AB’nin yıldızları fena dökülüyor

24

description

AB’nin yıldızları fena dökülüyor: Avrupa’nın motor ekonomilerindeki teklemeler endişe verici boyutlarda

Transcript of AB’nin yıldızları fena dökülüyor

Page 1: AB’nin yıldızları fena dökülüyor
Page 2: AB’nin yıldızları fena dökülüyor

AvrupaGüN | 2

IMPRESSUM / KÜNYE

Yayıncı | Verleger:BIMBayerisches Institut für Migration e.V.Truderinger Strasse 280 d81825 München

Tel: 089 201 86 303 / Fax: 089 125 90 291info(@)[email protected]/avrupagun

Sorumlu Yönetmen (V.i.S.d.P):Osman Çutsay

Sanat Yönetmeni | Artdirektor:Ömer Yaprakkıran

İÇİNDEKİLER

3AB’nin yıldızları dökülüyor

7Fransız demokrasisinde en sevilen seçilmiş, “bizim seçilmiş”...Fransa’nın “seçilmişler” sorunu

UĞUR HÜKÜM

10Peer Steinbrück’ün anlamı:SPD, sosyal demokrat bir iktidar istemiyor

OSMAN ÇUTSAY

13AB’nin başkentinde Türkçe gazetecilik“Binfikir” 8 yaşında

14Berlin’de bir “Egemenlik Konferansı”

YAZAR JÜRGEN ELSÄSSER İLE GÖRÜŞME

16Alman demokrasisinde eleyici acımasızlık

YAYINCI ZEYNEL KORKMAZ �LE GÖRÜŞME

22Türkiye’den gelen ilk kuşak Türkiye’de gömülmek istiyor“Memleket sevgisi var, ama buradaki dışlanma da var”

YÖNETMEN ORHAN ÇALIŞIR �LE GÖRÜŞME

Page 3: AB’nin yıldızları fena dökülüyor

AvrupaGüN | 3

ekonomik büyüme sıfıra iyice yaklaştı. Ama asılönemlisi, geçen hafta, Avro Bölgesi’nin reses-yonda olduğu, yani 17 AB ülkesinden bir coğ-rafyada art arda üçer aylık iki dönem boyunca“negatif” ekonomik büyüme yaşandığı resmenilan edildi.

14 Kasım’daki genel grev dalgası, özellikle“avro krizi” altında inleyen ülkelerde, beklenen-den başarılı çıkınca, Avrupa ekonomisinin gide-rek sertleşen bir kırılma sürecine girmesininpolitik sonuçlarıyla da gündemi zorlayacağıdaha fazla tartışılır oldu. Kesinleşen, şu: SadeceYunanistan, İtalya, İspanya ve Portekiz gibi krizülkelerinde değil, AB’nin ekseni konumundakiFransa ve Almanya’da da ekonomiler artık re-sesyonda. Bu durgunluğun, ekonomik çöküşütetiklemesinden korkuluyor.

Ama asıl, şimdiye kadar krizden kârlı çık-mayı başaran ve Avrupa ekonomilerine kenditasarruf programını uygulatan, krizden çıkışı buacımasız önlemlerin tavizsiz uygulanmasındagören Almanya’nın bu yılın üçüncü çeyreğindekibüyüme hızının neredeyse sıfıra yaklaşması,alarm zillerine neden oldu. Avrupa’nın motorekonomisi bu yılın üçüncü çeyreğinde sadeceyüzde 0.2 oranında büyüyebilmişti ve bu rakamıson çeyrekte zorlu bir gerileme izleyeceği ilerisürülüyordu. Fransa’daki büyüme hızının da

Şimdiye kadar hep Avrupa ekonomi-sinin bir biçimde yürümesini sağla-mış “Alman motorunda”, tehlikeli birgidiş gözleniyor. Ekonomininbüyüme hızı durmanın eşiğinde.Sadece inşaat sektörü yüzde 2.7’likbir artış gösterirken, burada birsağlıksız şişkinliğin oluşabileceğibelirtiliyor ve avro krizi öncesindeemlak sektöründeki şişkinliğinolumsuz rolü hatırlatılıyor. Almanyatırım malları sektöründe yüzde3.5’i bulan gerileme ise endişeleriiyice derinleştiriyor.

FRANKFURT - Beklenmeyen bir şey değildi,bekleniyordu, galiba sadece bu kadar gecikmesibazı iktisatçıları şaşırttı: Avrupa Birliği’nin çevreülkelerinde, özellikle de Güney Avrupa’da pat-lak veren önce finansal sonra da ekonomik kriz,artık açıkça merkezi de vuruyor. Bir dönem“Fransalmanya” olarak kavramlaştırılan AB’niniki eksen veya “motor” ülkesi, krizin etki alanınadüştüklerini rakamlarla itiraf etmek zorundakalıyorlar. Almanya ve Fransa’da geçen çeyrekte

Avrupa’nın motor ekonomilerindeki teklemeler endişe verici boyutlarda

AB’nin yıldızları fenadökülüyor

Page 4: AB’nin yıldızları fena dökülüyor

AvrupaGüN | 4

yüzde0.2’de kal-

ması, Avrupa’nın merkezin-deki fay hattında ciddi kırıl-

malar olacağı yolundaki beklenti-leri güçlendirdi.Wiesbaden’daki Federal İstatistik

Dairesi, Avrupa’nın motoru konumun-daki Alman ekonomisinin yüzde 0.2 ile ne-

redeyse durma noktasına gelmesinin, yılınilk çeyreğinde yüzde 0.5 ve ikinci çeyreğindeyüzde 0.3’lük büyüme oranlarından sonra “bek-lenebilir bir sonuç olduğuna” dikkat çekti. Tem-muz, ağustos ve eylül aylarındaki Almangayrisafi yurtiçi hasılasının fiyat, sezon ve tak-vim hareketlerinden arındırıldığında sadecebinde 2’lik bir büyüme göstermesi, uzmanlarca“Tamam, bu yıl gerçekten kötü bitecek” anla-mındaki yorumlarını yaygınlaştırdı. Keynesyenpolitikalara ve sendikalara yakın iktisadi araş-tırmalar kuruluşu IMK’nin Başkanı GustavKorn, Alman ekonomisinin durgunluğa yönel-diğini kaydetti. Hatta neoliberal politikalarauzak olduğu iddia edilemeyecek bir uzman,Commerzbank Başekonomisti Jörg Krämerbile, büyüme rakamlarının olumsuz sonuçlarını“Bu haber Almanya’nın son iyi sayısıydı. Dör-düncü çeyrekte Alman ekonomisi muhtemelenbiraz küçülecek” sözleriyle özetlemek zorundakaldı.

Bu gerilemenin ardında özellikle Alman sa-nayi üretiminde eylül ayında yaşanan yüzde 2.3oranındaki küçülmenin yattığı ileri sürülüyor.Şimdiye kadar hep Avrupa ekonomisinin bir bi-çimde yürümesini sağlamış “Alman moto-runda”, tehlikeli bir gidiş gözleniyor. Sadeceinşaat sektörü yüzde 2.7’lik bir artış gösterir-ken, burada bir sağlıksız şişkinliğin oluşabile-

ceği, avro krizinin öncesinde emlak sektörün-deki şişkinliğin tetikleyici rolü daha sık hatırla-tılıyor. Alman yatırım malları sektöründe yüzde3.5’i bulan gerileme ise endişeleri iyice derin-leştiriyor. Bu dönemde Alman ekonomisinin sa-dece tüketim malları sektöründe binde 7’liküretim artışı saptandı.

Kilit sektör: Otomobil

Avrupa krizinin ne boyutlarda seyrettiğisektörler bazında da gözlenebiliyor. Özelliklekilit sektör konumundaki Alman otomobil en-düstrisi, Avrupalı rakiplerini iflasa sürükleyerekbüyük bir atılım gerçekleştirmeyi başarmıştı.Ancak geçen aya kadar “avro krizi”nden bir ih-racat patlamasıyla çıkmayı başaran aynı Al-manya’nın, yeni sorunlarla yüz yüze kaldığıdikkat çekiyor. Komşularının tersine, büyüme-sini sürdüren Alman otomobil endüstrisi, dara-lan Avrupa pazarını Asya ve Amerika iledengelerken, Fransız ve İtalyan markalarının burekabetin altından kalkamadığı ve bir yıkım sü-recinde umutsuzca çırpındığı gözleniyor.

Reel ücretlerin düşüklüğünden veçalışanların ağır bir yoksullaşmasürecine girmesinden kaynaklanan“göreli üstünlük”, uzun süre Almanotomobil üretimine maliyet avantajısağladı, ancak son haftalardaAvrupa otomobil pazarında yaşanançöküşün Alman markalarını davurmaya başladığı gözleniyor.

Ancak Alman otomobil endüstrisinde de birdönüşüme tanıklık ediliyor.

Reel ücretlerin düşüklüğünden ve çalışanla-rın ağır bir yoksullaşma sürecine girmesindenkaynaklanan “göreli üstünlüğün”, uzun süreAlman otomobil üretimine maliyet avantajı sağ-ladığı, ancak son haftalarda Avrupa otomobilpazarında yaşanan çöküşün Alman markalarınıda vurmaya başladığı bildiriliyor. Nitekim, Av-rupa ve Almanya’nın en büyük otomobil üreticisiVolkswagen’ın (VW) hem büyüme hızını koru-mak hem de dünya liderliğini Toyota’dan alabil-mek için şirket bünyesinde köklü bir “dönüşümstratejisi” uygulayacağı açıklandı. Alman eko-nomi basını, otomobil endüstrisinde dünya ça-pında “kanlı bir verimlilik ve maliyet savaşınınyaşanacağı” yolundaki haberleri öne çıkarıyor.

Page 5: AB’nin yıldızları fena dökülüyor

strateji için VW’nin 15 milyar avro harcayacağıtahmin ediliyor. Uzmanlara göre,VW’yi böyle bir yükün altına, ihra-cat rakamlarında yaşadığı patla-mayla gelen iyimserlik dalgasısokuyor. Bu yılın ilk 9 aylık döne-minde VW’nin satışları geçenyılın aynı dönemine göre yüzde6.8 artarak 6 milyon 800 bin oto-mobil olarak gerçekleşti. Bunun birrekor olduğu biliniyor. Ancak bu, bir büyükkrizi tek başına önleyecek kadar güçlü bir çıkışakarşılık gelmiyor.

Avro krizinin bir türlü önleneme-mesi, bu arada teknolojik yatırımlar ne-deniyle bu alanda özellikle Almanya’dauzman işgücüne yönelik talebin art-ması, Almancanın Avrupa’da tekrar iti-bar kazanmasına yol açtı. Güney Avrupaülkelerindeki çöküş süreci, o ülkelerdekiyetişkin işgücünü Almanca öğrenerekAlmanya, Avusturya, İsviçre gibi ülke-lerde şans denemeye yönlendiriyor. Yenibeyin göçünde Almancanın büyük birrol oynadığı gözleniyor. Güney Avrupave Almanya’daki Almanca kurslarındatam bir patlama yaşanıyor.

