Aeneas

23
Aeneis’te Yolculuk ve Arayış Augustus Dönemi şairlerinden Publius Vergilius Maro’nun ( İ.Ö. 70-19 ) eseri Aeneis konusunu Troya Savaşı’nın hemen sonrasında Troya’dan kaçarak yeni bir ülke kurmak üzere başta bilinmeyen ancak daha sonra İtalya olduğu ortaya çıkan bölgeye Aeneas isimli kahramanın yaptığı cüretkar, zor ve uzun yolculuktan alır. Vergilius’tan önce de çeşitli eserlere konu olan ve başlarda önemsiz hatta silik bir karakter olarak bilinen Aeneas zamanla önem kazanmıştır. Başta Grek şairlerinden Stesikhoros ( İ.Ö. VII – VI yy ) Aeneas’ın Troya Savaşı sonrasında bir grup Troyalı ile birlikte İtalya’ya yerleştiğini anlatır. Tarihçi Timaios ( İ.Ö. III. Yy. ) ise O’nun bizzat Roma’nın kurucusu olduğunu söyler. Roma edebiyatında ilk olarak görülmesi ve kitleler tarafından sevilip benimsenmesi Naevius ( c. İ.Ö. 207 – 200 ) ve Ennius’un ( İ.Ö. 239 – 169 ) Aeneas’ı şiirlerine konu olarak almalarıyla başlamıştır. Vergilius’un ya da bir bakıma Augustus’un zamanına geldiğimizde Aeneas artık Vergilius’un kalemi ile Roma şiirinin en önemli figürü haline gelmiştir. Bilindiği gibi Vergilius Aeneis Destanı’nı Roma’nın o güne kadar görmediği bir barış ve huzur ortamı içinde bulunduğu sırada yazmış, Augustus’un emriyle Maecenas tarafından kendisine sağlanan imkanlar sebebiyle maddi açıdan sıkıntıya düşmeden rahatça eserleri üzerinde çalışabilmiştir. Vergilius Aeneis’le Roma’yı, temsil ettiği değerleri ve tabi ki İmparator Augustus’u yüceltmek istemiş bunu yaparken kendi edebi maharetini de bütün gücüyle ortaya koymaya çalışmıştır. Her Klasik Filoloji öğrencisinin bildiği bu kısa girişten sonra Aeneis Destanı’nın özellikle ilk altı kitabının yapısını, mitolojik ( belki masalsı ) gelişiminin köklerini incelemeye başlayabiliriz. Elbette her inceleme belli bir yol izlemek zorundadır. Ben de Aeneis’i, referansını özellikle James Frazer’in Altın Dal isimli eserinde belirttiği görüşlere dayandıran bir ekolün yolunu izleyerek çözümlemeye çalışacağım. Bu kısa inceleme ana başvuru kaynağı olarak Joseph Campbell’in Türkçeye Kahramanın Sonsuz Yolculuğu olarak çevrilmiş kitabını almaktadır. Belki de bu kitabın orijinal adını vermek kendi başına daha açıklayıcı olabilir. The Hero With A Thousand Faces…Başlık kahramanın bin farklı yüzünden bahsederken aynı zamanda farklı yerlerdeki bin farklı yüze sahip aynı kahraman imgesini de anlatmaktadır. Başta belirttiğim kaynağını Frazer’dan ya da daha doğru bir ifadeyle Altın Dal’dan alan bu anlayışa göre; “insanoğlunun başat istekleri ( ihtiyaçları ) her yerde ve her zamanda temel benzerlikler gösterir.” Bu bağlamda “ bütün ilkel inançların birbirleri ve modern inanç sistemleri ile ortak paylaşım noktalarını aramak” bu ekolün başlıca amacıdır. Campbell işte tamda bu sebeple “ Zamandışı görünün sebebi nedir? Aklın hangi derinliğinden kaynaklanır? Mitoloji neden her yerde, kostüm çeşitliliğinin altında aynıdır? Ve ne öğretir?” diye sorar ve “ Etkili bir genel mitolojinin yokluğunda, her birimiz kendi özel, tanınmayan gelişmemiş, ama gizlice etkili düş tapınaklarına sahip oluruz” diye cevap verir. Gerçekten de insanoğlu doğayı ve kendisini tanımak için yüzyıllardır çabalamakta etrafında ve iç dünyasında yaşananları açıklayabilmek için konuşmaya başladığı ilk günden bu yana sayısız öyküler üretmektedir. İnsanoğlu kısaca düş gücünü çalıştırmaktadır. Campbell insan doğasını, geçmişle olan bağlarını ve o geçmişin bugüne etkilerini anlayabilmek için çağdaş düş okuma bilimi olarak nitelendirdiği psikanalize başvurur. Bizim incelememiz açısından psikanalizin sağladığı yararların şu an için bir

description

aeneas

Transcript of Aeneas

Page 1: Aeneas

Aeneis’te Yolculuk ve Arayış Augustus Dönemi şairlerinden Publius Vergilius Maro’nun ( İ.Ö. 70-19 ) eseri Aeneis konusunu Troya Savaşı’nın hemen sonrasında Troya’dan kaçarak yeni bir ülke kurmak üzere başta bilinmeyen ancak daha sonra İtalya olduğu ortaya çıkan bölgeye Aeneas isimli kahramanın yaptığı cüretkar, zor ve uzun yolculuktan alır. Vergilius’tan önce de çeşitli eserlere konu olan ve başlarda önemsiz hatta silik bir karakter olarak bilinen Aeneas zamanla önem kazanmıştır. Başta Grek şairlerinden Stesikhoros  ( İ.Ö. VII – VI yy )  Aeneas’ın Troya Savaşı sonrasında bir grup Troyalı ile birlikte İtalya’ya yerleştiğini anlatır. Tarihçi Timaios ( İ.Ö. III. Yy. ) ise O’nun bizzat Roma’nın kurucusu olduğunu söyler. Roma edebiyatında ilk olarak görülmesi ve kitleler tarafından sevilip benimsenmesi Naevius ( c. İ.Ö. 207 – 200 ) ve Ennius’un ( İ.Ö. 239 – 169 ) Aeneas’ı şiirlerine konu olarak almalarıyla başlamıştır. Vergilius’un ya da bir bakıma Augustus’un zamanına geldiğimizde Aeneas artık Vergilius’un kalemi ile Roma şiirinin en önemli figürü haline gelmiştir. Bilindiği gibi Vergilius Aeneis Destanı’nı Roma’nın o güne kadar görmediği bir barış ve huzur ortamı içinde bulunduğu sırada yazmış, Augustus’un emriyle Maecenas tarafından kendisine sağlanan imkanlar sebebiyle maddi açıdan sıkıntıya düşmeden rahatça eserleri üzerinde çalışabilmiştir. Vergilius Aeneis’le Roma’yı, temsil ettiği değerleri ve tabi ki İmparator Augustus’u yüceltmek istemiş bunu yaparken kendi edebi maharetini de bütün gücüyle ortaya koymaya çalışmıştır. Her Klasik Filoloji öğrencisinin bildiği bu kısa girişten sonra Aeneis Destanı’nın özellikle ilk altı kitabının yapısını, mitolojik ( belki masalsı ) gelişiminin köklerini incelemeye başlayabiliriz. Elbette her inceleme belli bir yol izlemek zorundadır. Ben de Aeneis’i, referansını özellikle James Frazer’in Altın Dal isimli eserinde belirttiği görüşlere dayandıran bir ekolün yolunu izleyerek çözümlemeye çalışacağım. Bu kısa inceleme ana başvuru kaynağı olarak Joseph Campbell’in Türkçeye Kahramanın Sonsuz Yolculuğu olarak çevrilmiş kitabını almaktadır. Belki de bu kitabın orijinal adını vermek kendi başına daha açıklayıcı olabilir. The Hero With A Thousand Faces…Başlık kahramanın bin farklı yüzünden bahsederken aynı zamanda farklı yerlerdeki bin farklı yüze sahip aynı kahraman imgesini de anlatmaktadır. Başta belirttiğim kaynağını Frazer’dan ya da daha doğru bir ifadeyle Altın Dal’dan alan bu anlayışa göre; “insanoğlunun başat istekleri ( ihtiyaçları ) her yerde ve her zamanda temel benzerlikler gösterir.” Bu bağlamda “ bütün ilkel inançların birbirleri ve modern inanç sistemleri ile ortak paylaşım noktalarını aramak” bu ekolün başlıca amacıdır. Campbell işte tamda bu sebeple “ Zamandışı görünün sebebi nedir? Aklın hangi derinliğinden kaynaklanır? Mitoloji neden her yerde, kostüm çeşitliliğinin altında aynıdır? Ve ne öğretir?” diye sorar ve  “ Etkili bir genel mitolojinin yokluğunda, her birimiz kendi özel, tanınmayan gelişmemiş, ama gizlice etkili düş tapınaklarına sahip oluruz” diye cevap verir. Gerçekten de insanoğlu doğayı ve kendisini tanımak için yüzyıllardır çabalamakta etrafında ve iç dünyasında yaşananları açıklayabilmek için konuşmaya başladığı ilk günden bu yana sayısız öyküler üretmektedir. İnsanoğlu kısaca düş gücünü çalıştırmaktadır. Campbell insan doğasını, geçmişle olan bağlarını ve o geçmişin bugüne etkilerini anlayabilmek için çağdaş düş okuma bilimi olarak nitelendirdiği psikanalize başvurur. Bizim incelememiz açısından psikanalizin sağladığı yararların şu an için bir önemi olmadığından işin bu yönüne çok fazla eğilmeyeceğim. Ancak psikanalizin de yardımı ile ortaya koyduğu kahraman figürü ve onun yansımalarının Aeneas ile örtüştüğü noktaları genel anlamda tespite çalışacağım. Unutulmamalıdır ki her fiziksel yolculuk aslında bir içsel yolculuğun metaforudur. Kahramanın gittiği her diyar, uzak ülke, başardığı her iş  ruhunun biraz daha kendini aşmasını diğer bir deyişle kendini tanımasını simgeler. Çünkü her kahraman “ genel geçerliliği olan insani biçimleri yerel ve tarihsel sınırlamaları çatışarak aşabilmiş olan kadın ya da erkektir. Onun görüleri, fikirleri ve esinleri diğer insanlarınkine benzemez. Bu yüzden onlar yeteneklidir. Kahraman bir şekilde yolculuğunun bir yerinde insan olarak ölecek ve daha üstün bir varlık olarak mükemmelleşmiş evrensel insan olarak yeniden doğacaktır. Yani kendini aşacaktır. Kahraman çıktığı yolda engeller ve tehlikelerle karşılaşacaktır. Arkada akan tertemiz dereye ulaşabilmek için aşması gereken lağım deresi önündedir. Her zaman gönüllü bir yardımcı kritik bir

