezdiği modern dünyada, özlemle aranan bu hassasi-
yetlerimizi nasıl kaybettik? Cevabı derinlerde, beylik laflarla aramak yerine bir tefekkür edelim: Bu soru-
nun cevabı evimizdeki tuvaletlerde ibrikleri kaldırıp yerlerini sifonlara bırakmamız olabilir mi?
“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /7
Âfâk Dergisi
Mehmet Samet SÖNMEZ FELSEFENĠN ARADIĞI HAKĠKAT
Eyüp Aktuğ
Felsefe, tarafsızlıktan yola çıkıp, bulacağı veya
bulamayacağı nispet ve istikametlere göre kendisine
taraf arayan baĢı boĢ düĢünce manzumelerinin adıdır.
Felsefenin gayesi mücerret fikre ulaĢmak değil tam ter-
sine fikri mücerret ufuktan büsbütün alıkoymaktır.
Daha önce dürdüğümüz tarih sayfalarını hata ve se-
vapları ile tekrar açtığımızda göreceğiz ki, felsefe mü-
essesesinin herhangi bir Ģubesi kendinden önceki Ģube-
yi düĢman bellemek ve kendinden önceki Ģubeyi çürüt-
mek metodunu kullanarak antitezini geliĢtirmiĢtir.
Dikkat ederseniz tez değil, antitez... Ne gariptir ki, ge-
liĢtirilmeye çalıĢan bu antiteze karĢılık, kendinden son-
ra gelecek herhangi bir felsefe Ģubeside kendisinin anti-
tezini geliĢtirecektir. Bu noktada Ģu temsili vermekte
sakınca görmüyorum.
Bir adam tahayyül edelim, bu adamın eli yanmış olsun
ve elindeki bu yanığın acısı adamı perişan etmiş olsun.
Bu acıyı dindirmek için elini bir tas suya sokuyor ve
elindeki yanığın acısı diner gibi oluyor. Fakat bir za-
man sonra bu acı şiddetlenerek devam ediyor. Yeni ça-
reler aramaya kalkıyor... İşte felsefe patronlarının va-
ziyeti bundan ibarettir. Teşbihte hata olmaz düsturun-
dan hareketle bunu bütün düşünce amelelerine intikal
ettirebiliriz.
ġimdi hakikate dönelim. Hakikat ise, felsefe için güya
varılması lazım gelen, fakat asla varılmayan, varılma-
yacak ve boyuna aranacak olan bir hedef, bir ilk mer-
haledir. Ġslam'da, felsefede olduğu gibi "eli yanan ada-
mın" baĢıboĢ arayıĢı yoktur. ġu suallere cevap verelim:
Neyi arıyorum?
Niçin arıyorum?
Aradığımı bulunca ne olacak?
Ġslam'da hakikat önce varlığın sırlarını aramak
ondan sonradır. Hakikat ezeli ve ebedidir. O'nun keĢfi-
ne lüzum yok ancak hakikatin aksettiği varlığın sırları-
nı aramak var. Bu öyle bir arayıĢ olacak ki, sonunda
bulmak olmayacak. ġimdi sual edeceksiniz: "O halde
niçin arıyorum?" Hakikate yaklaĢmak için. Sırası ise
Ģöyle;
Birbirinin yanlıĢını çıkartmaktan baĢka rolü olmayan
felsefeyi, periĢan ve her dem birbirinin baĢını yemek
gayesinde bir demokrasiye benzetecek olursak Ġslam'a
hakikat saltanatı gözü ile bakabiliriz. Demek varıĢ ön-
ce, arayıĢ sonra...
VarıĢa istinad eden hamlenin adı ise tefekkürdür. Te-
fekkür en ince tarifi ile Allah'ın hakikati karĢısında ku-
lun kulluk Ģuurunu her an hatırlaması ve varlığın girift
sırlarına hikmet nazarıyla bakmasıdır. VarıĢa bağlı te-
fekkürün adı da felsefe değil, hikmettir. Meseleyi çer-
çevelendirmenin vakti geldi: "Felsefe baĢıboĢ bir çıkıĢ
ve bulamayıĢ, Ġslâmi tefekkür ise düzenli bir yol alıĢ
ve bulduğunu derinleĢtiriĢ ve geniĢletiĢ..."
Muhabbet ile...
“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /8
Âfâk Dergisi
SESSİZLİK KULELERİ
Betül ÇINAR
Yıllar önce edebiyat öğretmenim bir yazı yazmamı istemişti. Konusu ise; üzerinde yaşadığımız bu gezegenin rengini
değiştirmek isteseydin hangi renkleri kullanırdın o resimde? Çok uzun düşünmedim çalakalem yazıverdim o yazıyı. Zor olmadı
özgürlüğü mavi ile bağdaştırmak, temizliği yeşil ile ifade etmek.
Bir şey eksik kalmış ama o yazıda. Zulmün rengini söylememişim. Zulmün rengi siyah desem siyaha hakaret olur sanı-
rım. Siyah aslında asaletin rengidir. O zaman nedir zulmün rengi? Şu yaşlı gezegenimizi kana boyayan zulmün rengi kırmızı mı
acaba?
Bir bayramı bayram yapan şeylerden biri kardeşini hatırlayıp bayramını kutlamaktır. İslâm ümmeti öyle bir bayram
geçirdi ki… Gözü yaşlı, gönlü buruk. Bir yanı kan ağlarken bir yanı bayram yapamadı. Bayram sabahı katliamları duyduk. Yüre-
ğimiz kan ağladı, gönderdik kurbanlarımızı. Onların kurbanları ise bedenleri oldu. Kardeşlerimizin bayramını kutlayamadan
şehadet bayramına uğurladık onları.
Bir Çin atasözü vardır: “ilginç zamanlarda yaşayasın” diye. Sanırım birisi ardımızdan bu bedduayı okumuş. Öylesine
ilginç zamanlarda yaşıyoruz ki neredeyse yolumuzu şaşıracağız. Zulüm orada boy atarken asrımızın inanmışı TV başında ken-
dinden geçebiliyor. Oysaki sancılarımız aynı olmalıydı ki biz ümmet olabilelim. Bizim ellerimizde Kabil misali kana bulanınca
mı açılacak gafil gözlerimiz? Zerdüştler misali “sessizlik kuleleri ”ne mahkûm değiliz belki ama etlerimizi yine akbabalar yiyor.
Bu nasıl iş anlamıyorum. Yüreğimizi deşiyorlar benliğimizi yok edip hassasiyetlerimizi eritiyorlar ve ruhumuz duymuyor. Maz-
lumun yanında olmaktan korkan bir ümmet olmuşuz. Hadi! deyince el uzatacak kim var diye düşünüyor insan.
Vicdanlar ölmüş insanlık ise can çekişiyor. Elleri kana bulanmışta kendisini nar yemiş sanıyor insanlık. Yürek burkan
manzaralar karşısında robot gibi donakalmış tepki vermiyor. Azrail’ e “durumu stabil gel al insanlıktan bu canı, ruh çoktan çık-
mış” diyesim geliyor. Haddini bil diyorum kendime sonra.
Ruh çıkmış ama can var. Çıkmamış candan da ümit kesilmez sözü geliyor aklıma. “Ümit var olmak gerek” diyor bir
âlim zat güveniyorum onun sözüne. İçimde volkanlar harekete geçiyor bazen küçük çocukları görünce. Bunlar bizim gibi gafil
insanlar olmasın diye de dua ediyorum. Sezai Karakoç diyor ya hani “kendimin bir diriliş eri olduğuna inanıyorum” diye, işte
Rabbimden bu ruhu bize ve gelecek nesillere nasip etmesi için çok dua ediyorum.
Zulme rıza gösteren insanlıktan, mazlumu koruyan Rabbime sığınıyorum. Diyor ya Akif “Zulmü alkışlayamam, zalimi
asla sevemem” ben de onu tasdik ediyorum. Rabbim bu ümmete istikamet versin.
Vesselâm…
“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /9
Âfâk Dergisi
YOLCULUK NEREYE?
Merve Kocamaz
Bazı Ģeyleri satın almak, değiĢtirmek, borç alıp, borç vermek mümkündür. Ancak zamanı satın almak, değiĢtirmek, borç
vermek söz konusu bile değildir hele de Ģu su gibi akıp geçen zaman içinde. Pek kıymeti bilinmese de üzerine yemin edilen bir
kıymet taĢır benliğinde. Hadis-i Ģerifte buyrulmuĢtur: „‟Ġki Ģey vardır ki onlar hakkında insanların çoğu aldanıĢ içerisindedir.
Bunlar; sıhhat ve boĢ vakittir.‟‟
Bir insan dünyevi bakımdan, Yusuf aleyhisselamın parmak kestiren güzelliğine bile sahip olsa, Ģayet masiva ve riyakarlığın için-
deyse mutlak ziyandadır. Bir kimse Süleyman aleyhisselam kadar bir zenginlik ve saltanata sahip olsa eğer fısk-u fücur içindeyse
zararda ziyandadır. Asr suresinin ıĢığıyla bakmak gerekirse ebedi bir hüsrandan kurtulmak isteyen kiĢinin kurtuluĢ yolu:
Kalbinde imana en güzel yeri ayırması
Onun amel-i salih ile emirleri uygulaması
Hakkı yaĢayarak tavsiye etmesi.
Son olarakta sabrı yaĢayarak tavsiye etmesidir.
Bu ahir zamanda Cenab-ı Hak –azze ve celle- ibadetlerimizi ömrümüzün son ibadeti imiĢ gibi, ölmeden son fırsat Ģuuru ve idraki
ile eda etmemiz gerek. Her güzelliği Ģükür sebebi, her geceyi Kadir, her geçeni Hızır, her ibadeti son lutuf olarak görmek gerek.
Gafilâne bir hayat; çocuklukta oyun, delikanlılıkta Ģehvet, ergenlikte haramlarla gelen gaflet neticesinde ihtiyarlıkta gelen kaybe-
dilip gidenlere hasret, piĢmanlık ve bin bir türlü sonucu olmayan nabametten ibarettir. Biz doyumsuz insanlar önce acizliklerle
dünyaya geliyoruz sonra Cenab-ı Mevla gençlik yıllarında kuvvet ve heves veriyor sonra geri alıyor tekrar aciz oluyoruz benliği-
mizi kaybetmiĢ Ģekilde ortada kalıyoruz ve biz biçare kullarını bu hakikate çekerek soruyor : „‟ Akıl erdirmez misiniz? (yolculuk
nereye) „‟
Bizler nereye gidiyoruz? Yolculuk nereye? Yolculuğa hazır mıyız? Yoksa belli yaĢa gelip mi baĢlayacağız Ġslam‟ın gerekçelerini
yapmaya? Daha vakit var değil mi nasılsa gence ölüm yok!? Sırattan nasıl geçmek kimlerin suretini görmek istiyoruz acaba? Nu-
run ala nur olup kâinatın efendisi Efendimize komĢu olup onun yanında kalmak mı yoksa yalvarıĢlarımızı duymayan cehennem
meleklerinin yanında olup onları görmek mi?