Federal Çalışma Bakanlığı bünye-sinde bir projenin köprü rolü dikkat çe-kiyor. Önümüzdeki iki yıl içinde 18-35yaş grubundaki Güney Avrupalı genç veuzman işgücünü Alman şirketlerindedeğerlendirilmesini hedefleyen 80 mil-yon avroluk bu proje, bir örtüşmezliğiortadan kaldırmaya çalışıyor. Amaç, bir-çok AB ülkesinde işsiz kalmış genç in-sanları, nitelikli işgücü arayan Almanşirketlerinde değerlendirebilmek. Buköprü girişimlerinde, özellikle dil soru-nunun ortadan kaldırılması hedefleni-yor. Federal Çalışma Bakanı Ursula vonder Leyen, serbest dolaşımın egemen ol-duğu AB’de dil sorununun tek engelioluşturduğunu, bunu çözmek üzeresomut adımlar atıldığını duyurdu.

Özellikle Güney Avrupa ülkelerin-

deki Almanca kurslarına ve Goethe Ens-titülerine büyük rağbet olduğu, bu ku-ruluşlarda acil Almanca öğretmeniihtiyacı ortaya çıktığı bildirildi. Altyapı-daki aksaklıklar nedeniyle, Goethe Ens-titüsü’nün AB üyesi kriz ülkelerindedüzenlediği kurslara yönelik talep artı-şının karşılanamadığı ileri sürüldü. Sa-dece İspanya’da Almanca kurslarınayazılanların oranı 2011’de önceki yılagöre yüzde 35 arttı. Bu oranların Porte-kiz’de yüzde 20, İtalya’da yüzde 14 ol-duğu kaydedildi. Goethe EnstitüsüBaşkanı Klaus-Dieter Lehmann, “gençinsanların Goethe ve Schiller’i aslındanokumak gibi dertlerinin olmadığını” be-lirterek, bu gençlerin iş hayatında ilerle-mek için Almanca öğrendiklerine dikkatçekti.

Goethe Enstitüsü günlük ve 4 haftasüren yoğun bir kurs için yaklaşık 1000avro alıyor. Talep yoğun olduğu için Go-ethe Enstitüsü’nün gelirleri de artıyor.Halen 123 milyon avroya çıkan kurs ge-lirleri, toplam bütçenin üçe birini oluş-turuyor. 2010 yılında yapılan bir ara-ştırma, dünyada 14 milyon kişinin Al-manca öğrendiğini ortaya koymuştu. Burakamın 2012 itibarıyla çok daha yük-sek olduğu ileri sürülüyor. 2011 yılındasadece Goethe Enstitülerinin kurslarınadevam edenlerin sayısı 234 bin 587 ol-muştu.

Almanya uzman işgücünü arıyor,uzman işgücü de Almanya’yı

AvrupaGüN | 5

Volkswagen atağı

VW, başlı başına bir örnek. Bu marka, dün-yaya yayılmış 99 fabrikasında uygulayacağı yenisistemle, rakiplerini bozguna uğratacak boyut-larda bir maliyet avantajı sağlamayı hedefliyor.Bu sistem, VW modellerindeki parçaların stan-dardizasyonunu ve uyumunu hedefliyor. “Tümotomobillerde ortak parçalar, ortak üretim tek-nolojisi, ortak eğitim” ile otomobil başına 1500avro tutarında bir tasarruf sağlanacağı, bu du-rumda dünya otomobil endüstrisinde büyük biraltüst oluş yaşanacağı bildiriliyor. Sözü geçen

Page 6: AB’nin yıldızları fena dökülüyor

AvrupaGüN | 6

Alman markaları daha birkaç hafta öncesinekadar Avrupa otomobil endüstrisinde yaşanankrizin tamamen dışında, hatta bu krizden karlıçıkan kesimi oluşturuyordu. Eylül ayında bileVW’nin yanı sıra BMW ve Mercedes’in DoğuAsya ve ABD’de yeni satış rekorları kırdığı bildi-rilmişti. Böylece Alman markaları, çöken Av-rupa piyasalarını Asya ve ABD ile dengelemeyibaşarıyordu. Sadece Çin’de 2011’de 560 binAlman otomobili satılması buna bir örnekti.Krizdeki ABD’ye de bu yılın ilk 10 ayında yapı-lan Alman otomobil ihracatının yüzde 20’lik birsıçrama gösterdiği kaydediliyor.

Avrupa pazarındaki Alman payı

Alman üreticilerin bu 2012 yılında ürettik-leri otomobil sayısı, Otomobil Endüstrisi BirliğiVDA’ya göre 13 milyon 200 bin olacak. Eski fe-deral bakanlardan ve VDA Başkanı MatthiasWissmann, Alman markalarının Avrupa paza-rındaki payının yüzde 50’yi bulduğunu, bu ora-nın Çin, Rusya, Meksika ile Latin Amerika’dakiMercosur ekonomi bölgesinde yüzde 20 oldu-ğunu açıkladı. Wissmann’a göre, bu başarı ikiayak üzerinde yükseliyor. Almanya’daki üretimile üretim sürecinin emek yoğun aşamalarınıdüşük ücretli ülkelere nakletmek, paralel ve et-kileşim içinde gerçekleştiriliyor. Özellikle DoğuAvrupa’da Alman otomobil üreticileri ve teda-rikçi yan sanayiler, yoğun bir üretim kapasitesi

yaratmış durumda. Satış pazarlarına yakın bubölgelerde çok düşük ücretler ve iyi yetişmiş biruzman işgücü var. Bunlar, Alman markalarınınasıl gücünü oluşturan süreçler.

Ford, Opel gibi Amerikan markaları, İtalyandevi Fiat ve özellikle de Fransız PSA’nın avrokrizinden aldıkları darbeler ölümcül bir eğilimkazanırken, aynı krizdeki Alman canlılığı göz-den kaçmayacak kadar açıktı. Alman sanayisi,1980’de 3.5 milyon olan otomobil üretimini2011’de 5.9 milyona çıkarırken, Fransa 1980’de2.9 milyon olan otomobil üretiminin 2011’de1.9 milyona indiğini gördü. İtalya’da ise aynı dö-nemdeki üretim hacmi 1.4 milyondan 500 binekadar düştü. İşte Alman markaları için son de-rece olumlu bu gelişmenin artık yavaş yavaş sonbulduğu ileri sürülüyor.

Sonuçta Avrupa pazarlarındaki daralma, sü-rekli gelişen Alman otomobil sektörü için ekimayında açık bir tehdide dönüştü. Batı Avrupa’dagerileyen talep nedeniyle Alman otomobil ihra-catı geçen ay yüzde 7 azaldı. Almanya’daki oto-mobil üretiminde de yüzde 6’lık bir gerilemesaptandı.

Page 7: AB’nin yıldızları fena dökülüyor

AvrupaGüN | 7

PARİS - Boşuna dememişler, “Gözden ırak,gönülden ırak”, diye! Anlaşılan Fransızlar da buhoş deyişe itibar ediyorlar. Fransız bir sosyolog,Michel Koebel “Seçilmişler”i sevgi, ilgi, tercih,popülarite gibi öğeler etrafında harmanlayıparalarında sınıflamış. En yakındaki “seçilmişler”en sevilen “seçilmişler” olarak belirlenmiş.

Seçilmişler kim mi? Türkçe siyasi literatürde“seçilmiş-ler” kavramı henüz yeterince yaygın-laşmamış, söylemlerde yerleşmemiş bir kavram.Olgunun gerisinde demokrasi deneyimininhamlığı kadar tepeden atanmışlık ve ataerkililişkiler alışkanlığının da yeri var. Tanımına ensadık cumhuriyet rejimlerinde halkın, halk ta-rafından özellikle de halk için yönetilmesi gibibir demokrasi ilkesi zorunlu olsa da, kendineher cumhuriyet diyen ülke evrensel ilkeler vedeğerlerle yönetilmiyor.

Fransız aktif nüfusu içerisinde halenyüzde 25’in üstünde bir ağırlığı olanişçi sınıfı 1983’te yerel seçilmişbelediye başkanları arasında yüzde2.42 oranında temsil edilirken,2008’de oran yüksele yüksele yüzde2.64’e çıkmış. 1983’te oranları yüzde40.3 olan ziraatçılar, çiftçiler 2008’deyüzde 18.6’ya düşerken, ağırlıklarıyüzde 16.7 olan üst düzey yönetici-ler ve yüksek eğitimli kadrolar, 25 yılsonra yüzde 20.5 oranında başkanlıkkoltuğuna oturur olmuşlar.

Fransız demokrasisinde en sevilen seçilmiş, “bizim seçilmiş”...

Fransa’nın vitrin sorunuUĞUR HÜKÜM

Page 8: AB’nin yıldızları fena dökülüyor

AvrupaGüN | 8

Türkçede “seçilmiş” denince akla ilk gelen yakutsal bir gücün ya da kutsala yakın bir elin-bi-leğin seçtiği, belirlediği kişi olur. Halbuki Fran-sızcada “Elu” (Seçilmiş) dendiğinde her vatan-daş tereddütsüz ve öncelikle ya milletvekili, yada belediye meclisi başkanı veya üyelerini dü-şünür. Başka, başka diye sorarsanız, ikinciadımda il ve/veya bölge kurulları, kanton,komün üyeleri, başkanları ve genellikle son ola-rak da senatörler (senatörler doğrudan seçil-mediği için olsa gerek) hatırlanır. Bir adım dahaileri gidecek olursak -ki bu yazının sınırları dı-şında kalan- çok daha bir geniş kitle vardır ki, oda işyerlerindeki işçi temsilcileri, işyeri komi-tesi vb toplumsal, sendikal örgütlerin üyeleri-dir. Onlar da Seçilmişler’dir. Yani yurttaşların,ücretlilerin, çalışanların kendi iradeleri doğrul-tusunda düşünce ve tercihlerini temsil etme,haklarını, çıkarlarını savunma yetkisine sahipinsanlar. Bunlar arasında Fransızların en sev-dikleri de “Bizim Seçilmişimiz” diye bağırlarınabasabildikleri, bastıklarıdır.

“Bizim Seçilmişler”

“Bizim Seçilmişler” yerel yöneticiler, yaniyurttaşlara fiziki-coğrafi olarak en yakın olan-lar, onlara gündelik yaşamlarında eşlik edenler-dir. Çoğu zaman doğdukları, büyüdükleri,okudukları, çalıştıkları, oturdukları kentin, il-çenin, köyün (muhtarlık benzeri bir yapı yok)içinden seçilmiş belediye başkanları ve belediyemeclisi üyeleridirler. Sonra sırasıyla il ve bölgeyönetimleri üyeleri, kanton ve komün seçilmiş-leri, milletvekilleri, senatörler gelir. Teorik ola-rak ülke siyasetinde en etkin kişiler önce mil-letvekilleri, sonra da senatörler olduğuna görebirçok politikacı milletvekilliğinin yanı sıra yabelediye başkanlığı, ya da il veya bölge idare ku-rulları başkanlığı görevini de üstlenmişlerdir.Zira bu sayede tabanla temas organik biçimdesürdüğü gibi, bir sonraki seçim dönemini ga-rantilemenin de yolu açılmış demektir. Ne deolsa “Bizim Seçilmişler” bir tercih etkenidir.

Ne var ki, iki, hatta nadiren de olsa bu tipteüç görevi biriktirenler, başkalarının özellikle degençlerin kariyerini engellemiş oluyorlar. Böy-lesi bir siyasi “egoizm” Batı dünyasında az rast-lanır bir durumdur. Bu nedenle sol her dö-nemde siyasi “seçilmişlik koleksiyonculuğu”nuyok edeceğini ilan etmiş, gel gör ki, bir türlü busiyasi ucubeyi yok edememiştir (çünkü solun birkısmı da aynı zaaftan mustariptir). BakalımCumhurbaşkanı François Hollande, seçim vaat-leri arasına kattığı, aslında 520 bin kişilik bir(Seçilmişler) ordu(su)nun Generalleri (!) hariç

ezici çoğunluğu hiç ilgilendirmeyen bu ayıbıönümüzdeki dört buçuk yıllık dönemde kapata-bilecek mi?