Page 2: Aeneas

anda ortaya çıkar. Nihayet son ırmağın ötesinde yüksek, sağlam toprak ( Dünya Cenneti, aranan ülke ) görünür. Bunlar ruhun yüce macerasının sonsuza dek yinelenen temalarıdır. Her ayin ya da erginlenme töreni kahramanın standart yolunun prototipi gibidir. Bunların hepsi üç temel bölümden oluşur. Ayrılma – erginlenme – dönüş, kahraman bildiğimiz dünyadan öte dünyaya ya da doğaüstü bir bölgeye gider. Karşısına çıkan güçlerle mücadele eder ve onları yener. Artık çok daha güçlü, farklı ve aydınlanmıştır. Prometheus göklerden yani Tanrılardan ateşi çalmış ve tekrar yeryüzüne inmiştir,Iason mucizeler denizine yelken açmış Altın Postu bir canavarı yenerek ele geçirmiştir. Aeneas yer altına inmiş, ölüler nehrini geçmiş, üç başlı korkunç bekçi köpeği Cerberus’u verdiği etle uyutmuş Dido’yu görmüş ve babasının hayaletiyle konuşmayı başarmıştır. Doğaüstüne yaptığı bu yolculukta aydınlanıp ruhların ve kuracağı ülkenin kaderini anlayan ve bilgelikle her beladan kaçınabileceğinin farkına varan Aeneas  fildişi kapıdan geçerek bildiğimiz dünyaya geri döner. Campbell’e göre hemen hemen her mitolojide kahramanların davranışlarında ortak yönler vardır. Kimi durumlarda bu davranışların bazıları uygulanmasa hatta yolculuğun nevine göre değişse bile çoğu zaman aynı kalırlar. Şimdi dünyanın farklı köşelerinde insanın kendini tanıma ve daha üstün bir varlık olma çabasının  formüle edilmiş haline kısaca göz atalım: Birinci bölüm: Yola Çıkış – maceraya çağrı, çağrının reddedilmesi, doğaüstü yardım, ilk eşiğin aşılması, balinanın karnı İkinci Bölüm: Erginlenme – erginlenme yolu, tanrıça ile karşılaşma, baştan çıkarıcı olarak kadın, babanın gönlünü alma, tanrılaştırma, en son ödül Üçüncü Bölüm: Dönüş – dönüşü reddetme, büyülü kaçış, dışarıdan gelen kurtuluş, dönüş eşiğinin aşılması, iki dünyanın ustası, yaşama özgürlüğü Birinci bölümden itibaren bu kategorizasyonun Aeneis ile uyuşan yanlarını bulmaya çalışalım. Yola Çıkış Maceraya çağrı Her ne kadar mantık silsilesi içinde yola çıkışın eserin başında olması gerektiğini düşünürsek de Aeneis’de yola çıkış evresi ikinci kitapta bulunmaktadır. Kraliçe Dido aşkla bağlandığı Aeneas’ın yanında daha fazla kalmasını sağlamak için ona Troya savaşını ve sonrasını anlattırırken kahramanın yola çıkış evresini ayrıntılarıyla görürüz. Kahramanın maceraya çağrılması Akhilleus tarafından öldürülmüş Hektor’un rüyasına girmesiyle gerçekleşir. Yazgısı bellidir. O yazgıyı yaşaması gerekmektedir. Bu sebeple bağlı olduğu yerle bağlarını koparmalı yazgısını yaşamalıdır. Çağrının reddedilmesi Aeneas ne olursa olsun kalıp savaşmayı tercih eder ve çağrıyı reddetmiş olur. Bu tavır aynı zamanda Vergilius’un vatan sevgisinin yüce bir değer olduğunu okuyucuya bir çok kere hissettirdiği anlardan biridir. Diğeri ise babasından önce Kral Priamus ve oğlunun ölümünü görmesi neden sonra babasını hatırlamasıdır. Burada da Vergilius vatanını kendinden hatta ailesinden fazla düşünen bir karakter portresi çizmiştir. Vergilius’ta çağrının reddedilmesi motifi vatan için kendini feda etme şeklinde görünür. Doğa üstü yardım Eserin bir çok bölümünde karşılacağımız doğa üstü yardım ögesi ilk olarak Aeneas’a annesi Tanrıça Venüs tarafından sunulur. Birinci kitapta Iuno’nun çıkardığı fırtına sonrası Libya kıyılarına sürüklenen Aeneas etrafı keşfe çıktığı sırada genç bir avcı kadınla karşılaşır. Kadın ona yakındaki Kartaca kentini gösterir ve oraya gitmesini tavsiye eder. Aeneas kokusu ve yürüyüşünden kadının annesi olduğunu anlar. İkinci kitapta ise Troya yakılıp yıkılırken kendisi ailesini korumak için evine koşar. Yolda Helene’yi görür, bir anda bütün bu felaketin onun yüzünden çıktığını düşünüp Helene’yi öldürmeye kalkar ancak yine annesi ortaya çıkar Aeneas’ı engeller. VI. Kitapta ise ölüler ülkesine girebilmek için anahtar önemdeki Altın Dal’ı ormanın içinde ararken annesinin hayvanları olarak bilinen iki kumru kendisine yol göstermeye gelirler. Bu, dolaylı olsa da yine Tanrıça olan annesi Venüs’ün

Page 3: Aeneas

yardımıdır.  Campbell’e göre ( Freud’dan alıntılayarak kuşkusuz) Anne imgesi insanın gölgesinde yaşadığı ilk yeryüzü cenneti ve en güvenli bölgedir. Yine VI Kitap’ta kahin Sibylla doğaüstü yardım olarak karşımıza çıkar. Hem Aeneas’a geleceği ile ilgili kehanetlerde bulunur hem de Onun Ölüler Ülkesine inmesine bazı şartlar karşılığında yardımcı olur. İlk eşiğin aşılması, İlk eşik kahramanın ait olduğu bölgeyi ilk defa terk etmesi bir bakıma erginliğe ya da yetişkinliğe ilk adımı atmasını simgeler. Ve sanıldığından ya da göründüğünden daha zordur. Çünkü sıradan insan için alışılmışın dışına çıkmak riskli bir durumdur. Nitekim Aeneas sonunda ölüm olduğu halde ilk başta Troya’da kalmayı istemiş ve “ yenilmişler için tek çıkar yol kurtuluştan ümidi kesmektir” diye konuşmuştur. Her ne kadar bu eşiği aşmama durumu Vergilius tarafından vatan sevgisi ekseninde gösterilmişse de, ancak tanrısal bir işaretle bozulmuştur. İnatla ve karısının bütün yalvarışına rağmen şehri terk etmeyen Aeneas ve babası Anchises, Aeneas’ın oğlu Iulius’un saçları tutuşunca bunu tanrısal bir işaret olarak kabul etmiş ve Troya’dan ayrılmaya karar vermişlerdir. Eski Roma inançlarına göre saçları alev alan bir çocuğun ilerde çok büyük işler başaracağına inanılırdı. Bu durum, belki doğaüstü bir yardım olarak kabul edilebilir ve bilinmeyene, tehlikelerle dolu yeni bir yolculuğa çıkmak için eşiğin geçilmesini kolaylaştıran bir etken olarak görülmelidir. Ancak eşiği aşmak bu kadar kolay değildir. Yani bilinmeyene maceralara atılmak eşiği aşmış olduğunuz anlamına gelmez. Balinanın karnı Bu aşama kahramanın amacının netleşmesini kendini tanıyıp gücünün farkına varmasını simgeler. Kahraman kendini adadığı amacın tam olarak farkına varır. Kim olduğunu anlamak ölümsüz değilse insan aslında ne kadar basit ve önemsiz olduğunun ayırdına varmakla eş anlamlıdır. Balinanın karnı diye nitelenen olay simgesel bir olaydır ve çeşitli kültürlerde farklı şekillerde karşımıza çıkabilir. Kahraman gerçekten bir canavar tarafından yutulabilir ve O, canavarın karnından sağ olarak kurtulur ve tabi canavarı da öldürür. Ya da insanın sonsuzluğa eş diğer bir deyişle ölümsüz değilse sadece toz ve küle dönüşecek bir şey olduğunu anımsayacağı tapınak ve benzeri yerlere girmesi  de aynı çercevede değerlendirilir. Aeneis’in VI. Kitabın başında gittiği Sibylla isimli kahinin bulunduğu İtalya Cumae’deki Apollon tapınağı yepyeni olayların başlayacağını önceleyen bir eşik olarak ele alınabilir. Sibylla Aeneas’a büyük savaşlar ve çok kan dökülmesine sebep olacak bir nişan yapacağını  sonrasında içinde bulunduğu zor durumdan bir Grek şehrinin yardımıyla kurtulacağı gibi bir çok kehanetlerde bulunur ancak bunlar Aeneas’a yeterli gelmez. Kahraman egosundan sıyrılıp kendini amacına tam olarak adayamamıştır. Böylece Sibylla’dan yer altı dünyasına yani ölüler dünyasına gidebilmesi için yardım ister. Bu durumu eşiğin aşılması olarak görmek mümkündür. Kahraman artık mucizevi sınavların, zorlukların olduğu yeni bir mitsel-maceranın içine girmek üzeredir. Bu zor görevlerden en bilinenleri kayıp ya da ölmüş bir yakını veya sevgiliyi, eşi aramak üzere yeraltına dünyasına iniş motifidir. Ve bu durum erginlenmenin konusuna girmektedir.  İkinci bölüm Erginlenme: Eşiği aşan kahraman için artık bir takım sınavların geçileceği bir düş dünyasında ( ya da mitsel bir alanda ) yolculuk başlar. Aeneis’te bu durum Aeneas’ın babası ile görüşebilmek için ölüler ülkesine gitmek amacıyla Sibylla’dan yardım istemesiyle gerçekleşecektir. Ancak öncelikle başarması gereken bir görev vardır. Sibylla’nın dediğine göre Ölüler Dünyası’na girebilmek için yer altı tanrısı Pluto’nun karısı Prosperina’ya vermek üzere Altın Dal’ı bulup getirmelidir. Aynı motif pek çok masalda kralın kızıyla evlenebilmek için kaf dağının ardında ya da ejderhanın bağrında bulunan bir mücevherin getirilmesi şeklinde de görülmektedir. Nitekim Sibylla Altın Dal’ın ancak kendisini almaya layık bir “tanrısal doğan” tarafından koparılabileceğini söyler. Altın Dal üstünde kara rüzgarların estiği Cocytus Nehri ile çevrilmiş bir ormanın derinliklerinde bulunmaktadır. O’nu almak hak eden için son derece kolaydır ancak yazgısında olmayanlar için, ne kadar büyük bir güçle çabalasalar da Altın Dal’ı bulunduğu meşe ağacından çekip çıkarmak imkansız olacaktır. Altın Dal motifi mitoloji ve folklorde