Her birinin cevabı içimizdeki zıt kutupta, bir Musa bir Firavunda… Eğer gönül bir Musa olursa bir asa ile Firavunu alt etmek
elimizde. Bizi Hak katında mahcup etmeyecek davranıĢlara vakıf olmamız gerek elbette. Bir günahı, haramı sıradan görmeye
baĢlıyorken sor kendine: Ey Âdemoğlu! Yolculuk nereye?
SESSİZLİK KULELERİ
“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /10
Âfâk Dergisi
EDEBĠYATA MEYYALĠM ĠNAN KĠ DERTTEN!
Sefa TOPRAK
Ġnsanlar neden sosyal paylaĢım sitelerinde edebiyata ve felsefi aforizmalara sarılıyor? Oysaki her ikisi de günlük hayatla-
rında yeri olmayan unsurlar. Hâlbuki kiĢilerin onlardan beslenip kendine ait cümleleri kurmaları daha olgun ve yetiĢtirici bir tavır
olacaktır. Velev ki bu cümleler kimse tarafından beğenilmese, hatta görülmese bile kiĢinin kendi istidadını yitirmemesi ve geliĢtir-
mesi babından oldukça önemli bir bahistir. Özelliklede facebook ve twitter gibi kullanım alanını milyonlara çevirmiĢ fenomen
sanal sosyal paylaĢım dünyasının içinde insanlar adeta evlerine girerken farklı bir kimlik taĢıyıp klavye baĢına geçtiğinde ise
apayrı bir kimlik ve karakter kuĢanarak hem kendisine karĢı hem de iletiĢimde olduğu kiĢilere karĢı yapmacık ve sahte söy-
lemlerle birlikte farklı bir Ģahsın rolünü oynamaktadır. Hem de -üstesinden gelir derecesinde- ustaca.
Peki, şehrin insanı bu tür bir yaklaĢımla, olduğundan ya da varlığından farklı bir görüntü içine girme gereksinimini neden
duyuyor? Ya da meseleye Ģöyle bir yaklaĢım mı getirsek insanların –hayallerindeki– olmak istedikleri gibi bir yaĢamı realite içe-
rinde bulamaması sonucu kendilerini rahatlatıp, eksik duygularını beslemek ve abartılarını törpülemek için bu yolu tercih ettikle-
rini düĢünebilir miyiz? Bu noktada içine düĢülen bu durumu özetleyecek bir kelime var elimizde. “Katarsis” yani insanları, biyolo-
jik ve psikolojik bakımından rahatsız edecek dereceye varan, çeĢitli –siyasi, sosyal, ahlaki, dini, ekonomik- sebeplerden dolayı açı-
ğa vurulamayan duygu yükünün belli, uygun bir kanalla boĢaltılması ve kiĢinin bu duygu yükünden arınarak sükûnete ermesi
Ģeklinde tarif edebileceğimiz bir durumdur. Bu ahval içerisinde, kiĢi ihtiras derecesine varan bazen kendisinin dahi ürküp yinede
nefsin istekleri karĢısında ket vuramadığı duygularını, modern dünyanın kitlesel elementleri ile açığa çıkarma yolunu ve çeĢitleri-
ni bulabilmekte. Bu durum yüzü sahte, içi rahmani-Ģeytani duyguları girift bir Ģekilde barındıran, içerisindeki ile dıĢına yansıyan-
ların uyumsuzluğunu yaĢayan ve bu ikilem içerisinde kendince farklı roller oynayan kiĢiliklerin ortaya çıkmasına neden olmakta-
dır.
Aynı durumun farklı yöntemle ele alınıp çözüme kavuĢturulduğu tasavvuf mecrasında “nefis terbiyesi” olarak addedilen
ve seyr ü sülük baĢında nefs-i emmârenin necis duygularından arınmak Ģeklinde nefsin terbiye edilmesi için açlık ve yalnızlık
(uzlet) metotlarının uygulandığını görmek mümkündür.
Günümüzün egoistlik veya kariyer peĢinden koĢmak Ģeklinde irdelendiği bu mesele olgunluğa ermede aĢılması gereken
mutlak bir sınır taĢıdır. Bugün Yunus Emre isminin ya da bir Mevlana, ġems, Niyazi Mısri Ģahsiyetlerinin kazanmıĢ olduğu ulvi
değerin hangi merhalelerden geçtiğini görmek adına elimize alıp okuduğumuz ”aĢk, od, aĢkın gözyaĢları” gibi eserlerin yanında
esas görmemizi iktiza eden iĢte bu husustur.
Modern dünyada insanların evinden çıkarken, her Ģeyi elde etmeliyim. Kazanmalıyım. Asla kaybetmemeliyim. BaĢarabi-
lirim. Gibi söylemlerle kendisini fiĢekleĢmesinin yanında kader ve kaza hükmüne olan inancın nasıl sarsıldığını ve tevekkül kale-
“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /11
Âfâk Dergisi
sinin nasılda fütursuzca yıkıldığını görmek hiçte zor değildir. –bu meselede örnekleri uzaklarda aramaya lüzum yoktur, bu kıĢ-
kırtma herkesin içinde vardır muhasebenin öze yönelik yapılması gerekmektedir- ĠĢte bu hâl yaĢanılan dünyanın esas alındığı,
sokaklarında insanların selamsız dolaĢtığı dünyada adeta marazilik doğuran bu durumdur.
Hâlbuki insanları içinden çıkılmaz buhrana ve tutunulamayan bir yaĢama götüren bu hal, “Bu dünya geçici mirim, mü-
him olan ötesi” düĢüncesi ile softasını üzerine geçirmiĢ haki aba giyen “bir lokma bir hırka” düsturu ile nefsini, aklını ve kalbini
Rabbine bağlayan bir derviĢ tarafından nefsin temizlenmesi ile halledilmiĢ ve tekâmüle eriĢmek yolunda aĢılmıĢ bir basamak
olarak görülmüĢtür. ĠĢte esas mesele burada Ģekilleniyor. Ġnsanlar içlerindeki “kendi”leri ile hesaplaĢıp bu azgınlığı terbiye mi
edecek yoksa onun emrine girmiĢ bir muti gibi onun heva ve istekleri doğrultusunda renkten renge girerek duruma göre haller
alacak ve bir saatlik zaman diliminde kendinden uzak birçok karakterin yabancısı olduğu dünyaların rollerini üstlenecek ve suni
bir hayat mı yaĢayacak. ĠĢte bariz örneğini facebookda alenen gördüğümüz baĢkalarının meziyetlerini üzerine takınarak, profi-
linden kiĢinin sosyal, siyasi ve ahlaki mizaç yapısının çizildiği ve adeta sahte duyguların vülgarize edildiği bir sahne görevi üst-
lenmiĢ bu gösteri âleminde, herkes kendini fark ettirmek ve buradayım mesajı vermek peĢinde koĢmaktadır. Elinden geldiğince
heybesindeki her meziyetini ortaya döküp, yetmeyip eksik kalan yanlarının da eĢten dosttan çalınmıĢ verilerle, özellikle de; ede-
biyat, felsefe ve tasavvuf ürünlerinin hoyratça bilinçsizce tamamen fark edilmek için kullanılmıĢ kendilerinin dahi anlamadığı
söylemler yer etmektedir bu sahte kiĢilikler kitabında. Bu sanal âlem, laf çok icraat yok örneklerinde olduğu gibi genellikle oku-
nan gazete köĢeli yazılarla ya da birkaç belirli isimlerin yazdıkları okunarak kahvelerde memleket yıkıp vatan kurma meraklıla-
rının bilgiçlik edasının forsunun satıldığı, bilmiyor olsa bile -sanki- biliyormuĢlukdan geçinmenin ekmeğe sürülmüĢ bal misali
tadının çıkarılması halidir. Belki de olduğumuzdan daha farklı göstermek içindir kendimizi bunca paralayıp Ģekilden Ģekle sok-
mamız. Bu emellerimiz içinde sanal âlemler bizim için biçilmiĢ birer kaftan oluveriyor. Ġnsanların, kiĢiliği, dünya görüĢü, fikirleri
beğeni ve uğraĢlarının profil aracılığı ile öğrenildiği bu yanılgı aleminde insanlar oldukları gibi değil de aslında olmak istedikleri
gibi göstermek istiyorlar kendilerini. Örneğin bugün Mevlevilik yoluna girip çile çekmek Ģöyle dursun Mevlana'nın kim oldu-
ğundan dahi bîhaber olan insanlar Mevlana‟nın sesinden yararlanarak baĢkalarının dikkatini üzerine çekmeye çalıĢıyor.
Birçok kez rast geldiğim bu manzarada Mevlana‟dan bir söz paylaĢıp ve bir iki arkadaĢı ile yorum yaparak muhabbete baĢlamıĢ
bir kiĢinin bakıldığında ettiği muhabbetle yukarıdaki -çakma- mesnevi parçalarının alakası yok. Yine aynı Ģekilde basitleĢtirilen
ve bayağılaĢtırılan meselelerden bir tanesi de Ģüphesiz Yusuf ile Zeliha münasebetidir. Kuran‟da ahsenü‟l kasas Ģeklinde ifade
olunan bu mübarek kıssa sanki modern dünyanın insanı buradan sadece aĢk, sevgi, ihtiras ve sevdiğinden ayrı kalma gibi duy-
gularını öğrensin. Ve bunu karĢısındaki insanın hissiyatını etkilemesi için kullansın Ģeklinde bildirilmiĢ gibi kıssada ki o asıl tem
olan imtihan ve nefsin Ģehvani duygularını sırf Allah korkusundan ötürü terk etmek olduğunu unutmaktalar. Ve yine birçok
kiĢiler sabrın ne durumda olursa olsun inananlar için Ģart olduğu vurgusunu yok sayarak, bilinçli veya bilinçsiz bir Ģekilde in-
sanları aldatmak amaçlı geleneksel dinî, millî Ģahsiyetleri malzeme olarak kullanıyorlar.