520 bin erli Yerel Yönetim Ordusu (YYO)

Fransa’da 577’si milletvekili, 348’i senatörtoplam 925 “seçilmiş” dışında yaklaşık 520 binkişilik, yerellerden (çoğunluğu yerlilerden) olu-şan seçilmişler ordusu yerinden yönetimin,“Doğrudan Demokrasi”nin temel taşları biçi-minde doğup gelişmiştir. Ama sosyolog MichelKoebel (*), “Bizim Seçilmişler”in halkça tutul-masına rağmen demokrasinin geleceği açısın-dan pek iyimser değildir. Nedenlerine geçme-den önce bir-iki rakamla YYO’yu somutlayalım.

Fransa idari olarak 27 bölge, 101 il, 342 “ar-rondissement” (herhangi bir siyasi varlığa -ör-neğin seçim bölgesi- tekabül etmeyen özel idaribir birim), 4.055 kanton ve 36.766 komünden(köyle mahalle arası bir birim) oluşur. Ayrıcayine seçilmişe ihtiyacı olmayan interkomünal,komünler arası yapılarla, ayrı seçilmişlere sahipüç büyükkent, Paris, Lyon ve Marsilya’nın daözel tüzüklü konumları mevcuttur.

Çoğu okur hatırlayacaktır. Yerel Yönetimleriçin Prens Sabahattin’den beri Türkçede kulla-nılan deyim yakın zamanlara kadar “AdemiMerkeziyetçilik” olmuştur. Hiç kimse bu kavra-mın bir an dahi “Havvai Merkeziyetçilik” ola-bilme olasılığını aklından geçirmemiştir.Tamam, Âdem=İnsan’dır. İlla velâkin Âdem aynızamanda adamdır, yani erkektir. İşte Koebel’idemokrasinin geleceği açısından epeyce endişe-lendiren ilk noktalardan biri budur. Yerel yöne-timin merkezine Fransa gibi bir toplumda bileyine erkekler konulmaktadır. Zihniyetlerinsözüm ona evrimi, yasaların kadın-erkek tameşitliğini zorunlu kılmasına rağmen, yerel yö-netimlerde, özellikle de kilit noktalarda, örne-ğin iş başkanlık makamına geldiğinde kadınlarhayretlik derecede azınlıktadır. Bir fikir vermekiçin söylemek gerekirse, Fransız Millet Mec-lisi’nde 2012 itibariyle 577 milletvekilinden112’si (yüzde 19), 2011 itibariyle 348 senatör-den 77’si (yüzde 22.1) kadındır. Bölge (idare)kurulları seçilmişlerinin 1986’da yüzde 9’u ka-dınken 1 kadın başkan varmış. 2010 itibariylebölge kurullarına seçilmiş kadın üye sayısı ya-saların zorlamasıyla yüzde 48’e yükselirken baş-kan sayısı sadece 101’de 6 olabilmiş. Fakat il(idare) kurulları kuruluş tarihi olan 1958’debünyesinde yüzde 0.7 kadın üye ağırlarken, burakam 2011’de ancak yüzde 13.8 olabilmiş. Baş-kan sayısı ise topu topu 3.

2008 yılında nüfusu 3 bin 500’den yüksek

Page 9: AB’nin yıldızları fena dökülüyor

AvrupaGüN | 9

namış sosyo-profesyonel katmanlar sırasıylayüzde 40 ile 60 oranıyla yerel yönetimlerden çe-kilirken, emeklilerde yüzde 83 ve memurlar dayüzde 81’lik artışla bu kategorilerde tam bir pat-lama yaşanmış. Biraz önceki yaş dilimleriyletam uyuşan bu verilere göre emekliler 1983’te6 bin 288 (yüzde 19.1) belediyede başkanken 25yıl sonra 11 bin 528 (yüzde 37.9) belediye baş-kanlığını ele almışlar. Memurlar da 2020 (yüzde6.1) başkanlıktan 3 bin 639 (yüzde 11.9) baş-kanlığa sıçramışlar. Bu arada tüccar ve işyeri sa-hibi belediye başkanlarının sayısı 3 bin 782’den(yüzde 11.5) 18 bin 46’ya (yüzde 6.1) düşmüş.

Sonuç: Güvensizlik

Sosyolog Michel Koebel’in de belirttiği gibiyukarıdaki verilerden çıkartabildiğimiz kada-rıyla mevcut yerel yönetimler veya yerinden yö-neticilik yöntemleri, ilkeleri yurttaşların“seçilmişlere” yeterince güven duymasını sağla-yamıyor. Fransızların siyasete duyduğu ilgi,“Bizim Seçilmişler”le, kendilerine en yakın his-settikleri, tercih ettikleri yerel siyasetçilerle öz-deşleşmekten bile bir hayli uzak.

Birkaç hafta önce yayınlanan “Opinionway”kamuoyu araştırma kurumunun Paris SiyasalBilgiler Enstitüsü Araştırma MerkezlerindenCevipof ve Pierre-Mendès-France Enstitüsü iş-birliğiyle gerçekleştirdiği bir araştırmanın so-nuçlarına göre Fransızların yüzde 58’i siyasetleilgilendiğini söylüyor. Fakat yüzde 83’ü politi-kacıların kendi görüşlerine itibar etmediğine,yurttaşları yeterince dikkate almadığına inanı-yor. Yüzde 57’si demokrasinin iyi çalışmadığınısavunurken, yüzde 56’sı sola da sağa da güven-mediklerini ifade etmiş.

Bir sınıflama yapmak gerekirse şöyle bir tah-mini tablo ortaya çıkıyor: Cumhurbaşkanına olangüven yüzde 29, Avrupa vekillerine olan güvenyüzde 31, milletvekillerine olan güven yüzde38’de kalırken, Fransızların yüzde 52’si hâlâ veher şeye karşın kendi seçtikleri belediye başkan-larına güveniyor. Siyaset ve de demokrasi, gide-rek birebir, yüz yüze ve de somut çalışmalarlaölçülen, insanların kendilerini temsil ettiğine gü-vendiği seçilmişlerle yürüttüğü, katıldığı, müca-dele ettiği bir süreç olarak ilerliyor…

(*) Michel Koebel – “Le pouvoir local et la démocratie im-probable”, 2006 (Eds. du Croquant)

olan belediyelerde kadın meclis üyesi oranı –ya-sanın da zorlamasıyla- yüzde 48’e ulaşırken,başkan kadın oranı yüzde 10’da takılmış. Ka-dınlar ikinci sınıf cinsiyet olmaya devam ediyor.

Rakamların dili (nispeten) genç üyelereodaklandığında dengesizliğin daha da vahim-leştiğini gözlemliyoruz. Örneğin 18-29 yaşgrubu arasındaki belediye başkanlığı oranıyüzde 1, 18-39 yaş grubunda oran yüzde 3, 18-49 yaş grubunun toplamın yüzde 10’unun al-tında kaldığını görüyoruz. Belediye başkanlığıiçin Koebel’in deyimiyle “Altın Yaş” yüzde 17’yle70-79 yaş grubunda. Onu yüzde 15’le 60-69 veyüzde 14’le 80 yaş ve üstü izliyor.

Bu nedenle sol her dönemde siyasi“seçilmişlik koleksiyonculuğu”nuyok edeceğini ilan etmiş, gel gör ki,bir türlü bu siyasi ucubeyi yokedememiştir. Çünkü solun bir kısmıda aynı zaaftan mustariptir. BakalımCumhurbaşkanı François Hollande,seçim vaatleri arasına kattığı,aslında 520 bin kişilik bir (Seçilmiş-ler) ordu(su)nun Generalleri (!) hariçezici çoğunluğu hiç ilgilendirmeyenbu ayıbı, önümüzdeki dört buçukyıllık dönemde kapatabilecek mi?

Düşünebiliyor musunuz, belediye başkanla-rının neredeyse yarısı 60 yaşının üstünde. Baş-kan yardımcılarında altın çağ yüzde 32’yle60-69 yaş grubunda. Yardımcıların yüzde 75’i60 yaşın üstündeki dilimlerde toplanmış.

Ancak büyüteci sosyo-profesyonel ölçütlereveya sosyal sınıflara tuttuğumuzda ortaya dahada çarpıcı veriler ve gözlemler çıkıyor. Yönetimbirimi büyüdükçe, görev yükseldikçe toplumsalköken ve sınıfsal konum neredeyse tamamenegemen bir görünüm kazanıyor. Bunun en çar-pıcı örneği işçi kökenli “seçilmişlerde”. Fransızaktif nüfusu içerisinde halen yüzde 25’in üs-tünde bir ağırlığı olan işçi sınıfı 1983’te yerel se-çilmiş belediye başkanları arasında yüzde 2.42oranında temsil edilirken, 2008’de oran yükseleyüksele yüzde 2.64’e çıkmış. 1983’te oranlarıyüzde 40.3 olan ziraatçılar, çiftçiler 2008’deyüzde 18.6’ya düşerken, ağırlıkları yüzde 16.7olan üst düzey yöneticiler ve yüksek eğitimlikadrolar, 25 yıl sonra yüzde 20.5 oranında baş-kanlık koltuğuna oturur olmuşlar.

Doktorlar, noterler gibi geleneksel eşraf ola-rak Fransız yerel siyasi hayatında önemli rol oy-

Page 10: AB’nin yıldızları fena dökülüyor

AvrupaGüN | 10

Almanya’nın sol bir iktidara, toplu-mun alt gelir gruplarının sıkıntıla-rını dindirecek bir hükümete acilenihtiyacı olduğunu düşünen kesim-lere göre, Steinbrück’lü bir SPD’nin,Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) veHıristiyan Sosyal Birlik (CSU) ilebirlikte, ancak onların küçük ortağıolarak, hükümet kurma iradesindenbaşka bir anlamı bulunmuyor.

FRANKFURT - Alman sosyal demokratları-nın 2013 genel seçimlerinden önde çıkmak gibibir derdinin olmadığı, Peer Steinbrück’ü başba-kan adayı ilan etmeleriyle ortaya çıktı. Ancakyine de, şimdiki Başbakan Angela Merkel’e geç-mişte uzun süre maliye bakanı olarak hizmeteden Steinbrück’ün, SPD üstyönetimince adetabir saray darbesiyle belirlenen bu son adaylığınayine de bir anlam bulmak gerekiyor. Bu anlamıtam olarak henüz çözebilen yok. Ancak öneri veiddialar var.