Page 4: Aeneas

değişik biçimlerde pek çok defa karşımıza çıkar. En ünlü örneklerden bir tanesi Arthur’un taştan çekip çıkardığı Excalibur isimli kılıçtır. İnanışa göre ancak kral olmayı hak eden kişi Excalibur’a sahip olabilecektir. Tabi ki Altın Dal imgesi bu inanışların arketipi olarak ele alınmalıdır. Ne zaman ki Altın Dal yerinden hak eden kişi tarafından koparılır yerine yenisi gelir. Bütün bu değişimler daha yüksek bir varlık olmak için ölmek ya da yer altı ülkesine gidip yeniden dönmek hep aynı doğa olayının değişik biçimlerde ki açıklanma çabasının tezahürüdür: Mevsimler değişir, doğa kışın ölür yazın canlanır.  Dünyanın her yerinde farklı kostümlerle de olsa mitoloji doğayı anlama, anlamlandırma ve açıklama çabasıdır. Antik Çağ insanı gökteki yıldızların hareketlerinden doğadaki en küçük bitkiye kadar her şeyi bilgileri dahilinde açıklayabilmek için mitolojiyi kullanmışlardır. Burada Aeneas’ın yer altı ülkesi Avernus’a girebilmek için bulması gereken Altın Dal’ın doğadaki ökseotu ( viscum album ) olduğu konusunda pek çok uzman hemfikirdir. Ökseotu ilginç özellikler barındıran bir bitkidir. Şifa veren olarak kullanılabildiği gibi meyveleri yenirse zehirlidir. Sap ve yaprakları ise pek çok rahatsızlığa karşı sağaltım özelliğine sahiptir. Hepsinden önemlisi toprak ya da suda değil bazı ağaçlarda parazit olarak yetişir. Yaz kış yapraklarını dökmez ve rengi beyaz ya da yeşil beyazdır. Ki bunlar altının renklerindendir. Bu özellikleri ile bu ot doğanın döngüselliğine karşı çıkar ve bu ona antikçağ da bazı gizemli güçlerin atfedilmesine sebep olmuş olabilir. ( Kuzey Avrupa mitolojisinde Balder’in ölümü de ökseotundan yapılmış bir okla olmuştur.) Babanın Gönlünü Alma Aeneas’ın Ölüler Ülkesi’ne gitmek istemesinin sebebi babasıyla bir kez daha görüşebilmek içindir. Bu yalnızca babasını görmek isteyen bir oğulun  masum isteği değildir. Erginlenmeyi geçen kahraman içinde bulunduğu yolculuk ve amaçlarının son bir teyidini almak ve kendi ayakları üzerinde durmaya başlamadan önce baba imgesinin koruyuculuğundan kurtulmak zorundadır. Bu kötü anlamda bir istek değildir. Psikanalize başvuracak olursak çocukluktan erginliğe geçme aşamasındaki kahraman büyüdüğünü ve kendi ayakları üzerinde duracağını kanıtlamak için kendini gözeten kollayan ebeveyn figürü ile yollarını ayırmalıdır. Aeneas artık vatan belleyeceği topraklardadır. Yolculuğu bitmiştir. Babası ölmüş Ölüler Ülkesi’ne gitmiştir. Aeneas Onun arkasından gider ve Ondan pek çok bilgi alır. Kuracağı ülkenin geleceğini görür. Savaşacağı insanları tanır. Ölüler Ülkesi’ni terk ettikten sonra bunların üstünde düşünmese bile başka türlü bir insan olarak dünyaya döner. Dindar bir insan olmasının mükafatını görmüştür. Babasının gönlünü almıştır. Anchises Onu gördüğüne çok sevinmiş ve yazgısını tam olarak anlamasını sağlamıştır. Artık Aeneas yazgının kendine biçtiği görevleri gerçekleştirmeye hazırdır. Buraya kadar yapmaya çalıştığım eşleştirmeler Campbell’in kitabına uyan bir Aeneis çözümlemesi çabasıdır. Yukarıda verdiğim kategoriler içerisinde Aeneas’ın yolculuğu ve arayışı ile uyumlu olanlar sıralanmaya çalışılmıştır. Unutulmaması gereken Vergilius’un eserinin belli amaçlarla yazıldığıdır. Öncelikle Vergilius Augustus Dönemi ve bizatihi Augustus’u övmek ve yüceltmek ve de kendisinin bir şair olarak Homeros ile boy ölçüşebileceğini göstermek amacındadır. Yine de etkilendiği ve de yarıştığı İlliad ile Odysseus da olduğu gibi bazı temel formlara bağlı kalmıştır. Aeneis evinden yurdundan sürülmüş ayrı kalmak zorunda bırakılmış insanların hikayesidir. Toprağa bağlı olmak vatan diye bellenebilecek bir ülkenin sahibi olabilmek için çekilen acılar, yaşanan zorluklar, aşılan yollar hep aynı şeyi anlatır. Vatan Sevgisi. Bir Romalı için vatanını sevmek,Onu barış içinde yükseltmek ve Ona layık olmak her şeyden çok daha önemli olmalıdır. Onunla gurur duyulmalı ve her daim korunup kollanmalıdır. Onu daha iyi bir geleceğe taşıyanlar Aeneas’tan bu yana her kim olursa olsun minnetle anılmalıdırlar. Romalı okuyucuya bu temel düşünceyi veren Vergilius diğer yandan Roma Tarihi ile ilgili kimi gerçekleri son derece akıllı bir şekilde kurgulamış ve sebep sonuç ilişkisi açısından açıklamıştır. Örneğin Roma ve Kartaca arasında uzun süre devam eden savaş durumu Dido’nun Aeneas’a karşı duyduğu büyük aşka karşılık alamaması ile ilgilidir. Dido son nefesini verirken soylarımız arasında artık hiç barış olmasın ve iki taraftan da birer kişi kalana kadar savaşımız sürsün diye lanet okumuştur.      Asıl dikkat edilmesi gereken nokta Aeneas’ın belki de Dido’nun aşkına karşılık verecekken Tanrı’nın uyarısı ile görevini hatırlamış ve yazgısını izlemeye devam etmiş olmasıdır. Aeneas yazgısı belli bir

Page 5: Aeneas

kahramandır. Bir görevi vardır. Dünyaya hükmedecek bir şehir ve soy yaratacaktır. Kendi başına karar alamaz, almamalıdır. Yolculuğuna devam etmelidir. Bu yolculuk dönüşü olan bir yolculuk değil hedefi olan bir yolculuktur. Ancak, varmaya çalıştığı hedefe giderken kendini güçlendirecek daha üstün bir hale getirecek kararları alır. Bu yolda zaman zaman tereddüt gösterse de bir şekilde doğru olanı yapar.   Eserin pek çok yerinde Aeneas’ın dindar bir insan olduğu belirtilir. Tanrılarına bağlıdır. Babasına değer verir, yani atalarını sayar. Ölüler Ülkesi’ne gittiğinde kayıkçı Charon Ona kuşkuyla yaklaşır. Çünkü silahlıdır ve daha önce gelenler hep orada bir şeyleri değiştirmek ya da zarar vermek için gelmişlerdir. Ama Aeneas kimseye ya da bir şeye zarar vermeyeceğini söyler. Proserpina için Altın Dal’ı getirmesi inançları noktasında gerekenleri yapmaya hazır olduğunun bir göstergesidir. Yine aynı şekilde Deiphorus ile karşılaştığında Troyalı bu kahraman Ona Troya’nın düşmesinde rolü olan bir kadından bahseder. Bu kadın önce elinde meşaleyle Tahta At’ın çevresinde Bacchüs’çü bir dans yapmış ve Greklere işaret vermiş geceyarısı da Tahta At’ın karnındaki kapağı açıp düşman savaşçılarının şehre girmelerini sağlamıştır. İyi bir insan ( tabi Romalı ) Bacchus’çu ( Dionyssos’cu ) olmamalıdır. Bunlar bir Romalı’nın sahip olması beklenen özellikleridir ve hepsi Aeneas’ta vardır. Aşırılık , zevk şefaat Bir Romalı’nın uzağında olması gereken şeylerdir. Gravitas, Pietas, Antiquitas gibi özelliklerin kişileşmiş halidir Aeneas.  Sonuç olarak Aeneis yurdundan sürgün bir kahramanın vatan arayışıdır. Vadedilen Topraklar, Kutlu Ülke, Yeryüzü Cenneti nasıl adlandırırsak adlandıralım insan kendini ait hissettiği için mutlu olacağı yeri arar. Mutlu olduğu yere de kendini ait hisseder. Aeneas sade, yazgısının peşinde, evini arayan yalnız bir insandır. Yolculuğu İtalya’ya doğrudur belki ama arayışı kendi içinedir.  Romalı insan da sıradan, sade yaşamı içinde mutlu ve huzurlu olmaktan başka bir şey istemez. Vergilius koskoca bir destan içinde aslında bir tek şey anlatmıştır. Aranan o huzur ve mutluluk Roma’dadır.