Bu iĢe birde halisane yaklaĢanlar açısından bakmalı. Bizler güneĢin doğuĢunu alınlarından duyan doğunun çocukları
hayatımızı misaller üzerine yaĢarız, beklide bu yüzdendir geleneksel sözlü anlatı türlerinden aktarılan kesitler, öğütlerle idealleĢ-
tirilmiĢ kahramanlarla doludur. Ġsmet özelin dediği gibi “başkalarının aşkı ile başlıyor hayatımız ve devam ediyor başkalarının hınçları
ile” bizler duygularımızı ifade ederken hep yaĢanmıĢlıktan ve bizden öncesinden yola çıkarak anlattık kendimizi. Temsilde hata
olmaz kaidesi temsilde hata payı olmasın endiĢesinden ileri geliyormuĢ meğer. SavaĢıyorsak Mehmet oğlu Seyit gibi ve direni-
yorsak MalkomX gibi seviyorsak Ferhat ile ġirin gibi örneklerini gösterdik insanlara. Kendimizi ifade ederken mutlaka önceden
biçilmiĢ basmakalıpları kullandık bu da bizi köklerinden kopmayan bir dal haline getirmekle birlikte, kendimize olduğumuzdan
farklı görünmemize neden oldu. Esasen büyük çerçeveler içerisinde kendi dünyamıza yerler bularak kendi yetilerimizin eksikli-
ğini kapatmaya çalıĢtık. ĠĢte bu noktada tasavvufa ne kadar da ihtiyacımız var oysaki. Varlık denizinde kendimizi bir damla ka-
dar görmemek meselesi. Bunun idrakine ermek bile bize ürkütücü geliyor. Modern dünyada insanın buradayım beni fark edin
çığlıklarına mukabil nefsim sen ölmez misin diye seslenen miskinlerin, kuru ekmeklerine ihtiyacımız var.
Yine baĢkasının -bir garip derviĢin- yaĢantısından örnek vererek özetledik kendimizi…
“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /12
Âfâk Dergisi
CEMĠL MERĠÇ‟LE RÖPORTAJ
Hazırlayan; Burak TEKĠNER
Küçüklüğünden itibaren bir baĢına kalmıĢ küçük bir çocuk… Dört yaĢında okumayı söken, son-
rasında kitapların dünyasına sığınmıĢ dev bir adam… Hayatını kitaplardan kazanmak zorunda olan esas-
lı bir yazar... FildiĢi kulesinde bir hakikat savaĢçısı… Gözlerini kaybetmiĢ, yüreğiyle görmek zorunda ka-
lan bir muallim… En önemlisi de hafızasını kaybeden bir ülkeye geçmiĢini hatırlatan, yüzünü batıya dö-
nen aydınlarımıza neler kaybettiğini hatırlatan bir fikir iĢçisi… Ve iĢte Cemil Meriç‟in kitaplarından der-
lediğimiz röportajı:
1) Öncelikle Cemil Meriç kimdir?
„„ Kendimizi tanımak irfanın varabileceği en yüksek merhale‟‟ ( Jurnal, 27.03.1983)
„„ Babamın Kur‟an kapağına kaydettiği doğum tarihi: 1332, Kânunuevvel 12… on iki aralık‟ta doğan ço-
cuk itilmiĢ, kakılmıĢ, düĢman bir dünyada dostsuz büyümüĢ. Daima baĢka, daima yabancı… DüĢman bir
çevrede ister istemez kitaplara kaçıyorum. Yani düĢünce ve edebiyata hür bir tercih sonunda yönelmiyo-
rum. Anlıyorum ki; zalim ve kıyıcı bir gerçekten kurtulmanın tek çaresi, reel dünyadan kitaplar dünyası-
na sığınmak…
„„ Kimim ben? Hayatını, Türk irfanına adayan, münzevi ve mütecessis bir fikir iĢçisi.‟‟ (Jurnal)
„„ Ben, düĢünen, okuyan ve temsil ettiği, temsil ettiğini sandığı beĢeri değerleri lekelememek için aç kal-
mağa, açlıktan kıvramağa razı olan adam… „„ ( Jurnal, 27.03.1963)
„„Gözlerini, hayatını hakikat uğruna feda ederek nesl-i âti destanlarına bir zafer ve fedakarlık numunesi
olacak hakiki bir insan… „‟ (18 temmuz 1935 tarihli mektup, bu ülke: s.36)
2) Gözlerinizi kaybetmeniz sizi ve düĢünce hayatınızı nasıl etkiledi?
„‟Bazen bir kuyuya benziyor hayat; kör, pis, zehirli bir kuyuya. Boğuluyorum, ölüme koĢacak mecalim
kalmıyor, kimseyi görmüyor gözüm. Sevdiklerim yabancılaĢıyor. Kitaplar tuğla oluyor birden. Dostları-
mın sesini tanımıyorum. Varlığım bir tele asılıyor. Bir kâbus bu, bir hastalık. Gözlerimi kaybettikten sonra
sık sık bu kuyuya düĢtüm… „„ (Jurnal, 25.03.1963)
“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /13
Âfâk Dergisi
3) Kahramanlarınız kimlerdir?
„„ Balzac edebiyatta ilk aĢkımdır. DüĢünce dünyasına onunla girdim.‟‟ (Jurnal, 10.12.1966)
‟Ahmet Mithat fakülte değil, üniversite. Ben onun çocuğuyum…‟‟ ( Jurnal, 19.11.1969) „‟ Nazif hayatımın
ilk mukaddes isimlerinden. Benim için edebiyat Ģiir demekti. Nabi‟ye, Fuzuli‟ye, Nedim‟e aĢıktım. Refik
Halit bir kaynaktan fıĢkıran su kadar berraktı. ‟‟ ( Jurnal, 01.04.1963)
„„ En çok sevdiğim Fransız yazarları; Hugo ve Chateaubriand, sonra Balzac; düĢünür ve filozof olarak da
Voltaire. Fikri geliĢmemi en çok etkileyen yazarlar Paul Bourget ve Taine. Niçin? Belki de biraz onlara
çekmiĢim de ondan.‟‟
4) DüĢünce dünyanıza yön veren diğer isimler hangileridir?
„„ DüĢünce hayatıma yön veren öteki ustalar: Ġbn Haldun. Roursseau‟dan Nietzche‟ye, Nietzche‟den He-
gel‟e ve Ģakirtlerine geçiĢ… ( Mağaradakiler, s. 324)
5) Bir aydın olarak; yazmak sizin için ne ifade ediyor?
„„ Karanlıkları devirmek ve aydınlık bir çağın kapılarını açmak için en mükemmel silah: kalem. Sözde ya-
zıyla kazanılmayacak savaĢ yok… Kalem sahiplerine düĢen ilk vazife: telaĢ etmemek, öfkelenmemek, kin
kıĢkırtıcısı olmamak. Halkı okumaya, düĢünmeye, sevmeye alıĢtırmak. Bir kılıncın kazandığı zaferi, baĢka
bir kılıç yok edebilir. Kalemle yapılan fetihler, tarihe mâl olur, tarihe, yani ebediyete… „‟ (Bu Ülke, s: 61)
6) Kendinize en yakın hissettiğiniz edebi tür hangisidir? Ve niçin bu tür?
Üzerinde rahatça kalem oynatabileceğim tek saha: deneme. Denemenin belli bir muhtevası yok, her edebi
nevi kucaklayacak kadar geniĢ, rahat ve seyyal, kalıplaĢmamıĢ olduğu için çekici… ( BU ÜLKE, S. 61)
7) Tanzimat‟ı soracak olursak… Bu süreçte neler kaybettik? Tanzimat‟ın bizden götürdükleri nelerdir?
„„ Tanzimat‟tan bu yana Türk aydınının alınyazısı iki kelimede düğümleniyordu: aldanmak ve aldatmak.
Senaryoyu baĢkaları hazırlamıĢtı, biz sadece birer oyuncuyduk. Nesiller bir ütopyanın kurbanı olmuĢlar-
dı… Avrupa‟yı tanımamak gaflet; Avrupa‟yı tanıyan ülkesinden kopuyor. ( Bu ülke: s, 53) ‟‟
„‟ Türkiye ruhunu kaybetti. Toprak mı? En değersiz Ģeyimizdir belki de. Belki de en değersiz Ģeyimizi
kaybedince her Ģeyimizi kaybettiğimiz anladık. Ruhumuzu… „‟
8) Sizin için bir dönem solcu, bir dönem Marksist, bir dönem Sosyalist son dönemlerinde de sağcı ol-
du diyorlar? Ya siz bu konu da ne dersiniz?
“Ben hayatımın delikanlılık çağından bu yana kadar düĢüncelerimde hiçbir temel değiĢiklik yapmadım.
Yani soldan hareket ettiğim de, sağdan karar kıldığım da yanlıĢ bir değerlendirmedir. Hiçbir zaman sağ
da olmadım sağ da. Böyle bir sınıflandırma sokaktaki adam için geçerli olabilir. Ömrünü düĢünceye ada-
yan, Eflatun‟dan Marx‟a kadar her düĢünce adamını sevgi ve saygıyla selamlayan, bütün dinlere, bütün
mezheplere saygılı bir kimsenin herhangi bir kilisede barınabileceği nasıl düĢünülebilir? ‟„ ( Somut, 02.02.
1983
9) Bir kısmı da gerici diyor?
Murdar bir hal‟den muhteĢem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir! (Bu ülke,
s. 52)
10) Peki üstat, son olarak; yobaz kelimesi sizde ne çağrıĢtırıyor ?
Yobazlık, ġark‟ın nefis müdafaası. Yobaz, samimiyet, yobaz kendini bir nass‟a hapseden idrak; bir nass‟a,
yani sonsuza. Yobaza düĢmanlık, tarihine düĢmanlık. Yobaz biziz, en güzel taraflarımızla biz.
“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /14
Âfâk Dergisi
BEYAZ PERDENĠN DEMOGOJĠSĠ
Enes Karademir
Sinemanın etkisini artık yok sayamayız. Fotoğraf maki-
nesinin icadından sonra ortaya çıkmıĢ olan oynayan kareler kısa
sürede geliĢtirilerek bir sanat dalı olma özelliği kazandırıldı. Bir
çok sanatı bünyesinde barındırabilme niteliğiyle genç neslin
vazgeçemeyeceği popülariteye ulaĢmıĢ oldu. Batıda bu hareket
hızla ilerleme kaydederken bizim kültürümüzdeki tanıĢıklık
fazla uzun sürmedi. Ġlk zamanlarda aydın zümre denilen
“batıcılık” zehrinden beslenen, Ģeyi havada olan insanların elin-
de olan bu oynak kare sanatı ileriki yıllarda, halkın içinden
(milletin değil!) çıktığını söyleyen insanlarında dahil olmasıyla
sıfırın altında ilerleme gösterdi. Sıfırı geçip biraz ilerleyince artık
bizimde bir sinemamız var dediler ve “Türk Sineması” namıyla
piyasaya giriĢ yaptılar. Anti parantez; Türk sineması halen
“Milli Sinema” reaksiyonuna giremedi, birkaç yapıt haricinde.