Biri ve galiba en akılcı olanı, Peer Stein-brück’lü bu SPD’nin sandıktan ancak Hıristiyandemokratlara yeni bir “Büyük Koalisyon” ortağıolarak çıkabileceği şeklinde. 94 yaşında politikaüretmeye devam eden Helmut Schmidt’in yenigözdesi olarak siyaset sahnesinin en önemli kö-şesine ve sorumluluğuna oturtuluveren Stein-brück, partisini yüzde 20 sınırının altınadüşürmemeyi başarırsa eğer, “çok başarılı” sa-yılacak. SPD, 2009 seçimlerinde yüzde 23’lük oyoranıyla tarihsel bir hezimet yaşamıştı. Birçokçevre, özellikle de Almanya’nın sol bir iktidara,toplumun alt gelir gruplarının sıkıntılarını din-direcek bir hükümete acilen ihtiyacı olduğunudüşünen kesimler, Steinbrück’lü bir SPD’nin,Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) ve HıristiyanSosyal Birlik (CSU) ile birlikte, onların küçük or-tağı olarak, hükümet kurma iradesinden başkabir anlamı bulunmadığını ileri sürüyor.

SPD sağının adayı65 yaşındaki Steinbrück, partisi içindeki en

sağ çevrelerin temsilcisi. Çalışan sınıflara çokpahalıya mal olan neoliberal programlara ya-kınlığını geçmiş dönemdeki hizmetleriyle ka-nıtlamıştı. Helmut Schmidt için söylenen,aynen Steinbrück için de yineleniyor: Yanlışpartide, asıl yeri CDU olmalıydı!

Bunun çok da boş bir kalıp olduğu söylene-mez. SPD içinde işverenlerin ve sağ politikalarınsözcüsü kabul edilen Seeheim Çevresi (“Seehei-mer Kreis”) Steinbrück’ü başından itibaren des-teklediğini duyurmuştu. Helmut Schmidt’in“mutluluk ve kariyer getiren elinin” nelere kadirolduğu, belki parti üstyönetimine yakın olanlariçin değil, ama uzak olan milyonlar için Stein-brück’ün şaşkınlık yaratan başbakan adaylığıilanıyla zaten görüldü. Bu adaylık, SPD’nin üstkatında bir tür erkene alınmış “malumu ilam“idi. Zaten böyle olacaktı, biliniyordu. Sonuçta,Steinbrück’ün genel seçimlere SPD’nin başba-kan adayı olarak katılacağı haberi, Merkel poli-tikalarının ana hatlarıyla SPD tarafındansürdürüleceğinin ilanı kabul edildi.

Ancak art arda yapılan kamuoyu yoklama-ları, Alman halkının ezici çoğunluğunun Stein-brück’ün başbakanlığına inanmadığınıgösteriyor. SPD üstyönetiminin bu verilere rağ-men apar topar böyle bir karar çıkartması, sos-yal demokratların iktidar istemediği, dahadoğrusu çalışan sınıflardan yana bir programa,kimilerine göre “sosyal demokrat bir programa”,uzak durduğu yorumlarıyla karşılanıyor. Ger-çekten de ortada SPD’nin seçimlerden en yük-sek oyu toplayan parti olarak çıkacağına inananherhangi bir “akil Alman” yok.

Büyük Koalisyon için

Ayrıca, CDU’nun başbakanlığında bir hükü-mette yer almayacağını açıkça söylemesine rağ-men, Steinbrück’ün, Merkel’in başbakanlığınıyine de kabul edebileceğini düşünenler çoğun-

Peer Steinbrück’ün başbakan adaylığı bir Alman gerçeğini vurgulamış oldu

SPD, sosyal demokratbir iktidar istemiyor

OSMAN ÇUTSAY

Page 11: AB’nin yıldızları fena dökülüyor

AvrupaGüN | 11

ifade etmişti. Yüzde 23’lük hezimet biraz da buangajmanlara bağlanıyor.

Steinbrück’ün başbakan adaylığı SPD içindetaban ile tavan arasındaki uçurumun inanılmazboyutlara ulaştığını, ancak tabanın hiç de etkiligösteren yeni bir mesaj oldu. Onun dışında, bupartinin Gerhard Schröder hükümetleri döne-minde (1998-2005), yani SPD-Yeşiller koalis-yonu sırasında, Genel Başkan OskarLafontaine’i tasfiye edecek kadar sağa çektiğiniileri sürenler tümüyle haksız sayılmazlar. Çalı-şanları ve sosyal adaletten yana programlarıtemsil eden bir partinin, zaman içinde özel mül-kiyeti sosyal adaletten çok daha fazla önemse-yen bir örgüte, daha doğrusu şirkete dönüşmüşolması... Partinin bir zamanlar orduyu andıranve bugün yarı yarıya eriyen üyelerinin önemli

lukta. Siyasetin böyle tutulmayacak sözlerledolu olduğu ileri sürülüyor. Ayrıca SPD emekli-lik yaşının 67’ye çıkarılmasına ve Katma DeğerVergisi’nin yükseltilmesine önce karşı çıkmışsonra da yol vermişti. Bu da unutulmuyor veSteinbrück’ün bu sözlerine rağmen “Merkel’inYardımcısı” unvanıyla ortak bir hükümete(“Büyük Koalisyon”) katılabileceği düşünülüyor.

Nereden bakılırsa bakılsın, Peer Stein-brück’ün, Angela Merkel ile birlikte, 2005-2009döneminde kendisinin maliye bakanı olarak yo-lunu belirlediği “Büyük Koalisyon“un yeni birversiyonuna karşı çıkmayacağı anlaşılıyor.Bunun da normal olduğu söyleniyor. Peer Ste-inbrück, daha 2009 yılında hezimetle biten se-çimlere giderken bile Hıristiyan demokratlarlabir büyük koalisyondan yana olduğunu açıkça

Illüs

trasy

on:Ö

MER

YAPR

AKKI

RAN

Page 12: AB’nin yıldızları fena dökülüyor

AvrupaGüN | 12

bir bölümü, bir şirket bünyesinde partili gibidavranmaya çalıştıklarının farkında olmayabi-lirler. Ancak bu ikilemin zamanla yeni yol ay-rımlarına açılacağına kesin gözüyle bakılıyor.Steinbrück, tabandaki sosyal demokratları acıgerçekle yüz yüze getirmenin bir başka aracısıolarak da yorumlanıyor.

Entrika siyasetin can suyudur

Tabanda bulunduğu varsayılan sosyal demo-krat duyarlılığın kaderine güzel bir örnek ola-rak, 2008 yılında Hessen’de sol sosyal demokrattezlerle eyalet başbakanlığının kıyısına kadargelen Andrea Ypsilanti’nin bir anda bitirilen si-yasi kariyeri gösteriliyor. Yeşiller ve özellikle deSol Parti ile hükümet kuracak çoğunluğu ele ge-çiren Ypsilanti’nin başarılı olması halindeSPD’de Gerhard Schröder’in neoliberal progra-mına karşı köklü bir dönüşümün mümkün ola-cağını düşünen önceki “Steinbrückler”ingirişimleri, hatta Türk politikasını hiç aratma-yan entrikaları, Sol Parti’yle işbirliğini de düşü-nebilecek Ypsilanti’nin kariyerini bir andabitirmeyi başardı.

Benzer ama daha çok zamana yayılmış birkaderi aynı dönemde SPD genel başkanlığını daüstlenen Kurt Beck yaşadı. Bazı Schröder-Ste-inbrück önlemlerine, özellikle de Hartz IV Ya-saları denilen muhtaçlık yardımlarınınacımasızlığına karşı çıkmaya çalışan Beck, partiiçindeki entrikalar sonucu kendisini bir andaunutulmuşluğun ve hastalıkların elinde buldu.Steinbrück’ün başbakan adaylığının ilan edildiğigün, geçen ay, eski sosyal demokrat okulun ağırtoplarından Kurt Beck’in de tüm siyasal görev-lerinden ayrılma kararını açıklaması son derecesembolik bir paralelliğe karşılık geldi.

Der Spiegel’in efsanevi yaratıcısı RudolfAugstein’ın yetenekli yazar oğlu, kendisi de

uzun bir süredir haftalık sol liberal “Der Frei-tag” gazetesini yayımlayan Jakob Augstein, sonyorumlarında, açıkça Peer Steinbrück’lü buSPD’nin ağır bir yoksullaşma sürecinden geçenseçmenlerden oy almasının mümkün olmadı-ğını anlatıyor. Jakob Augstein’a göre, Stein-brück’ün her geçen gün biraz daha dallanıp

budaklanan konferans gelirleri ve milyonerliği,sadece “yan gelirlerinin” 2 milyon avroyu bul-duğu anlatılan bu politikacı, her 5 kişiden biri-nin açık bir yoksullukla pençeleştiği, 20 milyonuaşkın emeklinin yaşamaya çalıştığı Almanya’dasiyasi bir felaketin habercisi olmak dışında her-hangi bir anlam taşımıyor.

Ancak sorun, bunu ne Hamburg doğumlu veneoliberal hırslı iktisatçının ne de çoktan şirketedönüşmüş partisinin anlayabilecek durumda ol-ması. Hele yan gelirleri kamuoyuna mal oldukçaPeer Steinbrück’ün “Saydamlık diktatörlüklerdeolur!” veya “Anlamadığım şey şu: Neden parayıhep başkalarının kazanma hakkı var?” gibi açık-lamaları iktidar opsiyonunu iyice gündemdendüşürüyor.

Ama sorulmayan asıl sorunun şu olduğu or-taya çıkıyor: SPD gerçekten Angela Merkel Al-manyası’nın krizle mücadele adına ileri sürdüğütoplumsal-siyasal çözümler dışında bir tahay-yüle sahip mi ve böyle bir tahayyülü taşımak is-tiyor mu? Böyle bir kapasitesi var mı?

Sadece Peer Steinbrück’ün değil, tarihsel ör-gütlülüğünü ve temel ilkelerini büyük ölçüde yi-tirmiş, küçük ve zengin bir azınlığın elindekişirkete dönüşmüş her partinin mevcut iktidarızorlayabilecek bir yanı bulunmuyor ve galiba bugörülmek istenmiyor.

Almanya’yı 2013’te, şimdilik, herhangi birsürpriz beklemiyor. Üstelik ekonomi alarm sin-yalleri verir, yoksullaşma ağır bir yüke dönü-şürken, bu çok daha açık bir hal alıyor.

Page 13: AB’nin yıldızları fena dökülüyor

AvrupaGüN | 13

BRÜKSEL - Belçika’da Türkçe olarak yayınyapan Binfikir gazetesi 8’inci yılını gazeteninyazar-çizer kadrosu, Binfikir Tiyatro grubu üye-leri ,Binfikir’in başarısında katkısı bulunandostları ve Brüksel’deki Türkçe medya mensup-larının katılımı ile kutladı.

Binfikir Genel Yayın Yönetmeni Serpil Ay-gün, kendilerine destek veren Erol Günaydın’ıda hatırlattığı konuşmasında, Binfikir’in Belçi-ka’da 8 yıldır aralıksız yayın yapan tek Türkçeyayın olduğunun altını çizdi. “Düğün-nişan ha-berciliğine” tepki olarak doğan bu yayının, köy-kasaba gazeteciliğinden uzak bir tutumla, Bel-çika’da olan bitenleri Türk toplumuna aktar-mayı görev edindiğini belirten Aygün, şöyle ko-nuştu:

“Binfikir, 2004 yılı mayıs ayında internet si-tesi olarak yayına başladı. Daha sonra halktangelen talepler doğrultusunda 2005 yılı kasımayında aylık basılı gazete olarak yayın hayatınısürdürdü. Belçika’nın hiç ara vermeden çıkarı-lan en uzun süreli Türkçe yayın organı olan Bin-fikir gazetesi, 10 bin adet basılıyor ve Bel-çika’nın dört bir yanına titiz bir şekilde dağıtılı-yor. Binfikir, Belçika'da değişimin simgesi oldu.Binfikir, kısa sürede habercilikteki tekelleri kı-rarak Belçika'da yaşayan tüm Türklerin haber-lerinin yapıldığı bir yayın organına dönüştü.Gazetemiz, basın yayın ilkelerine saygısıyla, yaf-

talamadan ve yorumdan arındırılmış tarafsızhaberciliğiyle hemen halkın beğenisini topladı.”