Page 6: Aeneas

Vergilius

Publius Vergilius Maro İ.Ö.70 yılında Mantua yakınlarında doğmuştur.41 yılında Mantua bölgesindeki topraklar Octavianus’un askerlerine dağıtılırken Vergilius da baba ocağını ve toprağını kaybetmek tehlikesi ile karşılaşır.Bunun üzerine arkadaşı Gallus’un yardımı ile Octavianus’un huzuruna çıkar ve yerinden yurdundan edilmemesi için ricada bulunur.Bucolica’lardan(I ve IX)anlaşıldığına göre Octavianus sonradan kendisine Napoli’de bir toprak vererek kaybını karşılamak istemiştir.Şair hayatının son 10 yılını Napoli yakınında Aeneis’i yazmakla geçirir.51 yaşındayken destanın ilk kısmının geçtiği yerleri görmek üzere Anadolu’ya gider,yolculukta hastalanır.19 yılının 22 eylülünde ölür.Ölmeden önce gönlünce düzeltemediği destanı yakmak istese de çevresindekiler buna razı olmaz 

AENEİS’İN DOĞDUĞU TARİHİ ORTAM

Octavianus,Antonius ve Lepidus triumvirliğinde Antonius Doğu’yu istemiş ve Mısır’da kalmıştı,Octavianus ise Batı’yı yani Roma’nın kalbini seçerek burada hüküm sürmüştü.Roma’yı yıllarca sarsan iç savaşlar sonunda duruma hakim olan Octavianus’un devlet idaresini ele alması ile cumhuriyet rejiminden monarşiye geçilmiş oldu.Roma’da hala bir senato vardı fakat bütün yetkiler imparatordaydı.Halkın yeni rejimi kabul etmesinde savaştan bıkmış olmasının rolü olmakla birlikte Octavianus’un zor ve şiddet yerine inandırma yolunu seçen politikasının etkisi büyüktür.

Octavianus bozulan Roma ahlakını ve yozlaşan milli duyguları toparlamak amacıyla çalişmalar yapmıştır.Roma’da toprakları savaşta kendisine destek olan askerlere pay edilmesi Vergilius ve babasının çiftliğini de tehlikeye atmış,hatta kaybetmişlerdi.Aeneis böyle bir ortamda ortaya çıkar,Vergilius Octavianus ile kendi çıkarlarını da düşünerek ona yaklaşma fırsatı bulmuş ve Aeneas efsanelerini toparlayarak Octavianus’a prototip teşkil eden Aeneas ile birlikte,Roma’yı öven,yücelten,Augustus soyunu öven,bir yandan ahlaki bir amaçla birlikte Roma’nın ortaya çıkardığı örnek insan’’pius Aeneas’’ ve Roma’nın pietas kavramını da içine alan,ahengiyle büyüleyen,heksametron vezninde,manzum şeklinde ölümsüz bir destan yaratmıştır.Böylesine büyük bir önem teşkil eden bir eseri yazan şair kuşkusuz iyi bir eğitim görmüş ve bu eğitimini dehasıyla birleştirmişti. 

ESERİN YAZILIŞ AMACI ve KONUSU 

Yazılış amacı olarak Roma’yı yüceltmek,edebi amacı olarak ise Homeros’u geçmek olduğunu söyleyebiliriz.Augustus’u memnun etmek gibi bir amaç taşıdığı inkar edilemezAeneis’de konu olarak ele alınan geçmişti fakat bu Augustus çağını hazırlayan bir geçmiştir.Destanda Augustus çağından açıkça söz edildiği gibi bazı kehanetler ile de bu çağı düşündürürVergilius yalnız Romalılara değil aynı zamanda Augustus’un atasının da ününe hizmet etmiştir.(Iulius soyu Ascanius’a dayanır.) Aeneas efsanesini Vergilius yaratmış değildir.Kahramanı Aeneas Homeros’ta Troya’nın yıkılmasından sonra oldukça silik bir kişidir.Aeneas efsanesi zamanla büyür ve yayılır.Yunanlı lirik şair Stesikhoros’ta Aeneas Troya’dan ayrıldıktan sonra yurttaşlarıyla İtalya’ya gidip yerleşir.Tarihçi Timaios’a göre(İ.Ö.3yy.)Roma şehrinin kurucusu odur.Roma edebiyatının başlaması ve Naevius ile Ennius’un Aeneas’ı şiirlerine konu yapmaları sonucu olarak Aeneas efsanesi bütün Romalılarca bilinmiş ve benimsenmiş olur.Vergilius’un bunu ısrarla işlediği destan Aeneis’i tam da Augustus’un idaresinde Roma’nın dünyanın en güçlü devleti haline geldiği zamanda ele alması,eserini iyice benimsenmiş bir Yunan-Roma sanat birikimine dayanarak,üstün bir şiir kabiliyeti ile yazması Aeneis’a Roma şiirinde erişilmemiş bir yer,Vergilius’a en büyük Roma şairi ünü sağlamıştır.

Page 7: Aeneas

Bu aşamada bir kronoloji sorunu bir de Romulus’u doğuranın kimin kızı olduğu sorunu ortaya çıkar.Troia kenti i.ö.1180’de yakılıp yok edilmişti.Roma’nın geleneksel olarak kabul edilen kuruluş tarihi ise i.ö.753’tür.Buna göre Romulus’un yaşadığı tarih 753’ten çok uzakta kalır.Söylencenin bu aşaması şu şekilde bağdaştırılmıştır:Aeneas Lavinium şehrine geliyor.Oğlu Ascanius,Alba Longa şehrini ilk kurandır.300 yıl süreyle Alba Longa tahtını Ascanius’un soyu elinde tutuyor.Numitor bunların sonuncusudur.Böylelikle Yunan ve Roma söylenceleri uzlaştırılmış oluyor.Vergilius,Cato Maior’un Origines adlı eserinden efsaneyi bu şekilde ele almıştır. 

Aeneis’in biçim ve uslubu 

Ölçüye verdiği önem,mısraları bilgi ve zevkle işlemesi,kelimeleri anlam ve ses bakımından yerinde kullanılması,esere bütün olarak ve yer yer büyük bir ahenk sağlamıştır.Bazılarının biraz hüzünlü ve yeksenak buldukları bu ahenk aslında birbirine eklenen,sürüp giden acıların anlatımına ne kadar uygundur.

Vergilius duygulu ve insan ruhunu anlayan bir şair olarak destan yazarken yalnız epik değil çoğu zamanda lirik bazen de dramatik bir güç göstermiştir.Monolog biçimde verdiği konuşmalar birer hitabet örneği olduğu gibi konuşanın psikolojisini de çok iyi belirtir.Bazı tasvirleri,portreleri o kadar canlıdır ki bir ressamın elinden çıkma tabloları andırır.Duygululuğu yalnız can verdiği kişileri değil doğayı da dünyayı da sarar.Renkleri ve gölgeleri,sesleri ve sessizlikleri,doğa ile insan ruhu arasındaki uyuşmayı ya da karşıtlığı vermekte ustadır.

Aeneis’in edebi incelemesi 

I.Kitap:Altı yıl süren serüven dolu bir yolculuktan sonra Aeneas İtalya’ya varmak üzeredir.İupiter’in karısı ve kız kardeşi Iuno Troyalıların gemilerini bir fırtınayla allak bullak edince Aeneas ve arkadaşları Libya kıyılarına çıkarlar.Çevreye keşfe çıkan Aeneas bir avcı kadına rastlar.Bu kadın ona Kartaca şehrinin uzakta olmadığını,bu şehri kocasının ölümünden sonra Tyr’den kaçan Dido’(Didon)nun kurduğunu anlatır.Aeneas yanına en sadık arkadaşını alır,Kartaca’nın yolunu tutar.Yazar Iuno’nun Troyalıları sevmeme nedeninin,tanrıçanın gelecekte Roma’nın Kartaca’yı mahvedeceğini bildiğine ve bunu önlemeye çalıştığına bağlayarak açıklar. Aeneas’ın ekibinin en yaşlısı ilioneus,kraliçeye kendilerini tanıtır:’’Yüce kraliçem,bir görev aldık İupiter’den,yeni bir kent kurup küstah soyları vuracağız adalet bağına:bizler,şu kadersiz,şu denizlerden denizlere savrulmuş Troia’lılar,diz çöküp yalvarıyoruz senden,kurtar hepimizi uğursuz yangınlardan kurtar gemilerimizi,koru dindar bir soyu.Yakından ilgilen durumumuzla,tanı bizleri:ne Libya’nın ocak tanrılarını yakmak için,ne de kenti talan edip limana kaçmak için,silah kuşanarak geldik buraya!Öyle küstah değiliz biz,yenilmişlerde,nerede o cüret?’’(i.522-530) 

‘’O zaman Dido,gözleri yerde,kısaca der ki:’’Atın korkuyu içinizden,atın endişeyi Troia’lılar!Güç durumdayız biz de,devletimiz yeni kurulmakta,böyle davranmak zorundayım,gözcülerle koruyorum bütün sınırlarımızı.Kim tanımazAeneas’ın soyunu,kim tanımaz kahraman Troia kentini,yiğitlerini bütün?Kim duymadı yangınını onca ünlü savaşın?Öylesi katı değildir biz pön’lerin yüreği.İster büyük Hesperia’ya,ya Saturnus ovasına,ya Eryx toprağına ister kral Acestese gidin,sizi sağ salim,uğurlarım oraya;elimden geleni yaparım;eşit hakla kalmak isterseniz de bu krallıkta,sizindir kurduğum kent.Gemilerinizi çekin,Troia ile Tyrus ayrı olmayacak benim için.Keşke buraya atsa Aeneas’ı keşişleme..’’(i.560-575) 

Dido&Aeneas

Aeneas’ın Dido’ya övgüleri başlar,teşekkürünü eder ona’’..Gözlüyorsa dindarları gökte tanrılar,adalet,doğruluk bilinci varsa hala bir yerde,dilerim tanrılar versin layık olduğun ödülü sana.Seni yaratan çağa ne mutlu!Hangi değerli ana-babadan senin gibi değerli bir kız doğmuş!’’(i.602-606)

Page 8: Aeneas

Venus içinden yeni planlar,düzenler kurar.Aeneas oğlunu şölene çağıracaktır.Venus çocuğu Cythera’daki tapınağına saklayacak ve Cupido(Amor) da annesinin talimatıyla Ascanius’un kılığına girecek,çılgına döndürecek Dido’yu armağanlarla yakacak sevda ateşiyle iliklerine dek. Epulum(şölen)

Bu sırada Aeneas ve adamları,Vergilius’un deyimiyle erguvan döşeklere serpilmişler,Dido tanrıça Venüs tarafından kendine oynanan oyundan habersiz,ascanius kılığındaki aşk tanrısına sarılır,bağrına basar onu.