Türk sineması olarak vasıflandırılan bir “aks” hareketi baĢlamıĢ
oldu aydın zümreye inat. Yıllar yılı bin bir zorluklarla, sansür-
lerle, dayatmalarla, ısmarlamalarla, çeliĢkilerle, kendine iğneyi
batıra batıra (çuvaldız aydın zümreye) irtifa kazanmaya baĢla-
mıĢtı bile. Sinema dergilerini de hatırlatmadan geçmeyelim. Her
iki tarafında kendi yayın organlarıyla birbirlerini alt etme müca-
delesi daha ayrı bir mevzu. Keskin tartıĢmalar geçmiĢ bu dergi-
lerde. Bu halk sinemacıları elindekini, varlarını, yoklarını satıp
sinema sektörüne yatırdılar, karlı çıkan çok azı çıktı diğerleri
maddi imkansızlıkların baĢ göstermesi üzerine köĢelerine çekil-
diler silinip gittiler. Emek harcadılar, ter döktüler, bir Ģeyler
yapabilmenin tadını keĢfettiler.
Bir gerçeği satırların arasından hatırlatmak istiyorum
nokta koyuncaya kadar; yıpranmak, paslanmaktan iyidir. Halk
sinemacıları yıprandılar ama vazgeçmediler. ġimdiki sinemacıla-
rın büyük kısmı bu dönemdeki isimleri model edinmiĢ durum-
da. Yani diyecek olursanız Halk sinemacıları tarih olmadılar,
efsane oldular. Bakınız, Halit Refiğ‟in “Ulusal Sinema Kavga-
mız” isimli eseri kaynak gösterilebilir. Benim bunları yazmamın
sebebi ne?
Viyana Seferinden sonra milletimiz malum sebeplerden dolayı
buhranlardan geçti. Hala nerede kaybettiğimizi bulmaya çalıĢı-
yoruz. Cihan-ı Ģümul bir vizyona, mazlumların sesi ve koruyu-
cusu olmaya namzet bir milletin iĢte bu minvalde ilmi, sanatsal
ve fikri desteklemelere hassaten giriĢimlere ihtiyacı var. ĠĢte
sinema bu noktada yaraya merhem olabilecek teknolojik imkan-
lara sahip. Yani artık Ģu aracı bizim kullanmamızın vakti geldi-
ğini düĢünüyorum. Ecdadına sövenlere ders verme vaktidir bu.
Müstehcen sahne olmadan sinema olmaz diyenlere inat.
Kadına özgürlük diyenler, batı düğümlü sinemanın kadının bir
mal gibi alınıp satılmasına göz yumdular. ġu an dahi bu yokuĢ
çıkılabilmiĢ değil.
Hakkı üstün tutan sinemacıları bekliyoruz, beklemeye devam
edeceğiz. Ġnancımız tam, ümidimiz tek.Prensibimiz ne olmalı
sizce? Önce ahlak ve maneviyat formülü nasıl?
Uçkur sinemacılığını ezip geçecek, ecdadı yok sayan,
iftira eden mahlûklara hadlerini bildirecek, emrolunduğumuz
gibi dosdoğru olacak bir sinema ufkunu özlemekteyiz. Böyle bir
hayalimiz varsa biz bundan mesulüz icabınca. Hayalleri olan
insanlar durdurulamaz. ”DüĢmanın silahıyla silahlanın” düstu-
runca sinema gibi bir araca sırt çeviremeyiz. Batılı üstün tutanlar
kapattıkları köĢeden gol yiyeceklerdir. Elin adamı bin bir Ģirret
atasını kahraman yapar, Ģuursuz bizimkiler ise Allah‟a kul ol-
muĢ atalarını sokmadık hal bırakmazlar. Ġdraklere sesleniyorum,
biz ne yapabiliriz?
“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /15
Âfâk Dergisi
Gönülden Gönüle ĠletiĢim
Abdullah Özkurt
...
Düşünebilmek için hissetmek,
Gönül ehli olmak gerekir.
Söylemeyebilmek için kelam etmek,
Edebini bilmek gerekir.
Hissetmenin ise bir dili yok,
İnsan olmak kâfidir.
Her insan hissedebilir ama hepsi düşünemez.
Kimi insan düşünür ama hepsi söyleyemez.
Bir kaç insan söyler ama kimse anlayamaz. ...
Ne kadar uğraĢırsanız uğraĢın gerçek manada
düĢündüklerinize karĢılık bulacak bir cümle kura-
mazsınız. Yada hissettiklerinizi ifade edecek bir söz-
cük bulamazsınız. Ancak ona yaklaĢabilirsiniz.
Bir insan gönlünü alıp diliyle birleĢtiremez ama belki
ona yaklaĢtırabilir. O naif kırılgan ve zengin gönlü, o
uslanmaz arlanmaz, kemiksiz dile uyduramazsınız
ama gönlünüzle, dilinizi terbiye edip boyun eğdirebi-
lirsiniz.
Eski bilge ehli gönül, ehli takva insanı derki;
Her ilim kelam ile söylenmez. Söylemekle ilim veril-
mez, dinlemekle alim olunmaz. Ancak mürĢit ile mü-
rit arasında gönülden gönüle bağlanan bir bağ vardır.
Gerçek ilim ancak böyle verilir. ĠĢte bu, burada ifade
etmeye debelendiğimiz Ģey ile aynı aslında. Bizim
sorunumuz düĢüncelerimiz ile kelimelere hayat vere-
memek. Biz kendi acizliğimiz ile ölü bir bedene can
vermeye kalkıĢıyoruz aslında. Evet, yapmaya kalkıĢtı-
ğımız iĢ bunun kadar zor.
Oysa bir gün teknoloji geliĢse ve hiç konuĢ-
maya gerek duymadan sadece düĢündüklerimizle
hatta o bile yetmez hissettiklerimizle iletiĢim kurma-
mıza imkan verilse o zaman gerçekten birbirimizi an-
lamıĢ olacağız. Ve artık ortak paydalarda buluĢmakla
yetinmeyip gerçek manada bütünleĢeceğiz.
Her insan derin bir düĢünce ummanıdır.
Öyle bir ummanki, okuduğu her kitap ile o ummanın
dibine bir gedik açar. Bazı kitapların etkisi daha bü-
yüktür gediği biraz daha açar. Ardından bu gediğe
bir musluk bağlanır. (Yani dil, hitap, kelam..) Bu mus-
luğun debisi nispetinde o ummandaki fikriyatlar, dü-
Ģünceler dıĢarı sızar. Bu ummanda bazan helezonlar
oluĢur bazen meltemler eser... Musluğun bereketi,
uğuru, hayrı ölçüsünde de yazıp konuĢulanlar Ģekil-
lenir ve akar.
***
Ġnsan düĢüncesi ile var olur.
"Kardeşim sen düşünceden ibaretsin. Geriye kalan et
ve kemiksin. Gül düşünürsün gülistan olursun. Diken
düşünürsün dikenlik olursun." (Mevlana)
Herhalde Üstad Necip Fazıl'ında Ģu mısraları yazar-
ken aklından geçenler bu akıĢ idi:
İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Hitabetteki kolaylık ancak barındırdığı anlam derinli-
ği ve düĢüncemizi birebir karĢılayan sözcükler saye-
sinde düĢünce ve söz arasındaki uyumu sağladığında
mümkündür. Zaten meselenin özüde düĢündükleri-
mizi tam olarak doğru karĢılayabilen sözcükleri bul-
ma yeteneğinde (yani musluğun debisinde) yatıyor.
Ġnsan kendisini en uygun biçimde ifade edebildiği
zaman hür insan olur. Hürriyetini o vakit kazanır.
Selam ve muhabbetle...
“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /16
Âfâk Dergisi
BĠLĠYOR
MUYDUNUZ?
Batı dünyasının gelmiş geçmiş en büyük edibi olarak ka-
bul edilen Wolfgang von Goethe (1749-1832), “İnsanlık
her şeyini Hz. Muhammed'e (s.a.v.) borçludur” derken,
hem kendi çağdaşlarını, hem de 20. yüzyılın Avrupa'sını
hayrette bırakıyor.Geothe'nin Hz.Muhammed
(aleyhissalatuvesselam)’a yazdığı şiiri:
Sevinç sevinç berrak
Ve yıldız yıldız parlak
Bir dağ pınarı
Üstünde beyaz bulutların
Ve kuytusunda bir yeşil yamacın
Aziz ruhlar sallamış beşiğini
Veda edip çocuk tazeliğiyle bulutlara
Raks eder gibi iner mermer kayalara
Haykırır sevincini semalara
Dağ geçitlerinde
Önüne katar renk renk çakılları
Ve bağrına basar kardeş pınarları
Çiçeklenir ayak bastığı yerler
Ve nefesiyle yeşerir çimenler
Yoldaşı olur şimdi ırmaklar
Ovaları doldurur gümüş ışıklar
Bir ses yükselir pınarlardan
"Kardeş ayırma bizi koynundan,
Bekliyor Yaratan.
Yoksa bizi çölün kumları yutacak
Güneş kanımızı kurutacak
Kardeş,
Dağın ırmaklarını, ovanın ırmaklarını
Hepimizi alıp koynuna
Eriştir bizi yüce Rabbına
Ezelî Deryâ'nın yanına."
Peki, der, dağ pınarı
Kendinde toplar bütün pınarları
Ve haşmetle kabarır göğsü, kolları
Ülkeler açılır uğradığı yerlerde
Yeni şehirler doğar ayaklarının altında...
Kulelerin alev zirvelerini
Ve haşmetli mermer saraylarını
Bırakıp arkasında
Yürür mukadder yolunda
Dalgalanır başının üstünde binlerce bayrak
İhtişamının şahitleri
Evlâtlarını Rabbine ulaştırarak
Karışır İlâhî ummana coşarak!
Almancadan Çev. : Ercan ARSLANER
Bizim mahallede Ahmet Abi ile Mehmet Abi bir
araya geldi mi dostlarını toplar hemen bir dernek kurar-
lar. Dernek kurulmuĢtur, hedefler belirlenmiĢtir. ÇalıĢ-
malara aĢkla, Ģevkle ve en önemlisi Allah rızası için
baĢlarlar. Bir süre sonra bir Ģeyler ters gitmeye baĢlar.
Ahmet Abi ile Mehmet Abinin arasına kara kedi girer.
GörüĢ ayrılıkları baĢlar ve Ahmet Abi‟nin grubu güçlü
çıkar ve Mehmet Abi derneği bırakmak zorunda kalır.
Tabi bizim Mehmet Abi boĢ durur mu ? Hemen dernek-
ten ayrılan arkadaĢlarını toplar ve yeni bir dernek ku-
rarlar. Yalnız bizim Ahmet Abi ile Mehmet Abi bundan
sonra yan yana gelmemeye çalıĢır. Allah rızası için çık-
tıkları yolda böylesine keskin bir ayrılığa düĢmüĢlerdir.