Binfikir’in kültür ve sanat çalışmalarına dadeğinen Aygün, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bir sosyalleşme projesi olan Binfikir, sadeceyayıncılıkta değil, kültür-sanat gibi diğer alan-larda da aynı yolu izleyerek topluma hizmet etti.Binfikir sokağı sanata, sanatı sokağa taşıdı.2008 yılından itibaren Binfikir Tiyatro ve Kari-katür Okullarında yüzü aşkın öğrenci yetişti.Binfikir Tiyatro Topluluğu, yüzde 100 Binfikir’eait 4 orijinal oyun da çıkardı. Oyunlardan biri-nin hikayesi ünlü çizer Gürcan Gürsel tarafın-dan Türkçe-Flamanca ve Türkçe-Fransızca ola-rak çizgi roman haline getirildi. Binfikir TiyatroTopluluğu, 2 sezon boyunca ATVAvrupa’ya“Tur-komedi” adı altında skeçler hazır- ladı. 27 MartDünya Tiyatrolar Günü'nü Brüksel'de “SahnedeÇeşitlilik Festivali” olarak kutlayan Binfikir Ti-yatro Topluluğu, Belçika'nın farklı kültürlerinihem sahnede hem de tiyatro salonunda buluş-turuyor.”

Daha sonra Binfikir yazarlarından NihatKemal Ateş ile Londra’dan gelen Hüseyin Özerde yaptıkları konuşmalarda Binfikir’in başarı-sından gurur duyduklarını ve her zaman ekibinyanında olduklarını söylediler. Yine Binfikir ya-zarlarından Halk Ozanı Fakı Edeer söylediğitürkülerle geceye ayrı bir renk kattı.

Brüksel’deki Binfikir gazetesinin 8’inci yaşı coşkuyla kutlandı

AB’nin başkentindeTürkçe habercilik

Serpil AygÜn

Page 14: AB’nin yıldızları fena dökülüyor

AvrupaGüN | 14

Yaşlı kıtada tüm hesapların gözden geçiril-diği bir döneme girildi. Avrupa para sisteminin(“avro”) bir çıkmaza doğru sürüklenmesi veAvro Bölgesi’nde yaşanan krizin merkezdekizenginleri de vurmaya başlaması, uzun süre ka-muoyunun algı menzili dışında tutulan yeni ara-yışları tetikliyor. Nitekim Federal Almanya’nınbaşkenti Berlin’de önümüzdeki hafta sonundayapılacak uluslararası bir konferansta, ulusaldevletin içeride sosyal adalet ve dışarıda dadünya sistemine saldırı düzenleyenlerle müca-dele için önemi ve başta Almanya olmak üzerebazı büyük devletleri bekleyen tehlikeler tartı-şılacak. Almanya’da yayımlanan aylık Compactdergisiyle “Institut de la Démocratie et de laCoopération” tarafından, tanınmış Alman,Fransız, Rus gazeteci, yazar ve bilimadamları-nın katılımıyla Hür Berlin Üniversitesi salonla-rında 24 Kasım’da gerçekleştirilecek olan

konferansta, egemenlik kavramının iç ve dış po-litikadaki önemi masaya yatırılacak.

Avro sistemine yıllardır Federal AnayasaMahkemesi nezdinde itiraz eden öncü bilim-damlarından Prof. Dr. Karl Albrecht Schacht-schneider ile Fransız-Alman gazetecilik ve kitapdünyasının ünlü isimlerinden Peter Scholl-La-tour, toplantının önde gelen yıldızlarından ola-cak. Ayrıca Valentin Falin ve Eduard Hussongibi Rusya ve Fransa’dan da tanınmış uzmanlarda konferansa tebliğ sunacaklar. Konferansı dü-zenleyen Compact dergisinin genel yayın yö-netmeni ve yazar Jürgen Elsässer, ABD ileAB’nin el ele yıkıcı emperyal saldırılarına karşıbu konferans çerçevesinde çare aranacağını be-lirterek, bu savaş ve yıkım sürecinden kurtuluşiçin öneriler geliştirileceğini söyledi. Kamuo-yuna “Alman-Rus Egemenlik Konferansı” başlı-ğıyla duyurulan etkinlikte ulusal egemenlik ve

Avro ulusal devletle gelen güvenceleri paramparçaedecek bir potansiyel taşıyor

OSMAN ÇUTSAY

Almanya’da bir“Egemenlik Konferansı”

Page 15: AB’nin yıldızları fena dökülüyor

AvrupaGüN | 15

JÜRGEN ELSÄSSER - Avro krizi devletleriaşırı borçlanmaya itiyor. Açık veren ülkelerdekitoplumsal düzen böylece yıkılıyor. Güney Av-rupa ülkelerinde sefalete mahkum kılınanlarınOrta Avrupa’ya kaçışı çoktan başladı, on bin-lerce İspanyol daha şimdiden Alman işgücü pi-yasasını zorluyor. Yunanistan’da sol ile sağarasında klasik bir içsavaş tehdidi var. İs-panya’da ayrılıkçı bir savaş tehdidi egemen, ül-kenin Katalonya ve Bask gibi zengin bölgeleri,ortak devletin borçlarını taşımak zorunda kal-mamak için kendi devletlerini kurmak istiyor.Bu, 1980 sonları Yugoslavya’sındaki gibi bir se-naryo. Yugoslavya sonrası ayrılıkçı savaşlarda200 binden fazla insan ölmüştü.

- Suriye Arap dünyasındaki yegane laik devlet veİran bu devleti destekliyor. Bu konuşlanmayı bizegemenlik, ulusal devlet ve Erdoğan Türkiyesi gibikavramlar çerçevesinde nasıl açıklayabiliriz? Sizbu durumu nasıl görüyorsunuz?

JÜRGEN ELSÄSSER - Statükoya yönelmişdevletlerin karşısında, küresel pastadan görecedaha büyük bir parça koparmaya çalışan saldır-gan devletler duruyor. Tıpkı 1930’ların sonugibi. Statükoya yönelmiş, onu korumaya çalışandevletler, birbirinden çok farklı da olsalar, “Kö-tülük Ekseni”ne (ABD, İngiltere ve İsrail) karşıbir araya gelmek zorunda. Bu da böyle İran,Rusya, Çin, Suriye, Venezuela gibi birbirindençok farklı ülkelerin işbirliğini gerektiriyor. Bukapışmada Türkiye nerede duracak? KorkarımErdoğan “Kötülük Ekseni“ni desteklemektenyana karar aldı ve onların gölgesinde kendi YeniOsmanlı düşlerini takip ediyor.

cumhuriyetçiliğin nasıl bir tehdit altında olduğudeğişik boyutlarıyla tartışmaya açılacak.

Aylık Compact dergisi Genel Yayın yönet-meni Jürgen Elsässer, konferans öncesinde so-rularımızı yanıtladı.

- Bir egemenlik konferansı düzenlediniz, bu ulus-lararası konferansa Avrupa, hatta Rusya’nın tanın-mış şahsiyetleri katılıyor. Avrupa Birliği, gerçektende artık üyelerinin ulusal egemenliğini garantileye-cek durumda değil mi?

JÜRGEN ELSÄSSER - AB, ulusal devletleriortadan kaldırmak için uğraşıyor. Almanya’dayasalarımızın yüzde 85’i, AB Komisyonu tara-fından önceden belirleniyor. Yani, parlamento-muz sadece bir onay makamı. Gerçek kararvericiler, kimsenin seçmediği AB komiserleri.Eskiden SSCB vardı, şimdi onun yerine ABSCBvar, bir komiserlik egemenliği, ama bu, sosyalisttemelde değil finans kapitalizmi temelinde biregemenlik. Avroyu kurtarma hamlesi kapsa-mında da devletlerin egemenliklerini parçalamaişi devam ediyor. Yunanistan, Portekiz ve İs-panya artık Brüksel troykasının (IMF, AvrupaMerkez Bankası, AB) himayesi altındaki devlet-lerdir. Birer protektora yani. Almanya da en zen-gin devlet olarak kendi vergi gelirleri üzerindekidenetimini, yani bütçe egemenliğini yitirdi,çünkü “sürekli kurtarma şemsiyesi” ESM par-lamentomuzun bir veto olanağı bulunmaksızınbizim devletin sermayesine el atabilir.

- ABD emperyalizmi veya Avro emperyalizmi karşı-sında egemen ve büyük ulusal devletler neden ola-ğanüstü önemli? Neden ulusal devlet ile milliyetçidevlet, daha doğrusu milliyetçilik birbirinden ikifarklı şey?

JÜRGEN ELSÄSSER - Konferansımızın baş-lığı “Egemenlik Konferansı”. Bu, bir Fransız kav-ramı olan ve milliyetçilikle arasında sınır çekenegemenlikçiliğe (“Souveränismus”) göndermeyapıyor. “Egemenlikçilik” aslında “cumhuriyet-çilik”tir, yani ırkçı düşünceden bağımsız olarakulusal devletin korunmasıdır: Ulusa ise,“kan”dan bağımsız olarak, kendini o ulustansayan herkes dahildir. Ulusal devlet, bir ülkeninsosyal adalet standartlarını ve endüstrisini ko-rumak için mümkün olan tek örgütlenme biçi-midir. Eğer yıkılıp giderse, küreselleşmeninsaldırıları altında rekabet edemez hale geliriz vezaten yakında da Çin’deki ücretlerle çalışmakzorunda kalacağız, ancak fiyatlar da Avrupa dü-zeyinde devam edecek.

- Avro krizi nereye açılıyor? Orta Avrupa’da yenisavaşlara ve içsavaşlara mı çıkıyor bu yol?

Page 16: AB’nin yıldızları fena dökülüyor

AvrupaGüN | 16

Almanya'da işçinin çocuğu, özel bazıistisnalar dışında, her zaman işçiolacaktır. Eğitim görmüş ailelerinçocukları da, yine bazı özel durumlardışında, her zaman eğitim gören vegörmüş çocuk olacaktır. Bu yönüyleAlman eğitim sistemi, selektif ya-nıyla toplumsal kesimler arasındabir ayrımcılığa sahiptir. Bu ayrımcı-lık, Alman toplumsal hiyerarşisininsürekliliğini sağlıyor. Bu selektif eği-tim sisteminin önsel ve önyargıyadayalı işleyişinin yaratmış olduğuayrımcılık, göçmenlere ve göç kö-kenli çocuklara yönelik bir ayrımcılıkolarak doğrudan yansıyor...

ESSEN - Almanya'nın Essen kentinde kuru-lan “Initiative zur Förderung von Sprache undBildung” (Dil ve Eğitimi Desteklemek için İnisi-yatif) adlı kamu yararına derneğin kurucuların-dan ve dört yıldır hem basılı hem de internette( www.diegaste.de) yayımlanmakta olan DieGaste'nin de yayın yönetmeni Zeynel Korkmaz,Alman eğitim sistemindeki ciddi tıkanma nok-talarını açığa çıkarmayı ve alternatif program-lar önermeyi sürdüreceklerini belirtti. Kork-maz, geçen ay yeni bir sempozyumu daha başa-rıyla tamamlayan Die Gaste ekibi adına sorula-rımızı yanıtladı ve zorlu bir bilanço çıkardı.