Eserin iv.bölümünde şair Dido’nun çoktan aşka kapanmış yüreğinden,kahramanın kendi sözleriyle şöyle aktarır:’’..ilk aşkımın hayali kırılınca bir ölümle,’başkasıyla evlenmem!’diye verdiğim karar,böylesine saplanıp yerleşmeseydi gönlüme..evet Anna,saklamayacağım senden;zavallı Sychaeus’un,kocamın acı kaderinden sonra,kardeşimin cinayetiyle,evim barkım,ocak tanrılarım dağıldıktan sonra tek bu adam duygulandırdı,bir tek bu çeldi,kararsız koydu gönlümü..’’(.iv.20) 

Troia  Bu şölen sırasında Dido Aeneas’a başından geçenleri soruyor.Aeneas ‘Infandum,regina,iubes renovare dolorem.’ yani ’Kraliçe dile gelmez bir acıyı yeniden yaşamamı istiyorsun.’ der ve başından geçenleri anlatmaya başlar.ii.kitapta Yunanlıların Troia’ya girişleri,troia yanarken Aeneas’ın rüyasında Hektor’un hayaletini görmesi,ailesiyle birlikte(babası anchises,oğlu ve eşi Creusa) Troia’yı terketmeye karar vermesi.Creusa’nın Yunan askerleri tarafından yakalanıp öldürülmesi konu alınır.Aeneas yıkıntılar arasında birden eşinin hayalini görür ve ona şöyle der gelecekten haber vererek: 

IV. Kitap:Kraliçe Dido’nun kız kardeşi Anna ile Aeneas’a duyduğu aşk üzerine dertleşmesiyle başlar.Kardeşi onu şu sözlerle avutur:’’Ey ışıktan çok sevdiğim kardeşim!Sen hep böyle,tek başına mı geçireceksin,acılı yaslı,güzelim gençliğini?Hiç tanımayacak mısın tatlı çocuk sevgisini,Venüs’ün zevklerini?Ölülerin külleri ya da toprağa gömülmüşatalarımız hiç aldırır mı bu işe sanki?...Tanrılar gözetmiş,Iuno yardım etmiş de sana,Troia’nın gemilerini atmış yeller,sanırım,bu kıyıya.Öyle yiğit bir kocan olsa,düşün,gördüğün şu Kartaca,nasıl bir kent olur,nasıl yücelir krallığın!Teucer silahları eklenince,nerelere ulaşmaz anı şanı Kartaca’nın.Yalnız tanrılardan özür dile,kutlu kurbanlar kestir de,ağırla konuğunu;onu oyalamak için de bahaneler uydur;böyle söyleyip ateşledi DiDo’nun yüreğinden dolup taşan aşkı Anna,kuşkulu yüreğine umut verdi,sildi kalbinden tüm utancı,arı.(iv.1) 

Bunun üzerine Kartaca’nın en büyük tanrıçası İuono engel olamayacağını anlayarak Dido’nun bir troialıya olan aşkına,Venüs’e yanaşır ve onu bu aşkı Dido’nun kalbine yerleştirdiği için kutlar.Yenilgiyi kabul etmiş gibi görünerek övgüye şu sözleri ekler:’’Hem bilmem mi ben,senin surlarımıza,ulu Kartaca’ya karşı ansıl kuşku doludur yüreğin ama ne zaman biter bu düşmanlık?Ya da sonu bu yarışmanın nereye varır?Neden seninle sürekli barış yapmıyoruz,bir düğünle de pekiştirmiyoruz?Böylesi daha iyi değil mi?..’(iv.98- )Burada iuno-venüs karşıtlığını görüyoruz.Venüs şöyle yanıtlar Iuno’nun teklifini:’’Kim redder bu teklifi,ya da seninle çatışmayı yeğ tutar.İnsan deli olmalı,yeter ki bu teklifi uygun görsün alınyazısı da.Ama kaderden endişe ederim..’’(iv-105- ) 

Bu teklifte Iuno’nun kafasında asıl Aeneas’ın gelecekte hakim olacağı İtalya’daki krallığı Libya topraklarına katma düşüncesi vardı ve bunu gizleyerek Venüs’a planını açıklar ve Iuno’nun dileğiyle bakalım neler olmuştur:’’Dido ile Troialı önder vardılar aynı mağaraya,ilkin işaret verdi,toprak’la everen Iuno,gerdeğin yardakçısı;havada ateşler çaktı durdu.Su perileri uludular gerdek şarkısını dağ doruğunda.İlk o gün hazırladı ölüm,felaket nedeni Dido’nun,onur,görenek unuttu saygısını.Ama gönlünde yatan,kaçamak aşk da değildi:Bir evlenme demekteydi buna,bu ad altına örtüp gizlemek istiyordu Dido hatasını.(iv.165-173) Bu evlilik söylentisi Afrika’da oturan,bir zamanlar Dido ile evlenmek isteyen kral Iarbas’ın kulağına ulaşır ve bunun üzerine kral sunaklarda Iupiter’e şöyle yakarır:’’Ey kudretli İuppiter!Görüyor musun şu olanları?Yoksa boşu boşuna mı dehşete düşüyoruz,şimşeğini çakarken sen!Ruhumuzu ürperten ateşler,kör ateş mi yoksa,bulutları aşan başka bir gürültü mü,babacım,bu şamata?Bir kadın,yersiz

Page 9: Aeneas

yurtsuz ve avare dolaşırken yurdumuza gelip de küçük bir kent kurmak için,para verip bizden bir avuç toprak alan kadın,koca olarak istemedi de beni,kabul etti krallığına Aeneas’ı efendi diye!’’(iv.208-213)Iupiter de Iarbas’a kulak verir ve haberci Mercurius’u çağırarak buyruğunu surların,yeni evlerin yapımıyla uğraşmakta olan Aeneas’a şu şekilde iletir: 

‘’Demek şimdi temellerini atıyorsun yüksek Kartaca’nın,güzel bir kent kuruyorsun sevgili eşin için.Unuttun mu,yazık,krallığını,görevlerini?Tanrılara buyuran ulu tanrı beni sana yolladı parlak olympos’tan,hani yeri göğü istenciyle döndüren tanrı;hızlı yellerle şu haberi ulaştırmamı buyurdu,kendisi:Nedir niyetin?Hangi umutla geçiriyorsun günlerini Libya topraklarında?Bunca işin onuru alevlendirmiyorsa senin ruhunu,ün şan kazanmaya çalışmazsan kendin için,bak serpilen Ascanius’a;oğlun Julus’un düşün geleceğini.Onun payına düşmüştür italya krallığı,roma toprakları.(iv.265-276) 

Aeneas’ın dili tutulmuştur,adamlarına gizlice gemileri donatmalarını,kıyıda toplanmalarını emreder.Kafasında Dido’ya kararını açıklama düşüncesi varken Dido ondan önce farkına varmıştır olup bitenin.Aeneas’ı kenara çeker ve ona sitem eder:’’Böyle büyük bir günahı,hain,gizleyecektin,yurdumdan sessiz sakin sıvışacaktın öyle mi?Nasıl umabildin bunu?Bir bağ yok mu içinde?Şu aşkımız,vaktiyle verdiğin andlar hiç mi hiç,engel olmadı mı sana?Ya da korkunç ölüme atılmaya hazır Dido?Karda ayazda bile,ah taş kalpli!Hazırlıyorsun demek donanmanı,royrazlar arasından denize açılmak için,için içine sığğmıyor öyle mi?Yaban eller,adsız meskenler aramasaydın,o eski troia ayakta olsaydı,dalgalı denizleri aşıp arar mıydın troia’nı?Ha,arar mıydın,söyle!Kaçtığın ben miyim yoksa?Gözyaşlarını aşkına,sağ elin,senin aşkına-mutsuz başıma artık ne bıraktım ki!-(iv.305-…) 

Aeneas:’’Say dök kraliçem doya doya sen,borçlu olduğum her şeyi sana,inkar edecek değilim!Kendimi bildikçe de,organlarıma can verdikçe de soluğum,seni seve seve anacağım hep.Savunmam da kısa olacak.Sanma ki senden gizli kaçmayı tasarlamıştım.Hem evlilik çırağılarını hiçbir zaman vaat etmemiştim sana,andlaşma yapmadımdı seninle!Kader kendi kararımla düzenleme fırsatı verseydi hayatımı,gönlümce davranmak mümkün olsaydı benim için,önce troia kentinde oturur,yakınlarımın sevgili ölülerine saygı gösterirdim ben;yüksek priamus sarayı da ayakta kalırdı,ellerimle onarır,yenilmişlerin uğruna,bayındırırdım bergama’yı yeniden..Ne beni ne de kendini yak yakınmalarınla,isteyerek gitmiyorum en italya’ya’’(iv.333…361)der.Dido’nun öfkesi hala yatışmamıştır.

Bu sözlerden sonra Dido bayılır,hizmetçiler tarafından mermer odaya götürülüp yatağa yatırılır,Aeneas da tanrıların buyruğuna boyun eğer ve donanmasına döner.Aeneas’ın kıyılarından ayrılacağı haberini alan Dido artık kaderinden ölümü dilemeye başlar.Eserde onun ölümünü çağıran bazı kehanetler vardır:sunaklardaki kutsal sular kapkara oluvermiş,saçılan şarap karar kana dönüşmüş,Sychaeus’un özel tapınağında bir ses duymuş.Düşerinde korkunç uyarmalarla karşılaşır,çılgınlar gibi kaçar,Aeneas da onu kovalar,hep tek başına,yollarda uzun yürüyüşlerde görülür kraliçe.Sonunda kahrolup,aklını yitirince,ölüm düşüncesini fiile dökmeyi düşünür.Kardeşi Anna’dan iç avluda büyük bir odun yığını kurmasını ister ve ölüm kararını da kardeşinden gizlemek için bunu Aeneas’a büyü yapmak amacıyla istediğini söyler.Sabahın ilk ışıklarında Dido gözetleme kulesinden baktığında dehşete düşer,göğsüne vura vura,yolarak sarı saçını,Aeneas’ın arkasından yakınır ve beddualar eder,giden gemiye bakarak;

‘’..Sizler,Tyrus’lular hırpalayın nefretinizle soyunu Troia’nın doğacak kuşaklarını!Küllerime yollayın,bu armağanları da benim.Ne bir yakın dostluk,ne de bir andlaşma olsun arasında iki ulusun!Ey benim kemiklerimden doğacak öç alıcım!Düş peşlerine Troia’lı göçmenlerin!Kovala silahla,ateşle,bügun,yarın,fırsat geldikçe,her gün,gücün yettikçe!Dövüşsün iki ulus,torunları da çatışsın,kıyı kıyıya,deniz denize,silah silaha,budur bedduam!’’(iv….-629)Bu dizelerde Vergilşius tarihi Roma-kartaca düşmanlığına,Roma’yı bir hayli uğraltıran Hannibal’a göndermeler yapar.Dido’nun tarihi bir kişilik olduğunu iddaa edenler vardır.Naevius ve Varro’dan alıntı yapan Servius da onun adı geçer fakat elimizde yeterli bilgi yoktur.Bu aşkın ve Dido’nun edebi anlamda babası vergilius’tur,Aeneis ise onun ününün edebiyattaki en büyük noktasıdır.