Bu süreç böyle mitoz bölünme Ģeklinde devam eder.
Bizim mahallede dernek-vakıf iĢleri aĢağı yukarı böyle-
dir.
Bizim Abiler, gençleri çok iyi kullanmasını da bilir-
ler. Onlara göre okul uzatılacak, önem verilecek bir Ģey
değildir. Zaten bu durumda olmamızın tek suçlusu
sistemdir. Bu sistemin uygulayıcı kurumları da okullar-
dır. O sebepten gençler derneklerde, vakıflarda daha
çok zaman geçirmelidir. AfiĢ asmalıdır, slogan atmalı-
dır. Abilerinin fantezilerini hayata geçirmek için ter
dökmelidirler. Bir gün o genç okuldan mezun olunca
da, üniversite yıllarında sözünden çıkmadığı abisinin iĢ
yerine iĢ istemeye gider. Bizim Abi, Ģöyle güzelce ko-
nuĢur, nasihat verir sonra da kendini daha iyi yetiĢtir-
miĢ bir eleman bulduğunu söyleyip kapıyı gösterir.
Sosyal medyayı son yıllarda sıkça kullanıyorum.
Özellikle Facebook'ta daha çok aktifim. Sosyal medyayı
olumlu manada kullanırsanız çok faydalı oluyor. Zah-
metsiz bir Ģekilde birçok konudan, haberden, güncel
olaylardan haberdar oluyorsunuz. Ġnsanların bu plat-
formlarda yaptıkları yorumları okuyorum. Özellikle
bizim mahalleden gençlerin olaylar karĢısındaki yorum-
larını okuyunca güler misin ağlar mısın durumu hemen
insanın zihninde beliriyor. Militarist, anarĢist bir imaj
çizeceğim diye savundukları görüĢler ne bu toprakların
insanlarına ne de ümmetin ruhuna hitap etmiyor. Bu
güruh babalarımızın, annelerimizin din anlayıĢlarına
eleĢtiri getirirken onlarda bulunan samimi duyguların
yarısına bile sahip olamıyorlar. Bence iĢte bütün mesele
de burada düğümleniyor.
Cengiz YALÇINKAYA
BĠZĠM MAHALLE
“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /17
Âfâk Dergisi
KARġI TEPE'YE
ġu karĢı tepeye küçükten beri,
YaĢayıp ölmek için çıkmak isterim.
Yıllar var ki hayalimi saran bu yeri,
Bir gün bende varıp görmek isterim.
Sanırdım evvelden bu küçük tepe,
Geceyle beraber kaybolur gider.
Yerine hayalim gelir benimle,
Sonsuzluğu düĢünür, ağlayıp güler
Doğarken ölmek için bir gün hepimiz
Hayaller içinde kaybolur gider,
GözyaĢı olsa da artan sevgimiz,
Bir ömür boyu sürerek biter.
ÖZLEDĠĞĠM Sokaklar içinde yol buldum uzun, DolaĢtım sessizce kıvrımlarında, Yakındım derdinden bu uzun yolun Sonu görünmeyen taraflarında… Karanlık içimde uzayıp durdu, Hasretini ömür boyu hep çekeceğim, Her gelip geçenden bir seni sordu Gel hadi, "Sonsuzluk!", hep özlediğim Bir zaman hayalimden sessizliği teperek Kendi iklimlerime bir kıvılcım saçarım. Ben derin uykularda Ģarkılar söyleyerek; Perdenin arkasında sonsuzluğu ararım...
Recep Keskin
Bu
bir
rek
lam
dır
Bu
bir
rek
lam
dır
B
u b
ir r
ekla
md
ır
Bu
bir
rek
lam
dır
“DESTEKLERĠNĠZDEN DOLAYI TEġEKKÜR EDERĠZ”
“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /18
Âfâk Dergisi
Kapının ardında asılı bir kıyafet var. Hemen hemen her-
kesin üzerine alıp çıktığı, bir dıĢ kıyafet… DıĢtaki insanlar için
giydirilmiĢ, onlara nasıl görünmek istiyorsa öyle görmeleri için
giyilen kıyafet…
Kıyafetlerin fikirlere hükmettiği zamanlardan, kıyafetlerin fikir-
leri es geçtiği zamanlara geldik. Ġnsanları kıyafetleri ile karĢılıyor
ve gardıroplarıyla uğurluyoruz. Muhafazakar kesimlerinde dahil
olduğu moda odasından çıkmak bilmiyoruz. Ġçi dıĢı bir olan ata-
ların, dıĢı boyalı torunlarıyız. Müslümanlığı dıĢ kıyafete, dıĢarıya
münhasır kılan zihniyetler dehlizindeyiz. BaĢkaları için ilim öğ-
renen, baĢkaları için ibadet eden, baĢkaları için vaaz eden bir
Müslümanlık… Kapının arkasında asılı bir Müslümanlık…
Toplumsal riyakârlıktan kurtulamayan bir girdap… Her
doğan Müslümanı içine çeken, her ahir zaman ilim talebesinin
elinde olanı yiyen, bitiren bir girdap. BaĢkaları için yaĢayanı elin-
de biriktirdiği nedir ki? Karanlık bir vadiden geçerken elmasları
toplayıp da tam gün ağarırken hepsini bir nehre atmaktır!! BaĢka-
larının bakıĢlarını bir gökdelen bilip oradan aĢağıya düĢen bir
heyuladır.
DüĢünmek, okumak, konuĢmak… Hepsi nede güzel Ģeyler, hep-
si nede alkıĢ alan Ģeyler… Kimin içinse tüm bunlar onların ver-
dikleri kadar kıymetleri. Ġyi denmek için yaĢamak, herkesin gözü-
ne büyümek… Söyleyince ne kadarda iğreti duruyor dilimizde,
oysa yaĢayınca nede beğeniyoruz üzerimizde. Hakikati söylemeği
Ģimdi sanal meydanlara bırakıp, klavye mücahitliği yapıyoruz.
Elimiz günahlı dilimiz ve gösteriĢimiz zinetli. Kimse bilmiyor
bunu, birileri fark edene kadar pop yıldızı gibi burnumuz havada
yürüyebiliriz. Kimsenin henüz ruhu duymadı biraz daha Filistin
Ģarkısı bağırıp, biraz daha üç kuruĢ ilmimizle ahkâm kesebiliriz.
Dünya bu münafıklara dahi Peygamberin ardında 40 yıl saf tut-
turmadı mı? Daimi bir memlekete havale edilen iĢlerin keyfi dün-
yada alkıĢlarla sürdürülüyor.
Evlerimiz, çocuklarımız, yol arkadaĢlarımız, ev arkadaĢ-
larımız… Değil mi bunlar bize en yakın olan, bizi en yakından
tanıyan. Nede çok ihmal ediyoruz yakınımızı, içimizi. DıĢarıya
yeni elbiselerimizi, süslü kıyafetlerimizi, renkli sözlerimizi sunu-
yoruz. Sanki ayakkabılığın yanında hemen kapının solunda bir
yüz var o yüzü takıp da çıkıyoruz dıĢarıya. Ve akĢam tam içeri
girerken tüm yakınlarımıza asıl yüzümüzü göstermek için dıĢ
kapının solunda bırakıyoruz. Ġçerdekiler bize düĢman yabancılar
dost oluyor. Oysa bir Müslüman en çok ve en ilk hanesini mem-
nun etmemeli mi? Bizim arkamızdan „iyi ki gitti, görmek bile
tahammülümü zorluyor‟ diye söyleyen yakınımızdakiler varken,
biz hangi alkıĢla bu bitimsiz kirliliği kapatmaya çalıĢıyoruz.
Kimsenin olmadığı odada, ayna karĢısında kalbimizden
geçen ve yüzümüzden düĢen ne ise aslımız ve astarımız odur.
Toplumsal riyakarlığın bilerek yâda bilmeyerek bizi içine aldığı
bu girdaba karĢı gözleri açmak ve Müslüman olarak ayak dire-
mek gerekmez mi? Yakınımızdakiler Ģikayetçi iken dünya yalancı
kıyafetleri kaç yıl alkıĢlar ki? Münafıklık alameti bizi nereye ka-
dar götürür de, nerden aĢağı atar ki?
Dilimizdekileri yaĢantımıza bir bir indirmeden tam olarak bu
riyakarlıktan kurtulamayacağız. Allah u alem -maazallah- belki
de tam olarak Müslüman ölemeyeceğiz!
KAPININ ARDINDA ASILI MÜSLÜMANLIK
Günlerden bir gün olarak düĢündüğün bir günün akĢamı… O akĢam gözlerini dünyaya son kez kapatan bin-lerce insan. Ömrünün son demlerini yaĢayan, bir daha ver-memek üzere nefes alan binlerce insan. Bütün ızdıraplar, hüzünler, sevinçler, fırsatlar son buldu o artık onlar için. Peki ya senin için? Senin sonun ne zaman? Hikmeti nedir insana ne zaman öleceği haberinin bildirilmemesi hiç dü-Ģündün mü? ÇeĢit çeĢit insan, çeĢit çeĢit hayat, sorular so-runlar... Bitmek tükenmek bileyen zaman. Geriye dönüp bakıldığında gülümseten, kimi zaman hüzünlendiren, efkârlandıran, piĢmanlık duyup af dilettiren bir sürü hâdi-se... Kapa gözlerini ve sor kendine „nasıl bir hayat yaĢadım? Neyi hak ettim, beni ne bekliyor son nefeste?‟ DüĢün dü-Ģünki çok geç olmasın zaman. Rabbinin huzuruna temiz bir kalp ve hayrolan amellerle çık. Unutma, geri dönüĢü kimse için asla mümkün olmadı- olmayacak! Sokakta caddede dolaĢan insanlar; hepsinde bir koĢuĢtur-maca. Kimi güle oynaya, kimi dalgın, kimi umursamaz. Bu insanların içinde barındırdıkları neler var acaba? DıĢarı yansıyan hâl ile aynı mı içindeki bilinmezlikler. BaĢörtülü bir kız… sadece görünüĢte mi baĢı-örtülü, yoksa imanı ı bunu ona yaptıran? Allah rızası için bir sadaka‟ diyen ma-sum çocuğa birkaç kuruĢ bozuk para veren amcanın riyası mı bunu yaptıran vicdanı mı? Bilemiyorum, bilemiyoruz… Bir bilinmezlik içinde yaĢayıp gidiyoruz ve hızla yok oluyo-ruz…Yok oluyoruz zamanın yok olduğu gibi. Ve elimizde bahĢedilmiĢ bir ömür, kapısı cennet veya cehenneme açılan. Verilen bir tercih hakkı, hikmeti Rabbin katında saklı. Ve bu tercihle birlikte gelen ahiret, dünya, saadet, sefa, cefa… Cenneti garantileyen beyinlerimiz bir defa da bu kelimeler üzerinde tefekkür etti mi acaba? AteĢe yürüyen ayaklar, cenneti garantileyen beyinler… Zafer, muhakkak Allah‟ın dininindir elbet. Lakin bu dur-gunluk niye? Hakka hizmet niĢanesi ile Ģereflenmek var-ken, ölü toprağıyla geziniyorsun yine. Ġstemez misin „dünya onların, ahiret bizim olsun‟ düsturuyla yeniden filizlenme-yi, küfrün kalesine Hakkın sancağını dikmeyi, zalimin zul-müne kıyama durup direniĢin zirvesinde aĢkı tatmayı… AĢkı reddedip cehennemde ızdırabı kim ister diye mi düĢü-nüyorsun, bak etrafına gör isteyenleri. O vakit aklına gelsin Rasul‟ün cihadi vazifesi: „Emr-i bil ma‟ruf, nehy-i anil mün-ker‟… Çekilmek vaktidir Hira‟ya, vahyin nuruyla aydınlan-maya, binlerle utanmaya… Dalga dalga yayılma; kardeĢin-den komĢuna, ailenden ümmete uzanmaya… Nasıl mı? Kapa gözlerini tekrar, düĢün ve geçmiĢini hatırla.