- Almanya'da Türk çocuklarının en büyük kesimioluşturduğu yabancı kökenli öğrencilerin durumuhiç iç açıcı görünmüyor. Ne oluyor?

ZEYNEL KORKMAZ - Federal Alman İsta-tistik Dairesi verilerine göre 2010-2011 eğitim

Anadili temelinde dil öğrenimi talepleri giderek yoğunlaşıyor

Alman demokrasisindeeleyici acımasızlık

Page 17: AB’nin yıldızları fena dökülüyor

AvrupaGüN | 17

sıyla Alman selektif eğitim sistemi açısından, enazından işçi olmaktan kaynaklanan bir sonuçüretmek durumundadır. Göçmen işçinin, işçi ol-ması nedeniyle, onun çocuğu da işçi olacağından,selektif sistem tarafından belli bir okul düze-yinde elenmek/tasfiye edilmek durumundadır.

Bu önyargıya göre, göçmenler ya dagöçmen işçiler, geri bir ekonomik,toplumsal ve kültürel ülkeden gel-mektedir. Eğitim düzeyleri “akılalmaz” boyutta düşüktür, çoğununokuma-yazması bile yoktur. Doğalolarak bu göçmen kitlesinin çocuk-ları da böylesine bir gerilik içindeyaşama gözlerini açtıklarından, bazıistisnalar dışında bu geriliği aşabile-cek özelliklere ya da “genlere” sahipdeğillerdir. Dolayısıyla bu göçkökenli çocukların daha iyi eğitimalmalarını sağlamak için gösterile-cek her çaba, kaynakların boşaharcanmasından başka bir sonuçvermeyecektir.

Göç kökenli çocukların Alman eğitim süre-cinden tasfiye ya da elenmesinin ikinci (ger-çekte birinci) nedeni göçmen aileden gelmektir.Burada karşımıza “entegrasyon” politikaları vebu politikaların dayanakları (öncülleri) çıkmak-tadır ki, bunlar aynı zamanda toplumsal bir “ön-yargı”nın da kaynağıdır.

- Önyargı mı?

ZEYNEL KORKMAZ – Bu önyargıya göre,göçmenler ya da göçmen işçiler, geri bir ekono-mik, toplumsal ve kültürel ülkeden gelmektedir.Eğitim düzeyleri “akıl almaz” boyutta düşüktür,çoğunun okuma-yazması bile yoktur. Doğal ola-rak bu göçmen kitlesinin çocukları da böylesinebir gerilik içinde yaşama gözlerini açtıklarından,bazı istisnalar dışında bu geriliği aşabileceközelliklere ya da “genlere” sahip değillerdir. Do-layısıyla bu göç kökenli çocukların daha iyi eği-tim almalarını sağlamak için gösterilecek herçaba, kaynakların boşa harcanmasından başkabir sonuç vermeyecektir.

Elbette bu “entegrasyonatik” gerekçeyi pe-dagojik bazı saptamalarla tanımlamak ve des-teklemek olanaklıdır. Örneğin, göçmen ailenin“geri”liği, yani eğitimsiz oluşu, okuldaki çocu-ğunun derslerde karşılaştığı güçlükler karşı-sında, onların yardımcı olamayacakları anla-

yılında Almanya’da yabancı öğrenci sayısı 727bin 30’dur. Bu sayı, toplam öğrenci sayısınınyüzde 8.3’üne denk düşüyor. Göçmen öğrenci-lerin okul dağılımına bakacak olursak, Grundsc-hule'lerde yüzde 7.6, Hauptschule'lerde yüzde19.4, Realschule'lerde yüzde 8.3, Gesamtschu-le'lerde yüzde 13.1, Gymnasium'larda yüzde 4.3oranında göç kökenli öğrenci bulunuyor. Buoran Förderschule'lerde, eski adıyla Sondersc-hule'lerde, yüzde 13’tür. Bu dağılım eyaletlerarasında da büyük farklılıklar gösteriyor. Al-manya çapında göç kökenli öğrencilerin yüzde54.5’i Hauptschule diplomasıyla eğitim süreci-nin dışına çıkıyor. Bunun yanında yüzde 13.7oranındaki göç kökenli öğrenci ise, hiçbir diplo-maya sahip olmaksızın zorunlu eğitim süresinitamamlıyor. Böylece göç kökenli öğrencilerinyüzde 70’inin eğitim süresi zorunlu eğitim sü-resiyle sınırlıdır.

- Ya geriye kalanlar?

ZEYNEL KORKMAZ - Geriye kalan yüzde 30Realschule ve Gymnasium'larda eğitimlerinisürdürüyor. Bu yüzde 30’luk kesimin ise ancakyarısı bulundukları okullardan mezun olabili-yor. Geriye kalanlar, şu ya da bu nedenle, Re-alschule ve Gymnasium eğitimlerini tamam-layamıyor.

- Kötü bir tablo bu... Seçip ayırıcı, eleyici veya “se-lektif” denilen sistemin rolü mü ağır?

ZEYNEL KORKMAZ – Evet, bu tablonun or-taya çıkmasında ekonomik, toplumsal, siyasalve kültürel pek çok etmenin rolü var. Ama bu-rada mevcut üçlü (Türkçe ifadesiyle 4+4+4) se-lektif eğitim sisteminin ve göçmenlere bakışaçısının bu tablonun ortaya çıkmasındaki etkisiönemlidir. Alman eğitim sistemi selektif özelli-ğiyle belli önselliklere ve önyargılara dayanıyor.Yalın bir ifadeyle, işçinin çocuğu, özel bazı istis-nalar dışında, her zaman işçi olacaktır. Eğitimgörmüş ailelerin çocukları da, yine bazı özel du-rumlar dışında, her zaman eğitim gören ve gör-müş çocuk olacaktır. Bu yönüyle Alman eğitimsistemi, selektif yanıyla toplumsal kesimler ara-sında bir ayrımcılığa sahiptir. Bu ayrımcılık,Alman toplumsal hiyerarşisinin sürekliliğini sağ-lıyor. Bu selektif eğitim sisteminin önsel ve ön-yargıya dayalı işleyişinin yaratmış olduğuayrımcılık, göçmenlere ve göç kökenli çocuklarayönelik bir ayrımcılık olarak doğrudan yansıyor...

- Nasıl oluyor?

ZEYNEL KORKMAZ - Göçmen, her şeydenönce “yerli” değildir, yani göçmendir, ama aynızamanda niteliksiz işgücü olarak işçidir. Dolayı-

Page 18: AB’nin yıldızları fena dökülüyor

AvrupaGüN | 18

mına gelir. Bu durumda ailesinden destek veyardım alamayan çocuk, derslerde karşılaştığısorunları (örneğin Matematik ve Almanca ders-lerinde) çözemeyecek, doğal ve kaçınılmaz ola-rak başarısız olacaktır. Oysa “eğitim görmüş” birailenin çocuğu böyle bir durumla karşılaştığındaailesinden yardım alarak güçlüğü aşabilecek veeğitimini sürdürebilecektir.

- “Yeterli Almanca bilmiyorlar” tezinin “ailevi” alt-yapısı sanki...

ZEYNEL KORKMAZ - Yine eğitsel pratiktençıkartılarak “entegrasyon” öncülleri haline geti-rilen ikinci bir olgu var. Bu da, göçmenlerin vegöç kökenli çocukların yeterli düzeyde Almancabilmedikleri ya da Almanca öğrenme yetene-ğine/becerisine sahip olmadıklarıdır.

Doğal olarak bu öncüllerden yola çıkan “en-

tegrasyon” politikaları Almanca öğrenmeyi herşeyin önüne geçiriyor. Burada öğrenilmesi iste-nilen Almancanın da bazı ölçütleri var tabii. BuAlmanca düzeyi, belli bir eğitime sahip olmayı,Alman tarihini, sanatını ve siyasal yapısını ta-nımayı sağlayan, Almanya’nın gündemini izle-yebilecek ve yorumlayabilecek bir düzeydir.

Bunun yüksek bir standart oluşturduğuaçıktır. Buradan çıkan sonuç da çok açıktır: Eniyi göçmen, Almanca bilen yüksek öğrenim gör-müş göçmendir.

- Uzman aranıyor yani... İyi eğitilmemişlere pekşans yok...

ZEYNEL KORKMAZ - Bu durumda, eğitim-siz ya da düşük okul mezuniyetine sahip göç kö-kenli çocuklar “muteber” göçmenler olmuyorlar.Bu kesim, aynı zamanda “entegre olmayan” ke-

- Çözüm önerileriniz var..ZEYNEL KORKMAZ – Evet, bizim

Die Gaste olarak çözüm önerimiz, ana-dili temelinde programlı ve sistemli Al-manca öğreniminin sağlanmasıdır. Buamaçlar doğrultusunda yapılması gere-kenleri şöyle sıralayabiliriz:

Bir: 3-7 yaş arasında, yani çocuğunokula başlayacağı yaşa kadar sürdürüle-cek olan, anadili üzerinde yükselen birAlmanca öğrenim programı hazırlan-malıdır.

Çocuğun, kendi gelişimi içinde ve ge-lişimin evrelerine uygun olarak, nesne-leri bilme, öğrenme ve kavrama süre-cinde, kendi aile ortamından edindiği veedineceği anadilindeki sözcükler ve kav-ramlar doğru ve gerçek Türkçeyle uyum-landırılmalı ve bu uyumlandırmayaparalel olarak Almanca sözcükleri vekavramları öğrenmeye yöneltilmelidir.

İki: Bu program, zamandaş olarakaile tarafından da yürütülebilir biçimdehazırlanmalıdır.

Üç: Bu program, 3-7 yaş grubu içinokul-öncesi eğitim programı olarak ta-sarlanmalıdır.

Dört: Bu programın uygulandığı yer-ler, ne yalın biçimde Kindergarten ol-malıdır, ne de yalın bir “dil okulu”olmamalıdır. Bu programda, çocuğunkendi doğal gelişim süreci esas alınmalı-dır.

Beş: Bu programa çocuklar tam günolarak katılmalıdırlar..

4 yıl süreli bu programın ilk yılında,anadilinin geliştirilmesi ve aile orta-mında edinilemeyen kavram ve sözcük-lerin ediniminin sağlanması hedeflene-cektir. İkinci yıldan itibaren, bir yandananadilinin geliştirilmesi sürdürülürken,buna paralel olarak Almanca sözcük vekavramların öğrenilmesine geçilecektir.

- İki dilli çocuk yuvaları mı?