Page 10: Aeneas

Yeniden destana dönersek’’Ne mutlu ne kadar mutluydum,bu kıyılara gelmeseydi Troia gemileri!’’diyerek ölüme kendisini bırakır.Kılıcın üstüne abanır,kılıç köpük köpük fışkıran kana bulanır,çığlığı sarayın ta yüksek külesine yükselir,feryatlar,inlemeler,kadınların ağıtları evleri sarar,kardeşi haberi alır,feryat ve sitem eder Dido’ya;’’Buydu demek niyetin!Beni mi kandırdın yavrum!Şu odun yığını,şu sunak,bana bu oyunu mu hazırladı?Bırakıp gittiğin kardeşin neden yakınsın önce?Ölürken sana çok mu gördün yoldaş olmamı?Keşke çağırsaydın aynı kadere!Aynı kılıçtan yara alarak,aynı anda can verseydik ikimiz!..’’ardından tırmanır yüksek basamakları,can çekişen kardeşini basarak bağrına,inleye inleye onu ısıtmak ister,Dido ağırlaşmış göz kapaklarını açmaya çalışır ama yine kendinden geçer,üç defa kalkar ama üç defa yığılır döşeğe,kayan gözleriyle göklerde arar ışığı,bulduğu zaman da inler.İuno dayanamaz Dido’nun böylesine can çekişmesine ve olympos’tan İris’i yollar,çırpınan ruhunu çözsün diye organlarından. 

İris de dikilerek başına,’’..yer altı tanrısına götürmemi buyurdular şu kutsal emaneti,seni çözdüm bedeninden!’’der ve Dido’nun olağanca sıcaklığı kaybolur,havaya uçar canı,savrulur gider yellere.Eserin iv.kitabı bu şekilde sonlanır.

V.Kitap:Aeneas olanlardan habersiz yine Sicilya’ya döner.I.kitap Sicilya’da başlamıştı,babası orada ölmüştü,ölüm yıldönümü için bir tören düzenler ve sonra yola çıkar.

VI.Kitap:Bu kitapta Vergilius yaşlı kahin Syblla’nın,Aeneas’ı yeraltına,yurtların bulunduğu yere götürdüğünden bahseder.(katabasis=yer altına inme)Orada babası ve doğmamış insanların ruhları da vardır.Torunları olacak kimselerin ruhları,Agustus’a kadar gösterilir,böylece Augustus Roma’sını da över Vergilius.Kartaca kraliçesi Dido ile de karşılaşır.Aeneas onu görünce sevgi dolu sesiyle şöyle der; 

‘’Ah mutsuz Dido!Duyduğum haber doğruymuş demek!Kılıcımla koşmuşsun ölüme acı içinde.Ah,ne yazık!Ben sebep oldum senin ölümüne.Ama yıldızlar ve gökteki tanrılar aşkına,bütün kutsal varlıklar aşkına yeraltındaki,yemin ederim ki,istemeye istemeye ben,ayrılıp gittim,kraliçem senin kıyılarından…Böylesine acı vereceğini düşünmedim bu ayrılığın.Dur şurda,kaçırma hayalini gözlerimin önünden.Sen benden mi kaçıyorsun?kaderler nasip etti bana son konuşmamızı!’’(vi.456..466)Aeneas’ın Dido ile konuşma çabası boşunadır,zira Dido eski eşi Sychaes sayesinde,yatıştırmıştır aşkını.Bundan dolayı yüz vermez aeneas’a ve o da Dido’nun yanından yüreği ezilerek,gözyaşları içinde ayrılır ve bu iki eski aşığın eserdeki son karşılaşması olur.

İki aşığın son karşılaşması,hüsranla biten bir aşk macerasını hatırlatıyor.Roma için bu son pek de hüsran sayılmamakta aksine bir zorunluluktur ve Roma’nın geleceği için olması gereken sondur.Peki bundan sonra neler oluyor? 

vi.kitapla ilgili değinmek istediğim bir diğer noktaya geliyoruz.Aeneas ,Lehte çayının kenarında sıraya dizilmiş insanları görür ve babası Anchises de bu olayı ona şöyle açıklar :’’Bunlar yazgı gereği gövde değiştiren canlar,Lethe suyundan içenler,geçmişi unutanlar,esenlik kazananlar,acıdan kurtulanlar.(vi.713-715) Lethe’nin adı burada geçmişken bir parantez açıp Mnemosyne’den farkını anlamak adına şunlara göz atalım. 

Orpheusçu hymnoslarda (hymni orphici) lethe’nin sularından uzak durmak,mnemosyne’nin sularından belleği güçlendirdi,tanrısal kaynaklı ruhumuzun bilincine varıp gökte tanrılarla bir olabileceğinizi duymanıza yardımcı olduğu söyleniyor.Güney italya’da,Petelia’da İ.Ö. 4 ya da 3.yy’a tarihlenen bir levhada bireysel sonsuzluğa ulaşmanın anahtarı şöyle verilmekte: 

‘’Hades’in evinin solunda kutsal bir kaynak bulacaksın, Ve onun yanında duran beyaz bir selvi 

Page 11: Aeneas

Bu kaynağa fazla yaklaşma. Ama Mnemosyne yakınlarında başka bir kaynak bulacaksın, Soğuk suların fışkırdığı Ve onun önünde korumalar. Şöyle söyle :’ben yeryüzünün ve yıldızlı gök’ün bir evladıyım Ama benim ırkım sadece gök’ün evladı.Bunu siz kendiniz bilin. Ama bak işte ben susuzluktan kavruldum ve ölüyorum. Çabuk bana Mnemosyne fışkıran sudan verin. Onlar kendiliğinden sana kutsal kaynağın suyundan içirecekler. Sonra da sen diğer kahramanlar arasında efendiliğe yükseleceksin.’’ 

Hades’te,yer altını dünyadan ayıran 3 ırmaktan [ateş ırmağı Phlegethon,tanrıların adına yemin ettikleri Sytks (Achilleus’un annesi oğlunu ölümsüzleştirmek için ayaklarından tutarak bu ırmağa batırmıştı.)ve unutuş ırmağı da Lethe ] birisidir . Aeneis’e tekrar dönersek Aeneas’ın babası Anchises bu ırmakta yani Lethe’nin suyundan içecek olan ruhların Lethe kıyısına toplantıya ‘geçmişi unutmaları,gökleri görmeleri,yeniden gövdelere dönmeyi dilemeleri’ için çağrıldıklarını söyler.Bu şekilde ruhlar yaşarken yaptıkları tüm kötülüklerden arınacaktır. Anchises oğluna İtalya soyundan doğacak olan Sylvius’u gösterir.Mars ile Assaracus soyundan gelecek İlia’nın oğlu Romulus’u gösterir. Dante Divina Commedia’sını bu kitaptan esinlenerek yazmıştır.Bu kitapta Dante’nin rehberi de Vergilius’tur. 

VII.Kitap:Latin Ilias’ı dediğimiz bölüm bu kitapla başlar.Aeneas Tiber nehrinin döküldüğü yerde Latium’a çıkar.Kendisine vaadedilen toprağa varmış olmanın sevinci içindedir.Çevrede Aeneas’ın duyduğu huzura uyan bir sukunet vardır,deniz dalgasız,hava rüzgarsızdır;güneş doğmak üzeredir,her yanı tatlı bir pembelik sarmıştır ve Tiber kıyılarında kuşların sevinçli cıvıltısı duyulur.Fakat Aeneas’ın rahata kavuşamayacağı şairin Erato’ya(aşk şiirlerinin musası)seslendiği dizelerden bellidir.Latium’da kral Latinus’un eşi Amata birçoklarının istediği kızı Lavinia’yı Rutulların kralı Turnus’a vermek ister.Fakat Latinus’a bildirilen bir kehanete göre kızını uzaklardan gelen biriyle evlendirecektir,Aeneas’ın geldiğini gören Latinus kızını ona vereceğini bildirir.Bu duruma sinirlenen Iuno yer altı cadısı Allecto’yu görevlendirir. 

Allecto kraliçe Amata’yı kışkırtır,Turnus’un kalbine kıskanlık zehrini akıtır ve o da Rutulları silahlanmaya çağırır.Bu savaşta Latinus tarafsız kalmış,kraliçe Amata Turnus’un tarafındadır.Bölüm İtalya cephesinde savaşanların adlarının sıralanması ile sona erer.

VIII.Bölüm:Aeneas’ın yalnız kaldığı bir sırada annesi Venüs Vulcanus’a yaptırdığı silahları getirir;bunların içinde çok büyük bir kalkan vardır,üzerinde Roma tarihinin en can alıcı sahneleri işlenmiştir.(Ilias’ta Hephaistos Akhilleus için böyle bir kalkan yaptırmıştır.)Bölümde iki tarafın savaş hazırlıklarını gösteren şair aynı zamanda Aeneas’ın kendine denk güçte bir savaşçı olan Turnus ile karşılaşacağını da belirtmiştir.kahramanların kişilikleri birbirinden farklıdır. 

Turnus,duygularına kapılıp çabucak harekete geçebilen bir kahramandır,Aeneas ise,içinde bulunduğu durumu düşünen,kan dökmekten hoşlanmayan,harekete geçmeden önce tanrıların tasvibini ve yardımını bekleyen,dindar,ağırbaşlı fakat bir kere karar verdikten sonra cesur ve yılmaz bir önderdir.