Ve bilesin: „„Allah yeniden baĢlayanların yardımcısıdır…‟‟
Hacer Tuba Çimen
H. Betül Aydın
HAYATA YENĠ BĠR SAYFA AÇARKEN
“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /19
Âfâk Dergisi
KUR‟AN‟DA MEDENĠYET TABLOLARI
Abdussamed Temir
On sekiz ayetten oluĢan Hucurat Suresi inanç ve
Ģeriata, varlık ve insanlığa iliĢkin büyük gerçekleri içeren
muazzam bir suredir. Allah‟ın Resulü‟ne karĢı nasıl dav-
ranmamız gerektiği ve mü‟minler için çok önemli görgü
kuralları bu surede mükemmel bir biçimde anlatılmıĢtır.
Bir önceki sure olan Fetih Suresi‟nde mü‟minlerle kafirle-
rin iliĢkilerinin nasıl olması gerektiği anlatılırken, bu su-
rede de mü‟minler arası iliĢkilerin nasıl olması gerektiği
anlatılmıĢtır. Burada Ģöyle bir ders çıkarabiliriz: Fetih
Suresi‟nde yüce Rabbimiz ayrıca Mekke‟nin fethinden de
bahsetmektedir. Bu sure ise ahlaki kurallardan bahsedi-
yor. Rabbimiz yeni fethedilen bir yerde nasıl maddi an-
lamda imar yapıyorsak manevi anlamda da bir imar yap-
mamız gerektiğini bu Ģekilde vurgulamaktadır. Bunun en
güzel örneğini Osmanlı Devleti‟nde görmekteyiz. Fatih
Sultan Muhammed Han Ġstanbul‟u fethettiği zaman Aya-
sofya‟yı camiye dönüĢtürerek manevi anlamdaki kalkın-
manın ilk adımını atmıĢtır. Daha sonra ise Sahn-ı Seman
medreselerini açarak bu geliĢmeyi sürdürmüĢtür. Ecdadı-
mız yapabileceğinin en iyisini yapmaya daima gayret
etmiĢtir. ġimdi Hucurat Suresi‟nin ilk ayetinde Rabbimi-
zin emrine kulak verelim:
‘‟Ey iman edenler! Allah‟ın ve Resulü‟nün önüne geç-
meyin. Allah‟tan korkun. ġüphesiz Allah iĢitendir, bi-
lendir.‟‟ Mü‟min bir kul, emir ve yasaklarda yaratıcısının
önüne geçemez. Allah‟a ve Resulü‟ne itaat etmekle yü-
kümlüdür. Kul hayatını Allah ve Resulü‟nün istediği Ģe-
kilde yani Sırat-ı Müstakim çizgisinde Ģekillendirmek
zorundadır. Mü‟min kul Allah‟tan sakındığı, korktuğu,
utandığı ve terbiyeli davrandığı için yaratıcısına karĢı
kendi irade ve görüĢünü ortaya koyamaz. Benim istediği-
mi Allah istemiyorsa konu kapanmıĢtır anlayıĢına ve id-
rakine sahip olmalıdır. Mü‟min kul Peygamberine de
karĢı sonsuz bir saygı içerisinde davranmalıdır. Bu haki-
kati Hucurat Suresi‟nin ikinci ayeti Ģu Ģekilde ifade et-
mektedir:
‘’Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstü-
ne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygam-
ber’e bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleri-
niz boşa gidiverir.’’
Yüce Rabbimiz bu ayette bir Müslümanın Peygamberimi-
ze kemal-i edeple nasıl davranması gerektiğini açıkla-
maktadır. Bir önceki ayette Rasulullah‟ın önüne geçme-
yin buyrulurken bu ayette Peygamberimizle aynı seviye-
de dahi bulunmamamız gerektiği buyruluyor. Yani Al-
lah‟ın Resulüne karĢı haddinizi aĢmayın, kendi aranızda
konuĢtuğunuz gibi O‟na seslenmeyin diye Rabbimiz em-
retmektedir. O halde bir Müslüman Peygamberini kü-
çümseyici ifadeler kullanmamalıdır. Ravzasına dahi gi-
rerken en ufak bir saygısızlık yapmamalıdır. Peygamberi-
mize olan saygısıyla ikinci Abdulhamid konumuz için
kusursuz bir örnektir. Ulu Hakan Hicaz demiryolunu
yaptırdığı zaman tren raylarının Ravza‟ya yakın kısımla-
rına keçe döĢeterek Peygamberimizin çıkabilecek gürül-
tüden rahatsız olmasını bu Ģekilde önlemiĢtir. O halde bir
Müslüman bu ayetleri ve bu örneği hafızasından asla
çıkarmamalı ve hayatını bu Ģekilde tanzim etmelidir. Peki
bu saygı mükafatsız mı kalacak? Bir sonraki ayet bu Ģe-
kilde yaĢayan mü‟minlere Ģu Ģekilde seslenmektedir:
‘’Allah’ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar; şüphe-
siz Allah’ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimseler-
dir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükafat vardır.’’
Ayet-i kerimede „‟TAKVA‟‟ kavramı geçmektedir. Tak-
va yüce yaratıcıya karĢı sorumluluk duyarak, her türlü
günahlardan kendini korumanın niyet ve gayreti içinde
olmadır. Bu Allah‟ın kuluna verdiği en büyük ve en gü-
zel nimetlerden bir tanesidir. Takva sahibi insana
„‟MUTTAKĠ‟‟ denir. Muttaki kulun yurdu ise altlarından
ırmaklar akan sonsuz mükafat yurdu olan cennettir. KuĢ-
kusuz bu, uyarılardan sonra gelen büyük bir teĢviktir.
Yüce Allah bununla seçilmiĢ kullarının kalplerini eğit-
mekte ve onları büyük bir iĢe hazırlamaktadır.
Demek ki adab kuralları da takvanın bir parçasıdır. Ġs-
lam‟ın ilk dönemlerindeki insanlar iĢte bu eğitim ve ıĢıkla
doğru yola ulaĢmıĢlardır.
Hucurat Suresi‟nin dört ve beĢinci ayetlerinde ise Rabbi-
miz Rasulullah‟a bağıranlar ve edep sınırlarını aĢanlar
için Ģöyle buyuruyor:
‘’Sana odaların arka tarafından bağıranların çoğu aklı
ermez kimselerdir. Eğer onlar, sen yanlarına girinceye
kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu.
Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.’’
Allah bu ayetlerde Peygamberimize seslerini yükselten
insanları „‟AKILSIZ‟‟ olarak nitelendirmektedir. Zaten
çağlar boyunca Müslümanlar bu edebe uymuĢlar ve Pey-
gamberimize saygıyla davranmıĢlardır. Hatta Peygam-
berlerin varisleri olan alimlere dahi kemal-i edeple davra-
narak günahtan uzak durmaya çalıĢmıĢlardır. Bizlerde bu
ayetleri hayatımızın her alanında yaĢamaya gayret etme-
liyiz. Unutmayalım ki cennet Allah‟a ve Resulüne itaat
ederek kazanılır. Rabbim bizleri Nebevi ahlakla ahlakla-
nan kullarından eylesin…
“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /20
Âfâk Dergisi
Burak YAZICI
ġEB-Ġ YELDÂ
Şeb-i yeldâ’yı müneccimle muvakkit ne bilir
Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat?
Sâbit
Ya bembeyaz kar tanesi, ya sağanak sağanak yağ-
murdun. Belki vuslat, belki ayrılıktın. Zikre dur-
muĢ elma ağaçları, halvete girmiĢ karıncalardı arka-
daĢın. Nevbahârı bekleyen kuĢlar, sabâhı gözleyen
dertlilerdi sırdaĢın ve sen Ģeb-i yeldâydın.
Yaz ey kalem! Yaz ki tükenesin. Yaz ey kalem! Yaz
ki gizlediğini aĢikar edesin. Yaz ey kalem! Yaz ki
söyleyebilesin.Ah Ģeb-i yelda! Yetmez mi bu karan-
lık ? Filistinli kadınlar gitmeni bekliyor. Suriyeli
çocuklar aydınlık günlerini özlüyor. Sabâhı bekli-
yor Doğu Türkistanlı gençler. Rablerine dua dua
yakarıyorlar Mehmet Âkif‟in diliyle:
“Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu
sabâhı ?
MahĢerde mi biçarelerin, yoksa felâhı!”
Ah Ģeb-i yeldâ! Sende düĢmüĢtü aĢığın aklına
Leylâ‟nın da, Züleyhâ‟nın da hikayesi. Sende evla-
dını yitirmiĢti analar. Gurbetteki eĢlerini sende bek-
lemiĢti taze gelinler. Süveydâdan mı aldın karanlı-
ğını? Yoksa gözleri kömür karası olan ananın gö-
zünden mi? Ne zaman vuslat? Ne zaman Ģeb-i
arus? Kaç gözden katre düĢürdün yere? Kaç saat
saydırdın gam sahiplerine?
Ah Ģeb-i yeldâ! Ġsyan değildi sabahlayanların dilin-
den dökülen. Tevekkülle çarptı kalpleri, “Yâ sabur”
çekti dilleri, sabâhı gözledi gözleri. Bâki değilsin
sabâhı var elbet bu karanlık gecenin. Bahârıda var
elbet bu zemherinin. Vuslat yakındır çok yakın.