ZEYNEL KORKMAZ – Burada enönemli sorunlardan biri de, göçmen ço-cuğun Alman yaşıtlarından yalıtılması,onlarla ilişkisinin okul sürecine kadarertelenmesidir. Ama bizim önerdiğimizprogram, kesinkes “ikidilli Kindergar-ten”ler oluşturulması değildir. “İkidilliKindergarten”ler, iki dili bilen bakıcıla-

Anadili temelinde Almanca öğrenimi

Page 19: AB’nin yıldızları fena dökülüyor

AvrupaGüN | 19

rir. Ancak göçmen çocuklarının dil edinimi,gerek anadilinde gerekse de Almancada, adetaPlaton’un mağara benzetmesinde olduğu gibi,hayatlarında hiç terk etmedikleri, edemediklerikaranlık bir dehlizde, arkalarında ateş yakılmışcisimlerin yalnızca duvara yansıyan gölgeleriüzerinden gerçekleşiyor. Maddelerin gölgelerdeyansıyan geometrik şekilleri, bilinebilir, ama bi-linmesine olanak tanınmayan nesnelerin tümözellikleri arasında belki de en az bilgi sunan birözelliğine işaret eder. Burada, sözcüklerin öğre-nilmesi ve öğrenilen sözcük sayısının artırılmasıne kadar önemliyse, anadilinde cümle kurabil-mesi ve doğru cümle kuruluşunun öğrenilmeside o kadar önemlidir. Bu sayede, fiil, yüklem,nesne, özne, sıfat, zamir gibi dilbilimsel yapılaröğrenilmiş olacağı gibi, bunların eşdeğeri Al-mancaları da aynı biçimde öğrenilebilecektir.

simdir ve gerekçesi de “yeterli ve gerekli dü-zeyde Almanca bilmemeleridir”.

Durum böyle saptandığında, çok açıktır ki,yapılması gereken, göçmenlerin ve göç kökenliçocukların dışlanması olamaz. Demokratik birülkede böyle bir şey düşünülemez bile. Öyleyseyapılması gereken, bu göçmen kitlenin ve onla-rın çocuklarının “yeterli ve gerekli düzeyde Al-manca öğrenmelerini” sağlamaktır. Bu aynızamanda göç kökenli çocukların eğitim hakkınasahip olmaları ve bu hakkı kullanmalarını ge-rektirir.

- Göçmen kökenli küçüklerdeki üstün insanlar mıaranıyor?..

ZEYNEL KORKMAZ - Göçmen çocuklarınıneğitim hakkı, ilkin eğitime katılabilmek üzereeğitim dili Almancasını edinmelerini öngerekti-

rın çalıştığı çocuk bakımından ibarettir.Bu “iki dilli Kindergarten”lerde bakıcılarne kadar eğitimli olurlarsa olsunlar, herdurumda ”Kindergarten” mantığının sı-nırları içinde kalmaktadırlar. Bu ne-denle, iki yarım-dilli çocukların ortayaçıkmasına yol açmaktadır. Kindergartenbakıcıları da, bu iki yarım-dilliliğin ye-tişkin örnekleri olarak çocuğun karşı-sında yer almaktadır.

Yine bizim önerdiğimiz program, ke-sinkes sıklıkla kullanılan anlamıyla “iki-dilli eğitim programı” ya da “iki dilli okulsistemi” değildir. Tersine tek dilli eğitimsistemi için göçmen çocukların yeterlidüzeye ulaştırılmasını amaçlar. Bu prog-ram sonucunda okul yaşına ulaşan göç-men çocuk, hem anadilini geliştirmiş,hem de Almanca öğrenmiş olacaktır. Buandan itibaren, Alman eğitim sistemiiçinde yer alacaktır.

İşte bu aşamadan sonra, Alman eği-tim sisteminin selektif (seçmeci/ele-meci) yapısının yaratmış olduğu so-runlar ortaya çıkmaktadır. Biz, okul ön-cesi eğitim kapsamında ele aldığımızanadili temelinde Almanca öğrenimprogramıyla dil sorununun çözümlene-bileceğini önerirken, aynı zamanda Alman

eğitim sisteminin selektif yapısının yarat-tığı sorunların çözümlenmesi için, Almanokul sistemine paralel ikinci bir programınoluşturulmasını öneriyoruz.

Bu ikinci program, birincisi, okul sis-temi çerçevesinde göçmen çocuğun ana-dilinin sürekli geliştirmesini sağlama-lıdır. Bugün Alman okullarında “seçmeliders” olarak verilen Türkçe dersleri ye-tersiz olduğu gibi, çocuğun anadiliningelişimine fazlaca katkıda bulunma-maktadır. Ayrıca, ikincisi, bu program,çocuğun okul sürecinde derslere ilişkinkarşılaşacağı sorunlarda yardımcı ol-mayı esas almalıdır. Bu çerçevede ço-cukların ev ödevlerine ve Almancayıgeliştirmelerine yardım ve teşvik sağla-nacaktır. Buraya kadar ele aldığımız ko-nular ve çözüm yolları, şüphesiz pratikuygulamanın ön çalışmaları niteliğinde-dir. Asıl olan bunların pratiğe geçirilme-sidir. Burada ortaya çıkan sorun, buprogramların uygulanması için bir ko-ordinasyon ve yönetim kurumununoluşturulması ve gerekli kaynakların bu-lunması sorunudur. Türkiyeli göçmentoplumu açısından en önemli sorun dabudur.

Page 20: AB’nin yıldızları fena dökülüyor

AvrupaGüN | 20

dışına çıkmak gerektiği açık. Bu ise sistemli,planlı ve programlı bir dil uygulamasına geçişlemümkündür. Bilimsel saptamadan, yani anadi-lini iyi bilen bir kişinin yabancı dili kolayca vedaha doğru biçimde öğreneceği saptamasındanyola çıkarsak, bu durumda, Türkiyeli göçmentoplumunun çocuklarının Almanca öğrenmele-rinde anadili yetersizliğinden kaynaklananönemli bir engelle de karşı karşıya oldukları so-nucuna varıyoruz.

Göç kökenli çocuklar açısından buradakisorun, Alman eğitim sisteminin selektif yapı-sından kaynaklanan seçicilik ve ayrımcılık nok-tasına henüz ulaşmadan karşı karşıya kaldığı birsorundur. Dolayısıyla selektif sistem öncesinde,yani okul öncesinde başlayan bir eşitsizliğin ön-celikle ortadan kaldırılması gerekir.

Her ne kadar Eflatun “idealar”la doğa üstübir yöne evrilse de ve bunu filozofların tekelindetutsa da, maddi dünyanın gerçeklerine ulaşmaküstün yetenekli filozoflara özgü bir yeti değildir,doğal yetenekle de kesinlikle açıklanacak türdendeğildir, Öyle ki dil-zeka ilişkisinde en yetenek-lilerin eğitimsizlikten körelerek başarısız ve enyeteneksizlerin de eğitilerek başarılı olabildik-leri kolayca görülebilir. Eğitimin soylulaştırıl-ması, yani eğitimin aristokratik niteliği buradakarşımıza çıkıyor.

- Aristokratik seçmeciliğe karşı bir çözüm mü öne-riyorsunuz?

ZEYNEL KORKMAZ - Evet, gerçeklere ulaş-mak için ya da yaşa ve çağdaşlık standartlarınauygun bir dil edinimi için, karanlık bir dehlizin

Page 21: AB’nin yıldızları fena dökülüyor

AvrupaGüN | 21

liğin ayırıcı özelliğidir. Türkiye kökenli çocuklarAlmanca öğrenmeleri konusunda anadili yeter-sizliğinden kaynaklanan önemli bir engelle karşıkarşıyadır. Bu nedenle, doğru ve yeterli Al-manca dil edinimi için, her şeyden önce anadi-lindeki yetersizlik ortadan kaldırılmalıdır.Almanca dil edinimi açısından da, Almancanınkindergartenlerde kendiliğinden öğrenilen bir“sokak dili” olmaktan kurtarılması gerekmekte-dir. Zaten bizim tezimiz de, Türkiyeli göçmen-lerin anadillerini tam ve doğru öğrenmeleridurumunda, ikinci dili, yani Almancayı tam vedoğru öğrenebilecekleri şeklindedir. Tam vedoğru öğrenilmiş bir Almancaya sahip çocukla-rın da, Alman “elemeci” eğitim sisteminin eşit-sizliği içinde daha az eşitsiz olarak eğitimgörebileceklerini iddia ediyoruz.

- Göç kökenli çocuklar özel bir anaokulu eğitimin-den mi geçmeli?

ZEYNEL KORKMAZ - Tartışmasız bir gerçekvar: Göçmen çocuklar iki dilli bir toplumsal ilişkiiçinde yaşıyor. Çoğunluk, 3 yaşına kadar anadi-liyle büyüyor ve 3 yaşından itibaren çocuk yu-vaları (Kindergarten) aracılığıyla Almanca veAlman toplumuyla ilişkiye giriyor. Bu çocuklar,3 yaşına kadar kendi aile ortamında ve anadi-liyle öğrendiği bilgileri Almancaya aktaramıyor.Alman çocuklarının ilk üç yılda öğrendikleriniise hiç bilmiyorlar. Böylece çocuk yuvalarındaçatışmalı bir ortamı oluşuyor. Kaçınılmaz ola-rak, bu göçmen çocuklar, geldikleri yuvalardaAlman bakıcıların ve Alman çocuklarının dav-ranışlarını taklit etmeye zorlanıyor. Almancasözcükler, bir tek şeyin bir tek karşılığı olan özelisim olarak ezberleniyor. Sözcükler arasındabağlantılar kurulamadığı gibi geçişler de yapıla-mıyor.

- Ama Türkiyeli ailelelerin çocukları bir anadille ye-tişiyor yuvaya gelinceye kadar...

ZEYNEL KORKMAZ - Türkiyeli göçmen ço-cukları, aile ortamında anadillerini tam vedoğru olarak öğrenemiyorlar. Bunun bir nedeni,göçün kırsal kökenli oluşu iken, diğer nedeni Al-manya’daki iki yarım-dillilik ortamıdır. Kırsalalanlara özgü bir Türkçe ile Kindergarten'lerdeöğrenilen “sokak Almancası” bu iki yarım-dilli-

Page 22: AB’nin yıldızları fena dökülüyor

AvrupaGüN | 22

BREMEN - Çalışmalarını Bremen’de veAlman medyası için sürdüren gazeteci OrhanÇalışır’ın Dirk Meißner ile birlikte hazırladığıyeni bir belgesel, ilginç bir bağlılığın yenidenmasaya yatırılmasına yol açtı. Bundan yarımasır önce çok genç geldikleri ve ömürlerininbüyük bölününü geçirdikleri, çoluk çocuğa ka-rıştıkları ülke Almanya’da değil, kendi memle-ketlerinde gömülmek isteyen insanların öyküsüAlman Birinci Kanalı (ARD) ve 3Sat’ta yayın-landı. Aslında bir kuşağın öyküsünü aktardıkla-rını belirten Orhan Çalışır, belgesel sürecini veanlamını yorumladı.

- ARD ve daha sonra da 3Sat kanallarında yayınla-nan filminiz, bir genel eğilimi mi konu ediyor?Yani Türkiye’den 20’li yaşlarında çıkıp Almanya’yagelmiş burada çoluk çocuğa karışmış insanlar, 50yıl sonra kendilerini hâlâ Almanyalı göremiyormu gerçekten? Neden? Burada bir suç ve suçlu varmı sizce?

ORHAN ÇALIŞIR - Evet, 1960’lı yıllardauluslararası sermayenin bir işbölümü sonucu

buraya göçmen işçi olarak gelen, getirilen in-sanlar, memleketlerinde gömülmek istiyorlar.Bu, neredeyse söz konusu Türkiyeli göçmenle-rin yüzde 90-95’i için geçerli. Bu göçmenler,kendilerini sorunuzdaki anlamda Almanyalıolarak görmüyor, göremiyor. Daha doğrusu, budurum, Almanya’nın onları kendinden sayma-masıyla ilgili. Yani Alman devlet ve toplumu için“Almanyalı” gibi coğrafyaya vurgu yapan birkavram yok. Bunun yerine “Alman” gibi ideolo-jik bir kavram geçerli. Bu hem devlet ve hükü-metler hem de Alman toplumu için böyle. Bizimgöçmenler de, bu yaklaşımın çok iyi farkındalar.