IX.Bölüm:Savaş başlamıştır.IX.ve X.bölümlerde savaş yeri Troyalıların çevirdikleri ordugah ve ya küçük şehir,XI.ve XII.bölümlerde ise Latinus ‘un şehridir.Aeneas yaptırdığı surların dışına çıkıp kendisine müttefik aramaya gidince Iuno Turnus’a fırsattan yararlanmasını,önderleri başlarında değilken Troyalılara saldırmasını söylemesi için İris’i gönderir.Turnus,Troyalıların ordugahına yaklaşır,fakat surları aşmasının imkansız olduğunu görünce Aeneas’ın gemilerini yakmaya karar verir;Iuppiter’in yardımı ile gemiler birdenbire Nympha haline gelir,surlara dalar,sonra uzaklarda görünürler.Turnus bir konuşma yaparak heyecana ve ümitsizliğe kapılan Rutulları yüreklendirir.

Page 12: Aeneas

X.Bölüm:Ilias’ta olduğu gibi baş tanrı Iuppiter başkanlığında Olympos’ta bir tanrılar toplantısı olur.Troilılar ve Latinlerin çarpışmasını doğru bulmayan Iuppiter,artık tanrıların bu savaşa müdahale etmemesini emreder.Kendisinin de tarafsız kalacağını savaşın sonunu iki tarafın kaderinin tayin edeceğini,bunun da tarafların davranışına bağlı olduğunu belirtir.Rutullar saldırıya geçer,Troyalılar kahramanca dövüşmelerine rağmen gittikçe güçlerini kaybederler.Aeneas Etrüsklerin başındaki Tarchon’un yardımı ile bir çıkartma yapar,Troyalılar ve Rutullar kıyıda şiddetli bir çarpışma yaparlar.Pallas kahramanca dövüşür.Etrüsk kralı Mezentius’un oğlu Lausus ile çarpışacağı sırada Turnus gelir onu öldürür.Aeneas da Mezentius’u yaralar,Lausus’u öldürür. 

XI.Bölüm:Her iki tarafında ağır kayıplar vermesinin sonucunda bir mütareke yapılır.Ölülerin gömülmesi sırasında yapılan törenler anlatılır.Aeneas savaş tanrısı Mars için büyük bir ateş yaktırır.Çatışmayı zaferle bitirdiği içib sevinöli değildir,ölüler için üzülmektedir.Bir konuşma yaparak artık latinlerin şehrine yürüyebileceklerini söyler.Pallas’ın cesedini babasına gönderirken Aeneas ağlar vePallas’ın üzerine örttüğü altın işlemeli erguvan elbise Dido’nun eliyle işleyip kendisine armağan ettiği elbisedir.

XII.Bölüm:İki taraftan Aeneas ve Turnus teke tek çarpışmak üzere seçilir.Turnus ile Aeneas dövüşmeye hazırlanırlar;ikisi de genç,cesur ve Vulcanus’un elinden çıkma silahlara sahiptirler.Turnus çok heyecanlıdır,kaygısını gizlemek ister gibi bir yandan zırhlı elbisesini giyer,bir yandan da Aeneas’a küfürler savurur.Bu dövüşmeyi bir an önce bitirme arzusu Aeneas’ı da hırçınlaştırmış,fakat savaşın sona ermesinden memnundur. İki kahramanın bu dövüşmedeki amaçları da farklıdır.Turnus için önemli olan Lavinia’yı kaybetmemek,Aeneas için Troyalıları Latium’a yerleştirmektir.Lavinia ile evlenmesi politik bir evlenmedir.Aeneas Turnus’u bacağından yaralar.Son darbeyi vurmak üzere kaldırdığı kolunu indirir,düşmanı karşısında yumuşamıştır,fakat Turnus’un omzunda Pallas’ın kılıç kayışını görünce kini yeniden canlanır ve Turnus’a öfkeyle’’Seni benim elimle Pallas öldürüyor’’diyerek göğsüne bir darbe indirir.Kraliçe Amata intihar eder.Aeneas Lavinia ile evlenir,kenti kurar. Turnus yurduna gelip nişanlısını elinden alan Aeneas’a karşı kahramanca dövüştükten sonra,tıpkı Dido gibi kaderin kurbanı olmuştur.Turnus’un çarpışması kaderi yenme çabasından başka bir şey olmadığından trajik bir çarpışmadır.Bu yüzden,Aeneas’ın zaferiyle biten destan insanın içinde sevinç değil burukluk bırakır. 

AENEİS’İN DEĞERİ.VERGİLİUS’UN SANATI 

Homeros’un ilkel destanından farklı olarak bilgisel bir destandır.Bu destanı iyice anlayabilmek,mısra mısra tadını çıkarabilmek için Roma ile hatta Yunan dünyası ile ilgili pek çok şey bilmek gerekir.Vergilius,Homeros’u örnek almakla kalmamış,mitoloji,tarih,arkeoloji,felsefe ve edebiyat konusunda bütün bildiklerinden yararlanıp türlü unsurları büyük bir zevk ve ölçü içinde bağlayarak,birbirinin içinde eriterek yarı mitolojik yarı tarihi bir eser meydana getirmiştir.Romalılık ruhunun katılmasıyla,Roma’yı yüceltmesiyle milli bir destan olmuş ve antik dünyanın yabancısı olan okuyucuları bile etkilerek sanat gücü ile evrensel ve ölümsüz bir değer kazandırmıştır.  

Destan baştan başa ayrı dünyanın insanları olsalar da bu günün insanı ile ortak duyguları olan insanlarla doludur.İnsanlar arasındaki ilişkiler,sevgilerin her türlüsü,da yurt sevgisi,aile sevgisi,dost sevgisi,aşk ve bütün bunlara karşın derin bir acıma duygusu Vergilius tarafından büyük bir anlayışla ele alınmış ve hayatın,kaderin insanı bir acı yükü altına sokması,bu acıdan kaçınılamaması ince bir buruklukla anlatılmıştır.Şair yalnız iyi ve yüce duygular üzerinde durmamış,kin,nefret,kıskançlık gibi olumsuz duyguların da tahlilini yapmış,fertlerde ya da toplumlarda açtıkları yaraları göstermiştir.Vergilius’un çağdaşlarının Aeneis’e ‘Gesta Populi Romani’(Roma tarihi)demeleri şairin tarih duygusunu iyi sezmiş olmalarındandır. VERGİLİUS’UN ÜNÜ Vergilius’un bütün dehasını ortaya koyan Aeneis şairin yaşadığı çağda çok beğenilmiş,onu Romalıların milli şair olarak benimsemelerine ve Homeros ile bir tutmalarına yol açmıştır.Aeneis bütün tahsil derecelerinde,Roma okullarında okutulan bir kitap olmuştur.Ölümünden sonra bütün Roma şiirini etkisi altında bırakan Vergilius destan şairi olarak Homeros’a

Page 13: Aeneas

denk görülmekle,bu alanda çok kez taklit edilmiştir,fakat hiçbir Romalı şair onun değerini aşamamış,hatta ona ulaşamamıştır.Bugün Batı’da Vergilius,yüce bir sanatkar olduğu kadar,ruh bakımından modern insana en yakın antik şair olarak kabul edilir.

ROMA’DA ‘’PİETAS ‘’KAVRAMI Pietas’ın Eski Yunanca’daki en yakın karşılığı hosiotes ve ya eusebeia’dır.Yunan kültüründe en yalın şekliyle insanın kendisinden daha üst güçlerle kurduğu ilişkilerinde onlara karşı sergilediği bağlılık,görev duygusu gibi erdemleri temsil eder;başka bir deyişle ahlakın övdüğü ve ahlaklı olmanın gerektirdiği doğruluk,yardımseverlik,yiğitlik,bilgelik,alçakgönül lülük,insalcıllık,adalet,özdenetim gibi ahlaklı bir insanın davranışlarında kendini gösteren erdemlerden biridir.’Eusebeia’ sahibi olmanın önkoşulu bilge olmaktır.Yunan düşüncesine göre eusebeia aynı zamanda dikaiosune’yi yani Latince deyişle iustitia yani adaletle bağlantılıdır. Ferguson’a göre;’’Platoncu düşünceye bazı şeyler borçlu olan Hermetik yazın eusebeia’yı Tanrı bilgisi olarak tanımlar,böylece onu daha çok bilgelikle bağlar.’’Eusebeia’nın dindarlık kavramına ulaştığını,dine uygun davranışlar bütününü ifade ettiğini söyleyebiliriz.Buna bakarak kavramın Yunan dünyasındaki yaygın kullanımı Roma’dan farklıdır ve dinsel bir nitelik taşır.Epikurosçuluğun Roma’daki temsilcisi Lucretius De Rerum Natura isimli yapıtında Romalılara ait dinsel uygulamaları eleştirir.Romalıların tanrılara tapmalarının başlıca nedeni ya geçmişteki suçlarından dolayı af dilemek ya da başlarına iyi şeylerin gelmesini istemek içindir.Lucretius yapıtında ‘pietas’ı bir kez kullanır ve tanımlarken öncelikle ne olmadığını söyler.Ona göre pietas insanın başını örterek taştan yapılmış heykellere yönelmesi,toplu olarak sunaklara gitmesi,yere kapanıp secde etmesi,dilekleri gerçekleşsin diye tanrılara adaklar adaması değildir;insanın her şey üzerine sakin bir ruhla düşünmesidir. Summers’ın yorumuna göre ,Lucretius tanrılarla insanlar arasındaki karşılıklı bir anlaşmanın sürdürülmesi inancına dayalı dinsel ritüelleri reddetmekle bir Romalı için dindarlığın ne olduğu fikrini de değiştirir.Stoa felsefesi herşeyden üstün kabul ettiği tanrılara saygı duymayı ve onlara pietas’la tapmayı öğütler.Bu yönüyle Stoa felsefesi Roma’daki geleneksel dinsel inançları destekler.Stoacılığın en önemli temsilcisi Genç Seneca Epikurosculuğun tanrıların dünyevi işlerle ilgilenmediği görüşüne karşı insanların başına gelen her şeyi tanrısal yasaya bağlayarak iyi bir insanın tanrılara karşı görevlerini yerine getirmesi gerekliliği üzerinde durarak şöyle der:’’Kabul etmelisin ki,iyi bir insanın tanrılara karşı büyük bir pietas’la bağlı olması gerekir.Böylece başına ne gelirse gelsin,sakin bir ruh haliyle katlanacak,çünkü bunun bütün şeylerin meydana gelmesine neden olan tanrısal yasadan dolayı olduğunu bilecek.’’Din(religio) Roma düşünce yapısında pietas’la iç içe geçmiş bir kavramdır.Din inançtan daha çok tanrılara bağlılıklarını göstermek üzere,onlara tapınaklar adamak,dua etmek,kurban kesmek gibi görevler bütünüdür.Cicero De Natura Deorum’da religio’yu tanrılara görev duysusuyla yüklü tapınma olarak tanımlar ve şöyle der:’’Tanrıya bağlılık(pietas),öteki erdemler gibi sahte görünüme bürünmez,bu bağlılık ortadan kalkarsa onunla birlikte kutsallık duygusunun(sanctitas)ve dinsel inancın(religio)da ortadan kalkması kaçınılmaz olur;bunların hepsi ortadan kalkınca,yaşam kargaşası ve büyük bir karmaşa da peşi sıra gelir;eminim ki tanrılara karşı bağlılık(pietas)ortadan kalkınca güven,insanoğlunun birliği,tek en üstün erdem olan adalet(iustitia) de yok olur.’’(Cic.,Nat. D.,1,2,)