Gece mavisi kalemim elimdeydi ve yazmıĢtı kendi
kendine “Ģeb-i yeldâ” diye. Allah‟ın nizâmı gerçek-
leĢmiĢ ve fecir doğmuĢtu yine. Elveda Ģeb-i yeldâ
elveda…
“Dil uyur mest olarak yâr-ı dilârâ söyler
Gül susar Ģermederek bülbül-ü Ģeydâ söyler
ġeb-i yeldâda uzar fecre kadar kıssa-ı aĢk
Tâ ki Mecnunun bitirir nutkunu Leylâ söyler”
Yahya Kemal Beyatlı
ZAMAN YOLCUSU
Fatih YAŞATIR
Bir yazıyı kağıda dökmek, kağıdı ıslatıyor ise gözyaĢı vardır emeğinde. Ve bil ki eğer gözyaĢı yoksa emeğin-de, hatırı kırıktır düĢlerin ve özleyiĢlerin. Kucak açar gibi evladına onca zaman ayrı kalmıĢçasına, gözyaĢını dökmeli ve sevinmeli vuslatına. Kalem kağıda, kağıt yazıya sarılır hasretle, öyle bir bekleyiĢle gelmiĢtir ki bir Ģafak vakti ansızın, uykuluyken kapının çalması ve kar-Ģında gördüğün beklediğin gibi bir kavuĢma. ĠĢte bu-dur diyebileceğin kadar tanıdık. Bizler neler beklemiyoruz ki hayatta, neyi özlemiyoruz, neye ah etmiyoruz ki, bizi içine sarıp da uzaktan baka-kalan ne çok yaĢanmıĢ hasretlerimiz vardır. Her Ģey zamanın içinde, zaman ise hepsinden uzakta ama sanki en yakındaymıĢçasına ne de acıtan içimizi. ġimdi gidi-yorsun demek, ne acı. Oysa ne çok alıĢtık birbirimize. Böyle mi olmalıydı ey can kavuĢurken ayrılmak… Göz-lerime bakarken bile senden uzağa diyebilmek, gidebil-mek, uzaklaĢabilmek istemeye istemeye… Sen benden giderken ey zaman yolcusu ben de seninle gittim, gidiĢ-lerin içinde bir sis perdesi ve yolum yok artık sensizlik-te… Kucak açtım Ģimdi denizlerde sonsuzluğa, bir Martı kanadında yolcuğum kimi zaman, bir Yunus Balığının Karnında, bazen de Nuh‟un gemisiyle Tufanların ara-sından geçerek bilinmeze. Aslında hep bildiğim Ģeyler-di bunlar ama Ģimdi baĢka geldiler bana en az senin kadar. Eğer seni sevmeseydim ey zaman yolcusu, yolsuz kal-mazdım sensizlikte. Yollar seninle gitti ve ben karanlık-lar içinde, için için dehlizlerde soluksuz kaldıkça daha çok aradım yolsuz kalıĢlarımı ve sevdim yoldan çıkmıĢ-lıklarımı. Gel koma beni sensiz, beni bensiz… Yollarımı ver bari bana en azından sana çıkan…
“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /21
Âfâk Dergisi - Sivas’ın Velileri Yazı Dizisi -
Adı: ġemseddin Ahmed Sivâsî (Ebu‟s-sena).
Mahlası: ġemsî.
ġöhreti: Kara ġems/ġems-i Azîz.
Doğum Tarihi ve Yeri: Zile/1517.
Vefat Tarihi ve Yeri: Sivas/1597.
Kabri: Meydan Camii Hazîresi/Sivas.
Babası: Ebu‟l-Berekât Mehmet Ârif Efendi.
Annesi: Sultan Hanım.
Öğrenimi: Babasında ve Ağabeyi Muharrem Efen-di‟de baĢladığı ilmî yolcuğu, dönemin önde gelen âlimlerinde devam etti (Arakıyecizâde Mevlânâ ġemseddin Efendi vb) ve nihâyet Ġstanbul‟da Med-rese Eğitimini tamamladı.
Resmî Görevleri: Sahn-ı Semân Medresesi Müderri-si, Meydan Camii Vâizi, ġems Dergâhı ġeyhi.
Eserleri: Hallü‟l-Meâkid, ġerhu Muhtasari‟l-Menâri‟l-Müsemma / bi Zübdetü‟l Esrâr, Nakdü‟l Hâtır, Menâkıb-ı Çehâr-ı Yâr-i Güzin, Menâzilü‟l Ârifîn, Risâle-i Umdetü‟l-edip fi‟t-Taallümi ve‟t-Te‟dip fi Kavâidü‟l Farisî, Es-Sefâyih fi Tercemeti‟l-Levâyıh, Divân-ı ġemsi/ Ârifâne, Süleymannâme, Risâle-i GülĢen-Âbâd, HeĢt-BehiĢt, Menâkıb-ı Ġmâm-ı Azam, Mevlidü’n-Nebi me’a Mevlid-i Manevî, Miratü‟l Ahlak ve MüĢevvikü‟l-EĢvak, Pend-i Attar Tercümesi/Ġbretnüma, Tercüme-i Kaside-i Bür‟de, Risâle-i ĠrĢâdü‟l Avam, Risâle-i Menâsik-i Hac, Emr-i Ġlahî ve Hücceti Ġlahî, ġerh-i Gazeliyyat-ı Sultan Murad-ı Sâlis, Daire-i Usuliye-i Camia vb.
Bildiği Diller: Arapça, Farsça.
Hizmetleri: Üç Camii, Bir köprü, ÇeĢmeler, El Yaz-ma Kur‟ân-ı Kerîm, Vakıf Arazileri vb.
Tarikatı: Halvetiyye/ġemsiyye-Sivâsiyye.
Üstâd(lar)ı/ġeyh(ler)i: Asmayalı Hacı Hızır Efendi, Muslihuddin Efendi, Abdülmecîd ġirvânî.
MeĢîhat Süresi: 1560–1597 (YaklaĢık kırk yıl).
Tasavvufî Fikirleri: Vahdet-i Vücûd fikrini savunu-yor, Nûr-i Muhammedî anlayıĢı ile hareket ediyor, riyâzet, mücâhede, tecellî, zikir, dünyanın geçiciliği, Hızır‟ın hayatta olduğu, ehl-i sünnet ve‟l-cemaat fikrinin üstünlüğünü, halvet, nâfile ibadet gibi ko-nuları gündeme taĢıyor.
Etkilendiği Tasavvufî ġahsiyetler: Ġbn Arabî, Hz. Mevlânâ, Hallac-ı Mansûr, Hacı Bayram-ı Velî,
AkĢemseddin, Yahya ġirvânî, Abdulvehhab Gazî, Mustafa Kirbâsî.
Etkilediği KiĢiler: Aziz Mahmûd Hüdâyî, Hoca Sa-deddin, Abdülmecîd Sivâsî, Abdülahad Nûrî es-Sivâsî, ġeyh Recep Efendi, Ahmed Sûzî, Bursalı, Mehmet Tâhir, Hüseyin Vassâf, vb.
Bir Kerâmeti: Sevenlerinden birisi vefâtından sonra ġemseddin Efendi‟yi ziyârete gider ve acaba benim kendisini ziyârete geldiğimi bilir mi, diye gönlün-den geçirir. Bu arada uyku ile uyanıklık arasında bir hâlde ġemseddin Efendi‟yi görür ve ġemseddin Efendi, o an orada olmayan birçok kimsenin hâlini sorar. KiĢi kendisine gelince, “buradan çok uzaklar-da olan kimseleri ġemseddin Efendi bilirse gözünün önündekileri hayli hayli bilir” der.
KiĢisel Özellikleri: Son derece mütevazı, fedakâr, cömert, takva sahibi, ibâdete düĢkün, riyâzet ve mücâhedeye önem veren, ilmi ve talebe yetiĢtirmeyi çok seven, kitap sevgisi ile dolu, kütüphane sahibi, alçak gönüllü, misafirperver, özü sözü doğru, karar-lı, âlim, fâzıl, Ģâir, vatan sevdâlısı, yanlıĢ/bâtıl inançlar ile mücâdele eden, üretken bir yazar.