Tabii, işin bu kısaca ırkçılık, kendinden gör-meme olarak açıklayabileceğimiz yanındanbaşka duygusal ve evrensel bir boyutu da var.İnsanları doğup büyüdükleri yere hep çeken birşeyler vardır. Sanıyorum bu, yaşlılıkta kendinidaha çok gösteriyor. Aynı durumu Türkiye’nintaşrasından İstanbul, Ankara gibi büyük kent-lere göçenlerde de gözlemleyebiliriz. İstanbul’davefat eden birçok insan, son istirahatgâh olarakdoğup büyüdüğü memleketini seçer. Hatta bü-yükler yaşlanınca köyüne gömülmeyi çocukla-rına vasiyet ederler.

Türkiye’den gelen ilk kuşak ısrarla doğduğu yerlerde gömülmek istiyor

“Memleket sevgisi var, amaburadaki dışlanma da var”

ORHAN ÇALIȘIR

Page 23: AB’nin yıldızları fena dökülüyor

AvrupaGüN | 23

ediliyor olsalar da bu fonlar kâr amacı gütmü-yor. Ben bu işten ciddi manada bir maddi ka-zanç sağlanabileceğini sanmıyorum. Çünküödenen yıllık paralar düşük, fonlar bir sigortaşirketi gibi çalışmıyor.

Diğer taraftan elbette bu hizmet, söz konusudini kuruluşlara büyük prestij kazandırıyor,yani bir tür manevi tatmin söz konusu. Hemdini kuruluşlar açısından hem de bu hizmetialanlar açısından. Bundan başka, bir cenazeninTürkiye’ye nakli Almanya’da orta halli bir ce-naze defninden daha pahalı değil.

- Filmin hazırlanması, çekimi ve kurgusundailginç, sizi gerçekten şaşırtacak olaylara tanıkoldunuz mu?

ORHAN ÇALIŞIR - Bir aileyi çekime razıetmek çok çok zordu. Elbette aileler bu konudatamamen haklılar: Düşünün, siz anne veya ba-banızı kaybetmişsiniz, hemen bir TV ekibi geli-yor ve “Biz size refakat edip her şeyi çekmekistiyoruz” diyor... Kolay kolay kimse bunu kabuletmez. Tabii çekim ekibi olarak sahipsiz bir ce-nazeye refakat etmek de olmaz. Çünkü hikaye-nin ana unsuru, vefat edenin birinci derecedenyakınları. Bundan başka, insanlar Alman med-yasına tepkili. Örneğin, Bremen’de sorduğumuzbir aile “Yine sünnet meselesi gibi bir şey mi ya-pacaksınız?” diye bize çıkıştı. Çünkü insanlar,

- Birinci kuşaktan sonra bu “nihai dönüş” veya“vatan toprağına dönüş” eğiliminin aynı güçledevam edeceğini söyleyebilir miyiz?

ORHAN ÇALIŞIR - Ölen bir insanın ardın-dan yapılan her şey aslında geride kalanlar için-dir. Yani ölen için yaplıyormuş gibi görünse de,yapılanlar hayatını kaybeden için değil, onunyakınları, çevresi ve toplum içindir. Bu, hem dinivecibeler hem gelenekler hem diğer törenlerhem de cenazenin gömüleceği yer seçimi için ge-çerli. Yani kaybedilen bir yakının ardından oku-tulan Kuran veya Mevlit, anma töreni, öleninruhuna adansa da, aslında geride kalanları tes-kin etmek, ölümden sonra edebi bir hayatın ol-duğuna ikna etmek veya anmayla geride ka-lanlara güç vermek içindir.

Bunun için, çoluk çocuğu, arkadaşları, kısacasosyal çevresi Almanya’da olanların mantıklıolarak burada defnedilmesi gerekir diye düşü-nebiliriz. Fakat son Nasyonal Sosyalist YeraltıÖrgütü (NSU) cinayetlerinin ve bu cinayetlerinaydınlatıl(ma)ması için yapılanların gösterdiğigibi, buradaki göçmenler “Bu devlet bizim can-lımızı korumuyor, kim bilir ölümüzü ne yapar?”diye düşünüyorlar. Tabii, bunda Almanya’dapara ödenmezse bir mezarın 25 yıl sonra başkabirisine yeniden satılıyor olmasının da rolü varherhalde.

Fakat bütün bunlara rağmen, ben 30 yılsonra Türkiye’de defnedilmenin bugünküoranda olacağını zannetmiyorum. Yakınınınmezarını daha kolay ziyaret etme isteği gibi ge-rekçelerle Almanya’da defnedilenlerin oranı ar-tacaktır. Fakat burada vefat eden önemli birkesim, 30 yıl sonra da yukarıda saydığımız ne-denlerden ötürü Türkiye’de defnedilecektir.

- Cenaze nakilleri ile ilgili gözlemleriniz neler?

ORHAN ÇALIŞIR - Bu göçmenler aslında herşeyleriyle Almanyalı. Almanlarla aynı işyerle-rinde çalışıyorlar, aynı otomobillere biniyorlar,aynı yerlerden alışveriş ediyorlar, aynı elbiselerigiyiyorlar, aynı evlerde oturuyorlar hatta Almanvatandaşıysalar aynı partilere oy veriyorlar...Sorun, bu devlet ve toplumun, örneğin bir ABD,Kanada, Avustralya gibi göç ülkesi olamama-sında veya olmak istememesinde diye düşünü-yorum.

Cenaze nakli eskiden çok ciddi bir sorundu.Fakat artık bu işi yapanlar profesyonelleşmişlerdiyebiliriz. Her ne kadar özel şirketler hâlâ faa-liyet yürütse de cenaze nakil işini artık dini ku-ruluşların fonları yapıyor. Türkiye bağlamındabu işi yapan başlıca üç cenaze fonu var: DİTİB,Milli Görüş ve Alevilerin (AABF) cenaze fonu.Her ne kadar bazı insanlar bu fonlarda istihdam

ORHAN ÇALIŞIR

Orhan Çalışır,Almanya’ya 1960’lı yıllarınsonunda işçi olarak gelen bir ailenin dörtçocuğundan biri. Kendisi Almanya’ya lise-den sonra üniversite öğrenimi için geldi veburada ekonomi okudu. 15 yıldır serbestgazeteci olarak Alman devlet radyo tel-evizyon kurumu ARD için çalışıyor. ARD’yebağlı Bremen Radyosu ve WDR (Türkçe Ser-visi) için radyo haberleri, röportajlar yapangazetecinin ağırlıklı çalışma alanı, kültür,çevre ve siyaset. Orhan Çalışır, aynı za-manda belgesel film çalışmalarını da sür-dürüyor. Daha önce “Weißer Brun-nen-Akkuyu” (Akkuyu) 2001, “Torf” (YerKömürü) 2009 belgesellerini yapan gaze-teci, şu sıralar Torf filmindeki ekiple birliktebir “Zülfü Livaneli” belgeseli hazırlıyor.

Page 24: AB’nin yıldızları fena dökülüyor

AvrupaGüN | 24

Alman televizyonlarında kendilerine ilişkinolumlu veya tarafsız pek bir şey görmüyorlar.Basının, özellikle de televizyonların Müslümanve Türk karşıtı yayınları, bu insanları devamlıyaralıyor.

Altı aydan fazla bize izin verecek bir aile ara-dıktan sonra Oberhausen’de İlyas Bayram’ın ai-lesini bulduk. Ve İlyas Bayram’ın çocukları, buharika insanlar, bizim için ve film için büyük birşanstılar. Aslında yukarıda sözünü ettiğimizgöçün bir tarihi kesitini onlar anlatıyor. Biz sa-dece aracıyız.

- Almanlar bu "nihai dönüş" kararlılığını/hasretininasıl görüyor, değerlendiriyor?

ORHAN ÇALIŞIR - Elbette genel olarak “Al-manlar”dan söz etmek doğru olmaz. Biz konuyu

anlattığımızda Almanların çoğu bunu ilk defaduyuyordu. Ve “Neden öyle yapıyorlar ki?” diyesoruyorlardı. Bazıları da, yaygın İslam karşıtısöylemin etkisiyle “Herhalde bu dini bir emir,İslam dininde Müslüman’ın başka yere gömül-mesi yasak” diye düşünüyorlar. Tabii, az da olsa,“Ben de doğduğum, büyüdüğüm yere gömülmekistiyorum, bu insanları çok iyi anlıyorum” deyipolaya çok insancıl yaklaşanlar da var.

Eğer bu soruyu bazı siyasetçilere ve basınınbir kısmına sorsaydık, herhalde “Bakın, bunlarentegre olmuyor, cenazelerini bile buraya göm-müyorlar” derlerdi.

Film, 1963 yılında Almanya’ya işçiolarak gelen İlyas Bayram’ın memleke-tine son yolculuğunu anlatıyor. 1938 yı-lında Gümüşhane’nin Torul kazasınabağlı bir köyde doğan İlyas Bayram, uzunyıllar Ruhr bölgesindeki farklı işletme-lerde kaynakçı olarak çalışmış ve geçtiği-miz yaz Oberhausen’de vefat etmişti.Son yıllarını emekli olarak kısmen mem-leketinde, kısmen de çocuklarının ve to-runlarının yaşadığı Oberhausen’de ge-çiren İlyas Bayram, vefat ettiğinde mut-laka memleketinde gömülmek istemiş.

Yedi yetişkin çocuk babası olan İlyasBayram hayatını kaybedince büyük oğluAli Rıza Bayram ve kardeşleri, babala-rını Ruhr Bölgesi’ne 3000 km mesafedekiköylerinde defnetmek için yola çıkıyor-lar. Film, Bayram’ın çocuklarının, baba-larının kendi köyüne gömülmek istemesihakkında ne düşündüklerini, kendileri-nin günün birinde nerede defnedilmek is-tediklerini sorup yanıtlar arıyor.

Filmin konularından biri de vefateden kişinin son yolculuğuna hazırlan-ması. Yapılan resmi işlemlerin yanı sıra,yerine getirilen dini vecibeler, geleneklerfilmde işleniyor. Ayrıca çok uzak bir yerecenazenin götürülmesi için gerekli olanaltyapı ve lojistiğin nasıl işlediği anlatı-lıyor. Film ekibinin, İlyas Bayram’ınvefat ettiği hastaneden başlayarak bü-tün yapılan işlemlerde, yolculukta cena-zesine ve çocuklarına eşlik ettiği göz-leniyor.

Film, bir tarihi kesiti anlatıyor. Bu-raya yüz binlerle gelip Almanya’daki zen-ginliklerin önemli bir bölümünü yaratanbir kuşağın hikayesindeki son perde iş-lenmeye çalışılıyor. Buranın yapısını et-kileyen, kısmen çehresini değiştiren birkuşaktı bu. İlyas Bayram, 1963 yılındaburaya tek başına gelmiş. Fakat şimdiyedi çocuğu ve 20’den fazla torunu Ruhrbölgesinde yaşıyor.

Heimaterde – Letzte Ruhestätte Türkei

(Memleket Toprağı –Son İstirahatgâh Türkiye)