Cicero’nun pietas tanımlarına bakarak onu 3 gruba ayırabiliriz.1-Pietas erga parentes:Ana babaya karşı bağlılık.Bir Romalının ana babasına karşı yerine getirmekle yükümlü olduğu görev duygusudur.2-Pietas erga patriam:Vatana karşı bağlılık.Vatana karşı duyulan sevgi sonucunda yerine getirmekle yükümlü olunan sorumluluğu ifade eder.Romalılar için büyük önem taşır.Yunanlarda kavramın gelişimi ’pietas erga parentes’ yönündedir.3-Pietas erga deos:Tanrılara karşı bağlılık.Tanrılara duyulan bağlılık sonucunda yerine getirilmesi gereken görev duygusudur.Hem Yunan hem Roma toplumu için büyük önem taşır. Vergilius’un Aeneis’inde Aeneas eserin hemen başında insegnem pietate virum yani pietas’ıyla göze çarpan kişi olarak tanıtılır.Destan boyunca Aeneas’ı yücelten sıfatlar arasında pietas isminin

Page 14: Aeneas

sıfatlaştırılmış hali pius(pietas sahibi olan,görevini bilen,görev sever,vicdanlı,dürüst,insaflı;dindar;kutsal;seven,sevgi gösteren;yurtsever;doğru,dürüst) kahramanın tanrılara,atalarına,ailesine ve vatanına bağlılığını ve onlara karşı yüreğinden duyumsadığı görev bilincini tek bir kelimeyle okurların zihinlerinde canlandırmasından dolayı özellikle seçilmiş bir sıfattır.Aeneas ile birlikte Roma devletini kurmak üzere her türlü tehlike ve zorluğa yılmadan ve cesaretle karşı koyan Troia soyu da tıpkı Aeneas gibi pius sıfatıyla nitelenir.

‘’Pius’’ Aeneas 

Pietas sahibi olanı tanrıların daima gözeteceği düşüncesinin destanın tüm ruhuna sinmiş en temel görüş olduğu kanısındayız.Bunun en belirgin ifadesi Troilalılar Venüs’ün koruyuculuğunda Roma’yı kurmak üzere Hesperia’ya doğru yola koyulduklarında başlarına türlü türlü felaketler gelince,Iuppiter’e ‘’pietas’ın ödülü bu mu?’’ diye yakardığındaki sözlerinde ve İuppiter’in bu yakarışa karşılık olarak kızına Aeneas’ın soyundan gelen Romulus’un Roma’yı kuracağı yanıtını vermesinde buluyoruz.Aeneas’ın Roma’yı kurma emelinde karşılaştığı zorluklara rağmen elde ettiği başarılarındaki en büyük etken pietas’ından hiç ödün vermeden iyi insan olma ve iyi işler başarma yolundaki azminden asla vazgeçmemesidir.

Aeneas’ın kişiliğinde yansıtılan pietas olgusundan da öncelik kahramanın tanılara karşı bağlılığına ve görevlerini yerine getirmesi erdemine verilir.Yanan Troia’yı terk ederek yeni bir ülke araması öncelikle tanrıların emirlerine uymasından,ardından da vatanına duyduğu sevgiden ve vatandaşlarına olan sorumluluğundan kaynaklanan bir görev bilincinin sonucudur.Tanrıların yardımından ve koruyuculuğundan eksik kalmamak için yoldaşlarıyla birlikte onlara kurbanlar adaması ,dualar etmesi,antikçağın geleneksel dinsel inançlarının gerektirdiği bir takım sembolik tapınma biçimlerini simgeler.

Destanın ruhuna sinmiş havanın daha çok Stoacı tanrı inanışını sergilediğini ve yapıtın Romalılar arasında benimsenen geleneksel dini inancın bir anlamda el kitabı gibi olduğunu söyleyebiliriz.Destanın genelinde insanın başına gelen iyi ya da kötü şeylerin tanrısal bir yasaya bağlı olduğu düşüncesi hakimdir.Bu görüş de Roma’da Epikurosçuluğa göre çok daha fazla benimsenen ve Romalıların dinsel inançlarını daha çok destekler nitelik gösteren Stoa öğretisine aittir.

Dido ile Aeneas arasındaki aşk destanın en dramatik bölümlerinden biridir.Johnson’a göre,Aeneas’ın acı çeken kraliçenin acısını hafiletmesine izin verilmemiştir,ama tanrılara ve soydaşlarına karşı sadakat dolu görev bilinciyle Dido’ya karşı insani görevini ihmal etmeye zorlamıştır.Dido terk edilmişlik duygusuna kapılarak onu pius sıfatının karşıtı impius(sadakatsiz,vefasız)sıfatıyla nitelemekten geri kalmaz.Dido’nun Aeneas’ı impius olarak göstermesinin kahramanın tanrılara ve vatanına bağlılığını daha da kuvvetlendirir.Aeneas pietas’ının kendisine yön verdiği,yazgısıyla barışık bir insan portresi çizmektedir.Bu sebeple de,Dido karakterinin destandaki varlığının kahramanın pietas’ını pekiştirdiği fikrine katılıyoruz.

Putnam,Virgil’s Aeneid-Interpretation and Influence başlığını taşıyan kitabında Aeneas’ın pietas’ını sorgular.XII.kitapta Aeneas’ın Turnus’u öldürmesinden yola çıkmaktadır.Aeneas Turnus ile savaştığı sırada Pallentum kentinin kurucusu Euander’den yardım talebinde bulunur ve istediği yardımı alma konusunda aralarında anlaşıp el şıkışırlar.,bu anlaşma sonucunda Aeneas,Euander ve oğlu Pallas’a büyük bir bağlılık besler.Turnus’un Pallas’ı öldürmesi,bir de Pallas’ın kemerini takması sonucunda Aeneas çılgınca bir öfkeye kapılarak onu öldürmekten kendini alamaz.Putnam,Aeneas’ın bu davranışını’impius’bir davranış olarak yorumlar.Ona göre Aeneas bunu yaparak babasının ‘’yalvaranı esirge,kibirliyi savaşla hükmün altına al’’öğüdüne uymayarak pietas’ından ödün vermiştir.Putnam ayrıca öfke(ira)ile pietas’ın birbirine uyuşmazlığı konusuna açıklık getirmek üzere Seneca’nın De Ira isimli eserinden şu cümlesini aktarır:’’Birinin kendi adına öfkeye kapılması zayıf bir ruhun işaretidir,pius bir ruhun değil.’’

Ancak biz bu görüşe katılmıyoruz.Vergilius eserinde Turnus’un Pallas’ı öldürerek savaşta can bağışlama koşulunu bozduğunu ve babasının da bunu onayladığını Aeneas’ın ağzından şöyle dile

Page 15: Aeneas

getirir:’…Savaşın bu şartlarını Turnus İlk bozdu,Pallas’ı öldürünce işte o zaman.Böyle düşünüyor babam Anchises’in ruhu da,Ilulus da.’(X.532-534)

Gramerci Servius’un yorumuna göre Aeneas,Turnus’u öldürmeden önce duraksadığı için babasına,Pallas’ın intikamını aldığı için de Euander’e karşı pius’tur.

II.ve III.kitaplar kahramanın pietas’ının okuyucunun zihninde en kolay şekillendiği bölümlerdir.Troia’nın ateşe verilmesinin ardından her yeri kaplayan dehşet,Aeneas’ı da pençesine almaktan geri kalmaz ancak Aeneas’ın korkusu silaha sarılıp vatan uğruna ölüme koşmanın ne kadar da güzel bir şey olduğu düşüncesi karşısında birden dağılıverir. Bu onun hem virtus’unun(yiğitlik)hem de vatana karşı pietas’ının ifadesidir.Aeneas’ın Troia’dan kaçışı ihanet değil,aksine bir görevdir.Küller altında kalan Troia’nın başka topraklarda daha güçlü bir şekilde yeniden doğuşu uğruna girişilen zorlu yolculuk vatana karşı pietas’ın bir başka göstergesidir.Aeneas’ın ailesine karşı pietas’ının zihinlerde yer etmiş en canlı tablosu,kenti terk ederken yaşlı babasını sırtında taşıması,kendi oğlu ile yan yana yürümesi,onları arkadan takip eden karısını göremeyince karısını aramak için geri dönmesidir.

Destan boyunca pietas sahibi bir kişiden beklenen tüm davranış kalıplarını sergileyerek ilkelerinden ödün vermeden Roma’nın kurucusu olma onuruna ulaşmış bir kahraman olarak Aeneas gelecek nesiller için tanrılara saygılı,vatani görevinin bilincinde,baba,oğul ve dostluk ilişkilerinde Roma geleneklerinin izinden giden ideal bir Roma vatandaşı,ideal bir Roma devlet adamı örneği oluşturur.

Bu ideal devlet adamı örneği Augustus’un principatus döneminin ve ardından imparatorluk rejiminin propogandası doğrultusunda siyasi bir anlam kazanır;virtus,clementia(insaniyet),iustitia gibi imparatorluk erdemleri arasında anılır.İmparator öncelikle tanrılara gösterdiği pietas’la vatandaşları tarafından kendine yönelen pietas’ı hak eder.Pietas’ın doğasında kendinden üstün olan güce zorla bir boyun eğiş yoktur,tamamen içten gelen bir bağlılık ve bu bağlılıktan kaynaklanan görev bilinci vardır.Bu özelliğiyle ancak pietas sahibi olan bir insan,’’iyi insan olma’’ve’’iyi işler başarma’’yolunda amacına ulaşabilir.