Sözlerinden: Vâsıl olmaz kimse hakka cümleden dûr olmadan Kenz açılmaz şol gönülde tâ ki pür-nûr olmadan Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecelli ide Hakk Pâdişah konmaz saraya hâne ma’mûr olmadan
(Kaynaklar: ġeyh Recep Efendi, Necmü’l-Hüdâ fî Menâkıbı’ş-Şeyh Şemseddîn Ebi’s-
Senâ, Hidâyet Yıldızı Şemseddin Sivâsî’nin Menkıbeleri, Hüseyin ġemsi Güneren, Ġstanbul 2000; M. Fatih Güneren, Tasavvuf Musikisinde Sivâsî İlâhileri, Hasan Aksoy, Şemsi’nin Gülşen-Âbâd Mesnevisi, MÜĠFD, s.123–177; Şemseddin Sivâsî, Hayatı, Şahsi-yeti, Tarikatı, Eserleri, Sivas’ta Bir Şeyh Ailesinin Ortaya Çıkışı ve Vakıflar Üzerine Bir Deneme: Şeyh Şemseddin Ailesi
SĠVAS‟IN MANEVĠ GÜNEġĠ: ġEMSĠ SĠVASÎ
Fatih ÇINAR
“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /22
YAZARLAR KONUġURKEN
AyĢegül Moğol
Dolunay'ın buğulu bir kitabe gibi gökte asılı olduğu katran karası bir geceydi. Masasının sıfatı "yazı" olan genç adam dünyayı düĢünüyordu. Montaig-
ne'in; "Bizi özgür ve bağımsız yaratılmıĢız, bizse tutup kendimizi olmadık çemberler içine hapse-diyoruz. Hepimiz onun vatandaĢıyız." dediği, bir türlü beğenemediği dünyayı. Düzeltmek için ken-dinden baĢlayıp, her adımına bir eylem ekleyip, yürüyerek zirveye ulaĢmalıydı ve bunun için önce adım atmasını öğrenmeliydi. DüĢünürken gaipten değil önündeki kitabın sayfalarının arasından bir fısıltı yükseldi; "DüĢünmenin hakkını verirsen,
düĢünme de senin hakkını verir." Belki de Ģizofre-nik bir dürtüyle masadan usulca doğrulup Ģehir kütüphanesinin yolunu tuttu genç adam. Her za-man ki gibi gözleri buluĢunca dev bina ile önce tu-haf bir korku sarmaladı içini. Sonra gizlice içeri gi-rip masalardan birine, incitmek istemediği kristal bir laleyi avuçlarında taĢır gibi iliĢti usulca. Binlerce kitabın adeta kulak kesilip onun sesini dinlemesi son derece heybetli ve rüyalarına girecek kadar hayranlık vericiydi. Ġrili ufaklı bu esrarengiz kütüp-hanedeki kitaplar kadar yazarlardan da beklentisi vardı elbet. Mesele minik bir akıl kırıntısı mümkün-dü bu cihette zira değiĢen dünyanın değerlerine ve dünyaya karĢı artı bir adım atmak ama bu adımın ütopik bir ihtisastan öte ses getirmesine ihtiyacı vardı. Eğer bir cevap alırsa/verilirse yaĢayıĢına bir
daha anlam katabilecekti. Gece iyice ağırlaĢtı. Uyku göz kapaklarına sindi, baĢı alçaldı ve masanın kena-rına yıkılıverdi. Aklına takılan "Ne yapmalı? " soru-suyla düĢler sokağında kayboldu, uyudu. Ne yap-malı... Bir devin kitaplığını andıran kütüphanede yine aynı dev dans ediyormuĢ gibi bir anda belirsiz bir gürültü peydahlandı. Sonra homurtulaĢtı sesler, kiĢiselleĢti birden. Kitapların arka kapaklarındaki koyu kalın çerçevelerin içinde belki hayatında ilk kez poz vermiĢ minik insanlar, yazarlar birer birer ete kemiğe bürünüp silkelenerek kendilerine geli-yorlardı. Hepsi bir Ģeyler söylüyordu, her biri can-lanıp gecenin bir yarısındaki o sessiz kütüphaneyi hareketlendiriyordu. Fotoğraflardan birinden sabır-sızca sesini yükselten Samuel Lover; "ĠĢte aramıza katılmak isteyen biri daha! Ne yazık ki çoktan hastalanmıĢ. Tek çare kalemin kâğıda sürterken çıkardığı sestedir zira dünyayı değiĢtirmek yaza-rak olur." Herkes bu afilli cümlenin lezzetini dima-ğına kazırken John Marley; "Yazarlık tehlikeli iĢtir ama" diye çıkıĢtı salondakilere. "Yazarlık, meslek-
lerin en baĢtan çıkarıcı, en aldatıcı olanıdır." Ya-zarlar, yine derin bir sessizlik içinde düĢüncelere gark olmuĢken ukala bir edayla sakallarını sıvazla-yan Montaigne; "BaĢkalarında bizden daha fazla yiğitlik, beden gücü, tecrübe, güzellik görebiliriz ama akıl üstünlüğünü kimseye bırakmayız" dedi ve ekledi; "kendini dinle!" Hemingway onayladı onu; "Herkes hayat hakkında yazmak zorundadır, yaz! Ama onu önce yaĢamalısın, yanlıĢ yerdesin." Ben-nett Cerf ilkokul öğretmeninden söz hakkı isteyen, ürkek ve heyecanlı bir öğrenci gibi atıldı; "Yazar olup da ne yapacaksın? Coleridge uyuĢturucu ba-ğımlısıydı, Poe alkolikti, delirenlerde var." Yazarlık ya da dünyayı değiĢtirebilme hakkında yazarlar arasında bu kadar farklı görüĢ olabileceği ĢaĢırttı genç adamı. Ortam gerginleĢmiĢti. Cemil Meriç sesini ustaca kullanarak niteledi genç adamın zih-ninden geçenleri; "Pamuk ipliğinden biraz daha sağlam tek bağ: düĢünce birliği. O da rüzgârın her an tehdit ettiği bir kandil. DüĢünce birliği düĢü-nen insanlar arasında olur. Ġnsanların kaçta kaçı düĢünür?" "BoĢversene!" diye çıkıĢtı Yanko Boris; "Tüm yazarlar kendini ve tüm evreni anlatabilece-ği tek, eĢsiz ve mükemmel kelimeyi arar durur. Ve bu arada yazdıkları ise kitaplardır. Sen yazar olamazsın." Derin bir ah çekti Cengiz Aytmatov; "Ah, ah! KonuĢmak neye yarar? Yüz fikir bir borcu ödemiyor." Montesquieu ise; "Eğer iyi bir dünyada yaĢasaydın, hiç bir Ģeyi düzeltmek zorunda kal-mazdın. Bir milletin gençleri ancak yetiĢkinleri bo-
Âfâk Dergisi
“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /23
Âfâk Dergisi
DOSTLUK ÜZERĠNE
Ġyi günde mi yanında olmalı dost dediğin yoksa kötü
günde mi?
Mutluyken mi hakiki dosta ihtiyaç duyar insan yoksa
ağlarken mi?
Sevincini mi dostla paylaĢmayı ister herkes yoksa hüz-
nünü mü?
Zaman değiĢmiĢ aziz Dost‟um!
Kadim olmak zorlaĢmıĢ…
Herkes olabiliyormuĢ artık kötü gün dostu da, iyi gün
dostu olmak maharet ister hale gelmiĢ…
Oysa eskiden, kötü günde bulunamayan dostlardan ya-
kınırdı kırgın yürekler…
Yalnız ağladığı günlere hayıflanırdı gözler…
Hıçkırıkları sarılmasıyla dindirecek bir kucak, akan yaĢ-
ları kurutan bir mendil uzatacak el
bulamadığına üzülürdü insan…
Zaman değiĢmiĢ aziz Dost‟um..!
Ġnsan insanın mutluluğuna sevinemez olmuĢ. Belki ha-
setti buna sebep belki kıskançlık belki de… Belki de akla
gelen her Ģeydi…
PaylaĢılamamıĢ küçük bir mutluluk, çoğalır da ikimizi
de kuĢatır, mutlu eder endiĢesiyle!
PaylaĢılamamıĢ küçük sevinçler, büyük mutlulukları ge-
tirir tasasıyla!
Zaman değiĢmiĢ aziz Dost‟um..!
PaylaĢtıkça çoğalan mutluluklar gerilerde kalmıĢ…
Peki Ey DOST; biz neresindeyiz bu zamanın?
Merve Uyanık
zulduğu zaman bozulur" dedi.
La Rochefoucauld her zamanki agresifliğiyle; "Eğer kendi hatalarımız olmasaydı, baĢkaları-nın hatalarının farkına varmaktan bu kadar keyif almazdık." diye bir tartıĢma yaratmaya çalıĢtı. Dr. John Zanicchi ise bilgelikle sesini yükselterek; "Kim olduğunu bilmeden kendi-ne güvenen, bütün felaketleri üzerine çeker" dedi ve bir önceki sesin sahibinin kulaklarını kamçıladı. Tazer ise daha yumuĢak bir tavırla; "Olaylar karĢısında gösterdiğiniz tutumlar, olayların kendisinden daha önemlidir. Doğru yoldasın ama yanlıĢ tabelayı okuyorsun genç adam." "Ġyi ama benim çizdiğim yolu kimse beğenmiyor. Yarattığım heykel kendisinden baĢka hayranı olmayan bir kukla." diye yakın-dı genç adam. Daniel De Foe; "Doğrudur ev-lat ama hakikati bulan baĢkaları farklı düĢü-nüyor diye onu haykırmaktan çekiniyorsa hem budala hem alçaktır. Bir adamın "benden baĢka herkes aldanıyor" demesi güç Ģüphesiz ama gerçekten herkes aldanıyorsa o ne yapsın?" diye konuĢunca, kütüphanede fanatikçe alkıĢlayanlarla sessizce protesto edenler birbirine karıĢtı. Moltke'nin; "Aklına gelen her Ģeyi söylemek zorunda değilsin dos-tum. Ġnsan göründüğünden daha değerli olmalı. Çok iĢ baĢarmalı ama az ortaya çıkarmalı." demesi de yazarların keyfi-ni arttırdı doğrusu. Ama Dale Carnegie'in sözleriyle adeta soğuk bir duĢ aldı kütüpha-nedekiler; "ġunu veya bunu yapacağım de-
me, ne yapacaksan yap!" Genç adam bu söz-lerin ardından göz kapaklarını kaĢımaya baĢ-ladı. Sonra saçlarını geriye taradı, baĢını hafif-çe kaldırdı. Uyanıyordu. Gördüğü minik ya-zarlar, gecenin baĢında çıktıkları yuvalarına seslerini gittikçe alçaltarak geri dönüyorlardı. Tamamen uyan-dığı an hepsi koyu renkli kalın çerçevelerine geri dönmüĢtü. Kütüphanenin sokak kapısını yavaĢça kapatıp arkasına dönünce bu yazının yazarıyla da göz göze geldi ve yazmayı atla-dığı bir sözü kulağına fısıldadı; "Aydınlara
bakıyorum, içim kararıyor. Kemal Tahir."
“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /24
BĠRAZCIK HALĠFE
Damarlara Köroğlu üfleyen, Karacaoğlan üfleyen
Birazcık da Yunus Emre
Ruha ferahlık, nefse kıvanç veren
Bir aĢktır alıp baĢını giden
Ah bir bilsen, bir bilebilsen, bir anlatabilsem
O kutlu sarnıca eriĢebilecek bir kalp yangını nasıl baĢlatılır?
AĢti‟den Hareme nasıl gidilir, Haremden AĢti‟ye neden gidilmez
Bir anlatabilsem, bir bilsen, bir bilebilsen
Kır atlara binilerek, kılıç kuĢanılarak gerçekleĢtirilen
Put kırma eylemlerinin asaletini
Sevgililerden Musa`yı hatırlatırım burada
Musa`nın dağa bakıĢını
Yıldırım gibi düĢmeliyizdir ah evet
Yana yakıla yürümeliyizdir
Seferler düzenlemeliyizdir Kazan`a
Doğu Türkistan`a, Kurtuba`ya, Bağdat`a
Ve tabii ki BoĢnakça konuĢan dilberleri süzmeksizin
Bir aĢk harmanına tutulmuĢ gibi
Göğü bile ağlatan sarıĢın bilgeyi düĢleyerek
Tarıyor olmalıyızdır geniĢ bir coğrafyayı
Kusursuz bir saygıyla eğilmeliyizdir toprağın önünde
Toprak ki bereketli, toprak ki mütevazı
Vermekten usanmayan, almayı zül bilen
Birazcık Ġstanbul ferahlığı efendim
Birazcık Üsküdar ferahlığı
Romaya kadar gitmeye gerek yok
Bin iki yüz doksan dokuzdan daha eskiye ama
Belki altı yüz on, belki Adem efendimiz
Bir hafıza yoklaması; tamı tamına bir hatırlayıĢ
Kim bilir kaç türküyü
Kaç sureyi ezbere okuyan sen
Usanmadın mı harabeye dönen beton konaklardan
Kum gibi savrulup durmaktan
Birazcık ezber efendim, birazcık hafıza
Birazcık tarih, birazcık sefer, birazcık Süleymaniye
Dimağımız kurudu Rabbim
N`olur birazcık halife
Mustafa ESEN